I. ÜNİTE İNKİLÂP KAVRAMI VE ÖZELLİKLERİ TÜRK İNKILÂBININ ÖZELLİKLERİ ÜNİTENİN İŞLENİŞİ * İnkılâp ve inkılâba yakın olan kavramlar nelerdir? Öğreniniz. * Hangi olaya inkılâp diyebiliriz. İnkılâp hareketlerinin özellikleri ve sonuçlarını hangi şekilde değerlendirebiliriz? * Türk İnkılabının özeliği ve diğer inkılâplardan farklılığı nelerdir? ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR Ünitede inkılâbın anlamı, özellikleri ve inkılâba yakın kavramlar incelenecek ve çerçeve içinde Türk inkılâbının içeriğinin kavranması sağlanacaktır. Ünitenin amacı bu kavramların iyice öğrenilmesini sağlamak ve Türk İnkılâbının bu genel kavramlardan yola çıkarak kendine özgü niteliklerini değerlendirmektir. Özellikle Türk İnkılâbının diğer inkılâpların temel özelliklerini taşıması yanında kendine özgü farklılıkları olduğuna, zorlama eyleminin diğer inkılâplara göre daha az, liderinin son derece üstün olduğuna ve Türk İnkılâbının ayrıca bir Bağımsızlık Savaşı ile desteklendiğine ve bu özelliliğiyle de bağımsızlık mücadelelerine öncülük ettiğine dikkat ediniz. ÜNİTE I İÇİNDEKİLER 2 İnkılâp Kavramı ve Özellikleri İhtilâl İsyan Hükümet Darbesi Reform Tekamül ( Evrim ) Tanzimat Emperyalizm Kapitalizm Liberalizm Monarşi Oligarşi Meşrutiyet Batılılaşma Özet Ünite Değerlendirme Soruları 1 – İNKILÂP KAVRAMI ve ÖZELİKLERİ Tarihsel olayların kavramlarla açıklanması dersin öğrenimine yardımcı olacak ve konularda geçen olayların daha iyi kavranmasını sağlanacaktır. Özellikle “inkılâp” ve ona yakın kavramların tanımlanması konulara açıklık getirecektir. Köken itibariyle inkılap kelimesi Arapça olup “değişme, bir halden diğer bir hale geçme” anlamında kullanılır. İnkılâbın lügat anlamının yanında geniş ve kullanılan anlamı ile inkılâp; toplumun sosyal yaşamının, devlet biçiminin , yönetim biçiminin, ilkelerinin ve hedeflerinin planlı ve hedefi belirlenerek çağın gerekleri ve ölçülerine göre zorlanarak değiştirilmesidir. İnkılâp sadece siyasal ve toplumsal alanda görülmez, diğer alanlarda da görülebilir. Örneğin sanayi inkılâbı, teknoloji inkılâbı gibi. İnkılâplar yukarıda da ifade edildiği gibi köklü değişimler anlamı taşıdığı için buna yakın kavramlarla karıştırılmaktadır. İhtilal, reform, ıslahat, isyan, gibi kavramlar inkılâbı çağrıştırsa da oluşum ve sonuçları itibariyle aynı anlamı karşılayamamaktadır. İnkılâplar bir yapıyı ve oluşumu kökten zorlayarak yapılan değiştirme hareketleri olduğu için son derece zor olaylardır ve inkılâpların önemli özellikleri vardır. Bir olayı inkılâp veya diğer bir kavram olup olmadığının anlaşılması için inkılâbın oluşumunu ve şartlarının belirlenmesi gerekir. Bu temel özellikler olmadığı takdirde inkılâp kavramından söz edemeyiz; a – Toplum ve mevcut yapı, idari, adli, siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan ciddi sorunlarla karşı karşıya olması ve bu sorunların çözüm yollarının, mevcut siyasal ve idari yapıyla, kadrolarla, ilkelerle bulunamaması, yeni bir yapılanmanın acil ihtiyaç olarak gündeme gelmesi; Türk inkılâbında, Fransız inkılâbında ve diğer inkılâp hareketlerinde bu durum açıkça görülür. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemindeki yapıyı ve Osmanlı yöneticilerinin sorunlara çözüm üretmediklerini, üretilmeye çalışılan çözüm yollarının yüzeysel ve ihtiyaçlara cevap vermekten uzak olduğunu, ayrıca yönetim sistemine müdahale edilmesinin bile kabullenilmediğini Osmanlı Tarihi Derslerinden hatırlayalım. 3 b– Fikir hayatının ve Düşünce Yapısının Gelişme Göstermesi ve İnkılâbı Hazırlayıcı Eserler Verilmesi; İnkılâp aynı zamanda fikir ve idealle yürür, fikir ve düşünce olmadan inkılâpların alt yapısı oluşmaz. Fransız inkılâbında Fransız düşünürlerinin yazdığı eserlerin ve idealler haline gelen fikirlerinin rolü tartışılmaz. Türk inkılâbında da 19.yüzyıl Türk düşünürleri olan Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa, milliyetçilik fikirleriyle Atatürk ve dönemin yöneticilerini etkileyen Ziya Gökalp, Abdullah Cevdet gibi aydınların fikir ve idealleri etkili olmuştur. c- Lider ve Kadro Teşekkülü; İnkılâp hareketinde en önemli unsurlarından biriside lider ve kadro hareketidir. Türk toplumunun genel karakteri içinde lider daha da önem taşımaktadır. Liderler olayları yönlendirdiği gibi inkılâbın başlamasını ve sonuçlanmasında en etkili olan, toplumsal etkileşimi hızlandıran unsurdur. Bazı inkılâp hareketlerinde liderliği kadro veya siyasi kuruluşta üstlenir. Türk inkılâbının en önemli üstünlüğü olarak Atatürk gibi bir liderle yürütülmesi, sadece askeri bir lider değil inkılâpları gerçekleştiren, çağdaş, akılcı, geleceği gören ve devlet adamlığı gibi çok yönlü özelliği olmasıdır. Ayrıca 20. yüzyılda bir çok ulusların ulusal mücadele ve reform sürecinde de etkisi olan önder olması bu görüşü desteklemektedir. d- İnkılâplarda plan, düzen, program ve disiplin olmalıdır; İnkılâp hareketlerinde hızlılık ve etkinlik, işlerliğin kazanılması için mutlaka disiplin, tertip ve program gerekmektedir. Bu olmadığı ve inkılâp hareketleri bir düzene bağlanmadığı taktirde zamanla hareket başka boyutlara giderek asıl hedeflerinden şaşarak başka boyutlara giderek içinden çıkılamaz boyutlara varmakta ve tarihte olumsuz hareketler olarak yerini almaktadır. Türk inkılâbında bu ciddiyet, program ve düzen görülmüş ve inkılabın hiçbir aşaması gelişigüzel ve düzensiz tarza gitmemiştir. Bu özelliğiyle çağdaşı inkılâp hareketlerinden farklılık içermektedir. e- İnkılâplarda Muhalefet Her Aşamada Bulunur ve Bundan Dolayı Zorlama Olmalıdır; İnkılâplar köklü değişim ve geniş halk kitlelerinin katıldığı ve sonuçları ülkelerin kaderini değiştiren, toplumların geleneksel altyapısını ve geleneksel değerlerini olumlu ve çağdaş ölçülere 4 getirme amacı güden hareketler olduğu için ciddi bir direnç ve karşılık verme ile karşılaşabilir. İnkılâpların içerik ve hedefleri her kesim tarafından farklı algılanabilir. İnkılâpların sonucundan birçok kişi ve kurum olumsuz etkilenerek inkılabın sürekli karşısında durur, inkılâbın her aşamasında bu konumunu devam ettirir. Bundan dolayı inkılâp hareketlerinde idari, siyası, askeri ve hukuken zorlama çoğunluğun çıkarlarına uygun olarak yapılabilir. İnkılâp hareketleri muhalefetin direncine göre başarılı veya başarısız olur. İnkılâp cesaret ve bazen risk almaktır. Muhalefetin direnci zorlamayla kırılabilir. Türk İnkılâbında, halkın geleneksel yapısı yanında mevcut Osmanlı idaresi konumunu devam ettirmek, Anadolu’daki otoritesini yeni Türk Devletiyle paylaşmak istemediği için yıkılıncaya kadar Ulusal davaya karşı çıkmıştır. Cumhuriyet döneminde de değişik alanlarda yapılan inkılâp hareketleri değişik kesimlerden bireysel ve toplu olarak tepki görmüş bu tepkilere aynı şekilde siyasi, hukuksal ve askeri zorlamalar uygulanmıştır. İnkılâpların önünde durabilecek veya gelecekte ülkenin sistemine karşı gelebilecek kurumlar ortadan kaldırılmıştır. Osmanlı döneminde yapılan reform hareketlerinin inkılâba dönüşememesinin ve başarılı olamamasının en önemli sebeplerinde birincisi şüphesiz muhalefete karşı gerekli zorlamanın yapılamaması ve bu yapılanmanın yaşamasına izin verilmesidir. Türk inkılâbında zorlama ve muhalefete karşı kesin tavır olmasına rağmen çağdaşı inkılâplara nazaran daha yumuşak ve kansız olması önemli bir artı özelliğidir. Fransız, Rus ve Avrupa’daki diğer inkılâpların ihtilal aşamasında son derece kanlı ve kitlesel zorlayıcı hareketlere Türk İnkılâbında pek rastlanmaması bunu ispat eder. 2- İHTİLAL Kelime anlamı olarak bozukluk, bozulma, karışıklık, düzensizlik olan ihtilal, kavram olarak bir devletin siyasi yapısının, kanuni şekillere uymadan değiştirmek üzere zor kullanarak yapılan geniş bir halk hareketidir. İhtilal ayaklanma ve şiddet yoluyla baskı oluşturur, düzeni ve siyasal yapıyı zorlar, başarılı olursa inkılaba 5 dönüşebilir. Bu açıdan ihtilal pek çok inkılabın başlangıcı kabul edilir. Fransız ve Rus İnkılabı ihtilal aşamasıyla başlamış, eski yapı zor kullanılarak değiştirilmiş ve uzun süre sonra inkılap olarak kendi ve dünya siyasal tarihinde yer almışlardır. 3 - İSYAN Kelime anlamı itaatsizlik, emre boyun eğmemek, ayaklanma olan isyan, kavram olarak; kitlenin belli bir amaca yönelik olarak hedefini gerçekleştirmek için mevcut düzene karşı başkaldırmasıdır. İsyan gelişirse ihtilale, ihtilalde inkılaba dönüşebilir. Fransız inkılâbında bu gelişmeler görülmüştür. Türk inkılâbında da bu isyan olduğu varsayılsa da, mevcut bir siyasi otorite Milli Mücadele döneminde olmadığı için, isyan sadece ülkeyi işgal edenlere karşı işgal eylemini tanımama şeklinde değerlendirilebilir. Daha sonra işgale karşı hukuki ve siyasi sorumluluğunu yerine getirmeyen Osmanlı hükümetine yöneldiği için ihtilal şeklinde değerlendirmek daha doğru olur. 4 - HÜKÜMET DARBESİ Mevcut iktidara karşı yapılan ve belli amacı olan, iktidarı görevden uzaklaştırmaya yönelik harekettir. Hükümet darbelerinde temel hedef hükümeti yönetenler olduğu için kitlesel amaçlar gütmez, darbeyi yapan kesimin amaçlarıyla kısıtlıdır. Ekonomik, sosyal, siyasal ve ilkeleri değiştirmek gibi üst seviyede amaçlar içermezler. Osmanlı Tarihinde görülen padişah veya diğer yöneticileri değiştirmek, ordunun güvenlik veya iç düzende görülen eksiklik üzerine yönetime müdahale etmesi hükümet darbesine örnek gösterilebilir. 5- REFORM(ISLAHAT) Kelime anlamı düzeltme, değiştirme, iyileştirme olan reform genel anlamıyla Osmanlıca da Islahat olarak genelleşmiş ve yüklenildiği anlam itibariyle eskiyen veya toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeyen kurumların prensiplerini veya işlevlerinin tümünü veya bir bölümünü mevcut çağa uydurmak için yapılan düzenlemelerdir.Günümüzde de çok kullanılan reform hareketlerine, 6 Osmanlı Tarihinde ve Avrupa’nın gelişme süreci olarak kabul edilen 15. ve 16. yüzyıldaki gelişmelerde sık rastlarız. 6- TEKAMÜL (EVRİM) Eski tabiriyle ve kelime anlamıyla olgunlaşma, kökünden türeme, ilerleyerek gelişme anlamı taşıyan ve ‘kamil olma’ şeklinde lügatlerde ifade edilen evrim herhangi bir yapının mükemmele doğru değişmesi, iç ve dış etkilerle yapısını geliştirmesidir.Tekamülün asıl özelliği toplumun zaman içinde zorlama olmadan mevcut yapısını geliştirmesi, bünyenin kabul ettiği şeyleri alması, kabul edilmeyen ve kullanılamayacak hale gelen yapının terk edilmesidir. 7– TANZİMAT Bu kelime bize Osmanlı Tarihinin bir bölümünü de çağrıştırdığı gibi tanzim etmek veya dağıtmak anlamıyla da günceliğini sürdürmektedir. Kelime anlamı düzenleme, düzene koyma, mevcut devlet düzenine çeki düzen verme anlamını taşımaktadır. Osmanlı Devletinin 19.yüzyılda Tanzimat Fermanın yayınlanmasıyla başlayan ve birçok yeniliklerin yapıldığı döneme verilen dönemdir. 8– EMPERYALİZM Ekonomik ve siyasal olarak güçlü ve etkin olan siyasal güçlerin veya devletlerin, kendi çıkarları için güçsüz veya bağımlı devlet ve topluluklar üzerinde hakimiyet kurma veya etkinliğini sürdürmeleri siyasetine verilen genel adıdır. Roma İmparatorluğuyla başlayan genişleme ve baskı altına alma biçiminde devlet örgütlenmesine de denilmektedir. Emperyalist devlet de emperyalist politikayı sürdüren devlete denilmektedir. 9 - KAPİTALİZM Batıda başlayan feodal sistemin çökmesiyle burjuva (şehirli – tüccar) sınıfının ortaya koyduğu ve uyguladığı, anlam olarak “sermaye”, geniş anlamıyla “bireylerin ve üreticilerin kişisel çıkarlarına uygun olarak ve başta kar amaçlı olan, özel teşebbüs ve 7 özel mülkiyetin esas olduğu, üretimin pazar faaliyetlerine göre yapıldığı, her türlü mal ve hizmet alım satımının konu olduğu sosyoekonomik ve ideolojik sistemdir”. Son iki asırda ve günümüzde dünya üzerinde etkin ve hakim sosyal ve iktisadi teşkilatlanmadır. 10 – LİBERALİZM Liberalizm kelime anlamıyla özgür olmak ve serbestlik anlamı taşıması ile birlikte kavram anlamıyla son asırlara damgasını vuran bir simge haline gelmiş, daha çok siyasi ve ekonomik anlamıyla ön plana çıkmıştır. Fransız ihtilalinden sonra geniş anlamıyla bireysel ve toplumsal alanda özgürlük şeklinde anlamlandırılmıştır. Günümüzde daha çok ekonomik terminolojisiyle; kamu otoritesinin ekonomik, siyasal veya dinsel nedenlerle bireye müdahale etmemesi veya kamunun bu süreçlere müdahale etmesine izin verilmemesini öne süren siyasal akımdır. Liberalizm, iktisadi hayattan devletin tamamen çekilmesini, kamu otoritesinin toplumun yaşamını yönlendirmemesini savunan batıda son derece geçerli bir akımdır. 11 – MONARŞİ Yönetimin bütün alanlarında bireylerin değil bir kişinin egemen olduğu, çoğunlukla aynı soydan gelen kişilerin miras yoluyla yönetime seçildiği, bütün yetkilerin seçim dışı yöntemlerle tek bir kişide toplanması esasına dayalı yönetim biçimidir. Batıda krallık, doğuda padişahlık, sultanlık, emirlik gibi terimlerle nitelendirilmesine rağmen uygulama biçimi genellikle aynıdır. 12 – OLİGARŞİ Geniş halk kitlelerinin küçük bir sınıfın egemenliği ve denetimi altında olan, yönetim şeklinin ve iktidarın; hakim azınlığın elinde bulunduğu zenginlik, askeri güç, siyasal hakimiyet ölçülerine göre belirlendiği azınlığın çoğunluk üzerinde hakimiyeti esasına dayanan yönetim biçimidir. Oligarşi’nin diğer tarifi de soylu yönetimi anlamında ve Yunan kökenli olan Aristokrasi yönetimidir. 8 13 - MEŞRUTİYET Yönetimi kişi veya kişilere dayanan, ama yöneticilerin yönetme gücünü anayasal hükümleriyle ve parlamento gibi kurumlarla sınırlayan, özellikle ‘yakın çağ’larda başta İngiltere’de uygulanan Osmanlı Tarihinin son dönemlerinde de uygulanan yönetim biçimidir. Bu yönetim biçiminde güçler sınırlı ve işbirliği içindedir. Meşrutiyette anayasa ve parlamento yetkileri hükümdarla paylaşır. 14 – BATILILAŞMA Yakınçağlardan itibaren dünyada söz sahibi olan ve Avrupa’da ve Avrupa dışında yaşayanların “Batılı” olarak tanımladıkları devletlerin hakim olan değerlerini ve teknolojilerini bu devletlerin baskısı veya kendi yönetici, aydınlarının girişimleri ile uygulanmasına genel olarak verilen tanımlamadır. Yapılarını, yönetim şekillerini, kültürlerini, hukuki ve teknolojik yapılarını batı dünyasına uygun veya paralel hale getirmeleridir. Osmanlı Tarihinin son dönemlerinden itibaren “Batılılaşma” süreci Türkler içinde başlamış, batıyla temas içinde bulunan Türkler siyasal güçlerini kaybetmeleriyle beraber bu süreci bir varolma süreci olarak algılamışlardır. Türkiye Cumhuriyet kuruluşundan itibaren ulusal programa uygun olmak koşuluyla batıyla teması devam ettirdiğini, ama bu süreci bir taklit anlayışı ile değil bir mecburiyet ve milli unsurlara uygun bir yapıda olması esasına dayanmıştır. Atatürk bunu şöyle ifade etmiştir; “Memleketler çeşitlidir. Fakat medeniyet birdir. Ve bir milleti ilerlemesi için de bu tek medeniyete ortak olması lazımdır. Osmanlı imparatorluğunun düşüşü batıya karşı elde ettiği başarılardan çok, boş bir gururla kendisini Avrupa milletlerine ağlayan bağları kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi, bunu tekrar etmeyeceğiz.” “Biz Batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz.” 9 ÖZET İnkılâp; toplumun sosyal yaşamının, devlet biçiminin, yönetim biçiminin, ilkelerinin ve hedeflerinin planlı ve hedefi belirlenerek çağın gerekleri ve ölçülerine göre zorlanarak değiştirilmesidir. İnkılâp sadece siyasal ve toplumsal alanda görülmez, diğer alanlarda da görülebilir. Türk inkılâbı diğer inkılap hareketlerinde görüldüğü gibi gelişmiş, ancak bazı özellikleri dolayısıyla önemli artıları bulunmaktadır. Bunlar; * Liderinin son derece yetenekli ve başarılı bir devlet adamı olmasıdır. * Diğer inkılâplarda görülen kitlesel ölümlerin az olması ve karşı İnkılâp hareketlerinin bastırılmasında şiddet unsurunun önemli ölçüde az kullanılmıştır. * İnkılâbın eylem aşamasında sadece eski sisteme karşı bir ihtilâl hareketi olarak oluşmamış, sisteme karşı ihtilâle hareketinin yanında işgalci güçlere karşı topyekün “Bağımsızlık Savaşı” verilmiş ve bu “Bağımsızlık Savaşı” sömürgeci devletlerin baskısı altında ezilen milletlere ulusal bağımsızlık hareketlerinde öncülük etmiştir. * İnkılâplara ülkenin kurulmasından sonra sistemli bir şekilde ve süreklilik göstererek devam edilmiştir. 10 ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI 1- Atatürk İlke ve İnkılâplarının temel hedefini anlatan en iyi seçenek aşağıdakilerden hangisidir ? a) Türkiye Cumhuriyetini ülkesi ve ulusuyla çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkartmak b) Türk halkının refah seviyesini yükseltmek c) Türkiye Cumhuriyetini bölgeni en güçlü devleti haline getirmek d) Türk Kültürünü geliştirmek e) Eğitim ve Öğretimin seviyesini üst seviyeye çıkartmak 2- İnkılâpların özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz ? a) İnkılâp hareketine toplum ve siyasi yapı hazır olmalıdır. b) İnkılâp hareketi mevcut düzeni değiştirmeye amaçlar. c) İnkılâplarda lider ve kadro hareketi önemlidir. d) İlk büyük inkılâp hareketi olarak Fransız ihtilâli tarihe geçmiştir e) İnkılâp Hareketinde muhalefet bulunmaz. 3 – Aşağıdaki boşluklara uygun sözcükleri yazınız. İnkılâplar genellikle ………………. hareketi olarak başlar, eğer ………….. hareketi başarılı olursa İnkılâba geçişte önemli bir mesafe alınmış olur. 4– Türk İnkılâbını diğer inkılâplardan farklı hale getiren özellikler aşağıdaki hangi seçenekte en iyi şekilde anlatılmıştır. a) Türk İnkılâbında ihtilal hareketi topyekün bir şekilde başlamıştır. b) Türk İnkılâbında ağır baskıya dayanan zorlama görülmez c) Türk İnkılâbında liderin yeteneği üst seviyededir ve ülkede işgale karşı bağımsızlık savaşı da yapılmıştır. d) Türk İnkılâbı devamlılık arz etmiştir. e) Türk inkılâbı eski yönetim anlayışını değiştirmeyi de amaçlamıştır. 11 5– Türk İnkılâbında ihtilal hareketi seçeneklerde verilen hangi yapıya karşı gerçekleştirilmiştir ? a) Anadolu’daki azınlık kuruluşlarına ve cemiyetlerine karşı b) Anadolu’daki Kuvay-ı Milliye Teşkilatlarının başına buyruk yapılanmasına karşı c) Osmanlı Hükümetinin yönetim ve işgaller karşısındaki tutumuna karşı d) Ankara’da kurulan T.B.M.M. Hükümetine karşı e) Anadolu’daki İşgal kuvvetlerine karşı 12 II. ÜNİTE TÜRK İNKILÂBINI HAZIRLAYAN SEBEPLER ÜNİTENİN İŞLENİŞİ * * * * * Osmanlı İmparatorluğunun yapısal sorunları nelerdir? Öğreniniz Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamasının temel nedenleri nelerdir? Dış Baskılar Osmanlı Siyasi gücünü nasıl zayıflatmıştır? Araştırınız. İmparatorluk dışındaki gelişmelere yöneticiler niçin yeterli önemi vermemişlerdir? Araştırınız. Yakın çağda diğer inkılâp hareketlerinin (Özellikle Fransız ve Amerikan İnkılâbının) Osmanlı siyasal ve sosyal yapısında etkileri nasıl olmuştur ve etki alanları nelerdir? ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR Bütün inkılâplarda olduğu gibi Türk inkılâbının oluşumuna sebep olan önemli sebepler vardır. Bu sebeplerin önem sırasına göre incelenmesi ve mutlaka iyice kavranılması gerekmektedir. Ünitede Osmanlı İmparatorluğunun yıkılış süreci ve sebepleri, yıkılışı engellemek için yapılan reformların içeriği ve sonuçları, dış sorunların ve baskıların devletinin yıkılış sürecine etkileri ve Türk İnkılâbının oluşumu açısından değerlendirmesi yapılacak ve konuların kavranması sağlanacaktır. Özellikle dış baskıların ve içerdeki muhalefetin reformlara gösterdiği direnç ve Osmanlı Yöneticilerinin gelişmeleri yeterince değerlendiremediklerini Osmanlı Tarihinden hatırlayınız. Ayrıca ülkelerin kaderlerinin; çağdaşlaşmanın gereklerine göre ülkenin ve sistemin düzenlenmesine bağlı olduğu gerçeğinin tarihsel bir olgu olduğuna dikkat ediniz. 13 ÜNİTE II İÇİNDEKİLER Türk İnkılâbı ve Özellikleri Temel Nedenler Osmanlı İmparatorluğunun 14 Yıkılış Sebepleri İmparatorluğun Çokuluslu Yapısı ve Geniş Coğrafyalarda Hakimiyet Kurmanın Getirdiği Yönetim Sorunları Dış Baskılar ve Askeri Sorunlar Fransız İhtilâli ve Etkileri Osmanlı Reformlarının Yeterli Olamaması Özet Ünite Değerlendirme Soruları 1– TÜRK İNKILÂBI ve ÖZELLİKLERİ Bugün içinde bulunduğumuz toplum ve devlet, XX. Yüzyılın ilk yarısında gerçekleştirilen ve süreklilik arz eden büyük bir inkılâbın eseridir. Türk ulusu Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile kalkınma umutlarını, hedeflerini yitirmiş, umutsuz yarınlarla baş başa kalmıştı. Ülke son defa girdiği ve hak etmeden yenildiği savaş sonrası işgal ile karşı karşıya kalmıştı. Bağımsızlığını yeniden kazanmalıydı. Yeni bir savaş göze alınmalıydı. Türk halkı bu durumun bilinciyle önderi ve bir avuç vatanperver ile kenetlendi, büyük ve onurlu bir savaşı yaparak yeni bir gelecek için kendi kaderine ve geleceğine sahip çıktı. Savaşı eski devletiyle değil ulusal egemenliğe yeni bir devlet kurarak gerçekleştirdi. Bu ilk inkılâp hareketiydi. Savaşın bitimiyle de inkılâpların yeni aşamaları başladı. Bunların gösterdiği gerçek Türk inkılâbının bu açıdan özelliklerini şöyle belirtebiliriz; * İnkılâbın ilk aşamasında ulusun parçalanması önlenmiş, parçalanmaya karşı örgütlenmiş bir devlet kurulmuştur. Bu devlet Osmanlı İmparatorluğundan farklı olarak milli egemenliğe dayalı bir yapıdadır. Bu, ilk önemli inkılâp olarak karşımıza çıkar. * Bu devlet hemen inkılâp hareketine başlamadan önce “bağımsızlık savaşı” vermek zorunda kalmış ve bu savaş Türk İnkılabını önemli bir farklılık yaratmıştır. Bağımsızlık Savaşının verilmesi çağdaşı inkılâplarda görülmeyen önemli özelliktir. * Ulusal Bağımsızlık Savaşı sonrası diğer inkılâp hareketlerine zemin hazırlanmıştır. * Türk inkılâbında zorlama unsuru olmasına rağmen, çağdaşı inkılâplara göre daha azdır. Kitlesel yıkım ve ayaklanmalar gibi kanlı olaylara rastlanmaz. * Lideri son derece yetenekli ve geleceği gören ve topluma güven veren özelliklere sahiptir. Bu özelliği diğer bir farklılık arz eder. * Türk inkılâbı özellikle emperyalist devletlerin sömürüsü altında olan uluslara örnek olmuş ve emperyalizm uygulamalarından bağımsızlık savaşı ile kurtulabilmenin mümkün ispat olduğunu etmiştir. Bu özelliliğiyle evrensel bir boyut kazanmıştır ve süreklilik arz eder. 15 2 – TEMEL NEDENLER 1- OSMANLI İMPARATOLUĞUNUN YIKILIŞ SEBEPLERİ Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılması üzerine otorite boşluğundan faydalanan ve Uç Beyliği olarak kurulan, Oğuzların Kayı boyunun kurduğu Osmanlı Devleti uyguladığı idari, askeri, kültürel ve sosyal politikaların başarılı olması ve siyasal yapının tanıdığı imkanlar ile coğrafyadaki otorite boşluğunun yardımıyla XV. Yüzyıl sonlarında bir dünya devleti konumuna gelmişler ve Avrasya kıtasının güçlü bir imparatorluğu olarak hem Türk Dünyasının, hemde İslam Dünyasının liderliğine yükselmişlerdir. XV. Yüzyıldan itibaren imparatorluk konumuna gelen Osmanlı Devleti XVII. Yüzyıla kadar güç ve etkenliğini sürdürmüş ve yapısal olarak bütün imparatorlukların başına gelen sorunları o zamana kadar çözmeyi başarmış, XVII. Yüzyıl sonlarında siyasi gücünü özellikle batılı devletler karşısında kaybetmeye başlamıştır. İmparatorluk diğer çokuluslu güçlerin karşılaştığı şu ana sorunlarla karşı karşıya kalmıştır; A- Çokuluslu Yapısı ve Geniş Coğrafyalarda Hakimiyet Kurmanın Getirdiği Yönetim Sorunları İmparatorluk sistemleri hakim olan ve kurucu milletin egemenliğinde, tek kişinin liderliğinde olan geniş siyasi otoritelerdir. Bu açıdan geniş coğrafyalarda hakimiyet kurmak ve devam ettirmek, çokuluslu yapının değişik istek ve taleplerini yerine getirmek, bunlar üzerinde mutlak otorite kurarak yönetmek büyük bir enerji ve yetenek ister. Osmanlı Devleti Klasik Dönemde gerek Türk Devlet Anlayışının getirdiği birikimler, gerekse de yöneticilerin ve oluşturulan yönetim anlayışının başarılı uygulamaları ile bu sorunları çözerken, çağdaşı devletlerin gelişmelerini devam ettirmesi, bu coğrafyalardaki yabancı toplulukların Osmanlı yönetimini desteklemeyerek sürekli kopma eylemi içine girmeleri, otoritenin dış ve iç güçlere karşı kullanılması, yönetimin zayıflaması sonucunu doğurmuştur. İmparatorluk yöneticileri Klasik Dönemde yetenekli ve kudretli özellikler gösterirken, yıkılış dönemlerinde bu özelliklerin bulunmadığı görülmektedir. Osmanlı hükümdarları veraset sistemiyle başa gelmekte ve hükümdarların yetişmesine son derece önem verilmekteyken XVII. Yüzyıldan itibaren bu uygulama terk edilmiş, böylece de hükümdarların yönetim tecrübeleri zayıflamış, görev 16 aldıklarında da başarı oranları düşmüştür. Bu yönetimde, karar ve uygulamalarda hataları, devletin önemli kayıplara uğramasını, yönetim ve halk arasında işbirliğinin zayıflamasını doğurmuştur. Çağdaşı devletlerin güçlenmesi ve askeri olarak Osmanlı Devleti üzerindeki kurdukları baskı artması ve savaşların uzun sürmesi yöneticilerin başarısızlıklarını arttırmıştır. Hükümdarın yanındaki diğer yöneticilerde aynı özellikleri gösterdikleri ve merkezi veya taşradaki almış oldukları görevlerde başarısız oldukları için idari yapı gittikçe bozulmaya başlamış ve geniş ülkenin merkezden uzak yerleri olan taşrada hakimiyet gittikçe zayıflamıştır. Yöneticilerin savaşlarda da başarı oranlarının düşmesi ordu ve devlet üzerindeki otoritesini zayıflatmış, bu otorite boşluğu ayaklanmalara, devlet işlerine hükümdar yakınlarının, sarayın ve taşranın yöneticilerin yanlış müdahalelerine sebep olmuş, Osmanlı yönetim anlayışı bundan etkilenerek etkinliğini kaybetmiş, merkezi otorite zayıflamıştır. Son dönemde bu boşluk önlemlerle ve idari reformlarla kapatılmaya çalışılsa da istenilen sonuç alınamamıştır. Yönetimdeki genel bozulma şu sonuçların oluşmasına sebep olmuştur; Aa- Yerel yönetimlerin kendi başına buyruk hareket etmeleri Askeri ve ekonomik tedbirleri taraflı ve çıkarlarına uygun şekilde uygulamaya başlamaları ayaklanmalara ve sosyal düzeni bozmuş, imparatorluğun otoritesini sarsarak çöküşü hızlandırıcı feodal yapıyı yaratmışlardır. Ab- Ordunun gücü zayıflaması ve teşkilatının bozulması Dünyanın eğitim, düzen, teknoloji ve disiplin olarak en üst seviyede olan Osmanlı ordusu iyi yönetilemediği ve yeniliklerin gerisinde kalması, savaşların uzun sürmesi ve kaybedilmesi sebeplerinden dolayı hızla XVII. yüzyıl başından itibaren bozulmaya başlamış, yapılan yenileştirme ve reform hareketlerine karşı olmuş ve özellikle “Kapıkulu Ocakları” adı verilen Yeniçeriler bu bozulmayı temsil etmişler ve çıkarları gereğince devlet politikasına müdahale 17 etmişler,ayaklanmalar çıkararak yönetim boşluklarını kullanmışlardır. İmparatorluğun son dönemlerinde Yeniçeri ocağının kaldırılması, yeni tarzda ordunun kurulması gibi askeri reformlar yapılmasına rağmen Osmanlı Ordusunun gücü yıkılmayı engelleyici bir konuma gelememiştir. Ac - İlmiye sınıfının bozulması da yönetimde boşluğun bir sonucu olarak görülmektedir Yükselme döneminin yetenekli yöneticilerini. eğitimcilerini, adalet görevlilerini yetiştiren eğitim ve öğretim kurumları, batıdaki modern gelişmelere uzak kalıp bu metotları almadığı gibi yenileşme programını da özellikle XVIII. Yüzyıldan itibaren karşı gelmeye başlamış, geleneksel metotlarını da terk ederek yalnız dini ağırlıklı eğitim ve öğretime yönelerek pozitif bilimlere kendini kapatarak devlet idaresinde yer alacak şahısların yetişmesini olumsuz yönde etkilemiştir. Adalet sistemi de bu ilmiye teşkilatının bozulması ile beraber önemini kaybetmeye başladı ve medreselerin çalışma sisteminde adaletin temeli olan liyakat ve başarıya göre değil kayırmacılık, rüşvet veya miras gibi usuller uygulanmaya başladı. Bu konuda özellikle XIX. Yüzyılda Adli, eğitim ve idari reformlar yapılarak çözüm arandıysa da istenilen sonuç alınamadı. Adliye sisteminde görev alan kadılar ve ilmiye sınıfının karar ve uygulamaları, bu yapıya bağlı imparatorluğun en çok takdir toplayan “Osmanlı Adaleti” ilkesini zedelemiştir. Ad- Osmanlı Toprak ve Ekonomik Yapısı Bozulmuştur Osmanlı ekonomisi tarıma dayanmış, tarım ile beraber ticaretin kontrol edilerek vergilendirilmesi, önemli ticaret yolları olan İpek ve Baharat Yollarının denetim altına alınması, savaş gelirleri ekonominin temel unsurları olmuştur. Temel olarak toprak ve tarım devletin ekonomik yapılanmasını oluşturmuş ve yönetimle ekonomik ilişkiler birbirleriyle bağlantı olmuşlardır. XVII. Yüzyıla kadar Osmanlı ekonomik yapısında ciddi sorunlar olmamış, daha sonra yönetim ve ekonomik faaliyetlerin başarısızlığı tarım ve toprak sisteminde ki bozulmaları hızlandırdı. Tımar sistemi devletin dayandığı temel idari ve ekonomik sistemi yansıtmaktaydı. Devlet arazilerinin şahıslara hizmet karşılığı kiralanması, tımar sahiplerinin de bu arazi gelirlerine karşı toprağı işletmesi ve asker beslemesi, güvenliği sağlaması esasına dayanan “Tımar Sistemi” devleti çok önemli ve etkili ekonomik yapılanmasıydı. 18 Savaşların son dönemlerde uzun sürmesi, üretimin azalması, güvenliğin sağlanamaması bu sistemi bozmaya başlamış, gelir - gider dengesi bozularak gelirlerin giderlerin çok altına düşmesiyle alınan ek tedbirler halkın yaşantısını olumsuz etkilemiştir. Avrupa’da ekonomik gelişmeler hızla ekonomik yapılanmayı bozmuş, vergi gelirleri azalmış, ticaret yollarının yer değişmesi ile ekonomik durgunluk Osmanlı ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Kapitülasyonların içerik ve uygulama alanlarının genişletilmesi yerli üretime zarar vermiş ve ülke ekonomisi dışa bağımlı hale getirerek siyasal kararları ve devlet politikasını etkilemiştir. XIX. Yüzyıldan itibaren savaş giderlerini karşılamak ve bütçe açığını kapamak için dışarıdan alınan borçlar devletin maliyesini çıkmaza sokmuş, Batılı Devletlerin Osmanlı Devletini daha çok kontrol altına ve sömürge anlayışını uygulamaya başlamışlardır. B - DIŞ BASKILAR ve ASKERİ SORUNLAR Osmanlı Devleti genel olarak XVI. Yüzyıla kadar dünyanın en önemli ve etkin gücü olması ile birlikte çağdaşı olan siyasi güçlerle ilişkileri siyasal üstünlük ve ekonomik rekabet şeklinde gelişmiştir. Geniş alanlarda hakimiyetle beraber doğuda Türk ve İslam Devletlerinin, batıda ise Avusturya, Rusya, Macaristan, Fransa ve İngiltere gibi güçlü devletlerinin askeri ve siyasi hedefleri içine giren Osmanlı Devleti özellikle batılı ülkeler üzerinde hakimiyetini kaybetmeye başlamıştır. Batıda Yeni Çağda başlayan siyasal, teknolojik, askeri ve düşünce alanındaki değişimler Avrupa’nın Dünya egemenliğini sağlayan süreci başlatmış ve coğrafi keşiflerle desteklenen yayılma politikası sonunda Doğu ülkeleri ve Osmanlı Devleti de yayılma alanlarına girmiştir. Osmanlı Devletinin bütün bu teknolojik ve düşünce yeniliklerinden uzak kalması gelecekteki askeri ve siyasal çöküşüne zemin hazırlayacaktır. Güçlenen Avrupa Devletleri Osmanlı Devletinin üzerindeki baskıları XVII. Yüzyıldan itibaren artmaya başladı. Özellikle Hıristiyan topluluklarının yaşadığı bölgelerde ki toprakları için savaşlar Osmanlı Devletinin yenilmesi ile sonuçlandı. Özellikle XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti üzerinde baskılar ve istilalar artmaya başladı. 19 Avrupa için artık Türk tehlikesi bitmiş ve Osmanlı Askeri gücü azalmıştı. Bundan dolayı imparatorluk yıkılabilir, toprakları paylaşılabilirdi. Bu amaçla Avrupa’nın büyük devletleri, Osmanlı Toprakları üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda paylaşmayı planlayarak, buna yönelik baskı politikası uygulamaya başladılar. İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya, Avusturya, A.B.D., İtalya, belli dönemde birlikte veya tek başlarına bu politikalarını uygulayarak imparatorluğun parçalanması ve topraklarının paylaşılması için harekete geçtiler. Osmanlı topraklarının paylaşılması ve bölünmesi yolunda birbirleriyle de rekabete tutuştular. İmparatorluğun paylaşılma sebeplerinden biriside ülkenin coğrafi ve jeopolitik konumudur. İmparatorluğun merkezi Anadolu ve Rumeli bölgesi kıtaların birleştiği yerdedir, Akdeniz’in doğusu ve Kuzey Afrika gibi önemli coğrafyalarda İmparatorluk sınırı içindedir. 20 Tüm bu özellikleri Osmanlı coğrafyasına güç merkezleri için kontrol ve elde bulundurması gerekli bir hedef haline getirmektedir. Bu gerçeklik bugünkü Türkiye içinde geçerli olan unsurdur. Bu devletlerin Osmanlı devletiyle ilişkilerini ve kullandığı metotları aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz; 1- Rusya’nın Osmanlı Devletiyle İlişkileri XVII. yüzyıla kadar büyük devlet olmayan Rusya’nın genişlemesi ve büyük devlet olma süreci Çar I. Petro’dan itibaren başlamıştır. I. Petro döneminde başlayan reformlarla güçlenen Rusya Batı ve Güney yönünde ilerlemiş, Petro genellikle İsveç’in aleyhine gelişirken, özellikle II. Katerina Döneminde Rusya, tamamen Osmanlı aleyhine politikaları fiilen uygulamaya ve paylaşma planına aktif olarak katılmıştır. Kırım, Balkanlar, Kafkasya, Karadeniz kıyıları Rusya tarafından “Sıcak Denizlere İnme” olarak bilinen Rus Devlet Politikasına uygun olarak alınmış, Boğazların denetimi ise aynı başarıyı gösterememiş, İngiltere ile rekabet dolayısıyla boğazlara yerleşememiştir. Osmanlı Devletinin yıkılışına kadar Osmanlı karşıtı olan her birlik ve örgütlenmenin içinde Rusya bulunmuştur. En son I. Dünya Savaşında İtilaf Devletleri gurubunda yer almış savaş sonrası Türk topraklarını işgal projelerine katılmış ve aynı politikasını devam ettirmiştir. Şüphesiz bu politikadaki temel düşünce Rusya’nın “Dünya İmparatorluğu” olmak istemesi ve Türkleri buna engel olarak görmesidir. 2– Avusturya’nın Osmanlı Devletiyle İlişkileri Avusturya yeni ve yakın çağlarda Avrupa politikasında etkili olan ve Alman kökenli birlikten ziyade imparatorluk felsefesini ön plana çıkaran, çokuluslu yapısını değiştirmeyen Orta Avrupa ve Balkanlarda Kıta devletinin yanında Batlık ve Adriyatik Denizine de açılmayı devlet politikası olarak uygulayan bir yayılmacı devlet olmuştur. XVI. Yüzyıldan itibaren bütün bu politikaların yanında Habsburg Hanedanlığı vasıtasıyla Avrupa’ya hakim olmak istemiş ve sürekli savaş ve veraset yoluyla uygulamıştır. Osmanlı Devletinin Orta Avrupa’ya hakim olması ve Avusturya seferlerinden sonra Avusturya Osmanlı Devletine karşı askeri ve siyasi olarak sürekli karşıt olmuş ve savaşlar başlamıştır. XIX. Yüzyıla kadar Osmanlı – Avusturya savaşları devam etmiş ve XVII. Yüzyıl sonuna Avusturya karşısında üstün olan Osmanlı Devleti II. Viyana Yenilgisi ve Karlofça Antlaşmasından 21 sonra üstünlüğünü kaybetmiştir. XVIII. yüzyılda yine Osmanlı devletiyle savaşlar yapan Avusturya, Orta Avrupa, Adriyatik Denizi, Bosna Hersek’i Osmanlılardan almış ve Büyük Devlet olma özelliğini kaybeden Osmanlı Devletine karşı Rusya ile de işbirliği yapmış, XIX. Yüzyılda Rusya ile Osmanlı Devletinin Balkan toprakları için rekabet etmiştir. Avusturya daha önce birleştiği Macaristan’la ortak bir ad olan Avusturya - Macaristan İmparatorluğu adını almıştır. İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya ve Prusya’nın Avrupa da güçlenmesi kuvvet dengelerini değiştirince Avusturya, Osmanlı imparatorluğuyla XIX. Yüzyılda özellikle Rusya’ya karşı işbirliğine girmiş, ancak daha çok Osmanlı Devletinin aleyhine olan dış politika izlemiştir. Berlin Antlaşması ile geçici olarak denetimine aldığı Bosna- Hersek’i ilhak etmesi bunu ispat eder. I. Dünya Savaşı’na Osmanlı ve Almanya ile birlikte beraber girmiş ve savaşı kaybederek bağlantılarını kesmiştir. 3 – İngiltere’nin Osmanlı Devletiyle İlişkileri İngiltere özellikle XVII. Yüzyıldan itibaren dünya imparatorluğu olmaya başlamış, geniş sömürgelerde dünya hakimiyeti sağlama politikası çerçevesinde Osmanlı Devlet toprakları ile XVIII. Yüzyıldan itibaren ilgilenmeye başlamıştır. XVIII. Yüzyılda sanayi inkılabı yine İngiltere’de başlamış ve sonrasında sanayinin getirdiği şartlar İngiliz sömürgeciliğini hızlandırmıştır. Avrupa’da Fransa, Denizlerde İspanya, Portekiz, Hollanda ile savaşlarda başarılı olmuştur. Kıta Avrupa’sında yaptığı savaşları kaybetmesiyle Denizlere yönelen İngiltere Amerika’da ki kolonilerini de kaybetmiş, Uzakdoğu politikasına ve Akdeniz de hakimiyet kurma politikasına başlamış ve XVIII. Yüzyıldan itibaren Osmanlı Devletiyle ilişiklerini geliştirmeye başlamıştır. Napolyon Savaşlarından sonra Yeniden Kıta Avrupa’sında ittifaklara katılarak Avrupa politikasında büyük devlet sıfatıyla etkili olmuştur. Osmanlı Devleti de gerek ticari, gerekse de Avusturya ve Rusya’nın baskı politikası sonucunda XIX. Yüzyılın başlarından itibaren İngiltere ile işbirliği yapmaya başladı. Aslında bunda biraz Avrupa’daki doğal müttefiki olan Fransa’nın Mısırı işgal etmesinin ve Napolyon un Osmanlı Devletine karşı Rusya ile gizli olarak antlaşmasının da etkisi olmuştur. İngiltere 19. yüzyılda sömürgelerinde rekabet içinde olduğu Rusya ve Fransa’ya karşı Osmanlı Devletinin de ayakta kalmak için uyguladığı dış politikada “Denge Politikasını” destekleyerek 1878 Berlin Antlaşmasına kadar “Osmanlı Devletinin Toprak Bütünlüğünün Korunması” 22 uygulamalarında aktif rol oynamış, ancak Osmanlı Devletinin ayakta kalamayacağını anlayınca kendi güvenliği ve sömürge topraklarını korumak adına stratejik öneme sahip olan Kıbrıs Adası ve Mısırı ele geçirmiş, 1878 Berlin Antlaşmasından sonra Avrupa’daki siyasal dengelerin değişerek Almanya ve İtalya nın ortaya çıkması ve Rusya ile Fransa’nın İngiltere ile rekabete son vererek işbirliğine başlamaları, Osmanlı topraklarının paylaşımına İngiltere’nin katılımını hızlandırmıştır. I. Dünya Savaşında Osmanlı topraklarının paylaşımını hedefleyen gizli antlaşmalara Rusya, Fransa, İtalya ile katılarak etkin bir uygulayıcı olmuştur. I. Dünya Savaşı sonrasında Türk topraklarını işgal planlarını hazırlayan, Azınlıklara devlet kurmaları hakkını tanıyan, Milli Mücadele döneminde Türklerin bütün politikalarına en çok direnen devlet İngiltere olmuştur. 4- Fransa’nın Osmanlı Devletiyle İlişkileri Osmanlı Devletiyle yükselme döneminden beri ilişkileri son derece iyi olan ve imparatorluk bürokrasisinde ve dış politikasında özel bir konumda olan Fransa aldığı ticari ve siyasi ayrıcalıklardan fazlasıyla faydalanmış ve Avrupalı diğer devletlerle Osmanlı Devletinin ilişkilerinde çok zaman aracılığına başvurulan devlet konumuna gelmiştir. Fakat Fransa Osmanlı Devletine olumsuz yaklaşmış, menfaat dayanan politik uygulamanın yanında, zamanla Osmanlı Devleti aleyhine ittifak ve anlaşmalara katılmaktan geri durmamıştır. Kapitülasyonlardan faydalanmasına rağmen Osmanlı içişlerine karışıp Balkanlar, Mora Yarımadası, Mısır, Kuzey Afrika’daki Osmanlı topraklarının paylaşılmasında aktif rol almaktan çekinmemiştir. 19. ve 20. yüzyılda Fransa Osmanlı devletine karşı bütün ittifaklarda yer alıp, I. Dünya savaşı öncesi ve sonrası işgal planları ve uygulamalarına katılmış, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetine karşı dış politikada aynı politikasını sürdürmüştür. 5 - Almanya’nın Osmanlı Devletiyle İlişkileri 19. yüzyılda ulusal birliğini tamamlayan Almanya büyük bir sanayi ve ekonomik güç olarak Avrupa siyasi dengesini değiştirinceye kadar Osmanlı Devletiyle ilişkileri önemli bir noktaya gelememiştir. 19. yüzyıl sonuna doğru Avrupa politikasını terk ederek “Dünya Politikasına” yönelen Almanya İngiltere, Rusya ve Fransa karşısında Osmanlı Devletiyle işbirliğine yönelince İngiltere ve Fransa karşısında Osmanlı Devletinin temel dayanağı ve müttefiki haline geldi. Dış politikada imparatorluk “Denge Politikası” olarak yıkılıncaya kadar Almanya ile işbirliği yapmıştır. I. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı 23 Alman İlişkileri ittifak haline gelmiş, her iki devlet savaşa birlikte girmiş ve yenilerek tarihi süreçten çekilmişler, imparatorluktan ulusal devlet anlayışına uygun cumhuriyetlere dönüşmüşlerdir. 6 – İtalya’nın Osmanlı Devletiyle İlişkileri 19. Yüzyılda Almanya gibi ulusal birliğini geç tamamlayan İtalya geç kaldığı sömürgecilik yarışında zayıf ve savunmasız Afrika topraklarına yönelince Osmanlı İtalya ilişkileri olumsuz gelişmiş, İtalya Osmanlı topraklarını işgal etme şeklinde dış politika izleyerek Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hızlandırıcı etkisi olmuştur. 1911’de bunun uygulaması olarak Trablusgarb Savaşını başlatmış, bu bölgeyi ve On iki Adayı Uşi Antlaşması ile almıştır. I. Dünya Savaşına İtilaf Devletlerinin yanında katılan İtalya savaş sırasında Türk topraklarını işgal planlarına katılmış, savaş sonrasında Türk topraklarını işgal etmiştir. 7 – Amerika’nın Osmanlı Devletiyle İlişkileri Amerika Birleşik Devletleri ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkilerin ilk aşaması genellikle ticaret şeklinde olmuş, fakat 19. yüzyıl sonlarına yaklaşırken A.B.D. eğitim ve öğretim yoluyla Osmanlı Devletinin içişlerine karışma eğilimi göstermiş, Ermenilere siyasi ve kültürel açıdan destek vermişler, Ermenilerin asılsız iddialarına dayanarak Türk aleyhtarı hükümet politikaları izlemişlerdir. A.B.D.’nin Osmanlı Devleti üzerindeki politikasını I. Dünya Savaşı sırasında yoğunlaştırmış, savaşa İtilaf Devletlerinin yanında katılmış ve Wilson İlkeleri çerçevesinde İmparatorluğun topraklarında azınlıkların devlet kurma haklarını tanıyarak olumsuz faaliyetlerde bulunmuştur ve Ermenilerin tezlerini desteklemeleri ilişkilerin olumlu gelişmesinde engel olmuştur. 8 – İran’ın Osmanlı Devletiyle İlişkileri İran Osmanlı ilişkileri tarih boyunca istenilmemesi ne rağmen genellikle diğer büyük devletler gibi İmparatorlukla bir hakimiyet mücadelesi şeklinde devam etmiş, Doğuda İran coğrafyasında hakimiyet kuran Türkmen devletleri, 20. Yüzyıla kadar Doğu ve Güneydoğuda sorunlara sebep oldukları gerçektir. İran Devletleri ne kadar Osmanlı döneminin sonuna kadar Türklerden meydana gelse de bölge üzerinde bir gölge gibi hakimiyet mücadelesinde oldukları tarihsel gerçeklerden ortaya çıkmaktadır. Osmanlı – İran mücadelesi ne kadar 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması ile bitmiş gibi görünse de 24 Osmanlı içişlerine dinsel ve etnik bahanelerle sürekli müdahale edildiği ve Osmanlı Devletinin Batı askeri hareketlerinde her zaman arkasında bir İran tehtidi olduğu görülmektedir. C – FRANSIZ İHTİLALİ ve ETKİLERİ 1 - Olumsuz Etkileri Fransız ihtilali ilk önce Avrupa’nın, daha sonra da Dünyanın siyasal, hukuksal ve toplumsal yapısını büyük ölçüde değiştirmiştir. Her vatandaşın özgür ve kanun önünde diğerlerine eşit sayılması; ulusu kendi kendisini yönetmesi demek olan demokrasi; demokrasiyi güvence altına almak için anayasalar yapılması; laik devlet anlayışının ortaya çıkması; milliyetçi temellere dayanan fikirler ve ulus devlet anlayışı Fransız İhtilalinin sonuçlarıdır. Özellikle çok uluslu sistemler olan İmparatorluklar, ihtilalin etkilerinden daha çok etkilenmişlerdir. Milliyetçilik akımı temel yapıyı bozmuş ve Avrupa’da büyük devletler bu oluşumlara karşı askeri tedbirler alınca uzun süren savaşlar meydana geldi. Napolyon Döneminde Fransız istilası genişleyince bu fikirler uygulamaya geçti. Osmanlı İmparatorluğu Napolyon’un Mısırı almasıyla aynı şekilde hem Fransız istilasına uğradı, hemde Avrupa’daki topraklarındaki Müslüman olmayan azınlıklar, milliyetçilik anlayışını ayrılıkçı isyanlar şeklinde uygulamaya koydular. Osmanlı Devlet anlayışı ve uygulamaları gereğince milli niteliklerini değiştirebilecek politika izlenmediği için ayaklamalar bütün grup mensuplarına kısa zamanda yayılmıştır. Avrupa’nın imparatorlukları ilke olarak azınlık ayaklanmalarına karşı önlem almayı 1815 Viyana Kongresinde kararlaştırıp birbirlerine destek sözü vermişler, fakat Osmanlı Ülkesindeki azınlık ayaklanmalarında ise azınlıklara destek vererek Osmanlı Devletine karşı uygulanan “Topraklarını paylaşma” politikasını devam ettirmişlerdir. 19. ve 20. Yüzyıl Osmanlı Tarihi, ayaklanmalar ve savaşlarla geçmiş, imparatorluk ihtilalin milliyetçilik fikirlerinden olumsuz olarak etkilenmiştir. 2 - Olumlu Etkileri Özgürlük, demokrasi, milliyetçilik, anayasal parlamento, eşitlik gibi kavramlar, batı ile temas içinde olan Osmanlı devlet 25 adamlarını, düşünürleri ve aydınları etkilemiş, imparatorluğun askeri ve sivil okullarında okuyan geleceğin yöneticileri ve devlet adamlarının fikir altyapılarını beslemiştir. Örneğin Genç Osmanlılar adıyla bilinen Türk Aydınlar grubundan Namık Kemal siyasal teorilerini Fransız Montesquieu ve Rousseau’dan, hükümet işleyişi üzerine fikirleri Londra ve Paris’teki parlamentolardan kaynak alıyordu. Bu etkiler XX. Yüzyılda kendini daha belirgin biçimde göstermişler ve yeni Türk Devletinin kurulmasında öndere ve kadrosuna egemen olmuştur. DOSMANLI OLAMAMASI REFORMLARININ YETERLİ Osmanlı yöneticileri 17. yüzyıldan itibaren devletin gücünün zayıfladığını ve eski gücünü kaybettiğini görmeye başlamış ve bu durumu düzeltmeye yönelik ıslahat çalışmaları yapmışlar, ıslahat çalışmalarını da genellikle askeri alanda gerçekleştirmişlerdir. Bu anlayış ıslahatları yüzeysel ve geçici çözümlerin ötesine götürememiş ve bazı devlet adamlarının raporlar hazırlayarak temel sorunları vurgulamaları imparatorluk yöneticileri üzerinde etkili olamamıştır. Devlet 18. yüzyıl sonlarında “Büyük Devlet” olma özelliğini kaybetmiş olması ve batı karşısında sürekli gerilemesi Osmanlı Devlet adamlarını reformlara mecbur etmiş, özellikle Lale Devrinde başlayan Batı Medeniyeti ile ilişkilerin biçimi ve kapsamı özellikle III. Selim Dönemiyle “Batılılaşma ve Batı Tarzında Reformlara” her alanda ve köklü bir şekilde başlanmıştır. III. Selim Döneminde, Danışma Meclisinin önerileri ve kendi iradesiyle bütün alanlarda köklü değişimler başlatıldı. “Nizam-ı Cedit” adıyla bilinen bu dönemin ağırlığı doğal olarak askeri alana kaymış, diğer alanlarda da reform programları başlatılmıştır. Eğitim, diplomasi, maliye ve teknik alanlarda önemli gelişmeler meydana geldi. Yabancı ülkelere elçiler gönderilmiş, Batı dillerinde eserler Türkçe’ye çevrilmiş, Nizam- ı Cedit adıyla yeni ordu oluşturulmuş, askeri okullar açılmış, yeni mali kaynaklar kullanılarak mali disiplin sağlanmıştır. Osmanlı Tarihinde ilk kez yönetici kadrosu reformun gerekliliğini kavramış ama reformların önündeki engel olan kurum ve anlayışı kaldıramamış veya kaldırma cesaretini gösterememişlerdir. Bu dönemde başlayan reform çabaları geleneksel muhalefeti harekete geçirmiş, III. Selim elindeki askeri güçleri muhalefet karşısında 26 zamanında kullanamamış ve İstanbul’da başlayan Kabakçı Mustafa Ayaklanması bastırılamayarak reformlar askıya alınmıştır. 19. Yüzyıl, Osmanlı Devletinin dağılma döneminin hızlandığı, aynı zamanda reform ve toplumsal değişimin çok hızlı yaşandığı, sadece idari, askeri, mali, diplomasi, teknolojik gelişmelerin değil hukuki, düşünsel ve toplumsal yaşamında değişimin hızlı yaşandığı bir zaman dilimidir. II. Mahmut Döneminde yapılan reformlar daha köklü oldu ve en önemlisi de yeniliklere direnen Yeniçeri Ocağı kaldırıldı.Hukuksal alanda ve idari alanda yeniliklerde Batı tarzı tamamen etkili olmuştur. Tanzimat Dönemi, modernleşme sürecini de hızlandırmış ve siyasal anlamda yenileşme ve yapısal değişime zemin hazırlamıştır. I. Meşrutiyet Döneminde yoğun siyasi gelişmeler ve imparatorluğun küçülmesine paralel olarak ekonomik ve siyasal bağımsızlık iradesi de zayıflamıştır. Siyasal rejimin değişerek hükümdarın otoritesine sınırlar konulması, anayasal parlamenter sisteme geçilmesi, bir çok alanda teknolojik yatırımlar yapılması, Osmanlı reformlarının devam ettiğini göstermiş ama reformlar, istenilen amaca ülkeyi ve devleti 27 ulaştırmamıştır. Cumhuriyet Döneminin yöneticileri ve devlet adamlarının yetiştiği ortamlardan biride I. Meşrutiyet Dönemidir. Bu dönemde yaşanan iç ve dış siyasi ve sosyal gelişmeler başta Atatürk olmak üzere Türkiye Cumhuriyetinin lider kadrosunun düşünce ve aksiyon olarak altyapısını oluşturmuştur. Bu dönemin diğer bir özelliği Osmanlı Hükümdarı II. Abdülhamit’in yeniden padişahlık iradesini, Osmanlı - Rus savaşı sonrasında Anayasal yetkisine dayanarak meclisi feshedip kullanmaya başlaması ve demokratikleşme olgusuna engel olan bir yönetim anlayışını uygulamaya koymasıdır. Bu uygulama aşamasında dahi başta eğitim, haberleşme, bayındırlık ve sanayi alanında gelişmeler olduğu ama düşünce ve siyasal yapıda hakların alınması; bu dönemi genel olarak kabul edilen çerçeve içinde “İstibdat Dönemi” olarak adlanmasına neden olmuştur. Bütün bu gelişmeler sonunda Aydınlar ve Ordu mensuplarının yeniden Meşrutiyete geçme faaliyetleri sonuç vermiş ve 1908’de Osmanlı Devletinin son dönemi başlamıştır. II. Meşrutiyet Döneminde de reform hareketleri devam etmiş, özellikle siyasal anlamda cumhuriyetin temel ilkelerinden olan milliyetçilik anlayışı, II. Meşrutiyetin etkili siyasal örgütü olan İttihat ve Terakki Partisi tarafından devlet politikası haline getirilecektir. Fakat bu dönemin yoğun siyasi olayları, çok partili yaşama geçişin getirdiği uygulama eksikleri, iç ve dış gelişmeler ve imparatorluğun I. Dünya Savaşından yenilgiyle ayrılarak siyasal tarihten çekilmesi ile reform uygulamaları istenilen sonucu vermeyecektir. Bütün bu yenileşme çabalarının yeterli sonucu vermemesi, Türk İnkılâbının asıl nedenleri arasında yer almaktadır. Osmanlı reformlarının yeterli sonuçları vermemesinin sebeplerinden biriside reformları destekleyen kadro ve kitlenin sayıca ve etkinlik olarak az olması, reform anlayışının kişilere ve kurumlara bağlı kalmasıdır. Da- Osmanlı Devletinin Geleceğine Yönelik Fikir Akımları; Osmanlı Devletinin 18. yüzyıl sonlarından itibaren yıkılma sürecine girmesi ile birlikte yöneticiler, aydınlar, hükümdar ve bürokratlar arasında ülkenin geleceğine yönelik olarak değişik öneri ve fikirler oluştu. Bu fikirler bireysel veya kurumsal olarak 28 desteklendi veya karşı çıkıldı. Fikir akımları şeklinde de tarihe geçen bu akımlar belli dönemlerde devlet veya siyasal gruplar tarafından uygulamaya konuldu. 1 - Batıcılık Başlangıcı, Lale Devrine kadar uzanan ve batı tarzında ıslahat yapılması anlayışının Osmanlı Devlet anlayışına girmesi ile birlikte gelişen bu akım her dönemde etkili olmuştur. Batıcılık kavramına kaynaklar ve uzmanlar değişik yorum ve anlamlar getirmelerinin ve batının dışında olan milletler için geçerli olduğunu ifade etmelerine rağmen kabul edilebilir ortak sonuç; batılılaşma hareketiyle paralel olarak devlet ve toplum yapısının batıda bulunan sosyal, siyasi, teknik, idari ve ekonomik yapılanmaya göre düzenlenmesi, batının metotlarının benimsenmesidir. Osmanlı Devletinin ancak bu yapılanmayı gerçekleştirirse geleceği olacağı, gerçekleştiremezse ayakta durmasının zor olacağını savunan akımdır. Özellikle Tanzimat döneminden itibaren bu hareket, batıya giderek eğitim veya görev alan aydınlar arasında etkili olmuştur. Osmanlı Padişahları ve Sadrazamlarında bu akımı destekledikleri görülmüştür. Özellikle yönetim şeklinin batıdaki gibi anayasal parlamentoya dayalı meşrutiyet ve cumhuriyet olması aydınlar ve son dönemde “Genç Türkler” tarafından da savunulmuştur. Batıcılık akımı aynı şekilde taklit değil bir çağdaşlaşma metodu olarak cumhuriyet döneminde de desteklenen bir fikir hareketi olmuştur. 2 - Osmanlıcılık Osmanlı devlet adamları tarafından 19. yüzyılın ilk yarısında uygulamaya konulan bu akımın temel içeriği; batı tarzında yönetim, idari hukuki ve sosyal reformlar yapıldığı takdirde imparatorluk içinde bulunan azınlıklar Osmanlı vatandaşlığını kabul edecek, devletin sınırları içinde yaşayan fertler arasında din, dil ve ırk bakımından hiçbir fark gözetmeksizin aynı hak ve ödevlere sahip olacaklar, milli birlik, milli şuur, milli amaçlar Osmanlı Birliği ile bu birliğin gereklerini yerine getirmekle gerçekleşecek ve devlet de ancak bu sayede yıkılmaktan kurtulabileceklerdi. Bu akımın ilk uygulama alanı II. Mahmut Döneminde başlamış, hukuki, idari ve sosyal reformlar yapılmasında İngiliz ve Fransa’nın bu alandaki önerilerinin etkisi olmuştur. Aydınlar arasında birçok düşünür, yazar ve devlet adamlarından oluşan ve Meşrutiyet fikrinin uygulanmasını isteyen “Genç Osmanlılar” bu akımın 29 savunucuları olmuşlar, Tanzimatın ilan edilmesi ve II.Abdülhamit tarafından Meşrutiyetin ilan edilerek anayasal parlamenter sisteme geçilmesi gibi gelişmelerle bu akım uygulanmış ama devletin yıkışlına engel olacak bir etkinliği olamamıştır. Bu dönemde gelişen dış siyasi gelişmelerde başarısızlıkta etkili olmuş azınlıkların dış destekli olarak imparatorluktan ayrılarak kopması hızlanmıştır. 3- İslâmcılık Ülkede İslâmiyet’e ve dünyanın her tarafındaki Müslümanlara önem veren ve bütün Müslümanlar arasında bir birliğin gerçekleşmesini mümkün kılmaya çalışan ve sosyal bağlarını din birliğinde arayan siyasal akımdır. Osmanlı toplumu çoğunluk olarak Müslümanlara dayanması ve Müslüman olmayan toplumların yakın çağların sonuna kadar sorun çıkartmamaları, Osmanlı Devlet anlayışında her dinsel gruba verilen eşit haklar ve ödevler ilkesini son derece uygulamasından kaynaklamıştı. XIX. Yüzyıldan itibaren yabancı devletlerin Osmanlı ülkesinde yaşayan azınlıkları siyasal hedeflerine göre yönlendirmesi ve azınlıkların bunu değerlendirerek devlete karşı başlattıkları ayaklanma hareketleri, aldıkları yeni haklar rağmen yeni taleplerde bulunması yönetici ve Müslümanlar arasında tepkilerin hızlanması ve İslâmcılık hareketlerine zemin hazırladı. Bu akımı devlet politikası haline II. Abdülhamit getirmiş ve her alanda uygulamak istemiştir. Özellikle Afrika, Asya’da Rus, İngiliz ve Fransız sömürge bölgelerindeki Müslüman unsurlar üzerinde etkili olması beklenmiştir. Müslüman bölgelerindeki İngiltere, Rusya ve Fransa emperyalizmine karşı halk ayaklanacak ve Osmanlı Devleti de böylece ayakta kalacaktı. II. Abdülhamit’in bu uygulamasının diğer bir hedefi de Hilafet etrafında İslâm Birliği kurmaktı ve iç politikada engel olarak gördüğü Meşrutiyet rejimini bundan dolayı Osmanlı-Rus Harbi gerekçesiyle kapattı. İslamcılık akımı sadece II. Abdülhamit döneminde değil, II. Meşrutiyet Döneminin de etkili akımlarından biri olmuş dönemin siyasi partilerinin hemen hepsi bu akımı ve etkisini görmezlikten gelmeyerek parti programlarında yer vermişlerdir. Fakat bu akımda devletin yıkılma sürecini önleyemediği gibi, II. Abdülhamit Döneminde güçlenen ve Batı tarzında yeniliklere karşı gelen gelenekçi bürokrasi ve kitlelerin güçlenmesine, II. Meşrutiyet, Milli Mücadele ve Cumhuriyet döneminde siyasal ve toplumsal sorunları körükleyici olarak olumsuz hareketlere yol açan bir fikir hareketi olmuştur. 