temel dini BLG-9-0 giris.indd

advertisement
ORTAÖĞRETİM
TEMEL DİNÎ
BİLGİLER
ÖĞRETİM MATERYALİ
9
ORTAÖĞRETİM
TEMEL DİNÎ BİLGİLER
ÖĞRETİM MATERYALİ
YAZARLAR
Doç. Dr. Ramazan ALTINTAŞ
Yrd. Doç. Dr. M. Vehbi DERELİ
'HYOHW.LWDSODU×
%LULQFL%DVN×
I
II
III
& #' ! & " &
!&
" ) !(
! $ $
))&" &
&* ! ) # #
') ! " * &*& " * # "& !&
(" &*
&& & %&* &
!!)&&!
*&&*&&)')))*
%***&&
*$&!
" "
) # " *$
& $ !#$&*&*
&")(**#
!&" )
#
')$
IV
& #' ! & " &
!&
" ) !(
! $ $
))&" &
&* ! ) # #
') ! " * &*& " * # "& !&
(" &*
&& & %&* &
!!)&&!
*&&*&&)')))*
%***&&
*$&!
" "
) # " *$
& $ !#$&*&*
&")(**#
!&" )
#
')$
MUSTAFA KEMAL ATATURK
V
EDİTÖRÜN NOTU
Temel Dinî Bilgiler dersi öğrencilerin İslam’ın evrene ve hayata bakışı hakkında bilgi sahibi
olmalarını amaçlamaktadır. Bu dersin içeriğinde, İslam’ın iman esasları, ibadetler ve bunların
uygulamaları, temel ahlak konuları, toplumsal sorumluluklar, toplumu oluşturan ve devamını sağlayan ilkeler bulunur.
Temel Dinî Bilgiler dersi, müfredatta yer alan genel amaçlara uygun olarak işlenmelidir. Derslerin planlama ve işlenişi sırasında her bir ünite için belirlenmiş olan kazanım ve ders saatlerine
bağlı kalınmalıdır. Ancak öğretmenler bu konuda öğrenci seviyesi ve çevre şartlarına uygun değişiklikler yapabilirler.
Temel Dinî Bilgiler dersi konuları görsel, işitsel materyallerden yararlanılarak ilgi çekici hâle
getirilmelidir. Yapılandırıcı eğitim yaklaşımına göre öğrenci merkezli bir eğitim anlayışına uygun
olarak öğrenciler konuların işlenişinde aktif rol almalıdırlar.
Temel Dinî Bilgiler dersi özellikle ayet ve hadislere dayalı olarak işlenmelidir. Bu çerçevede,
ders için hazırlanmış olan materyalde “Temel Ayet” veya “Temel Hadis” bölümleri öğretmenin
kendi hazırlıkları doğrultusunda genişletilerek aktarılabilir. Öğretim materyalinde bulunan Temel
Ayet ve Temel Hadis bölümlerinin konuyla ilgili olarak genişletilmesi ders öğretmeninin inisiyatifine bırakılmıştır.
Öğrencilerin konularla ilgili olan ayet ve hadisleri ezberlemeleri zorunlu değildir. Ancak ezberlemek isteyen öğrencilere doğru ezberleme teknikleri ders öğretmenleri tarafından öğretilir.
Ezberden çok ilgili ayet ve hadisleri öğrencilerin anlam bütünlüğü içerisinde kavramaları esastır.
Temel Dinî Bilgiler dersinin ana kaynakları içinde yer alan Kur’an-ı Kerim mealleri ve temel
hadis kaynakları, okul kütüphanesi veya branş sınıfı uygulaması olan yerlerde Din Kültürü ve
Ahlak Bilgisi dersliklerinde kullanıma hazır bulundurulabilir. Böylece öğrencilerin bu kaynaklara
ulaşmaları kolaylaştırılmış olur.
Temel Dinî Bilgiler dersinde kolaylaştırıcı, ilgi ve merak uyandırıcı bir yöntem izlenmeli, öğrenciyi bıktıracak ve onlarda olumsuz duygular uyandıracak tutumlardan sakınılmalıdır.
Prof. Dr. Mehmet BAYYİĞİT
İÇİNDEKİLER
1. ÜNİTE: İSLAM TASAVVURU
1. İslam Nedir? .................................................................................................................. 10
2. İslam’ın Temel Özellikleri ............................................................................................... 11
2.1. Tevhit Dinidir .......................................................................................................... 11
2.2. Akla Önem Verir..................................................................................................... 13
2.3. Barış Dinidir ........................................................................................................... 14
2.4. Sevgi Dinidir .......................................................................................................... 16
2.5. Evrensel Dindir ...................................................................................................... 18
2.6. Kolaylık Dinidir ........................................................................................................19
2.7. Aşırılıklardan Uzak Bir Dindir ..................................................................................19
2.8. Dünya ve Ahiret Dinidir .......................................................................................... 21
2.9. Fıtrat Dinidir ........................................................................................................... 22
3. İslam ve Evren ............................................................................................................... 23
4. İslam ve Hayatımız ........................................................................................................ 24
Değerlendirme Çalışmaları ................................................................................................ 26
2. ÜNİTE: İSLAM’IN TEMEL KAYNAKLARI
1. Kur’an-ı Kerim................................................................................................................ 28
1.1.Kur’an-ı Kerim’in Temel Özellikleri .......................................................................... 30
1.2. Temel Kaynak Olarak Kur’an-ı Kerim .................................................................... 32
1.3. Kur’an-ı Kerim’i Anlama Yolları: Meal ve Tefsir ...................................................... 33
2. Hz. Muhammed’in Sünneti ............................................................................................ 35
2.1. Temel Kaynak Olarak Hadis ve Sünnet ................................................................. 36
2.2. Sünneti Anlama Yolları........................................................................................... 38
2.3. Temel Hadis Kaynakları ......................................................................................... 39
3. Kur’an-ı Kerim Sünnet İlişkisi......................................................................................... 41
Değerlendirme Çalışmaları ................................................................................................ 42
3. ÜNİTE: İSLAM İNANÇ SİSTEMİ
1. Allah’a İman ................................................................................................................... 44
1.1. Allah’ın Birliği ......................................................................................................... 44
1.2. Allah’ın Sıfatları...................................................................................................... 46
2. Meleklere İman .............................................................................................................. 48
2.1. Meleklerin Özellikleri ve Görevleri ......................................................................... 48
2.2. Meleklere İnanmanın Sağladığı Yararlar ............................................................... 49
2.3. Cin ve Şeytan ........................................................................................................ 50
3. Kitaplara İman ............................................................................................................... 51
3.1. İlahî Kitaplara İnanmanın Gerekliliği ...................................................................... 51
3.2. İlahî Kitaplar ve Özellikleri ..................................................................................... 52
3.3. İlahî Kitaplara İnanmanın Sağladığı Faydalar ....................................................... 53
4. Peygamberlere İman ..................................................................................................... 54
4.1. Peygamberlere İnanmanın Gerekliliği ................................................................... 55
4.2. Peygamberlerin Özellikleri ..................................................................................... 55
4.3. Peygamberlere İnanmanın Sağladığı Faydalar ..................................................... 56
5. Ahirete İman .................................................................................................................. 57
5.1. Ahirete İnanmanın Gerekliliği ................................................................................ 57
5.2. Ahiret Hayatının Evreleri ........................................................................................ 58
6. Kaza ve Kadere İman .................................................................................................... 60
6.1. Kaza ve Kaderin Anlamı ........................................................................................ 61
6.2. Kader ile İlgili Kavramlar ........................................................................................ 61
6.3. Kaza ve Kadere İnanmanın Sağladığı Faydalar .................................................... 63
Değerlendirme Çalışmaları ................................................................................................ 64
7
4. ÜNİTE: İBADET HAYATI
1. Namaz ............................................................................................................................66
1.1. Namazın Önemi......................................................................................................66
1.2. Namazın Kılınışı .....................................................................................................77
2. Zekât..........................................................................................................................85
2.1. Zekâtın Önemi ........................................................................................................85
2.2. Zekâtın Verilişi ........................................................................................................86
3. Oruç ................................................................................................................................88
3.1. Orucun Önemi ........................................................................................................88
3.2. Oruç Çeşitleri ..........................................................................................................90
3.3. Oruç Tutarken Dikkat Edilmesi Gereken Şeyler .....................................................91
4. Hac ve Kurban ................................................................................................................94
4.1. Haccın Önemi .........................................................................................................94
4.2. Hacla İlgili Kavramlar ..............................................................................................96
4.3. Kurban ve Önemi....................................................................................................99
Değerlendirme Çalışmaları ............................................................................................... 102
5. ÜNİTE: TEMEL SORUMLULUK ALANLARI
1. Sorumluluk Bilinci .........................................................................................................104
2. Allah’a Karşı Sorumluluklarımız ....................................................................................105
3. Peygamberimize Karşı Sorumluluklarımız....................................................................108
4. Kendimize Karşı Sorumluluklarımız..............................................................................110
5. Anne ve Babamıza Sorumluluklarımız..........................................................................112
6. Akrabalarımıza Karşı Sorumluluklarımız ......................................................................115
7. Komşularımıza Karşı Sorumluluklarımız ......................................................................116
8. Topluma Karşı Sorumluluklarımız .................................................................................118
9. Çevreye Karşı Sorumluluklarımız .................................................................................120
Değerlendirme Çalışmaları ............................................................................................... 122
6. ÜNİTE: İSLAM’DA HELALLER VE HARAMLAR
1. Helal - Haram ve Sevap - Günah Kavramları ...............................................................124
2.Günlük Hayatta Helaller ve Haramlar ............................................................................127
2.1. Beslenme..............................................................................................................128
2.2. Giyim, Kuşam ve Süslenme .................................................................................130
2.3. Ekonomik Hayat ...................................................................................................132
2.4. İnsani İlişkiler ........................................................................................................134
2.5. Oyun ve Eğlence ..................................................................................................137
3. Bid’at ve Hurafeler ........................................................................................................138
Değerlendirme Çalışmaları ............................................................................................... 141
SÖZLÜK ........................................................................................................................142
KAYNAKÇA ................................................................................................................. 148
8
1. ÜNİTE
İSLAM
TASAVVURU
Hazırlık Çalışmaları
1. Tevhit, şirk, fıtrat, evrensel kelimelerinin anlamlarını sözlüklerden
öğreniniz.
2. İslam dininin barışa verdiği önemi araştırınız.
3. Bir Kur’an-ı Kerim mealinden Bakara suresinin 285. ayetinin
anlamını bulup defterinize yazınız.
9
1. İSLAM NEDİR?
İnsan yeryüzünün en değerli varlığıdır. Her şey ona hizmet için yaratılmıştır. İlk insan ve ilk peygamber
Hz. Âdem’dir. Allah, Hz. Âdem’i ve eşi Havva’yı aynı özden yaratmıştır. Hz. Âdem’e, varlığa isim verme ve
kavram üretme yeteneği verilmiştir. İnsan, diğer varlıklardan aklını kullanma ve yorum yapma becerisiyle
ayrılır.
İnsan toplumsal bir varlık olduğu için toplumu meydana getiren bireyler arası ilişkiler zorunludur. Bu nedenle farklı karakter yapılarına sahip olan fertler; bir araya gelme, toplanma, ayrılma ve anlaşmazlık kaynağı olabilirler. Bu sebeple toplumsal birliği sağlama ve
aradaki anlaşmazlıkları çözmede ortak kurallar etrafında
toplanmaya ihtiyaç duyulur. İşte Allah tarafından bildirilen
bu ortak kurallar bütününe din denir. Din, insanın sadece
Allah’la değil, aynı zamanda hem diğer insanlarla hem de
diğer varlıklarla ilişkilerini düzenlemek üzere gönderilmiş
değerler bütünüdür.
Din, sosyal boyutu olan, toplumu birleştiren ve bütünleştiren bir kurumdur. Geniş halk kitlelerinin ortak değeridir. Farklılıklarla birlikte barış içinde yaşama, özveride
bulunma, sosyal dayanışma ve paylaşma ahlakının pekişmesine büyük katkı sağlar. Dinî duygular, manevi ve
ahlaki
bir eğitim
aracıdır. Zira hayatın acı ve ıstırapları, ancak güçlü
hl ki açıdan
d iinsanları
l iiyileştirmede
il ti d öönemlili bi
ğ
inanç sayesinde atlatılabilir. Bu bakımdan din, hayata disiplin katan bir olgudur. İnsan yaşadığı hayatı, güçlü
bir inançla anlamlı hâle getirebilir.
Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar gönderilen ilahî dinlerin ortak adı “İslam”dır. Bütün
hak dinler Allah tarafından gönderilmiş ve bozulmadıkları sürece yürürlükte kalmışlardır. Tüm ilahî dinlerde
inanç, ibadet esasları ve ahlak ilkeleri aynıdır.
TEMEL AYET
Kur’an-ı Kerim’de insanoğlu için din olarak İslam’ın seçildiği şöyle ifade edilmektedir: “Allah katında
tek din İslam’dır.” (Âl-i İmran suresi, 19. ayet.)
Allah’ın insanlar için seçtiği dine İslam adını verdiği şöyle belirtilmektedir: “Bugün size dininizi kemale
Ω
erdirdim.
Üzerinize olan nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslam’dan razı oldum.” (Mâide suresi,
3. ayet.)
İnsanlığın rehberleri olan bütün peygamberler, insanları, aynı inanç esaslarına davet etmişler ve onlara,
Allah’a karşı sorumluluklarını hatırlatmışlardır.
Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gönderilen peygamberlerin öğrettiği dinlerin gönderildikleri esnada
kuralları bir olmasına rağmen, sonradan değişik sebeplerle ve mensuplarınca asılları bozulmuştur. Herhangi
bir peygamberle birlikte gönderilen bir dinin aslı bozuldukça Allah, doğrusunu öğretmeleri için yeni peygam-
10
berler görevlendirmiştir. Hz. Muhammed, bu peygamberlerin sonuncusudur. İşte Allah, son peygamber Hz.
Muhammed aracılığıyla gönderdiği dine “İslam” adını vermiştir.
Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberlerin
Allah’tan alıp insanlara ilettikleri dine hak din diyoruz. Bu açıdan İslam, hak dinin genel adıdır.
Hak din, başlangıçtan Hz. Muhammed’e kadar,
iman esasları ve ahlak ilkeleri bakımından aynı
kalmış; ibadet şekilleri ve sosyal hayatla ilgili
kurallar bakımından ise zaman zaman birtakım
değişikliklere uğramıştır. Din koyucusu olan Allah
tarafından yapılan bu değişiklikler, birey ve toplumların ihtiyaçları ve kültür düzeyleriyle paralel
olmuştur. Böylece hak din, en mükemmel şekliyle
Hz. Muhammed’in bildirimiyle bize kadar ulaşmıştır. Bu bildirimin özel adı İslam’dır, kitabı da
Kur’an-ı Kerim’dir.
İslam’ın kelime anlamı, barıştır. Ayrıca İslam,
Allah’a teslim olmak, ona boyun eğmek, ondan
gelenleri diliyle ikrar edip kalbiyle tasdik etmek
gibi anlamlara da gelir. İslam, inanmanın da ötesinde barış ve güvenliği beraberinde getiren bir
dindir. Bütün benliğiyle Allah’a teslim olmuş kişi,
İslam’ın getirdiği barışa girmiş olur. Allah’a teslim
olmuş olan insanlardan oluşan bir toplum da barış toplumudur. Bu bağlamda her Müslüman iyiyi eylem hâline
getiren ve her türlü kötülükten kaçınan barışsever bir kimsedir. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ın İslam adını
verdiği bu son din, Hz. Muhammed’le getirdiği hükümler bakımından tamamlanmıştır ve kıyamet gününe kadar geçerliliğini koruyacaktır. İslam dininin temel özellikleri vardır. Bu özellikler iyi bilinirse İslam’ın insanlığa
getirdiği değerler daha doğru anlaşılacaktır.
2. İSLAM’IN TEMEL ÖZELLİKLERİ
2.1. Tevhit Dinidir
Allah katında mümin sayılmak için sadece Allah’ın varlığını kabul etmek yeterli değildir, onun tek ilah
olduğuna da inanmak gerekir. Bundan dolayı bütün peygamberlerin toplumlarına ilk mesajları: “Ey kavmim!
Allah’tan başkasına kulluk etmeyin.” olmuştur. Bu nedenle Allah’a imanda en temel şart, Allah’tan başka varlıkları ilah kabul etmemektir. Biz buna tevhit inancı diyoruz. Bir kimse İslam’a girmek istediği zaman “Allah’tan
başka ilah yoktur, Hz. Muhammed Allah’ın peygamberidir.” anlamına gelen tevhit sözünü ya da “Ben şahitlik
ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, yine şahitlik ederim ki Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” anlamına
gelen kelime-i şehadeti söylemekle İslam’a girer.
11
TEMEL HADİS
“Kim Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına şehadet ederse, Allah onu cehenneme asla göndermez ve
mutlaka cennete koyar.” (Müslim, İman, 46.)
Tevhit kelimesi “birlemek, bir şeyin bir olduğuna hükmetmek” demektir. Tevhit, Allah hakkında kullanıldığı zaman “eşi, ortağı ve benzeri olmayan bir ve tek varlık” demektir. “Sizin ilahınız bir tek İlah’tır.” (Bakara
suresi, 163. ayet.) ayetinde geçen “vahid” ile “De ki: O Allah bir tektir” (İhlas suresi, 1. ayet.) ayetinde geçen
“ehad” sözcüğü tevhit kelimesiyle aynı köktendir.
Allah’ın yaratan, öldüren, dirilten, yaşatan, rızık veren, duaları kabul eden, helal ve haram koyan, evreni
sevk ve idare eden, yegâne varlık olduğuna inanmak tevhit inancının gereğidir.
TEMEL AYET
Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın “bir” olduğunu en güzel ifade eden surelerden biri İhlâs suresidir. İhlâs suresinin ilk ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “De ki: Allah birdir.”
DÜŞÜNELİM
Evrendeki mükemmel yaratılış ve eşsiz düzenle Allah’ın varlığı arasında nasıl bir ilişki
kurulabilir? Tartışınız.
12
BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM
Tevhit; Allah’ı zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tek kabul edip zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir
başkasını ona ortak koşmamaktır. Bu bağlamda İslam’ı bir binaya benzetecek olursak tevhit, bu binanın
temeli gibidir. Binanın temeli sağlam olamaması durumunda üzerine çıkılacak katlar her an yıkılma tehlikesiyle nasıl baş başa kalırsa, İslam’ın temelini oluşturan tevhit inancı da buna benzer. Allah’ı birleme
esasına dayanmayan bir inanca dayalı ibadetlerin de sevap bakımından insana sağlayacağı bir şey yoktur.
2.2. Akla Önem Verir
Akıl, duyu organları aracılığı ile kendisine ulaşan bilgileri değerlendirerek kavramlar ve fikirler arasında
mukayeseler yapabilen, onlar hakkında doğru bilgiler ortaya koyabilen; güzel ile çirkini, iyi ve kötüyü, faydalı
ile zararlı olanı birbirinden ayırt edebilen zihnî bir kuvvettir. Akıl, değişik fikirleri kategorilere ayırma yetisine
sahip olan, analiz edici, bütünleyici ve birleştirici bir özellik taşır. İşte Kur’an’a göre aklın en önemli görevi bu
olup, aklını doğru bir şekilde kullanmayanlar kınanır.
İnsanı, diğer canlılardan ayıran temel nitelik aklını kullanarak düşünme faaliyetinde bulunmaktır. Gerçekten bizi diğer canlılardan ayıran en güçlü yapan şey, akıl ve bu aklın ürettiği bilgidir. Bazı hayvanlar bizden
daha hızlı koşabilir, ancak biz herhangi bir hayvandan daha hızlı olmamızı sağlayacak arabalar yapabiliriz.
Bazı hayvanların görme yetisi bizimkinden daha üstündür, ancak hiçbir hayvan, teleskop ya da mikroskop
kullanan bir insandan daha iyi göremez. Kuşlar, bizden farklı olarak uçabilir, ancak bizler herhangi bir kuştan
daha hızlı ve daha uzağa uçabilecek uçaklar üretmişizdir. Tüm bu örneklerde hayvanlarla aramızdaki farkı
ortaya çıkaran şey arabalar, teleskoplar ve uçaklar icat etmemizi sağlayan, insan aklı ve bilgisidir. Bilgi ve
akıl, güç demektir. İnsanoğlunu bütün canlıların en üstünü yapan işte bu akıl yetisi ve onun ürettiği bilgidir.
DÜŞÜNELİM
İnsan akıllı olmasaydı dünyada şimdiden farklı olarak neler olabilirdi? Beyin fırtınası
yapınız.
İslam’da, dinî yükümlülüklerin temel şartı da akıldır. Henüz aklını kullanamayacak çağda olan bebek ve
çocuklar, aklını kullanma yeteneğini kaybetmiş ihtiyarlar ve zihinsel engelli insanlar dinin emir ve yasaklarına uyma konusunda sorumlu değildirler. Eğer İslam dini aklı önemsiz görseydi bu insanların durumu diğer
insanlardan farklı olmazdı. Sorumluluk konusunda Hz. Peygamber şunları söylemiştir: “Üç sınıf insandan
sorumluluk kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, ergenlik çağına varıncaya kadar çocuktan ve akıllanıncaya kadar aklını yitirmiş olandan.”1
1 İbn Mâce, Talak, 15.
13
DÜŞÜNELİM
Aklımız bizi Allah’a inanmaya nasıl götürür? Tartışınız.
İslam körü körüne taklitçiliğe karşıdır. Ergenlik çağına gelmiş, akıl yürütme sağlığı yerinde olan insan, varlıklar, olaylar üzerinde sebep-sonuç bağlantıları yapabilecek bir düzeye erişmiş demektir. Nasıl ki insan
aklını, sosyal ve fen bilimleri alanında kullanarak yeni
teoriler geliştiriyor, yeni icatlar ve keşifler yapıyorsa
dini anlama ve yorumlama alanında da kullanmalıdır.
Bu sebeple, İslam anlayışına göre hiçbir şeyi düşünmeden kabullenmek doğru olmadığı gibi davranışları
bilinçsizce yapmak da doğru değildir. İslam’a göre
insan bilinçli bir şekilde inanmalı, ibadetlerini kendi
istek ve iradesiyle yapmalıdır. “Onlar, ayakta iken,
otururken, yanları üstüne yatarken, hep Allah’ı hatırlayıp anarlar ve göklerin, yerin yaradılışı hakkında inceden inceye düşünürler.”2 Düşünme akıl ile yapılan bir
iştir. Neyin düşünülmesi ve nasıl dersler çıkarılması gerektiği de aklın sorumluluklarındandır.
2.3. Barış Dinidir
İslam; barış, teslimiyet, huzur ve kardeşlik gibi anlamlara gelir. İslam’da arzu edilen barış, düşünce, söz
ve davranışların ortaklaşa bütünlüğüyle gerçekleşir. Güven, kurtuluş ve barış gibi huzur ve mutluluğu ifade eden İslam’ın ilkeleri; dilden kalbe,
kalpten de organlara yansıtılmadıkça barış gerçekleşmez. Allah’ın en güzel isimlerinden birisi
olan es-Selam; kendisi her türlü eksiklik ve kusurdan uzak olduğu gibi başkalarına da esenlik ve
güven veren, demektir.3 (Haşr suresi, 23. ayet.)
Bir Müslüman’ın hayatında barış, önce aile
hayatında gerçekleşmelidir. Bu hususta Kur’an-ı
Kerim’de şöyle buyrulur: “Evlere girdiğiniz zaman
birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir
esenlik dileği olarak, selam verin.”4 Aile bireyleri
arasında gönül dilinden dökülecek olan bu selam,
ne zaman davranışlara yansıtılırsa, işte o zaman
bir Müslüman’ın evi, “huzur yuvası” hâline dönüşecektir. Böyle bir evde sevgi, sadakat, merha2 Al-i İmran suresi, 191. ayet.
3 Nur suresi, 61. ayet.
4 Nur suresi, 61. ayet.
14
met hâkim olacaktır.
İslam, barış dinidir. Dilimizde, iletişimimizde de barışa yönelmemizi ister. Kur’an-ı Kerim’de çok açık bir
şekilde müminler barış dili geliştirmeye davet edilmektedirler: “Size Müslüman (es-selam) olduğunu bildirene,
dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek: ‘Sen mü’min değilsin’ demeyin.”5 Çünkü bir kişiyi
inancı nedeniyle dışlamak, Müslümanlığını sorgulamak müminler arasında barışı bozar. İnsanların inançlarını sorgulayacak olan makam insan değildir.
Hz. Muhammed, müminler arasında meydana gelen küskünlükleri ve dargınlıkları gidermede çözüm olarak selamı adres göstermiştir: “İnsanların Allah katında en değerlisi ve ona en yakın olanı, önce selamı
verendir.”6 Çünkü selam, Müslümanlar arasında sevgi ve kardeşliğin geliştirilmesinin anahtarıdır. Toplumda
çatışmaların, anlaşmazlıkların ve ayrılıkların önüne ancak barışa önem vermekle geçilebilir. Bunun ilk adımlarından biri de insanlara güler yüzle selam vermektir.
TEMEL AYET
Allah iman edenlerin barış ve huzur içinde yaşamanın İslam’a
girmekle eş anlamlı olduğunu şu ayetle ifade etmektedir: “Ey iman
edenler! Hep birlikte barış (İslam) içinde olun. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.” (Bakara suresi,
208. ayet.)
İslam barışa önem verir. Barışı bozan durumların şiddetle karşısındadır. Kur’an-ı Kerim bunu şöyle ifade etmektedir: “…Kim bir
kişiyi, haksız yere öldürürse muhakkak ki o bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de (bir kişinin hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa bütün insanları yaşatmış gibi olur…” (Mâide suresi, 32. ayet.)
DÜŞÜNELİM
Barışın sağlanabilmesi için bireylere ve devletlere düşen görevler, sorumluluklar neler
olabilir? Tartışınız.
Kur’an’a göre kim toplumda barışı bozuyorsa o şeytanın yolunda gidendir. Şeytan ise Allah’a isyanın
bir sembolüdür ve kötülük odağıdır. Onun bütün amacı, müminleri, bir barış yurdu olan cennete gitmekten
alıkoymaktır. Ama unutulmamalıdır ki insan izin vermedikçe şeytanın üzerinde hiçbir etkisi olamaz. Kur’an’da
bildirildiğine göre Allah’ın ihlaslı kulları üzerinde onun hiçbir hâkimiyeti olmayacaktır.7
Yaşadığımız toplumda çatışma ve kavgaları ancak barış dilini yaygınlaştırmakla durdurabiliriz. Çünkü
selam, salt bir söz değil, “öteki”ne; nasılsın demek, onun bir problemini çözmek, yarasına merhem olmak ve
onu insan yerine koymaktır. İşte bu İslam’ın insana bakışı ve getirdiği değerlerin yüceliğini gösterir. Böyle bir
5 Nisa suresi, 94. ayet.
6 Ebû Dâvud “Edeb” 33; Tirmizî “İsti’zân” 6.
7 Bkz. İsrâ suresi. 63. ayet.
15
bakışın yaşam tarzı hâline geldiği bir toplumda, gerçek anlamda barış ve güven sağlanabilir.
İnsanlık tarihi boyunca, yeryüzünde barış yolunda sürdürülen mücadeleler hiç de kolay olmamıştır. Birey
ve toplumları barışa çağıran ve içtenlikle barışın gönüllü elçiliğini yapan bütün peygamberlerin ortak çabası,
insanlığı barışa ve huzura kavuşturmaktır. Dolayısıyla Müslüman’ın amacı da bu dünyayı bir barış yurduna
çevirebilmek olmaktır. Öte dünyada selam yurduna, cennete kavuşacak olanlar, ancak bu dünyayı bir barış
ve esenlik yurduna dönüştürmek için çaba harcamalıdır.
2.4. Sevgi Dinidir
NE DERSİNİZ?
Sevmediğiniz biri ile dost olabilir misiniz? Sevgi ile dost olma arasında aşağıdaki hadiste nasıl
bir ilgi bulunmaktadır?
Ebu Hüreyre’den nakledilir Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: “Mümin, kendisiyle dostluk
kurulabilen kişidir. (İnsanlarla) dost olmayan ve kendisiyle dostluk kurulamayan kişide hayır yoktur.”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 400.)
Sevgi, insanın sevilen varlığa karşı içinde beslediği temiz ve saf duygudur. Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın insanlarda birbirlerine karşı hoşlanma, sevgi ve şefkat duygusunu yaratmış olması onun varlığının delillerinden
sayılmıştır.8 Bu bağlamda sevgi, biz yaratılırken Allah tarafından bize önceden verilen bir duygudur.
Sevmeyi öğrenmemize gerek yoktur. Onu doğuştan getiririz. Gönülleri birbirine yaklaştıran Allah’tır.
Kur’an-ı Kerim’de bir ayette önceden aralarında
düşmanlık bulunan bir grubun Allah sayesinde gönüllerinin kaynaştığından bahsedilir.9
İslam’da, insanları hiçbir yarar ve çıkar ilişkisi
gözetmeksizin sadece Allah için sevmek esastır.
Böyle yapabilirsek toplumda barış egemen olur.
Bir ayette bu saf ve katışıksız sevgi şöyle anlatılır: “Ey Muhammed! De ki: Ben tebliğ görevime
karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Sadece
yakınlık ve dostluk bağları içinde sevgi (mevedde)
bekliyorum.”10
Allah’ın en güzel isimleri arasında yer alan elVedûd ismi, Allah ile kulları arasındaki sevgiyi ifade eder. el-Vedûd isminin asıl anlamlarından birisi,
Allah’ın, yaratıklarına karşı olan sonsuz sevgisidir.
Bu sevgiyle o, kullarına sayısız nimetler verir. Ken8 Rum suresi, 21. ayet.
9 Ali İmran suresi, 103. ayet.
10 Şûra suresi, 67. ayet.
16
disine yöneleni asla geri çevirmez ve günahlarından pişmanlık duyanı da bu sevginin bir gereği olarak bağışlar. Ayette bu durum gayet açıktır: “Şüphesiz Rabbim çok merhametlidir ve (kullarını) çok sever (vedûd).”11
İnsan ancak bir varlığı, bildiği ve özelliklerini kavradığı nispette sever. Allah’a olan sevgimiz, onun emir
ve yasaklarına uymada, dua, niyaz, şükür gibi amellere bağlılıkta kendisini gösterir.
TEMEL HADİS
“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman etmiş olamazsınız.”
(Müslim, İman, 22.)
DÜŞÜNELİM
İnsanları sevdiğinizi nasıl gösterirsiniz? Arkadaşlarınızla konuşun.
Allah’tan başka herhangi bir varlığı Allah statüsünde bir sevgi ile sevmek insanı şirke düşürebilir. Bundan
dolayı en üstün makamda olmalarına rağmen, bütün peygamberler, Allah’a kulluk ile övünmüştür. Nitekim
Kur’an’da Hz. Nuh, şöyle nitelendirilir: “Doğrusu o, çok şükreden bir kuldu.” (İsrâ suresi, 3. ayet.) Hz. Muhammed, aşırı hürmet ve
sevgi ile kendisine secde etmek isteyen bir
kimseye, şiddetli tepki göstererek izin vermemiş (Ebû Davud, “Nikâh” 40; Tirmizî “Rada”
10); yine o, yanına giren bir zatın korkudan
titrediğini görünce: “Sakin ol, ben kuru ekmek
yiyen bir kadının oğluyum.” uyarısında bulunmuştur (İbn Mace “Et’ıme” 30).
Müslümanın hayatında Allah’ı sevmenin
bir ifadesi de Hz. Muhammed’i sevmektir.
Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun
ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmran suresi, 31. ayet.)
Hz. Muhammed, müminlerin birbirlerini sevmelerinin yollarını da göstermiştir: “Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş olamazsınız. Size yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Müslim “İman” 93.)
Müslümanın hayatında bütün varlıklara karşı sevgi, “Yaratan’a hürmet, yaratılana şefkatle muamele” şeklinde kendini gösterir. Bunun için Yunus Emre “Yaratılanı hoş gör, Yaradan’dan ötürü” demiştir. Bu sebeple
11 Hud suresi, 90. ayet.
17
tarih boyunca bütün Müslümanlar Allah’a, Hz. Peygambere, akrabalarına karşı sevgi duydukları gibi; çevreye, Yaradan’a olan sevginin bir tezahürü olarak merhametle bakmışlardır. Onların dünyalarında şekillenen
bu merhamet ahlakı, en küçük bir birim olan aileden, en büyük bir birim olan topluma, bitkilerin dünyasından
hayvanlar âlemine varıncaya kadar kendini gösterir. Tarih boyunca Müslümanlar, toplumların dil, etnik köken
ve din farklılıklarına göre değil, Allah’ın yarattığı bir varlık olarak baktıkları için onlara karşı adaletten ve
merhametten ayrılmamışlardır.
2.5. Evrensel Dindir
NE DERSİNİZ?
Allah değişik zamanlarda yaşamış peygamberlere aynı esasları göndermiştir. Kur’an-ı
Kerim’de buna şöyle örnek verilir: “O, ‘Dini doğru anlayıp hükümlerini uygulayın ve o hususta
tefrikaya düşmeyin’ diye, din esasları olarak Nuh’a emrettiğini, hem sana vahyettiğimizi, keza
İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya emrettiğimizi sizin için de din kıldı.”
(Şûrâ suresi, 13. ayet.)
Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gönderilen ilahî vahyin muhatabı insandır. Ancak önceki peygamberlerin her biri yerel ölçekte ve sadece kendi toplumlarına gönderilmiştir. Nitekim bir rivayette Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Önceki peygamberlerden hiçbirisine verilmeyen beş şey bana verildi:..“Benden
önceki peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderildikleri hâlde, ben bütün insanlığa gönderildim.”12
Örneğin Tevrat’ın söyleminin dili, İsrailoğullarıyla sınırlıdır. Buna karşılık Hz. Peygamber’in mesajı tüm
insanlığı kuşatmıştır. Kur’an-ı Kerim’e göre Kur’an’ı tebliğ eden elçi Hz. Muhammed tüm âlemler için bir
uyarıcıdır. Bu yönüyle Hz. Peygamberin risaleti; evrensellik ve süreklilik açısından öncekilerden ayrılır. Bunu
biz, gerek Kur’an’da ve gerekse başta hadisler olmak üzere, özellikle Veda Hutbesi’nde: “Ey insanlar, Ey
âdemoğulları…” şeklindeki ifadelerde görebiliriz.
Kur’an’da geçen ayetlerde ve Hz. Muhammed’in hadislerinde İslam’ın evrenselliğine vurgu yapılır:
“Kur’an, insanlar için hidayet rehberidir.” (Bakara suresi, 185. ayet.)
“(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ suresi, 107. ayet.)
Yukarıdaki ayetlerde bildirilen İslam’ın evrenselliği, Hz. Peygamber’den gelen rivayetlerde de dile getirilmiştir:
“Ben kırmızı ve siyah, herkese peygamber olarak gönderildim.” (Müslim “Mesacid” 3.)
DÜŞÜNELİM
İslam’ın evrenselliği ile insanların eşitliği arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? Tartışınız.
12 Buharî “Teyemmüm” 1; “Salat” 56.
18
Biz İslam’ın evrenselliğini üç noktada ele alabiliriz:
a. İslam, hükümleri tüm zamanlar için geçerli olan bir dindir. Hükümleri, belirli bir zaman dilimiyle sınırlı
değildir.
b. İslam’ın kuralları belirli belirli bir bölge
ya da ülkede değil dünyanın her yerinde yaşayan insanlar için geçerlidir.
c. İslam’ın bir başka evrensel yanı belirli
bir topluma, ırka, insan grubuna değil, tüm insanlara gönderilmesidir. İslamiyet Arap, Türk,
Çinli, Hindistanlı, zenci, beyaz ayrımı gözetilmeksizin tüm insanlara hitap eden bir dindir.
Özetle, İslam’ın evrensel ölçekte getirdiği değerler sistemi, belirli bir zaman, belirli bir
kültürel çevre ve belirli şartlarla sınırlı olmayıp
kıyamete kadar bütün zamanlar için geçerlidir.
İşte bu ilahî mesajın içerdiği değerler sistemini
tebliğ için görevlendirilen bir elçi olarak Hz. Muhammed de Kur’an’da Allah’ın bütün evrene bahşettiği rahmetin bir delili ve peygamberlerin de sonuncusudur.
