Siyasi Hatıralar

advertisement
Tercüman
1001 TEMEL ESER
Şeyhülislâm
Cemâleddin Efendi
A __ *
SIYASI HATIRALAR
( 1908-1913)
Sadeleştiren:
Ziyâeddin ENGİN
İstanbul
1978
Devlet arşivlerimizin acıklı hâli, tarih teliflerinin çoğunun
heniiz el—yazması hâlinde bulunuşu veya ilmî neşirlerinin ya­
pılmamış olması, hususiyle yakın tarihimizin tedkfkıni güçleş­
tirdiği gibi, bu devre için yapılan spekülâsyonların İtibâr gör­
mesine yol açmaktadır. Bâzan biribirine zıd düşen bu hüküm
keşmekeşinden şaşkına dönen okuyucuyu sâlim bir yola çıkar­
manın belki de en kolay yolu, hâdiselerin şâhidi veya âmili
olanların, hâdiseleri nasıl görüp değerlendirdiğini tespit eden
eserleri, rahat okunur bir hâlde sunmaktır. Bu eserle, yine
^Tercüman 1001 Temel Eser" serisi için hazırlanmakta olan Sa­
id, Kâmil, Memduh Paşa'laıia vs. zevâtın "hâtwa"ları, bu mak­
sada hizmet için neşrolunmaktadır.
İki defada 18 yıl kadar şeyhülislâmlıkta bulunup, zekâ, fetânet ve vukufuyla büyük itibar kazanan Mehmed Cemâleddin
Efendi'nin "Hâtırat—» Siyâsiyye"si, İkinci Meşrûtiyeti tâkip
eden 4—5 yıllık çalkantılı devrin hâdiselerine ışık tutmakta,
1914'de, Balkan Bozgununun mes'ulu addedilerek haklarında
meclis soruşturması açılan Ahmet Muhtar ve Kâmil Paşa hüku-
metlerinin üyesi sıfatiyle müellif, gurbette münzevi olduğu hâl­
de, hem nefsini em de kabine arkadaşlarını müdâfaa etmekte­
dir. Ona göre, bozgunun gerçek mes'ulü, hesapsız, taşkın ve in­
safsız davranışlarıyla İttihat ve Terakki mensuplarıdır. Şüphe­
siz okuyucu, yalnız bu eserle yetinmeyip, diğer "hâtıra"ları
da gözden geçirip, biribiriyle mukayese yaparak, mâkul bir
hükme varacaktır.
1914'de Mısır'da yazılıp, 1919‘da bir gazetede tefrika edil­
dikten sonra, ertesi yıl kitap hâline getirilen " H â tırâ t-ı Siyâsiyye", zikredilen baskısına dayanılarak sâdeleştirilmiş aslında
hiçbir tasnif ve tertibe tâbi tutulmayan metinden rahatlıkla is­
tifâdeyi temin için, muhtevâya uygun bölüm ve ara—başlıkları
ile bâzı zanirf notlar ilâve olunmuştur.
Tarih araştırıcılarının ehemmiyetle başvurdukları bu kıymet* '
li kaynak esere, okuyucularımızın da alâka duyacaklarını umu­
yoruz.
Prof. Bekir KÜTÜKOĞLU
GİRİŞ
I. ŞEYHÜLİSLÂM CEMÂLEDDİN EFENDİ'NİN
HAYATI
İlim ve irfan sahasında olduğu gibi, İdarî ve siyâsi sa­
hada da devrinin temâyüz etmiş bir şahsiyeti olan Şey­
hülislâm Mehmed Cemâleddin Efendi; Kazasker Yusuf
Efendi'nin torunu ve Şer'iye hâkimleri seçim meclisi
reisi Kazasker Mehmed Hâlid Efendi'nin oğlu olup 31
Mart 1264 (1848) tarihinde İstanbul'da doğmuştur.
Anne tarafından da Kevâkibî—zâdelerden Kazasker Ha­
cı Mehmed Said Efendi âilesine bağlı olup, büyük anne­
si de meşhur âlim Geienbevı İsmâil Efendi'nin kızı idi.
Veziriazam Nişancı Mehmed Paşa’nm da Cemâleddin
Efendi'nin ecdâdı arasında bulunduğu nakledilmiştir.
Mahalle mektebinde okuduktan sonra, zamanının
büyük âlimleri olan hocalardan ve babasından hususi
dersler görerek lüzumlu bilgileri almış ve Arapçayı öğ­
renmiştir.
Daha on yaşında iken (1858) ilmiye sınıfına idhâl ve
Ruus—ı hümâyun defterine kaydolunarak kendisine
yüzyirmibeş kuruş maaş bağlanmış, zekâ ve dirâyeti
sâyesinde çok çabuk ilerleyerek, 1866 yılında ibtidây—i hâriç pâyesiyle Konya'lı Ahmed Efendi Dersiyesine müderris tayin olunmuş, 1871 yılında Hare­
ket—i hâriç payesi alıp, Şeyhülislâm Mektubçuluğu
kâtibleri arasına girmiş; aynı yıl içinde Şeyhülislâmlık
mektubçuluğu muâvinliğine, 1872'de önce, ibtiday—î
dâhil payesine, sonra Anadolu Kazaskerliği mektubçuluğuna, yine ay m yıl hareket—i dâhil itibariyle Adliye
Nezâreti İstanbul Birinci Ceza Mahkemesi Muharrerat
Şubesi muâvinliğine, 1875 yılında da bu dâirenin mü­
dürlüğüne yükselmiştir. İlmiye nıtbesi sürekli artarak,
Musıle-i sahn, Sahn—ı Semân ve Hareket—i altmışlıya
ve nihâyet 1877 yılında da Süleymaniye Müderrisliği
pâyesine erişmiştir.
1877 yılında İstanbul Ceza Mahkemesi mümeyyizli­
ğine ve ayni sene Temyiz Mahkemesi Beşinci hukuk
mümeyyizliğine tâyin edilmiş olup, 1878 yılında Şey­
hülislâmlık Dâiresi Mektubçuluğuna getirilmiştir.
1875—1879'da birbiri ardınca Mahreç—i dâhil, Bilâd—ı hamse, Haremeyn, pâyelerine yükselerek; 1884'
de İstanbul Kadılığına, 188'de Anadolu Kazaskerliğine
ve 1890 senesinde de Rumeli Kazaskerliğine yükselmiştir.
1891'de, 43 yaşında ve Rumeli Kazaskeri payesiyle
Meşihat mektubçuluğunda bulunduğu sırada, üstün
zekâ ve dirâyeti, ayni zamanda devrin iyi veya kötü
bütün ahvâline vukufu dolayısiyle, makamı için çok
genç denilebilecek bir yaşta, Şeyhülislâmlık mevkiine
yükselmiş ve onsekiz seneye yakın bir süre (4 Eylül
1891 - 14 Şubat 1909; 2 Temmuz 1912-23 Ocak
1913) bu makamda vazife yapmıştır.
Cemâleddin Efendi'nin; II. Abdülhamid gibi ev-
hamli, kuşkulu ve hiç kimseye güveni olmayan bir
padişah zamanında uzun müddet bu makamda kalması,
bir taraftan padişahın en küçük bir şüphesini çekmeye­
rek güvenini kazanması, diğer taraftan saltanat makamı
ve bunun devamı için tehlikeli bir unsur olarak gördü­
ğü, medrese talebesini, büyük bir dirayetle idâre ede­
rek herhangi bir olaym çıkmasına meydan vermemiş
olması, ayni zamanda Meşrutiyet inkılâbında, II. Abdülhamid'in öteki nâzır ve paşalarına nisbette, içinde
bulunduğu durumu çok iyi kavrayarak hem heyecanı
yatıştırıcı, hem de 11. Abdülhamid'i memnun edici te­
şebbüs ve hareketlerde bulunması, Padişahın ve inkılâbcılann hoşuna gitmiş olup, bütün bu akıllıca hare­
ketleri, kendisinin 1909 yılma kadar bu makamda ka­
labilmesine imkân vermiştir. Bununla beraberjıakîkatte İttihatçıların duygu, düşünce ve icraatlanna karşı ol­
duğu için, Kâmil Paşa Kabinesi düşürüldükten sonra
istifa etmiş; Sultan Abdülhamid önce istifasını kabul
etmemişse de vuku bulan ısran üzerin kabul etmek zo­
runda kalmıştır. Yeni sadnâzâm Hüseyin Hilmi Paşa'
nın şeyhülislâmlığa getirilen Ziyâeddin Efendi'nin
hiçbir işte ağzını açmadığım görerek "Cemâleddin
Efendi'nin yerine şeyhülislâm bulamadık" diye üzün­
tüsünü izhâr ettiği naklolunur.
Daha sonra 20 Temmuz 1912 tarihinde kurulan Gazi
Ahmed Muhtar Paşa Kabinesinde tekrar Şeyhülislâm­
lık makamına getirilmiş ise de; Muhtar Paşa'nın kısa
süren sadâretinden sonra bu zâta halef olan Kâmil Paşa'nın sadâretinde İtdhad ve Terakki Cemiyeti tara­
fından düzenlenen Bâb—ı Ali baskım sonunda 23 Ocak
1913 tarihinde Şeyhülislâmlıktan ve siyâsetten çekil­
mek zorunda kalmıştır.
öteden beri Ittihad ve Terakki mensuplarına karşı
olduğu için, baskından sonra teşkil edilen kabinede,Ce­
mâleddin Efendi'nin şeyhülislâm olarak vazife görmesi
Sultan Mehmed Reşad tarafından istenmişse de, Sadnâzam Mahmud Şevket Paşa, sâbık hükümet âzâsının
aralarında bulunmasını câiz görmeyip muhalefet etti­
ğinden pâdişâhın arzusu yerini bulmamıştır. İstanbul*
da kalmayı kendisi ve âflesi için tehlikeli bulduğundan
Mısır'a giderek, İskenderiye civarındaki Remle kasaba­
sına yerleşmiştir. Bilâhere buradan Avrupa'ya geçerek
Nis şehri ve çevresinde bir süre dolaştıktan sonra tek­
rar Mısır’a âilesinin yanma dönmüştür.
ACemâleddin Efendi, çok zeki, kurnaz, idân ve siyâ­
si kabiliyeti itibariyle dikkate şayan bir kimse olup,
5 Nisan 1335 (1919) tarihinde 72 yaşında bulunduğu
sırada Mısır'da İskenderiye civarındaki Remle kasaba­
sında vefat etmiş; İskenderiye'deki cenaze merasimine,
otuzbinden fazla müslüman katılmış; İstanbul'a getiri­
len nâşı Fatih'te Otlukçuyökuşu'ndaki âile mezarlığın­
da toprağa verilmiştir.
Mezkur yokuş ve çevresinde yapılan araş fır malan­
ınız, o zamanlar bir kısmı yangın yeri olan bu havâlide
sonradan bir çok yeni inşâat yapılması dolayısıyla Ot*
lukçuyokuşu adını taşıyan yol güzergâhının değişikli­
ğe uğramış olması bakımından âile mezarlığının yerini
tâyine imkân bulunamamış ise de, mezânnın Edirnekapı Şehitliğine nakledilmiş olduğu öğrenilmiş ve ara­
ma sonunda da, Cemâleddin Efendi'ye âit mezann, bu
şehitliğin ana kapısından girişte sol tarafa doğra uza­
yan yol boyundaki ikiıici parselde ve "müze” tâbir edi­
len kısımda olduğu görülerek yeri tespit edilmiştir. Fo­
toğrafı sunulan mezâr kitâbesi şöyledir:
^
"Hûve'l—Hallâkı'l—bâkî
Makam—ı Meşîhat—ı lslâmiyye'ye
iki d e fa revnak—bahş olup
gariben ve memleketine mütehassiren İskenderiye'de
irtihâl eden Şeyh Yusuf Efendi—
zâde Ahmed Hâlid Efendi—zâde el Hâc
Mehmed Cemâleddin Efendi'nin kabr—i şerifleridir.
Ruh—ı şerifleri için nzâen li'llâhı teâlâ el—Fâtiha"
Târih—i vilâdet fı 31 Mart sene 1264
T ân h —i vefât fı 5 Nisan sene 1335"
«t»
Pek küçük yaşta Arapça öğrenen Cemâleddin Efen­
di bu dilde şiir yazacak kadar kudret göstermiş; çok
okumuş geniş kültürü ile muhatablannın hayranlığını
kazanmıştır.
Cemâleddin Efendi'nin vefatı dolayısıyla, birader—
zâdesi Sâîd Molla Bey'in 'T ürkçe İstanbul" gazetesin­
de neşr ettiği ebcedle "tarih" mısraını ihtivâ eden mer­
siyesi aşağıdadır:
Cemâleddin Efendi onsekiz yıl Bâb—ı Fetvâ'da • -*
Meâlı—pâş olup müfti'l—enâm —i kâm —buı öldü
4
A
*
A
t
j
Tecelli eyledi zamda pek ulvi faziletler^
Vücudu hüsn—i ahlâka kitâb—ı müstebın oldu
Meşihat mesnedin yükseltti hikmetle, adâletle
Bütün dânişverâna destgır ü hem muin oldu
Fesâhatda, belâgatda nazırın görmedik el—hak
Ana allâmeler tilmiz—i zânu—ber—zemîn oldu
s
Mühimmât—ı mesâilde anın idrâk ü iz'ânı
Bu mülk ü millete birçok zaman hablü'l—metin oldu
Ne bedbahtız ki kaldık son zaman mahrum feyzinden
Ufulü şimdi hayfâ bâis—i âh u enin oldu
Mısır'da "irci'ı" emrin alınca verdi fetvâsmı
O fetvadan çıkan "lebbeyk"sadâsı pür—tanın oldu
Cihânı etdi istilâ o dâhi—i kemâlâtın
Ziyâ'—ı nâzehânısi bütün diller hazin oldu
*
Saıda, Çar—yâr imdâd edüp yazdım tamam târih
Cemâlüddin Efendi nâil—i Huld—i berin oldu (—1337)
II. CEMALEDDtN EFENDİ
HAKKINDA YAZILANLAR
Vefâtı ve cenâze merâsımi dolayısıyle gazetelerde
çıkan yazılan, Cemâleddin Efendi hakkındaki devrinin
göriişlerini aksettirmesi bakımından, kısaltarak ve sade­
leştirerek aşağıda veriyoruz:
*
17 NİSAN 1335 (1919) TARİHLİ
*'TÜRKÇE İSTANBUL" GAZETESİNDEN
Büyük ve acı bir kayıp:
Şeyhülislâm esbak Cemâleddin Efendi vefat etti.
Ecel, memleketimizin ilim ve irfan sahasında en yük­
sek mertebeye erişmiş olan, insanlık ve ahlâk bakımın­
dan emsalsiz bir insan olarak tanınan bir zâtı milletin
aguşundan aldı.
Cemâleddin Efendi Hazretleri, memleketimizin acık­
lı durumuna dayanamayıp yabancı diyarlarda, milleti­
nin dert ve elemieriyie dolu yaraiı gönlünü gezdirerek
avutmağa çalışmıştı. Her müslümanm, her insanın bü­
yük bir hürmetle ve hayranlıkla bağlı bulunduğu Cemâ­
leddin Efendi'nin ölümü ümıd ve teselliden mahrum bu­
lunan memleketi derin bir matemle sarsacaktır.
Cemâleddin Efendi, senelerin, asırların nâdir yetiş­
tirdiği büyük bir siyâset ve ilim adamıdır. Cemâleddin
Efendi’nin, oturmakta olduğu İskenderiye civarındaki
Remle kasabasında kısa bir hastalıktan sonra vefat ey­
lemeleri üzerine cenâzeleri İstanbul'a nakledilmek üze­
re tahnit edilerek büyük bir merasimle İskenderiye’ye
götürülmüş ve Beni Oanyal camiine konmuştur.
Cenâzenin Remle'den İskenderiye’ye naklinde Mı­
sır Hükümeti tarafından gönderilen bir askeri müfreze
tarafmdan gerekli merâsim ve saygı ifâ edildiği gibi ge­
rek Mısır eşrâfmdan ve gerekse orada bulunan vatan­
daşlarımızdan büyük bir cemâat câm i-ı şerife kadar
tâbutu tâkip ederek son ihtirâm vazifelerini yapmışlar­
dır. Vefâtı bütün Mısır'da da büyük bir üzüntü yarat­
mıştır.
Kendisinin, yeğenleri olan başyazarımız Said Molla
Bey'e göndermiş olduklan mektupları bir acının payla­
şılmasına yarar düşüncesiyle aşağıya alıyoruz.
SALI, XII, 1328 TARİHLİ MEKTUP.
Mektubunu ve gönderdiğin gazeteleri aldım, sağlık
haberinizden çok memnun oldum. Memleketin duru­
munun her gün biraz daha vehâmet kesbetmekte oldu­
ğunu öğrenince çok üzüldüm.
Bu Cuma günü Kadı Efendi ile Sultan Kansu Gavri
Câmiine gitmiştim. Orada hususi bir mahalde namaz
kıldık. Camiye yalnız gidemiyorum, çünkü bütün ce­
mâat elimi öpmek için üzerime saldırıyor. Ancak ya­
nımda bulunanların yardımı ile kendimi kurtarabili­
yorum. Mısır ulemâ ve eşrâfı şahsıma karşı fevkalâde
1
i
>•“
-16-
*
w*
hürmet ve muhabbet gösteriyorlar. Dün Hüseyin Kâ­
mil Paşa ziyaretime geldi. Lord Kiçner’i de büyük bir
iktidar sâhibi akıllı ve bilgili gördüm bizden pek hoş­
lanmış, Cuma günü saat dörtte bir çay ziyafetine dâvet etti.
9 MAYIS 1329 TARİHLÎ MEKTUP:
Fazıletlü oğlum,
29 Nisan 1329 tarihli mektubunuzu sevinçle oku­
dum. Nis’teki güzel ve mâmur yerleri otomobil ile ge­
zerek buralarda yaşamanın tadını çıkarmakta isem
de Ayaş Müftüsü—zâde Es'ad Paşa merhumun dediği
gibi insan vatanının bir zerre toprağını, gurbet diyarı­
nın bin gülistanına feda edemiyor. Doğup büyüdüğü
yerler hiç akimdan çıkmıyor ve daima oraların has­
retiyle kıvranıyor. Bununla beraber memleketimizin
asırlardan beri içinde bulunduğu harâp hâlini ve bu
hâlin giderilme sebeplerinin güçlüğünü görüp düşün­
dükçe imâr edilmiş memleketleri gezip görmekle ken­
dini avutmuş oluyor. Yengeniz hanımefendi ile âilemin ilettikleri haberler üzerine bir müddet daha bura­
da kalmayı uygun buldum. Zaten düşünce ve tahmin­
lerim de bu merkezde idi. Nis’e gelmeği icâbeden de
bu düşüncedir. İnşâallah memleketimizde, ümıd olu­
nan intizam ve âsâyiş yakında kurulur da, ben de
İstanbul'a gelerek hepinize kavuşmuş olurum. An­
latmış olduğumuz hâller ve olaylar sizi üzmesin,bun­
lar geçici şeylerdir. Gün doğmadan meşime—i şebden neler doğar. Siz, her zaman söylediğim gibi, doğ­
ru yoldan ayrılmayın, iyiliği ve kötülüğü fark etme­
yen, ne dediğini bilmeyen kimselerle temas kurmayı­
nız. Cenâbı Hak sizi her türlü tehlikeden korur ve mu­
hafaza eder. Ben fikren ve vicdânen râhatım.
ÇARŞAMBA, 18 EYLÜL 1329 TARİHLÎ MEKTEP:
Faziletlü oğlum,
Geçenki mektubuna yazdığım cevapta göndermiş
olduğunuz mühim varakayı aldığımı bildirmiştim. Bu
varakayı dikkatle okudum, düşüncelerinin çok doğru
olduğu kanâatına vardım. Çünkü devletin selâmeti için
bundan başka kurtuluş yolu yoktur. Bizde bu hırs ve
birbirimize karşı düşmanlık mevcut iken değil Edirne*
yi Sofya'yı bile alsak faydası yoktur. Varakayı şimdi­
lik yanımda alakoydum; tabii başka nüshası olmadığın­
dan istersen Mısır'dan iâde ederim. Bundan sonraki
mektuplarını Kadı Efendi vasıtası ile Mısır'a gönderme­
lisin..........Bey'e yazdığım mufassal mektubu kendisin­
den isteyip okuyunuz ve ne suretle düşünüldüğünü öğ­
renip bana yaz.
Pederin
' ^
Cemâleddin
***
•
!
24 NİSAN 1335 (1919) TARİHLİ "İSTANBUL"
GAZETESİNDEN:
Merhum Cemâleddin Efendi'nin ceııâzesi dün şehri­
mize getirildi. Cenâzeyi İngiliz Devleti tarafmdan tah­
sis olunan hususi bir gemi İskenderiye'den şehrimize
getirdi. Merhum, takriben bundan yirmi gün kadar ön­
ce 5 Nisan 1335 (1919) bir cuma gecesi saat 7.30'da
Remle'deki konaklarında kendisine bir fenalık geldiği­
ni söylemiş her türlü tedâviye rağmen kısa bir süre son­
ra vefat etmiştir.
Cenâzeleri Remle'deki konaktan alınarak ikibin kişi­
den fazla bir cemâat ve asken merâsimle İskenderiye'
ye getirilmiş ve orada toplanan büyük bir cemâat, kon­
soloslar ve devlet memurları da bu cemâata katılarak,
tâbutu eller üstünde taşınarak İskenderiye'deki Benî
Dânyal Câmiine getirilmiş, orada cenâze namazı kılın­
mıştır. Mısır'daki müslüman halk cenâzenin Mısır'da
hazırlanacak bir türbeye defnini istemiş ise de, ailesi
b u n a ' nzâ göstermediğinden, cenâze tahnit edilerek
(tam tahnite âilesi râzı olmadığından cenâzenin etrafı
kömür tozu vekimyevi mâdde ile sarılarak) tâbuta kon­
muştur.
Cenâzenin İstanbul’a nakli için İngiliz Devleti bir
harp gemisi vermek istemiş ise de âilesi bunu kabul et­
mediğinden, yalnız cenâze ile âilesini İstanbul’a getir­
mek için bir İngiliz vapuru verilmiş, âilesi bu vapura
İskenderiye'de bulunan bâzı harp mâlullerini ve esirleri
de almıştır. Vapur 22 Nisan 1335 (1919) sabahı İstan­
bul'a gelmiş ve Kızkulesi açıklarında demirlemiştir.Yi­
ne o tarihte İstanbul'u işgal altında bulunduran Ingilizlerin vermiş olduğu bir istimbot ile cenâze, vapurdan
alınarak Sirkeci'ye ve oradan da Şehremaneti’nin tah­
sis ettiği bir otomobil ile ve hazır bulunan cemâat ile
Salkımsöğüt ve Alemdar caddelerini takiben Said Molla
Bey'in konağına getirilmiştir.
Padişah irâdesi ile askeri ve resmi bir merasim hazır­
lanmış ve Topkapı Sarayı'ndan getirilen örtü ile tabut
örtülmüştür. Aynı zamanda, Saray müezzinleri de duâ
için cenaze merasiminde hazır bulunmuştur.
BUGÜNKÜ (24 Nisan 1919) MERASİM:
Bugün saat 12.00'de, önde polisler, Yüksek Muallim
Mektebi talebesi, Mahmud Şevket Paşa Numune Mek­
tebi Müdür, Muallim ve talebesi, onların arkasından as­
ken müfreze ve onlan takiben şeyhler,dervişler,dedeler
ve Saray müezzinleri ortasında tabut; bunların arkasın­
da Padişah tarafından gönderilen zevat, vekiller,âyân
âzalan, ilmî, askeri ve mülkî ricâl ve kalabalık bir top­
luluk ile Said Molla Bey'in Cağaloğlu'ndaki konağın­
dan hareket olunarak Divan—yolu'nu tâkiben Sultan
Mahmud Türbesine gelinmiş; burada duâ yapıldıktan
sonra İlâhiyle Şehzadebaşı yolundan Fâtih Hazretle­
rinin Türbesi önüne gelinmiş; burada da Fâtiha okuna­
rak doğruca Otlukcuyokuşu'ndaki âile mezarlığına
kabrinin başına gelinmiş ve yapılan dinî merâsimden
sonra toprağa verilmiştir.
■
ı
18 NİSAN 1335 (1919) TARİHLİ
"İKDAM" GAZETESİNDEN:
Avrupa'da bulunmakta olan sâbık Şeyhülislâm Ce­
mâleddin Efendi'nin vefat eylediğine dâir arkadaşları­
mızın bâzılannda çıkan haberler bizleri pek derin acı­
lara şevketti. Kendileri İskenderiye civannda Remle’de
vefat eylemiş ve cenâzesi İstanbul'a getirilmek üzere
tahnit edilerek, büyük bir merâsimle İskenderiye'ye
götürülerek Beni—Danyal Camii şerifine konmuştur.
Mısır hükümetinin gönderdiği bir asken müfreze ve
Mısır'ın ileri gelenleri ve âlimleri cenâze merâsiminde
hazır bulunmuştur.
Bu acı haberi öğrendiğimiz zaman memleketin nâdir
yetiştirdiği böyle ilmi, idâreciliği ve siyâseti uhdesinde
toplamış olan adı geçenin kaybedilişine çok üzüldük.
Kendisi 1263 Cemâziyelevvelinin dokuzunda İstan­
bul'da doğmuş ve mükemmel tahsil görmüştür. Cemâ­
leddin Efendi, Abdülhamid'in Padişahlığı zamanında
uzun müddet yüksek Meşihat makamında bulunmuş­
tur. ölümünden dolayı muhterem âilesine ve bilhassa
mahdumlan Muhtar Bey'e beyân—ı tâziyet eyleriz.
24 NİSAN İ335 (1919) TARİHLİ
"İKDAM" GAZETESİNDEN:
Mısır'da vefat ettiğini daha önce bildirmiş olduğu­
muz sâbık Şeyhülislâm Cemâleddin Efendi'nin cenaze­
si, dün deniz yolu ile şehrimize getirilmiş ve bir sıhhiyye otomobili ile birader—zâdesi 'T ürkçe İstanbul" Ga­
zetesi sahibi ve arkadaşımız Said Molla Bey'in Cağaloğ­
lu'ndaki Hamam Sokağmda bulunan konağmdan kaldı­
rılarak Pâdişâh emri gereğince F âtih'te Otlukçuyokuşu'ndaki âile mezarhğında toprağa verilecektir.
"MAKAM—I M EŞİH A T-I ISLAMİYE'DEN f
VERİLEN ÖLÜM İLÂNI:
"Sabık Şeyhülislâm Mehmed Cemâleddin Efendi'
•nin cenâzesi, Nisan'ın yirmidördüncü perşembe günü
zevâh saat onbirde Said Molla Bey'in Cağaloğlu'ndaki
konağmdan kaldırılarak Fâtih Cami—ı şerifi civaıindaki Otlukçuyokuşu'ndaki âilelerine âit mezarlığa def*
nolunacağmdan ricâl ve mensubıni İlmiyece son ihtirâm ifâ edilmek üzere beyan keyfiyet olunur."
"MECLİS—I MEŞÂYIH"TEN VERİLEN İLAN:
"Şeyhülislâm esbak merhum Mehmed Cemâleddin
Efendi’nin cenâzesi Nisan'ın yirmidördüncü perşembe
günü zevâh saat onikide Said Molla Bey'in Cağaloğlu'
nda bulunan konaklarından kaldırılacağından Meşâyih—i kirâm ve ihvân—ı tarikatın hususi libaslanyle ha­
zır bulunmaları niyaz olunur."
*
i
,
25 NİSAN 1335 (1919) TARİHLİ
"İKDAM'' GAZETESİNDEN:
Mısır'da Remle'de vefat eden Şeyhülislâm Cemâled­
din Efendi'nin cenazelerinin şehrimize getirildiğini
dünkü nüshamızda yazmıştık. Merhumun cenâzeleri,
dün zevâh, saat oniki raddelerinde Cağaloğlu'nda kâin
birâderzâdeleri Said Molla Bey'in hânelerinden, önün­
de bir müfreze süvari askeri ve süvari polisleri, onlann
arkasında Dârüleytam Talebesi, Meşâyih Ulemâsı ve
Saray müezzinleri, âlimler ve ileri gelen kimseler etra­
fında itfâiye bölüğünden bir bölük piyâde kıt'ası oldu­
ğu ve binlerce cemâat bulunduğu halde kaldırılarak
Divanyolu, Beyazıd, Şehzadebaşı yoluyla Fâtjh Ca­
mi—i şerifine nakil ve orada cenaze namâzı kılınarak
merhumun Meşîhat makamında bulundukları zaman
yaptırmış oldukları Otlukçuyokuşu'nda Şeyhülislâm
Cami—i şerifi (1) yanındaki âilemezarlığma defnedilmiştir.
Pâdişâh emri ile tabutu örtmek için Topkapı Sara­
yından bir Kâbe örtüsü gönderilmiş Ve cenaze masraf­
ları hükümet tarafından ödenmiştir.
24 NİSAN 1335 (1919) TARİHLİ .
"ITİSAM” MECMUASINDAN:
Ittihad ve Terakki hükümetinin birinci sukutunu
müteâkip teşekkül eden Gazi Ahmsd Muhtar Paşa ve
Kâmil Paşa kabinelerinde tekrar Meşihat makamına
gelmiş plan Cemâleddin Efendi, »nezkur kabinenin
Bdö—ı Ati öas&ını sonucu suKuri'yig /sfan6ufcfa kar­
mayı hayatı için tehlikeli gördüğünden Mısır'a git­
mişti. İttihat—Terakki Hükümetimin tekrar sukut
etmesi üzerine İstanbul'a gelmesinde bir mâni kalma­
dığı için tekrar vatana avdet ile Devlet ve Millet’i si­
yâsî fikirlerinden faydalandırması ümid edilirken bir­
kaç gün önce İskenderiye’de vefat ettiği öğrenildi.
Adı geçenin ceddi olan İsmail (ielenbevı, ilim ve
fennin her sâhasmda olduğu gibi, kalemi ile de kendi­
sini şarka ve garbe nasıl tanıtmış ise Cemâleddin Efen­
di de şark ve garpte ilim, zekâ ve siyâsi dirâyetiyle öy­
lece tanınmıştı. Sultan Abdülhamid gibi son derece ev­
hamlı ayni zamanda zekâ ve dirayetle emsâli az bulu­
nur bir hükümdarın Mısır'da Lord Kiçener gibi maruf
bir diplomatın takdirlerini (2) kazanması ve hele Jön
(1 )ö n c e , $ e y h Resm i M a h m u d E fe n d i ta ra fın d a ^ g ge ( 1 4 8 1 ) 'de y a p tırı­
lan c â m l, za m anla h arâb o ld u ğ u n d a n C e m â l d i n E fe n d i tarafından
Ih yâ e d ilm iş ti. F a k a t, 1 9 1 8 ya n g ın ın d a y a n m ,ş o lu p , s im d i arsası b u ­
lu n m a k ta d ır. (B a k ın ız : A y v a n sa ra y ı Hüseyin E f en(ji, H a k ık a tü ’l— ce v â m l, I, 1 1 7 ;T a h s ln ö z , İsta n b u l C â m lle r i, I, l l Ç f n . 2 6 5 ).
(2 )M ıs ır'd a In g iliz B aşkonsolosu o lu p K lç e n e r (K ıtc h e n e r) k o n tlu ğ u pa­
yesine yükselen H o ra tlo H e rb e rt (1 8 5 0 — 1 9 1 tj)( C e m â le d d in E fe n d i'
nln siyâsi, mes'eleherdeki v u k u fu n u h a y re ti^ g ö rü p , m e m leketinde
kendisinden fa yd a la n ılm a m ış olm asından d o la y , müteessif o ld u ğ u n u
b irç o k kim seye ifâde e tm iş tir.
Türklerin Kâmil Paşa'dan ziyade düşmanlığını celb et­
miş bulunması, merhumun iktidar derecesini gösterme­
ğe kafidir.
"Cemâleddin Efendi vefat etti" demek, bu büyük
adam kıtlığı devresinde, ilmiye, en mümtaz bir sımâsını; devlet, en yüksek idâre ve siyâset adamını,
İslâmlık âlemi de en mâruf bir şeyhülislamını kay­
betti demektir.
»
‘
26 NİSAN 1335 (1919) TARİHLİ
"İSTANBUL" GAZETESİNDEN:
Şeyhülislâm Cemâleddin Efendi'nin eşi Fatma Ha­
nım, kocasının acısana dayanamayarak ve bunun neti­
cesi Mısır'da meydana gelmiş olan hastalığı artarak
dünkü Cuma günü (25 Nisan 1335 —1919—) Boğaz'da
Kuruçeşme'deki yalısında vefat etmiştir.
Adı geçen, 54 yıl Cemâleddin Efendi'ye hayat arka­
daşlığı yapmış vebütün bu hayatlan son gününe kadar ye­
ni evlenmiş bir kan koca gibi dâimâ sevgi, saygı ve mu­
habbet içinde geçmiştir.
Cemâleddin Efendi merhum, son gününde çekmekte
olduğu sancıyı, torununun yukan kattaki hanımına bil­
dirmek istediğini anlayınca o dakikasında bile "Hanımı
rahatsız etmeyiniz" dediği gibi, torunu çaresiz kalıp
haber vermek gereğini duyunca, güyâ merhumun bir­
likte kahve içmek için hanımını yanma çağırmakta ol­
duğunu hanımına söylediği zaman, hanım ise: "Efendi
şimdiye kadar kahve içmek için beni yanına çâğırmamıştır. Dâimâ kendisi gelirdi beraber kahve içerdik,
mutlaka hastalandı, veyâhut İstanbul'dan fenâ bir ha­
ber aldı" diyerek acele ile yanına gelmiş ise de odaya
girmesinden iki üç dakika sonra Cemâleddin Efendi ve­
fat etmiştir.
Bundan da anlaşılıyor ki Cemâleddin Efendi, o anın­
da bile hiç kimsenin kendisi için rahatsız olmasına nzâ
göstermemiştir.
Cenâze bugün Kuruçeşme'deki yalıdan merâsimle
kaldırılarak istimbot ile Unkapanı'na getirilmiş, Padi­
şah emriyle askerî merâsimle oradan alınarak Fâtih
Câmiine ve ikindi namazından sonra kılınan cenâze
namazını müteâkip yine merâsimle ve büyük bir ce­
maat ile Otlukçuyokuşu’ndaki aile mezarlığında top­
rağa verilmiştir.
Bütün cenâze masrafları Saray tarafından ödenmiş­
tir.
III. CEMÂLEDDİN EFENDİ’NİN
"SİYASÎ HÂTIRALARI”NA DAİR
1330 (1914)’de Mısır'da kaleme alınıp 'T ürkçe İs­
tanbul” (1) adiyle çıkan gazetede, 15 Ramazân (14 Ha­
ziran—30 Zilka'de 1337 (28 Ağustos 1335—1919) ara­
sında, bâzı küçük fâsılalarla (2) tefrika edilip, ertesi yıl
kitap hâlinde basılan "Siyâsi Hâtıralar" Cemâleddin
Efendi'nin II. Meşrutiyet'in ilânı ile İstanbul'dan ayrılı­
şı arasında geçen siyâsî hayâtına taalluk etmekte olup,
başlıca iki bölümde mütâlaa edilebilir:
ı)lkinci Meşrutiyet'in ilâm ile bundan mütevellid
olarak halkın büyük bir baskıdan kurtularak hürriyete
kavuşmuş olması sebebiyle göstermiş olduğu coşkun
sevinç ve heyecanı ve bu heyecan ile büyük toplulukla­
rın Bâb—ı Ali’de, Meşîhat'ta ve hattâ Tıbbiyye Mekte-
(1 )9
K a s ım
1 3 3 4 (1 9 1 8 ) 'd e n itib a re n " Y e n i İ s t a n b u l" a d ın ı ta ş ıy a n ga­
ze te , 3 0 . sa y ıd a n itib a re n İse ' T ü r k ç e İs t a n b u l” a d ın ı ta ş ıy a n , b u so­
n u n c u d e v re d e g a ze te n in s â h lb ve b a ş m u h a rr ir liğ in i M e h m e d S a id d e ­
ru h te e t m iş t ir .
( 2 ) A d e t itib a riy le 4 0 'a b â lig o la n te f rik a , 8 , 1 2 , 2 2 t e m m u z ile 1— 2 ,
9 — 2 6 ağ u sto s 1 3 3 5 ( 1 9 1 9 ) ta r ih li nüsh ala rda ç ık m a m ış t ır .
bi talebesi de dahil olduğu halde Yıldız Sarayı çevresin­
de toplanıp tezâhüratta bulunmalarının, zaten son de­
rece kuşkulu olan Padişah'ı ve saray erkânını ne kadar
çok ürkütmüş olduğunu sezen Cemâleddin Efendi, bü­
yük korku ve tepki sonucu çıkması %ıuhtemel kötü
olayları önleme hususunda göstermiş olduğu başarılan,
hattâ yanlış bir tutum içine düşmekte olan Sadnâzam
Said Paşa'nın bu hareketinin çok acı sonuçlar doğura­
cağını, esasen çok evhamlı olan Pâdişâh'ın daha çok
telâş ve endişeye düştüğünü ve kendisi hakkında yan­
lış kanâatlere kapılmış olduğunu hissederek, söz ve hâ- r
reketleriyle hepsini teskin ederek yatıştırmış olduğu­
nu; böylece, vahim olayların meydana gelmesini ve hat­
tâ kardeş kam dökülmesini önleyerek; yeni doğmuş
olan Meşrutiyetle aydınlanan yurdun bir anda karanlı­
ğa gömülmesini ve âkıbeti meçhul olaylara sahne ol­
masının önüne geçtiğini; bunu tâkip eden günlerde
meşruti idârenin kuruluşu için gayretler sarfettiğini,
bâzı bakımlardan kendi fikirlerine uymayan Sadrıâzam
Said Paşa'nın düşüncelerinin yanlışlığını görüp, bu tak- dirde de böyle bir sorumluluk altına girmeyerek Meşîhat makamından istifa etmeğe kalktığım, bütün bunlann sonucu olarak Padişah'ın hakikati anlayarak kendi­
sine gereken teveccüh ve itimâdı gösterdiğini; dolayı- *
siyle, çıkması muhtemel birçok kötü olaylann önlen­
mesine çalıştığını; bundan sonra meydana gelen kabine
değişikliklerini ve tâkip edilen yanlış siyâset ve tutum ­
lar sonucu, memleket ve millet aleyhine meydana gelen
ve Balkan Savaşının sonuna kadar geçen olaylan açık­
lamakta, bilhassa Trablusgarp Savaşı ile Balkan Sava­
şındaki mağlubiyetimizin başlıca sebeplerini anlatmak­
ta, ayni zamanda dâhilde vehususiyle Makedonya, Ar­
navutluk, Suriye ve Yemen'de meydana gelen ayaklan­
maların bu mağlubiyetlere nasıl tesir ettiğini, bütün
bunlara, o devrin bir kısım idâri' ve siyâsi' ricâlinin yan-
*
lış kararlarının ve beceriksiz tutumlarının yol açmış ol*
duğu anlatmakta ve tarihî olaylan açıklamaktadır.
2)Bâb—ı Ali Baskım ile kendisinin de içinde bulun­
duğu kabinenin düşmesinden sonra iş başma gelmiş
olan Mahmud Şevket Paşa hükümetinin iktidardan dü­
şürülmüş olan kabine üyelerini, yanlış icrâatlan dolayısıyle muâheze ve Balkan mağlubiyetinin mes’ulü ol­
makla suçlayarak haklarında açmış olduğu soruştur­
malar karşısında, kabine arkadaşlarım ve dolayısıyle
kendisini ibrâ edecek muhâkeme ve mütâlâaları ileri
sürmüştür.
Ziyâeddin ENGİN
SİYASÎ HÂTIRALAR
(1908-1913)
' •
• *
BİRİNCİ BÖLÜM
'
'
MEŞRUTİYETİN İLÂNINDAN
31 MART VAK’ASINA KADAR
IÇ VE DIŞ GAİLELER
**
*
A
Dünyada meydana gelen hadiseler ve hususiyle mil­
letlerarası vuku bulan muhârebeler, bir çok sebep ve
tesirlerin neticesi olup, görünüşte olduğu gibi, hemen o
anda meydan gelmiş hâdiseler değildir, tarih sahifeleri
bunu doğrular. Bundan dolayı son uğursuz Balkan Har­
bini meydana getiren sebepleri hakkıyle anlamak için,
geçmişe bakmak ve II. Meşrutiyet İnkılabı devrinin
başlangıcından harbin sonuna kadar geçen olaylann
başlıcalannı birer birer ölçüp tartarak incelemek en
hakça ve doğru yol olur.
