Hz. Muhammed - WordPress.com

advertisement
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
Dersi Performans Ödevi
Hz. Muhammed İnsanlara
Değer Verirdi
Hz. Muhammed (s.a.v.) bir peygamber olarak
Allah’ın insana verdiği bu değerin elbette
farkındaydı. Bu yüzden hiçbir insanı
küçümsemezdi. Bu sebeple konuşan kişinin
sözünü asla kesmez, kendisi birine hitap
ettiği zaman doğrudan ona yönelir, onun
yüzüne bakarak konuşurdu.
“İnsan eşref-i mahlukattır” sözü Müslümanlar arasında
çok meşhurdur. Sadece biyolojik nitelikleriyle değil,
Akıl, irade, düşünme ve düşüncelerini
gerçekleştirebilme özellikleri açısından insan,
yaratılmışlar içinde en üstün varlıktır. Yüce Allah
Kur'an-ı Kerim’de:
“–Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık” (Tin Suresi 4.
ayet) buyurmaktadır.
Hz. Muhammed (s.a.v.), yalan söylediklerini bildiği halde
münafıkların, içlerinde gizledikleri niyetlerine değil,
ağızlarından çıkan sözlere itibar etmiş, insana verdiği
değer sebebiyle onların sözlerini, mazeretlerini dinlemiş,
sözlerine göre yargıda bulunmuştur. Peygamberimizin
bu tutumunu münafıkların nasıl kötüye kullandıklarını
ve kendi aralarında nasıl konuştuklarını Allah bize
Kur'an-ı Kerim’de bildiriyor:
“(Hakkın düşmanları) arasında “O her söze kulak veriyor”
diyerek Peygamber’i yerip kınayanlar var. De ki: Evet, o,
hakkınızda hayırlı olanı (duyup dinlemek) için
kulaklarını açık tutuyor.” (Tevbe Suresi, 61. ayet)
Peygamberimiz, insanların şekillerine, rengine ve ırkına göre ayrıma tabi tutulmasını
yasaklamıştı. Bir gün nasıl olmuşsa olmuş, Ebu Zer ile Bilal bir konuda anlaşamamış
ve Ebu Zer, Bilal’a:
“–Kara kadının oğlu sen de.”
demişti. Bilal onun bu sözünden alınmış ve durumu Hz. Muhammed’e (s.a.v.) bildirmişti.
Peygamberimiz Ebu Zer’i çağırarak ona:
“–Sende cahiliye adetlerinden biri mi var?”
diyerek onun yaptığı bu davranışı onaylamamıştı. Ebu Zer söylediğine bin pişman olmuş,
hemen yüzünü yere yapıştırıp:
“–Allah’a yemin ederim ki Bilal ya hakkını helal edinceye ya da yüzüme basıp geçinceye
kadar buradan kalkmayacağım” demiştir. Olay daha sonra tatlıya bağlanıp
kapanmıştır.
İnsana değer vermek, aynı zamanda insan
haklarına saygılı olmak demektir. Her insanın
doğuştan sahip olduğu hakları vardır. Her
insanın, başkasının hakkına el uzatmaksızın
kendi haklarını koruma hakkı vardır.
Peygamberimizin uygulamaları bu konuda da
bizim için önemli mesajlar içermektedir.
Hz. Muhammed Güvenilir
Bir İnsandı
Olgun yüce bir insanın en büyük özelliklerinden birisi,
onun güvenilir olmasıdır. Sürekli yalan söyleyen,
verdiği sözleri yerine getirmeyen insanlar, diğerlerinin
güvenlerini yitirirler; sevilmeyen, daima kuşku ile
bakılan biri olurlar.
Peygamberimizin çocukluğu, gençliği, orta yaş dönemi bütünüyle Mekke’de geçti.
Abdulmuttalip’in bu yetim torununu Mekke’de bulunan herkes tanır, nasıl biri
olduğunu çok iyi bilirlerdi. Orada yaşayan hemen herkesin bir lakabı vardı.
Peygamberimize de bir lakap vermişlerdi: “el-Emîn” Bu kelime “İnsana güven veren,
güvenilir kişi” demektir. Peygamberimiz bu lakabı fazlasıyla hak ediyordu. Çünkü ne
peygamberlikle görevlendirilmeden önce ne de sonra bir kez olsun yalan söylememişti.