2.6. Kolaylıklar Dinidir
İslam, kolaylık dinidir. Onda aşırılık, ölçüsüzlük ve zorluğun yeri yoktur. İlahî dinlerin sonuncusu ve en
olgunu olan İslam dini, insanlığı dünya ve ahirette mutluluğa ulaştırmak için gönderilmiştir. Bu dinin evrensel ilkelerinden birisi de bütün zamanlarda ilkelerinin kolaylıkla uygulanabilir oluşudur. İslam, insanları zor
durumda bırakmak için sorumluluklar getirmemiş, onları güçlerinin yettiği şeylerden sorumlu tutmuştur. Bu
konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de geçen bazı ayetler şöyledir:
“Allah, insanı ancak gücünün yeteceği işle mükellef tutar...” (Bakara suresi, 285. ayet.)
“Allah, sizin için kolaylık diler, zorluk istemez...” (Bakara suresi, 185. ayet.)
Hz. Muhammed de “Bu din kolaylıktır.” (Nesai, İman, 28.) buyurmuştur. Her şeyde olduğu gibi İslam
dininin kolaylık dini olmasında da onun sade hayatı ve uygulamaları bizim için açık bir örnektir. Hz. Peygamber, her konuda olduğu gibi dinin kolaylık prensibini hayata geçirme konusunda da en iyi örnektir. Onun bu
konudaki açıklamaları bizim için uyarı niteliğindedir: “Bu din kolaylık dinidir. Kimse dini geçmeye çalışmasın,
üstünlük dinde kalır.” (Buhari, İman, 29.) Hz. Muhammed, bizim için ibadetleri uygulamada da bir örnektir. Nitekim o, dini konularda iki şeyden birisini seçme konusunda özgür bırakıldığında daima kolay olanı seçmiştir.
Onun bu konuda temel prensibi: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.” ilkesidir.
(Buharî, İlim, 7.)
2.7. Aşırılıklardan Uzak Bir Dindir
Kur’an-ı Kerim’de Müslümanlar “denge toplumu”13 olarak nitelendirilmiştir. Her Müslüman bu “ölçülü” yaşayışı itikattan ibadete varıncaya kadar hayatın her alanına yansıtmalıdır. Bu sebeple İslam, her türlü aşırılıktan uzak kalarak dengeli ve insanın yaratılışına uygun bir inanç ve ibadet hayatı ortaya koymuştur.
13 Bkz. Bakara suresi, 143. ayet.
19
Kur’an-ı Kerim’de dinî konularda aşırılığa
giden kimseler kınanmıştır: “Ey ehl-i kitap!
Dininizde haksız yere aşırılığa dalmayın...”
(Mâide suresi, 77. ayet.) Tarihe baktığımız zaman Hristiyanların Hz. İsa’yı ilahlaştırmaları,14
Yahudilerin Hz. Üzeyir’e,15 her iki din mensuplarının kendi din adamlarına16 ve müşriklerin
meleklere17 ilahlık sıfatı vermeleri inanç konularındaki aşırılıklara bir örnektir.
İbadetler konusunda düzenleme yapmak
Allah’a aittir. Hiç kimse, ibadetlerle ilgili artırma ve eksiltme biçiminde yeni düzenlemelere
gidemez. Dinimizde kökleri olmayan herhangi
bir şey ibadet olarak benimsenirse bu, kabul
edilmemesi gereken bir sapmadır. Nitekim
Kur’an-ı Kerim’de ibadet alanındaki aşırılıklarından dolayı bazı kişiler kınanmıştır. Yeni
ibadet türleri geliştirmek, helal ve haramlar
koymak, dinî uygulama maksadıyla Allah’ın
helal kıldığını kendisine haram kılmak, hiç ara
vermeden oruç tutmak, nefislere eziyet için
boyunlara zincir takmak, hiç evlenmemek ve
insanlardan tamamıyla sosyal ilişkiyi kesmek
gibi uygulamalar dinde aşırı gitmektir ve yanlıştır.
İslam ibadet hayatında da kolaylıklar getirmiştir. Dinimizde namaz kılmak için temiz su ile abdest almak
esastır. Ancak su bulunamadığı ya da bulunduğu hâlde hava çok soğuk olduğu veya ancak içmeye yetebilecek kadar bulunduğu durumlarda toprakla teyemmüm yapmayı önermiştir. Yine yolculuk durumlarında
dört rekâtlı farzları iki rekât olarak kılmayı, farz olan oruçları kazaya bırakmayı bir kolaylık olarak getirmiştir.
Namazda ayakta durabilecek gücü olmayan herhangi bir kimsenin kolayına geldiği şekilde namaz kılmasını
serbest bırakmıştır. Ayrıca ramazan ayında oruç tutmaya gücü yetmeyen hastaların, yaşlıların, tutamadıkları günler sayısınca fidye verebileceklerini söylemiştir. Dinimizin tanıdığı bütün bu kolaylıklara rağmen
zorlaştırıcı uygulamalara başvurmak, insanları dinden soğutabilir. İslam’ın hükümleri her zaman ve her yerde
kolaylıkla uygulanabilir özelliklere sahiptir.
DÜŞÜNELİM
Dinin kolaylaştırıcı olması, insanlar
için neden önemlidir? Tartışınız.
14 Mâide suresi, 116. ayet.
15 Tevbe suresi, 30. ayet.
16 Tevbe suresi, 31. ayet.
17 Sebe suresi, 40. ayet.
20
2.8. Dünya ve Ahiret Dinidir
Kur’an-ı Kerim’de dünya ve ahiret sözcükleri sıkça
geçer. İslam’a göre dünyada yaşanacak hayatın karşılığı ahirette görülecektir. Çünkü ahiret, insanların
ölümden sonraki yaşayacakları ebedî hayat, dünya ise
ahiret öncesi yaşadıkları mekânın adıdır. Dünya ölüm
öncesi hayat için bir hazırlık yeridir. İnsan dünya ve ahiret için çalışmalıdır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
“Ahiret kazancını isteyenin kazancını artırırız; dünya
kazancını isteyene de ondan veririz ama onun ahirette
bir payı bulunmaz.” (Şûrâ suresi, 20. ayet.)
Dünya, ahiretin tarlasıdır. Bu sebeple İslam, insana
dünya hayatını iyi değerlendirmeyi tavsiye eder. İyilik
yapmayı ve kötülükten uzak durmayı emreder. Örneğin
anne-babaya iyilikle muamele etmek; akraba, yoksul ve
yolda kalmışlara maddi yardımda bulunmak; çocukları
açlık korkusuyla öldürmemek, zinaya yaklaşmamak,
hayâsızlık yapmamak, cana kıymamak, yetimlerin mallarına dokunmamak, verilen sözde durmak, ölçü ve
tartıda hile yapmamak gibi emir ve tavsiyeler bu dünya hayatında yaşanacaktır. Herkese, ahiret âleminde,
dünyada iyi ve kötü, sevap ve günah olarak yaptıklarının karşılığı tam olarak verilecektir.
DÜŞÜNELİM
“Fakat siz (ey insanlar!) ahiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu hâlde dünya hayatını
tercih ediyorsunuz.” (Â’lâ suresi, 16-17. ayetler.)
İslam dünya ve ahiret dinidir; İslamiyette din ve dünya ayrımı yoktur. Allah yeryüzünde bulunan her şeyi
insanlar için yaratmıştır. İnsanın yaratılan bu nimetlerden yararlanması dinimizde haram değildir. İnsan her
iki dünyasının da güzel olmasını isteyebilir. Bu konuda şöyle bir dua öğretilir: “Rabbimiz! Bize dünyada da
iyilik ver, ahirette de iyilik ver.” (Bakara suresi, 201. ayetler.) Yine bir başka ayette de “Allah’ın sana verdiği
imkânlar içinde ahiret mutluluğunu kazanmaya çalış, fakat dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas suresi,
77. ayet.) Bu konuda Hz. Muhammed de şöyle buyurmuştur: “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalış, yarın
ölecekmiş gibi ahiret için çalış! ”18
İslam, bir yandan insanı üretim, emek ve çalışmaya çağırırken, öte yandan da bizi ahireti unutturacak
hususlardan kaçınmaya davet eder. Eğer din-dünya ilişkileri böyle bir zemin üzerine kurulursa, insan her iki
dünyada da mutluluğa erişir.
18 Suyûti, Camiu’s-Sağîr, II, 12.
21
İslam’da ne tamamen ahireti unutup dünya için çalışmak ne de tamamen dünyaya dalıp ahireti unutmak
vardır. İslam düşünürü Hz. Mevlana dünya hayatını bir merdivene benzetir. Ona göre, nasıl ki merdivenin basamakları üzerinde kalmak için değil, daha yukarılara çıkmak için bir araç ise dünya hayatı da bir
Müslüman’ın ahiretin güzelliklerini elde etmesinde bir araç konumundadır. Şunu unutmamak gerekir ki dünya
kötü değildir. Kötü olan, dünyanın göz kamaştırıcı güzelliklerine ve cazibesine kapılıp ahireti unutmak, ahiret
için hazırlık yapmamaktır.
2.9. Fıtrat Dinidir
Fıtrat, ilk yaratmak demek olup yaratılışın ilk tarz ve şeklini ifade eder.
Bütün insanların insan olmaları bakımından yaratılışlarında esas olan,
hepsinde ortak bulunan genel yaratılış yasalarıdır. Fıtrat, yaratılıştır.
Her bir canlının kendisine özgü
bir yaratılış özelliği ve yasası vardır.
Canlılar bu yaratılış yasasına uygun
hareket ederler. Buna göre canlıların
tehlikelerden göre nasıl korunacağı,
açlıklarını gidermek için ne yiyip ne içecekleri, meskenlerini nasıl kuracakları ve diğer canlı türleriyle ilişkilerini nasıl sürdürecekleri Allah tarafından tabiatlarına yerleştirilmiştir. Örneğin bir civcivin yumurtadan çıkar
çıkmaz yerde taneler araması, bir inek yavrusunun doğar doğmaz annesini emmeye çalışması vb. canlıların
fıtratlarının yani yaratılış özelliklerinin bir gereğidir. Eğer bunların tersi olursa, fıtratta bir bozulma durumu
ortaya çıkar. Bu gerçek Kur’an’da şöyle açıklanmıştır: “(Rabbimiz) Her şeye yaratılışını (varlığını ve biçimini)
verip sonra ona yol gösterendir...” (Tâhâ suresi, 50. ayet.)
Fıtrat, insanda hakkı, doğruyu, gerçeği kabul etme yeteneğinin potansiyel olarak varlığıdır. Bu anlamda
İslam dini ile fıtrat arasında yakın ilişki vardır: “Yüzünü doğru bir din olarak İslam’a, insanların fıtratına uygun
olan dine çevir.” (Rûm suresi, 45. ayet.) Bu ayetten, insanların tabiatında Allah’a inanma duygusunun mevcut
olduğu anlaşılmaktadır. İnsanoğlu bir musibetle karşılaştığı zaman yüce bir varlığa sığınma ihtiyacı duyar.
Kur’an’da bu hususa işaret edilir: “Onları (insanları) bir dalga gölgelikler gibi kapladığında, dini Allah’a has
kılarak ona yalvarırlar. Allah onları karaya çıkarıp kurtarınca; onlardan bir kısmı orta yolu tutar. Bizim ayetlerimizi ise, ancak son derece kaypak ve nankörlükte ileri gidenler inkâr ederler.” (Lokman suresi, 32. ayet.)
Hz. Peygamberden gelen bir rivayetten de “fıtrat”ın Allah’ı kabul etme yeteneği olduğunu anlıyoruz: “Her
insan fıtrat üzere (Allah’ın varlığını ve birliğini kabule eğilimli olarak) dünyaya gelir. Bundan sonra ebeveyni
onu Yahudi, Hristiyan ve Mecusi yapar”19 Buradan, kişinin inanç seçiminde çevresinin önemli payı olduğunu
anlıyoruz.
İnsan, dine, Allah’a inanmaya yatkın olarak dünyaya gelir. Bundan dolayı bir kimseye ya da herhangi bir
topluma bir peygamber gelmemiş olsa bile insanlar akıllarını kullanarak Allah’ın varlığını ve birliğini kavrayabilir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in kıssası, buna en güzel örneklik teşkil eder. (En’am suresi, 74-79.
ayetler.)
19 Müslim, Kader, 25.
22
TEMEL AYET
“Yüzünü doğru bir din olarak İslam’a, insanların fıtratına uygun olan dine çevir.” (Rûm suresi, 45.
ayet.)
3. İSLAM VE EVREN
İslami literatürde âlem, duyu ya da akıl yoluyla kavranabilen Allah’tan başka bütün varlıklara denir. Âlem
kavramı sözlükte alamet, belirti manalarına gelir. Çünkü âlem, yaratanın varlığına belirti ve delildir. Varlıklara
âlem denilmesi, onların Yaratıcı’ya işaret eden varlıklar olmalarındandır. Âlem, içine aldığı bütün varlıklarla
birlikte topyekün kâinatı ifade ederse buna büyük âlem, sadece insanı ifade ederse buna da küçük âlem
denilir. Çünkü evren gibi insan da Allah’ın varlığına ve sonsuz kudretine delildir.
Kur’an, insanların yaşadığı bu evreni; “görülmeyen ve görülen âlem” şeklinde ikiye ayırır. Her iki âleme de
hâkim olan sadece Allah’tır:
“De ki: Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de aşikârı da bilen Allah!” (Zümer suresi, 46. ayet.) Bizim, âlemdeki
nesneler yoluyla Allah’ı tanımamız mümkündür. Evrendeki mükemmel ve estetik düzen, insanı Allah’ın varlığı ve birliği inancına götürür. Kur’an’da bir ayette, gece ve gündüzün gelip gidişinden,20 bir başka ayette
gökyüzünün kandillerle süslendiğinden ve kusursuz oluşundan21 söz edilir. Esasen Kur’an’da birçok ayette
insan, varlık üzerinde doğal gözlem yapmak suretiyle düşünmeye davet edilir.22 Bundan amaç, yaratılandan
hareketle yaratıcının varlığına ulaşmaktır. Çünkü tabiat, Allah’ın var ve bir oluşunun en büyük delilidir. İnsan
kozmik sistemdeki bu güzelliği gözledikten sonra iman eder ve şöyle der: “Rabbimiz! Sen bunları boşuna
yaratmadın.”23 Böylece insan, kendisinin ve kâinattaki varlıkların yaratılış amacı olduğunu anlar.
İnsan, varlıklar, evrendeki mükemmel sanat eserlerini görüp, büyük sanatkârı yani Yüce Yaratıcı’yı tanıma özelliğiyle diğer varlıklardan ayrılır. Yerin ve göklerin düzenine, kendi öz varlığına, dış dünyaya ve orada
görülen hayret uyandırıcı şeylere bakmak suretiyle Allah’ı bilir, tanır. Gerek yer ve göklerde, gerekse hayvanlar ve bitkiler dünyasında Allah’ın yarattığı güzellikleri inceleyerek bunca güzellik ve düzenin bir yaratıcı
olmaksızın düşünülemeyeceğini idrak eder.
TEMEL AYET
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?”
(Kıyamet suresi, 35. ayet.)
“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler
diye yarattım” (Zâriyat suresi, 56. ayet.)
Bu ayetler bize nasıl mesajlar vermektedir?
20 Âl-i İmrân suresi, 190. ayet.
21 Mülk suresi, 3-5. ayetler.
22 Ğâşiye suresi, 17. ayet.
23 Âl-i İmrân suresi, 191. ayet.
23
Kâinat, Yaratıcı’nın eşsiz sanat eserlerinin
sergilendiği koskoca bir sanat galerisi niteliği taşımaktadır. İnsan, Allah’ın sanatının
inceliklerini bildiği oranda ona karşı sevgisi
ve hayranlığı artar. Âlem, çok mükemmel,
oldukça düzenli ve milimetrik ölçümlere
sahip bir sanat harikasıdır. Sağlam dokunmuş, çiçekleri yerli yerinde işlenmiş bir
kumaşı gören kimsenin, bunu bir ölü veya
aciz bir kimse dokudu demesi nasıl akılsızlıksa bu muhteşem kâinatın kendi kendine
var olduğunu söylemek de mantıksızlıktır.
Kâinatın varlığı, Allah’ın varlığına bir
delildir. Kur’an’da kâinatın canlı bir delil olduğuna dikkatlerimiz çekilir: “Kesin olarak
inananlar için yeryüzünde ayetler vardır. Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?” (Zâriyat suresi,
20-21. ayetler.)
Çevrenin kirlenmesiyle birlikte havanın ve suların kirlenmesi, bitkilerin zarar görmesi, neticede insan sağlığını tehdit eder boyutta hastalıklar ortaya çıkmaktadır ki bu hastalıkların ortaya çıkmasında elbette insanların
payının olmadığını söylemek mümkün değildir. Hatta ziraata ve doğal bitki örtüsüne sirayet eden hastalıklar,
çoğu zaman insanların yanlış uygulamalarından doğmaktadır. İlahî sanat galerisi olan bu evren üzerinde
düşünenler Allah’ın varlığını kolayca bulabilirler. Çünkü ondaki varlık, Yaratan’ın damgasını taşımaktadır.
Nitekim Yüce Allah, kendi varlığını kavramak için hem tabiatı ve hem de insanın yaratılışını örnek olarak gösteriyor: “İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur’an’ın) gerçek olduğu
onlara iyice belli olsun.”24 Bu açıdan İslam, evreni Allah’ın varlığının ve birliğinin bir delili kabul eder. Bütün
bunlar sonunda âlem, varlıklar, tabiattaki güzellikler insanı Allah’a imana ulaştırır.
4. İSLAM VE HAYATIMIZ
İnsan, başıboş olarak yaratılmamıştır. Bu varlık düzeninde insanın yerine getirmesi gereken birtakım
sorumluluklar vardır. İslam’da buna “ibadet” denilmektedir. İbadet; Allah’a itaat, mütevazı olma, kulluk gibi
anlamlara gelir. Dar anlamda ibadet, bir Müslüman’ın vakit ve mekânla kayıtlı Allah’ın emrettiği, hoşnut olduğu fiilleri yerine getirmesi demektir. Buna şekle bağlı ibadetler denir. Abdest, namaz, oruç, hac, zekât, kurban
gibi belli vakit ve zamanlarla kayıtlı olan bütün ibadetler bu tanıma girer.
Şekle bağlı ibadetlerin dışında bir de insanın bütün hayatını kuşatan ibadet hayatı vardır. Geniş anlamdaki bu ibadet bir Müslüma’nın Kur’an ve sünnet çerçevesinde Allah’ı hoşnut etmek adına yaptığı her türlü
faaliyet olarak tanımlanabilir. Bu ibadet tarzı daha çok sosyal hayatla ilgilidir. Bunun en basit örnekleri bir
Müslüman’ın insanlara selam vermesi, tebessüm etmesi, açları doyurması, yolda insanlara zarar verecek
bir engeli kaldırması, hastaları ziyaret etmesi, birbirine dargın Müslümanları barıştırması gibi davranışlarıdır.
İslam’da kulluk, belli biçim ve sembollerle sınırlı tutulmamıştır. Bununla birlikte bizden hayatımızı ibadet
hâline dönüştürmemiz istenmektedir. Dar ve geniş anlamda ibadet hayatı 24 saatimizi kuşatır. Kulluk bilinciy24 Fussilet suresi, 51. ayet.
24
l dopdolu olan bir Müslüman’ın çalışması, dinlenmesi, ailesiyle
le
vvakit geçirmesi, arkadaşlarıyla ilgilenmesi gibi davranışları ibadet
d kapsamına girer.
Kur’an-ı Kerim’e göre “Allah ve Peygamber, (insanı) hayat
verecek
olan şeylere çağırır.” (Enfâl suresi, 24. ayet.) Bu bağv
lamda,
Müslüman’ın imanını ispat eden yaşama biçimine İslami
l
hayat
denilir. İslami hayat herkesin kendi düşünce ve yorumuna
h
göre
g şekillenen soyut, anlaşılması zor ve uygulanması uzmanlık
isteyen
bir tarz değildir. Aksine son derece net, açık ve kolaydır.
i
İslam dininin inanç ve ibadetle ilgili hükümleri yanında birey
ve
v toplum hayatını düzenleyen ilkeleri de vardır. Bu ilkeler insanın
n ve toplumun huzur, güven, barış içinde yaşamasını sağlamaya
yöneliktir. Barış, sevgi, kardeşlik, hoşgörü, yardımlaşma,
m
bbağışlama, cömertlik bu ilkelerdendir. Yalan, dedikodu, iftira,
iiçki, kumar, zina gibi yasaklar da bu bağlamda değerlendirilir.
İslam, inanan insana, bir bütün olarak Allah’tan gelen ilahî öğretiyi tasdik etmeyi emreder. İslami hayat bir
bütün olarak yaşanmaya çalışılmalıdır. Çünkü İslam denildiği zaman iman, ibadet, ahlak ve sosyal hayata
ilişkin uygulanması gereken kurallar aklımıza gelir. Kur’an-ı Kerim’de bu dört temel esas, ayrıntılı bir şekilde
anlatılır. Birey ve toplumlar hayatlarını bu kurallara göre yaşadıkları zaman hem bu dünyada ve hem de ahirette mutlu olurlar. Çünkü insan, yaratılmış bir varlıktır. Onu yaratan Allah, yaratılmış olan bu insanın kuvvetli
ve zayıf yönlerini en iyi bilen varlık olduğuna göre insan hayatının en verimli bir biçimde yaşanmasının yol ve
ilkelerini gönderdiği ilahî kitaplarla açıklamıştır.
İslam dininin ortaya koyduğu ilkeler din, can, akıl, nesil ve mal gibi dünyada insan hayatı için büyük
anlamlar ifade eden beş değerin korunmasını amaçlar. Çünkü bunların korunması, insana saygının da bir
gereğidir. Bugün yaşadığımız küresel ölçekte bütün insanlığı ilgilendiren sorunların başında; yoksulluk, gelir
dağılımında adaletsizlikler, cehalet, seçme ve seçilme özgürlüğünden yoksunluk, ifade özgürlüğünün olmayışı, cinsiyet ayrımcılığı, kadın ve çocuklara karşı şiddet kullanma, savaş ve çatışmalar gelmektedir. En
mükemmel ve son dinin mensubu olan Müslümanların bütün bu sorunları biz üretmedik, dolayısıyla çözümden de sorumlu değiliz deme hakları yoktur. Müslüman önce yakın çevresindeki sonra da tüm dünyadaki
sorunlara karşı duyarlı olmalıdır. Hayatında her zaman iyiyi, doğruyu hâkim kılmak için çalışmalıdır. Okulda,
evde, işyerinde, sokakta, caddede her yer ve her zaman İslam’ın ilkelerine uymalıdır. Örneğin büyüklere
saygılı olmalı, aile sorumluluklarını yerine getirmeli, çalışkan ve üretken olmalıdır. Bireye ve topluma zarar
verecek davranışlardan, kötü alışkanlıklardan uzak durmalıdır.
DÜŞÜNELİM
Günlük hayatta dinimizin emir ve yasaklarına uymak bize neler kazandırır?
Arkadaşlarınızla ve ailenizle konuşunuz.
25
DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI
1. İslam dini hakkındaki yanlış anlayışlara örnekler vererek doğrularını ifade ediniz.
2. İslam’ın hayat dini olma özelliğine dair uygulamalar neler olabilir? Madde hâlinde yazınız.
3. İslam’ın akla verdiği önemi örneklerle açıklayınız.
4. İslam’ın barışla ilgili belirlediği ilkeleri maddeler hâlinde yazınız.
5. İslam’ın evrensel bir din olması ne demektir? Açıklayınız.
6. “Dünya ahiretin tarlasıdır.” hadisini açıklayan bir kompozisyon yazınız.
7. İslam’ın doğayı ve çevreyi korumaya verdiği önemi örneklerle anlatınız.
8. Fıtrat kavramını açıklayınız.
26
2. ÜNİTE
İSLAM’IN
TEMEL
KAYNAKLARI
Hazırlık Soruları
1. Kur’an, sünnet ve hadis kavramlarının anlamlarını sözlükten
bulunuz.
2. Mübîn, meal, tercüme ve tefsir kelimelerinin anlamlarını araş
tırıp öğreniniz.
3. Temel hadis kaynaklarıyla ilgili bir araştırma yapınız.
27
1. Kur’an-ı Kerim
Kur’an-ı Kerim, Allah’ın, peygamberler silsilesinin son halkasını teşkil eden Hz. Muhammed’e, Arapça
olarak peyderpey, vahiy yoluyla ve Cebrail vasıtasıyla indirilmiş olan; nesilden nesile bize kadar tevatüren1
hiçbir değişikliğe uğramadan gelen, Mushaflarda yazılı, Fatiha suresi ile başlayıp Nas suresi ile sona eren,
okunması ile ibadet edilen ve sevap kazanılan ilahî kelamdır.
Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde bu mukaddes kitap, Kur’an ismiyle anılır. Bazı örnekler şöyledir:
“İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu.” (En’am suresi, 19. ayet.)
“Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Yusuf suresi, 2. ayet.)
TEMEL AYET
“Kur’an, tüm insanlar için hidayet kaynağıdır.” (Bakara suresi, 185. ayet.)
Yukarıdaki ayette Kur’an’ın hangi yönlerine değinilmektedir?
“Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür.”
(İsra suresi, 9 ayet.) Yüce Allah’ın, Hz. Muhammed’e
indirdiği bu kitabı, muhtelif surelerde yerine göre değişik
isimlerle andığı da görülür. Bunların başında “el-Kitâb”,
“Ümmü’l-Kitâb”, “Kitâb-ı mübîn, “el-Furkân”, “el -Mesânî”,
“Kelâmullah”, “Hüdâ”, “Şifâ”, “Rahmet”, “Müjde”,
“Mev’iza”,“Zikir”, “Nûr” bunların başlıcalarındandır.
Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’e 23 senede ve
bölümler hâlinde, vahiy yoluyla indirilmiştir. Vahiy sözlükte “hızlı ve gizli işaret etmek, gizlice söz söylemek,
ilham” manalarına gelir. Terim olarak ise “Allah’ın bir
emir, hüküm ya da bilgiyi doğrudan veya elçi vasıtasıyla
peygamberine bildirmesi” diye tanımlanır. Son Peygamber Hz. Muhammed’e indirilmiş olan vahiyler, vahiy
kâtiplerine yazdırılmak, ibadette okunmak ve ezberlenmek suretiyle korunmuştur. Bu korunma yöntemleri
Hz. Peygamberden sonra güçlenerek devam etmiştir. Bugüne kadar yaşanan on beş asırlık İslam tarihinin
bütün dönemlerinde yüz binlerce hafız tarafından bu mukaddes metin ezberlenmiş, milyonlarca Müslüman
tarafından beş vakit namazda ve namaz dışında okunmuş ve sayısız defa yazıya geçirilmiş, hatta binlerce
meal ve tefsir çalışması yapılmıştır.
!
DİKKAT ÇEKME
Yüce kitabımız ayet ayet nazil olmuştur. Ayetlerin birleşiminden meydana gelen bölümlere “sure” ismi
verilmiş, kutsal kitabımızın tümüne de “Mushaf” denilmiştir. Kur’an- Kerim’de toplam 114 sure vardır. Sure
geçişlerinde “besmele” vardır ve sureler besmelelerle birbirinden ayrılır.
1 Aklın yalan üzerine ittifak etmelerini kabul etmeyeceği kalabalık bir topluluğun, aynı şekilde kalabalık bir topluluktan aktardığı kesinleşmiş
bilgiye verilen isimdir.
28
Kur’an-ı Kerim, “açık alamet, işaret, nişan” manalarına gelen, surelerin içinde lafız açısından ayrı olan,
bir veya birkaç cümleden oluşan ayetlerden ibarettir. Ayet, uzun ya da kısa Kur’an ifadelerine verilen isimdir. Ayetlerin düzenlenmesi vahiyle belirlenmiştir. Melek Cebrail, indirilen her ayetin hangi surenin neresine
konulacağını Hz. Peygambere söylemiş, o da vahiy kâtiplerine bildirmiştir. Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim üzerinde noktalama çalışmaları yapılırken ayetlerin belirlenmesine bazı küçük farklıklar olmuş, söz gelimi bazı
âlimlerin müstakil ayet olarak belirlediği bir ibare bazı âlimlerce iki ayet olarak düşünülmüş, böylece ayetlerin
sayısı konusunda küçük farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bunlardan bizim kültürümüze, akılda kolay kalacağı için
ayet sayısını 6666 olarak veren görüş yerleşmiştir. Bugün basılan nüshalardaki ayet sayısı ise 6236’dır.
Kur’an-ı Kerim, sözlükte, “yüksek rütbe, mevki, şeref” manasına gelen ve her birinin özel ismi bulunan 114
sureden meydana gelmiştir. Her surenin birbirinden farklı sayılarda ayetleri vardır. el-Fâtiha’dan sonra gelen
7 uzun sureye “es-Seb’u’t-Tıvâl” (yedi uzun sure) denir.
Kur’an-ı Kerim sureleri genel olarak Mekkî ve Medenî şeklinde ikiye ayrılmıştır. Bu bağlamda Mekke’de
nazil olan ayetlere Mekkî, Medine’de nazil olan ayetlere Medenî denmiştir. Yine hicretten önce nazil olan
ayetler Mekkî, hicretten sonra nazil olan ayetler de Medenî adını almıştır. Mekkî sure ve ayetlerin içeriği
ağırlıklı olarak inanç esasları ve ahlaki değerler; Medine’de inen sure ve ayetlerin içeriği de daha çok ibadetler ve sosyal hayatla ilgili konulardan oluşmuştur.
DİKKAT ÇEKME
Hz. Peygamber’in vefatından sonra Kur’an’ı bir araya getirme işlemi tamamlandı ve toplanan nüshaya
Mushaf adı verildi. Ashabın onayının da alınmasından sonra bu Mushaf, Halife Ebu Bekir’e teslim edildi.
Onun vefatından sonra, Hz. Ömer’e, onun da vefatını müteakip de Hz. Ömer’in vasiyeti üzerine kızı ve
Peygamberimizin hanımı Hz. Hafsa’ya intikal etti.
Kur’an’ın ilk inen ayetleri Alak suresinin ilk beş ayetidir. Bundan sonra yaklaşık 23 yıl içerisinde Kur’an
bölüm bölüm indirilerek tamamlanmıştır. Onun bölüm bölüm indirilmesi, anlaşılmasını ve uygulanmasını
kolaylaştırmıştır. Kur’an ayetleri indirilirken hem ezberleniyor hem de yazılıyordu. Sahabeler, inen ayetleri
öğrenmek ve ezberlemek için büyük gayret gösteriyordu. Ayrıca namazda da Kur’an’dan belli bölümler
okunması gerekiyordu. Peygamberimiz inen her ayeti “vahiy kâtipleri” olarak bilinen kişilere yazdırmış ve
kontrol etmiştir. Kur’an ayetleri başta papirüs, deri, beyaz yassı taş gibi çeşitli yazı malzemelerine yazılmıştır.
Cebrail, her yıl ramazan ayında o zamana kadar inen ayetleri Peygamberimize okumuş, daha sonra da
Peygamberimiz Cebrail’e okumuştur. Bu uygulama Peygamberimizin vefatından önceki ramazan ayında iki
defa tekrar etmiştir.
Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’in sağlığında hem sözlü hem de yazılı metotla tam ve sağlam olarak tespit
edilip korumaya alınmakla beraber, yazılan ayet ve surelerin tamamı bir araya getirilerek kitap şeklini almış
değildi. Çünkü Peygamberimiz hayatta olduğu sürece vahiy devam etmekteydi. Vahyin tamamlanmasıyla
onun vefatı arasında geçen zaman da oldukça kısa olmuştur. Bu sebeple böyle bir girişimde bulunulmamış
ve esasen buna ihtiyaç da duyulmamıştır.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra yapılan savaşlarda şehit olan Müslümanlar arasında çok sayıda
Kur’an hafızı da bulunuyordu. İşte bu durum Hz. Ömer’i telaşlandırdı. O, başka savaşlarda da aynı sonucun doğabileceğini, hafızların azalmasıyla da Kur’an’a zarar gelebileceğini düşünerek Halife Hz. Ebubekir’e
29
başvurdu ve Kur’an’ın bir kitap hâlinde bir
araya getirilmesini önerdi. Halife Hz. Ebu
Bekir, Peygamberimizin başkâtibi durumunda
olan Zeyd b. Sabit başkanlığında bir komisyon
kurarak Kur’an’ı bir kitap hâlinde toplamalarını
emretti. Müslümanlara çağrıda bulunularak ellerindeki nüshaları getirmeleri istendi. Ancak
getirilen ayet ve surelerin kabul edilebilmesi
için bunların getiren tarafından ezberlenmiş
olması, Hz. Peygamber’in huzurunda yazılmış
bulunması ve bunun da en az iki şahitle ispat
edilmesi şartları arandı. Bir yıl kadar süren ciddi bir çalışmadan sonra Kur’an’ı bir araya getirme işlemi tamamlandı ve toplanan nüshaya
Mushaf adı verildi.
Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerindeki
fetihler sırasında İslamiyet yeni yeni beldelere
yayılıyor ve değişik kültürlere mensup kitleler
Müslümanlığı kabul ediyorlardı. Müslümanlar arasında herhangi bir anlaşmazlığa fırsat
vermek istemeyen Hz. Osman, gerekli bilgi
paylaşımlarından sonra yine Zeyd b. Sabit
başkanlığında bir komisyon kurdu. Hz. Ebu
Bekir devrinde derlenen ve Hz. Hafsa’da bulunan Mushaf esas alınarak yeni mushafların yazılıp çoğaltılmasını
istedi. Komisyon ciddi bir çalışma sonunda istenilen görevi tamamladı. Esas nüsha Hz. Hafsa’ya geri verildi.
Yazılan Mushaf’lardan birisi Medine’de bırakıldı ve adına “İmam Mushafı” adı verildi. Diğerleri de Mekke,
Kufe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönderildi. Böylece bu ilahî kitap, hiçbir değişikliğe uğramadan
günümüze kadar gelmiştir.
Kur’an-ı Kerim Yüce Yaratıcı’nın kıyamete kadar gelecek bütün insanlara indirdiği son ilâhî mesajıdır.
O, bu yüce kelamı indirmekle beraber onun korunmasını da bizzat üzerine almıştır. Nitekim o, bu gerçekliği
şöyle açıklamıştır: “Şüphesiz o zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz! Onun koruyucusu da elbette Biziz” (Hicr suresi,
9. ayet.) Bu ilâhî beyan, onun korunmuşluğu konusunda müminler için en büyük güvencedir. Nitekim tarih de
bunun canlı şahidi olmuştur.
1.1. Kur’an-ı Kerim’in Temel Özellikleri
Her Müslüman; Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın sözü olduğuna, her tavsiye ve hükmünün, emir ve yasaklarının
insanı en doğru yola ilettiğine, helal ve haramları bilmenin insanın yararına olduğuna, onun verdiği her bilgi
ve haberin doğruluğuna, hükümlerinin her zaman ve mekânda uygulanabilirliğine yürekten inanır.
30
Kur’an, sadece Hz. Peygamber dönemine
ait bir kitap değil, varlığını ve rehberliğini dünya
durdukça sürdürecek olan, çağları aşan ve kucaklayan bir kitaptır. Sadece ilk indirildiği Arap
toplumunun değil, bütün insanların kitabıdır.
Kur’an, zamanın geçmesiyle eskiyen değil, daima tazeliğini ve güncelliğini koruyan, insanları
daima ileriye götüren, ilim, teknik ve gelişmelerle
örtüşen bir kitaptır. Emir ve yasakları, helal ve
haramları, hüküm ve tavsiyeleri, öğüt ve ilkeleri,
misal ve kıssaları, geçmişe, geleceğe, Allah’a,
insana ve diğer varlıklara dair bildirdiği gerçekler, bilgiler ve tanımlar insan için çok önemlidir.
Hz. Peygamber’e Cebrail aracılığıyla Arapça olarak indirilen ve bize kadar hiçbir değişikliğe uğramaksızın
tevâtür yoluyla gelen Kur’an-ı Kerim’in birçok özelliğinden bahsedilebilir. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. Kur’an-ı Kerim lafzı, üslubu ve içeriği bakımından büyük ve ebedî bir mûcizedir. Diğer peygamberlerin
mûcizeleri, dönemleri geçince bittiği, onları yalnız o dönemde yaşayanlar gördüğü hâlde Kur’an mucizesi
kıyamete kadar sürecektir. Nitekim bu husus Kur’an’da Bakara suresinin 23 ve 24. ayetlerinde şöyle açıklanır:
“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız haydi onun benzeri bir sure getirin.
Eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan başka şahitlerinizi (yardımcılarınızı) çağırın. Bunu yapamazsanız -ki
elbette yapamayacaksınız- ...cehennem ateşinden sakının!”2
DİKKAT ÇEKME
Kur’an-ı Kerim Hz. Muhammed’in mucizesidir. “Yoksa onu uydurdu mu, diyorlar. De ki: Eğer doğru
söyleyenler iseniz haydi Allah’tan başka gücünüzün yettiklerini de (yardıma) çağırıp siz de onun gibi uydurma on sure getirin.”
(Hud suresi, 13. ayet.)
2. Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamber’e toptan değil, zamanın ve olayların akışına göre, Allah tarafından, Kadir
Gecesi’nden itibaren, Cebrail vasıtasıyla Arapça olarak 610-632 yılları arasında parça parça indirilmiştir.
3. Kur’an-ı Kerim, en son kutsal kitaptır ve ondan sonra başka bir ilahî kitap gelmeyecektir: “...Bugün sizin
için dininizi kemale erdirdim. Size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim...” 3 (Mâide
suresi, 3. ayet.) mealindeki ayet, bu duruma delildir.
4. Kur’an, bize kadar hiçbir değişikliğe uğramadan gelmiştir, kıyamete kadar da bu özelliğini koruyacaktır.
2 Bakara suresi, 23-24. ayetler; ayrıca bkz. Hûd suresi, 13. ayet.; Tûr suresi, 33-34. ayetler.
3 Mâide suresi, 3. ayet.
31
Kur’an vahyinin evrenselliği, onun üç özelliğinden ileri gelmektedir:
İlki, Kur’an mesajı soy-sop, ırk ya da kültürel çevre gözetmeksizin
bütün insanlığa hitap eder.
İkincisi, özellikle insanın akıl ve sağduyusuna hitap etmektedir.
Üçüncüsü ise Kur’an, on dört asır önce vahyedildiği gibi bugüne
kadar gelmiştir. Çünkü Kur’an, “Onu muhakkak ki biz koruyacağız.”4
vaadi doğrultusunda eksiksiz kaydedilmiş ve bugünlere eksiksiz
ulaştırılmış vahye dayalı tek mesajdır.5
Bu üç özelliği sayesindedir ki Kur’an ilahî vahyin son evresini temsil etmektedir ve bu vahyi insanlığa ulaştıran peygamber de peygamberlerin sonuncusudur.6 Dolayısıyla Kur’an mesajının içerdiği değerler sistemi; belirli bir zaman, belirli bir
kültürel çevre ve belirli şartlarla kayıtlı olmayıp evrenseldir.
5. Kur’an-ı Kerim’in kapsadığı yüce gerçekler kıyamete kadar bütün insanların ve çağların ihtiyacını
karşılayacak değerdedir. Çünkü o insanoğlunun ihtiyaç duyduğu her konuda yol gösterir. Onda, insanlar için
gerekli olan her türlü örnek anlatılmıştır.
6. Kur’an-ı Kerim kolayca ezberlenebilir niteliktedir. Nitekim tarih boyunca yüz binlerce insan onu
ezberlemiştir. Ezberlenerek hafızalara yazılmış, ayrıca Müslümanların inanç ve amelî dünyalarına taşınarak
hayata yansıtılmıştır.
1.2. Temel Kaynak Olarak Kur’ an-ı Kerim
Kur’an-ı Kerim, İslamiyetin temel kaynağı olup dinin temel esaslarını içerir. İslam’ın inanç, ahlak, ibadet
ve insanlar arası ilişkiler gibi konularını öğrenmede birinci kaynaktır. Kur’an-ı Kerim’in bütün Müslümanlar
için kesin bir delil olduğu konusunda görüş ayrılığı yoktur. Bu kitaba iman eden her Müslüman’ın ilahî kitabın
ilkelerine uyması ve ayetlerden çıkarılan hükümlerden istifade etmesi gerekir. Kaynak olma bakımından
Kur’an-ı Kerim’in getirdiği hükümleri üç maddede toplamak mümkündür:
•
İnançlarla İlgili Hükümler
İnanç konularını bize Kur’an-ı Kerim öğretir. İnanç esasları; zaman, mekân ve hitap edilen fertlere göre
değişiklik göstermez. Bütün peygamberler insanları temelde aynı inanç esaslarına çağırmışlardır. Kur’an-ı
Kerim’de inanç esasları arasında yere alan; Allah, melekler, kitaplar, peygamberler, kader, ahiret günü
hakkında ayrıntılı hükümler vardır.
TEMEL AYET
“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberlerine indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı,
meleklerini, kitaplarını ve ahiret gününü inkâr ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.”
(Nisa suresi, 136. ayet.)
4 Hıcr suresi, 9. ayet.
5 Krş. Hicr suresi, 9. ayet.
6 Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı, Meal-Tefsir (çev. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk), İstanbul, 1999, II, 664–65.
32
•
Davranışlarla İlgili Hükümler
Dinî açıdan sorumluluk çağına ulaşan fertlerin yerine getirecekleri görevlerle ilgili hükümlerdir. Kur’an-ı
Kerim dinî hükümleri açıklamıştır. Bunların başında namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetler, helal ve haramlar; alışveriş, evlenme ve boşanma, aile hukuku, yönetim işleri gibi esaslar gelir. Sosyal hayat ve hukuki
münasebetlerle ilgili hususları düzenleyen hükümlerin temelini adalet, uzmanlık, danışma ve yardımlaşma
ilkeleri oluşturur.
• Ahlakla İlgili Hükümler
Kur’an’da ahlaklı, erdemli bir fert ve toplum
oluşturulması için gerekli olan hükümler bulunmaktadır.
İslam dininin ahlaki hükümlerinin kaynağı Kur’an’dır.
İnsanlar kendi aralarında ve diğer canlılarla münasebetlerini âdâb-ı muâşeret (görgü kuralları) adı verilen bu kurallarla düzenlerler. Kur’an’da geçen ahlaki
kurallar insanın eğitilmesini hedefler. Ahlaki hükümlerin özünü, “Yaratan’a hürmet, yaratılana şefkat” ilkesi oluşturur. Kur’an-ı Kerim’de bu konuda model
şahsiyet olarak Hz. Muhammed’in ahlakı gösterilir: “Ey
Habibim! Şüphesiz ki sen yüce bir ahlaka sahipsin!.”
(Kalem suresi, 4. ayet.) Hz. Peygamber de “Ben güzel
ahlakı tamamlamak ve yerleştirmek için gönderildim.”
buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 381).
DÜŞÜNELİM
“Yaratan’a hürmet, yaratılana şefkat” ilkesi ne demektir? Tartışınız.
Kur’an-ı Kerim, insana Allah’ı tanıtır. Allah’ın emir ve yasaklarını, helal ve haramlarını, öğüt ve tavsiyelerini hüküm ve sınırlarını, ödül ve cezaları, iman, ahlak ve ibadet kurallarını, iman edip salih amel işleyenlerin
mükâfatlarını, inkâr ve isyan edenlerin ahiretteki cezalarını, ibret alınması için geçmiş kavimlerin kıssalarını
ve ahiret hayatını anlatır. Kişinin kendisine, Yaratıcısına, insanlara, çevreye ve diğer varlıklara karşı görevlerini bildirir. Geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerinin hayatından tarihî bilgiler verir. Kur’an’da anlatılan bu
olayların asıl amacı, iyi insan yetiştirmeye katkıda bulunmaktır.
1.3. Kur’an-ı Kerim’i Anlama Yolları: Meal ve Tefsir
Kur’an-ı Kerim okunup anlaşılmak ve ilkeleri hayata yansıtılmak üzere indirilmiştir. Kur’an, kitleleri ancak
o zaman dosdoğru yola iletebilir. Bu okuma ve anlama olayı, belli bir yöntem dairesinde olmalıdır. Yöntem
bilinmezse hedefe ulaşılamaz. Hangi tür yöntem seçilirse seçilsin, burada değişmeyen temel ilke, salt
başkalarına anlatmak için değil, “Yaşama noktasında Kur’an bana ne diyor, ne söylüyor?” sorusuna cevap
arama niyetiyle Kur’an’ı okumaktır.
33
TEMEL AYET
“Üzerlerinde ince ince düşünsünler, öğüt ve ibret alsınlar, akıllarını kullansınlar diye, Allah ayetlerini
insanlara açıklıyor.” (Bakara suresi, 221, 242. ayetler.)
Yukarıdaki ayete göre Kur’an’ı niçin okumalıyız?
Yüce Allah, kelamını peygamberlerinin diliyle bize ulaştırmıştır. Hz. Peygamberin görevi sadece Allah’tan
aldığı ilahî mesajı insanlara duyurmak değil, o mesajın manasını da açıklamaktır. Bu vazife ile ilgili olarak
Kur’an’da şöyle buyrulur: “Kendilerine indirilen şeyi insanlara açıklayasın ve onlar da bunu düşünsünler
diye sana zikri (Kur’an’ı) indirdik.” (Nahl suresi, 44. ayet.) Yüce Allah bu kitabı, akıl sahipleri anlasınlar diye
kolaylaştırmıştır: “Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?”
(Kamer suresi, 17. ayet.) Yüce Allah, Hz. Muhammed’i de son ilahî kitabı insanlara anlatıp açıklamakla
görevlendirmiştir. Nitekim o, kendisini kitlelere tanıtırken “Ben
apaçık bir uyarıcıyım” (Mülk suresi, 26. ayet.) buyurmuştur.
Her insan kendi başına iman, ibadet ve ahlakla ilgili
ayetleri anlayabilir ama ibadetlerin uygulamasına yönelik
birtakım konular ve sosyal hayata ilişkin bazı ayetlerin yorumu özel uzmanlık alanını gerektirir. Hele hele günümüzde
ilimlerin hızla ilerlediği bir çağda hem din dilini yenilemek ve
hem de ayetlerin çağdaş yorumunu ortaya koymak daha
çok önem taşır olmuştur. Bunun için okuyucunun Kur’an-ı
Kerim’in içeriğiyle birebir buluşması, tercüme ve meal sayesinde olacaktır. Hicrî IV. yüzyıldan itibaren günümüze kadar
Kur’an’ın çeşitli dillere tercümesinin yapıldığı bilinmektedir.
Tercüme, bir sözün anlamını, başka bir dilde dengi olan
bir sözle ifade etmektir. Oysa bir dilden bir başka dile çeviri
yapılırken ifade ve metinlerin anlamlarını tam olarak aktarmak mümkün değildir. Dillerin yapısı, edebî ve sanatsal üslup farkı, çeviri yapan kişinin ilmî ya da dinî kapasitesinin
yetersizliği gibi nedenler tam bir çevirinin gerçekleştirmesini
zorlaştırmaktadır. Ancak Arap dilini, bu dilin esaslarını, farklı
ifade
Kur’an’ı
fade tarzlarını detaylarıyla bilen bir kimse Kur
r’a çevirmeye güç yetirebilir.
Meal, bir şeyin özü, varacağı yer ve sonuç demektir. Terim olarak ise bir sözün anlamının aynen değil
de genel içeriği ve anlamıyla ifade edilmesine meal denilir. Kur’an-ı Kerim’in hiçbir dile tam olarak çevirisi
yapılamayacağı için yapılan çevirilere meal adı verilmektedir. Yapılan mealler, sonuç itibariyle çeviri yapan kişinin Kur’an metninden anladığıdır. Bu sebeple tercüme ve mealler hiçbir zaman Kur’an hükmünde
değildir. Kur’an, asıl lafzıyla okunurken insanlar üzerinde bıraktığı derin etkiyi, yapılan tercüme ve meallerde
aynen hissetmek mümkün olmaz. Bu çabaların temel hedefi, Kur’an metninden Allah’ın maksadını ortaya
çıkarabilmektir. Bunca yapılan mealler arasında eğer hala farklılıklar varsa bunun temel sebebi, tercümenin
zorluğundandır. Örneğin “Mâliki Yevmi’d-dîn” (Fâtiha Suresi 1/4) ayetinin çevirisi bazı meallerde şöyle
yapılmıştır:
34
“Din gününün (tek) sahibi ve mutasarrıfı.”
(Hasan Basri Çantay).
“O din gününün maliki Allah’ın.” (Elmalılı M.
Hamdi Yazır).
“Hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki.” (Diyanet İşleri Başkanlığı).
“(Hamd) ceza gününün sahibi Allah’adır.” (Mahmut Toptaş).
“Karşılıkların verileceği/hesapların görüleceği
yargı gününün tek sahibidir.” (Yusuf Işıcık).
“O din/hesap gününün sahibidir.” (Said Şimşek)
İNCELEYELİM
Bir Kur’an meali bulup inceleyiniz. Kur’an’da yer alan konular ve Kur’an’ın iç düzeni hakkında
bilgi edinmeye çalışınız.
Tefsir ise mealden farklıdır. Tefsir, anlamı kapalı olan ve manası zor anlaşılan sözden ne kastedildiğini
açığa çıkarma faaliyetidir. Tefsirde sadece kelimelerin tercümeleri, çevirileri değil, yorumlar da yapılır. Kelime ve cümlelerin anlam, hüküm ve hikmetleri açıklanır. Bu iş yapılırken dinî, sosyolojik, felsefi, bilimsel ve
psikolojik pek çok veriden faydalanılır.
Kutsal kitabımızı anlamak için meallerin yanı sıra tefsirlerden de yararlanırız. Türkçe yazılmış pek çok tefsir
kitabı vardır. Bunları okumalıyız. Örneğin bu konuda Elmalı’lı M. Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı eserinden ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanmış olan “Kur’an Yolu” isimli tefsirden yararlanılabilir.
Bunlar dışında yazılmış tefsirlerden de yararlanabiliriz.
Allah’ın ilahî mesajı olan vahiy, dinin teorik yanını oluştururken Hz. Peygamberin sünneti, dinin pratik
yönünü teşkil eder. Kur’an okunduğu zaman her insanın anlayabileceği öğütleri içeren ayetler olduğu gibi,
anlaşılması ayrı bir ilim ve uzmanlığı gerektirecek ayetler de vardır. Bundan dolayı Kur’an’ın anlaşılmasında
Hz. Peygamberin sünnetine olan ihtiyacımız büyük önem arz eder. Bu açıdan Kur’an’ın anlaşılmasında Peygamberimizin sünnetinin büyük önemi vardır.
2. Hz. Muhammed’in Sünneti
TEMEL AYET
“Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş sayılır.”
(Nisa suresi, 80. ayet.)
Yukarıdaki ayete göre Hz. Peygambere itaat etmek, onun sünnetine uymak niçin gereklidir?
35
Sözlükte sünnet; “tutulan yol, davranış, hüküm, âdet, kanun” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da yer alan şu
ayet bu anlamları destekler: “Daha önce gelip geçenler hakkında da Allah’ın kanunu (sünnetullah) böyledir.
Allah’ın kanununda asla değişme bulamazsın.” (Ahzab suresi, 62. ayet.)
Dinî bir kavram olarak sünnet, Kuran’dan sonra dinî kaynakların ikincisi olup, Hz. Peygamber’in söz, fiil
ve takrirleri/onaylarıdır. “Söz, haber, yeni şey” anlamlarına gelen hadis ise sünnetle eş anlamlı sayılabilir.
Hadislerin bütünü sünneti oluşturmaktadır.
Yukarıda geçtiği gibi sünnet, üç bölümde ele alınır:
Sözlü sünnet: Hz. Peygamberin herhangi bir konuda yaptığı açıklamalardır. “Kâle Rasululah/Allah’ın elçisi
şöyle dedi.” diye başlayan hadisler bu gruba girer. Örneğin “Ramazan hilâlini görünce orucu tutun, şevval
hilalini görünce orucu yiyin.” (Buharî “Savm” 11; Müslim “Sıyâm” 4, 18.); “Bir kimse uyuyarak ya da unutarak
namazını geçirirse hatırlayınca kılsın.” (Ebu Davud “Salat” 11; Darimî “Salat” 26.) şeklindeki hadisler sözlü
sünnete örnektir.
Fiilî sünnet: Herhangi bir konuda Hz. Peygamberin yaptıklarının sahabe tarafından görülüp aktarıldığı
haberlerdir. “Allah’ın elçisi abdesti şöyle alırdı.” şeklinde nakledilen ifade buna örnek olarak verilebilir. Sahabenin namazın kılınışı ve haccın yapılışı ile ilgili olarak Hz. Peygamberden naklettikleri şu haberler fiilî sünnete örnektir: “Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öyle kılın!” (Buharî “Ezan” 18.), “Hacla ilgili ibadetlerinizi
benden öğrenin!” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 318.)
Takrîrî sünneet: Hz. Peygamberin, huzurunda sahabe tarafından söylenen sözler ya da işlenen davranışları
reddetmeyip susması, onaylaması veya güzel karşılamasıdır. Örneğin su bulunmadığı zaman teyemmümle
namaz kılan bir sahabi, namazdan sonra su bulduğu hâlde namazı iade etmemiş, Hz. Peygamber de bunu
onaylamıştır.
TEMEL HADİS
Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: “Girmek istemeyenler dışında ümmetimin tamamı cennete girecektir.” Bunun üzerine ashaptan orada bulunanlar, “Ey Allah’ın Rasûlü! Kim girmek istemez?” diye
sorduklarında o şöyle buyurmuştur: “Bana itaat eden cennete girer. Bana karşı gelen de cennete girmek
istemiyor demektir.”
(Buhârî, İ’tisâm, 2.)
Sünnet, Kur’an’ı açıklama konusunda çok önemli bir kaynaktır. Dinî bir konuda hüküm verirken hem
Kur’an’a hem de sünnete bakılır. Çünkü Kur’an daha çok genel hükümler içerir. Bu hükümlerin geniş anlamda
açıklaması ise sünnet sayesinde olmuştur. Kur’an’ın lafzı ve manası Hz. Peygamber tarafından bize iletilmiş
ve açıklanmıştır. Kur’an’da emredilen namaz, zekât, oruç vb. ibadetleri doğru bir biçimde ve eksiksiz yerine
getirmek ancak sünnetle sağlanabilir.
2.1. Temel Kaynak Olarak Hadis ve Sünnet
Hadis ve sünnet, dinî hükümler için Kur’an’dan hemen sonra gelen çok önemli bir ana kaynaktır.
Kur’an’daki hükümlerin açıklaması ve Kur’an’da bulunmayan hükümler için sünnete bakılır. Helal ve haram
kılma konusunda Kur’an’la sahih sünnet arasında fark yoktur. Temel kaynak olarak sünnetin delil oluşunu
gösteren Kur’an’dan bazı ayetler şöyledir:
36
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin!” (Nisa suresi, 59. ayet.)
“Kim Peygamber’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa suresi, 80. ayet.)
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmrân
suresi, 31. ayet.)
“Allah ve Rasulü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman hiçbir mümin erkek ve hiçbir mümin kadın için
kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse şüphesiz
ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzab suresi, 36.
ayet.)
Görüldüğü gibi bu ayetlerde Hz. Peygamber’in
buyruklarına uymak gerektiği üzerinde durulmaktadır.
Çünkü Kur’an metinleri, Hz. Peygamberin Allah’tan
vahiy alarak konuştuğunu bildirmektedir: “O,
kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması,
ancak indirilen bir vahiy iledir.” (Necm suresi, 3-4.
ayetler.)
Hz. Peygamberden rivayet edilen hadislerde
de Kur’an ve sünnete sarılmanın önemi üzerinde
durulmuştur. Bu konudaki bazı hadislerden biri
şöyledir:
“Size iki şey bıraktım. Bunlara sımsıkı sarıldığınız
müddetçe asla yolunuzu şaşırmazsınız; Allah’ın
kitabı ve benim sünnetim.” (Ebû Davud “Sünnet” 5.)
!
DİKKAT ÇEKME
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i
İmran suresi, 31. ayet.)
Yukarıdaki ayetten hareketle sünnete niçin uymamız gerektiğini arkadaşlarınızla konuşunuz.
Bu gibi hadisler, sünnetin dinde bir kaynak olduğunu ortaya koymaktadır. Sünnetin dindeki yerini üç maddede özetlemek mümkündür:
Sünnnet, Kur’an’ın kapalı ifadelerini açıklar. Buna namazı, zekâtı ve haccı örnek olarak verebiliriz. Namazın
nasıl kılınacağını, kaç rekât olduğunu, zekâtın hangi mallardan ne miktarda verileceğini, hac ibadetinin nasıl
yapılacağını Peygamberimizin açıklama ve uygulamalarıyla öğrenebiliriz. Yine günlük hayatla ilgili helal ve
haramlar gibi birçok konuda Peygamberimizin açıklamalarına ihtiyacımız vardır. (A’râf suresi, 157. ayet.)
Sünnet, Kur’an’da yer alan hükümleri tamamlayıcıdır. Kur’an’ın mirastan bahseden ayetlerinde annebabanın, eşlerin ve çocukların mirastan alacakları pay bildirilir.7 Bu hükümler geneldir. Ayetlerde mirastan hisse
alacak kişinin özelliklerinden bahsedilmez. Fakat sünnet, her anne-babanın ya da eşin vâris olamayacağını
7 Nisâ suresi, 11-12. ayetler.
37
haber vermiştir.8 Örneğin vâris, mirasına konacağı kişiyi öldüren birisi olamaz.9 Bunu sünnetten öğreniriz.
Sünnett, Kur’an’da bulunmayan bir kısım hükümler koyar. Buna da yırtıcı kuşların etinin yenmesini haram
kılan ve diyetlerle ilgili hükümleri tespit eden hadisler örnek olarak gösterilebilir.
Sünnetin açıkladığı ya da bağımsız olarak hüküm koyduğu hususlarda, bu Kur’an’da yoktur, diye karşı
çıkmak doğru bir anlayış değildir. Çünkü Hz. Peygamber’e hüküm koyma yetkisini veren bizzat Allah’tır.
Hadisler dikkate alınmadığında, sadece o hadis değil, aslında Peygamberimize uymayı emreden ayetler
de görmezden gelinmiş olmaktadır. Dolayısıyla Rasulullah’ın yaşam biçimi anlamında sünnet, dinde temel
kaynaklardan birisidir.
2.2. Sünneti Anlama Yolları
Hadisler, senet ve metinden oluşur. Metne değerini senet kazandırır. Senet, hadisi birbirine aktaran isimlerin meydana getirdiği zincirdir. Hz Peygamber’in sözleri ve davranışlarını ifade eden kısma da metin denir.
Hadisleri başta sahabe olmak üzere Peygamberimizden duyarak başkalarına aktaran kişilere ise ravi adı
verilir. İşte, sünneti doğru bir şekilde anlamanın yollarının başında, hadisleri senet ve metin bakımından iyi
araştırmak gelir. Hadis bilginleri senette yer alan ravileri çok dikkatli bir incelemeye tabi tutmuşlar ve hadisleri
kabul etmede belirli şartlar ortaya koymuşlardır.
Sünneti anlamada hadis metni üzerinde araştırma yapmanın da önemi büyüktür. Gerçekte Hz. Peygambere ait olduğu kesin olarak belirlenmiş hadisler, Kur’an’ın hükümlerine aykırı düşmez. Eğer düşüyorsa bu
ya hadislerin makbul olmaması ya da bizim anlayışımızın eksikliğinden dolayıdır.
Sünnetin doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için izlenmesi gereken yöntemlerden bir diğeri de hadislere
bütüncül bakabilmektir. Farklı rivayetlerde kastedilen anlam, ancak böyle bir bütüncül bakış açısıyla ortaya çıkarılabilir. Örnek olarak elbiseyi uzatma ve bu konuyla ilgili şiddetli ceza içeren hadisleri ele alalım.
Bu konuyla ilgili bir rivayette şöyle buyrulur: “Üç kişi vardır ki kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz:
(1) Verdiğini başa kakmak için verip, başa kakan, (2) yalan yere yemin ederek malına revaç sağlayan, (3)
elbisesini uzatan.” (Müslim “İman” 46.) Bir başka rivayette de “elbisesi, topuklarının altına uzanan kimsenin
cehennemde olduğu” bildirilir. (Buhari “Libas” 4; Nesâî “Zinet” 103.)
Bu rivayetlerde geçen “elbisesini uzatan” sözünü hadis bilginleri “kibirlilik/büyüklenme” hâli olarak
yorumlamıştır. O hâlde, elbisenin kibirle sürüklenmesi şeklindeki bu belirleme, “elbisesini sürüyen” genel
ifadesiyle sınırlandırılmıştır. Rivayetlerde elbisesini uzatan kimsenin şiddetle cezalandırılmasından maksat
ise onu kibirle sürükleyen kişidir. Eğer kibir yoksa dinî açıdan elbisenin uzun olması bir şey gerektirmez,
sonucuna ulaşılır.
DİKKAT ÇEKME
!
Hadisleri doğru anlamak bize neler kazandırır? Arkadaşlarınızla konuşunuz.
Öte yandan, sabit olmuş hadislerde esas olan, bunların birbiriyle çelişmemeleridir. Eğer hadisler birbirleriyle mana olarak çelişkili gibi gözüküyorsa bize düşen görev, rivayetlerin arasını uzlaştırmaktır. Bu işlem
8 Buhârî, Ferâiz 26; Müslim, Ferâiz 1.
9 Tirmizî, Ferâiz 17.
38
yapıldıktan sonra, bu rivayetlerden birisi tercih edilir. Buna, kadınların kabir ziyaretleriyle ilgili hadisler örnek
verilebilir. Bu rivayetlerden birisinde kadınların kabir ziyaretinden men edildiği (Tirmizi “Cenâiz” 61; İbn Mâce
“Cenâiz” 40), daha sonra gelen çok sayıdaki rivayette ise artık yasağın kaldırıldığı bildirilmektedir. (Müslim
“Cenâiz” 36).
Kabirleri ziyaret etmekten maksat “ölümü” hatırlamadır. Ölümü hatırlamaya sadece erkekler değil,
kadınlar da muhtaçtırlar. Nitekim Hz. Peygamberin kızı Hz. Fatıma, babasının amcası Hz. Hamza’nın kabrini
her cuma ziyaret eder, ona dua eder ve kabrinin başında ağlardı. Bu nedenle kadınlara kabir ziyaretinin
yasaklanması doğru ve mantıklı olmayacaktır.
Hadislerin hangi ortam ve olaylarla ilgili söylenmiş olduğunu tespit etmek de sünneti anlama yollarından
biridir. Peygamberimizin, ilgili sözünü hangi özel sebep ve gerekçeler üzerine söylediğini araştırmak son
derece önemlidir. Buna hurmaların aşılanması ile ilgili hadisi örnek verebiliriz:
Bir defasında Hz. Muhammed (s.a.), Medine’de hurmalarını aşılayan halkı görünce onlardan böyle
yapmamalarını istemiştir. O yıl aşılanma terk edildiği için hurmalar üzüm vermemiştir. Bunun üzerine Rasûlullah: “Ben ancak bir insanım, size dininizden bir şey emredersem onu hemen alın, kendi düşüncemle bir şey
emredersem ben ancak ve ancak bir beşerim. Siz dünya işini daha iyi bilirsiniz.” buyurdular.10 Bu örnek bize
Hz. Peygamberin peygamberlik yönüyle insani yönünü birbirinden ayırmamız gerektiğini göstermektedir.
2.3. Temel Hadis Kaynakları
Hadis ilminin ilk ürünlerini, bazı sahabilerin bizzat Hz. Peygamberden duyup bir arada yazılı bir metin
olarak topladığı sahifeler oluşturur. Sahifelere, Kur’an ayetlerinden sonra İslam kültürünün ilk yazılı kaynakları
gözüyle bakılır. Bunların en meşhurları arasında Abdullah b. Amr b. As’ın (öl. 93/712) Hz. Peygamber’den
bizzat duyduğu 1000 kadar hadisi yazıp bir araya getirdiği “es-Sahîfetü’s-Sâdıka”sı gelir. Ayrıca Hemmam
b. Münebbih’in (öl. 101/719) Ebu Hureyre’den duyup yazdığı 138 hadisten oluşan “es-Sahîfetü’s-Sahîha”
da bu konuda önemli örneklerdendir. Hemmam bin Münebbih’in talebesi Ma’mer bin Râşid’in (öl. 152/769)
“el-Câmi’i” ve öğrencisi Abdurrezzak’ın (öl. 211/827) el-Musannef isimli eseri de bu konuda örnek olarak
verilebilir.
Herhangi bir konuda veya değişik konularda toplanmış kırk hadisten oluşan “erbeûn” adını taşıyan eserler
de yaygındır. İlk erbeûn yazarı Abdullah b. Mübarek (öl. 181/797)’tir.
Daha sonraki dönemlerde hadisler, farklı kriterlere göre sınıflandırılarak literatürdeki yerini almıştır. Bu
sınıflandırmaları genel olarak iki kısma ayırabiliriz:
1. Hadisi Nakleden Sahabi İsimlerine Göre Düzenlenmiş Hadis Kitapları: Bu tür eserlere Müsned denilir.
Elimizdeki en meşhur Müsned, Ahmed b. Hanbel’e (öl. 241/855) ait olan eserdir.
DİKKAT ÇEKME
!
40 hadis geleneğinin en ünlüsü, İmam-ı Nevevi’ye aittir.
2. Konularına Göre Düzenlenmiş Hadis Kitapları: Bu tür eserlere el-Câmi’, Sünen ve Musannef adı verilir.
Musanneflerin sünenlerden farkı, sahabe ve onlardan sonraki tabiun neslinin sözlerine de yer vermel10 Müslim, Fedâil 140, 141.
39
eridir. İmam Malik’in el-Muvatta’ adlı kitabı böyle bir eserdir.
Sünenlerin en bilinenleri ise Ebu Davud, Nesâî, İbn Mâce
ve Dârimî’nin sünenleridir.
Konularına göre hadisleri bir araya toplayan eserlerden,
daha kapsamlı olanlara ise câmi denir. Bunlarda, sünen ve
musanneflerde bulunan fıkıh başlıkları dışında, kıyamet
sahneleri, hadislerde yer alan Kur’an tefsirleri gibi dinin
bütün alanlarına dair konuların tamamını bulmak mümkündür. Buharî ve Müslim’in kitapları bu türün en önemli
örnekleridir ve Camiu’s-Sahih adıyla bilinir. Bu iki eser, Sahihayn (en sağlam iki hadis kaynağı) olarak bilinir ve kabul
edilir.
NOT EDELİM
İslam dünyasında çok tanınan ve itibar edilen 6 meşhur hadis kitabı vardır. Bunlara kütüb-ü
sitte denir. Kütüb-ü sitte; Buharî, Müslim, Tirmizî, Ebu Davud, Nesâî ve İbn Mâce’nin eserlerinden oluşur.
9 meşhur hadis kaynağı (Kütüb-ü tis’a) denilince de bunlara ilave olarak Ahmed b. Hanbel’in
Müsned’i, İmam-ı Malik’in Muvatta adlı eseri ve Dârimi’nin Sünen’i anlaşılır.
Hadis konusunda İslam bilginleri çok titiz çalışmalar yapmış ve bize muazzam bir hadis literatürü
bırakmışlardır. Hadis olup olmadığı şüpheli olan ya da Peygamberimiz söylemediği hâlde ona nispet edilen
rivayetlerle ilgili özel eserler kaleme almışlardır. Mesela Keşfu’l-Hafâ isimli eser, halk dilinde dolaşan meşhur
rivayetleri değerlendiren son dönem çalışmalarından biridir.
TEMEL HADİS
Peygamberimize ait olmayan bir sözü, bile bile o söylemiş gibi aktarmak büyük bir günahtır. Bunu
bizzat Allah’ın Rasulü şöyle belirtir: “Kim benim adıma kasten yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın!” (Buhârî, İlim 38; Müslim, Zühd 72.)
Yukarıdaki metin ışığında hadislerle ilgili titiz davranmamız gereken en önemli husus nedir? Arkadaşlarınızla konuşunuz.
Emin olmadan, gerekli araştırmaları yapmaksızın her duyduğumuz sözü “Peygamberimiz şöyle
buyurmuş…” diye başkalarına aktarmaktan mümkün olduğunca kaçınmalıyız. Böylelikle Peygamberimizin
sözleri olan hadislerle ona ait olmayan sözleri birbirine karıştırmayacak ve dinimizi doğru bilgiler ışığında
öğrenmiş olacağız.
40
!
DİKKAT ÇEKME
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’i Hz. Peygambere indirirken ona aynı zamanda Kur’an’ı açıklama görevi de
vermiştir.
Allah’ın ilahî mesajı olan vahiy, dinin teorik yanını oluştururken Hz. Peygamber’in sünneti ise dinin pratik yönünü teşkil eder. Kur’an’ın anlaşılmasında Hz. Peygamberin sünnetine olan ihtiyacımız, kayıkçının
küreğe olan ihtiyacı gibidir. Nasıl ki bir kayıkçı, kürek olmadan kayığın yönünü tayin edemezse, bir Müslüman da Hz. Peygamberin nebevî sünnetinden yararlanmadan, doğrudan Kur’an’ı salt aklıyla bir bütün olarak
anlamada zorlanabilir. Bu sebeple, Kur’an’ın anlaşılmasında ve İslam’ın bir bütün olarak yaşanmasında Hz.
Peygamberin sünnetine başvurmak büyük önem taşır.
Sünneti hadisleri dikkate almadan İslam’ı tam olarak yaşamak mümkün değildir. Çünkü Kur’an’da dinin
temelleri vardır. Hadisleri dikkate almamızı emreden ise bizat Kur’an’ın kendisidir. Namaz, zekât, hac gibi
ibadetleri layıkıyla yerine getirmek, toplumsal meselelerde dinin kurallarını esas almak, ahlakı Kur’an olan
Kutlu Peygamber’in uygulamalarını bilmekle mümkün olabilir.
3. Kur’an-ı Kerim Sünnet İlişkisi
Kur’an-ı Kerim Yüce Allah tarafından Peygamberimize indirilmiştir. Dolayısıyla onu en iyi bilen ve anlayan
kişi Hz. Peygamber’dir. Bu bağlamda Peygamberimizin hadislerinin ve sünnetinin Kur’an’ın anlaşılmasında
büyük önemi vardır. Kur’an’da, Nahl suresinin 44. ayetinde, “... İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman
için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’an’ı indirdik.” buyrularak Hz. Muhammed’in en önemli görevlerinden birinin Kur’an’ı açıklamak olduğu ifade edilir.
Peygamberimiz Kur’an-ı Kerim’de geçen kapalı, mecaz ve anlaşılmayan hususları sözleri ve uygulamaları
ile açıklamıştır. Örneğin, Kur’an’da Bakara suresinin 238. ayetinde geçen “ Namazlara ve orta namaza devam edin...” ifadesindeki “orta namaz” dan ne kastedildiği açık değildir. Hz. Peygamber “Orta namaz ikindi
namazıdır.” (Tirmizi Tefsir, 3.) hadisi ile ayetteki kapalılığı gidermiştir.
Kur’an-ı Kerim’de namaz, oruç, zekât, hac, kurban gibi ibadetler açık bir şekilde emredilir. Ancak bu ibadetlerin nasıl yapılacağı ile ilgili teferruatlı bilgiler yer almaz. Müslümanlar ibadetlerin niçin, nasıl, ne zaman
yapılacağı gibi hususları Peygamber’imizin sünneti ve açıklamaları sayesinde öğrenirler. Örneğin, abdestin
nasıl alınacağı, namazın nasıl kılınacağı, zekâtın hangi mallardan ne oranda verileceği, kurbanın hangi
hayvanlardan kesileceği gibi ayrıntıları Hz. Peygamber’in açıklamaları ortaya koyar. Peygamber Efendimiz
bir hadisinde, “Beni nasıl namaz kılarken görüyorsanız siz de namazınızı öyle kılın.” (Buhari, Ezan, 18.)
Tüm bu nedenlerle Kur’an ile sünnet arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Sünnet olmadan Kur’an’ı doğru bir
şekilde anlamak, İslam’da emredilen ibadetleri yerine getirmek, kısacası dinimizi doğru bir biçimde yaşamak
mümkün değildir. Peygamberimiz de Veda Hutbesi’nde, Müslümanlara Kur’an ve sünneti emanet olarak
bıraktığını, bu iki kaynağa uydukları müddetçe doğru yoldan sapmayacaklarını belirtmiştir. Öyleyse her
Müslüman Kur’an ve sünneti öğrenmeli, bunlara uymaya önem vermelidir.
41
DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI
1. İslam dininin temel kaynakları nelerdir?