MEŞRUTİYETİN İLÂNINDAN
HASIL OLAN HEYECAN
Meşrutiyet’in bu defaki ilânında Şeyhülislamlıkta
bulunuyordum. Temmuzun onbirinci (1) sabahı oku­
duğum gazetedeki resmi' İlândan keyfiyeti öğrenmiş
oldum. Çünkü o gece Sadnâzâm (Küçük) Said Paşa’
nın başkanlığında Yıldız Sarayında fevkalâde olarak
toplanmış olan Vekiller Meclisine çağırılmamıştım.
Ayni gün, her zamanki gibi Şeyhülislâmlık dâiresi­
ne gittim. Halk sınıfından büyük bir topluluk önce
Bâb—ı Ali'ye giderek sevinçlerini göstermişler, sonra
Harbiye Nezâreti'ne uğrayarak ikindi vakti de Şeyhü­
lislâm dâiresine gelmişlerdi. Derhal dairenin avluya ba­
kan giriş yerine çıkarak hepsinin duygu ve sevinçlerine
katıldığımı söyleyerek kendilerini tebrik ve gösterilen
minnettarlığı telgrafla Padişah'a bildireceğimi söyledim.Hürriyet neşesiyle son derece coşmuş olan bu
topluluğun alınlannda sevinç alâmetinden çok Meşrûtiyet'in yine sürekli olarak yerleşemeyeceği endişe­
sinden meydana gelmiş bir sinirlilik hâli ve heyecan
eseri görülmekte idi. O esnâda halkın omuzlan üstüne
çıkan bir zat, eski mâceralardan tutturarak şiddetli bir
nutuk söylemeğe başladı. Zaten çok heyecanlı olan
topluluğun söylenmekte olan nutkun tesiriyle coşmak­
ta olduğunu görünce kendisinin sözünü kestim ve:
"Beyefendi, nâil olduğumuz Meşrutiyet nimetini çeke­
meyenler bunun iyice yerleşüp devam etmesini isteme­
yenler vardır. AvrupalIlar bu gün bize hayret ve takdirle
bakıyor, ne yolda hareket edeceğimizi dikkatle tâkip
ediyorlar. Bu defa da Meşrutiyet'in kuruluş ve deva­
mında muvaffak olamazsak kötü duruma düşer ve kabi­
liyetsizliğimizi bütün cihann gözleri önüne sermiş olu­
ruz. Hep birlikte olgun bir düşünce ve hareketle gaye­
mize ulaşmağa çalışalım, intikam hissi uyandırabilecek
en ufak bir olayın meydana gelmesine sebep olduğu­
muzda o olay çok büyüyebilir, Allah korusun kan dö­
külmesine sebep olur.
Memleketimizde yabancıların çokluğu sebebiyle dış
bir müdâhale olabilir ve korktuğumuz başımıza gelir.
Tâmirine çalıştığımız bu büyük binâyı kendi elimizle
mi yıkacağız. Allah aşkma, konuşmam değiştir. Şimdi
hepimize farzolan; bu nimetin kadrini bilmek, Ka­
nun—ı Esâsı'nin tatbiki için bütün isteklerimizi bu
uğurda harcamak ve hükümete yardım a olmaktır" de­
dim. Bunun üzerine konuşan zat, sözünü değiştirerek
halkın heyecanını biraz yatıştırdı. O esnâda önümde
bulunanlardan bâzıları sinirlerine hâkim otamayarak:
"Bu defa da hürriyetimizi elimizden alırsanız hepinizi
paralarız" demelerine karşılık, "Efendiler esasen görü­
şüp konuşmalar şeriat hükümlerine uygun olup zamânımız dahi buna ihtiyaç göstermektedir. Ordunun ve
bütün hamiyet sahibi kimselerin isteğine ve padişahımı­
zın da bu ihtiyâcı takdir ile umîımun isteğini doğru
bulmalarından dolayı kesin olarak yerleşmiş ve bundan
böyle hiç bir suretle kaldırdmasına ve iptâline imkân
kalmamıştır" diyerek tatmin ve ikna ettiğimden hepsi
hoşnutluklarını gösterdiler ve ertesi gün şükrânlannı
arzetmek üzere Yıldız Sarayı'na gitmek için Harbiye
Dâiresi meydanında toplanmağa karar vererek geri
döndüler. Bu sırada, cemâatin elebaşılarından olup et­
rafımda toplanmış olan kimselere hitaben, "böyle bir
topluluk ile Saraya gidilirse Padişah çok heyecanlanır;
bunun ise büyük mahzurları olabilir. Bugün Bâb—ı Âli
ile Harbiye dâiresinde ve burada göstermiş olduğunuz
minnet ve şükrânlannızı Pâdişâhımızın vekilleri olarak
kendilerine bildirmekliğimiz tabiidir" diyerek toplulu­
ğu bu fikirden vazgeçirmenin doğru olacağını kendile­
rine hatırlattım.
Ertesi günü normal olarak toplanan Vekiller Meclisi'nde bulunuyordum. İkindi vakti Bâb—ı Âli'yi çevre­
leyen büyük bir kalabalık beni dışarıya çağırmış bu­
lundular ise de, topluluk arasında herhangi bir kötü dü*
şünceye mahal kalmaması için içlerinden birkaç kişiyi
seçip sadnâzamlık dairesine göndermelerini rica ettim
ve gelen dört kişi ile dinlenme odasında görüşmede bu­
lundum. '
Bunlardan biri Şeyhülislâmlık'a gelenler arasında
görmüş olduğum Ecnebi Mektepler Müfettişi Sâdık
Bey'di. Konuşmağa başlayarak: "Ahâli dünkü nasiha­
tinizi doğru bularak Yıldız'a gitmekten vazgeçip size
mürâcaat etmek için geldik. Hazırladığımız teşekkürnâmeyi millet namına Padişah'a vermenizi hepimiz
sizden rica ediyoruz" dediklerinde, iftiharla bu vazife­
yi yerine getireceğimi söyledim ve kapalı olarak ver­
dikleri bir zarfı alarak Meclis odasına girip durumu ve­
killere anlattım. Zarfın içinde ne olduğunu öğrenme
arzusu göstermeleri, berikilerinin de muvafakat etme­
leri üzerine zarf açılarak mecliste okundukta, Meşruti­
yet'in kan dökülmeksizin ihsân buyurulmuş olmasın­
dan dolayı teşekkür edilmekte, Padişah'ın rızâsına ve
memleketin menfaatına muhâlif harekette bulunmalan
sebebiyle halkın inanç ve emniyetini kaybetmiş olan
Mâbeyn—i Humâyun'dan nüfuzlu bâzı kimselerin Pa­
dişah çevresinden uzaklaştırılmalarının istenmekten
ibâret olduğu anlaşıldı ve tarafımdan Padişah'a veril­
mesi uygun görüldü. Yalnız Sadrıâzam Said Paşa,böy­
le buhranlı anlarda Şeyhülislâm makamında bulunan
bir kimsenin Mabeyn—i Humâyun'a gitmesinin ne gibi
maksada dayanmakta olduğu tarihlerde yazılı olduğu­
na göre, bizzat gitmekliğimin belki de Padişah'ı evham­
landıracağından, teşekkürnamenin hususi bir yazı ile
gönderilmesinin uygun olacağını gizlice hatırlatmış ise
de,bu baştan savma hareket Jıalkın itimâdını gidereceği­
ni düşündüğümden bizzât takdimi uygun buldum. O sı­
rada Mabeyn—i Humâyun'dan gelen bir telgraf üzerine
Sadrıâzam hemen gitmiş ve meclisin müzâkereleri de
son bulmuştu. Ben de kendisini tâkiben Saraya gittim
ve izin alarak yalnızca Padişah'm huzuruna çıkıp duru­
mu tafsilâtiyle anlattım ve mektubu takdim ettim.
Meğer o gün de Tıbbiye Mektebi talebesi ile halktan
hayli kimseler Yıldız’a giderek, ''Padişahım çok yaşa"
âvâzeleriyle Padişah'ın kendilerine görünmesini iste­
mekte, Padişah dâiresi ileri gelenleri ise Padişah'in çok
haz duyduğunu ve selâmını bildirerek talebenin gitme­
sini istemeleri, talebenin ise isteklerini tekrar etmeleri
ve bu hâlin saatlerce devam etmesi Saray halkınca bil­
hassa Harem—i Humâyun’ca endişe ve heyecanı mucip
olmasından dolayı, bunların mutlaka dağıtılması için
Sadnâzam çağırılmış. Ben, Padişah huzurunda bulun­
duğum esnada, Saray dışındaki bu halkın, ara sıra vük, sek sesle söylemekte oldukları duaları işitilmekte idi.
Bunun için Sultan /Vbdülhamid Hazretlerini, üzüntü­
lü ve hcyecanlı buldum. Buna rağmen sükûnet ve vaka­
rını muhafaza ile mâruzâtımı dinleyerek, yazının mâhi­
yetini öğrendikten sonra, "maiyetimde bulunanlardan
İzzet Paşa, çok konuşan bir kimse olduğundan sözleri­
ne önem vermem ;valnız Hicaz,demiryolu işinde yararlı­
lığım gördüğüm için çalıştırıyorum. Demiryolu hattın
açılışında bulunmak üzere bu Perşembe günü Şam'a
gidecekti; daha önce gitmesini söylerim. Ebülhüdâ
Efendi ise, sarayda bir vazifede değildir. Belki iki ayda
bir kendisini görüyorum. Diğerlerinin de hiç bir önemi
yoktur. Sizin karşınızda nutuk- söyleyenler, birâderin
parası ile söz söyleyenlerdir. Bunlar hep tahrik eseri­
dir" demeleri üzerine, Padişah'ın muhâkeme ve düşün­
celerinin hâlâ kuvvetli bir evham altında olduğunu ve
hakkımda kötü bir düşünceye kapılmış bulunduğunu
hissettiğimden, böyle buhranlı günlerde, her vakitten
ziyâde hakikî durınnu kendisine beyân etmenin üzeri­
me düşen dmı bir vazife olduğunu ve bu bakımdan
söylediklerimin doğru olduğunu din ve nâmusum üze­
rine yeminlerle te'yid ettikten sonra:
"Şâhid olduğunuz bu coşkun heyecan, ne birâderinizin ve ne de başka bir kimsenin tahriki neticesidir,
ancak ihsan buyurduğunuz hürriyetin meydana getir­
diği sevincin neticesidir.
Yıllardanberi tazyik altında olan Osmanlı umiımı ef­
kârının birdenbire böyle bir ferahlığa kavuşunca, se­
vinçle dolu bir heyecan göstermesi tabndir. Nitekim bir
yerde sıkışan hava başka bir yere cereyan ettiği sırada
fırtına şeklini alması tabiat kanunu iktizâsındandır.
Efendimiz, bu bakımdan toplumun isteğini hakkıyle
takdir edrek Meşrûtiyeti kan dökülmeksizin ihsan bu­
yurduğunuz cihetle milletin kalbinde yeni bir mevki ve
muhabbet kazandınız. Daha doğrusu bugün yeniden
culıis buyurdunuz, üstün görüşünüz ve düşünceniz icabınca bu hakikati takdir ile yeni mevkıinizi muhafaza
buyurunuz. Bu da Meşrutiyet’in oturması ve sağlamlaş­
ması için iyi niyetli hareketinizin inandırıcı olacak şe­
kilde umûmî efkâra anlatılması ve halkla yeni baştan
iyi münâsebetler kurmanıza bağlıdır. Zira gördüğünüz
heyecanın, geçmişte olduğu gibi Meşrutiyet'in devam
edememesi zan ve düşüncesinden ileri gelmesi de ihti­
malden uzak değildir" dedim.
SULTAN ABDÜLHAMİD'İN MEŞRUTİYET
HAKKINDA SÖZLERİ
Hâkan bu söylediklerimi dikkatle dinledikten sonra,
sağımdaki koltuktan kalkıp solumdaki sandalyeye otu­
rarak: "İlk cülusta, Kanlın—ı Esâsı'yi, milletin henüz
kâbiliyeti olmadığını ihtar edenlere rağmen, kendim
ilân etmiştim. Sonra Rusya muhârebesi çıktı. Harp es­
nasında Medrese talebesi Mebusan Meclisi'ne müracaat­
la münâsip olmayan isteklerde bulundular. Bu hâl ile
meclisin devâmının Devlet için zararlı olacağını anla­
dığımdan, kanunun bana verdiği yetkiye dayanarak ge-
çici bir zaman için tâtile mecbur oldum. Sonra birkaç
d efa açmak niyetinde bulunduğum hâlde engeller çık­
tı. Bu meyânda Mülkiye Mektebi gibi fikir terbiyesine
hizmet edecek müesseseleri açarak Millet'i Meşrutiyet
idâresine hazırlamağa çalıştım. Bu d efa, gösterilen
umunrî arzudan istenilen kabiliyetin elde edilmiş oldu- ğu kanâatma vararak, vekillerin kararım beklemeksizin
Meclis—i Meb'usan'm açılmasına emir verdim. Siz Şey­
hülislâmsınız, işte huzurunuzda yemin ediyorum.Meşrütiyet'i hiç bir zaman kaldırmağa ve hükümsüz kılma­
ğa teşebbüs etmeyüp devâmına bizzat çalışacağıma ve
saltanatta bulunduğum müddetçe yürürlükte kalması
için bütün gayretimi sarfedeceğime, bundan aslâ dön­
meyeceğime, Vallahi, billâhi, tallâhi" diye yemin et­
tikten sonra, "siz de bu yeminimi, yemin ederek halka
bildiriniz. İnşâallah, Cuma günü büyük devletlerin sefir­
lerini davet ederek bu husustaki azim ve niyetimin
kat'i olduğunu, bağlı bulundukları devletlerine bildir­
melerini tavsiye ile bütün Avrupa'ya siyâsî te'minat ve­
receğim" buyurdular. Ve Mâbeyn erkânından bâzısmı
o gece azl, diğerlerinin de Sarayı terk ederek, evlerine
gitmelerini emir buyurdular.
Gece saat dörde yaklaştığı halde Tıbbıyye talebesi
henüz avdet etmemiş olduklanndan Mâbeyn Dâiresin­
de bu işle meşgul olan Sadrıâzam'ın yanma gitmesi ve
mes'elenin halledilmesini istediler. Bunun üzerine ben
de Sadrıâzamm bulunduğu yere gittim. Harbiye Nâzın
Ömer Rüşdü Paşa ile Tophane Müşiri Zeki Paşa da ora­
da idi. Sadnâzam Bâb—ı Ali'den Saraya geldiğinden
beri bunlara nasihatta bulunmuş ise de, söz anlatmanın
kabil olmadığını beyan ile ne gibi tedbir alınmasının ge­
rektiğini sordu. Silâhsız asker getirilerek bu topluluğa
biraz şiddet gösterilmesi gibi tuhaf bir düşünce ortaya
sürülünce, "bu yolda bir muâmele kat'iyyen doğru ola­
maz. Pâdişâhımız Efendimizin hemen Mâbeyn Dairesi-
ne gelerek bunları memnun etmeleri uygun olur" demekliğim üzerine, orada bulunan Mâbeyncilerden Rızâ
Bey'in bunu hemen Padişah'a bildirmesi üzerine, Padi­
şah geldi ve salonun penceresi açılarak buradan toplu­
luğa iltifatta bulundukta, hepsi memnun kalıp duâ ede­
rek dağıldılar. İkindiden gece yansına kadar Sarayı iş­
gal etmekte olan küçük bir mes'ele de böylece çözül­
müş oldu.
İbrete şâyandır ki, Pâdişâh’m etrafında bulunan ba­
zı kimseler, kendileri hakkında bir şikâyette buluna­
caklar, diye, Pâdişâh'la halkın görüşmesini arzu etme­
yip önlemeğe çahştıklan bir zamanda, ayni şikâyetleri
ihtiva eden bir mektup tarafımdan Padişah'a takdim
edilmiş idi.
Padişah "Biraz istirahat edelim" diyerek Sadnâzam
Said Paşa ile beni kendi odalarına kabul ettiler. Sadrıâzama hitaben: "Meb'uslar Meclisi'nin açılmasını em­
rettik. Şimdi seçim yapılarak Meb'uslann bir an önce
toplanmasını temin etmek gerekirken, halkın sevincini
göstermesi vesilesiyle böyle bölük bölük saraya, hükü­
met dâirelerine gitmeleri, takım takım sokaklarda do­
laşmaları devam ederse esas işler bırakılmış ve memle­
ketin râhatı kaçmış olur. Bu bakımdan gerekli tedbir­
ler alınmalıdır" buyurduklarında, Said Paşa, beni oğücü ve maksadı destekleyici bir cümle ile söze başlaya­
rak, "halkımızın daha henüz Meşrutiyeti anlayacak
hâle gelmediğini bir çok defa arzettiğim halde dinle­
nilmedi", demesi üzerine, Padişah: "Acâip, ben birşey
söylediğim zaman, esâs maksadımı saklayarak hilâfını
söylüyorum zannına kapılarak, hep aksi ciheti tutar
konuşmalarınız oluyor, ilk pâdişâh oluşumda siz kâ­
tiplik hizmetinde bulunuyordunuz, cereyan eden hâl
ve muâmelelere tamamen vâkıfsınız. Vaktiyle Meşrutiyet'i milletime bir cemile olarak vermiştim. O za­
man da bu kabiliyetsizlik ortaya sürüldü. Fakat kara­
rımda direndim. Sonra Meclis'in geçici olarak kapan­
ması ve şimdiye kadar açılmasını başaramayışımızın
sebeplerini biliyorsunuz. Bu def'a gösterilen umumî is­
tek, yokluğu iddia olunan milli kabiliyetin kazanılmış
olduğunu belirtmesinden dolayı hemen Meclis'in açıl­
masını istedim. Bu bakımdan yapılması lâzım gelen her
şeyi hazırlamağa gayret etmelisiniz" sözlerim kızgın bir
şekilde söyledikten sonra, Sadnâzam'ı da yamna alarak
başka bir odaya geçti ve bir müddet husûsî olarak ko­
nuştuktan sonra yine bulunduğum yere geldiler ve gece
ezâm saat beşte ikimizin de ayrılmasına izin verdiler.
İşte o zaman Sadnâzam'ın düşüncelerinin aslını ve
Meşnitiyet'in ilânı için Cumartesi gecesi, Yıldız Sara­
yında yapmış oldukları vekiller toplantısına çağınlmanıaklığımın sebepleri gözlerimin önünde belirmekle, şu
nâzik mes'elelerin çözümünde ne gibi güçlüklerle karşı­
laşacağımızı düşünerek bu bakımdan bütün kalbimle
Ulu Tann'nın yardım ve koruyuculuğuna sığındım.
Vâkıa Said Paşa'nın, Millet'te henüz Meşnıtiyet'e
kabiliyet olmadığı hakkındaki fikir ve düşüncesini son­
radan meydana gelen olaylar doğrulamakta ise de, Kânun~ı Esâsı'nin ilk ilânından şimdiye kadar askeri ve
mülkî mekteplerde ve kısmen de Avrupa'da okumuş
olan gençlerimizde yeni fikirlerle meydana gelen kay­
naşma ve onun neticesi olarak Üçüncü Ordu'da görü­
len hareketler üzerine bunun geri bırakılması câiz ola­
mazdı. Bunun için Padi$ah'a, kendisini bu yolda tereddüdedüşürecekfîkirleraşılayarakMeşrutiyet’in ilanından
vazgeçirmek,içte ani bir tehlikenin çıkmasına sebep olabilirdi.Bunun neticesi olarak da medeni dünyâda bir dere­
ceye kadar kazanmış olduğumuz iyi tanınma ve güvenilmenin yok olmasına yol açacağını düşündüğümden ken­
disinin bu fikrine katılamazdım.Hatta Pâdişâh ile olan
husûsî görüşmelerimizin birinde, kendileri, Safd Paşa'
mn bu düşüncesini hatırlatarak; K anun-ı Esâsı'nin
Saltanat Makamına tanımış olduğu hak ve yetkileri
kullanmak suretiyle Devlet'i Meşrutiyet'le idarede ba­
şarılı olabileceklerini beyan buyurmuşlardı.
Pazartesi günü Pâdişâh'm emirlerini uygun vasıtalarla
halka duyurmuştum. Salı günü Şeyhülislâmlık Kapısına
geldiğimde binânın iç ve dışını halk ve itibarlı ecnebi­
lerle dolu buldum. Yeşil örtü ile örtülmüş Kur'an—ı Ke­
rimi tâzimle sağ elime alarak dâirenin girişindeki yük­
sek kısma çıktım. Buradan Padişah'ın sözlerini ve ye­
minini hazır olanlara bildirdim ve sözlerimin doğrulu­
ğunu kuvvetlendirmek için kendim de Allah'ın kitâbı
üzerine yemin ederek duruma uygun tarzda bazı nasi­
hat ve tavsiyelerde bulunarak kalpleri rahatlatıcı sözler
söyledim. Bu hareketimin iyi bir tesir yarattığını gör­
mekle kalben ferahladım.
Dâirede toplanmış olan ahâli ve ecnebilerden hatır­
lı kimseler yanıma gelerek tebriklerini bildirdiler. Duru­
mun, resmen matbuat ile ilânı için hazırladığım müs­
veddeyi, Padişah'a arzetmek için yazdığım mektubu
göndermek üzere iken, Mâbeyn—i Humâyun Baş—kâ­
tipliğinden, Saraya gelmekliğimi bildiren bir telgraf
aldığımdan, Saraya giderek Seccâdeci—başı eliyle mek­
tubu hemen sundum. Bunu tâkıben de huzura kabul
olundum.
Sultan Abdülhamit Han Hazretleri, arzettiğim dü­
şüncelerimi esas itibariyle uygun gördüklerini ve bu dü­
şüncelerimden hoşlandıklarını bildirerek: "Ben bu
-rmaksadı daha mühim bir belge ile kuvvetlendirmek dü­
şüncesindeyim. Yatın sabah Sadrıâzamı çağırarak bu­
nu müzâkere edeceğim. Belki sizi de çağırırım” dedi­
ler. Çarşamba sabâhı bir 'haber çıkmadığından her za­
manki gibi, Vekiller toplantısında bulunmak üzere
Bâb—ı Ali'ye gittim ve d u ru m u Sadrıâzam'a anlattım.
Kendileri de bu yolda bir emir aldıklarını beyan ile,
mevzuu şimdi müzâkere edeceğiz, dedikten sonra, Ve­
killer Meclisinde bulunmağa memur Kâmil Paşa ile nâ-
zırlardan Memduh ve Haşan Fehmi Paşaları ve Sadaret
Müsteşarı'm beraberine alıp kendilerine mahsus odaya
gittiler ve tahminen bir saat sonra Meclis'e döndüler.
Koltuğu yanımda olan Kâmil Paşa'dan ne olduğunu
sorduğumda, "Bir padişah emri çıkacakmış, onu görüş­
tük" demesi üzerine, ilân yazımın bir padişah emrine
çevrileceğini ve bu şekilde isteğimin fazlasıyle yerine
getirilmiş olacağını anladığımdan, bundan sonraki mü­
zâkereleri tâkıbe lüzum görmedim.
KANUN—I ESÂSİYE AYKIRI DAVRANIŞ
DOLAYISİYLE ŞEYHÜLİSLAMLIKTAN İSTİFA
A
Cumartesi günü, alışılmış merasimle Bâb—ı Ali'de
Hatt—ı Humâyun okunacağını bildiren bir dâvet telgra­
fı . aldığımdan, Sadrıâzam'ın yanma gittim. İkindiden
sonra Ba^—Mâbeynci Nuri Paşa'nın getirmiş olduğu
Hatt—ı Humâyun, Arz—odası'nda okundu.
H a tt-ı Hümâyun, K ânün-ı Esâsı hükümlerini
açıklayacak ve kuvvetlendirecek surette pek güzel
yazılmış ise de, Sadnâzam ve Şeyhülislâm gibi Har­
biye ve Bahriye Nâzırlarının da Padişah tarafmdan se­
çilmesine ve tayin edilmesine dâir bir fıkrayı da içine
almış olduğunu anlayınca, aklım başımdan gitti.Çünkü bu fıkra hem mezkûr kanunun açıklığına, hem de
yeminle sağlamlaştırılan yüce maksada aykırı olduğun­
dan, H att—ı Humâyun'un tamamını hükümsüz hâle getiriyordu. Sadnâzam odasına gitmiş olduğundan bel­
ki yanlış duymuşumdur, düşüncesiyle sormak için
yanına gittim. Vekillerden Hariciye Nâzın Tevfik Paşa
ile Haşan Fehmi Paşa ve Hakkı Bey (sonradan sadıâzam olan Hakkı Paşa) ve Baş—Mâbeynci Nuri Paşa
oradaydı. Said Paşa, H att—ı Humâyun'da bu fıkra­
nın mevcud olduğunu tasdik ederek, "Padişah,baş­
kumandan oldukları cihetle Harbiye ve Bahriye Nâzır-
,
lnrının kendileri tarafından seçilmesi ve tâyin edilmesi
haklarıdır" dedi. Kendisine cevaben, "bu nâzırlar ku­
mandaya memur olmayıp bulundukları (dâirenin ida­
recisi ve birinci derecede âmiridirler. Hattâ bundan
önce Celâl Paşa gibi mülkiyeli vezirlerden bâzı kim­
seler Bahriye Nazırlığına tâyin edilmişlerdi. Esâs
itibâriyle muhâkemeııiz doğru olmadığı gibi, K anûn-ı
Esâsı, Padişah'a yalnız sadrıâzam ile şeyhülislâmı seç­
me ve tâyin etme hakkını vermiştir. Bu tarzda selâhiyeti genişletme K anûn-ı Esâsl'nin malum maddesine
ve Padişah te'minâtına açıkça aykırı olur. Bunun da
umumî efkârı ayaklandırması ve Allah korusun bir fe­
lâkete sebebiyet vermesi kuvvetle muhtemeldir. H att—ı
Humâyunu değiştirmeğe vakit müsait olmadığından
Vekiller Hey'etinin sorumluluğu altında, ilân için gaze­
telere verilecek olan suretinden zikredilen bu fıkrayı çı­
karalım ve Pâdişah'a durumu tafsilatiyle arzederek
Hatt—ı Humâyunu düzelttirelim" dedim.
Said Paşa, hukuk mütehassısı olan garbın meşhur
âlimlerinin bâzı sözlerini delil olarak kullanmağa ve ya­
nıltma yolunu seçmeğe teşebbüs edince, "esâsa âit bu
hususları, Mâbeyn Baş—kâtipliğinde bulunduğunuz sı­
rada, Kanim—ı Esâsî müsveddelerini düzeltirken dikka­
te almanız icap ederdi. Şimdi kanunun gösterdiği yol­
dan gitmemek için bir H att^ı Humâyun ile esâs madde
değiştirilemez. Teklifim kabul edilmediği takdirde bu
hatâlı hareketten meydana gelecek büyük sorumluluğu
katılamamakta mazurum" dedim. Ve durumu olduğu
gibi Pâdişah'a bildirmesini Nuri Paşa'dan rica ile evime
döndüm.Ertesi sabah da Şeyhülislâkhk makamından istifâ ettiğimi bildirir bir hususf arızayı Padişah'a takdim
ettim.
Arası çok geçmeden Saray'a dâvet olundum. İstifa­
mın sebeplerini, işin aslına tesiri tabii olan yanlış anla­
maya meydan vermeyecek tarzda açıklamak üzere Sa­
raya gittim. Padişahla hususî dâirelerinin salonu kapısı
yanında karşılaştım. Beni görünce, "aman Şeyhülislâm
Efendi, böyle günde beııi nasıl yalnız bırakıyorsunuz!
İstifânızı kat'iyyen kabul etmeni! Mektubunuzu yırtıp
yok ettim " diyerek boynumu öpüp teveccüh gösterme­
si, kalbimi çok yumuşattığından elde olmayarak, "Ve­
linimetim size ve vatanıma olan sadâkat ve bağlılığım
dolayısiyle, yeminlerle olan mâruzâtıma niçin inanıl­
mıyor? Sizin ve Devlet'in selâmeti uğrunda kudretim
nisbetinde harcadığım gayret ve çalışmalarım, evham
ve garaz mahsulü olan riyakârca telkinlerle çürütülüyor,
yok ediliyor" diye, küstahça sitemden kendimi alama­
dım.
*
Padişah, "hakkınız var, ben de işin ehemmiyetini an­
ladığımdan, halk arasında hâsıl olan gaieyânı yatıştıra­
cak tedbirler alınmasını Sadnâzama tavsiye ettim. Şim­
di düşünceleri düzeltecek bir yazı hazırlamaktadır. Siz
de Bâb—i Aliye gidiniz, kendisi ile birlikte bu işe iyi bir
netice veriniz" demesine karşılık, "umumi efkârın heyecanlJblduğu şu sırada alışılmışlığın dışında, Bâb—ı
Âli’ye gitmek galeyanın artmasına sebep olabileceğin­
den, Sadnâzam, yazdığını size takdim etsin, ben de kı­
saca düşüncelerimi arzetmek üzere burada beklerim.Bu
daha uygun olur" dedim. Bunun üzerine işi çabuklaş­
tırması için Sadnâzam'a telgraf çekmesi hususunda
Baş—Kâtip Cevad Bey'e emir verdiler.
SAİD PAŞA NIN İSTİFASI VE KAMİL PAŞA’NIN
SADARETE GETİRİLMESİ
Akşama kadar Çit—Kasrı'nda bekledim. Yatsı vak­
tine yakın, saray Mâbeyncilerinden Emin Bey, Sadâ­
retten Padişah'a takdim olunan yazıyı getirdi ve için­
dekiler hakkmdaki düşüncemin kısaca yazılmasının is­
tendiğini, söyledi. İki sahife olarak tutanak şeklinde
yazılmış olan bu yazıda, Said Paşa, o gün Selânik'ten
gelmiş olan Tal'at ve Câvid Beylerle Bâb—ı Alî’de,
uzun uzadıya yapılan görüşmelerde; adı geçenlerin
Trablusgarp Kumandanı Recep Paşa'nın Harbiye Ne­
zâreti’ne tâyininin gerekli olduğunda ısrar ettiklerini,
halbuki Harbiye ve Bahriye Nâzırlarinın seçim ve ta­
yinlerinin Padişah'm mukaddes hukukundan olup
"Vekiller Meclisi’nin önemli bir unsuru olan Şeyhülis­
lamın buna muhalefetinin ve umumi efkârın da o tara­
fa yönelmesinin, böyle mühim bir meseleden dolayı
vekiller arasında anlaşmazlık çıkmasının Kabine’yi
istifaya mecbur edeceği, Kanun—ı Esâsı hükümlerinden
bulunduğundan, Sâdâret hizgıetinden affedilmesini is­
tirham etmiştir. Bu yazının altında Sadrıâzam ile Ve­
killerden Memdüh ve Haşan Fehmi Paşaların ve bir de
ismi hatırımda kalmayan başka bir vekil zâtın imzaları
vardı.
İstifa şekli kanunî ve kabulü de 'usule uygun oldu­
ğundan, Sadâret Makamı'nın Padişah katında güven ka­
zanmış bir kimseye verilerek, Şeyhülislam'dan başka
diğer nazırlıklara yeni Sadrıâzam tarafından uygun gö­
rülen kimselerin seçilmesi, bu kimseler Padişah tarafın­
dan da uygun görüldüğü takdirde alelâde Hatt—ı Humâyun ile desteklenmesinin, geçmişte olan hatâları dü­
zelteceği ve umûmî efkârdaki kaynaşmayı sâkinleştireceği kanâatmda olduğumu arzettinı.
Sadâretin Kâmil Paşa'ya verilmiş olduğu ve Vekil­
ler Heyeti’ni birlikte kurmamızın emir buyrulduğu,
Emin Bey vasıtası ile tarafıma bildirildiğinden, Mâbeyn Dâiresinde bulunan Sadrıâzam’ın yanına gide­
rek, kendilerine yardımcı olmağa memur edildiğimi,
İ
beyan ettiğimde hazırlamış olduğu listeyi gösterdi.
Hakkı ve Ekrem Beylerin de dahil olduğu bu tertibi
uygun bulup ancak Harbiye Nezâreti'ne Müşîr Rıza
Paşa'nın seçilmiş olduğunu görünce,kıdemli ve ehli­
yetli olmakla beraber, umumun itimâdını kazanmış
olan Recep Paşa’nın tâyininin daha uygun olacağını
hatırlattım. Recep Paşa'yı, halk başa geçirebileceği
endişesiyle bu nâzırlığa tayinini, Pâdişâhın uygun bul­
madığını, diğer odada bulunan Tal’at ve Câvid Beyle­
rin hatırlatması üzerine de Rızâ* Paşa'yı yazdığını söy­
ledi. Sadnâzam yemek için diğer odaya çıkıp yalnız
kaldığımda, Nuri Paşa'yı çağırıp, "Paşa siz dindar ve
nâmuslu bir askersiniz. Devlet'in selâmetinin ideâli­
niz olduğunu bilirim. Umumi efkâr Recep Paşa'nın
Harbiye Nezâreti'ne tâyinini istiyor. Pâdişâh ise "Re­
is—i Cumhur" olması ihtimâlini düşündüğünden bu tâ­
yinden çekiniyormuş. Halbuki Kanun—ı Esâsıhin be­
lirttiği esâslara göre devletin resmî dini islâmdır.İmam
tâyini ise şer'an ümmet üzerine vâciptir. Cumhuriyet­
le idâre olunan hükümetlerde olduğu gibi bizde hiçbir
zaman- ve muayyen müddet için cumhurreisi tayinine
imkân yoktur. Buna şerîat ve tabanın büyük çoğunlu­
ğunu teşkil eden müslümanlar müsâade edemez. Allah
göstermesin bu yola gidilecek olursa devlet çöker. Pâ­
dişâh Efendimizin ayaklarını öperim. Bu yolda vehim
telkin eden sözlere ehemmiyet vermesinler. Recep Pa­
şa, din ve nâmusu ile şöhret bulmuş ve mesleğinde
kudretli bir müşirdir. Kendisini Harbiye Nezâretine tâ­
yin ederek umûmf efkân tatmin etsinler. Bundan mey­
dana gelecek her mes'uliyeti âcizâne üzerime alırım,
durumu böylece arzedin" dedim.
Nuri Paşa, Pâdişâh'm yanma gitti ve dönüşte Pâdişah'ın müsâit davrandığım müjdeledi. Padişah daha
sonra Başkâtib Cevad Bey'i de yeni Sadnâzam'a gön­
dererek izinlerini te'yid etmeleri üzerine, Recep Paşa,
Harbiye Nezâretine seçildi ve vekillerin isimlerini ihti­
va eden defter, Sadrıâzam tarafından resmen Pâdişah'a
arzolundu. Padişah tarafından da uygun gömülerek ka­
bul edildiğinden, âdet olduğu üzere Bâb—ı Alî'ye gidil­
di. Orada okunan bu Hatt—ı Humâyun ile, umumi ef­
kârda bir gün önce meydana gelmiş olan kaynaşma sa­
kinleştirilmiş oldu.
*
*
MEB USLAR MECLİSİNİN TOPLANMASI
. VE DIŞ GAİLELER
A
Yeni Vekiller Hey’eti ilk önce Kanun—ı Esâsı’nin
uygulanmasına âit vazifeleri esas prensip olarak ele
alıp, merkezde ve bütün vilâyetlerde, serbestçe meb'us
seçimi yapıldı. Padişah uğurlu bir günde Meclis—i Mebusan dâiresine gelerek, Meclis'i açtı ve hazırlamış ol­
duğu nutku okuttu. Vekiller Hey'eti tarafından hazır­
lanmış olan, Hükumet'in çalışma tarzı ile ilgili beyannâme de başka bir gün Meclis'te okunarak uygun gö­
rüldüğünden Kâmil Paşa Kabinesi'ne büyük bir çoğunlukla ftirnat beyan edilid.
Ancak Meşrutiyet'in ilânı ile birdenbire heyecanla­
nan ve tabıatiyle îtidâlini muhâfaza edemeyen umümı
efkâra, hoş görünerek nüfuz kazanma hırsında olanla­
rın, Avusturya’nın askeri' işgali altında bulunan Bosna
ve Hersek'in de Osmanlı ülkesi olması dolayısıyle ora­
lardan da Meclis'e meb’us gönderilmesine teşebbüs et­
tikleri gibi diğer taraftan Osmanlı Devleti’nin yeni bir
ilerleme devrine girerek kuvvet ve kudretinin artması­
nın büyük bir ihtimalle komşu hükümetleri kuşkulan­
dırmış olduğundan, Avusturya Devleti derhal Bosna ve
Hersek’i kendi memleketine katmış; Bulgaristan Prensi
dahi krallığını ilân etmiş olmakla, beklenmedik bu iki
bâdire bütün Osmanlılan çok üzmüş ise de maalesef bu
iki olay, daha önce Berlin Andlaşmasmı hazırlayan ve
imza eden Büyük Devletler tarafından bir emrivâki ola­
rak kabul edilmiş olduğundan Bâb—ı Alî'nin bu bakım­
dan yaptığı çalışmalar hiç bir verimli sonuca ulaşama­
mış, yalnız Bulgaristan'dan devlet emlâkinin bedeli ola­
rak bir miktar tazminat alınabilmiştir.
*
7*
KAMİL PAŞA NIN İTTİHAD VE TERAKKİ
TARAFINDAN İSTİFAYA ZORLANMASI
Kâmil Paşa Sadâretinin başlangıcında İttihad ve Te- .
rakki Cemiyeti ileri gelenleri ile hoş geçinmek ve devlet
idâresi ile ilgili hatırlatmalarını dâima dikkate almak
yolunu lüzumlu gördüğü halde, Devletin her zamankin­
den daha nâzik olan dış siyâsetini müşkülleştirecek aşı­
rı düşünce ve emellere mâruz kaldıkça, yavaş yavaş Ce­
miyet ile arası açılmış ve nihâyet misafir olarak Londra'
dan İstanbul’a gelmiş olan Balkan Komitesi Hey'etiniıı
İngiltere elçisi tarafından resmen takdimini ve Cemiyet
tarafından daha önce kendisine haber verilmeksizin ko­
nağına ziyâfete dâvet olunmasını usule aykırı görerek
red cevabı vermesi üzerine, Cemiyet ileri gelenleri Sadrıâzam'a tamamen gücenerek hemen azli için Padişah'a
ısrarla müracaat etmişler ise de, Meşrutiyet kaidelerine
uygun olmayan bu teklif Pâdişâh tarafından kabul
olunmamıştır. Daha sonra vukua gelen Harbiye ve Bah­
riye Nâzırları'nm değiştirilmesi, Kâmil Paşa'yı düşür­
mek için bir fırsat sayılarak Meclis'teki ekseriyet partisi
tarafından bir gensoru önergesi verilmesi üzerine, Kâ­
mil Paşa, muayyen bir günde Meclis'e dâvet edildi. Kâ- *
mil Paşa, Kanun—ı Esâsi'nin kendisine vermiş olduğu
selâhiyete dayanarak, tâyin ettiği başka bir günde,Mec­
lis'e giderek izahat vereceğini resmî bir yazı ile Meclis
Başkanlığı'na bildirmiş ise de, ekseriyet partisi asabı
bir heyecan ile Sadııâzam'ın bu kaniim cevâbuıı kabul
etmeyerek, o gün mutlak Meclis’e gelerek izahat verme-
t
si isteğinde ısrar ile, gece yansına kadar toplantı hâlin­
de kalarak genç bahriye zabitlerinin bazılarına çektirttikleri ve Hüsnü Paşa'nın Bahriye Nâzırlığı'na tâyinini
tenkıd eden telgrafı Meclis'te okutarak, kanuna aykırı
olarak Kâmil Paşa'ya gıyâbında güvensizlik oyu veril­
miş ve bu karar o gece Meclis Reisi ve Cemiyet'in ileri
gelen bir azası vasıtası ile Padişaha arzolunmuş ve kara­
rın tasdiki için yapılan ısrar sonunda, Kâmil Paşa, izâhat vermesine imkân bırakılmaksızm istifâya zorlan­
mıştır.
*
.
„
İTTİHAD VE TERAKKİ'NIN
MEŞRUTİYETİ YIKICI DAVRANIŞLARI
işte Meşrutiyet'i canlandıran ve Kanun—ı Esâsi'nin
gözcüsü ve koruyucusu olmakla bütün Osmanlılarca yü­
celtilen Ittihâd ve Terakki Cemiyeti'nin hırslanna yeni­
lerek, Kanun—ı Esâst'ye ilk darbeyi yine kendi eliyle
vurması, bunca çalışma ve gayretle ikinci d efa canlan­
dırılan Meşrötiyet’in altı ay içinde mânevi hayâtına
son verilmesi doğrusu esef ve hayrete şayandır.