Buna, Müslümanlığı kabul etmiş olsun olmasın herkes şahitlik ederdi. Onun
peygamberliğine şiddetle karşı çıkan putperestler, insanların Hz. Muhammed’e (s.a.v.)
yönelmesini önlemek amacıyla çeşitli iftiralar atmışlar, ama ona asla “O bir
yalancıdır!” diyememişlerdir. Çünkü herkes Hz. Muhammed’i (s.a.v.) çok iyi
tanıdığından böyle bir iftiranın tutmayacağını çok iyi biliyorlardı.
Putperestlerin baskı ve eziyetlerinden kurtulmak için bir grup Müslüman
Habeşistan’a (Bugünkü Etiyopya) hicret ettiklerinde, o zaman henüz
İslam’la şereflenmemiş olan Ebu Süfyan ve adamları Müslüman
muhacirlerin peşinden oralara kadar gitmiş ve Habeş kralının huzuruna
çıkıp, ülkesine sığınan Müslümanları kötüleyerek, onların iadesini
istemişti. Sonradan Müslüman olma şerefine ulaşacak olan bu adil kral,
işin gerçek yüzünü anlamak için Ebu Süfyan’a çeşitli sorular sordu. Bu
sorulardan biri de şuydu:
“– Onun yalan söylediğine daha önce hiç şahit oldunuz mu?”
Ebu Süfyan doğruyu söylemek zorundaydı:
“–Hayır!” dedi. “Daha önce onun yalan söylediğini hiç görmedik.”
Peygamberimiz çok zor şartlarda dahi emaneti iade etme sorumluluğunu
asla ihmal etmezdi. Evi, onu öldürmek isteyen putperestler tarafından
kuşatıldığında o, Hz. Ali’ye (r.a.) şöyle diyordu:
“–Bu gece yatağımda sen yatacaksın; ben hicret ediyorum. Bende bulunan
emanetleri yarın sahiplerine ver, sonra sen de yola çık!”
Hz. Peygamber’in kısa süre içinde yüz binlerce
insanın sevgisini ve bağlılığını kazanmasındaki
sırlardan birisi, onun güvenilir bir insan olmasıydı.
Biz de Allah’ın ve insanların sevdiği biri olmak
istediğimize göre, güvenilirliğimize gölge düşürecek
davranışlardan uzak durmalıyız.
HZ MUHAMMED
DANIŞARAK İŞ YAPARDI
İslam’ın temel kavramlarından biri de “İstişâre”dir. İstişâre,
Önemli bir karar almadan önce, konuyu araştırmak, bilgisi
olan insanlara danışmak, onların fikirlerini öğrenmektir.
Yüce Allah hem Peygamberimize, hem de bütün
Müslümanlara bu güzel davranışı yerine getirmeyi emreder:
“...ve toplumu ilgilendiren her konuda onlarla istişâre et; sonra
bir hareket tarzına karar verince de Allah’a güven; çünkü
Allah güven duyanları sever.” (Al-i İmran, 159)
Peygamberimiz, önemli bir karar vermeden önce
mutlaka etrafındaki insanların düşüncelerini
öğrenir, kendisine bir öneri teklif edildiğinde
bunu dikkate alırdı. Bedir Savaşında ashaptan
Hubab isimli zat, Müslümanların mevzilendiği
yeri beğenmemişti. Resûlullâh’a (s.a.v.) gelerek:
“–Ey Allah’ın elçisi, buraya Allah’ın emriyle mi indin
yoksa bir savaş taktiğiyle mi?” diye sordu.
Peygamberimiz:
“–Savaş taktiğiyle” deyince, Hubab:
“–Ey Allah’ın elçisi, Bedir köyünün en sonundaki
kuyu etrafında mevzi alalım. Böylece
putperestleri susuz bırakmış oluruz.” dedi.
Peygamberimiz onun bu teklifini beğendi ve
hemen harekete geçtiler.
Savaş olup Müslümanlar büyük bir zafer
kazandıktan sonra elde edilen esirlerin ne
yapılacağı konusunda Peygamberimiz
ashabıyla yine istişâre etti. Putperestlerin
kendilerine yaptıklarını affedemeyen bazı
kızgın kimseler, hepsinin öldürülmelerini
önerdi. Peygamberimiz bunu beğenmedi.
Affedici olanlar:
“–Ey Allah’ın elçisi! Bunlar bizim ne de olsa
akrabalarımız, serbest bırakalım” dediler.
Peygamberimiz bunu da beğenmedi. Öyle ya,
yaptıklarının bir bedeli olmalıydı. Diğer fikirler
de dinlendi, sonunda Peygamberimiz şöyle
karar verdi: Müşriklerden okuma yazma
bilenlerin her biri on kişiye okuma yazma
öğretirse serbest bırakılacaktı. Okuma yazma
bilmeyen müşrikler ise fidye (tazminat)
vereceklerdi. Bu güzel kararla pek çok
Müslüman okuma yazma öğrenmiştir.