30 4 – Türkçülük Türkçülük özellikle II. Abdülhamit döneminde gelişmiş, genellikle aydınların üzerinde durduğu bir kültür hareketi şeklinde oluşmuştur. Avrupa’daki Türklere karşı olumsuz ve önyargılı propagandalar, Osmanlı ülkesinde bulunan ilk önce Müslüman olmayan topluluklar, daha sonra Türk olmayan Müslüman milletlerin ayrılma hareketleri ve bu hareketleri Batılı Devletlerin desteklemeleri, son dönemlerde İmparatorluğun kaybettiği topraklardan yoğun bir şekilde Türk göçmenlerin ülkeye gelerek Türk nüfus yoğunluğunu arttırması ve bunların uğradığı baskıların oluşturduğu tepkiler, Avrupa’da öğrenim gören Türk aydınlarının milliyetçilik ve Türk Tarihi üzerine Batı kaynaklarını okuyarak millet bilincini geliştirmeleri, Rusya’dan Türkiye’ye gelen ve eğitimli düşünce ve aydınların Türklük bilincini yaptıkları yayın ve konferanslarla yeni okuyan nesiller üzerinde oluşturdukları bilinç Türkçülük hareketinin gelişmesini sağlamıştır. Bir kültür hareketi olarak başlamasına rağmen zamanla bir siyasal akım haline gelmiş ve II. Meşrutiyet Döneminin ve bu döneme hakim olan İttihat ve Terakki partisinin resmi ideolojisi haline gelmiştir. Ziya Gökalp gibi düşünür ve aydınların etkinliğiyle Türkçülük bir ilmi bir boyut kazanarak, bir okul haline gelen ve bir çok değerli devlet adamı ve aydın yetiştiren “Türk Ocakları” kurulmuş ve faal olarak ulus bilincini geliştirmişlerdir. II. Meşrutiyet Döneminde uygulanan Türkçülük sadece ülke sınırların kapsamamış, Türklerin yaşadığı coğrafyalarda birlik anlayışını ifade eden Pantürkizm veya Turancılık idealine yönelmiştir. Bu düşünce, İttihat ve Terakki döneminde devletin Almanya ile beraber I. Dünya Savaşına girerek kaybedilen toprakları geri almak ve Rusya’nın egemenliğinde yaşayan Türkleri kurtarmak planını desteklemiştir. Cumhuriyet Döneminde uygulanan Milliyetçilik fikri Atatürk’ün çerçevesini çizdiği şekilde Türkçülük akımından şüphesiz etkilenmiş fakat ulaşılamayacak idealler boyutunda değil, gerçekçi ve birleştirici bir ulus- devlet temeline dayanan esaslara dayandırılmış, uluslararası ilişkilerde sorun olmaması ve yeni Türk Devletini barışçı bir çizgiye getiren şeklinde uygulanmıştır. 31 ÖZET Siyasal Tarihte görülen ve bilinen her inkılâbın nedenleri vardır. İnkılâplar kavram olarak genelde ortak nedenlere dayanır. Ayrıca kendine özgü nedenleri de bulunabilir. Türk İnkılâbında nedenler olarak temel nedenler ve dış etkenler olarak incelenirse şu şekilde belirlenebilir; Osmanlı devlet ve siyasal yapısının çökmesi, yapısal sorunlarını çözememesi, iç ve dış etkenlerin artması sonucunda çağdaş reform ve sistemleri yapısına uygun hale getirememesi, Özellikle Batı da başlayan yenileşme hareketlerine ve büyük siyasal güçlere karşı gerekli ilgiyi göstermemesi, yönetim, ekonomik, siyasal ve sosyal olarak gerekli gelişmeleri sağlayamaması, Fransız İnkılâbı öncesi ve sonrasındaki gelişmelerin etkisinde kalması, sistemini düzeltmek ve ayakta kalmak için yeterli reform politikasını ve enerjisin gösterememesi, bulduğu çözümlerinde temel sorunlardan ziyade yüzeysel sorunlara çözüm getirmesidir. Dışarıdan gelen emperyalist etkilerin, sanayileşme ve sömürgeciliğin gelişmesine paralel olarak geri kalmışlığından dolayı bu hareketlerin hedefi haline gelmesi olarak görülebilir. Osmanlı Yöneticileri XVIII. Yüzyılın başlarından itibaren genel çöküşe ve gerilemeye önce yüzeysel, III. Selim Döneminden itibaren reformlar boyutunda çözümler bulmaya başlamışlar, XIX. Yüzyılda her alanda köklü değişimler ve Batı Tarzında yenileşme modelleri ve ülkenin geleceğine ilişkin ideolojik ve sistemsel çözüm önerileri getirmelerine rağmen; iç muhalefetin fazla olması, reformları iç ve dış unsurların desteklememesi ve yoğun siyasal gelişmeler ve siyasal çözüm yollarının kişi ve kurumlara bağlı kalması, reformcuların zayıf ve yeterli zorlamaları yapamamaları yüzünden reformlar ülkenin yıkılmasına engel olamamış ve Türk İnkılâbının oluşumunu hızlandırmıştır. 32 ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI 1– Osmanlı Devletinin yıkılış sebepleri arasında yer alan yöneticilerin devlet idaresindeki başarısızlıklarının aşağıda verilen seçeneklerden hangisine yol açtığı söylenemez? a) Devletin siyasi otoritesi zayıflamıştır. b) Taşra ve Merkezi yönetim arasında işbirliği azalmıştır. c) İmparatorluk askeri açıdan daha da kuvvetlenmiştir. d) Osmanlı devlet bürokrasisi yeterli kararları alamamıştır. e) Dış politikada zamanında ve etkili uygulamalar yapılamamıştır. 2– Osmanlı Devleti özelikle 19 yüzyılda etnik kökenli ayrılıkçı ayaklanmalara muhatap olmuştur. Bu ayaklanmaların sebepleri arasında hangi seçenek gösterilemez? a) Fransız İnkılâbını getirdiği milliyetçilik fikirleri b) Türk Aydınlarının bu ayaklanmaları ve ayrılıkçı fikirleri desteklemeleri c) Siyasal Antlaşmalar yoluyla büyük devletlerin azınlıklara destek vaat etmeleri d) Osmanlı merkezi otoritesinin zayıflaması e) Osmanlı yöneticilerinin ayaklamaların sonunda ayaklanan azınlıkların taleplerini dikkate almaları 3– 18. ve 19. Yüzyılda Osmanlı Devleti ile savaş yapmayan devletler arasında aşağıdakilerden hangisi gösterilemez? a) İsveç b) Hollanda c) Avusturya d) Portekiz e) Amerika Birleşik Devletleri 33 4- Osmanlı reformlarının özellikleri arasında aşağıdakilerden seçeneklerden hangisi bulunmaz ? a) Reformlar ilk önce askeri alanda başlamıştır. b) Özellikle 19. Yüzyılda hızlanmıştır. c) Osmanlı reformlarının yetersiz kalması Türk İnkılâbının temel gerekçelerinden birisidir. d) Reformlarda özellikle toplumsal destek sağlanmıştır. e) Tanzimat Döneminden itibaren özellikle hukuksal ve idari anlamda reformlar yapılmıştır. 5- Osmanlı Devletinin yıkılışına engel olmak amacıyla ortaya atılan ve uygulanan fikir ve siyasal akımların hangisi özellikle diğerlerinden daha kalıcı ve yeni Türk Devletini de etkileyen akımdır? a) Türkçülük(Milliyetçilik) b) İslâmcılık c) Batıcılık d) Osmanlıcılık e) Liberalizm 34 III. ÜNİTE OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN SONA ERMESİ ÜNİTENİN İŞLENİŞİ * Osmanlı Devleti 19. yüzyılda ve 20. Yüzyıl başlarında hangi içi ve dış tehditlere maruz kalmıştır? Araştırınız. * II. Meşrutiyet Döneminde devletin ve toplumun siyasi ve idari yapısı nasıl değişim geçirmiştir? * II. Meşrutiyet Döneminin iç siyasal gelişmeleri nelerdir? * II. Meşrutiyet Döneminde devleti yöneten siyasal örgüt olan İttihat ve Terakki Partisinin politikaları nelerdir? Ne gibi Politik uygulamalar yapmıştır? sonuçları neler olmuştur? * II. Meşrutiyet Döneminde dış siyasal gelişmeler neler olmuştur? Balkanlar Trablusgarp ve Ege Denizindeki Türk Hakimiyeti hangi gelişmelerle sona ermiştir? ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR Ünitede II. Meşrutiyet Döneminin yoğun siyasal gelişmeleri işlenecek ve İmparatorluğun siyasal düşünce, ideoloji ve idari olarak yeni bir yapılanmaya gittiği, Osmanlı Devlet anlayışının değişime uğraması ve dönemin siyasal gelişmeleri ve reform programları ve siyasal olaylar kronolojik olarak incelenerek İmparatorluğun yıkılış zamanı olarak bilinen dönemin kavranılması sağlanacaktır. Özellikle İttihat ve Terakki Partisinin devleti kontrol etmesi iç ve dış politikadaki büyük siyasal ve yönetim alanındaki yetersizliğinin sonuçlarına dikkat ediniz. Ayrıca Cumhuriyet Dönemindeki inkılâp ve düşünsel alt yapısının da yavaş yavaş bu dönemde oluşmaya başladığına, Yeni Türk Devletinin kadrolarının bu dönemin siyasal yapısında yetiştiğine konuların işlenişi sırasında dikkat ediniz. 35 ÜNİTE III İÇİNDEKİLER II. 36 Meşrutiyet Dönemi ve Osmanlı Devletinin Sonu Bulgaristan’ın Bağımsızlığını İlan Etmesi Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun Bosna - Herseki İlhak Etmesi Meşrutiyete Karşı Hareket, 31 Mart Ayaklanması ve Sonuçları Trablusgarb Savaşı ve Uşi Antlaşması Balkan Savaşları Özet Ünite Değerlendirme Soruları 1- II. MEŞRUTİYET DEVLETİNİN SONU DÖNEMİ VE OSMANLI 20. Yüzyıl siyasi, sosyal, kültürel, idari ve teknolojik değişimlerin hızlı yaşandığı ve bu değişimleri gerçekleştiremeyen toplum ve devletlerin siyasi tarihten çekildiği bir asır olmuştur. 18.yüzyıldan itibaren başlayan değişim sürecini Afrika, Asya ve Önasya’nın coğrafyasında yaşayan siyasal güçler ciddiye almamış veya yeterli ölçüde görememiş, özellikle siyasi olaylara yön veren Batı güçlerinin üzerlerinde baskı kurmasını engelleyememiş, siyasal ve toplumsal yapısını gelenekçi varlığını koruyarak devam ettirebileceği gibi tarihi bir yanılgının içine düşmüşler, istemeden kendilerine gösterilen modernleşme ve yenilenme modellerini kabul etmek zorunda kalmışlardır. Türk toplumunun siyasi varlığını temsil eden Osmanlı İmparatorluğu da önceki konularda görüldüğü gibi bu durumla karşı karşıya kalmış, yeterli değişimi gerçekleştiremeden ve modernleşme sürecini gerçekleştiremeden 20. yüzyıla girmiş, artık geçmişte olduğu gibi Dünya politikasında aktif bir belirleyici unsur olmaktan çıkmış, bir kenar oyuncusu olarak kendine belirlenen rolü üstlenmek, jeopolitik konumu gereğince ayakta durmasına izin verilen bir devlet konumuna gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu dışarıda askeri ve ekonomik baskı altında, içeride yoğun bir bölünme ve siyasal rejime karşı direniş, II. Abdülhamit’e karşı olanların örgütlü muhalefeti, değişik akımların siyasal talepleri ile karşı karşıya gelmiştir. Avrupa bu dönemde siyasi bir gruplaşma içinde ve savaş için militarist hareketler hızla yayılmaktadır. İkiye ayrılan Avrupa’da bir tarafta Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya’nın katılımıyla oluşan Üçlü İttifak Devletleri, diğer tarafta İngiltere, Fransa ve Rusya’nın kurduğu Üçlü İtilaf Devletleri blokları savaş pozisyonları almaktaydılar ve Osmanlı Devleti bu iki grup tarafından kendi amaçlarına uygun şekilde paylaşma sorunu ile karşı karşıyaydı. Osmanlı Devleti’nin son döneminde iç sorunlardan en temeli olarak aydınlar ve devlet adamları II. Abdülhamit’in yürürlükten kaldırdığı anayasal meşrutiyeti yeniden yürürlüğe koymak olarak görmüşler, örgütlü muhalefet hızla gelişmiş, içlerinden sadece askeri üyelerin sayısı fazla ve etkili olan İttihat ve Terakki Cemiyeti yeniden meşrutiyet rejimini ayaklanma ve baskı sonucunda II. Abdülhamit’e kabul ettirdiler. Bu döneme adını veren siyasal oluşumda yine İttihat ve Terakki Partisi olacaktır. 37 Bu dönemin genel özellikleri; meşrutiyet sisteminin yürürlükte olması, basın, yayın ve düşünce alanında özgürlük ortamının gelişmeye başlaması, çok partili siyasal yaşamın Türk tarihinde ilk kez yaşanması, İttihat ve Terakki Partisinin fikir, eğitim ve öğretim, askeri, sosyal ve idari alanda köklü reform hareketlerine girişmeleri, devlet politikası olarak özellikle Balkan Savaşları sonunda milliyetçilik ve Türkçülük akımının uygulanması, dış politikada Almanya destekli politikanın uygulanması, Osmanlı hükümdarlarının yönetim gücü ve otoritelerini kaybederek hükümetlerin ve meclisin yönetim unsurlarını kontrol etmesi ve Osmanlı İmparatorluğunun siyasi tarihten I. Dünya Savaşını kaybederek çekilmesi olmuştur. 1a - Bulgaristan’ın Bağımsızlığını İlan Etmesi Siyasal rejimin değişmesi ve imparatorluk merkezi olan İstanbul’un dış politikayı iyi yönetememesi otorite boşluğu meydana getirmiş ve bu boşluktan çok iyi faydalanan ve Rusya tarafında desteklenen Bulgaristan, 1878 Berlin antlaşması ile kazandığı özerkliğinin uygulama biçimi olan Osmanlı Devletine bağlı olduğunu tanımayarak bağımsızlığını 5 Ekim 1908 tarihinde ilan etmiş ve bu durumu Osmanlı Devleti, Avrupa’nın tanıması üzerine kabul etmek zorunda kalmıştır. 38 1b– Avusturya - Macaristan İmparatorluğunun Bosna Hersek’i İlhak Etmesi 1878 Berlin Antlaşması ile yönetimi geçici olarak Avusturya Macaristan İmparatorluğuna bırakılan Bosna Hersek Eyaleti Osmanlı Devletinin iç sorunlarla uğraşarak otoritesini zayıflatması dolayısıyla 5 Ekim 1908’de verilen ültimatomla bu devlet tarafından ilhak edilmiş ve böylece bu topraklarda elimizden çıkmıştır. Bu yeni durumu Almanya ve bazı devletlerin tanıması ve siyasi gücünün olmaması sebebiyle Osmanlı Devleti kabullenmek zorunda kalmıştır. 1c– Meşrutiyete Karşı Hareket, 31 Mart Ayaklanması ve Sonuçları Meşrutiyet rejiminin yerleşmesi ve II. Abdülhamit Döneminde gelişen özellikçe dinsel niteliğiyle etkili olan çevreler, kazandıkları hak ve mevkileri kaybetmenin, yeni rejimin hedefinin kendilerini geri planda bırakmasının etkisi ile özellikle İstanbul’da bulunan ordu mensupları ve ulema üzerinde etkili olup nisan 1909’da büyük bir ayaklanma çıkardılar. Ayaklanmanın boyutu ve hedefi direk olarak rejim ve yönetim olunca ve II. Abdülhamit ayaklanmaya karşı gerekli tedbirleri almayınca İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin denetiminde bulunan Rumeli ordusunun seçilmiş birlikleri “Hareket Ordusu” adıyla İstanbul’a geldiler ve ayaklanmayı bastırdılar. Abdülhamit görevden alınarak yerine V. Mehmet Reşat getirildi. Devletin denetimini sağlamak amacıyla sert tedbirler alında, İttihat ve Terakki Cemiyeti bu statünden çıkarak kendini siyasal parti oldu ve seçimler düzenleyerek iktidara geldi. Bundan sonra Osmanlı Padişahları devlet üzerindeki hükmetme iradesini artık kaybedecekler, hükümetler ve meclis yönetimde daha etkin hale gelecektir. Bu tarihten itibaren İttihat ve Terakki partisi birkaç dönem hariç devleti I. Dünya Savaşı sonuna kadar ülkeyi yönetmiştir. Meşrutiyet karşıtlarının engellenmesi ve ayaklanmanın bastırılması muhalefet hareketlerini hızlandıracak, birçok parti mecliste İttihat ve Terakki partisine karşı sert muhalefet yapacak, buda ülke içindeki birçok kuruma ve kurumların uygulamalarına siyasetin girmesi sonucunu doğuracaktır. İttihat ve Terakki Partisini yöneticiler devlet yönetimi konusunda deneyimsiz ve atak olmaları, nitelik olarak asker ve sert tabiata sahip olmaları, kök olarak ta bir cemiyetin öğreti ve felsefelerine sahip bulunmaları özellikle dış politikada onarılamaz hataları başlatacak ve ülkenin yıkılış olaylarını hızlandırıcı hale getirecektir. 39 1d – Trablusgarb Savaşı ve Uşi Antlaşması 19. yüzyılın ilk yarısında Avusturya ve Fransa’yla yaptığı mücadelelerle milli birliğini geç tamamlayan İtalya sanayileşmeyi aynı hızla gerçekleştirmiş ve sömürge politikalarına yönelmiştir. Fakat büyük devletlerin bu politikayı kendi menfaat alanında desteklemedikleri için zayıf olan Kuzey Afrika’daki Osmanlı toprakları ve çevresinde uygulamayı ve Trablusgarp ve çevresini almak isteyince Fransa, İngiltere ve Almanya buna göz yummuşlardır. Osmanlı Devletine 28 Eylül 1911’de verdiği nota sonrasında işgali başlatınca savaş başlamıştır. Savaşta Osmanlı ordusunun ikmal yetersizliği, donanmayı kullanamaması, bu bölgede yeterli sayıda düzenli birliğin olmaması, İtalyan donanmasının Türk liman ve gemilerine yaptıkları taciz hareketleri, On iki Adalar ve Çanakkale boğazının ablukaya alınması, Balkan Devletlerinin askeri işbirliği Osmanlı Devletini barışa zorlamış ve İsviçre’nin Uşi kentine yapılan 18 Ekim 1912 tarihli Uşi Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti Trablusgarp ve Bingazi’yi İtalya’ya verilmiş, On iki Adaların yönetimini geçici olarak İtalyan yönetimine bırakılmış fakat İtalya bu adaları Türkiye’ye iade etmemiş, Lozan Barış Antlaşmasında bu durum kabul edilmiştir. 40 1947’de İtalyan hükümeti On iki Adayı ve çevresini Yunanistan’a vermiştir. Bu savaş sonunda Osmanlı Devletinin Kuzey Afrika’da ve Güney Ege Denizindeki hakimiyeti fiilen sona ermiştir. 41 Bu savaşın yakın tarihimizdeki diğer bir özelliği de Milli Mücadelenin siyasi ve askeri lideri Mustafa Kemal Paşanın ilk büyük cephe muharebelerini Trablusgarp da yapması, ilk ciddi askeri tecrübelerini burada kazanmış olmasıdır. Ayrıca Dünya askeri tarihinde bir ilk bu cephede gerçekleşmiş, ilk hava akını İtalyan uçakları tarafından Türk savunma hatlarına yapılmıştır. 1e – Balkan Savaşları Osmanlı Devletinin Balkanlarda hakimiyeti 20. yüzyıl başlarında iyice zayıflamış ve Balkanlar Rusya ve Avusturya’nın çekişme alanı haline gelmişti. Özellikle Rusya Balkanlarda kendine yakın devletler kurdurmak ve bunların kanalıyla Ege denizine inmek ve de Türk boğazlarını ele geçirme politikasından vazgeçmedi. 42 İttihat ve Terakki yönetimindeki Osmanlı dış politikasının başarısızlığı ve İtalya’nın Osmanlılarla savaş durumunda olması, Balkanlı devletlerin Osmanlılara karşı gizli ve açık ittifak kurmalarının yolunu açtı. İttifakların merkezi Sofya olmuş ve Rusya bu ittifaka savaş durumunda her türlü desteği vereceğini belirtti. Bu ittifaka Karadağ, Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan katıldı. 8 Ekim 1912’de Karadağ isyanıyla başlayan savaş bir anda genişledi ve dört devletin saldırısıyla Osmanlı orduları yenildi. Osmanlı ordusunun yenilmesinin başlıca sebepleri; komuta merkezinin başarılı olamayışı, ordu içindeki üst düzey subaylar arasındaki ikilik ve siyasi particilik, ordunun yetenekli subay ve erlerin terhis edilmesi, ordunun savaşa hazırlıksız yakalanması olmuştur. Balkan Savaşları sırasında en ciddi ve en direnç gösteren cephe Çatalca cephesi olmuş, bu muharebelerde Bulgar kuvvetleri durdurularak İstanbul’un düşmesi önlenmiş, ancak savaşın sonucu değiştirememiştir. Balkan Devletleriyle Londra da yapılan müzakerelerde 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması yapıldı ve antlaşmaya göre; bütün Balkan toprakları(Midye–Enez çizgisinin batısındaki bütün topraklar), Girit ve Ege Adaları Balkan Devletlerine bırakılmıştır.Edirne Bulgaristan’da kalmış ve Bulgaristan ilk kez tarihinde Ege Denizine ulaşmıştır. Arnavutluk bu ortamın verdiği fırsatla bağımsızlığını ilan etmiştir. 43 Balkanlı devletler aralarında anlaşamamışlar, özellikle Bulgaristan’ın geniş topraklar elde etmesini kabul edememişler ve Bulgaristan’ın üzerine Yunanistan Sırbistan İlk savaşa katılmayan Romanya saldırıya geçerek Bulgaristan’ı yenilgiye uğratmışlardır. Bu ortamdan faydalanan Osmanlı devleti ileri bir hareketle Edirne dahil bütün Doğu Trakya’yı geri almıştır. 29 Mayıs 1913’de yapılan İstanbul Antlaşmasıyla bu durum Bulgaristan ve Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmiştir. Savaş sonunda; Balkanlarda ve Ege Denizindeki Türk hakimiyeti tamamen sona ermiş, yalnız Doğu Trakya kalmış, savaş sonu Rumeli’nden gelen Türk göçmenler derin sosyal, ekonomik ve psikolojik sorunlar yaratmışlar, Türk egemenliğinde yaşayan ve düzenli bile devlet oluşumunu tamamlayamayan devletlere yenilgi milli vicdan ve gururu zedelemiş, milli kimliğin ve özellikle Türkçülük hareketlerinin güçlenmesini sağlamıştır. 44 ÖZET II. Meşrutiyet Dönemi olarak ta bilinen bu dönemde; imparatorluk tamamen yıkılış sürecine girmiş, Meşrutiyet rejimi ile beraber önemli oranda yönetim siyasal, kamusal ve düşünce alanında önemli değişimler başlamıştır. Kişi hakları, demokrasi, basın yayın, örgütlenme, siyasal partilerin oluşması gibi Türk demokrasi tarihine ilkler gerçekleşmesine rağmen, bu dönemin baş döndürücü gelişmeleri içinde etkisiz olmuştur. Bu dönemin en temel özellikleri olarak; İttihat ve Terakki Partisinin Osmanlı Devleti ve toplumunu yönetmesi olmuştur. Ayrıca Türkçülük ve milliyetçilik fikirleri devlet ideolojisi haline gelmiş, askeri, eğitim, idari, kamusal alanlarda bir çok reform girişimi başlatılmış, Cumhuriyet Döneminin inkılâplarının bir çoğunun alt yapısı hazırlanmıştır. Ancak Osmanlı ülkesini Balkanlar, Ege Denizi ve Kuzey Afrika’daki elde kalan toprakları kaybedilmiş, unutulamayan tarihsel yenilgiler ve yıkımlar bu dönemde yaşanmıştır. Devlet dış politikada Denge Politikasını Almanya eksenine kaydırmış, Almanya ile işbirliğine giderek devletin sonunu getiren I. Dünya Savaşına bu ülke ile beraber girmiştir. Bütün bu gelişmeler esas konumuzu teşkil eden Türk İnkılâbının oluşum sürecini hızlandırmıştır. 45 ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI 1– II. Meşrutiyet Döneminin genel özellikleri göz önüne alındığında verilen seçeneklerden hangisi buna uygun değildir? a) Bu dönemde Osmanlı Devleti, İngiltere ile işbirliğine giderek “Denge Politikası” uygulamıştır. b) Siyasal ve demokrasi alanında bazı haklar ve özgürlükler Türk Tarihinde ilk kez geniş anlamda tanınmaya başlamıştır. c) Padişahın otoritesi azaltılarak hükümet ve meclis ülke yönetiminde ön plana çıkmıştır. d) Dönemin etkili olan siyasal örgütü “İttihat ve Terakki Partisi” olmuştur. e) Devlet ve yönetimi en çok etkileyen siyasal akım Milliyetçilik olmuştur. 2- II. Meşrutiyet Döneminde aşağıdaki gelişmelerden hangisi meydana gelmemiştir ? a) Trablusgarb Savaşı b) 31 Mart Ayaklanması c) Çanakkale Savaşı d) Kırım Savaşı e) Bulgaristan’ın bağımsız bir devlet olması 3- Balkan Savaşlarına seçeneklerde verilen devletlerden hangisi katılmamıştır? a) Yunanistan b) Sırbistan c) Osmanlı Devleti d) Bulgaristan e) Arnavutluk 46 4 - II. Meşrutiyet Döneminde meydana gelen gelişmeler ve buna bağlı olarak Osmanlı topraklarının kaybedilmesi seçenekleri içinde hangisi yanlıştır? a) Uşi Antlaşması ___________ Trablusgarp b) Uşi Antlaşması ___________ Kıbrıs Adası c) Balkan Savaşları ___________ Arnavutluk d) Balkan Savaşları ___________ Batı Trakya e) Meşrutiyetin İlanı ___________ Bosna- Hersek 5- Aşağıdaki boşluğa uygun olan sözcüğü yazınız. Balkan Harbi sonrasında toplum ve yöneticiler üzerinde etkisini arttıran fikir ve ideolojik akım ………………….. akımdır. 47 IV. ÜNİTE I. DÜNYA SAVAŞI VE SONUÇLARI ÜNİTENİN İŞLENİŞİ * I. Dünya Savaşının çıkış sebepleri nelerdir? * I. Dünya Savaşına katılan devletlerin gruplaşmaları ve ittifak oluşturmalarının sebepleri nelerdir? İttifakların askeri olarak hedefleri nelerdir? * Savaşı sona erdiren gelişmeler nelerdir? Savaş sonrası oluşturulan“Yeni Dünya Düzeni ve ilkeleri” neler olmuştur? Tartışınız. * I. Dünya Savaşı sonrası yapılan antlaşmalar ve içerikleri nelerdir? * Osmanlı Devletinin savaşa katılma gerekçeleri nelerdir? Savaştan sonra amaçladığı hedeflere niçin ulaşamamıştır? * Osmanlı Orduları hangi cephelerde savaşmıştır? Cephelerdeki gelişmeler nasıl olmuştur? * Osmanlı toprakları savaş öncesi ve sırasında hangi gizli anlaşmalarla paylaşılmak istenmiştir? Antlaşmaların içerikleri, hedefleri ve uygulamaları nelerdir? ÜNİTENİN AMAÇLARI ve UYARILAR Ünitede I. Dünya Savaşı sebepleri, amaçları ve sonuçları işlenecek, savaşın Osmanlı Devleti ve dünya açısından sonuçları kavratılacaktır. Savaş olgusunun tarihsel süreç olarak bu konuların ışığı altında yeniden değerlendirilmesi yapılacaktır. Özellikle Türk tarihi ve Türk İnkılâbının oluşumu açısından I. Dünya Savaşına Osmanlı Devletinin nasıl ve hangi şartlarda katıldığını, savaşan tarafların Osmanlı devletine hangi amaçlarla baktıklarının ve Osmanlı Devletinin savaş sırasında ve sonrasında gizli antlaşmalarla paylaşıldığına ve bu projelerin uygulamalarına dikkat ediniz. 48 ÜNİTE IV İÇİNDEKİLER Birinci Dünya Savaşının Sebepleri Savaşın Gelişimi ve Cepheler Osmanlı İmparatorluğunun Savaşa Katılması ve Cepheler Osmanlı Devletini Paylaşma Projeleri Özet Ünite Değerlendirme Soruları 49 1- BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞININ SEBEPLERİ 1914’te başlayan ve dört yıl süren bu savaş etkisi, katılım seviyesi ve sonuçları itibariyle bütün dünyayı etkilemiş ve eski yapıyı tamamen değiştirerek yeni bir düzene geçişi sağlamıştır. Savaş iki önemli devletler grubunun bloklar halinde topyekün savaşa girmesiyle başlamış, savaşın çıkış yeri Balkanlarda olmasına rağmen birden bütün Avrupa, Asya ve Ortadoğu’yu sarmıştır. Savaşın genel sebepleri şunlardır. a) Ekonomik Yayılma ve Sömürgecilik Sömürge edinme ve dış yatırımlarla gelişen ekonomik rekabet savaşın ana sebebi olarak bilinir. Sömürgecilik, daha XV. Yüzyılda Avrupa nın coğrafi keşifler, Rönesans ve reform hareketleriyle başlamış, bu hareketler daha sonra Avrupa’nın siyasi, ekonomik ve askeri olarak güçlenmesine ve bu gücünü devam ettirmek için sömürge anlayışını güçlendirmesine sebep olmuştur. Yakın çağlarda Avrupa artık her bölgede hakimiyet kurmuş, aralarında rekabete başlamışlar,XVIII. yüzyıldaki İngiltere’de başlayan Sanayi İnkılâbı bu rekabeti sömürgecilik boyutuna taşımıştır. İngiltere’nin başlattığı bu rekabet ve genişlemeye sırasıyla İspanya, Hollanda, Fransa, Belçika, Avusturya, Rusya, İtalya ve Almanya katıldı. XIX. Yüzyılda Sanayinin temel ihtiyacı olan hammadde, pazar ve işgücü bu rekabeti o kadar hızlandırdı ki bu ülkeler birbirleriyle siyasal ve ekonomik gerginlikler sonucu askeri bloklaşmaya kadar vardırdılar. Aynı yüzyılda gelişmelerini ve sanayi altyapılarını oluşturan A.B.D. ve Japonya’da katıldı. Ayrıca bu ülkelerin ülkelerinin dışında yatırımları ve bu yatırımları korumak için yaptıkları askeri ve siyasal ilişkiler bu gerginliği hızlandırmıştır. b) Avrupa’da Fransız – Alman, Balkanlar’da Avusturya – Rusya Gerginliği Fransa ve Almanya’nın Alsas-Loren bölgesi için yaptıkları 1870 tarihinde Sedan Savaşında Fransa!nın tarihindeki en ağır yenilgilerden birini alması ve daha sonra savaşın sonunda AlsasLoren’i kaybederek “Rövanş Politikası” uygulaması, buna karşılık Almanya’nın da Fransa’yı baskı altında tutması Avrupa’nın önemli gerginlik bölgesini oluşturdu. Balkanlar’da Osmanlı imparatorluğunun zayıflamasıyla oluşan otorite boşluğunu kendi milli hedeflerine göre 50 doldurmaya çalışan Avusturya ve Rusya arasında rekabet diğer bir gerginlik olarak Avrupa diplomasisini meşgul etmektedir. c) Avrupa’daki hanedan çekişmeleri I. Dünya savaşı öncesinde Avrupa’nın büyük bölümü krallık veya imparatorluk tarafından yönetmekte ve bu sistemleri hanedanlar kontrol etmekteydiler. Bu hanedanlıklar birbirlerine karşı hakimiyet kurmak ve diğer ülke yönetimlerinde de kendi yakınlarını getirerek genişlemek eğilimi içindeydiler. Bu genişleme politikaları birbirlerinin içişlerine karışmak şeklinde cereyan etmesi savaş gerekçelerinden birini teşkil etmiştir. d) Milliyetçilik 1789 Fransız İhtilali ile dünyaya yayılan milliyetçilik fikri, çeşitli milletler üzerinde etkili olmuş, milli devletler kurma politikalarına yönelince imparatorluklar üzerinde çözülmeye yönelik etki oluşturmuştur. Bir imparatorluk üzerinde yaşayan onlarca millet diğer devletler tarafından kışkırtılmış ve bu durum ciddi sürtüşmelere sebep olmuştur. Bu milliyetçilik düşüncesi Almanlar ve İtalyanlar gibi bazı milletlerin ulusal birliğini sağlarken, imparatorlukların yıkılışını da hızlandırarak savaşa zemin hazırlamıştır. Milliyetçilik hareketlerinin bir uygulama biçimi de üstün ırk veya millet teorilerinin uygulamaya girmesi, değişik coğrafyalarda yaşayan aynı kökten milletleri bir araya getirme gibi ütopik ve yayılmacı politikalardır.PanGermenizim, Pan-Slavizm gibi akımlar buna örnektir. e) Silahlanma ve Militarizm Almanya’nın 1890’lardan itibaren başlattığı gerginlik politikası aynı zamanda silahlanmayı hızlandırmış, donanma ve ağır silahlar ulusal savunmayı aşan ölçülere gelmiş, aynı şekilde askeri projeler ve ordunun devlet politikalarına müdahalesi karşılıklı olarak diğer devletleri de etkileyerek Avrupa’nın militarist politikalarını üst seviyeye çıkararak savaşa zemin hazırlamıştır. f) Büyük Devletlerin Bloklaşması Avrupa’da sömürgecilik faaliyetleri ve sanayileşme gerginliği hat safhaya çıkarınca ortak çıkarlara dayanan devletler arasında bloklaşma hızlandı. Almanya’nın 1780 sonrası kıta Avrupa’sında siyasi ve askeri üstünlüğü ele geçirmesi, kendine yeni müttefikler 51 oluşturması sonucunu doğurmuş ve akraba olan Avusturya Macaristan İmparatorluğunu ve devamında İtalya’yı yanına alarak Üçlü İttifak Devletleri veya Mihver Devletleri olarak ilk büyük grubu oluşturmuştur. Buna karşılık İngiltere’de dengeyi sağlamak ve Alman politikasından etkilenen devletleri bir çatı altına almak için uzun süren ikili ve çokuluslu antlaşmaları birleştirmiş, Fransa ve Rusya ile aralarındaki sorunları en alt seviyeye indirerek Üçlü İtilaf Devletleri veya Uzlaşma Devletleri olarak bilinen İngiltere, Rusya ve Fransa bloğunu oluştur muş ve Avrupa başta olmak üzere “Bloklar arası Gerginlik Politikası” başlamıştır. g) Avusturya Veliahdının Saraybosna’da Öldürülmesi Avusturya ve Rusya arasındaki Balkan rekabeti XX. Yüzyıl başlarında hızlanmış ve Rusya’nın Balkanlardaki doğal müttefiki olan Sırbistan, özellikle Balkan Savaşı sonrasında Avusturya’nın istemediği şekilde güçlenmiş, buda Sırbistan ve Avusturya ilişkilerini iyice gerginleştirmiştir. Ayrıca 1908’de Avusturya’nın BosnaHersek’i İlhak etmesi de bu gerginliği hızlandırıcı bir faktör olmuştur. Bu gerginlik doğal olarak Rusya’nın Sırbistan’ı desteklemesi ile üst seviyeye tırmanış Rusya ile Sırbistan arasında işbirliği ve savunma anlaşmaları oluşturulmuştu. 28 Haziran 1914 Tarihinde Avusturya Macaristan imparatorluk veliahdı Franz Ferdinand Saray Bosna gezisi sırasında Sırplı olan bir kişi tarafından suikast düzenlenerek öldürülünce Avusturya’nın tepkisi şiddetli oldu. Sırbistan’a verile ültimatom ve devamında Avusturya topçusunun Sırbistan’ı bombalamaya başlaması savaşı başlatan hareket olmuştur. 2- SAVAŞIN GELİŞİMİ VE CEPHELER Birinci Dünya Savaşı iki bloğun karşılıklı olarak genel ve özel sebeplerinin oluşması sonunda Sırbistan’ın bombalanması ile başlamış, karşılıklı savaş ilanları ile Ağustos 1914’de başta kıta Avrupa’sında, sonra Bulgaristan, Osmanlı Devleti ve Japonya’nın katılması ile bütün dünyaya yayılmıştır. Savaşın seyri içinde gelişen olaylar dolayısıyla İtalya İtilaf Devletleri olan İngiltere, Fransa ve Rusya’nın yanına geçmiştir. A.B.D.,Sırbistan, Japonya, Avustralya, Brezilya, Yeni Zelanda, Yunanistan, Romanya, Belçika, Portekiz ve Kanada gibi değişik bölgelerdeki ülkeler İtilaf Devletlerinin yanında savaşa katılmışlardır. 52 Bulgaristan ve Osmanlı Devleti de Almanya ve AvusturyaMacaristan İmparatorluğunun yanında savaşa girmişler, 1917’de Rusya’da oluşan siyasi rejim değişikliği ve yeni kurulan Sovyetler Birliğinin savaştan çekilmiştir. 1914’de Almanya’nın Batı cephesinde Belçika üzerinden Fransa’ya yaptığı taarruz istenilen sonucu vermedi ve Fransızlar Marn hattında Alman taarruzunu durdurarak bu cepheyi sabitleştirdiler. Doğu’da Avusturya Rusya karşısında başarılı olamadı. Ruslar Balkanlara sarkarak Galiçya ve Romanya’ya girdiler. Osmanlı Devleti de doğuda Rusya ve güneyde İngiltere ile savaşlara başlayınca İtilaf Devletleri zor durumda kaldı ve özellikle Türk ordusunun Çanakkale savaşlarında başarılı olması Rusya’nın zayıflayarak savaştan çekilmesini hızlandırdı. Alman orduları 1914 sonlarında Polonya’ya giren Rus ordularını iki kez üst üste yenilgiye uğrattılar. 1917 yılı sonlarında kara savaşlarında İttifak Devletleri üstün, denizlerde de İngiltere’nin üstünlüğü vardı. Fakat 1917’de Almanya’nın İngiltere’ye abluka politikası uygulaması ve denizaltı savaşlarında A.B.D. gemilerini batırması ve Kuzey Amerika Devletlerinde Meksika’yı A.B.D.’ne karşı kışkırtma politikası A.B.D.’nin İngiltere’nin yanında savaşa girmesine sebep oldu ve her iki tarafın birbirlerine üstünlük sağlayamamasına rağmen Amerikan kuvvetleri dengeyi bozdu, başta Alman Batı Ordusu Batı cephesinde seri yenilgiler alarak çekilmek zorunda kaldılar. 1918 yılında savaş sona ermişti, Almanya, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu, Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğu savaştan yenilerek ayrıldılar, antlaşmalar imzalayarak savaştan çekildiler. Savaş sonrası, A.B.D. başkanı Wilson önerileri ve prensiplerinin etkili olması ve buna göre savaş sonrası uygulamalar yapılması düşüncesi başarılı olamadı. Özellikle İngiltere ve Fransa kendi politika ve çıkarları doğrultusunda bir düzen oluşturarak A.B.D.’nin dünyada yeni bir savaşın çıkmaması için oluşturulan Wilson ilkelerini uygulamadılar. İngiltere, Fransa ve Rusya savaş öncesi ve sırasında aralarındaki yaptıkları gizli anlaşmalarla savaş sonrası haritaları ve işgal planlarını yapmışlar, bu planların içinde Almanya’nın zayıflatılarak kontrol altına alınması, Balkanlar, Boğazlar, stratejik bölgeler, Ortadoğu coğrafyalarının paylaşılması vardı. 53 Bu sebepten dolayı A.B.D.’nin barışçı politikaları Avrupa’nın çıkarcı ve ihtiraslı politikacıları için geçerli olan bir anlayış değildi. Bu gizli anlaşmalar 1917’de Rus çarlığının yıkılarak Bolşevikler tarafından kurulan Sovyetler Birliği hükümeti tarafından açıklandı. 3- OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN KATILMASI VE CEPHELER SAVAŞA Osmanlı Devleti savaş başlamadan önce son derece zor bir durumda, ekonomisi dışa bağımlı, askeri ve siyasi gücünü önemli ölçüde kaybetmiş, Balkan Savaşlarının yenilgiyle sonuçlanması ve getirdiği sorunlar, Batı dünyasının kendisini ciddi bir muhatap kabul etmemesi gibi diplomatik bir açmazla karşı karşıya idi. Ayrıca Avrupa diplomasisi bütün konularda Türklerin aleyhine karşı kullanma geleneğini sürdürmekteydi. Osmanlı Devleti ile ittifak yapmak veya askeri işbirliğine gitmekten ziyade, Osmanlı Devletinin tarafsız kalması istenilmekteydi. Özellikle İngiltere, Fransa ve Rusya Osmanlı Devletinin aleyhine olan bütün girişimleri tarihi süreç içinde gerçekleştirdikleri için Osmanlı Devlet adamlarının bu bloğa karşı idiler. Ayrıca İngiltere’nin parası ödendiği Osmanlı Devletine teslim edilmesi gereken iki savaş gemisini tüm taleplere rağmen vermemesi bu düşüncenin pekişmesini sağladı. II. Abdülhamit Döneminden beri gelişen Alman-Türk yakınlaşması, İttihat ve Terakki Partisinin hakim olduğu Osmanlı Hükümeti döneminde de gelişerek devam etti. Gerçi Fransa ve İngiltere direk olarak ilişkiler koparılmamış, diplomatik kanallar açık kalmıştır, özellikle Osmanlı Hükümeti yöneticilerini askeri olarak Alman gücüne ve ordusuna ilgileri hat safhada, Almanya’nın savaşı kazanacağı ve Almanya yanında savaşa girildiğinde kaybedilen toprakların geri alınabileceği düşüncesi ağırlıktaydı. Almanya’da Osmanlı topraklarının, İngiltere’nin deniz yollarının kesilmesi, savaş yükünün azaltılması ve alanının genişlemesi konusunda önemini bildiği için İstanbul’daki elçisi ve askeri üst düzey yetkililerle Osmanlı Devlet adamlarını etkileme girişimlerini sürdürüyorlardı. Bu girişimler sonunda 2 Ağustos 1914’ de Türk Alman ittifakı imzalandı. Savaşa girilmesine sebep olan gelişme, Goeben ve Breslau adlı iki Alman savaş Akdeniz deki İngiliz Savaş gemilerinden kaçarak Marmara’ya 54 girmesi, bu gemilerin daha sonra Osmanlı Bayrağı ile 29 Ekim 1914’de Karadeniz’deki Rus Limanlarını bombalaması ve Rusya’nın Osmanlı Devletine savaş ilan etmesidir. Osmanlı Devleti savaşa girmesine rağmen yeterli hazırlık yapmamış, askeri malzeme ve silah bakımdan yetersiz, Alman askeri yardımı da yeterli seviyede değildi. Askeri alanda savaş planları da ayrıntılı olarak hazırlanmamıştı. Gerek Almanya ve gerekse Osmanlı Devleti, Rusya ve İngiltere’nin içindeki Müslümanları ayaklandırmak ve bu devletleri zor duruma düşürmek için cihat ilan edilmesini uygun gördüler ve 23 Kasım 1914’de Şeyhülislamın onayı ile Osmanlı Padişahı Müslümanların Halifesi sıfatı ile “Cihad-ı Mukaddes” ilan etti. Fakat bu siyasi ve dini hareket gereken etkiyi göstermedi, tersine Müslüman Araplar ve İngiltere’nin askeri birliklerinin içinde yer alan Müslüman askerler dindaşları olan Osmanlı Askerleri ile savaşacaklardır. Bu gelişmeler tarihsel açıdan gösterir ki artık dini temalardan ziyade milliyetçilik, fikri toplumlar üzerinde daha etkili olmuştur. Osmanlı Devleti bu şartlara rağmen birçok cephede harbe katılmış ve savaşın yükünü önemli ölçüde azaltmıştır. 3a– Doğu ve Kafkas Cephesi Bu cephe Rusya’ya karşı açılmış, Rusya’yı Kafkasya’nın güneyinden çıkarmak ve Azerbaycan ve Hazar bölgesini ele geçirmek amacıyla Osmanlı ordusunun Enver Paşanın komutasında yaptığı Sarıkamış- Ümraniye istikametindeki taarruzu ile başlamıştır. Fakat hem kış şartları, hemde ordunun yeterli malzeme ve silah desteğinin olmaması zayiatın çok yüksek olması sonucunu doğurmuş, 1916’da Rusya’nın karşı taarruzu başarılı olmuş, sırasıyla Ruslar Erzurum, Trabzon, Erzincan, Bitlis ve Muş’u almışlardır. Çanakkale savaşında olduğu gibi başarılı olan ve kolordu komutanlığına atanan Mustafa Kemal Paşa ileri bir hareketle aynı yıl Muş ve Bitlisi Ruslardan geri almıştır. 1917’de Rus ihtilali sonrasında imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması ile Doğu Anadolu’yu boşaltan Rusya’nın çekilmesiyle bu cephedeki savaş durumu sona ermiştir. Bu cephenin diğer bir gelişmede bölgede örgütlenen, Rusya ve Avrupalı büyük devletlerin kullandıkları Ermeni örgütlerinin, Osmanlı topraklarında isyan çıkarmaları, Rus ordularına yardım ederek, Türk kuvvetlerini zor durumda bırakmaları, Türk halkına şiddet ve terör faaliyetleri düzenleyerek zarar vermeleridir. Bu cephede savaşlar olurken Osmanlı Hükümeti gerekli tedbirleri almış, halkın ve ordunun güvenliğini sağlamıştır. 55 27 Mayıs 1915’te Osmanlı Hükümeti devletin aleyhine faaliyetlerde bulunulan bölgelerden ülkenin güvenli olan diğer yerine Ermenilerin Sevk ve Yer Değiştirmesi kararı kanunla uygulamaya konulmuştur. Bu gelişmeler ve savaş ortamında ölümler ve yaralanmaları bahane edilmesi ile uluslar arası gündeme kasti ve planlı olarak Ermenilerin katledildiği propagandası yapılarak Türk Ulusunun karakter ve kültüründe görülmeyen çirkin ve asılsız suçlamalar günümüzde de devam etmektedir. Bu iddiaların konusu olan gelişmeler bu cephede yapılan savaşlar sırasında meydana gelmiştir. 3b – Kanal, Filistin ve Hicaz Cepheleri Özellikle Almanya’nın İngiliz krallık yolu olan Hindistan yolunu kesmek istemesi ve Süveyş Kanalının alınarak Mısırın denetim altına alınmasına yönelik baskıları sonunda açılan ve IV. Orduya atanan Cemal Paşanın sevk ve idare ettiği bu cephede Türk taarruzu ile açılmış, ordunun yeterli olmayan hazırlığı ve planlama hataları 56 yüzünden cephede başarısız olunmuş, İngilizler, karşı taarruzla Sina Yarımadası ve Filistin’i ele geçirdiler. Bu cephedeki diğer önemli muharebeler Filistin ve Hicaz bölgelerinde meydana gelmiş, İngilizlerle işbirliği yapan Şerif Hüseyin ve bazı yerli kabileler Osmanlı ordusuna önemli zayiat verdirmiş, bu cephelerdeki Türklerin yenilgilerine sebep olmuşlardır. Özellikle İngilizlerin vaatleriyle hareket eden ve Arap imparatorluğu kurulacağı ve başlarına Emir Hüseyin ve Suudi Ailesinin getirileceği gibi söylemler gerçekleşmediği gibi, Filistin ve Arap topraklarında Yahudi İsrail Devletinin kurulmasını içeren “Balfour Deklarasyonu” yine İngiltere’nin başkenti Londra’da 1917’de imzalanmış ve İngiliz hükümeti İsrail Devletinin kuruluşuna destek olacağı vaadini de Yahudilere vermiştir. 1917 ve 1918 de Filistin ve Suriye’de ki İngiliz karşı taarruzu başarılı oldu ve Filistin ve Suriye İngiltere’nin eline geçti. Bu arada Mustafa Kemal Paşa’nın yönettiği 7. Ordu ve diğer birlikler Suriye’nin kuzeyinde savunma hattı kurdular, İngiliz ordusunun Türk kuvvetlerini çembere alması önlendi. 57 Fakat artık savaş bitmiş ve Yıldırım ordularına atanan Mustafa Kemal Paşa savaşın Mondros Ateşkes antlaşmasının imzalanmasına rağmen devam etmesi ve cephe gerisindeki toprakların mutlaka savunulmasını bir rapor halinde İstanbul’daki Harbiye Nezaretine bildirmiştir. 3c – Irak Cephesi Bu cephe, İngilizlerin Basra’ya asker çıkararak, Türk ordusunun İran’a girmesini engellemek, Hindistan’a giden yolu güvence altına almak, Rusya ile işbirliği yaparak Türk kuvvetlerini çembere almak ve Petrol bölgelerini denetimleri altında tutmak amacıyla açılmıştır. Türk kuvvetleri Kut-el Amara’da İngiliz kuvvetlerini yendiler ve İngiliz kuvvetlerini komutanları ile beraber esir aldılar. Fakat Türk genelkurmayı buranın önemini kavrayamayarak gerekli hazırlıkları yapmadı, takviye alan İngilizler ileri harekete yeniden geçerek 1917 ‘de Bağdat ve 1918’de Kerkük’ü alarak Musul’a kadar geldiler ve cephe bu durumdayken savaş sona erdi. 58 3d – Galiçya ve Makedonya Cepheleri Osmanlı kuvvetleri müttefikleri olan Avusturya, Bulgaristan ve Almanya ile beraber özellikle Galiçya da Rus kuvvetlerine karşı savaşarak önemli başarılar kazandılar, özellikle Bulgarlarla beraber Makedonya cephesinde, Rusya ile beraber olarak İttifak devletleri ile savaşan Romanya kuvvetlerine karşı Makedonya’nın alınmasında ve Romanya’nın 1916’da İttifak Devletlerine teslim olarak anlaşma imzalanmasında etkili olmuşlardır. 3e- Çanakkale Cephesi Bu cephe Osmanlı cepheleri ve I. Dünya Savaşı içinde özel öneme sahip olmuş, özellikle Türk ordusunun beklenilmeyen direnişi ile dünyanın en seçkin donanması ve ordusu karşısında zafer kazanması son derece önemli sonuçlar vermiştir. İtilaf Devletlerinin bu cepheyi açma sebepleri; Çanakkale boğazının geçilerek Osmanlı merkezi ele geçirilecek, Osmanlı Devleti savaş dışı kalacak, Rusya ile bağlantı kurulacak, Balkanlarda İttifak devletlerinin hakimiyetine son verilecek, Kıta Avrupa’sında Almanya ve Avusturya İmparatorluğu çembere alınarak savaş erken bitecekti. 59 Bu temel amaçlar doğrultusunda oluşturulan İtilaf Devletleri donanması, Şubat 1915’de Çanakkale’deki Türk savunma mevzilerine topçu atışı ile savaşı başlattılar. Bütün gayretlerine rağmen 18 Mart 1915’de boğazı geçmeye çalışan İngiliz ve Fransız gemilerinden yedisi batırıldı ve donanma geri çekilmek zorunda kaldı. Boğazlardan gemilerle geçemeyen İtilaf devletleri Gelibolu yarımadasını işgal ederek taarruz etmeyi planlayıp yeniden Çanakkale’den geçmeye çalıştılar. 25 Nisan 1915’de müttefikler Gelibolu yarımadasının güneyine Kumkale kıyılarına asker çıkarttılar. Mustafa Kemal Tümen komutanı olarak Conkbayırı ve Kireçtepe’de özellikle Anzak kuvvetlerine karşı büyük başarı kazanarak bu bölgenin kaybedilmesini önlemiştir. Bundan sonra Anafartalar’da aynı başarıları göstermiş, sonuç olarak iki yüz elli binden fazla şehit verilerek kazanılan Çanakkale zaferi Türk tarihinin akışını değiştiren bir cephe olmuş, yüzyıldır muharebeleri daima kaybeden Türk ordusu iyi komutanlar ve vatan müdafaasında başarılı olacağını göstermiştir. 60 Çanakkale savaşının sonuçlarını şöyle sıralayabiliriz; 1) I. Dünya Savaşının uzamasına sebep olmuş, İttifak devletlerinin güçlenmesine sebep olmuştur. Türk ordusunun güvenilebilecek ve ciddi bir kuvvet olduğu İtilaf Devletleri tarafından anlaşılmıştır. Türk cephelerine bundan sonra İngilizler daha ciddi hazırlanmışlardır. 2) Türk toprakları istila hareketinden kurtulmuştur. Özelikle Türk boğazlarının stratejik öneme haiz olduğu bir kez daha anlaşılmıştır. 3) Rusya’nın müttefiklerinden yardım alamaması sonucunda çöküşü hızlanmış, ekonomik ve sosyal sorunların İngiliz ve Fransız desteği ile atlatılacağına güvenen Rus Çarı Çanakkale başarısızlığı ve Alman kuvvetlerine yenilmesi ile ülkede ki otoritesini kaybetmiş ve Bolşevikler ihtilal yaparak rejimi değiştirmişlerdir. 61 Rusya’nın savaştan çekilmesi sebeplerinden birisi şüphesiz Çanakkale Savaşıdır. Rusya’nın savaştan çekilmesi Doğu Anadolu’daki kaybedilen Türk topraklarının geri alınmasını da sağlamıştır. 4) Çanakkale savaşında gösterdiği başarılar Mustafa Kemal’in askeri yeteneğini ön plana çıkarmış, Türk halkının güvenini kazanmış, Milli Mücadele Döneminde önderlik yeteneğini uygulamasını kolaylaştırmıştır. 5) Milli Mücadele Döneminin ulusal bilinci, ülkenin geleceğine sahip çıkılacağı gerçeği ve vatan kavramının ulusal iradeyle devam ettirilebileceğinin temeli Türk milleti tarafından Çanakkale Savaşındaki milli heyecanla öğrenilmiştir. 4 – OSMANLI DEVLETİNİ PAYLAŞMA PROJELERİ Osmanlı Devletinin savaşa katılması doğal olarak daha önce Osmanlı topraklarını paylaşma geleneğine sahip olan büyük devletlere fırsat vermiş, savaş sırasında aralarında ikili veya ikiden fazla olmak üzere İtilaf Devletleri kendi aralarında anlaşmalar imzalamışlar, savaş sonrasında Türk topraklarını paylaşmışlardır. Bu anlaşmalar genel olarak gizli bir şekilde, gelişmelere bağlı olarak ta birbirlerine haber vermeden de yapılmış, sömürge dönemi rekabetleri de yansıtacak şekilde yapılmıştır. 1915 ve 1917 yılları arasında birçok anlaşmalar yapılarak kağıt üzerinde Osmanlı Devleti tasfiye edilmiştir. 4a – İstanbul Anlaşması Çanakkale savaşının devam ettiği sıralarda Rusya’nın Fransa ve İngiltere’ye talepte bulunması ile 1915’de gündeme gelmiş, Fransız ve İngilizler Boğazların Rusya’ya verilmesini kabul etmişlerdir. Ayrıca Trakya Midye –Enez çizgisinin tamamıda Rusya’ya veriliyor, Gökçeada ve Bozcaada aynı şekilde Rusya’nın kontrolünde oluyordu. Buna karşılık Ruslar İngiltere ve Fransa’nın Anadolu ve Ortadoğu’daki toprakları ile İskenderun Körfezi ve Çukurova’daki haklarını tanıyordu. 4b – Londra Anlaşması 26 Nisan 1915’de Çanakkale Savaşının yapıldığı günlerde yapılan anlaşmanın Türkleri ve İtalyanları ilgilendiren maddesi; 62 İtalya’nın On İki Adadaki mevcut durumu tanınacak, Anadolu’nun alınması durumunda Antalya ve çevresindeki alanlar İtalya’ya bırakılacak ve İtalya İtilaf Devletlerinin konumlarını kabul edecektir. 4c – Sykes – Picot(Saykıs - Pikıt) Anlaşması İngiliz ve Fransız hükümet temsilcilerinin isimleriyle adlandırılan bu antlaşmalarda varılan nokta, Osmanlı Devletinin Ortadoğu’daki topraklarının Fransa ve İngiltere arasında paylaştırılması ve Araplara bazı bölgelerin verilmesini içeriyordu. Antlaşmaya göre; Boğazlar bölgesi, doğuda Trabzon,Van, Bitlis’in güneyi,Muş,Siirt, ve çevreleri Rusya’ya; Aladağ, Kayseri, AkdağYıldızdağ, Zara, Eğin, Harput bölgesi ile Kilikya,Suriye ve Musul Fransa’ya bırakılacaktı. İngiltere’ye ise Hayfa ve Akka limanları ile Irak, Fransız egemenlik bölgelerinin güneyi kalacaktı. Bu arada İngiltere’nin Mısır Valisi olan General Mac- Mahon Osmanlı Devletine genel kalkışma içinde olan Şerif Hüseyin ve bazı Arap liderleriyle Ocak 1916’da Mac - Mahon Antlaşması ile bağımsız Arabistan Krallığı vaat edildi. Bu antlaşmada Fransa’nın onayı ile 9 16 Mayıs 1916’da bütün taraflar tarafında tanındı. 4d - St. Jean de Maurienne Anlaşması (Sen Jan dö Moren Anlaşması) İtalya, savaşa İtilaf Devletlerinin yanında katılmadan önce yapılan paylaşma planlarına katılmamış, ayrıca 1916 yıllarında yapılan diğer anlaşmalardan haberdar edilmemişti. Ortadoğu ve Anadolu’nun paylaşılması ve Fransa ile İngiltere’nin kendi gelişmesine gelecekteki engel olabileceklerine yönelik kuşkuları artmaya başlamıştı. Bunun üzerine İtilaf Devletlerine başvurarak kendi egemenlik sahalarının geliştirilmesini talep etti. Rusya’nın 1917 bahar aylarında karışması ve savaştan çekilme durumuna gelmesi, İngiltere ve Fransa’yı İtalya ile yeniden planlar hazırlamaya itti. 10 21 Nisan 1917’de yapılan görüşmelerde İtalya, İngiltere ve Fransa arasında St. Jean de Maurienne Anlaşması imzalandı.Anlaşmaya göre; İtalya, Fransa İngiltere ve Rusya arasında yapılan anlaşmaları tanıyor, buna karşılık kendisine Antalya’ya ek olarak İzmir, Aydın,Muğla ve Konya çevreleri veriliyordu. Fakat denizlerde çok güçlü olan İtalya’nın Ege ve Doğu Akdeniz de güçlenmesini istemeyen İngiltere Fransa’yı da ikna ederek İzmir ve çevresini, 1919 yılında savaş sonrası genel durumu saptamak için toplanan Paris Barış Konferansında 63 Yunanistan’a verecek ve İtalya’nın İtilaf Devletlerinden kopmasını sağlayacaktır. Bütün bu anlaşmalar İtilaf Devletlerinin temel amaçlarının ne olduğunu, aralarında da birlik sağlayamayarak çıkar kavgalarına girdiklerini, vaatlerini birbirlerine karşı bile tutmadıklarını, Mondros Ateşkes Anlaşmasından hemen sonra Türk topraklarının paylaşılması bu anlaşmaların eseri olduğu açıktır. 1917’de yeni kurulan Sovyet Hükümeti bu gizli anlaşmaları açıklayınca anlaşmalara taraf devletler uluslar arası alanda saygınlıklarını yitirmişler ve Wilson ilkelerinde bile bu konuya değinilerek “uluslararası ilişkilerde açık diplomasi uygulanacak, ülkeler birbirlerinin aleyhine gizli anlaşmalar yapmayacaklardır.” maddesi konulmuştur. 64 ÖZET I. Dünya Savaşı o döneme kadar insanlığın gördüğü en büyük savaş olmuş ve kitlesel olarak büyük yıkım ve siyasal sonuçlar doğurmuştur. Temelde sömürgecilik ve büyük devletlerin sanayi ve ekonomik rekabetinden kaynaklanan ve İngiltere ile Almanya etrafında ülkelerin kümelenerek bloklar oluşturması, bu blokların militarist politikaları uygulamaları sebebine dayanan savaş sonunda Almanya’nın liderliğindeki grup olan İttifak Devletleri yenilmiştir. Savaşın ağırlık merkezi Avrupa ve çevresi olmuş, ayrıca Osmanlı Devleti, A.B.D. ve geçici de olsa Japonya’nın da katılmasıyla değişik bölgelere yayılmıştır. I. Dünya Savaşı sonrasında konularda da değinildiği gibi yeni oluşumlar ve yeni bir dünya düzeni özellikle galip devletlerin çıkarlarına uygun olarak oluşturulmuştur. Savaşa kaybettiği toprakları geri almak amacıyla katılan Osmanlı Devleti Almanya’nın politikalarına alet olmuş, cephelerin önemli bir bölümünde aldığı yenilgilerle savaştan mağlup olarak ayrılmıştır. Savaş öncesinde ve sırasında özellikle Osmanlı topraklarının İtilaf Devletleri tarafından gizli anlaşmalarla paylaşılması, Osmanlı üzerindeki geleneksel Batı politikalarının anlaşılması açısından önemli belgelerdir. Savaşın bitmesinde etkili olan A.B.D.’nin önerdiği ve Barışın sürekliğini amaçlayan Wilson İlkeleri de galip olan İtilaf Devletleri tarafından kendi çıkarlarına uygun olarak uygulanmıştır. 65 ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI 1- I. Dünya Savaşının sebepleri arasında seçeneklerden hangisi gösterilemez? a) Osmanlı İmparatorluğunun On İki Adayı İtalyanlardan geri almak istemesi b) Avrupa’daki Fransız - Alman ve Avusturya - Rusya Çekişmesi c) Militarizm ve Silahlanma Yarışı d) Sanayileşmenin getirdiği ekonomik ve ticari rekabet e) Milliyetçilik Hareketleri ve Ayaklanmalar 2- I. Dünya Savaşından önce oluşan bloklaşmalar aşağıdaki hangi seçenekte doğru olarak verilmiştir ? a) İttifak Devletleri : Almanya, Avusturya- Macaristan, Rusya, İtalya İtilaf Devletleri : İngiltere, Fransa, A.B.D. b) İttifak Devletleri : Almanya, Avusturya – Macaristan, İtalya İtilaf Devletleri : İngiltere, Rusya, Fransa c) İttifak Devletleri: Avusturya - Macaristan, İtalya, Almanya, Rusya İtilaf Devletleri : İngiltere, İtalya, Rusya, Japonya d) İttifak Devletleri : Almanya, Osmanlı Devleti, İtalya, Bulgaristan İtilaf Devletleri : İtalya, Fransa, İngiltere, A.B.D. e) İttifak Devletleri : Almanya, Fransa, İtalya İtilaf Devletleri : Rusya, İngiltere, Avusturya -Macaristan 3- Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşına katılmasının sebepleri arasında aşağıdaki seçeneklerden hangisi gösterilemez? a) Almanya’nın askeri gücünün Osmanlı yöneticileri tarafından yenilmez olarak değerlendirilmesi b) Kaybedilen toprakları geri alma düşüncesi 66 c) Almanya’nın Osmanlı Yöneticileri üzerinde ekonomik ve askeri yardımlarla baskı oluşturması d) İngiltere ve müttefiklerinin Osmanlı Devletini Almanya’nın yanında savaşa irmeleri için diplomatik ve askeri baskı uygulamaları e) İki Alman savaş gemisinin Osmanlı Devletine sığınması ve Osmanlı Donanmasına katılarak Rus Limanlarını bombalaması 4- “Osmanlı Devletini savaş öncesi ve sırasında İtilaf Devletlerinin yaptıkları gizli antlaşmalarla paylaştıkları tarihi belgelerle ortaya çıkmıştır.” Bu gerçeklerin ışığında yapılan bu gizli antlaşmalar ve gelişmeler için aşağıdaki hangi seçenekteki sonucu çıkaramayız? a) İngiltere ve Fransa sömürgeci politikalarını savaş sırasında ve sonrasında uygulayacaklarını belli etmişlerdir. b) Osmanlı Devletinin elinde bulunan toprakların Jeopolitik ve stratejik önemi devam etmektedir. c) Rusya ve İngiltere bu antlaşmalarda en çok pay alan devletler olmuşlardır. d) Antlaşmalarda Osmanlı İmparatorluğunun siyasal ve yönetim yapısı devam ettirilmek istenmektedir. e) Bu antlaşmaların uygulamaları savaş sonrasında Osmanlı Devletine imzalattırılan Mondros ve Sevr Antlaşmalarında maddeler halinde belirtilmiştir. 5- Birinci Dünya Savaşının sonuçlanmasında etkili olan en önemli gelişme aşağıdakilerden hangisidir? a) Almanya’nın Doğu cephesinde Rus ordularını yenilgiye uğratması b) Rusya’da Bolşevik ihtilalinin çıkması c) Amerika Birleşik Devletlerinin İtilaf Devletlerinin Yanında Savaşa Katılması d) İngiltere’nin Ortadoğu cephelerinde Osmanlı Ordularını yenilgiye uğratması e) Çanakkale Savaşını Türk ordusunun kazanması 67 6- I. Dünya Savaşında Osmanlı Ordularının savaştığı cepheler ve savaşılan devletler seçeneğinde doğru olan seçenek hangisidir? a) b) c) d) e) Çanakkale Cephesi Irak Cephesi Galiçya Cephesi Kafkas Cephesi Kanal Cephesi _______ ________ ________ ________ ________ İtilaf Devletleri Kuvvetleri Amerika Birleşik Devletleri Fransa İngiltere İtalya 7- Aşağıdaki boşluğa uygun olan sözcükleri yazınız. Birinci Dünya Savaşının sonrasında yeni bir dünya savaşının çıkmaması ve barışın devamlı olmasını amaç edinen ve Amerika Birleşik Devletlerinin savaşa katılma ön şartı olarak ileri sürdüğü temel koşullar siyasal tarihe ……………………………….. olarak geçmiştir. 