Zira Bahriye Nâzın Arif Paşa evvelce istifâsını Sadnâzam'a vermiş olduğu hâlde, Recep Paşa'nın vefâtı
üzerine Cemiyet'in arzusu ile Harbiye Nazırlığı'na tayin
olunan, her tavn ve sözü ile bu işten çekilmek istediği­
ni ortaya koyan Rızâ Paşa'nın da bir istifânâmesini el­
de etmiş olacağına göre, Mebusan Meclisi'nin, Sadnâzam'm tâyin ettiği günde vereceği ‘ızâhatı beklemesi
kanunen ve hükmen iktizâ ederdi. Kaldı ki Kâmil Paşa'
nın, hareketinin kanuni olduğunu ispat ve izah edeme­
yeceği düşünülse bile, ekseriyet partisinin şu acele ha­
reketi ve bilhassa Pâdişah'ı tazyik ile saltanat hukuku­
na tecâvüzünü Kanun—ı Esâsı ile te'life ve hiç bir suret­
le başka türlü mânâlandırmağa imkân olmadığı aşikâr­
dır.
'
A
Meşrutiyet'in elde edilmesi için öteden beri yazarak
ve konuşarak umumi efkân uyandırmağa çalışan aydın
fikirli kimselerin; Cemiyetin iktidân kazandıktan sonra
tuttuğu bu yolu uygun görmeyenlerin muhâlefet etme­
ğe başlamaları, Cemiyetin ise her ne suretle olursa ol­
sun bunların gücünü yok etmeğe çalışması neticesi,
Meşrutiyet’le idâre olunan medenî memleketlerde câri
olan usul ve münâkaşa; bizde başka bir renk alarak,
Tanrı ihsânı olan millet arasındaki unsur ayrılığı, top­
lumda bozuşmalara ve uyuşmazlığa inkılâb etti. Muhâ­
lefet tarafını tutanların bâzılan ayni şekilde karşı koy­
ma düşüncesiyle siyâsî hasımlannı maddi bir güce daya­
narak susturmak için ilim adamlarını elde etmeğe te­
şebbüs ettiler.
CEMÂLEDDİN EFENDİ’NİN
ŞEYHÜLİSLÂMLIKDAN AZLİNİ
TEMİN TEŞEBBÜSLERİ
Halbuki öteden berjjjhâricı ihtiraslara mâruz olan bu
devletin, dâhilen de sürekli bir karışıklık içinde bıra­
kılmağa tahammülü olmadığı inancında bulunduğumu
ve bundan dolayı sükun ve barışuı muhafazası fikir ve
itiyâdında olduğumdan bölücü hareketlere göz yumma­
mın imkânı olmadığını bildiklerinden, Şeyhülislâmlık’
tan düşürülmeme vesile olur ümidi ile Dersiâm Efendi­
leri aleyhime kışkırtarak düzenlettirdikleri şikâyet ya­
zılarını üstâd ve talebeden şuna buna mühürleterek Pâ­
dişâh’a, Sadnâzaın'a ve Meb'usan Meclisi Başkanlığı'na
takdim ettirdiler. Akıllarınca umumî efkân aleyhime
çevirmek için garez ve bozgunculuğa âlet olan bâzı ga­
zetelerde yalan yanlış yazılar neşrine giriştiler. Fasıla­
sız otuzsekiz seneye yaklaşan Devlet hizmetimde ve
» hususiyle Meşrutiyet'in ilânım müteakip, hâl ve mevkiimin yüklediği güç vatan vazifesinde, kudretimin yetti-
/
ği kadar, hak yolda Allah’ın inayeti ile yürekten çalışa-1
rak unıüımın hoşnutluğunu kazanmış isem de, takati­
min üstüne çıkan bu yorgunluk sağlığımı bozduğun­
dan ve kurtuluş ümidimiz olan Meşrutiyet'in b(;yle
acâip bir hâle sokulması fikir ve çalışmalarımda bana
usanç ve sıkıntı verdiğinden vazifeden tamamen çekil­
meğe karar vermiş ve Şeyhülislâmlık hizmetinden affe­
dilmekliğim için, Hakan hazretlerine münasip vasıtalar­
la vâki olan mürâcaatlarım kabul edilmemiş olduğun­
dan uygun bir zamanın gelmesini beklemeğe başlamış­
tım.
PADİŞAHIN ŞEYHÜLİSLÂMIN İSTİFASINI
İSTEMEYEREK KABULÜ
Kamil Paşa ile Cemiyet arasındaki bu mücadeleyi uy­
gun bir fırsat sayarak, kendisinin Meb'usan Meclisi'rc
dâvet olunduğu gün, sıhhi mâzeretimden bahsederek
Pâdişah'a tekrar bir istifaname takdim ettim. Akşam,
Kâmil Paşa, Şeyhülislâmlığa gelerek: "Pâdişâh Efen­
dimiz istifânızı kabul buyurmuyorlar, isterseniz iki
ay müddetle hava değişimi için Mısır'a gitmenize mü­
sâade edecekler. Ben de istenilen izâhatı başka bir
günde vermek için Meb'usan Meclisi Reisliği'ne tezkire
yazdım" demesi üzerine, meselenin mâhiyetini bildi­
ğini için sözü fazla uzatmayarak vereceğim cevâbı, ya­
pacağı açıklamanın sonuna bıraktım. Gece yarısı Sadrıâzam'm değiştirilmesinin kararlaştırılmış olmasına bi­
nâen, Başkâtiplikten, ertesi sabah Saraya gelmekliğimi
bildiren bir tezkire aldım. Sabahleyin de bu dâvet, bir
yâver ile tekrarlandığından hemen Saraya giderek Sadâret'e seçilmiş olan Hüseyin Hilmi Paşa ile buluştum.
Kendisinin hazırlamış olduğu vekiller heyeti listesini
resmen Padişah'a arzedeceği esnada, aızettiğim istifânâmedeki sıhhî mâzeretimi tekrar ile istifâmın kabulü-
l
\n ü istirham edince Pâdişâh kabul etmemekte ısrar ve
yeni Sadnâzam dahi beraberlerinde bulunmaklığımı
şiddetle arzu ettiklerini beyan etmişlerse de, hâl ve
mevkiin müsâadesinden istifade ile son dereceye varan
istirhamın üzerine, Pâdişâh'm üzülerek ve istemeyerek
Şeyhülislâmlığa, mevcut âlimlerden kimin tâyininin
uygöıı olacağını sorması üzerine, takdim ettiğim pusu­
lada .isimleri yazılı zatlar arasından Rumeli Kazaskeri
Ziyâeddin Efendi'nin tayinini emretmesi ve bana da
evimde istirahata müsâade buyurması benim için son­
suz şükran vesilesi oldu. Bu sebeple Sadâret alayı geç
vakit yapıldı.
31 MART VAK’ASI
Hüseyin Hilmi Paşa Rumeli Umumi Müfettişi olarak
uzıın süre Selânik'te oturduğu için Cemiyet erkânının
fikir ve emellerine vâkıf olduğundan Sadâret'tejbulundııkça ııygun yollardan hareketle, geçici bile olsa, hü­
kümet İdâresinin memlekette bir huzur ve âsâyiş sağ­
layacağı ümit edilmekte ise de, her sahada alabildiğine
artan hırs ve yeni fikirler, Osmanlı askerinin alışılagel­
miş olan inanışları dışında verilen emirler, yapılan tel­
kinler, aradan iki ay geçmeden Otuzbirt Mart Hâdisesi­
ni meydana getirdi. Hareket Ordıısu'nun da İstanbul'a
gelmesi ve saltanatta meydana gelen değişiklik neticesi
devletin idaresini İttihad ve Terakki Cemiyeti tama­
men eline almış oldu.
Herkesin bildiği gibi bu Otizbir Mart Hadisesi'ııde
önayak olan avcı taburları Meşrutiyet'in ilânından son­
ra Selanik'ten İstanbul'a getirilmiş ve Kâmil Paşa tara­
fından tekrar eski askeri kıt'alarma iadeleri teşebbüsün­
de bulunulmuş ise de, Cemiyet'ce muvafakat edilmemişt.i. Meşrıitiyet'in ımıhâfaznsı için İstanbul'a getiri­
len bu taburlar ümidin hilafında olarak mezkur lıâdise-
yi meydana getirmeğe cör'et etmeleri ve bu hâdise se­
bebiyle Cemiyet Merkezi'nin saltanatta nufuzunu kuvr
vetlendirmeğe muvaffak olması nazar—ı dikkati celbe­
den ahvâldendir.
İKİNCİ BÖLÜM
TRABLUSGARB'IN KAYBINA,IÇ
İSYANLARA VE TÜRKİYE ALEYHİNDE
BALKANLILARIN İTTİFAKINA YOL AÇAN
FENA İDARE
İTTİHAD VE TERAKKİ NİN
VE İMPARATORLUĞUN UMUMÎ GÖRÜNÜŞÜ
Şüphe yok ki İttihâd ve Terakki Cemiyeti, Meşru­
tiyet'in tesîsı için kurulmuş ve o niyetle işe başla­
mıştı. Fakat Üçüncü Ordu'nun gayret ve yardımı ile
maksadın elde edilmesine muvaffak olununca, hürri­
yete nâil olan gençlerimiz derece derece ilerleme kai­
desini nazar—ı dikkate almayarak hemen isteğe ulaş­
ma hevesine düştükleri gibi, matbuatın (Basının) bir
kısmı da Devlet'in içinde bulunduğu durumu takdir
etmeyerek hissi fikirlerle şöhret ve menfaat kazanmak
için şahsiyâta dâir yazılar neşrine giriştiklerinden,
halk arasında ikilik ve hasetlik peydâ oldu. Daha doğ­
rusu Millî Hâkimiyet bizde baskı ve nifâkı doğurdu.
Bu hâl Meclis'e de sirâyet ederek, Meşrutiyet icâbı ola­
rak partiler arasında yapılan münâkaşalar ve azınlık ta­
rafından kesin olarak ileri sürülen haklı bâzı itirâzlar bi­
le hırsları çoğaltmaktan başkabir fayda sağlamadı.
Cemiyet'in ileri gelen kimseleri ise, üstünlüğü kendi­
lerinde görme duygu ve düşüncesiyle, bütün işlerin tan­
zimine selâhiyetli olduklarına inanarak her şeyden ön­
ce nüfuzlarını kuvvetlendirme gailesine düşüp gittikçe
şiddet kullanmağa başladılar. Nihâyet kanunun zâhiri
şekli korunmakla beraber devlet işleri, kuvvetlinin ve
galibin arzuladığı gibi yürütülmeğe başlandı, tik önce­
leri tecrübesizlik de buna katılınca idârede ve siyâsette
birçok hatalar meydana geldi. İşte bu hatâlar sonradan
uğradığımız acı kayıpların başlıca sebepleridir ki aşağı­
da açıklanacaktır.
Pâdişâh'ın hükmü altındaki ülkelerin genişliği ve
coğrafi mevkii itibariyle de ehemmiyet derecesi beyâna
lüzum göstermeyecek kadar açık olup bu ülkelerin sâkinleri ise ırk, mezhep, mizaç ve âdet bakımından bir­
birlerinden ayrı unsurlardan meydana gelmekle bera­
ber, vaktiyle eğitim ve öğretim her tarafa yayılmadığından dolayı, medenf kabiliyetleri, içinde bulunduğu­
muz asrın tekâmül mertebesine erişememekle, Ka­
nun—ı Esâsı hükümlerinin tatbikinde bu cihetler gözönünde tutularak, uzak görüşlü, bilgili olarak hareket
olunması iktizâ ederdi.
Meselâ Yemen Kıtası ile Şam ve lrak'ı da içine alan
Arabistan'ın ve Arnavutluk ile Kürdistan’m diğer vilâ­
yetler gibi idâre edilmesine hâlen imkân olmadığı söz
götürmez bir hakikattir. Çünkü geniş Yemen kıt'ası ile
Hicaz’ın ahâlisi sırf müslüman ve ekseriyeti itibariyle me­
deniyetten mahrum Araplar’dan ibâret olduğundan,
bunların şeriat ahkâmından başka kanunlara, askere
alınmağa ve bunun gibi çeşitli hükümet nizamlarına
kolayca itaat etmeyecekleri, şimdiye kadar elde edilen
tecrübelerle bilindiği gibi, Arnavutluğun dağlık bölge­
lerinde oturan Arnavutlar veH4ristiyan Malisör'ler ile
Anadolu'nun dağlık ve tenha yerlerinde yaşayan Kürtler ve Suriye kıt'asındaki Dürz'ıler dahi yaradılıştan ze­
ki, cesur olmakla beraber ekserisi ilim ve irfandan mah-
.*
- 54 -
t
rum olduklarında, yürürlükteki kanunlar ile devlet ni­
zamlarının şâir vilâyetlerde olduğu gibi bunlar hakkın­
da da hemen tatbiki hem güç ve hem de zararlı olaca­
ğından bu bakımdan şiddet göstermek ve kuvvete baş
vurmak gibi geçici tedbirler fayda vermedikten başka
birçok güçlük ve zararlar tevlid edeceği, öteden beri el­
de edilen delil e emsâlleriyle aşikârdır..
İslâm câmiasma mensubiyeti dolayısıyla Hilâfet
makamuıa kemâli sadâkatle bağlı olan necip Arap kavnıine mensup Suriye ve Irak ahalisinin lisân ve âdet ba­
kımından ırkî vasıflarını ve Osmanlı hey'etinde iktisâb
ettikleri haklarını takdir etmek ve korumak hususu Jıikmet bakımından lüzumlu olduğu gibi, Cennetmekân
Fâtih Sultan Mehmed Hân hazretlerinin İstanbul'u
fethinde bir siyâsi tedbir olarak Rum halkına vermiş
oldukları bâzı imtiyâzlan; Kanun—ı Esâsınin tanzim
ettiği müsâvi hakların, bunlar için de faydalı olacağı
düşüncesiyle hemen geçerlilikten kaldırmağa çalışmak
ve diğerlerine nisbetle daha bilgili ayni zamanda bâzı
devletlerce manevî bir himâye altında olan bu mühim
unsuru gücendirmek devlet menfaati bakımından uy­
gun bir iş değildir. Kısaca devletin yaşamasını temin,
Osmanh âlemini teşkil eden muhtelif etnik zümreleri
Kanun—i Esâsı'nin verdiği nimet, hürriyet ve adâletten
hakkıyla faydalandırarak tek bir topluluk hâline getir­
menin faydalı olabileceğine, bununla beraber milli
menfaatler ve mezhep duyguları her kuvvetin üstünde
müessir bir âmil olduğundan, önceden bu cihetin gözönüne alınarak, mezkûr topluluklardaki fikirleri bağ­
daştırmağa ve iş birliğine yarayacak sebeplere tevessül
etmenin lüzumu âşikâr iken, etrafımızı saran ilerlemiş
milletlere nispetle, bizde pek geri kalan, uzlaştırıcı ve
rahatlık sağlayıcı sebeplerin birincisi olan ilmin yayıl­
ması ve umumileştirilmesi için devletin fedakârlıklar
yaparak memleketin her tarafında hiç olmazsa şimdilik
en çok ihtiyaç görülen yerlerinde, mevcuda ilâve ola­
rak lüzumu kadar medrese ve mektep inşâsı ile ahâlinin
eğitim ve öğretimlerinin, mülki ıslâhat, yol ve barınak
inşâsı ile maişetlerinin düzenlenmesi ve kolaylaştırıl­
ması yolunda esaslı tedbirler alınması, aydın fikirli olan
Meşrutiyet hükümetinin ileri gelenlerine düşen mühim
ve yapılması gereken siyâsi' bir vazife idi.
Halbuki İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin nüfuzlu
kimseleri bu esaslı vazifeyi terk ve ihmal ile önce vilâ­
yetlerde kulüpler kurarak cemiyetin teşkilâtını tamam­
lamağa ve nüfuzlarını kuvvetlendirmek için de şiddetli
bir merkeziyet politikasını kendileri için bir hareket
noktası saymakla beraber, diğer taraftan memleketin
yukarda beyân olunan İçtimaî teşkilâtı ile hâli hazır
medeni' kabiliyetine göre tatbiki zor olan Parlaırıantarizm gibi geniş bir idâre usulünü kabul ederek Kanun—ı
Esâsı’yi değiştirmek ve Devlet'in merkezi hükmünde
olan saltanat hukukunu sınırlamak gibi âşikâr yanlış­
lıklar yaptılar.
Esâsen Cemiyetin bu iki çelişik tedbire sanlmaktan
maksadı, merkeziyet usulünün kendilerine vereceği
kuvvetle bütün milletin ve padişahın haklarını kısarak
Hilâfet Makamı'na galebe çalmak ve hükmetmek dâvâsı idi. Vâkıa K anun-ı Esâsı’nin tâdil ve açıklanması ile
ikinci maksatları hâsıl olup, içlerinden bâzılannm tari­
hi geleneklere ve memuriyette yükselme hususundaki
kaide ve teamüllere aykırı olarak birden Dâhiliye ve Mâ­
liye nazırlıkları gibi mühim mevkilere çıkması ile
Bâb—ı Âlî bilfiil Cemiyetin eline geçti ise de, Parlamantarizm ile bağdaşmayan ve kendilerince hayâtî sayılan
merkeziyet usulünün tatbik ve icrâsında güçlüklere uğ­
radılar. Çünkü Meşrutiyet’in ilânından sonra Kânun—ı
Esasinin de bu suretle değiştirilmesi her tarafta geniş
fikir hürriyeti ve ilerleme isteğini arttırdığından,vatanın
münevver sınıfından olan kimseler arasında Cemiyete
birçok râkıpler çıktı ve mühim olan bazı vilâyetlerde
izin dâiresinde geniş ıslâhat yapma arzuları yüz göster­
meğe başladı. Cemiyet ise, elde ettiği hâkimiyet mev­
kiini korumak azminde olduğundan kendisine karşı
olanlarla kanun üstü uğraşmak zorunda kaldı. Selâhiyetleri genişletmeyi, merkezin nüfuzunu^ yok olması,
merkeziyet usulünün istenmemesini d,e, vilâyetlerin ser­
bestçe otonomi kazanarak Osmanlı hâkimiyetinden
çıkmak istedikleri mânâsını vererek bunu muhalifleri­
ne karşı bir tecâvüz silâhı makamında kullandı.
YEMEN HÂDİSESİ
Yemen kıt'asının mühim bir kısmını işgal eden ZeydiT
mezhebindeki ahâlinin başında bulunan ve hâlen isyan
hâlinde olan Yahya Hamideddin ile sonradan yapılma­
ğa mecbur kalman anlaşma, daha önce yapılsaydı bu
ülkede kan dökülmez, devlet nüfus ve malca kayıplara
uğramaz; ayni zamanda Arabistan ile şâir cihetlerden
de geniş müsâadeler dairesinde yeni düzenlemelere giri­
şlise umum ahâlinin bir babaya yakışır şekilde hoşnut­
luğu kazanılmış olurdu. Bu hususta hükümete düşen
mühim vazifeler yapılmayarak, önce zikredilmiş olan
merkeziyet kaidesine uymak lüzumu, Osmanlı memle­
ketinin her cihetini, idâreten saltanat merkezine, haki­
katte ise Cemiyetin emirlerine tâbi kılmak fikriyle, Yemen'e asker göndermeğe devam için askeri' fırkalar
sevkolundıi. Memleketin ve bilhassa Anadolu'nun genç
evlâtlan ile, bunların çalışmalarının mahsulü olan mal­
lar ve hazîneden büyük meblağlar bu uğurda boş yere
harcandı. Hakikatte, memleketin her hangi bir yerinde
isyan görülünce onu önlemek ve yok etmek hükümete
düşen bir vazifedir. Fakat itaatkâr halkı isyana götü­
recek sebeplerin çıkmasına meydan vermemek de o hü­
kümetin tebaasına karşı birinci vazifesidir. Kerek’te,
Havran'da bilhassa Arnavutluk'ta meydana gelen isyan­
lar, hükümet memurlarının yanlış tedbir ve harekâtı ve
bâzı tarafların teşvikleri neticesi olduğu bütün vukuf
erbâbınca bilinen bir hakikattir.
KEREK (2) VAK’ASI
Cemiyetçe seçilerek Suriye valiliğine tayin edilmiş
olan askerî âmirlerden İsmail Fâzıl Paşa’nın, hac yolu­
nu korumaları için her sene Devlet hazînesinden Kerek
Araplanna verilmekte olan binsekizyüz lirayı, kendisi­
ne yapılmış olan bir çok nasihatlere rağmen, "çöldeki
çıplak Araplara Meşrutiyet'te de mi haraç vereceğiz"
diyerek kesmesinden ileri geldiğini, çoğunluk partisine
mensup Şam meb'uslanndan ve sonradan Ayan
hey'etine tayin edilen Abdurrahman Bey'den bizzat
duydum.
Eskiden beri almakta oldukları âidâtlannın kesilme­
sinden müteessir olan Araplar, Mutasarrıflık merkezine
saldırarak birçok memuru ve halkı öldürdükleri için,hü­
kümet tarafuıdan üzerlerine askerî kuvvet gönderilerek
cezalandırılmışlar ise de, Vâli'nin binsekizyüz lira gibi
az bir parayı esirgemesi ve idârecilikteki bilgisizliği, as­
kerden ve itâatlı halk ile âsîlerden bir çok kimselerin
ölmesine ve hazîneden de üç—dörtyüzbin lira kadar bü­
yük miktarda bir pranm sarfına sebep olduğu mezkur
Abdurrahman Bey'in ifadesinden anlaşılmıştır.
ARNAVUTLUK HÂDİSESİ
Bu İsmail Fâzıl Paşa; ikinci defa olarak, Said Paşa
Kabinesi tarafından Arnavutları cezâlandırmağa me­
mur edilen ordunun başına getirilmiş olup oradaki yan­
lış hareketlerin neticesi hem mezkûr kabinenin düşme­
sine ve hem de Arnavutluk ayaklanmasının genişlemesi­
ne ve devâmına sebep olmuştur ki tafsilâtı aşağıda arz
olunacaktır.
Yukarda arz ve işaret olunduğu gibi, İttihad ve Te
rakki Cemiyeti kendisine karşı olma istidâdında bulu­
nan her kuvvetin kırılması ve yok edilmesi tarafını tu t­
tuğundan, bunlar içinde; kuvvetli bir mevkie sâhip ol­
maları ve içtimâi teşkilatlan sebebiyle en mühim olarak
Arnavutlan görüyor ve Cemiyetin merkezi olan Selânik
de mânen Arnavutluk'un tehdidi altında bulunuyordu.
Gerçi Meşrutiyet'in ilânı esnâsmda vatanın kurtuluşu
için Arnavutların birçoğunun verimli çalışmalan görül­
müş ise de, bu millet Anadolu halkı gibi yaradılıştan
sâkin ve her emre itaatli olmayıp, içlerinde ay dm fikirli
olanların ikazı ile yavaş yavaş hakikatleri anlayarak,
memleketlerinin menfaati i^in lüzumunda birlikte hare­
ket etme kabiliyet ve istidadında olduklarından, Cemi­
yet bunlara boyun eğdirmek ve istediği yolda kullana­
bilmek için ilk önce ellerindeki silâhlann alınmasına lü­
zum gördü.
O sırada Kosova Valiliği'ne tayin edilen Mazhar Bey'
in, bütün işi, bu maksadın başlangıcını hazırlamak ol­
duğu, mahalli memurlar vesâir tarafsız kimselerce bü­
tün delilleriyle tâyin ve tesbit edilmiştir.
Arnavutlar husûsi' durumlan ve mevkileri icabı öte­
den beri, hükümetin bâzı müsâadelerine mazhar olmuş,
memleketlerinde, kanun namına kendilerince benim­
senmiş bâzı usul ve kaidelere uygun olarak hareket et­
miş olduklarından; mükellefiyet getiren umûmi kanun­
ların başka vilâyetlerde olduğu gibi orada da tamamen
tatbîki hususunda vilâyet makamınca şiddet gösteril­
mesi ve o esnâda sakal ve yumurta vergisi nâmı ile yeni
vergiler getirileceğine dair bâzı uydurma sözlerin şâyi
olması ekseriyet itibâriyle çabucak infial gösteren ve
sinirlenen Arnavutlan, âdet ve alışkanlıktan icâbı hoş­
nutsuzluk ve muhalefet eserleri göstermeğe sürükledi.
Cemiyeti temsil eden hükümet ise, bu muhalefeti, dü­
şündükleri maksadı elde etmek için tam bir vesile saya­
rak askerf kuvvetle Arnavutlan cezalandırmağa karar
verdi.
Bu mesele Meb'usan Meclisi'nde görüşüldüğü esnâda
Arnavut meb’uslar, ilk önce hükümet emirlerine uyma­
nın vâcib olduğunu uygun bir lisan ile Arnavutlara an­
latmak için bir nasihat hey'etinin gönderilmesini teklif
ettiler ve muhâlefet yolunda ısrar etmedikçe vatan ev­
lâdı olan bir çok müslümanın kanının dökülmesi, Ru­
meli'nin anahtan sayılan Arnavutluk'un imha ve peri­
şan edilmemesi yolunda istirhamda bulunmuşlar ise de,
bu teklif ve dilekleri, ekseriyet partisi ve onun hüküme­
ti tarafından kabul edilmedi. Mahmud Şevket Paşa ku­
mandası altında, bir ordu gönderilerek Amavutlar şid­
detle cezâlandınldı ve birçoğu da kanlarının yanında
dövülerek kinci bir hareketle horlandı ve ellerinde ne
kadar silâh varsa süs silâhlarına kadar hepsi toplandı.
Gerçi hükümet; Rumeli’nin sağlam bir kal'esi olan
Arnavutluk 'u kuvvetle cezâlandırmakla Osmanlı âle­
mine karşı kuvvet ve kudretini gösterdi amma,haki­
katte bundan Balkan milletleri faydalandı, Osmanlı
âlemi ise zarar gördü. Çünkü Sırbistan ile Karadağ ara­
sında bulunan ve çok yeri güç geçilebilir dağlar ve or­
manlardan ibaret olan Arnavutluk’un bir milyondan
fazla cesur ve cengâver halkı Sırplılarla Karadağlıları
korkutmaktan geri kalmıyor; Bulgarlarla Yunanlılarda
bir dereceye kadar bunlardan gocunuyorlardı. Balkan­
lar arasında hatırı sayılır bir engel olan Arnavut kuvve­
ti bu suretle yaralanarak âtıl bırakılmakla, Balkan hü­
kümetlerinin o yönden serbestçe hareket etmeleri ve
sonradan birbirleriyle anlaşıp aleyhimize ittifak yapmalan kolaylaştırılmış oldu.
Diğer taraftan Arnavutların Katolik mezhebinden
olup anlaşmazlık, ırk ve mezhep ayrılığı dolayısiyle
Karadağlıların eski düşmanı sıfatıyla harp ânında Os­
manlı askeri ile birlikte hareket eden Malisör'lere de
ayni baskı yapılarak silâhları ellerinden alındı. Bu ba­
kımdan kırılan bu zümre de, Karadağlılar tarafını tut­
tular. Halbuki Arnavutluk'taki Katolikleri Avusturya
Devleti korumakta olduğundan, Hükümet sonradan bu
yanlış karanndan dönerek Malisor'lerin silâhlannı geri
vererek, istemiş olduklan bâzı şeylere müsâade etmiş
ise de, bu muâmele Müslüman Arnavutlan üzmek ve
öfkelendirmekten başka bir işe yaramadı. Nitekim bu
Malisör'ler, Balkan Harbi'nde Karadağlılarla birleşerek
bize karşı silâh kullandılar.
işte Hakkı Paşa’nın Meb'usân Meclisi kürsüsünde,
Osmanlı tacının bir pırlantası olarak vasıflandırdığı Arnavutluk'u, o şanlı ve büyük taçtan kopanp atan bu
akılsızca tedbir ve hareketler, Balkan hükümetlerini
aleyhimizde birleşmeğe sevk ve tahrik ederek sonradan
bütün Rumeli'nin elimizden çıkmasına yol açan sebep­
lerin başlıcalarındandır.
RUM KİLİSESİNE KARŞI TAKINILAN TAVRIN
YUNANLILARI BULGARLARA YAKLAŞTIRMASI
Meşrutiyet'in ilânı, gelecekteki saadetimiz hakkında
Avrupa'da iyi bir düşünce ve ümit meydana getirdiğin­
den, Rumeli'deki yabancı subaylar geri çağrılıp Make­
donya'da düzenin sağlanması, hükümetin icrâatına bı­
rakılmış ve Bulgar çeteleri dahi geleceği bekleyerek ha­
reketlerini durdurmuştu. Hükümetle bu müsâit andan
faydalanılarak idârede düzenlemeler ve hele en çok
herşeyden önce Makedonya'da, içte ve dışta hoşa gide­
cek şekilde iyi ve muntazam işleyen bir idâre sistemi
kurulmasına hemen girişilmesi son derece ehemmiyet­
li ve lüzumlu iken, bu mühim vazife ihmâl edilip aksine
bir Arnavutluk meselesi yaratılmakla bütün ümitler yok
edilmiş oldu ve Rumeli öncekinden beter bir hâle gel­
di. Rum cemaatına mahsus husûsi mekteplerde, asnn
ileri ilmine uygun, kendilerince hazırlanmış olan prog­
rama göre yapılmakta olan öğretim usulünün yerine;
Maarif Nezâreti'nin umumî ders cetvellerinin tatbikine
ve mezkur mekteplerin lüzumundan fazla teftişlerine
ehemmiyet verilerek, bu ve buna benzer durumlarda
Nezâret'ten Patrikhâne'ye şiddetli emirler verilmeğe
başlandı. Cemiyetin taraftan ve belki de fikirlerinin
tercümanı sayılan gazeteler de bu mes'eleleri ele alarak
Rumlar aleyhinde şiddetli mânâda makaleler neşrede­
rek bunlan Yunanlılıkla suçlamağa kadar ileri vardılar.
Bu arada Girit meselesini de yazılanna konu ederek, İs­
lâm umumi efkârını Rumlar aleyhine heyecanlandırıp
ayaklandırarak, o anlarda devletin hayatı bir dayanak
noktası olabilecek uzlaşma ve anlaşma gibi önemli bir
yolun aksini tuttular. Hükümetin, emirlerinin yerine
getirilmesi hususunda takip ettiği şiddetli muâmeleler,
mezkûr gazetelerin neşriyatı, Patrikhane’nin Fâtih’ten
beri sâhip olduğu imtiyazlann kaldırılması, Rum cemâatmda medeni sahada ilerlemesinin hükümet tarafından
engellenmek istendiği zannmı kuvvetlendirerek adı ge­
çen cemâatin güvensizliğine ve hoşnutsuzluğuna yol
açıp hükümetle patrikhâne arasında nefret ve çekişme­
ler yarattı.
Hakikatte Rum milletini diğerlerine daha üstün sa­
yan bu imtiyazlar, Kanûn—ı Esâsî’nin bütün Oşmanlılara vermiş olduğu eşitlik prensiplerine uymuyorsa'da
henüz tatbik mevkiine konulan mezkûr kanunun sağla­
dığı hürriyet ve adâletten, cins ve mezhep farkı gözet­
meksizin bütün Osmanlılann müsâvi şekilde faydalan­
makta olduklan yapılacak işlerle tahakkuk etmeden,da­
ha önceden ellerine geçirmiş olduklan imtiyazlan mu­
hafazaya çalışmaları tabii idi. Esasen Meşrutiyet tama­
men inkişâf ettiğinde herkes aynı hakka sâhip olaca­
ğından bu gibi imtiyazlann kendiliğinden ortadan kal­
kacağı âşikârdır.
,
Rumeli'ndeki kiliseler meselesinden dolayı Rum ve
Bulgar cemâatları arasında öteden beri mevcut olan
nefret duygusu, Patriklik makamından Çulgarlar aleyhi­
ne çıkan azletme kararı ile şiddetini arttırmış ve devlet
dâhili siyâseti bakımından bundan fayda görmekte
iken, hükümetçe Rumlar hakkında girişilen bu hareket,
birbirine düşman olan bu iki millete, geçmişi unuttura­
rak aralarında yaklaşma ve anlaşmalarına vesile oldu.
Bu yaklaşma neticesi, Sofya ve Atina Üniversiteleri ta­
lebeleri aralarında karşılıklı ziyâretler yaptılar. Yunan
veliahdinin de bizzat Sofya'ya gitmesi bunu iyice kuv­
vetlendirerek aleyhimizde yapılmış olan Bulgar, Sırp ve
Karadağ ittifakına, sonradan Yunan devletinin de katıl­
masını kolaylaştırdı ve sağladı. Milletlerarası yaklaşma
ve anlaşmaların hakiki sebeplerinin menfaat olduğu
kimse tarafından inkâr edilemez.
Yukarda arz ve beyan olunduğu, aşağıda da geniş
olarak açıklanacağı veçhile Hükümet'in, daha Meşrû­
tiyetin başında, çeşitli milletlerden meydana gelmiş
olan Osmanlı topluluğunu birleştirecek ve devletin
bünyesini kuvvetlendirecek tarzda iyi bir siyâset kuramaması içte bozgunluğu, dışta da aleyhimizde Olan bir­
leşmeleri doğurmuş ve bunun neticesi olarak uğursuz
Balkan Harbi'nin çıkışını hazırlamış olduğu, durumu
kavrayabilen aklı başında her insan tarafından bilinen
ve söylenen şeydir. Zira İslav istilasına karşı, milli var­
lığını ve siyâsetini korumağa mecbur olan Yunan dev­
letinin bizimle işbirliği yapması kendi siyâsî menfaati
icabı olduğundan, Girit mes'elesinin hallinde mâkul ha­
reket ederek bu devleti kendi tarafımıza çekmek müm­
kün ve vâcip iken, aksi yapılarak büyük bir fırsat kay­
bedildi. Ve bu gibi hatâlar yüzünden Rumeli tamamiyle elden gitti.
Hilâfete bağlı müslümanlarm mühim bir kısmı ve
saltanatın tamamlayıcı bir parçası olan Arap Milleti
hakkında da ayni yol tutuldu. Kanun—ı Esâsı’nin
vermekte olduğu geniş yetki dâiresinde hiç bir faydalı
ve düzenli iş ele alınmayıp aksine Suriye mahkemele­
rince verilen kararların ve bunlara âit ilâmların bundan
böyle Arapça yazılmayıp resmf lisan olan Türkçe ola­
rak yazılması mahallf adliye idaresine resmi' bir emirle
tebliğ edildi. Halbuki bölgedeki dil Arapça olduğundan
mahkemelerin Arapça cereyanı tabîı olduğu gibi ilâm­
ların da o lisan ile yazılması zaruri idi. Bu alışılagelmiş
usulün değiştirilmemesi, hükümet kaideleri ve adâlet
bakımından faydalı idi. Nitekim Arabistan Şeriat mah­
kemeleri tarafından verilen kararlara âit ilâmlar eski­
den beri mahalli lisan ile yazdmakta ve o ilâmlar tem­
yiz edildikte İstanbul’da tetkik edilmektedir. Bunun
için bu yanlış tedbirler Suriyeliler üzerinde büyük
üzüntüler meydâna getirdi.
Bir taraftan Türk milliyet ve hâkimiyetinin inkişâfı­
na çalışmak düşüncesiyle, İstanbul’da cemiyetler kur­
dular ve aşırı düşünceye sâhip gazeteler de bu maksadı
benimseyerek, memleketin ınenfaatlanna uygun olma­
yacak bir tarzda neşriyâta başladılar. Hattâ öteden be­
ri devlet işleri ile ilgili yazışmalarda kullanılmakta olan
"Devlet—i Aliyye’ tâbirini bile terk ve ihmal ederek bu­
nun yerine "Türkiye" ve "Genç Türk Hükümeti" gibi
tâbirler kullanmağa başladılar. Bunların hepsinin Ce­
miyetin teşvikiyle yapılmakta olduğu düşüncesiyle,
Araplar da kendi hak ve menfaatlarını korumak kasdiyle Arabistan'da mühim cemiyetler kurdular ve Arabis­
tan'da da, merkeziyet sisteminin dışında olarak umumi
İslâhat yapılmasını istediler.
Said Paşa kabinesinin düşmesinden sonra, yaptığı
hataların nasıl tehlikeli neticeler doğurduğunu anlayan
Cemiyet yine kendi gücü ile malum B â b -ı Ali Hâdisesi­
ni yaratarak ikinci defa iktidar mevkiini elde edince, ilk
programını değiştirerek, eskiden yaptığı bütün hatâları
düzeltme yolunu tutup Suriye adliyesine vermiş oldu­
ğu emri kaldırarak, Arapça'nın Suriye mahkemelerinde
Türkçe gibi resmî dil olarak kullanılmasını kabul etti.
Vaktiyle; Muhalefet reislerinden Kütahya Meb'usu Ferid Bey’in hazırlayarak meclise vermiş olduğu, fakat
Hakkı Paşa Kabinesi'nin şiddetli muhâlefeti karşısında
akfnı kalmış olan, merkeziyet sisteminte uymayan "Vi­
lâyetler Kanunu" tasarısını ele alarak bâzı değişiklik- ’
lerle yüıürlüğe koymaları, Suriyelileri bir dereceye ka<Jar memnun ve içlerinden birkaç önemli kimsenin
Ayân âzâlığına tâyini hatırlarını hoş etti ise de, Ara- bistan umumî efkârı tamamen tatmin olunamadı. Ga­
zetelerde bu mes’eleler hâlâ konu edilmektedir. İşte bu
dönüş hareketi, yukarda beyan edilen eski hatâların
açıkça kabul edildiğini belirtmesi bakımından beğenile­
cek bir harekettir.
s- Şurası da bilhassa kayıt ve zikre şayandır ki dirâyet
ve faaliyetleri asla inkâr edilemeyecek olan Cemiyet
ileri gelenlerinin, yukarda sayılan ve beyan edilen bu
aksi tedbirleri siyâsî kanâatlerinin neticesi olmayıp .an­
cak siyâsî düşmanlarına üstün gelmek, mevki ve hâki­
miyetlerini korumak fikrine dayandığından, bu yanlış
ve garazkârâne hareket ve tutumlan ileelden çıkmasını
hazırladıkları Rumeli kıt'asmdan önce kendi düşmeleri­
ne sebep olmuştur ki tafsilâtı aşağıda arzolunacaktır.
TRABLUSGARB ’IN KAYBINA YOL AÇAN
AKIL ALMAZ İCRAAT
Bu belalar silsilesinin en mühimmini yani Balkan
Harbini doğuran sebeplerin en tesirlisi de, Trablusgarb
muharebeleri olup bu meselede de başlıca sebep; Hakkı
Paşa Kabinesi'nin, hayret edilecek derecede olan akıl­
sızca hareketi ve gaflet içinde olup ileriyi görememesi­
dir.
Bilindiği gibi Trablusgarb ile Bingazi ülkeleri saltanat
merkezinden uzak ve buralara hudud bulunan Mısır,Tu­
nus bölgeleri de yabancı askerlerin işgali altında oldu­
ğundan, donanması kuvvetli bir devlet tarafından bura­
lara bir saldırı olduğunda asker gönderebilmek imkân­
sız bulunduğundan daha önce burada merhum Recep
Paşa gibi muktedir bir mareşalin kumandası altmda,
mükemmel bir asken kıt'a bulundurulduğu gibi, lüzu­
munda yerli halk ve Araplardan yardımcı kuvvet mey­
dana getirilerek kullanmak üzere ihtiyaca yetecek ka­
dar silâh ve şâir mühimmât depolarda saklanmakta idi.
Müteveffâ İtalya Başvekili Crispi (3) ile Lord Salisbury
(4) arasında geçen ve geçenlerde Avrupa gazetelerinde
yayınlanan, siyâsi yazışmalardan anlaşıldığına göre
İtalya Devleti, uzun zamandan beri Trablusgarb'ı istilâ
etmek fikrinde olup, Fransız'lann Tunus'u işgal etmesi
üzerine bu maksadına erişmek için fırsat gözetmekte ve
bununla beraber Trablus’ta banka kurmak ve buna ben­
zer iktisadı menfaatler sağlamak suretiyle İtalya umûm f efkarını oyalamakta idi.
Meşrutiyet'in, ilânından sonra bütün düşüncelerin
üstünde olarak uğradığı talihsizlik İtalyanlar'ın bu ümi­
dini kuvvetlendirmekle beraber iktisâdı' teşebbüsleri
için Bâb—ı Ali'ye vâki olan mürâcaatlan, siyâset adamlan/ııızın çıkardığı engeller ve güçlükler ile karşılaştı­
ğından, Giolitti kabinesinin sabrı tükenmeğe başladı.