Yüce Allah Peygamberimizin ve Müslümanların,
ortak meselelerini danışarak, istişâre ederek
çözmelerini övmüş, şöyle buyurmuştur:
“(Onlar öyle iman edenlerdir ki bütün ortak
meselelerini) aralarında danışma ile karara
bağlarlar.” (Şûra, 38)
Devlet yönetiminde, uzman olanların görüşlerinin
alınması, verilecek karardan etkilenecek olan
insanlardan görüş alınması, işlerin sağlıklı bir
şekilde yürütülebilmesi açısından önemlidir.
Bizler de kendimizle, ailemizle ilgili önemli
konularda anne babamıza, güvendiğimiz
insanlara sormadan hareket etmemeliyiz.
Hz. Muhammed Merhametli Ve
Affediciydi
Şefkat ve merhamet insanı yücelten ulvî
duygulardandır. Merhametin gücü şiddet
ve öfkenin gücünden her zaman üstün
gelmiştir. Dünya sevgi ve merhamet
üzerine kuruludur. Allah’ın 99 güzel
isminden biri Rahman biri Rahimdir; her
ikisi de O’nun ne kadar çok merhametli
olduğunu anlatır. Merhametin kaynağı olan
Yüce Rabbimiz, bize elçi olarak gönderdiği
peygamberinin kalbini de merhametle
doldurmuş ve ona:
“–Biz seni ancak alemlere rahmet olarak
gönderdik.” (Enbiya, 107)
buyurmuştur.
Daha önce, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) başarılı olmasının sırlarından
biri, onun güvenilir biri olmasıydı demiştik. Başarısının bir başka
sırrını da Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim’inde şöyle açıklıyor:
“–...ve (Ey Peygamber!) senin izleyicilerine yumuşak davranman
Allah’ın rahmetinin bir eseriydi. Çünkü, eğer onlara karşı kırıcı
ve sert olsaydın, doğrusu senden koparlardı. Artık onları hoş gör
ve bağışlanmaları için dua et.” (Âl-i İmran, 159)
Gerçekten de Hz. Muhammed’in (s.a.v.) insanlara
merhametle yaklaşımı, kırıcı ve sert davranmaması,
onları kopması mümkün olmayan bağlarla kendine
bağlamıştı.
Peygamberimiz o kadar merhametliydi ki
Müslümanlara olmadık kötülükler yapan, eziyetler
çektiren putperestleri bile, eline pek çok cezalandırma
fırsatı geçmesine rağmen, affetmiş; onları yenip ortadan
kaldırmaktansa kendine çekip kazanmayı hedeflemişti.
Bedir Savaşında aldığı esirleri, Müslümanlara okumayazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakmış, yıllar
sonra Mekke’ye zaferle döndüğünde İslam’ın en azılı
düşmanlarını affettiğini ilan etmiştir. Peygamberimizin
gönlünden akan bu merhamet seline karşı, putperestlerin
lideri olan Ebu Süfyan bile duyarsız kalamamış,
sonunda o da şahadet kelimesini söyleyerek Müslüman
olmuştur.
Kendisi hem yetim hem de öksüz olarak büyümüş olan ve bir çocuk için
anne-baba hasretinin ne demek olduğunu çok iyi bilen
Peygamberimiz özellikle öksüz ve yetimlerin üzerine titrerdi. O şöyle
derdi:
“–Kim bir fakir aile veya kimsesiz çocuk bırakırsa onu bize (Allah ve
Resulüne) bırakmıştır.”
“–Merhamet etmeyene (Allah tarafından) merhamet edilmez.”
Rahmet Peygamberi, sadece insanlara değil,
diğer canlılara da merhametle davranılmasını
isterdi. Yük hayvanlarına gücünün üstünde
yük vurulmamasını emrederdi. Daha önce
yaşamış toplumlardan bir kadının, bir kediyi
hapsederek açlıktan ölmesine sebep olduğu
için cehennemlik; bir adamın da susuzluktan
ölmek üzere olan bir köpeğe, kuyuya inerek
ayakkabısıyla su çıkarıp ona içirdiği için
cennetlik olduğunu anlatır, hayvanlara karşı
merhametli olmalarını çevresindekilere
emrederdi.
HAZIRLAYANLAR;
RAMAZAN YAZICI VE HARUN
UZUN
Download