8- Osmanlı Ordularının başarılı olduğu Çanakkale Savaşlarının sonuçları arasında seçeneklerden hangisini gösteremeyiz? I. Dünya Savaşının süre olarak uzamasına sebep olmuştur. Türk Ordusunu iyi komutanlarla vatan savunmasında başarılı olacağı gerçeği ortaya çıkmıştır. c) Milli Mücadele döneminin askeri ve siyasi önderi Mustafa Kemal Paşanın askeri olarak tanınması ve halkın güvenini kazanmasına sebep olmuştur. d) Rusya’nın savaştan çekilmesinde etkili olmuştur. e) İtilaf Devletlerinin Osmanlı Devleti üzerinde sömürge politikalarından vazgeçmelerine sebep olmuştur. a) b) 68 V. ÜNİTE I. DÜNYA SAVAŞI SONRASI GENEL DURUM ve ANTLAŞMALAR ÜNİTENİN İŞLENİŞİ * Savaş sonrasında yapılan antlaşmalar ve uygulamaları nelerdir? * Rusya ve Romanya savaştan çekilmesine rağmen onlar yapılan antlaşmalar niçin İtilaf Devletleri tarafından kabul edilmemiştir? * Avrupa’da Almanya ya imzalattırılan Versay Antlaşmamsı ve Osmanlı İmparatorluğuna imzalattırılan Mondros ve Sevr Antlaşmalarının temel hedefleri nelerdir? * Mondros Ateşkes Antlaşmasının maddeleri ve amacı nedir? * Mondros Ateşkes Antlaşmasının uygulamaları neler olmuştur? İşgale dilen toprakları harita üzerinde bulunuz. ÜNİTENİN AMACI VEUYARILAR Ünitede bu soruların cevapları öğrenilirken İtilaf Devletlerinin artık Ortadoğu’da yeni bir düzen kurma niyetlerini, ayrıca artık 19. yüzyıldan itibaren “Doğu Sorunu” adını verdikleri Osmanlı ve Türk hakimiyetini sona erdirme politikalarının son aşamasını gerçekleştirme niyetinde olduklarının kavranılması amaçlanmaktadır. Mondros Ateşkes Antlaşmasının bir ateşkes anlaşmasından ziyade bir işgal planı olduğuna, ayrıca sömürge zihniyetine sahip olan büyük emperyalist devletlerin yaptıkları ikili ve çok taraflı antlaşmalara rağmen birbirleri ile de rekabet ettiklerine, barış amaçlı ilke ve kurumları kendi çıkarlarına göre kullandıklarına dikkat ediniz. 69 ÜNİTE V İÇİNDEKİLER 70 Savaş Sonrası Genel Durum ve Antlaşmalar Rusya’nın Savaştan Çekilmesi ve Brest-Litovsk Antlaşması Romanya’nın Savaştan Çekilmesi ve Bükreş Antlaşması Bulgaristan’ın Savaştan Çekilmesi ve Neuilly ( Nöyi) Antlaşması Avusturya - Macaristan İmparatorluğunun Savaştan Çekilmesi, Saint Germain(Sen Jermen)ve Trionon(Triyanon) Barış Antlaşmaları Almanya’nın Savaştan Çekilmesi, Versailles(Versay) Antlaşması Osmanlı Devletinin Savaştan Çekilmesi, Mondros Ateşkes Antlaşması ve İşgaller Özet Ünite Değerlendirme Soruları 1– SAVAŞ SONRASI ANTLAŞMALAR GENEL DURUM VE 1a - Rusya’nın Savaştan Çekilmesi ve Brest-Litovsk Barış Antlaşması I. Dünya Savaşı A.B.D.’nin savaşa girmesi ile sonuçlanmış ve 1917’nin sonlarından itibaren Almanya ve müttefiklerinin yenilgisi kesinleşmiştir.1917’de Rus Çarlığının yıkılması ile savaştan ilk çekilen İtilaf Devleti Rusya olmuş ve yerine kurulan Sovyetler Birliği Hükümeti 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk Barış Antlaşması ile Polonya, Litvanya, Estonya ve Litvanya’dan çekilmiş, aynı anlaşmaya göre Kars, Ardahan ve Batum’u Osmanlı Devletine bırakmıştır. Fakat İttifak Devletleri yenildiği için bu antlaşmanın hükümleri tamamen uygulanamamıştır. 1b– Romanya’nın Savaştan Çekilmesi ve Bükreş Barış Antlaşması Romanya Rusya’nın Balkanlara girmesinden sonra 1916’da İtilaf Devletlerinin yanında savaşa katılmış fakat Almanya, Avusturya ve Türk kuvvetlerine peş peşe yenilmiş ve İttifak Devletlerine savaş sırasında önemli topraklarını bırakmıştı. Rusya’nın 1917 baharında savaştan çekilmesi ile yalnız kalan Romanya 1918 ateşkes ilan etti ve 7 Mayıs 1918 tarihinde Bükreş Barış Antlaşması ile Almanya ve Avusturya’ya Karpatlar ve Dobruca’yı vermiştir. Aynı şekilde Almanya ve müttefiklerinin yenilmesi Bükreş Antlaşmasını hükümsüz kılacaktır. 1c– Bulgaristan’ın Savaştan Çekilmesi ve Neuilly(Nöyi) Barış Antlaşması 1918 yılında tüm savaşan taraflar gibi Bulgaristan’ında yükü iyice artmış ve Almanya’nın cephelerdeki yenilgileri başlayınca, kendine gönderilen yardımlar kesildi ve 1917’de Yunanistan’ının da İtilaf Devletlerinin yanında savaşa girerek, 14 Eylül 1918’de başlayan genel taarruzla Bulgar ordusu bozulunca 29 Eylül 1918’de Bulgaristan Ateşkes ilan ederek savaştan çekilmiş ve 27 Kasım 1919’da Neuilly Barış Antlaşması imzalamış, antlaşmayla; Güney Dobruca’yı Romanya’ya, Batı Trakya’da Gümülcine ve Dedeağaç’ı Yunanistan’a, Tsaribrod ile Sturmitsa bölgesini Yugoslovya’ya bırakıldı. Ege Denizi ile bağlantısı sona erdi ve mecburi askerlik kaldırıldı ve 2 milyar 250 milyon frank savaş tamiratı borcu yüklendi. 71 1d – Avusturya - Macaristan İmparatorluğunun Savaştan Çekilmesi,Saint Germain (Sen Jermen) ve Trianon (Tiriyanon) Barış Antlaşmaları Avusturya Savaştan çekilerek, 381 maddelik barış antlaşmasını 10 Eylül 1919 tarihinde Saint Germain’de imzaladı. Antlaşmaya göre Avusturya, Macaristan, Çekoslovakya ve Yugoslavya’nın bağımsızlığını tanıyordu. Ayrıca Galiçya’yı Polonya’ya, Hırvatistan’ı Yugoslavya’ya, Tirol ile Triesteyi İtalya’ya ve Bukinova’yı Romanya’ya bırakıyordu. Milletler Cemiyetinin rızası olmadıkça Almanya ile birleşmeyecekti. Mecburi askerlik kaldırılıyor, Avusturya ordusunun sayısı 30.000 kişiye indiriliyordu. Ayrıca tamirat borcu ödeyecekti. Bu antlaşmayla Avusturya Macaristan’dan ayrılıyor, toprakları 576.000 klm. kareden, 86.000 klm. kareye ve nüfusu da 50 milyondan 7 milyona düşüyordu. Avusturya zengin toprak ve endüstri merkezlerini de kaybederek ekonomik sıkıntıya sürüklenmişti. Macaristan’da Avusturya’dan ayrılıp iç karışıklık içine düşmüştü. Bundan dolayı bu ülkenin sınır sorunları ve rejim meselesi halledildikten sonra 4 Haziran1920’de Trianon’da imzalandı. Bu barışla Macaristan Presburg bölgesini Çekoslovakya’ya, BosnaHersek’i Yugoslavya’ya, Transilvanya’yı Romanya’ya ve Burgerland’ı Avusturya’ya terk ediyordu. Savaştan önce 330.000 klm. karelik toprağının önemli bir kısmını kaybediyor, 92.000 klm. kare arazisi kalıyor, nüfusu 22 milyondan 7.5 milyona düşüyordu. Önemli endüstri ve tarım alanlarını kaybetti, mecburi askerlik kaldırılıp, ordunun sayısı 35.000 kişiye düşürüldü. Macaristan’da diğer yenilenler gibi savaş tamirat adıyla önemli ekonomik ve mali yüklerin altına girmiş oldu. 1e- Almanya’nın Savaştan Çekilmesi ve Versailles (Versay) Barış Antlaşması Almanya ile Barış Antlaşması bu devletin önemi ve gücü nedeniyle ilk yapılan antlaşma olmuştur. 28 Haziran 1919’da Fransa’nın Versailles Sarayında yapılmış, Aynalı Salon adı verilen salonda antlaşma imzalanarak savaşın en güçlü tarafı yenildiğini kabul etmiştir. Antlaşmaya göre; Almanya, Milletler Cemiyetinin varlığını kabul ediyor, Belçika’ya Eupen, Malmedy ve Moresnet’i; Fransa’ya Alsace-Loren’i veriyordu. Saar bölgesini Fransa’ya geçici olarak bırakıyordu. Polonya’ya Ponzan ve Batı Prusya’yı veriyor, böylece de Polonya denize ulaşıyordu. Burada bulunan Danzig serbest şehir 72 oluyor ve buranın yönetimi Milletler Cemiyetine bırakılıyordu. Almanya antlaşma hükümlerine göre Avusturya ile birleşmemeyi taahhüt ediyor, sınırlarını askeri olarak yapılandırılmasını kaldırıyor, Çekoslovakya ve Polonya’nın bağımsızlığını tanıyordu. Almanya, bütün sömürge topraklarını kaybediyor, müttefikleri olan Bulgaristan ve Osmanlı Devletine uygulanacak İtilaf Devletlerinin yaptırımlarını kabul ediyordu. Almanya’da mecburi askerlik kaldırılıyor, Alman ordusunu sayısı 100.000’e indiriliyor ve ağır silah ve donanması İtilaf Devletlerine teslim ediliyordu. Tamirat borçları olarak Almanya’ya önce 56 milyar dolar ödemesi zorunluluğu getirilmiş, daha sonra şartlar göz önüne alınarak bu borç miktarı 33 milyar dolara indirilmiştir. Bu borç yükü 1919’dan sonra Almanya’nın ekonomisini çökertmiş, yeni bir planla daha sonra borç miktarı azaltılmıştı. Avrupa’da korkulan devlet olan Almanya Versay Antlaşması ile dize getirilmiş, özellikle Fransa’nın Almanya’dan korkusu dolayısıyla ağır hükümler içermiştir. Artık Avrupa’da baştan adaletsiz olan “Versay Süreci” başlamıştır. Bu süreç, dünyayı yeni bir savaşa sürükleyecektir. 1f– Osmanlı İmparatorluğunun Savaştan Çekilmesi, Mondros Ateşkes Antlaşması ve İşgaller Osmanlı Orduları Rusya’nın savaştan çekilmesinden sonra doğu cephesinde ilerlerken güneyde İngilizler ilerliyordu. Ayrıca Batıda İtilaf Devletleri hızla ilerleyerek Bulgaristan’ı çökerterek savaştan çekilmesini sağlamışlar ve Trakya işgal edilme durumu ile karşı karşıya idi. Almanya ile bağlantı kopmuş ve askeri malzemeler önemli ölçüde tükenmiş, Almanya’dan gerekli yardımlarda alınamadığı için savaştan çekilmenin uygun olacağı görüşü kabul edildi. Yapılan müzakerelerden sonra 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması ile savaş durumuna son verildi. Özellikle Osmanlı yöneticileri Wilson İlkelerinin uygulanacağı ve adil bir barışın önkoşulunu yerine getirileceğini sanarak bu antlaşmayı imzalamışlar ama beklentileri gerçekleşmemiştir. Osmanlı İmparatorluğunun siyasi tarihten fiilen çekilmesi anlamına gelen bu antlaşmanın uygulanmasına hemen başlandı. 25 maddeden oluşan antlaşmanın maddeleri şunlardır; 73 1 Çanakkale ve Karadeniz Boğazlarının açılması, Karadeniz’e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz İstihkamlarının İtilaf Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır. 2 - Osmanlı sularında bütün torpil tarlaları ile torpido kovan mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için yardım edilecektir. 3 - Karadeniz torpilleri hakkında bilgi verilecektir. 4 - İtilaf Devletlerinin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız şartsız İstanbul’da teslim olunacaktır. 5 - Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı Ordusu derhal terhis (salıverme) edilecektir. 6 - Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı liman ve limanlarında tutuklu bulundurulacaktır 7- İtilaf Devletleri güvenliklerini tehdit edece bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi önemli askeri noktayı işgal hakkına haiz olacaktır. 8 - Osmanlı demiryollarından, İtilaf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı ticaret gemileri müttefiklerin hizmetinde olacaklardır. 9- İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane vasıtalardan istifade edeceklerdir. ve limanlarındaki 10 - Toros tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır. 11 - İran içlerinde ve Kafkasya’da bulunan Osmanlı kuvvetleri işgal ettikleri yerlerden geri çekileceklerdir. 74 12 - Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kablolarının denetimi İtilaf devletlerine geçecektir. 13– Askeri, ticari ve denizle ilgili madde ve malzemelerin tahribi önlenecektir. 14- İtilaf Devletleri kömür, mazot ve yağ maddelerini Türkiye’den temin edeceklerdir.( Bu maddelerin hiçbiri ihraç olunmayacaktır). 15- Bütün demiryolları, İtilaf Devletleri zabıtası tarafından kontrol edilecektir. 16– Hicaz, Asir (komşu bölge), Yemen, Suriye ve Irak’taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletlerinin komutanlarına teslim olunacaktır. 17 – Trablus ve Bingazi’deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olunacaktır. 18- Trablus ve Bingazi’de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim edilecektir. 19- Asker ve sivil Alman ve Avusturya uyruğu(kökenli) bir ay zarfında Osmanlı topraklarını terk edeceklerdir. 20- Gerek askeri teçhizatın teslimine, gerek Osmanlı ordusunun terhisine ve gerekse nakil vasıtalarının İtilaf Devletlerine teslimine dair verilecek herhangi bir emir derhal yerine getirilecektir. İtilaf Devletleri adına bir murahhas(delege-görevli),iaşe nezaretinde çalışarak, bu devletlerin ihtiyaçlarını temin edecek ve isteyeceği her malûmat(bilgi) kendisine verilecektir. 21- 75 Osmanlı harp esirleri, İtilaf Devletleri yanında saklı kalacaktır. 23- Osmanlı Devleti Merkezi Devletlerle( İttifak Devletleri) olan bütün ilişkilerini tamamen kesecektir. 22- 24- Altı vilayet adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa, bu vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkına İtilaf Devletleri haiz bulunacaktır. Ateşkes antlaşmasının son maddesi de antlaşmanın imza tarihi ve silahlı çatışmanın kesildiğini bildirmektedir. 24. maddedeki hükümler, doğu bölgesinde İngiltere’nin kendi emellerine hizmet edecek bir Ermenistan’a bağlanacak toprakların içine girecek Türk vilayetlerini kapsamaktaydı. Daha sonra Osmanlı Devletine imzalattırılacak olan Sevr Barış Antlaşmasında bu açıkça vurgulanmıştır. Osmanlı devleti bu belgeyi imzalamakla I. Dünya Savaşına girmenin bedelini ödemeye başlıyor, Osmanlı topraklarının ve halkının istila ve esaret altına girmesini de kolaylaştırmış oluyordu. İtilaf Devletleri hiç vakit geçirmeden daha önce hazırladıkları gizli anlaşmaları uygulamaya başladılar. Antlaşmanın hükümlerine göre Osmanlı topraklarına girmeye başladılar. 6 Kasım’da Çanakkale’ye gelen bir İngiliz heyeti yapılan anlaşma ile Boğazlar İngilizlere teslim edildi. İngilizler Çanakkale, Musul, Batum, Antep, Konya, Maraş, Bilecik,Samsun, Merzifon, Urfa ve Kars’ı işgal ettiler. Anlaşma Devletleri filosu da 13 Kasım 1918’de İstanbul’a demirledi. Bu filoda İngilizlerin verdikleri sözlere rağmen Yunan gemileri de vardı. Fransızlar ise Trakya demiryolunun önemli istasyonlarını, Dörtyol, Mersin, Adana ve Afyon istasyonlarını işgal ettiler. İtalyanlar önce pasif kaldılarsa da Yunanistan’ın lehine siyasal gelişmeleri görünce Antalya, Kuşadası, Bodrum, Fethiye ve Marmaris’i işgal etiler. Konya ve Akşehir’e de birlikler yolladılar. Ermeniler kendilerine verilen vaatlere göre, bekledikleri fırsatın çıkmış olduğunu görerek Fransız kuvvetleriyle birlikte Güney bölgelerindeki Kozan, Osmaniye, Mersin ve Adana’ya girdiler. Kurdukları alaylarla Doğu Anadolu’ya yayılmaya ve bölge halkına baskı ve yıldırma faaliyetlerine giriştiler. Bu işgallere daha sonra, 1919’da Paris Antlaşmasında Batı Anadolu üzerinde tarihi, etnik ve coğrafi olarak bağlantıları olduğunu 76 iddia eden, bu bölgelerde Rum çoğunluğu bulunduğunu ve bunların hak ve mevcudiyetlerinin kendileri tarafında korunması gerektiğini savunan Yunanistan, İngiltere’nin onayı ile 15 Mayıs 1915’de İzmir’e asker çıkararak katıldı. Bu uygulama karşısında Osmanlı hükümeti gerekli direnci de gösteremedi. Bu gelişme İtilaf Devletleri arasının da açılmasına sebep olmuştur. İtalya’ya önceden vaat edilen bu yerler Yunanistan’a verilince İtalya bu duruma razı olmadı fakat İngiltere’yi Fransa’nın desteklemesi üzerine daha ileri gidemedi. İtalya bu dönem sonrası ve Milli Mücadele Döneminde Türklerle ile olan ilişkilerinde, sertlik ve baskı politikası uygulamayıp, dolaylı olarak Türkleri desteklemiş oldu. Osmanlı hükümetinin seyirci kaldığı işgallere Türk halkı seyirci kalmadı, askerler, çeteciler ve sivil halk Bergama, Ödemiş, Ayvalık ve Aydında Yunan ordusuyla şiddetli çarpışmalara başladılar. Yunanlılar bu arada Batı ve Doğu Trakya’ya da işgale başladılar. I. Dünya savaşı sonrasında fiilen yok olan Osmanlı Devleti, artık yıllardır beklenen mirasın paylaştırılması ile hukuken de ortadan kaldırılacak, bir daha bu bölgede güçlü bir devletin kurulmasına izin verilmeyecekti. Ancak İzmir’in işgali, Anadolu’da ihtilalin doğmasını çabuklaştırdı ve savaşın gerçek cephesini ve savaşılacak düşmanı da belirledi. 77 ÖZET Birinci Dünya Savaşı sonrasında yenilen Almanya ve müttefiklerine ağır şartlarda Barış antlaşmaları imzalatılmış, anlaşmalarla Avrupa ve Ortadoğu’da galip devletlerin çıkar ve amaçları doğrultusunda siyasal ve askeri oluşumlar meydana getirilmiştir. Savaş sonrasında Almanya’ya imzalatılan Versay Barış Antlaşması ile Avrupa’nın yeni düzeni, Osmanlılara imzalattırılana Mondros ve Sevr Antlaşmaları ile Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’in yeni düzeni oluşturulmak istenmiştir. Savaş sonrasında Dünya üzerinde dengeleri değiştirecek A.B.D. Sovyetler Birliği ve Uzak doğuda Japonya gibi yeni güçler aktif hale geleceklerdir. Savaştan sonra Paris Barış Konferansında temeli oluşturulan Milletler Cemiyeti de yine büyük devletlerin güdümüne girecektir. Türk toprakları Mondros Ateşkes Antlaşması ile paylaşılmaya başlanacak, özellikle Türk Devletinin hakimiyetine tamamen son verilmesi planı uygulanmaya başlanacaktır. Bu uygulamaya özellikle İngiltere öncülük edecek diğer işgalci unsurları yönlendirecektir. Osmanlı Devletinin yöneticilerinin bu gelişmeler karşısındaki sessizliği yeni gelişmeleri ve Türk Halkının kendi geleceği konusunda yeni çözüm yolları aramasına sebep olacak ve bu gelişmeler Türk İnkılâbının aksiyon döneminde gerçekleşen Türk Bağımsızlık Savaşını başlatacaktır. 78 ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI 1- Birinci Dünya Savaşının sonrasındaki genel siyasi durum için aşağıdakilerden hangi seçenek doğru değildir? a) Galip devletler kendi çıkarlarına uygun bir siyasal yapı oluşturmuşlardır. b) Özellikle Almanya ve Osmanlı Devleti üzerinde ağır bir baskı politikası uygulamışlardır. c) Ortadoğu Bölgesi özellikle İngiltere’nin isteği doğrultusunda şekillenmiştir. d) Fransa Almanya üzerindeki baskı kurma politikasından vazgeçmiştir. e) Dünya Barışına katkı sağlamak amacıyla Milletler Cemiyeti kurulmuştur. 2- Osmanlı Devletine imzalatılan Mondros Ateşkes Antlaşmasının maddeleri incelendiğinde verilen seçeneklerden hangisi doğru olamaz? a) Osmanlı Devletinin siyasal hakimiyeti ve iradesi güçlendirilmek istenilmektedir. b) Batı Anadolu ve Doğu Anadolu’da azınlıkların hakları bahanesiyle İngiltere’nin güdümünde devletlerin kurulması amaçlanmıştır. c) Türk askeri gücü tamamen kontrol altına alınması amaçlanmaktadır. d) Bölgedeki Batılı Devletlerin çıkarlarına uygun bir siyasal oluşum amaçlanmaktadır. e) I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Hükümetinin tek taraflı olarak kaldırdığı Kapitülasyonların getirdiği ekonomik kazançlar yeniden oluşturulmak istenmektedir. 79 3– Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra İşgal edilen bölgeler ve işgal eden devletlerin verildiği eşleştirme seçeneğinde hangisi doğru değildir? a) Adana, Antep, Mersin _____________ Fransa b) İzmir, Edirne, Uşak _____________ Yunanistan c) Konya, Antalya, Kuşadası _____________ İtalya d) Musul, Samsun, Merzifon ______________ İngiltere e) Tekirdağ, Bursa, Kars ______________ Fransa 4 - Aşağıda verilen cümledeki boşluğa uygun sözcüğü yazınız. Mondros Ateşkes Antlaşmasını 24. Maddesi ile Doğu Anadolu bölgesindeki altı il ……………………..’a bağlanmak istenmektedir. 5 – Yunanistan’ın Batı Anadolu’ya yerleştirilmek istenmesi ve bunun içinde asılsız olarak Rum çoğunluğu olduğu iddiasına dayandırılması politikasını en çok destekleyen İtilaf Devleti hangisidir? a) Amerika Birleşik Devletleri b) İtalya c) İngiltere d) Rusya e) Fransa 80 VI. ÜNİTE MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASINDAN SONRA GENEL DURUM ÜNİTENİN İŞLENİŞİ * * * * * * * Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra ülkede genel durum nasıl olmuştur? İtilaf Devletlerinin desteğinde bulunan azınlıklarına faaliyetleri nelerdir? Ülkenin geleceğine ilişkin Türk Halkı ve Osmanlı Hükümeti ne gibi farklı düşünceceler sahiptir? Azınlıkların kurdukları ve Milli bütünlüğe zararlı olan cemiyetler ve kuruluşlar hangileridir? Bunların faaliyetleri neler olmuştur? Türkler ve Müslüman unsurlar tarafından kurulan ve milli bütünlüğe zararlı olan cemiyet ve kuruluşların isimleri nelerdir? Niçin bu cemiyetler ulusal davayı desteklememekte, ülkenin geleceğine ilişkin farklı çözüm yolları istemektedirler? Mili Davayı destekleyen Cemiyet ve kuruluşlar hangileridir? Bu kuruluşların Milli Mücadeleye katkıları neler olmuştur? Kuvay-ı Milliye Hareketi nedir? Milli davayı destekleyen cemiyetlere hangi konularda destek vermiştir? ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR Ünite içinde özellikle Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra genel durum yukarıdaki sorulan cevapları içinde açıklanacak, ülkenin işgali ve uygulamalarına karşı devlet otoritesinin kalmaması dolayısıyla ülkenin geleceğine ilişkin örgütlenmeler ve faaliyet biçimleri değerlendirilecektir. Özellikle Osmanlı Hükümetinin Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra siyasi otoritesini tamamen kaybettiğini, bu otorite boşluğunun ve ülkenin geleceğine ilişkin halk üzerinde bıraktığı etkinin neler olduğuna dikkat ediniz. 81 ÜNİTE VI İÇİNDEKİLER Mondros 82 Ateşkes Antlaşmasından Sonra Genel Durum Rumların Faaliyetleri ve Cemiyetler Ermenilerin Faaliyetleri ve Cemiyetler Yahudilerin Faaliyetleri ve Cemiyetleri Milli Varlığa Zararlı Cemiyetler Milli Cemiyetler Özet Ünite Değerlendirme Soruları 1 – MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASINDAN SONRA GENEL DURUM Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmasından sonra ülkede ilk olarak olumlu gelişmelerin olacağı hükümet tarafından resmi olarak söylenmiş, savaşa yol açan İttihat ve Terakki Partisi kapatılmış, parti liderleri ve üyeleri tutuklanmış veya yurt dışına gitmişler, bu açıdan, İtilaf Devletlerinin mevcut hükümete ve padişaha iyi davranacağı düşüncesi yöneticiler arasında yaygındı. Mondros Ateşkes Antlaşmasının sonucu olarak oluşan otorite boşluğu milliyetçilik hareketlerinden etkilenen ve önceden vaatler verilen azınlıklara büyük bir fırsat vermiştir. Türklerle beraber yaşayan ve bütün haklardan faydalanan azınlıklar kısa zamanda örgütlenerek Yunanistan, Fransa ve İngiltere’nin koruculuğunda Türk topraklarını paylaşmak için harekete geçtiler. Antlaşma hükümlerini iyi niyetle yorumlamak isteyen İstanbul’daki Osmanlı hükümetinin tersine özellikle Anadolu’da olup bitenler başta Mustafa Kemal Paşa gibi vatanperver devlet adamlarının gözünden kaçmamış, ülkeyi karanlık günlerin beklediği ve yeni bir dönemin başlayacağı birçok kez ifade edilmiştir; “… İtilaf Devletleri, Ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, İtilaf donanmaları ve İstanbul’da. Adana iline Fransızlar; Urfa, Maraş, Anteb’e İngilizler girmişler. Antalya ve Konya’da İtalyan birlikleri, Merzifon’la Samsunda İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı devletlerin subay ve memurları ve özel adamları çalışmakta. Daha sonra, sözümüze başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da İtilaf Devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkarılıyor. Bundan başka, yurdun dört bir bucağında Hıristiyan azınlıklar, gizli, açık, özel istek ve amaçlarının elde edilmesine, devletin bir an önce çökmesine çalışıyorlar…” Özelikle Wilson prensipleri gereğince azınlık faaliyetlerinin hızlandığı görülür, faaliyetler içinde en göze çarpan, siyasal amaçlarını kurdukları gizli veya açık cemiyetlerle yürütme girişimleridir. Ülkenin otorite boşluğundan faydalanarak oluşturulan 83 azınlık cemiyetleri, milli davaya olumsuz ve ayrılıkçı etkiler yapmış, özellikle işgalci devletlerle her aşamada işbirliği yapmışlardır. Bu azınlıklar içinde özellikle Rumlar ve Ermeniler, aktif olarak faaliyette bulunmuşlar, cemiyet örgütlenmelerini şehirlere, eğitim kurumlarına, kiliselere ve köylere kadar yaygınlaştırmışlar, işgalci devletlerin ülkeyi işgal etmeleri ve kendi lehlerine düzenlemeler yapmalarını, Anadolu ve Rumeli üzerinde toprak taleplerini bu vasıta ile gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Bunun dışında milli amaçlara tamamen karşıt, Osmanlıcı ve Hilafet taraftarı program ve görüşleri olan Anadolu’ya karşı olan cemiyetlerde oluşturulmuş, genellikle I. Dünya Savaşı sonrasında İttifak ve Terakki Partisinin kapatılması sonrasında, iktidara gelen Hürriyet ve İtilaf Fırkasının etrafında toplanan bu cemiyetler, işgal devletlerinin projelerine direk veya dolaylı destek vermişlerdir. A – RUMLARIN FAALİYETLERİ ve CEMİYETLERİ Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra özellikle Rumları faaliyetlerinin yoğunlaştığı, Yunanistan’ın İzmir ve Trakya’yı işgali ile beraber Cemiyet çalışmalarının daha da açığa çıktığı görülür. Bu faaliyetlerin merkezinde İstanbul’daki Ortodoks Rum Patrikhanesinin olduğu görülür. Ayasofya Kilisesini yeniden açma faaliyetleri, Yunanistan’ın Averof gemisinin adeta Rumların kutsal bir ziyaret yeri haline getirilmesi, Ayasofya etrafındaki mekanların Rumlar tarafından satın alınmak istenmesi bu yönde girişimler olmuştur. Rumların özellikle Mavri Mira ve Pontus Rum Cemiyeti adıyla bilinen iki cemiyetinin ön plana çıktığı görülür. Aa – Mavri Mira Cemiyeti Mavri Mira Cemiyetinin amacı, İstanbul, Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan’a bağlamanın zeminini hazırlamaktı. Patrikhane, din adamları ve Yunan hükümeti destekli bu cemiyet, silahlı çeteler oluşturarak terör hareketlerine girişmişti. Türkiye’ye göçmen olarak gelen Rumlara insani yardım adı altında Yunan hükümeti, Yunan Kızılhaçı vasıtasıyla bu çetelere silah ve cephane 84 sevk ediyordu. Mavri Miraya bağlı Rum Çeteciler Marmara ve Ege bölgesindeki Türk halkına her türlü baskı ve yıldırma faaliyetlerini uygulayarak Türkleri başka bölgelere göçe zorlamak ve gelecekte bölgede Rum çoğunluğu olduğunu ve bu bölgelerin Yunanistan’a ilhak edilmesine çalışmaktaydılar. Ab - Pontus Rum Cemiyeti Rum çetelerinin en iyi teşkilatlanmışı ve en tehlikelisi, İstanbul’daki Pontus Cemiyeti tarafından idare edilenleriydi. Pontusçu Rumların amaçları ise, Batum’dan İnebolu’ya, Gümüşhane’den Amasya’ya kadar Karadeniz kıyıları ile daha iç kesimdeki illeri içine alan coğrafyada bir Pontus Rum Devleti kurmak ve daha sonra buraları da Yunanistan’la birleştirmekti. Karadeniz Bölgesine yaşayan Rum Gençlerinde, Pontusçuluk fikrinin oluşmasında Merzifon Amerikan Kolejinin rolü olmuştur. Pontus çeteleri Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon gibi sahil şehirleriyle, bu şehirlere bağlı diğer yerleşim birimlerinde ve iç kesimlerde ki il, ilçe ve köylerde Mavri Mira çetelerinin yaptığı eylemlere benzer eylemler yapmaya başladılar.. 1919 yılının sonlarında faaliyetlerini Anadolu’da sürdürmekte olan küçüklü büyüklü bütün Rum teşekkülleri Mavri Mira Cemiyetinin çatısı altında birleştirildi Aralarında iş bölümü yapılarak, 85 “Yunan Megalo İdeası” doğrultusunda faaliyetlerine hız verdiler. Pontusçu örgütler 1920 yılı sonlarında doğru çalışmalarını daha da arttırmışlar, özellikle Doğu Karadeniz eylemlerini hızlandırmışlar, Milli mücadele sırasında Sivas’ta bulunan Üçüncü ordu ve Erzurum’daki On Beşinci Kolordu birlikleri, bu örgüt üyelerini her yarde takip etmiştir. Çetelerin sayısının önce 6000 – 7000 arası olduğu ve daha sonrada 25.000’i bulduğu Atatürk’ün Nutuk’unda ifade edilmesi ve Pontus sorunun özellikle vurgulaması bu örgütün Türk Milli Mücadelesine de ne kadar büyük zarar verdiğinin kanıtıdır. B- ERMENİLERİN FAALİYETLERİ ve CEMİYETLERİ Ermeniler, Osmanlı imparatorluğu içinde Türklerle iç içe yaşayan ve her açıdan azınlıklar arsasında en ayrıcalıklı haklara sahip bir toplum iken,19. yüzyıldaki gelişen milliyetçilik hareketleri ve Rusya, İngiltere, Fransa gibi bölge politikasında etkili olmak isteyen devletlerin kışkırtma ve destekleriyle bir Ermenistan kurma ideali Ermeni kilisesi tarafında da desteklenerek geliştirilmiştir. Daha önce Osmanlı tebaası içinde en uyumlu ve itaatkar olan, Osmanlı toplum yapısı içinde refah seviyesi yüksek olan Ermenilerin, 1860’lardan itibaren önce gizli örgütlenmeler, daha sonra siyasal partiler oluşturarak Osmanlı ülkesinde birçok ayaklanma, terör ve yasadışı faaliyetlere katılmışlardır. Şüphesiz ki bu ayaklanma ve faaliyetlerde Rusya ve İngiltere’nin desteği olmuş, zamanla Osmanlı ülkesinde bir Ermeni Sorununu diğer azınlıklarda olduğu gibi resmi hale getirmişlerdir. Ermeni Kiliseleri de bu hareketleri el altından destekleyerek Osmanlı Devletinin güvenlik ve toprak bütünlüğünü parçalamaya yönelik faaliyetlere destek olmuşlardır. 1877 – 1878 Osmanlı- Rus savaşında Ermeniler, tamamen Rus askeri planına uygun hareket etmişler, Rus ordusuna her türlü desteği vermişlerdir. Rusya ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile ilk kez Ermenilerin lehine ıslahat yapılması kararlaştırılmıştır. Daha sonra bu antlaşmanın yerine imzalanan Berlin Antlaşmasında Ermenilerin lehine ıslahat yapılması maddesi kondu. Böylece Ermeni Sorunu, Uluslararası resmi Diplomasinin konusu haline geldi. İngiltere, bu dönemden sonra Ermeni meselesine kendi çıkarlarına uygun bir anlayışla sahip çıktı. Savaştan sonra Ermenilerin, Rusya ve İngiltere tarafından yardım ve himaye görmeleri devam etti. Ermeniler, Doğu Anadolu bölgesinde örgütlenme faaliyetlerine devam ettiler, buralarda Araratlılar, Mektep Sevenler, Kara Has, Anavatan Müdafileri gibi 86 değişik isimlerle teşkilatlanarak propagandalar yaptılar. Bunlardan daha radikal Ermeni teşkilatları olarak 1885’de Armenekon Partisi, 1887’de İsviçre’de Hınçak Komitesi ve kısa bir süre sonrada Hınçak Komitesinden ayrılarak Kafkasya’da Taşnaksutyun (Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği) kurulmuştur. Taşnak Komitesinin 1892’de yaptığı toplantısında Türkiye’deki Ermenilerin; silahlı eğitim yapması, ileri gelen Türk Devlet Adamlarına suikast tertip etmeleri ve büyük bir silahlı ayaklanma için hazırlıklar yapmaları kararlaştırıldı. Bir süre sonra Ermeniler toplantıda alınan kararları uygulamaya başladılar, İstanbul ve Anadolu’nun değişik yerlerinde olaylar çıkarttılar. Osmanlı Hükümetleri Ermeni olaylarına karşı gerekli önlemleri aldı, ama bu kez Rusya ve Avrupa’nın değişik devletleri Osmanlı devletini aldığı önlemleri baskı ve hatta soykırım gibi algılanmış ve 1895’de Osmanlı Devletine İngiltere, Rusya ve Fransa tarafından muhtıra verilmiştir. Fakat Osmanlı Devletinin kararlı tutumu sonunda bu diplomatik gerginlik önlenince Ermeniler Büyük Devletlerin dikkatini çekmek ve müdahalesini sağlamak amacıyla Bab-ı Ali’ye yürümek, 1896’da Osmanlı Baskını olaylarını İstanbul’da gerçekleştirdiler. Anadolu’da 1904 Sason İsyanı ve yine İstanbul’da 25 Temmuz 1905’de Yıldız Suikastı olarak bilinen Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’e bombalı suikast girişimi Ermenilerin ülkenin aleyhine yapabileceklerinin sınırı hakkında bilgi vermiştir. Suikastçılar yakalanarak cezalandırılınca Ermeniler olayları uluslararası alanlara aktardılar. II. Meşrutiyet Döneminde, İttihat ve Terakki partisi Ermenilere karşı ılımlı politika uygulamasına rağmen Ermeniler, temel amaçlarından vazgeçmediler. Meşrutiyetin getirdiği hürriyet atmosferine rağmen, bu durumu kendi çıkarlarına uygun bir fırsat olarak olaylar çıkarmaya devam ettiler. 14 Nisan 1909’da Adana’da başlayan Ermeni ayaklanması ve Türklerin kendi can ve mal emniyetini korumak için karşı koymalarını basın ve diplomasi yoluyla Avrupa’ya yanlış şekilde naklettiler. Bu gelişmeler sonunda Ermeni Meselesi tekrar iç ve dış kamuoyunun gündemine geldi. Ermeniler bu ideallerinden vazgeçmeyeceklerini özellikle aşırı uçlar olan Taşnak ve Hınçak örgütlerinin birçok toplantılarında belirtmişlerdir. Bu amaçla, I. Dünya Savaşında tamamen fırsatı değerlendirip, özellikle Doğu Anadolu ve güney bölgelerinde kitlesel eylemlere ve Osmanlı Ordusunu karşısında bulunan ülkelerin askeri hareketlerine katıldılar. Ermeniler, Bitlis, Muş, ve Van’da 1915 Bahar aylarında özellikle Osmanlı Kafkas kuvvetlerinin muharebeleri kaybederek 87 çekilmesi üzerine büyük olaylar ve Müslüman halkın yok edilmesine yönelik terör ve baskın hareketlerine katıldılar. Özellikle Van’da hakimiyeti ele geçiren Ermeniler burada geçici bir yönetim kurdular. Osmanlı hükümeti birçok uyarılar yapmasına rağmen, Ermeniler devlet ve askeri sisteme karşı ciddi bir tehdit olmayı sürdürmeleri üzerine devlet ayaklanmalar katılanları 24 Nisan 1915’de çıkan kovuşturma emriyle tutuklamaya, cephenin güvenliğini sağlamak için 27 Mayıs 1915’de Sevk ve İsyan Kararı çıkararak uygulamış ve Doğu Anadolu başta olmak üzere birçok bölgeden Ermeniler, devletin gözetim ve uygulaması altında güneyde bulunan Urfa, Musul ve Suriye bölgelerine göç ettirilmişlerdir. Savaşın getirdiği olumsuz koşullar ve güvenlik nedeniyle bütün tarih boyunca bir çok devletin yaptığı bu uygulama ve devamında meydana gelen gelişmeler, bugüne asılsız iddialara neden olmakta ve Türkiye’yi haksız ithamlara muhatap etmektedir. Ermenilerin yaptıklarını görmezlikten gelen ve geleneksel Türkiye karşıtı politikalarını sürdüren Batı Dünyası, bu konuları istismar etmekten geri kalmamış, Ermenilerin asılsız ve maksatlı tezlerini kendi emelleriyle de birleştirerek insanlık suçu olan teröre göz yummuşlardır. I. Dünya savaşının kaybedilmesi ile devlet otoritesinin kalmadığı Anadolu’da Ermeniler, yine Türk halkına başta Doğu Anadolu başta olmak üzere bir çok terör ve yıldırma hareketlerine girişmişler, Mondros Ateşkes Antlaşmasının ilgili maddesine dayanarak Ermenistan sınırlarının genişletme için bu zararlı cemiyetlerin faaliyetleri devam etmiştir. C– YAHUDİLERİN FAALİYETLERİ ve CEMİYETLERİ Kendilerine her felaketli dönemde kucak açan Türklere karşı Yahudilerin bir bölümü dost davranmamış, onlarda Rumlarla işbirliği yapmışlardır. İstanbul’daki Hahamhane, Patrikhane ile çalışmayı prensip olarak kabul etmiş ve barış konferansına verilmek üzere adı geçen müessese ile birlikte muhtıra hazırlamaya başlamıştı.. Yahudiler kendi ideallerindeki Filistin toprakları artık İtilaf Devletlerinin egemenliği altında olduğu için toprak Osmanlı Devletinden toprak talebinde bulunmuyorlar, ancak Anadolu ve İstanbul’daki ve ticari ve ekonomik çıkarları doğrultusunda faaliyetlerini, kurdukları Makabi ve 88 İstanbullu Yahudi Gençliğinin katıldığı Alyans İsrailit örgütleri vasıtasıyla sürdürmek istemişlerdir. D – MİLLİ VARLIĞA ZARARLI CEMİYETLER Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra ülkede bulunun aydınlar, değişik etnik grupların liderleri, devlet adamları ve siyasetçiler arasında ülkenin geleceğine ilişkin farklı görüşler ortaya çıkmış, bu görüşler ve mevcut ortamın uygunluğu dolayısıyla değişik örgütler kurarak kendi görüşlerini kabul ettirmeye çalıştılar. Bu örgütlenmelerin içinde Milli Mücadele ve ulusal birliğe zararlı olan cemiyetler, ülkenin geleceğine ilişkin olumsuz kararlar vermişlerdir. Bu cemiyetler, Osmanlı saltanat ve hilafetinin devamı için büyük devletlerin mandasını isteyip, onlarla işbirliği gerektiğini savunabiliyorlar, ülkede otoritenin kalmadığını görerek ülkenin belli bir bölgesinde yeni bir devlet kurulmasını talep edebiliyorlardı. Bu cemiyetler içinde ön planda olanlar şunlardır ; Da - İngiliz Muhipler Cemiyeti Özellikle Osmanlı hükümetindeki ileri gelen devlet adamları, İngiltere’nin gelecekteki hakim devlet olarak Osmanlı ülkesini koruyabileceği ve İngiliz Mandasının ülkenin geleceğini kurtaracağına inanıyor, bu çerçevede örgütlenerek İngilizlere seslerini duyurabileceklerini düşünüyorlardı.Bu düşüncede bulunanlar İngiliz Muhipler(Sevenler) Cemiyetini kurarak üye sayısını ülke genelinde arttırmaya çalıştılar. Bu cemiyetin kurucu üyesi ve destekçisi olan Damat Ferit Paşa 30 Mart 1919’da İngiliz Yüksek Komiserliğine sunduğu rapor ve proje ile resmen himaye talebimde bulundu. İlginç olan İngiliz hükümeti bu talebi ciddiye almamış, Osmanlı Devletinin İngiltere himayesine girmesine sıcak bakmamışlardır. Durum böyle iken Osmanlı Hükümet temsilcileri isteklerine devam etmişlerdir. Bu cemiyet Anadolu’daki milli dava hareketine de karşı olmuş, bu hareketin ülkeyi daha da güç şartlara düşüreceğini söylemişlerdir. Bu anlayışa bağlı olarak milli davaya Anadolu’daki karşıt fikirleri harekete geçirmek,ulusal bilinci yok etmeye çalışmak, yabancı devletlerin işe karışmasını sağlamak cemiyetin hedefleri arasında olmuştur. 89 Db – Wilson Prensipleri Cemiyeti Bu cemiyete özellikle tek kurtuluş yolunun manda ve himaye anlayışında olduğunu savunanlar üye olmuşlar, İngiltere ile geçmişteki ilişkilerin olumsuz olduğunu, Amerika Birleşik Devletleri ile tarihi süreç içinde herhangi bir sorun olmadığını, Wilson prensiplerinin ülkenin geleceği açısından olumlu olabileceği görüşünü taşıyan kişiler üye olmuş ve özellikle aydınlar katılmışlardır. Ayrıca cemiyet üyeleri cemiyetin amaçlarını içeren birde belge ve muhtırayı A.B.D. başkanı Wilson’a göndererek, bu ülkenin kendilerin himaye etmesine kapı aralamışlardır. Fakat A.B.D.’nin kendi ülkesindeki Ermenilerin girişimleriyle Ermenilerin lehine yaptıkları faaliyetler ve aldıkları kararlar cemiyeti etkilemiş, üyeler özellikle Sivas Kongresinde Atatürk’ün görüşlerine karşı çaba sarf etmişlerdir. Dc – Sulh ve Selamet-i Osmaniye Cemiyeti Bu cemiyette tamamen halife ve Osmanlı Saltanatın devam etmesini gerektiğini savunan ülkenin geleceğinin buna bağlı olduğunu iddia eden bu cemiyet pek etkili olamasa da amaçları ve kitlelere verdiği mesajlar bakımından ulusal davayı kabul etmemiş, İslâm Teali gibi cemiyetlerle de İstanbul ve Anadolu’nun bir çok yerinde işbirliği ve ortak faaliyetlerde bulunmuştur. Bu örgütün üyeleri arasında kabine üyelerini ve askerlerin bulunması da mücadelenin öneminin anlaşılması açısından dikkat çekicidir. Dd- Kürt Teali Cemiyeti Osmanlı Meclis–Mebusan üyesi olan Seyit Abdülkadir tarafından kurulan bu cemiyet Wilson prensiplerine göre Kürdistan devletinin kurulmasını, özellikle güney ve doğu Anadolu’da İngiltere’nin ciddi bir şekilde desteklediği “Kürtçülük” hareketini destekleyerek, milli davaya zararlı faaliyetlerde bulunmuştur. İstanbul’da kurulan cemiyet güney ve doğu Anadolu’da şubeler kurarak faaliyetini sürdürmüş, Paris Barış Konferansında Mart 1919’da İngiltere’nin desteğinde bir muhtıra sunarak, bölgeye ait birde kürdistan haritası sunmuşlardır. Yine aynı konferansta, Ermenilerle işbirliği içeren karar ve ikili antlaşmaları yapması bu cemiyetin ayrılıkçı karakteri hakkında tarihsel bilgileri vermiştir. Fakat bölgedeki halkın bu harekete destek vermemesi ve İngiltere’nin bu oyununu görmesi ve Milli Mücadele döneminde tüm ülkeyle beraber hareket etmesi bu cemiyetin ayrıklıkçı karakteri dolayısıyla etkili olamadığını göstermiştir. 90 De – Teali-i İslâm Cemiyeti Teali-i İslâm Cemiyeti kuruluş bildirisinde de görüldüğü gibi kesin çizgilerle Hilafetçi bir karakter taşımakta, ümmetçi bir siyasi ve ideoloji oluşumu desteklemektedir. İstanbul’da kurulmasına rağmen örgütlenmesinin Anadolu’da yaygınlaştırarak özellikle Padişah ve Halifenin haricinde izlenecek yolu dinsel duyguları da kullanarak reddetmişler, İstanbul’da hükümeti elinde bulunduran “Hürriyet ve İtilaf Fırkasının” paralelinde propaganda yaparak T.B.M.M.’ne karşı ayaklanmalarda öncü olmuştur. Ulemanın ve medresenin desteğini sağladığı için bu cemiyet, yeni kurulan Türk Devletinin şeklinin dinen uygun bir oluşum olmadığını da ifade ederek siyasal olarak karşısında olduğunu açıkça söylemiştir. Cemiyet özellikle, propagandalarında eski hükümeti temsil eden İttihat ve Terakki Partine karşı yoğun suçlamalarda bulunmuş, suçlamalarında bu siyasal oluşumların dine karşı olduğunu, benzeri yapısının yeni kurulan Anadolu’daki Milli Hükümette de bulunduğunu belirtmiş, bu davayı destekleyenleri de suçlama yoluna gitmiştir. E– MİLLİ CEMİYETLER Ülkenin içinde bulunduğu durum ve Osmanlı Devlet otoritesinin kalmaması, ulusun kendi geleceğini kendisinin vereceği kararlar ve uygulamalarla sağlayacağı gerçeğini ortaya çıkartmış, bununda örgütlü ve ulusal birliği sağlama alanında faaliyetlerin yoğunlaşmasını doğurmuştur. Türklerde var olan teşkilatlanma ve yeni bir devlet örgütlenmesi geleneği tarihi süreç içinde yeniden oluşacak ve bir liderin etrafında toplanarak ulus geleceğine sahip çıkacak ve Türk inkılâbının aksiyon devresi, Bağımsızlık Savaşı adı verilen silahlı mücadele dönemi başlayacaktı. Bunun ilk aşaması olarak bütün zor koşullarda bile olsa örgütlenme faaliyetleri başlamış, örgütlenme silahsız sivil toplum örgütleri şeklinde olurken, işgal bölgelerinin belli yerlerinde ise silahlı örgütler olan ve “Kuvay-ı Milliye” adı verilen direniş örgütleri şeklinde olmuş ve milli direniş hareketinin başlamasına öncülük etmiştir. Bu örgütlenme biçimi ve hedefi sadece işgale karşı değil, Osmanlı Hükümetlerinin uygulamalarına karşıda ihtilal şeklinde gelişmiştir. Kurulan cemiyetler bölgesel olarak milli mücadelenin altyapısını oluşturarak, daha sonra Mustafa Kemal Paşanın liderliğini üstleneceği Milli Devletin kuruluşuna da zemin hazırlamışlardır. 91 Ea - Milli Kongre Cemiyeti Türkçülük fikrini ve Türk milliyet5çiliğinin hareketini benimseyen Milli Talim ve Terbiye Cemiyeti üyeleri tarafından 29 Kasım 1918’de İstanbul’da kurulmuştur. Bir çeşit dernekler konfederasyonu oluşturmak isteyen cemiyet İstanbul’daki özellikle genç ve milli davayı destekleyen gruplar üzerinde etkili olmuş, zaman zaman eski İttihatçı gruplarla da işbirliği yapmıştır. Cemiyetin etkili olduğu bölgenin özellikle İstanbul olması, bu bölgenin asılsız iddialarda olduğu gibi başka etnik grupların değil, tam tersine Türklerin hakim olduğu gerçeğini basın yayın ve propaganda yöntemleriyle anlatmaları etkili olmuş, özellikle İstanbul’daki milli heyecanı arttırmıştır. Cemiyet sadece ülkedeki Türkiye’deki Türklerin değil bütün dünyadaki Türklerin asılsız ve haksız ithamlara maruz kaldığını yabancı dillerle yayınlarla değişik eserlerle anlatmışlardır. Milli Kongre Cemiyeti, son Osmanlı Parlamentosunda kabul edilen Misak-ı Milli kararlarının fikir bakımından katkıda bulunmuştur. Eb – Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuku Heyeti Osmaniye Cemiyeti Edirne merkezli olarak kurulan bu cemiyet, savaştan sonra bu bölgenin Yunan işgaline ihtimaline karşı 2 Aralık 1918’de kurulmuştur. Cemiyetin amaçları; Trakya Türklerinin haklarını her alanda korumak ve bu bölgenin işgal edilmesinin haksız gerekçelerini bütün dünyaya duyurmak, Trakya’nın Osmanlı topraklarından koparılmasına engel olmak, ancak bu olmazsa Doğu ve Trakya’yı içine alan bağımsız bir devlet kurmak olmuştur. Cemiyetin, bu amaçları doğrultusunda davasını kamuoyuna duyurmak amacıyla “Yeni Edirne” ve “Ahali” adlı iki gazete yayınlanmıştır. Cemiyet, Nisan 1920’de Lüleburgaz’da, 9 Mayıs 1920’de de Edirne’de kongreler düzenlenmiştir. Son Osmanlı Parlamentosuna ve Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne milli davayı destekleyen üyeler göndermeyi de başaran bu cemiyetin Milli Davaya büyük katkısı olmuştur. Ec – İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında İzmir ve çevresinin Yunanlılara verileceği ortaya çıkamaya başlayınca, İzmir valisi Nurettin Paşanın girişimleriyle 2 Aralık 1918’de bölgenin işgale karşı savunulması ve işgale fırsat verilmememsi için kuruldu. 19 Mart 1919’da İzmir Kongresini yaparak halkı bilinçlendirmeye çalışıldı, 92 aynı kongrede bir düşman işgaline karşı silahlı direniş kararı alındı. Nurettin Paşa bu girişimlerinden sonra Osmanlı Hükümeti tarafından İngilizlerin baskısı ile görevden alındı. Cemiyetin faaliyetlerinin bu gelişmeden sonra azaldığı ve İzmir’e vali olarak görevlendirilen vali İzzet Bey, bu cemiyeti halkın gözünde bozgunculuk ve İttihatçılıkla suçladı. Yine hükümet temsilcileri işgalin söz konusu olmadığını ve hükümete güvenilmesi gerektiğini söylediler. Ed- Müdafaa-i Vatan Cemiyeti (Redd-i İlhak Heyeti Milliyesi) Aynı tarihlerde İzmir Türk Ocağında kurulan Müdafaa-i Vatan Cemiyeti daha sonra adını İzmir’in Yunanistan tarafından işgalinden bir gün önce adını Redd-i İlhak (Yunanistan’a katılmayı red) olarak değiştirdi. Bütün bölgedeki müdafaa cemiyetleriyle bağlantı kurarak İzmir ve çevresinin işgaline karşı halkın galeyana gelmesini sağladı ve böylece bölgede savaşın sonuna kadar devam edecek şiddetli direnişe büyük katkısı oldu. Olağanüstü Kongreler topladı, protesto mitingleri düzenledi, Balıkesir ve Alaşehir Kongrelerinin toplanmasını sağladı, İzmir’in işgali öncesinde Bahri Baba parkında büyük bir eylem için toplantıya çağrıldı. Ee - Kilikyalılar Cemiyeti Çukurova ve çevresinin işgal ve istismarına karşı 21 Aralık 1918’de İstanbul’da Kurulan bu cemiyet, bu bölgenin Osmanlı devletine ait olduğu ve bölgenin ve Türk ve Müslüman halkın çoğunlukta bulunduğunu basın yayın ve propaganda yöntemi ile belirtmiştir. Ali Fuat Paşanın kurduğu cemiyet yeterli faaliyette bulunmamasına rağmen Milli Davayı desteklemiştir. Ef - Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Milli Mücadelede önemli bir yeri olan bu cemiyet, Doğu Anadolu bölgesinin Mondros Ateşkes Antlaşmasına göre tasarlanan Ermenistan ve Kürdistan gibi yeni oluşumlara karşı, Erzurumlu Raif Hoca ile Diyarbakırlı Süleyman Nazif Bey tarafından 4 Aralık 1918’de İstanbul’da kurulmuş, daha sonra 1919’da Mart ayında Erzurum’da şube açarak faaliyet alanını Doğu Anadolu’ya kaydırmıştır. Bölge halkını aydınlatmak ve bilinçlendirmek amacıyla “Albayrak” adlı gazete çıkartmıştır. Milli davanın önemli kişilerinden olan Kazım Karabekir Paşanın, 3 Mayıs 1919’da Erzurum’a atanması 93 ve cemiyetin faaliyetlerine destek vermesi ile cemiyetin faaliyetleri arttı. 17 Haziran 1919’da Erzurum’da vilayet Kongresi tertip ettiler ve Milli Mücadelenin örgütlenmesinde önemli bir aşama olan Erzurum Kongresinin toplanmasını Trabzon Muhafaza- i Hukuk Cemiyeti ile birlikte tertip etmişlerdir. Cemiyet, özellikle bu bölgenin Ermeni iddialarının aksine, Türk ve Müslüman halkın çoğunluğa sahip olduğu, koparılmak istenen ve ayrı bir halk olarak değerlendirilen Kürt kökenli insanların milli bütünlüğün ve bölgenin ayrılmaz bir parçası olduğu ile ilgili bilimsel ve kültürel faaliyetleri yapmışlar ve Milli mücadelenin bölgede hızlanmasına destek olmuşlardır. Eg – Trabzon Muhafaza-i Hukuk- u Milliye Cemiyeti Mondros antlaşmasından sonra halkın cemiyetler halinde örgütlenmesine Doğu Karadeniz dede başlandı. 1919 ocak ayında kurulan ve bölgedeki Rum çetelerine karşı mücadele edilmesinin teşvik etmişler, bölgenin ulusal bilinçlenmesine büyük katkıda bulunmuştur. Cemiyetin başkanlığını Barutçu zade Ahmet Hoca yapıyordu. Çıkardıkları “İstiklâl” adlı gazete ile Rum ve Ermeni iddialarının ne kadar tutarsız olduğunu Türk halkına ve dünyaya duyuruyorlardı. Cemiyet Karadeniz’in ücra köşelerine kadar örgütlendi. Erzurum Kongresinde de aktif rol oynayarak bölgenin savunulmasında önemli rol oynadı. Eh– Kars Milli İslâm Şurası ve Güney Batı Kafkasya Geçici Hükümeti Mondros’tan sonra Kars, Ardahan ve Batum illerinde işgalin başlayacağı endişesi artmıştı. Bu illerin Brest Litovsk Barışına göre Osmanlı Devletine teslim edilmesine rağmen, Ermenistan’a bağlanacağı özellikle İngiltere’nin uygulamak istediği bir plandı. Böyle bir durum da gelişebilecek olan olumsuzlukları çok iyi sezen Yakup Şevki Paşanın teşviki ve teşebbüsleriyle Türkler, 5 Kasım 1919’da “Kars İslam Şurası” adıyla bir cemiyet kurdular.14 Kasım 1918’de toplanan kongrenin ardından 30 Kasım 1918’de “Büyük Kars Kongresi” ni topladılar. Bu kongreden sonra “Milli İslâm Şurası Hükümeti” topladılar. Milli Şura Hükümeti Batum’da çıkardığı “Sadayı Millet” adlı gazete ile tüm yöre halkına ve dünyaya davalarının ve yanlış yönlendirmelerin tutarsızlığını açıklamaya çalıştılar. Daha sonra 17-18 Ocak 1919’daki ikinci büyük kongrede hükümetin yeni adı “Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti” adını aldı. Hükümetin bayrağı Türk Bayrağı olan hükümet başkanı Cihangir zade İbrahim Bey idi. Bu teşkilatlanma ile yöredeki Gürcü ve Ermeni tehditleri geri 94 püskürtüldü ise de Nisan 1919’da Kars’a giren İngiliz kuvvetleri durdurulamayarak, bölge işgal altına girmiştir. Bu cemiyet ve oluşturulan hükümet bölgedeki milli bilinci üst seviyede tutmuştur. Anadolu’nun her köşesinde bu çeşit başlayan örgütlenme halkın milli şuurunun artmasına yol açtığı gibi, işgallere karşı başlayan silahlı mücadele de ulusal kurtuluş savaşını başlatacaktır. Ayrıca Türk halkı kendine dayatılmak istenen ve kendi iradesini yansıtmayan çözümleri kabul etmeyecek, tarihi hafızası ona, Osmanlı Devletinin icra kabiliyetinin kalmadığını ve yeni bir devletin oluşması gerektiğini, bunun yollunun da milli egemenlik anlayışıyla topyekün mücadelede olduğunu, silahlı mücadele yapmadan haklarını savunamayacağını göstermiştir. Bu bilinç, Türk milletini yeni bir yapılanmaya ve Türk inkılâbını yaratmaya yönlendirecektir. 95 ÖZET Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra Osmanlı Hükümeti siyasi otoritesini kaybetmiş, yönetme gücü İstanbul da dahil olmak üzere iyice azalmıştır. İstanbul’un işgal devletleri tarafından kontrol altına alınmasından sonra Osmanlı ülkesinde yaşayan ve ortamı müsait gören Ermeni, Rum ve Yahudi kökenli azınlıklar İtilaf Devletlerinin çıkarlarına uygun olarak kendi talepleri doğrultusunda örgütlenmişlerdir. Bu örgütlenmelerde temel amaç kendine yakın olan devletlerinin Türk topraklarını paylaşmasının yasal altyapısını ve kamuoyunu oluşturmaktır. Özellikle Wilson Prensipleri çerçevesinde bağımsızlık isteyen bu azınlık örgütlenmesi son derece etkili olmuş, özellikle İngiltere, Yunanistan, Ermenistan ve Fransa bu örgütlenmeleri açık veya gizli olarak desteklemiştir. Aynı şekilde ülkenin hakim unsuru olan Türk ve Müslüman halkta bu otorite boşluğunun etkisi ile örgütlenmiştir. Çünkü Osmanlı Devleti ülkenin geleceğine ilişkin artık siyasi iradesini kullanamadığı ortaya çıkmıştır. Özellikle işgal bu gerçeği Türk ve Müslüman halka göstermiştir. Bu durum karşısında yeni başlayan Kuvay-ı Milliye Hareketi ilk ciddi örgütlenme biçimidir. İşgaller karşısında güney, batı ve kuzey bölgelerinde başlayan silahlı direniş hareketi hem halk üzerine direniş ruhunu uyandıracak hemde milli davayı destekleyen cemiyetlerin faaliyetlerini destekleyecektir. Bunun yanında Osmanlı otoritesinin devamını faydalı gören, yabancıların işgali karşısında eylem yapılmasını zararlı gelişmeler yol açacağını düşünen, Osmanlı padişahı ve halifelik makamının güçlendirilerek bu durumdan kurtulmanın mümkün olduğunu savunan ve bu özelliği ile Milli Davayı engellemeye çalışan bir örgütlenme hareketi de görülmektedir. 96 ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI 1- Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası Türk toplumu ve ülkesi açısından bakıldığında içinde bulunulan durum için seçeneklerden hangisinin doğru olduğu savunulamaz? a) Osmanlı Devlet otoritesi kalmamıştır. b) İtilaf Devletleri Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan Türklerin haklarını Wilson prensiplerine uygun olarak savunmak istemektedirler. c) Azınlıklar ülkenin bölünmesini hedefleyen örgütlenme faaliyetleri içindedirler. d) Osmanlı yöneticileri işgale karşı toplumsal tepkileri dikkate almamışlardır. e) Türkler işgaller karşısında sessiz kalmayarak direniş örgütleri oluşturmuşlardır. 2- Azınlıkların kurdukları cemiyetler seçeneklerden hangisi bulunmaz? a) Mavri Mira Cemiyeti b) Pontus Rum Cemiyeti c) Kilikyalılar Cemiyeti d) Taşnaksutyun Cemiyeti e) Makabi Cemiyeti arasında verilen 3- Milli bütünlüğe zararlı olan cemiyetler içinde aşağıdaki verilen seçeneklerden hangisi gösterilebilir? a) Wilson Prensipleri Cemiyeti b) Doğu Anadolu Müdafay-ı Hukuk Cemiyeti c) Trakya Paşaeli Cemiyeti d) Redd-i İlhak Cemiyeti e) Kilikyalılar Cemiyeti 97 4- Trabzon ve çevresinde oluşturulan Kuvay-ı Milliye örgütleri ve Milli Cemiyetler hangi azınlık unsurlarının zararlı faaliyetlerine engel olmak için kurulmuşlardır ? a) Ermeniler b) Sırplar c) Bulgarlar d) Rumlar e) Yahudiler 5- Osmanlı döneminde ve Milli Mücadele Döneminde ortaya çıkan ve günümüze kadar devam eden bir sorun olan Ermeni Sorunu ve gelişmeler için aşağıdaki seçeneklerden hangisi söylenemez? a) Ermeniler özellikle Rusya ve Batılı Devletler tarafından çıkarlarına uygun olarak kullanılmışlardır. b) Ermeniler özellikle devletin otoritesinin kalmadığı dönemlerde ayrılıkçı faaliyetlerde bulunmuşlardır. c) Milliyetçilik hareketleri Ermenileri etkilemişlerdir. d) Ermeni Sorunu ilk kez 1923 Lozan Barış Konferansında ile uluslararası bir konu haline gelmiştir. e) Ermeniler özellikle Batı kamuoyunu asılsız iddialarla günümüzde de etkilemeyi bir geleneksel politika haline getirmişlerdir. 98 VII. ÜNİTE MUSTAFA KEMAL PAŞANIN FAALİYETLERİ ve ULUSAL ÖRGÜTLENMENİN BAŞLAMASI ÜNİTENİN İŞLENİŞİ * Milli Mücadelenin lideri olan Mustafa Kemal Paşanın liderlik özellikleri ve Türk halkının bu lideri kabullenmesinin sebepleri nelerdir? Tartışınız. * Mustafa Kemal Paşanın Anadolu’ya geçme sebepleri nelerdir? Mücadeleye niçin Anadolu’da devam etmek istemiştir? * Amasya Genelgesinin içeriği, amaçları ve sonuçları nelerdir? Milli Mücadeleye katkıları neler olmuştur? Araştırınız. * Erzurum Kongresinin içeriği, sonuçları ve Milli Mücadeleye katkıları neler olmuştur? Araştırınız. * Sivas Kongresinin kararları, sonuçları ve Milli Mücadeleye katkıları neler olmuştur? Amasya Görüşmelerinin Milli Mücadele açısından önemi nedir? ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR Ünitede Milli Mücadelenin Anadolu’da başlaması ve Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’daki milli mücadele hareketini yönlendirmesi, genelgeler ve kongrelerin yapılarak işgaller ve ülkenin sahipsizliği karşısında ulusal birliğin sağlanmasının aşamaları incelenecek, ulusal örgütlenmenin başlaması kavranılacaktır. Milli Mücadelenin aşamasında Anadolu’nun gösterdiği her düzeyde tepkilerin ve artık İstanbul’daki devletlerinin ülkeye ve halka sahip çıkamayacağının anlaşıldığına dikkat ediniz. Bu otorite boşluğunun yeni bir Türk devletinin temellerini attığını gözden kaçırmayınız. Mustafa Kemal’in liderlik yeteneğinin halk tarafından büyük oranda desteklendiğini, ayrıca sadece askeri alanda değil siyasi olarak ta bir lider özelliğini taşıdığını ve önderin inkılâp hareketinin aksiyon döneminde başa geçtiği ne dikkat edininiz. 