İşte bu sırada Mahmud Şevket Paşa, Trablusgarb mer­
kezinde bulunan askerî kuvvetin mühim bir kısmını mühimmâtı ile birlikte Yemen'e göndermeğe karar vere­
rek, icrâsmı Trablusgarb kumandam Müşir İbrahim Paşa'ya emretti. İbrahim Paşa, bu olaydan doğacak zarar­
ları, İtalyanlann Trablusgarb hakkındaki niyet ve te­
şebbüslerini bütün açıklığıyla Harbiye Nezareti'ne du­
yurarak oradaki askerin naklinin, Trablusgarb'ın İtalyanlara tesliminden başka bir şey olamayacağını bil­
dirdi, feryad etti ise de kimseye dinletemedi. Sonunda
askeri'kuvvet mühimmâtı ile birlikte Yemen'e sevkedildi. Trablusgarb'ta jandarma vazifesini görebilecek pek
az miktarda asker bırakıldı. Bununla da kanaat edilme­
yerek "Sabah” gazetesinin sâhibinin tasarrufu altında
bulunan ''Kayseri” vapuru kiralanarak Trablus askerî
depolannda ne kadar silâh varsa İstanbul'a getirildi.
Hattâ, idarenin mihveri olan Vali ile Askeri Kumandan
da İstanbul’a getirtilerek o koca vilâyet iki mühim ida­
recisinden mahrum bırakıldı. Hayret edilecek bir şekil­
de bu geniş bölge tamamen müdâfaadan ve idâreden
mahrum bırakılarak İtalyanların istilasına açık ve âdeta
onlann işgaline âmâde bir hâle getirildi.
Bu durumu öğrenen İtalya hükümeti, daha önceden
başlamış olduğu hazırlıklarını tamamlayarak, mühim
bir donanma ve büyük bir ordu ile ansızın Trablus­
garb’a saldırarak vilâyet merkezi ile sâhildeki mühim
noktalan işgal etti. Ve Bâb—ı Ali'ye bir nota göndere­
rek Ittihâd ve Terakki Cemiyeti Hükümetine karşı harp
ilân ettiğini açıkça bildirdi.
Çok şaşılacak bir hâldir ki Hakkı Paşa, uzun müdde(
elçilikle Roma'da, Asım Bey de Sofya'da bulunmuşlardı.Cemiyet ileri gelenleri tarafından biri Sadâret,diğe
ri de sonradan Harbiye Nezâreti'ne getirildikleri halde,
bu kimseler, nezdinde bulunduktan hükümetlerin, dev­
letimiz hakkmdaki zararlı maksat ve harp hazırhklannı
anlamayarak bu iki hükümetin hakkımızda iyi niyet
besledikleri hususunda kabine arkadaşlarına teminat
verdikleri gibi, büyük ve küçük devletlerle aramızda
olan münâsebetlerin iyi bir şekilde yürüdüğünü
Meb'usan Meclisi'nde de beyan ettiler. Hadiseler ise az
zamanda bunun aksini ispat etti. Dirâyet sahibi olduğu
bilinen bu iki muhterem zâtın, işin hakikati şöyle dur­
sun, dış görünüşünü bile takdir edememiş olduklan
anlaşıldı.
^<
TRABLUSGARP HARBİNİN LÜZUMSUZ
YERE UZATILMASI
Trablusgarb ve Bingazi'de oturan bütün halk ve
Araplar, din gayreti ve yaradılışlanndan gelen cesâret
ile Italyanlann bu haksız saldırısına karşı birlikte mü­
dâfaaya ve karşı koymaya giriştiler. Bunlara asken
kuvvetle yardım imkânı olmadığından, resmen tarafsız
kalmış olan Mısır ve Tunus'tan kaçak olarak mühim­
mat, para ve erzak gönderilmesine çalışılmış ve husu­
siyle cemiyet, yanlış ve noksan hareketlerini imkân nisbetinde giderebilmek gayesiyle buraya yâni harp sâhasına en iyi ve becerikli zâbitlerden bâzılarmı göndere­
rek bunlar vâsıtası ile, Trablus'ta bırakılmış olan az
miktardaki asker ile Araplan harp usulüne uygun ola­
rak İtalyanlara karşı harekete geçirip, müslümanlığa,
Osmanlılık cesâret ve yiğitliliğine yaraşır yararlıklar
gösterilmiş ise de bu gibi şanlar altında bir avuç asker’ le başıbozuk Arapların tâlimli ve muntazam İtalyan
Ordusu ve her biri bir kale gibi olan donanmasına kar­
şı duramayacakları, ve bundan dolayı harbin uzaması,
daha önce Cezâyir'de denendiği gibi can ve mal kay­
bından başka bir işe yaramayacağı âşikâr olduğundan,
hiç olmazsa Bingazi'yi kurtarmak ve Trablus müslüman
halkı için geniş haklar temin etmek esas şartı ile, İtal­
yanlarla sulh müzâkeresine girişilerek harbe son ver­
mek ve böylece Akdeniz'i geliş ve gidişimize açmak
devlet hakkındaki en hayırlı işi olacaktı. Çünkü İtalyan
hükümeti, açık denizdeki donanmasını islim üzerinde
tutarak dâima asker ve malzeme sevk etmek mecburi­
yetinde olduğundan, bunun da kendilerine tahminin
üstünde büyük masraflar yüklemekte bulunması cihe­
tiyle böyle bir teklifi kendisi içinde uygun bulması ih­
timâli kuvvetli idi.
Fakat en mühim siyâsî olaylarda bile hissiyata uya­
rak umumî efkân kazanmak ve o sâyede mevkilerini
kuvvetlendirmekten başka bir şey düşünmeyen Cemi­
yet ileri gelenleri, Trablus ile Bingazi'ye para, erzak ve
mühimmat yetiştirerek Arapları gayrete getirmeğe ça­
lışmaktan ve faydasız olarak harbi uzatmaktan kendile­
rini alamadılar.
İtalyan hükümeti ise bizim Trablus ve Bingazi'ye
yapmakta olduğumuz yardımı önlemek için Oniki
Ada'yı işgal ederek zaten gemilerimize kapalı olan de
niz yolunu iyice kendi kontrolleri altına alıp, Balkaı
hükümetlerini de bizimle harp etmeleri için tahrik v»
teşvike başladı.
MUHALEFETİN KUVVET KAZANMASI ÜZERİNE
MECLİS 'İN DAĞITILMASI VE USULSÜZ
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ
Diğer taraftan, Trablusgarb Bölgesinin uğradığı bu
kötü saldırıya, Hakkı Paşa Kabinesi’nin düşüncesiz ve
yanlış hareketlerinin sebep olduğunu yakînen bilen
Trablus ve Bingazi meb'uslan, vatanın uğradığı bu bü­
yük kaybın tesiri ile mezkur kabinenin mahkeme altına
alınması için diğer bâzı meb'uslarla işbirliği yaparak
Meclis Başkanlığı'na bir takrir verdiler. Mes'elenin tah­
kiki için meclisce kurulan encümene, Müşir İbrahim
Paşa defalarca çağrılarak kendisinden kâfi izâhat alın­
dı. Miîcib sebepleri ve inandırıcı deliller hazırlandı. İş­
bu takrir ile geniş sebeplerini belirten mazbata ve di­
ğer evrak Meb'usan Meclisi'nde mevcuttur. Alınarak
okunduğunda bu hakikat tamamiyle açıklığa kavuşur.
Mezkûr meb'uslann bu teşebbüsü Cemiyete karşı acı
bir darbe olmakla beraber, evvelce Cemiyet'ten ayrıla­
rak müstakil bir gnıp kurmuş olan meb'uslar bâzı
mes'elelerde muhâliflerle birleşerek ekseriyet partisi­
nin nüfuzunun azalmasına yağdım ettiklerinden, Cemi­
yet, Meb'uslar Meclisi'ne tefessüh etmiş gözü ile baka­
rak dağıtmağa ve bu suretle Hakkı Paşa Kabinesi'ni Yü­
ce Divan'a sevk olunmak tehlikesinden kurtarmaya ka­
rar verdi. Fakat Kanun—ı Esâsı’de daha önce yapılmış
olan değişiklik, Padişah'm bu husustaki haklarını kısıt­
lamış olduğundan Pâdişâh adına meclisi kapayabilmek
için 35. maddenin tekrar değiştirilmesi Meclis’e teklif
edilmiş ise de üçte iki çoğunluk sağlanamadığı cihetle,
mezkur kanunun başka bir maddesine dayanılarak
mes'elenin halli lâzım gelmişti. Zâten bu gibi hususlar­
da vukuf ve mehâreti teslim edilen Ayân Reisi Said Pa­
şa, daha önce Sadâret'e getirilmiş olup kendisinin muvâzaa suretiyle istifâsı ile, hemen ayni kimselerle kur­
duğu yeni Vekiller Hey'eti de daha önceki istekte isrâr edip Ayân Meclisi'nin de mütâlaası alınarak
Meb'uslar Meclisi tatil edildi ve seçim şekli aşaşıda arzolunacak olan ikinci Meclis—i Meb'usan mezkûr mad­
deyi tekrar değiştirdi.
Kanun yapıcının; buna dair olan mâlurn maddeyi ka­
nuna koymaktan maksadı, Meb'uslar Meclisi'nin onayı­
na sunulacak bir hususun reddi takdirinde Vekiller
Hey'eti istifaya mecbur olursa, başka bir zâtın kuraca­
ğı hükümet önceki kabinenin isteğini, devlet ve millet
için faydalı görüp de aynı istekte bulunursa, bu defa
Meclis dağıtılarak yeniden seçime gidilip Millet'in reyi­
ne müracaatla hakikatin meydana çıkması ve bu suretle
umumi menfaatlann düşünülmesi idi. Yoksa ilk teklifi
yapan kabinenin, teklifinin reddedilmesi sebebiyle isti­
fa etmesi, yine o mevkii işgal ederek eski isteğinde İsrar
etmesi bu maksadı temin edemeyeceğinden, Said Paşa'
nm şu danışıklı döğüş hareketi ve Meb'uslar Meclisi'nin
dağıtılması olayının kanunun ruhuna uygun olamaya­
cağı bütün hukuk âlimlerince tereddütsüz tasdik edilir
kanâatmdayım.
Gerçi önceki hata düzeltilmiş oldu, lâkin bu ikinci
değişiklik, hakıkatta kanunun Padişahbk Makamı'na
temin etmiş olduğu yüksek hakların geri verilmesi ve
bu suretle kuvvet eşitliği elde edilmesi için yapılmış
olmayıp, yukarda açıklanan maksadın elde edilmesi,
icabında kendilerine karşı çıkanlar aleyhinde kullanıl­
mak üzere garaza binâen alınmış bir tedbirdir. Çünkü
yukarda işâret edildiği gibi Cemiyet, Otuzbir Mart
Vak'asmdan faydalanarak Padişah'ı değiştirmeye mu­
vaffak olunca, O makamın bütün hukuki kuvvetini
kendi inhisânna almış ve Padişah haklarını kendi he­
sabına kullanmağa girişmiş olduğundan şimdi de o
hakların genişletilmesi kendi hususi menfaatleri ica­
bından idi. Nitekim Sadnâzamlık ve Şeyhülislâmlığın
Padişah tarafından emniyet ve itimâd edilecek kimse­
lere verilmesi, kanunen Padişah’a mahsus ve münhasır
bulunduğu halde, vâki değişikliklerde bıı hakkın kul­
lanılmasına imkân verilmediği ve Pâdişâh yedinde hiç
bir salâhiyet ve iktidar bırakılmadığından bu üzücü
hâllerin meydana geldiğini; hakkımda gösterilen em­
niyet ve itimad netcesi ikinci d efa olarak Şeyhülislam­
lığa tayinimde, Padişah'ın kendisinden işiterek çok
müteessir ve dertli olmuştum.
Medeniyetçe ileri olan Fransa ve İngiltere hükümet­
lerinde Kanun—i Esâsıv'nin değiştirilmesi, bir çok usul
ve kaidelere tâbi olduğu ve hayli müddet beklemeği
icap ettirdiği esasları, medeni milletler nezdinde kanu­
nun derece ve önemini belirtir. Bu bakımdan medeni­
yet bilgisini kendilerinden almakta olduğumuz millet­
lerin yaptıklarını örnek tutmayıp, milletin hak ve hu­
kukunu düzenleyen Kanim—i Esâsî’mizi, hususî menfa­
at ve hislerimize uydurmak için böyle ikide bir değiş­
tirmeğe kalkışmak ve meşk tahtası gibi oyuncak yap­
mak, Meşrutiyet'imiz hakkında iç ve dış emniyetin
kalmamasına yol açacağı gibi akıl ve hamiyet sâhibi
kimseler için de büyük bir üzüntüyü mucib olsa gerek­
tir.
.
,
*
ALEYHİMİZDE BALKAN İTTİFAKININ
DOĞMASINA FIRSAT VERİLMESİ
Devlet'in böyle içte kararsızlık ve ihtilâl dışta savaş
ile uğraştığı ve Akdeniz'deki geniş sâhillerin kuvvetli
bir düşman saldırısına uğrayıp Çanakkale Boğazı dışına
sevkiyat ve nakliyat yapamadığını gören Bulgar Hükü­
meti, öteden beri düşünmekte olduğu Makedony'mn
bölünmesi işini tatbik sâhasma koymak zammın geldi­
ğini anlamış ve Bulgaristan Krallığı'nm ilânı hususu ön­
ce Sobranya'ca görüşülerek, krallığı idare edebilmek
için Edirne vilayeti ile Makedonya'nın Bulgaristan’a ka­
tılması ileri sürülerek bu maksadm elde edilmesi için
Bulgar Kralı’mn icab eden hükümetlerle gizli anlaşma­
lar yapabilmesi için kendisine mezuniyet verilmesi ka­
rar altına alınmış olduğundan ve evvelce silâhlarının
toplanmış olmasından dolayı Arnavutluk bakımından
bir korkulan kalmadığından ve merkez komitesinin ka­
rarlarına Italyanlann teşvikleri de katıldığındn Bulgarlar bu fırsatı kaçırmamak için hemen Sırp ve Karadağ­
lılarla görüşmelere başlayarak; Said Paşa kabinesi iş, ba­
şında iken yâni Nisan içinde aleyhimize olarak mâhuf
anlaşmayı yapıp imza ettiler.
Bulgar Ümıimî efkârını, kendi inançlannca bir kut­
sal savaşa hazırlarken, Yunanlılan da bu anlaşmaya ça­
ğırarak kuvvetlerini arttırmak ve galibiyetlerini temin
etmek fikir ve isteğinde bulundular.
Halbuki Sırbistan'ın genişlemesi, Avusturya'nın
menfaatlanna aykırı olduğundan, bu devlet öteden
beri Sırplılara güçlük çıkarmaktan geri kalmaması,
diğer taraftan Bulgaristan'ın da genişleyerek kuvvet
kazanması dolayısıyla Sırbistan'ın bu iki kuvvet ara­
sında ezilerek bilâhere yok olma tehlikesine düşe­
ceğini Sırp siyâset adamları takdirden âciz kalmadık­
tan gibi; 1Slavlığın Balkan Yarımadası'nda gelişmesi
bizim kadar Yunanistan'ın da zararını ve belki de bat­
ması neticesini doğuracağı Yunan Vekiller Hey'eti
Başkanı Mösyö Venizelos'un uzak göıüşlülüğünce ma­
lum olduğu cihetle, Balkanlar arasındaki bu iki hükü­
meti tarafımıza çekerek anlaşma yapmak ve Balkan
Yanmadası'nda Devlet'in menfaatlerini temin edecek
bir muvâzene meydana getirmek kolay ve kabildi.
Hattâ Atina Maslahatgüzânmız, Mösyö Venizelosile
Girit meselesini görüştüğü esnâda, Ada'nın Osmanlı
Devleti hâkimiyeti altında kalmak ve her sene bir mik­
tar vergi vermek esâsıyla bir anlaşma yapılması üzerin­
de mutabakata varmış, bu hususta hükümet ileri gelen­
leri ile görüşmek üzere İstanbul'a gitmek hususunda
Venizelos'un iznini alarak, o vakit Hariciye Nazırlığı
uhdesinde bulunan Sadnâzam Hakkı Paşa'ya yazmış ve
bunu defalarca tekrarlamış olduğu halde müspet veya
menfi bir cevap alamamıştı.
Yine ayni zat,Osmanlı Devleti ile Sırp Hükümeti ara­
sında bir ittifak muâhedesi yapmak için Atina'da bulu­
nan,Sırp Elçisi ile hususi olarak başlattığı gizli müzakere,
Sırbistan Hâriciye Nâzın Mösyö Milavanoviç'in elçile­
rine bu iş için telgrafla izin vermesi üzerine resmiyete
döndüğünden, o sırada Hâriciye Nezâreti'ne tayin edil­
miş bulunan Asım Bey'e bildirip talimat istemiş,isteği­
ni tekrai- tekrar hatırlatmış ise de, Bâb—ı Âli her ne­
dense pek mühim olan bu meseleyi dikkate almayarak
mezkur maslahatgüzâra
bir cevap yazılmasına bile
lüzum görmemiş ve bu değerli fırsatı kaçırmıştır. Niha-
yet bu teşebbüsün faydalı bir neticeye varmaması, Bul­
garların bu bakımdan yapmış oldukları mâhirâne siyâsf
çalışmaların sonucu Balkanlılar arasında anlaşma ve
birleşmeler meydana geldiğinden bahisle üzüntülerini
bildirmek için mezkûr maslahatgüzarın Hariciye Nezareti'ne yazmış olduğu yazıya, keyfiyetten hiç bahsedilmeyerek okşayıcı bir cevap verilmekle yetinilmiştir.
Nezaret'ten ayrılışından sonra bir gün sahilhâneme
gelmiş olan Asım Bey'den bu mes'elenin aslını öğren­
mek istediğimde, olayları doğrulayarak; "bu hususa
dâir Atina Maslahatgüzan'ndan aldığım yazıyı aynen
Sadnâzam Said Paşa'ya verdiğim halde kendisinden ne
şekilde hareket etmemin lâzım geldiğine dâir hiç bir
emir almadığımdan, mezkûr maslahatgüzara talimat ve­
ren bir cevap yazamadım. Çünkü Sadnâzam, oğlu Ali
Nâmık Bey'in birdenbire bir elçiliğe tâyinini emrettiği
halde, usûle aykırı olmasından dolayı ilk önce bir müs­
teşarlığa tâyininin uygun olacağını arz ile emrini yeri­
ne getirmediğime gücendiğinden, arzlarım iyi kabul
görmüyordu" diyerek üzüntüsünü beyan etmiştir.
GİRİT MESELESİ BÜYÜTÜLEREK
YUNANLILARIN BALKAN İTTİFAKINA İTİLMESİ
Harici siyasetimizde, gâh İttifak—ı Müselles, gâh İti­
lâf—ı Müselles'e meylederek sağlam ve doğru bir hare­
ket yolu çizilemediği gibi, Girit mes'elesi de her ne se­
bebe dayanıyorsa büyütülerek dışarda İttihad ve Te­
rakki klüpleri eliyle, Ada'nın, eski şekilde hükümet ta­
rafından idâresi için her taraftan Hükümet merkezine
telgraflar çektirilerek, İstanbul'da da yer yer mitingler
yapılarak bu yoldaki istek açığa vurulmakta ve halktan
Girid'in hangi tarafta olduğunu dahi bilmeyen bir ta­
kım kimseler "Girid bizim canımız, fedâ olsun kanı­
mız" gibi âmiyâne terânelerle sokaklarda dolaştırılıp
A ^
beyhude yere umumi efkâr heyecanlandırılmakta idi.
Yirmi seneden fazla bir zaman şehid kanı akıtılarak
sahip olunan Girid'in, bir taşını bile isteyerek vermeğe
râzı olacak bir müslüman .düşünülemez. Lâkin devlet,
donanmasının Yunanistan'a nazaran daha güçlü olduğu
bir zamanda,merhum Sadrıâzam Alı Paşa’nın bizzat gi­
derek düzenlemiş olduğu Halepa Kararnâmesi gereğince
muhtariyete yakın bir idâre düzeni kurmuş olduğu Girid Adası'ndaki müslümanlar, o vakit, Hıristiyanlara na-'
zaran üçte bir nispette iken bu gün beşte bir belki de
daha az bir miktara inmiş ve tutum ise büsbütün değiş­
miş olduğundan, bu mes'elenin evvelkinden daha geniş
bir ölçüde çözfrnünden başka bir çâre yoktu.
işte Bâb—ı Ali'nin bir müddetten beri, umumun his- .
lerine uyarak devlete hiç bir faydası olmayacak tarzda
giriştiği bu hareket tarzı, Sırplılan Bulgarlarla anlaşma­
ya sevkettiği gibi, Girid hakkında yapdan nümâyişler
ile ona eklenen boykot mes'elesi de Yunanlıları tama­
men gücendirmek ve Mösyö Venizelos'u da üzmekle
kalmadı. İslâv hükümetlerince tasarlanan Balkanlann
taksimi olayından faydalanabilmek için, teklif olunan
anlaşmayı kabule şevketti. Şartları etraflıca görüşüle­
rek hazırlanan bu anlaşma, Gazi Ahmed Muhtar Paşa'
nın iktidara gelmesini tâkip eden günlerde taraflar ara­
sında imza edildi.
Bu satırların yazıldığı sırada Fransa Cumhurbaşkanı
bulunan Mösyö Poincare'nin Başvekâlet ile Hâriciye
Nezâreti'ni uhdesinde bulundurduğu sırada Fransa
Meb'uslar Meclisi'nde yapmış olduğu konuşmadan anlâşıld.ğına göre, adı geçen zat, Osmanlı Hükümeti tara­
fından Makedonya'da henüz ıslâhata teşebbüs olunma- *
dığmdan dolayı Balkan hükümetlerinin sabrının tüke­
nerek aralarında anlaşma yaptıklarını, bunun için Ru­
meli'nde sür'atle ıslâhat yapılarak Osmanlı Devleti'nin
Balkan Hükümetleri saldırısına uğramamasını teminini
«
Said Paşa kabinesine tavsiye etmiş; Rusya Hâriciye Na­
zırı Mösyö Sazanof dahi, Duma'da^ Rumeli ıslâhatının
çabuklaştırılması hakkında Bâb—ı Ali'ye dostâne hatır­
latmalarda bulunduğunu açıklamış olduğu gibi, İtalya
ile sulh yapılarak Trablusgarb derdine bir an önce son
verilmesi devletin menfaati iktizâsı bulunduğunu yine
Mösyö Poincare ile İngiltere Hariciye Nâzın Sir Edward Grey de mezkur kabineye hatırlatmış oldukları
hâlde, bu mühim tavsiyeler hükümetçe lâyık olduğu
şekilde dikkate alınmayarak bir taraftan Trablusgarb'a
mühimmat ve erzak gönderilerek harbe devam edilmiş,
diğer taraftan da Cemiyet'e mensup olarak evvelce tâ­
yin edilmiş olan mülkiye memurlan ve Ittihâd klüpleri
marifetiyle yeni seçim yapılmasına çalışılmıştı.
SEÇİM YOLSUZLUĞU DOLAYISIYLA
ARNAVUTLARIN İSYANI
' ittihad ve Terakki Cemiyeti, eski Meclis'ten almış
olduğu dersin uyanıklığı içinde, yeni açılacak Meclis’te
kuvvetli bir mulıâlif parti bulundurmamak ve bilhassa
eski Meclis'te güç kazanmış olan itirazçılann tekrar se­
çilmesine meydan vermemek düşünce ve niyetinde bu­
lunduğundan, seçim esnâsında medenî memleketlerde
geçerli propaganda denilen teşvik ve inandınnanın üs­
tünde her türlü zor ve şiddet kullanarak, istediği kimse­
leri Meb'us seçtirdi. Eski nazırlar ve bilhassa bunlar ara­
sındaki Arnavut Meb'uslar, seçilmekten mahrum bıra­
kılarak umutsuzluğa süniklendi. Tabii onlar da kendi
milletlerini heyecanlandırmaktan ve coştumıaktan geri
kalmadılar.
Evvelki darbe ile gönlü yaralanmış olan Arnavutlar,
bu def'a da Meb'us seçimi hakkında kanunun kendileri­
ne vermiş olduğu hakkı serbestçe kullanmaktan mah­
rum bırakılınca aralarında kaynaşmalar başladı. İşte
%
*
sonraki ayaklanmanın tek sebebi, seçimlerde Cemiyet
tarafından zor kullanılması ve şiddet gösterilmesidir ki
keyfiyet yalnız ağız haberlerinden ibaret olmayıp, Hü­
kümet merkezinde ve vilâyetlerde halkın gözü önünde
cereyan eden hakikatlerdendir. Trablus muhârebesi ile
meşgul olduğu bir sırada Devlet'in başına Rumeli'de
. bir Arnavutluk nıes'elesi çıkarmak aslâ câiz olmadığın­
dan, bu mes’elenin mâkul ve barışçı bir surette çözül­
mesi kesin olarak gerekli idi. Fakat Arnavutların,kom­
şularının kendilerine tecâvüz meylinde olduklarını gö­
rerek, hayat ve mevcudiyetlerini koruyabilmek için ev­
velce ellerinden alınmış olan silâhların geri verilmesi
ve seçimin yeniden kanun dâiresinde serbest olarak
yapılması, sıkı yönetimin kaldırılması ve Meşrutiyet
esaslarının tamamen uygulanması yolundaki istekleri
Cemiyetçe kabul edilmediğinden, 'Said Paşa kabinesi;
Kerek hâdisesinin yegâne mes’ulü olan İsmail Fâzıl
Paşa’nın kumandası altında olarak Üçüncü Ordu’yu
ikinci defa Arnavutluk'u vurup cezalandırmağa gön­
derdi. Bu hareket, Rumeli'yi elimizden almak için
gizlice tertipler yapmakta olan düşmanlarımızın ekme­
ğine yağ sürerek, bunlara karşı toplu ve kuvvetli bu­
lundurulması son derece lüzumlu olan orduyu Arnavutluk'un sert dağlarında perakende bir hâlde meş­
gul etmek ve kendi kuvvetimizle yok olmamızı hazır­
lamak gibi içinden çıkılmaz bir hatâya düşürdü.
Daha önce Belgrad elçisi olduğundan, Sırphların
Kosova vilâyeti hakkmdaki zararlı isteklerini bilen ve
bu sırada Altıncı Kolordu Kumandanı olarak Manastır'
da bulunan ve son muharebede şehid olan hamiyetli
askeri âmirlerden merhum Fethi Paşa, Arnavutluk hak­
kında hükümetçe girişilen bu hareketin Rumeli'nin ge­
leceği için tehlikeli olacağını defalarca üstlerine yaz­
mış ise de dinletememiş ve ahbaplarından birine kendi
eliyle yazdığı 3 Nisan 1328 (1912) târih e husûsi bir
mektupta: "Hacı Adil Bey'in mâlum olduğu şekildeki
teftişleri, Allah bilir amma iyi neticeler vermeyecektir,
fikrindeyim. Kendileri üzerinde tesirli olmağa çalışa­
cağım. Arnavutluk'ta, hükümetin sebeplerini anlayama­
dığım maksadına, ordunun karıştırılmasına baştan sona
karşıyım. Askerin, seçim gibi siyâset işinde kullanılma­
sı ordunun harpçi vasfını bitirir. Sözlerim dinlenmezse
derhal emekliliğimi isteyeceğim."
"Sırbistan'a âit buyurduklarınız pek mühimdir. Belgrad'da sefir bulunduğum müddetçe Sırp—Bulgar ilişki­
lerini ehemmiyetle takipden geri kalmamıştım. Çünkü
Osmanlı Hükiımeti'nin zararına idi. O zaman Mabeyn—i
Humâyun'a ve Bâb—ı Ali'ye yazdıklarım kabul olunsaydı, Bulgaristan —Sırbistan ittifakının önüne geçilmiş
olacaktı".
Yine ayni zat, 29 Nisan 1328 (1912) tarihli başka
bir mektubunda: "Seçim fenâlıklarına karşılık ayakla­
nan Arnavutluk hakkında, Hacı Adil Bey ile Mahmud
Şevket Paşa, tavsiyem üzerine hareket etseydiler mese­
le kalmazdı. Bizi oyalayan ve mukaddes vatanımızı za­
rara sokan hâller de meydana gelmezdi" sözleriyle
elem ve üzüntülerini beyan etmiştir. ,
SIRBİSTAN'A SİLÂH GEÇİRİLMESİNE
MÜSAADE GAFLETİ
Daha çok şaşılacak hallerdendir ki, Balkanlıların itti­
fak ettiklerini haber alan Avusturya Devleti, harp hazır­
lığına meydan vermemek için Sırbistan'ın Avrupa'dan
satın almış olduğu sen ateşli toplann Avusturya'dan
geçirilmesine izin vermediği hâlde, Bâb—ı Âli, Suplar'
m baş vurması üzerine mezkur topların mühimmatı ile
birlikte, Selânik üzerinden Belgrad'a götürülmesine mü­
sâade etmekle elim bir hata' daha işledi. Çünkü o savaş
âletleri az bir zaman sonra Osmanlı ordularına karşı
kullanıldı.
Bu sevkıyat Said Paşa kabinesinin son günlerine ka­
dar devam edip Gazi Ahmed Muhtar Paşa Kabinesi, ik­
tidara gelince Belgrad'a sevk olunmak üzere Selânik'e
getirilmiş olan yüzden fazla topa mühimmatı ile birlik­
te el koydu. Eğer Said Paşa Kabinesi bu gafletde bulunmasaydı Sırplılar askerî teçhizatlarını tamamlayamayacaklarından, Balkan ittifâkı hemen yürürlüğe kona­
maz ve devlet de bu uğursuz saldırıya uğramazdı. Mös­
yö Poincare ve bunun emsâli büyük siyâset adamları ve
Atina Maslahâtgüzânmızın uyarmaları ve şâir yollardan
Balkan ittifakını öğrenmiş olması tabii olan, Osmanlı
Hükumeti'nin zikredilen toplann geçirilmesine müsâa­
de etmesi doğrusu affedilemeyecek müsamahalardan­
dır.
ORDUNUN SİYASETE ALET EDİLMESİ
DOLAYISIYLE İTTİHADÇILAR ARASINDA
PARÇALANMA
Gayret ve vatansever bir hareketle yaptıkları çalışma
ile Meşrutiyet'in ilânına muvaffak olan üçüncü Ordu'
nun hamiyetli subayları dışardaki düşmana karşı mille­
tin haklarını ve vatanı korumak gibi mukaddes bir vazi­
fe ile mükellef olan askerlerin, jandarma gibi devamlı
olarak memleket içinde vatan evâltalrının cezâlandırılması ile vazifelendirilmesini hoş görmemeğe başladılar.
Bu hareketlerin altında birçok ihtiraslı maksat ve istek­
lerin gizli olduğunu daha önce anlayanlar, çalışma ve
düşünce bakımından diğer arkadaşlarından ayrıldılar.
Bu bakımdan subaylar içinde, tarafsız olanlardan baş­
ka, İttihad Cemiyeti'ne mensub olanlar arasında "Mu­
kabil Halâskâran" adı ile yeni bir parti meydana geldi.
SAİD PAŞA’NIN GÜVENOYU ALDIKTAN
SONRA BEKLENMEYEN İSTİFASI
Devlet, Trablusgarb savaşı ve İtalyan donanmasının
tehdidi altında bulunan Çanakkale Boğazı'nın takviyesi
ile meşgul ve Rumeli'ndeki askerlerin de Arnavutluk'u
cezalandırmağa uğraştığı bu karışıklık içinde iken,Har­
biye Nazırı Mahmud Şevket Paşa'nın ansızın istifa ede­
rek işten çekilmesi, herkesçe hayretle karşılandı. Sadrıâzam Said Paşa ise Harbiye Nezâreti'ne, uygun birini
tâyin ederek Padişah'ın tasdikine arzedeceği yerde, bu
tâyin işini yapmayarak diğer arkadaşları ile, yeni top­
lanmış olan Meb'uslar Meclisi’ne giderek, Devlet'in iç
durumunu, meb’uslarm his ve hamiyetlerini okşayıcı
surette ve hünerli bir şekilde açıklayarak, dış siyâseti­
mizin de isteğe uygun olduğunu ve Devlet'in daha bir
çok hayat kaynaklarına sahip bulunduğunu, kendisine
mahsus bir beyan tarzı ile ifâde edip, Hâriciye Nâzın
Asım Bey'in de kendisini doğnılayarak, Italy anlardan
başka büyük devletlerle bilhassa Balkan hükümetleri
ile olan münasebetimizin yolunda olduğunu beyan ve
temin ederek, Vekiller Hey'eti hakkında Meclis’ten gü­
venoyu aldıktan sonra, Said Paşa'nın hiç beklenilme­
yen bir zamanda hemen istifa etmesi Padişah’ı çok na­
zik ve güç bir durumda bıraktı.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
CEMÂLEDDİN EFENDİ’NİN ŞEYHÜLİSLÂM
OLARAK KATILDIĞI MUHTAR VE KAMİL PAŞA
KABİNELERİNİN GÜÇ ŞARTLAR
ALTINDAKİ İCRAATI
CEMÂLEDDİN EFENDİ'YE ŞEYHÜLİSLÂMLIK
TEKLİFİ
İşte yaratılan bu hengame içinde, Mâbeyn kâtiple­
rinden bir zat evime gelerek bâzı işler hakkında göriişmek üzere Pâdişâh tarafından dâvet edildiğimi bildir­
mesi üzerine, bu emre uyarak Yıldız Sarayı'na gittim.
Çitkasrı'nda Baş-Mabeynci Lütfi ve Başkâtip Hâlid
Ziya Beyler yanıma gelip adı geçen Hâlid Ziya Bey:
"Said Paşa'nın vâki istifâsı üzerine Pâdişâh efendimiz,
Sadâret'i Londra elçisi Tevflk Paşa'ya teklif ettiler.
Kendisi, Meclis’in kapatılması ile seçimin yeniden ya­
pılması ve umumi af ilânı ile sıkıyönetimin kaldırılma­
sı dâhil altı maddelik isteğinin yerine getirilmesi şartı
ile kabul edeceğini bildirdi. Pâdişâh daha önce Ka­
nun—i Esâsî'de yapılmış olan değişiklik gereğince ,Meclis'i kapamağa yetkisi olmadığından bunun dışında
olan şartları kabul etmişler ise de Tevfik Paşa eski is­
teklerinde ısrâr etmekle, Sadâret'e Gazi Ahmed Muh­
tar Paşa'yı getirmek düşüncesinde bulunduklarından
sizinle bu hususu istişâre edecekler" diye dâvet sebe­
bini açıkladı. Huzura çıktığımda, Pâdişâh Said Paşa'
nın istifası ve Tevfik Paşa'nm da ileri sürdüğü isteklerin­
de ısrar etmesi üzerine müşkül bir durumda kaldıklarını
Gazi Ahmed Muhtar Paşa askerf ve siyâsî'işlerle sene­
lerce meşgul olmuş, emektar bir kimse olup bana karşı
da teveccüh ve itimâdı tam olduğunu kayd ile Sadâret'i
ona ve Şeyhülislâmlığı bana vermeği uygun gördüğünü
beyan edince, hayret ve üzüntü içinde kaldım. Evvelce
istifâma sebep olan rahatsızlığımın gerçekten henüz
geçmediğini arzederek bu işten af buyurulmaklığımı
arz ve niyaz ettiğimde: "Sâkin bir zamanda şerefli bir
memuriyeti korumak için verilen yüksek bir maaş ile
senelerce Fetvâ hizmetinde bulunup da, Devlet'in böy­
le sıkışık ve gaileli bir zamanında yardım ümid ederek
teklif ettiğimiz,bir hizmeti kabul etmemeniz şimdi maa­
şın az olması ile beraber mes'uliyeti yüklenmekten kaç­
manıza hamledilir ki buna hamiyyetinizkat'iyyen müsâa­
de etmez kanâatındayım" susturucu sözleriyle emirleri­
ne göre hareketimi telmih ettiklerinden, vatana âit bir
hizmet ne kadar ağır da olsa bunu yapmaktan kaçınıl­
mazsa da bu işi yapmağa gücün yetmesi şart olduğun­
dan, bir kurtuluş yolu bulmak ümidi ile, önce Gazi Ah­
med Muhtar Paşa'yı görüp bu ’.neseleyi konuşmama
müsâade buyurulması hususundaki istirhamın kabul
1 olunmakla,huzur—ı humâyundan çıktım. Kapı önünde
durmakta olan Lüfl ve Hâlid Ziya Beyler'in çok acele
olarak vuku bulan tebriklerine, henüz kararsız olduğum
karşılığını vererek, evvelce Mâbeyn'e çağırılmış olan
Paşa'nın bulunduğu yere gittim.
FEVKALÂDE BlR KABİNE TEŞKİL LÜZUMU
Devlet'in duçar olduğu müşkül durum karşısında,
fevkalâde bir Vekiller Hey'eti kurulması lüzumlu olup,
bu ise çok nıühim bir mesele olduğu gibi, vakti de ge­
cikmiş bulunduğundan, eski sadnâzamlardan İstanbul'
da bulunan Kâmil ve Hüseyin Hilmi Paşaların da hazır
bulunduğu bir toplantıda durumun görüşülmesi karar­
laştırılıp, ertesi sabah saat ikide Çitkasrı'nda toplanıl­
mak, adı geçenlere bilgi verilmek hususu tespit edil­
dikten sonra oradan ayrıldım.
Ertesi gün saat üçte mezkur Çitkasrı'na gidebildim.
Çünkü sağlığımın, bu güç vazifeyi tamamiyle başarma­
ğa müsâit olmaması sebebiyle teklifi kabulden çekin­
meme sebep olduğu gibi, isteğimin üstünde ölan mâne­
vi bir kuvvet beni oraya kerhen sürüklemekte idi. Gazi
Ahmed Muhtar Paşa ile Kâmil, Hüseyin Hilmi Paşalar
ve Gazi Paşa'nın Vekiller Hey'etini teşkil etmek üzere
dâvet etmiş olduğu bâzı ileri gelen kimseleri orada
buldum.
*
İMPARATORLUĞUN İÇ VE DIŞ DURUMUNUN
GÖZDEN GEÇİRİLMESİ
Vekiller Hey'etinin kesin olarak kuruluşu, istifa et­
miş olan kabinenin düşme sebeplerinin, Devlet'in iç
ve- dış durumunun ne merkezde olduğunun bilinmesi­
ne bağlı olduğundan, her şeyden önce Trablusgarb sa­
vaşının son durumu ile Rumeli'de olan ayaklanmanın
ve bunun için alınmış olan asken tedbirlerin mâhiyetini
ve bunlardan ne gibi sonuçlar alınmış olduğunu öğren­
mek üzere Seraskerlik Dairesi'nden Erkân—ı Harb Reis
Vekili Hâdi Paşa ile Trablusgarb'a asker şevkinde gö­
revli bir kurmay subay çağrılarak yaptıkları açıklama­
lar dinlendi ve Üçüncü Ordu ile yapılmış olan yazışma­
lara âit evrak okundu.
Akdeniz'in kapalı olması yüzünden, Trablusgarb'a
muntazam bir şekilde asker ve savaş malzemesi gön­
derilmesine imkân olmayıp yalnız orada İtalyanlar ile
çarpışmakta olan az sayıda asker ile kalabalık bir Arap
topluluğunun beslenmeleri ve harbin devamı için lü­
zumlu para ve erzak ile savaş malzemesinin Tunus ve
Mısır yolu ile bâzı yabancı vâsıtalarla gönderilmesine
çalışılmakta ve bu işler için de ayda 180—200.000 li­
ra kadar bir para harcanmakta olduğu, mezkur subay­
ların ifadelerinden anlaşıldıktan sonra; Ordu Umum
Kumandanı İsmâil Fâzıl Paşa, Harbiye Nezâreti'ne
çekmiş olduğu son telgrafta, emrinde bulunan sek­
sen tabur kadar askeri, ayaklanma sahasının genişle­
miş olması üzerine lüzum gördüğü yerlere göndererek
asileri cezalandırmağa çalışmakta kusur etmemiş ise
de, taburların bâzısımn Arnavutlara katılması bâzılarınm da silâh kullanmaktan kaçınmaları ve bu dağı­
nık askeri toplayarak umumi bir harekete girişmesi­
ne imkân kalmamakla ayaklanmanın bastırılması için
Bâb—ı Âli'ce siyâsi bir tedbir alınmasından başka çâ ­
re olmadığını bildirmiştir. Hâdi Paşa da, bir seneye
yakın devam etmekte olan Trablusgarb savaşı sebe­
biyle Çanakkale Boğazı'nı ve Akdeniz'deki Osmanlı
sahillerinin mühim noktalarını, İtalyanların saldırısın­
dan korumak ve bir taraftan da Arnavutluk ayaklan­
masını bastırarak Rumeli'nde karışıklık çıkmasına
meydan vermemek için, Nizâmiye ve Redif askerleri­
nin hepsi silâh altına alınıp bunlardan lüzumu kadar
taburların, Boğaz etrafı ile şâir mühim noktalara gön­
derilmiş ve yerleştirilmiş, artık Anadolu'da silâh altı­
na alınacak bir tek asker bile kalmamış olduğunu;
Üçüncü Ordu'nun durumu da, Kumandan Paşa'nın
okunan şu telgrafından açıkça anlaşılmış olduğun­
dan Seraskerlik'çe bu bakımdan vazifenin tamâmen ye­
rine getirilmiş olduğunu söylemiştir.