2. Dinimizin anlaşılıp doğru bir şekilde yaşanmasında hadislerin rolü nedir?
3. Kütüb-ü sitte hangi eserlerden oluşur?
4. Hadisleri doğru anlayabilmek için hangi yöntemlere başvurulabilir?
5. Aşağıdakilerden hangisi Kur’an’ın isimlerinden değildir?
A- Furkan
B- Kelamullah
C- Şifa
D- Veda
B- 134
C- 148
D- 6666
6. Kur’an da kaç sure vardır?
A- 114
7. Kur’an-ı Kerim’i kitap haline getiren ve çoğaltan halifeler aşağıdaki seçeneklerden hangisinde doğru
verilmiştir?
A- Hz. Ali/Hz. Osman
B- Hz. Ebu Bekir/Hz. Osman
C- Hz. Ömer/Hz. Osman
D- Hz. Ebu Bekir/Hz. Ömer
8. Kur’an-ı Kerim’in temel özellikleri nelerdir? Aşağıdaki şemaya yazınız.
42
3. ÜNİTE
İSLAM İNANÇ
SİSTEMİ
Hazırlık Soruları
1. Ulü’l-azm kelimesinin anlamını sözlükten bulunuz.
2. İman, kader, tevekkül, ecel ve şer kelimelerinin anlamlarını söz lüklerden öğreniniz.
3. Peygamberlerin sıfatları ile ilgili bir araştırma yapınız.
4. Ahiret hayatı hakkında ne biliyorsunuz? Defterinize
yazınız.
43
1. Allah’a İman
İman, “sözlükte, bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek,
söylediğini kabullenmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine güven vermek, şüpheye yer vermeyecek şekilde
kesin olarak içten ve yürekten inanmak” anlamına gelir. Terim
olarak ise Allah tarafından getirdiği şeylerde Hz. Muhammed’i
gönülden tasdik etmektir. “Allah’tan başka ilah yoktur ve Hz.
Muhammed onun kulu ve elçisidir.” anlamına gelen kelime-i
tevhidi diliyle söyleyen ve kalbiyle tasdik eden kimse İslam’a
girmiş olur. İmanın ileri derecesi, inanılacak şeylerin her birine
açık ve ayrıntılı bir şekilde inanmaktır.
İslam’ın inanç esaslarının ilki ve en önemlisi Allah’a imandır. Altı iman esasıyla oluşan İslam binasını bir çadıra benzetecek olursak Allah inancı bu çadırın direği gibidir. Bu sebeple
Allah inancı bütün esasların özüdür. Nitekim Hz. Peygamber “İman nedir?” sorusuna, “Allah’a inanmaktır.”
(Buharî “İman” 37.) cevabını vermiştir. Kişi, aklını kullanarak Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmek zorundadır. Allah katında mümin sayılmak için sadece Allah’ın varlığını kabul etmek yeterli değildir, onun bir tek
ilah olduğuna da inanmak gerekir. İnancın tarihinde asıl sorun, Allah’ın varlığına iman edip etmemekte değil,
onun birliğine iman edip etmemekte ortaya çıkmıştır.
YAZALIM
İman esasları ile ilgili bildiklerinizi aşağıya birer cümle ile yazınız.
Allah’a iman:…………………………………………...................……………………………
Meleklere iman:……………………………………..................………………………………
Kitaplara iman:……………………………………….................……………………………..
Peygamberlere iman:………………………………................………………………………
Ahirete iman:………………………………………..................………………………………
Kaza ve kadere iman:…………………………………...............……………………………
1.1. Allah’ın Birliği
Allah’a imanda en temel şart, Allah’ın varlığının yanı sıra birliğine de inanmaktır. Onun zat, sıfat ve fiillerinde eşi, benzeri ve ortağı olmadığına iman etmektir. Buna tevhit inancı denir. İnsanlık tarihine baktığımız
zaman her ne kadar Yaratıcı bir güç olarak Allah’ın varlığı kabul edilmişse de zaman zaman özellikle başka
varlıklara, kurumlara ve nesnelere paylaştırılmak suretiyle tevhit ilkesinden sapılmıştır. Buna Allah’a ortak
koşmak manasına gelen “şirk” denilir. Tevhide dayanmayan bir Allah inancı, geçerli değildir. Tevhit “birlemek,
bir şeyin bir olduğuna hükmetmek” manalarına gelir. Bu anlamda tevhit, Allah hakkında kullanıldığı zaman
44
“eşi, ortağı ve benzeri olmayan bir ve tek ilah” demektir. Bu manada Allah’ın tek ve biricik oluşu “Sizin ilahınız bir tek ilahtır.” (Bakara suresi, 163. ayet.) ve “De ki: O Allah bir tektir.” (İhlâs suresi, 1. ayet.) ayetlerinde
vurgulanır.
Allah’ın birliği, onun zatında, sıfat ve fiillerinde ortaya çıkar. Allah’ın zatında birliği, onun dengi olarak
görülen başka ilahların olmaması, ortağının bulunmaması ve diğer varlıklar gibi parçalardan birleşmiş olmamasıdır. Bir müminin tevhit inancına sahip olabilmesi için tüm bunlara inanması gerekir. Kur’an-ı Kerim’de
Allah’ın zati birliğini ifade eden pek çok ayet bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir:
TEMEL AYET
“Allah’tan başka ilah yoktur.” (Âli İmran suresi, 62. ayet.)
“Allah ile beraber başka ilahlar edinmeyin!” (Nahl suresi, 51. ayet.)
“Allah, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan bir Allah’tır.” (Bakara suresi, 255. ayet.)
İslam öncesi Mekke’de yaşayan putperestler, Allah’la birlikte putları da ilah edindikleri, tarihte Hıristiyanlar
Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlemesiyle ulûhiyeti parçaladıkları, Maniheistler İyilik ve Kötülük Tanrısı diye iki
tanrı edindikleri için Allah’ın zatında tevhidi ihlal etmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’de yer alan İhlâs suresi, İslam’ın
Allah anlayışını ortaya koymaktadır:
“De ki: O, Allah’tır, bir tektir. Her şey ona muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Ondan çocuk olmamıştır. Kendisi de doğmamıştır.” (İhlâs suresi, 1-4. ayetler.)
Yüce Allah, zatında bir olduğu gibi sıfatlarında da birdir. O, en mükemmel sıfatlara sahiptir. Allah’ın isim
ve sıfatlarının başka hiçbir varlıkta bulunmadığını kabul etmek Müslümanların görevidir. Allah’ın bazı sıfatlarıyla insanların sıfatları arasında isim benzerlikleri bulunabilir. Örneğin Allah da işitir, insan da; Allah da
görür, insan da; Allah da konuşur, insan da; Allah’ın da ilmi vardır insanların da…. Ancak arada çok temel
farklılıklar bulunur. Allah’ın sıfatları sınırsızdır, sonradan kazanılmış değildir. Onda sürekli mükemmel bir
45
şekilde mevuttur.
Yüce Allah fiillerinde de tektir. Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimize göre Hz. İbrahim, tevhit ilkesi üzerine
Allah’ı anlatırken, onun diriltmesi, öldürmesi, güneşin hareketlerini belirlemesi gibi hiçbir insanın güç yetiremeyeceği fiillerini delil göstererek inanmayan muhataplarını susturmuştur. Allah’ı göremeyiz ama onu sıfat
ve fiilleri ile tanırız. Allah’ın ortaya koyduğu eserler, yarattığı güzellikler onun mükemmel bir varlık oluşunun
kanıtıdır. Bu bağlamda Yüce Allah, fiillerinde de eksiksizdir, mükemmeldir.
TEMEL AYET
Allah’ın tek ve biricik oluşu Kur’an’da, “Sizin ilahınız bir tek ilahtır.” (Bakara suresi, 163. ayet.) ve “De
ki: O Allah bir tektir.” (İhlâs suresi, 1. ayet.) ayetlerinde vurgulanır.
Allah’ın birliği, evrendeki mükemmel düzenden, varlıklar arasındaki uyumdan, kâinattaki eşsiz yaratılıştan
da kolaylıkla anlaşılabilir. Uçsuz bucaksız evrenin mükemmel bir şekilde yaratılması, gezegenlerin kendi
yörüngelerinden sapmaksızın hareketlerini milyonlarca yıldır sürdürmesi, güneşin doğuşu ve batışı, mevsimlerin düzeni, Allah’ın eşsiz yaratıcılığı gibi tek olduğunu da ortaya koyar.
!
DİKKAT ÇEKME
“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı, yer ve gök (bunların düzeni) kesinlikle bozulup
gitmişti.” (Enbiya suresi, 22. ayet.)
Yukarıdaki ayeti yorumlayınız. Ayete göre Allah’ın birden fazla olması mümkün müdür? Niçin? Arkadaşlarınızla tartışınız.
1.2. Allah’ın Sıfatları
Allah’a iman etmek, onun mükemmel sıfatlarını bilip öylece inanmak ve yüce zatını noksan sıfatlardan
soyutlamaktır. Yüce Allah’ı bilmenin yollarından birisi de onun sıfatlarını bilmekten geçer. Kur’an’a göre en
yüce sıfatlar Allah’a aittir. Biz Allah’ın zatının mahiyetini bilemeyiz. O, aşkın bir varlık olduğu için Hz. Peygamber, Allah’ın zatını değil, sıfatlarını düşünmeyi tavsiye etmiştir. Allah’ın zatını beş duyu organıyla kavramamız
mümkün olmadığına göre onun mahiyetinin neden ibaret olduğu hakkında düşünmemiz de doğru değildir.
Çünkü insan, ne aklı ne de sınırlı bilgisiyle onun mahiyetini kavrayabilir. Ancak, Allah’ın yüce sıfatlarını ve
bunların ne anlama geldiğini kavrayabilir. Böylece Yüce Yaradan’ı tanıyabilir.
a. Zatî Sıfatlar (Sadece Allah’a özgü sıfatlar)
Vücud: Allah’ın var olması, demektir. Vücudun aksi olan yokluk, Allah hakkında düşünülemez. Onun
varlığı kendisinden olup bir başkasından değildir.
Kıdem: Allah’ın varlığının başlangıcı olmamasıdır. O, zatı ve sıfatlarıyla kadimdir, ezelîdir. “Evvel odur,
46
Ahir de odur. Zâhir odur, Bâtın odur. Her şeyi hakkıyla bilen yine odur.” (Hadîd suresi, 3. ayet.)
Bekâ: Allah’ın varlığının sonunun olmamasıdır. Onun varlığı sonsuzdur. “Sen ölümsüz ve daima diri olan
(Allah’a) güven.” (Furkan suresi, 58. ayet.)
Kıyam binefsihî: Allah’ın kendisiyle
kâim olması ve bu hususta bir başkasına
ihtiyaç duymamasıdır. “Ey insanlar! Siz
Allah’a muhtaçsınız. Allah ise zengindir
(hiç bir şeye muhtaç değildir) ve övülmeye en layık olandır.” (Fâtır suresi, 15.
ayet.)
Vahdâniyet: Tek bir olan, eşi, benzeri ve ortağı bulunmayan anlamına gelir.
Allah zatında, sıfatlarında ve fiillerinde
birdir. “Eğer yerde ve gökte ondan başka tanrılar olsaydı yer ve gök (bunların
düzeni) bozulurdu.” (Enbiyâ suresi, 22.
ayet.)
Muhâlefetün li’l-havâdis: Allah’ın
sonradan olan yaratıklara benzememesidir. “Hiçbir şey onun benzeri değildir.”
(Şûrâ suresi, 11. ayet.)
b. Subûtî Sıfatlar (Allah’ın, diğer
varlıklarda benzeri olan sıfatları)
Hayat: Allah’ın canlı ve diri olması
demektir. Hayatın zıddı olan ölüm, Allah
hakkında düşünülemez: “Allah, kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Daima
diridir ve yarattıklarını gözetip durur.” (Bakara suresi, 255. ayet.)
İlim: Allah’ın bilme sıfatıdır. O, her şeyi bilir. İlmin zıddı olan cehalet, Allah için imkânsızdır: “O, her şeyi
hakkıyla bilendir.” (Bakara suresi, 29. ayet.)
Semî: Yüce Allah’ın her şeyi işitmesidir: “Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Bakara suresi, 181. ayet.)
Basar: Allah’ın her şeyi görmesidir: “Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür.” (Bakara suresi, 110. ayet.)
Kudret: Allah’ın her şeye gücünün yetmesidir: “Şüphesiz Allah her şeye güç yetirir.” (Nahl suresi, 77.
ayet.)
İrade: Allah’ın dilemesi ve istemesi anlamına gelir: “Bir şeyi dilediği zaman onun emri, ancak “ol!” demektir. O da hemen oluverir.” (Yasin suresi, 82. ayet.)
Kelam: Allah’ın, seslere, harflere ve bu harflerden meydana gelen kelime ve cümlelere ihtiyacı olmaksızın
konuşması demektir: “Allah Musa ile konuştu.” (A’raf suresi, 143. ayet.)
Tekvîn: Yok olan bir şeyi yokluktan varlığa çıkarmak, yaratmaktır.
47
1.2.3. Fiilî Sıfatlar
İlahî sıfatlar içerisinde, Allah, varlık ve insan ilişkisini ifade eden fiilî sıfatlar da vardır. Fiilî sıfatlar;
Allah’ın ilim, irade ve yaratmasıyla meydana gelir.
Fiilî sıfatlar, Allah’ın yaratma, şekil verme, yaşatma,
gözetme, nimetlendirme, rızıklandırma gibi nitelikleridir. Yüce Allah’ın fiilî sıfatları pek çoktur; bunların
hepsini saymak mümkün değildir.
DİKKAT ÇEKME
!
Allah’ı tanımanın yollarından biri onun sıfatlarını bilmekten geçer. Sıfatlar kavrandıkça Yüce Allah’a
olan sevgimiz artar. Ona karşı olan görevlerimizi yerine getirme konusunda gevşeklik göstermeyiz.
2. Meleklere İman
“Melek” kelimesi sözlükte elçi, güç ve kuvvet anlamlarına gelir. Dinî bir terim olarak ise melek, Allah’ın
emriyle çeşitli görevleri yerine getiren, gözle görülmeyen, nuranî ve ruhanî varlık demektir. Melek kelimesinin çoğulu “melâike”dir. İslam’da melek inancı, iman esaslarından biridir. Kur’an-ı Kerim’de meleklere iman
etmenin farz olduğunu bildiren birçok ayet vardır. Şu ayet melekleri inkâr etmenin sapkınlık olduğunu açıklar:
“…Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse şüphesiz derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa suresi, 136. ayet.) Ayrıca hadislerde de Hz. Peygamber, iman esaslarını sıralarken
Allah’a imandan sonra ikinci sırada meleklere inanmayı saymıştır (Müslim, “İman”, 1.).
2.1. Meleklerin Özellikleri ve Görevleri
Melekler, insandan önce, nurdan yaratılmış; yemek, içmek, erkeklik, dişilik, evlenmek, uyumak, yorulmak,
gençlik, ihtiyarlık gibi fiil ve özelliklerden uzak varlıklardır.
Melekler kanatlı, son derece süratli, güçlü ve kuvvetli varlıklardır. Allah’ın emir ve izniyle çeşitli şekil ve
kılıklara bürünebilmektedirler. Nitekim Hz. Peygambere Cebrail’in asli suretinde (Tekvir suresi, 23. ayet.);
bazen de sahabeden Dıhyetü’l-Kelbi şeklinde göründüğü bildirilmektedir. Yine Cebrail, Hz. Meryem’e, bir insan şeklinde görünmüştür (Meryem suresi, 16-17. ayetler.) Ayrıca Kur’an’dan öğrendiğimiz kadarıyla bir grup
meleğin Hz. İbrahim’e varıp bir erkek evlat müjdeledikleri ve ardından Hz. Lut’a giderek kendisine inananlarla
birlikte şehri terk etmeleri gerektiğini söyledikleri haber verilmektedir (Hicr suresi, 59-69. ayetler.).
48
Melekler, Yüce Allah tarafından verilen görevleri eksiksiz yerine getiren itaatkâr varlıklardır. Günah işlemediklerinden dolayı masumdurlar. “İlliyyûn, Mukarrebûn” diye anılan bu melekler, daima Allah’a ibadet ve
itaatle meşguldürler. Bunların ibadet hayatı ile ilgili olarak Kur’an’da şöyle buyrulur: “Onun katındaki melekler
kendisine ibadet etmekten, ne çekinirler ne de yorulurlar. Gece gündüz Allah’ı tespih ederler ve usanmazlar.”
(Enbiyâ suresi, 19-20. ayetler.)
Meleklerin çok önemli diğer bir özelliği de Allah’ın kendilerine yüklediği görevleri içtenlikle yerine getirmeleridir: “Melekler kendilerine her şekilde hâkim ve üstün olan Rablerinden korkarak ne emredilirse onu
yaparlar.” (Nahl suresi, 50. ayet.)
Dört büyük melek vardır. Bunlardan Cebrail, peygamberlere vahiy getirmekle görevli (Bakara suresi, 97.
ayet.), Azrail, eceli gelenlerin ruhlarını almakla (Nisa suresi, 97. ayet.); Mikâil, tabiat işleriyle (Bakara suresi,
98. ayet.) ve İsrafil ise kıyametin kopması ve ahiret hayatının başlaması sırasında sur’a üflemekle görevlendirilmişlerdir (Neml suresi, 87. ayet.).
Melekler, peygamberlere ve diğer müminlere destek olup manevi güç verirler, onları sıkıntılı ve üzüntülü
anlarda teselli ederler, kâfirleri ise sıkıntıya sokarlar (Nahl suresi, 28, 32. ayetler.).
“Müdebbirât” diye bilinen melekler, kâinatın düzen ve intizamını temin etmekle görevlidirler. Allah’ın yer ve
göklerde irade ve kudretinin ortaya çıkmasına aracılık ederler (Nâziat suresi, 5. ayet.).
Münker ve Nekir adı verilen sorgu melekleri de vardır. Bunlar ölüye mezarda “Rabb’in kimdir, dinin nedir,
kitabın nedir, peygamberin kimdir?”gibi sorular sormakla görevlidirler.
Öte yandan insanların iyi ve kötü amellerini yazmaya memur edilen “kiramen katibin” denilen melekler
vardır. Bunlar da insanların davranışlarını kayıtlara geçirmekle görevlendirilmişlerdir (İnfitar suresi, 10. ayet.).
Cehennemde Allah’ın kendilerine vermiş olduğu görevleri yerine getirmekle görevlendirilmiş meleklerden
de bahsetmek mümkündür. Bunların başkanına ”Mâlik” denilmektedir (Tahrim suresi, 6. ayet.).
Meleklerin bir başka görevi de insanı korumaktır. İnsanı korumak için önünde ve arkasında takip eden
melekler vardır (Ra’d suresi, 11. ayet.).
Meleklerden bazıları insanları iyiliğe yöneltip kötülüklerden sakındırır. Peygamberimiz bundan dolayı içimizde iyiliğe çağıran bir ses duyduğumuzda ona uymamızı ister. Onun, meleğin sesi olduğunu belirtir.
Bunlardan başka, Allah tarafından verilen görevleri eksiksiz olarak yerine getirmekle görevlendirilmiş
daha birçok melekten bahsetmek mümkündür.
2.2. Meleklere İnanmanın Sağladığı Yararlar
Meleklere iman etmenin hayatımıza katacağı birçok
güzellikten söz edebiliriz. Her şeyden önce, meleklerin varlığına inanan bir kimse, âlemin başıboş ve
sahipsiz olmadığını, her yerde Yaratıcıyı anan
varlıkların bulunduğunu düşünür, kalben büyük
bir huzur bulur.
Meleklere iman, insanlarda sorumluluk
duygusunu geliştirir ve otokontrol sistemini geliştirir. Söz ve davranışlarının her an kiramen
kâtibin tarafından yazılıp kaydedildiğini düşünen bir kimse, iyi ve güzel davranışlar sergileme ve kötülüklerden uzak durma gayreti içerisin-
49
de olur. Doğru ve faydalı işler yapar. Çünkü kıyamet gününde melekler tarafından yazılan iyi ve kötü bütün
yaptıkları, insanın önüne getirilecek ve kendisine gösterilecektir (Zilzâl suresi, 6. ayet.).
Melek inancına sahip olan bir kimse, kendisini iyiliğe çağıran sese kulak verir ve bu sesin meleğin sesi
olduğunu düşünür. Aynı şekilde meleklere inanan bir kimse, karamsarlığa kapılmaz, Allah’ın izniyle darlık ve
sıkıntılı durumlarda müminlere yardım eden meleklerin bulunduğunu düşünerek ümitli olur.
Meleklere inanan ve bu doğrultuda davranan insanlardan oluşan toplumlarda sevgi, barış ve güven olur.
Güzel davranışlar artar; kötülükler azalır. Böyle toplumlar mutlu ve huzurlu yaşarlar. İnsanları korumakla
görevli meleklerin var olduğuna inanan kişi, yalnızlık ve çaresizlik gibi duygular da yaşamaz.
2.3. Cin ve Şeytan
Cin, sözlükte “örtülü ve gizli varlık, görünmeyen şey” anlamına gelir. Duyu organlarıyla idrak edilemeyen
bu varlıklar, duyu ötesi alana ait varlıklar olup bunların mahiyetini kavrayamayız. Cinlerin varlığı ve mahiyetlerine dair bilgiler ancak ilahî vahiy yoluyla kısmen bilinebilir. Kur’an-ı Kerim’de cinlerin dumansız, yalın ateşten yaratıldıkları belirtilir. Ayrıca Kur’an’da “Cin suresi” adıyla müstakil bir sure vardır. Bu bakımdan cinlerin
varlığına her müminin inanması gerekir.
Cinler, gaybı bilmezler. Zira gaybın bilgisi sadece Allah’a aittir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurur:
“Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan bir kurt
gösterdi. Süleyman’ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki eğer gaybı bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde
kalmamış olacaklardı.” (Sebe’ suresi, 14. ayet.) Bu itibarla cinlerin insanların bilmediği, geçmişe ve şu ana ait
bazı olayları bilebildikleri ileri sürülse de bu kesinlikle yanlıştır. Cinler de insanlar gibi Allah’a ibadet etmekle
sorumlu tutulan varlıklardır: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât suresi,
56. ayet.) Cin suresinde, cinlerin Allah’a iman eden ve iyi işler yapanları olduğu gibi, kötülerinin de bulunduğu
belirtilir.
Şeytan, insanları saptırmaya çalışan azgın, kibirli ve gözle görülmeyen bir varlıktır. Kur’an-ı Kerim’de İblis
kelimesi bir yerde şeytan (Sebe’ suresi, 20. ayet.), diğer yerlerde ise şeytanların atası olarak geçmektedir
(Şuara suresi, 95. ayet.). Kur’an, şeytanın ateşten yaratıldığını nakleder (A’raf suresi, 12. ayet.). Yüce Allah, Kur’an’ın pek çok yerinde “Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bakara
suresi, 208. ayet.) buyurmak suretiyle inananları uyarmıştır. Buna göre şeytan, insanın düşmanıdır ve onu
saptırmak ister. Kötü işleri güzel göstermek için ona telkinde bulunur (Ankebût suresi, 38. ayet.).
DÜŞÜNELİM
Şeytanın kötü özellikleri ile ilgili neler biliyorsunuz? Eûzü besmele çekmekle şeytandan
korunma arasında nasıl bir ilgi olabilir? Arkadaşlarınızla konuşunuz.
Şeytan ve cinlerin inançlı ve ihlaslı insanlar üzerinde hiçbir gücü ve tesiri olamaz. İnanan bir kimsede iyi
nitelikler bulunursa cin ve şeytanlardan gelebilecek kötülüklere karşı, Allah’ın koruyuculuğu devreye girecektir. (İsrâ suresi, 63. ayet.). Şeytanın ve inkârcı cinlerin hâkimiyeti ve zararı, ancak onları dost edinenler ve
Allah’a ortak koşanlar için söz konusudur (Nahl suresi, 99-100. ayetler.).
50
NOT EDELİM
Bizler Felak ve Nâs surelerini sık okuyarak kötü varlıklardan, zararlı şeylerden ve şeytandan
Allah’a sığınmış oluruz.
3. Kitaplara İman
NE DERSİNİZ?
İlahî kitapların diğer kitaplardan ayrılan yönleri nelerdir?
Allah’ın gönderdiği kitaplara inanmak, temel iman esaslarındandır. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde birçok açıklama vardır. Söz gelimi, Kur’an’ın ikinci suresinin başında doğru yolda olanların özellikleri
sayılırken, onların, Hz. Peygamber’e ve ondan önceki peygamberlere indirilenlere iman ettikleri belirtilir. Aynı
surenin sondan bir önceki ayetinde de “müminlerin Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandıkları” ifade edilir. Ayrıca bir ayette “…Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü
inkâr ederse şüphesiz derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa suresi, 136. ayet.) buyrularak, ilahî kitapları inkâr
eden kimsenin dalalet içinde olacağı belirtilmiştir. Hz. Peygamber de bir hadislerinde, Allah’ın gönderdiği
kitaplara inanmanın bir inanç esası olduğunu bildirmiştir.
3.1. İlahî Kitaplara İnanmanın Gerekliliği
İnsan, Allah’ın sorumluluk yüklediği bir varlıktır. Allah, mesajlarını gönderdiği kitaplar ve görevlendirdiği
peygamberlerle bildirmiş, insanın temel sorumluluklarını bu şekilde açıklamıştır. Ancak peygamberler ölümlü
varlıklar oldukları için Allah’ın onlar vasıtasıyla bildirdiği mesajlar peygamberlerin vefatı ile son bulabilir.
Kitaplar ise daha süreklidir. Bu bakımdan Yüce Allah peygamberlerine kitaplar göndermiştir. Şu ayette Allah’ın kitap göndermesindeki hikmetlere değinilmektedir: “İnsanlar bir tek
ümmet idi. Sonra Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberleri gönderdi;
onlar aracılığı ile anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hüküm
vermek için gerçeği içeren kitabı indirdi.”
(Bakara suresi, 213. ayet.) İlahî kitaplara
inanmak, peygamberlere ve meleklere
imanın da gereğidir. Çünkü vahiyleri melekler peygamberlere
iletir, peygamberler de
insanlara açıklayıp öğretir.
51
İnsan, aklıyla Allah’ı bulabilir ama Rabbine nasıl kulluk edileceğini kitaplar olmadan bilemez. İşte insan
bu ilahî kitaplar sayesinde hayatın anlamını kavrar, insani değerlerin önemli olduğunu idrak eder, iyi ve kötü
davranışların neler olduğunu bilir. İnsanı yaratan Allah, kullarının kuvvetli ve zayıf noktalarını çok iyi bildiği
için onların mutlu ve huzurlu yaşamalarını sağlayacak ilahî kitaplar göndermiştir. Dolayısıyla ilahî kitaplara
inanmak, insanın huzur ve mutluluğu için de gereklidir.
3.2. İlahî Kitaplar ve Özellikleri
Allah’ın gönderdiği büyük kitaplara ilahî kitaplar
denir. Suhuf ise dar bir çevrede, küçük toplulukların
ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde indirilen ve
birkaç sayfadan oluşmuş küçük kitap ve risalelere
denilir. Hz. Âdem’e 10 sayfa, Hz. Şît’e 50 sayfa, Hz.
İdrîs’e 30 sayfa, Hz. İbrâhim’e 10 sayfa olmak üzere toplam 100 sayfa gönderilmiştir. Suhuflar günümüze kadar ulaşmamıştır. Biz suhufların varlığını
Kur’an ve hadislerden öğreniyoruz.
Yüce Allah, insanlığı eğitmek için sayfalardan
başka kitaplar da göndermiştir. Bunlardan Zebur
Hz. Davut’a indirilmiştir. Bu konuda Kur’an’da şöyle buyrulur: “...Gerçekten biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık. Davut’a da Zebur’u verdik.” (İsrâ suresi, 55. ayet.) Zebur, ilâhî kitapların
en küçüğüdür.
Allah’ın vahiy yoluyla Hz. Musa’ya gönderdiği
ilahî kitabın adı Tevrat’tır. Kur’an-ı Kerim’de Tevrat
ve diğer ilahî kitaplarla ilgili ayetler vardır. (Bakara suresi, 75; Âl-i İmrân suresi, 93; Mâide suresi, 44, 66, 68,
Tevbe suresi, 111; Fetih suresi, 29; Sâf suresi, 6; Cum’a suresi, 5.). Tevrat, Hz. Musa’dan altı asır kadar
sonra yazıya geçirilmiştir. Tarihî kayıtlara göre ilk kez Asur Kralı Buhtunnasr Kudüs’ü işgal edince Tevrat nüshalarını yaktırmıştır. Yahudilere göre Azra isimli biri yüz sene sonra Tevrat’ı ezberinden tekrar yazmıştır. Yine
kaynaklara göre Roma Kralı Artiokus da Filistin’i işgal ettikten sonra Tevrat nüshalarını ikinci kez yaktırmıştır.
Müslümanlar, Allah’ın Hz. Musa’ya verdiği Tevrat’a, bu ilahî kitabın Allah’tan gönderildiği şekline inanırlar.
BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM
Kitap, “yazmak, dikmek, bağlamak ve farz kılmak gibi anlamlara gelen kitap, terim olarak “yazılmış
sayfalardan oluşan eser” demektir.
Suhuf ise dar bir çevrede, küçük topluluklara, ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde indirilen sayfası
çok olmayan küçük kitap ve risalelere denilir.
52
İncil, Hz. İsa’ya verilen kutsal kitabın adıdır. Hıristiyan dünyasında genel kabul gören; Matta, Markos,
Luka ve Yuhanna İncillerinden başka; Barnaba İncili ve Saint Thomas İncili de meşhur İncil metinleri arasında
yer alır. Özellikle Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri, Hz. İsa’nın hayatı hakkında, sonraki nesillerden
gelenlerin verdikleri bilgileri bir araya getiren kitaplardır. Hz. İsa Aramice konuştuğu hâlde bugün Hıristiyanların elinde bulunan kitapların hepsi Grekçedir. İncil Hz. İsa hayatta iken yazıya geçirilememiştir. İncil de Hz.
İsa’dan altmış yıl kadar sonra yazıya geçirilmiştir. İncil’de Hz. İsa’nın öğütleri, vaazları ve tavsiyeleri önemli
yer tutar.
Biz bütün ilahî kitapların Allah tarafından indirildiğine iman ederiz. Bu kitapların gönderildiği peygamberlere de inanırız. Bu konuda her Müslüman Hz. Peygamber’in tavsiyesi doğrultusunda hareket etmelidir: “Ehl-i
kitabı tasdik de etmeyiniz, tekzip de. Biz Allah’a ve bize indirilene, İbrahim, İshak, Yakup ve ebbata indirilene,
Musa ve İsa’ya verilenlerle diğer peygamberlere verilenlere inandık” (Bakara suresi, 136. ayet.) deyiniz.”
(Buharî, “İ’tisâm”, 25.)
İlahî kitaplar arasında inanç esasları ve ahlaki ilkeler yönüyle ortak esaslar vardı. Bugün için bize kadar
hiçbir değişikliğe uğramaksızın tevatür yoluyla gelen ilahî kitap, Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim’i diğer
kutsal kitaplardan ayıran birçok özellikten bahsedilebilir. Bunlardan bazıları şunlardır:
Kur’an-ı Kerim’in hem lafzı ve hem de manası mucizedir. O, insanda hayranlık uyandıran bir eşsizliğe
sahiptir. Onun bir benzerini getirmek, insanoğlu için imkânsızdır.
Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamber’e toptan değil, zamanın ve olayların akışına göre parça parça indirilmiştir.
Bu da Kur’an’ın ezberlenmesini, yazıya geçirilmesini, anlaşılmasını ve yaşanmasını kolaylaştırmıştır. Kur’an
evrensel bir kitaptır. tüm insanlığa gönderilmiştir. Kur’an’ın ortaya koyduğu ilkeler çağlar üstüdür, belli bir
zamanla sınırlı değildir, kıyamete kadar geçerlidir. Kur’an, indirildiği şekliyle günümüze kadar gelmiş, varlığını
korumuştur.
3.3. İlahî Kitaplara İnanmanın Sağladığı Faydalar
İnsan, gerek Yüce Rabbine gerekse diğer varlıklara karşı nasıl davranması gerektiğinin bilgisini ilahî
kitaplardan öğrenir. İlahî kitaplar birçok ahlaki değerden bahseder. İnsan bu değerleri öğrenip yaşadıkça
ahlaki anlamda yücelir.
İnsan, her ne kadar Allah’ı, kendisine verilen akıl
nimetiyle tanırsa da, Yaradan’ın isim ve sıfatlarını ayrıntılı bir biçimde ancak ilahî kitaplar sayesinde öğrenebilir. İnsan, Allah’ın isim ve sıfatları konusunda ne
kadar doğru ve sağlıklı bilgi sahibi olursa Allah’a karşı
sevgi ve saygısı da o oranda artar.
İlahî kitaplar olmasaydı insanlar Allah’a nasıl kulluk edileceğini, ibadetlerin neler olduğunu ve yaratılış
gayelerini bilemezlerdi. Biz Allah’a karşı kulluk görevlerimizin neler olduğunu, Rabbimizin bizi niçin yarattığını ve hayatın anlam ve amacını ilahî kitaplardan öğrenebiliriz.
İlahî kitaplar olmasaydı öldükten sonraki hayat, ahiret hâlleri, cennet, cehennem gibi konulardaki detaylı
bilgileri bilemezdik.
53
İlahî kitaplara iman, hayatın anlamının ne olduğunu, insanın Allah’la, insanın hemcinsleriyle ve insanın
diğer varlıklarla nasıl ilişki kurması gerektiğine dair bilgileri de ihtiva eder. Bütün bu bilgiler insanın kendisi ve
çevresiyle barışık olmasını sağlar.
Bugün dünyada bir düzen, hak-hukuk ve birbirine saygı temelli bir bakış açısı varsa bunun en önemli
sebeplerinden biri ilahî kitapların ortaya koyduğu ilkelerin etkisidir.
Genelde bütün ilahî kitaplar, özelde ise Kur’an-ı Kerim, bir yaşama kılavuzu olarak gönderilmiştir. Bütün
insanlığın ve Müslümanların bu son ilahî mesajı iyi anlama ve yaşama yolunda gayret sarf etmeleri kendi
yararlarınadır.
4. Peygamberlere İman
Peygamberlere iman, insanlara doğru yolu
göstermek için, Allah tarafından seçkin kimselerin gönderildiğine, bu kimselerin Allah’tan
getirdiği bütün bilgilerin gerçek ve doğru olduğuna inanmak demektir. Yüce Allah her
Müslüman’a, aralarında herhangi bir ayırım
yapmadan bütün peygamberlere inanmayı
emretmiştir: “Peygamber kendisine Rabbi tarafından indirilene iman etti, müminler de. Her
biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayrım yapmayız...” dediler. (Bakara suresi, 285. ayet.) Bu sebeple
peygamberlerin bir kısmına inanıp diğerlerini
tasdik etmemek küfür sayılmıştır: “Allah’ı ve
peygamberlerini inkâr edenler ve Allah ile
peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız diyenler ve
bunlar arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu? İşte gerçekten kâfirler bunlardır...” (Nisâ suresi, 150-151.
ayetler.) ayeti bu durumu ifade eder.
BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM
Resul: Kendisine yeni bir şeriat ve ilahî kitap verilmiş peygamber.
Nebi: Önceki peygamberin getirdiği ilke ve kitapları insanlara aktaran peygamber.
İlk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar pek çok peygamber gelip geçmiştir. Kur’an’da adı geçen peygamberlerin sayısı yirmi beştir. Gönderilen peygamberlerin tamamının sayısı konusunda Kuran’da herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bir hadiste peygamberlerin sayısının 124.000 olduğu
haber verilmektedir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 266). Fakat bir ayette “Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var. Sana kıssalarını bildirmedi-
54
ğimiz kimseler de var...” (Mü’min suresi, 78. ayet.) buyrulması göz önünde bulundurulursa peygamberlerin
sayısı ile ilgili kesin bir rakam olmamakla birlikte bütün peygamberlere inanmak gerekir.
4.1. Peygamberlere İnanmanın Gerekliliği
İnsanların gerçek birer yol gösterici olan peygamberlere her zaman ihtiyacı vardır. Her ne
kadar insan yaratılırken akıl, bilinç, idrak, seçme
imkânı gibi birtakım yeteneklerle donatılmış ve bu
yetenekler sayesinde kendisi, çevresi ve diğer yaratıklar hakkında bazı bilgiler edinmiş olsa da bütün bunlar yeterli değildir. İnsanın akılla bilmesinin
mümkün olmadığı hususlarda elinden tutulması
ve yolunun aydınlatılması gerekmektedir. İşte yarattığı insanın bu yönünü en iyi bilen yüce Allah,
hikmetinin, lütuf ve yardımının bir sonucu olarak
insanlara peygamberler göndermiştir.