99 VII. ÜNİTE İÇİNDEKİLER İşgaller Karşısında Osmanlı Hükümetinin Tutumu Mustafa Kemal Paşanın Anadolu’ya Geçmesi Amasya Genelgesi Erzurum Kongresi Batı Anadolu’da Yapılan Milli Kongreler Sivas Kongresi Amasya Görüşmeleri Temsil Heyetinin Ankara’ya Gelmesi Özet Ünite Değerlendirme Soruları 100 1. İŞGALLER KARŞISINDA OSMANLI HÜKÜMETİNİN TUTUMU Osmanlı Hükümetleri Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra, özellikle İttihat ve Terakki Partisinden sonra iktidara gelen Hürriyet ve İtilaf Fırkasının(Partisinin) elinde kalmış ve hükümet iradesi ağırlıklı olarak Padişahın ve ona bağlı sadrazamların denetiminde kalmıştır. Hürriyet ve İtilaf Fırkası ilk iş olarak Osmanlı Devletini savaşa sokmakla suçlu gördüğü İttihat ve Terakki Partisinin aleyhine kampanya, soruşturma ve İtilaf Devletlerinin iddialarına dayanarak haksız tutuklama ve mahkemeler yaparak gerçek görevlerini yapmamışlar, Türk halkına karşı yapılan baskı ve işgallere karşı direnecekleri ve devletin saygınlığını koruyacakları yerde Türk tarihine olumsuz ve yakışmayacak sayfalar eklenişlerdir. Osmanlı yöneticileri zaman zaman bazı kabineler döneminde Milli mücadeleye karşı olmamışlarsa da özellikle İngiltere’ye yakınlığı ile bilinen Damat Ferit Paşa Kabineleri her dönemlerinde ulusal harekete karşı gelmişler, bu harekete karşı Osmanlı Padişahının da desteğini alarak birçok faaliyetleri, yapmışlar İtilaf Devletlerinin çıkarlarına uygun politika takip etmişlerdir. Türk İnkılâbının eylem aşaması olarak kabul edilen Milli Mücadele Dönemi Osmanlı Hükümetinin bu tutumu sebebiyle sisteme karşı bir ihtilal niteliği özelliği de taşır. 2- MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN ANADOLU’YA GEÇMESİ Mustafa Kemal Paşa daha öncede ifade edildiği gibi Birinci Dünya Savaşında önemli başarılar göstermiş, aldığı görevler ve mesleki başarıları dolayısıyla devlet üzerinde etkili olan bir komutan haline gelmişti. Okul yıllarından bu yana inkılâpçı kişiliği ve ülkenin geleceğine ilişkin görüşleri ile gelecekteki faaliyetleri için ipucu veriyordu. Ayrıca Osmanlı siyasi tarihinin son dönemlerini kapsayan II. Meşrutiyet Döneminin hakim siyasi partisi olan İttihat ve Terakki Partisinin içinde aktif rol oynamaması ve İttihat ve Terakki’nin hükümet politikalarına ters düşerek ayrı kalması, I. Dünya Savaşı sonrası kendisinin liderlik rolünde etkili olan etkenlerdir. 101 Atatürk, özellikle askerlik mesleğinde zaferler kazanmış bir komutan ve sözüne güvenilir bir kahraman olarak Türk halkı tarafından I. Dünya Savaşı sırasında tanınmış, savaşın bitiminde Güney Cephesinde Yıldırım orduları grup komutanı iken de yeni bir savaşı başlatacak, Kuvay-ı Milliye hareketine silah ve lojistik desteği verecek kadar teşkilatçı, Osmanlı Devletinin uyguladığı politikayı eleştirip devletin geleceği için neler yapılacağını rapor yazarak açıklayacak kadar cesur, Çanakkale Savaşında askerlerin ön saflarında yer alan ve cephenin içinde savaşı yönetecek kadar gözüpek bir asker ve devlet adamıydı. I. Dünya Savaşı sonrasında İstanbul’a gelerek ülkenin geleceğine ilişkin, hükümetin uygulamalarını eleştirmeye başlamış, hükümetin daha aktif faaliyette bulunmasını istemiş, içinde kendinin de yer alacağı yeni bir hükümet kurulmasını istemiştir. Ancak bütün girişimleri sonrasında İstanbul’da ülkenin geleceğine ilişkin bir şeylerin yapılamayacağını ve Anadolu’da yeni bir oluşuma gerek olduğunu anlamıştı. İstanbul da güvendiği arkadaşları ve genç subaylarla temas ederek gelecekteki dava arkadaşlarının fikir ve düşüncelerini almıştır. Padişahla, veliaht iken oluşan arkadaşlığını kullanarak ülkenin sorunları ve geleceği hakkında bilgi ve öneriler götürdü. Fakat bu girişimleri, işgal altında bir başkent ve kendi siyasi geleceklerini düşünen bir kadro ile olmayacağını anlamaktan başka bir şey kazandırmadı. Doğu Karadeniz’deki gerginliklerin önlenmesi için bölgeye gönderilmesi için Mustafa Kemal’in seçilmesi onun işini kolaylaştırdı, 30 Nisan 1919’da padişahın emriyle IX. Ordu müfettişliğine tayin edildi. Kendisinin de isteğine uyularak hem askeri, hemde mülki yetkilerle donatılan Mustafa Kemal Paşanın görevleri kasaca şöyleydi; * Görev bölgesinde iç huzurun sağlanıp sürekli kılınması * Silah ve cephanelerin bir an önce toplattırılıp elverişli depolarda korunması * Bazı kuruluşlar vatandaşa silah dağıtılıyorsa bunun yasaklanması ve bu Kuruluşların ortadan kaldırılması 102 19 Mayıs 1919’da Samsuna arkadaşları ile gelen Mustafa Kemal Paşa, Ordu müfettişliği görevini aksine derhal, ulusal güvenliği tehtid eden Pontusçu Rumlar ve çeteleri hakkında emri altında bulunan askeri ve mülki yetkililerden bilgi aldı ve bu örgütlere karşı gerekli tedbirlerin alınmasını istedi. İstanbul’a gönderdiği 21 Mayıs 1919 tarihli ilk raporunda da bölgede sorun çıkaranların Türkler değil, Rumlar olduğunu belirtti. Ayrıca İzmir’in Yunanistan tarafından işgaline karşıda gerekli tedbirlerin alınmasını, ülkenin her yerinde bu durma karşı her, platformda protesto edilmesini, hükümetten istedi. Bu girişimleri sonrasında Atatürk, bölge komutanları ile yaptığı yazışma ve telgraflarla Anadolu’da yeni bir dönemi başlatmıştır. Bu durumda Samsunda bulunan İngiliz Garnizonunun Atatürk’ün faaliyetlerine uzun süre izin vermeyebileceği düşüncesiyle arkadaşları ile beraber Havza’ya geçildi. Burada yine Yunan işgaline karşı tepkilerin şiddetlenmesine yönelik şifreli mesajları Anadolu’daki askeri ve mülki makamlara iletildi. Bölgede ki komutanlara gönderilen tel mesajları ile ülkenin durumunun ve geleceğinin zor durumda olduğu ve görev yerlerinde Ermeni, Rum ve diğer çetelere karşı gerekli askeri ve mülki tedbirleri alınmasını istedi. 3– AMASYA GENELGESİ Atatürkün bu girişimleri ve görevinin tersine ulusal direnişi destekleyici askeri ve mülki kararları İngilizlerin dikkatini çekmekte gecikmedi, Osmanlı hükümetine baskı yaparak görevden alınmasını ve İstanbul’a çağırılmasını talep ettiler. Bunun üzerine Savunma Bakanlığı 8 Haziran 1919’da Mustafa Kemal Paşayı İstanbul’a geri çağırıldı, ancak Mustafa Kemal görevine devam ederek bu çağrıları geçiştirdi. Amasya’ya gelen Mustafa Kemal Paşa çalışma arkadaşları ile beraber Milli davaya birliktelik sağlamak, mücadeleyi şiddetlendirmek, bir amaç ve ilkeler haline getirmek, milli bir kongre toplayarak yöntemleri saptamak amacıyla bir genelge yayınladı. 22 Haziran 1919 tarihli olan ve Amasya Genelgesi olarak tarihe geçen bu genelgenin Mustafa Kemal Paşa bütün mülki ve askeri yetkililere gönderilmesini istedi. Genelgenin içeriğinde şu maddeler vardır; 103 1 - Yurdun bütünlüğü, milleti geleceği tehlikededir. 2- İstanbul’daki hükümet, üzerine düşen sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi gösteriyor. 3- Milletin bağımsızlığını yine milletin kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır. 4- Milletin durumunu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden bağımsız milli bir kurulun varlığı gereklidir. 5- Anadolu’nun her yönden en güvenli yeti olan Sivas’ta milli bir kongrenin tez elden toplanması kararlaştırılmıştır. 6- Bunun için bütün illerin sancağından, halkın güvenini kazanmış üç delegenin olabildiğince çabuk yetiştirmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir. 7 - Herhangi bir kötü durumla karşılaşılabileceği düşünülerek bu iş, milli bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlerde kimliklerini gizleyerek gelmelidirler. 8- Doğu illeri adına 10 Temmuzda 1919 Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. O güne değin öteki il delegeleri de Sivas’a ulaşabilirlerse Erzurum kongresinin üyeleri de Sivas’ta yapılacak genel toplantıya katılmak üzere yola çıkarlar. Genelgenin Milli Mücadele Tarihi açısından önemi şu şekilde özetlenebilir; Genelgeyi bu kadar üst düzeyde askeri ve sivil yetkilinin imzalaması, genelgede ülke sorunlarına Osmanlı hükümetinin çözüm üretemediği ve milletin kendi geleceğini belirleyeceği ifade edilmesi, bir ihtilal hareketine meşruluk kazandırılıyordu. Genelge, aynı zamanda halkın gelişmeler karşısında en üst düzeyde tepkisi idi. Genelge diğer açıdan, Milli mücadelenin açıkça başladığını ve hazırlık aşamasına geçildiğini, ilk kez yeni bir oluşuma gidileceğini belirtmesi açısından önemli bir tarihi süreci belirten belge olmuştur. Kurtuluş savaşının temel dayanağı ve gerekçesi vurgulanmış, yapılacak faaliyetlere ilk çerçeve hazırlanmıştır. 104 Genelgenin yayınlanması ve Mustafa Kemal Paşanın genelgeye öncülük etmesi İstanbul hükümetinin tutumunu sertleştirmesine, onun görevine son verilmesine sebep olmuştur. XI Kolordu Komutanlığını yapan Kazım Karabekir Paşaya Ordu müfettişliği görevi verilmiş ve Mustafa kemal yeniden İstanbul’a çağırılmıştır. Ayrıca Elazığ’daki Vali Ali Galip ve adamlarına Mustafa Kemal’in görevinden azledildiği için tutuklanması ve Sivas Kongresinin meşru olmadığı gerekçesi ile dağıtılması yönünde emirler verilerek İstanbul hükümeti resmen bu ihtilal hareketine karşı olduğunu açıkça belirtmiş oldu. Mustafa kemal Paşa, bu durum karşısında 8 Temmuz 1919’da askerlik görevinden istifa ederek, Osmanlı Devletiyle olan bağlarını kopardı. 105 Bu hareketi, halkın ve komutanların gözünde onu gerçek bir lider ve kahraman haline getirdi. Halbuki O, Çanakkale, Trablusgarb, Güney ve Doğu Anadolu’da , Suriye Cephelerinde üstün askerlik, yönetici, liderlik özelliklerini kabul ettirmiş bir komutan olarak Anadolu’nun saygı ve güvenini kazanmış, vatanın içinde bulunduğu durumu üstün ikna yeteneği ile Anadolu’nun asker ve sivil yöneticilerine anlatmış ve birlikte mücadelenin kaçınılmaz olduğuna onları inandırmıştı. Verdiği karardan dönmemek ve her ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmek, O’nun ödün vermez kişiliğinin en güçlü yanını oluşturuyordu. Dava arkadaşları Kazım Karabekir Paşa, Rauf Bey onun sonuna kadar destekçisi olduklarını bildirdiler. Kazım Karabekir Paşa askeri selamlamadan sonra “Ben ve kolordum emrindeyiz, Paşam. Ne emirleriniz varsa ifayı bir şeref sayarım.” Bu gelişme Atatürkün hayatındaki önemli anlardan biri idi, hatta Milli Mücadelenin geleceğine önemli katkıları olmuştu. Aynı şekilde Erzurum Halkı onun liderlik fonksiyonunu devam ettirecek onurlu ve asil bir karar alarak ona ve Rauf Bey’e Erzurum delegeliğini vererek, Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetinin teklifi üzerine “Faal Heyet Başkanlığını” vererek Erzurum Kongresinde aktif hale getirdiler. 4– ERZURUM KONGRESİ Bütün bu gelişmeler artık Anadolu’da halkın kendi geleceğine sahip olma bilincinin geliştiğini, Osmanlı otoritesinin iyice zayıfladığını göstermesi açısından önemli gelişmelerdir. Bu gelişmeler, Atatürk’ün Erzurum Kongresinden önce ifade ettiği konuşmanın anlamını da yansıtmaktadır ; “Büyük bir vatan ve millet davasına atılıyoruz; bütün bir milletin maddi ve manevi seferberliği, mücadelesi. Böyle muazzam bir dava gizlice görülemez ve yürütülemez. Millet davası ancak millet huzurunda görülüp yürütülebilir. Bunun için ortaya çıkmak, bir millet ferdi olarak çalışmak icap edecektir.” Erzurum Kongresi bu milli heyecan ve olayların içinde 23 Temmuz 1919’da açıldı. Kongre, Bitlis, Erzurum, Sivas, Trabzon ve Van’dan gelen toplam 56 delegenin katılımıyla başladı, başkanlığına Mustafa Kemal’in seçildiği Kongrenin toplanmasına engel olmak 106 isteyen İngiliz Hükümet temsilcisi Yarbay Rawlington’un girişimleri, Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir Paşanın kararlı tutumu karşısında başarılı olamadı. Mustafa Kemal’in yaptığı açılış konuşmasını devamında yoğun gündemle çalışmalarını 14 günde tamamlayarak milli dava için önemli ilkelerin yer aldığı Kongre kararlarını 7 Ağustos 1919’da bildiri olarak ilan ettiler. Erzurum kongresinin kararları, yalnız doğu illerini değil bütün milletin temel hissiyatını ve hedeflerini yansıtıyordu; 107 1 - Milli sınırlar içinde bulunan yurt parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz. 2 - Ne türlü olursa olsun, yabancıların topraklarımıza girmesine ve işlerimize karışmasına karşı ve Osmanlı Hükümetinin dağılması halinde millet, birlikte direnecek ve savunacaktır. 3- Yurdun ve bağımsızlığın korunmasına ve güvenliğin sağlanmasına İstanbul Hükümetinin gücü yetmezse amacı gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri milli kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplanmamışsa bu seçimi Temsilciler kurulu yapacaktır. 4- Milli Kuvvetleri etken ve milli iradeyi egemen kılmak temel ilkedir. 5- Hıristiyan azınlıklara siyasi üstünlük ve toplumsal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez. 6- Yabancı devletlerin güdümü ve koruyuculuğu(Manda ve Himayecilik) kabul olunamaz. 7- Millet Meclisinin hemen toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır. 108 Alınan kararları yürütmek üzere, başkanlığına Mustafa Kemal’in getirildiği 9 kişilik Temsil Heyeti oluşturuldu. Kongre mahalli amaçlar doğrultusunda toplanmış, ancak aldığı kararlar dolayısıyla milli bir kongre olmuştur. Temsil heyeti tarafından uygulanan kararlar, daha sonraki Sivas Kongresi ve Millet Meclisinin de temelini oluşturacaktır. Kongre sonucu itibariyle milli davayı yürütenlerin, milli bir devlet ve hükümet kurma konusundaki niyetleri ve inançlarını da yansıtmıştır. Türk olan İzmir’in Yunanistan’a verilmesinin kabul edilmeyeceğinin, silahlı mücadeleye de başlanılacağı bu kararlarda vurgulanmıştır. Atatürk’ün ifadesiyle Türk inkılâbının bu aksiyon aşamasında bu kongre tarihi bir önem taşıyacaktır; “Önemli kararlar alındığını ve bütün dünyaya ulusumuzun varlık ve birliğinin gösterildiğini” söyledim ve “Tarih, bu kongremizi çok az görülebilen bir eser olarak yazacaktır.” dedim. Kongrenin dağılmasından sonra Mustafa Kemal çevre illerdeki yetkili kişilere ve ileri gelenlere üyeler aracılığıyla gönderdiği mektuplarda ülkenin içinde bulunduğu durumu ve tehlikeyi anlattı, onları milli davaya katılmalarını, ulusal birliğin işbirliğini önemini belirtti.Ayrıca Mustafa Kemal Erzurum’da yakın arkadaşlarına zaferden sonra hükümet şeklinin “Cumhuriyet” olacağını söylemiştir. Bu Atatürk’ün gelecekle ilgili planlamasını önceden yaptığını ve zafere olan inancının kuvvetli olduğunu, etrafındaki kişileri de buna motive ettiğini göstermektedir. 5- BATI ANADOLU BÖLGESİNDE YAPILAN MİLLİ KONGRELER İzmir’in işgali ile başlayan Yunanistan ve İtalya’nın işgali genişleme eğilimi içinde olması sebebiyle, İstanbul’daki İzmirli ve çevre illere mensup kişiler cemiyetler şeklinde örgütlenmişler ama gerekli işbirliği ve koordinasyonu sağlayamamışlardır. Daha sonra Balıkesir’de bulunan ve milli davayı des6tekleten Tümen komutanı Kazım (Özalp) Beyle temasa geçen bu cemiyetler bölgede bütünlüğü sağlamak ve direnişi arttırmak amacıyla Kongreler topladılar. 5a – Balıkesir Kongresi(26 – 30 Temmuz 1919) İzmir’in ve Ege bölgesinin işgaliyle gelişen olaylar sonunda bölge nin milli cemiyetlere mensup üyeleri tarafından, Osmanlı Hükümetinin tepkisiz kalması üzerine düzenlene ilk kongredir. “Hareketi Milliye Kongresi” adıyla toplanan bu kongreye 109 Balıkesir,Bandırma,Burhaniye, Edremit,Gönen, Balya, Soma, Sındırgı, Akhisar, Kırkağaç kazaları ve yöredeki nahiyelerden temsilciler katılmıştır. Başkanlığını Hacım Muhittin Bey’in yaptığı bu kongrede yerel kuruluşların hareketlerini birleştirmek amacıyla altı kişilik Merkez Heyeti oluşturulmuş, bölgede silah altına alınacak ve mücadele edilecek cepheler kararlaştırılarak bölgede ilk kez üst seviyede birlik sağlanmıştır. 5b – Alaşehir Kongresi ( 16 – 25 Ağustos 1919 ) Manisa’nın Alaşehir ilçesinde düzenlenen ve Hacım Muhittin Beyin öncülüğünde oluşturulan kongrede; özellikle Yunan ilerleyişine sert bir şekilde direniş gösterilmesi, bölgedeki Kuvay-ı Milliye hareketine cephane ve erzak sağlanması, bunların cephelere ulaştırılması kararlaştırıldı.Bunu yanı sıra bölgedeki asayişi sağlamak için resmi kurumlara destek olunması, milli mücadeleye destek olunması gibi kararlar alınarak uygulanmaya çalışılmıştır. Her iki kongrede bölgedeki milli direnişe katkıda bulunmuş, fakat bağımsız oluşumlar seviyesinde kalmıştır. 6 – SİVAS KONGRESİ Milli Mücadele döneminde ulusal birliğin geniş kapsamlı olarak sağlandığı, sonuçları itibariyle etkinliğinin yüksek olduğu bir milli kongre olmuştur. Kongre daha önce oluşan Amasya genelgesi ve Erzurum kongre karar ve uygulamalarını teyit eden oluşum olarak ta değerlendirilebilir. Kongrenin toplanmasına Osmanlı Devleti ve İtilaf Devletlerinin değişik yöntemlerle engel olmak istemesi kongrenin önemini ve işlevini belirtmektedir. Kongrede diğer bir önemli gelişmede Mustafa Kemale düşünce ve uygulama açısından muhalefetin başlaması, özellikle “mandacılık ve himayecilik” anlayışının geniş çaplı olarak gündeme gelmesidir. Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşların arasında bile “Amerikan Mandası” fikrinin benimsenmiş olması milli davaya zarar verecek gelişmeler olarak tarihe geçmiştir. Ayrıca bu anlayışın aydınları bir kısmı tarafından desteklenmesi, milli hakimiyet, milli meclis, milli hükümet gibi Türk siyasi hayatına giren temel ilkelerin gelecekteki nesillere aktaracak olan bu kitle için olumsuz bir sayfa olmuştur. 110 Bu düşünce karşısında Kurtuluş Savaşının parolası olan “Ya İstiklâl, ya Ölüm” ile milli iradenin sesi benimsenmiştir. Mustafa Kemal kongrede ayrıca başkanlık sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. 4 - 11 Eylül 1919’da çalışmalarını tamamlayan kongre Erzurum Kongresinde alınan kararlara yakın kararlar aldı. Kongre kararları basın, yayın ve haberleşme vasıtalarıyla bütün ülkeye ve dünyaya duyurulmaya çalışılması kararların ve kongrenin önemini vurgular ; 1– Türk toprakları hiçbir sebeple ayrılmaz bir bütündür. 2– Kuvay-ı Milliye yi âmil, irade-i milliye yi hakim kılmak esastır. 3– İşgale uğrayan yurt köşesi hep birlikte savunulacaktır. 4– Azınlıklara denge bozucu ayrıcalıklar verilemez. 5– Ülkemize karşı istila amacı beslemeyen herhangi bir devletin iktisâdi yardımları memnuniyetle kabul edecektir. Adaletli bir barışın yapılması millet olarak emelimizdir. 111 6– Milli Meclisin bir an önce toplaması ve milletin geleceğinin bu meclisin kontrolüne bırakılması gerekmektedir. 7- Milletimizin kendiliğinden oluşturduğu cemiyetler, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla tek bir isim ve tek amaç etrafında birleştirilmiştir. 8- Kongrenin seçtiği Temsil Heyeti, Milli Meclis açılana kadar vaziyeti idare edecektir. 9- Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti köylere kadar teşkilatlandırılacaktır. Sonuçları; Sivas Kongresi, her şeyden milli davaya bütünlük sağlamış, bundan sonra teşkilatlanma faaliyetleri tek bir merkeze bağlanmış, kamuoyuna milli davayı tanıtmak üzere “İrade- i Milliye” adlı gazete çıkarılmış, ülkede hiçbir kuvvetin millet iradesinden büyük olmadığı belirlenerek, Osmanlı hükümdarı ve hükümetini buna uyması yolunda bir baskı oluşturulmuş, milliyetçilik fikri üst seviyede tutulmuş, milli kimlik ve millet olma anlayışı bu örgütlenmelerle üst seviyeye taşınmıştır. Kongre sonrası yürütme organı olarak üye sayısı 16’ya çıkarılan Temsil Heyeti (Heyet- i Temsiliye ), yeni kurulacak Türk Devletinin hükümet organı olarak çekirdeğini oluşturmuş,önemli kararlar vererek milli mücadeleye siyasi destek vermiştir. Kongre, Ali Fuat Paşayı Batı Anadolu Umum Kuvay-ı Milliye Kumandanlığına atayarak aynı zamanda yürütme yetkisine haiz olduğunu da göstermiştir. 112 Sivas Kongresinden sonra kongrenin açılmasına engel olamayan ve muhtıra şeklinde kararlara muhatap olmak zorunda kalan Osmanlı Hükümetinin başında bulunan Damat Ferit Paşa kabinesi 30 Eylül 1919’da istifa etti. Yerine Anadolu’daki milli davaya ılımlı bakan Ali Rıza Paşa Kabinesi geçti. 7 – AMASYA GÖRÜŞMELERİ Bu gelişme Anadolu ile İstanbul hükümetinin mücadelesinde Milli davanın önemli bir siyasi zaferi olmuştur. Ali Rıza Paşa Kabinesinin işbaşına gelmesi ile İstanbul’daki hükümetle ilişkiler düzelmeye başladı. Ali Rıza Paşa kabinesi, Heyet-i Temsiliye ile yakından görüşmek ve ayrıntılılar üzerinde anlaşmak üzere Bahriye Nazırı Salih Paşa’yı Anadolu’ya gönderdi. 20 - 22 Ekim 1919’da Temsil Heyetinin bulunduğu Amasya’da yapılan görüşmelerde şu esasları kararlaştırdılar; 113 1 – Hükümetle Milli Teşkilat arasında uyuşma olmuş ve hiçbir anlaşmazlık yoktur. 2 – Milletvekili seçimi serbest ve müdahalesiz yapılacaktır. 3 – Hükümetin leh ve aleyhinde bir şey yapılmayacaktır. 4 – Sivas Kongresi kararları Mebuslar Meclisince* kabul olunmak şartıyla esas itibariyle kabul olunacaktır. 5- Millet Meclisinin güvenlikte olmayan İstanbul’da toplanması uygun değildir. İstanbul Hükümeti, Amasya görüşmelerini istemekle ve bir bakanını temsilci olarak göndermekle, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin hem varlığını, hem de gücünü tanımış oluyordu. İtilaf Devletleri, İstanbul Hükümetinin bu hareketi ile artık Türklere isteklerini ancak kuvvet zoruyla kabul ettirecekleri, bunun da askeri işgalin hızlanması ve Yunan kuvvetlerine baskıyı arttırarak, işgal alanlarını genişletmesi şeklinde uygulanacağı sonucuna vardılar. Bu arada Ali Rıza Paşa Kabinesi Temsil Heyetiyle imzaladığı protokollere rağmen anayasal gerekçelerle sözlerini yerine getirmeyerek, oyalama manevraları yapmaya başladılar. Mebuslar Meclisinin, Amasya protokolünde İstanbul’da toplanmaması kararı olmasına rağmen meclisin İstanbul’da toplanması konusunda ısrarlarını sürdürdü, Mustafa Kemal Paşa bunu istememesine rağmen milli iradenin işleyişine engel olmamak için buna razı oldu. Yapılan seçimler neticesinde milletvekilleri seçilmeye başlandı. Mustafa Kemal Paşa da Erzurum milletvekili seçildi. 8 – TEMSİL HEYETİNİN ANKARA'YA GELMESİ 16 Kasım 1919’da Mustafa Kemal Paşa Anadolu’nun değişik bölgelerinde görev yapan komutanlarla son durumu değerlendirmeler yaptılar, komutanlarla verilen ortak kararda Anadolu ve Rumeli Cemiyetine her yerde yardımcı olunması, Temsil Heyetinin Anadolu’da kalması, halkın, vatan savunması için nasıl silahlandırılıp teşkilatlandırılacağı tespit edilerek ilgililere bildirilmiştir. Temsil Heyeti, önceden tespit edilen Ankara’ya 27 Aralık 1919’da gelmiş, Ankara bundan sonra hem Milli Mücadelenin siyasi, askeri ve kültürel merkezi, daha sonrada Yeni Türk devletinin idari ve yönetim merkezi olmuştur. 114 ÖZET Osmanlı Hükümetleri Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra ülkenin geleceğine ilişkin pasif bir tutum izlemeleri ve taşıdıkları sorumlulukları yerine getirmemeleri üzerine işgale maruz kalan bölgelerde başlamak üzere şiddetli bir diremiş hareketi başladı. İşgaller karşısında hükümetin bu pasif politikaları aydınlar ve vatansever asker ve yöneticileri harekete geçirdi. Gerek İstanbul gerekse de Anadolu’da değişik siyasal ve direniş örgütleri kuruldu, bu örgütler yoğun bir mücadeleye başladılar. Bu hareketlerin belli bir düzen ve ortak hedeflere yönelik olarak birleştirilmesi için önderlik vazifesini, daha önce Osmanlı ordusunda üstün başarılar gösteren ve kendisinin liderlik yeteneğinin halk tarafından kabul gördüğü, Osmanlı ordusunun üst düzey müfettişi olarak görevlendirilen Mustafa Kemal Paşa yerine getirecektir. Ordu müfettişi olarak gönderildiği Karadeniz, doğu ve içi Anadolu bölgesinde askeri yapıyı da kullanarak kendi gibi düşünen komutanlarla her aşamada bilinçli bir işbirliğiyle Osmanlı Hükümeti ve İşgalci güçlere karşı direnişi örgütleyecektir. Ulusal birliğin sağlanması ve mücadelenin halka dayandırılması için genelgeler yayınlayacak, bölgesel kongreleri milli bir anlayışla örgütleyerek düşünce ve siyasal olarak yeni bir yapılanmanın temellerini oluşturacaktır. Amasya Genelgesinde ihtilal hareketini başladığı, mücadelenin şartları ve hedefleri ortaya konacak, Erzurum Kongresinde bölgenin kitlesel desteği alınacak dayatılan dış destekli anlayışlar ve çözüm yoları red edilecek( manda ve himayecilik gibi ) yeni bir devletin kurulacağı açıklanacak, Batı Anadolu Kongreleri de direnişi bu bölgelerde hızlandıracak, Sivas Kongresi ile Anadolu da başlayan mücadele de ilk kez birlik sağlanacak, bütün milli teşkilatlar birleştirilecek tek merkezli hale getirilecek, icra özelliği taşıyan geçici hükümet kurulacak ( Temsil Heyeti), Anadolu hareketi İstanbul Hükümeti ve İşgalci güçler tarafından ilk kez ciddiye alınarak Amasya’da görüşmeler yapılacaktır. Bütün bu gelişmelerde Mustafa Kemal artık davanın tartışmasız lideri olacaktır. 115 ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI 1- Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra Osmanlı Hükümetlerinin izledikleri politika için aşağıdaki seçeneklerden hangisi söylenemez? a) Anadolu’da başlayan direniş hareketine gerekli siyasi desteği vermişlerdir. b) İşgalci devletlerin isteklerine yeterli direnci göstermemişlerdir. c) Toplumsal anlamda birlik ve dayanışmayı sağlayamamışlardır. d) Anadolu’daki yeni devletin oluşumuna otoritesini kaybetme düşüncesi ile sürekli karşı gelmişlerdir. e) Ülkenin geleceğini büyük devletlerin himaye ve desteği ile korunabileceği anlayışını destekleyici uygulamalarda bulunmuşlardır. 2- Amasya Genelgesinin içeriği ve sonuçları için seçeneklerden hangisi söylenemez ? a) Osmanlı Hükümetinin tutumuna ilk kez yüksek düzeyde Osmanlı Ordusunun yüksek dereceli subayları tarafından resmi olarak tepki gösterilmiştir. b) İlk kez ulusal egemenlik anlayışı vurgulanmış, ülkenin geleceğinde milletin iradesinin belirleyici olacağı belirtilmiştir. c) Genelgede milli bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır. d) Genelgeye göre genelgeyi imzalayan askerler “ Temsil Heyetinin” üyeleri olmaları kabul edilmiştir. e) Genelgenin yayınlanmasından sonra Osmanlı Hükümeti ile Mustafa Kemal Paşanın ilişkileri gerginleşmiştir. 3Erzurum Kongresinin kararları arasında seçeneklerden hangisi bulunmaz? a) Manda ve Himaye kabul edilemez b) Yabancılara tanınan siyasi hakların devam etmesi kabul olunur. c) Azınlıklara siyasi bütünlüğü bozan ayrıcalıklar verilemez. d) Milli kuvvetleri etkin kılmak esastır. e) Osmanlı Hükümetini görevini yapmaması halinde yeni bir hükümet kurulacaktır. 116 4- Batı Anadolu’da yapılan Milli Kongreler hangi ülkenin bölgeyi işgal eden kuvvetlerine karşı direnişi canlandırmak amacıyla yapılmıştır? a) Ermenistan b) İngiltere c) Fransa d) İtalya e) Yunanistan 5- Sivas Kongresinin sonuçları arasında bulunmayan seçenek aşağıdakilerden hangisidir? a) Bütün direniş örgütleri bir çatı altına alınarak ulusal davaya bütünlük kazandırılmıştır. b) Yeni bir devletin temelleri atılmış, yürütme görevini yerine getiren Temsil Heyeti kurularak atamalar ve görevlendirmeler yapılmıştır. c) İtilaf Devletlerinden Fransa Anadolu’daki Milli davayı kongreden sonra resmen tanımıştır. d) Milli kimlik, milli bilinç ve direnişin bütünlüğü kongre kararlarına yansımış, işgalci ülkelerin temsilcileri Anadolu’daki bu harekete karşı tedbirleri üst seviyeye çıkarmışlardır. e) Anadolu’daki milli hareketin iç ve dış kamuoyuna duyurulması amacıyla ulusal basın kurulmuş, “İrade-i Milliye” gazetesi çıkarılmıştır. 6– Milli Mücadele Döneminde Anadolu’daki Milli mücadelenin ilk defa tanındığı ve Osmanlı Meclis-i Mebusanın (Milli Meclisin – Osmanlı Parlamentosunun) açılmasını İstanbul’daki Osmanlı Hükümetinin kabul ettiği gelişme aşağıdakilerden hangisidir? a) Amasya Genelgesi b) Sivas Kongresi c) Erzurum Kongresi d) Londra Konferansı e) Amasya Görüşmeleri 117 7– Aşağıdaki verilen cümledeki boşluğa uygun olan sözcüğü yazınız. Anadolu’daki milli mücadelenin siyasi ve yürütme organı olan Temsil Heyeti 27 Aralık 1919’da çalışmalarını sürdürmek amacıyla …………………….’ya gelmiştir. 118 VIII. ÜNİTE YENİ TÜRK DEVLETİNİN KURULUŞU ve TEPKİLER ÜNİTENİN İŞLENİŞİ * * * * * * Anadolu’da başlayan Milli Mücadele hareketi İstanbul’da toplanan Osmanlı Parlamentosunu(Milli Meclisi) hangi şekilde etkilemiştir? Araştırınız. Osmanlı Parlamentosunun onayından geçerek çıkan Misak- ı Milli kararları nelerdir? Kararların sonuçları Milli Mücadele’nin amaçları ve uygulamalarına hangi açıdan katkıları olmuştur? Öğreniniz. Misak- Milli kararlarına karşı İşgal devletleri ve Osmanlı Hükümetinin tepkileri nasıl olmuştur? Ankara’da açılan yeni meclisin faaliyetleri ve amaçları nelerdir? Araştırınız. Yeni Türk devleti ve ilk hükümetinin özellikleri nelerdir? * Ankara’da kurulan milli hükümete karşı oluşan tepkiler ve sonuçları neler olmuştur? Kaynaklardan öğreniniz. Ayaklanmaların Milli Mücadele ve Türk İnkılâbının oluşumu açısından sonuçları ne olmuştur ? Tartışınız. ÜNİTENİN AMACI VE UYARILAR Ünitede yeni Türk devletinin oluşumu, Misak-ı Milli Kararlarının alınması, Osmanlı Hükümeti ile Ankara’da kurulan yeni Türk Devletinin ve hükümetinin mücadelesinin başlaması incelenecek, Anadolu hareketinin otoritesini devlet olarak göstermesi, Osmanlı Hükümetine karşı bir ihtilal hükümeti kurması, bunu karşısında Osmanlı Hükümetini işgalci güçlerin desteğini alarak kaybettiği otoritesini kazanma mücadelesi işlenecektir. Anadolu ve İstanbul arasındaki mücadele siyasi gelişmelerle kavranılmasına çalışılacaktır. Ayaklanmalar karşısında Osmanlı Hükümetinin tutumuna dikkat ediniz. 119 VIII ÜNİTE İÇİNDEKİLER Son Osmanlı Meclis-i Mebusanın Toplanması ve Misâk-ı Millinin Kabul Edilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisinin Açılması ve Faaliyetleri Türkiye Büyük Millet Meclisine Karşı İsyanlar ve Askeri Gelişmeler Ayaklanmaların Sonuçları Özet Ünite Değerlendirme Soruları 120 1- SON OSMANLI MECLİSİNİN (MECLİS - İ MEBUSANIN TOPLANMASI VE MİSÂK-I MİLLİNİN KABUL EDİLMESİ İstanbul’da toplanan Meclisi Mebusan üyelerinin katılımıyla 12 Ocak 1920’de Meclis- i Mebusan toplandı. Meclis gizli ve açık oturumlardan sonra Anadolu’nun daha önce Erzurum ve Sivas Kongresinde esasları belirlenen ilkelere uygun olarak 28 Ocak 1920’de oybirliğiyle Türk Kurtuluş Savaşının temel tezi, daha sonra kurulacak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel devlet politikasını da yönlendirecek olan adına “Misâk-ı Milli” ( Milli Yemin, Milli And ) denen kararlar alındı.Kararların esasları şöyledir; 1– Osmanlı Devleti’nin 30 Ekim 1918 tarihli mütareke imzaladığı tarihte düşman ordularının işgâli altında bulunan Arap memleketlerinin durumunun, halkın serbestçe verecekleri oya göre belirlenmesi gereklidir. Bu mütareke hududu içinde Türk ve İslâm çoğunluğu bulanan kısımların tümü, hiçbir şekilde ayrılık kabul etmez. 2– Halkın oyu ile ana vatana katılmış olan üç sancakta( Evliye-i Selâse:Kars, Ardahan, Batum) gerekirse halkın oyuna başvurulmasını kabul ederiz. 3– Türkiye ile yapılacak barışa bırakılan Batı Trakya’nın hukuki durumunun tespiti de halkın tam bir serbestlikle beyan edecekleri reye uygun olmalıdır. 4- Hilafet merkezi ve Osmanlı Devletini başkenti olan İstanbul şehriyle Marmara denizinin güvenliği her türlü zedelemeden uzak olmalıdır.Bu esas kabul edilmek şartıyla Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının dünya ticaret ve ulaşımına açılması hususunda bizimle diğer bütün ilgili devletlerin,birlikte verecekleri karar geçerlidir. 5– İtilaf Devletleri’yle düşmanları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılmış olan anlaşma esasları dairesinde azınlıkların hakları,komşu memleketlerdeki Müslüman halkın aynı haktan yararlanmaları şartıyla tarafımızdan kabul ve temin edilecektir. 121 6– Milli ve İktisadi gelişmemiz imkan dairesine girmek ve daha ileri ve düzenli bir şekilde iş görmeye muvaffak(başarılı) olabilmek için her devlet gibi bizim de gelişmemizin sağlanması sebeplerinin temininde İstiklâl ve tam bir hürlüğe sahip olmamız hayat ve bekâ (var olma) esasıdır. Bu sebeple siyasi, adli, mali gelişmemize engel olan kayıtlara karşıyız. Hissemize düşecek borçlarımızın ödenmesi şartları da bu esasa aykırı olmayacaktır. Bu belgenin bütün kesimlerin temsil edildiği milli mecliste alınması, baskı altında olmasına rağmen İstanbul’da kabul edilerek, yayınlanması, içeriği itibariyle işgal devletlerinin planları ve hedeflerine uygun değildi. Meclisin davranışlarından memnun olmayan İtilaf Devletleri Hükümete baskı yaparak Anadolu hareketinin sempatizanı gördükleri iki bakanı, Harbiye Nazırı Cemal Paşa ve Genel Kurmay Başkanı Cevat Paşa’nın görevlerinden alınmasını istediler. 3 Mart 1920’de Ali Rıza Paşa Kabinesi istifa etti. Meclis üyeleri tutuklanmaya başladı ve 16 mart 1920’de İstanbul resmen işgal edildi. 18 Mart 1918’de de meclis son oturumunu gerçekleştirerek, “güvenli ortamın olmaması” gerekçesi ile meclis süresiz tatil edildi. Gelişmelerin sonunda Mustafa Kemal Paşa, İtilaf Devletlerinin İstanbul’daki temsilcilerine, Birleşik Amerika siyasi temsilcisine, tarafsız devletlerinin dışişleri bakanlıklarına, Fransa, İngiltere ve İtalya parlamentolarına birer protesto gönderdi. Ayrıca Anadolu’daki ilgili yetkililere Anadolu ile İstanbul arasındaki bağlantıları kesilmesi ve hakimiyet alanlarındaki yabancı asker ve subaylar tutuklanmasını emretti. Bu gelişmeler Anadolu’daki milli mücadeleyi hızlandırdı. Salih paşanın getirildiği yeni kabinede,işbaşında duramayarak istifa etti ve yerine İtilaf Devletlerine yakın olan Damat Ferit Paşa getirildi. 11 Nisan 1920’de Mebusan Meclisi padişah tarafından kapatıldı. Bu durumda halkı temsil edecek yeni bir meclis ve devletin kurulması zorunluluk haline geldi. Mustafa Kemal’in Meclisin Anadolu’da toplanması fikri haklı çıkmıştı. Yeni meclis aynı zamanda yeni bir devletin de meclisi olacaktı. 122 2- TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN(TBMM) AÇILMASI ve FAALİYETLERİ Meclis açılması için gerekli hazırlıkların yapıldığı sırada, Ankara’nın faaliyetlerine karşı İstanbul’daki hükümette atağa geçmiş, Ankara’daki oluşumu ve hareketleri yayınladıkları fetva ile, yasadışı ve dindışı göstermeye çalışarak halkı isyana ve milli mücadelenin aleyhine faaliyetlere teşvik ediyordu. Bununla İstanbul ile Ankara arasındaki mücadelede başlıyor, Anadolu’daki Milli davayı yürütenler, birde Osmanlı Hükümetinin teşvik ve tahrikiyle çıkarttığı isyan ve kargaşa ile uğraşmak zorunda kalmışlardır. İstanbul hükümeti şüphesiz Anadolu üzerindeki otorite kaybını dinsel ve Padişahın halk üzerindeki gelenekselleşmiş otoritesini kullanarak sağlamaya çalışmışlardı. Fakat halk işgaller karşısında pasif kalan, işgalci güçlere bu kadar itaat eden bir padişah ve hükümetin Türk toplumu üzerindeki etkilerinin bittiğinin farkına varmamışlardı. 23 Nisan 1920’de Ankara’ya ulaşabilen 78 üyenin katılımıyla Büyük Millet Meclisi açıldı, ertesi gün Mustafa Kemal’in uzun bir konuşma yaparak ülkenin o ana kadar geçirdiği evreleri, ülkenin 123 geleceğine ilişkin yetkinin kendilerinde, milli iradede olduğunu ifade etti. Meclis başkanlığına seçilen Mustafa Kemal sonra hükümetin kurulması için önerge verdi. Önergede yer alan maddeler özetle şöyledir; 1 - Hükümet kurmak zorunludur. 2- Geçici olduğu bildirilerek bir hükümet başkanı tanımak yada bir padişah vekili ortaya çıkarmak uygun değildir. 3- Mecliste beliren milli iradenin, yurt kaderine doğrudan doğruya el koymasını kabul etmek temel ilkedir. 4- Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır. 5- Meclisten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek vekiller heyeti hükümet işlerini yürütür. Meclis başkanı Vekiller Heyetinin de başkanıdır. 124 Ayrıca önergeye şu not ilave edilmiştir; Padişah ve Halife baskılardan kurtulduktan sonra Meclis’in yapacağı kanuna göre uygun olan durumunu alır. Meclisin ilk çıkarttığı kanunlardan biri kendine karşı çıkması muhtemel olan ayaklanma ve kargaşayı önlemek, askeri hazırlıkları hızlandırmak, otoritesini egemenlik alanlarında kabul ettirebilmek için 29 Nisan 1920’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu çıkarılmıştır. Yapılan toplantılar sonunda 3 Mayıs 1920’de ilk hükümet resmen kurulmuş, hükümeti oluşturan kakanlar kurulu başkanı da Mustafa Kemal olmuştur. Yeni devletin ilk hükümeti olarak Cumhuriyet Tarihine geçen bu hükümet, mecliste büyük başarılara imza atmış, T.B.M.M.’nin de ilk hükümeti olması dolayısıyla Türk İnkılâbının aksiyon dönemini başarılarıyla doldurmuştur. Hükümetin hazırladığı hükümet programı 9 Mayıs 1920’de T.B.M.M.’nin onayına sunulmuştur. Düzenin sağlanması için Meclisin, o dönemdeki yapısı içinde üyelerinin çoğunluğu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti mensupları olması, Mustafa Kemal’e ve daha sonra kurulan ilk hükümete büyük bir kolaylık sağlamıştı. Ama meclisin daha sonraki zamanlarında bu grubun içindede farklı düşüncelerde olanlar çıkarak sorunlar çıkartmışlar, ancak Mustafa Kemal, bütün bu gelişmelerde demokratik yollardan ayrılmayarak zorlukları yenmesini bilmiştir. T.B.M.M., bir yandan gücünü her yönde gösterebilmek için yurt içinde işi oldu bittiye bırakmayarak tedbirler almaya başlamış, bir yandan da İstanbul’daki hükümeti yasal olmayan bir kuruluş saymıştır. Alınan kararlarla, kurulan yeni devlet kendi konumunu sağlamlaştırmaya başlamıştır. Bununla ilgili ilk hukuki önlemlerden birisi de İstiklâl Mahkemeleri olmuştur. İstiklal mahkemeleri özellikle kanun ve asker kaçaklarının ülke güvenliğini tehtid etmesi ve T.B.M.M.’ne karşı ayaklanmaların ciddi boyutlara ulaşması üzerine zor dönemlerde uygulanan, gerekliliği ülkenin geleceği için kaçınılmaz olan, bir çok devletin başvurduğu bir uygulamadır. Bu sayede Milli mücadelenin en buhranlı dönemlerinde mücadeleye büyük katkısı olan kurum olmuştur. Bu uygulamalarla 20 Ocak 1921’de kabul edilen yeni bir anayasaya kadar, Mecliste bu önerge ve kanunların ne kadar yerinde olduğu ve bir anayasa fonksiyonu gördüğü açıktır. 125 3- T.B.M.M.’ne KARŞI YAPILAN İSYANLAR VE ASKERİ GELİŞMELER Ankara’da oluşan yeni devlet, hızlı bir şekilde örgütlenerek oluşumunu tamamlamaya başlayarak ülkenin gerçek temsilcisi olduğunu, halkında bu gerçeği gördüğü gerek İtilaf Devletleri, gerekse de Osmanlı hükümeti tarafından görülmeye başlaması ile bu duruma karşı tedbirler almaya başladılar. Bu tedbirlerden birisi de kitleleri siyasi, kültürel ve dini motivasyonu kullanarak T.B.M.M.’ne karşı ayaklanmalar çıkartmak olmuş, bu ayaklanmalar Anadolu’daki milli davaya büyük zararlar vermiştir. Bu ayaklanmaların genel sebepleri olarak şunları gösterebiliriz : 1 – İstanbul hükümetinin kaybettiği otoritesini yeniden kazanmak için yaptığı propaganda, yayınlar, beyanlar ve çıkardığı fetvaların etkileri 2 - Anadolu üzerindeki emellerine yeni kurulan Türk Devletini engel olarak gören, başta İngiltere ve diğer devletlerin verdikleri taahhütler, kışkırtmaların etkileri 3 - Ülkedeki otorite boşluğundan faydalanan bazı Kuvay-ı Milliye grupları ile bazı eşkıya çetelerinin yanlış uygulama ve bilinçsiz hareketlerinin halk üzerindeki oluşturduğu izlenim. 4- Başlangıçta Kuvay-ı Milliye içinde iken daha sonra kişisel çıkarları dolayısıyla T.B.M.M.’nin otoritesine girmek istemeyen lider kadrosunun faaliyetleriyle meydana gelen olaylar. Bu ayaklanmalar, 1919 yılında başlamış ve 1921’de I. İnönü Savaşının sonuna kadar devam etmiştir. Ayaklanmalar karşısında T.B.M.M. kanuni, siyasi, örfi ve askeri tedbirler alarak hakimiyetini sağlamış, siyasal gücünü daha da arttırarak asıl amacı olan ülkenin işgalden temizlenmesi, varlığını dünyaya kabul ettirmesi hedefine doğru ilerlemeye devam ettirmiştir.Ayaklanmaların önemlileri şunlardır; 126 3.1 – Şeyh Eşref Ayaklanması ( 26 Ekim -24 Aralık 1919 ) Bayburt’un Hart kazasında Şeriat düzeni kurmak için çıkarılmıştır. Ayaklanma, kısa zamanda Milli Kuvvetler tarafından bastırılmıştır. 3.2 – Bozkır Ayaklanmaları ( 27 Eylül – 4 Eylül, 20Ekim – 4 Kasım 1919) Vali Cemal Bey’in, bölgedeki Milli davayı önlemek için,i Zeynalabidin ve arkadaşları olan dinsel grupları Padişaha ve Halifeye karşı olanların dine karşı geldikleri savıyla kışkırtmış, bu gruplar Konya’nın Bozkır ilçesini basarak kamu binaları ve direnişçilerin evlerini bastılar. Hareketin genişlemesi üzerine üzerlerine gönderilen Kuvay-ı Milliye kuvvetlerine saldırdılar. Konya’dan gelen uzlaşma heyetinin girişimleri ile ayaklanma geçici olarak önlendi Daha sonra devlet otoritesinin ve bölgeye gelen askeri kuvvetlere karşı yeniden ayaklandılar. Bu sırada yine Konya’nın Çumra ilçesinde Delibaş Mehmet adlı bir başka aside ayaklanınca ayaklanmaların üzerine gönderilen milli kuvvetler uzun süren mücadeleden sonra hakimiyet kurdular. 3.3 – Anzavur Ayaklanmaları(1 Ekim - 25 Kasım 1919 / 16 Şubat – 6 Nisan 1920) İngiltere’nin Çanakkale Boğazı ve çevresinin Milli Kuvvetlerin denetimine girmemesi için teşvik ettiği, İstanbul hükümeti tarafından da desteklenen bir ayaklanmadır.Emekli Jandarma Binbaşısı olan Anzavur, sarayla olan bağları dolayısıyla ve Ayvalıkta başlayan milli direniş hareketi dolayısıyla bölgede Osmanlı otoritesini devam ettirmek üzere Milli kuvvetlere karşı harekete geçti. Balıkesir, Susurluk, Biga, Gönen, Manyas çevresinde uzun süren hareketlerde bulundu. Yanlış bilgiler vererek bölgedeki milli direnişe önemli zararlar verdi, Milli kuvvetlerden Çerkez Ethem kuvvetleri tarafından ayaklanma bastırıldı. Bu ayaklanma, sırasında milli kuvvetler arasında işbirliği ve irtibatı kopuk olması, isyanın büyümesine sebep olmuştur. Bu gelişmeler üzerine bölgede koordinasyon faaliyetlerine hız verilmiştir. Biga’da bulunan milli kuvvetlerin liderliğini yapan Hamdi Beyin kuvvetlenmesi üzerine bölgedeki köylerle ilişkilerdeki gerginlikler meydana geldi. Bu gelişmelerle İngilizler bölgedeki milli direnişe karşı olanları yeniden silah ve para yoluyla desteklediler, İstanbul’a kaçan Anzavur yeniden bölgeye gelerek, yöredeki bazı 127 ayaklanma liderlerinden görevi devraldı. Milli Kuvvetlerin elinde bulunan Biga’ya saldırdılar. Hamdi Bey ve adamları şehit edildiler. Anzavur İngilizlerden para ve silah yardımı almaya devam ederek bölgede durumunu kuvvetlendirdi. Bu gelişmeler üzerine bölgeye kaydırılan milli kuvvetler gerekli hazırlığı yaparak Gönende toplandılar. Uzun süren çarpışmalar 15 Nisanda Çerkez Ethem kuvvetleri de destek olunca Anzavur kuvvetleri dağıldı. Bölgede isyanların uzun sürmesi İstanbul’a yakınlık ve işgalci kuvvetlerle işbirliği imkanın fazla olmasıdır. Anzavur’un İstanbul’a kaçmış, daha sonrada Damat Ferit Paşa tarafında devlet hizmetinde görevlendirilmiş olması İstanbul hükümetinin milli davaya karşı olmasının en belirgin örneklerinden birisidir. 3.4 - Ali Batı Ayaklanması ( 11 Mayıs - 18 Ağustos 1919 ) Diyarbakır yöresinde gelişen bu ayaklanma, Midyat güneyindeki aşiretin reisi olan Ali Batının, yöreye hakim olan İngiltere’nin teşviki ile Kürdistan kurmak fikri üzerine başlamıştır. Ayaklanma Askeri tedbirlerle 1919 Ağustosunda Ali Batınında ölmesi üzerine bastırıldı. 3.5– Düzce Ayaklanmaları (13 Nisan – 31 Mayıs 1920/ 8 Ağustos – 23 Eylül 1920) Düzce ve çevresinde savaştan sonra asayişin kalmaması üzerine bir çok eşkıya türemiş, bu gruplar bir müddet sonar bölgedeki Kuvay-ı Milliye ye karşıda faaliyetlerde bulunmaya başlamışlardır.Bu gruplar içinde Çerkez ve Abaza grupları bir müddet sonra padişah otoritesine karşı gelen Mustafa Kemal’e ve milli davaya karşı ayaklandılar. Bölgede sayıları 4000’i bulan ayaklanmacılar Düzceyi işgal ettiler, direnen hükümet kuvvetlerini de teslim olmak zorunda bıraktılar. Daha sonra Bolu ve Beypazarı isyancılara katılanlar oldu. İsyancılar “Padişaha bağlı ve Kuvay-ı Milliye karşı olduklarını” ilan ettiler. Üzerlerine gönderilen kuvvetleri yenen isyancılara İngiliz kuvvetleri de destek olmak için Şileye asker çıkarttılar. Ankara’dan Nasihat Heyeti gönderildi, heyeti de yakalayarak, gönderilen kuvvetleri pusuya düşürdüler. Bölge tamamen isyancıların eline geçmişti, bölgede hakimiyetini kaybetmek üzere idi. Daha sonra milli kuvvetler birleştirilerek bölgeye sevk edildi. Damat Ferit Paşa İngilizlere başvurarak, “10.000 kişilik bir kuvveti silahlandırılması için izin” istedi Eğer bu gerçekleştirilirse milli kuvvetleri tamamen bitireceği yönünde öneri götürdü. Ayaklanmanın 128 ilki milli kuvvetlerin ciddi taarruzları ile Mayıs ayının sonlarında bastırıldı. Düzce ve çevresinde ikinci ayaklanma, bölgeye Kuvay-ı İnzibat iye’nin gelmesi, milli kuvvetleri Yozgat Ayaklanmasını bastırmak için ayrılması ile 8 Ağustos 1920’de tekrar başladı. Özellikle Kuvay-ı Milliye aleyhine yapılan çirkin iftiralar halk üzerinde etkili oldu, ayaklananlar, 27 Ağustosta 1920 yenildiler, ayaklanmacıları sık sık Yunanlılar ve İngilizlerle işbirliği yapması da desteklendiklerinin kesin bir kanıtı olmuştur.Ayaklanma Eylül sonlarında tamamen bastırıldı. 3.6 – Halife Ordusu ( Kuvay-ı İnzibatiye) İstanbul Hükümeti, Anadolu’daki kaybettiği otoritesini kazanmak için her vasıtayı kullanmayı kendine birinci vazife haline getirmişti. İngilizlerin yardımı ile “Kuvay-ı Milliye eşkıyasını tenkil (tepelemek) amacıyla” 18 Nisan 1919’da Kuvay-ı İnzibatiye ( Asayiş Sağlama için oluşturulan kuvvetler) kuruldu. Komutanlığına da Süleyman Şefik Bey getirildi.İzmit’te karargah kuran bu birliklere aynı zamanda “Halife Ordusu” adı da verilmişti. İleri harekata başlayan bu kuvvetler Bolu ve çevresine yenilgiye uğratıldı. Önemli sayıda asker milli kuvvetlere katıldı.Bu sırada milli kuvvetler, Düzce de başlayan ayaklanmaları bastırmaya başlamış, hakimiyeti sağlamıştı. Bu birlikler, üzerine gönderilen milli kuvvetleri İzmit’te de durduramadılar, ciddi bir varlık gösteremediler. Daha sonra İngiltere’nin desteği ile geri İstanbul’a çekildiler. 3.7– Yozgat Çapanoğulları Ayaklanması(15 Mayıs – 27 Ağustos 1920) Bölge halkı Milli davanın önemini tam olarak kavrayamadığı gibi özellikle, Yozgat’ın mutasarrıfı da (Sancaklardaki en büyük mülki amir) “Allah’tan, padişahtan ve onların kanunlarından başka bir şey tanımayacağını” söyleyerek mili davaya karşı açık bir tutum sergiliyordu.Bu destek sonrasında bölgenin önemli ailelerinden olan Çapanoğulları ayaklandılar,bölgedeki yerel eşkıya liderleri ile işbirliği içinde 14 Haziran 1920’de Yozgat’ı sonrada Boğazlayanı ele geçirdiler. Çerkez Ethem kuvvetleri üzerlerine gönderilerek ayaklananlar cezalandırıldı. Daha sonra yeniden ayaklandılarsa da etkileri azaldığı için Milli kuvvetler tarafından çabucak bastırıldılar. 129 3.8 – Milli Aşireti Ayaklanması Güneydeki İngiliz ve Fransızlar etkinlik bölgelerindeki Kürt kökenli aşiretler üzerinde sürekli propaganda yaparak “Kürtçülük” fikrinin gelişmesini ve kendilerine devlete karşı yapacakları bağımsızlık hareketlerinde destek olacaklarını söylediler. Ayrıca yeni kurulan Ankara hükümetinin Padişaha ve devlete karşı asiler oldukları vurgulanıyordu. Asırlarca her şeyiyle ortak bir maziyi taşıyan bölgeler özellikle aşiret nizamında oluşumları dolayısıyla kendilerine vaat edilen cazip teklifler dolayısıyla etkilenerek zamanla bazı aşiretler ayaklandılar. Urfa da ki Milli Aşireti İtilaf Devletleri ile ilişkiler kurarak, Fransızların Urfa ya saldırdıkları sırada ayaklanarak, Sivereğe saldırdılar. Fakat buradaki kuvvetlere yenilerek çekildiler. Daha sonra 24 Ağustos 1920’de yeniden bölgeye giren aşiretler, Viranşehir’i aldılarsa da bölge halkı kendilerine katılmadığı için etkili olamadılar. Milli kuvvetlerle birleşen bölge halkı, Milli Aşiretini bölgeden çıkarttılar. Bu otorite boşluğundan yararlanmak isteyen “Kürtçülük” hareketlerinden etkilenerek ayaklanan aşiretler içinde Cemil Çeto, Koçkiri Aşiret ayaklanması olmuştur. Ayaklanmalar genel olarak belli aşiretler tarafından özellikle ordunun savaşta olduğu dönemlerde çıkarılmıştır.1921’de çıkan bu ayaklanmalarda Türk Ordusu da kuvvet ayırmak zorunda kalmıştır. Bu hareketler bastırılarak otorite sağlanmıştır. İngiltere’nin bu ayaklanmaları Sevr Barışında da destekleyici hükümler koydurmuştur. Özel olarak Anadolu’ya gönderdiği subay ve ajanların bu politikayı hayata geçirdikleri tarihi arşivlerle de belli olmuştur. 3.9 - Çerkez Ethem Ayaklanması Çerkez Ethem, gerek ayaklanmaların Başlaması gerekse de Batı bölgesindeki Yunan ilerlemesinde önemli hizmetleri olan Kuvayı Milliyeci liderdir. Milli Mücadeleye büyük hizmetleri olması dolayısıyla zamanla bağımsız hareket etme,T.B.M.M.’nin emirlerini dinlememe konumuna geldi. Düzenli ordunun 1920’sonlarına doğru oluşturulmaya başlaması ve kendine de düzenli orduya katılmasını istenmesi üzerine tamamen bağımsız bir konumda hareket ederek bu duruma karşı gelince çok ciddi bir sorun haline geldi.T.B.M.M. ordusu ile çatışması kaçınılmaz oldu. Yapılan muharebeleri kaybeden Çerkez Ethem, I.İnönü savaşından sonra Gediz civarındaki Yunan hattına geçmiş ve bu olay Kurtuluş savaşının üzücü olayları arasında yer almıştır. Yine Kuvay-ı Milliye liderlerinden olan ve Ege bölgesinin direnişine büyük katkıda bulunan Demirci Mehmet Efe de 130 Çerkez Ethem’in kışkırtmaları sonucunda Güney cephesinin emirlerine uymadı. Bunun üzerine Refet Bey ile kuvvetler gönderildi. Direniş gösteremeyen Efe ile 700 çeteci 30 Aralık 1920’de emrindekilerle birlikte teslim oldu. Kendisine gösterilen köyde ikamet etmeyi ve çetecilikten vazgeçmeyi kabul ederek herhangi bir ceza verilmedi. 4 – AYAKLANMALARIN SONUÇLARI Yaklaşık bir yıldan fazla süren ayaklanmalar sonunda ülke kaynakları gereksiz yere harcanmış, milli mücadeleyi yapması gereken ordu ve Kuvay-ı Milliye örgütleri gereksiz yere zaman ve insan kaybına uğramıştır. Bu ayaklanmalar sırasında Osmanlı hükümetinin tutumu, işgalcilerle işbirliği yapması, Türk İnkılabını aksiyon aşamasında son derece kesin muhalefet olacağını belli etmiş, bundan sonra Türk Kurtuluş Savaşı, mevcut düzene karşı olan tavrını daha da sertleştirmiştir. T.B.M.M.’nin otoritesini sağlamlaştırmasını geciktirmiş, Kurtuluş Savaşında işgalcilerin daha fazla askeri ve stratejik alana sahip olmalarına bu ayaklanmalar zemin hazırlamışlardır. 131 ÖZET Anadolu’daki milli hareket kongreler yolu ile Osmanlı hükümeti üzerinde baskı unsuru oluşturmuş, Milli davaya karşı olan Damat Ferit Paşa kabinesinin görevden çekilmesinden sonra seçimler yapılarak toplanan Osmanlı Parlamentosu milli davanın haklılığını gösteren tarihi bir karar alarak Misak-ı Milli yi kabul etmiştir. Misak-ı Milli kararları hem Milli mücadele döneminin hem de yeni Türk Devletinin siyasi, coğrafi ve hukuki altyapısını ve iç ve dış politikada temel tez ve amacını oluşturmuştur. Bu kararlar her platformda Türk Dış politikasını da temel İlkesi olarak savunulmuştur. Çünkü Türk halkının yasal ve hukuki temsilcisi olan meclisi tarafından kabul edilen bir kararlar bütünüdür. Son Osmanlı Parlamentosunun kapatılmasından sonra Ankara’da yeni bir meclis ve hükümet kurulmuş, böylece de Osmanlı Hükümeti yasal ve hukuken halk üzerinde iradesini kaybetmiştir. Ankara bundan sonra hem Milli Mücadele Döneminin, hemde Cumhuriyet Döneminin bir siyasi ve idari merkezi olacaktır. T.B.M.M. derhal hükümet şeklinde bir yasama, yürütme sistemini kuracak, bir kurucu meclis özelliği göstererek halkın temsilcisi olacaktır. T.B.M.M. Hükümetinde ilk kurulduğu andan itibaren davanın lideri olan Mustafa Kemal siyasi ve diplomatik lider konumuna gelecek, kendi kadrosunu kurarak meclisin karar ve uygulamalarında milli mücadelenin amaçlarını gerçekleştirmeye çalışacaklardır. Otoritesini ilk önce Anadolu’da kuran Ankara Hükümetine karşı, siyasal hakimiyetini kaybeden Osmanlı Hükümetinin kışkırtması, işgalci devletlerin teşvik ve destekleri, feodal ve etnik gerekçeler ve bireysel çıkar ve amaçlarının devamını sağlamak gibi sebeplerle ayaklanmalar çıkmıştır. Ayaklanmalar karşısında T.B.M.M. yasal kararlar, adli takibatlar ve askeri tedbirler almış 1920 ve 1921 yıllarındaki bu ayaklanmaları bastırarak Anadolu’daki mutlak otoritesini kurmuştur. Ayaklanmalar Milli mücadele için olumsuz sonuçlar doğurmuş, gereksiz yere zaman, araç – gereç ve insan kaybına yol açmış, işgalci güçlerin işgal alanlarını ve askeri konumlarını daha da güçlendirmelerine sebep olmuştur. 132 ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI 1- Son Osmanlı Parlamentosunun onaylayarak kabul ettiği Misakı Milli(Milli And) kararlarının içerikleri arasında aşağıdaki seçeneklerden hangisi bulunmaz? a) Osmanlı ülkesinde yaşayan azınlıklara ulusal bütünlüğü bozacak haklar verilemez. b) Mondros Ateşkes Antlaşmasının imzalandığı sırada milli hudutlar içinde hiç bir şekilde ayrılık kabul edilemez. c) İstanbul ve boğazlarda İtilaf Devletlerinin siyasi ve askeri varlığı devam edebilir. d) Ekonomik gelişmeye engel olan tüm engeller kaldırılmalıdır. e) Halkın oyu ile anavatana katılan Kars, Ardahan ve Batum’da gerekirse yeniden halk oylaması yapılmalıdır. 2- Misak-ı Milli kararlarının önemi ve sonuçlarını en iyi şekilde açıklayan seçenek aşağıdakilerden hangi olmalıdır? a) Milli Egemenlik ilkesine uygun olarak Türk halkının kararını yansıtan,Milli Mücadelenin ve Cumhuriyetin iç ve dış politikada siyasi,askeri ve ekonomik ilkelerini belirleyen temel Türk tezidir. b) Osmanlı ülkesinin coğrafi sınırlarını belirlemiştir. c) İtilaf Devletleri bu kararı kabul etmeyerek İstanbul’u işgal etmişler ve Osmanlı Parlamentosunu dağıtmışlardır. d) Alınan kararları Osmanlı Hükümetleri değil, Anadolu’daki yeni Türk Hükümeti uygulamaya çalışmıştır. e) Misak-ı Milli kararları Mondros Ateşkes Antlaşmasının uygulamalarına karşı içerik taşımaktadır. 3- 23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve faaliyetleri için seçeneklerden hangisi söylenemez? a) Her yönüyle milli bir meclis ve milli bir hükümet özelliği taşır. b) Temel görev olarak ülkenin işgalden kurtarılması ve Türk toprakları içinde otoritenin sağlanması benimsenmiş, bunun için meclisin hukuken ve siyasal olarak örgütlenip devlet konumuna gelmesi sağlanmıştır. c) Meclis ve Hükümetleri, Mustafa Kemal’in liderlik iradesini ve 133 siyasal politikalarını destekleyen karar ve uygulamalar yapmışlardır. d) Meclisin çalışması ve ilkelerini Osmanlı Hükümetleri belli zamanlarda desteklemiştir. e) Meclis kurulduğu ilk günlerden beri kendi siyasi ve hukukî otoritesini tesis etmek için kanun ve kararlar çıkartmıştır. 4- Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümetine karşı çıkan ayaklanmaların sebepleri arasında verilen seçeneklerden hangisi bulunamaz? a) Kuvay-ı Milliye liderlerinin bazılarının meclisin otoritesine karşı gelmeleri b) İşgalci güçlerin işgal bölgelerinde halka yaptıkları meclise karşı yanlış bilgilendirme ve kışkırtmalar c) Osmanlı Hükümetinin dinsel ve geleneksel söylemlerle otoritesini sağlamak için Ankara’daki meclise karşı faaliyetleri d) Kuvay-ı Milliye örgütlerinin bazılarının yaptıkları yanlış ve bilinçsiz uygulamaları e) Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1921 yılında Anayasasını kabul etmesi 5- Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı yapılan ayaklanmaların sonuçları arasında bulunmayan seçenek aşağıdakilerden hangisidir? a) Osmanlı Hükümeti otoritesini Anadolu’da yeniden sağlamıştır. b) Ülkenin kaynakları gereksiz yere ayaklanmalar için harcanmıştır. c) İşgalci güçlerin işgal ettikleri alanları genişletmelerine sebep olmuştur. d) Ayaklanmalar T.BM.M.nin otoritesini sağlamlaştırmasını geciktirmiştir. e) Halkın Osmanlı Hükümetine olan güven ve siyasi desteği daha da azalmıştır. 134 IX. ÜNİTE SİLAHLI MÜCADELENİN BAŞLAMASI ve DÜZENLİ ORDUNUN KURULUŞU ÜNİTENİN İŞLENİŞİ * Ülkenin işgalden kurtarılması için yapılan silahlı mücadele hangi şartlarda yürütülmüştür? Kaynaklardan araştırınız. * Türk ordusu ve silahlı direniş örgütlerinin insan, araç gereç ve silah Kaynakları nasıl sağlanmıştır? Araştırınız. * Komşu ve Batılı ülkeler silahlı mücadele sırasında hangi şartlar ve taleplerle maddi kaynak yardımlarında bulunmuştur? * Türk ve Müslüman ulusların Türk milli mücadelesine yaptıkları silah ve maddi yardımın miktarı ve önemi nelerdir? Araştırınız. * Düzenli ordunun kurulmasının aşamaları nasıl olmuştur? Düzenli ordunun kaynakları nelerdir? * Sevr Barış Antlaşmasının maddeleri, içeriği ve amaçları nelerdir? Anadolu’daki Milli Hükümet, Sevr Barış Antlaşmasına ve onu imzalayan Osmanlı Hükümetine hangi şekilde tepkide bulunmuşlardır? Tartışınız. ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR: Ünitede Milli Mücadelede gerekli olan silah, insan ve araçgereç kaynaklarının nasıl ve hangi şartlarda karşılandığı, savaş için gerekli olan malzeme ve insan miktarının karşısındaki işgal güçlerine göre durumu değerlendirilecek, alınan yardım ve bulunan kaynakların durumu ve kaynakların kullanımının nasıl olduğu kavranılması sağlanacaktır. Milli Mücadelenin savaşlarla kazanılması gerekliliği ve bunun içinde düzenli ordunun mutlak şart olduğuna dikkat ediniz. Anadolu’nun direncinin artması üzerine yeni işgal planları hazırlayan İtilaf Devletlerinin Osmanlı Hükümetine imzalattığı Sevr Barış antlaşmasının içeriği ve hedeflerinin dikkatli bir şekilde okunması ve kavranılması gerekmektedir. 135 IX ÜNİTE İÇİNDEKİLER Milli Mücadelenin Maddi Kaynakları Düzenli Ordunun Kuruluşu ve Gelişmeler Sevr Barış Antlaşması Özet Ünite Değerlendirme Soruları 136 1 - MİLLİ MÜCADELENİN MADDİ KAYNAKLARI A – İnsan Kaynakları 17. yüzyıl sonlarında Viyana kapılarında durdurulan Osmanlı İmparatorluğu bu tarihten itibaren, sürekli güç ve toprak kaybına uğramıştı. 20. yüzyılın başına gelindiğinde, 1911'de başlayan savaşlar dizisi, zaten mali ve ekonomik yönden zayıf olan Osmanlı İmparatorluğu'nun kaynaklarını iyice tüketmişti. 1. Dünya Savaşı'nın başında 1.710.000 km2 yüzölçümü, çeşitli ırk, din ve dillerden 18.500.000 kişilik bir nüfusa sahipken, savaşın sonunda gelindiğinde bu toprakların, 1.000.000 km2' sine yakın bölümünü kaybetmişti. Kurtuluş Savaşının başlarında, Anadolu'daki Türk nüfusu 1.300.0000 km2 kadardı. Ülkenin en verimli toprakları olan Batı Anadolu ve Trakya işgal altında olduğundan, buralardaki 4.000.000 Türk'ten yararlanılamamakta, bu nedenle de yararlanabilen nüfus 9.000.000'a düşmekteydi. 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti 1.000.000'a yakın insan kaybına uğramıştı. 18-35 yaş arasındaki erkek nüfustaki bu kayıp, toplumdaki üretici ve tüketici oranını büyük ölçüde bozarak üretime ve ekonomiye olumsuz etkiler yapmıştı. Osmanlı toplumu, Sanayi Devrimi'ni yaşamadığı ve büyük ölçekli kapital birikimleri olmadığı için, güçlü bir işçi sınıfı ve ulusal bir sanayi - ticaret burjuvazisi yoktu. Kurtuluş Savaşı dönemindeki toplumu üç ana grupta değerlendirebiliriz. Bu grupların her birinin Kurtuluş Savaşı'na bakış açıları ve katkıları ikili bir görünüm arz etmektedir. Bu gruplar: Aa- Aydınlar Sayıları zaten az olan aydınları, asker ve sivil olarak iki gruba ayırabiliriz. Batılı güçlü devletlerle başa çıkılamayacağı düşüncesi, Padişah ve halifelik makamına geleneksel bağlılık ile yapacak başka işleri olmadığı için, ekonomik endişeleri olan subayların bir bölümünün, o dönemin yasal yönetimi olan İstanbul Hükümetleri'nin istekleri doğrultusunda hareket etmesine neden olmuştur. Savaşlarda uğranılan subay ve yedek subay kayıpları aydın insan sayısını iyice azaltmış ve zaten eğitim düzeyi düşük olan toplumu işgaller karşısında tepkisiz hale getirmiştir. Siyasal görüş farklılıkları da İstanbul yada Anadolu eyleminden yana olmada belirleyici bir etken olmuştur. Bu durum aydınları İttihatçı - Hürriyet İtilafçı kamplaşması içine soktuğundan, onların etkileyeceği halkın tümünün Kurtuluş Savaşı içinde 137 kullanılmasını önlemiştir. Bütün bu olumsuzluklara karşın, Hürriyet İtilaf Partisi yandaşları dışında, aydınların büyük bir bölümü, ulusal hareketin örgütlenmesinde ve genel olarak hareketin bütün dönemlerinde görev almışlardır. Ab –Halk Osmanlı İmparatorluğu yarı dinsel bir niteliğe sahip olduğu için "Ümmet" anlayışı ön plana çıkarılmış, ulus ve ulusçuluk gibi kavramlar, Türkler arasında değer bulamamıştı. Ayrıca, Padişaha ve halifelik makamına bağlı bulunan, çoğunluğu eğitimden yoksun bırakılmış halk, kutsal saydığı bu makamlara büyük bir bağlılık duymakta idi . Bu makamın başında bulunan kişinin emriyle, Kuvay-ı Milliyecilerin din düşmanı asiler olarak ilan etmesi nedeniyle, halk başlangıçta bu güçlere destek vermemiş, hatta büyük bir direniş göstermek yoluna gitmişti. Öte yandan 1911'den itibaren başlayan ve sekiz yıl süren savaşlar dizisi de, halkın elindeki maddi ve manevi kaynakları büyük 138 ölçüde bitirmişti. Askerlik sorumluluğu da, tüm etnik kökenlerine yaygınlaştırılamadığından,Türklerin yükümlülüğünde bulunmaktaydı. Yalnız vatan topraklarının savunulması değil, Osmanlı coğrafyasında yaşayan diğer etnik grupların aralarındaki sürtüşmelerin önlenmesi de hep Türklerin canına mal olmaktaydı. Savaşlar ve çatışmalar yalnızca can kaybına yol açmamakta, yeni ekonomik yükümlülükler ve vergiler olarak da halka ödettirilmekteydi. Kurtuluş Savaşı, halktan yeniden can ve para katkısı istemek demekti. Oysa İstanbul yönetimi, Anadolu eylemcilerini halktan zorla para ve asker toplayan İttihatçı asiler olarak gösterip, halkın bilinçsizliğinden yararlanma yoluna gitmiştir. Bu nedenle de Kurtuluş Savaşı'nın ilk yılları, eğitimsiz geniş halk kitlelerinin katılımının olmadığı yıllardır. Halkın diğer bir kesimini oluşturan ayan ile eşraf ve ağaların davranışlarının olumlu ya da olumsuz şekillenmesinde ise; ya düşman işgalleriyle kaybedecekleri ya da İstanbul yönetimine bağlılıkları ve İngilizlerin sağladıkları çıkarlar etkili olmuştur. Anadolu'nun batısı ile doğusundaki bazı farklılıklar da, Kurtuluş Savaşı'nın bu iki ayrı bölgede sivillerin mi, askerlerin mi önderliğinde olacağını belirlemiştir. Batı Anadolu'nun verimli topraklarının ve iş olanaklarının bu coğrafyada tarihsel iddiaları olan Yunanlılara kaptırılacağı endişesi, ayan ve eşrafın maddi olanaklarıyla sivil halkın örgütlenmesine ve bağımsızlık mücadelesinin önce bu bölgede doğmasına neden olmuştur. Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak örgütleri, Kurtuluş Savaşı'nın ilk silahlı gücü olan Kuvay-ı Milliyeyi önce bu bölgede yaratmıştır. Batı Anadolu'da Yunanlılara, Güneyde Fransızlara ve Ermenilere karşı halk tarafından oluşturulan Kuvay-ı Milliye güçleri işgal alanlarının genişlememesinde etkin rol oynamışlardır. 1920 Haziranından itibaren düzenli ordunun oluşturulmaya başlanmasıyla, Kuvay-ı Milliye içindeki bazı olumsuzluklardan da kurtulmuştur. Doğu Anadolu'nun eğitimsiz, ekonomik güçlükler içinde olan insanın tavrını ise, Ermeni işgali, feodal yapı ve etnik köken ile bunların maddi desteğiyle kendinden yana kullanan ya İstanbul yönetimi ya İngilizler ya da Mustafa Kemal ve ordu faktörü belirlemiştir. Yasalarla yurt savunması erkeğe verilmişti. Buna rağmen bazı aydın kadınlara sadece eşlerine ve meclise destek olmakla kalmamışlar mitingler, gösteriler ve örgütsel çalışmalarla işgale ve hükümete tepkide bulunmuşlar, bununla da kalmayarak ülkenin kurutuluşu için cepheye mermi taşımışlar ve Kuvay-ı Milliye örgütleri kurarak cephede ve gerisinde muharebelere katılmışlardır. 139 Asri Kadınlar Cemiyeti, Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti, Müdafaa-i Hukuk Kadınlar Cemiyeti adlarında İstanbul'da ve Anadolu'nun hemen her yerinde örgütler kuran kadınlarımız topladıkları para ve eşya bağışlarıyla Kurtuluş Savaşı'na maddi kaynak yaratmışlardır. Ac) Din adamları Bazı din adamları, halifelik makamının her dediğini din buyruğu olarak algıladığından halkı da olumsuz etkilemişlerdir. Ancak işgaller karşısında bazı aydın din adamları, halkı Kurtuluş Savaşı 'dan yana örgütlemekle kalmamış, aynı zamanda İstanbul'un kafa bulandıran fetvalarına, karşı fetvalar vererek halkı, işgalcilere karşı çıkmaya çağırmışlardır. B) Parasal ve Maddi Kaynaklar Savaşlarda erkek nüfusun büyük ölçüde kaybedilmesi, yatırımları ve üretimi durdurmuştu. Savaş sonrasında kapitülasyonlar ve Düyun-u Umumiye Teşkilatı tekrar devreye girdiği için devlet kaynakları yatırıma yönlendirilemiyordu. Mondros Ateşkesi ile ülkenin en verimli toprakları da işgale uğrayınca buraların üretiminde ve vergilerinden yararlanılamaz duruma gelindi. Bağımsızlığı sağlamak için, savaşmak gerekiyordu. O da para ve silahı gerektiriyordu.Bağımsızlık mücadelesi ve yeni devlet oluşumu, yalnızca Batılı devletlere karşı değil İstanbul’daki yönetime karşıda verilecektir. Bu durum parasal ve maddi kaynak bulma ve kullanmada güçlükleri daha da arttırmıştır. Para ve maddi kaynak yaratmada başvurulan yöntemleri üç grupta toplayabiliriz : 1 - Bağışlar 2 - Vergiler 3 - Yabancı Ülkelerden Gelen Yardımlar 1 – Bağışlar Kuvay-ı Milliye döneminde örgütlenme ve savunmanın gerektirdiği insan, para ve diğer maddi kaynakların sağlanması,önceleri bu örgütlenmeyi gerçekleştirenlerce karşılanmıştır. İkinci Balıkesir Kongresi'nden itibaren (26-30 Temmuz 1919), bölgedeki şehir ve kasabaların katılım pay ve oranları belirlenmiş ve bunların halktan bağış yöntemiyle toplanması esası getirilmiştir. Batı Anadolu'da bu uygulama giderleri karşılamaya 140 yetmeyince, ithalat ve ihracat ile büyükbaş hayvanlardan belli bir oranda bağış alınması yoluna gidilerek, halktan istenenler adeta bir vergiye dönüştürülmüştür. Erzurum ve Sivas Kongrelerine katılan delegelerin masrafları, Müdafaa-i Hukuk örgütlerince ve halktan toplanan bağış ve yardımlarla karşılanmıştır. Erzurum-Sivas yolculuğunda olduğu gibi,Temsil Heyeti Sivas'tan Ankara'ya gelirken para ve diğer gereksinimlerin karşılanabilmesi, yine en önemli sorundur. Ankara'ya, Mahzar Müfit (Kansu) Bey'in Osmanlı Bankası Sivas şubesinden son anda aldığı 1000 Lira borç para ve yine Sivas'taki Amerikan Okulu'nun bayan müdiresinden bedelsiz alınan benzin ve lastiklerle gelinmiştir. Ancak bu para da Ankara'ya gelindikten birkaç gün sonra bitince Ankara Müftüsü Börekçi zade Rıfat Efendi'nin halktan toplayıp getirdiği paralar ve 20. Kolordu Komutanlığı'nın yardımlarıyla Meclis'in açılış günlerine gelinebilmiştir. 2- Vergiler Halktan toplanan bağışlar, zaman zaman yakınmalara neden olmaktaydı. Kurtuluş Savaşı'na kaynak yaratabilmek için, Duyun-u Umumiye ve Reji İdareleri kaldırılmadan bunların kaynaklarına el konuldu ve Osmanlı Devleti'ne ait borç ödemeleri durduruldu. TBMM’nin açılışından sonra parasal ve maddi kaynak yaratma sorunu bağış yerine vergi oranlarının arttırılması ya da yeni vergiler konulması ile çözülmek istendi. BMM, Kurtuluş Savaşı döneminde 19 adet gelir sağlayıcı yasa çıkarmıştır. Meclis ilk yasasını açıldığının ertesi günü, Hayvanlar Vergisi( Ağnam Resmi) adıyla çıkarmıştır. 1914 tarihli Gelir vergisi'ndeki oranlar da diğer bir yasayla 5-10 kat arttırılmıştır. 28 Temmuz 1920'de kabul edilen ilk gelir getirici yasa ile de gümrük vergisi 5 kat arttırılmıştır. Zonguldak'ta çıkarılan kömürlerden, ton başına 2-3 Lira arası ihracat vergisi alınması için bir yasa benimsenmiştir. Güvenlik nedeniyle Müslüman olmayanlar silah altına alınamadığından,1921 Ağustos'unda çıkarılan bir yasa ile bu durumdakilere “bedeli askerlik” uygulaması getirilmiştir. Sakatlar dışında 18-60 yaş arasındakilerden "yol vergisi” adıyla 4 işçi gündeliği tutarında vergi alınmaya başlandı. Tasarruf önlemlerine de gidilerek, Mebus(milletvekili) maaş ve yolluklarından vergi kesilmeye başlandı. Isıtma ve aydınlatmada tasarruf için çalışma saatleri yeniden belirlendi. Yine tasarruf amacıyla 14 Eylül 1920'de, “Men-i Müskirat”(İçki Yasağı) ve 25 Kasım 1920'de “Men-i İsrafat” (İsrafı Engelleme) yasaları çıkarıldı. 141 1921 yılında yürürlüğe konulan ilk bütçe, daha başlangıçta 26 milyon lira açık vermişti. Ordu giderleri için en az 45 milyon liraya gereksinim varken, bütçedeki bütün tahmini gelir rakamı 55 milyon lira idi. 1921 yılında Yunanlılarla İnönü, Kütahya-Eskişehir ve Sakarya savaşları yapıldığından para sıkıntısı en üst düzeye ulaşmıştı.Sakarya Savaşı öncesinde, başkomutanlığı ve Meclisin yetkilerini üç ay süreyle yüklenen Mustafa Kemal, Tekalif-i Milliye ( Ulusal Vergi Buyrukları) emirleri adıyla on adet emirname yayınladı. Savaşta askerin giydirilmesi, yedirilmesi, donatılması için tüm vatandaşların katkısını zorunlu kılan bu yükümlülükler Sakarya Savaşı'nın kazanılmasında önemli bir etken olmuştur. 3- Yabancı Ülkelerden Gelen Yardımlar Yabancı ülkelerden Anadolu eylemine verilen parasal desteği üç grupta inceleyebiliriz. a - Yabancı ülkelerdeki Türklerin ve yardım kuruluşlarının katkıları b - Sovyet yardımları c - Hint Müslümanlarının yardımları 3a- Yabancı Ülkelerdeki Türklerin ve Yardım Kuruluşlarının Katkıları Savaşın getirdiği yıkımlar ve geride bıraktığı yetim çocuklar, yurt dışında yaşayan Türkleri ve insani kuruluşları harekete geçirmiştir. Amerika'da yaşayan Türkler, kurdukları örgüt aracılığıyla topladıkları paraları, 1922 yılı başlarında Çocuk Esirgeme Kurumu'na vermiştir. Avrupa'daki bazı insani yardım kuruluşları İzmir'de Yunanlıların kıyımına uğrayanlara, Hilal-i Ahmer (Kızılay) aracılığı ile yardım gönderirken, Roma'daki temsilciliğimizde çalışanlar da Kızılay adına para toplamıştır. 3b - Sovyetler Birliğinin Yardımları Kurtuluş Savaşı'nda, bir büyük devletin parasal ve siyasal desteğine gereksinim duyulmaktaydı. Anadolu eylemcileri, Batılı emperyalistlere karşı bağımsızlık savaşı verirken, Bolşevikler de aynı güçlerce desteklenen karşı devrimciler ve Polonya ile savaşıyorlardı.İngilizler veya onun güdümündeki devletlerin Boğazlar ve Anadolu'ya sahip olması yerine, bunların Türkler de kalması da Bolşeviklerin işine gelmekteydi. Ayrıca, Bolşevikler verecekleri 142 destekle, Türklerin kazanacağı bağımsızlık mücadelesinin, diğer Müslüman topluluklarının bağımsızlık mücadelesine örnek olacağını ve kapitalizmi çökerteceklerini düşünmekteydiler. Ayrıca İngiliz emperyalizminin, Kafkaslardan atılması konusunda da Kemalistlerle işbirliği etmenin yararları vardı. Çünkü, Sovyet önderi Lenin ve arkadaşları amaçladıkları yeni düzeni henüz gerçekleştirememişlerdi. Lenin ve arkadaşları hala Çarlık kalıntısı Denikin, Wrangel, Kolçak gibi Batılıların destekledikleri generallerle savaşmaktaydılar. Bu nedenler Sovyetleri daha Kuvay-ı Milliyenin kuruluş döneminden itibaren Türklere yardıma yöneltmişti. Bu dönemde, Bolşeviklerle Karakol Cemiyeti vasıtasıyla gayri-resmi ilişkiler başlatılmıştır. Sivas Kongresinden sonra Bolşeviklerin yardım olanaklarını araştırmak üzere Rusya'ya, Mustafa Kemal'in onayıyla, Enver Paşa'nın kardeşi Halil (Kut) Paşa gönderilmişti.TBMM'nin açılışından üç gün sonra da, Mustafa Kemal'in Lenin'e yazdığı mektupla iki hükümet arasındaki ilişkilere resmiyet kazandırılmıştır. Halil Paşa, Ruslardan aldığı 100.000 Lira değerindeki altını 1920 Eylül'ünde Anadolu'ya getirmiştir. 200 Kilo kadarı, Doğu Ordusu için Erzurum'da alıkonulmuş geri kalan bölümü de Ankara'ya gönderilmiştir. Moskova'daki görüşmeler hakkında bilgi vermek için, Türkiye'ye dönen Ekonomi Bakanı Yusuf Kemal Bey de, 6 Ekim 1920'de 1.000.000 altın rubleyle gelmiştir. 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması'na yardım maddesi konulamamasına karşın, Sovyet Hariciye Komiseri Çiçerin, aynı gün Yusuf Kemal Tengirşek'e verdiği mektupla, 1921'den itibaren birkaç yıl Türkiye'ye yılda 10 milyon altın ruble yardım etme kararı aldıklarını bildirmişti.Yunanlıların İkinci İnönü Savaşı'nda yaptığı tahribatta kullanılmak üzere, 9 Nisan 1921'de Sovyet Elçisi Medivani 30 bin altın rubleyi Mustafa Kemal'e vermiştir. Moskova Anlaşması'nı imzalayan Yusuf Kemal Bey de 4 milyon altın ruble ile 25 Nisan 1921'de Sarıkamış'a ulaşmışlardı. Sovyet Resmi belgeleri ve Ali Fuat Cebesoy'un verdiği bilgiler, Nisan 1921-Mayıs 1922 arasında Sovyetlerin Türkiye'ye 10 milyon altın ruble yardım yaptığını göstermektedir. Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman (Kocaoğlu) Bey'in,Türklere iletilmek üzere, Ruslara teslim ettiklerini öne sürdüğü 100 milyon altın ruble konusu ise, hala aydınlatılabilmiş değildir. Sovyetlerce Türkiye'ye verilmediği iddia edilen büyük miktardaki bu paranın, niçin Moskova aracılığı ile gönderildiğini açıklama olanağı olmadığı gibi, o günlerde Türkiye'nin dostluğuna büyük önem veren 143 Sovyetlerin, bu durumun ortaya çıkması halinde bu olayın dostluğa büyük bir darbe vuracağını kestirmemesi de olanaksızdır. Gönderilmeyen bu paranın Türkiye için büyük önemi vardı. Bir müddet sonra zaten Buhara Cumhuriyeti Kızılordu tarafından işgal edilince buradan yeni bir yardım söz konusu olmadı. 3c- Hint Müslümanlarının Yardımları Milliyetçilik bilincini yayılması, halifeliğin Osmanlılara geçip geçmediği tartışmaları ve mezhep farklılıkları, halifeliğin önemini azaltmıştı.Müslümanlar arasında İngiliz egemenliği altında oldukları halde Halifeye bağlılıklarını sürdürmeye çalışanların başında, Hint Müslümanları gelmekteydi. Hilafet merkezi İstanbul'un Hıristiyan ordularınca işgal edilmesi üzerine, Hint Müslümanları halifeliği korumak ve İngiltere'ye baskı yapmak amacıyla "Indian Committee of the Caliphate" ve "All India Khilafet Congress" adlı dernekler kurmuşlardı. Hint Müslümanlarının lideri Mevlana Mehmet Ali Han'ın kurduğu yardım komitesi de topladığı yardımları, Türk Kızılay'ına aktarmıştır. Bu dernek ve yardım komitelerinin, 26 Aralık 1921'den 12 Ağustos 1922' ye kadar yolladığı paranın tutarı: 675.494 Liradır. Bu paralar, Maliye Bakanlığı'nın kayıtlarına ve hazineye girmemiş, Mustafa Kemal'in emrinde durmuş ve Osmanlı Bankası'nda korunmuştur. Kurtuluş Savaşı'nda çekilen mali sıkıntılara karşın bu paraya, Büyük Taarruz'a kadar el sürülmemiştir. Büyük Taarruz öncesinde para, geçici olarak Maliye Bakanlığı'na devredilmiştir. Paranın küçük bir kısmı, ordu ihtiyaçları için 110 bin Lirası da evleri köyleri yakılıp yıkılan halka dağıtılmıştır. Geriye kalanı da 1924'de kurulan İş Bankası'na Mustafa Kemal tarafından sermaye olarak konmuştur. C) Silah ve Malzeme Kaynakları İtilaf Devletleri Mondros Ateşkes Antlaşması gereğince Osmanlı ordusunun sayısını terhis ettirterek önemli ölçüde azaltmış mecburi askerliği kaldırtmıştı. Ayrıca Osmanlı Ordusunun silah ve cephanesini almıştır. Ordunun elinden alınan silahlar ve kalan silahların genel olarak sayısı şunlardır; 144 Silah Cinsi: Ordudan Alınan Miktar : Ağır Top 1099 Sahra Topu 606 Piyade Tüfeği 667983 Ağır Makinalı Tüfek 3118 Kalan Miktar 82 200 123191 1370 Türk ordusuna bırakılan silah ve cephanenin özellikle tüfeklerin çok büyük bir bölümü İstanbul'da depolanmıştı. Anadolu'daki dağınık birliklerdeki silahlarla, ancak 3 - 4 tümen donatılabilirdi. Sivas Kongresi günlerinde, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Anadolu'ya miras kalan ordu gücü ( Trakya ve İstanbul hariç) 34.181 kişi idi. TBMM'nin açıldığı günlerde, firarlar ve iç isyanlardaki dağılmalar nedeniyle Ege ve Güney Anadolu'daki 15-20 bin Kuvay-ı Milliyeci ile birlikte toplam silahlı güç, 35-40 bin dolaylarındaydı. Oysa TBMM'nin ilk günlerinde, Ege bölgesinde 100 bini aşan Yunan, büyük kısmı İstanbul dolaylarında 38 bin Fransız, Güneybatı Ege ve İstanbul'da 5 bin İtalyan, Kars dolaylarında 16 bin Ermeni olmak üzere, güçlü silahlara sahip 200 bin kişilik yabancı kuvvetlerin işgali altındaydı. 35-40 bin kişilik Türk kuvvetiyle, hem cephelerin tutulması hem Karadeniz'deki Rum çetelecilerin temizlenmesi, hem de iç isyanların bastırılması gerekmekteydi. Eldeki ordu gücünün silah ve cephanesi çok sınırlı sayıda olduğu için, şu önlemlere başvurulmuştur: 1- Silah ve mühimmat yapım ve onarım için atölyeler oluşturmak 2- İtilaf Devletleri'nin kontrolündeki depolardan kaçırmak 3- Yabancı ülkelerden bağış ve satın alma yoluyla karşılamak 1- Silah ve Mühimmat Yapımı ve Onarımı İçin Atölyeler Oluşturmak Osmanlı ordu ihtiyaçları için silah, malzeme ve cephane imal etmek, bunların bakım ve onarımlarını sağlamak için İstanbul ve dolaylarında, İmalat-ı Harbiye adıyla anılan bazı askeri fabrika ve tesisler meydana getirilmişti. Kurtuluş Savaşı başlayınca, İmalat-ı Harbiye subay ve ustalarından bazıları yanlarına taşınabilecek takım ve malzemelerini de alarak Anadolu'ya kaçmışlardı. 1920 145 Temmuz’unda ve Ankara Yahşihan'daki demiryolları atölyeleri, bu elemanlarca silah atölyesine dönüştürülerek, işgal kuvvetlerince kamaları alınan toplara kama ve nişangah döktüler. 10 Ocak 1921'de Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı “İmalat-ı Harbiye Genel Müdürlüğü” kurularak, yurt çapında atölyeler oluşturuldu. Buralarda eski tren ve ray parçalarından kılıç, süngü, top kamaları yapılırken, Ruslardan alınan çapları büyük mermiler de cepheye yetiştirilebilmek için, barutları boşaltılmadan patlama olasılığına rağmen inceltildi. Büyük Taarruz'a hazırlık günlerinde, Konya'da da bir imalat ve onarım merkezi kuruldu. Atların nalları için bir nalcılık okulu açılarak, süvari ve diğer birliklerdeki atları nallayacak koşum takımları imal edecek ustalar yetiştirildi. 146 2- İtilaf Devletlerinin Kontrolündeki Depolardan Silah ve Malzeme Kaçırılması Devletleri'nin işgal ettiği yerlere getirip depoladığı silah ve diğer malzemelerin büyük bir bölümü, Milli Mücadele'den yana olanların oluşturduğu örgütler vasıtasıyla Anadolu'ya kaçırılmıştır. Bu örgütler, silah ve malzeme yanında bilgi toplama ve Anadolu'ya insan geçirme görevlerini de üstlenmişlerdi. Önceleri “Milli Müsellah Kuvvetler Grubu” adını alan eski Teşkilat-ı Mahsusa elemanları tarafından kaçırılan silah ve cephane yeterli olmayınca, geniş çapta silah ve cephane kaçıracak Müdafaa-i Milliye İstihbarat Grubu kuruldu. Bu gruba Muavenet-i Bahriye, Felah-ı Vatan ve Güneş adındaki gizli örgütler yardımcı olmuştur. Hamza, Zabitan, Namık, Bizci Mustafa, Kaynarca, Ferhat ve Kerimi Grupları da silah ve adam kaçırma olaylarında önemli roller üstlenmişlerdir. Sakarya Zaferi'nden sonra İtalyan ve Fransızların göz yummaları sonucunda kaçırma olayları, daha büyük boyutlara ulaşmış ve Mustafa Bey Grubu aracılığıyla İstanbul'dan İnebolu ve Ereğli limanlarına 75 mm.lik 20 adet sahra topu ile 7 dağ topu bile getirilmiştir. 3 - Yabancı Devletlerden Bağış ve Satın Almalar 3a – Sovyetler Birliği Yardımları Kurtuluş Savaşı'nda gereksinim duyulan silah ve malzemenin önemli bir bölümü, Sovyet yardımı şeklinde 1920 Eylül ayından itibaren gelmeye başlamıştır. Sovyet resmi belgelerine göre Kurtuluş Savaşı boyunca, Türkiye'ye yapılan silah ve cephane yardımı miktarları şöyledir: 39.275 tüfek, 327 Makinalı Tüfek, 54 top, 62.986.000 adet tüfek mermisi, 147.079 adet top mermisi, 1000 atımlık top barutu, 4.000 adet el bombası, 4.000 şarapnel mermisi, 1.500 kılıç ve 20.000 gaz maskesi. Sovyet Rusya'nın yardım olarak verdiği bu silahlar, genellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında Çarlık Rusyası ordularının Osmanlı ve Alman ordularından ele geçirdikleri silahlar ile iç savaş sırasında Kızılordu birliklerinin ele geçirdiği İngiliz ve Fransız silahlarıydı. Bu çeşitlilik karşısında aynı cins silahlar, belirli birliklerde kullanılarak, eğitim ve cephane ikmalinin ortaya çıkardığı güçlükler azaltılmaya çalışılmıştır. 147 3b – Fransız Yardımları Fransızlar, Ankara Anlaşması ile Güney Anadolu'dan çekilirken, bu anlaşmaya ekledikleri gizli mektuplarla, silah ve malzeme yardımında bulunmayı kabullenmişlerdir. Fransızların Türklere bıraktıkları silah ve cephane; 10.089 tüfek, 1.505 sandık mermi ve çalışır durumdaki 10 uçaktan oluşmaktaydı. Fransızlar çekilirken, 4 adet uçak motoru, 3 adet telsiz istasyonu ve 10 adet hangarı da Türklere satmışlardır. Ayrıca Fransa'ya gönderilen satınalma komisyonu (Cemal ve Sıtkı Beyler), Osmanlı ve Rus altını ödeyerek 1.500 adet hafif makineli tüfek ve 2.735 sandık fişek, 200 adet kamyonet, 1 adet kompresör, 11 adet top beşik kaması, 2 ton şaplı kösele ve bazı yedek parça ve malzemesi satın almışlardır. 130 ton benzin ve motor yağı da Fransız vapurlarınca gizlice Mersin'e ulaştırılmıştır. 3c – İtalyan Yardımları Birinci Dünya Savaşı'nda yaptığı gizli anlaşmalarla kendisine vaat edilen toprakların verilmediğini gören İtalya, Batı Akdeniz ve Ege Bölgesi'nde işgal ettiği yerlerde Türklere iyi davranmış, hatta Kuvay-ı Milliye'ye silah yardımında bulunmuştur. İkinci İnönü Zaferi'nden sonra İtalyanların herhangi bir anlaşma yapmadan çekilmesi üzerine, İtalya'daki silah fabrikalarından silah ve cephane satın alınma yoluna gidilmiştir. Bedeli Rus yardımı altınlardan ödenerek, 4.310.000 adet tüfek fişeği ve 20 adet uçak alınmıştır. İtalyanlar her ay, Anadolu limanlarında 50 bin tüfek teslim etmeyi vaat etmişlerse de,ancak 20.000 tüfek satın alınabilmiştir. Ancak bu silah ve gereçlerin, Akdeniz'deki İngiliz ve Yunan tehlikesi nedeniyle, Anadolu'ya getirilemeyeceği anlaşılınca, Almanya'da satılmıştır. Bulgarlardan satın alınan 1.050 tüfek ise, 7 Mart 1922 günü yüklendiği Bakırcief motorunun Karadeniz'de batması nedeniyle, Anadolu'ya ulaşamamıştır. Almanya'dan satın alınan piyade cephaneleri ise bir dolandırıcılığa kurban gitmiştir. 148 2– DÜZENLİ ORDUNUN KURULUŞU ve GELİŞMELER Ülkenin işgali karşısında yerel olarak başlayan direnmiş hareketleri Kuvay-ı Milliye denilen silahlı direniş hareketlerini başlatmış, bu hareket zamanla düşmana karşı Türk milletinin direncini simgeleyen bir inanç haline gelmiştir. Bu kuvvetler, güneyde işgalcilere karşı düzenli ordudan ciddi yardımlar almadan İngiliz Fransız ve Ermenilere karşı halkla beraber büyük direniş göstermişler, Batıda Yunan ilerleyişini yavaşlatmışlar, Kuzeyde Karadeniz’de, Doğuda işgal bölgesinde işgalcilerle işbirliği yapan Rum ve Ermenilere karşı bölgelerini kahramanca savunmuşlar, bazen de T.B.M.M.’ne karşı ayaklanmaları bastırarak milli devletlerini kuruluşunda büyük hizmetler yapmışlardır. 1921 yılının başına kadar Milli Mücadele Milli Kuvvetler denilen bu silahlı örgütler tarafından yürütülmüştür. Ama özellikle Batı cephesinde Yunan ilerleyişi orduların düzenli olması, eğitimli ve tekbir komuta altına girmesin zorunlu kılıyordu. Kuvay-ı Milliye örgütler liderleri bazen gerekli uyarı ve emirleri dinlemedikleri için işgale karşı başarılı olunamıyordu. Ayrıca 22 Haziran 1920’de başlayan Yunan genel taarruzu sonrasında Balıkesir ve Bursa da düşmüştü. Meclisin bu işgaller üzerine aldığı tedbirlerin yetmeyeceğini özellikle Batı cephesinde düzenli orduya ihtiyacına atıfta bulunmuş, meclisin kararı ile ordular oluşturulmaya başlandı. Orduları insan kaynağı için ilk müracaat yeri Kuvay-ı Milliye örgütleri oluştur. Bununla ilgili ilk çıkan yasalarda kaçakların önlenmesi için “Firariler Hakkında Kanun” kabulü ile İstiklâl Mahkemelerinin kurulması olmuştur. Düzenli orduya direnen ilk kişide yukarıda da değinildiği gibi Kuvay-ı Milliye liderlerinden Çerkez Ethem olmuştur. Fakat bütün bunlara rağmen düzenli orduya katılım, silah, mühimmat ve maddi kaynaklar özverili bir şekilde halktan ve bazı dış yardımlarla sağlanabilmiştir. Muharebeler başlamadan T.B.M.M.’nin elindeki tek düzenli ordu ise Kazım Karabekir Paşa Komutasındaki tam silahlı ve kadrolu olarak Erzurum’da bulunan XV. Kolorduydu. Bu orduda Doğu Anadolu da Ermeni işgaline karşı tertibat almıştı. Gümrü Antlaşmasının imzalanması sonrasında bu kuvvetlerden önemli bir kısmı Batı cephesine kaydırılacaktı. Kurtuluş Savaşında düzenli ordunun kullanıldığı cepheler doğu ve batı cephesi olmuş, her iki cephede de Türk ordusu üstün başarılar göstererek T.B.M.M. Hükümetine gerekli askeri desteği siyasal alanda kurmak üzere vermiştir. Ordunu subay ihtiyacı Osmanlı 149 ordusunun milli davaya katılan bir çok cephe savaşlarına girmiş tecrübeli subaylardan karşılanmış, Ankara’da Subay okulu açılarak ta ihtiyaç giderilmeye çalışılmıştır. 3- SEVR BARIŞ ANTLAŞMASI I. Dünya Savaşının bitiminden sonra yeni savaşın getirdiği yeni ortamı kendi anlayışlarına göre düzenlemek isteyen galip devletler, diğer konularda anlaşmışlar, mağlup olan diğer devletlerin kaderini belirleyecek barış antlaşmalarını yapmışlar, Türkiye’nin geleceği konusunda tam bir anlaşma sağlayamamışlardı. Özellikle İtalya kendine verilen taahhütlerin gerçekleşmediğini görünce uzlaşmayı engellemeye devam etmiştir. Türkler Yunan işgali ile beraber şiddetli bir direnişe geçmişler, Ankara merkezli bir hükümet kurarak mücadeleye başlamışlar, ancak İngiltere Türkiye üzerindeki politikasını uygulamaya kararlı şekilde devam etmiştir. İngiltere Osmanlı Devleti ve Türklerin geleceğini 150 şekillendirirken kendi planlarını müttefiklerine kabul ettirmiştir. İngiltere, Ermenistan kurulmasını, İngiliz güdümünde Kürdistan’ın oluşumunu, Trakya ve Batı Anadolu’nun da Yunanistan’a verilmesini, Osmanlı Devletinin de başında bulunan yöneticilerinin bu durumu kabul etmek zorunda olduklarını vurguluyordu. İngiltere’ye göre; Türkler, savaşa Almanya’nın yanında katılarak savaşı iki yıl uzatmışlar, İngilizlere son derece ağır bir insan ve maddi kayıplara uğramalarına sebep olmuşlardır. Bu itibarla ağır bir bedel ödemeliydiler. Hazırlanan Barış Antlaşmasını Paris Konferansına katılan Osmanlı Delegelerine verdiler, itiraz edilmesine rağmen hazırladıkları belgeye Osmanlı Devletinin 27 Temmuz 1920 tarihine kadar kabul veya ret şeklinde cevap vermelerini istediler. Osmanlı Hükümeti anlaşmayı görüştükten sonra imzalanması yönünde tavsiye kararı aldı, 22 Temmuz 1920’de Saltanat Şurası konu ile ilgili olarak toplandı. Toplantıya katılan 43 kişilik üyeden 42’si antlaşmanın onaylanmasına karar verdiler. Antlaşma, 10Ağustos 1920’de Paris’in Sevr (Sevres) adı verilen yerde imzalandı. Galiplerin maddelerini yazdığı ve asırlardır Türk vatanı haline gelmiş, toprakların kağıt üzerinde paylaşıldığı 13 Bölüm, 433 maddeden oluşan antlaşmanın kısaltılmış hükümleri şunlardır ; * Osmanlı Devleti, İstanbul ve çevresi ile Anadolu’da küçük bir toprak parçasından ibaret olacak, fakat Osmanlılar, anlaşma hükümlerine saygı göstermezlerse ve uymazlarsa, İstanbul’da ellerinden alınacak.Osmanlı sınırları Trakya’da, Midye’nin çok daha doğusundan başlayarak Büyük Çekmece gölüne inecek, bu hattın batısında kalan Trakya Yunanistan’a verilecekti. Güney sınırı ise, İskenderun körfezi ile Antalya Körfezi arasında bulunan Karataş burnundan başlamak suretiyle Antep, Urfa ve Mardin’i dışta bırakarak Irak sınırına varacak. * Boğazlar savaş zamanında bile bütün devletlerin gemilerine açık bulundurulacak ve özel bir bayrağı ve özel bir bütçesi olan Avrupa komisyonu tarafından kontrol edilecek. * İngiliz, Fransız, İtalyan ve Japonlardan kurulacak bir komisyon adlî kapitülasyonlar yerine geçmek üzere, koyacağı bir usulü Osmanlılar kabul edecekler. Kapitülasyonlardan bütün Müttefik uyrukları yararlanacak. 151 * İngiliz, Fransız, İtalyan ve Osmanlılardan kurulacak bir komisyon Türkiye’nin hazinesini düzenleyecek, bütçe üzerinde son sözü söyleyecek, Türk parasının cins ve miktarını belirleyecek ve bu komisyonun onayı olmadıkça Osmanlı Devleti iç ve dış borç almayacak. Yıllık gelir bu komisyon tarafından, komisyonun ve işgal kuvvetlerinin masrafları, savaş sırasında zarar görmüş olan Müttefik uyruklarının zararları için ayrıldıktan sonra, geri kalan Osmanlılar için harcanacak. Osmanlı üyeleri bu komisyonda yalnız danışman olarak bulunacak. Azınlıklar her yerde okul açabilecekler. * * Osmanlı Devletinin askeri kuvveti 15 bini Jandarma olmak üzere 50 bin olacak ve top bulunmayacak. Subayların yüzde on beşini Müttefik veya tarafsız devletlerin subayları oluşturacak, zorunlu askerlik hizmeti olmayacak. * Osmanlı Donanması sınırlı olacak, askeri uçak bulunmayacak, Osmanlı Silahlı kuvvetleri Müttefik komisyonların kontrolünde olacak. * Antlaşmanın uygulanmaya başlamasından bir süre sonra Kürtler, Doğu Anadolu’da bağımsız bir kuruluş meydana getirmek isterlerse ve onların bu istekleri Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) tarafından kabul edilip, Osmanlılara tavsiye edilirse Osmanlılar, bu tavsiyeyi yerine getirecek. * Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon illerinin bulunduğu alanda, bir Ermenistan Devleti kurulacak, sınırlarının tayini Amerika Birleşik Devletleri Başkanının hakemliğine bırakılacak. * Hicaz bağımsız bir devlet olacak, Osmanlılar Mısır üzerindeki bütün haklarından vazgeçecek, Suriye, Irak ve Filistin için alınan bütün kararları da kabul edecektir. 152 * Oniki Ada İtalyanlara, Akdeniz deki öteki adalar da Yunanlılara bırakılacak. * İzmir Türk egemenliğinde kalacak, fakat Osmanlı Devleti egemenlik haklarını Yunanistan’a bırakacak, İzmir kalelerinden birinde Türk bayrağı dalgalanacak. Geniş bir içerik taşıyan ve Türklere de Anadolu’nun iç kısmında bir bölgeyi bırakan antlaşmanın hükümleri son derece ağır, milli onuru zedeleyici, teslimiyetçi bir belgedir .Sevr Antlaşması ölü doğan bir antlaşma olmuştur. Bu antlaşmanın Osmanlı hükümeti tarafından imzalanması, T.B.M.M.’nin inanç ve direncini arttıran, davasının haklılığını vurgulayan bir gelişme olmuştur. Osmanlı Meclisi dağıldığı için bu antlaşma hukuken de onaylanmamış, dolayısıyla Anayasaya göre de geçerliliği yoktu. Daha sonra Sevr Barış Antlaşmasını imzaladıkları için Ankara istiklâl mahkemesi Sadrazam Damat Ferit Paşa ve arkadaşları “Vatana İhanet” suçuyla gıyaben idama mahkum edildiler. T.B.M.M., 19 Ağustos 1920 tarihli oturumunda antlaşmayı tanımadığını ve hiçbir şekilde antlaşma hükümlerinin uygulanamayacağına dair karar çıkartmıştır. Ayrıca aynı toplantıda Sevr Antlaşmasını imzalayan ve onaylayan Saltanat Şûrası üyelerini vatana ihanet suçu ile itham ederek “Vatansız” sayılmaları kararı aldılar. 153 ÖZET Mili Mücadelenin ve Türk İnkılâbının eylem aşamasının en önemli gelişmesi Türk Bağımsızlık Savaşıdır. Bu savaşta milis ve düzenli ordu ile ülkenin dört bir yanında planlı veya tepkisel olarak yapılmıştır. Ama düzenli işgal orduları karşısında T.B.M.M. Hükümeti, kuruluşundan hemen sonra aynı şekilde düzenli ordu birlikleriyle savaşılması gerçeğini görmüş, hemen yapılan kanunlar ve kararnamelerle düzenli askeri birlikler oluşturmaya başlamıştır. Askeri hazırlıklar için gerekeli olan insan, araç - gereç ve silahların hemen bulunması çok zordu. Anadolu’nun kaynaklarının azlığı, insanlarının savaşlar karşısındaki bıkkınlığı, ülkeyi işgal eden orduların güçlü ve sayıca çok olması, Osmanlı ordusunun insan ve silah kaynaklarının İtilaf Devletleri tarafından bilinçli olarak azaltılması ve ortadan kaldırılması savaşın kaynaklarını Türk ordusu açısından olumsuz hale getirmişti. Buna rağmen T.B.M.M. Hükümeti büyük fedakarlıklarla içi ve dışarıdan kaynakları aramaya başladı. Çıkarttığı kanun ve kararnamelerle savaşlar sırsında ülke içindeki kaynakları seferber etti. Milli örgütler ve Türk halkı her türlü fedakarlığı göstererek silah, mühimmat ve insan kaynaklarını ordusunu emrine binbir güçlükle sağladı. Ülke dışında milli mücadeleyi destekleyen ülkelerden maddi ve askeri kaynaklar istendi. Bir çok ülke kendi politikalarına uygun olarak Ankara Hükümetine yardım etti. Düzenli ordunun en büyük olumlu yanı Osmanlı Ordusunda her türlü cephe harbini yapan, savaş tecrübesi olan başta Mustafa Kemal Paşa gibi birçok komutanın ordunun başına geçmesi ve savaşın her aşamasında savaşları ustalıkla yönetmeleridir. Ayrıca bir vatan müdafaası yapması ve ölüm kalım savaşının bilincini verilmesi Türk Ordusu için ayrı bir itici güç olmuştur. Bir çok komşu ve Müslüman ülkeler, Türk devletleri, Uzakdoğu ve Afrika’daki sömürgeler altında ezilen halklar binbir fedakarlıkla Türk ordusuna ve hükümetine maddi ve siyasi desteği verdiler. Savaşın ileri boyutlarında İtilaf Devletleri içinden de Türk ordusuna silah ve mühimmat desteği para veya hibe şeklinde verilmiştir. 154 Türk Hükümetinin maddi ve askeri yardımlarının yanında para karşılığında silah ve mühimmat alma şeklinde de ihtiyaçları karşılama yoluna gitmiştir. Düzenli ordu, meclisin açılması ile kurulmaya başlamış, Kuvay-ı Milliye birlikleri ve halktan askerlik hizmeti düzenli ordunun insan kaynaklarını oluşturmuştur. Düzenli ordu özellikle Batı ve Doğu cephesindeki muharebelerde kullanılmıştır. Bütün bu gelişmeler karşısında İtilaf Devletleri de kendilerinin muhatap kabul ettikleri Osmanlı Hükümetine Sevr Barış Antlaşmasını imzalatmışlar ve yeni bir işgal hareketine yasal zemin hazırlamışlardır. Türk ülkesinin siyasi ve coğrafi yapısını yok eden bu antlaşma Türk Hükümetinin çok sert tepkisine neden olmuş, anlaşma hiçbir şekilde kabul edilmemiş, imzalayanlar meclis kararıyla vatansız kabul edilmiştir. 155 ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI 1- Düzenli ordunun kurulmasının gerekçeleri arasında seçeneklerden hangisi bulunmaz? a) İşgal ordularının Anadolu’daki iç bölgelere kadar işgallerini genişletmeleri b) Kuvay-ı Milliye örgütlerinin yeterli şekilde direnç gösterememeleri c) T.B.M.M.’nin devlet şeklinde örgütlenmesi ve devletin bir askeri gücünün bulunması gerektiği d) Komşu ülkelerin kurulacak yeni bir orduya destek vereceklerini açıklamaları e) Ülkenin içinde çıkan ayaklanmalarla iç düzenin bozulması, Kuvay-ı Milliye örgütlerinin T.B.M.M. Hükümetinin otoritesini kabul etmek istememeleri 2Türk Bağımsızlık Savaşı sırasında maddi kaynakların bulunması ve savaşın sürdürülmesi faaliyetleri göz önüne alındığında aşağıdaki seçeneklerde verilen yargılardan hangisi doğru değildir? a) Anadolu’da yaşayan Türk Halkı Osmanlı Hükümeti ve İşgalci güçlerin etkisi ile T.B.M.M. Hükümetine yeterli desteği ve maddi yardımı yapmamıştır. b) Düzenli ordunun asker ihtiyacı Kuvay-ı Milliye ve halk tarafından karşılanmıştır. c) Komşu ve Müslüman ülkelerin halkları ve hükümetleri para, silah ve mühimmat desteği vermişlerdir. d) Savaş sırasında T.B.M.M. çıkarttığı kanunlarla halktan vergi ve nakdî yardım alarak savaşın giderlerini karşılamaya çalışmıştır. e) Ordunun üst düzey subay ve personeli vatanperver komutanlar ve Ankara’da kurulan Harp okulunun yetiştirdiği subaylardan karşılamıştır. 156 3- Türk Kurtuluş Savaşında Türk Hükümetine askeri ve maddi yardım yapan devletler arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz? a) İtalya b) Fransa c) Sovyetler Birliği d) Buhara Türk Cumhuriyeti e) İngiltere 4- Sevr Barış Antlaşması ve uygulamaları göz önüne alındığında seçeneklerden hangisi doğru değildir? a) Osmanlı Hükümeti tarafından imzalanması Osmanlı Hükümetinin halk üzerindeki etkisini olumsuz etkilemiştir. b) T.B.M.M. antlaşmayı imzalayan ve onaylayanları oybirliğiyle “Vatan Haini” ilan etmiştir. c) Antlaşmanın hükümleri önemli ölçüde Anadolu ve Trakya bölgesinde uygulanmıştır. d) İtilaf Devletleri antlaşmayı imzalatarak yeni işgal planlarına yasal altyapı oluşturmuşlardır. e) Sevr Barış Antlaşmasının imzalanması ile Anadolu’daki milli mücadele daha da hızlanmış, direniş azmi daha üst seviyeye çıkmıştır. 5- Aşağıdaki cümledeki boşluğa uygun sözcüğü yerleştiriniz. Sevr Barış Antlaşması ile Doğu illeri olan Van, Bitlis, Erzurum ve Trabzon ve çevresi …………………… Devletine bağlanmak istenmiştir. 157 X. ÜNİTE MUHAREBELER VE SONUÇLARI ÜNİTENİN İŞLENİŞİ * * * * * Güney Cephesinde muharebeler hangi işgal devletleri ile yapılmıştır? Cephede gelişmeler nasıl olmuştur? Kaynaklardan araştırınız. Güney cephesinde yapılan muharebelerin Milli Mücadeleye katkısı neler olmuştur? Öğreniniz. Doğu Cephesinde muharebeler kimle ve hangi şekilde yapılmıştır? Doğu cephesinde yapılan muharebelerin Milli Mücadeleye katkıları nasıl olmuştur? Araştırınız. Batı Cephesinin özellikleri ve yapılan muharebelerin sonuçları neler olmuştur? Araştırınız. Batı cephesi muharebelerinin uzun ve zor geçmesinin sebepleri nelerdir? Kaynaklardan araştırınız. ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR : Ünitemizde Kurtuluş Savaşının askeri olarak gerçekleştirilen muharebeleri ve cepheler incelenecek ve siyasi olarak kurulan Türk devletinin bu durumu askeri zaferlerle dünyaya kabul ettirilmesi kavratılacaktır. Muharebeler 1920 yılında başlamış ve yaklaşık üç yıl sürmüştür. Muharebelerde üç cephenin aynı anda veya birbirlerinin ardı sıra yapılmış olmasına dikkat ediniz. Muharebelerin oluş biçimine ve savaşılan işgal güçlerine karşı halkın gösterdiği üstün direncin kavranılması önemlidir. Muharebelerde kullanılan metotların ve alınan kararların Türk birlikleri ve direniş örgütleri tarafından ustalıkla uygulandığı gözden kaçmamalıdır. Muharebelerin hangi cephe olursa olsun düzenli ve planlı olmasına ve özellikle zamanlamanın isabetli, komutanların yönetimlerinin başarılı olduğuna dikkat ediniz. 158 X. ÜNİTE İÇİNDEKİLER Güney Cephesinde Muharebeler ve Sonuçları Doğu Cephesinde Muharebeler ve Sonuçları Batı Cephesinde Muharebeler ve Sonuçları I. İnönü Muharebesi Londra Konferansı Teşkilat-ı Esasiye Kanununun (Anayasanın) Çıkarılması İstiklâl Marşının Kabulü Türkiye -Afganistan Dostluk Antlaşması Moskova Antlaşması II. İnönü Muharebesi Eskişehir – Kütahya Muharebeleri Özet Ünite Değerlendirme Soruları 159 1– GÜNEY SONUÇLARI CEPHESİNDE MUHAREBELER ve Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra güney bölgesinde cephelerin kurulmasının başlıca nedeni, antlaşma hükümlerinin İtilaf Devletleri tarafından tek taraflı, haksız ve yanlış bir şekilde uygulanışı ve bu toprakların işgal edilmesidir. Fransızların Adana , İngilizlerin Urfa, Maraş ve Antebi işgal etmeleri halk arasında korku, şüphe ve nefret yaratmıştı. İngilizlerin bu bölgeden çekilmeleri sonucu Urfa, Maraş ve Antebin de Fransızlar tarafından işgali ve azınlık Ermenilerle işbirliği yaparak sömürge yönetimi usullerini burada uygulamaları yer yer bölgesel savunma tertiplerinin alınmasına ve milli kuvvetlerin kurulup teşkilatlanmasına sebep olmuştur. Ermenilerle işbirliği yapan Fransızların davranışları Çukurova da olduğu gibi Güneydoğu Anadolu’daki vilayetlerinde de tepkiyle karşılandı. Ermeniler mal, can ve namus gibi kavramları gözetmeksizin eylemler yapıyor, Fransızlar da buna göz yumuyorlardı. Onların bu tutumu, yörede Milli Kuvvetlerin harekete geçmesine, dolayısıyla Milli Mücadelede Güney Cephesinin kurulmasına zemin hazırladı. Güney Cephesindeki muharebelerin genel özelliği buralarda düzenli ordu birlikleri değil, genellikle Kuvay-ı Milliye ve Milis olarak bölge halkı muharebeleri yürütmüştür. 1a - Adana Cephesi Kilikya adı verilen bu bölgenin işgal niyetini Adanalıların anlamasından itibaren büyük bir infial uyanmış, halk protesto eylemlerine başlayarak “Feryatname” adlı telgraflar çekerek durumu İstanbul’a bildirmişlerdir. İşgal hareketi ilk önce İngilizler tarafından İskenderun üzerinden Payas’a asker sevki, şeklinde başlamış, daha sonra 14 Kasım 1919’da aralarında yaptıkları anlaşmalara dayanarak İskenderun’a çıkan Ermenilerle takviyeli Fransız birlikleri, doğudan Adana istikametinde işgallerine başlamışlardır. Yörenin ilk işgal yeri o dönemde Adana iline bağlı olan Dörtyol kazası olmuş, ilk direnişte yine Dörtyol’da başlamıştır. Diğer işgal istikameti Mersin üzerinden olmuştur.Bölgenin ileri gelenleri çektikleri bu protestolara Mersine çıkan Fransız birlikleri, 17 Aralık 1919’da Fransa’nın Suriye işgal komutanı general Hamlen (Hamlin) törenle Adana’ya geldi. Yanında gelen askerlerden önemli kısmı Ermenilerin oluşturduğu lejyonlardı. Yine Anadolu’da başlayan Milli mücadele ve bütün gelişmelere karşısında Adana’da bulunan milli davayı destekleyen basın, zor şartlar altında da hizmet veriyor, işgale karşı olan direniş ruhunu, 160 cephelerdeki durumu, bütün ülke ile birlikte Adana’daki Müslüman Türk ahaliye iletiyordu. Özellikle Ermeniler bölge halkına yaptıkları baskılar ve terör eylemleri gün geçtikçe artmış, hatta Ermeniler geçici bir yönetim kurmuşlardır. Bu hareketlerde bölgedeki direnişi arttırdı. İlk direniş Dörtyol’da, arkasından Karaisalı’da Kuvay-ı Milliye teşkilatı kurularak mücadele başladı. Fransız ve işbirliği yapan Ermenilere karşı savaşı şiddetlendiren Adana Kuvay-ı Milliye örgütleri kendilerini birleştirilmesi için Sivas’a giderek, kendilerine komutan atanmasını Mustafa Kemalden istediler. Mustafa Kemal Heyetle birlikte 1 Kasım 1919’da “Kilikya Kuvay-ı Milliye Komutanlığı” kurdu. Komutanlığın görev alanı olarak ta Adana vilayetinin tamamı ile Tarsus, Mersin Bölgesini kapsıyordu. Komutanlığın başına da Topçu Binbaşı Kemal, yardımcılığına da Piyade yüzbaşısı Osman Nuri atandılar. Fransızların da Ermenilere katılması ile yapılan taarruzlar Toroslara çekilerek zayıflatılmış, daha sonra Pozantı’ya kadar işgali genişlettilerse de 11. Tümenin desteği ile Kuvay-ı Milliye Fransızları yenilgiye uğrattı, 28 Mayıs 1920’de Osmaniye’de, 19 Temmuzda 1920 Mersinde, Fransız ve Ermenilere karşı başlayan taarruz başarılı olmuş, Kozan, Saimbeyli’de Ermenilerin direnişi kırılarak buraların Türk vatanı olduğunu her iki işgalci güce göstermiştir. İşgalci kuvvetlerin Kavaklıhan, Aflak, Kar Boğazı, Yarbaşı, Hinnepli, Taşçı, Mercin, ve Büyük Fadıl Muharebelerindeki büyük direnç, Fransız işgal komutanlığına pahalıya mal olmuş, 20 Ekim 1921 Tarihli imzaladıkları Ankara Antlaşması ile Adana Mersin ve Havalisini terk etmek zorunda kalmışlardır. Adana’dan 5 Ocak 1921’de tamamen çekilen Fransız kuvvetleri şehrin yönetimin Türklere resmen teslim etmişler, 5 Ocak tarihi Adana’nın kurtuluş günü olarak kabul edilmiştir. Adana ile çevre illerden olan Mersin’de 3 Ocak 1921’de Türk Ordunun Mersine girişi ve Fransız işgal kuvvetlerinden teslim alışı ile kurtulmuştur. 1b – Antep Cephesi Önce İngilizler ve daha sonra Fransızlar tarafından işgal edilen Antebin Antlaşmaya aykırı olarak işgali yabancı boyunduruğuna tahammülü olmayan Anteplileri galeyana getirmiştir. Fransızların Antep’te bir milli Ermeni fırkası kurarak Türkleri sindirme politikası uygulamaları Anteplileri direniş teşkilatları oluşturmasına sebep olmuştur. Antebin haklarını savunmak ve direnişi artırmak amacıyla Anadolu ve Rumeli Müdafaa- Hukuk Cemiyetinin Antep şubesini 161 açmışlar, Antep’te ayrıca Cemiyeti İslâmiye birlikte hareket ederek teşkilat kurmuşlardır.Antep Kuvay-ı Milliye komutanlığına “Şahin Bey” takma adıyla getirilen Yüzbaşı Sait Bey kahramanca yaptığı savunma düşmesine rağmen Fransız birlikleri 3 ve 18 Şubat 1920’de başlattıkları taarruzlarına yaklaşık bir yıl sürdü, ancak 9 Şubat 1921’de şehri üstün kuvvetlerle düşürebildiler. Antep, gösterdiği kahramanlıkla güney bölgesindeki Fransız işgalinin sona ermesinde de etkili olmuştur. Fransız kamuoyu bu bölgedeki muharebelerdeki askeri kayıptan dolayı hükümetlerinin eleştirmeye ve İngiltere’nin bu bölgede Fransa’yı oyuna getirdiği savını geliştirmeye başlamıştı. T.B.M.M., gösterdiği bu kahramanlıktan dolayı 6 Şubat 1921 tarih ve 93 sayılı kanunla Antep iline “Gaziantep” adını verdi. Antep yine diğer güney illerimiz de olduğu gibi Ankara Antlaşması ile 25 Aralık 1921’de Fransız işgalinden kurtuldu. 1c – Maraş Cephesi İngilizlerden Maraş’ı devralan Fransızların, şehirde yaptıkları taşkınlıklar ve Ermenilerle beraber yaptıkları kıyımlar sonrasında, kaleden Türk bayrağının indirilmesi ile direniş başladı. İlk kez Sütçü imamın bir Fransız askerine ateş açarak öldürmesi direnişi hızlandırdı. Halkın içine karışarak askeri bir düzene sokan subaylar direnişi güçlendirince üstün silahlarına rağmen Fransız birlikleri fazla zayiat verdiler. 11 Şubat 1920’den itibaren Fransız kuvvetleri Maraş’ı terk etmek zorunda kalarak işgali sona erdirdiler. Maraş ta Antep gibi T.B.M.M. tarafından onurlandırılarak “Kahraman Maraş” adı verildi. 1d - Urfa Cephesi Ocak 1919’da Urfa yı işgal eden İngilizler, Ekim 1919’da şehri aralarındaki yaptıkları anlaşmaya göre Fransızlara teslim ettiler. Bölgedeki Ermenilere dayanarak yaptıkları keyfi uygulamalar, kendilerinin Haçlı Seferleri sırasında bu bölgedeki hakları gibi gülünç ve asılsız iddialarla yaptıkları taşkınlıklar Urfalıların milli gururlarını zedelemiş, 29 Aralık 1919da Urfa ya atanana Yüzbaşı Ali Sâip Bey Urfalıları örgütleyerek Fransızların şehri boşaltmasını istediler. Başlayan çatışmalar sonunda ağır zayiat veren Fransız kuvvetleri 10 Nisan 1920’de Urfa’yı boşalttılar. Urfa yenilgisi Suriye ve diğer bölgelerde Fransa’ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Arap direnişçilerin de morallerini yükseltti. Fransa yeniden Urfa’ya girmeyi düşündüyse de alınan önlemlerle buna cesaret edemediler. Daha sonra 162 bu ilimize de T.B.M.M. gösterdiği kahramanlık ve cesareti onurlandırarak “Şanlı Urfa” adını vermiştir. Güney cephelerindeki Kuvay-ı Milliye Hareketi, halkın işgale karşı her şeyiyle katılması, Mustafa Kemal Paşanın başlattığı Milli Mücadeleyi desteklemeleri, Türkiye’nin güneyden sarılmasını engellediği gibi gösterilen kahramanlıklar, sadece bölge için değil bütün Türkiye için bir manevi destek, mücadelenin kazanılacağına dair inancı kuvvetlendirmiştir. Ayrıca bu bölgelere düzenli askeri birliklerin kullanılmaması askeri açıdan cephe muharebelerinde Türk ordusuna destek sağlamıştır. Bölgenin halkı direnişi sadece silahla değil, basın - yayın, protesto, gösteri vb. bütün araçları kullanarak yapmış, bölgede ki bu onurlu direniş, Fransız ve onlarla işbirliği yapan guruplara da bu toprakların gerçek sahibini göstermiştir. Bölge direnişinin somut bir göstergesi, bu bölgelerdeki bütün hak ve niyetlerinden Fransa’nın vazgeçtiğini teyit ettiren 20 Ekim 1921 tarihli Ankara İtilafnamesi(Antlaşması) dir. Bölgenin vatansever halkı, kendi bölgesinin kurtulmasından hemen sonra Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Savaşında görev almak için cephelere koşmuşlar, milli mücadeledeki onurlu yerlerini almışlardır. 2DOĞU CEPHESİNDE SONUÇLARI MUHAREBELER ve Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra Ermenilerin isteklerine uygun şartların yeniden oluşmaya başlamış, İngiltere Rusya’nın önceki konumunu üstlenerek bölgedeki Ermeni Devletinin Doğu Anadolu’ya doğru genişlemesini, bölgede Türk hakimiyetinin ortadan kalkması için Ateşkes Antlaşmasının ilgili maddesi gereğimce buraları işgal edeceğinin ipucunu veremeye başlamıştı. Antlaşmadan sonra Osmanlı kuvvetlerinin çekilmesi ile bu bölgedeki Ermeni istekleri artmaya başladı. İngilizler bu bölgedeki Ermeni Devletinin Amerikan mandasına verilerek bölgenin A.B.D.’nin korumasına girmesi gerektiğine dair önerilerde bulundular. Bunun üzerine bölgeye inceleme yapmak üzere gönderilen General Harboard 46 kişilik heyeti ile yaptığı incelemelerde bölgedeki Ermeni 163 çoğunluğunun bulunmadığını, Ermeniler üzerinde bir baskı olmadığını da açıkladı. Bu açıklamalara rağmen İtilaf Devletleri, kendi çıkarlarına uygun olarak Sevr Barış Antlaşmasında, bölgedeki bir Ermeni Devletinin kurulmasını kabul ettiler. Bütün bu gelişmeler bölgedeki halk ve Ordu komutanları tarafından dikkatle takip edilmiştir. Bölgedeki milli müdafaa dernekleri bu durumu her aşamada reddetmişler, bölgeye atanan Kazım Karabekir Paşada bu gelişmeleri takiple elindeki orduyu terhis etmemiştir. Ermeni faaliyetlerini bölgede bulunduğu ilk günden beri takip eden Kazım Karabekir Paşa, Erivan da bulunan Ermeni devletini uyararak bölgedeki Türklere yaptığı katliam ve baskılara son verilmesini, zarara uğrayan Müslüman- Türk ahalinin zararının tanzim edilmesini bildirdi. 164 Meclis açıldıktan sonra XV. Kolordu yeni Türk Devletinin ilk düzenli askeri birliği olmuş, bu ordu, mevcudu arttırılarak Doğu Cephesi Komutanlığı haline getirildi. Ancak hemen askeri harekata geçilmedi. T.B.M.M. bu konuda kesin tavrını koyarak bölge üzerindeki hiçbir oldu bittiyi ilgili ülkelere bildirmiş, Sevr Antlaşmasını hiçbir şekilde tanımayacağını açıklamıştır. Fakat Ermenilerin Erzurum’a kadar ilerlemeleri ile Doğu Cephesi Komutanlığı görevlendirilerek Ermenilerle savaş başladı. Türk kuvvetleri 28 Eylül 1920’de harekata başlamış, Ermenileri arka arkaya yenerek 29 Eylül’de Sarıkamış’ı, 30 Ekimde Karsı kurtardı. Savaşa devam edilmesi ile 7 Kasım 1920’de Gümrü alındı. Ermeniler, 17 Kasım 1920’de mütarekeye (Ateşkes görüşmeleri) razı oldular. 