Diğer taraftan ayaklanma hâlinde bulunanlar
Said Paşa Kabinesi'nin işten çekilmesi, Meb'uslar
Meclisi'nin kapatılarak kanun dâiresinde yeniden
serbestçe seçim yapılması, ıımtımı af ilânı ve sıkıyöne­
timin kaldırılarak evvelce toplanan silâhların tamamen
ve hemen kendilerine geri verilmesi yolunda ileri sür­
müş oldukları isteklerinin acele olarak yerine getirilme­
sinde isrâr ettikleri ve Usküb'e doğru harekete hazır ol­
dukları resmî yazılardan anlaşılmıştır.
V
SAİD PAŞA YI İSTİFAYA ZORLAYAN
. HAZİN TABLO
Şu araştırma ve açıklamalardan, Mahmud Şevket ve
Said Paşaların birbiri arkasından işten çekilmelerinin
hakiki sebebi meydana çıktı ve hazır bulunanları şaş­
kınlık ve hayret kapladı. Çünkü zeki ve uyanık kimse
olan Said Paşa, durumun kötü bir sonuca gitmekte ol­
duğunu ve Trablusgarb savaşma devam etmekle o İs­
lâm bölgesinin kurtarılmasına imkân olmadığını, aksi­
ne Rumeli ile Akdeniz'deki adalarımızı da sürükleyip
götüreceğini pek güzel anlamış ve bu hükümetle, devlet
gemisini düşmüş olduğu tehlikeli girdabtan kurtaracak
gücü makamında ve şahsında görememiş, "idrâk oluna­
mayan tamamiyle terk edilmez" vecızesine uyarak ka­
binesi âzâsından olup bu "H âtırâf'ın yazıldığı tarihte
Sadnâzam bulunan Said Halim Paşa'yı görünüşte hava
değişimi, hakikatte ise İtalya ile sulh müzâkeresi yap­
mak için önce İtalya yakınındaki Lozan şehrine gön­
dermiş ise de, sulh müzâkerelerinin sona ermesi uzun
bir zamana bağlı olduğundan, halbuki askeri' kuvvet
ile bastırılamayan Arnavutluk ayaklanmasının devâm
etmesi, Bulgarlarla Sırp ve Karadağlıların Devlet’in sa­
vaş içinde bulunmasından ve içteki karışıklıklardan
faydalanarak Makedonya'yı elimizden almak üzere ara­
larında bir anlaşma yapmış olmaları ve bütün bunların
neticesi olarak Rumeli'nde yakın bir zamanda karma
karışık bir hâlin eydana geleceğini anlamış olması ve
Mahmud Şevket Paşa'nın da istifası ile yerinde dur-
üia gucu sarsıntıya uğramış olduğundan, Met) uslar
Meclisi'nde o yaldızlı nutku söyleyip güvenoyu aldık­
tan sonra daha önce (1895’te) İngiltere Elçiliğine sı­
ğınmak için hareket düsturu ve özür vesilesi ittihâz
ettiği "üstesinden gelinemeyecek şeyden kaçmak,
peygamberlerin âdetındendir" (3) hükmüne uyarak
istifasını Padişah’a takdim ettiği, gayret ve çalışma­
larıyla altından kalkamayacağını anladığı bu belâlı
yükü, kendisinden sonra gelecek olanlara terk ile, ak­
lınca gelecek sorumluluklardan kendisini kurtarma
yoluna gitmiş olduğu anlaşıldı.
YENİ KABİNENİN GÜÇLÜKLE KURULMASI
Bu korkunç hâl içinde idareyi ele almak, ateşten
gömlek giymekten başka bir şey olmadığı cihetle,
Nâfıa Nezâreti'ni kabule râzı olmuş olan eski Roma
Elçisi Kâzım Bey, derhal bu kararından dönerek top­
lantıyı terketti. Hazır olanlardan bâzılan da haklı ola­
rak kararsızlık göstermeğe başladılar. Diğer taraftan
hükümet buhranının uzaması, subaylar arasında dedi­
kodunun artarak sonunda tehlikeli bir durumun mey­
dana çıkmasından korkulmakta olduğu, Harbiye Nâ­
zın Vekili Hurşid Paşa tarafından telefonla aralıksız
olarak Saray’a bildirilmekte ve bundan telâşa düşen
Pa'dişah da bize tebligat yapmakta idi. Devlet’i kurtar­
mak niyetiyle ortaya atılan İttihadçılann dört beş se­
nelik çalışmaları esnasında, yukarda uzun uzadıya an­
latıldığı veçhile yapmış oldukları ters işleri, fevkalâde
tedbirlerle dahi düzeltebilecek kudretli kimselerin bulunamayışı, bir hizmet yapabilmemiz ümidi ile Padi­
şah tarafından bizlere verilmesi arzu buyurulan bu işi,
bu güne kadar bütün ecdâdımızla nimetlerinden fayda­
lanmakta olduğumuz bu devleti, Allah korusun yok
olmağa sürüklenmekte olan şu kanşık hâliyle ve karar-
sizlik içinde bırakıp Pâdişâh'ı daha güç ve tehlikeli bir
duruma düşürmek, din duygusu ve vatan sevgimizle
bağdaşamayacağından, yeni açılacak Meb'uslar Meclisi’
nin ilk toplantısında hükümetin mevkii anlaşılmak ve
kendi düşünceme göre, o zaman işten ayrılmak üzere,
Tanrı'nın inâyet ve yardımına sığınarak, zarurî olafak
bu ağır yükü üzerime almağa karar verdim.
Arnavutlann isteklerinde ısrar ettikleri, daha önce
açıklanmış olan maddeler kabul ve icra edilmedikçe bu
ateşli karışıklığın yatıştırılmasına başka hiçbir imkân
kalmadığı, açıklanan olaylardan ve resmî yazışmalar­
dan anlaşılmış olduğundan, bu esaslar dâhilinde yeni
hey'etin tutacağı yol ve yapacağı işlere dâir Hüseyin
Hilmi Paşa'nın hazırlamış olduğu program, toplantıda
bulunanlar tarafından imzalanarak Vekiller Hey'etinin
kurulması kararlaştırıldı ve usiılen yeni Sadnâzam tara­
fından Padişah'a arzedildi. Uygun görüldüğü emir buyurulnıakla güneş batışından sonra Bâb—ı Âli'e gidile­
rek Vekiller Hey'eti toplantısı yapılıp Allah'ın inâyetıyle işe başlandı.
^
*
İnsan cinsinin ruhi hâli icabı heyecan ve asabiyetle
taşan bir topluluğun söz ayağa düştükten sonra sâkinleştirilnıesini, heyecana sebep olanlann, dahi başara­
madıktan delillerle ve tarihi emsâlleriyle bilindiği gibi,
derhal verilen teminata rağmen, Arnavut'lann Kosova
vilayetinin merkezi olan Usküb’e vardıklan resmî ha­
berlerden anlaşılınca, bunlara tesirli nasihatte bulunup
isteklerinin derhal yerine getirileceğine kat'i teminat
vererek o havalide sükunet ve asâyişi bir an önce sağla­
mak üzere, eski Trablusgarb kumandanı Müşir İbrâhim
Paşa'nın başkanlığı altında, Arnavut'ların ftimadını
kazanmış devlet ileri gelenlerinden birkaç kişiden ku­
rulu bir hey'et gönderildi.
Diğer taraftan Vekiller Hey'eti'nin görüşüne göre
Meb'uslar Meclisi'nin kanunen kapatılmasını icap etti­
ren sebepler, Ayân Meclisi’ne arzolunarak, durum bu­
rada kurulan bir komisyonda inceden inceye tetkik edi­
lerek hazırlanan mazbata, umûmi hey'ette okunup et­
raflıca görüşüldükten sonra dört beş muhâlif bir çekim­
ser oya karşı büyük bir çoğunlukla, Meb'uslar Meclisi1
nin kapatılması lüzumunu tefsir eden bir karar alınıp
Pâdişah'a arzedilerek tasdik olunduktan sonra Ka­
nun—ı Esâsî'nin tâyin ettiği müddet içinde yeniden se­
çim yapılmak üzere, Meb'uslar Meclisi, yeni Sadrıâzam
tarafından resmen kapatıldı. Umumi af ilânı ve sıkıyö­
netimin kaldırılması gibi bâzı kavrarlar alınıp Trablus­
garb savaşma son verilerek, Devlet'i büyük bir yük ve
masraftan, Akdeniz'i yabancı kontrolünden kurtarmak
üzere İtalya ile hususî surette başlamış olan sulh müza­
kerelerinin resmi surette yürütülmesi ve tamamlanması
için önceki gibi Roma elçisi Nâbi Bey de dâhil olmak
üzere yeniden murahhaslar tâyin edilerek kendilerine
lâzım gelen tâlim at verildi.
%
MÂLÎ DARLIĞIN BlR AN ÖNCE
;
İÇ VE DIŞ BARIŞI ZARURİ KILMASI
Eski Hakan Abdülhamid Han'dan alman belirli
miktar para ile çok miktardaki mücevherden başka,
dört sene içinde İttihâd kabineleri tarafından borç
Osmanlı altmı tutan,paranın büyük bir miktarı,orduda
yapılan yeni teşkilat ve asken techizât ile memurlar ara­
lan yeni teşkilat ve askerî techizât ile memurlar ara­
sında yapılan ayıklama ve bir seneye yakın bir zaman­
dan beri devam etmekte olan Trablusgarb savaşı ile
Yemen, Kerek, Havran ve Arnavutluk'taki karışıklık­
lar gibi fevkalâde olaylara vesâir ihtiyaçlara harcanmış
olduğundan, hâzinede az bir para kalmış olup harp
içinde bulunduğumuz cihetle hâriçten de borç para al­
mağa imkân olmadığından, devletin gelirlerine ek ola­
rak avans vesair suretle dâhilde tedârik edilebilecek
para ile idâreye çalışmak zarureti bulunduğu Mâliye
Nâzırı'nın açıklamasınden anlaşılarak, bu mâli durum
karşısında, sulh müzâkerelerinin çabuklaştırılarak müz­
minleşen Trablusgarb savaşına ve devleti büyük masraf­
lar altına sokan iç karışıklıklara mutlaka son verilmesi­
nin lüzumlu olduğu kanâatmda fikirler birleşmiştir.Filvâki sonradan Mâliye Nezâreti'nde bulunan Cavid Bey,
yani açılan Meb’uslar Meclisi'nde mâli durum görüşü­
lürken söylemiş olduğu tafsilatlı nutukta, balısi geçen
istikrazların miktarı hakkında Kâmil Paşa Kabinesi'nin
sarayda yapılan toplantıdaki beyânının doğru olmadı­
ğını söylemiş ise de, kendisi gibi bilfiil nezâret maka­
mında bulunan bir kimsenin,mâlı duruma dâir Vekil­
ler Meclisi'nde arkadaşlarına verdiği bilgi ve yaptığı
açıklamaya itimâd etmek bizim için tabii ve zaruri idi.
Uzun müddet mâliye idâresinde bulunarak derece
derece ilerlemiş ve Kâmil Paşa Kabinesi'nde de Mâliye
Nâzırhğı'na yükselmiş olan Abdurrahman Bey'in, esas
kayıtlara dayanarak hazırlayıp matbu birer suretini giz­
lice vekillere dağıttığı ve hazine hesaplan hulâsasını hâ­
vi cetvelli küçük kitaptan bende bulunan bir suret, ma­
lum Bâb—ı Âli Vak'asmın olduğu gece çantamdaki öte­
ki evrakla birlikte Sadnâzam Mahmud Şevket Paşa ta­
rafından aldırtılmış olduğundan bu hesâbı açık olarak
gösteren vesika ne yazık ki elimde kalmamıştır.
MAKEDONYA ISLAHATININ ELE ALINMASI
Bu müşkül hâller içinde senelerden beri devleti meş­
gul eden, her türlü felâketlere sokan Makedonya mese­
lesine, herşeyden önce yeni ve ciddi ıslâhat yapılarak
son vermek ve Rumeli'nin geleceğini teminat altına
almak işi vekiller arasında görüşüldükte; geçen
1880 yılında Hâriciye Nezâreti'nde bulunan merhum
Asım Paşa'nın, büyük devletlerin elçilerinden tâyin
edilen delegelerle yapılan müzâkerelerde, Berlin Ahidnâmesi'nin yirmiüçüncü maddesine dayanarak karar­
laştırmış oldukları ıslâhat tarzına dair "Lâyiha", o vak­
tin Vekiller Hey'eti'nce kabul olunarak Padişah’ın ira­
desine arzedilmiş iken, her nasılsa tatbikat sâhasma
konmamış; mezkur "Layiha", Avrupa'nın siyâset
adamlannca da beğenilmiş olduğu cihetle, Makedonya'
da hemen tatbik ve icrâsma girişilirse Avrupa'da iyi bir
tesir bırakacağının belli olduğunu vekillerden bir zat
hatırlamakla, Arşiv'den mezkur "Lâyiha" getirtilerek
okundu. Makedonya'da oturan muhtelif unsurların hak
ve menfaatleri ile ilgili, civar hükümetlerin zararlı söz­
leri, kışkırtıcı hareketleri, müslüman olmayan halkın da
bunlara kapılarak âsâyişi bozma yolunda meydana gel­
mekte olan hareketlerine mahal bırakmayacak teşkilâ­
tın meydana getirilmesini ve inzibâfı kayıtlan içine
alan bu lâyiha, Makedonya'da muhtariyete yakın bir
idare şekli kurulmasını icap ettiriyorsa da, hayli müd­
dettir hükümeti işgal eden ve çetelerin yok edilmesi
maksadı ile can ve mal kaybına sebep olan ve sonradan
yabancı müdâhaleyi dâvetle ecnebi^ zâbıta kuvvetinin
kabul edilerek çahştınlmasına hükümeti mecbur bıra­
kan bu mesele, kesin surette çözülmedikçe, yalnız Ru­
meli’nin merkezinin değil, bütün Rumeli'nin elden çı­
kacağı akıl ve basiret sâhibi herkesin bildiği ve büyük
devletlerin beğeneceği başka bir düzenleme şeklinin
uzun uzadıya müzâkere ve tanzimine vakit müsait ol­
madığından "Lâyiha"nm hemen tatbik sâhasına kon­
ması kararlaştınlarak, İstanbul'da bulunan büyük dev­
letlerin elçilerine bilgi verildi.
İTTİHAD VE TERAKKİ'NİN ISLAHAT
ALEYHİNDEKİ TAHRİKLERİ
Bu tedbir mezkur elç ilerce de uygun bulunarak be­
ğenildi. Ancak merkeziyet usulünü mutlaka korumak
istek ve azminde bulunan Cemiyet ileri gelenleri, kendi
programlarına uymayan bu hal tarzını tabiatıyla hoş
görmedikleri gibi, eski mevkilerini elde edebilmek
için çeşitli vesileler aramaktan geri kalmadılar. Bunun
için Berlin Ahidnâmesi'nin lehimizde olup da uygu­
lanmayan bazı hükümlerinin, devletin iç işlerine ser­
bestçe hareketini kısıtlamakta, daha önce üçüncü mad­
deye göre yapılmış olan Islâhat Lâyihası'nm uygulan. masının devletin istiklâline aykırı olacağı hakkında hal­
kı aldatıcı fikirlerle ortaya çıkıp bunlan, Vekiller Hey'
eti'ne saldırma vesilesi yaptılar.
Bu esnada hâl icabı sıkça toplanan Vekiller Meclisi'
nde bulunmak üzere sahühânemden çıkarak Dolmabahçe Câmiinin önüne geldiğimde, bana mensup bir
kimse arabamı durdurarak; "Beyoğlu'nda oturan belli
« başlı ecnebilerden tanıdığım biri, sabahleyin beni tel­
grafla çağırarak: Cemiyet erkânının, bugün Bâb—ı Ali'
ye Dârülfünun talebesini göndererek bir nümayiş yap­
tıracakları ve bu kalabalık arasında bâzı fedâiler de bu­
lunarak ileri gelen bâzı vekillere suikast yapılması ihti­
mali olduğunu inanılır yerden haber aldım. Bunun için
Efendi, bugün Bâb—ı Ali'ye gitmesinler,diye beni size
gönderdi"demiş ise de, bu gibi söylentilere ehemmiyet
vermediğimden Allah'a sığınarak doğruca Bâb—ı Ali'ye
gittim. Fakat tedbirli olmak için Sadnâzam Gazi Ahmed Muhtar Paşa ile Harbiye Nâzın Nâzım Paşa'ya du­
rumu anlattım. Hakikaten ikindi vakti Darüfünun tale­
besi ellerinde sancaklar olduğu halde Bâb—ı Ali'ye ge­
lerek, mezkur lâyihanın uygulanmasının Devlet'in isviklâline zararlı olacağmdan bahsederek milletçe ka-
bul edilemeyeceğini heyecanlı bir ifâde ile belirterek
bir hayli gürültü ettiler. Bunlara karışmış olan bâzı
basın mensuplan da bastonla, Bâb—ı Ali’nin girişi ta­
rafında bulunan pencere camlanndan bâzılannı kırarak
talebeyi Sadaret Dairesine girmek üzere teşvik etmiş. lerse de, talebe cesâret edemeyip o sırada Sadrıâzam ile
Bahriye Nâzın Mahmud Muhtar Paşa dışan çıkarak,
Devlet işlerinden Vekiller Hey'eti sorumlu olduğundan
kendilerinin terbiye dâiresinde tahsilleri ile meşgul olmalannı, vazifeleri dışına çıkıp hükümet işlerine karışmamalarını sert bir şekilde ihtâr ederek talebeyi sustur­
dular. tki saat kadar devam eden bu keşmekeş ve nü­
mayişten sonra talebe dağıldı ve hamdolsun başka bir
hâdise olmadı.
TÜRKİYE ALEYHİNDE KURULAN
BALKAN İTTİFAKININ UMUMÎ BİR HARBE
İNKILABINI ÖNLEME TEŞEBBÜSLERİ
İşte Gazi Ahmet Muhtar Paşa Kabinesi, yapılan her
türlü engellere ve çıkanlan güçlüklere karşı, Arnavut­
luk'ta asâyişi sağlamak, Makedonya ıslâhatını bir an
önce yaparak o bakımdan da daimî sükun ve selâmetin
temini, bir taraftan da sulh müzâkerlerini çabuklaştıra­
rak, baş belâsı olan Trablusgarb harbinden devleti kur­
tarmak ve Akdeniz'de gemilerimizin serbestçe çalışma­
sını temin etmek, askerin yiyecek vesair lüzumlu ihti­
yaçları için para tedarik edebilmek gibi mühim ve güç
birçok meselelerle uğraştığı esnâda, Müttefik Balkan
Devletleri, hazırlamış olduklan plânlannı uygulamak
istek ve niyetinde bulunduklarından, Bulgari ar arasında
coşkunluk eserleri ve harp belirtileri görülmeye başladı.
Meydana gelmiş olan ittifak dolayısıyla, Balkan hü-'
kumetlerinin bu tasavvur ve meyilleri,Avrupa siyâset ile­
ri gelenleri nazarında ortaya çıkmış sayılmış,şu sıralarda
Balkan hükümetlerince harp hazırlığına hız verilerek
Balkanların her tarafında bilhassa Sofya'da milliyet
fikirlerinin son derece coşkun hâle gelmesi* İstanbul'
da ise ıslâhat aleyhinde nümayişler yapılarak hükümet
teşebbüslerinin güçleştirilmesi üzerine, Büyük Devlet­
ler, çıkmağa pek müsait olan harbin, mümkün merte­
be önünü alarak Avrupa'yı bir umumi harp tehlikesin­
den kurtarmak düşüncesi ve görüşünde bulunarak,da­
ha önce yapmak için söz verdiğimiz ıslâhatın, kendi ta­
raflarından da birer memur tayin edilerek birlikte tat­
bikat sâhasına konmasını elçileri vâsıtası ile Bâb—ı
Âli'ye teklif ettiler.
Büyük devletlerin iyi niyetine delâlet eden bu teşeb­
büsü, esasta takdir edilmekle beraber, yukarda adı ge­
çen ıslâhat lâyihasının uygulanmasına yabancı memur­
ların katılmasının devletin iç işlerine müdâhale mânâsı­
nı vereceğinden, mezkur elçilerin, hükümetçe yapılma­
sı kararlaştırılmış olan ıslâhatı, o havâlideki konsolos­
ları vasıtası ile hâricen tâkip ve nezâret etmeleri hususu
düşünülüp, Vekiller Meclisi'nce önce bu maksadın elde
edilmesine girişildi.
BALKANLILARIN HARP HAZIRLIĞI
KARŞISINDA, HÜKÜMETİN TERHİS EDİLEN
BİRLİKLERİ TEKRAR CEPHEYE SEVKI
a
Balkan hükümetleri ise elçilerin bu teşebbüsünü öğ­
renince, büyük devletleri bir oldu bitti karşısında bırak­
mak için, birden seferberlik ilân ettiler. Ve hazırladık­
ları kuvvetleri mümkün olan hızla hududa göndermeğe
başladılar. Osmanlı Devleti de buna karşılık hemen as­
keri hazırlığa mecbur oldu. Harbiye Nezâreti, askerlik
müddetlerini tamamlamış oldukları için seferberlik ilâ­
nından önce terhis etıniş olduğu yüzbindeıı fazla askeri
yollardn çevirerek harp sâhasına şevketti.
. .
Münasebeti gelmişken şurasını belirteyim ki, bu ter­
his meselesinden Vekiller Hey'eti'nin katiyyen bilgisi
yoktu. Bu sebeple Vekiller Meclisi’nde Nâzım Paşa'dan
bu durumu sordum. Kendisi, üç seneden beri isyan çı­
kan yerlere gönderilmeleri yüzünden yordun bir hâle
gelmiş olan yukarda adı geçen Nizâmiye taburlarının,
askerlik müddetlerini tamamlamış oldukları için silâh
çatarak ısrarla terhis edilmelerini istemeleri üzerine,
İtalya gibi büyük bir devletle savaşta bulunduğumuz şu
sırada ordu içinde bir ayaklanma çıkmasına katiyyen
izin verilemeyeceği gibi, adı geçenlerin terhis edilme­
meleri için de hâlen kanunî bir sebep mevcut olamadı­
ğından Erkân—ı Harbiyye—i Umumiyye kararı ile Nezaret'çe terhisleri yapılmış ise de, Balkan hükümetleri­
nin birdenbire seferberlik ilân etmesi üzerine bu asker­
lerin hemen bulundukları yerlerden geri getirilerek lü- *
zumlu yerlere gönderilmiş olduklarını beyan etti. Mese­
leyi tam mânâsiyle açıklığa kavuşturmak için, mezkûr
nâzırın, bu hususta Sadâret Makamı'ndan yazılı bir
emir alıp almadığını sonra da Sadrıâzam Kâmil Paşa1
dan sordum. Müsteşar Adil Bey de orada idi. Sadrıâzam bilgisi olmadığım söyledi, Müsteşar ise, bu terhis
, işinin sırf askeriyenin vazifesi olması ciheti ile bu ba­
kımdan Bâb—ı Ali ile herhangi bir yazışmanın yapılmadığiM söyJedi.
BALKANLARIN HARBİ KAÇINILMAZ
HALE GETİRMESİ
f
Bâb—ı Ali, yukarıda kaydedildiği gibi, büyük devlet­
ler sefirleri ile görüşmeler yapmakta olduğu esnâda,
Balkan hükümetleri zaten aralarında kararlaştırmış ol­
dukları savaşın her ne suretle olursa olsun geri bırakıl­
masına veya önlenmesine imkân bırakmamak üzere se­
ferberlik ilânından sonra, Rumeli de yapılacak ıslâhat-
*
ta, büyük devletler gibi kendi taraflarından da birer de­
lege bulundurarak yapılacak ıslâhat şeklini birlikte tan­
zim ve tatbik ile, silâh altında bulunan Osmanlı askeri­
nin hemen terhisi gibi, sert teklifleri hâvi bir ültimato­
mu B â b -ı A)i'ye verdiler. Halbuki Osmanlı ülkesinin
birer parçası iken bir asırdan az bir iam an içinde biz­
den koparak istiklâllerini kazanmış olan bu küçük hü­
kümetlerin, milli gururumuzu yaralayacak kat'i bir li­
sân ile ileri sürdükleri şu tekliflerden birincisinin kabul
edilmesi, Rumeli bölgesinin elimizde bulunan kısmını
Balkan Devletleri ile aramızda müşterek saymak ve as­
kerlerin terhisi ise kendimizi eli bağlı olarak düşmana
teslim etmekten başkabirşey olmadığı cihetle, kabul
etmek şöyle dursun böyle edebsizce bir tarzda yapıl­
mış olan teklife cevap vermek bile milli' şerefimizle
bağdaşamazdı.
DURUM HAKKINDA GENEL KURMAYIN
GÖRÜŞÜ
Asırlardan beri harici tesirler vesâir sebeplerle yavaş
yavaş zayıflayan ve çöken devletin zayıf bedeninde,
dört senedir süren bir fena idâre yüzünden meydana
gelmiş olan muhâlefet ve nifak yarasından en çok zarar
gören Rumeli bölgesi kangren hâline gelmiş olmakla,
bundan faydalanmakta fırsat kaybetmeyen düşmanları­
mızın bizi korkunç bir savaş karşısında bulundurdukla­
rının açıklığa çıkmış olması ve gelecek saldırıların
d e f edilmesi lüzumlu olduğundan, ilk önce bu işlerle
vazifeli asker? hey'etin bilgi ve görüşüne mürâcaat et­
mek ve ona göre hareket çizgisini tayin etmek lâzım
geldiğinden, Mahmud Şevket Paşa da dâhil olduğu
halde Harbiye Dâiresi erkânı Bâb—i Ali'ye çağrılarak
hâli hâzır durum bütün tafsilâtı ile kendilerine anlatı­
larak bu husustaki istekleri, düşünceleri ve alınması ge­
reken tedbirler soruldu.
Aşağıda açıkça anlatılacağı veçhile, Ferik Abdullal
Paşa'dan başka adı geçen askeri erkân, Rumeli'nir
muhtelif yerlerindeki Osmanlı askerinin onsekiz gün
zarfında dörtyüzbin kişiye çıkarılarak harp sâhasına
gönderilmesinin kabil olduğunu, Edirne, İşkodra ve
Yanya gibi müstahkem mevkileri elde olduğuna göre,
bu kuvvetle müşterek düşmana karşı savunmanın müm­
kün olduğunu bunun için de. Bâb—ı Ali’ce bu müdde­
tin kazanılmasına çalışılmasının lâzım geleceğini ifade
edip bu beyânlarını belirten bir varaka hazırlayıp imza
ederek Sadnâzam'a verdiler. Mahmud Şevket Paşa,
esasta bu beyana katılmakla beraber hâlen asken idare­
de bir memuriyet sıfatı olmadığından mezkur belgeyi
imza etmekte mazur olduğunu beyan ve Harbiye Nazı­
rı Nâzım Paşa da kendisini tasdik ettiğinden hey'etçe
reyini şifâhen söylemesi kâfi sayıldı.
HARBE GİRMENİN BARIŞ YOLUYLA
ÖNLENEMEYECEĞİ GÖRÜŞÜNÜN
YAYGINLAŞMASI
A
Dâhili durumumuz, mâliyemiz ve bilhassa Meşrutiyet'ten beri ordudaki subaylann çoğu siyâsetle meşgul
olduklarından askerliğin ruhu olan emirlere itaatin ve
disiplinin bozukluğuna nazaran bu sırada savaş olması­
nı Vekiller Hey'eti, bilhassa ben, kat'iyyen arzu etme­
diğimiz cihetle müzâkerelerde hep bu esas, dikkatten
uzak tutulmayıp ve bundan dolayı Makedonya'da tat­
bik sâhasına koymak isteğinde bulunduğumuz Islâhat
Layihası vaktiyle yabancı delegelerle birlikte hazırlan­
mış olduğundan, Büyük Devletlerin elçilerince harbin
önleneceği taahhüd edilirse, zarann en hafifini yüklen­
me kabilinden olarak Islâhat'm tatbik ve icrâsmda
mezkur devletlerin de iştirâkini kabul etmekte bir sa-
kınca görmediğimi Hâriciye Nâzın Noradungian Efen*
di'ye mecliste söyledim. Adı geçen, bu şekli kendisinin
de düşünmüş bulunduğunu ve buluştuğu elçilerden bâzılanna şahsi isteği olarak söylemiş olduğunu, fakat al­
dığı cevap, Bulgaristan umûmî efkârında meydana ge­
len coşkunluk karşısında Bulgar hükümeti ileri gelenle­
rinin bile harbin durdurulmasına güçlerinin yetmeyeceği
böyle bir teşebbüste bulunsalar iktidardan düşmeleri­
nin ihtimal dâhilinde olduğu ve bunun için Büyük Dev­
letlerin, artık geri bırakılması kabil olmayan Balkan
Muharebesi'nin Avrupa'ya sıçramasını önlemeye çalı­
şacakları merkezinde bulunduğu ve Avusturya—Maca­
ristan elçisi Mösyö Pallaviçini dahi bu sözü doğrulaya­
rak, yüzde doksan nisbetinde harp ihtimâlinin kuvvetli
olduğunu belirtmiş olduğundan, mezkûr elçilerin yap­
mış oldukları tekliflerine tamamen uyulsa bile bu tabii
akışın önüne geçilemeyeceğini ifâde etti.
Hakikaten İngiltere Hâriciye Nâzın Sir Edward Grey f
dahi geçenlerde bâzı İngiliz çevrelerinde söylediği nu­
tuklarda, Balkan Muharebesinin önüne geçilmesi kabil
olmadığından, Avrupa'ya sıçrayıp bir umumî harp zu­
hurunu önlemeğe çalıştıklarını ve başarılı olduklarını
söylemiştir.
Ne var ki insanın fikri ihatası gibi tasarruf kudreti de
sınırlı olduğundan, Londra Elçiler Konferansı'nm tabii
olmayan kararları Balkanlar da istenilen sükûnet ve ba­
rışı kuramadığı gibi, korkulan Umumî Harp te dolayı­
sıyla az bir zaman sonra zuhur etmiştir.
BALKAN HÜKÜMETLERİYLE
MÜNASEBETLERİN KESİLMESİ VE HARBİN
ZUHURU
Yukarda muhtevası kısaca anlatılmış olan Müttefik
Balkan Hükümetlerinin ültimatomunun, anlatılan se-
bepler yüzünden ve her bakımdan kabulü mümkün ol­
madığından, yine büyük devletlerin tahsili kolay olma­
yan gayretlerine mürâcaat ile beraber, son kurtuluş ça­
resi aranmak üzere, Balkan hükümetlerinin İstanbul'da
bulunan elçilerine, ültimatoma cevap yerine pasaport­
ları verilerek zaruri olarak münâsebetin kesilmesine ve
bu. suretle devletin şeref ve nâmusunun korunmasına
karar verildi. Fakat sonradan iddia edildiği gibi resmen
harp ilân edilmedi.
Askerî hey'etin istemiş olduğu zaman, müzakereler
ve siyasî yazışmalarla kazanılarak Harbiye Dâiresi o
müddet içinde askerî tahşîdâtı tamamlamış ve müttefik
Balkan Hükümetleri de aralarında kararlaştırmış olduk­
lan veçhile Karadağlılar, birkaç günden beri Arnavut­
luk tarafındaki sınınmıza saldırarak Osmanlı askeri ile
resmen harbe başlamışlar, Bulgaristan hududunda da
karakol muharebeleri başlamış olmakla, taraflarca ön­
lenmesi kabil olmadığı gibi, büyük devletlerin sarf etti­
ği gayretlerden de istifade ümidi yok olduğundan Os­
manlı askerinin de Allah'a sığınarak düşmanla muhare­
beye başlaması zaruret hâline gelmişti.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BALKAN HARBİNDEKİ BOZGUNUN
SEBEP VE MES ULLERİ
BALKAN BOZGUNUN MES’ULÜ KİMLERDİR?
Harbin safahatı ile acıklı sonucu herkesçe bilinmekte
olup asıl gözönünde tutulacak husus, Osmanlı tarihinde
bugüne kadar eşine rast gelinmeyen bu sür'atli bozgu­
nun ne gibi hâl ve sebeplerden ileri geldiğini keşif ve
tâyin etmek olmakla, bu hakikati meydana çıkarmak
mes'ul askerlerden harp esnâsında kusur ve suçu olan­
ları muhâkeme ederek cezâlandırmak vazifesi île mü­
kellef olarak kynılmuş olan asken PivânTı Âli'nin bir
arahk dağıtılmış olduğu ve sonradan verilen fermânla
henüz toplanıp işe başlamadığı, bundan dolayı vuku
bulan hezimetin sebeplerini ve menşeini tâyiıî etmediği
için, yalnız şekle âit bir takım hatâlar isnâdı ile, harbin
mes’uliyeti âzasından bulunduğum Gazi Ahmed Muh­
tar ve Kâmil Paşa kabinelerine yüklenmek istenilmekle,
harp esnâsında İkinci Şark Ordusu Kumandanhğı’nda
ve hâlen Berlin elçiliğinde bulunan Mahmud Muhtar
Paşa’nın, "Üçüncü Kolordunun ve İkinci Şark Ordusu'
nun muhârebâtı (4) adı altında yazmış olduğu ikiyüzin*?
-
*
yetmiş sahifelik bir eserin hüküm hulâsası olan "mülâ­
hazat” kısmında, harbin meydana gelişi ile acıklı sonu­
nu doğuran hakiki sebepler pek vakıfâne ve tarafsız
' olarak dile getirilmiş olduğundan orada zikredilen dü­
şüncelerin mühim noktalarını nakil ve beyan etmeği
bir borç saydım. Mahmud Paşa bu mülâhazalarında:
MAHMUD MUHTAR PAŞA NIN GÖRÜŞÜ
"Osmanlı Ordularının Rusya muhârebesindeki başa­
rısı ve gösterdikleri kahramanca yiğitlik bu d ef aki sü­
ratli bozgunla karşılaştırılacak olursa hayret ve şaşkın­
lık içinde kalınmamak mümkün değildir. Bir Plevne,
bir Gedikler'den sonra, bir Kırkkilise (Kırklareli), bir
Lüleburgaz veya bir Komanova vak'alan; ancak bir
Rossbach zaferinden sonra lena hezfmeti ile karşılaştı­
rılabilir. Fakat bizim karşımızda ne bir Napolyon mev­
cut idi, ne de bizim kumandanlar, o zamanki Prusya
gibi modern harp kaidelerinden habersizdi. Mağlubiye­
timizi meydana getiren sebepler stratejik hatalarından
ziyâde, esas teşkilatımızdaki bozukluk, hazırlıklarımı­
zın fenalığı ve bunlara içtimai', siyasf ve ahlâkı" bozuk­
lukların da katılmış olmasıdır" dedikten sonra, bunlan
birer birer ve ilmî bir tarzda inceleyip açıklıyor.
Bu izâhat sırasında "bütün bu acıklı hâllerin harap
edici tesirleri yetmiyormuş gibi, bir de yeni teşkilât ya­
pılmıştı" diyerek, Mahmud Şevket Paşa'nın tatbikat
sahasına koyduğu yeni teşkilâtın, orduyu düzeltip
kuvvetlendirmek değil, eskiye nispetle idâresi güç bir
hâle getirdiğini ve bu defaki bozgunun başlıca sebeple­
rinden biri olduğunu askerlik bakımından beyan ve isbât ediyor. Subaylar siyâset ile meşgul edilerek askerî
nizâm ve intizâmın bozuluşunu; Meşrutiyet’ten sonra
her şeye tercih edilerek yapılması lâzım gelen ve askerî
« »evkiyat için çok önemli olan yolların Nâfıa Nezâreti
tarafından yaptırılışının ihmâl edilişini, vuku bulan he­
zimetin en mühim sebepleri olarak açıklıyor.
e
YOLLARIN KİFAYETSİZLİĞİ
BAHRIYENİN ZAAFI
Birçok muharebelerde bulunarak kudretlerini is­
pat etrrjiş olan değerli kumandanların bâzısmdan duy­
duklarım dahi bu merkezde olup, Mahmud Şevket Paşa'nm, bahsi geçen teşkilâtı tatbik ve mânevi bakım­
dan Bulgaristan'ı korkutmak için önce Edirne ile İstan­
bul arasında yetmişbin kişilik bir ordu toplayarak yap­
mış olduğu manevra bu hakikati tamamen göstermiş­
tir. Zabitlerin mezkur teşkilâta alışamamış olmaların­
dan dolayı ordunun istenilen şekilde idaresi, erzak vesâir lüzumlu maddelerin askeıi birliklere muntazam
olarak gönderilip ulaştmlmsı kabil olmadığı gibi, bir
muharebe şeklini çizen ve gösteren bu manevrada, as­
ker arasında açlıktan ve hastalıktan birçok ölüm
vak'alarmın meydana geldiği gibi, koleranın hükümet
merkezine aşılanmasına ve yayılmasına sebep olduğu
ve keyfiyetin Bulgarlara da idari zayıflığımızı göstere­
rek daha sonra bizimle harp etme cesaretini verdiği vu­
kuf sâhiplerince malumdur.
Ittihâd kabinesinde Nafıa Nazın olan Hallaçyan
Efendi, asker şevki ve şâir nakliyâtın kolaylaştırılması
için Anadolu'da ve diğer taraflarda onbin kilometre şo­
se yolu yapılacağını Meb'uslar Meclisi kürsüsünde be- yan ve taahhüt ettiği halde, değil Anadolu'daki yollatın
İstanbul üe Edirne arasındaki askeri*yol bile yapılıp ta­
mamlanamadığından, Balkan Muharebesi’nde top arabalan çamurlara saplanıp mühimmatça birçok zararla­
ra uğradığımız gibi, donanmanın düzenlenmesi ve ta­
mamlanması için girişilen teşvikler sonucu hamiyetli
halkımızın yaptığı yardımlardan elde edilen para ile iki
hurda zırhlı satın alındı ise de mezkur harpte donan­
manın Yunan donanmasına karşı bir zafer sağlayama­
ması yenilmemizin başlıca sebeplerindendir. Yukarda
zikredilen iki zırhlıya verilen bir milyon liraya daha lü­
zumu kadar para ilâve edilerek Yunanlıların Averof
una karşı koyabilecek yeni ve kuvvetli bir gemi alın­
saydı, denizlerde kazanılma ihtimâli kuvvetli olan za­
ferin karadaki harbin kazanılmasında da büyük tesiri
olacağı âşikardı. ,
Velhâsıl gerek ordunun düzenlenmesinde ve gerek­
se idarî ve siyâsi işlerde meydana gelen bu hatalar,
Trablusgarb ve Rumeli ülkelerinin elimizden çıkması­
na sebep olmuştur. Adı geçen Mahmud Muhtar Paşa,
mülâhazalarının bir yerinde, bunlan kısaca beyan et­
miş olduğundan aynen buraya kaydetmeyi faydalı
J gördüm.
*
SİYASÎ HATALAR ZİNCİRİ
»i
V
"M eşrutiyet'in' başlarında vatanın can çekiştiği
unutalarak Bosna—Hersek'ten meb'uslar celbedilmesi düşünüldü. Avusturya buna bosna—Hersek'i kendi
ülkesine katmakla cevap verdi. Bulgaristan Kapı—kâh­
yasına devlet memuru süsü vermek istenildi. Kral Fer­
dinand istiklâlini ilân etmekle mukabele etti. Her ne
düşünceye dayanıyor idiyse, Girit meselesi alevlendiril­
di, boykotlar yapıldı. Neticede Yunanlılar Islavlarla birleşti.Ne yazık ki elden giden yalnız Girid olmadı. İtal­
ya'nın Trablusgarb için olduğu bilinen şiddetli isteğine
karşı, ya Trablusgarb'ın tahkimi veyahut bu kaabil ol­
madığı takdirde İtalyanların iktisâdı isteklerine karşı
uzlaşma yolunda hareket edilmesi ve bu suretle de olsa
siyâsi hâkimiyetimizin korunması cihetine gidilmesi
mantık icâbı iken, Italyanlara güçlük çıkarılmakta de­
vam olundu. Bu hâl ise İtalyanların silâhlı saldırısını
doğurdu. Yerimizin nezâketini takdir etmedik ve güya
İtalyanlardan başka düşmanımız yokmuş gibi onlarla
harbe kalkıştık. Fakat Trablusgarb'ı korumak şöyle
dursun, gidiş—geliş yollarımızın kesilmesinden dolayı
Yemen'de ve Asır'deki nüfuzumuz sarsıldı. Ne yazık
ki iş bununla da kalmadı. Her tarafta kendi elimizle
körüklediğimiz yangınları söndürmekle meşgul olmak­
lığımızdan faydalanan Balkan Hükümetleri harp ilân
etti.