İnsanlar kendi akıllarıyla Allah’ın varlığını, birliğini anlayabilirlerse de ona ait birtakım yüce sıfatları tam
olarak bilmeleri mümkün değildir. Allah’a nasıl ibadet edileceğini, ahiretle ilgili konuları da bilemezler. Dünya
ve ahiret mutluluğuna kavuşmak, fikir ve ahlak bakımından yücelmek, ancak peygamberlerin öğrettiği buyrukları yerine getirmekle mümkün olabilir. İşte yüce Allah, insanların bu ihtiyacını gidermek için peygamberler
göndermiştir.
Peygamberler gönderilmemiş olsaydı insanlar iyi, doğru ve güzeli bulmada, faydalı ve zararlıyı ayırt
etmede zorlanacaklardı. Hatta çoğu zaman da bu hususlarda duygularının, geçici arzu ve isteklerinin ya da
geleneklerin baskısı altında kalacaklar, gerçek doğru ile pratik yararı birbirine karıştıracaklardı. İşte bu ve
benzeri sebeplerle Allah rahmetinin bir sonucu olarak peygamberler göndermiştir: “Biz seni ancak âlemlere
rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ suresi, 107. ayet.)
İnsanın belli işlerle sorumlu ve yükümlü tutulabilmesi ve bundan dolayı onlara sevap ve ceza verilebilmesi
için bilgilendirilmesine, bunun için de peygamber gönderilmesine ihtiyaç vardır. Böylelikle ahirette insanların “bilmiyorduk, bize peygamber gönderilmedi” diye Allah’a karşı mazeret ileri sürmelerinin önüne geçilmiş
olmaktadır: “Biz müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki artık peygamberlerden sonra
insanların, Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın...” (Nisâ suresi, 165. ayet.)
4.2. Peygamberlerin Özellikleri
Yüce Allah’ın göndermiş olduğu peygamberler insanlar arasından seçilmişlerdir. Onlar da diğer insanlar
gibi oturup kalkar, yer içerler, gezerler, evlenip çoluk çocuk sahibi olurlar, hastalanır ve ölürler. Bu yönleriyle
peygamberler, bütün insanlarla ortak özelliklere sahiptirler.
İlâhî emir ve yasaklarla yükümlülük konusunda peygamberler de diğer insanlar gibidirler. Fakat onlar
Allah’ın seçtiği elçileri olup insanların kendilerini örnek aldıklarının bilinci içindedirler. Bu sebeple varlıkta ve
yoklukta, sevinç ve tasada Allah’a şükrederler. Haset etmek, içi dışına uymamak gibi kötü huylardan hiçbiri
onlarda bulunmaz. Her peygamberde bazı niteliklerin bulunması gerekli ve zorunludur. Bu nitelikler şunlardır:
55
Sıdk: Peygamberler doğru sözlü ve dürüst
insanlardır. Onlar asla yalan söylemezler. Eğer
söyleyecek olsalardı halkın güven duygusunu
kaybederlerdi. O zaman da peygamber gönderilmesindeki gaye ve hikmet gerçekleşmemiş
olurdu.
Emanet: Peygamberlerin hepsi emin ve
güvenilir kişilerdir. Emanete asla hainlik etmezler. Bu konuda bir ayette şöyle buyrulur:
“Bir peygamber için emanete hıyanet yaraşmaz...” (Âl-i İmrân suresi, 161. ayet.) Bu sebeple Hz. Muhammed’e Mekkelilerce ‘el-emîn’
yani güvenilir insan lakabı verilmiştir.
İsmet: Peygamberler günah işlemezler,
kötülüklerden kaçınırlar. Onlar masumdurlar.
İnsan olmaları sebebiyle günah derecesinde
olmayan birtakım ufak tefek hataları bulunabilir. Ancak onların bu hatası yüce Allah’ın kendilerini uyarmasıyla
derhâl düzeltilir. Peygamberlerin bu tür küçük hatalarına “zelle” denilir. İsmetin karşıtı olan masiyetten (günah
işlemek) Allah onları korumuştur. Peygamberler örnek ve önder kişiler oldukları için konumlarını zedeleyecek
davranışlardan da uzaktırlar.
Fetanet: Peygamberler zeki ve akıllı kişilerden seçilmiştir. Eğer onlar zeki ve akıllı olmasalardı hitap ettikleri kişileri ikna edemezler, toplumsal dönüşümü sağlayamazlardı. İnsanları kökleşmiş yanlış inançlarından
vazgeçiremezler, hak dine inanmayanları ikna konusunda başarılı olamazlardı.
Tebliğ: Peygamberler Allah’tan aldıkları ilahî mesajı artırma ve eksiltme yapmadan, olduğu gibi toplumlarına duyurmuşlardır. Onların bu niteliğine “tebliğ” denilir. Tebliğin karşıtı olan gizlemek (kitman) peygamberler
hakkında düşünülemez. “Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan Allah’ın elçiliğini tebliğ etmemiş olursun” (Mâide suresi, 67. ayet.) mealindeki ayet, bu nitelik ve özellikten söz etmektedir.
4.3. Peygambere İnanmanın Sağladığı Faydalar
Peygambere inanmanın birey ve topluma sağladığı birçok yarar vardır. İnsan akıl yardımıyla Allah’ı, nübüvvetin gerekliliğini, hayatta iyi ve kötü, faydalı ve zararlı olan şeyleri bilebilir. Ancak namazın nasıl kılınacağını, kaç rekât olduğunu, zekâtın hangi mallardan ne miktarda verileceğini, hac ibadetinin nasıl yapılacağını
peygamberlerin açıklama ve uygulamalarıyla öğrenebilir. Yine günlük hayatla ilgili helal ve haramlar gibi birçok konuda peygamberlerin açıklamalarına ihtiyacımız vardır (bkz. A’râf suresi ,157. ayet.). Bundan dolayı,
Allah’ın ilahî mesajı olan vahiy dinin teorik yanını oluştururken, peygamberlerin söz, davranış ve onaylamaya
dayalı uygulamaları, dinin pratik yönünü teşkil eder.
Peygamberler sadece dinin uygulanmasıyla ilgili konularda değil, bir takım sanat ve teknik konularında da
toplumlarına yol göstermişlerdir. Örneğin Müslüman toplumlarda Hz. Nuh, marangozların; Hz. İdris terzilerin
piri olarak nitelendirilir. Gerçekten de Kur’an’da her bir peygamberin kendi döneminde toplumlarının hem
ahlaki alanda, hem sosyal ve hem kalkınma ve hem de uygarlık yolunda gelişmeleri için farklı örneklikleri
anlatılmıştır. Örneğin bu bağlamda Hz. Lut ahlaki öğretilerin temsilcisi, Hz. Davut uygarlığın ham maddesi
56
demirin nasıl işleneceğinin, savaş aletlerinin
nasıl yapılacağının ve Hz. Musa hukukun öncüsü olarak gösterilmiştir.
Peygamberler, ideal toplum hayatında
huzurlu bir yaşam biçiminin odağına “tevhit,
adalet ve hakkaniyet ilkelerini” koymakla sosyal barışın önderliğini yapmışlardır. Şu ayet,
evrensel değerler alanında bu gerçeği çok güzel anlatır: “Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği,
akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri,
fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.” (Nahl suresi, 90.
ayet.)
Peygamberler, en büyük eğitimcilerdir. Onların bu alanda bize bırakmış oldukları miraslarından davranış modelleri çıkarmalıyız. Yoksa
sadece “Peygamberlere iman ettim.” demek yetmez, “Peygamberlere iman etmem nasıl davranmamı, neler
yapmamı gerektirir?” sorusuna verilecek cevap, asıl maksadı ortaya koyacaktır.
5. Ahirete İman
Ahiret kelimesi sözlükte “son, sonra olan ve sonrakiler” anlamına gelir. Bununla bir yandan dünyanın
sonu, bir yandan da ölümle başlayan dünya hayatından farklı sonsuz hayat kast edilir. Terim olarak ahiret,
ölümden sonra başlayan ve yeniden dirilişten sonra ebediyete kadar devam edecek olan hayat demektir.
Kur’an-ı Kerim’de ahiret gününe, orada mü’minler Allah’a kavuşacakları için “kavuşma günü” (Mü’min
suresi, 15. ayet.), Allah’a iman etmeyenlerin kaybetmelerinden dolayı “aldanma günü,” insanlar ve bütün
mahlûkat bir araya toplanacakları için “toplanma günü” (Tegâbün suresi, 9. ayet.), herkesin kabirlerinden
çıkacağı için “çıkış günü” (Kâf suresi, 34. ayet.) gibi isimler verilmiştir.
Ahirete iman İslam’ın temel inançlarından biridir. Bu konuda gerek Kur’an ve gerekse Hz. Peygamberin
hadislerinde birçok delil vardır. Bakara suresinin ilk ayetlerinde “kesin olarak ahirete iman etmek” vurgulanmıştır. Bir başka ayette “…Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse
şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır.” (Nisa suresi, 136. ayet.) buyrularak ahireti inkâr eden kimsenin dalalet
içinde olacağı belirtilmiştir. Hz. Peygamber de iman esasları içerisinde ahiretin gerçek olduğuna inanmayı
saymıştır.
5.1. Ahirete İnanmanın Gerekliliği
Ahirete inanmanın gerekliliği konusunda birçok neden göstermek mümkündür. Başta bütün peygamberler, kıyametten, insanların hesaba çekileceğinden, dünya hayatından sonra ayrı bir hayat kurulacağından,
iyilerin cennette, kötülerin cehenneme gideceğinden söz etmişlerdir.
İnsan toplumsal bir varlıktır. İnsandaki adalet duygusu, ahirete inanmayı zorunlu kılar. Esasen insanlardaki adalet duygusunun temeli de Allah’ın adil olmasıdır. Çeşitli sebeplerden dolayı bu dünyada birçok insan,
57
işlediği suçun cezasını tam anlamıyla çekmemekte, birtakım haksızlıklar meydana gelmektedir. Bu açıdan,
adaletin tam olarak gerçekleşeceği ahiretin olması zorunludur.
İnsandaki sorumluluk duygusu, ahiretin varlığına inanmayı zorunlu kılar. Yüce Allah insanı, iyi ile kötüyü,
doğru ile yanlışı, hayır ile şerri ayırt eden ve seçen bir varlık olarak yaratmış, bu seçiminden dolayı da sorumlu tutmuştur. İnsanın belli davranışlarından sorumlu olması bu sorumluluğunun karşılığını göreceği bir
hayatı ve yurdu gerekli kılmaktadır. Bir ayette şöyle buyrulur: “Göğü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri biz boş
yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki hâline! Yoksa biz, iman edip de
iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Veya (Allah’tan) korkanları yoldan
çıkanlar gibi mi sayacağız.” (Sâd suresi, 27-28. ayetler.)
İnsandaki sonsuzluk ve ebedîlik duygusu, ahirete inanmanın gerekliliğini ortaya koyar. İnsan, ölümü istemez ve sevmez. Sevdikleriyle birlikte mutlu ve ebedî bir hayat arzular. İnsana bu isteği ve duyguyu veren,
Allah’tır. İnsan ebedîliği bu dünyada değil, ahirette aramalıdır. Çünkü dünya geçicidir. İşte gerçek anlamda
diriliş gününe inanan bir kimse, ebedîliği burada değil, ötede bulacağını bilir, ona göre bir yaşam biçimi belirler. Ahiret inancı insanın ebedî yaşama arzusu ve ihtiyacına cevap verir.
5.2. Ahiret Hayatının Evreleri
Ahiret hayatının evreleri denince yeniden dirilişten sonra mizan, sual, hesap, organların konuşması,
sayfaların açılması ve ondan sonraki durumlar kastedilir. Ahiret hayatının belli başlı evreleri şunlardır:
Mizan
Mizan, sembolik anlamda amelleri tartan bir terazi ve adalet manasına gelir. Allah, dinî açıdan sorumlu
tutuğu kimselerin cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olduklarını belirlemek için ahirette teraziler kuracaktır.
Burada sevap ve günahlar tartılacaktır. Bu tartıların mahiyetini tam olarak Allah’tan başkası bilemez. Mizanın gerçekliği ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de ayetler vardır:
“Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye hiçbir şekilde adaletsizlik edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese)
yeteriz.”(Enbiyâ suresi, 47. ayet.)
“Artık kimlerin (sevap) tartıları ağır basarsa işte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin tartıları hafif gelirse artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir. (Çünkü onlar) ebedî cehennemdedirler.” (Mü’minûn suresi,
102-103. ayetler.)
Sayfaların Açılması
Kıyamet gününde sayfaların açılması ile ilgili olarak Kur’an’da şöyle bahsedilir: “(Amellerin yazılı olduğu)
defterler açıldığında.” (Tekvir suresi, 10. ayet.) Diğer taraftan organların konuşacağına dair bir haber de
şöyledir: “Yapmış olduklarına dilleri, elleri ve ayaklarının, aleyhlerine şahitlik edeceği gün onlar için çok büyük bir azap vardır.” (Nur suresi, 24. ayet.) Bir başka ayette de “Siz ne kulaklarınızın ne gözlerinizin ne de
derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini
sanıyordunuz.” buyrulur. (Fussilet suresi, 22. ayet.)
58
TEMEL AYET
“Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye hiçbir şekilde adaletsizlik edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese)
yeteriz.” (Enbiya suresi, 47. ayet.)
Yukarıdaki ayete göre mümin dünyada nasıl yaşamalıdır? Arkadaşlarınızla konuşunuz.
Sırat
Sırat, cennetle cehennem arasında bir yoldur. Bu bağlamda sıratın varlığı da bir gerçekliktir. Kur’an’da
buna şöyle delil getirilir: “Bize doğru yolu göster, kendilerine nimet verdiğin kimselerin yolunu…” (Fatiha
suresi, 6-7. ayetler.) Hesap görüldükten sonra sırat üzerinden cennetlikler hızla geçecek, cehennemlikler
de ateşin üzerine düşeceklerdir. Bir başka açıdan, cennet ehli cehennemin kapısına uğrar, cehennem ehli
orada alıkonularak içeri alınır, cennet ehli ise oradan geçerek kurtulur. Bu durum şu ayette açıklanan manaya
uygundur: “İçinizden oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra biz, Allah’tan sakınanları kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız.” (Meryem suresi,
71-72. ayetler.)
Şefaat
Şefaat, “günahkâr müminin bağışlanması, günahı olmayanların ise derecelerinin yükseltilmesi için izin
verilen kimselerin Allah nezdinde aracılık yapması” manasına gelir. Kur’an’dan şu ayetler şefaatın varlığına
delildir: “(Onlar) Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler.” (Enbiyâ suresi, 28. ayet.)
“Arş’ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunan (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O’na iman
ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O
hâlde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru! (derler).” (Mü’min
suresi, 7. ayet.) Hz. Peygamber de “Benim şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir.” (Tirmizî
“Sıfatü’l-Kıyame” 2359) buyurmuştur. Bu ayetlerden ve hadisten anladığımız kadarıyla Allah’ın izin verdiği
kimseler şefaat edecektir.
Ahirete İnanmanın Sağladığı Faydalar
Ahirete inanmanın birey ve toplum hayatı açısından pek çok faydası vardır. Öncelikle ahirete iman, ebediyet isteği olan ve ebedî saadet isteyen insana tatmin duygusu verir, onun huzurlu, mutlu ve kendisiyle barışık
olmasını sağlar.
Ahiret gününde, yaptıklarından hesaba çekileceğine,
cennet ve cehenneme inanan bir kimse daha dikkatli, kontrollü ve erdemli bir hayat yaşar, sorumluluk duygusunu daima canlı tutar.
Ahirete iman, insan hayatına bir hedef ve yön verir, yaratılıştaki gaye ve hedefi öğretir. Bu hedefler doğrultusunda
insan, sevap kazanmak amacıyla iyi ve güzel davranışlarda bulunur.
59
Ahiret inancına sahip insanların oluşturduğu toplum
doğruluktan ayrılmaz, ahlaki ilkelere önem verir ve onları
uygulamaya çalışır. Özellikle ahiret inancı, insanların kalbine barış duyguları yerleştirir. Çünkü insan bu dünyanın
geçici olduğunu bilir ve insanlarla iyi geçinmeye çalışır. Bağışlayıcı yönünü ön plana çıkarır.
Ahiret gününün gerçek oluşuna yürekten inanan ve bu
inancına göre yaşayan fertler; ölüm, acılar, felaketler hatta
haksızlıklar karşısında sabırlı olur, metanetini korur ve dayanma gücü elde eder.
Ahiret inancı birçok olumsuzluğun sebebini teşkil eden
ihtiras hastalığını yok eder, insanlarda başkalarına iyilik ve
yardım etme anlayışını geliştirir, paylaşma ahlakının yaygınlaştırılmasına güç katar.
6. Kaza ve Kadere İman
Kaza ve kadere iman, Allah’ın ilim, irade, kudret ve tekvîn sıfatlarına inanmak demektir. Bu sıfatlara
inanan kimse, kader ve kazaya da inanmış olur. Kader ve kaza, iman esaslarından söz eden ayetlerde zikredilmemiştir. Ancak her şeyin Allah’ın takdirine bağlı bulunduğuna işaret eden ayetlerin yanı sıra, ilahî ilmin
olmuş ve olacak tüm varlık ve olayları kuşattığını belirten ayetlerde bu esas vurgulanmıştır. Bu ayetlerin bir
kısmı şunlardır:
“...Onun (Allah’ın) katında her şey bir ölçü (miktar) iledir.” (Ra`d suresi, 8. ayet.)
“...Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir.” (Furkân
suresi, 2. ayet.)
“De ki: Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez...” (Tevbe suresi, 51. ayet.)
Hz. Peygamber de Cibril hadisi diye bilinen hadiste olduğu gibi, çeşitli hadislerinde kadere imanı iman
esasları arasında saymıştır. Bu hadiste geçtiğine göre Cebrail (a.s.) Peygamberimiz’e, “İman nedir?” diye
sormuş, o da “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayır ve şerriyle kadere
inanmandır.” cevabını vermiştir (bk. Müslim, “Îmân”, 1; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 15; İbn Mâce, “Mukaddime”, 9).
İşte belirtilen bu ayetler ve hadisler çerçevesinde kaza ve kadere inanmak gerekir.
TEMEL HADİS
Cebrâil (a.s.) Peygamberimize, “İman nedir?” diye sormuş, o da, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine, âhiret gününe, hayır ve şerriyle kadere inanmandır” cevabını vermiştir. (bk. Müslim,
“Îmân”, 1; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 15; İbn Mâce, “Mukaddime”, 9)
60
6.1. Kaza ve Kaderin Anlamı
Sözlükte “ölçmek, tahmin etmek, ölçüp takdir ederek tayin etmek; gücü yetmek ve kudret” anlamlarına
gelen kader, terim olarak Allah’ın ezelden olmuş ve
ebede kadar olacak şeylerin zaman ve yerini, özellik
ve niteliklerini bilip o şekilde takdir etmesine denir. Bu
durumda kader Allah’ın ilim sıfatını ilgilendirmektedir.
O hâlde kader, Allah’ın ilmi doğrultusunda, kâinatı ve
ondaki her çeşit varlığı belli bir düzen ve ölçüye göre
idare eden ilahî bir kanundur. Bu konuda Kur’an’da
şöyle buyrulmaktadır: “Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer suresi, 49. ayet.); “Onun katında her şey
bir ölçüyledir.”(Ra’d suresi, 8. ayet.); “Kâinatta mevcut
her şeyin hazineleri ancak bizim yanımızdadır. Biz onu
ancak belli bir miktar ile indiririz.” (Hicr suresi, 21. ayet.); “Her
veren ve mahlûkatın
H şeyii yaratıp
t ona bir
bi nizam
i
hlûk t
mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir.” (Furkan suresi, 2. ayet.)
Sözlükte “hükmetmek, emretmek, ödemek, ölçüp biçip yapmak, ihtiyacını gidermek, mahkeme etmek”
gibi anlamlara gelen kaza ise bir inanç terimi olarak “Allah’ın ezelî ilmiyle takdir ettiği şeylerin zamanı gelince
her birisini ezelî ilim, irade ve takdirine uygun bir biçimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır.” Nitekim şu
ayetlerde kaza, bu anlamlarda geçer: “Allah bir şeyin olmasına hükmedince, ona ol, der, o da oluverir.” (Âl-i
İmran suresi, 47. ayet.)
6.2. Kader ile İlgili Kavramlar
İrade
İrade, sözlükte “istek, arzu, dilek, emir, sevk ve güç” gibi manalara gelmektedir. Buna göre irade; bir şeyin
yapılmasına da yapılmamasına da muktedir olan hayat sahibinin bu iki şıktan birine kendi isteğiyle seçmesidir. İrade, küllî ve cüz’î diye ikiye ayrılır:
Küllî irade, Allah’ın mutlak iradesi demektir. Allah’ın sübutî sıfatlarından biri de irade sıfatıdır. Allâh dilediğini, dilediği zaman, dilediği şekilde yapar. O, bir şeyin olmasını istediğinde, kendisine engel olacak hiçbir güç
yoktur. Bir şeyin olmasını dilediği zaman ona “ol” der, o da hemen oluverir. (Yâsin suresi, 82. ayet.). Kur’an’da
Allah’ın iradesiyle ilgili olarak “Allah dilediğini yaratır.” (Âl-i İmrân suresi, 47. ayet.) denilmiştir. Hz. Peygamber
de “Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz.” buyurmuştur (Ebû Dâvûd, Edeb, 110.).
Cüzi irade ise, Allah’ın kula verdiği, seçme yeteneği ve özelliğidir. İnsanı sorumlu kılan da budur. Eğer
Allah insana irade özgürlüğü vermemiş olmasaydı kullarını yaptıklarından sorumlu kılmazdı. Nitekim irade
sahibi olmayan melekler sorumlu değildir.
Yüce Allah Kur’an’da, insanın irade sahibi bir varlık olduğundan söz etmektedir. Söz gelimi, “Ey peygamber! De ki: Rabbinizden hak ve hidayet gelmiştir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen de inkâr etsin!” (Kehf
suresi, 29. ayet.) ayeti bunu açıkça ortaya koymaktadır. O hâlde hiç kimse, kendisini kaderin mahkûmu
olarak düşünüp yaptığı kötülük ve yanlışları kadere fatura etmemelidir.
61
TEMEL AYET
“‘Ey Peygamber! De ki: Rabbinizden hak ve hidayet gelmiştir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen de
inkâr etsin!’ (Kehf suresi, 29. ayet.)
Yukarıdaki ayeti inanç özgürlüğü ve insan iradesi açısından yorumlayınız.
Tevekkül
Sözlükte “güvenmek, dayanmak, işi başkasına havale etmek” anlamlarına gelen tevekkül, terim olarak,
hedefe ulaşmak için gerekli olan maddi ve manevi sebeplerin hepsine başvurduktan sonra Allah’a dayanıp
güvenmek ve sonucu ondan beklemek demektir. Mesela bir çiftçi önce zamanında tarlasını sürüp ekime
hazırlayacak, tohumu atacak, sulayacak, zararlı bitkilerden arındırıp ilaçlayacak, gerekirse gübresini de verecek, ondan sonra iyi ürün vermesi için Allah’a dua
edecek, ona sığınacak ve sonucu ondan bekleyecektir. Bunların hiçbirisini yapmadan “Kader ne ise o
olur.” tarzında bir anlayış tembellikten başka bir şey
değildir ve İslam’ın tevekkül anlayışıyla bağdaşmaz.
Yüce Allah bir ayette “...Kararını verdiğin zaman artık
Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân suresi, 159. ayet.)
buyurmuş, müminlerin yalnızca kendisine güvenmelerini emretmiştir. Tevekkül edene kendisinin yeteceğini bildirmiştir (Âl-i İmrân suresi, 122, 160. ayetler;
Mâide suresi, 11. ayet; Tevbe suresi, 51. ayet; İbrâhim
suresi, 11. ayet; Teğabun suresi, 13. ayet; Talâk
İ
suresi, 3. ayet.).
Hz. Peygamber de devesini serbest bırakarak tevekkül ettiğini söyleyen bir kişiye, “Önce deveni bağla,
sonra da Allah’a öyle tevekkül et!” (Tirmizî, “Kıyamet”, 60) buyurarak tevekkülden önce tedbirin alınması için
uyarıda bulunmuştur.
Hayır ve Şer
Sözlükte “iyilik, iyi, faydalı iş ve fayda” anlamlarına gelen hayır, Allah’ın emrettiği, sevdiği ve hoşnut olduğu davranışlar demektir. Sözlükte “kötülük, fenalık ve kötü iş” demek olan şer de Allah’ın hoşnut olmadığı,
sevmediği, meşru olmayan, işlenmesi durumunda kişinin cezaya müstahak olacağı davranışlar anlamına
gelir. Hayır ve şerri, insan tercih eder, Allah ise yaratır.
Rızık
Sözlükte “azık, yenilen, içilen ve faydalanılan şey” anlamına gelen rızık, terim olarak “Yüce Allah’ın, canlılara yiyip içmek ve yararlanmak için verdiği her şey” diye tanımlanır. Bu tanıma göre rızık, helal olan şeyleri
kapsadığı gibi haram olanları da kapsamaktadır. Her şeyin kaderle bağlantısı olduğu gibi rızık konusunun
62
da kaderle bağlantısı vardır. Nitekim bir ayette şöyle buyrulmuştur: “Allah’ın, rızkı dilediğine bol verdiğini ve (dilediğine)
kıstığını görmediler mi? Bunda inanan bir toplum için elbette
ibretler vardır.” (Rum suresi, 37. ayet.) Rızkı yaratan ve veren
Allah’tır. Kur’an’da, “Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı,
yalnızca Allah’ın üzerinedir...” (Hûd suresi, 6. ayet.) buyrulmuştur. İnsan, Allah’ın evrende geçerli kanunlarını gözeterek çalışır, çabalar, sebeplere sarılır ve rızkı kazanmak için
tercihlerde bulunur. Allah da onun bu tercihine ve çabasına
göre rızkını yaratır. Allah’ın yegâne rızık veren olması, tembellik yapmayı, çalışmamayı, yanlış bir tevekkül
anlayışına sahip olmayı gerektirmez.
Ecel
Sözlükte “önceden tespit edilmiş zaman ve süre”
anlamına gelen ecel, terim olarak insan hayatı ve diğer
canlılar için belirlenmiş süreyi ve bu sürenin sonunu ifade eder. Her ferdin ve toplumun bir eceli vardır. Ecel tek
olup Allah’ın kaza ve kaderiyledir. İnsanları dirilten, rızıklandıran ve ölümlü kılan Allah olduğundan, eceli belirleyen de odur. “Aranızda ölümü takdir eden biziz...” (Vakıa
suresi, 60. ayet.) ayeti bu hususu ortaya koymaktadır. Kur’an ayetlerinden anlaşıldığına göre ecel ne vaktinden önce gelebilir ne de geciktirilebilir: “Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne
de bir an ileri gidebilirler.” (A`râf suresi, 34. ayet; Yûnus suresi, 49. ayet.) “Allah eceli geldiğinde hiçbir kimse
için erteleme yapmaz...” (Münâfikun suresi, 11. ayet.)
6.3. Kaza ve Kadere İnanmanın Sağladığı Faydalar
İnsan, Allah’ın sorumlu tuttuğu alanlarda seçme özgürlüğüne sahiptir. Bundan dolayı da yaptıklarından
hesaba çekilecektir. Tabiat olayları başta olmak üzere doğum, anne ve baba, dil, cinsiyet, coğrafya gibi konularda seçme özgürlüğümüz olmadığı için sorumluluğumuz da yoktur. Her iki durumdaki kadere inanmak,
insanı, çalışma yolunda emek harcamaya sevk eder.
Kaza ve kadere iman, felaketlerle karşılaşıldığında insana teselli verir, sabır gösterme ve dayanma gücü
kazandırır. İnsan, elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra istediği gerçekleşirse Allah’a şükreder; tersi olursa,
isyan etmez. İslam bilgini Gazali’nin dediği gibi “kötülükler, kılık değiştirmiş iyilikler gibidir.” Kötülük gibi görülen şeyin, ileride ne olacağını önceden kestirmek zordur. Bunun için bir Müslüman, “olanda hayır vardır” der
ve sabreder.
Kişi, başarılı olunca sevinir. Bununla birlikte bir Müslüman başarısından dolayı büyüklenmez. İnanç ve
davranışlarında ölçülü olmayı elden bırakmaz. Bütün çalışma ve gayretlerinin sonunda, başarılarının Allah’ın
yardımı ile gerçekleştiğini aklından çıkarmaz.
Kaza ve kadere iman, zorluklar karşısında insana güç ve gayret verir. Bu konuyla ilgili olarak Kur’an-ı
63
Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız…” (Hadid suresi, 22. ayet.)
İşlerin, Allah’ın takdir ettiği gibi olacağına imanı olan kimse yılgınlık, ümitsizlik ve karamsarlık göstermez.
Onun bu konuda kesin inancı şudur: “Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa bil ki onu, ondan
başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse onun lütfunu engelleyebilecek de yoktur.” (Yunus
suresi, 107. ayet.)
Kaza ve kadere iman, insanda, iyilik ve cömertlik duygularını artırır. Bu inanca sahip kişi, aç kalırım endişesiyle cimrilik yapmaz, cömert olur ve düşkünlere yardım eder. Çünkü Allah’ın rızık verici olduğunu bilir.
DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI
1. Allah’a ve ahirete inanmak, insana neler kazandırır? Düşününüz.
2. Allah’ın zâti ve subuti sıfatlarını söyleyiniz.
3. Peygamberlerin nitelikleri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
4. Ahiret hayatı ile ilgili beş temel kavram söyleyiniz.
5. Tevekkül ne demektir? Açıklayınız.
6. Aşağıdakilerden hangisi meleklerin özelliklerinden değildir?
A- Nurdan yaratılmaları
C- İrade sahibi olmaları
B- Erkeklik-dişilikleri olmaması
D- Yeme-içme ihtiyaçları olmaması
7. Tabiat olaylarını idare etmekle görevli melek hangisidir?
A- Cebrail
B- Mikâil
C- İsrafil
D- Azrail
8. Aşağıdakilerden hangisi şeytanla ilgili olarak söylenemez?
A- Şeytan Hz. Âdem’e secde etmemiştir.
B- Şeytan Allah’a isyandan sonra pişman olup tövbe etmiştir.
C- Şeytan insanın düşmanıdır.
D- Şeytan insanların kötülüğü için çalışır.
9. Aşağıdaki eşleştirmelerden hangisi doğrudur?
A- Tevrat-Hz. İsa
B- Kur’an- Kerim-Hz. Davut
C- İncil-Hz. Musa
D- Zebur-Hz. Davut
10. Aşağıdakilerden hangisi ahiretle ilgili bir kavramdır?
A- Mizan
B- Tevekkül
C- Rızık
D- İrade
11. Aşağıda verilen peygamberlerin sıfatlarını birer cümleyle açıklayınız.
Sıdk:
Fetanet:
Tebliğ:
İsmet:
12. Aşağıdaki kavramları birer cümleyle açıklayınız.
Hayır:
Şer:
Rızık:
Ecel:
Kader:
Kaza:
64
4. ÜNİTE
İBADET
HAYATI
Hazırlık Soruları
1. Namazla ilgili bir ayet ve bir hadis araştırıp defterinize yazınız.
2. Namazın farzlarını araştırınız.
3. Zekât kimlere verilir? İlmihâl kitaplarından öğreniniz.
4. Kâbe, umre, tavaf kavramlarının anlamlarını sözlüklerden bulunuz.
65
1. Namaz
1.1. Namazın Önemi
TEMEL AYET
“Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve
kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor.”
(Ankebut suresi, 45. ayet.)
Yukarıdaki ayetten ne anlıyorsunuz? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.
İman esaslarını kabul edip İslam’ı benimseyen her Müslüman’ın yerine getirmesi gereken görevlerin
başında namaz kılmak gelir. Namaz, ruhu temizleyen, kalbi aydınlatan, insanı Allah’ın huzuruna yücelten en
büyük ibadettir.
Namaz, kelime olarak dilimize Farsçadan geçmiştir. Arapçası “salat”tır. Salat; dua etmek, hayır duada bulunmak, ibadet yapmak, bağışlanma dilemek ve rahmet gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise belirli vakitlerde
Peygamberimizin öğrettiği şekilde yerine getirilen özel ibadetin adıdır.
Namaz, Peygamberimizin ifadesiyle dinin direğidir.1 Namaz, hayatımızı bütünüyle kuşatan bir ibadettir.
Günlük, haftalık ve yılın belirli zamanlarında kılınan namazlar vardır. Günde beş vakit namaz kılmak her Müslümana farzdır. Cuma günleri öğle namazı vaktinde kılınan cuma namazı ise erkeklere farzdır. Yıl içerisinde
iki kez kılınan bayram namazları ve yılda bir ay kılınan teravih namazı da namazın diğer çeşitleridir. Ayrıca
vefat eden kimsenin ardından son görev olarak yerine getirilen cenaze namazı ise o kişi için yapılan bir tür
duadır.
TEMEL HADİS
“Kulun kıyamet gününde ilk olarak hesaba çekileceği şey namazıdır. Eğer namazı iyi çıkarsa kurtulur
ve umduğuna (cennete) kavuşur. Eğer kötü çıkarsa zarar eder ve hüsrana uğrar. Eğer farz namazlarından
biraz eksik kalırsa aziz ve celil olan Allah: “Bakın, kulumun nafile namazı var mı? Farz namazlardan eksik kalan kısım onunla tamamlansın!” buyurur. Sonra sırayla diğer amellerinden de aynı şekilde hesaba
çekilir.”
(Tirmizi, Salat, 188.)
Hz. Muhammed’den önceki peygamberlerin hayatlarında da namaz ibadeti vardı. Hz. İbrahim, Hz. İsmail
ve Hz. Zekeriya peygamberlerden bahseden ayetlerden bunu öğrenebiliyoruz.2 Namaz, son peygambere tabi
olan Müslümanlara İslam’ın ilk yıllarında emredilmiştir. Başlangıçta sabah ve akşamleyin kılınan iki rekâttan
ibaret olan namaz, hicretten önce Peygamberimizin Allah’ın huzuruna yükseldiği Miraç Gecesi’nde beş vakit
olarak farz kılınmıştır.3
Kur’an-ı Kerim’de Allah’a derin bir saygı duyan takva sahiplerinin en belirgin özellikleri arasında, gereği
gibi namaz kılmak da belirtilir.4
1 Tirmizî, İman, 8.
2 Meryem suresi, 54–55. ayetler; Âl-i İmran suresi, 39, 43. ayetler; Bakara suresi, 125. ayet.
3 Buhârî, Salât 1; Müslim, İman 263; Tirmizî, Salât 45.
4 Bakara suresi, 3. ayet.
66
ÖĞRENELİM,
TARTIŞALIM
“Müminler öyle kimselerdir ki Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. Kendilerine Allah’ın ayetleri
okunduğu zaman, (o ayetler) onların imanlarını artırır ve yalnız Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden harcayan kimselerdir.”
(Enfâl suresi, 2-3. ayetler.)
Yukarıdaki ayette Allah’a inanan insanların hangi özelliklerinden söz edilmiştir?
Yüce Allah, günün belli vakitlerini özel olarak kendisine ayırmamızı ve özel olarak anmamızı şöyle emrediyor: “Rabbini içinden, yalvararak ve ondan korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an. Sakın
gafillerden olma!”5 Namaz Yüce Rabbimizi anmanın en güzel şekillerinden biridir.
İnanan bir insanın bilerek namaz kılmamasının hiçbir haklı mazereti olamaz. Rasûlullah’ın biz müslümanları bu konuda uyarmıştır.”6
Namaz önemli bir ibadettir. Bu nedenle herhangi bir özür bulunmaksızın namazın kazaya bırakılması
büyük günahtır ve hiçbir kaza namazı, sevap açısından vaktinde kılınan
namaza denk değildir. Namazları
mümkün olduğunca vaktinde kılmak
gerekir. Namazı unutarak, uykudan
uyanamayarak veya ihmal nedeniyle zamanında kılamayan kimse, mutlaka daha sonra kılmalıdır.
Bu konuda Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:7
“Sizden biri, uyku veya gaflet sebebiyle bir vakit namazını kılmazsa
hatırladığında onu kılsın. Çünkü Allah Teâlâ Beni zikretmek için namaz kıl! buyurmuştur.”8 Konu ile ilgili diğer bir hadis de şöyledir: “Bir kimse
bir namazı unutursa hatırladığı zaman onu kılsın! Namazın bundan başka kefareti yoktur.”9 Ayrıca namazı
özürsüz kazaya bırakma durumunda karşılığında tövbe etmek ve bağışlanma dilemek de gerekir.