2 / 3 Aralık 1920 tarihli Gümrü Antlaşması ile Ermeniler bölgedeki bütün haklarından vazgeçtiler. Anlaşmaya göre ilişkilerin iyileştirilmesi kararlaştırılmış, böylece T.B.M.M. ilk siyasi anlaşmasını yaparak askeri ve diplomatik açıdan başarılı bir gelişme olmuştur. Bölgeden asker ve mühimmat Batı cephesine kaydırılarak, askeri açıdan Batı Cephesi güçlendirilmiştir. Bu antlaşmanın ömrü kısa olmuş, Bolşeviklerle işbirliği yapan Taşnak Hükümeti antlaşmayı onaylamamışsa da Sovyetler Birliği devreye girerek anlaşmanın sürdürülmesinde Ermenistan üzerinde etkili olmuştur. Doğuda Gürcüler, Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra otorite boşluğundan faydalanarak Ardahan ve Artvin’i işgal etmişlerdi. Kazım Karabekir Paşanın Gürcistan Devletine verdiği bu toprakları boşaltmasını isteyen ültimatomundan sonra Türk kuvvetleri Ardahan ve Artvin’e girdiler. Türk ordusu karşısında varlık gösteremeyen Gürcüler, 23 Şubat 1921’de buraları Türkiye’ye bıraktılar. İleri yürüyüşü devam ettiren Kazım Karabekir Paşa, 11 Mart 1921’de Batum’a kadar ilerlediler. Ancak T.B.M.M. dengeleri bozmamak için Sovyetler Birliği ile ilişkilerin devamını uygun gördüğünden daha sonra bu bölgeyi boşaltmıştır. Sovyetler Birliği, 1921 yılında Kafkas Bölgesinde hakimiyeti tamamen hakimiyeti sağlayarak kontrolü sağlamış, T.B.M.M. hükümeti de aynı yıl Anadolu’da hakimiyeti tamamen sağlayınca, her iki devletin öncülüğünde Kafkas bölgesindeki devletlerin birlikte imzaladıkları 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşması ile bölgenin statüsü kesinleşmiş, Doğu sınırlarımız bugünkü şeklini almıştır. Kars Antlaşmasını bölge devletlerinden Türkiye, Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan ve Sovyetler Birliği imzalamıştır. 165 3BATI CEPHESİNDE SONUÇLARI MUHARABELER ve Batı cephesi Kurtuluş Savaşının en çetin muharebelerinin yapıldığı, en uzun süren, sonuçları itibariyle de Kurtuluş Savaşını sonuçlanmasın alan cephesidir. Cephe İzmir’in Yunanlılar tarafından 15 Mayıs 1919’da işgali ile başlamıştır. İlk direnme hareketinin başladığı İzmir’in Urla’da direniş çabuk bastırılmış, işgal hızla gelişerek Balıkesir Ayvalık istikametine yönelmiştir. İşgalin gelişmesi ile Kuvay-ı Milliye Hareketi de gelişmiş bölgedeki komutanlar direniş hareketini, kişisel veya Ankara’da milli hükümetin kurulmasından sonra Ankara’ya bağlı olarak başlatmışlardır. Böylece Batı Cephesi kurulmuş, düzenli ordu ile cephenin faaliyetleri yoğunlaşmıştır. Anadolu’daki düzenli ve ciddi bir ordu olan, özellikle İngiltere tarafından desteklenen Yunan ordusu, planlı ve kapsamlı bir şekilde Anadolu’nun içlerine doğru ilerlemeye başlayarak, İtilaf Devletlerinin Sevr Antlaşmasını Ankara’daki Milli Hükümete kabul ettirme görevini de üstlenmiştir. Yunan Ordusunun bu ilerleyişine karşılık bölgesel olarak başlayan Kuvay-ı Milliye Harekatı da gelişmeye başlamış, ancak uzun vadede bu düzenli askeri güç engellenememiştir. Milli kuvvetler olarak ta bilinen, zamanla bölgesel güç haline gelen bu kuvvetler, Yunanlılarla girilen, ilk cephe muharebesi olan 24 - 24 Ekim 1920 tarihindeki Gediz Muharebelerini kaybettiler. Bunun üzerine T.B.M.M., 8 Kasım 1920 tarihinde daha önce oluşturulan Batı Cephe komutanlığı yeniden Güney ve Batı Cephesi Komutanlıkları olarak ikiye bölündü. Bölgedeki Kuvay-ı Milliye örgütlerinin de düzenli orduya katılması için çalışmalar yoğunlaştırıldı. Bazı Milli kuvvetlerin liderleri daha önceki konularda görüldüğü gibi bu örgütlenmeye karşı olarak ayaklanmalar çıkarttılar. Batı Cephesinin ağırlık noktaları İç Batı Anadolu, Ege ve Doğu Marmara olmuştur. Diğer ağırlığı ise Trakya Bölgesi teşkil eder, bölgedeki komutanlık olan I. Kolordu komutanı olan Cafer Tayyar Bey İstanbul’un işgal edilmesi üzerine başkentle ilişkileri keserek bölgede sıkıyönetim ilan etmiş, mücadelesini yoğunlaştırarak bölgeye yapılacak Yunan taarruzunu durdurmaya çalışmıştır. Bölgedeki halkın örgütlenmesine yardımcı olarak Trakya Paşaeli Cemiyetinin yaptığı Kongre ve toplantıları desteklemiştir. Ancak 20 Temmuz 1920’de başlayan Trakya’ya yayılan Yunan taarruzu durdurulamamıştır. Türk ordusunun bir kısmı Bulgaristan bölgesine geçerek Yunan kuvvetlerini savaş boyunca meşgul ettiler. Ankara ile temas ve işbirliği içinde 166 burada Yunan birliklerinin bir kısmının tutulmasını sağladılar, Yunanlıların Anadolu’ya bütün güçleri ile yüklenmelerini engelleyerek savaşa katkıda bulundular. 3.1 - I. İnönü Muharebesi Türklere karşı Gediz muharebesinde başarılı olan Yunan kuvvetleri Bursa’yı da işgal etmiş, Türklerin kendi iç meselelerinden faydalanmak için, ileri yürüyüşe 6 Ocak 1921 başlayarak Eskişehir’e doğru işgale başladı, ancak savunma yerini İnönü’de kuran düzenli ordu birliklerinden oluşan Türk kuvvetleri Yunan ordusunu burada durdurdu. 6 Ocak – 10 Ocak 1921’de yapılan muharebelerde başarılı olan Türk kuvvetleri Yunan ordusunu geri atmayı başararak ilk savunma savaşını kazandı.Yunanlılar saldırıdan vazgeçerek çekildiler. Bu muharebe küçük çaplı olsa önemli sonuçlar doğurmuştur ; 167 Düzenli ordunun gerekliliği ve Kuvay-ı Milliyenin düzenli orduya katılma zorunluluğu siyasiler ve halk tarafından anlaşılmıştır. T.B.M.M:’nin otoritesi, siyasi kimliği askeri bir başarıyla yeniden onaylanmış, otoritesi artmış, halkın meclise güveni daha da pekişmiştir. Savaştan sonra Çerkez Ethem kuvvetleri üzerine yürüyen ordu,onu yenerek bu asi hareketini de ortadan kaldırmış, Anadolu’da hakimiyet tamamen Ankara hükümetine geçmiştir. İtilaf Devletleri, Sevr Antlaşmasını gözden geçirmek için Londra’da bir konferans toplamaya karar vermişlerdir. İtilaf Devletleri, İtalyan temsilcisi aracılığıyla, T.B.M.M. Hükümetini konferansa İstanbul Hükümeti ile beraber çağırdılar.Bu gelişme İtilaf Devletlerinin ilk kez Anadolu’daki Milli Hükümeti tanıması açısından önemli bir siyasal gelişmedir. Sovyetler Birliğinin, Türkiye’deki mücadeleye ilgisi daha da artmış, ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. * * * * * 3.2- Londra Konferansı ( 21 Şubat – 10 Mart 1921) T.B.M.M. Hükümetinin bu başarıları İngiltere’nin işini zorlaştırmış, ayrıca ortakları olan İtalya ve Fransa da Türklerle işbirliği yapması için İngiltere’yi zorlamaya başlamışlardı.İngiltere bunun üzerine Londra konferansını düzenleyerek bu konferansa İstanbul’daki Osmanlı hükümeti ile beraber T.B.M.M. Hükümetini de çağırdılar. Bekir Sami Bey başkanlığındaki Türk Heyeti önce Roma’ya, daha sonra da Londra’ya gittiler. Yapılan görüşmelerde Türk Heyeti “Misak-ı Milli” haricindeki oluşum ve hükümleri tanımayacaklarını belirttiler, ancak Sevr mantığını yumuşatarak devam ettirmek isteyen İngiltere ve müttefikleri, bu siyasi manevrayla Yunan ordusuna zaman kazandırmak istemişler, Uluslararası kamuoyuna da Türklerin savaş taraftarı, barış istemeyen taraf olduğunu anlatmak istemişlerdir. Çünkü Türk delegasyonu yolda iken Yunan birlikleri saldırıya geçmiş, İnönü mevzilerine yeniden saldırıya başlamıştı. 168 Konferans bir siyasi taktik olarak yapılmıştı. Yunanlılar Türk tarafını barışa zorlamanın kuvvet zoruyla olacağını İngiliz hükümetine kabul ettirmişlerdi. Dışişleri Bakanlığı sıfatıyla Londra’da toplantıya katılan Bekir Sami Bey, Konferans sırasında İtalyan, Fransız ve İngiliz temsilcileri ile ayrı ayrı görüşerek bazı anlaşmalar imzaladı. Fakat bu anlaşmaların içerikleri “Misak- ı Milli” İlkelerine uygun olmadığı için T.B.M.M. tarafından onaylanmadı, Bekir Sami Bey görevden alındı. Londra’da Konferansını Milli Mücadele tarihindeki en önemli sonucu İtilaf Devletlerinin Ankara’daki Milli Hükümeti tanımış olmaları, Türkiye’nin Avrupa kamuoyuna barışçı bir taraf olduklarını belirtmeleri ve kabul görmese de “Misak-ı Milli” prensiplerini siyasi bir toplantıda Batı Kamuoyuna iletmeleridir. 3.3- Teşkilat-ı Esasiye Kanununun (Anayasanın) Çıkartılması( 20 Ocak 1921) Cephelerde Savaş sürerken T.B.M.M. yeni bir anayasa hazırlamakta, ulus egemenliğindeki bir devletin oluşumu ve temel kurumlarının da oluşturulması yolunda önemli gelişmeler hızla devam etmekteydi. Bazı karşı fikirler olmasına rağmen oluşturulacak anayasa (teşkilat-ı esasi ) milli egemenlik ilke ve anlayışına uygun olarak hazırlandı. Bu anayasanın, çıkarıldığı zamanın olağanüstü şartları gereğince “T.B.M.M.bütün yetkileri üstünde toplayan” hükümleri vardı. Bu yetkilerin toplanmasının kaynağın da milletten alındığı ifade edilerek devletin temel anlayışı ve işleyişinin, “Milli Egemenlik” anlayışına dayanacağı kesinleşti. Bu anayasaya göre yasama, yürütme ve yargı gücü meclise verilmişti. 1921 Anayasası denilen, Cumhuriyet Tarihinin ilk anayasası olan “Kuvvetler Birliği” esası özelliği taşıyan bu anayasa, daha sonraki dönemlerde yeni ihtiyaç ve oluşumlar göz önüne dayanılarak yenileştirilmiş ve maddeler eklenmiştir. Anayasanın ilk maddeleri aşağıdaki şekildedir; 169 1– Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim usulü halkın kendi mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır. 2– Yürütme gücü ve yasama yetkisi, milletin tek ve gerçek temsilcisi Büyük Millet Meclisi’nde belirir ve toplanır. 3– Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisince yönetilir ve hükümeti “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adını alır. 4– Büyük Millet Meclisi iller halkınca seçilen üyelerden kurulur. 3.4- İstiklâl Marşının Kabulü ( 12 Mart 1921 ) Bütün bu gelişmelere paralel olarak Meclis Milli Mücadelenin anlam ve önemini belirten iki önemli kararı kanunlaştırarak, milli davanın tarihi sürecini gelecek nesillere taşıyacak gelişmelere imza atmıştır. Bunlardan ilki 12 Mart 1921’de İstiklâl Marşının kabul edilmesidir. Milli Eğitim Bakanlığı, İstiklâl Savaşının anlamını belirtecek ve yeni devletin bağımsızlığının sembolü olacak millî bir marş için 1921 yılı başında yarışma açtı ve 500 Türk Lirası mükâfat koydu. Yarışmaya 724 şiir katıldı. Mehmet Akif Ersoy, yarışmada para ödülü olduğu için katılmadı. Bakan Hamdullah Suphi(Tanrıöver) Bey 5 Şubat 1921’de Mehmet Âkif Bey’e bir mektup yazarak, para meselesinin çözümleneceğini, merak etmemesini ve yarışmaya katılmasın istedi. Bunun üzerine Mehmet Âkif Ersoy Bey’in “Kahraman Ordumuza” ithaf ettiği şiiri “İstiklâl Marşı” adıyla resmi marş olarak 12 Mart 1921’de Meclis’te coşkun gösterilerle kabul edildi. Marş meclis’te bir çok kere okundu. Cumhuriyet Döneminde ise bestesi yapıldı. Bugün çalınan şekliyle 1930’da Cumhurbaşkanlığı Orkestrası şefi Zeki Öngör tarafından bestelenmiştir. 170 23 Nisan 1921’de, Mustafa Kemal’in yaptığı konuşmadaki “23 Nisan Türkiye milli tarihinin başlangıcı ve yeni bir dönüm noktasıdır. Bütün bir husumet dünyasına karşı ayaklanan Türkiye halkının, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni meydana getirmek hususunda gösterdiği harikayı ifade eder” sözünün anlamına uygun olarak “23 Nisanın Milli Bayram Olması”na ilişkin verilen önerge kabul edilerek, bu günün milli bayram olarak kutlanılması kanunla kabul edildi. 3.5- Türkiye – Afganistan Dostluk Antlaşması Afganistan 1880 Temmuzunda İngiltere ile imzaladığı bir anlaşma bu devletin nüfuz ve himayesine girmişti. 1907 İngiliz – Rus anlaması ile Rusya bu durumu kabul etmiştir. I. Dünya Savaşından sonra Afganistan İngiltere’nin nüfuz ve himayesinden kurtularak, 1919 da bağımsız oldu ve tahta geçen Amanullah Han, ayrıca Hindistan üzerine de yürüyerek İngiltere’ye, 8 Ağustos 1919’da yaptığı Ravalpindi Antlaşması ile bu durumu kabul ettirdi. Daha sonra Amanullah Sovyetlerle ilişkilerini geliştirmeye başladı. Yeni kurulan Türk Devletinin temsilcileri de aynı dönemde İngiltere’ye karşı 171 Sovyetler Birliği ile işbirliği yapmak, diplomatik ilişki kurmak için Moskova’ya temsilci göndermişti. Burada Afgan temsilcileri ile Türk delegasyonu arasında sıcak ilişkiler gelişmişti. Ali Fuat Paşa’nın Moskova’daki elçiliğine karşı da devam ettirilen bu sıcak ilişkiler sonunda 1 Mart 1921 tarihinde Moskova’da Türk - Afgan Dostluk ve İşbirliği Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla Afganistan Yeni Türk Devletini tanıyor, Türkiye de Afganistan’ın bağımsızlığını tanıyordu. Gelecekteki Türk – Afgan dostluğunun temelleri de atılmış oluyordu. 3.6 - Moskova Antlaşması ( 16 Mart 1921) Milli Mücadelenin ilk günlerinden beri gerek T.B.M.M. hükümeti, gerekse de Sovyet Bolşevik Hükümeti arasında ortak menfaatler dayanan bir ilişki gelişmiş, Batılı devletlere olan Sovyetler Birliğin yardımını ve siyasi desteğini almak Ankara’daki hükümetin temel dış politikalarından birini oluşturmuştu. Aynı şekilde Sovyetler Birliği de Batı ile olan temel sorunlarından dolayı, Türk davasını yakından izlemeye gelişmelere göre politika üretmeye devam etmiştir. T.B.M.M., Moskova’ya Mayıs 1920’de Bekir Sami Bey’i elçi olarak göndermiş, fakat Sovyetlerin Ermeni politikalarını desteklemeleri, Ermenilere Bitlis, Van ve Muş illerinin verilmesini istemesi üzerine ilişkilerde geleceğe yönelik olumsuzluklar baş gösterdi. Sovyetler Birliği, kendi ideolojisine yakın olmayan, İngiltere’nin güdümünde devletlerin kurulmaması, boğazların Batılıların eline geçmemesine büyük önem verdiği için Türk Milli Davasını mecburen desteklemek zorundaydı, özellikle Anadolu’daki Ankara Hükümeti, 1921 başlarından itibaren otoritesini sağlamlaştırması, I. İnönü savaşını kazanarak siyasi ağırlığını arttırması üzerine ilişkileri geliştirme eğilimi ortaya çıktı. Fakat Bolşevikler aynı zamanda ticari menfaatlerinden dolayı Batılıları da kaybetmemeye çalışarak ikili ilişkilerde ve yapacakları anlaşmalarda askeri destek, askeri işbirliği gibi taahhütlere girmemişlerdir. Bu anlayışa uygun olarak karşılıklı görüşmelerden sonra 16 Mart 1921’de Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında Moskova Dostluk Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre ; - İki taraftan birinin tanımadığı devletlerarası bir senedi diğeri de tanımayacak. - Sovyetler Birliği Misak-ı Milliyi tanıyacak. - Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusyası arasındaki imzalanmış olan antlaşmalar hükümsüz olacak. 172 - Kapitülasyonların kaldırıldığını Sovyetler Birliği kabul edecek. - İki devlet arasındaki ilişkiler arttırılacak, iktisadi, mali vesair anlaşmalar yapılabilecek. - Sovyetler Birliği Türkiye’nin Ermenistan ve Gürcistan’la yaptığı anlaşmalarla belirlenen sınırı tanıyacak, ancak Türkiye Batum’u Gürcistan’a geri verecek,Batum limanı serbestçe kullanılabilecek, bölge halkına serbestlik tanınacaktır. - Boğazların bütün devletlerin ticaret gemilerine açık kalmasını sağlamak amacıyla Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin temsilcilerinin katıldığı bir konferansta konunun ele alınması prensip olarak kabul edildi. Fakat bu konferansta Türkiye’nin İstanbul üzerindeki egemenliğini tehdit eden kararlar alınmayacak. - Sovyetler Birliği elinde bulunan Türk esirleri üç ay içinde iade edecektir. Moskova Antlaşması, T.B.M.M. Hükümeti için büyük bir siyasi başarıdır. İlk kez büyük bir devlet yeni Türk Devletini tanımış, Sevr Barışını red etmiş, Misak-ı Milliyi kabul etmiş, Osmanlı imparatorluğunun siyasal olarak ortadan kalktığını, antlaşmalarının geçersiz olduğunu belirtmiştir. Batum’un Gürcistan’a ait olduğunu Türk tarafı kabul etmesine rağmen, Kars ve Ardahan’ın Türkiye’ye ait olduğu, bir bölge ülkesi olan Sovyetler tarafından tanınmış olması son derece önemlidir. Türkiye, Sovyetler Birliği gibi büyük bir devletin siyasi desteğini, ayrıca, silah, cephene, ilaç ve araç gibi yardımlarını da sağlamıştır. 173 3.7 - II. İnönü Muharebesi Yunan Ordusu Türk tarafını Londra Konferansındaki gelişmeleri izlemesi dolayısıyla, ani bir baskın tertip edip vurmayı, Türkleri Sevr’e zorlamayı sağlamak için 23 Mart 1921’de ileri yürüyüşe geçmeleri üzerine savaş yeniden başladı.. Uşak ve Bursa üzerinden ilerleyen Yunan kuvvetleri İnönü mevzilerinde Türk kuvvetleri tarafından şiddetli bir müdafaa ile geri püskürtüldüler. Hareketi İngiltere destekliyor, Sevr Antlaşmasını Türklere ancak askeri baskı ile kabul ettireceklerine inanıyorlardı. 31 Mart - 1 Nisan 1921’de gelişen Türk taarruzu başarılı oldu, mevzilerinden sökülen Yunan kuvvetleri, Konya üzerine sarkma eğilimine girince Altıntaş Afyon istikametinden yapılan Türk ileri yürüyüşü etkili olarak Yunanlıları Afyon ve çevresinden çekilmeye mecbur etti. Mustafa Kemal cephe komutanı olan İsmet Paşaya “ … Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin ters alın yazısını da yendiniz…” diyerek zaferin önemini vurgulamıştır. 174 II. İnönü Muharebesi de yine Türklerin başarısı ile sonuçlanmış, Türk ordusuna ve Milli Davaya inanç artmıştır. İtalyanlar artık Anadolu’yu boşaltmaya başlamışlar, Fransa Ankara’daki Milli Hükümetle diplomatik ilişkilerini yoğunlaştırmış, İngiltere artık müttefikleri tarafından yalnız bırakılmaya başlamıştır. Ayrıca İngiliz genelkurmayı, Türk ordusunu zayıf bir güç olmadığını, onunla savaşmak için ciddi bir hazırlığın gerektiğini anlamışlar, Yunanlılara da bunu telkin ederek, yeni ve büyük bir Yunan Taarruzu için önemli ekonomik ve askeri destek politikasına yönelmişlerdir. Ayrıca bu yenilginin intikamını almak için savunmasız halk, Yunan askerleri ve Rum çeteleri tarafından öldürüldü, köy ve kasabalar yakıldı. 3.8 - Eskişehir - Kütahya Muharebeleri Yunanlılar İnönü yenilgilerindeki kaybettikleri prestijlerini kazanmak, Sevr Antlaşmasını Ankara’ya kabul ettirmek amacıyla İngiltere’den aldığı siyasi ve ekonomik yardım desteği, Yunanistan’daki seferberlik ve ekonomik önlemlerin desteği ile iki ay süren hazırlıklardan sonra saldırıya geçmiştir. Yunan Genelkurmayı, yeni bir taarruz planı ile Uşak ve Bursa üzerinden harekete geçerek Türk ordusunu iki ateş arasına alarak yok edecek veya geriye çekilmeye zorlayacaklardı. Ayrıca Yunanistan’ın başında bulunan Kral Kostantin bizzat orduya destek vermek için 13 Haziran 1921’de İzmir’e gelmişti. Üstün Yunan Ordusunun taarruzu 10 Temmuz 1921’de başladı, başarıyla gelişerek Afyon 13 Temmuzda, Kütahya 17 Temmuzda, Eskişehir 19 Temmuzda düştü. Bu durumda iki ateş arasına giren Türk ordusunun bizzat Genelkurmay ve Mustafa Kemal’in onayı ile Sakarya’nın doğusuna çekilmesine karar verildi. Böylece hem zayiat azalacak hemde Yunan ordusu ile arda bırakılan mesafe Yunan kuvvetlerinin düzenlerini bozacaktı. Türk Ordusu 25 Temmuz 1921’den itibaren hızlı bir şekilde geri çekilmeye başladı. Fakat bu gerçekleşmesine rağmen Eskişehir - Kütahya Muharebeleri kaybedilmiş, meclis ve halk üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştı. Yunan kuvvetlerinin aldığı yerler, seferberlik ve ikmal bakımından verimli yerlerdi. Ayrıca İşgal ettikleri bölgelerdeki yaptıkları işkence ve şiddet artmıştı. Bu çöküntü, asker kaçağı ve olaylarını da hızlandırmıştı. 175 Bütün bu gelişmeler T.B.M.M.’de Mustafa Kemal olan muhalefeti de arttırdı. Meclisteki hareketli günler başlamış, Ankara’nın boşaltılacağı gibi talep ve tedbirler gündeme gelmişti. Mustafa Kemale muhalif olanlar bu yenilginin bütün sorumluluğunu Mustafa Kemalin almasını, ordunu başına geçmesini isteyerek yeni bir yenilgide Mustafa Kemalin siyasi geleceğini de bitirileceğini planladılar. Karamsarlık söylemleri içinde konuşmalar yaptılar; “.. Ordu nereye gidiyor, millet nereye götürülüyor? Bu gidişin elbette bir sorumlusu vardır, O nerededir ? Onu göremiyoruz! Bugünkü acıklı ve korkunç durumun gerçek yaratıcısını ordunun başında görmek isterdik…” şeklindeki talepler, aslında Sivas Kongresinden itibaren Mustafa Kemal’e bireysel ve ideolojik olarak başlayan muhalefetinde üst seviyeye çıkması, mevcut ortamın değerlendirilerek Mustafa Kemal’in liderliğine son verme hareketinin de bir uygulamasıydı. Bu gelişmeler, Türk Milli davasındaki bütünlüğü zedeleyici bir hal almaya başlamıştı. 176 ÖZET Sevr Barış Antlaşmasının imzalanması ile işgal alanlarını her bölgede genişleten İtilaf Devletleri ve onlarla işbirliği yapan azınlıklarla bütün cephelerde şiddetli bir savaşa başlandı. Kurtuluş Savaşında cepheler güney, doğu ve Batı cepheleridir. Güney cephesinde düzenli ordu birlikleri kullanılmamış, Kuvay-ı Milliye ve bölge halkı silahlı mücadeleyi yürütmüştür. Doğu ve Batı cephelerinde de Kuvay-ı Milliye ve halkın mücadeleye katılmasına rağmen asıl muharebeler düzenli ordu birlikleri ile yapılmıştır. Güney cephesinde muharebeler İngiliz, Fransız ve onlarla işbirliği yapan Ermenilerle yapılmış, Adana, Hatay, Antep, Maraş ve Urfa cephelerinde başarılı olan Türk direnişi sonunda 20Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması ile cephede savaşlar sona ermiş, Fransız ve destekçileri çekilerek bölgedeki Türk hakimiyetini tanımak zorunda kalmışlardır. Bölgenin direnişi diğer cephelerdeki Türk ordularına destek olmuştur. Doğu cephesinde İngiltere’nin desteklediği Ermenistan’ın Türk topraklarını işgal etmek için saldırması ile başlamış, Doğudaki düzenli birliklerden kurulu XV. Kolordu komutanı Kazım Karabekir Paşa komutasındaki Türk Kuvvetleri, Ermeni ve kuzeyde Türk topraklarına girme niyeti olan Gürcü kuvvetlerini yenilgiye uğratarak bölgeyi işgalden temizlemişlerdir. 3 Aralık 1920’de imzalanan Gümrü Antlaşması ile doğu cephesi muharebeleri sona ermiş, cephedeki kuvvetlerin bir bölümü batı cephesine kaydırılmıştır. Bu cephedeki başarılarda Doğu bölgesinin güvenliğini sağlamış, yeni Türk devletinin büyük devletler tarafından ciddi bir siyasi ve askeri güç olduğunu ispat etmiştir. Batı cephesi Bağımsızlık savaşında en ciddi ve en çok muharebelerin yapıldığı cephesidir. Sayıları 200.000’ in üzerine çıkan ve İngiltere tarafından desteklenen Anadolu’nun batı bölgelerini idealist bir şekilde kendilerine ait olduğunu inanan Yunan ordusu çok ciddi bir işgal hareketine girişmiş, iç batı Anadolu ve güney Marmara’yı da içine alacak şekilde Kuvay-ı Milliye direnişine rağmen işgale devam etmiştir. Bunun için bu cephede muharebeler son derece zor geçmiştir. 177 Sevr Barış Antlaşmasını kabul etmeyen Ankara’daki Milli Hükümete bu antlaşmayı kabul ettirmek isteyen İngiltere, Yunan ordusunun Ankara’ya baskı unsuru olarak yürümesini destekleyince I. İnönü, II. İnönü, Eskişehir Kütahya ve Sakarya Meydan muharebeleri yapılacaktır. Bu muharebelerde Türk ordusu genellikle savunma savaşı yapmış, Eskişehir – Kütahya muharebeleri hariç başarılı olmuştur. Fakat Muharebelerin kazanılması Misak-ı Milli hedeflerini gerçekleştirmekten uzaktır. Çünkü bu muharebelerde sadece ülkenin işgalini genişletmek isteyen Yunan kuvvetlerinin durdurulması sağlanmıştır. Batı Cephesi muharebeleri bizzat Mustafa Kemal Paşanın yakın silah arkadaşlarının ve kendisinin de komuta ettiği muharebeler olarak tarihe geçmiştir. Bu cephelerin sonuçları Kurtuluş Savaşının da sonuçlanmasını sağlamıştır. 178 ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI 1- Güney cephesinde yapılan muharebeler ve gelişmeler değerlendirdiğinde seçeneklerden hangisi doğru değildir? a) Bu cephede muharebeler düzenli askeri birliklerle yapılmıştır. b) Özellikle Fransız kuvvetleri bölgeyi işgal etmiş, bölgede sömürge yönetim metotları uygulamak istemişledir. c) Ermeni azınlığı bu işgali değerlendirerek bölgede hak iddia etmişlerdir. d) Bölgenin halkı Fransız ve Ermeni işgaline karşı büyük bir direnç göstermişlerdir. e) Bölgedeki işgal kuvvetleri 1921’de imzalanan Ankara Anlaşmasından sonra işgal ettiği yerlerden çekilmişlerdir. 2- Aşağıda verilen cümledeki boşluklara uygun sözcükleri yazınız. Doğu cephesinde düzenli ordu birlikleri ile yapılan muharebelerde ilk önce …………………. kuvvetleri yenilgiye uğratılarak Gümrü Antlaşması imzalanmış, daha sonra da ……………….. kuvvetlerinin üzerine yürüyen Türk kuvvetleri Batum’u almışlar ve bu cephede savaş durumuna son verilmiştir. 3- Kars Antlaşmasına katılan devletler arasında seçeneklerde verilen devletlerden hangisi bulunmaz? a) Azerbaycan b) Ermenistan c) Fransa d) Gürcistan e) Sovyetler Birliği 179 4 - Batı cephesindeki yapılan muharebeler göz önüne alındığında seçeneklerden hangisini doğru olarak kabul edemeyiz? a) Bu muharebeler sonunda Milli Mücadele döneminin silahlı mücadele aşaması sona ermiştir. b) Muharebeler genellikle Yunan ordusu ile yapılmıştır. c) Batı cephesi muharebelerinde Türk ordusunun yönetim ve komutası iyi yapılamamış, bundan dolayı Yunan kuvvetleri İç Anadolu’ya kadar işgali genişletmişlerdir. d) İngiltere Yunan ordusunu her açıdan desteklemişlerdir. e) Bu cephede Yunan ilerlemesinin amacı Anakara’daki Milli Hükümete Sevr Barış Antlaşmasını kabul ettirtmek için baskı oluşturmaktır. 5- I. İnönü Muharebesinin genel sonuçları arasında seçeneklerden hangisi bulunmaz? a) T.B.M.M. Hükümeti ilk kez Londra Konferansına İtilaf Devletleri tarafından çağrılmıştır. Bu Ankara’daki Milli Hükümetin ilk kez İtilaf Devletleri tarafından diplomatik alanda tanınması anlamına gelir. b) T.B.M.M. otoritesini tanımayan Çerkez Ethem kuvvetleri muharebeden sonra etkisiz hale getirilmiştir. c) T.B.M.M.nin siyasi gücüne inanan Sovyetler Birliği Hükümeti, Ankara ile ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. d) Fransız kuvvetleri I. İnönü muharebesinden sonra güney bölgesindeki işgal ettikleri topraklardan tamamen çekilmişlerdir. e) Düzenli ordunun gerekliliği halk ve meclis tarafından daha iyi anlaşılmış, düzenli orduya katılım hızlanmıştır. 6- Aşağıda verilen cümledeki boşluklara uygun sözcükleri yazınız. 21 Ocak 1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen Yeni Türk Devletinin ilk anayasasının temel özelliği ………………………’ne dayalı olması ve olağan üstü koşularda hazırlandığı için ……………………….. ilkesine göre oluşturulmasıdır. 180 7- II. İnönü Muharebesi sonuçları arasında seçeneklerden hangisi bulunmaz? a) İtalyanlar işgal ettikleri bölgelerden çekilme eğilimi içine girmişlerdir. b) Fransız Hükümeti Ankara’daki Milli Hükümetle ilişki kurmaya başlamıştır. c) Yunan ordusunun elindeki kuvvetlerle askeri açıdan Türk kuvvetlerini yenemeyeceği ve desteğe ihtiyaç duyduğu anlaşılmıştır. d) Yunan kuvvetleri ve Rum çeteleri, yenilginin intikamını işgal ettikleri bölgedeki sivil halktan öldürme ve terör yöntemleri kullanarak almak istemişlerdir. e) Sovyetler Birliği bu gelişmeden sonra T.B.M.M. Hükümeti ile Moskova Anlaşmasını imzalamıştır. 8- Eskişehir ve Kütahya muharebelerinde aşağıdaki illerden hangisi Yunan kuvvetlerinin eline geçmiştir? a) Ankara b) Afyon c) Konya d) Isparta e) Antalya 181 XI. ÜNİTE SAVAŞIN BİTİMİ VE ANTLAŞMALAR ÜNİTENİN İŞLENİŞİ * Sakarya Meydan Muharebesinin başlaması ve gelişimi nasıl olmuştur ? Kaynaklardan öğreniniz. * Türk ve Yunan Kuvvetlerinin savaştaki askeri ve politik hedefleri nelerdir? Araştırınız. * Savaş sırasında Mustafa Kemal Paşanın harp yönetimi nasıl olmuştur?Askeri harp tarihi açısından önemini araştırınız. * Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşının askeri ve politik hedefleri nelerdir? Öğreniniz. * Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşında askeri ve taktik açısından her iki ordunun eksikleri ve fazlalıkları nelerdir? Tartışınız. * Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşının askeri ve siyasi sonuçları nelerdir? Araştırınız. * Mudanya Ateşkes Antlaşmasının Milli Mücadele açısından önemi ve sonuçları nelerdir? Yakınçağ Türk Siyasi Tarihi açısından önemini tartışınız. ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR Ünitede Milli Mücadele döneminin son bölümü olan Kurtuluş Savaşının son safhaları incelenecek, Sakarya savaşı ve Büyük taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı değerlendirilecektir. Askeri zaferin Mudanya Ateşkes Antlaşması ile siyasal başarı olarak nasıl devam ettirildiğinin iyice kavranılması sağlanacaktır. Sakarya Savaşında izlenen askeri stratejiklerin ve komuta sisteminin ne kadar planlı ve isabetli kararlar verdiğine, Başkomutanlık Meydan Savaşının askeri açıdan ince ve stratejik bir plan yapıldığına dikkat ediniz. 182 XI. ÜNİTE İÇİNDEKİLER Sakarya Meydan Savaşı ve Sonuçları Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı Mudanya Ateşkes Antlaşması Sonuçları Özet Ünite Değerlendirme Soruları ve 183 1 – SAKARYA MEYDAN SAVAŞI ve SONUÇLARI Sakarya Muharebesi, Yunan ileri harekatını devam etmesi dolayısıyla kaçınılmaz bir gelişmeydi. Türk ordusu Yunan planlarına göre imha edilememiş, sadece yenilmişti. Ayrıca Türkler Sakarya Irmağı boyunca mevzi almışlar, Ankara’da Milli Hükümet varlığını sürdürüyordu. Yunan tarafı artık Türklerin kaynaklarının tükendiğini sanmışlar, ileri bir yürüyüşle artık Türk ordusunu imha edileceğini sanarak taarruz durumuna devam etmişlerdi. Ankara’daki T.B.M.M. ise 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal Paşaya, Başkomutanlık ve üç ay süreyle meclisin tüm yetkilerini kullanma yetkisi vererek, ordunun yetki ve komutanlık sorununu çözmüştü. Bu arada asker kaçağı sorunu en aza indirmek ve yurtta asayişi sağlayarak iç güvenli tesis etmek için daha önce çalışmalarına son verilen İstiklâl Mahkemelerinin yeniden faaliyetine başlaması kararlaştırıldı. 30 Temmuz 1921’de İstiklâl Mahkemelerinin özellikle cepheye yakın illerde açılaması kararlaştırıldı, üyelerin seçimleri tamamlanarak görev yerlerine gönderildi. Buda olağanüstü dönemlerde alınan hukuki yaptırımlardı, bir ölüm kalım savaşı Türk Tarihinde yaşanmaktaydı. Mustafa Kemal yetkilerine dayanarak 7- 8 Ağustos 1921’de “Tekalif – i Milliye ( Milli Vergi Emirleri)” çıkararak yayınladı. Bir savaşın kazanılması için ne denli küçük şeylerin bile dikkate alınması gerekliliğini bizzat Mustafa Kemal vurgulamıştı. Tekalif –i Milliye Emirleri özetle şu maddeleri içeriyordu; - Her kazada birer Tekalif-i Milliye Komisyonu kurulacak, bu komisyonlar toplanan malzemenin orduya ulaştırılmasını sağlayacak. - Her aile birer kat çamaşır, birer çift çorap ve çarık verecek. - Bu komisyonlar başkomutanını emriyle halkın ve tüccarın elinde bulunan, askerin ihtiyaçlarına yaracak malların % 40’ına bedeli sonradan ödenmek üzere el koyacak.. - Yine bu komisyonlar aynı amaçla ve aynı şartlarla tüccarın elinde bulunan yiyecek maddesinin % 40’ına el koyacak - Taşıt sahipleri ayda bir olmak üzere yüz kilometrelik mesafeye ücretsiz askeri nakliyat yapacak. 184 - Ülkenin bütün sahipsiz mallarına el konulacak. - Halk elindeki silah ve cephaneyi üç gün içinde bu komisyonlara teslim edecek. - Savaş araç ve gereci yapabilecek sanat erbabı ve imalathanelerin sayıları ve kapasiteleri belirlenecek. - Halkın elinde bulunan araba ve hayvanların % 20’sine el konulacak. Yine İstiklâl Mahkemeleri bu emirlerin uygulanmasında aksamalara meydan vermemek için değişik bölgelerde kuruldu. Türk ulusu bu yükümlülükleri fazlası ile yerine getirdi, hatta hiçbir karşılık beklemeksizin sayısız ve isimsiz kahramanlar her şeylerini feda ederek bu ölüm kalım mücadelesine katıldılar. Ordunu bütün ihtiyaçları karşılanmasına rağmen İngiltere gibi büyük imkanlara sahip olan bir devlet tarafından desteklenen Yunan ordusunun seviyesine gelinemedi. Türk ordusunu dayanağı olan Anadolu uzun harp yıllarının yıprattığı ve kaynaklarının tükendiği bir yerdi. Bu sebeple Mustafa Kemal, Türk idari heyetinin savaşın kaybedilmesi ve düşmesi halinde mücadeleye Kayseri’de devam edeceğini, her ne pahasına olursa olsun mücadeleyi bırakmayacaklarını ifade etmiştir. Yunanlılara karşı ayrıca Doğu ve Güney Cephelerin deki kuvvetlerin tamamına yakını Batı Cephesine getirildi. 185 Bizzat cepheye gelen Yunan kralı Kostantin’in, Ağustosta ordularına verdiği “Ankara’ya” emrini alan Yunan kuvvetlerinin ileri yürüyüşü ile savaş başladı, Türk kuvvetleri ile temas 17 Ağustos 1921’de başladı, Türk ordusu bütün gücüyle cephe hatlarını savunmasına rağmen belli kanatları yeterli direnci gösteremedi, kırılmalar başladı. 23 Ağustos 1921’de bütün cepheler muharebelere girdiler, Türk ordusunu özellikle sol kanadına yüklenen Yunan birlikleri bu kanatta kazandıkları bazı müstahkem mevkilere rağmen tam bir başarı sağlayamadılar. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Türk birliklerinin moralini ve direncini arttırmak üzere bizzat cepheleri teftiş etti, hatta bir gezisi sırasında atından düşerek kaburga kemiği kırıldı. Daha sonra bütün birliklere gönderdiği emirle; “ Hatt-ı müdafaa yoktur. Sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça düşmana terk edilemez.Onun için, büyük küçük her birlik, ilk durabildiği noktada, yeniden düşmana karşı cephe kurup savaşı sürdürür. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören birlikler ona uymaz, bulunduğu mevzide sonuna dek dayanmaya ve direnmeye mecburdur.” demiş, yeni bir cephe stratejisi uygulanarak Yunan taarruz gücü 4 - 5 Eylül 1921’de kırılmaya başlamıştır. Taarruz gücünü kaybeden Yunan kuvvetlerine 9- 10 Eylül 1921’de başlayan Türk taarruzu Yunan kuvvetlerinin bozgunu ile sonuçlanmış ağır zayiat veren Yunan ordusu ağırlıklarını bırakarak kaçmak zorunda kalmıştır. 13 Eylül 1921’de Sakarya’nın doğusunda 186 bulunan bütün Yunan kuvvetleri tamamen çekilmiş, savunma hatları kurmak için Afyon mevkilerine yerleşmeye başlamıştır. Sakarya Savaşının kazanılması, Yakın Türk Tarihi ve Türk İnkılâbını oluşumu için önemli sonuçlar doğurmuştur. Milli Mücadele açısından Sakarya Meydan Muharebesinin sonuçları şunlardır : - 23 Ağustos- 13 Eylül 1921 tarihleri arasında geceli gündüzlü kesintisiz devam eden bu savaş sonunda Yunan ordusunun üçte biri savaş dışı kalarak taarruz edecek gücünü kaybetmişti. - Savaşı yürüten Mustafa Kemal Paşaya T.B.M.M.’ince 19 Eylül 1921’de “Gazilik ünvanı ve Mareşallik rütbesi” verildi. Osmanlı Devletinin aldığı askeri rütbenin yerine Türk Milleti başkomutanına rütbe ve onurunu iade etmiş, Türk ordularının da daimi komutanı olarak ödüllendirilmiştir. - Zafer, Türk Tarihi bakımından yorumlandığında, Türk siyasi ve askeri yenilgileri Batı dünyası karşısında sona ermiş, I. Dünya Savaşı sonrasındaki halkın üzerindeki karamsarlık ve ümitsizlik sona ermiştir. - Bu büyük başarı, Türkiye’de ve dünyada gelişmeleri yakından takip eden, aynı zamanda Türk Kurtuluş Savaşına maddi ve manevi katkılarda bulunan bütün dost ülkelerde büyük memnuniyet uyandırdı. - T.B.M.M. bu zaferden sonra önemli anlaşmalar yaparak, uluslar arası alanda özellikle İtilaf Devletleri tarafından tanınmaya başlandı. Böylece Ankara Hükümeti, sadece Yunanlılara karşı üstünlük kurmamış, Anadolu’daki yürütülen Milli Davayı bütün dünyaya kabul ettirme aşamasında önemli bir mesafe kat etmiştir. 187 - - - - - 188 13 Ekim 1921’de, Sovyetler Birliğinin teşvikiyle Kafkas Devletleri olan Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’la Kars Antlaşması imzalandı.Bu anlaşma ile doğu bölgesindeki sınır ve güvenlik sorunları önemli oranda çözüldü.Daha sonra yine Sovyetler Birliğinin denetiminde olan Ukrayna ile 2 Ocak 1922’de bir dostluk antlaşması imzalandı. Bu Antlaşma sonrasında Sovyetler Birliği ile ilişkiler kuvvetlendi. İngiltere ile Türkiye arasında daha önce başlayan fakat sonuçlanamayan esirlerin değişimi meselesi için İstanbul’da 23 Ekim 1921’de bir anlaşma imzalandı. Anlaşmadan sonra I. Dünya Savaşından sonra İngilizler tarafından tutuklanarak Malta’ya sürgüne gönderilen Türk Subayları serbest bırakıldı. Fransa, Türkiye üzerindeki emellerinden vazgeçip Ankara hükümetiyle,20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile Fransızlar, güneydeki işgal topraklarını boşaltacaklar,Hatay haricindeki topraklar boşaltıldı. Antlaşmanın imzalanması ile Çukurova’daki Ermeni emelleri de iflas etmiş, bu bölgede ki Ermeniler, işgal ettikleri bölgeleri boşaltmışlardır. Bu anlaşma, aynı zamanda İtilaf devletleri arasındaki işbirliği de iyice zayıflamış, Fransa ile İngiltere’nin arası açılmış, İngiltere bundan sonra yalnız kalmıştır. Antlaşmada Hatay kazanılamamış ama, daha sonra buradaki hak ve idari yapılanmada Türk istekleri önemli oranda antlaşmaya yansıtılmış, daha sonra bu antlaşmanın ilgili maddesine göre Türkiye, Cumhuriyet Döneminde taraf devlet olarak Hatay sorununa müdahale edecek ve Hatay’ın Türkiye’ye katılması gerçekleşecektir. Gerek Fransızların Türkiye ile imzaladıkları Ankara Antlaşması ile çekilmesi, gerekse de İtalya’nın Türk topraklarını tamamen terk etmeye başlaması askeri açıdan T.B.M.M.’ne büyük bir rahatlama getirmiştir. Bu cephedeki kuvvetler, Batı cephesine taşınarak savaşlarda sayısal açıdan Yunan ordusu karşısında önemli bir orana ulaşılmıştır. Ayrıca İtalya ve Fransızlar Türkiye’ye satış ve hibe yoluyla silah ve cephane bıraktılar. Böylece Fransızların Milli Mücadeleyi İngiltere’ye karşı olarak desteklemeye başladıkları görülmektedir. Bu destek, özellikle Milliyetçilik hareketlerini sembolize eden Fransız halkında zamanla gelişecek, Türk Milli davasına olan destekleri, özellikle İngiltere’nin güdümüne girmiş bir Fransa düşüncesinin etrafında gelişecektir. Bu anlaşmanın sonuçlarını en iyi şekilde Mustafa Kemal Atatürk Nutuk’ta ifade etmiştir; “ .. Bu anlaşma ile siyasi, iktisadi, askerlik alanlarında ve öbür alanlarda, tek bir konuda bağımsızlığımızdan hiçbir şey yitirmeksizin, yurdumuzun değerli parçalarını düşman elinden kurtarmış olduk. Bu anlaşma ile milli isteklerimizi, ilk kez olarak batı devletlerinden biri, kabul ve onaylamış oldu. …” 2- BÜYÜK TAARRUZ ve BAŞKOMUTANLIK MEYDAN SAVAŞI T.B.M.M. Hükümeti Sakarya askeri zaferinin diplomatik açıdan olumlu bir şekilde değerlendirmiş, yaptığı ikili ve çok uluslu anlaşmalarla kendi varlığı ve “Misak-ı Milli”yi önemli ölçüde dış kamuoyuna duyurmayı başarmıştır. Dışişleri Bakanı olan Yusuf Kemal Bey Avrupa’ya giderek birçok başkentte temaslarda bulunmuştur. İngiltere’nin yalnız kalmasına rağmen,kesin zafer olmadan İtalya ve Fransa Türk davasını tam olarak desteklemeyerek, Yunanlıların Anadolu’dan çıkamasın kabul edebileceklerini, ancak bunun savaş durumunu sona erdirecek bir ateşkes antlaşması ile mümkün olabileceğini, Türk tarafının savaşı sona erdirmesini istemişlerdir. Aralarında yaptıkları görüşmeler sonrasında şu talepleri Yunanistan ve Türkiye’ye bildirdiler ; * * Türk ve Yunan kuvvetleri arasında on kilometrelik bir askerden arınmış bölge olacak, cephedeki birlikler takviye edilmeyecek,mevziler değiştirilmeyecek. Türk ordusu ve askeri durumu müttefikler tarafından denetlenecek,savaşa üç ay ara verilecek, yeniden başlarsa on beş gün önceden İtilaf Devletlerine haber verilecekti. 189 T.B.M.M. hükümeti, artık bir siyasi muhatap olacak şekilde değerlendiriliyor, ona ateşkes, arkasından barış antlaşması öneriliyordu. Daha sonra yeni bir barış antlaşması önerisi getirdiler. Bu barış önerileri Ankara Hükümeti tarafından kabul edilmemesine rağmen diplomatik ilişkilerin kesilmemesi ilke olarak kabul edildi. Böylece barışa karşı olmadığını da uluslararası alanda ispat etmiş oluyordu. Bu arada taarruz hazırlıkları büyük bir gizlilik içinde yürütüldü. T.B.M.M. hükümeti ile İtikaf Devletleri arsında diplomatik münasebetler devam ederken, Yunanistan’da ada önemli gelişmeler yaşanmıştı. 190 Sakarya yenilgisinden sonra Yunanlılar Avrupa devletlerinin desteğini kaybetmişler,Yunan kralı ve hükümete karşı ülkede bir hoşnutsuzluk meydana gelmişti.Yunan Hükümeti kamuoyunda sükuneti sağlamak için, İzmir ve Manisa’yı Yunanistan’a katmak için yeni oyunlara girişti. Bu maksatla 27 Temmuz 1922’de ayrı bir İonya idaresinin kurulmasına karar verip, 30 Temmuz 1922’de İonya muhtariyetini ilan ettiler. Bundan daha önemlisi Yunanlılar bu tarihlerde İstanbul’u işgal etme hevesine kapılıp, Türkleri bu yolla barışa zorlamayı düşündüler. 191 Fakat bu fikre başta İtilaf Devletleri katılmadılar, hatta Yunan askeri harekatına karşılık gerekli tedbirleri aldılar, Türk tarafı da bu durumu şiddetle protesto edip, gerekli önlemleri almaya başladılar. Yunanlılar, Sakarya yenilgisinden sonra Eskişehir – Afyonkarahisar hattına çekilerek savunma mevzileri oluşturmuşlar, gerekli tedbirleri alarak Türk taarruzuna imkan vermemek için hazırlık yapmışlardı. Sakarya Savaşından sonra Türk tarafı da büyük bir taarruza geçecek durumda değildi. Yeterli asker ve mühimmat yoktu, bu yüzden 1921 Eylülünden itibaren seferberlik durumu devam ediyor, çeşitli kaynaklardan silah, mühimmat, yiyecek, giyecek sağlanmıştır. Yunanlılara ve İtilaf Devletlerin taarruz etme kapasiteleri olmadığına dair bilgiler verilmiş, hazırlıklar genel olarak gizlice yürütülüyordu. Çünkü taarruz edecek bir ordunun rakip askeri gücünün en az iki veya üç misli asker ve ateş gücü olması gerekiyordu. Ordunu subay ihtiyacı İstanbul’dan ayrılarak Milli Mücadeleye katılanlar ve esaretten kurtularak memleketlerine dönen subay ve yedek 192 subaylardan karşılandı. Seferberlik sonucu asker sayısı savaş anına kadar Yunan ordusunun sayısına denk hale gelmiştir. Tarafların Genel Durumu Türk Ordusu Yunan Ordusu Er 199283 218432 Tüfek 100352 90000 Hafif Makinalı 2025 3199 Ağır Makinalı 839 1280 Top 323 418 5882 1280 10 50 198 4036 33 1776 Kılıç( Süvari) Uçak Kamyon Oto ve Ambulans Türk taarruz planının esası, düşmana, geride yeni bir cephe kurmasına imkan vermeyecek bir biçimde bit tek darbede yenmek ve düşman silahlı kuvvetlerini imha etmek idi. Binbir güçlükle sağlanmış bulunan cephanenin uzun bir savaşa yetmesi mümkün değildi. Taarruz öncesinde Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve kurmay heyeti cepheye gizlice gitti, Anadolu’nun dışarısı ile bağlantısı kesildi. 26 Ağustos 1922’de Türk topçusunun Afyon’un güneyindeki Yunan mevzilerine açtığı topçu atışı ile başlayan taarruz kısa zamanda sonuç verdi. I. Ordu birlikleri, geçilemez dedikleri Yunan savunma hatlarını bir günde yararak, Afyon Dumlupınar’daki Yunan kuvvetlerini kuşatarak imha etmeye başladı. 30 Ağustos 1922’de sarılan düşmanın imhası ve temizlenmesi için ileri harekata başlandı. Düşman, sarılıp, imha edilerek kovalanmaya başlandı. Yunan Başkomutanı da savaşa katıldığı için bu muharebelere “Başkomutanlık Meydan Savaşı” adı da verilmiştir. Yunan ordu komutanı Trikopis, esir edildi. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 1 Eylül 1922’de, I.ve II. Ordu Birliklerine; “Ordular! İlk hedefiniz Akdenizdir, İleri!” emrini vererek bütün Anadolu’nun Yunan Birliklerinden temizlenmesine başlandı. Bu emirle birlikte İzmir istikametine ilerleyen birliklerimiz 1 Eylülde Uşak’ı, 2 Eylülde Eskişehir’i, 3 Eylülde Nazilli, Simav, Salihli, Alaşehir ve Gördes’i, 6 193 Eylülde Balıkesir ve Bilecik’i, 7 Eylülde Aydını, 8 Eylülde Manisa’yı kurtardı.Yunanlıların çekildikleri her yerde taptıkları tahribat göz önünde bulundurularak 7 Eylülde I. Ordunun süratle İzmir’e yürüyüp, şehrin yakılmasına engel olunması istendi. Taarruzun gizlilikle yürütülmesi, hafta sonu başlatılmış olması Ankara Hükümetinin herhangi bir dış müdahaleyi önlemek için başarıları önemsiz gibi göstermesi, Yunanistan’ında Türk taarruzunu gizlemeye çalışması İngiltere’nin gerçek durumu öğrenmesi gecikmişti. Türk tarafına İngiltere’den ateşkes teklifi geldi. Mustafa Kemal “Ateşkesin Anadolu için değil Trakya için geçerli olduğunu,Trakya’nın 15 gün içinde boşaltılmasını ve Türk görevlilere teslim edilmesini, Yunanlıların ellerindeki Türk esirlerini 15 gün içinde İzmir,Bandırma ve İzmit Limanlarında Türk tarafına teslim etmesini, Yunan Hükümetinin, Yunan ordusunun üçbuçuk yıldan beri Anadolu’da yaptığı tahribatı telafi etmeyi taahhüt etmesi halinde ateşkesin mümkün olacağını” bildirdi. 194 Diplomatik temaslar devam ederken Türk ordusu, 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi. Böylece de Misak’ı Milli’nin askeri hedeflerine Trakya Bölgesi hariç önemli ölçüde ulaşıldı. Zafer bütün ülkede sevinç ve heyecanla kutlandı. İzmir’i kurtaran Türk kuvvetleri Marmara’ya doğru ileri yürüyüşe geçerek Çanakkale ve İstanbul istikametine doğru harekete geçti. 15 günde 150 bin kişilik bir düşman ordusunu imha eden, 15 günde 500- 600 kilometre yol alan bir ordu karşısında İngiltere, karşı koyarak Boğazları ve İstanbul korumak istediyse de müttefikleri ve hükümetinden yeterli desteği alamadığı için, meseleyi diplomasi ile çözmeye karar vermişti. Ayrıca Çanakkale’deki İtalyan ve Fransız kuvvetleri de 19 Eylülde mevzilerini terk edince, dominyonlarından askeri bir desteğinde verilmediğini gören İngiltere, Türklerle bir savaşı göze alamadı, artık barış görüşmelerinin başlaması kaçınılmaz görünüyordu. Bundan önce Ateşkes sağlanarak savaşa son verilmeliydi. İtilaf Devletlerinin verdiği notaya Mustafa Kemal Paşa, 29 Eylül 1922’de verdiği cevapta Trakya’nın Meriç nehrine kadar Türklere verilmesi ön şartıyla Mudanya’da 3 Ekimde toplanacak konferansa katılmayı kabul edeceğini bildirdi. 3- MUDANYA ATEŞKES ANTLAŞMASI VE SONUÇLARI Mudanya Ateşkes Görüşmeleri 3 Ekim 1922’de başladı.Türk Hükümetini İsmet Paşa başkanlığındaki bir heyet, Müttefik ülkeleri ise İstanbul’daki İşgal Kuvvetleri komutanları temsil etmekteydi. Bunlar; İngiltere adına General Harrington, Fransa adına General Charpy ve yardımcıları, İtalya adına da General Monbelli idi. Yunanistan’dan konferansın açılışına ilk günlerde temsilci katılmamış, daha sonra Limanda bekleyen bir gemide kalmayı, imza için beklemeyi uygun görmüşlerdi. İşin ilginç yanı, Mudanya’da yenilmiş Yunan ordularının temsilcisi yoktu. Avukatlığını İngiltere yapacaktı. Görülüyor ki Türkiye Ateşkes masasına Birinci Dünya savaşının galipleri ile oturacaklardı. Yalnız bu kez müttefiklerin karşısında yenilmiş bir Osmanlı İmparatorluğunun, ezik delegeleri yoktu. İtilaf Devletlerinin desteğindeki Yunan ordusunu on beş gün içinde yok etmiş, İtilaf Devletlerini dehşete düşürmüş, muzaffer Türk ordularının temsilcisi vardı. Türkiye, ateşkes masasına Misak-ı Milli’ye dayanan bağımsızlık tezini ve inancını getiriyordu. Bazı konularda gerginleşen toplantılar sonunda 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Antlaşması 195 imzalandı.Türk tarafı önemli ölçüde isteklerini kabul ettirdi. Mudanya Ateşkes Antlaşmasının ilgili maddeleri özetle şu şekildedir; - 14 - 15 Ekim gecesi ateşkes hükümleri yürürlüğe girecek, Türk ve Yunan Silahlı kuvvetleri arsında çatışma son bulacaktır. - Trakya’daki Yunan Kuvvetleri, Meriç Nehri üzerinde Türk Bulgar sınırının kesiştiği notadan, Ege Denizine döküldüğü noktaya kadarki alanda bu nehrin batısına çekilecektir. - Barış yapılıncaya kadar karışıklılıkların önlenmesi için bölgedeki önemli noktalar İtilaf Devletlerince kontrol altında tutulacaktır. - Yunanlıların Doğu Trakya’yı boşaltma işlemleri, mütareke yürürlüğe girdikten 15 gün içinde tamamlanacaktır. - Jandarma dahil olmak üzere Yunan mülki memurları en kısa sürede Trakya’yı boşaltacaktır. Onlardan boşalan yerleri teslim alan Müttefik Devletlerinin temsilcileri en geç 30 gün içinde bu bölgeleri T.B.M.M. Hükümeti memurlarına bırakacaktır. - T.B.M.M. Hükümeti devraldığı bölgelerde asayişi temin edebilmek için, subayları da dahil 8000 kişilik bir Jandarma kuvveti bulunduracak,bunun dışında Milli Hükümet Trakya’ya barış imzalanıncaya kadar asker geçirmeyecektir. - Müttefik askerler bulundukları yerlerde barış yapılıncaya kadar kalacaklardır. - T.B.M.M. Hükümeti Orduları, İstanbul ve İzmit bölgesinde sınırları belirtilen hatları Barış Konferansı başlayınca ve görüşmeler devam ettiği müddetçe geçmeyeceklerdir. 196 Mudanya Ateşkes Antlaşmasını diplomasi, askeri ve siyasi açıdan şu şekilde değerlendirebiliriz; * Mudanya Ateşkes Antlaşması, Türk İstiklal Harbinin silahlı mücadele yönünün Türkün zaferi ile sonuçlandığının dünya tarafından kabul edildiğinin, Osmanlı imparatorluğunun siyasal yaşamdan çekilmesi ile yeni bir Türk Devletinin uluslararası alanda kabul edilmesinin önünü açan yazılı bir belge özelliği taşır. * Türk tarafının kararlı ve inatçı tutumunun mücadele dönüşmesinin sonucunu alındığı, sert politikasını sonuç verdiği bir metindir. * O ana kadar Yeni Türk Devletini dolaylı olarak tanıyan İngiltere’nin antlaşma masasına oturması ile Türkiye’yi resmen tanımıştır. Bu, Türk Dış politikasında önemli bir diplomatik zaferdir. * Bu Ateşkes ile Türkiye savaş yapmaksızın Trakya ve Edirne’yi alıyordu. Mustafa Kemal İstiklâl Savaşında çok akıllı bir politika izleyerek, İngiltere’yi yalnız bırakmıştı. Şimdi masada da yalnız bırakıyordu. Yalnız başına kalan İngiltere, Türkiye’ye savaş açmak sorumluluğunu üstlenemedi. Üstelik Yunan ordusunu bütün silah ve malzemesi de Türk ordusunu eline geçmiş bulunuyordu. Venizelosun “Büyük Yunanistan” hülyası ile Lloyd George’un Türkiye’ye yeni bir savaş açmak için, müttefiklerini Türkiye’ye karşı kullanmak politikası yıkıldı. Ayrıca bu siyasal gelişmeler, Lloyd George başkanlığındaki İngiliz Koalisyon Hükümetinin de sonunu getiren bir süreci başlatmıştır. Lloyd George Hükümeti, 16 Ekimde istifa etmiş, bu İngiliz siyasetçisi artık İngiliz politikasında bir daha yer almamıştır. Onun politika alanından silinmesi de Ortadoğu’daki barışın kurulması ümidini kuvvetlendirmiştir. Yunanistan konferansa katılamadığı için hazırlanan anlaşma metnini kabul etmek zorunda kalmış, üç gün sonra imza etmişlerdir. Mütareke ve yenilginin Yunanistan’daki sonucu son derece kötü olmuş, Anadolu Macerasından sorumlu olan altı devlet adamı idam edilmiştir. Bütün bunlara rağmen Mudanya Ateşkes Antlaşması geçici bir düzenlemedir. Sadece Barış yapışıncaya kadar silahların bırakılmasını 197 buyuruyordu. Barış sağlanmazsa savaş yeniden başlayabilirdi. Ayrıca yurdun can damarı olan Boğazlar ile en önemli kenti İstanbul, henüz Anlaşma Devletlerinin denetimindedir. Gene Doğu Trakya’daki askeri varlığımız son derece sınırlı idi. Buraların kesin egemenliğimiz altına girmesi için , gene barışın sağlanması gerekir. Mudanya Ateşkes Antlaşmasının çok önemli bir anlaşma olmasına rağmen eğer barış sağlanmazsa önemi kalmayacaktı. Şimdi sıra kesin bir barışın sağlanmasına gelmişti. Türk kuvvetlerinin başında T.B.M.M. görevlisi olarak atanan Refet Paşa 15 Kasım 1922’de Edirne’ye girerek mütareke hükümlerini yerine getirmeye başladı. ÖZET Milli Mücadelenin silahlı mücadele döneminin belirleyici cephesi olan Batı cephesindeki son muharebeler olan Sakarya Meydan Savaşı ve Başkomutanlık Meydan Savaşı Türk ordusunun zaferi ile sonuçlanmıştır. Sakarya Savaşından itibaren Meclisin onayı ile Başkomutan seçilen Mustafa Kemal Paşa bu iki muharebeyi yönetmiş ve üstün askeri strateji ile Yunan ve diğer işgal kuvvetlerinin ülkeden çıkarılmasını sağlamıştır. Mudanya Ateşkes Antlaşması ile savaş durumuna son verilmiştir. Mudanya Ateşkes Antlaşmasını imzalayan İtilaf Devletleri, Misak-ı Milli sınırlarının büyük bir kısmını Türk Devletine vermek zorunda kalmış, Osmanlı Devletinin siyasi varlığının bittiğini artık kabul etmek zorunda kalmışlar, Türk Zaferini resmi bir belgeyle kabul etmişlerdir. İtilaf Devletlerinin bütün siyasi ve askeri olarak liderliğini üstlenen İngiltere’nin Ortadoğu’daki planları başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak Mudanya Ateşkes Anlaşmasının mutlaka bütün tarafların kabul ettiği bir Barış Antlaşması ile tamamlanması gerekiyordu. 198 ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI 1- Sakarya Medyan Savaşı ve sonuçları değerlendirildiğinde seçeneklerden hangisi doğru değildir? a) Bu savaş Türk kuvvetleri için savunma savaşıdır ve başkomutanlığını Mustafa Kemal Paşa üstlenmiştir. b) Savaş sonrasında Yunan ordusunun taarruz gücü kırılmış, Yunan ordusu Afyon hattına çekilerek Sakarya’daki işgal ettiği yerleri bırakmıştır. c) Savaş sonrasında İtilaf Devletlerinden İtalya ve Fransa, Yunanistan’a yardım ederek Türk ordusunun askeri hareketini önlemeye çalışmıştır. d) Yeni Türk Devletinin kazandığı bu zafer dış politikada bir çok devletin Türkiye’ye desteğinin artmasına yol açmıştır. e) Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya T.B.M.M. tarafından Gazilik ünvanı ve Mareşallik rütbesi verilmiştir. 2- Aşağıdaki verilen cümledeki boşluğa uygun sözcükleri yazınız. Sakarya Savaşından önce ordunun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ……………………………….. çıkarılarak halktan yardım istenmiş ve Türk halkı her türlü fedakarlığı göstererek ordusuna istenenden daha fazlasını karşılık beklemeden vermiştir. 3a) b) c) d) e) Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşının sonuçları arasında seçeneklerden hangisi bulunmaz ? Savaşın bitiminden sonra Londra’da bir konferans yapılmış ve T.B.M.M.. Hükümeti Londra’daki konferansa davet edilmiştir. İtilaf Devletleri Türk zaferi karşısında ateşkes istemek zorunda kalmıştır. Yunan Ordusu savaşta tam bir bozguna uğramış, Anadolu ve Trakya’daki işgal ettiği toprakları boşaltmak zorunda kalmıştır. Savaşın sonunda yapılan Mudanya Ateşkes antlaşması ile savaş durumuna son verilmiştir. Misak-ı Milli’nin askeri hedeflerine Türk devleti önemli ölçüde ulaşmıştır. 199 4a) b) c) d) e) Mudanya Ateşkes Antlaşmasının maddeleri arasında seçeneklerden hangisi yoktur? Yunan Kuvvetleri antlaşma yürürlüğe girdikten 15 gün içinde Doğu Trakya’yı boşaltacaklardır. 14 – 15 Ekim 1922 tarihinden itibaren Türk ve Yunan Kuvvetleri arasındaki silahlı çatışmaya son verilecektir. Barış yapılıncaya kadar karışıklıkların önlenmesi için bölgedeki önemli noktalar İtilaf Devletlerince kontrol altında tutulacaktır. Türk ordusunun mevcudunun üçte ikisini üç ay içinde terhis edecektir. Trakya’daki Yunan işgalinden boşaltılan yerler Müttefik Devletlerin temsilcileri en geç 30 gün içinde T.B.M.M. Hükümeti Memurlarına bırakacaktır. 5- Mudanya Ateşkes Antlaşmasının içeriği ve sonuçları değerlendirildiğinde seçeneklerden hangisi bulunmaz ? a) Antlaşma Türk Devletinin askeri hedeflerine önemli ölçüde ulaştığını İtilaf Devletlerinin kabul etmesi anlamına gelir b) Mudanya Ateşkes Antlaşması ile Trakya silahlı çatışma olmadan ele geçirilmiştir. c) Antlaşma ile İngiltere, Yeni Türk Devletinin siyasi varlığını en üst seviyede tanıdığını diplomatik olarak kabul etmiştir. d) Yakınçağ Türk Tarihinde Türk dış politikasındaki askeri başarıyı siyasi bir belgeyle destekleyen önemli bir belge niteliği taşınası açısından örnek teşkil eder. e) Yunanistan bu antlaşmayla Ege adalarından bir kısmını vermeyi taahhüt etmiştir. 