Başlangıçta belki bu harbin önüne geçmek kabildi.
Fakat yukardan beri sayılan felâketlere sebep olan iş­
lerin tesiri altında amansız bir el, Devleti bu girdâba
çekti sürükledi. "Ya Girid ya ölüm, ya Trablus ya
ölüm” diye bağırmağı ve mitingler yapmağı âdet edi­
nenler, bu defa da, halka "ya Sofya ya ölüm” yazılı
\ külâhlar giydirdiler ve gazi olacağız diye bağırttılar.
Ne çâreki ne Girid kaldı ne Trablus, o yaygaraları ko­
paranların Sofya'ya girmeleri şöyle dursun, devlet hâ­
kimiyetinin yerleşmiş olduğu bütün Rumeli elimizden
gitti. Fakat o adamlara birşey olmadı.
Cenâb—ı Hak, kibir ve gururu sevmez. Biz bu cihet­
ten gazaba uğradık. Meşrutiyet'in başlannda Avrupa'
nın gösterdiği yakınlığı kazanılmış bir hak saydık. Bu­
nu sadece bir ümit ışığı sayılan Meşrutiyet tnkilâbı'mn
uyandırdığı takdir hissinden ibâret olduğunu gözönünde bulunduramadık. Istibdâtm kalkması ile hemen bir
bolluk ve büyüklük elde etmişiz gibi kendimizi büyük
devletlerden sayarak dünyaya meydan okuduk. Gaze­
telerle hakaret etmedik devlet bırakmadık, ikide birde,
kesin bir sayı imiş gibi,mevcut olmayan otuz milyonluk
Osmanlılıkla öğündük. Ne yazık ki üç asırdan beri çe­
şitli bozgun, acınacak hâl ve cehâlet aynası olan târih
levhalarımıza bakmayarak durmadan altıyüz senelik
şan ve şereften söz edip yüksekten uçarak kendimizi
aldatmaktan bir an geri kalmadık, ilimden, sanâyiden,
t
t-
* »
ticâretten mahrum, yoksulluk ve sıkıntı içinde buna­
lan ve millet sözünün istinâd edeceği esas şartlardan
uzak muhtelif unsurların topluluğundan meydana gel­
miş ^siyâsi hayatını sürdürmesi diğer devletlerin birbirle­
riyle olan rekabetine bağlı, arâzisi büyük, fakat kuvveti
küçük bir devletçikten başka birşey olmadığımızı anla­
mak istemedik. Gerek bu haller gerekse herşeyden ön­
ce dâhili intizam ve inzibâtı temin etmesi gereken or­
dunun, ihtilâlciler elinde oyuncak olması ve bir kısım
subayların vazifelerinden başka herşeyle meşgul olma­
ları, Avrupa'ca hakkımızda beslenen bütün ümitleri sön­
dürüp, her türlü sevgiyi yok ederek nefret uyandırdı.işte başımıza gelenler bütün bu hallerin müstahak oldu­
ğumuz neticeleridir."
Evvelce Hakkı Paşa Kabinesi'nde bulunan Mahmud
Muhtar Paşa'nın hakikatleri söylemek için yazmış ol­
duğu bu düşünceler, yukarda tafsilatıyla arzettiğim
dörtbuçuk senelik yanlışlıklan ve kötülükleri, doğrusu
bir pirinç tanesi üzerine "Fâtiha" yazmak kabilinden
pek belâgatli hulâsa ve ifâde etmkle, üzerinde inceden
inceye araştırılması ve düşünülmesi uygundur.
ALINAN ASKERÎ TEDBİRLERE RAĞMEN
RİC'ATİN DURDURULAMAMASI
Şark Ordusu'nun son dayanak noktası olan Çatalca
istihkamlanna, daha önceki devirlerde mevziler yapıla­
rak yerleştirilmiş olan büyük çaptaki toplar sonradan
kaldırılarak, her ne düşünceye dayanıyor idiyse nhtımlan da bozulmuş olduğundan ve yeniden rıhtım yapıla­
rak o çapta toplar yerleştirilmesine zaman ve imkân
bulunmadığından askeriyece mezkûr istihkâmların
önünde piyâde siperleri yaptınlarak buralan koruyacak
ve idâre edecek kşdar askerî kuvvet tertip ve tâyin edil­
miş olup Bâb—ı Ali'ce de ordunun lüzumlu bütün ihti-
yaçlan temin ve yerlerine gönderilmesi için her ne şe­
kilde yardım lâzım ise, Vekiller Hey'eti gece gündüz
toplantılar yaparak bu işlerle ilgili tedbirleri almaktan
geri durmamıştır. Hele Kâmil Paşa, yaşı sekseni geçmiş
bir piur olduğu hâlde Sadârejf'e tayin olduğu günden itibâren geceleri dahi Bâb—ı Ali'de yatıp kalkarak, arka­
daşları ile birlikte üzerlerine düşen vazifeyi insan gücünüp yettiği nisbette yapmağa çalışmıştır. Ancak takdi­
ri ilâhı icâbı, daha harbin başlangıcında, Şark ve Garp
ordularının birçok birliklerinde görülen bozgun eseri
bütün askere sirâyet ederek her tarafta devam etmekte
olan muhârebeler, geri çekilmekle neticelendiğinden,
harbin umumi durumu ile asken bakımdan neticesi
hakkında bilgi ve düşünceleri öğrenilerek alınması lâ­
zım gelen tedbirleri görüşmek üzere yeni ve eski ku­
mandanlar bir gece Bâb—ı Âli'ye dâvet edildi.
Çatalca istihkâmlarındaki büyük topların kaldırılma­
sı sebebini, Harbiye Nezâreti'nde bulunduğu zamana
tesadüf ettiğinden dolayı, askeri hey'et arasında bulu­
nan merhum Mahmud Şevket Paşa'dan sordum. İtal­
yan donanmasının boğazı zorlaması ihtimâli kuvvetli
olduğundan, mezkûr toplarla Edirne istihkâmlarında
bulunan büyük çaptaki topların bâzılarını, Çanakkale
ile Bolayır istihkâmlarına nakledip yerleştirilerek ÇanakkaleBoğazı müdâfaasının takviye olunduğunu söy­
ledi.
Hazır olan kumandanlar harbin gidiş âtı hakkında
bilgi ve düşüncelerini belirterek, hâlen Yanya, Işkodra
ve bilhassa Edirne istihkâmlarının düşmana karşı da­
yanmakta oldukları; Şark Ordusu'ndan geri kalanların
da Çatalca istihkâmlarında toplanarak, yapılacak düş­
man hücumlanna şiddetle karşı koyması, Çekmece ve
Terkos taraflarından da donanma vasıtası ile orduya
yardım edilmesinden başka çâre olmadığı, bu son aske­
ri tedbirlerin hâsıl edeceği neticeye ve durumun icap
*
V
ettireceği şartlara göre, Bâb—ı Ali'ce de siyâsi tedbirler
alınmasının lâzım geleceğini bildirdiler.
MÜHİMMATSIZL1K VE KOLERA SEBEBİYLE
MÜTAREKE İSTEMEYE MECBUR OLUNMASI
Lüleburgaz bozgunundan sonra Şark Ordusu, Çatal­
ca istihkâmlarına çekilip oradan düşmana, karşı hü­
cumda bulunarak yiğitlikler gösterdi; düşmanın defa­
larca yaptığı saldırıları büyük telefat verdirerek püskürt­
tü. Ancak harpte ordunun boş yere harcanmış olması,
dönüşü esnasında asken noksanlığı ve kışın şiddeti,
harp malzemelerinin çok miktarda ziyan olarak nok­
sanlaşmasına sebep olduğundan, Çatalca istihkâmların­
daki topların ancak birkaç gün ateş edebilecek gülleleri
kaldığı ve bu durum karşısında harbe devam etmenin
kaabil olamayacağının Başkumandanlık Vekâletinden
bildirilmesi üzerine, acele olarak gülle temini için topla­
rı yapan Alman fabrikalarına nıürâcaat olunduğu gibi,
Trabzon vesâir yerlerde mevcut olduğu haber alman o
tip gülleler getirtilerek ihtiyacın giderilmesine çalışıldı
ise de, maksada kâfi gelmediği gibi, Allah’ın hikmeti
olarak o sırada meydana çıkan Kolera hastalığı muha­
rebeden çok öldünicü olmağa başlamakla Hükümet
Merkezine her an biraz daha yaklaşmakta olan tehlike­
yi önleyebilmek için, mütâreke istemek mecburiyeti
hasıl oldu.
Bulgarlar da harp sahasının merkezden uzaklaşması
ve mevsim icâbı mühimmat ve erzak naklinde güçlük
çektikleri gibi, Çatalca önlerinde çok kırılmaları ve ko­
lera hastalığının kendi askerleri arasında da baş göster­
mesi sebepleriyle mütarekeye muhtaç idiler. Bu bakım­
dan her iki tarafın kumandan ve murahhasları, Çatalca
yakınındaki Bahşayiş köyünde toplanarak sulh müzâ­
kerelerine başlanmak üzere muayyen bir müddet için
LONDRA KONFERANSI KARARLARININ
AĞIRLIĞI, HARBE DEVAM ETMEDEKİ ACZİMİZ
Bu sırada büyük devletler işe karışarak Ingiltere Hâ­
riciye Nâzın Sir Edward Grey'in teklifi üzerine, sulh
müzakerelerinin başlatılmasını görüşmek üzere işaret
edilen devletlerin Londra'daki elçilerinden meydana
gelen bir konferans toplandı. Harbe katılmış olan dev­
letler tarafından da murahhaslar tayin olunarak, uzun
müzâkere ve münakaşalardan sonra, Osmanlı Devleti
, murahhaslarının şiddetli itirazlarına rağmen, Meriç'in
Akdeniz'e döküldüğü yerin doğusundaki Enez'den Ka­
radeniz kıyısındaki Midye'ye kadar hayali bir hat çizi­
lerek —Edirne dâhil olduğu hâlde—, Arnavutluk'tan
başka, bütün Rumeli'nin müttefik Balkan Devletlerine;
Girid'in Yunanistan'a bırakılması; İtalyanların işgali al­
tındaki adalardan başka Cezâyir'in mukadderâtının
tayini ile Arnavutluk’ta teşkil edilecek idâre hususu­
nun büyük devletlere bırakılmasj. ve teferruatı hakkında
verilen karar ilgililere ve Bâb—ı Ali'ye tebliğ olundu.
Hükümet izzet—i nefsin tahammül edemeyeceği bu
istekle karşılaşınca çok güç bir durumda kaldı. Çünkü
mâlı ve dâhili durumumuz ile, ordumuzun tecrübe ile
meydana çıkmış olan intizamsızlığı, E rkân-ı Harp Re­
isi İzzet Paşa tarafından verilerek Vekiller Meclisi'nde
okunan lâyihada da belirtildiği veçhile, harbi sürdürme­
miz kesin olarak imkânsızdı. Her türlü fedakârlıklara
katlanarak harp, bir müddet daha uzatılsa bile, bunun
can ve mal kaybından başka bir sonuca ulaşması im­
kânsızdı. Nitekim Kâmil Paşa kabinesini düşürerek bu
makamı işgal eden Mahmud Şevket Paşa Hükümeti şu­
nu bunu satarak ve birçok güçlükle şuradan buradan
br miktar para bularak tekrar harbe girişti. Çatalca, Ge-
libolu ve Bolayır havalisindeki savaşlarda birçok asker
kaybedildiği, harbin yeniden başlamasına kadar düşma­
na karşı koymakta olan Edirne,Işkodra ve Yanya müs­
tahkem mevkileri de birkaç milyon değerindeki bütün
silâh ve mühimmâtıyla birlikte düşman eline geçtikten
sonra, yukarda beyan edilmiş olan sulh şartlarını aynen
kabule mecbur oldu.
Bir de harp esnasında Müttefik Balkan Devletleri ile
çarpışmakta iken, sulh müzâkeresinde büyük devletlerikarşımızda bulduk. Diğer taraftan her türlü noksanları­
mıza rağmen devleti harbe mecbur etmek için, evvelce
umumi efkârı heyecanlandırarak halkı "harp isteriz"
diye feryat ettirenler,şimdi de sulh mes'elesini, hükü­
meti düşürmek için vesile sayarak tertipler yaratmak­
tan geri kalmadılar.
4
*
v
HÜKÜMETİN MUKABİL TEKLİFLERİ
Bunun üzerine keyfiyet Vekiller Meclisi'nde inceden
inceye ve uzun boylu görüşülerek bu teklifin tamâmiyle geri çevrilmesine imkân olmadığından bâzı maddele­
rinin devlet menfaatlerine biraz uygun sayılabilecek bir
şekle sokulmasının başan sayılabileceği; Osmanh Dev­
le ti'nin eski bir idare merkezi olan Edirne'de birçok
mukaddes İslâm eseri bulunduğu, nüfus sayım cetvelle­
rine göre de sâkinlerinin yüzde seksenden çoğunun
müslüman, geri kalanın da çeşitli unsurlardan meydana
geldiği, Bulgarların Marmara Bölgesi'ne yaklaşmasının
Çanakkale Boğazı’mn korunmasını güçleştireceği ve
bunun da daha sonra Avrupa sulh dengesini bozabilece­
ği düşünelerek, Edirne'nin Karaağaç'tan itibaren bir sı­
nır çizgisi ile İsviçre gibi bağımsız ve tarafsız bir hükü­
met hâline sokulması, yukarda yazdı olduğu gibi halkı­
nın da çoğunu müslümanlann teşkil ettiğine göre, bu­
rasının, büyük devletlerin de mütâlaası alınarak bir müs-
lürnan hâkimin idaresi altına verilmesi; Adalara gelince,
Sakız ve Midilli gibi Anadolu sahillerine tam bağı olan­
lar Yunanistan'a bırakıldığı takdirde Aydın ili ve Ayva­
lık sâhillerinde oturan Rum ahâli ile Yunanlılar arasın­
da —aynı cinsten olmaları sebebiyle—kaçakçılık ve bu­
na benzer âsâyişi bozucu hâller eksik olmayıp o havâli
de, Makedonya gibi bir fesat kaynağı hâline gelerek
devletin başına devamlı olarak sıkıntılı işler çıkmasına
sebep olacağından eninde sonunda, ifade edildiği veçhi­
le Edirne gibi Adalar'uı da tamamen terkedilmesine im­
kân görülemediğinden bu cihet de gözönünde tutulmak
şartıyla, Adalar mes'elesinin de büyük devletlerin insaf
edici takdirlerine bırakılması ve diğer sulh şartlarının
zariırı qlarak kabul edilmesinin gerekeceği hususları
müzâkere edilerek uygun göriilmüştür.
Edirne'nin tarafsız bir bölge hâline getirilmesi işi
esasen Sir Edward Grey tarafından Londra Elçisi Tevfik Paşa'ya gizlice hatırlatılmış olduğundan bu teklifle­
rimizin elçiler konferansınca kabul edileceği kuvvetle
ümid edilmişti.
i"
CEMÂLEDDİN EFENDİ NİN DURUMU;
MÜZAKERE ÎÇÎN BİR MEŞVERET MECLİSİ
TOPLANMASINI TEKLİF VE TEMİNİ
*
Her ne kadar, Edirne tarafsız bir İslâm hükümeti hâ­
line getirilerek,Bulgarların o taraftaki şiddetli emelleri­
ne bir sınır tâyini ve Adalar'ın halkının çoğunluğunun
Rum olması münasebetiyle kendilerine idarede hususi'
imtiyazlar verilerek siyâsi bakımdan Osmanlı hâkimi­
yetinde bırakılmaları o zamanki siyâsetimize göre bir
başarı sayılabilirse de ortada koca bir Rumeli'nin elden
gitmesi gibi yürek yakan bir felâket vardı. Gerçi Ka­
nun—ı Esâsi hükümlerine göre bu hususta kat'i karar
vermek sorumlu Vekiller Hey'etine âit ise de, devletin
ölüm kalım dâvâsiyle ilgili bu mühim mes’elede, duru­
mun güçlüğünün Osmanlı umiımı efkârında tamamiyle
meydana çıkması; uygulanabilecek daha faydalı bir
çâre bulunursa o yolun tercih edilmesi; herhalde dü­
şünce ve kararlarımızın isâbetli olup olmadığının an­
laşılarak ona göre kalp rahatlığıyla lüzumlu tedbirlerin
alınabilmesi için, eski vekiller ve Ayân Meclisi âzâlan
ile ilmi' asken, mülkî ve adlı' sahada ileri gelen devlet
büyüklerinden mürekkep bir danışma kurulu toplaya­
rak görüşme yapılmasını Vekiller Hey’eti'ne teklif ettim.Harbiye Nâzın Nâzım Paşa,bütün sorumluluğu
Vekiller Hey'etine,ait olan bu meseleye Ayân vesâir
kimselerin karıştırılmasının doğru olmayacağını ileri
sürerek bu isteğime muhalefet etti.
Sadnâzam Kâmil Paşa ile vekillerden bir iki kişi­
nin o tarafı tuttuğunu götönce, maksadımın Ayân ve
devlet ileri gelenlerini sorumluluğa ortak etmeği düşün­
mek olmadığını, mes'elenin büyük ehemmiyeti sebebiy­
le, peygamberin âdeti olan istişâreye uyarak kendi
düşüncelerimizi, isâbetli görüşlerle aydınlatarak, imkân
nispetininde yanlış işler yapmaktan çekinmek olduğu­
nu; bu tarzın devletin eski geleneklerine uygun bulun­
duğunu, teklifim kabul edilmediği takdirde işten çekil­
mek zorunda kalacağımı, kesin bir dille belirterek ısrar
ettiğimde, Nâzım Paşa'dan başka bütün vekiller isteği­
me katıldıklarından, Sadnâzam'ın bâzı değişikliklerle
hazırladığı liste mucibince, keyfiyet Pâdişah'a arz edi­
lerek müsâade alınmakla, tâyin edilen günde çağırılmış
olan kimselerle Beşiktaş Sahil Sarayı’mn üst kat salo­
nunda toplanıldı. Yalnız Mahmut Şevket Paşa Nâzım
Paşa ile ayni fikirde olarak itiraz etmiş olduğundan bu
toplantıya katılmayacağını bir yazı ile Sadnâzam'a bil­
dirdi.
Pâdişâh, şehzâde Yusuf Izzeddin, Vahideddin ve
Abdülmecid Efendi'ler beraberinde olduğu halde, top­
lantı salonuna bakan bir odadan görüşmeleri tâkip et­
ti. Ayân Reisi Said Paşa ile eski Sadnâzam Gazi Ah- >
med Muhtar Paşa'nın katılmış olduğu toplantıda, Dev
let'in asken durumu, dış siyâseti ve mâli gücü hakkında
ilgili nâzırlar tarafından hey'ete kâfi açıklayıcı bilgi ve­
rildikten sonra, toplantıda bulunan Cemiyet mensubu
ve diğer kimseler tarafından yapılan gerekli konuşma­
larla mes'ele açıklanıp aydınlığa kavuştuktan sonra,
sulhün kabul edilerek yapılmasının zaruri olduğuna
—bir sebebe bağlamadan harbin devâmı lüzumunu ileri
süren Baş—savcı Hakkı Bey'le ona uyan üç beş muhalif
oya karşı— çoğunlukla karar verildi. Ayân'dan bâzılan
bu karann tutanakla tespit edilerek imza edilmesini ha­
tırlatmış iseler de, kendilerine, dâvetli oln bu kimseler
müşterek sorumlu olmayıp yalnız Vekiller'in düşünce­
lerinde ve kararlannda isabetli olup olmadıklarının tâ­
yin ve takdiri için çağırılmış olduklarını, bu sebeple
alman karânn imza edilmesine lüzum olmadığını bil­
dirdim.
Büyük devletlere verilecek cevabı notanın, Vekiller
Meclisi'nde cereyan eden müzâkerelere ve usulüne göre
hazırlanması Hâriciye Nâzırı Noradungiyan Efendi'ye
tavsiye edilerek ertesi sabah Vekiller Meclisi Bâb—ı
Ali'de-toplandı.
BÂB-I ÂLİ BASKINI
Nâzır’ın Fransızca olarak yazmış olduğu nota tercü­
me edilmek üzere Hâriciye'ye gönderildi. Birkaç saat
sonra tercüme edilmiş olarak geri getirilen nota sureti
Vekiller Meclisi'nde okunacağı ve Sadrıâzam Kâmil Paşa'nın, bâzı Padişah emirlerini bildirmek için Bâb—ı
Ali'ye gelmiş olan Mâbeyn Başkâtibi Ali Fuad Bey'le
görüşmek üzere Sadâret'e mahsus odada bulunduğu sı­
rada, Bâb—ı Ali’nin büyük sofasında bir gürültü duyul­
ması üzerine, derhal Harbiye Nâzın Paşa ne olduğunu
anlamak üzere meclisten dışan çıktı. Bunun ardından
silâh sesleri işitilmekle bütün vekiller şaşkınlık içinde
kaldı.
Allah’ın takdiri ile,harbin almış olduğu bu fenâ du­
rumdan faydalanarak Vekiller Hey'eti'ni düşürmek ve
idâre mekanizmasını ele geçirmek düşünce ve teşebbü­
sünden geri kalmayan İttihad ve Terakki Cemiyeti ricâli,bir gün önce Mâbeyn’de toplanan danışma hey’etinin
uygun gördüğü şekilde sulh müzâkerelerine girişilmek
üzere büyük devletlerin notasına cevap verileceğini tah­
min ettiklerinden bunu bir saldırı sebebi yaparak,Şeref
Efendi Sokağı'nda toplayarak hazırlamış olduklan tah­
minen 20—30 kadar silâhlı kişiyi ikindi vakti birdenbi­
re Bâb—ı Ali'ye sevkederek içeri sokmuşlar. Cemiyete
karşı olmasıyla tanınan ve büyük sofada bulunan Sâdaret Yâveri Nâfız ve Harbiye Nezâreti Yâveri Kıbrıslı—
zâde Tevfik Beyleri vurup öldürdükten ve kendilerin­
den de Necip adında bir kişi Öldükten sonra adı geçen
topluluk Talat ve Enver Beylerle birlikte Sadâret daire­
sindeki küçük sofaya girerek, orada bulunan ve bu top­
luluğu beklemekte olan Harbiye Nâzın Nâzım Paşa Ue
kapı yanında duran bir sivil polis komiserini de hemen
tabanca ile vurarak şehit ettikten sonra, Sadâret’e mah­
sus odada yukarda yazılı olduğu gibi Mâbeyn Başkâti­
bi ilekonuşmakta olan Sadnâzam Kâmil Paşa’yı kor­
kutup zorlayarak Sâdaret’ten istifasını yazdırmışlar.
Mezkur istifayı alan ve daha sonra Harbiye Nâzırı olan
Enver Bey bunu hemen Pâdişâh’a takdim eder ek,Mah­
mud Şevket Paşa’nın Sâdaret Makamı’na tayini husu­
sunda Pâdişâh’m müsâadesini temin ederek Bâb—ı Ali’
ye gelip Vekiller Hey’eti’nın değiştirildiğini bildirdi ve
yeni Sadnâazam gelinceye kadar eski hey'etin gitmesi­
ni geciktirdi.
Gece yatsıdan sonra Mahmud Şevket Paşa, Bâb—ı
Ali'ye gelerek şehidleri başka bir yere naklettirip es­
ki vekillerin de birer ikişer evlerine gitmek üze-
re ayrılmalarına izin verildi. Sadrıâzam Mahmud Şev*
ket Paşa eski Sadrıâzam Kâmil Paşa ile bana, Adliye
Nezâreti’ne tâyin etmiş olduğu İbrahim Bey vâsıtası
ile, pek saygılı bâzı tebliğde bulunduğu gibi, gece ya­
nsı yemek hazırlatarak ikrâm etti. Sabaha karşı yanı­
mıza verilen birer subayla evlerimize döndük.
EDİRNE'Yİ BULGARLARA TERKE RAZI OLAN
HANGİ KABİNEDİR?
Fakat doğru olmadığı halde, "Kâmil Paşa Kabinesi, Edirne’yi Bulgarlara terk ettiği için feverân eden
millet tarafından iktidârdan düşürüldü" diye Dâhiliye
Nezâreti makamından bütün Osmanlı ülkelerine resmi
telgraflar çekilerek eski kabineye büyük bir iftirâda
bulunuldu. Çünkü cevap olarak yazılan notanın tercü­
mesi henüz Vekiller Meclisi'nde okunarak kesinleşme­
miş olduğu gibi, bu notada Edirne'nin Bulgarlara terkedildiğine dâir hiç bir kelime bulunmayıp, aksine
Edirne tarafsız bir İslâm hükümeti hâline getirilerek
Çanakkale Boğazı'mn korunmasının güven altına alın­
ması istenmekte idi.
^
Çok garip bir olaydır ki yeni hükümet, halkın naza­
rında meşru gösterebilmek için eski kabineye iftira su­
retiyle yüklemek istediği suçu ve kusuru, sonradan
kendisi işlemek mecburiyetinde kaldı. Zira mütâreke­
yi bozarak harbe devâm eden, bu yüzden pek çok can
ve mal kaybına sebebiyet veren ve çeşitli güçlüklere
göğüs geren hükümet, hiç bir başarı sağlayamayarak
nihâyet AvrupalIların daha önce teklif etmiş olduktan
Midye—Enez hattının öte tarafını yâni Edirne dâhil ol
mak üzere bütün Rumeli'nin müttefik Balkan Devletle­
rine bırakılmasını kabul ve imza etti.
ı
EDİRNE’NİN İSTİRDADI ÖVÜNME
VESİLESİ OLABİLİR Mİ?
Vâkıa anlaşmanın imzâlanmasından az bir müddet
sonra Edirne geri alındı. Fakat elde ettikleri arazi ve
memleketleri bölüşme meş'elesinden dolayı mezkur
devletler arasında meydana gelen anlaşmazlık harbe
dönüştüğünden, Bulgarlar yukanda sözü geçen an­
laşmanın Bâb—ı Âli tarafından kabul ve imza edil­
mesine ve anlaşmanın düzenleyicisi olan büyük dev­
letlerin tabii koruyuculuğuna dayanarak, Edirne is­
tihkâmlarındaki askerlerini Sırp sınırına göndererek
Edirne havâlisini boşalttıklarından, bundan faydala­
nan Çatalca’daki ordunun, büyük bir hamiyet ve
yaradılıştan olan cesâreti icâbı görülmemiş bir hızla
hareket ederek Edirne'yi kurtarması, ölmüş sanılan
bir millete Tanrı’nm bir lütfü olduğu şüphesizdir.
Bütün Osmanlıların büyük sevincine sebep olan bu
İlâhi lütfa, kendilerini çok müşkül ve tehlikeli bir du­
rumdan kurtardığı için yeni hükümetin pek çok şük­
retmesi gerekir. Yoksa işin içyüzünü bilmeyenlere kar, r şı iddia edildiği şekilde, bu hâdise, hiç bir zaman yeni
vekiller için bir iftihar ve bir öğünme vesilesi olamaz.
Çünkü, kendi idâreleri zamanında, düşmanın savaşla
elimizden aldığı bir müstahkem beldeyi, yine kendile­
ri terke râzı olarak o yolda anlaşma imzaladıktan son­
ra, düşman askerlerinden boşaltılmış olduğu bir za' manda ordunun silâh kullanmadan geri almayı başar­
ması, hiç bir şekilde kendilerine fatihlik şerefi ve mezi­
yeti kazandırmaz.
Diğer taraftan büyük devletlerin, andlaşma hükümle­
rine uyulması hususundaki, ihtâr ve tebliğlerine karşı
dayanmak ve yiğitlik göstermiş olmakla öğünmeye yer
yoktur. Zira yukarda açıklandığı gibi Londra Andlaşmasının yapılıp taraflarca imzâsmdan sonra, Balkan hü-
kumetleri arasında meydana gelen anlaşmazlık sonucu
aralarında savaş çıkmış ve Romanya Hükümeti de bun­
dan faydalanarak silâhlı bir müdâhalede bulunduğu için
mezkur andlaşma geçerliliğini kaybetmiş olduğundan,
büyük devletlerce andlaşma hükümlerinin zor kullan­
mak suretiyle uygulanmasının istenemeyeceği âşikâr
idi. İşte, bundan dolayı, bu kabinenin yerinde herhangi
bir başka kabine bulunsa, bu fırsattan belki de daha
çok faydalanabileceğinde akıl erbâbı tereddüt etmez.
KÂMİL PASA KABİNESİ İLE MAHMUD ŞEVKET
PAŞA HÜKÜMETİNİN İCRAATININ MUKAYESESİ
Hattâ Kâmil Paşa Kabinesi de sulh müzakereleri ya­
pılırken, Edirne ve müstakil Arnavutluk'tan niâadâ;
Müttefik Balkan Devletlerine bırakmak zorunda oldu­
ğumuz toprakların büyük devletlerin himâyesine tevdi
edilmesnin, millf izzet—i nefsimiz bakımından daha eh­
ven olacağını ileri sürmüş isem de, merhum Kâmil Paşa
"Balkanlılam bu toprakların paylaşılmasında üyuşamayıp aralarında harp çıkması ihtimâli çok kuvvetlidir.lşte biz de o zaman bu fırsattan faydalanarak bu toprak­
ların mühim bir kısmını geri alabiliriz" diyerek siyâsi
bir kehânette bulunmuştu.
Kâmil Paşa Kabinesi'nin hazırlamış olduğu cevâbı
nota ile Mahmud Şevket Paşa hükumeti'nin kabul ve
imza ettiği sulh andlaşması karşılaştırılsa hakikf du­
rum dâha açık bir şekilde anlaşılır. Kâmil Paşa Kabi­
nesi mezkur notada belirttiği şekilde sulh yapmağı ba- '
şarabilse idi; düşmana dayanmakta olan Edirne,, Yanya
ve Işkodra istihkâmlarındaki askerlerimiz, silâhlan
omuzlarında muntazam avdet edecekler; buralarda bu­
lunan ve değeri üç milyon lirayı bulan bütün silâh ve
mühimnıât Osmanlı Devleti 'ne âit olacak, daha sonra
meydana gelmiş olan can ve mal kaybı da olmayacaki
tl.
Halbuki Mahmud Şevket Paşa Kabinesi, faydasız
olarak dört beş ay kadar harbe devam etmekle,omuz­
larına yüklenmiş olan borçların altında ezilmekte
olan bu milletin borçlarını daha da çoğaltmak, Gelibo­
lu çevresi vesâir yerlerde binlerce vatan evlâdının ölme­
sine, kaybolmasına sebep olmak, Edirne, XanYa ve işkadra kalelerini bütün silâh ve mühimmatı ile birlikte
düşman eline terk ve teslimden başka ne kazandı?
Plevne müdâfasından sonra, askeri tarihimizi süsle­
yecek şekilde, aylarca düşmana kahramanca karşı ko­
yarak büyük şan ve şeref kazanmış olan Edirne kahra­
manlan, sonunda esir olarak birçoğu düşman memle­
ketinde sefâlet içinde öldü. O havâlideki müslüman hal­
kın çoğu, çocuk ve kadınlara vanncaya kadar haksız
yere düşmanın vahşiyâne zulmüne ve kılıcına hedef ol­
du.
İnsâf ile bakılır ve hakcasına düşünülürse, Rumeli'yi
kaybeden Gazi Ahmed Muhtar ve Kâmil Paşalar kabi­
neleri olmayıp, yukarda da açıkça anlatıldığı gibi Otuzbir Mart Hadisesi'nden sonra idâreyi müstakilen eline
alan, kötü yönetimi ve siyâsfhatâlan ile harbin çıkma­
sının sebebini bütünüyle hazırlayan İttihad kabineleri
olduğuna hükmetmemek kabil midir?
Mahmud Şevket Paşa bu kabinelerin üyesi idi. Bu
uğursuz sulhü yapan, imza eden ve Rumeli'yi resmen
Balkanlı devletlere terk ve fedâ eden hâlen kendisinin
başkanlığı altında üye sıfatıyla bulunan bugünkü vekil­
ler olduğunda tereddüt ve şüphe edilebilir mi?
Edirne’nin geri alınışı bu kötülüklerini örtüp yok
edemez. Daha önce de işâret edildiği gibi o, tabii bir
netice idi. İktidar makamında kim olursa olsun zuhur
eden bu fırsattan faydalanması zarurfidi.
İnsaf buyurulsun, bütün hakikat meydandadır. Kötü
niyete yakın bir göz yumma ile Trablusgarb ve Bingazi
i
s
f
»
t
-
120
-
*
*
gibi koca bir İslâm ülkesinin İtalyanların eline geçme­
sine sebep olan Hakkı Paşa kabinesinin Yüce Divan ta­
rafından muhâkeme edilmesini isteyen, yirmiden fazla
milletvekili tarafından verilmiş olan takrir ile, dayandı­
ğı belgeler Meb'uslar Meclisi evrakları arasıflda durmak­
ta iken, devletin dâhilde ayaklanma ve hâriçte savaş ile
uğraştığı ve bu durumların Rumeli bölgesinde korkunç
bir savaşın çıkması tehlikesini meydana getirmekte ol­
duğu bir zamanda, ağır bir yük olan idâreyi üstüne alan
Gazi Ahmed Muhtar ve Kâmil Paşalar kabinelerinin üs­
tüne, şekle âit bazı kusurlar isnâdıyla yüklemek, esas
bu olaylara sebep olan sorumluları da yüce mevkilerde
bulundurarak onlann kusurlarının ve işlemiş olduklan
suçlann saklanmasına çabşmak İslâm adâletine ve Os­
manlı insâfına uygun mudur?
MUHTAR^AŞA KABİNEStNÎ ALELACELE
DİVÂN—I ALİYE SEVK EDEN MEB USLARA
SESLENİŞ
Meb’uslar Meclisi Dördüncü Şubesi’nin, çok önemli
olan bu meselede Gazi Ahmed Muhtar Paşa’yı, resmi
belgeleri okumasına ve düşünmesine imkân bırakmaya­
cak surette yalnız bir saatlik mühlet (—) tanıyarak he­
men sorguya çekmesi ve acele olarak bir iki gün zarfın­
da yaptığı üstünkörü bir inceleme ile, senelerden beri
sadâkatle ve doğrulukla hizmet etmiş Allah'a hamd ol­
sun nâmus ve şerefi hiçbir suretle lekelenmeıpniş olan
kıdemli devlet adamlarının sırf garaz ve intikam duygu­
su ile yüce divâna şevkini ileri süren meb'uslara sesleni­
yorum.
Ey muhterem meb'uslar! Doğuştan sâhip olduğunuz
zihin açıklılığı ve anlayışlılık, seçim bölgenizde kazan­
mış olduğunuz itimad ve emniyet sebebiyle, bugün bü­
tün Osmanlılann vekil ve meb'usu, milletin haklarımı!
koruyucusu sayılıyorsunuz, Ecdâdımızın azim ve him­
metiyle ele geçirilen Rumeli’nin, bugün tamamen elden
çıkmış olmasının sebeplerini araştırarak buna sebep
olanların mes’uliyetlerini dava etmek hak ve vazifeniz
icabıdır. Fakat yukarda açıkladığım olaylar bütün ger­
çekleriyle bilgi ve anlayışınızdan gizli olmadığı halde
nasıl oluyor da, duçar olduğumuz bu acı kayıpların
bütün sorumluluğunu zayıflık ve yetersizlikle vasıflan­
dırdığınız bu iki kabineye yüklemek istiyor sunuz?
Seçmenleriniz size sual sorup:
"Trablus ve Bingazi ülkeleri Osmanlı memleketleri­
nin dışında ve sâhipsiz topraklar mıydı? Bu mübârek
yerlerin halkıRumeli gibi çeşitli din ve milletlerden
olmayıp hepsi müslümandı. Rumeli’nin alınışından altı
yedi asır önce islâmiyeti kabul etmiş ve sonra da Os­
manlı ülkeleri arasına katılmıştı. Daha dün İtalyanların
istilâsiyle elimizden çıktı. Bunun tek sebebinin Hakkı
Paşa Kabinesi’nin yaptığı yanlışlıklar ve göz yummaları
olduğu iddiasıyla sizin gibi meb’uslann Meb’usan MeC"
lisi Riyasetine vermiş oldukları takrir, hey'etçe kabul
edilerek tahkikat için hususi bir encümene havale edil­
miş ve tahkikat sonucu olayın doğruluğu meydana çık­
mıştı. Sîzlerden birçoğunuz da o mecliste meb'us ola­
rak bulunuyordunuz. Belki içinizde o takrirde imzası
olan da vardır.
Şimdi milletin hakları ile ilgili bulunan ve hakikatte
Balkan Savaşı'nı meydana getiren ve kolaylaştıran se­
beplerin en önemlisi ve etkilisi olan o mes’elede susma­
nız ve olanları görmemezlikten gelmeniz acaba, Hakkı
Paşa Kabinesi’nin önemli üyelerinin hâlen iktidar mev­
kiinde bulunmalarından mı ileri geliyor?
Gazi Ahmed Muhtar ve Kâmil Paşa Kabineleri'nde
Harbiye Nâzın ve savaş esnâsında Başkumandan Veki­
li olmasından dolayı başlıca sorumluluğun kendisine
yüklenmesi gereken Nâzım Paşa ile ikinci kabine baş­
„
kanlığında bulunan Kâmil Paşa bu dünyâdan el çekti*
ler. Uzun müddet bu devlete hizmet etmiş olan, nâmus
ve şerefleri inkâr edilemeyen geri kalan üyelerin, insan­
lık icâbı görüş bakımından bâzı kusurlan olsa bile, iyi
niyetlerinden şüphe olmadığından geçmişte yapılmış
olan bütün yanlışlıkların ve kötü işlerin sorumluluğu­
nu ; iki üç günlük bir tahkikata dayanarak bunlara yük­
lemeğe kalkışmak adâlet kaidelerine ve tarafsızlığa
uyar mı? Padişah, nutkunda kurulduğunu bildirdiği as­
keri' Yüce Divan henüz toplanarak hezimet sebeplerini
hakkıyle tâyin etmediği halde, o ciheti hiç söz konusu
etmeyerek yalnız bu iki kabinenin muhâkeme altına
alınmaları hususunda göstermiş olduğunuz acelecilik,
hakkınızda edinmiş olduğumuz emniyet ve itimada
dayanarak sizlere vermiş olduğumuz emâneti, iyi bir
şekilde kullanmış olduğunuz mânasına gelir mi? dese­
ler ne cevap verirsiniz?
Bulgar Milleti son zamanda müttefikleri ile araların­
da çıkan savaştan dolayı, Geşof ve Danef kabinelerinin .
muhâkeme altına alınmasını sizden birkaç ay önce iste­
di. Sobranya’da uzun müddet görüşmeler ve soruştur­
malar yapıldı. Zannıma göre henüz bir karar verilerek
Yüce DiVan kurulamadı. Medeniyet sâhasına yeni ayak
atan Bulgarların hakikati araştırma ve adâleti icra hu­
susunda göstermiş oldukları şu ihtimâm, bizim için ib­
reti mucip değil midir?