Hz. Muhammed, hayatı boyunca hiçbir namazı bilerek terk etmemiştir. Namazı sadece bir kaç kez bir özre
bağlı olarak geciktirmiştir veya özür durumu ortadan kalkınca kılmıştır. Bunlardan biri Hendek Savaşı’nda
Medine’yi savunurken çatışmanın şiddetinden dolayı kılamadığı namazıdır. Diğer bir olay ise bir yolculuk
dönüşü yorgunluktan dolayı uyuyakalma sonucunda gerçekleşmiştir.
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de namazın bizler için ne anlama geldiğini ve işlevinin ne olduğunu şöyle belirtiyor: “(Rasulüm!) Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten
alıkoyar. Allah’ı anmak elbette ibadetlerin en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”10
5 A’râf suresi, 205. ayet.
6 Müslim, İman 134.
7 Ebû Davud, Salât 11; Nesâî, Mevâkît 53.
8 Müslim, Mesâcid 316.
9 Buhârî, Mevâkît 37.
10 Ankebût suresi, 45. ayet.
67
67
ÖĞRENELİM,
TARTIŞALIM
“Her işin başı İslam, onun direği ise namazdır.”
(Tirmizî, İman, 8.)
Yukarıdaki hadisten ne anlıyorsunuz? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız
Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde, müminlere Allah’ın birliğinden hemen sonra namaz emredilir. Çünkü
Allah’a “tevhit”den hemen sonra namazdan
daha sevimli gelen bir ibadet yoktur. Peygamberimiz Müslüman olmak isteyen kişiyi önce
Allah’ın var ve bir olduğunu kabul etmeye çağırır, ardından da hemen namaz kılması gerektiğini söylerdi. Görevlendirdiği elçilerine de böyle
davranmaları yönünde tavsiyede bulunmuştur.
Şu olay bu konuda en güzel örneklerden biridir:
“Hz. Muaz anlatıyor: Rasulullah beni Yemen’e
gönderdi. Gitmeden önce bana şu tavsiyede
bulundu: Gerçekten sen ehl-i kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları Allah’tan başka ilah olmadığına, benim de Allah’ın Rasulü olduğumu
kabule davet et. Eğer buna itaat ederlerse kendilerine bildir ki Allah onlara her gün ve gecede
beş vakit namaz farz kılmıştır...”11
Allah’a inananların en başta gelen özelliklerinden biri namaz kılmalarıdır. Kur’an-ı Kerim bu konuya şöyle
dikkat çeker: “İman eden kullarıma söyle, namazı gereği gibi yerine getirsinler.”12 Müminlerin özelliğini anlatan bir başka ayette de “Onlar, Kitab’a sımsıkı sarılırlar, namazı dosdoğru kılarlar. Biz iyiliğe çalışanların
mükâfatını boşa çıkarmayız,”13 buyrulur.
Namaz, insanları sadece kötülüklerden uzaklaştırmaz. Aynı zamanda onları iyi insanlar olmaya yönlendirir. Bu, kişinin namaz kılarken okuduğu sure ve duaların, söylediği ifade ve sözlerin anlamlarına uyması
ile söz konusu olacaktır. Bizler namazda okuduğumuz surelerde Allah’a birçok söz veririz. Örneğin Fatiha
suresini okurken günde ortalama kırk defa “Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz.” ayetini tekrar ederiz. Bu söz bizi aynı zamanda namaz dışında da bağlar. Dolayısıyla verdiğimiz sözleri tutmaya özen
göstermeli ve namazın dışında da namazda okuduğumuz ayetlere göre yaşamaya çalışmalıyız.
Namaz Kimlere Farzdır?
Namazın farz olması için kişinin;
1. Müslüman olması,
2. Ergenlik çağına girmiş olması,
3. Akıl sağlığının yerinde olması gerekir.
11 Buhari, Zekât 1–2; Müslim, İman 29; Ebu Davud, Zekât 5.
12 İbrahim suresi, 31. ayet.
13 A’raf suresi, 170. ayet.
68
TEMEL HADİSLER
Hz. Muhammed şöyle buyurdu: “Mümin bir kul, abdest aldığı zaman yüzünü yıkar. Gözü ile baktığı her
günah, yüzünden su ile birlikte çıkar. Ellerini yıkar. Ellerinin işlediği her günah, su ile beraber ellerinden
akıp gider. Ayaklarını yıkar. Ayakları ile yürüyerek işlediği her günah, su ile beraber çıkar gider. Kul, sonunda günahlarından arınmış olarak namazı bitirir.”
(Müslim, Tahâret 32.)
Peygamber Efendimiz namaz vakitlerine çok dikkat ederdi. Namazlarını vaktin başında kılmaya dikkat eder, başkalarına da böyle yapmalarını tavsiye ederdi. Günün birinde Peygamberimize “Amellerin en
faziletlisi hangisidir?” diye soruldu. Rasulullah “Vaktinde kılınan namazdır.” buyurdu. “Sonra hangisidir?”
denildi. “Anne ve babaya iyi davranmaktır.” buyurdu...
(Müslim, İman 137.)
BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM
Rükün: Bir şeyin aslını oluşturan parçalardan her biri, cüz, unsur gibi anlamlara gelir. Dinî bir kavram
olarak ise bu kavram ibadetlerin ve akitlerin temel unsurlarını ifade eder.
Namazın Farzları:
Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı namaza başlamadan
önce yerine gelmesi gerekenlerdir
ki bunlara şart da denir. Altısı da
namazın geçerli olabilmesi için namazda iken yapılması gerekli rükünlerdir.
Namazın Şartları (Dışındakiler):
1- Hadesten tahâret: Manevi
kirlerden temizlenmedir. Su varsa
abdest veya boy abdesti (gusül)
alarak, su olmadığı durumlarda ise
teyemmüm yapılarak gerçekleştirilir.
2- Necâsetten tahâret: Namazdan önce bedende, elbisede ve namaz kılınacak yerde bulunan pisliği temizlemektir.
69
3- Setr-i avret: Avret, sözlükte
örtülüp gizlenmesi gereken yer anlamına gelir. Dinî bir terim olarak,
bakılması haram; örtülmesi farz
olan uzuvlara “avret yeri” denir.
Namaz kılmak isteyen kişi örtünmelidir. Erkek ve kadınlarda örtülmesi
gereken yerler birbirinden farklıdır.
Erkekler diz kapağı ile göbek arasını örtmelidir. Kadınlar ise el, yüz ve
ayaklar dışında kalan tüm bedenini
örtmelidir.
4- İstikbâl-i kıble: Namazda
kıbleye yönelmek yani namazı
Mekke’de bulunan Kâbe’ye doğru
kılmaktır. Mescid-i Haram’dan başka yöne doğru kılınacak namazlar
geçerli değildir.14 Hac esnasında
Kâbe’yi gören kişi bizzat ona yönelmelidir. Uzakta olanların Kâbe tarafına yönelmeleri yeterlidir. Kıblenin ne
taraf olduğunu kestiremeyen kimse, soracağı birisini de bulamazsa çevre şartlarına göre kıbleyi belirlemeye
çalışır. Kişi, namaz esnasında yanlış tarafa yöneldiğini anlarsa hemen doğru tarafa döner ve namazını tamamlar. Yeniden kılması gerekmez.
5-Vakit: Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitir namazı, teravih ve bayram namazları için vakit şartı
vardır. Ayette şöyle buyrulur: “Şüphesiz namaz, müminler üzerine vakitleri belli olarak farz kılınmıştır.”15
Sabah namazının vakti, gece ile gündüzün birbirinden ayrıldığı şafak vaktinden, güneşin doğmasına kadar olan süredir.
Öğle vakti, güneşin gökyüzünde en dik olduğu noktadan biraz batıya yönelmesiyle başlar ve ikindi namazının vaktine kadar devam eder. Cuma namazı öğle namazının vaktinde kılınır.
İkindi namazı vakti, öğle namazı vakti çıkınca başlar, güneş batınca son bulur. Ancak bu namazı, güneşin
sararma anına kadar geciktirmek doğru değildir.
Akşam namazı vakti, güneşin tam olarak batmasıyla başlar ve şafağın kaybolmasıyla sona erer. Mezhep
imamlarının çoğunluğuna göre şafak, ufuktaki kızıllıktır.
Yatsı namazı ise kırmızı şafağın kaybolma anı ile sabah namazının başladığı şafak vakti arasında kılınmalıdır. Teravihle vitir namazlarının vakti de aynıdır ama bunlar yatsıdan sonra kılınır.
Mekruh Vakitler:
Şu üç vakitte farz, kaza, vacip, cenaze namazı ya da nafile hiçbir namaz kılınmaz:
1- Güneşin doğmasından, (Türkiye şartlarında) 40–50 dk. geçene kadar. Bayram namazları da bu kerahet
vaktinin çıkması ile öğle vaktinin girmesinden önceki zaman arasında kılınır.
2- Güneşin en tepe noktada bulunuşundan, öğle namazının vakti girene kadar geçen zaman.
14 Bakara suresi, 144. ayet.
15 Nisâ suresi, 103. ayet.
70
3-Güneşin sararması ile battığı zaman arası.
Ayrıca şu vakitlerde yalnızca nafile namaz kılınmaz:
1- Sabah namazı vaktinin girmesinden, güneşin doğma anına kadar olan süre. Yalnız sabahın farzından
önce, sabah namazının sünneti kılınabilir. Bu süre içinde farzdan sonra o da kaza edilemez.
2- İkindi namazı kılındıktan sonra, güneşin batmasına kadar olan vakit. Bu ikisinde farz, vacip bir namazla
cenaze namazı mekruh olmaz.
6- Niyet: Niyet, yönelmek, azim ve kararlılık göstermektir. Kalbin bir iş hakkında netleşmesi ve onu yapmaya karar vermesidir. Namazda niyet ise Allah için samimiyetle namaz kılmayı istemek ve kılınacak namaza yönelmektir.
Niyet, kalp ile yapılır. Ancak dil ile söylenmesi de uygundur. Niyet namazın hemen öncesinde yapılır ve
ardından başlangıç tekbiriyle namaza geçilir. Örnek olarak sabah namazının farzı için niyet ederken “Niyet
ettim Allah rızası için sabah namazının farzına.” denir.
Namaz imama uyularak kılınıyorsa “Uydum hazır olan imama” ifadesi niyetin sonuna eklenir.
Namazın Rükünleri (İçindekiler):
1- İftitah (Başlangıç) tekbiri: Kişinin ayakta, kendisinin duyabileceği bir sesle “Allahü ekber.” diyerek namaza başlamasıdır. Bu tekbirle namaza girilmiş ve dış dünya ile ilişki kesilmiş olur. Peygamberimiz namaza
başlanacağı zaman tekbir getirilmesi
gerektiğini şöyle belirtir: “Namaza
kalktığın zaman tekbir getir!”16
2- Namazda kıyam: Gücü yetenin
namazı ayakta kılmasıdır. Ancak namaz kılan kişi hasta ise ve hastalığı
ayakta durmasına imkân tanımıyorsa
oturduğu yerden namaz kılar, rükû
ve secdeyi imkân ölçüsünde yapar.
Oturmaya da gücü yoksa hastalığı
sırt üstü yatmasını gerektiriyorsa başını öne eğerek yaptığı işaretler (ima)
ile namazı kılar.
3- Kıraat: Namazda Kur’an’dan bir miktar okumak farzdır. Bu Fatiha suresinin okunmasıyla yerine getirilmiş olur.
Kıraatin farz oluşu Kur’an-ı Kerim’de şöyle belirtilir: “Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun!”17 Hz. Peygamber de bir hadisinde, namazda bir miktar da olsa Kur’an okunması gerektiğine şöyle dikkat çekmiştir.
“Kıraatsiz namaz olmaz.”18
16 Buhârî, Ezan 95; Müslim, Salât 45.
17 Müzzemmil suresi, 20. ayet.
18 Müslim, Salât 42; Ebû Davud, Salât 132.
71
71
Hanefi mezhebine göre namazda Fatiha suresini okumak ise vaciptir. Fatihasız namaz, mekruh olmakla birlikte
geçerlidir. Peygamberimiz “Fatiha’yı okumayanın namazı
kabul edilmez.”19 demiştir. Bu hadis Hanefi Mezhebi bilginlerince “Fatiha’sız namaz mükemmel ve faziletli değildir.” anlamında değerlendirilmiştir. Diğer mezheplere
göre namazın her rekâtında Fatiha suresi okumak gerekir.
Şâfiîlere göre bütün namazlarda Fatiha okumak farzdır. İlk
iki rekâtta Fatiha’dan sonra başka sure veya ayet okumak
ise onlara göre sünnettir.
Hanefilere göre imama uyan kimsenin kendi başına
ayrıca Kur’an okuması gerekmez. Çünkü Kur’an okununca susmak ve dinlemek gerekir.20 Ayrıca imamın kıraatinin
cemaat için de yeteceğini ifade eden hadisler vardır.21 Ancak diğer üç mezhepte kıraat görevi, hem imam hem de
cemaat için geçerlidir. İmama uyan kişi de sessiz namazlarda Fatiha suresini ve ardından eklenecek sureyi okur.
Sesli namazlarda ise yalnızca Şâfiîler, sadece Fatiha’yı
okurlar.
Şafiî mezhebine göre namazla ilgili bir farklılık da besmele konusundadır. Besmele Şâfiî mezhebine göre Fatiha suresinden bir ayet olduğu için mutlaka okunmalıdır. Çünkü bu, kıraatin gereklerindendir. Bu yüzden Şafiîler, Fatiha’yı açıktan okudukları zaman besmeleyi
de aynı şekilde okurlar.
4- Rükû: Namazda ayaktayken “Allahu Ekber” deyip eğilmeye denir. Rükûda baş ve sırt düz tutularak
eller diz kapaklarına konulur. Bu esnada baş ve sırtın yere paralel olması sağlanır.
Kur’an-ı Kerim’de rükû ile ilgili şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Rükû edin ve secde yapın!”22
Rükûda üç defa “Sübhane rabbiye’l-azîm.” (Yüce Rabbim her türlü eksiklikten münezzehtir.);
Rükûdan doğrulurken “Semiallahü li men hamideh.” (Allah, kendisine hamd edeni işitir.);
Ardından da “Rabbenâ leke’l-hamd.” (Rabbimiz! Her türlü övgü (hamd) sanadır.) deriz. Bunları söylemek
sünnettir.
5-Secde: Sözlükte itaat, teslimiyet ve tevazu içinde eğilmek, yere kapanmak anlamlarına gelir. Secde
yapılırken alın, yüz, burun, eller, ayaklar ve dizler yere konulur. Yedi organ üzere23 yapılan secde tam ve
mükemmel olmalıdır. Bunlar iki el, iki ayak, iki diz ve yüzdür.
Secdede üç defa “Sübhâne rabbiye’l-a’lâ.” sözü söylenir. Bu ifade, “Allah, bütün eksikliklerden uzaktır.”
anlamına gelir.
19 Tirmizî, Salât 69.
20 A’râf suresi 204. ayet.
21 İbn Mâce, İkâme 13.
22 Hac suresi, 77. ayet.
23 Buhârî, Ezan 133, 134, 137.
72
TEMEL HADİS
Secde, namazın çok önemli bir bölümüdür. Allah’a gösterilen saygı, tevazu ve onu yüceltmenin en
mükemmel ifadesidir. Bu konu şu hadiste vurgulanır: “Kulun, Rabbine en yakın olduğu durum, secdeye
vardığı andır. Artık secdede çokça dua ediniz…”
(Müslim, Salât, 215.)
6- Kâde-i ahîre: Namazın sonunda selam vermeden önce bir miktar oturmaktır. Oturmanın süresi Tahiyyat duası okumak kadardır. İki rekâtlı namazlarda ikinci, dört rekâtlılarda ise dördüncü rekâttan sonraki oturuşlar son oturuştur yani kâide-i âhiredir. Bu oturuş,
terk edildiğinde namazı yeniden kılmak gerekir.
Namazda son oturuş; farz, vacip, sünnet ve nafile namazların hepsinde farzdır. Tahiyyat duasını
okuyup bitirmek vaciptir. Salavat dualarını okumak
ise sünnettir.
Şâfiîlere göre ise son oturuşta Tahiyyatla birlikte
bir de salavat getirecek kadar oturmak, rüknün bir
parçasıdır. Tahiyyat okurken eller, diz kapağının gerisinde dizde yayılı halde bırakılır.
Ta’dîl-i erkân, namazın rukünlerini yerli yerince
yapmak anlamındadır. Mezheplerin çoğuna göre namazın bir farzı veya farzın şartıdır. Hanefilerde ise
vaciptir. Konunun önemini anlatan pek çok hadis göz
önüne alındığında ta’dîl-i erkâna riayet edilmeksizin
kılınan namazı yeniden kılmanın gerekli olacağı açıktır.24
24 Döndüren, Hamdi, Delilleriyle İslam İlmihali, İstanbul, 1991, s. 250.
73
TEMEL HADİS
“Sizden birinin namazı, rükû ve secdelerde belini (tam olarak) doğrultmadıkça yeterli olmaz.”
(Ebu Dâvud, Salât 143, 144; Tirmizî, Salât 81.)
Rükûda yeterince beklemek, rükûdan doğrulunca bir süre dimdik durmak (kavme), iki secde arasını tam
bir oturuşla ayırmak, ta’dîl-i erkânın önemli unsurlarından olup mutlaka uyulması gereken kurallardandır.
Rabbimiz, Muminûn suresinin başında kurtuluşa eren müminlerin en başta gelen özelliğinin namazı huşû
ile kılmak olduğunu ifade etmiştir. Burada huşû, Allah’a gönülden boyun eğerek ve bilinçli bir şekilde, içtenlikle, kalp huzuru duyarak namaz kılmak demektir. Bütün bunları hissetmek de usulüne uygun olarak Peygamberimizin öğrettiği şekilde namaz kılmakla gerçekleşecektir. Namazda ta’dil-i erkânın gereğine işaret eden
pek çok hadis-i şerif vardır.
Hz. Enes anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdular: “Secdeyi düzgün ve tam yapmaya riayet edin...”25
ÖĞRENELİM,
TARTIŞALIM
Hz. Peygamber bir gün arkadaşlarına (ashabına): “İçki içen, hırsızlık yapan ve zina eden kimse
hakkında ne dersiniz?” diye sordu. “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!” diye cevap verdiler. Efendimiz:
“Bu fiiller ağır suçtur, onlar hakkında ceza vardır. Hırsızlığın en kötüsü de namazından çalmaktır.”
buyurdu. Bunun üzerine:” Ya Rasûlallah, kişi namazından nasıl çalar?” diye sordular. Allah Rasulu
şu cevabı verdi: “Rükûsunu ve secdelerini tam yapmayarak.”
(Muvatta, Kasru’s-Salât 72.)
ÖRNEK OLAY
Rifâa İbn Râfi anlatıyor: “Biz mescidde iken, bir adam çıkageldi. Namaza durup hafif bir şekilde
(yani rükünleri, tesbihleri kısa tutarak) namaz kıldı. Sonra namazı tamamlayıp Rasûlullah’a selam
verdi: Efendimiz “Selam senin üzerine de olsun. Ancak git namaz kıl, sen namaz kılmadın!” buyurdu. Adam döndü (tekrar) namaz kılıp geldi, Rasulullah’a selam verdi. Efendimiz, onun selamını
aldı ve “Dön namaz kıl! Çünkü sen namaz kılmadın!” dedi. Adam bu şekilde iki veya üç kez aynı
şeyi yaptı, her seferinde Rasulullah: “Dön ve namaz kıl, sen namaz kılmış olmadın!” dedi. Orada
bulunanlar korktu ve namazı hafif kılan kimsenin namaz kılmamış sayılması herkese çok ağır
geldi. Adam sonuncu defa: “Ben bir insanım, isabet de ederim, hata da yaparım. Bana (hatamı)
göster, doğruyu öğret!” dedi. Rasûlullah (s.a.):
“Tamam. Namaz kılacağında önce AIIah’ın sana emrettiği şekilde abdest aI. Sonra (ezan okuyarak) şehadet getir. Kamet getir (namaza dur). Ezberinde Kur’an varsa oku, yoksa AIIah’a hamt
et, tekbir getir, tehlîl (kelime-i tevhid) getir, sonra rükûya git. Rükû hâlinde bir süre bekle. Sonra
kalk ve ayakta tam olarak bir süre dur, sonra secdeye git ve secde hâlinde bekle, sonra otur ve
bir süre öyle bekle, sonra kalk! İşte bu söylenenleri yaparsan namazını mükemmel kılmış olursun.
Bundan bir şey eksik bırakırsan, namazını eksilttin demektir.” (Buhârî, Ezân 122; Tirmizî, Salât
110; Ebû Dâvud, Salât 143.)
25 Buhâri, Ezân 141; Müslim, Salât 233.
74
Namazın Vacipleri:
1. Namaza başlarken yalnız “Allah” ismiyle yetinmeyip
tekbir anlamı taşıyan bir ifadenin ilâvesi vaciptir. “Allahü
ekber.” gibi.
2. Fatiha suresini okumak Hanefîlere göre vaciptir.
3. Fatiha’dan sonra bir sure veya üç ayet miktarı Kur’an
okumak,
4. Cemaatle kılınan namazlardan sabah, cuma, teravih
ve vitir namazlarının her rekâtında, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekâtlarında açıktan; öğle ve ikindi namazlarının bütün rekâtlarıyla akşam namazının üçüncü
ve yatsı namazının da son iki rekâtında içinden kıraatte
bulunmak vaciptir.
5. Tek başına namaz kılan kimsenin öğle, ikindi ve
gündüz vakti kılacağı nafile namazlarda kıraati gizli yapması vaciptir. Kişi, sabah, akşam ve yatsıda sesli veya
sessiz okumakta serbesttir.
6. Vitir namazında Kunut duası okumak ve kunut tekbiri almak.
7. Secdede alınla birlikte burnu da yere koymak.
8. Namazların her oturuşunda Tahiyyat okumak.
9. Üç ve dört rekâtlı namazların ilk oturuşu.
10. Namaz içinde okunan secde âyetinden dolayı, tilâvet secdesi yapmak.
11. Yanılarak terk edilen vaciplerden dolayı sehiv secdesi yapmak da vaciptir. Sehiv, bir şeyde yanılmak,
onu bilmeyerek terk etmek demektir. Sehiv secdesi farzın gecikmesi, vacibin yapılmaması veya vaciplerden
birinin gecikmesi hâllerinde yapılır. Bir farzın terki hâlinde ise o namazı geçersiz olur. Sehiv secdesi son
oturuşta sadece Tahiyyat okunur ve yalnız sağa yahut her iki yöne selam verilip peş peşe iki kez secdeye
giderek yapılır. Tahiyyat, salâvatlar ve Rabbenâ duaları okunarak selam verilir. İmam Şâfiî’ye e göre ise sehiv
secdesi, son oturuşta iki tarafa selâm vermeden önce yapılan secdelerle yerine getirilir.
12. Namazların sonunda selam vermek vaciptir. Vacip olan ifade “es-Selam”dır. “Aleyküm ve Rahmetullah.” demek ise sünnettir.
13. İlk oturuşta, Tahiyyatı okuduktan sonra hiç ara vermeden üçüncü rekâta kalkmak.
14. İki bayram namazının üçer ilave tekbirleri de vaciptir.
Namazın Sünnetleri:
1. Beş vakit namazla cuma namazı için ezan ve kamet okumak.
2. İftitah tekbiri almak için elleri yukarı kaldırmak sünnettir. Şafiîlere göre rükûya eğilirken ve rükûdan
doğrulurken de elleri kaldırmak sünnettir.
3. İmama uyan kişinin, iftitah tekbirini imamın tekbirine yakın ve ondan sonra alması sünnettir.
4. Tekbirden sonra kıyamda sağ eli, sol el üzerine koymak.
5. Namaza başlayınca Sübhaneke duasını okumak. Şafiîlerde Veccehtü duası da okunur. Hz. Peygamber
namazın açılış duasını farklı şekillerde okumuştur.
75
6. Daha sonra eûzü besmele çekip
Fatiha’ya başlamak ve her Fatiha’dan
önce besmele okumak.
7. Fatiha’dan sonra gizlice “Âmîn” (Dualarımızı kabul buyur Ya Rab!) demek.
8. Rükû ve secdeye eğilip kalkarken alınan tekbirler sünnettir.
9. Rükû, secde ve rükûdan doğrulma
tespihlerini okumak sünnettir.
10. Kıyamda iken bir özür yoksa iki ayağın arasını dört parmak kadar açık bulundurmak.
11. Secde oturuşları ile teşehhüt oturuşlarında sol ayağı yere yatırıp sağ ayağı
dikmek ve ayak parmaklarını kıbleye yöneltmek.
12. İlk ve son oturuşlarda tahiyyatı okurken “Lâ ilâhe” deyince sağ elin şehadet parmağını kaldırıp, “illâllah”
derken indirmek sünnettir. Bu halde başparmakla orta parmak halka yapılıp, diğer iki parmak bükülmelidir. Bu
işaretle, Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığı ifade edilir.
13. Farz namazların üçüncü ve dördüncü rekâtlarında Fatiha okumak.
14. Son oturuşlarda ve gayr-ı müekked sünnet/nafilelerin her oturuşunda Tahiyyattan sonra Peygamberimize salâvat getirmek.
15. Selam vermeden önce dua etmek de sünnettir. Alışılmış olanı Rabbenâ dualarını okumaktır.
16. Selam verirken yüzü önce sağa, sonra sola çevirmek.
17. Açık yerde namaz kılarken, sütre edinmek sünnettir. Önünden geçilmesine engel olmak için namaz
kılan kimsenin, önüne koyduğu cisim ya da bir başka engele “sütre” denir.
Namazın vaciplerinden ya da sünnetlerinden biri kasten terk edilirse mekruh olur. Mekruh, hoş karşılanmayan şey demektir.
Namazı Bozan Şeyler:
1. Namazda konuşmak, birinin selamını almak, ağlamak namazı bozar. Ancak Allah korkusu veya cennetcehennemi hatırlama, okunan ayetlerin anlamlarından etkilenme gibi durumlarda ağlamak namazı bozmaz.
2. Namazda iken bilerek veya unutarak yemek-içmek. Dişler arasındaki nohuttan büyük maddeyi yutmakla da namaz bozulur.
3. Namaz kılarken başka bir işle meşgul olmak: Dışarıdan bakan kimseyi “şu adam sanki namazda değil”
diyebilecek duruma götüren uzun meşguliyete amel-i kesîr denir.
4. Özür yokken göğsünü kıbleden çevirmek, Hanefî ve Şafiîlerde namazı bozar.
5. Örtülmesi farz olan yerin açılması.
6. Namaz kılmakta olan kimsenin abdestinin bozulması.
7. Kendi işiteceği kadar gülmek. Yanındakilerin işiteceği kadar gülmek abdesti de bozar.
8. Namazın içindeki farzlarından birini veya özürsüz olarak bir şartını terk etmek.
9. Cemaatle namaz kılarken, bir rüknü imamdan önce yapmak.
76
10. Okunan Kur’an âyetlerinin bir kelimesi kasten değiştirilir ve bununla anlam bozulursa, bu okuyuşla
namazın bozulacağında görüş birliği vardır. Kur’an’ı, manası bozulacak şekilde yanlış okumak da namazı
bozar.
ÖĞRENELİM,
TARTIŞALIM
Günün birinde Hz. Peygamber namazla ilgili şöyle bir soru sordu: “Söyleyin bakalım, birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve o kişi, günde beş defa bu nehirde yıkansa vücudunda kirden eser kalır
mı?” Arkadaşları: “Hayır, onun üzerinde hiçbir şey kalmaz,” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber
şöyle devam etti: “İşte beş vakit namaz buna benzer. Allah onunla günahları yok eder.”
(Buhârî, Mevâkît 6.)
Yukarıdaki hadiste namazın hangi özelliğine vurgu yapılmıştır? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla
paylaşınız.
Namaz Çeşitleri:
1- Farz namazlar: Beş vakit namaz, farz-ı ayndır yani
herkesin bizzat yapması gereken farzdır. Erkekler için
cuma namazı da böyledir. Cenaze namazı ise farz-ı kifayedir. Yani toplumun belli bir kesiminde bir kısım insan
tarafından cenazenin namazını kılıyorsa diğerlerinin sorumluluğu kalkar.
2- Vacip namazlar: Vitir ve bayram namazları.
3- Sünnet ve müstehap namazlar: Farz namazlardan
önce ve sonra kılınan namazlar, teravih namazı, teheccüd ve kuşluk namazı bunların başlıcalarıdır. Ayrıca nafile olan başka namazlar da vardır.
1.2. Namazın Kılınışı26
A-Beş Vakit Namaz ve Kılınışı:
Sabah Namazı: İki rekatlı farz, iki rekâtı da sünnettir.
Sünneti ile farzı aynı şekilde kılınır.
Niyet ve eûzü besmeleden sonra başparmaklar kulak yumuşağı hizasına, elin iç kısımları da kıbleye dönük
olacak şekilde eller kaldırılır ve Allahü ekber denilerek
tekbir alınır. Kadınlar, ellerini omuz hizasına kaldırırlar.
Tekbirden sonra sağ el, sol elin üstünde olacak şekilde eller göbek altında bağlanır. Sağ elin başparmağı ile
serçe parmağı, sol bileği kavrar ve diğer üç parmak, sol
26 Dereli, Muhammet Vehbi, İİlmihal Bilgileri, Asude Yayınları, Konya, 2007, s. 130 vd.
77
kol üzerinde bulundurulur. Kadınlar, ellerini göğüsleri üzerine koyarlar. Bundan sonra sırasıyla şunlar okunur:
1.rekât: Sübhaneke + eûzü-besmele + Fatiha suresi + bir sure veya Kur’an’dan bir bölüm
Sure ya da ayetler bitince “Allahü ekber” denilerek rükûya varılır. Üç defa “Sübhane rabbiye’l-azîm” denir. Doğrulurken de “Semiallahu li men hamideh.” denir ve “Rabbenâ leke’l-hamd.” eklenir. Ayakta bir süre
dimdik bekledikten sonra tekbir alınır, secdeye varılır. Üç defa “Sübhâne rabbiye’l-a’lâ.” denir. Hanımlar secdede erkeklerden farklı olarak karınlarını uyluklarına yapıştırırlar. Kollarını vücutlarından uzaklaştırmazlar.
Sonra yine tekbirle birlikte birinci secdeden kalkılır, eller dizler üzerinde bir süre oturulur. Ardından tekbir
getirilerek aynı şekilde ikinci secde yapılır ve ayağa kalkılarak eller bağlanır. Artık ikinci rekât başlamıştır:
Burada da okunur.
27
2. rekât: Besmele + Fatiha + bir sure veya Kur’an’dan bir bölüm
Birinci rekâttaki gibi bir rükû ve iki de secde yapılır, sol ayak yatırılarak üzerine oturulur. Sağ ayak ise
dikilir. Hanımlar, her iki ayağı sağ yandan dışarı çıkararak yere otururlar. Otururken bu, iki rekâtlı bir namazın
son oturuşu olduğu için sırayla aşağıdaki dualar okunur.
Tahiyyat + Salli - Barik + Rabbenâ duaları + selam
Baş önce sağa sonra sola çevrilerek her ikisinde de “es-Selâmü aleyküm ve Rahmetu’llah.” denir.28 Böylece iki rekâtlık namaz tamamlanmış olur.
Namazları selam vererek bitirdikten sonra üç defa “Estağfirullah” şeklinde istiğfar edilir ve “Allahümme
Ente’s-selâm ve minke’s-selâm. Tebârakte yâ ze’l-celâli ve’l-İkram” duası okunur. Ayrıca farza başlamadan
önce de kamet getirilir. Kamet, erkekler için sünettir.
Öğle Namazı:
Dört rekâtı ilk sünnet, dört rekâtı farz, ikisi de son sünnet olmak üzere toplamda on rekâttır. Bu sünnetler,
müekked/kuvvetli sünnettir.
BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM
Müekked sünnet: Peygamberimizin farz ve vacip namazlar dışında daima kıldığı, ender olarak terk
ettiği nafile namazlardır. Sabah, öğle, akşam ve cuma namazlarının sünnetleri ile yatsının son sünneti
müekked sünnettir. Mazeret olmadıkça bu namazları kılmaya özen göstermelidir. Şafii mezhebinde bu
konudaki farklılık sadece öğle namazındadır. Şafiilerde öğle namazının öncesinde ve sonrasında kılınan
ikişer rekât, müekked sünnettir.29
27 Bu tespihler, beşe, yediye kadar artırılabilir.
28 Anlamı: (Ey melekler!) Allah’ın selamı ve merhameti üzerinize olsun!
29 Anlamı: (Ey melekler!) Allah’ın selamı ve merhameti üzerinize olsun!
78
Öğle Namazının Dört Rekâtlık İlk Sünneti:
İlk iki rekât, sabah namazında olduğu gibi kılınır. İkinci rekâtın sonundaki oturuş, ilk oturuş olduğundan
burada sadece Tahiyyat okunur ve ayağa kalkılır. Üçüncü ve dördüncü rekâtlarda besmele, Fatiha ve sure
okunur. Aynı şekilde her rekâtın rükûsu ve secdeleri yapılır. Dördüncü rekâttan sonraki oturuş son oturuş
olduğundan, burada Tahiyyat, Salli-Barik ve Rabbenâ duaları okunarak selam verilir.
1. rekât: Sübhaneke + eûzü-besmele + Fatiha + sure
2. rekât: Besmele + Fatiha + sure
İlk oturuş: Tahiyyat
3. rekât: Besmele + Fatiha + sure
4. rekât: Besmele + Fatiha + sure
Son oturuş: Tahiyyat + Salavatlar + Rabbenâ + selam
Öğle Namazının Farzı:
İlk sünnet gibidir. Yalnızca öğle namazı ile diğer bütün dört rekâtlı farz namazlarda üç ve dördüncü
rekâtlarda sadece besmele ve Fatiha okunur. Zamm-ı sure (bir sure ilavesi) yoktur.
1. rekât: Sübhaneke + eûzü-besmele + Fatiha+ sure
2. rekât: Besmele + Fatiha + sure
İlk oturuş: Tahiyyat
3. rekât: Besmele + Fatiha
4. rekât: Besmele + Fatiha
Son oturuş: Tahiyyat + Salavatlar + Rabbenâ + selam
Öğle namazının iki rekâtlık son sünneti de aynen sabah namazındaki gibi kılınır.
İkindi Namazı:
Dört rekâtı gayr-ı müekked sünnet, dört rekâtı ise farzdır. Farz, aynen öğle namazının farzı gibidir. Sünneti, gayr-ı müekked sünnet olduğu için biraz farklı kılınır.
BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM
Gayr-ı Müekked Sünnet: Peygamberimizin bazen kılmadığı nafile namazlardır. İkindi namazının sünneti ile yatsı namazının ilk sünneti böyledir. Bunları da kılmaya çalışmalı, terk etmeyi alışkanlık hâline
getirmemelidir.
İkindinin sünneti öğlenin sünneti gibi kılınır. Ancak ondan farklı olarak ilk oturuşta, Tahiyyattan sonra Salli
ve Bârik duaları eklenir. Üçüncü rekâta kalkışta da yeni namaza başlanır gibi Sübhâneke ve eûzü besmele
vardır.
79
1. rekât: Sübhaneke + eûzü-besmele + Fatiha + sure
2. rekât: Besmele + Fatiha + sure
İlk oturuş: Tahiyyat + Salli - Bârik
3. rekât: Sübhaneke + eûzü-besmele + Fatiha + sure
4. rekât: Besmele + Fatiha + sure
Son oturuş: Tahiyyat + Salavatlar + Rabbenâ + selam
Akşam Namazı:
Üç rekâtı farz, ikisi sünnet olmak üzere beş rekâttır. Akşam namazı diğer namazlardan, ezandan sonra
kamet getirilerek farzının sünnetinden önce kılınması ve bir de farzının üç rekâttan oluşması yönleriyle ayrılır.
Farzının Kılınışı:
1. rekât: Sübhaneke + eûzü-besmele + Fatiha + sure
2. rekât: Besmele + Fatiha + sure
İlk oturuş: Tahiyyat
3. rekât: Besmele + Fatiha
Son oturuş: Tahiyyat + Salavâtlar + Rabbenâ + selam
Akşam namazının sünneti de diğer iki rekâtlı sünnetler gibi kılınır.