200 XII. ÜNİTE YENİ TÜRK DEVLETİNİN TANINMASI LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI ÜNİTENİN İŞLENİŞİ * * * * * * Mudanya Ateşkes Antlaşmasından sonra İtilaf Devletleri Yeni Türk Devletine karşı nasıl bir siyasi politika izlemişlerdir? Osmanlı Saltanatının kaldırılmasının gerekçeleri nelerdir? Lozan Barış Konferansında Türk tarafı hangi tezi savunmuştur?Konferansta İtilaf Devletleri ve diğer ülkelerin talep ve amaçları nelerdir? Lozan Barış Antlaşmasının içerikleri nelerdir? Antlaşmanın maddeleri ile Türk tarafı istediği sonuçları hangi oranda kabul alabilmiştir? Lozan barış Antlaşmasının Türk tarihi açısından sonuçları ve önemi nedir? Lozan Barış Antlaşmasının günümüze kadar gelen sonuçları neler olmuştur? ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR Ünitemizde Yeni Türk Devletinin bütün dünya tarafından kabul edildiği anlaşma olan Lozan Barış Antlaşması ve gelişmeleri incelenecektir. Lozan Barış Antlaşması için yapılan hazırlıklar, Osmanlı Saltanatını kaldırılması, Yeni Türk Devletine karşı Lozan Konferansında özellikle İngiltere ve müttefiklerinin diplomasi manevraları kavranılacak ve Türk zaferini görmezlikten gelerek Sevr Barışında nasıl ısrar ettikleri vurgulanacaktır. Özellikle İngiltere’nin ve Fransa’nın Türk tezine karşı olan politik baskılarına dikkat ediniz. Lozan Barış Antlaşması ve şartlarının çok iyi değerlendirilmesi ve bu tarihi gelişmelerin çok iyi kavranılması Cumhuriyet Tarihi ve Türk İnkılâbının kavranması açısından önem taşımaktadır. 201 XII. ÜNİTE İÇİNDEKİLER 202 Lozan Barış Antlaşması Saltanatın Kaldırılması ve Osmanlı Hükümdarının Ülkeyi Terk Etmesi Lozan Konferansının Toplanması ve Antlaşmanın İmzalanması Lozan Barış Antlaşmasının Önemi ve Sonuçları Özet Ünite Değerlendirme Soruları 1 - LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI 1a– Saltanatın Kaldırılması ve Osmanlı Hükümdarının Ülkeyi Terk Etmesi Mudanya Ateşkes Antlaşmasından sonra Türkiye barışa giden yolda yürüyüşün ilk adımlarını attı. Ekim ayı geldiğinde askerin köyüne ve tarlasına dönmesi gerekiyordu. Genelkurmay Başkanlığı durumu Başkomutan ve Cephe Komutanına bildirdi. Ordunun mevcudunun 140.000’e indirilmesi uygun görülerek, 16 Ekim 1922’de Bakanlar Kurulu erlerin bir kısmının terhis edilmesini, bir kısmının da süresiz izinli sayılması kararı aldı. 1912’de başlayan seferberlik 1922’de son buldu. On yıl savaşta olan Türk halkı, barışı, ülkenin iç ve dış politikasında temel ilkesi yapan bir yönetimle savaşlar dönemini kapatıyordu. Bundan sonra Türkiye’nin çağdaş uygarlık seviyesine çıkma savaşı ise yeni başlıyordu. İstiklâl Savaşında milli bağımsızlık elde edilmişti. Ulusal egemenlik T.B.M.M.’inde “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi ile somutlaşmıştır. Ancak işgalcilerle işbirliği yapan Padişah ve İstanbul Hükümeti hâlâ varlığını kağıt üzerinde de olsa sürdürüyordu. Ayrıca mecliste yeni anlayışı ve devlet biçimini kendi düşünce çerçevesinden görenler, zamanla Mustafa Kemal ve onun hedeflerinden kopmaya başlamışlar, mecliste muhalif kanatlar kurarak “Hilafet ve Saltanatın geleceğini” korumak için siyasi manevralar yapmaları gelecekteki inkılâp ve gelişmeleri siyasi açıdan engelleyici boyutlara ulaştırabilirdi. Mustafa Kemal Paşa Padişahlık ve Hilafet sorununu bağımsızlık kazanılana kadar geri plana atmayı yeğlemişti. Kendisinin en büyük destekçileri bile padişaha saygı duydukları için gerçekten bir sorunla karşı karşıyaydı. Sorunun çözümü İngiltere’nin önerisi ile gerçekleşebildi. İngiltere 27 Ekim 1922’de Lozan Barış Konferansına hem İstanbul, hemde Ankara Hükümetini beraber çağırdı. Nihayet bu ikili çağrı, bir siyasal taktik olmasına rağmen parçalanacak bir otoriteye yol açmasını engellemek için Mustafa Kemal, Saltanatın siyasal iktidarına birden ve kesin olarak son vermeye karar verdi. Zor olmasına rağmen saltanat ve hilafet bir birbirinden ayrılacak ve birincisi kaldırılacaktı. Bundan böyle sultan diye bir şey kalmayacak, bir Osmanlı şehzadesi siyasi yetkileri olmaksızın, dini yetkilerle sadece halifelik makamında oturacaktı. Meclis komisyon toplantısında takındığı sert tavır teokrasi ve saltanat taraflarının Mustafa Kemalin kararlılığını muhalefetin daha iyi anlamasını sağladı; 203 “ …Üç komisyon bir odada toplandı. Başkanlığına Hoca Müfit Efendi seçildi. Dinişleri Komisyonu üyesi olan Hoca Efendileri herkesçe bilinen uydurma sözlere dayanarak halifeliğin padişahlıktan ayrılmayacağını söylediler. Değersizliğini belirterek bu savları çürütmek için özgür düşünceli kimselerde ortaya çıkar görünmedi. Biz, çok kalabalık olan bu odanın bir köşesinde tartışmaları dinliyorduk. Bu biçim görüşmelerin , istenilen sonuca ulaşmasını beklemek boşunaydı.Bunu anladık. Sonunda Karma Komisyon Başkanından söz aldım. Önümdeki sıranın üstüne çıktım. Yüksek sesle şunları söyledim; « Efendiler, dedim, egemenlik hiç kimse, hiç kimseye bilim gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla veremez. Egemenlik, güçle, erkle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk Ulusunu egemenliğini el koymuşlardı. Bu yolsuzluklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Ulusu bu saldırganlara, artık yeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini kendi eline almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan, ulusa egemenliği 204 bırakacak mıyız sorunu değildir. Sorun, gerçekleşmiş bir olayı yasa ile saptamaktan başka bir şey değildir. Bu, ne olursa olsun yapılacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes sorunu doğal bulursa, sanırım ki uygun olur. Yoksa yine gerçek, yöntemine göre saptanacaktır; ama, belki birtakım kafalar kesilecektir. İşin bilimsel yönüne gelince, Hoca Efendilerin üzülmelerine ve kaygılanmalarına hiç yer yoktur. Bu konuda bilimsel açıklamada bulunayım. …»” 1 Kasım 1922’de hazırlanan kanun taslağı T.B.M.M. genel kurulunda oy çokluğuyla kanun edildi. Böylece altı asırdan fazla devam eden Osmanlı Saltanatı meclisin bu kararı ile sona ermiş oluyordu. Saltanatın kaldırılmasından sonra 5 Kasım 1922’de son sadrazam Tevfik Paşa kabinesi istifa etmiş, son Osmanlı Padişahı Vahdettin ise 17 Kasım 1922’de İstanbul’da İngilizlerin Malaya zırhlısına binerek yurdu terk etmiştir. Vahdettin önce Malta’ya, sonrada yaşamının sonuna kadar kalacağı San Remo’ya gitti. Bundan sonra 18 Kasım 1922’de T.B.M.M. onu halifelikten attı, onun yerine Osmanlı soyundan olan Abdülmecit Efendi halife tayin edildi. Bu durum, kendisine T.B.M.M. Başkanı Gazi Mustafa Kemal Paşanın imzası ile tebliğ edildi. Artık Lozan Barış Antlaşmasına gidilmesi için hiçbir engel kalmamış, Osmanlı Devleti tamamen ortadan kalkmış, İtilaf Devletlerinin bu siyasi taktiğine karşı, zaten doğal olarak bütün gücünü, otoritesini bitirmiş, her şartlarda Türk ulusunun temsilcisi olma hakkını kaybetmiş bir kurum ortadan kaldırılarak, gelecekteki Türk Siyasal İnkılâp hareketlerinin bir aşaması gerçekleştirilecektir. 1b– Lozan Konferansının Toplanması ve Antlaşmanın İmzalanması Lozan Konferansı 20 Kasım 1922’de başladı. Türk Hükümeti aslında Barış Konferansını İzmir’de toplanmasını çok istemiş, fakat İzmir önerisi Müttefikler tarafından kabul edilmemiştir. T.B.M.M. Hükümeti o dönemin olanaklarıyla haberleşmenin çok zor olacağını ileri sürmüştür. O zamanın koşullarında bu gerekçe doğruydu. Ayrıca İzmir’de toplantıların daha yakından takip edilmesi olanağı vardı. Fakat tarafsız bir devlet olan ve savaşa girmemiş bir devlet olan İsviçre uygun görülmüştür. Türkiye için kendi içindeki diğer bir sorunda, konferansta Türkiye’yi kimin temsil edeceği soru idi. T.B.M.M. deneyimli diplomatlara sahip olan İstanbul’dan da delege seçemezdi, çünkü Milli Davayı anlamaları mümkün olamazdı. İlk akla gelen başbakanlık görevinde bulunan Rauf Beydi. 205 Ancak Rauf Bey Mondros’u imzalayan diplomat olarak olumlu bir sicile sahip değildi. Adları geçen diğer kişiler Fethi Bey, Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa ve Yusuf Kemal Beydi. Atatürk, İsmet İnönü’nün Mudanya’daki başarılı diplomasisini takip etmiş, onun gitmesini istemişti. Rauf Beyde özellikle konferansa gitmek istemesi sorunun diğer bir boyutunu oluşturuyordu. İsmet Paşa dışişleri bakanlığın getirildi. 2 Kasım 1922’de yapılan oylama sonucunda İsmet Bey Lozan’a gönderilecek heyetin başkanlığına getirildi. Yardımcıları olarak ta Rıza Nur ve Hasan Bey atandı. İsmet İnönü’nün Lozan Barış Konferansındaki siyasi ve diplomatik başarıları gelecekteki politik yaşamında önünü açan önemli bir referans olacaktır. Konferansa, Türkiye, İngiltere, İtalya, Japonya temsilcileri ve A.B.D.’nin Roma Büyükelçisi de katılmış, Romanya, Bulgaristan, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Yunanistan ve Sovyetler Birliği temsilcileri de kendilerini ilgilendiren konularda toplantılara katılmışlardır. Bu devletlerin içinde özellikle Yunanistan, İngiltere, Fransa ve İtalya ile çok ciddi sorunlarımız vardı. Türklerin hak ve menfaatleri göz ardı ediliyor, Türk zaferleri görmezlikten geliniyordu. Aslında Lozanda ki sorunlar, üç dört yıllık bir gelişmeleri değil, yüzyıllara dayanan bir hesaplar görülüyordu. Bu denli eski, bu denli karışık hesapların içinden çıkmak elbette kolay ve basit değildi. Bu açıdan Türk temsilcilerini çok zor bir görev bekliyordu. Lozan’da görüşülen konular başlıca iki ana kümede toplanabilir; Yunanistan ile Türkiye arasındaki sorunlar ve Türkiye ile diğer devletler arasındaki sorunlar. Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar ; Anadolu boşaltılmıştı ve artık burada bir sınır yoktu. Sadece Doğu Trakya’daki sınırların çizilmesi hususu vardı. Bundan başka Ege Adalarının durumu, Türkiye’deki Rumlarla, Yunanistan’daki Türklerin değiş tokuşu ile Yunanistan’ın Anadolu’da ve Trakya’da askeri yıkımları, yaptıkları tahribat ve can kayıplarının ödenmesi diğer sorunu oluşturuyordu. Konferansa katılan diğer devletlerle olan sorunlar; Avrupalıların Osmanlı İmparatorluğu ile yüzyıllarca süren ilişkilerinde ve bu ilişkilerin özellikle kapitülasyonlardan doğan ekonomik, maddi ve yargı alanlarında kendi çıkarlarına ve Türklerin zararına tuttukları yollara ve uyguladıklara yöntemlere son vermenin zamanı gelmişti. Batılılar ise yeni Türk devleti ile bu konularda tam 206 bir anlaşmaya gitmeyi düşünmüyorlardı. Eğer bu konularda bazı ödünler vermek zorunda kalırlarsa, hiç olmazsa ileride Türk Devletinin güçsüzleştiği sıralarda ortaya çıkacak yeni durumlara uyabilecek ve geniş ayrıcalıklarla sonuçlanacak hükümlere ağırlık vermeyi düşünüyorlardı. Bundan başka Osmanlı Devletinin yeni Türk Devletine bıraktığı borçlar ve yabancı kuruluşlara Zaralı koşullarda verdiği ayrıcalılar gibi çok karışık sorumların yeni esaslara göre çözülmesi gerekecekti. 20 Kasım 1922’den 4 Şubat 1923’e kadar devam eden görüşmelerden özellikle İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un Türk Heyetine devamlı sorun çıkarması ve görüşmelerdeki konulara Sevr Antlaşması mantığıyla baktığı için sonuç alınamadı. Her tartışılan konu üzerinde ciddi anlaşmazlıklar çıktı. İngiltere, Musul’u vermek istemiyor, İtalya ve Fransa onu destekliyordu, bu meselenin Türkiye ile İngiltere arasında daha sonra dokuz ay içinde görüşmeler yapılmasına karar verildi. Eğer taraflar bu sorunu çözemezlerse, Milletler Cemiyetinin hakemliğine müracaat edilecekti. Müttefik Devletler Kapitülasyonların aynen devam etmesini ve Osmanlı Borçlarının tamamının yeni Türk Devletine ödetilmesinde ısrar ediyorlardı. Bu konudaki Türk tezi ise kapitülasyonların tamamen kaldırılması ve borçların ancak Türkiye’ye düşen kısmının kabullenilmesi şeklindeydi. Konferanstaki bu gelişmeler gösteriyordu ki müttefikler Misak-ı Milliyi tanımayı düşünmüyorlar, Türklere masa başında yenerek,Sevr projesini yumuşatarak Milli Hükümete kabul ettirmeye çalışıyorlardı. Görüşmelerin kesilmesi üzerine Türk Delegeleri ülkeye döndüler, ancak anlaşılan konuların imza edilerek barış yapılmasını, anlaşılamayan konularında komisyon kurularak yeniden görüşülmesini içeren mektup yazılarak Müttefiklere bildirildi. Türk Hükümetinin olumlu girişimi de dikkate alınmayınca ilişkiler gerginleşti. Fevzi Paşa her ihtimale karşı orduların askeri harekata hazırlanmasını bildirdi. Başkomutanda alınan bu önlemleri yerinde buldu. Boğazları kapatmak ve Musul üzerine yürümesi için gerekli önlemler alındı. Mustafa Kemal yeni bir savaş istemiyordu. Fakat Türkiye’nin kanla kazandığı haklarını da bırakmamakta kararlı idi. 207 Batılı devletlerin diğer bir korkusu da konferansta takınılan Türkiye karşıtlığının, Türkiye’yi Sovyetler Birliğine yaklaştırması, Türkiye’nin siyasi, ideolojik ve ekonomik model olarak Sovyetlere yaklaşması ihtimali idi. Türkiye’de 17 Şubat 1923’te başlayan İzmir İktisat Kongresinde alınan kararların “Karma Ekonomi Politikasının Uygulanacağı” nı belirtmesi, Türkiye’nin, Amerikan Şirketi ile 9 Nisan 1923’te “Şarkî Anadolu Demiryolları Anlaşmasını” imzalaması Batılıları bu kaygılarını giderdi. Bu sırada Batılı Devletlerdeki kamuoyunda da yeni bir savaşa karşıtlık son seviyeye gelmiş, yeni bir savaşı Müttefik Devletleri de istememekteydiler. Yapılan karşılıklı diplomasiden sonra 23 Nisan 1923’te görüşmelere yeniden başlandı. Yoğun geçen müzakerelerden sonra 17 Temmuza kadar temel hususlara büyük ölçüde son şekilleri verildi. Temmuz ayının son haftasının başında da anlaşma metninin son şekli hazırlandı. Türk diplomatları, özellikle kapitülasyonları kaldırtmış, borçları da önemli ölçüde indirterek önemli bir başarı kazanmışlardı. Yunanistan’da Savaş tazminatı olarak Karaağacı verince 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imzalandı. 143 madde, üç ayrı metin ve ayrıca bir çok ikili sözleşme ve 208 protokollerden oluşan Lozan Barış Antlaşmasının belli temel hükümleri özetle şöyledir; 1- Sınırlar ; Batıda Bulgaristan’la olan sınır; İstanbul, Neuilly(Nöyi) ve Sevr Antlaşmaları ile belirlenen Karadeniz kıyısındaki Rezve Deresi ağzından başlayıp, Yunanistan sınırlarının Meriç üzerindeki kesiştiği yere kadarki sınır olarak belirlendi. Batıda Yunanistan’la olan sınır; Mudanya Mütarekesinde belirlendiği şekliyle Meriç sınır olarak kabul edilip, bu nehrin sol kıyısı Türkiye’ye bırakılmıştır, Karaağaç savaş tazminatı olarak Türkiye’ye bırakılmıştır. Çanakkale Boğazının güvenliği ile yakından ilgili olan İmroz, Bozcaada ve Tavşan Adası Türkiye’ye bırakılırken, diğer Kuzey Ege Adaları Yunanistan’a bırakılmıştır.Ancak bu adalarda Yunanistan askeri amaçlı olarak kullanmayacak, deniz üssü,askeri istihkam yapmayacaktır. Güneyde Türkiye – Suriye Sınırı; Fransa ile Türkiye arasında 20 Ekim 1921 tarihli Ankara İtilafnamesi (Antlaşması) ile belirlenen şekliyle kabul edilmiş, aynı statü onaylanmıştır. Buna göre sınır, İskenderun Körfezi üzerinde Payas’ın güneyinde tespit edilen bir noktadan başlayarak Marsuus mevkiini Suriye’de Kilis’i Türkiye’de kalacaktır. Daha doğuda Nusaybin, Cizre Türkiye’de kalacak, Süleyman Şah’ın Caber Kalesindeki mezarı Türkiye’nin malı olacak, burada Türk muhafızları ve bayrağı olacaktır. Güneyde Türkiye - Irak Sınırı; Türkiye ile Irak arasındaki sınır, Antlaşmanın imzalanmasından sonra dokuz ay içinde Türkiye ile İngiltere arasında dostça bir çözüm yoluyla saptanacaktır. Öngörülen süre içinde iki hükümet arasında bir anlaşmaya varılamazsa, anlaşmazlık Milletler Cemiyetine götürülecektir. Sınır çizgisi konusunda alınacak kararı beklerken, Türk ve İngiliz Hükümetleri, kesin geleceği(kaderi) bu karara bağlı olan toprakların şimdiki durumunda herhangi bir değişiklik yapacak nitelikte hiçbir askeri ya da başka bir harekette bulunmamayı karşılıklı olarak yükümlenirler. 209 Aynı konuyla bağlantılı olarak ilgili maddelerde Türkiye; Mısır, Irak, Sudan ve Kıbrıs Adasındaki hakimiyet haklarından vazgeçmiştir. 2- Boğazların Statüsü Boğazların her iki kıyısında 15 kilometrelik bir alan askersiz bölge olacak. Bir savaş tehlikesi ya da Türkiye’nin herhangi bir savaşa girmesi halinde silahlandırılabilecek, Türkiye’nin tarafsız kaldığı bir savaşta Karadeniz’e geçecek gemilere sayı ve tonaj bakımından sınırlamalar getirilecek. Boğazların korunması anlaşmayı imzalayan devletler tarafından garanti altında olacaktır. Boğazlar, Milletler Cemiyetinin denetiminde bir komisyon tarafından idare edilecek, bu komisyon, boğazlardan geçecek savaş gemileriyle ilgili olarak her yıl Milletler Cemiyetine bilgi verecektir. Barış zamanında boğazlardan her türlü aracın geçişi serbest olacaktır. Boğazları denetleyen uluslararası komisyonun başkanlığını Türk temsilcisi yapacaktır. 3- Kapitülasyonlar Lozan Barış Antlaşmasının 28. maddesi gereğince, hukuki, maddi, ekonomik ve idari alanlardaki yüzlerce yıl süren bütün kapitülasyonlar tüm sonuçları ile kaldırılmış, Türkiye’deki yabancı ticari kurumlarda belli bir geçiş döneminden sonra Türk Kanunlarına kayıtsız şartsız uymaları esası getirilmiştir. 4- Savaş Tazminatları Birinci Dünya Savaşı dolayısıyla Türklerden istenen savaş tazminattan Batılı Devletler vazgeçmişler, Yunanistan ise, Kurtuluş Savaşı dolayısıyla verdiği can ve mal kaybını tazmin etmeyi kabul etmiş, Yunanistan ekonomik gücü olmaması dolayısıyla Karaağaç ve çevresini Türkiye’ye vermiştir. 5- Osmanlı Borçları 1854 yılından itibaren Osmanlı Devletinin Avrupa Devletlerinden aldığı borçlar Lozan görüşmelerinin önemli bir gerginlik noktası olmuştu. 210 Türkiye Osmanlı Devletinin parçalanması ile kopan parçalarını borçlarını kabul etmedi. Sadece Türkiye’ye ayrılan kısmına düşen ve taksitlendirilerek ödenmesini kabul etti. Ödemelere ilişkin esaslar alacaklı ülkelerle yapılacak ikili anlaşmalarla belirlenmesi kabul edildi. Taksitlendirilmesine rağmen Osmanlı Borçları Cumhuriyet ekonomisine ve dış politikasına daha sonra önemli bir yük olmuştur. Ayrıca borçların ödenmesi aşamasında, her türlü yabancı devlet veya kurumunun denetim ve gözetimine son verilmiştir. Osmanlı Dönemindeki Düyun-u Umumiye( Genel Borçlar İdaresi) kaldırılarak ekonomide bağımsızlık politikasını ilk önemli uygulaması gerçekleştirilmiştir. 6- Azınlıkların Durumu Türkiye sınırları içindeki tüm azınlıklar Türk vatandaşı olarak kabul edildi. Yunanistan’daki Türklerle, Türkiye’deki Rumların karşılıklı olarak değiştirilmesi Türkiye ile Yunanistan arasında “Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” başlığı altında 30 Ocak 1923 tarihli sözleşme imzalanarak kabul edildi. Ayrıca Antlaşmanın 37’den 45. maddeye kadar Türkiye’deki Müslüman olmayan azınlıkların hak ve ödevlerinden faydalanma ilkeleri, devletin güvencesinde oldukları, her türlü mali ve sosyal imkanlardan faydalanmaları yer almış, ancak bu azınlıklar Türk uyruğu taşıdıkları belirtilerek müdahil ( müdahale eden) unsurlar devre dışı bırakılmıştır. 7- İstanbul ve Boğazların Boşaltılması İstanbul ve Boğazların boşaltılması da Türkiye için ayrı bir öneme sahipti. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Antlaşma ile bağlantılı olan “ İngiliz, Fransız ve İtalyan Kuvvetlerinin İşgal Etmiş Bulundukları Türk Topraklarını Boşaltmasına İlişkin Protokol ve Bildiri”si ile İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetleri, Lozan Antlaşması ile öteki senetlerin, Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanmasından sonraki altı hafta içinde çekilecekti. 211 2- LOZAN BARIŞ SONUÇLARI ANTLAŞMASININ ÖNEMİ ve İlgili maddelerle Türk tarafı, önemli ölçüde isteklerini elde etmiş olarak geri dönüyorlardı. Antlaşmanın parlamentolarda oylanmasına gelmişti. Lozan Barış Antlaşması, yeni oluşturulan T.B.M.M. tarafından 23 Ağustos 1923’te yapılan görüşmeler sonrasında bazı konulardaki eleştirilere rağmen 14’e karşı 227 oyla kabul etmiştir. Lozan Antlaşması böylece Türk İstiklâl Savaşı ile kazanılan zaferi belgeliyor ve yasallaştırıyordu. Milli sınırlar kesin olarak çizilmişti. Yeni Türkiye’de artık yabancıların hakları ve ayrıcalıkları yoktu. Son dönem Osmanlı tarihinde bu kadar karmaşık konularda başarılı olunarak çıkan başka bir antlaşmayı görmek mümkün değildir. Mustafa Kemal Atatürk Lozan Antlaşmasını değerlendirirken özellikle bunu vurgulamıştır : “ Lozan Barışı, Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Türk milleti için siyasi bir zafer teşkil eden bu antlaşmanın Osmanlı Tarihinde benzeri yoktur. Milletimiz, bununla gerçekten iftihar edebilir ve Türk milletinin yüksek bir eseri olan bu antlaşmanın yüksek kıymetini takdir etmesi lazım gelen, bunu mazideki yapılmış antlaşmalarla mukayese etmesi gerekir. ..” Lozan Antlaşması ile yeni Türk Devletini dünya resmen tanımış oldu. Kapitülasyonların kaldırılması, yabancı ve azınlıklara tanınan ayrıcalıların iptal edilmesi ile Türkiye üzerindeki geçmiş dönemlerde görülen siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal baskılar kalkmış oldu. Lozan antlaşması ile Türkiye bazı sorunları Misak-ı Milli Esaslarına göre çözememişti, bundan dolayı bazı eleştiriler o dönemde özellikle Mustafa Kemal ve grubuna muhalefet edenlerce gündeme getirilmişti. Ama kazanımlar son derece üst seviyededir ; - Osmanlı Devletinin bıraktığı sorunları hemen hepsi çözülmüştür.Anadolu’da yaşayan ve bağımsızlığımız için zaman zaman sorun çıkaran Rumların ülke dışına çıkartılması sağlanmıştır. 212 - Ermeni iddiaların da tarihe gömüldüğünü uluslararası diplomasi tarafından kabul edilmiştir. - Bütün bu başarılar da hemen hemen hiçbir devletin yardımı olmadan gerçekleştirilmiştir. - Lozan Antlaşması ile Akdeniz’in doğusunda önemli ölçüde barış ve güven ortamı sağlanmıştır. Batı Dünyası, Türkiye yi kaybetmeyerek çağdaş, laik, demokratik ve modern bir ülkenin bölgede oluşmasına, dolayısıyla çağdaş değerlerin bölgeye yerleşmesine bu antlaşmayı imzalamakla sağlamıştır. Bu açıdan Lozan Antlaşması, sadece Türkiye açısından değil Balkanlar Orta Avrupa, Batı Avrupa açısından da bir kazanç olmuştur. - Lozan Barış Antlaşması devletlerin eşitliği prensibine göre yapılmış, karşılıklı uzlaşma ve anlaşma yoluyla zorlama olmadan imzalanmıştır. Türkiye, savunma hak ve çıkarlarına da elde etmiştir. - Lozan Barış Antlaşmasının diğer bir özelliği de; I. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan bir çok ikili ve çokuluslu antlaşmalar geçerliğini ve hukuki yaptırım gücünü kaybetmişken, Lozan Antlaşması günümüzde de hukuki ve siyasi geçerliliğini devam ettiren ender antlaşmalardan biridir. Bu antlaşmanın hukuki ve siyasi yaptırımlarını devam etmesi dünyanın çok hassas bir bölgesini de güvenlik altına almıştır. - Lozan Barış Antlaşmasının başarı ile sonuçlanması Mustafa Kemal’e yeni bir devlet kurma ve inkılâpları gerçekleştirmesinde gerekli saygınlık ve yetkiyi vermiştir. Türkiye’nin milli çıkarlarına uygun olarak Lozan Barış Antlaşmasında çözemediği temel bazı sorunlar şunlardır; 213 - Yunanistan’la Nüfus Değişimi sorunu çözülememiş, sorun Lozan Antlaşma metinleri içinde yer alan ilgili sözleşmeyle daha sonra iki devlet arasında yapılacak ikili görüşmelere bırakılmıştır. - Ege Adalarından Gökçeada ve Bozcaada hariç bir çok ada alınamadı. - Irak sınırı ve Musul ve çevresi ülke sınırlarına dahil edilememiş, sorunun çözümü Türkiye ile İngiltere arsında ikili olarak görüşülmek üzere daha sonraya ertelenmiştir. - Hatay sınırlarımızın dışında kalmış, bu bölgenin statüsü Türkiye ile Fransa arasında imzalanan 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması ile belirlenen esaslar dahilinde kabul edilmiştir. - Osmanlı Borçları tasfiye edilemedi, bir kısmı üstlenilmek zorunda kaldı, alacaklı devletlerle daha sonra ödeme esasları ve taksitlendirmede sorunlar yaşandı. - Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik konumunu güçlendiren Türk Boğazları, tam olarak denetim altına alınamadı, ne kadar askeri ve idari açıdan Boğazlar üzerinde en fazla etkinliğe sahip olduğumuz kabul edildiyse de boğazların askeri ve idari açıdan ortak yönetilmesi esası Türkiye için yeterli olmamıştır. Lozan Barış Antlaşmasında bu sorunlar çözülememesine rağmen daha sonra Atatürk Dönemi ve diğer Cumhuriyet Hükümetlerinin yoğun çalışmaları sonrasında önemli oranda ve Türkiye’nin çıkarlarına uygun olarak çözülmüştür. Birçoğu Atatürk Döneminde çözülen bu sorunların sonrasında Türkiye’nin Batı ülkeleri ile ilişkilerinin önemli oranda düzelmiştir. Lozan Barış Antlaşmasından sonra Türkiye’nin iç ve dış politikasında yeni bir dönem başlamıştır. 214 Anlaşmanın uygulanmaya başlaması ile 2 Ekim 1923 tarihine İngilizler İstanbul’u boşaltmaya başladılar. 6 Ekim 1923’te Türk Ordusu İstanbul’a girerek ilk ve son yabancı işgaline son verdi. Ancak İstanbulun işgalden kurtulması ile yeniden başkent olması talepleri yükselince yeni Türk Devletinin yöneticileri Milli Mücadelenin başkentini, yani Ankara’yı 13 Ekim 1923’te çıkartılan kanunla başkent ilan ettiler.yaptılar. Bu girişim yeni devletin siyasal yapısının çok farklı ve köklü olacağının da önemli bir işareti, siyasal inkılâpların habercisi idi. Yeni kurulan Türk Devletini ve onun yeni liderini artık dünya tanıyor, Batı ülkelerinin gazete ve dergilerinde Mustafa Kemal baş sayfalarda yer alıyordu. Bu yeni bir dönemin başlangıcı idi. 215 ÖZET Lozan Barış Antlaşması ile Yeni Türk Devleti uluslararası alanda resmen tanınmış, Osmanlı Devletini artık ortadan kalktığı ve aynı coğrafyada yeni bir Türk Devleti kurulduğu kabul edilmiştir. Lozan Barış Antlaşmasında Türk tarafına çıkarılan güçlüklere rağmen Türk tezi önemli oranda kabul edilmiştir. Türk Dış politikasında son yüzyılın önemli bir siyasi zaferi olan bu antlaşma aynı zamanda Türk Tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı oluyor, Yeni Türk Devleti ulusal egemenlik anlayışı ile Cumhuriyet sistemine de geçerek Ortadoğu’da ve Balkanlarda yeni siyasal demokratik ve çağdaş normlarda bir yapılanmanın da başlangıcını oluşturuyordu. Lozan Barış Antlaşmasında Türk Devletinin taleplerinin göz önüne alınması gelecekte Batı dünyasının çağdaş ölçülerinde ve bölgeye örnek olacak bir sistemin doğmasına sebep olmuş ve bu Çağdaş Dünya için büyük bir kazanç teşkil etmiştir. Lozan Barış Antlaşmasında Türkiye’nin çıkarlarına uygun olarak çözülemeyen sorunlar özellikle Atatürk Döneminde Türk Dış politikanın yoğun çalışmaları sonunda önemli ölçüde çözülerek bu eksiklikler giderilmiştir. 216 ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI 1- Lozan Barış Konferansına katılan devletlerin içinde seçeneklerden hangisi bulunmaz? a) Almanya b) İtalya c) Sovyetler Birliği d) Yunanistan e) Japonya 2- Lozan Barış Konferansında Türkiye’nin taleplerine en çok direnç gösteren devlet aşıdakilerden hangisidir? a) İtalya b) Amerika Birleşik Devletleri c) Sovyetler Birliği d) Japonya e) İngiltere 3- “Lozan Barış Konferansında Türk heyeti, özel olarak birçok sorunları ve sorunlarla bağlantılı olarak bire bir çok devletle bu sorunları müzakere etmiştir.” Görüşülen konular ve konuyla ilgili muhatap olunan devletler aşağıdaki verilen seçeneklerin hangisinde yanlış olarak verilmiştir? a) Musul’un Durumu ve Irak Sınırı ------------------------- İngiltere b) Savaş Tazminatı Meselesi ------------------------- Fransa c) Türkiye’deki Rumlar Meselesi ------------------------ Yunanistan d) Hatay ve Suriye Sınırı ----------------------- Fransa e) Batı Trakya’daki Türklerin Durumu ------------------- Yunanistan 217 4- Lozan Barış Antlaşmasının kabul edilen maddeleri ve sonuçları değerlendirildiğinde aşağıdaki seçeneklerden hangisini doğru olarak kabul edemeyiz? a) Lozan Antlaşması ile Türk Devletini varlığı uluslararası alanda kabul edilmiştir. b) Lozan Antlaşması ile Türkiye’nin gelecekteki ekonomik ve siyasi yapılanmasında olumsuzluklara yol açacak olan Kapitülasyonlar kaldırılmıştır. c) Lozan Barış Antlaşmasına göre İtilaf Devletlerinin İstanbul’da ve Boğazlarda asker bulundurması kabul edilmiştir. d) Lozan Barış Antlaşmasının imzalanması ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti siyasal alanda inkılâp hareketlerini hızlandırmıştır. e) Lozan Barış Antlaşması hükümleri günümüze kadar hükümlerini devam ettiren ender anlaşmalardan biridir. 5- Lozan Barış Konferansında Türk Heyetini Başkanlığını yürüten devlet adamı aşağıdakilerden hangisidir? a) Rauf Orbay b) Kazım Karabekir c) Fethi Okyar d) İsmet İnönü e) Celal Bayar 218 XIII. ÜNİTE YENİ TÜRK DEVLETİNİN SİYASAL YAPISININ OLUŞMASI ÜNİTENİN İŞLENİŞİ * Cumhuriyet Döneminin başlarında Atatürk’ün inkılâpçılık anlayışı ve uygulama biçimi nasıl olmuştur? * Atatürk Döneminde başlatılan inkılâp hareketlerinin temel amaçları nelerdir? * Atatürk Döneminde inkılâpların önündeki engel olacak sorunlar nelerdir? * Siyasal alanda yapılan inkılâplar nelerdir? Bu inkılâpların hedefleri ve sonuçları neler olmuştur? * Cumhuriyetin ilanın sonuçları nelerdir? Atatürkçülüğün Cumhuriyetçilik ilkesini değerlendiriniz. * Osmanlı Saltanatının ve Halifeliğin kaldırılmasının Türk inkılâbı açısından sonuçları ve önemi nelerdir? * Atatürk Döneminde Siyasal Partilerin kuruluşları nasıl olmuştur? Kurulan siyasal partilerin programları ve uygulamaları nasıl olmuştur? * Atatürk Döneminde çok partili yaşama geçiş denemeleri ve bu siyasal yapının oluşamamasının sebepleri nelerdir? ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR Ünitede Cumhuriyet Döneminde başlayan inkılâp hareketleri ve inkılâpların gerekliliği, inkılâplara engel olan sorunlar, inkılâpların hedefleri ve Atatürk’ün inkılâpçı özelliklerinin Türk İnkılâplarına etkisi incelenecektir. Siyasal İnkılapların başlaması ve siyasal inkılâplarla yönetimin temellerini sağlamlaştırma amacı taşındığına, özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün ve kadrosunun ülkenin yönetim biçimi ve siyasal yapının temel ilkeleri konusunda ne kadar hassasiyetlerini muhalefetin de sistematik olarak siyasal inkılâplara muhalefetini hızlandırdığına dikkat ediniz . 219 XIII. ÜNİTE İÇİNDEKİLER Türk İnkılâp Hareketleri, İnkılâpların Gerekliliği ve Amaçları Siyasal Alanda Yapılan İnkılâplar Osmanlı Saltanatının Kaldırılması Cumhuriyetin İlanı Siyasal Partilerin Kurulması ve Çok Partili Yaşama Geçme Girişimleri Halifeliğin Kaldırılması Anayasa Değişiklikleri Özet Ünite Değerlendirme Soruları 220 1- TÜRK İNKILÂP HAREKETLERİ, İNKILÂPLARIN GEREKLİLİĞİ VE AMAÇLARI Lozan Barış Antlaşmasıyla yeni Türk Devleti siyasi sınırları ve hukuki konumuyla tanınmıştır. Türkiye, Lozan Antlaşmasıyla çözemediği bazı sorunları Atatürk Döneminde barış ve diplomasi yoluyla çözmeyi cumhuriyetin dış politikasının temeli olarak görmüş ve diplomasiyi bu alanda kullanmıştır. Milli Mücadele döneminde olduğu gibi Cumhuriyet Döneminde de Atatürk ülkenin lideri olmaya devam etmiştir. Reform ve inkılâplar onun öncülüğü ve desteğinde gerçekleşmiş, rejimin sembolü olarak algılanmıştır. Atatürk’ün ve cumhuriyetin hedefleri birbirine paralel olarak yürümüştür.Çağdaş, modern ve laik bir devlet ve toplum, uluslararası alanda etkin ve güçlü bir Türkiye hedefine rağmen, yeni cumhuriyet önemli sorunlarla karşı karşıya olan bir ülke vardır. 221 Atatürk inkılâplarını yaparken ortamı değerlendiren, zamanı geldiğinde uygulayan, yaptığı uygulamaların sonuçlarını alıncaya kadar takip eden bir liderdir. Atatürk’e göre “Türkiye Cumhuriyeti ülkesi ve milletiyle çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmalı, onu geçmelidir.” Bu ulaşılamayacak bir hedef değildir. Bu hedefe yöneticilerin, siyasal, sosyal, idari, ekonomik ve kültürel yapının hazırlanması ve topluma benimsetilmesi gerekmektedir. Bu hedeflere ulaşmak cumhuriyetin kuruluşu sonrasında son derece zordur. Önem sırasına göre halledilmesi gereken sorunları söyle sıralayabiliriz: * Türk Ulusu savaş yorgunudur, ekonomik kaynaklar ve insan gücü ülkenin hedeflerine göre yeterli değildir. * Halkta zaferin verdiği gurur ve kıvanç olmasına rağmen geçmişten gelen gelenekçi yapı ve kültürel birikim inkılâp hareketlerine direnç gösterecek seviyededir. * Halkın eğitim seviyesi yeterli değil, okuma yazma oranı az, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yapılması için yeterli bina, araç gereç ve öğretim elemanı sayısı bulunmamaktadır. (Okuma yazma oranı % 10’un altıdadır.) * T.B.M.M.’nin içinde farklı siyasi gruplar bulunmaktadır. Savaşın getirdiği milli birlik savaş sonrasında kaybolmaya başlamış, farklı düşünce eğilimler yeni reformlar ve değişimleri engelleyebilecek, muhalefet edebilecek oluşum içindedir. * Türkiye Büyük Millet Meclisinin iç yapısı çalışmaları yavaşlatacak niteliktedir. Meclis Hükümeti şeklinde çalışma biçimi çıkarılacak kanun ve icra işlemlerini engellemekte, inkılâplar gibi köklü değişimlere engel olabilecek bir altyapı içermektedir. * Atatürk’ün Mili Mücadele sırasında beraber çalıştığı bazı dava arkadaşları ve devlet adamlarının cumhuriyetin geleceğine yönelik farklı bakış açıları ve beklentileri olması, anlaşmazlıklara yol açmış, meclis içinde ve dışında muhalefeti hızlandırıcı etki yapmıştır. * Kanun, yasa ve yönetmelikler ülkenin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak ve atılımların hukuki altyapısını oluşturmada yetersizdir. 222 * Batılı Devletler Türkiye’ye karşı geleneksel muhalefet politikasını sürdürmektedir. Özellikle İngiltere tüm uluslararası konularda Türkiye’nin aleyhine diplomasi uygulamayı ve Batılı ülkeleri etkilemeyi 1930’ların ortasına kadar sürdürerek Türkiye’ye sorun çıkartmış.Bu uygulamalar Türkiye’de Batıya güvensizliği arttırmıştır. Bu güvensizlikten dolayı S.S.C.B. ile dış politikada işbirliğine ulusal bağımsızlığından taviz vermeme prensibi içinde yönelmiştir. 1930 sonrasında Avrupa’nın savaş politikalarına yönelmesi Almanya, İtalya ve S.S.C.B.’nin yayılmacı ve militarist politikaları Türkiye’nin gelişmesinde engelleyici faktörler olarak karşısında durmaktadır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Atatürk’ün öncülüğünde inkılâplar başlar. Halk desteği artarak devam edecek, belli reformlar, geleneksel muhalefeti harekete geçirse de toplumsal yapı inkılâpların gerekliliğine inanacaktır. Türkiye geçmişteki gibi geri kalmış ve zayıf bir ülke olmamalı ve çağdaş medeniyet seviyesini yakalamalıdır, bunun için inkılâplar yapılmalı sorunlara köklü çözümler getirilmelidir. Ülkenin siyasi, sosyal ve toplumsal yapısı milli, demokratik, çağdaş ve laik ölçülere getirilmelidir. Türk Milletine yeni bir görüntü ve kimlik kazandırmak düşüncesi olan Mustafa Kemal Atatürk, sadece askeri zaferlerle yetinmeyerek, eski kurum ve anlayışlardan kurtulmanın gerekliliğine, diğer ifadeyle inkılâpların mutlak şart olduğuna inanmış, bu düşüncelerini meclis, siyasi ve idari yapı kanalıyla milli iradeye mâl etmeye çalışmıştır. Ancak, bu sırada kendi başına hareket etmeyerek, yakın çevresi ile hükümetler ve T.B.M.M.’nin de inkılâpların gerçekleştirilmesinde söz sahibi olmalarını arzu ediyordu. Toplumun siyasal yönetim anlayışını ve düşünce seviyesini değişime yöneltmeyi amaçlayan, yönetim şeklini ulusal egemenlik anlayışa göre düzenlemeye yönelik ve kalıcı bir siyasal altyapıyı oluşturmaya, devletin yapısını ve kurumlarının işlevlerini buna göre düzenleyerek süreklilik kazandırmayı hedefleyen Yeni Türk Devleti ve yöneticileri özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında köklü inkılâplar yapmışlardır.Bu inkılâplar, cumhuriyetin sistem olarak oturmasını ve muhalefet edebilecek gelenekçi yapının tasfiye edilmesini sağlamıştır. 223 Aynı zamanda Türk inkılâbının yeni bir aşamasının da başlangıcıdır. İhtilalle yıkılan, sarsılan ve bozulan eski düzenin yerine yenisini koyma, topluma yeni bir yön verme hareketinin de başlangıcını oluşturur. Atatürkçülüğün İnkılâpçılık ilkesinin bir uygulanmasıdır. Çağa ayak uyduramayan, toplumun yapısının gelişimine engel olan gelenekçi yapının tasfiye edilmesidir. Atatürk’ün inkılâp anlayışı, bu açıdan bazı gelişmekte olan inkılâp hareketlerinde olduğu gibi gelenekler desteklenerek yeni bir model yaratmak değil, tersine tamamen köktenci bir değişim modelidir. Atatürk’ün İnkılâp modeli bütün inkılap modellerinde görüldüğü gibi belli bir amaca yönelmiştir. Modelin birinci amacı çağdaşlaşmak, ikinci amacı da kalkınmak, böylece “çağdaş uygarlık” düzeyine çıkmaktır. Gerçekte çağdaşlaşmak kalkınmayı içeren bir kavramdır. Cumhuriyetin hedefleri ve Atatürkçülüğün hedefleri bu iki ana amaca yönelik olarak inkılapları gerçekleştirecektir. Bunun, bütün topluma ve sisteme mal edilmesi bu açıdan önem kazanmış, Atatürk uygulamalarında hep bunu sağlamaya çalışmıştır. Toplumun ve siyasi, sosyal ve idari yapının benimsemediği ve kavrayamadığı toplumsal hareketlerin başarı şansının az olduğu tarihsel bir gerçektir. Türk İnkılâp Hareketleri de bir çok alanda aynı veya farklı zamanlarda gerçekleşmiş, ama genel olarak birbirine paralel ve ortak amaçlara yönelik olarak uygulanmış, inkılâpların gerçekleştirilmesi “ulusal iradeyi” temsil eden T.B.M.M.nin onayı ve desteğiyle olmuştur. Bu da Türk İnkılâbını yasal ve kamuya ait olmasını sağlamıştır. Özelikle Atatürk Dönemi olarak ta kabul edilen Cumhuriyet Döneminde yapılan inkılâpları; siyasi, hukuk, eğitim ve kültür, sosyal, ekonomi ve sağlık alanlarında olmak üzere beş alanda toplanarak incelenebilir. 2 – SİYASAL ALANDA YAPILAN İNKILÂPLAR 2.1 - Osmanlı Saltanatının Kaldırılması(1 Kasım 1922) Ulusal egemenlik esasına dayanan yeni Türk Devletinin bütünlüğüne ve işleyişine uymayan ve Milli Mücadele Döneminde ulusal davanın karşısında olan Osmanlı Saltanatı Lozan Konferansına katılmadan önce siyasi bir soruna yol açınca T.B.M.M. tarafından kaldırıldı. Saltanatın kaldırılması ile siyasal yapının önündeki önemli bir sorun aşılarak ulusal egemenlik anlayışı pekiştirildi. Osmanlı padişahı Vahdettin ve ailesi İngiliz Donanmasına ait olan “Malaya” zırhlısına binerek ülke dışına çıktılar. 224 Mecliste özellikle gelenekçi kanadın padişaha karşı gösterdikleri iltifat ve ilgi 1921 Anayasasında belirlenmiş, hakimiyetin millete ait olduğu hükmüne ve ulusal egemenlik anlayışına uygun değildi. Daha önceki konuda belirtildiği gibi Mustafa Kemal saltanatın işlevini ve anlamını yitirdiğini ifade etmiş, saltanata yandaş olan milletvekillerine de son derece sert tepki göstermişti. Ulusal hiçbir davaya sahip çıkmayan, ülkenin en zor günlerinde görev ve sorumluluğunu yerine getirmediği gibi ülkenin geleceği için ölüm kalım savaşına girenlere karşı uygulamalardan çekinmeyen, kendi geleceklerini istilacıların yanında ve amaçlarına göre çalışmakta arayan bir siyasi yapının zaten filen sona erdiği kesindi. Sonuçta bu, böyle çökmüş olan bir kurumun, kanunen ve hukuken ortadan kaldırılmasından başka bir şey değildi. 2.2 - Cumhuriyetin İlanı ( 29 Ekim 1923 ) 23 Nisan 1920’de yönetimi fiilen eline alan Türk ulusu T.B.M.M. vasıtası ile geleceğine sahip çıkacak ve bütün yönetim işlevini bu kurum ile yerine getirmekteydi. 1921 Anayasasında da bu fiili durum hukuki şekli ile belirtilmişti. Askeri ve siyasi hedeflerini önemli ölçüde gerçekleştiren siyasi rejimin bu fiili duruma uygun 225 devlet şeklini bularak kesinleştirmesi gerekiyordu. Ayrıca Milli Mücadele döneminin mecburiyetlerinden ileri gelen “Meclis Hükümeti Sistemi” artık işlemiyordu. Daha önceki konuda belirtildiği gibi Lozan Antlaşmasından sonra Milli Mücadelenin merkezi olan Ankara 13 Ekim 1923’de anayasaya konan ek bir madde ile Başkent oldu. İstanbul’da yönetim sistemi oluşturmayı isteyen ve geçmişe ait yönetim modellerini savunanlar muhalefete başladılar. Bu tartışma ortamı içinde Atatürk Cumhuriyetin ilanına ilişkin anayasa değişiklik önergesi için daha önce kendi düşünce ve görüşlerini meclisteki yürütmeye yansıtması için kurdurttuğu Halk Fırkasından(Partisinden) kendisine yetki aldı. 27 Ekim 1923’te Ali Fethi Bey başkanlığındaki Meclis Hükümeti istifa etmiş, böylece bir kabine bunalımı çıkmıştı. Bu bunalım Mustafa Kemal’e beklediği fırsatı da vermiş oldu. Hazırlanan Yasa değişikliği tasarısı şöyledir; - Türkiye Devletinin hükümet biçimi Cumhuriyettir. - Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından yönetilir. Meclis, hükümetin yönetim kollarını bakanlar aracılığıyla yapar. - Türkiye Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca ve kendi üyeleri arasında bir seçim dönemi için seçilir.Başkanlık görevi, yeni Cumhurbaşkanının seçilmesine değin sürer. Eski cumhurbaşkanı yeniden seçilebilir. - Türkiye Cumhurbaşkanı Devletin Başkanıdır. Bu kimliği ile, gerekli gördükçe Meclise ve Bakanlar Kuruluna başkanlık eder. - 226 Cumhurbaşkanı, başbakanı Meclis üyeleri arasından seçer. Diğer Bakanları da başbakan, yine Meclis üyeleri arasından seçer; sonra hepsini Cumhurbaşkanı Meclisin onayına sunar. Meclis toplantı halinde değilse, onaylama Meclisin toplantısına bırakılır.” Bu tasarı, kanun teklifi olarak 29 Ekim 1923 tarihli meclis oturumunda 158 oyla kabul edildi. Böylece “Türkiye Devletinin Hükümet Şeklinin Cumhuriyet” olduğu kesinleşerek devlet yönetim biçimi, devlet adı, başkanlık sorunu ve hükümetin iktidar olarak yürütme konusundaki tıkanmalar giderilmiş oldu. Daha sonra T.B.M.M., Ankara Milletvekili olarak Gazi Mustafa Kemal Paşayı oylamaya katılan 158 kişinin tamamının verdiği kabul oyuyla Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı ilk olarak seçti. Cumhuriyetin ilanı ve Mustafa Kemal Paşanın Cumhurbaşkanı olmasından sonra başbakan olarak İsmet Paşa atanmış, ilk meclis başkanlığına da Fethi Bey seçilmiştir. Cumhuriyetin ilanı siyasal alanda, ulusal egemenlik anlayışının devlet yönetimine yerleşmesini, yeni devlet biçiminin oluşturulması ve devletin adının konulmasını sağlayan inkılâp hareketidir. Aynı zamanda T.B.M.M.’de meclis hükümetinden Kabine Sistemine dayalı hükümet modeline geçilmiş, bununla da yürütmenin (hükümetin icraatının) hızlanması sağlanmıştır.Bürokrasideki tıkanmada giderilerek devlet başkanlığı sorunu çözülmüş, batı tarzında hükümet yapısına önemli oranda ulaşılmıştır. Cumhuriyetin kurulması ile birlikte devletin adının konulması, diplomatik aşamada yaşanan sorunları da çözmüştür. 2.3- Siyasal Partilerin Kurulması ve Çok Partili Yaşama Geçme Girişimleri Siyasi parti; demokrasiyle yönetilen ülkelerde halkın desteğini sağlamak suretiyle iktidar olmaya ve sürdürmeye çalışan, sürekli ve istikrarlı bir örgüte sahip siyasi topluluktur. Bundan dolayı siyasi partiler modern siyasi sistemlerin en önemli unsurlarından birisi olup, demokrasiyi de oluşturan güçtür. Halk egemenliğine dayanan ve demokratik yönetimlerin hakim olduğu cumhuriyetlerde, devleti ve ülkeyi halk adına hükümetler belli bir sürede yönetirler. Hükümetleri de halkın oylarıyla parlamentoya giren siyasi partiler kurar veya muhalefet görevini yerine getirirler. Cumhuriyetin kurulması bu süreci başlatmış ve kabine sisteminin uygulanması da yine siyasal partilerin kurduğu iktidarlar veya muhalefetle gerçekleşmiştir. İlk siyasi parti olarak 9 Eylül 1923’de Halk Fırkası(Halk Partisi) kurulmuş ve bu parti Atatürk’ün fikir ve hedeflerini yürütmeye yansıtmış, cumhuriyetin önemli inkılaplarını T.B.M.M.’de gerçekleştirmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi adını alan bu siyasi partinin üyeleri aynı zamanda reformcu ve Kemalist özellikler taşımaktadır. Mecliste I. grup adı da verilen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin üyeleri, Mustafa Kemalin fikir ve 227 düşüncelerini benimseyen ve genel olarak mecliste çoğunluğu oluşturan grup olmasına rağmen siyasal anlamda ciddi kararlarda tam bir birliktelik sağlanamıyordu. Başkomutanlık Kanunu, Saltanatın kaldırılması gibi olaylar gösteriyordu ki, siyasi parti disiplini sağlanmadıkça, hukukî devrim yapılması çok zor idi. Ayrıca zaferden sonra bu cemiyetin içindede ayrılıklar çıkmaya başladı.Atatürk muhtelif konuşmalarında da yeni bir partinin kurulacağını belirtmiştir. Yeni oluşturulan mecliste 17 Ağustos 1923 tarihinde 133 milletvekilinin katılımıyla yapılan toplantıda “Halk Fırkasının” kurulması için hazırlıklar başlatıldı. Ağustos ayında yapılan toplantılar ve bu arada Lozan’ında Mecliste onaylanması ile iç siyasetin yoğunluğu üzerine 9 Eylül 1923’de İzmir’in kurtuluş gününün yıldönümünde Başkan olarak Mustafa Kemal ve Genel sekreter olarak Recep Peker’in imzalarının bulunduğu bir dilekçe ile İçişleri Bakanlığına başvurarak Halk Fırkasının kurulduğunu bildirdi. Halk Partisinin kurulması ile Mustafa Kemal Atatürk, Mecliste disiplinli bir siyasi kadroya sahip olarak devrim konusunda güç kazanmış oluyordu. Atatürk, bu partiyi tanıtırken geçmişteki kurulan ve ülkenin mukadderatını elinde bulunduran diğer siyasi partilerden ayrı olduğu u ifade ederek,“.. Halkın müşterek çıkarlarını koruyan bir parti,…ve.. Bir ihtilâl komitesi değil, bir inkılâp komitesi olduğunu …” söylemiştir. Fakat meclis ve ülkede gelenekçi ve reformları farklı algılayan gruplar siyasallaşma talebinde bulunmuşlar ve mecliste temsil edilmek için yeni bir parti kurmuşlardır. Atatürk’ün yakın arkadaşları tarafından kurulan bu parti Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adını almış ve ilk muhalefet partisi olma özelliğini taşımıştır. 17 Kasım 1925’de kurulan bu parti 1924 anayasa değişikliğinin verdiği imkanla kısa zamanda örgütlenmesini genişletmiş, özgürlükçü, liberal ekonomi,ve dine hürmet gibi söylemlerle toplumsal destek sağlamaya çalışmıştır. 1925 yılında cumhuriyeti tehdit eden Şeyh Sait Ayaklanması sonrasında kanuni soruşturmaya uğrayan parti İstiklâl mahkemelerinin uyarısı üzerine Takriri Sükun Kanuna dayanılarak 5 Haziran 1925’de kapatıldı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması aynı zamanda siyasi tarihimizde çok partili siyasal yaşama geçiş olarak değerlendirilir. Diğer çok partili yaşama geçiş denemesi de 1930’da olmuştur. 1929 tarihinde Dünya Ekonomik Krizi Türk ekonomisini de etkilenmiş, halkın sıkıntı ve taleplerini yansıtacak bir siyasi parti 228 kurulması gereği ortaya çıkınca Atatürk’ün teşvikiyle Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur( 12 Ağustos 1930). Bu parti liberal ekonomi ve daha fazla özgürlük söylemlerini kullanmış, bir müddet sonra cumhuriyete muhalefetin odaklandığı yerler olmaya başlayınca parti kurucusu olan Fethi Bey partiyi 18 Aralık 1930’da feshetmiştir. 1946 yılına kadar mecliste tek partili yönetim devam etmiştir. Atatürk’ün laiklik modeline karşı gelişen bu siyasal partilerin programlarında, inkılâplara karşı direk çıkılmasa da inkılâpların evrimsel süreçte gerçekleşmesini savunarak engelleyici unsur olmuşlar, bu açıdan çıkan cumhuriyet karşıtı hareketlerde bu partilerin üyelerini görülmesi tesadüfi bir durum değildir. 2.4 - Halifeliğinin Kaldırılması ( 3 Mart 1924 ) Cumhuriyetin ilanı ve hilafetin kaldırılması arasındaki dört aylık süre içindeki gelişmeler halifeliğin kaldırılmasını zorunlu ve gerekli olduğu kanısını güçlendirmiş, geçen bazı olay ve davranışlar Mustafa Kemal ve onun grubuna hilafetin kaldırılması konusunda ki düşüncelerini uygulama fırsatı vermiştir. Bu dönemde saltanatçı, hilafetçi kişiler, Meclis içinde, Meclis dışında İstanbul’daki Halife 229 Abdulmecid’i yeniden güçlendirmek, onun ulusun, devletin gerçek başkanı olduğunu kafalara yerleştirmek, Cumhurbaşkanını yanında ikinci ve daha etkin bir kişilik yaratmak, gelişmeler sonucu gelecekte yeni bir girişimde bulunmak için olanca çabayı göstermişlerdir. Halifelik makamını gelecekleri için kullanma isteğindekilerin, halifeliğin tarihsel, dinsel, siyasi işlevlerinin ne olduğunu tam kavrayamadıkları gibi, Türk kökenli halifelerin hiçbir zaman başka Müslüman unsurlar tarafından halife olarak kabul edilmediği, halifelik makamının tamamen içi boşalmış bir makam olduğunun farkında değiller veya bu kurumu siyasi geleceklerine araç yapmak niyetindeydiler. İslâm devlet anlayışına göre halife; Hz. Muhammed’in vefatından sonra ümmet idaresinin başına geçen kimse, kelime anlamı olarak ta birine yerine geçen kimse, resmi dairelerde kalem başının ikincisi, kalfa, ikinci usta anlamları taşır. İslâm Siyasi tarihindeki bu konu ile ilgili gelişme, Hz. Muhammed’in vefatından sonra ilk dört halife, seçimle iş başına gelerek İslâm toplumunu yönetmişler ve toplum içinde halifelik genel kabul görmüştür. Hz. Ali Döneminde siyasal gelişmeler ve iç kargaşa yüzünden halifeliğin kabul edilmesi konusunda toplumsal mutabakat bozuldu. Suriye’ye çekilen Emevi ailesi, coğrafi olarak kopma eğilimi göstererek siyasal çözülmenin zeminini oluşturdular. Emevi hükümdarı Muaviye, siyasi ve askeri olarak Suriye’ye hakim olduktan sonra kendini halife ilan etti, ayrıca oğlu Yezid’i kendinden sonraki halife olarak ilan ederek, bu fiili durumu yasallaştırdı. Bu dönemden itibaren Halifelik tamamen siyasal bölünmenin ve İslâm toplumlarının aralarındaki hakimiyet ve siyasi otorite sağlamanın bir aracı haline geldi. Halifeliğin dünyevi bir otorite olarak görülmesini sağladı. Saltanat haline gelerek tamamen orta çağın tipik bir idari yapılanması şekline dönüştü. Abbasilere geçen halifelik, yine saltanat anlayışından ileri gidemedi. İslâm’da siyasal bölünmeyle beraber, mezhepler, cemaatler şeklinde de bölünmeler olduğu için Şii ve Haricîler, hiçbir zaman Sünnilerin halifesi olduğu anlayışıyla Emevi ve Abbasi Halifelerini tanımadılar. X. Yüzyıldan itibaren Mısır’da kurulan Şii Fatîmi Devletinin hükümdarları da kendini halife ilan ettiler. Yine aynı zaman dilimi içinde Endülüs’te kurulan Endülüs Emevi Devletinin hükümdarları da halifelik ünvanlarını kullanınca Müslümanlar üç halifeye biat (kabul ve tasdik) edeceklerdir. İslâm coğrafyasının değişik yerlerinde zaman zaman hükümdarlar güç simgesi olarak “Halifelik” ünvanını kullanmışlardır. 230 Osmanlı Devleti, Yavuz Sultan Selim Döneminde 1517’de Mısırı alınca, buradaki halife ünvanını kullanan bazı Abbasi kökenli kişilerden bu unvanı alarak kullanmaya başladılar. Fakat Halifelik ünvanını siyasi ve askeri güçlerinin üst seviyesindeyken siyasal bir güç olarak kullanma gereği duymadılar. Genellikle dini konulardaki görüş ve fetvaları “Şeyhülislâm” dan alarak yetindiler. Osmanlı gerilemesini başladığı ve büyük güç olma özelliğini kaybettiği 18.yüzyıl sonlarından itibaren bu makamı Hıristiyan siyasi güçlerine bir karşılık verme şeklinde siyasi bir güç olarak kullanmaya başladılar. Bazı Osmanlı Devlet adamları da bu makama haddinden fazla anlam yükleyerek bir kurtarıcı şeklinde algılayıp medet ummaya başlamışlardır. Özellikle II. Abdülhamit Döneminde uygulanan “Pan İslâmizm” politikası ile Halifelik daha sistemli ve amaçlı olarak kullanılmaya devam etti. Fakat Fransız ihtilali sonrasında gelişen milliyetçilik hareketleri Müslüman olan toplumları daha çok etkilemiş, devlet politikası olarak Osmanlı Devleti II. Meşrutiyet dönemine kadar bu tür akımlara bütünlüğü bozduğu için ilgi göstermemişlerdir. Müslümanlar üzerinde Osmanlı Padişahları Halifelik sıfatını kullanarak etkili olmak istemişlerdir. Halifeliği, Rus ve İngiliz işgaline karşı değişik zamanlarda Müslüman halkların desteğini almak için kullanmışlardır. Ancak başarılı olamadıkları siyasi gelişmelerde görülmüştür. Özellikle Müslüman toplulukların önemli grubunu oluşturan Araplar, milliyetçilik hareketinin etkisi ile Osmanlı Halifesine yardım etmemişler, ayrıca hiçbir dönemde de halifeliğin bir Türk hükümdarında olmasını kabul edememişlerdir. Osmanlı Saltanatının I Kasım 1922’de kaldırılmasından sonra Halife olarak seçilen Abdülmecit Efendi, kanun çerçevesi içinde kalması gerekirken, kendine biçilen bu statüyü özellikle iç ve dış unsurların etkisi ile beğenmemeye ve sınırları zorlamaya başladı. Halife, yeniden törenler düzenlemeye, devlet adamlarını, kabul edip demeçler vermeye, bazı Müslüman ülkelerin kendisine iltifat etmeleri sonucunda, sanki dünya Müslümanlarının lideri imiş gibi uluslararası ilişkilerde gerginlik yaratacak açıklamalar yapmaya başladı. Kendisine verilen ödeneğin de arttırılmasını isteyince Mustafa Kemal’in beklediği zaman gelmişti. Ayrıca bu cesurca çıkışlarla, yeni rejimin hedef ve gücünün küçümsendiği de görülmektedir. İstiklâl Harbini kazanan, dünyaya kafa tutan, Lozan Barış Antlaşmasını imzalatan inkılâpçı bir kadronun bu tür gelenekçi çıkışlara tahammül edemeyeceği kestirilememişti. 231 Artık Osmanlı Döneminde olduğu gibi gelenekçilerin gücünün azaldığı, reformcu kanadın ne kadar güçlendiğinin farkına varılamamıştı. 3 Mart 1924’de T.B.M.M.de kabul edilen “ Hilafetin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Dışına Çıkarılmasıyla İlgili” kanun teklifi kabul edilerek Halifelik kaldırıldı. Aynı gün kabul edilen Şer’iye, Evkaf ve Erkanı Harbiye Vekaletinin Kaldırılması ve Tevhid-i Tedrisat Kanunları da kabul edilmiştir. Böylece de laikleşme aşmasında bir çok alanda inkılâpların aynı günde yapılması, son derece köklü reformlar olarak Cumhuriyet Tarihine geçmiştir. Yüzyıldır süren reformcu ve gelenekçi mücadelesinde reformcular büyük bir zafer kazanmıştır. Bütün bu inkılâplar Atatürk’ün Laikleşme ilkesinin son derece etkili uygulamalarıdır. Artık Osmanlı Ailesi hiçbir şekilde Türk Milletinin yaşamında olmayacak, milletin kaderi ile oynayamayacaktı. Yine dış ilişkilerde yaşanacak olan önemli gerginliklere engel olabilecek gelişmelerde önlenmiş oldu. Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Barışında İmparatorluk anlayışı ve politikasından vazgeçtiğini diplomasi kanalıyla ilan etmişti. Halifelik makamının dış ülkelerdeki Müslüman unsurlarla olan bağlantı ve müdahalesi özellikle İngiltere ile olan ilişkilerde gerginlik yaratabilecek boyuta gidebilirdi. Çünkü Halife, Türkiye’nin vatandaşı ve devletin bir memuru idi. Bundan sonra Mustafa Kemal’in bir çok eski arkadaşı, ona karşı muhalefeti hızlandırdılar. Bu muhalefet, daha sonra 20 Nisan 1924’de yapılan Anayasa değişikliklerin verdiği demokratik açılımları da kullanıp “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını” kurarak meclise yansıdı. Ayrıca Şeyh Sait Ayaklanması ve Atatürk’e Suikast Girişimi bu muhalefetin değişik yansımaları olarak görülmüştür. Halifeliğin kaldırılması, hem hukuki yapının hem de devletin yapısının ve işleyişinin laikleşmesinde önemli bir engelin ortadan kaldırılmasını sağlamış, aynı zamanda gelenekçi gruplar ve rejim muhaliflerinin siyasal ve toplumsal muhalefetini hızlandırmıştır. 