Şüphe yok ki tarih bu olayı tarafsız olarak tetkik ve
muhakeme ile bütün hakikatleri meydana koyacak ve
bilhassa Tanrı’nm yüksek mahkemesi bu dâvaları, bü­
tün zan ve şüphelerden arınmış olarak tam bir adâletle
ve kesin şekilde sonuca vardıracaktır. "O zulmedenler,
yakında hangi inkilâb ile sarsılacaklarını bileceklerdir"
B E Ş İ N C İ BÖLÜM
MÜDAFAA
*
ö
Gazetelerde gördüğüm veçhile, Ahmed Muhtar ve
Kâmil Paşa Kabinelerini suçlamak üzere Meb'uslar
Meclisi Başkanlığına verilmiş olan takrirlerdeki madde­
ler ile bunlara Dördüncü Şube tarafından eklenen soru­
lara, ilk savunma olarak, aşağıdaki hususları acele be­
lirtmeliyim.
a
4
SORUŞTURMADA TAKİBİ GEREKEN USÛL
Evvelâ şunu arzedeyim ki, devletin siyâsf işlerini yü­
rüten Sadâret Makamı ile Hâriciye Nezâreti olduğu gi­
bi kara ve deniz kuvvetlerinin sevk ve idâresi de Harbi­
ye ve Bahriye Nezâretleri'ne ait olduğundan bunların,
yetkileri dahilinde olan işleri bağımsız olarak yürütmesi
ve bundan meydana gelecek sorumluluğun da kendile­
rine ait olması tabiidir. Fakat devletin umumi'ahvâli ile
ilgili olması bakımından Vekiller Hey’eti'nce müzâkere
edilmesi gereken veyahut Sâdaret makamından izin alı­
narak yapılması icap eden işler için, mezkûr nezârete
yazılan yazılar Sâdaret tarafından Vekiller Hey'eti'ne
havâle olunursa, bunlar hey'etçe müzâkere edilerek
alınan kararlar tutanağa geçirilerek vekiller tarafından
imzâ edilir. Bu usul eskiden beri yapılmakta olup bu
işlerin sonucundan doğacak olan sorumluluk mezkur
hey'ete aittir. Bundan dolayı ilk önce şikâyet maddele­
rini içine alan tutanaklar incelenerek bunlarda imzâsı
olan kimselerden açıklama yapmaları istenilmeli ve ona
göre imza sâhiplerinin sorumlu veya sorumsuz oldukla­
rına vicdanen tam kanâat getirdikten sonra, suçlamak
icap ediyorsa o yolda soruşturma hülâsası düzenlemek
kaide ve adâletin gereği olduğu gibi, zaman geçmesi ile
olaylar tamamen hatırda kalmayacağı cihetle, işi tamâmiyle kavradıktan sonra, kâfi açıklama yapabilmek
için mezkur tutanakların, imzâ sâhiplerine gösterilmesi
adâlet icabıdır. Çünkü kat'i bilgilere dayanmayan ce­
vaplar vicdânen inandırıcı olamayacağı gibi, altında imzâsı bulunmayan maddelerden dolayı da vekillerden bir
kimseyi suçlamak kanun ve adâlete uygun değildir.
ASKERLER BALKANLILARLA
SAVAŞILAMAYACAGINI DEĞİL,
HARP EDİLEMEYECEĞİNİ SÖYLEMİŞLERDİR
işte bu esasın muhafaza edilmesi şartı ile arzederim
ki, birinci takririn "E rk ân -ı Harbiye tarafından ordu­
nun Balkan Devletleri'ne karşı başarıyla savaşacak hal­
de bulunmadığı tekrar tekrar bildirilmiş olmasına rağ­
men harp ilân edilmesi" mes’elesinden ibaret olan ilk
maddesini anlatan ilıtâr, eğer vuku bulmuş ise bu Ve­
killer Hey'eti'ne tebliğ olunmadı. Aksine Bâb—ı Ali'ye
çağrılarak düşünceleri sorulan askeri âmirlerden, İzmir
Askeri Fırka Komutanlığında bulunmuş olan Abdullah
Paşa, ordunun intizamsızlığı sebebiyle savaşa gücümüz
olmadığını (6) bildirdiği hâlde, diğerleri ve bilhassa
Mahmud Şevket Paşa; Harbiye Nezâreti'nde bulundu­
ğu sürede yeniden teşkilâtlandırmak suretiyle orduyu
intizâma koyduğunu, büyük paralar harcanarak bütün
ihtiyaçların hazırlanarak tamamlandığını belirtip »Bal­
kan Devletleri'nin harp sâhasına ancak altıyüzellibin as­
ker gönderebileceklerini, bunun yüzbini ordu hizmetin­
de bulunacağı cihetle beşyüzellibin askerle savaşa giri­
şebileceklerini, bizim ise Edirne ve Rumeli'nin şâir yer­
lerinde bulunan ordumuzu dörtyüzellibine ulaştırarak,
Allah'ın izniyle Edirne, Işkodra ve Yanya istihkâmla­
rıyla birlikte düşmana karşı koymamızın kaabil oldu­
ğunu, fakat noksanların tamamlanması ve ulaştırma iş­
lerinin yapılabilmesi için onsekiz gün kadar bir zamana
ihtiyaç olduğunu, bunun da siyâsî müzakereleri uzat­
mak suretiyle kazanılmasının gerektiğini ifâde ettiler.
Bununla ilgili olarak hazırlanan yazıyı, yalnız Mahmud
Şevket Paşa, yukarda zikredilen özrii ileri sürerek imzâdan istinkâf etti.
\
HÜKÜMET HARBE GİRMEK İSTEMEMİŞ,
BALKANLILAR SAVAŞI KAÇINILMAZ
HALE GETİRMİŞLERDİR
Bununla beraber Vekiller Hey'eti mali sıkıntı vesâir
güçlükler yüzünden savaştan son derece kaçındı ise de,
Balkan hükümetleri esâsen daha önce düşünüp tasarla­
mış olduklan Rumeli'nin paylaşılma işini gerçekleştir­
mek için aralarında yapmış oldukları ittifak ile tamânıen harbe hazırlanmışlardı. Balkanlılar Osmanlı Devle­
ti'nin içte ve dışta çeşitli olaylar ve can sıkıcı mesele­
lerle uğraşmasından, askerlerimizin senelerden beri Ye­
men,Kerek,Havran ve Arnavutluk hâdiseleri sebebiyle
yorgun düşmüş olmasından faydalanma fırsatını kaçır­
mamak azminde olduklarından,barışın korunması im­
kânsız hâle gelmişti.Avrupa'nın ileri gelen siyâset
adamlarının da beyan vetasdik ettikleri gibi, Osmanlı
Hükümeti önlenmesi kaabil olamayan korkunç bir har­
bin karşısında bulundu ve saldırıya karşı savunmaya
geçmek zorunda kaldı.
Meselenin halli için büyük devletlerle müzâkerelere
girişildiği esnâda, Müttefik Balkan Hükümetleri bir ül­
timatom vererek Makedonya ıslâhatına iştirâk ettiril­
meleri ve ordumuzun dağıtılması isteğinde bulunmuş­
lardır ki, bu harpsiz olarak Rumeli'yi düşmana teslim
etmek ve hükümet merkezini tehlikeye sokmak demek
olacağından, buna ne Osmanlı efkâr—ı umumiyesi, ne
de hükümet razı olabilirdi. Zâten tahrik edilen bir ta­
kım kimseler "Harp isteriiz, ya Sofya, ya ölüm" diye
sokaklarda feryâd ettirilerek umümf efkâr heyecanlandırılmakta idi.
OSMANLI HÜKÜMETİ HARP İLÂN
ETMEMİŞ, DEVLET NAMUSUNU KORUMAK
İSTEMİŞ, SONUNA KADAR BARIŞI
TERCİH ETMİŞTİR
İyice yaklaşmakta olan savaşın sulh yoluyla önüne
geçmenin kaabil olmayacağı anlaşılınca, devletin ve
milletin şeref ve nâmusunu korumak maksadı ile
Müttefik Balkan Devletleri'nin ültimatomuna cevap
olarak, elçilerinin pasaportları verilerek siyâsi ilişki
kesildi. Yoksa resmen savaş ilân edilmedi.
Eğer Gazi Ahmed Muhtar Paşa Kabinesi, Balkanlı­
lar ile harbi istese ve destekleseydi, onlardan Önce ha­
zırlığını tamamlar, seferberlik ilân ederdi. Halbuki,
mes'elenin meydana çıkışından son günlere kadar,ta­
raflar arasında banşın korunması için çalıştı ise de,
yukarda belirtilmiş olan sebepler yüzünden buna mu­
vaffak olma imkânını bulamadı. Bunun için ve bu du­
rumlar gözönüne alınarak etraflıca düşünülür ve insafla
muhâkeme edilirse mezkur kabine bü suretle suçlana-
RUMELİ’Yİ ELDE TUTABİLME ŞANSI
KAÇIRILMIŞTI
Osmanlı tarihinin kaydettiğine göre bugün Maca­
ristan’ın başkenti olan Budapeşte'den itibaren Kırım
bölgesini, Karadeniz havzası ile Rumeli, Anadolu, Ara­
bistan ve Fas'a kadar Akdeniz'in güneyindeki sahilleri
ve beldeleri içine alan geniş memleketimizden birçok
yerleri, gerileme devrinin başından beri devamlı olarak
kaybettiğimiz gibi, Rumeli bölgesini de hakikatte
Ayastefanos (Yeşilköy) Andlaşması ile elden çıkamuştık.
^
Çünkü mezkur bölgenin kuzey sınırını teşkil eden
Tuna Nehri ile Balkan Dağlan gibi bir savunma hattını
kaybederek, içimizde bir Bulgar hükümetinin meydana
gelmesi, Sırp ve Ynan ile Karadağ'ın genişleyerek kuv­
vetlenmesi üzerine, Rumeli'nin geri kalan kısmında Os­
manlı hâkimiyetini korumak çok zordu.
İngiltere hükümetinin müdâhale ve gayreti ile yapıl­
ması sağlanan Berlin Andlaşması'na dayanarak Rumeli'
nin bizde kalan kısmında hâkimiyetimizi sürdürebildik.
Ondan sonra Bulgarların kışkırtmasıyla meydana gelen
ve o hızla devam eden Makedonya'daki kanşıklıklara
yabancı devletler tarafından müdâhale edildi. Hatta
Reval'de iki hükümdânn buluşmasından sonra Rumeli'
nin bölüneceği sözlerinin ortaya çıkması, Üçüncü Or­
du'yu uyardığından acele bir tedbir olmak üzere Meş­
rûtiyet ilân edilmesi, bu düşünceleri geçici olarak erte­
lemiş oldu.
Meşrutiyet'in ilânı ve saltanat değişikliğinden sonra
idâreyi tamamen eline alan İttihat Hükümeti ilk önce
Manastır, Kosova ve Selânik illerinde, zamanın icâbı
kaçınılmaz ihtiyaçlara uygun yeni düzenlemelerle Ma-
.
kedonya'daki muhtelif milletleri ve Avrupa umumi ef­
kârını biraz olsun hoşnut etmiş olsa idi, Balkanlıların
ittifakı meydana gelmez ve Rumeli'ndeki Osmanlı hâ­
kimiyeti sona ermezdi.
Dört seneden fazla devam eden bu devreden fayda­
lanamayan Ittihâd kabineleri ele geçen fırsatları boş
yere kaybettiler.
BALKAN HARBİNE GİRİŞİN VE BOZGUNUN
ASIL MES'ULÜ İTTİHADÇILARDIR
Islâhat nâmına kalp kırgınlıklarına ve itirazların art­
masına sebep oldukları gibi, devlet hâzinesine yük ol­
maktan başka hiç bir faydası görülmeyen me'mur dü­
zenlemesi ve askeri* tasfiyeler yaptıkları gibi, kendileri­
ne karşı olan rakiplerini ortadan kaldırmak için ola­
ğanüstü kanuni' tedbirler alarak zor kullanmakla uğraş­
tılar. Avrupa'dan milyonlarca borç alınarak yapılan
teşkilat ve alınan askerf teçhizatın hiç bir kıymet ifade
etmediği ve yarar sağlamadığı Balkan Muharebesi'nde
anlaşılmış oldu. Çünkü harp sahasına gönderilen asker­
ler, Mahmud Şevket Paşa'nın tanzim ve teşkil ettiği or­
dular, bunlan idâre eden âmirler ve subaylar da genel­
kurmayına kadar kendisinin tertip ve tâyin ettiği kim­
selerdi. Fakat Cemiyetin teşvik ve telkiniyle vaktiyle
Üçüncü Ordu subayları arasında uyanan siyâsî fikirler,
diğer ordulara da sirâyet ederek, askerliğin esas ka'idesi olan itâat, birlik ve beraberlik bozulduğu gibi, yavaş
yavaş çoğalan aykırı fikirlerin meydana getirdiği, parti­
cilik, askerlik vazifelerinin hakkıyle yapılmasına engel
oldu. Savaşın önlenebilmesi için, büyük devletler tara­
fından, savaşta hangi taraf kazanırsa kazansın, toprak
kazanılmayıp statuko'nm korunacağına dâir yapılan
açıklamalar ve harp esnasında gönüllü olarak asker ara­
sına girmiş olan bâzı kötü niyetli kimselerin yaptığı
söylenen fenâ telkinler de tesirini gösterdi. İşte bu hal­
ler ve bu muharebenin meydana çıkışını hazırlayan se­
beplerle yukarda açıklanan idârî ve siyâsî hatâlar uğur­
suz harbin sonunu doğuran kaçındmaz olaylardır. Şim­
di bunları görmezlikten gelerek bozgun olayının sorum­
luluğunu Gazi Ahmed Muhtar ve Kâmil Paşa kabinele­
rine yüklemeğe çalışmak, adâletli ve insaflı bir tutum
olur mu?
SEFERBERLİK TATBİKATINDA GECİKME
OLMUŞSA BUNUN MES ULÜ VEKİLLER HEY ETİ
DEĞİLDİR
İlk TAKRİR'in ikinci, dördüncü ve beşinci maddele­
ri seferberlik ilânının gerekli olduğuna dâir Genel Kurmay'ın ihtarlarının Vekiller Meclisi’nce gözönüne alın­
mayıp altı gün sonra seferberlik ilânına karar verildiği;
bu karann derhal Harbiye Nezâretinden kumandanlık­
lara ve Dâhiliye Nezâreti tarafmdan da vâliliklere bildi­
rilmesi icâb ederken, çok değerli olan bu ilk günlerin
boş yere sivil ve asken memurlar arasında yazışmalarla
geçirilmiş olması mes'elelerinden ibârettir.
Vekiller Meclisi tutanaklannın okunmasından da an­
laşılacağı üzere, Bulgaristan'ın seferberlik ilân ettiğine
dâir Harbiye Nezâreti'nden Bâb—ı Ali’ye verilen malu­
mat, Vekiller Meclisi'ne bildirildiği gün, bizim de der­
hal seferberlik ilânına karar vermiş olduğumuz âşikâr
olup, bu da pek tabiidir. İddiâ olunduğu gibi karann
tebliğinde bir gecikme olmuş ise, bunun sorumluluğu
da bunu yapanlara âid olup bu bakımdan Vekiller
Hey'eti'nin tamamı suçlanamaz.
Fiilen katılması şöyle dursun, konu hakkında bilgi­
si bile olmaysan bir kimsenin, o iş için sorumlu tutul­
ması, ne ilâhı ve ne de inşânı herhangi bir kanun hük­
mü ile bağdaş tınlamaz. Bununla beraber Bâb—ı Âli'ye
çağırılmış olan, yukarda beyân olunan devlet ileri ge­
lenleri ile asken âmirlerin sevkiyat için istemiş olduk­
ları onsekiz gün müddet fazlası ile kazanılarak, Edirne
¥ ve Kırklareli taraflarına gerekli yığınak yapıImıştır.Ka1 radağ askerlerinin sınırı geçerek Osmanlı ordusuna sal­
dırması ile harbe başlamış olduğu resmen anlaşıldık­
tan sonra, orduya harekete geçmesi emrinin verilmiş
olduğu yapılacak inceleme ile anlaşılacak hakikatler­
dendir.
Farzedelim ki bu hususla ilgili olarak dâireler arasın­
da cereyan eden yazışmalarda, o işi yürüten kişilerin
tutumu icâbı bâzı gecikmeler meydana gelmiş olsun,
acaba bozgunun tek sebebi bu mudur? Bu acı yenilme­
nin sebeplerinin araştırılması ve buna sebep olan askeri
âmirlerin ve subayların sorumluluklarının tâyini için
evvelce kurulmuş olan askerî Yüce Dîvan niçin çalış­
maktan men’edildi? Sonradan Meb’uslar Meclisi'nin
açılışında okunan pâdişâh nutkunda bu tekrar ele
alındığı halde, mezkûr Yüce Divan ne sebeple henüz
işe başlattırılmadı. Halbuki sırf askeriyeye ait olan bu
mes'ele, inceden inceye araştırılarak bozgun sebepleri
tam olarak anlaşıldıktan sonra, Vekiller Heyeti’ne so­
rumluluk yükletmek gerekiyorsa o zaman Yüce Dıvan’a
sevkedilmeleri adâlet hükümleri icâbı iken, bu esaslı ci­
het hiç kaale alınmaksızın doğrudan Gazi Ahmed
Muhtar ve Kâmil Paşa Kabineleri’nin muhâkeme edil­
meleri karannm çabuklaştırılması, hiç şüphe yok ki
maksadın, gerçeği ortaya çıkararak adâlet hükümlerini
yürütmek olmadığı, sırf garaz ve intikam olduğunun
açık delilidir.
)
•
HARPDEN ÖNCE, HİZMET MÜDDETİ DOLAN
ASKERİN TERHİSİNE MECBURİYET
DUYULMUŞTU
•*
ı
Mezkur Takririn üçüncü maddesi, seferberlik ilânın­
dan biraz önce Ordunun üçte birini ve tâlim terbiye ba­
kımından en iyi şekilde yetişmiş olan kısmını teşkil
eden askerin terhis edilerek tabur mevcutlarının o da
acemi askerlerden mürekkep olmak üzere yüzelli kişiye
indirilmiş olmasından bahseden şikâyeti ihtivâ etmek­
tedir. Bu mesele Harbice Dâiresi'ne âit bir vazife oldu­
ğundan, bunda Bâb—ı Ali'nin herhangi bir malumatı ve
karan olmadığına göre, sorumluluğu da yalnız Harbiye
Nezâreti'ne aittir. Merhum Nâzım Paşa sağ olsaydı, bu
hususta inandırıcı cevaplar vermesi mümkündü. Nite­
kim bu konu ile ilgili olarak daha önce kendisine yö­
nelttiğim soruya vermiş olduğu cevap, yukarda geniş
olarak arzedilmiştir.
Hakikaten nizâmı askerlik süreleri olan üç yılı ta­
mamlamış bulunan ve bu süre içinde dâhilde meydana
gelen ayaklanmaları bastırmak için her tarafa gönderil­
melerinden dolayı yorgun ve bitkin düşen, hele son Ar­
navutluk ayaklanmasında bir kısmı Arnavutlara katıl­
mış olan bu askerler, ısrarla terhislerini isterken, Er­
kân—ı Harbiyye'nin kanuna uygun bulunan bu isteği
yerine getirmesi zaruri idi; aksi takdirde, Allah koru­
sun, böyle nâzik bir zamanda orduda bir ayaklanma
çıkmasının çok kötü sonuçlar verebileceğini düşünen
Merhum Nâzım Paşa'nın Genel—Kurmay kararını yeri­
ne getirmesi cihetine gitmesi pek tabiidir.
Bununla beraber Bulgarlann birden seferberlik ilân
etmeleri üzerine bu askerler yollardan çevrilerek askeri
bölgelere gönderilmişlerdir.
* HARBE PADİŞAHIN IZNl ALINMADAN
GİRİLMİŞ OLMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR *
*
Takririn altıncı maddesi, Kanun—i Esâsı hükümleri­
ne göre harp ilân etmek Pâdişâh'a ait mukaddes bir
hak olduğu hâlde, izni alınmaksızın buna nasıl girişi*
lebildiğine dâirdir.
Yukarda da arzolunduğu gibi, resmen harp ilân edil*
mediği hâlde Müttefik Balkan Devletleri'nden Karadağ'
m sınırlarımıza saldırarak harbe girişmesi üzerine, Os­
manlı askerinin de düşmanı uzaklaştırmak için sür'at
göstermesi bir zaruret hâline gelmiş olduğundan, Baş-?
kumandan Vekilliği tarafından Doğu ve Batı orduları­
na o yolda lâzım gelen emirlerin verilmesi gerekmekle
durumun Pâdişah'a arzı ve bu hususta müsâadesinin
alınması tabii umurdan bulunmuştur.
Bâb—ı Ali ve asken dâirelerin o sıralarda karşılaşmış
oldukları fazla meşguliyet ve büyük güçlükler sebebiyle
şâyet o resmî işlerin yapılmasında gecikmeler olmuş
ise de, mes'elenin başından sonuna kadar, yakınlan vâ­
sıtası ile Padişah’a devamlı olarak hakiki ahvâle ait bil­
giler verilmeğe gayret edildiği gibi, Sâdaret Makamı'
ndan da birbiri ardı sıra yazılı ve sözlü olarak, keyfiyet
tafsilâtı ile saltanat makamına arzolunmuş olduğundan
şu asken harekât için Pâdişâh Makamının tasviplerinin
alınmadığı iddiâ edilemez.
Eğer öyle olsaydı derhal kabine uyarılarak, resmi va­
zifesini yapmadaki gecikmenin sebepleri sorulurdu ki,
* şimdiye kadar Pâdişâh Makamından bu bakımdan hiç­
bir itiraz ve bu konuya dâir bir irâde çıkmaması, yapı­
lan açıklamanın doğru olduğunu belirtir. Zirâ bu du­
rum sırf Pâdişah'a ait mukaddes hukuku alâkadâr eden
bir mes'eledir.
DÜŞMAN SALDIRISI KARŞISINDA ORDUMUZUN
DA KARŞI HAREKÂTA GİRİŞMESİ
HARBİYE NAZIRLIĞINCA İSTENMİŞ,
. VEKİLLER HEYETİ DE BU İSTEĞİ KABUL
ETMİŞTİ
. .
,
* .
Takririn yedinci maddesi, Bâb—ı Ali nin askerf hare­
kâtın yürütülme tarzına kanşmağa yetkisi olmadığı
halde, Vekiller Hey'eti karârı ile savaş yapılması için
Başkumandanlık Vekâleti'ne emir verilerek, toplanma­
sı ve hazırlığı henüz tamamlanmamış olan ordularımı­
zın felâkete sürüklenmesi; her meb'us hizmet süresinin
Kanun—i Esâsı'ye göre dört yıl olduğu halde, ikinci
defa seçilmiş olan Meb'uslar Hey'eti'nin hükümet ile
uyuşmazlık hâlinde bulunmaları; bu düşünceye daya­
narak Meb'usan Meclisi'nin feshine ve Kanun—i Esâsı'
yi tefsire dâir birkaç fıkrayı içine almaktadır.
İlk fıkrada beyân olunan karar, Vekiller Hey'eti'nce
kabul edilmiş ise de bunun Harbiye Nezâreti'nin açık­
lamasına ve isteğine dayandığı, Vekiller Meclisi tuta­
naklarının okunup incelenmesinden anlaşılabilir. Er­
kân—ı Harbiyye'mizin modern savaş tekniği icâbı, sa- vunma hâlinin ekseriya mağlubiyeti, taarruzun ise zafe­
re ulaştıracağı nazariyesmi kabul ederek, muhârebe es­
nasında düşmanın yurdumuza girmesine meydan veril­
meyerek mümkün olduğu derecede düşman arazisinde
savaş yapılması istek ve düşüncesinde olduğunu Nâzım
Paşa, Vekiller Meclisi'nde defalarca söylemişti. Yoksa
savaş tekniğine ait bilgisizliği tabii olan Vekiller
Hey'eti'nin kendiliğinden tecâvüz hareketi için Başku­
mandan Vekili'ne emir vermesini akıl ve düşünce sâhibi
hiçbir kimse kabul edemez ve onaylayamaz.
Asken yığınağın yapılması ve noksanlann tamamlan­
ması için, asken hey'et tarafından istenilen süre fazlası
ile kazanılmış olduğu gibi, düşmanın saldırışa geçerek
harbe başlamış olması üzerine, ordumuzun da karşı ha-
■i
rekete geçmesi kaçınılmaz hâle gelmişti. Sevkıyâtın
hızlandırılması ve noksanların tamamlanması hususun­
da gecikmeler olmuş ise bunun sorumluluğunun, yu­
karda da arzedildiği veçhile, Harbiye Nezâreti'ne ait ol­
ması lâzım gelir.Bununla beraber sevkıyatın ancak za­
man ve mekânın müsâadesi nisbetinde olabileceği, in­
san gücünün imkânın üstüne çıkamayacağına insaf ile
bakılır ve toplu bir halde yurdumuza saldırmak kastın­
da bulunan düşmanlarımızdan birinin, hangi cihetten
olursa olsun sınırlarımıza saldırarak savaşa başlaması
karşısında ordumuzun da gerektiği şekilde vazifesini
yapmaktan geri duramayacağı tarafsız olarak düşünü­
lürse, askerî hey'etin de bu bakımdan nıâzur görülmesi
lâzım gelir.
,
MEB’USAN MECLİSİNİN FESHÎ,
DEVLET MENFAATLERİNİN GEREĞİ
VE USULÜNCE YAPILMIŞTIR
,
İkinci fıkraya gelince; medenî memleketlerin çoğun­
da, Meb'uslar Meclisi’nin kapatılması ve yeni seçimlere
gidilmesinin hükümetlerin takdirine bağlı olduğu şüp­
hesizdir. Nitekim Meşrutiyet'in ilânından sonra, ilk de­
fa açılan Meb’uslar Meclisi, Saîd Paşa Kabinesi tarafın­
dan kapatılmıştı. Yukarda açıkça arz olunduğu üzere,
Saîd Paşa Kabinesi'ni istifaya mecbur eden Arnavutluk
ayaklanmasını idâre edenler, ikinci Meb’uslar Meclisi'
nin de kapatılarak, tarafsız ve âdilâne bir seçim yapıl­
masını, diğer şartlarla birlikte, ısrârla teklif ettiler.Mezkfir kabineden sonra iş başına gelen Gazi Ahmed Muh­
tar Paşa Kabinesi, askerî hey'etin aczini beyan ettiği
mezkuV ayaklanmayı teskîn için daha önce yapılmış
olan teklifleri kabul etmekten ve yerine getirmekten
başka çâre bulamadı. Zfra, Arnavutluk ayaklanmasının
devâmının devlet için büyük bir tehlike yaratmakta ol-
u
A
*
duğu görüldüğünden, hükümet, kanuni yola başvura­
rak, düşüncesini, tefsir merci'i olan Ayân Meclisi'ne arzetti. MEzkiîr hey'etin ince tetkik ve müzâkereleri neti­
cesinde büyük bir çoğunlukla verdiği karar Pâdişah’ca
da tasvib olunarak sâdır olan ferman gereğince, yeni se­
çimler yapılmak şartı ile Meb'uslar Meclisi kapatıldı.
O
karann bu neticeyi içine almadığını iddia etmek,
Ayân Meclisi kararlannı tefsire girişmek mânâsına gelir
ki bu vazife takrir sâhipleri ve Meb'uslar Meclisi Dör­
düncü Şubesi'nin yetkileri dışındadır. Bunun için, bu
mes'eleden dolayı Gazi Ahmed Muhtar Paşa Kabinesi'
ne yüklenmek istenilen sorumluluğun, Ayân Hey'eti'ne
de şâmil olması gerekir. Hatta Kanun—i Esâsı hükümle­
rine ^öre, Pâdişâh, mukaddes, sorumsuz olduğundan
mezkur karar da Pâdişâh irâdesi ile uygulanma sâhasına konmuş bulunduğundan, bu sorumluluktan mânevi
bir hissenin de Pâdişah'a ait olması lazım gelir. Halbuki
mezkûr kabinenin şu hareketi, kanun hükümlerine, işin
icâbına ve devlet menfaatlerine uygun olduğundan hiç­
bir sorumluluğu gerektirmeyeceği vukuf ve irfan sâhiplerinceflnâlumdur.
1
"
*
*
im
HÜKÜMET, BÜYÜK DEVLETLERİN
İSTANBUL’U KORUMAYA İŞTİRAK TEKLİFİNİ
REDDEDEMEMİŞTİR
İkinci takrir ise, savaş esnasında büyük devletlerin İs­
tanbul’da bulunan donanmalarından karaya asker çıka­
rarak başkenti korumaları hakkında, B âb -ı Âlı*tarafın­
dan bu devletlerin elçilerine teklifte bulunulması,mem­
leketin zâbıta ve asâyiş işlerinin yabancıların idâresine
bırakılmasına dâirdir.
Düşmanın son zamanlarda Çatalca istihkâmlarına
saldırarak başkenti tehdide başlaması, şehir halkını te­
lâşa düşürdüğünden, büyük devletlerin elçileri, Beyoğ-
lu ve Boğaziçi'nin Rumeli yakasında pturan yabancı
tebaalı kimseleri korumak üzere, mezkur yerleri bölge­
lere ayırıp kendi savaş gemilerinden karaya asker çıka­
rarak bunlarla yerli zâbıta me'murlarına yardımcı ol­
mayı aralarında kararlaştırmış olduklan beyâniyle bu
hususta hüküYnet tarafından zâbıtaya talimat verilmesi­
ni istediler. Mahalli zâbıta kuvvetleri yeterli olmakla
beraber,her bakımdan şehrin âsâyişini koruyabilecek
asken kuvvetler dahi mevcut bulunduğu, esâsen yerli
ahâli ile yabancıların muhâfazası hükümetin en başta
gelen düşüncelerinden biri olduğundan, böyle bir tedbi­
re hâcet olmadığı münâsip bir lisân ile kendilerine bil*
dirildi. Fakat kabul etmediler.
Allah göstermesin, "Çatalca istihkâmları düşmana
dayanamayacak olursa, askerimizin, şehirde ve bilhas­
sa zenginlerin bölgesi olan Galata ve Beyoğlu tarafla­
rında yağmacılığa girişmesi ihtimâl dahilinde oldu­
ğundan, bu kararımızı uygulamakta mazuruz" diyerek
tekliflerinde ısrâr ettiler. Hükümet ise, o sırada mezkûr
elçileri iknâ ile tekliflerini red hususunda sebât edecek
bir durumda değildi. Bundan dolayı yabancı askerlerin
sözü geçen yerlerde ve geçici olarak, Osmanlı zâbıtası
ile birlikte çalışmalarına müsâade etmek zorunda kal­
dı.
Eğer bu teklif takrir sâhibinin iddiâ ettiği gibi, ka­
bine tarafından yapılmış olsaydı, Mukaddes Emânet­
lerin ve Devlet Hâzinesinin merkezi olan İstanbul tara­
fı, böyle bir koruma tedbirinden ayn tutulur mu idi?
Bu iddiaların yalnız Gazi Ahmed Muhtar ve Kâmil Paşa
Kâbinelerini suçlamak için bulunmuş isıiâdlar olduğu,
kin ve garaz sâhibi olmayan hamiyyet ve vicdan sâhibi
kimselerce bilinen birşeydir.
BİR AN ÖNCE MÜTAREKE YAPMA ZARURETİ
BAŞKUMANDAN VEKİLİNİ,
*
BULGARLARIN EDİRNE'YE
ZAHİRE SOKULMAMA TEKLİFİNİ
KABULE MECBUR ETMİŞTİR
Yukarda beyân olunan takrirlere ilâve olarak, şube
tarafından ileri sürülen sorulardn biri de,Bulgarlarla ya­
pılan mütârekeye göre Edirne'ye erzak gönderilmesi
Vekiller Meclisi tarafından kararlaştırılmış iken Savof
un tekliflerinin niçin bizim delegeler tarafından kabul
edilerek Edirne'nin erzaksız bırakıldığına dâirdir.
Gerçekten Vekiller Meclisi, karşılıklı şartlarla mütâ­
reke yapılması için delegelere mezuniyet vermişti. Har­
biye Nâzırı ve Başkumandan Vekili sıfatı ile konuşma­
ya mmur olan Nâzım Paşa'nın, Vekiller Meclisi kararı­
na aykırı olan bu teklifi kabul etmesi, Vekiller Hey'eti'
ni de hayret ve üzüntü içinde bıraktığından bu şekilde­
ki hareketi Mecliste kendisine soruldu: Cevaben: Savof,
Vekiller Meclisi karan uyarınca mütâreke yapmağa mu­
vafakat ettiğinden, her iki taraf delegeleri, tarafından
imzalanmak üzere o yolda bir belge dahi hazırlanmış
ise de, ikinci Bulgar delegesinin, sonradan Sofya'dan
almış olduğu bir emir üzerine, Edirne'ye erzak sokul­
maması kaydının belgeye ilâvesi hususunda ısrar etmesi
ve Savof'un da buna uymak zorunda kalmış olması,
mütarekenin yapılmasını güçleştirip geciktireceği, hal­
buki Çatalca istihkâmlanndaki toplarımızın mermileri
kalmadığından savaşa devam olunursa iki üç günden
fazla dayanmaya imkân olmadığı cihetle, Allah koru­
sun, düşmanın başkenti eline geçirmesi mümkün bu­
lunduğundan, mütâreke süresinde noksanlanmızı ta­
mamlamak ve gerektiğinde tekrar harbe başlamak üze­
re bütün sorumluluğu üstüne aüp mezkur şartlan kabul
ederek mütâreke belgesini o suretle tasdik ve imzâ etti-
ğifli, umumi kumanda uhdesinde oldğu cihetle, bu
yetkinin kendisine âit ve bundan doğacak bütün so­
rumluluğun kendisine râci olduğunu, bildirdi.
^
Gerçekten de yukarda arz olunduğu gibi, mezkur is­
tihkâmlarda atılacak merminin az kaldığı, evvelce de
bildirilmiş olduğundan Almanya fabrikalarından tedâ­
rik edilerek gönderilmesi daha önce Almanya’ya gön­
derilmiş olan hususi memura telgraf ile bildirildiği gibi
Trabzon vesâir yerlerdeki mermilerin getirilmesine giri­
şilerek durum düzeltilmeğe çalışılmıştı.
Sulh müzâkerelerinde kuvvetli bulunmak için, Mütâreke'den faydalanarak, Romanya yolu ile Almanya’
dan kâfi miktarda mühimmat getirtilerek ordunun nok­
sanlan tamamlanmış oldu.
Her işte istenilen şey gayeye ulaşmaktır. Adı geçe­
nin kendi ifâdesinde beyan ettiği gibi, zaruret dolayısiyle de olsa bu şartın kabul edilmiş olması tabiâtiyle
çok üzücü olmakla beraber, acaba Edirne zahiresizlik
yüzünden mi teslime mecbur kalındı? Halbuki Edirne'
ye gizlice zahire ithal olunmakta idi. Nitekim Kâmil
Paşa kabinesi düştükten sonra yeniden başlayan savaş­
ta da düşmana dayandı ve nihâyet Müttefik Balkan
kuvvetlerince savaş sonucu elimizden alındı. Bu sebeple
bundan dolayı mezkur kabineyi suçlamağa çalışmak
hakkaniyete uygun olamaz.
KAMİL PAŞA HÜKÜMETİ
EDİRNE'Yİ TERK TEKLİFİNDE BULUNMAMIŞTIR
"Taııin "Gazetesinin 2005 sayılı ve 22 Temmuz 1914
tarihli nüshasında yazılı olduğu gibi, Kâmil Paşa kabi­
nesi tarafından Pâdişâh sarayında toplanan uınunıî
meclise, Edirne’nin terk edilmesi hakkında bir karar
alınması teklif edildiğine dâir Dördüncü Şube tarafın­
dan bir soru sorulmuş olduğu doğru ise, bu büyük bir
iftiradır. Çünkü Vekiller Heyeti tarafından böyle bir
teklif yapılmadığı, mezkur mecliste bulunanların malu­
mudur. Kâmil Paşa kabinesi, hiç bir vakit Edirne'nin
Bulgarlara terk ve teslimine râzı olmadı. Büyük Devlet­
lerin tekliflerinde direnmeleri karşısında, Edirne'nin ta­
rafsız bir Müslüman Devleti hâline getirilmesini son no­
tasında belirtmiş ve bunu adı geçen devletlere teklif et­
meğe karar vermişti. Midye—Enez hattından itibaren
Edirne de dahil olduğu halde, Arnavutluk'tan başka
bütün Rumeli'nin Müttefik Balkan Devletleri'ne bırakıl­
masını kabul ederek bu anlaşmayı imzalayanın Mah­
mud Şevket Paşa Kabinesi olduğu inkâr edilebilir mi?
SEÇİMDE TARAFGİRLİK VE YOLSUZLUK
YAPAN MEMURLARIN AZLİ VE BAZI
VEKİLLERİN MUVAKKATEN TEVKİFİ,
İTTİHADCILARirç DAHA SONRA YAPTIKLARI
GAYR—I KANUNİ TENSÎKAT VE SÜRGÜNLER
YANINDA SUÇLAMAYA DEĞER İCRAAT MIDIR?
Bir de, Gazi Ahmed Muhtar Paşa Kabinesi iş başına
gelince Cemiyet'e mensup, bir çok memurları işten ata­
rak yerlerine yetersiz kimseleri getirdiği, Kâmil Paşa
Kâbinesi'nin de, o vakit eski vekillerden olup hâlen ik­
tidarda bulunan bâzı muhterem zevâtı tevkif ettirdiği
ithâm sebebi olarak ileri sürülmektedir.
Her hükümet, icap eden duruma göre, memurlardan
bâzı kimseleri işten çıkarmak veya yerlerini değiştir­
mek, ayni zamanda geçici olarak bâzı kimseleri tevkif
etmek yetkisine sahiptir. Şu kadar ki, yapılan bütün bu
işlerin, kanuna, usâle, hak ve adâlete uygun olması ik­
tizâ eder. Burada bahis ve şikâyet konusu son seçim­
lerde, devlet memurluğu sıfatına uygun olarak tarafsız­
lık kaidesini bozarak Cemiyet hesabına zor kullandıkla­
rı yaygın bir şekilde söylenen ve haklarında şikâyet
olunan bâzı vâli ve memurlar, Dâhiliye Nezâreti tara­
fından işten çıkarılarak, yerlerine, yeni seçimlerin selâ­
metle cereyan edeceğine umumî efkârı inandıracak, ta­
rafsızlıklarına itimad olunan kimseler tâyin edilmişti.
İnsaf ile düşünülürse; Kâmil Paşa Kabinesi'nin düşme­
sinden sonra o kabine ile Gazi Ahmed Muhtar Paşa Ka­
binesi'nin Dâhiliye Nâzırları tarafından tâyin olunan
vâliler vesâir memurlardan, bâzı istisnâlar dışında, han­
gisi memuriyeti başında bırakıldı? Muhâliflikle lekelen­
mek şöyle dursun, Cemiyete bağ ve sadâkati muhak­
kak sayılmayan mühimce ve belki orta ve aşağı derece­
deki memurların bâzısı emekliye sevkedildi, bâzısı da
birer bahâne ile işten çıkarılarak yerlerine hep Cemiye­
te bağlı olan kimselerin tayin edildiklerinde şüphe var
mıdır?
Mahmud Şevket Paşa Hadisesi sebebiyle, Sıkıyöne­
tim Mahkemesi tarafından niahkfîm edilenlerden baş­
ka, kendilerine muhâliflik lekesi sürülerek Anadolu iç­
lerine bilhassa Sinop'a sürülmüş olan binlerce insan,ne
gibi bir adlî tahkikat ve hangi mahkemenin karârına
dayanılarak evlerinden ve mes'ut âile hayatından uzak­
laştırıldı?
Farzedelim ki asâyişi koruma gibi mühim bir maksad, mevcut hükümeti böyle olağanüstü bir tedbir alma­
ya şevketmiş olsun. Sinop'a bir tahkik heyeti gönderi­
lerek suçsuz oldukları anlaşılanlar derhal yerlerine iâde
v . olunacaklar idi. Aradan bir yıldan fazla bir zaman geç­
tiği halde, ne yapıldı ve ne gibi âdil bir sonuç gösteril­
di. Taraf ve yakınını bulup da kendini bu belâdan kur­
tarabilen çok az kimseden başka, geri kalan büyük bir
kalabalığın, kendileri sürgünde, âile efrâdı ise İstanbul1
da veya şurada burada on paraya muhtaç olarak sefâlet
içinde yaşamaya çalışmakta ve bâzıları da açlık ve se­
fâlet içinde garıbâne ölüp gitmekte oldukları herkesçe
bilinmektedir.
Bu biçarelerin vapurlara doldurularak Sinop'a gönde­
rildikleri gün,gökyüzünü tutan feryat ve in lenıeleri,kayık-
lar içinde yardımlarına koşmağa çalışan aile ferdleriniıı
iç tırmalıyıcı feryad ve çığlıklarının meydana getirmiş
olduğu mahşer örneği manzara yerli halktan başka,Ha­
liç’teki yabancı vapurlarından dürbünle bu vahşet derece­
sindeki hali seyreden AvrupalIları bile dertlietmişti.Şimdi milli nâırıus sayfamızı karalayan bu acıklı durumdan
hiç söz edilmeyerek, yukarda arzedildiği veçhile, Vekil­
ler Meclisi karârı ile tahliye edilen mâlum kimselerin
Sıkıyönetim'ce üç beş gün tutuklanmalarından dolayı
Kâmil Paşa Kabinesi'nin suçlanılmağa kalkışılması,
doğrusu vatan evlâtlarını ağlatan ve yabancıları güldü­
ren acâip bir tutumdur. En çok acınılacak taraf da,
haksızlıktan önlemek ve kanun hükümlerini korumak
esas vazifeleri olan muhterem meb'usların, bu hususta
iş başındaki hükümet üyelerinden açıklama yapmaları­
nı isteyerek, medeni âlem nazarında ahlâkımızın mâhi­
yetini ve kabiliyetimizin derecesini gösteren ve tâyin
eden bu çeşit işlerin tekerrürünü önlemek hususunda
çâre bulmaları, üzerlerine düşen önemli bir vazife iken
akıl, mantık, hak ve adâlete uymayan telkinler karşı­
sında şaşkın ve korkakça hareket ederek susmalarıdır.