Yatsı Namazı:
Dört rekâtı sünnet-i gayr-ı müekkede, dördü farz, ikisi son sünnet olmak üzere on rekâttır. Yatsının ilk
sünnetinin kılınışı, ikindi namazının sünneti gibidir. Farzının kılınışı, öğle ve ikindi namazlarının farzları, son
sünneti ise diğer iki rekâtlı namazlar gibidir.
B-Vitir Namazı:
Vitir namazı üç rekâttan ibarettir. Niyet edip tekbir aldıktan sonra aşağıdaki gibi kılınır;
1. rekât: Sübhaneke + eûzü-besmele + Fatiha + sure
2. rekât: Besmele + Fatiha + sure
İlk oturuş: Tahiyyat
3. rekât: Besmele + Fatiha + sure + tekbir + Kunut duaları
Son oturuş: Tahiyyat + Salavatlar + Rabbenâ + selam
3. Rekâta Dair Açıklama:
Besmele, Fâtiha ve ilave bir sûre okunduktan sonra daha ayakta iken eller kaldırılıp tekbir alınır. Eller yeniden bağlanarak ayakta Kunut duaları okunur. Rükû ve secdeden sonra normal şekilde son oturuş yapılarak
namaz sona erdirilir.
Vitir, ittifakla kılınması istenen bir namazdır. Bir hadiste “...vitir namazı kılınız ey Kur’an ehli!” buyrulmuştur.30
30 Tirmizî, Vitr 2.
80
Vitir namazı, Hanefilere göre vacip; diğer üç mezhebe göre ise müekked sünnettir. Hanefîlere göre vitir üç
rekâttır ve sonunda selam verilir. Şâfiîlerde vitrin en azı bir, en çoğu on bir rekâttır. Vitir namazının sayısı ile
ilgili bu görüş farklılıklarının nedeni, Rasûlullah’tan bu konuda birbirinden farklı hadislerin nakledilmesidir.31
Vitir, yalnız ramazan ayında cemaatle kılınır. Vitirden başka namazlarda Kunut duası okunmaz. Yalnız
Şafiî ve Malikîlere göre her zaman sabah namazının farzında rükû sonrası ayakta Kunut duası okunur.
C-Cuma Namazı
Araplar, İslam öncesinde cuma gününe “Arûbe” derlerdi. Allah’ın elçisi, Akabe biatlarından sonra sahabeden Musab b. Umeyr’i Medine’ye öğretmen olarak göndermiş ve ona cuma günü toplanarak öğle vakti
iki rekât namaz kılmalarını bildirmiştir. Bunun üzerine Müslümanlar, Esad b. Zürâre’nin Medine dışındaki
yurdunda toplanıp cuma namazı kılmaya başlamışlardır.
Cuma namazının farz oluşunu bildiren ayet, Medine’de inmiştir ve Hz. Peygamber’in kıldırdığı ilk cuma
namazı ise hicret sırasında Ranûna vadisinde kılınmıştır. Cuma namazının farz oluşu şu ayetle sabittir: “Ey
inananlar! Cuma günü namaza çağrıldığında Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın! Eğer bilirseniz bu,
sizin için daha hayırlıdır.”32
İslam’da cuma gününün ayrı bir yeri olduğuna şu hadis delildir: Hz. Peygamber’e (s.a.), cuma gününe
niçin bu adın verildiği sorulunca şöyle cevap vermiştir: “Şüphesiz babanız Âdem’in yaratılışı o günde tamamlandı. Kıyamet o gün kopacak, yeniden dirilme ve insanların hesap için toplanması o günde olacaktır...”33
Cuma Namazının Farz Olmasının Şartları:
1- Erkek olmak: Kadınlara cuma
namazı farz olmayıp kıldıklarında
öğle namazı yerine geçer.
2- Akıl sahibi ve ergin olmak: Bu
ikisi zaten namazın farz oluşu için
de şarttır.
3- Hür olmak: Esir veya cezaevindeki hükümlülerin öğle namazı
kılmaları yeterlidir.
4- Mukîm (bir yerde yerleşik)
olmak: Yolcuya cuma namazı farz
değildir.
5- Hasta olmamak, özürlerden
uzak bulunmak: Cuma namazı için
mescide gidince hastalığı artacak
olana, âciz, çok ihtiyar olana, gözü
görmeyen veya kötürüm olana cuma
namazı farz değildir.
31 Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 40.
32 Cumu’a suresi, 9. ayet.
33 Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 311.
81
Cuma Namazının Geçerli Olması İçin Gerekli Şartlar:
1- Vakit: Cuma namazı, cuma günü öğle namazı vaktinde kılınır.
2- Namaz için cemaatin bulunması. Cuma namazı tek başına kılınamaz. Diğer farz namazlarda cemaat
için imamla birlikte bir kişinin olması yeterli iken, cuma namazında Hanefi mezhebine göre imam hariç, üç
kişinin daha bulunması şarttır. Şafiîlere göre cuma namazı için akıllı, hür, ergin ve mukîm (yerleşik) kırk erkeğin bulunması gerekir.
3- Cuma namazından önce hutbe okumak.
Cuma Namazının Kılınışı ve
Rekâtları:
Ezandan sonra öğle namazının
sünnetindeki gibi dört rekât kılınır. Bu
namaz, müekked sünnettir. Daha sonra hatip, hutbe için minbere çıkar ve
oturur. Müezzinin iç ezanından sonra,
hatip hutbe okur. Bu sırada cemaat,
sükûnet içinde konuşmayı dinler. Ardından müezzinin kameti ile farz olan
iki rekâtlık cuma namazı, imamın açıktan okumasıyla kılınır. Cemaat, namazda sadece Sübhaneke’yi okur ve daha
sonra imamı dinleyerek namazı eda
eder.
Farzdan sonra aynen ilk sünnetteki gibi cumanın dört rekâtlık son sünneti kılınır. Bunun ardından, isteyenlerin kılabileceği dört rekâtlık namaz, zuhr-i âhir adıyla bilinir. Bu namazı kılana da kılma ihtiyacı hissetmeyene de saygı duyulmalıdır.
Son olarak kılınan sünnet ise “vaktin sünneti” olarak bilinen iki rekâtlık nafile bir namazdır.
D-Bayram Namazı:
Bayram namazı, biri Ramazan, diğeri Kurban Bayramı’nda olmak üzere yılda iki defa kılınan iki rekâtlık
bir namazdır. Rasulullah (s.a.) Medine’ye gelince Medine halkının yıl içinde eğlenip sevinç günü saydığı iki
günlerinin olduğunu öğrenmiş ve şöyle buyurmuştur: “Allah o iki gün yerine size daha hayırlısını vermiştir: Biri
Kurban Bayramı, diğeri Ramazan Bayramı’dır.”34
Hanefi mezhebinde, cuma namazı ile yükümlü olan kimselere bayram namazı kılmak da vaciptir. Bayram
namazı, Şafiî ve Malikîlere göre müekked sünnet, Hanbelîlere göre ise farz-ı kifâyedir.
Cuma namazında hutbe, namazın geçerli olmasının şartlarından olup farzdan önce okunur. Bayram namazında ise hutbe sünnettir ve namazdan sonra okunur. Bayram namazının bir diğer farklılığı, her rekâtında
fazladan üçer tekbir alınmasıdır. Bu fazla tekbirlere “zâid tekbirler” denir.
Rasûlullah’ın (s.a.) kıldırdığı ilk bayram namazı, ikinci hicrî yıldaki Ramazan Bayramı namazıdır. Sa34 Ebû Davud, Salât 239.
82
habeden İbn Abbas’ın naklettiğine göre Hz. Peygamber, bayram namazlarını ezansız ve kametsiz olarak
kıldırmıştır.35
Bayram namazının vakti, mazeret sebebiyle birinci gün kılınamamışsa Ramazan Bayramı’nda ikinci gün,
kurban bayramında ise kerahetle birlikte ikinci günde, yine olmazsa üçüncü günde kılınabilir. Ancak özürsüz
olarak terk edilmişse veya cemaate hiç yetişilememişse sonradan kılınamaz.
Kılınışı:
Niyet ve tekbirden sonra imam ve cemaat, gizlice Sübhaneke’yi okurlar. Sonra imam açıktan, cemaat ise
içinden üç kez tekbir alırlar. Her tekbirde eller kaldırılıp ilk ikisinde yana salınır ve tekbirler arasında kısa süre
durulur. Üçüncü tekbirle eller bağlanır. İmam, içinden okuduğu eûzü besmele sonrası açıktan Fatiha okur ve
bir sure ekler. Rükû ve secdelerden sonra ikinci rekâta kalkılır. Besmelenin ardından yine imam, Fatiha ile
sureyi okur. Rükûya gitmeden, yine üç kez eller kaldırılıp yana bırakılarak tekbir alınır. Bundan sonra eller
kaldırılmadan bir tekbir daha alınarak rükûya gidilir ve namaz tamamlanır.
Şafiîlere göre bayram namazının cemaatle kılınması daha faziletliyse de bu namaz, tek başına ve hutbesiz olarak da kılınabilir.
Bayram günleri erken kalkmak, temizlenmek, güzel koku sürünüp güzel elbiseler giymek, sadaka vermek
müstehap yane iyi sayılmıştır. Ramazanda bayram namazı öncesinde tatlı yenmesi, Kurban Bayramında ise
bir şey yenmemesi müstehaptır.
E-Cenaze Namazı:
Yıkanmış, temizlenmiş, musalla taşına konulmuş Müslüman ölü için abdestli ve kıbleye yönelerek kılınan
bu namaz, ölen kimse için yapılan bir dua hükmündedir. Cenaze namazı, farz-ı kifâyedir. Topluma, bölge halkına yönelik bir vazifedir. Hiç kimse yerine getirmezse oradaki Müslümanların tamamı sorumlu ve günahkâr
olur.
Cenaze namazının şartı niyettir. Bu niyette,
ölünün erkek veya kadın, kız veya erkek çocuğu
olduğu belirtilir. Cenaze namazının farzı/rüknü,
tekbirler ve kıyamdır. Bu namazda rükû, secde
ve kıraat yoktur. Cenaze namazı ayakta kılınır ve
dört tekbirden oluşur.
Cenaze Namazı Kılınabilmesinin Şartları:
1- Ölen kişi Müslüman olmalıdır.
2- Kendisinin ve konulduğu yerin temiz olması.
3- Cemaatin önüne konulmuş olması.
4- Cenaze namazında cemaat, şart değildir. Yalnız bir kişinin bulunması da yeterlidir.
35 Ebû Davud, Salât 241.
83
Cenaze Namazının Sünnetleri ve Kılınışı:
1- İmam, cenazenin göğsü hizasına durur.
2- İlk tekbirden sonra Sübhaneke duası “ve celle senâük” kısmı ile birlikte okunur. Dua kastıyla Fatiha
okunması câizdir. İmam Şafiî’ye göre Fatiha okumak farzdır.
3- İkinci tekbirden sonra Peygamberimize salat ve selam olarak Salli ve Bârik duaları okunur.
4- Üçüncü tekbirden sonra dua edilir. Bilenler cenaze duasını, bilmeyenler Rabbenâ vb. bir dua okur.
5- Bu duaların ardından imam, dördüncü tekbiri alır, sağa ve sola sesli olarak selam verir.
F-Cemaatle Namaz Kılmak
Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi beş ya da yirmi yedi derece daha faziletlidir.36
TEMEL HADİS
“İnsanlar, ezan ile ilk safta namaz kılmanın sevabını bilseler, sonra bunlar için kura çekmekten
başka çare bulamasalar kura çekerlerdi. Namazı ilk vaktinde kılmanın sevabını bilselerdi bunun için
yarışırlardı. Yatsı ile sabah namazlarının faziletini bilselerdi emekleyerek de olsa bu namazları cemaatle kılmaya gelirlerdi.”
(Buhârî, Ezan 9, 32.)
Peygamberimizin bu sözünden neler anlıyorsunuz? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.
Hanefîlere göre cuma namazı dışındaki farz namazları cemaatle kılmak, gücü yeten, akıl sahibi erkekler
için müekked (kuvvetli) sünnettir.
Şafiîlere göre farz namazlar için cemaate devam etmek ise hür ve mukîm (yerleşik) olanlar için farz-ı
kifâyedir.
Hanefî ve Şafiîlerde cemaatin sayısı en az, imam ve ona uyacak kimse olarak iki kişidir. Hatta imama
uyan kişi, çocuk da olabilir. İmama uyan kişi,
aşağıda sayılanları kendisi de yapar:
1- İftitah tekbirinde elleri kaldırmak.
2- Sübhaneke okumak.
3- Rükû tekbirlerini almak.
4- Secde tekbirlerini almak.
5- Rükû ve secdedeki tespihleri söylemek.
6- Rükûdan doğrulurken “Semia’llahu li
men hamideh” demek.
7- Tahiyyat ve diğer duaları okumak.
8- Selam vermek.
Cemaatle Namazda Saf Düzeni:
Toplu hâlde namaz kılmaya cemaatle namaz denilir. İmamın ardında yan yana duran
36 Buhârî, Ezan 30; Müslim, Mesâcid 345.
84
cemaat, saf tutmuş olur. İmama kendi başına uyan kişi, onun sağına durur. Cemaat iki kişi ise arkasında
dururlar. Bir cemaat içinde birlikte bulunduklarında, imamın arkasında önce erkekler, sonra erkek çocuklar,
onların arkasında kadınlar, daha sonra da kız çocukları durur.
İmamın tam arkasında, namaz kıldırmaya ehil kimselerin bulunması daha uygundur. Cemaatle namaz
kılarken saflar düz ve sık olmalı, omuzlar bitiştirilmeli, kişiler arasında boşluk bulunmamalıdır. Buna dikkat etmeyen kimselere yönelik Peygamberimizin önemli uyarıları vardır.37Müezzinlik yapan kişinin, farzı cemaatten
ayrı olarak tek başına kılması ise mekruhtur.
2. Zekât
2.1. Zekâtın Önemi
TEMEL AYET
Zekâtı verilen malın bereketlendiğine dair Allah şöyle buyurur: “İnsanların malları içinde artsın diye
faizle her ne verirseniz Allah katında artmaz. Ama Allah’ın hoşnutluğunu isteyerek her ne zekât verirseniz
işte bunu yapanlar sevaplarını kat kat artıranlardır.”
(Rûm suresi, 39. ayet.)
Zekât, İslam toplumunda çok önemli bir yere sahiptir. Toplumsal dayanışmanın, başkasını düşünme alışkanlığı kazanmanın Allah için verebilme anlayışının yerleşmesinin temel araçlarından biridir.
Her türlü ibadet temizlikle başlar. İbadetlerin başında önce niyetlerin temiz olması gerekir. Temiz niyetli
olmayan, samimiyetten uzak yapılan bir ibadet Allah katında makbul değildir. Zekât ibadeti de yapılırken
kişinin niyetinin temiz olması gerekir. Kişi bu ibadeti yaparken gösterişten uzak olmalı, bir menfaat beklentisi
bulunmamalıdır.
ÖĞRENELİM,
TARTIŞALIM
Zekâtın diğer bir anlamı da artma, çoğalmadır. Sizce zekâtı verilen maldaki artış hangi anlamdadır?
Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.
Zekât malın ve ruhun temizliğini sağlayan, İslam’ın temel ibadetlerinden biridir. Kelime olarak bereket,
temizlik, çoğalma ve övme gibi anlamlara gelir. Akıllı, ergin ve dinen zengin sayılan bir Müslümanın, belli
mallardan belirli bir miktarı, belli aralıklarla muhtaçlara vermesidir.
Zekâtı verilmeyen mal dinimizce temiz sayılmaz, bereketsizdir. Zekâtı verilen mal ise bereketlenir. Çünkü böylelikle ondaki fakir, yetim hakkı ödenmiş olur. Kişi, malını artık tamamen hak etmiş hâle gelir. Bunu
ifade eden ayetlerden biri şudur: “Müminlerin mallarından zekât al ki onunla kendilerini temizleyip mallarını
bereketlendiresin.”38
37 Buhârî, Ezan 71.
38 Tevbe suresi, 103. ayet.
85
Müslüman, zekât sayesinde cimrilikten kurtulmuş olur, yoksulları daha çok düşünmeye başlar. Kendisine
verdiği nimetler sebebiyle Allah’a daha fazla şükreder. Zekâtın yaygınlaşması toplumda ekonomik dengenin
kurulmasına da büyük katkı sağlayacaktır.
Zekât, hicrî 2. yılda farz kılınmıştır. Kur’an’da yirmi sekizi namazla birlikte olmak üzere toplam otuz iki
yerde zekât emri bulunmaktadır.39 Bu durum, namaz ile zekât arasında sıkı bir ilişkinin varlığını
gösterir.
Zekât, namaz ve oruç ibadetleri gibi İslam öncesi ümmetlerde de bulunan bir ibadettir. Mesela
Hz. İsmail (a.s.) hakkında Kur’an’da şöyle deniyor:
“O, ailesine (milletine) namazı ve zekâtı
emrederdi.”40
Zekâtla yükümlü olduğu hâlde onu vermeyen kimse bundan sorumludur. Ahirette de ceza
ile karşı karşıyadır: “Altın ile gümüşü biriktirip
Allah yolunda harcamayanları yakıcı bir azapla
müjdele...41
2.2. Zekâtın Verilişi
TEMEL AYET
Kur’an-ı Kerim zekâtın kimlere verilebileceğini şöyle ifade eder: “Zekât ancak fakirlerin, miskinlerin,
zekât toplaması için görevlendirilmiş kişilerin, kalpleri İslam’a ısındırılmak istenenlerin (müellefe-i kulûb),
kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların, çalışanların ve yolcuların hakkıdır. Bu, Allah tarafından farz
kılınmıştır.”
(Tevbe suresi, 60. ayet.)
Bir kimsenin zekât vermekle yükümlü olması için Müslüman, akıl sağlığı yerinde, gençlik çağına erişmiş
olması ve hür olması, borcundan ve temel ihtiyaçlarından fazla nisap miktarı mala sahip olması gerekir.
Nisap; zekât, fitre ve kurban gibi ibadetler için konulan bir zenginlik ölçüsüdür. Ayrıca nisap miktarı mala
sahip olan kimsenin zekâtla mükellef olması için bu malın kazanç veya yarar sağlayan bir mal olması ve
üstünden bir yıl geçmesi gerekir. Bu tanıma göre kişinin oturduğu ev, bindiği araç, kullandığı araç-gereçler,
ev eşyaları gibi temel gereksinimleri zekât vermede zenginlik sınırını belirleyen nisap miktarının hesaplanmasına dâhil edilmez. Bunun için de bunların ortalama bir seviyede olması ve kazanç sağlamaması gerekir.
Zekât, muhtaçlara verilir. Zekâtın verileceği yerler, sekiz sınıf olarak şu ayet-i kerîme ile belirlenmiştir:
39 Döndüren, İslam İlmihâli, s. 485.
40 Meryem suresi, 55. ayet.
41 Tevbe suresi, 34–35. ayetler.
86
“Zekâtlar, ancak fakirlerin, miskinlerin, zekât tahsili işinde çalışanların, kalpleri İslam’a ısındırılmak istenenlerin (müellefe-i kulûb), kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların, çalışanların ve yolcuların hakkıdır. Bu,
Allah tarafından farz kılınmıştır.”42
Bunlar dışında kalan cami, mescit, kurs, yol, köprü, çeşme vs. yapımı, cenaze kefenlenmesi gibi işler için
zekât verilemez. Yine kişi, babasına, annesine ve onların ebeveynine; oğluna, kızına ve torunlarına zekât
veremez. Çünkü zaten onlara bakmak zorundadır. Eşler de birbirine zekât veremez. Peygamberimizin neslinden olanlara zekât da verilemez.
Zekât mallarında, aynı cinsten yıl içindeki artış, yıl sonuna kadar devam ederse, yılın başında da var kabul
edilir ve o miktarın da zekâtı verilir.
Oturacağı bir ev yaptırmak için borçlananlara, bir şeyi olmayıp, evlenmek isteyen erkeğe de zekât verilir.
Kişi, kendinden ayrı yaşayan ihtiyaç sahibi damadına veya gelinine de zekât verebilir.
Zekâtın Geçerli Olması İçin Gerekli Şartlar Şunlardır:
1- Niyet: Zekâtı yoksula verirken, bunun zekât olduğuna niyet edilmelidir. Ancak yoksula zekât verirken
onu rencide etmekten kaçınılmalıdır.
2- Temlik: Temlik, zekât malını karşı tarafa ulaştırmak, bizzat onun eline geçmesini sağlamaktır. Yani
zekât malının, yoksulun eline geçtiğinden emin olmak şarttır.
BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM
Nisap: Sözlükte “her şeyin aslı, kökü; güneşin battığı yer, bulunması gereken asgari miktar” gibi anlamlara gelen Nisap, dinî bir kavram olarak zekât fıtır sadakası, kurban gibi ibadetler için konulan bir
zenginlik ölçüsüdür.
Hadislerde belirlenen nisap miktarları şöyle sıralanabilir; 80,18 gr. altın veya bunun tutarında para,
ticaret malı, 560 gr gümüş, 40 koyun veya keçi, 30 sığır, 5 deve. Nisap miktarının belirlenmesinde kullanılan bu miktarların, o dönemin en yaygın zenginlik aracı olduğu açıktır. Nisabın bu mallar üzerinden
belirlenmesi, sosyal ve ekonomik şartların fazla değişmediği sonraki dönemlerde de aynen korunmuştur.
Zekât verilecek mallardan bazıları şöyledir:
Altın, gümüş ve para. Altının şeri ölçüye göre nisabı 80,18 gram, gümüşün nisabı ise 560 gramdır. Bu
kadar altına, gümüşe veya o miktarda paraya sahip olan kimse bunların kırkta birini (yüzde iki buçuğunu)
zekât olarak vermekle yükümlüdür.
Ticaret malları: Nisap miktarında olan, üzerinden bir yıl geçen ve satın alınırken ticarete niyet edilen malların zekâtı verilir.
Bir kimsenin bir miktar altın ile gümüşü, bir miktar da ticaret malı bulunup da bunların toplamının kıymeti
bir nisap miktarına, mesela 80,18 gram altına denk bulunsa, kırkta bir oranında zekât gerekir.
Hayvanlar: Tür olarak koyun, keçi, sığır, manda, deve ve at olmak üzere zekâtları verilmesi gereken altı
sınıf hayvan vardır. Bunlardan bir yıllık mal durumundaki hayvanlardan zekât verilmelidir. Bunların ölçüleri
vardır.
42 Tevbe suresi, 60. ayet.
87
Örneğin koyun ve keçi için 40’tan azına zekât düşmez. 120’ye kadar bir koyun, 121-200 arasında ise iki
koyun zekât olarak verilir. 201-399 arasında üç, 400 koyunda da dört koyun verilir. Bundan sonraki her yüz
için bir koyun daha verilir. Keçinin zekâtı da böyledir.
Büyükbaş hayvanlarının, toprak ürünlerinin ve madenin zekâtı verilir.
Fıtır Sadakası: Toplumsal dayanışmayı sağlayan diğer bir mali ibadet ise fıtır sadakasıdır. Ramazan
ayının sonuna yetişen ve temel ihtiyaçları dışında en az nisap miktarı mala sahip bulunan her özgür Müslümanın vermesi vacip olan sadakadır.43 Buna fitre de denir. Yaratılışın, sağlığın gereği ve şükrü olarak verilen
bir bağıştır.
Fitre ile yoksullar mübarek oruç ayında biraz rahatlamış ve bayram sevincine katılma imkânı bulmuş
olurlar.
Fitreyi bayram namazına çıkmadan önce, hatta ramazanın başından itibaren herhangi bir günde vermek
lazımdır. Küçük, büyük, erkek ve kadın her özgür Müslüman, nisap miktarı mala sahip ise fitre vermekle yükümlüdür. Anne ya da baba, evin küçük çocukları da dâhil olmak üzere bütün aile fertleri adına fıtır sadakası
verir.
3. Oruç
3.1.Orucun Önemi
TEMEL AYET
“Ey iman edenler! Oruç, sizden önce gelip geçmiş kimselere farz kılındığı gibi size de sayılı günlerde
farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.”
(Bakara suresi, 183. ayet.)
Oruç kelimesinin Arapçası “savm ve sıyam”dır. Bir şeyden kendini alıkoymak, el çekmek anlamındadır.
Dinî bir ibadet olarak şöyle tanımlanabilir: Kişinin niyet etmek suretiyle imsak vaktinden itibaren güneş batana
kadar kendisini yeme, içme ve cinsel isteklerden alıkoymasıdır.
İslam’ın beş temel şartından biri de tutmakla mükellef olanların, ramazan ayı boyunca Allah için oruç tutmalarıdır. Oruç, hicretin
ikinci yılında farz kılınmıştır.
Oruç tutmanın kişi ve toplum açısından
pek çok yararı vardır. Bunlardan bazıları
şöyledir:
1. Kişi beden ve ruh yönünden, oruçla
huzur bulur. İradeyi güçlendirir. Yılın diğer
günlerinde imkânları dâhilinde her isteğini
yapmaya çalışan insanlar, oruç sebebiyle
43 Buhârî, Zekât 70.
88
imkânları olsa da yemez, içmez. Böylece irade güçlenir.
2. Oruç, kısa süreli de olsa yoksulların hâlini hissetme, onlara karşı daha şefkatli olma bilinci kazandırır.
3. İnsan bedeni, bir ay boyunca rahatlamış olur. Belli bir düzende yemek ve içmek, mideyi dinlendirir.
İnsan, oruçla vücudunu bir ay süreyle disipline eder.
4. Oruç ibadeti ile sevap kazanırız. Hz. Peygamber, hakkıyla oruç tutan kişinin geçmiş günahlarının bağışlanacağını söylemiştir.44 Yine tuttuğumuz oruç bize Allah’ın sevgisini kazandırır.
5. Oruç ibadeti kişiyi kötülüklere karşı korur. Oruçlu kişi her tür kötü düşünce ve davranıştan uzak durmaya her zamankinden daha çok önem verir. Hz. Muhammed bu şekilde tutulan orucun kişiyi cehenneme
gitmekten kurtaracağına şu sözüyle dikkat çekmiştir: “Oruç savaşın tehlikelerinden koruyan bir kalkan gibi
sizi ateşten koruyan bir kalkandır. Eğer kişi sevabını kaçırmazsa...”45
6. Sadece Allah emrettiği için bir süre isteklerinden uzak kalan insan, oruçla eğitilir, sabrı öğrenir.
7. Oruç, kişiliğin oluşumunda büyük pay sahibidir. İnsanların yanında değilken de bir şey yemeyen insan,
iç ve dış yönüyle gösterişten uzaktır, samimi davranmayı öğrenmiştir.
TEMEL HADİS
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Yalanı, onunla iş yapmayı bırakmayan kimsenin, (oruç tutarak)
yeme-içmesini bırakmasına, Allah’ın ihtiyacı yoktur.”
(Buhârî, Savm 8.)
Sizce Peygamberimiz bu sözüyle ne anlatmak istemiştir? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.
Kur’an-ı Kerim’in Bakara suresinde oruç tutmayı emreden şu ayetler bulunur:
“Ey iman edenler! Oruç, sizden önce gelip geçmiş kimselere farz kılındığı gibi size de sayılı günlerde farz
kılındı. Umulur ki korunursunuz.
Sizden her kim, hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. Oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere,
bir yoksulu doyuracak fidye gerekir. Kim de gönülden (fidyeyi artırıp)
hayır yaparsa bu, onun için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüklere
rağmen) oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır.
Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu yanlıştan ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın, kendisinde indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler, onda oruç
tutsun…”46
Bu ayetlerden ilki, orucun hem bize hem de önceki peygamberlerin halklarına farz olduğunu belirtmiştir. Son ayet ise farz orucun,
ramazan ayında olduğunu, aynı zamanda ramazan ayının Kur’an’ın
indirildiği ay olduğunu haber vermiştir.
Oruç, sevabı çok olan ve kul ile Allah arasında özel yeri olan
bir ibadettir. Hz. Peygamber bir hadisinde Rabbimizin oruç ibadetine ne kadar değer verdiğini şöyle ifade
44 Buhari, Savm 6.
45 Nesai, Sıyam 43.
46 Bakara suresi, 183-185. ayetler.
89
etmiştir:
“Kutlu ve yüce olan Allah şöyle buyuruyor: Oruç benim içindir yani benim rızamı kazanmak için tutulur.
Onun mükâfatını da fazlasıyla ben vereceğim. Oruçlu kimsenin iki sevinçli anı vardır. Önce iftar açarken
sevinir. Ancak asıl sevinç Allah’a kavuştuğunda mükâfat alırken olacaktır. Allah’a yemin olsun ki oruçlunun
ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha iyidir.”47
Orucun Farz Olmasının Şartları Şunlardır:
1- Müslüman olmak.
2- Ergenlik çağında ve akıl sahibi olmak.
3- Oruç tutmaya gücü yetmek.
4- Mukîm (yerleşik) olmak.
Orucun geçerli olması için ayrıca bir kadının hayız (âdet dönemi) ve nifas (doğum sonrasındaki özür)
hâllerinden uzak, temiz olması şarttır. Niyet de gereklidir. Bir de orucu bozan hâllere düşmemek şarttır.
TEMEL HADİS
“Ramazan ayı geldiğinde cennetin kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır...”
(Buhârî, Savm, 5; Müslim, Sıyam, 1.)
Farz olan oruç her yıl ramazan ayında tutulur. Ramazan ayının bizim için özel bir değeri vardır. Ramazan
ayı gelmeden hazırlıklar yapılır. Evlerde, mahallelerde ve işyerlerinde o aya kavuşmanın heyecanı yaşanır.
Kadir Gecesi ramazan ayındadır. Kur’an-ı Kerim’in indirildiği gece olan Kadir Gecesi bizim için çok değerlidir.
O geceyi Kur’an ile meşgul olarak, dualarla, kaza namazları ve nafile namazlarla en güzel şekilde değerlendirmeliyiz. Bin aydan daha değerli olan bu gecede kendimizi 48 Rabbimize affettirmenin gayreti içerisinde
olmalıyız.
3.2. Oruç Çeşitleri
1-Farz Oruç:
a- Zamanı belirli olan ramazan orucu.
b- Zamanı belirli olmayan oruç: Ramazan orucunun kazası ve keffareti için belli bir zaman yoktur.
2-Vacip Oruç:
Adak oruçları böyledir.
Belli günde tutulması adanan oruç, günü belli bir vaciptir. Günü belli edilmeden adanan oruç da vaciptir
ama belli bir zamanı yoktur.
47 Nesai, Sıyâm 42.
48 Kadr suresi, 3. ayet.
90
3-Nafile Oruç:
Farz olan ramazan orucunun dışında Hz. Peygamber’in tutmayı alışkanlık edindiği veya tavsiye ettiği
oruçlar da vardır. Sünnet veya müstehap olan oruçlardan bazıları şöyledir:
a- Hz. Davud’un (a.s.) orucu olarak ifade edilen, gün aşırı oruç tutmak.49
b- Pazartesi ve perşembe oruçları.50
c- Hacda olmayanların Kurban Bayramı’nın bir gün öncesinde (Arafe gününde) oruç tutmaları sünnettir.51
d- Şevval ayındaki altı gün oruç.52
e- Her aydan üç gün oruç. Her ayın onüç, ondört ve onbeşinci günlerinde oruç tutmak müstehaptır.53
f- Şaban ayında oruç tutmak.54
g- Muharrem ayının dokuzuncu, onuncu (Aşûre günü) ve on birinci günlerinde oruç tutmak.55
4. Mekruh Olan Oruçlar:
Ramazan Bayramı’nın birinci gününde, Kurban Bayramı’nın ise tamamında oruç tutmak, tahrîmen mekruhtur. Çünkü bunlar, sevinç ve ikram günleridir.
Sadece aşûre gününde, tek başına cuma günü veya yine sadece cumartesi günü oruç tutmak, tenzîhen
mekruhtur. Ancak bunlardan bir gün önce oruca başlanır yahut bu günlerin ardından bir gün oruç daha tutulursa veya kişinin belli bir oruç tutma âdeti, alışkanlığı var da o âdetine göre tuttuğu oruç, bu günlere denk
gelmişse bunda bir sakınca kalmaz.
3.3. Oruç Tutarken Dikkat Edilmesi Gereken Şeyler
ÖĞRENELİM,
TARTIŞALIM
“Sahura kalkınız. Çünkü sahurda bereket vardır.” (Buhârî, Savm, 18; Müslim, Sıyam, 9.)
Yukarıdaki hadisten ne anlıyorsunuz? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.
Farz olan ramazan orucuna niyet edilerek başlanır. Kişi oruç tutma niyetiyle sahur yemeği yemişse sözle
niyet ettiğini beyan etmesine gerek yoktur. Kişi ramazan ayında sahur yapmamış ve niyet etmemişse bile
ertesi günkü orucu tutmak zorundadır.
Oruç, tan yerinin ağarmasıyla başlar. Gün batımına kadar devam eder. Gün içerisinde hiçbir şey yemeyiz,
içmeyiz. Ancak oruç sadece yemeyi içmeyi bırakmak anlamına gelmez. Kişinin her tür kötü davranış ve arzudan uzak durması gerekir. Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur: “Oruç tutan kişi yalan söylemeyi ve
yalanla iş yapmayı bırakmazsa onun yeme-içmesini bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur.”56
49 Müslim, Sıyâm 192.
50 Ebû Davud, Savm 60.
51 Ahmed b. Hanbel, Müsned, VII, 297.
52 Tirmizî, Savm 53.
53 Buhârî, Savm 56.
54 Müslim, Sıyâm 176.
55 Buhârî, Savm 69.
56 Buhârî, Savm 8.
91
91
ÖĞRENELİM,
TARTIŞALIM
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah ramazan ayı oruç tutmayı size farz kıldı, ben de
size ramazan gecelerini namazla geçirmenizi sünnet olarak bırakıyorum. Allah’a inanarak ve sevabını
Allah’tan bekleyerek ramazan ayında gündüzleri oruç tutup geceleri namaz kılan kişi, anasından yeni
doğmuş gibi günahlarından arınır.” (İbn Mâce, İkametü’s salât, 173.)
Yukarıdaki hadiste ifade edilen “Anasından yeni doğmuş gibi günahlarından arınır.” sözü ne anlama gelmektedir? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.
Oruç Tutma Zorunluluğunu Ortadan Kaldıran Haller Şunlardır:
1- Yolculuk: Zarar görmeyecekse
yolcunun orucu tutması daha iyidir.
Yolculukta oruç tutmayan, daha sonra
kaza eder.
2- Hastalık: Bir kimse oruç tuttuğunda ölmekten ya da hastalığının
artmasından korkarsa oruç tutmayabilir. İyileşince bunları kaza eder.57
3- Gebelik ve çocuk emzirme
hâllerinde kadın, kendisi veya çocuğu
zarar görecekse oruç tutmaz. Daha
sonra kaza eder.
4- Özel durumları olan veya doğum yapmış olan kadınlar da oruç
tutmazlar. Temizlendikten sonra tutamadıkları sayıda orucu kaza ederler.
5- Yaşlılık: Yılın bütününde oruç tutmaktan âciz olan çok ihtiyar ve düşkün erkeklerle kadınların oruç tutmama hakları vardır. Bunların oruçlarını kaza etmeleri de gerekmez. Çünkü zaten, hiç oruç tutacak durumda
değillerdir. Keffâret olarak fidye verirler. Fidye, tutamadıkları gün sayısınca yoksulu sabahlı-akşamlı doyuracak miktardır. Fakirler fidye de vermezler.
6- Çok ağır şiddetteki açlık ve susuzluk da orucu bozmayı mübah kılar. Sonra bu da kaza edilir.
İmsak: Kelime olarak; kendini tutmak, bir şeyden el çekmek demektir. Bu yüzden oruç
tanımlanırken imsak kelimesi kullanılır. Bu kelime oruca başlama zamanı anlamında
kullanılmaktadır.
İftar: İmsak vaktinde başlayan oruç, akşam güneş batıncaya kadar devam eder. Güneş batınca
yemek ve içmek suretiyle oruç açılır. Orucu açmaya iftar denir.
57 İlgili hadis için bkz. Nesâî, Sıyâm 51.
92
Oruç Nasıl Tutulur?