232 2.5 - Anayasa Değişiklikleri Cumhuriyetin ilanından sonra şartlar değişmiş, Türk İnkılâbı aksiyon aşamasından yeniden düzenleme, reformlar dönemine girmişti. Yeni Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı vardı. 1921 de çıkartılan anayasa olağanüstü bir dönemin eseri idi, bir ihtilal anayasası özelliği taşıyordu. Artık bu dönem sona erdiği için ihtiyaçlara cevap veren yeni bir anayasanın gerekliliği ortaya çıktı. Ayrıca Saltanat ve Hilafetin kaldırılması imparatorluk döneminin özelliklerini de yansıtan 1921 Anayasasının bu hükümlerinin de değişmesi gerekiyordu. 20 Nisan 1924’de 491 numaralı yasa ile çıkarılan yeni anayasa, altı bölüm, 105 maddeden oluşmuştur. Genel olarak bu anayasanın temel özelliği gücün ulusal iradeye ait olduğunun belirtilmesi, yasama, yürütme ve yargıya ait esasların ayrıntılı olarak açıklanmasıdır. Ayrıca anayasada birçok yeni haklar ve özgürlükler yeterli olmasa da verilerek, devletin demokratikleşmesi sürecini hızlandırıcı hükümler bulunmaktadır. 1924 tarihli Anayasanın bazı maddeleri, 1924 yılından itibaren gelişen inkılâp ve yenilikle hareketlerine paralel olarak değiştirilmiştir. Anayasanın laikleştirilmesi ve çağdaşlaştırılması olarak ta bilinen bu eklemeler yapılmıştır. 10 Nisan 1928’de yapılan 1924 tarihli anayasanın belli maddelerini değiştirilmesi ile; “Türkiye Devletinin dini, İslâm dinidir.” maddesi değiştirilmiş, ayrıca mecliste yapılan yeminlerde kullanılan dinsel ifadeler değiştirilmiştir. Bu değişikliklerle Cumhuriyet Anayasası, çağdaş toplumların anayasaları gibi tamamen laik bir içeriğe kavuşmuştur. Laiklik ilkesi Atatürkçülüğün, Kemalizm’in diğer ilkeleri ile beraber 5 Şubat 1937’de Anayasanın ikinci maddesinde ter almış ve temel ilkeler olarak daha sonraki kanunlar bu ilkelere uyumlu hale getirilmiştir; “ Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçıdır. Resmi dili Türkçe’dir. Başkenti Ankara Şehridir.” 1961 ve 1982 Anayasalarının temel ilkelerinde de aynı şekilde maddeler halinde Cumhuriyetin ve Devletin temel esasları olarak yer almıştır . 233 ÖZET Lozan Barış Antlaşmasının imzalanması ile Türkiye yeni bir döneme girmiş, ülkede barış ortamı ve istikrara sağlanmıştır. Bu dönemde; başta siyasal yapının, devlet ve toplum hayatının düzenlenmesi ve Milli Mücadele döneminin temel anlayışı olan “Ulusal Egemenlik” ilkesinin devletin yönetimine tamamen hakim olması gerekiyordu. Bundan dolayı daha önce oluşmuş olan siyasal yapının adı konarak 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan edildi ve ülkenin, devletin yönetilmesi için “meclis hükümeti sisteminden” modern ülkelerde görülen “Kabine sistemine geçildi. Egemenliğin millete ait olduğu ve bu siyasal yapının pekiştirilmesi gerektiği için “Ulusal Egemenliğin” önündeki kurum ve oluşumlara kaldırıldı. Bunlar Osmanlı yönetimin temsil eden saltanat ve dinsel bir kurum haline gelerek dinin siyasal yapıya müdahale etmesine imkan veren halifelik kurumları idi. Bazı gelenekçi ve çıkarlarına uygun yerlere gelmediklerine inanan gruplar, bu kurumların içeriklerine gereğinden fazla anlam yükleyerek siyasal yapı içinde bu kurumların devamını uygun görerek siyasi gelecek peşinde koşmaları, bu kurumlarının kaldırılmasının ulusal egemenlik açısından önemini tarihsel süreçte bize gösterir. Ulusal egemenliği meclise ve yürütmeye yansıtan kurumlar olan ve demokrasinin vazgeçilmez kurumları olan siyasal partiler, Cumhuriyetin kuruluşu ile beraber siyasal yaşamda yerini almıştır. Fakat Cumhuriyet Halk Partisi dışındaki siyasal partiler ülkenin iç gelişmeleri ve cumhuriyete aykırı faaliyetler içinde bulunan bazı oluşumları barındırdıkları gerekçesi ile kapanarak hükümet oluşturamamışlar, muhalefette kalmışlar ve daha sonra kapanarak Cumhuriyet Döneminde çok partili yaşama geçme denemeleri olarak siyasal tarihimizde yerlerini almışlardır. Bütün bu gelişmeler ülkenin yasal kurumları olan meclis, hükümet, mahkemeler ve bürokratik kurumların işleyişi ile gerçekleşmiştir. Cumhuriyet rejimlerinin temel kuralları ve işleyişini düzenleyen anayasa, Yeni Türk Devletinde de 21 Ocak 1921’de Milli Mücadele Döneminde yapılmış ve Cumhuriyet Döneminde yeni yapılanma ve şartlara uygun olarak ihtiyaçlar sebebiyle düzenlemeler yapılmıştır. Anayasanın bazı maddeleri 1924’ten itibaren değiştirilmiş ve yeni maddeler eklenmiştir. Cumhuriyetin temel ilkeleri, 5 Şubat 1937’de Anayasanın değişmez maddeleri olarak eklenmiştir. 234 ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI 1- Atatürk’ün İnkılâpçılık anlayışı ve uygulamaları göz önüne alındığında seçeneklerden hangisi doğru olarak kabul edemeyiz? a) Atatürk’ün inkılâpları yapmaktaki temel amacı, Türkiye Cumhuriyetini ülkesi ve milletiyle çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkartma idealidir. b) Ülkenin gelişmesine engel olan kurum ve yapılanmalar ortadan kaldırılmalıdır. c) İnkılâp hareketleri, yasal olmalı ve ulusal egemenlik anlayışına bağlı olarak meclis ve hükümetler tarafından yapılmalıdır. d) İnkılâpların zamanlaması iyi yapılmalı ve sonuçları alınıncaya kadar takip edilmelidir. e) Geleneksel ve eski siyasal yapının yaşamasına belli şartlar içinde izin verilebilir. 2- Cumhuriyetin ilk yıllarında inkılâp hareketlerine engel olabilecek sorunlar arasında seçeneklerden hangisini göremeyiz? a) Türk ulusunun askeri bir geleneğe sahip olması b) Halkın eğitim ve öğretim seviyesinin düşük olması c) T.B.M.M. içinde gelenekçi kurumların devamını isteyen grupların ve kişilerin olması d) Batı Dünyasının Lozan Antlaşmasından sonra da geleneksel olarak Türkiye karşıtı politikalarını sürdürmeleri e) Türk ulusunun savaştan çıkmış olması ve kaynakların yetersizliği 3- Cumhuriyetin ilan edilmesinin sonuçları arasında bulunmayan seçenek aşağıdakilerden hangisidir? a) Devletin adı belirlenmiş ve diplomatik olarak kolaylık sağlanmıştır. b) T.B.M.M.’nin çalışması ve karar alma süreci hızlanmıştır. c) Milli Egemenlik anlayışı ve uygulaması en üst seviyede devlet yapısına yerleşmiştir. 235 d) Dış Politikada Musul sorunu ve Irak sınırı meselesinin çözümü kolaylaşmıştır. e) “Meclis Hükümeti” sisteminden “Kabine Sistemi(Bakanlar Kurulu)”ne geçilmiş ve hükümetlerin çalışmasında büyük kolaylık sağlanmıştır. Aşağıdaki gelişmelerden hangisi devlet ve hukuk sisteminin laikleşmesi sürecini diğerlerine göre daha da hızlandırmıştır? Saltanatın Kaldırılması Siyasal Partilerin Kurulması Halifeliğin Kaldırılması Yeni Türk Harflerinin Kabul Edilmesi Ceza ve Ticaret Kanunlarının Çıkarılması 4a) b) c) d) e) Aşağıda verilen cümledeki boşluklara uygun olan sözcükleri ve tarihleri yazınız. 5- Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasına ………………….. tarihinde ………… ilkesi konulmuş, bu gelişmeyle de çağdaş toplumların anayasalarındaki temel özellikler tamamen Türk Anayasasına yerleştirilmiştir. Aşağıdaki siyasal partilerden hangisi Cumhuriyet Tarihinde yasal olarak bilinen ilk muhalefet partisi olarak kabul edilir? Demokrat Parti Terakkiperver ( İlerici ) Cumhuriyet Partisi Serbest Cumhuriyet Partisi Cumhuriyet Halk Partisi Millet Partisi 6a) b) c) d) e) 236 7 - Cumhuriyet Döneminde partileşme, çok partili sisteme geçiş faaliyetleri ve sonuçları değerlendirilirse seçeneklerden hangisini doğru olarak kabul edemeyiz? a) Cumhuriyet Döneminde kurulan ilk siyasal parti Terakkiperver (İlerici) Cumhuriyet Partisidir. b) Siyasal partilerden bazıları cumhuriyet karşıtı faaliyetlerinden dolayı kapatılmıştır. c) Geleneksel eski sistemleri savunan grup ve kişiler kurulan siyasal partileri bu amaçlarına ulaşmada araç olarak kullanmak istemişlerdir. d) Şeyh Sait Ayaklanması sonrasında kapatılan siyasi parti Terakkiperver(İlerici) Cumhuriyet Partisidir. e) Atatürk ve siyasi yönetim kadrosu çok partili yaşama geçişi cumhuriyetin ve demokrasinin bir gereği olarak görmüşlerdir. 237 XIV. ÜNİTE CUMHURİYETE KARŞI HAREKETLER ÜNİTENİN İŞLENİŞİ * Cumhuriyetin ilk yıllarında ciddi bir muhalefet olmasının sebepleri nelerdir? Tartışınız. * İnkılâp hareketlerinde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde muhalefet hareketlerinin üst seviyede olması hangi açıdan değerlendirilebilir? Tartışınız. * Cumhuriyete karşı oluşan kitlesel hareketler Cumhuriyet Döneminde nasıl oluşmuştur? Sonuçlarını değerlendiriniz. * Cumhuriyete karşı oluşan hareketlere karşı devlet ve siyasi kurumlar ne gibi önlem almışlardır? Alınan ve önlemlerin sonuçları neler olmuştur? ÜNİTENİN AMAÇLARI VE UYARILAR Ünitede Cumhuriyet Döneminde muhalefet hareketi, muhalefetin özellikleri ve kullandığı metotların kavranılması sağlamaktır. Muhalefetin hangi biçimde ve amaçla faaliyetlerini yoğunlaştırdığı ve muhalefet hareketinin hangi boyutlara gidebileceğine dikkat edilmesi gerekmektedir. Cumhuriyetin kurum ve sisteminin, kendine karşı yapılan muhalefet karşısında aldığı tedbirler ve çözüm yollarının neler olduğu kavratılmasına çalışılacaktır. Muhalefetin kitlesel eylemlerinden siyasi yapının nasıl zarar gördüğünü ve sonuçlarının ülkenin geleceğini nasıl etkilediğine dikkat ediniz. 238 XIV. ÜNİTE İÇİNDEKİLER Cumhuriyete Karşı Yapılan Hareketler ve Gelişmeler Şeyh Sait İsyanı Atatürk’e Suikast Girişimi Menemen Olayı Cumhuriyete Karşı Yapılan Hareketlerin Sonuçları Özet Ünite Değerlendirme Soruları 239 1- CUMHURİYETE KARŞI YAPILAN HAREKETLER ve GELİŞMELER Cumhuriyetin fikir, siyasi ve inkılâplarla yerleşmesiyle beraber muhalefet hızlandı, gelenekçi anlayış, düşünsel seviyelerin farklılığı ve kişisel çıkarları zarar gören gruplar ve kişiler, ilk önce siyasal söylemlerle eski kurumların devamını talep etmeye başladılar. Cumhuriyetin başlangıç döneminde, ulusal kurtuluş savaşı boyunca yurdu, ulusu işgalden, tutsaklıktan kurtarmak, bağımsızlığa kavuşturmak için birlikte çalışan komutanlar, ulus temsilcileri arasında saltanatın, hilafetin kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı ve milli mücadelenin sadece yurdu düşmandan temizlemek için girişilmiş bir savaş olmadığından ilk devrimci atılımların uygulanmaya konmasından sonra düşünce ayrılıkları baş göstermiş, yollar, yöntemler ayrılmıştır. Ayrılıkların gerçek nedeni ulusal eylemin bir inkılâpçı eyleme dönüşmesi, Mustafa Kemal ve onunla birlikte olanlar, ulusu, Türk toplumunu çağdaşlaştırma yönünde değiştirmek istemeleri, sürekli bir devrimi başlatmalarıdır. Bu gerçek nedenin yanında kişisel çıkarlara dayalı bakış, İttihatçılıktan gelen eski birikimler, başa geçme tutku ve özlemi de bazı kişilerin davranışlarında, karşı devrim eylemlerinde yer alışlarında etkili olmuştur; fakat asıl neden inanç ayrılıklarıdır. Saltanatın kaldırılması, cumhuriyetin ilanı, halifeliğin kaldırılması, anayasa değişiklikleri ve diğer inkılâplar hızlanarak devam edince tepkiler artmaya başladı. Tepkiler siyasal örgütlenme, basın-yayın ve ayaklanma şeklinde kendini gösterdi. Bunların içinde, Şeyh Sait Ayaklanması, İzmir’de Atatürk’e Suikast Girişimi, Menemen olayları kitlesel karşı hareketlerdir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kurulması ve Serbest Cumhuriyet Fırkası ise cumhuriyetin içeriğinden ziyade Cumhuriyet Halk Partisinin politik anlayışına karşı muhalefet özelliği göstermişler, fakat rejim muhaliflerinin odaklanması ve eylemlerini bu yapının içerisinde yapmaları üzerine karşı hareketleri bilerek veya bilmeyerek yüreklendirici konuma gelmiştir. 1.1- Şeyh Sait İsyanı (13 Şubat 1925) Doğu Anadolu bölgesinin geleneksel yapısı ve rejim aleyhtarı dinsel kimlikli grupların faaliyetleri bu ayaklanmayı hazırlamış, daha sonra etnik kökenli bir karakter kazanma yoluna giderek İngiltere’nin desteğiyle gelişmiş olan ve cumhuriyeti tehdit edecek seviyede bir 240 ayaklanma olmuştur. Şeyh Sait, bölgesel bir tarikat lideri olarak ayaklanmayı başlatmış, dinsel söylemlerle desteklenen ayaklanma hükümet tarafından ilk aşamada ciddi tedbir alınmayınca genişlemiştir. Ayaklanma öncesinde çok ciddi hazırlıklar yapıldığı Cumhuriyet öncesi örgütlenen ve düzenli olarak çalışan Kürtçülük hareketine mensup örgütlerin olduğu araştırmalarda tespit edilmiştir. Bu örgütler bölge halkı üzerinde genel olarak ayaklanma çıkaracak güçleri olmadığı için dini şeyhler ve tarikat mensuplarını bu örgütlerin içine çekmeye çalıştılar. Şeyh Sait de bu örgütlere ilgi göstermiş, örgütler, 1924’te ilk kongrelerini yaparak, 1925 yılında bir ayaklanma hareketine başlamaya karar vermişler, bu ayaklanmaya destek için yabancı ülkelerden yardım talep etmişlerdir. Sevr Barışında kurulması istenen Kürt Devletinin kurulamayışı, İngiltere’nin bölgeye olan ilgisini devem ettiriyordu. Bölge üzerinde İngiltere’nin çıkar politikası devam ettiğinden, bölgedeki aşiretler üzerinde etkili olması için İngiliz ajanları değişik zamanlarda ayaklanmaları desteklemişlerdir. Şeyh Sait ayaklanması sırasında ve sonrasında sonuçlarından en iyi yararlanan yine İngiltere olacaktır. İngilizlerin Türkiye’deki büyükelçilikleri Londra ile yoğun bir şekilde ayaklanma boyunca haberleşmişler, ayrıca askeri harekatı en iyi şekilde takip etmişler, sık sık konu ile ilgili Türk makamlarına bilgi almak için başvuruda bulunmuşlardır. Ayaklanmanın başlangıcı, Piran’da 13 Şubat 1925 tarihinde, mahalli Jandarmanın, aranmakta olan Şeyh’in iki adamının tutuklanmaya kalkışması, Jandarma ve Şeyh taraftarlarının çatışması ve bu çatışmada Jandarma erlerinin şehit edilmesi ile başladı. Şeyh Sait, 14 Şubat 1925’de kendi imzası ile dağıttığı beyannamelerle isyanı başlatmış, çevre ilçe ve illerde daha önce örgütlenen aşiret ve Nakşibendi grupları ayaklanmayı genişletmişlerdir. Ayaklanma liderlerinin tamamının Nakşibendi Şeyhlerinden oluşması önemlidir. Hükümet, 23 Şubat 1925 tarihinde bölgede sıkıyönetim ilan etti, Fethi Bey’in başbakanlığındaki hükümet, yeterli önlemleri almaması ve olayın ciddiyetini kavramaması gerekçesi ile 2 Mart 1925’de istifa ederek, yerine 3 Mart 1925’te İsmet Paşa Başbakanlığa getirildi. Devletin isyana daha etkin müdahale etmesi için 4 Mart 1925’te Takrir-i Sükun Kanunu Çıkarıldı. Biri isyan bölgesinde( Diyarbakır) diğeri Ankara’da olmak üzere iki İstiklâl Mahkemesi kuruldu. Askeri birliklerin bölgeye sevki ve askeri operasyonlar sonunda geniş bölgeye yayılan isyan, 15 Nisan 1925 tarihinde Şeyh Sait ve adamları yakalanması ile önemli ölçüde 241 bastırıldı. Ayaklanmanın bazı grupları da 1925 yazında ordu tarafından operasyonlarla yakalanarak tesirsiz hale getirildi. Şeyh Sait ve isyana katılan elebaşları Diyarbakır İstiklâl Mahkemesinin idam kararı ile cezalandırıldılar. Ayaklanmaya katıldığı gerekçesi ile bölgedeki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının üyeleri de soruşturma geçirince, Fırkanın tüm şubeleri kapatılmış, daha sonra Ankara İstiklâl Mahkemesinin önerisi ile bu parti kapatılarak siyasi varlığına son verilmiştir. Bu ayaklanma hem iç yapıyı etkileyerek yöneticileri cumhuriyetin geleceği ile ilgili ciddi atılımlar yapması gereğini ispat etmiş, hem de dış politikada Irak sorununun İngiltere ile çözülme aşamasında Türkiye’nin gücünü zayıflatmıştır. Türkiye’de çok partili yaşamın gelişmesine engel olmuş, aynı zamanda da inkılâp hareketlerinin hızlanmasına da sebep olan unsurlardan birisi olmuştur. 2 – Atatürk’e Suikast Girişimi(16 Haziran 1926) Cumhuriyetin ilanı ile birlikte eski siyasal gruplar kendilerine belli makam ve unvan beklentisi içine girmişler fakat beklentileri çıkmayınca muhalefet hareketini hızlandırdılar. Özellikle eski ittihat ve terakki üyeleri milli mücadele döneminde desteklerinin karşılığını bulamadılar. Atatürk’ün muhalefeti nedeniyle kadrolaşma hareketini gerçekleştiremeyen bir grup eski ittihatçı, Atatürk’ün ölümü ile bu amaçlarına ulaşabilecekleri savıyla suikast planı hazırladılar. Plana göre İzmir’de gezi sırasında Atatürk öldürülecek ve suikastçılar daha sonra Ege Adalarına kaçacaklardı. 16 Haziran 1926’da yapılması planlanan bu suikast girişimi, suikastçıları deniz yolu ile kaçıracak olan Giritli Şevkinin durumu İzmir Valisine bildirmesi ile gerçekleşemedi, ayrıca İzmir’e Atatürk’ü getirecek trenin geç kalması da suikastı engelleyen diğer bir unsur olmuştur. 242 Suikastçılar derhal tutuklanmış, gerekli soruşturmadan sonra cezalandırılmışlardır. Atatürk’e karşı olan bu girişim ülkede büyük bir tepki uyandırmış, halk, her yerde olayı protesto ederek ve kınayarak Atatürk’e ve onun şahsında Cumhuriyete olan bağlılığını göstermiştir. Atatürk bu olay karşısında şu anlamlı ifadeyi kullanmıştır; “ Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti İlelebet Payidar kalacaktır. Türk Milleti emniyet ve saadetini içine alan prensiplerle medeniyet yolunda tereddütsüz yürümeye devam edecektir.” 1.3- Menemen Olayı (23 Aralık 1930 ) İzmir’in Menemen ilçesinde 23 Aralık 1930’da Nakşibendi Tarikatına mensup Derviş Mehmet ve bir grup tarikat mensubu camide halkı kışkırtarak devletin ve rejimin aleyhine “ Ey Müslümanlar ne duruyorsunuz; Halife Abdülmecit hududa geldi, sancağı Şerif çıktı, gelin altında toplanalım, şeriat isteyelim.” Sloganlarla ortalığı karıştırdılar. Daha sonra Hükümet konağına yandaşları ile yürüyüp ellerindeki bayrağı dikmişler, olaya müdahale için gelen Kubilay Asteğmen emrindeki müfreze ihtiyatsız davranınca, Kubilay’ı şehit edecekler ve halktan bazıları da bu olaylara 243 karışmıştır. Daha sonra ilçeye gelen askeri birlikler derhal olay müdahale etmişler. Ayaklanma çıkaranlar yakalanarak cezalandırdılar. Araştırma sonunda olayın bölgesel bir nitelik taşımadığı, organize bir şebekenin faaliyeti olduğu, amacının Cumhuriyeti yıkmak üzere irticaî ve siyasi bir hareket olduğu anlaşılınca Hükümet, Menemen ilçesi, ile Manisa ve Balıkesir ilçelerinde bir ay süreyle sıkıyönetim ilan etmiştir. Olay her tarafta şiddetle kınanmış, Atatürk Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Paşaya bir taziye telgrafı göndermiş, Cumhuriyete karşı suikast tertipleyen kişileri lanetlemiş ve Kubilay’ı görevini yapan bir şehit olarak takdirle anmıştır; “ …Büyük Ordunun kahraman genç subayı ve Cumhuriyetin mefkureci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kubilay’ın temiz kanı ile Cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.” 244 2CUMHURİYETE SONUÇLARI KARŞI HAREKETLERİN 1923 - 1938 arası Atatürk Döneminin genel olarak; idari, siyasal, ekonomik ve hukuksal açıdan reformların uygulandığı, cumhuriyet rejiminin kurumlaştığını, inkılapların devlet, toplum ve siyasal hayatı ulusal egemenlik, çağdaşlaşma, laiklik ve kalkınma hedefine doğru götürmeye yönelik olduğu görülür. Siyasal inkılâplar sistemin yerleşerek oturmasını sağlamakla birlikte sosyal, ekonomik, hukuksal ve eğitim-kültür alanındaki inkılâplarla desteklenmiştir. 1921 ve 1924 anayasa değişiklikleriyle bu inkılâpların yasal altyapısı oluşturulmuştur. 1924 ten itibaren gelişen Cumhuriyete karşı hareket ve eylemlerin örgütlü olması, sürekli yenilenme eğiliminde olması, inkılâpların hızlanmasını sağlamıştır. Aslında siyasal ve sosyolojik olarak her çağda yenileşme hareketlerine karşıtlık, geleneği savunarak olmuş, karşı devrim hareketlerine her inkılâp hareketinde rastlanmıştır. Türk inkılâbını geleneksel yapı karşısında kuvvetlenmesini sağlayan ve geleneksel kurumları tasfiye eden bu Cumhuriyet karşıtı hareketler karşısında Cumhuriyetin yöneticilerinin taviz vermeden karşılık vermeleri Cumhuriyetin kökleşmesini sağlamıştır. Çünkü bu olaylar gerici güçlerin hala güçlü bir şekilde siperde olduğunu ve yenileşme hareketlerinin gelişmesine ciddi bir direnç gösterebileceğini ispat etmiştir. 245 ÖZET İnkılâp hareketlerinin temel özelliklerinden biri olan inkılâbın içerik ve yapılışına muhalefet, Türk İnkılâbında da görülmüş, özellikle Cumhuriyet rejiminin sistem ve fikir olarak yerleşmesi ile beraber ülkede muhalefet hareketleri artmaya başlamıştır. Atatürk’ün liderliğine karşı olanlar, geleneksel yapının devam etmesinde çıkarları bulunanlar, fikir ve düşünce olarak yeni yapılanmayı kabul etmek istemeyenler, etnik ve dinsel ayrımcılığı çıkarları doğrultusunda kullananlar, bireysel olarak hak ettiği yerlere gelemedikleri inancında olanlar muhalefet hareketinin baş aktörleri olmuşlardır. İnkılâpların ve Atatürk’ün fikir ve düşüncelerine karşı olan bu muhalefet, ilk önce söylemlerle daha sonra siyasal örgütlenmelerle veya kitlesel eylemlerle kendini göstermiş, iç ve dış politikada ülkeye ve topluma büyük zararlar vermiştir. Devlet ve hükümetler gerekli her türlü tedbir almışlar ve esas olarak ta inkılâpların ve sistemin topluma mal edilmesinin gereğine inanarak gerekli olan ve gerçekçi uygulamalarla bu hareketleri en aza indirmişlerdir. Bu hareketlerden alınacak en önemli tarihsel mesajda; hangi yönetim anlayışı ve uygulama biçimi olursa olsun yapılan muhalefetin olmasının doğal olduğu, ancak yöneticilerin ve sorumlu kurumların muhalefet yaparken yapıcı, topluma ve ülkeye zarar değil onların çıkarlarına uygun hareket etme sorumluluğunu taşımalarının gerekliliğidir. 246 ÜNİTE DEĞERLENDİRME SORULARI 1- Cumhuriyet Döneminde görülen muhalefet hareketleri ve sonuçları değerlendirildiğinde verilen seçeneklerden hangisini doğru olarak kabul edemeyiz ? a) Muhalefet ve muhalefet uygulamaları, siyasi amaçlara ve kişisel çıkarlara göre yapılmış, ülke ve toplumsal çıkarlar ikinci planda düşünülmüştür. b) Muhalefet hareketleri sonunda çok partili siyasal sisteme geçiş sağlanmıştır. c) Kurulan siyasi partilerden bazıları bu hareketler nedeniyle kapatılmıştır. d) Şeyh Sait Ayaklanması ve Menemen Olayı kitlesel olarak Cumhuriyet rejiminin değiştirilmesine yönelik bölücü ve irticai ayaklanmadır. e) Bu muhalefet hareketleri, Cumhuriyetin yöneticilerine rejimin korunmasının ve inkılâpların devamlılığının şart olduğu gerçeğini göstermiştir. 2 - Aşağıda verilen cümledeki boşluğa uygun sözcükleri yazınız. Cumhuriyet Döneminde meclis içinde muhalefet faaliyetlerini siyasi parti olarak ilk kez …………………………… başlatmıştır. 3a) b) c) d) e) Şeyh Sait Ayaklanmasının gelişim ve sonuçları için aşağıdakilerden hangisi söylenemez ? Ayaklanmanın sonunda Halifelik makamı kaldırılmıştır. Ayaklanmanın başlaması ile ayaklanma bölgesinde sıkıyönetim ilan edilmiştir. Ayaklanmanın en önemli sonuçlarından birisi, Musul ve Irak Sınırı meselesinde Türkiye’nin sorunu çözme etkinliğinin azaltmasıdır. Ayaklanma, Türkiye’deki çok partili sisteme geçiş süreci zarar görmüştür. Ayaklanma sonunda mevcut ortam değerlendirilerek inkılâp hareketlerine hız verilmiştir. 247 4- Aşağıdaki verilen cümledeki boşluğa uygun sözcükleri yazınız. Şeyh Sait ayaklanmasının çıkması ile hükümet ……………………………… Kanununu çıkararak ilk hukuki tedbirini almış ve bu kanuna göre gerekli uygulamalara başlamıştır. 5a) b) c) d) e) Atatürk’e suikast seçilmiştir ? Ankara Bursa İzmir Diyarbakır İstanbul girişimi için Türkiye’nin hangi ili 6 - Aşağıdaki verilen cümledeki boşluğa uygun sözcüğü yazınız. Menemen’de çıkan ayaklanmayı bastırmak isteyen askeri birliğin komutanı ………………… Asteğmen şehit edilmiş, daha sonra ilçeye gelen askeri birlikler ayaklanmayı bastırarak sorumluları yakalamışlardır. 248 AİT 101 ÜNİTE SORULARININ CEVAPLARI I. ÜNİTE 1. 2. 3. 4. 5. ------ a ------ e ------ .. ihtilal.. , .. ihtilal .. ------ c ------ b II. ÜNİTE 1. 2. 3. 4. 5. ------ c ------ b ------ c ------ d ------ a III. ÜNİTE 1. 2. 3. 4. 5. ------ a ------ d ------ e ------ b ------ .. Türkçülük ( Milliyetçilik) .. IV. ÜNİTE 1. 2. 3. 4. 5. ------ a ------ b ------ d ------ d ------ c 249 6. ------ a 7. ------ .. Wilson İlkeleri ( Wilson Prensipleri ) .. 8. ------ e V. ÜNİTE 1. 2. 3. 4. 5. ------ d ------ a ------ e ------ .. Ermenistan .. ------ c VI. ÜNİTE 1. 2. 3. 4. ------ b ------ c ------ a ------ d 5. ------ d VII. ÜNİTE 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 250 ------ a ------ d ------ b ------ e ------ c ------ e ------ .. Ankara .. 1. 2. 3. 4. 5. VIII. ÜNİTE ------ c ------ a ------ d ------ e ------ a IX. ÜNİTE 1. 2. 3. 4. 5. ------ d ------ a ------ e ------ c ------ .. Ermenistan .. X. ÜNİTE 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 1. 2. 3. 4. 5. ----- a -----.. Ermenistan ( Ermeni) . , . Gürcistan ( Gürcü) .. ------ c ------ c ------ d ------ .. Milli Egemenlik( Ulus Egemenliği ) .. , .. Kuvvetler Birliği (Güçler Birliği ) ------ e ------ b XI. ÜNİTE ------ c ------ .. Tekalif-i Milliye (Ulusal Yükümlülükler Emirleri ) .. ------ a ------ d ------ e 251 XII. ÜNİTE 1. 2. 3. 4. 5. ------ a ------ e ------ b ------ c ------ d XIII. ÜNİTE 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. ------ e ------ a ------ d ------ c ------ .. 5 Şubat 1937 .. , .. Laiklik .. ------ b ------ a XIV. ÜNİTE 1. 2. 3. 4. 5. 6. 252 ------ b ------ .. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası .. ------ a ------ .. Takrir-i Sükun ( Huzuru Sağlama) .. ------ c ------ .. Kubilay .. KAYNAKLAR ATATÜRK, Gazi Mustafa Kemal, Nutuk ( Söylev), Örgün Yayınları, İstanbul, 1980 Atatürkün Cumhuriyetin İlanından Sonraki Hedefleri Bildiriler ), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999 Atatürkçülük, Genel Kurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1983 Atatürkçü Düşünce, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1992 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri ( 1919 -1938 ) I. Cilt, T.T.K. Yayınları, Ankara, 1961 Atatürkün Söylev ve Demeçleri( 1906 – 1938 ) II. Cilt, T.T.K. Yayınları, Ankara, 1959 Atatürkün Söylev ve Demeçleri ( 1918 – 1937 ), III. Cilt, T.T.K. Yayınları, Ankara, 1964 Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, IV. Cilt, A.Ü.Y. Ankara, 1964 AKBIYIK, Yaşar, Milli Mücadelede Güney Cephesi Maraş, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999 AKÇURA, Yusuf, Osmanlı Devletinin Dağılma Devri ( XVIII. Ve XIX.asırlarda), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1988 AKDAĞ, Mustafa, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, Ankara Üniversitesi Yayınları Ankara, 1971 AKGÜN, Seçil, General Harbord’un Anadolu Gezisi ve Raporu, İstanbul, 1981 253 AKKUTAY, Ülker, Enderun Mektebi, Ankara, 1984 AKŞİN, Sina, Jön Türkler, İstanbul, 1980 AKŞİN, Abdulahat, Atatürk’ün Diplomasisi, 2 Cilt, İstanbul,1966 AKYÜZ, Yahya, Ankara, 1988 , Dış Politika İlkeleri ve Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu, Türk Eğitim Tarihi(Başlangıçtan 1985’e), Ankara, 1985 ALBAYRAK, Mustafa, Milli Mücadele Dönemi’nde Batı Anadolu Kongreleri (17 Mart 1919 – 2 Ağustos 1920), A.A.M.Y. Ankara, 1998 APAK, Rahmi, İstiklâl Harbinde Garp Cephesi Nasıl Kuruldu ?, Ankara , 1990 ARIBURNU, Kemal, Atatürk’ten Anılar, Ankara, 1976 ARIKOĞLU, Damar, Hatıralarım, İstanbul,1961 ARMAOĞLU, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi(1789 – 1914), T.T.K.Yay. Ankara, 1999 , 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914 – 1980 ), İş Bankası Yay. Ankara, 1988 , Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, Ankara, 1991 ATAY, Falih Rıfkı, Çankaya, İstanbul, 1980 254 , Atatürkün Hatıraları (1914 – 1919), Ankara, 1965 AYAS, Nevzad, Türkiye Cumhuriyeti ( Kuruluşlar,Tarihçiler ), Ankara, 1948 Milli Eğitimi AYBARS, Ergün, İstiklâl Mahkemeleri, 1920 – 1922, Ankara 1975 , İstiklâl Mahkemeleri, 1923 – 1927, Ankara 1982 , Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I, D.E.Ü. Yayınları, Ankara, 1995 AYDEMİR, Şevket Süreyya, İstanbul, 1963 Tek Adam, Mustafa Kemal, Cilt I, , Tek Adam, Mustafa Kemal, Cilt II, İstanbul, 1964 , Tek Adam, Mustafa Kemal, Cilt III, İstanbul, 1965 , İkinci Adam, Cilt I,II, İstanbul 1967 AYDOĞAN, Metin, Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye (20. Yüzyılın Sorgulanması), I. Cilt, Otopsi Yayınları, İst., 2000 , Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye ( 20. Yüzyılın Sorgulanması), II. Cilt, Otopsi Yayınları, İstanbul, 1999 BAYDAR, Mustafa, Atatürk Diyor ki, İstanbul 1957 BAŞGİL, Ali Fuat, Din ve Lâiklik, İstanbul, 1962 255 BAŞGÖZ, İlhan, Howard, E. Willson, Türkiye Cumhuriyetinde Eğitim ve Öğretim, Ankara, 1962 BAYKAL, Bekir Sıtkı, Heyet-i Temsiliye Kararları, T.T.K. Yay., Ankara, 1974 BAYKARA, Tuncer, Türk Devrim Tarihi, Ankara, 1980 BAYUR, Yusuf Hikmet, Türk Devletinin Dış Siyasası, Yayınları, Ankara, 1973 T.T.K. , Türk İnkılâbı Tarihi, Cilt. I. Ankara, 1963 , Türk İnkılâbı Tarihi, Cilt II, Ankara, 1983 , Türk İnkılâbı Tarihi, Cilt II, Kısım 4, Ankara, 1964 ,Türk İnkılâbı Tarihi, Cilt III, Kısım 2, Ankara. 1955 BERKES, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, 1978 , Türk İktisat Tarihi, Cilt I, İstanbul 1969 , Türk İktisat Tarihi, Cilt II, İstanbul 1970 BIYIKLIOĞLU, Tevfik, Atatürk Anadolu’da(1919 – 1922), Ankara, 1959 BİLGE, Suat, Milletlerarası Politika, Ankara, 1960 BİLSEL, Cemil, Lozan, II Cilt, İstanbul, 1933 , Türk Boğazları, İstanbul, 1948 256 BİNBAŞIOĞLU, Cavit, Türkiye’de Eğitim Bilimleri Tarihi, İstanbul, 1995 BORATAV, Korkut, 1923– 1939 Yıllarının İktisat Politikası Açısından Değerlendirilmesi, Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları, İstanbul, 1977 BURÇAK, Refik Salim, Türkiye’de Demokrasiye Geçiş ( 1945 – 1950 ), İstanbul, 1979 , Türk – Rus – İngiliz Münasebetleri, İstanbul, 1946 Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri, UNESCO Milli Komisyonu Yayınları, Ankara, 1987 ÇAVDAR, Tevfik, Talat Paşa, Bir Örgüt Ustasının Yaşam Öyküsü, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 1984 ÇAY, M. Abdulhaluk, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Turan kültür Vakfı Yay. Ankara, 1996 ÇAYCI, Abdurrahman, Türk - Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, Ankara, 2000 CEBESOY, Ali Fuat, Moskova Hatıraları, İstanbul, 1955 , Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 1967 , Siyasi Hatıralar, İstanbul, 1957 ÇEÇEN, Anıl, Atatürk ve Cumhuriyet, T.İ. B. Yayınları, Ankara, 1981 ÇELİK, Kemal, Milli Mücadelede Adana ve Havalisi (1918- 1922 ), T.T.K. Yayınları, Ankara, 1999 257 CEMAL, Behçet, Şeyh Sait İsyanı, İstanbul, 1955 Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri, UNESCO Yayınları, Ankara, 1987 Milli Komitesi DAVER, Bülent, Türkiye Cumhuriyetinde Laiklik, Ankara, 1955 DANIŞMAN, Zuhuri, Koçi Bey Risalesi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1985 DELMAS, Claude, Avrupa Uygarlık Tarihi, Varlık Yayınları, İstanbul, 1973 DEVELİOĞLU, Ferit, Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara, 1986 DEWEY, John, Türkiye Maarifi Hakkında Rapor, M.E.B. Yayınları, Ankara, 1962 DİNÇ, Sait, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi, Nobel Kitapevi, Adana, 2004 , Cumhuriyet Döneminde Yapılan Milli Eğitim Şûraları ve Alınan Kararların Uygulamaları(1923 – 1960), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1999 DURU, Nami Kazım, Kemalist Rejimde Öğretim ve Eğitim, İstanbul, 1938 Dokuz Soru ve Cevapta Ermeni Sorunu, Ankara, 1989 ENER, Kasım, Çukurova’nın İşgali ve Kurtuluş Savaşı, Berksoy Matbaası, İstanbul, 1963 , Çukurova,Kurtuluş Savaşında Adana Cephesi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1996 258 ERGİN, Osman, Türk Maarif Tarihi, Cilt I, İstanbul, 1977 , Türk Maarif Tarihi, Cilt II, İstanbul, 1977 , Türk Maarif Tarihi, Cilt III, İstanbul, 1977 , Türk Maarif Tarihi, Cilt IV, İstanbul, 1977 , Türk Maarif Tarihi, Cilt V, İstanbul, 1977 ERİM, Nihat, Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri, Ankara, 1953 ERKİN, Feridun Cemal, Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Ankara, 1968 EROĞLU, Hamza, Atatürk ve Cumhuriyet, A.A.M.Y. Ankara, 1989 , Atatürk ve Devletçilik, Ankara, 1981 , Türk Devrim Tarihi, Ankara, 1981 ESMER, Ahmet Şükrü, Türk Diplomasisi ve Yeni Türkiye, İstanbul, 1959 , Siyasi Tarih (1919 – 1938 ), Ankara, 1953 FEYZİOĞLU, Turhan, Atatürk ve Milliyetçilik, Ankara, 1984 , Türk İnkılâbının Temel Taşı Lâiklik, İstanbul, 1981 G.A.T.S.E.B. Yayınları, Balkan Harbi, Birinci Çatalca Muharebesi, Ankara, 1983 259 G.K.B.H.D.B. Yayınları, Çanakkale Cephesi, Ankara, 1968 , Türk İstiklâl Harbi, İdari Faaliyetler, Ankara, 1975 , Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, Cilt II, I. Kısım ( 15 Mayıs 4 Eylül 1919 ), Ankara, 1963 , Türk İstiklâl Harbi,Batı Cephesi, Cilt II, 2 nci Kısım( 4 Eylül 1919 - Kasım 1920), Ankara , 1965 , Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, 3’ncü Kısım, Birinci, İkinci, Aslıhanlar ve Dumlupınar Muharebeleri ( 9 Kasım 1920 – 15 Nisan 1921 ), Ankara, 1966 , Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, 4üncü Kısım, Kütahya – Eskişehir Muharebeleri(15 Mayıs – 25 Temmuz 1921 ), Ankara, 1974 , Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, 5 inci Kısım 1 nci Kitap, Sakarya Meydan Muharebesinden önceki Olaylar( 25 Temmuz – 22 Ağustos 1921 ), Ankara, 1972 , Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, 5 inci Kısım, 2 nci Kitap, Sakarya Meydan Muharebesi ( 23 Ağustos – 13 Eylül 1921 ), Ankara, 1973 , Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, 6 ncı Kısım 1. Kitap, Büyük Taarruza Hazırlık ve Büyük Taarruz ( 10 Ekim 1921 – 31 Temmuz 1922 ), Ankara, 1967 , Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, 6 ncı Kısım 2 nci Kitap, Büyük Taarruz ( 1 – 31 Ağustos 1922 ), Ankara, 1968 , Türk İstiklâl Harbi Batı Cephesi, 6 ncı Kısım 3ncü Kitap, Büyük Taarruzda Takip Harekâtı (31 Ağustos – 18 Eylül 1922 ), Ankara, 1969 260 , Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, 6 ncı Kısım 4 ncü Kitap, İstiklâl Harbinin Son Safhası ( 18 Eylül 1922 – 1 Kasım 1923 ), Ankara, 1969 , Türk İstiklâl Harbi, Çanakkale Cephesi, Ankara 1968 , Türk İstiklâl Harbi, Doğu Cephesi, Cilt III, Ankara, 1965 , Türk İstiklâl Harbi, Güney Cephesi, Cilt IV, Ankara, 1966 GİRİTLİ, İsmet, Atatürkçülük İdeolojisi, Ankara, 1988 , Türk Politikasında 50. Yıl ( 1919 – 1969 ), İstanbul, 1969 GÖKALP, Ziya, Türkçülüğün Esasları, İstanbul, 1976 GÖKBİLGİN, Milli Mücadele Başlarken, Ankara, 1959 GOLOĞLU, Mahmut, Demokrasiye Geçiş ( 1946 – 1950 ), İstanbul, 1982 GÖNLÜBOL, Mehmet, SAR Cem, Olaylarla Türk Dış Politikası, I. Cilt, A.Ü.S.B.F. Yayınları, Ankara, 1982 GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, KİLİ, Suna, Türk Anayasa Metinleri, Ankara, 1982 GÜNER, Zekâi, Milli Mücadele Başlarken Türk Kamuoyu (Basın, Siyasi Partiler, Cemiyetler), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1999 GÜRÜN, Kamuran, Ermeni Dosyası, Ankara, 1983 261 HALAÇOĞLU, Yusuf, Ermeni Tehciri ve Gerçekler, Ankara, 2001 HATİPOĞLU, M. Murat., Yunanistan’daki Gelişmelerin Işığında Türk – Yunan İlişkilerinin 101 Yılı ( 1821 – 1922 ), T.K.A.E. Yay. Ankara, 1988 HATİPOĞLU, Süleyman, Fransa’nın Çukurova’yı İşgali ve Pozantı Kongresi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1989 HAYDAROĞLU, İlknur Polat, Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990 HİTTİ, Philip K., Siyasi Ve Kültürel İslâm Tarihi,II. Cilt, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1980 , Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, III. Cilt, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1981 , Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, IV. Cilt, Boğaziçi Yayınları., İstanbul 1981 İLHAN, Suat, Harp Yönetimi ve Atatürk, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1987 , Jeopolitik Duyarlılık, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1989 İNAN, Arı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir İzmit Konuşmaları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1982 İNAN, Afet, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, T.İ.B. Yayınları, Ankara, 1981 , İzmir İktisat Kongresi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1982 262 İNÖNÜ, İsmet, Hatıralar, II Cilt, Ankara, 1987 JAESCHKE, Gotthard, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar (30 Ekim 1918 - 11 Ekim 1922 ), Çev. Gülayşe Koçak, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1989 , Türkiye Kronoloji ( 1938 – 1945 ) , T.T.K. Yayınları, Ankara, 1990 KALAFAT, Yaşar, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait İsyanı, Karakteri, Dönemin İç ve Dış Olayları, Ankara, 1992 KANTARCIOĞLU, Selçuk, Türkiye Programlarında Kültür, Ankara, 1998 Cumhuriyeti Hükümet KANSU, N. Atıf, Türkiye’de Maarif Tarihi, İstanbul, 1932 KAPTAN, Eyüp, Lozan Konferansında Azınlık Sorunu, Harp Akademisi Yayınları, İstanbul, 2002 KARABEKİR, Kazım, İstiklâl Harbimiz, İstanbul, 1988 KARACAN, Ali Naci, Lozan Konferansı ve İsmet Paşa , İstanbul, 1971 KARAMUK, Ziya, Cumhuriyetimizin 50. Yılında Milli Eğitimimiz, İstanbul, 1973 KARAL, Enver Ziya, Atatürk’ten Düşünceler, Ankara, 1969 , Osmanlı Tarihi, Cilt V, Ankara 1970 , Osmanlı Tarihi, Cilt VI, Ankara 1983 , Osmanlı Tarihi, Cilt VII, Ankara 1983 263 , Osmanlı Tarihi, Cilt VIII, Ankara 1983 , Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ankara 1971 KAYABALI, İsmail ve ARSLANOĞLU, Cemender, İran’ın Anadolu’ya Uzanan Gölgesi, 1453 – 1989(Ana Çizgiler ve Gerçeklerin Kısa Tarihi), Set Ofset Yayınları, Ankara, 1990 KIRZIOĞLU, Fahrettin, Milli Mücadelede Kars, İstanbul, 1960 KİLİ, Suna, Atatürk Devrimi, Bankası Yay. Ankara, 1998 Bir Çağdaşlaşma Modeli, İş , Türk Devrim Tarihi, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1995 KİNGROS, Lord, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, İstanbul, 1966 KOCABAŞ, Süleyman, Tarihte ve Günümüzde Türk – Yunan Mücadelesi, Vatan Yayınları, İstanbul, 1988 KOCATÜRK, Utkan, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999 KOCATÜRK, Utkan, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Kronolojisi ( 1918 – 1938 ), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1983 KOÇER, Hasan Ali, Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi ( 1773 – 1923), İstanbul, 1974 KODAMAN, Bayram, Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi, İstanbul, 1990 KURAN, Ahmet Bedevî, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, İstanbul, 1945 264 KURNAZ, Şefika, Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını, Milli Eğitim Bakanlığı, Düşünce Eserleri Dizisi, İstanbul, 1997 LEWİS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, T.T.K. Yayınları, Ankara, 2000 M.E.B., Atatürkçülük 1, Atatürkün Görüş ve Direktifleri, İstanbul, 2001 M.E.B., Atatürkçülük 2, Makaleler, İstanbul,2001 M.E.B., Atatürkçülük 3, 2001 Atatürk ve Atatürkçülüğe İlişkin Atatürkçü Düşünce Sistemi, İstanbul, M.E.B., Atatürkün Milli Eğitimle İlgili Buyrukları, Ankara, 1970 M.E.B. Hükümet Programlarında Eğitim, Ankara, 1990 M.E.B. Cumhuriyet Döneminde Eğitim, İstanbul , 1983 MERAY, Seha, Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar - Belgeler, Cilt VII, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2001 MUMCU, Ahmet, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi I, A.Ö.F. Yayınları, Eskişehir,1996 , Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II, A.Ö.F. Yayınları, Eskişehir, 1997 , Atatürk’ün Kültür Anlayışında Din ve Vicdan Özgürlüğünün Yeri, Ankara, 1991 MUMCU, Uğur, Kürt – İslâm Ayaklanması, İstanbul, 1991 , Kürt Dosyası, İstanbul, 1993 265 MÜDERRİSOĞLU, Alptekin, Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1990 ORTAYLI, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002 OZANKAYA, Özer, Atatürk ve Lâiklik, Ankara, 1981 ÖKÇÜN, Gündüz, Türkiye İktisat Kongresi, 1923 İzmir, Haberler, Yorumlar, Ankara, 1968 ÖZALP, Kazım, Milli Mücadele , Ankara, 1988 ÖZÇELİK, İsmail, Milli Mücadelede Güney Cephesi, Urfa, K.B.Y. Ankara, 1992 ÖZEK, Çetin, Türkiye’de Lâiklik, İstanbul, 1962 PARMAKSIZOĞLU, İsmet, Ermeni Komitelerinin Hareketleri ve Besledikleri Emeller, Ankara, 1981 İhtilâl POLATOĞLU, İlknur Haydar, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990 SAKAOĞLU, Necdet, Osmanlı Eğitim Tarihi, İstanbul, 1991 , Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, İstanbul,1992 SELEK, Sabahattin, Milli Mücadele, İstanbul, 1982 SEVİNÇ, Necdet, Ajan Okulları, İstanbul, 1975 SHAW, Stanford, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, II. Cilt, İstanbul, 1983 266 SONYEL, Salahi, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Cilt II, Ankara, 1973 SORGUÇ, Bahir, 1920’den 1981’e Kadar Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul, 1982 SOYSAL, İsmail, Anayasaya Giriş, Ankara, 1968 , Fransız İhtilâli ve Türk – Fransız Diplomasi Münasebetleri ( 1789 – 1802), T.T.K. Yayınları, Ankara, 1987 , Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları ( 1920 – 1945 ), Cilt I, Ankara, 1989 , Türkiye’nin Dış Münasebetleri ile İlgili Başlıca Siyasi Anlaşmaları, Ankara, 1965 SÜSLÜ, Azmi, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Van, 1990 ŞİMŞİR, Bilal, Malta Sürgünleri, Ankara, 1985 , İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (1924 – 1938 ), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991 TANÖR, Bülent, Osmanlı – Türk Anayasal Gelişmeleri ( 1789 – 1980 ) , Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002 TANSEL, Fevziye Abdullah, İstiklâl Harbinde Mücahit Kadınlarımız, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 1991 TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, I.Cilt, M.E.B. Yay.,İstanbul, 1991 , Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, II. Cilt, M.E.B.Yay. Ank., 1978 267 , Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, III. Cilt, M.E.B. Yay. Ank.,1978 , Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, IV. Cilt, M.E.B. Yay. Ank.,1978 TEZEL, S. Yahya, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi ( 1923 – 1950 ), Yurt Yayınları,.Ankara, 1982 TOZLU, Necdet, Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yabancı Okullar, Ankara, 1991 TURAN, Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, Cilt II, İstanbul, 1969 TURHAN, Mümtaz, Atatürk İlkeleri ve Kalkınma, İstanbul, 1965 TUNAYA, Tarık Zafer, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, Arba Yayınları, İstanbul, 1994 , Türkiye’de Siyasi Partiler(1859 – 1952 ), İstanbul, 1952 , Türkiye’de Siyasal Partiler, İkinci Meşrutiyet Dönemi, Cilt I, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1984 , Türkiye’de Siyasal Partiler, Mütareke Dönemi, Cilt II, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1986 , Türkiye’de Siyasal Partiler, İttihat Ve Terakki(Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi ), Cilt III, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1989 TURAN, Refik, SAFRAN,( Komisyon ), Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi, Ankara, 2000 268 TURAN, Şerafettin, Atatürkün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünceler, Kitaplar, Ankara, 1982 TÜRKGELDİ, Ali Fuat, Mondros ve Mudanya Mütarekelerinin Tarihi, Ankara, 1948 TÜZÜN, Nejat, Atatürk İnkılâplarında Lâiklik, Ankara, 1987 URAS, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul, 1950 UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Ankara, 1988 ÜÇOK, Coşkun, Siyasal Tarih, Ankara, 1967 ÜLGEN, Hilmi Ziya, Lâiklik, 50 Yıl, Ankara, 1973 ÜNAT, Faik Reşit, Türkiye’de Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964 VAHAPOĞLU, M. Hidayet, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları (Yönetimleri Açısından ), T.K.A.E. Yayınları, Ankara, 1990 YAVUZ, Ünsal, ATATÜRK, İmparatorluktan Milli Devlete, T.T.K.Yay. Ankara, 1990 YEŞİL, Ahmet, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, 1989 Ankara, , Türkiye Cumhuriyetinde İlk Teşkilatlı Muhalefet Hareketi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Ankara, 2002 YILMAZ, Mustafa, SARINAY, Yusuf, DAĞISTAN, Adil, vd., Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1998 269 Y.Ö.K. (Komisyon) , Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi I / 1 , Ankara, 1989 Y.Ö.K.(Komisyon) , Ankara, 1989 Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi 1 / 2 , Y.Ö.K. ( Komisyon) , Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II, Ankara, 1986 270 ATATÜRK KRONOLOJİSİ 1881 Mustafa Kemal’in doğumu. 1886 Mustafa Kemal’in ilk öğretimine başlaması. 1888 Babası Ali Rıza Efendi'nin ölümü. 1893 Selanik Askeri Rüştiyesi’ne girdi ve Mustafa adını aldı. 1895 Selanik Askeri Rüştiyesini bitirdi. Manastır Askeri İdadisi’ne girdi. 13/Mart/1899 İstanbul Harp Okulu Piyade sınıfına girdi. 1902 Harp Akademisine girdi ve burada gazete çıkardı. 11/Ocak/1905 Harp Akademisini yüzbaşı olarak bitirdi, Şam’a 5. Ordunun 30.Süvari Alayı'nda staj yapmak için atandı. Ekim 1906 Şam’da "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni " kurdu. Şam’da topçu stajını yaptı ve Kolağası oldu. 23/Temmuz/1908 Meşrutiyet’in ilan edilmesi için çalışmalar. 31/Mart/1909 31 Mart ihtilaliyle Hareket Ordusu Kurmay Subayı olarak çalıştı. 13/Eylül/1911 Mustafa Kemal, naklen atandı. İstanbul’a Genelkurmay'a 271 27/Kasım/1911 Mustafa Kemal, Binbaşılığa yükseldi. 09/Ocak/1912 Mustafa Kemal, Trablusgarp’ta Saldırısını durdurdu. 27/Ekim/1913 Mustafa Kemal, Sofya Ateşemiliterliğe atandı. 01/Mart/1914 Mustafa Kemal, Yarbaylığa yükseldi. 02/Şubat/1915 Mustafa Kemal, Tekir dağı'nda 19. Tümeni kurdu. 25Şubat/1915 Mustafa Kemal’in Maydos’a gidişi. 25/ Nisan 1915 Mustafa Kemal, Arıburnu'nda itilaf Devletleri’ne karşı koydu . 01/Haziran/1915 Mustafa Kemal’in Albaylığa yükselişi. 09/Ağustos/1915 Mustafa Kemal, Anafartalar Komutanlığına atandı. 10/Ağustos/1915 Mustafa Kemal, Anafartalar'dan düşmanı geri attı. 01/Nisan/1915 Mustafa Kemal, Tuğgeneralliğe yükselişi. 06/Ağustos/1916 Mustafa Kemal, Bitlis ve Muş’u düşmanın elinden kurtardı. 20/Eylül/1917 Mustafa Kemal, memleketin ve durumunu açıklayan raporu yazdı. Ekim 1917 Mustafa Kemal, İstanbul’a döndü. 272 Tobruk Gurubu ordunun 26/Ekim/1918 Mustafa Kemal, Halep'in kuzeyinde bugünkü sınırlarımız üzerinde düşman saldırısını durdurdu. 30/Ekim/1918 Mondros Mütarekesi'nin imzası. 31/Ekim/1918 Mustafa Kemal, Yıldırım Komutanlığı'na atanması. 13/Kasım/1918 Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı'nın kaldırılması ve Mustafa Kemal’in İstanbul’a dönüşü. 30/Nisan/1919 Mustafa Kemal’in Erzurum’da bulunan 9. Ordu Müfettişliği'ne atanması. 15/Mayıs/1919 İzmir’e Yunanlıların asker çıkarması. 16/Mayıs/1919 Mustafa Kemal, İstanbul’dan ayrıldı. 19/Mayıs/1919 Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı. 15/Haziran/1919 Mustafa Kemal, 3. Ordu Müfettişi unvanını aldı. 21/Haziran/1919 Mustafa Kemal, Ulusal Kongresi’ne çağırdı. 8-9/Temmuz/1919 Mustafa Kemal, Askerlikten çekildi.. Saat: (20.50) 23/Temmuz/1919 Mustafa Kemal’in başkanlığında Erzurum Kongresi'nin toplanması ve bir Temsil Kurulu seçerek dağılması. Orduları Bandırma Grup vapuruyla Güçleri Sivas 273 4/Eylül/1919 Mustafa Kemal’in başkanlığı altında Sivas Kongresi'nin toplanması ve 11 Eylül’de sona ermesi. 11/Eylül/1919 Mustafa Kemal, Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Heyet Temsiliyesi başkanlığına seçildi. 22/Ekim/1919 Amasya Protokolü’nün imzalanması. 7/Kasım/1919 Mustafa Kemal, Erzurum’dan Milletvekili seçildi. 27/Aralık/1919 Mustafa Kemal, Heyet-i Temsiliye ile birlikte Ankara’ya geldi. 16/Mart/1920 İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından ele geçirilmesi, Mustafa Kemal’in protestosu, Ankara’ da yeni bir Millet Meclisi toplama girişimi. 18/Mart/1920 İstanbul’da Meclis-i Mebusan'ın son toplantısı. 19/Mart/1920 Mustafa Kemal tarafından Ankara’da üstün yetkiyi taşıyan bir Millet Meclisi toplanması hakkında duyuruda bulunması. 23/Nisan/1920 Mustafa Kemal, Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açtı. 24/Nisan/1920 Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisi Başkanı seçildi. 5/Mayıs/1920 Mustafa Kemal’in Başkanlığında ilk Hükümetin toplanması. 274 11/Mayıs/1920 Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti tarafından ölüm cezasına çarptırıldı. 24/Mayıs/1920 Mustafa Kemal’in cezası Padişah tarafından onaylandı. 10/Ağustos/1920 Osmanlı İmparatorluğu delegeleriyle İtilaf Devletleri arasında Sevr Antlaşması'nın imzalanması. 9-10/Ocak/1921 I. İnönü Savaşı 20/Ocak/1921 İlk Teşkilat-ı Esasiye (Anaysa) Kanunu'nun esas maddelerinin kabulü. 30 Mart/1 Nisan 1921 II. İnönü Savaşı 10/Mayıs/1921 Mustafa Kemal tarafından Büyük Millet Meclisi'nde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu'nun kurulması ve Mustafa Kemal’in grup Başkanlığı'na seçilmesi. 5/Ağustos/1921 Mustafa Kemal’e Başkumandanlık görevinin verilmesi. 22/Ağustos/1921 Mustafa Kemal’in yönetiminde Meydan Savaşı’nın başlaması. 13/Eylül/1921 Sakarya Meydan Savaşı'nın kazanılması. 19/Eylül/1921 Mustafa Kemal'e Mareşallik rütbesinin verilmesi ve Mustafa Kemal'in Gazi unvanını alması. 26/Ağustos/1922 Gazi Mustafa Kemal'in Kocatepe'den Büyük Taarruzu yönetmesi. Sakarya 275 30/Ağustos/1922 Gazi Mustafa Kemal'in Dumlupınar Başkumandanlık Meydan Savaşı'nı kazanması. 01/Eylül/1922 Gazi Mustafa Kemal'in : "Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!" emrini vermesi. 9/Eylül/1922 Türk Ordusu'nun İzmir'e girmesi. 10/Eylül/1922 Gazi Mustafa Kemal'in İzmir'e gelişi. 11/Ekim/1922 Mudanya Mütarekesi'nin imzalanması. 01/Kasım/1922 Gazi Mustafa Kemal'in Saltanatlığın kaldırılması. önerisi 17/Kasım/1922 Vahdettin'in bir İngiliz İstanbul'dan kaçması. Harp 29/Ocak/1923 Gazi Mustafa Kemal'in Latife Hanım ile evlenmesi. 24/Temmuz/1923 Lozan Antlaşması'nın imzalanması. 9/Ağustos/1923 Gazi Mustafa Kemal'in Halk Fırkası'nı kurması. 11/Ağustos/1923 Gazi Mustafa Kemal'in 2. Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na seçilmesi. 29/Ekim/1923 Cumhuriyet'in ilan edilmesi. üzerine gemisiyle 29/Ekim/1923 Gazi Mustafa Kemal'in ilk Cumhurbaşkanı olması. 01/Mart/1924 Gazi Mustafa Kemal'in Büyük Millet Meclisi'nde Halifeliğin kaldırılması ve öğretimin birleştirilmesi hakkında açış nutkunu söylemesi. 276 03/Mart/1924 Hilafetin Kaldırılması, öğrenimin birleştirilmesi, Şer'iye ve Evkaf Vekaletiyle, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaletinin kaldırılması hakkındaki yasaların Büyük Millet Meclisi’nce kabul edilmesi. 20/Nisan/1924 Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye(Anayasa) Kanunu'nun kabul edilmesi. 17/Şubat/1924 Aşarın kaldırılması. 24/Ağustos/1925 Gazi Mustafa Kemal'in ilk defa Kastamonu'da şapka giymesi. 25/Kasım/1925 Şapka Kanunu'nun Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilmesi. 30/Kasım/1925 Tekkelerin kapatılması hakkındaki kanunun kabulü. 26/Aralık/1925 Uluslararası takvim ve saatin kabulü. 17/Şubat/1926 Türk Medeni Kanunu'nun kabulü. 01/Temmuz/1927 Gazi Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanı sıfatı ile ilk kez İstanbul'a gelmesi. 15-20/Ekim/1927 Gazi Mustafa Kemal'in Cumhuriyet Halk Partisi 2.Kurultayı'nda tarihi Büyük Nutku söylemesi. 01/Kasım/1927 Gazi Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanlığına seçilmesi. 09/Ağustos/1928 Gazi Mustafa Kemal'in Sarayburnu'nda Türk Alfabesi hakkında nutkunu söylemesi. 2. kez 277 03/Kasım/1928 Türk Harfleri Kanunu'nun Meclisi'nde kabul edilmesi. 15/Nisan/1931 Gazi Mustafa Kemal tarafından Türk Tarih Kurumu'nun kurulması. 04/Mayıs/1931 Gazi Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanlığına seçilmesi. 12/Temmuz/1932 Gazi Mustafa Kemal tarafından Türk Dil Kurumu'nun kurulması. 29/Ekim/1933 Gazi Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'in 10.Yıl dönümünde tarihi nutkunu söylemesi. 24/Kasım/1934 Gazi Mustafa Kemal'in Büyük Millet Meclisi tarafından ATATÜRK soyadının verilmesi 01/Mart/1935 Atatürk'ün seçilmesi. 01/Mayıs/1937 Atatürkün çiftliklerini Hazineye ve taşınamaz mallarını da Ankara Belediyesine bağışlaması 31/Mart/1938 Atatürk'ün hastalığı hakkında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği'nin ilk resmi duyurusu. 15/Eylül/1938 Atatürk'ün vasiyetnamesini yazması. 16/Ekim/1938 Atatürk'ün hastalık durumu hakkında günlük resmi duyuruların yayına başlanması. 10 KASIM 1938 Atatürk’ün Vefatı ... (Perşembe, saat: 09.05) 11/Kasım/1938 İstanbul Şehir Meclisi'nin olağanüstü toplantı yapması. Saraydaki Cumhurbaşkanlığı forsunu 278 4. kez Büyük Millet 3. kez Cumhurbaşkanlığına indirerek yerine yarıya kadar indirilmiş Türk Bayrağı'nın çekilmesi. 12/Kasım/1938 Atatürk'ün ölümü dolayısıyla, Yüksek Öğretim Gençliği'nin Üniversite Konferans Salonu'nda toplanması. 13/Kasım/1938 Gençliğin Taksim Cumhuriyet Anıtı önünde toplanarak Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'i koruyacaklarına ant içmeleri. 14/Kasım/1938 Büyük Millet Meclisi çok hazin bir toplantı yaptı. 15/Kasım/1938 Hükümet Atatürk'ün Ankara'da ebedi istirahat yerine konulacağı 21 Kasım 1938 tarihini ulusal yas günü olarak duyurdu. 16/Kasım/1938 İstanbullular Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu'ndaki katafalkı önünde sabahın ilk saatlerinden gecenin son saatlerine kadar saygı ve üzüntü içinde son görevlerini yaptılar. 19/Kasım/1938 Büyük bir törenle, Atatürk'ün Dolmabahçe’den alınan cenazesi, önce Sarayburnu'na, oradan Zafer torpidosuyla Yavuz zırhlısına götürüldü. Yavuz zırhlısıyla İzmit'e kadar götürülen tabut, oradan Ankara'ya yolcu edildi. 20/Kasım/1938 Atatürk'ün naşının Ankara'ya ulaşması ve Ankara'da Büyük Millet Meclisi önündeki katafalka konuldu. Ankaralılar da son görevlerini saygıyla yaptılar. 21/Kasım/1938 Atatürk'ün cenazesinin Etnografya Müzesi'ndeki geçici Kabre konulması. 279 25/Kasım/1938 Atatürk'ün vasiyetnamesinin açılması. 26/Aralık/1938 Atatürk'ün "Ebedi Şef" sanıyla anılmasının kabulü. 04/Kasım/1953 Atatürk'ün Geçici Kabri açılması. 10/Kasım/1954 Atatürk’ün cenazesinin Anıtkabire nakledilmesi 280