Biz, bugün kavgaya ve bölünmeye değil Devlet men­
faatleri yolunda birlik ve beraberliğe muhtacız. Hâlin
bu şekilde devâmı, Rumeli'nin kaybedilmesi gibi Allah
korusun bir gün bütün Osmanlılan bilhassa Müslümanla­
rı ağlatacak daha nice vahim neticeler doğuracağı zu­
hur eden eserleri ile görülmeğe başladı.
"İyilik etmek, fenâlıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın; günâh işlemek ve haddi tecâvüz
üzerinde yardımlaşmayın" emri ile İslâm âlemine hitâb
ediliyorsa da, bu âyetin içine aldığı hikmet, bütün in­
sanlık âlemi için bir siyâset düsturudur...
(1) 11.Temmuz. 1324 tarihi, bugün kullandığımız tak­
vimle, 24.Temmuz.1908 tarihine isabet eder.
(2) Lut Gölünün 15 km. doğusunda bir Ürdün kasaba­
sı olan Kerek, Haçh Seferleri sırasında ehemmiyet
kazanmıştı. Osmanlı hâkimiyeti devresinde önemi­
ni kaybetmişti. Osmanlı Devleti tarafından burada
oturan Araplara Hac yolunu koruduktan için her
yı bir miktar para verilirdi.
(3) Hâdıs—i şerif olduğu ileri sürülen, ancak gerek şe­
kil, gerekse mânâ bakımından Hazreti Muhammed'
e âidiyeti mümkün olmayan uydurma, fakat tevâtür hâlindeki söz.
(4)Berlin Sefiri ve sabık îkinci Şark Ordusu Kumanda­
nı Mahmut Muhtar Paşa, "Üçüncü Kolordu ve İkin­
ci Şark Ordusunu Muharebâtı" İstanbul, Kanaat
Matbaası 1331, S. 235, 262-264
(Eserin başlıca bölümleri: Erikler—Petre Muharebe­
si, Kırkkilise (Kırklarefi) Vak'ası, Vize'ye Ric’at, Pınarhisar’a Taarruz, Soğucakdere Muharebesi, Lüle­
burgaz, Karaağaç Muharebesi, Karağaç Deresi Muharebatı, Çatalca Hattına Ric’at, Çatalca Muhare­
besi, Mülâhazât.)
(5) "K ur'ân—ı Kerim”, XXVI (eş-Şuarâ), 227
(6) Trabzon'da 1851’de doğup, 1904’de Müşirliğe ka­
dar yükselmişken, 1910’da Ferikliğe indirilen ve
1911’de istifâ eden Abdullah Paşa, bilâhere Arna­
vutluk Ordusu kumandam, İzmir havalisi ordusu
kumandanı olmuş, 1912’de Şark ordusu kumanda­
nı olmuş ve 1918 Ekiminde yazdığı "1328 Balkan
Harbinde Şark Ordusu Kumandam Abdullah Paşa*
nin Hatıratı (1336-Î920) adh eserde (s.) 1—13)
keyfiyeti şöyle ifâde etmiştir:
HARBİN ÖNÜNÜ ALMAK İÇİN TEŞEBBÜS: Se­
ferberlik ilânından birkaç gün önce Pâdişah'ın do­
ğum günü sebebiyle saraya gitmiştim. Pâdişâh beni
huzurlarına kabul ettiler. Ordunun hâlini sordular.
Ben de bütün tafsilâtı ile ordunun ne durumda ol­
duğunu ve bu^durum karşısında yapılacak bir har­
bin memleketi ne derece perişan edeceğini tafsilâ­
tıyla arzettim ve sonunun çok fenâ olacağı belli
olan bir harbe kat'iyyen meydan verilmemesini is­
tirham ettim. Mâruzâtımı dinleyen Pâdişâh çok
üzüldü: "Yarım saat kadar dışarda bekleyiniz, vüke­
lâyı kabul edeceğim. Şu söylediklerinizi onlara da
tekrar ediniz, pek mühimdir” buyurdular. Biraz
sonra tekrar huzura girdiğimde, o vakit Ş u râ—yı
Devlet Reisi olan Kâmil Paşa, Ayân Reisi Ferid
Paşa ve Şeyhülislâm Cemâleddin Efendi hazır bu­
lunuyor idi. Mâruzâtımı tekrar ettim. Maatteessüf
faydalı bir netice vermedi.
Ertesi gün toplantı hâlinde bulunan Vekiller Mecli-
si'ne dâvet edildim. Benim gibi Mahmud Şevket ve
Hurşid, Erkân—ı Harbiye Reisi, Hâdi Paşalar'da
dâvetli idi.
Sadnâzam Gazi Paşa Hazretleri diğerleri de hazır
oldukları hâlde: "İtalya ile sulh için kararlaştırılan
Lozan muâhedesı Trablusgarb’ı elimizden aldığın­
dan ve Balkan Devletleri ile de harp ihtimâli görün­
düğünden bahisle, böyle bir harbin zuhuru hâlinde
İtalya ile harbin devamına imkân olup olamayaca­
ğı" hakkındaki mütâlaamızı sordu. Balkan Hükü­
metlerinden yalnız Bulgaristan'la bile yapılacak
bir harbi başa çıkaracak bir orduya mâlik olma­
dığımızı ve harp kuvvetimizin perişanlığım birkaç
sözle arzettim. Ve Osmanlı Ordusu düşmanı Çafa/ca'da durdurabilirse büyük bir muvaffakiyet sayı­
lacağını ilâve ettim. Sadnâzam Paşa: "Balkan Hü­
kümetleri ile yapılacak bir harp için ayrıca sizin
mütâlâanızı soracağız, şimdi yalnız Lozan muahe­
desi meselesini soruyorum" dedi. Ben de, "Size da­
ha kestirme cevap veriyorum"demiştim.
Mahmud Şevket Paşa Hazretleri: Ordunun Balkan
Hükümetleri'ne karşı hazırlığı için çok emekler
harcandığını, fakat dâhili ihtilâllerin, harcanan bu
emeklerin verimli neticesini almağa mâni olduğu­
nu; 324 duhullü efrâdm terhisi ile de ordu mevcu­
dunun noksanlaştığını; bu sebeplerle ve Balkanlar­
da bir harp vukuu halinde ordunun pek zayıf oldu­
ğunu ve bunun için İtalya ile harbe devamın kaabil
olamayacağım, söyledi.
Hâdi Paşa Hazretleri de, bâzı açıklamalarla, ordu­
nun bu zayıf durumda olduğu hakkındaki mütâlâ­
amıza katılarak, Edirne kalesine henüz bir habbe
erzak gönderilemediğini ve Divân—ı muhâsebâtın
vize muamelesine tâbi olan masraflar sebebiyle sa­
tın almakta çekilen zorluklan, malzemelerin çok
noksan olup İstanbul'da bir kat elbise bile mevcut
olmadığım ve para verildiği halde bile günde IOOO
kattan fazlasının yapılmasının kaabil olmadığı vel­
hâsıl ordunun dağınıklığı ve bu sebepler dolayısiyle
memleketi müdafaa edebilecek bir ordunun ancak
1 veya 1,5 ay zarfında Rumeli'de toplanmasının
belki mümkün olabileceğini beyân etti.
Lozan Muâhedesi imzalandı fakat Balkan Harbi ge­
ri kalmadı. Bu mütâlaalara rağmen, Sadrıâzamı,
1293 harbinin fecâatım idrâk etmiş bir müşir ve üç
mühim üyesi asker olan kabinenin sonunun felâket
olacağı açıkça görünen bir harbin önünü almak için
ne gibi çârelere müracaat veya ne gibi sebepler yü­
zünden bu harbe girmeği uygun gördüklerini anla­
mak için hakikatlerin tamamen inkişâfına intizar
lâzım gelecektir."
(7) Tanin Gazetesinin 28.Şaban. 1332—9.Temmuz
1330—22.Temmuz 1914 Çarşamba tarih ve 2005
No.lu sayısında çıkan "Divan—ı Ali'ye Doğru" baş­
lıklı yazıda, Meclisi Meb’usân IV. şubesinin, Kâmil
ve Muhtar Faşalar kabineleri aleyhinde 3 meb'usun
verdiği takrirdeki şikâyet maddelerinin tetkik ve
tahkiki ile meşgul olduğu şubenin dâvetine binaen
ifade vermek üzere sabık Sadnâzam Gazi Ahmed
Muhtar Paşa, sâbık Hariciye Nazırı Gabriyel Norandungian Efendi, sâbık Nafia, Maarif, Maliye,
Adliye, Evkaf Nazırları ile Şura—yı Devlet Reisi­
nin gelip isticvap edildikleri; takrirde zikredilen 8
maddeden başka, şu suallerin de sorulduğu ifade
olunmuştur.
1)Ayân Meclisi'nin tefsir kararı, Meb'uslar Meclisi'ııin kapatılıp tatilini gerektirmeyip ancak toplan­
ma devresinin tâyinini tazammun ettiği halde
neden dolayı Meclis kapatılmıştır?
2)Bulgarlar ile yapılan Mütareke’de, Edirne’ye er-
zak verilmesi Vekiller Meclisi'nde kararlaştırılmış
iken, Savof'un teklifleri neden bizim mürahhaslarımızca kabul edilerek Edirne erzaksız bırakılmıştır.
3)Saray—ı Hümâyun'da toplanan Umumr Mecliste
Edirne'nin terki yolunda bir karar alınması için ne­
den lüzum görülmüştür?"
(8) "Kur'an—ı Kerim", V (el-Mâide), 2.
,
İ Ç5 İ N D E K İ L E R
\
BİRİNCİ BÖL^M
MEŞRUTİYETİN İLANINDAN
31 MART VAK’ASINA KADAR
İÇ VE DIŞ GAİLELER
30
34
39
41
44
45
46
47
48
49
Meşrutiyet’in ilânında Iıâsıl olan heyecan
Sultan Abdülhamid’in Meşrutiyet hakkındaki söz­
leri
Kanun-ı Esâdfye aykın davranış dolayısiyle Şey­
hülislâmlıktan istifa
Said Paşa’nın istifâsı ve Kâmil Paşa'nın Sadaret'e
getirilmesi
Meb'uslar Meclisi'nin toplanması ve dış gaileler
Kâmil Paşa'nın İttihad ve Terakki tarafından isti*
fâya zorlanması.
İttihad ve Terakki'nin Meşrutiyet’i yıkıcı davra­
nışları
Cemâleddin Efendi’nin, Şeyhülislâmlıktan azlini
te'min teşebbüsleri
Pâdişah’ın, Şeyhülislâm’m istifâsmı istemeyerek
kabulü.
31 Mart Vak’ası.
İKİNCİ BÖLÜM
TRABLUSGARB’IN KAYBINA, İÇ İSYANLARA
VE TÜRKİYE ALEYHİNDE BALKANLILARIN
İTTİFAKINA YOL AÇAN FENA İDARE
53 İttihad ve Terakki'nin ve İmparatorluk’un umum?
görünüşü.
57 Yemen Hâdisesi.
58 Kerek Vak’ası.
’
58 Arnavutluk Hâdisesi
61 Rum kilisesine karşı takınılan tavrın Yunanlıları,
Bulgarlara yaklaştırması.
64 Arapların gücendirilmesi.
65 Trablusgarb’ın kaybına yol açan akıl almaz icrâât
68 Trablusgarb harbinin lüzumsuz yere uzatılması.
69 Muhalefetin kuvvet kazanması üzerine Meclis'in
dağıtılması ve usulsüz anayasa değişikliği.
' 7 2 A ley h im izd e B alkan ittifa k ın ın d o ğ m asın a fırsat
verilmesi.
74 Girid meselesi büyütülerek Yunanlıların Balkan it­
tifakı’na itilmesi.
76 Seçim yolsuzluğu dolayısiyle Arnavutlann isyânı.
78 Sırbistan’a silâh geçirilmesine müsâade gafleti.
79 Ordunun siyâsete âlet edilmesi dolayısiyle itti­
hatçılar arasında bölünmeler.
80 Said Paşa’nın güvenoyu aldıktan sonra beklenme­
yen istifâsı.
•>
*
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
CEMÂLEDDİN EFENDİ'NİN ŞEYHÜLİSLAM
OLARAK KATILDIĞI MUHTAR VE KAMİL PAŞA
KABİNELERİNİN GÜÇ ŞARTLAR ALTINDAKİ
İCRAATI
83 Cemâleddin Efendi'ye Şeyhülislâmlık teklifi.
84 Fevkalâde bir kabine teşkili lüzumu.
85 İmparatorluğun iç ve dış durumunun gözden ge­
çirilmesi.
86 Said Paşa'yı istifaya zorlayan hazin tablo.
88 Yeni kabinenin güçlükle kurulması.
89-90 Meclis—i Meb'usân'm feshi.
90 Mâlî darlığın biran önce iç ve dış barışı zarun kıl­
ması.
91 Makedonya ıslâhâtının ele alınması.
92-93 İttihad ve Terakki’nin ıslâhât aleyhindeki tah-
tikleri.
94 Türkiye aleyhinde kurulan Balkan İttifakı'nın
umum? bir harbe yol açmasını önleme teşebbüsle­
ri.
95 Balkanlıların harp hazırlıkları karşısında, hüküme­
tin terhis edilen birlikleri tekrar cepheye şevki.
96 Balkanlıların harbi kaçınılmaz hâle getirmesi.
97 Durum hakkmda Genelkurmayın görüşü.
98 Harbe girmenin barış yolu ile önlenemeyeceği
görüşünün yaygınlaşması.
99 Balkan Hükümetleri ile münasebetlerin kesilmesi
ve harbin zuhuru.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BALKAN HARBİNDEKİ BOZGUNUN
SEBEP VE MES ULLERİ
103
104
105
106
108
110
111
112
113
115
117
118
Balkan bozgununun mesulü kimlerdir?
Mahmud Muhtar Paşa'nın göriişü.
Yolların kifayetsizliği, bahriyenin zayıflığı.
Siy⣠hatâlar zinciri.
Alınan askerî tedbirlere rağmen ric'atm durduru­
lamam ası.
Mühimmatsızlık ve kolera sebebiyle mütâreke is­
temeğe mecbur olunması.
Londra Konferansı kararlarının ağırlığı; harbe de­
vam etmedeki aczimiz.
Hükümet'in mukabil teklifleri.
Cemâleddin Efendi'nin, durumu müzâkere için
bir meşveret meclisi toplanmasını teklif ve te'mini
Bâb—ı Ali Baskım
Edirne'yi Bulgarlara bırakmağa razı olan hangi
kabinedir?
Edirne'nin kurtarılması bir övünme vesilesi olabilir
mi?
119 Kâmil Paşa kabinesi ile Mahmud Şevket Paşa hü­
kümeti icraatının-mukayesesi.
121 Muhtar Paşa Kabinesi'ni alelacele Divân—ı Ali'ye
sevk eden Meb'uslara sesleniş.
*
BEŞİNCİ BÖLÜM
MÜDAFAA
127 Soruşturmada takibi gereken usul.
128 Askerler Balkanlılarla savaşılamayacağmı değil
harp edilebileceğini söylemişlerdi.
129 Hükümet harbe girmek istememiş, Balkanlılar sa­
vaşı kaçınılmaz hâle getirmişlerdir.
130 Osmanlı hükümeti harp ilân etmemiş, Devlet nâmuşunu korumak istemiş,.sonuna kadar barışı ter­
cih etmiştir.
131 Rumeli'yi elde tutabilme şansı kaçırılmıştı.
132 Balkan Harbine girişin ve bu harpteki bozgunun
asıl mes'ulü İttihatçılardır.
133 Seferberlik tatbikatında gecikme olmuşsa bunun
mes'ulü hey'et değildir.
135 Harpten önce hizmet müddeti dolan askerin ter­
hisine mecburiyet duyulmuştu.
136 Harbe Pâdişâh'ın izni alınmadan girilmiş olması,
mümkün değildir.
137 Düşman saldırısı karşısında, ordumuzun da karşı
harekâta girişmesi Harbiye Nâzırlığı'nca istenmiş,
Vekiller Hey'eti de bu isteği kabul etmişti.
138 Meb'usân Meclisi'nin feshi, devlet menfaatlerinin
gereği ve usulünce yapılmıştır.
139 Hükümet, Büyük Devletlerin İstanbul'u koruma­
ya katılma tekliflerini geri çevirememiştir.
141 Biran önce mütâreke yapılma zarureti, Başkuman­
dan Vekili'ni, Bulgarlar'm Edirne'ye zahire sokul­
mama teklifini kabûle mecbur etmiştir. . _ „
142 Kâmil Paşa hükümeti Edirne'yi terk teklifinde bu­
lunmamıştır.
143 Seçimde tarafgirlik ve yolsuzluk yapan memurla­
rın azli ve bazı vekillerin muvakkaten tevkifi* İtti­
hatçıların daha sonra yaptıkları gayr—ı kanunî
tensikat ve sürgünler yanında suçlamağa değer
icrâât mıdır?
5 '
ABDULLAH PAŞA (1851-1937), 1904'te Müşir, W 10 tensika­
tında I. Ferik, Trablusgarp Savaşı sırasında İzmir havâlisi
kumandanı (1911), Balkan Harbi sırasında 1. Şark Ordusu
Kumandanı (1912), 98,128,148
ABDURRAHMAN BEY, Mâliye Nâzın, 1912'den itibâren Şam
Meb'usu ve £yân Meclisi üyesi, 58,91
ABDÜLHAMİD II (1842-1918), 1 0 ,1 1 ,2 0 ,2 2 ,3 3 ,3 8 ,9 0
ABDÜLMECİD (1823-1861), 114
ADİL BEY (1865-1932) Dâhiliye Nâzın, 78,96
AHMED İZZET PAŞA (1864-1937) E rkân-ı Haıp Reisi, Sadnâzam (1918), 111
AHMED MUHTAR PAŞA (Gazi, Müşir, 1839-1918) Sadnâzam
912), 7 ,1 1 ,1 2 7
AHMET TEVFİK PAŞA, Bk . Tevfık Paşa, 3 9 ,8 3 ,8 4 ,1 1 3
AKDENİZ, 6 8 ,7 2 ,8 5 , 86,90,94,111,131
ALİ FUAD BEŞ (Tüıkgeldi, 1867—1935) Mâbeyn Başkâtibi
(1912-1920), 115
ALİ NAMIK BEY (Sadnâzam Said Paşa'nın oğlu), 75
ÂLİ PAŞA (Mehmed Emin, 1815—1871), 5 defa sadnâzam, 75
ALMANYA, 142
ANADOLU, 5 7 ,5 9 ,1 0 5 ,1 3 1 ,1 4 4
ARABİSTAN, 54, 57,64,65,131
ARAPLAR, 54,55, 5 8 ,6 6 ,6 8 ,6 9
ÂRİF PAŞA (1848-1909), 2. Onlu Müşiri (1896), 46
ARNAVUTLAR, 7 6 ,8 6 ,8 9 ,1 3 5
ARNAVUTLUK, 25, 54, 57, 5 8 ,5 9 ,6 0 ,6 1 ,7 2 ,7 7 ,7 8 ,8 0 ,8 7 ,
9 4 ,1 0 0 ,1 1 1 ,1 1 9 ,1 2 9 ,1 3 8 ,1 4 3
ASIM PAŞA (V. 1886) Adliye Nâzuı (1879) Hâriciye Nâzın
(1880), Evkaf Nâzın (1881), 67,73,74,80,92
ASÎR (Hicaz ile Yemen arasında), 107
ATİNA, 6 3 ,7 3 ,7 9
AVRUPA, 35, 37, 6 1 ,6 6 ,7 8 ,9 5 ,9 9 ,1 0 7 ,1 2 9 ,1 3 2
AVUSTURYA, 4 4 ,6 1 ,7 2 ,7 8 ,9 9 ,1 0 6
AYAN (Senato üyesi), 114
AYÂN MECLİSİ (Osmanlı Senatosu), 7 0 ,9o, 114,115,139
AYASTEFANOS (Yeşilköy), 131
AYDIN, 113
AYVALIK, 113
BÂB—I ÂLİ (Osmanlı hükümet konağı—Sadnâzamlık dâiresi),
I I ,2 6 ,3 0 ,3 1 ,3 8 ,3 9 ,4 1 ,4 2 ,4 4 , 5 6 ,6 5 ,6 6 ,6 7 ,7 3 ,7 5 ,
76, 78, 8 6 , 89, 91, 93, 9 4 ,9 5 ,9 6 ,9 7 ,9 8 ,1 0 8 ,1 0 9 ,1 1 0 ,
III,1 1 5 ,1 1 6 ,1 1 8 ,1 2 8 ,1 3 3 ,1 3 5 , 136 , 137,139.
BAB—I FETVA, Bk. Şeyhülislâmlık, 84
BAHRİYE NEZARETİ, 3 9 ,42,45
BAHSAYİŞ (Çatalca ilçesinin bir köyü), 110
4
BALKAN DAĞLARI, 131
BALKAN DEVLETLERİ (Hükümetleri),. 61, 69, 75, 94, 95,
96,100,107,111,112,117,119,12*}, 136,143
BALKAN HARBİ (1912-1913), 25, 6 3 ,6 5 , 9 9 ,105
BALKAN YARIMADASI, 73
BELGRAD, 77 ,7 8 ,7 9
BERLİN, 103
BERLİN AHİDN/ÎMESİ (1878), 44,93,131
BEYOĞLU, 92,140
BİNGAZİ, 6 6 ,6 8 ,6 9 ,1 2 0 ,1 2 2
BOLAYIR, 109,112
BOSNA, 44,106
BUDA-PEŞTE, 131
.
v
BULGARLAR, 63,87,94,112,113,117, İ J 8 , 123,141,143
BULGARİSTAN, 4 4 ,4 5 , 6 0 ,7 2 ,7 4 ,7 5 ,7 5 ,9 9 ,1 0 0 ,1 0 5 ,1 0 6 ,
131,133
BÜYÜK DEVLETLER, 45,95, 96,98, 99,100,115,118,143
CAVİD BEY (Mehmed, 1875—1926), Mâliye Nazırı (1909), 42,
.43,91
CEMÂLEDDİN EFENDİ, Bk. Mehmed Cemâleddin, 12,13,15,
1 6 ,1 8 ,2 0 ,2 1 ,2 2 ,2 3 ,2 5 ,
CEVAD BEY (Mâbeyn Başkâtibi), 41,43
CEZAYİR, 6 8 ,111
CİOLİTİ, Bk. Giolitti, 66
CRİSPİ (Francesco, 1818-1909) İtalya Başbakanı (1887—
1891,1893-1896), 66
ÇANAKKALE (Boğazı). 72,80,86,109, 112,117
ÇATALCA, 1 0 8 ,1 0 9 ,1 1 0 ,1 1 1 ,118,139,140,141
ÇEKMECE (Büyük), 109
DANEF, Bulgar Başvekili, 123
DERSİAM, Camilerde ders veren hoca (vâiz), 47
DİV&M-I A^Lİ (Yüce Dîvân), 70,103. 121, 123,134
DUMA (Çarlık Rusyası Millf Meclisi), 75
ABDÜLHÜDÂ EFENDİ (Abdülhamid H'ııin Müneccimbaşı ve
remilcisi), 33
EDİRNE, 18, 7 2 ,9 8 , 105, 109, 111, 112, 113, 117, 118,119,
120. 129. 134, }41 142,143
EKREM BEY, (Recai-zade Mahmud, 1847—1913), Maârif Nâ­
zın (1908), 43
EMİN BEY, Bk. Mehmed, 42
ENEZ, 111,117, 143
ENVER PAŞA (1881-1922), Harbiye Nâzın, 116
FATİH, 12,21
FATİH SULTAN MEHMED (1432-1481), 55
FAS, 131
FERDİNAND (1861-1948), Bulgar Kralı (1908-1918),106
FERİD BEY, Kütahya Meb’usu, 65
FETHİ PAŞA, Belgrad Elçisi, 6 . Kolordu Kumandanı, 77
FRANSA, 6 6 , 71,75
GALATA, 140
GAZİ AHMED MUHTAR PAŞA, Bk. Ahmed Muhtar Paşa, 11,
22, 75, 79, 83,84, 85, 93, 94, 103, 115, 120, 121, 130,
133,134,138,139,140,143,144
GEDİKLER (Ahmed Muhtar Paşa'ya 1877 de "gazilik” rütbesi
verilmesine vesile olan zafer mahalli), 104
GELENBEVf İSMAİL EFENDİ, 9
GEŞOF, Bulgar Başvekili, 123
GİOLİTTİ (Giovanni, 1842-1928)İtalya Başvekili (1911-1914), 66
,
G İR İD ,6 2 ,6 3 ,7 3 ,7 4 ,7 5 ,1 0 6 ,1 0 7
GREY (Sir Edward, 1862-1933), İngiltere Hâriciye Nâzın
(1908—1916), 7 6 ,9 9 ,1 1 1 ,1 1 3
HXDİ PAŞA, (1861-1932) E rk ân -ı Harp Reisi, 8 5,86
HAKKI BEY, Başsavcı, 115
HAKKI PAŞA (İbrahim, 1863-1918), Roma Elçisi ve Sadrıâzam (1910-1911), 39, 43, 61, 65, 67, 69, 70, 73, 108,
121, 122.
HALLAÇYAN EFENDİ, Nâfıa Nâzın, 105
HALİD ZİYA (Uşaklıgil, 1865-1945), Mâbeyn Başkâtibi
(1911-1912), 8 3 ,8 4
HARBİYE NAZIRI, 3 5 ,3 9 ,4 2 ,4 5 , 8 8 ,9 8 ,1 1 6 ,1 2 2
HARBİYE NEZARETİ, 31, 42, 43, 44, 67, 73, 80, 8 6 ,9 5 ,9 7 ,
1 0 9 ,1 2 8 ,1 3 3 ,1 3 5 ,1 3 7 ,1 3 8 ,
HAREKET ORDUSU, 49
HAREM—İ HÜMÂYÛN, (Pâdişâh sarayında kadınlara mahsus
dâire), 33
HARİCİYE NAZIRI (Nezâreti), 3 9 ,7 4 ,7 5 , 8 0 ,9 2 ,9 9 ,1 1 5 ,1 2 7
HAŞAN FEHMİ PAŞA (1836-1910), vüzerâ ve vükelâ,39,42
HATTI HUMAYUN, 3 9 ,4 0 ,4 2 ,4 4
HAVRAN, 57,90
HİCAZ, 54
HURŞİD PAŞA, (V.1878) Harbiye Nâzın Vekili,88
HÜSEYİN HİLMİ PAŞA, (1855-1920), Sadnâzam (1909), 11,
4 8 ,4 9 ,8 5 ,8 9
HÜSEYİN K^MİL PAŞA, 17
4
HÜSNÜ PAŞA, (Hüseyin, Bahriye Nâzın, 1909), 46
IRAK, 54, 55
İBRAHİM BEY, 117 '
İBRAHİM PAŞA (Müşir) Trablusgatp Kumandanı, 6 6 ,6 9 ,8 9
İENA, Almanya'da Thrungen’de Napolyon’un, 1806’da Prusya­
lIlara galip geldiği şehir. 104
İKİNCİ MEŞRUTİYET İNKİLABI, (24 Temmuz 1908),29
İNGİLTERE, 1 8 ,7 1 ,8 8 ,9 9
İSKENDERİYE, 1 2 ,1 6 ,1 8 , 22
İSLAV, 6 3 ,7 3 ,7 5 ,1 0 6
İSMAİL FAZIL PAŞA (1856—1921), Suriye valisi iken Kerek
olayının çıkmasına sebep olan ve Arnavutluk ayaklanma­
sını bastırma hareketine memur olan Kolordu Kumandanı,
5 8 ,7 7 ,8 6
İSTANBUL, 12, 2 2 ,4 9 , 55, 64, 73, 74, 95, 100, 105,139,140
İSVİÇRE, 112
İŞKODRA, 9 8 ,1 0 9 ,1 1 2 ,1 1 9 ,1 2 0 ,1 2 8
#
İTALYA (İtalyan, İtalyanlar), 66, 67, 68, 69, 72, 76, 85, 87,
9 0 ,9 6 ,1 0 6 ,1 1 1 ,1 2 1
İTTİFAK—I MÜSELLES, (Almanya, Avusturya ve İtalya'nın
meydana getirdiği ittifak sistemi), 74
İTİLAF—I MÜSELLES, (İttifak—ı Müselles'e karşı İngiltere,
Fransa ve Rusya'nın meydana getirdiği ittifak sistemi)74
İTTİHAD VE TERAKKİ, 8, 1 1 ,2 2 ,4 5 ,4 6 ,4 9 ,5 3 ,5 6 ,5 9 ,6 7 ,
7 4 ,7 6 ,1 1 6
İZZET PAŞA (Müşir, Arap İzzet, V. 1894), II. Abdülhanıid’in
mahremi, 33
İZZET PAŞA, Bk. Ahmed, 111
KAMİL PAŞA, (1832-1913) (4 defa sadnâzam 1912-1913),
7, 11, 22, 38, 39, 42, 44, 45, 45, 4 8 ,4 9 ,8 5 ,9 1 ,9 6 ,1 0 3 ,
109, 111, 114, 115, 116, 117, 119, 120, 121, 122, 123,
^ 3 3 ,1 3 4 ,1 4 0 ,1 4 3 ,1 4 4 ,1 4 5
KANUN—I ESASI*, 31, 34, 37, 39, 40, 42, 43, 44, 45, 46, 54,
55, 56, 62, 64, 70, 71, 83, 90, 113, 127, 136, 137, 139,
142,143
KARAAĞAÇ, 112
KARADAĞ (Karadağlılar), 6 0 ,6 1 ,6 3 ,7 2 ,8 7 ,1 0 0 ,1 3 1 ,1 3 6
KARADENİZ, 131
KAZIM BEY, Roma Elçisi, 88
KEREK, (Lut Gölü doğusunda kasaba), 5 7 ,5 8 ,7 7 ,9 0
KIRIM, 131
KIRIKKİLİSE (Kırklareli), 104,134
„
KOMANOVA, 104
KOSOVA, 5 9 ,7 7 ,8 9 ,1 3 1
KÜRDİSTAN, 54
LONDRA, 4 5 ,83, 99, 111,113,118
LORDKİÇNER, 17,22
LOZAN, 87
LÜLEBURGAZ, 104,110
LÜTFÜ BEY (Simavi) Başmâbeynci, 83 ,8 4
M^BEYN-İ HÜMAYUN (Sarayda Pâdişâhın erkekleri kabul
ettiği dâire), 32, 3 5 ,3 8 ,4 2 ,7 8
MAHMUD MUHTAR PAŞA (Gazi Ahme<J Muhtar Paşa'nın oğ­
lu, 1867-1935) Bahriye Nâzın (19İ0 -1 9 1 2 ) Balkan Har­
binde 2. Şaık Ordusu Kumandanı (1912), 94, 103, 106,
108
MAHMUD ŞEVKET PAŞA, (1856-1913), Sadnâzam (1913),
1 2 ,2 6 ,6 0 ,6 6 ,7 8 ,8 0 , 8 7 ,9 1 ,9 7 ,9 $ , 104 ,1 0 5 ,1 0 9 ,1 1 1 ,
1 1 4 ,1 1 6 ,1 1 7 ,1 1 9 ,1 2 0 ,1 2 8 ,1 2 9 ,1 3 2 ,1 4 3 ,1 4 4
MAKEDONYA, 2 5 ,6 1 ,7 2 ,7 5 , 8 7 ,9 1 ,9 4 , 9 8 ,113, 130,13!
MALİSÖR (Kuzey Arnavutluk'taki hıristiyan dağlılar için kulla­
nılan tâbir), 54,60
MANASTIR, 77,131
MAZHAR BEY, Kosova Valisi, 59
MECLÎS-İ MEB’USAN (Osmanlı Meb'uslfr Meclisi), 3 5 ,3 6 ,4 4 ,
47, 61, 67, 69, 70; 80, 8 6 ,8 8 ,8 9 , * 0 ,9 1 ,1 0 5 ,1 2 1 ,1 3 4 ,
138,139
MEHMED CEMÂLEDDİN EFENDİ, (ŞeyhülİslSm), 8 ,9
MEHMED EMİN BEY, (V.1907), Mâbeyny, 42
MEHMED HALİD EFENDİ, 9
MEHMED SAİD EFENDİ, 9
MEMDUH PAŞA (1839-1925), Dâhiliye Nâzın (1895),7,39,42
MERİÇ, 111
Meşihat, Bk. Şeyhülislâmlık, 2 0 ,2 1 ,2 4 ,2 $
MEŞRUTİYET, 30, 34, 35, 36, 37, 44, 45, 46, 4 7 ,4 8 ,4 9 ,5 3 ,
5 8 ,5 9 ,6 1 ,6 .2 ,6 3 ,7 2 ,7 7 ,7 9 ,9 8 ,1 0 4 ,1 0 6 ,1 0 7 ,1 3 1 ,1 3 8
MISIR, 8 ,1 2 ,1 6 ,1 8 ,2 0 ,2 1 ,2 3 ,6 6 ,6 8 ,8 6
MİDİLLİ, 113
:
MİDYE, 111,117,143
„
1
.
MİLAVANOVİÇ (Sırbistan Hâriciye Nâzın), 73
MUHTAR BEY (Mehmed Cemâleddin Efendi'nin oğlu), 20
MÜLKİYE MEKTEBİ, 35
NABİ BEY (Roma Elçisi), 90
NAFİfe BEY (Sadâret Yâveri), 116
NAPOLYON (Bonapart, 1769-1821) Fransa İmparatoru
(1804-1815), 104
NABZIM PAŞA (V, 1913) Harbiye Nazırı (1912) 93,96, 98,114.
116.122.135.137.141
NİŞANCI MEHMED PAŞA, 9
NİS, 12.17
NORADUNGİAN (Gabriel Efendi) Hâriciye Nâzın (1912—
1913), 99,115
NURİ PAŞA, (Başmâbeynci) (1908), 39,43
ONİKİ ADA, 69
OSMANLİ (Osmanlılar), 34, 44, 49, 55, 57, 60,62, 63, 73, 75,
79, 90, 97, 98, 100, 103, 104, 111, 113, 131, 132, 136,
140
OTLUKÇU YOKUŞU, 12,21,24
OTUZBİR MART VAK'ASI (13 Nisan 1909), 4 9 ,7 1 ,1 2 0
ÖMER RÜŞTÜ PAŞA (1843-1922) E rkân-ı Harbiye-i Umu­
miye Reisi (1903), 35
PADİŞAH, 31, 32, 33, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45,
46, 47, 48, 49, 54, 70, 71,80, 83,84, 88, 89, 90,92,114,
115.123.136.139.142
PALLAVİCİNİ, I. Dünya Harbi sırasında İstanbul'daki Avusturya-Macaristan elçisi, 99
PATRİKHANE (Rum- 62, 63
PLEVNE, 104, 120
POİNCARE (Raymond, 1860-1934) Fransa Cumhurbaşkanı
(1913-1920), 75, 76, 79
PRUSYA, 104
RECEP PAŞA, (1842-1908) Trablusgarp Kumandanı (1896),
Harbiye Nâzın (1908), 4 2 ,4 3 ,4 6
,
” - ,
REMLE, 12,16,21
REVAL MÜLAKATI (İngiltere Kralı ile Rus Çan arasında
1908 Haziranında yapılan buluşma), 131
RIZA BEY, Mâbeyinci, 36
RIZA PAŞA, (Müşir, 1844-1920), 43,46
'
ROMA, 67,90
ROMANYA, 118,142
ROSSBACH, (II. Friedrich’in 1757'de Fransızları yendiği Sak­
sonya kasabası) 104
RUM, 5 5 ,6 1 ,6 2 ,6 3 ,1 1 3
RUMELİ. 49. 60, 61, 63, 65, 7 6 ,7 7 ,8 0 ,8 5 ,8 6 ,8 7 ,9 6 ,9 7 ,9 8 ,
106, 107, 113, 117, 120, 121, 122,128, 130, 131, 132,
143,145
RUSYA, 75,104
SADARET, Bk. Sadnâzamlık, 42, 67, 70, 83, 84, 94, 96, 115,
127,136
SADARET ALAYI (Sadnâzamın tayini dolayısıyla yapılan merâsim), 49
SADRIÂZAM, 32, 35, 36, 37, 38, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 47,
7 4 ,9 0 ,9 4 ,9 6 ,9 8 ,1 1 4 ,1 1 5 ,1 1 6
SADRIÂZAMLIK (Sadâret), 32
■ '
.
SAİD HALİM PAŞA, 87
SAİD PAŞA (Mehmet, 1838-1914) Sadrıâzam, 7, 25, 30, 32,
36, 37, 39, 40, 42, 58, 6 4 ,7 0 ,7 2 ,7 4 ,7 5 ,7 7 ,7 9 ,8 0 ,8 4 ,
86,87,114,138 •
*t
‘
SAKIZ, 113
SALİSBURY (Lord, 1830-1903) İngiliz Başvekili (1885-1886,
1886-1892,1895-1902), 66
SAVOF, Balkan Harbi Mütarekesinde Bulgar delegesi, 141
SAZANOF. (Sergli Dmitrieviç, 1861—1927), Rus Hâriciye N â­
zın (1910—16), 76
SELANİK, 42,49, 5 9 ,7 8 ,7 9 ,1 3 1
SIRBİSTAN, (Sırplar), 6 0 ,7 2 ,7 3 ,7 5 ,7 8 ,8 7 ,1 1 8 ,1 3 1
SİNOP, 144
SOBRANYA (Bulgar Mili?Meclisi), 72,123
SOFYA, 1 8 ,6 3 ,6 7 ,9 5 ,1 0 7 ,1 3 0 ,1 4 1
SULTAN MEHMED REŞAD, 12
SURİYE, 25, 54, 55, 5 8 ,6 4 ,6 5
ŞAM, 54,58
ŞARK ORDUSU, 108,109,110
ŞEYHÜLİSL^M, 11, 23, 30, 32, 35, 39, 4 0 ,4 1 ,4 2
ŞEYHÜLİSLAMLIK (B â b -ı Fetva, Meşihat Makamı), 32, 38, 4 0 ,4 7 ,4 8 ,4 9 ,7 1 ,8 4
TAL’AT BEY (Paşa), 1847—1921) İttihad ve Terakki liderlerin­
den, Sadnâzam (1917-1918), 4 2 ,4 3 , 116
TERKOS, 109
TEVFİK BEY, Harbiye Nezâreti Yâveri, 116
TEVFİK PAŞA (Ahmed 1845—1936) Hariciye N âzın ve 4 defa
sadnâzam 1909, 1918-1919, 1919, 1920-1922),39, 83,
84.113
TRABLUSGARP, 25, 42, 65, 6 6 ,6 7 ,6 8 ,6 9 ,7 6 ,7 7 ,8 0 ,8 5 ,8 6 ,
90, 91, 94,106, 120, 122.
TRABZON, 142
TUNA NEHRİ, 131
TUNUS, 6 6 ,6 8 , 86
ÜSKÜB, 86,89
VAHİDEDDİN (Mehmet VI. 1861-1926), 114
VEKİLLER MECLİSİ (Hey eti), 30, 31, 40, 4 2 ,4 4 ,7 0 ,8 9 ,9 0 ,
95, 96, 98, 109, 112, 114, 1 1 5 ,1 1 6 ,1 3 3 ,1 3 7 ,1 4 1 ,1 4 3 ,
145
VENİZELOS (Elevterios, 1864-1936) Yunan Başvekili, 73,75
YAHYA HAMroEDDİN, Yemen Zeydi Mezhebi İmamı, 57
YANYA, 9 8 ,1 0 9 ,1 1 2 ,1 1 9 ,1 2 0 ,1 2 8
YEMEN, 2 5 ,5 4 ,5 7 ,6 6 ,6 7 ,9 0 ,1 0 7
YILDIZ SARAYI, 30, 3 1 ,3 7 , 83
YUNAN (Yunanlılar) 6 2 ,6 3 , 72,73, 75 ,1 0 6 ,1 1 3 ,1 3 1
YUSUF EFENDİ, 9
YUSUF İZZEDDİN, (Sultan Abdiilaziz’in oğlu), 114
ZEKİ PAŞA, (Tophane Müşiri), 35
ZİYAEDDİN EFENDİ (Şeyhülislâm), 11,49
Download