Oruç, imsak vaktinde başlar. Oruca niyet eden kimse bu vakitten itibaren herhangi bir şey yiyemez, içemez ve orucu bozan şeyleri yapamaz. Bu durum akşam güneş batıncaya kadar devam eder. Güneş battıktan
sonra yiyip içmek suretiyle orucunu açar. İşte niyet ederek imsak vaktinden akşam güneş batıncaya kadar
yememek, içmemek ve orucu bozan şeylerden sakınmakla bir günlük oruç tutulmuş olur.58
İftar Duası: İftar vaktinde şöyle bir dua okumak sünnettir:
“Allâhümme leke sumtü ve alâ rizgıke efdartü ve aleyke tevekkeltü ve bike Âmentü…”59
Anlamı: “Allah’ım! Sen’in rızan için oruç tuttum. Sen’in verdiğin rızıkla orucumu açtım. Sana güvendim,
Sana iman ettim…” Bu duayı yapmak şart değildir. İftar zamanı, herkes içinden geldiği şekilde Allah’a dua
edilebilir.
Kaza orucu: Bozulan orucun yerine gününe gün oruç tutmaktır.
ÖĞRENELİM,
TARTIŞALIM
Orucun ne kadar sevap kazandıran bir ibadet olduğuna ilişkin şöyle bir hadis bulunmaktadır:
Ebu Umâme Rasûlullah’a şöyle sormuştu: “Hangi amel daha değerli ve kıymetlidir?” Rasûlullah da
şöyle buyurdu: “Oruç tutmaya devam et! Çünkü sevap yönünden onun bir dengi yoktur.”
(Nesai, Sıyâm 42.)
Orucu Bozan Bazı Durumlar:
1. Bilerek bir şey yemek.
2. Bilerek bir şey içmek.
3. Kendi isteği ile ağız dolusu kusmak.
4. Akşam vakti girmediği hâlde, akşam oldu zannederek iftar etmek,
5. İmsak vakti geçtiği hâlde, imsak vakti gelmedi zannıyla yemek içmek.
6. Oruçlu olduğunu unutarak bir şeyler yedikten sonra, orucu bozuldu zannı ile yemek-içmek.
Orucu Bozmayan Şeyler
1. Oruçlu olduğunu unutarak yemek, içmek: Unutarak yiyip içerken oruçlu olduğunu hatırlayan kişi, hemen
ağzını yıkayıp oruca devam eder, oruçlu olduğunu hatırladıktan sonra boğazından aşağıya bir şey geçerse
kişinin orucu bozulur.
2. Kulağına su kaçmak,
3. Göze ilaç damlatmak,
58 Yazıcı, Seyfettin, Müslüman Gençlere Din Bilgisi, DİB Yayınları, Ankara, 1998, s. 79.
59 Ebû Davud, Savm 22.
93
4. Kendi isteği olmayarak kusmak,
5. Kan aldırmak,
6. Ağızdaki tükürüğü yutmak.60
4. Hac ve Kurban
4.1. Haccın Önemi
TEMEL AYET
“Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı
olarak kurulan Kâ’be’dir. Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse güven içinde
olur. Yoluna gücü yetenlerin Kâbe’yi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim bunu inkâr
ederse şüphesiz Allah hiç kimseye muhtaç değildir.”
(Âl-i İmran suresi, 96-97. ayetler.)
1. Bu ayeterden ne anlıyorsunuz?
2. Haccın diğer ibadetlerden farklı olduğu yönler nelerdir?
3. Haccın temel hedefi sizce ne olabilir? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.
Hac ibadeti İslam’ın beş temel esasından biridir. Hem mali, hem de bedenî bir ibadettir. İmkânı olan ve
şartlarını taşıyan her Müslüman, ömründe en az bir defa bu ibadeti yerine getirmekle yükümlüdür.
Hac, bir şeyi kastetmek, yönelmek, ziyaret etmek anlamlarına gelir. İbadet kastıyla Arafat’ta belli bir süre
durmak ve Kâbe’yi tavaf etmekten ibarettir.
Allah hac ibadetini hicretin 9. yılında farz kılmıştır. Hac ibadetinin farz kılınışıyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şu
ayet bulunur: “Yoluna gücü yetenlerin o evi (Kâbe’yi) haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.”61
60 Yazıcı, Seyfettin, a.g.e., s. 81-82.
61 Âl-i İmran suresi, 97. ayet.
94
Hac, tüm dünya Müslümanlarının bir araya geldiği büyük bir toplantı niteliği taşır. Aynı amaç doğrultusunda aynı ibadeti yapmak üzere bir araya gelen Müslümanlar, aynı duyguları hissederler. Kutsal topraklarda
kimse kendini yabancı hissetmez. Çünkü orada Müslümanlar, inanan herkesin eşit olduğunu, Allah katında
hiç kimsenin farkı olmadığını canlı bir şekilde hissederler. İhrama girerek bembeyaz elbiselere bürünmek,
insana mahşer yerini hatırlatır.
TEMEL HADİS
“Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimse, annesinden doğduğu gündeki
gibi günahsız olarak (evine) döner.” (Buhârî, Hac 4, Muhsar 9, 10; Müslim, Hac 438.)
Yukarıdaki hadis size ne anlatıyor? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.
Hac hem mal hem de bedenle yapılan bir ibadet olduğundan, kişinin bu ibadetle yükümlü olması için belli
şartlar vardır. Hac hem zenginlik açısından hem de bedenen bazı şartları taşıyan Müslümanlar üzerine farzdır. Haccın farz olması için şunlar şarttır:
1. Müslüman olmak,
2. Ergenlik çağında ve akıl sağlığı yerinde olmak,
3. Hür olmak,
4. Sağlık açısından hac yapmaya elverişli olmak,
5. Gerekli maddî güce sahip olmak: Bunun anlamı İslam dini açısından zengin olmaktır. Bu şartın içinde
ayrıca hac süresince ailesinin temel giderlerini karşılayabilme gücü de yer alır.
6. Hacca gidilecek yolların güvenli olması. Hac esnasında bulaşıcı hastalık, terör gibi güvenliği tehdit
edecek herhangi bir durum bulunmamalıdır.
95
TEMEL HADİS
“Hacla umreyi birlikte yapın. Çünkü bunlar, tıpkı körüğün demirdeki pisliği temizlemesi gibi günahı
temizler.”
(Nesâî, Menâsik, 6; İbn Mâce, Menâsik 3.)
Üç çeşit hac vardır:
1. İfrad Haccı: İhrama girerken yalnız hac yapmaya niyet edilirse bu, ifrad haccı olmuş olur. Bunda umre
yoktur. Mekkeliler bu haccı yapar.
2. Temettû Haccı: Önce umre için ihrama girip umreden sonra aynı mevsimde hac için yeniden ihrama girmekle yapılır. Yani ayrı ihramlarla hem umre, hem de hac yapılmış olur. Ülkemizden ve dışarıdan
Mekke’ye giden hacıların çoğunlukla yaptığı hac çeşidi budur.
3. Kıran Haccı: Umreden sonra, ihramdan çıkmayıp aynı ihramla bir de hac yapılırsa kıran haccı gerçekleşmiş olur.62
Hac, Kurban Bayramı’nın arife günü ile bayramın ilk üç günü içinde yerine getirilir. Bu süre içinde yapılamayan hac için ertesi yıl beklenmek zorundadır.
4.2. Hacla İlgili Kavramlar
İhram: Hac niyet edilerek ve ihrama girilerek başlar. İhram, haccın dışında helal olan bazı iş ve davranışların hac sırasında yasak olmasıdır. Hacılar bu yasaklara ihram elbisesi adı verilen özel bir giysiyi giyerek
başlar. İhram elbisesi en son “Mîkat yerleri” adı verilen bölgelerden geçmeden giyilmiş olmalıdır. Erkekler
için iki parçalı bir elbise, hanımlar için örtünmeye uygun sade bir elbisedir. Hacıların hep birlikte söyledikleri
“Telbiye” ihramla başlar. İhrama girmek haccın şartı yani dışındaki farzlarındadır.
62 Bakara suresi, 196. ayet.
96
Mîkat: İhrama girme yeri ve zamanı demektir. Mekke çevresinde, çeşitli bölge ve ülkelerden hacca gelenlerin ihrama girecekleri özel yerleri ifade eder. Bir kimsenin, hac veya umre için mîkatları ihramsız geçmesi
caiz olmaz. Ancak mîkat yerinden önce ihrama girilebilir. Mekke’de oturanların hac için ihrama girme yeri yine
Mekke’dir. Türkiye, Suriye, Mısır, Fas ve Avrupa tarafından deniz yoluyla gelenlerin mîkatı Cuhfe’dir. Cuhfe
ile Mekke arası yaklaşık 187 km.dir.
BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM
Telbiye: Hacca niyetlenen Müslümanların gerek hac görevine başlarken gerekse hac sırasında hep
birlikte söyledikleri sözlerdir. Telbiyenin okunuşu şöyledir:
“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, Lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’lmülk. Lâ şerîke lek.”
Anlamı ise şöyledir:
“Buyur Allah’ım! Senin davetine geldim. Emrin başım üstüne. Senin davetine geldim. Ey ortağı, eşibenzeri olmayan Allah’ım! Emrin başım üstüne. Her türlü övgü sanadır. Nimet senin, mülk de senindir.
Yoktur senin ortağın.”
Vakfe: Durmak, beklemek demektir. Kurban Bayramı’nın arefe günü, öğle vaktinde Kurban Bayramı’nın
birinci günü şafak sökünceye kadar Arafat Dağı’nda kısa bir süre de olsa durmaktır. Vakfe farzdır.
Tavaf: Sözlükte ziyaret etmek, bir şeyin etrafını dolaşmak anlamlarına gelir. Kâbe’nin etrafında bir kez dolaşmaya “şavt” denir. Kâbe’yi yedi defa dolaşmakla bir tavaf tamamlanmış olur. Tavaf haccın farzlarındandır.
97
Üç çeşit tavaf vardır:
a- Kudüm Tavafı: Mekke’ye yeni girenlerin yaptıkları tavaftır. Bu tavafı yapmak sünnettir.
b- Ziyaret Tavafı: Haccın farzı olan tavaftır. Bayramın ilk üç gününden birinde yapılabilir. Bu tavaf olmadan hac tamamlanmış olmaz.
c- Veda Tavafı: Mina’dan Mekke’ye inildiğinde yapılan vacip tavaftır.
Tavafa, Kâbe’nin Haceru’l-Esved köşesinden, Kâbe sola alınarak başlanır. Her şavt başında Hacerü’lEsved selamlanır.
ÖĞRENELİM,
TARTIŞALIM
Hac ve umrenin faziletine dair Hz. Peygamber şöyle söylemiştir: “Umre, daha sonraki umreye
kadar, ikisi arasında işlenen günahlar için kefârettir. Allah katında kabul edilmiş bir haccın karşılığı ise
ancak cennettir.”
(Buhârî, Umre, 1; Müslim, Hac, 437.)
Yukarıdaki bu hadisten ne anlıyorsunuz? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.
Hacerü’l-Esved: Siyah taş demektir. Kâbe’nin doğu köşesinde bulunan, esmer, parlak bir taştır. İbrahim
ve İsmail (a.s.) tarafından Kâbe inşa edilirken Ebû Kubeys Dağı’ndan getirilmiştir. Kâbe’nin doğu köşesine,
tavafa başlangıç işareti olarak konulmuştur. Peygamberimiz tarafından değer verildiği için biz Müslümanlar
tarafından da değerli kabul edilir.
Sa’y: Safa ile Merve tepeleri arasındaki hızlı yürüyüşün adıdır. Hanefilere göre vaciptir. Haccın vaciplerini
terk etmek, ceza kurbanı gerektirir. Hanefîlerin dışındakilerde rukündür. Sa’y, Safa’dan başlanıp Merve’de
bitirilir. Her gidiş bir şavttır. Dört gidiş, üç dönüş olmak üzere yedi şavttan oluşur. Tavaftan sonra yapılması
gerekir.
98
Hervele: Safa-Merve arasında yeşil ışıklar arasında erkeklerin, hızlı bir şekilde yürümeleridir. Bunun yapılması sünnettir.
Müzdelife Vakfesi: Arafat vakfesinin ardından, akşamleyin şafağın sökmesiyle güneşin doğması arasında Müzdelife denilen yerde bir an bile olsa bulunmak Hanefilere göre vaciptir.
Mina’da Şeytan Taşlamak: Mina’da üç ayrı yerdeki küçük, orta, büyük (Akabe) cemre adı verilen taş
yığınlarına bayram günlerinde; “Bismillâhi Allahü ekber.” denilerek taş atılır. Bayramın ilk günü yalnız Akabe
cemresine yedi taş atılırken, ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerde her bir cemreye yedişerden yirmibir taş
atılır. Böylece atılan toplam taş sayısı yetmiştir.
Hedy Kurbanı: Taşları attıktan sonra Temettû ve Kıran haccı yapanların kesmeleri vacip olan kurbandır.
Tıraş: Bunlardan sonra Mekke hareminde ve bayramın ilk üç gününden birinde saçların tıraş edilmesi
veya kısaltılması vaciptir. Saçların tıraş edilmesi ile ihramdan çıkılır. Müslüman kişi bu şekilde haccını tamamlamış olur.
Ziyaret tavafından sonra ise artık bütün yasaklar kalkmış olur.
ÖĞRENELİM,
TARTIŞALIM
Daha önce hiç zemzem içtiniz mi? Zemzem suyu hakkında neler biliyorsunuz?
Umre: Kutsal yerlerin ziyaret edilmesi ile ilgili diğer bir ibadet ise umredir. Belli bir vakti olmaksızın kişinin
ihrama girerek tavaf ve sa’y yapması, sonrasında tıraş olup ihramdan çıkmasıdır. Ömürde bir kez umre yapmak sünnettir.
Umre hac zamanının dışında yapılabileceği gibi hac zamanı da yapılabilir. Hatta Hz. Peygamber tarafından hac ile birlikte yapılması özel olarak vurgulanmıştır. Hz. Muhammed, bu konuda şöyle buyurur: “Hacla
umreyi birlikte yapın. Çünkü bunlar, tıpkı körüğün demirdeki pisliği temizlemesi gibi günahı temizler.”63
4.3. Kurban ve Önemi
Toplumsal dayanışma açısından önem taşıyan bir diğer ibadet kurbandır. Kurban kesmek, Hanefîlerde
vacip, diğer mezheplerde müekked sünnettir.
TEMEL AYET
“O kurbanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Ona ulaşan, sizin takvanız/Allah’a olan bağlılığınızdır.”
(Hac suresi, 37. ayet.)
Yukarıdaki ayetten ne anlıyorsunuz? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.
63 Nesâî, Menâsik 6; İbn Mâce, Menâsik 3.
99
Kurban, yakınlaşmak demektir. Allah’a yaklaşmak için
ibadet niyetiyle belirli vakitte
kesilen özel hayvanın adıdır.
Kurban kesmek hicrî ikinci yılda
meşru kılınmış olup “Kurbanlık
develeri de sizin için Allah’ın dininin alâmetleri kıldık. Onlarda
sizin için hayır vardır.”, “Rabbin
için namaz kıl ve kurban kes!”64
gibi ayetlerin yanı sıra pek çok
hadisle sabittir.65
TEMEL HADİS
“Âdemoğlu, kurban bayramında kan akıtmaktan daha sevimli bir iş ile Allah’a yaklaşabilmiş değildir.
Kanını akıttığı hayvan, kıyamette boynuzları, çatal tırnakları ve kılları ile gelecektir. Akan kan yere
düşmeden önce, Yüce Allah katında yüksek bir makama ulaşır. Bu bakımdan, kurbanlarınızı gönül
hoşluğuyla kesiniz.” (Tirmizî, Edâhî, 1.)
Yukarıdaki bu hadis size neler anlatıyor? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.
Kurban kesmek, ergin, akıl
sahibi, yolcu olmayan ve maddi imkânı olan her Müslüman’a
vaciptir. Bunun nisabı da fitre
nisabıdır ve sahip olunan şeylerin üzerinden bir yıl geçme
şartı aranmaz. Bayram sabahı nisap miktarı paraya veya
ticaret malına sahip olan kişi
kurban kesmelidir.
Kurban kesmeyip onun yerine parasını dağıtmak, kurban
yerine geçmez. Kurbanlar,
bayram namazından sonra
kesilir. Kurban kesme zamanı,
64 Hac suresi, 36. ayet.
65 Kevser suresi, 2. ayet.
100
bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günüdür. Fakat ilk gün kesmek daha faziletlidir. Sadece Şafiîlerde dört
gündür.
Kurban, koyun, keçi, deve ve sığır türü hayvanlardan olur. Geyik gibi yabani hayvanlarla tavuk, horoz,
kaz gibi evcil hayvanlardan kurban olmaz. Davarlar, bir yaşını bitirmiş olmalıdır. Yaşını doldurmadığı hâlde,
gösterişli olan altı aylık koyun da kurban edilebilir. Deve en az beş, sığır da iki yaşını bitirmiş olmalıdır. Deve
veya sığırı, yedi kişi ortak olarak kurban kesebilir. Koyun ile keçi, bir kişi tarafından kurban edilir.
Hayvanın gözünün körlüğünün açıkça belli olması, belirgin hastalık, ileri derecede zayıflık, topallık, dişlerinin çoğunun olmaması, kulaklarının kesilmiş olması, kökünden kırık boynuzu olan, meme başları kopuk olan,
doğuştan kulakları veya kuyruğu bulunmayan veya ayağı kesilmiş olan hayvanlar, Allah Teâlâ’ya kurban
olarak sunulamaz.
Kurban kesen kimse etin üçte birini aile bireylerine ayırır, üçte birini dost, akraba ve komşularına ikram
eder, üçte birini de yoksullara verir. Böyle yapmak güzel görülmüştür.
101
DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI
1. Namazın İslam dinindeki önemini anlatınız.
2. Kaç çeşit oruç vardır? Açıklayınız.
3. Haccın yararları nelerdir? Belirtiniz.
4. Kurban ne demektir ve kimler bu ibadeti yapmakla mükelleftir? Söyleyiniz.
5. Aşağıdakilerden hangisi namazın farz olmasının şartlarından değildir?
A- Müslüman olmak
B- Ergenlik çağına girmiş olmak
C- Akıllı olmak
D- Hür olmak
6. Namazdan önce beden, giysi ve namaz kılacak yerin temiz olmasına ne denir?
A- Hadesten Taharet
B- Setr-i Avret
C- Necasetten Taharet
D- İstikbal-i Kıble
7. Namazda ayakta durmaya ne denir?
A- Kıyam
B- Kıraat
C- Rükü
D- Secde
Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri doğru bir şekilde tamamlayınız.
8. Bütün namazların her bir rekâtında ....................... suresini okumak gerekir.
9. Namaza ................... ifadesi söylenerek başlanır ve buna iftitah tekbiri denir.
10. Öğle namazı ........... rekât ilk sünnet, ............ rekât farz, ............. rekât da son sünnet olmak üzere 10
rekâttır.
Aşağıdaki cümlelerde bazı bilgiler verilmiştir. Bunların doğru olanlarını “D”, yanlış olanlarına “Y”
ile işaretleyiniz.
11. (
12. (
13. (
14. (
) Müslüman bir kimse her sene hacca gitmekle yükümlüdür.
) Kişi anne, baba ve çocuklarına zekât verebilir.
) Tavuk, horoz gibi kümes hayvanlarından kurban olmaz.
) Oruca başlama vaktine iftar denir.
102
5. ÜNİTE
TEMEL
SORUMLULUK
ALANLARI
Hazırlık Soruları
1. İslam’a göre mükellef kime denir? Araştırınız.
2. İnanan bir insanın sorumlulukları nelerdir? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla
paylaşınız.
3. Komşularımıza karşı sorumluluklarımız nelerdir? Düşüncelerinizi defterinize
yazınız.
103
1. SORUMLULUK BİLİNCİ
DÜŞÜNELİM
Annelerimiz başımızın tacı olan en değeli varlıklarımızdır. İhtiyaç anımızda hep yanı başımızdadırlar. Anneler dünyaya getirdikleri çocuklarına karşı sorumluluklarını hep yerine getirirler. Acaba siz
annenize karşı sorumluluklarınızı gereği gibi yerine getirebildiğinizi düşünüyor musunuz?
Toplumda her insanın farklı rolleri ve görevleri vardır. Öğretmenimiz, evindeki çocuklarının babası olduğu
gibi aynı zamanda kendisini büyütüp iş sahibi yapan bir babanın oğludur. O, ayrıca bir eştir. Meslektaşları ile
birlikte, görev yaptığı okulun da bir çalışanıdır. Oturduğu apartmanda komşuları vardır. Bu rolleri çoğaltmak
mümkün olsa da şurası kesindir: Her durumda ondan beklenen apayrı görevler vardır. Bu roller yerinde ve
gerektiği şekilde sergilenmezse ortaya çıkan tablo rol çatışması olacaktır. Mesela bir idareci, evinde de aynı
rolü sürdürmekten kendini kurtaramazsa aile içinde huzursuzluğa neden olacaktır.
Toplumda farklı meslekler vardır. Her
bir meslek, toplumun farklı bir ihtiyacını
karşılamaya yöneliktir. Doktorlar sağlık
alanında, öğretmenler eğitim, polisler de
güvenlik alanında görev yüklenmişlerdir.
Hepimiz üzerimize düşen görevleri eksiksiz
yaparsak toplumumuzun sağlıklı ve huzurlu
yaşamasına katkıda bulunmuş oluruz.
Birbirimize karşı yapmamız gereken görevlerimizin yanında Allah’a karşı da bazı
sorumluluklarımız vardır. İslam dini belli bir
yaşa gelerek sorumluluk sahibi olmuş bireylere
Allahh tarafından
l ““mükellef”
ükk ll f” adını
d vermiştir.
i ti İİnsan, All
t f d kendisine
k di i teklif edilen kulluk görevlerini kabul etmiş
olduğu için mükelleftir. Kur’an-ı Kerim’de insanın yüklendiği sorumlulukların ağırlığına şöyle dikkat çekilmiştir:
“Biz emaneti/sorumluluğu, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (ağırlığından) korktular. Onu insan yüklendi…”1
Mükellef olmak için de sadece insan olmak yeterli değildir. İnsanın mükellef sayılması için birkaç özellik
taşıması gerekir. Bu özelliklerin başında akıl gelir. İnsanoğlu kendisine verilen akıl sayesinde sorumludur. Bu
sorumluluklarının bilincinde olmasını sağlayacak özellik de akıllı bir varlık olarak yaratılmasıdır.
Mükellef olmak için gereken diğer şartlar da aklın kullanılmasına yönelik şartlardır. Örneğin kişinin mükellef sayılması için gençlik çağına girmiş olması gerekir. Çünkü bebekler ve çocuklar henüz yaptıklarından
1 Ahzab suresi, 72. ayet.
104
sorumlu olamayacakları bir çağdadır. Akıl gelişimleri sorumluluk almaya uygun çağa gelince de mükellef sayılırlar. Peygamberimiz mükellef sayılmayan üç grup insanı
şöyle sıralamıştır: “Üç kişiden sorumluluk kaldırılmıştır:
1. Uyuyan kişi uyanana kadar, 2. Çocuk, aklı erinceye
kadar, 3. Akli dengesi bozuk olanlar, düzelene kadar
yaptıklarından sorumlu olmaz.”2
TEMEL HADİS
Hz. Peygamber bir hadisinde Müslümanın sorumluluklarından bazılarına şöyle dikkat çekmiştir:
“Müminin mümin üzerinde altı hakkı vardır: Hasta olduğunda onu ziyaret eder. Öldüğünde cenazesinde bulunur. Davet ettiğinde davetine karşılık verir. Karşılaştığında ona selam verir. Aksırdığında
yerhamukâllah (Allah sana merhamet etsin) der. Yanında da olsa uzakta da olsa iyiliğini ister.” (Nesâi,
Cenâiz, 52.)
Hepimizin Allah’a, Peygamberimize, kendimize, ailemize, akrabalarımıza, komşularımıza, topluma, çevre
ve doğaya karşı pek çok sorumluluklarımız vardır. Gençlik çağına ulaştığımızda sorumluluklarımızı öğrenmemizin zamanı gelmiş demektir. Sorumluluklarımızın neler olduğu Allah tarafından bize bildirilmiş ve Peygamberimiz tarafından da bunları nasıl yerine getireceğimiz örnek olarak gösterilmiştir. Bu sebeple yaşadığımız
sürece her bir sorumluluğumuzun farkında olmalı ve hesabını veremeyeceğimiz işler yapmamalıyız.
DÜŞÜNELİM
Sizce sorumluluklarını sürekli ihmal eden bir kişi ne tür sıkıntılarla karşılaşır? Düşününüz.
2. ALLAH’A KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ
NE DERSİNİZ?
Allah bize ne gibi iyiliklerde, lütuflarda bulunmuştur? Düşününüz.
Allah’a karşı sorumlu olduğumuzu kabul etmek için öncelikle onu sevmek ve ona saygı duymak gerekir.
Sevgi ve saygının birlikte hissedilmesi ise kısaca “takva” ile ifade edilir. Yaratıcımıza olan sevgi ve saygımızdan ötürü onun bizden beklediği işleri yapmaya da istekli oluruz. Örneğin Kur’an-ı Kerim’de takva sahibi
insanlardan bahsedilir. Allah’a duydukları sevgi ve saygı onları gayba inanmaya, namazlarını kılıp zekât
vermeye yönlendirmiştir. Görmedikleri hâlde Allah’a ve ahirete inanmak, Allah’a olan bu sevginin eseridir. Bu
2 Tirmizî, Hudûd, 1.
105
durum aynı zamanda Allah’a güvenildiği anlamına
gelir. Bu güven duygusu yoksa kişi Allah’a karşı
sorumluluklarını ihmal edecektir. Diğer görev ve
sorumlulukların yerine getirilmesinde bu güven
duygusu etkindir.
İslam’a göre mükellef/sorumlu olacağı çağa
erişen kişi öncelikle inanç esaslarını kabul etmelidir. Allah’ın var ve bir olduğuna inanmak en temel
sorumluluktur. Rabbimiz bizden her şeyden önce
kendisinin var olduğuna inanmamızı ister. Sonra
sırasıyla meleklere ve görmediğimiz bazı varlıklar
yarattığına inanmamızı bekler. İnsanlardan peygamberler gönderdiğine ve bu peygamberlere ilahî mesajlar
gönderdiğini kabul etmemizi ister. Kendi huzuruna çıkacağımızı ve hesap vereceğimizi anlatır. İman konusunda üzerimize düşen görev şöyle bir ayetle açıklanmıştır: “Ey inananlar! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği Kitap’a inanmakta ısrarcı olun. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse şüphesiz derin bir sapıklığa düşmüştür.”3 Hz. Peygamberin
bir hadisine göre de Allah’ın kulları üzerindeki en temel isteği, kendisine ortak koşulmamasıdır.4
PEYGAMBERİMİZİN ARKADAŞLARI (SAHABE) ANLATIYOR
Allah Rasûlü “Din, samimiyettir.” buyurdu. “Kime yâ Rasûlallah?” diye sorduk. O da “Allah’a,
kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün Müslümanlara” diye cevap verdi.
(Müslim, İmân, 95.)
Allah’a karşı diğer bir sorumluluğumuz ise ibadet etmektir. Öyleyse onun rızasını kazanmak için namaz
kılmalı, oruç tutmalı, zekât vermeli ve şartlarını taşıyorsak hac görevini yerine getirmeliyiz. İbadetlerin hayatımızda çok önemli bir yeri vardır. Yüce Allah Kur’an-ı
Kerim’de yaratılış amacımızın kulluk olduğunu şöyle
açıklar: “Ben cinleri ve insanları yalnız bana kulluk
etsinler diye yarattım.”5 Kulluk etmek, Allah’a karşı
ibadet görevlerini yerine getirmekle olur.
Bir diğer sorumluluğumuz güzel ahlak sahibi olmak, dünyada buna göre davranmaktır. O bizi yarattıktan sonra bize doğru yolu öğretecek kitaplar ve
peygamberler göndermiştir. Bizi seçimimizde zorlamamış ancak iyi olanı seçmemizi tavsiye etmiştir.
Allah bizim
biziim kötü
köötüü ve
ve çirkin
çiirkin işlerden
işleerddenn uzak
uzak durmamızı,
durm
mamızı iyi
iyi ve
v güzel işler konusunda yardımlaşmamızı istemiştir.
Güzel işler yapmamızdan razı olmuş, çirkin işler yaptığımızda ise tövbe fırsatları yaratmıştır. Yaptığımız
3 Nisâ suresi, 136. ayet.
4 Müslim, İman, 48.
5 Zâriyât suresi, 56. ayet.
106
bir kötülükten hemen vazgeçip ardından bir iyilik
yaparak tövbe etmeliyiz. Tövbe etmek de üzerimizdeki sorumluluklardan biridir.
Yüce Allah’ın verdiği nimetleri saymakla bitiremeyiz. Sahip olduğumuz her şeyi bize o vermiştir. Aldığımız nefesi, yediğimiz lokmaları,
içtiğimiz bir damla suyu bile onun izni olmadan
elde edemeyiz. O bizlere bu nimetleri verip karşılığında teşekkür etmemiz gerektiğini belirtir.
Verdiği nimetlere karşılık Allah’a şükretmek de
kulluğumuzun bir gereğidir. Allah’a olan şükrümüzü sözlerimizle, davranışlarımızla ve ona
karşı duyduğumuz içten sevgimizle gösteririz.
Dualarımızda onu sevdiğimizi söyler, namazlarda şükür için secdeye kapanırız. Onun bize verdiği nimetlerden razı olur, aç gözlülük yapmayız.
Hz. Peygamber Ebu Hüreyre’ye uyması gereken
bazı sorumlulukları öğretirken şunları söylemiştir: “Haramlardan kaç ki insanların en çok ibadet
edeni olasın. Allah’ın sana yaptığı taksimata razı
ol ki insanların en kanaatkârı olasın…”6
Dünyanın ahiret için bir sınanma yeri olduğunu
unutmamalıyız. Hesaba çekileceğimiz gün gelmeden
önce Allah’a karşı görev ve sorumluluklarımızı yerine
getirmeliyiz. Bize türlü nimetler veren o olduğu gibi,
dilediğinde verdiği nimetleri kısabilir. Bolluk içinde yaşarken şükretmek nasıl sorumluluğumuz ise darlıkta
sabretmek de öyledir. Hz. Peygamber, Allah’a inanan
insanın iki durumda da nasıl bir tavır sergilemesi gerektiğini şöyle ifade eder: “Müminin hâline şaşarım, çünkü onun işleri hep hayırdır. Bu da yalnız ona özgüdür.
Çünkü o, sevindirici bir şeyle karşılaşınca şükreder, bu
kendisi için hayır olur. Zararlı ve üzücü bir şeyle karşılaşınca sabreder, bu da kendisi için bir hayır olur.”7 İki
durumda da bizlere düşen görev doğru seçim yapmak
ve gerektiği gibi davranmaktır.
Bazen başımıza beklemediğimiz musibetler, çeşitli
hastalıklar gelebilir. Böyle durumlarda Allah’ın bizi sevmediği düşüncesine kapılmamalıyız. Karşılaştığımız sı6 Tirmizi, Zühd, 2.
7 Müslim, Zühd, 64.
107
kıntının bize verilmiş bir ceza olduğunu düşünmemeliyiz. Allah’a isyan etmemeli, yanlışlarımızı araştırmalı ve
sabırla ona yönelmeliyiz. Hastalara şifa verenin o olduğu bilincinde yaşamak, ona karşı sorumlu olduğumuz
bir başka konudur.
Allah’ın bize uymamız için gönderdiği emir ve yasaklar vardır. Bunlar tamamen bizim yararımıza yöneliktir. Bu emir ve yasakların neler olduğu Kur’an-ı Kerim’de açıklanmıştır. Bizim üzerimize düşen, Kur’an-ı
Kerim’i okuyup anlamaya çalışmak, içindeki ayetlerin bize ne mesajlar verdiğini öğrenmektir. Ancak kişinin
kendisinin Kur’an okuması ve anlaması, sorumluluklarını tamamen yerine getirdiği anlamına gelmez. Sorumluluk sahibi olan Müslüman, Kur’an’ın istediği özelliklere sahip olmaya çalışır ve örnek bir insan olur.
3. PEYGAMBERİMİZE KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ
TEMEL AYET
“Ey inananlar, Allah’a ve Peygamberine itaat edin, Kur’an’ı dinlediğiniz hâlde ondan yüz çevirmeyin.”
(Enfâl suresi, 20. ayet.)
Yukarıdaki ayete göre Hz. Peygamber’e yönelik sorumluluğumuz nedir?
Hz. Muhammed tüm insanlığa gönderilen yol gösterici bir
rehberdir. İslam’a girmek için
Kelime-i Şehadet getirilir. Bu
cümlenin içinde Allah’a imandan
sonra hemen Peygamberimizin
adı geçer. Hz. Muhammed’in
Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna inanmak ona karşı sorumlu
olduğumuz ilk konudur. Ayrıca
Kur’an-ı Kerim’de Allah’a itaatin
emredildiği ayetlerde Peygamberimize uymak da açıkça emredilmiştir. Hz. Peygamber’e uymanın kaynağı
Kerim’de
k
ğ Allah’ı
All h’ sevmektir.
kti Kur’an-ı
K ’
K i ’d bu
b konuda
k d şöyle
ö l bir
bi ayett bub
lunmaktadır: “(Rasulüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”8 Hz. Peygamber de kendisine uyulması gerektiğini
şu sözlerle belirmiştir: “Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur; kim bana baş kaldırırsa Allah’a baş
kaldırmış olur…”9
Peygamberimize uymak onun yaşadığı gibi yaşamaya çalışmaktır. Allah onu bize örnek olsun diye göndermiştir. İbadetlerimizde, inancımızda, nasıl bir ahlaka sahip olmamız gerektiği konusunda Allah Resulü
bize örnek olmuştur. Çeşitli ibadetlerle ilgili “Benim bu ibadet nasıl yaptığımı görüyorsanız siz de aynısını
8 Âl-i İmrân suresi, 31. ayet.
9 Buhari, Cihad, 109; Müslim, İmâret, 32.
108
yapınız.” derdi. Örneğin namaz ibadetini Müslümanlar ondan öğrenmişler, yapılışı ile ilgili anlamadıklarını Peygamberimize sormuşlardır.
İslam dininin iki temel kaynağından biri Peygamberimizin sünnetidir. Kur’an-ı Kerim Allah’ın
kelamıdır. İçinde iman, ibadet, ahlak ve İslam’a ait
hükümler yer alır. Geçmiş milletlerin kıssaları bulunur. Ancak Kur’an-ı Kerim ibadetler konusunda
detaylı açıklamalarda bulunmaz. İbadetlerin nasıl
yapılacağı ile ilgili detayları Peygamberimizin sünnetinden öğreniriz. Örneğin Kur’an-ı Kerim’de Allah
imkânı yetenlerin ömründe bir defa hac yapmalarını istemiş ancak haccın nasıl yapılacağı ile ilgili
detay vermemiştir. Allah’ın kendisine verdiği yetki
ile Hz. Muhammed, hac görevini yapmak isteyenlerin kendisini örnek alması gerektiğini şöyle ifade
etmiştir: “Hac ibadeti için yapmanız gerekenleri
benden öğreniniz!”10
Peygamberimizi örnek almak isteyen kimse öncelikle onu tanımalıdır. Allah Resulünü tanımadan,
hayatını ve ahlaki özelliklerini öğrenmeden onu örnek almak mümkün değildir. Hz. Peygamber’i örnek almak aynı zamanda bir iman prensibidir. Çünkü Kur’an-ı
Kerim’de ancak Allah’a ve ahiret gününe inananların onun yaşam tarzını örnek aldıkları ifade edilir.11
Hz. Peygamber’in yaşam tarzını örnek almak için sözlerini bilmeye de ihtiyaç vardır. Hangi konularda ne
söylediği bilinmeden onun gibi yaşamak mümkün değildir. Bunun için Hz. Muhammed’e ait olan sözler okunmalı, anlamları öğrenilmelidir. Hadisleri okumadan, onların anlamlarını öğrenmeden onun bizden istediği
görevlerin ne olduğunu anlayamayız.
Hz. Peygamber kendisine karşı sorumluluklarımızdan birisini şöyle anlatır: “Kim benim unutulmuş bir
sünnetimi (hatırlatıp yayarak ve yaşayarak) diriltirse ve insanların onunla amel etmelerine vesile olursa o
insanların kazanacağı sevaplardan hiçbir şey eksiltilmeden onların sevapları kadar kendisi de sevap alır…”12
Bu hadiste de açıklandığı gibi Hz. Peygamber’in unutulmuş ve artık yapılmayan bir davranışını yeniden
uygulanır hâle getirmek ona vefa borcumuzdur. Bunu da ancak onun sözlerinden anlaşılanları yaşantımıza
geçirerek yapabiliriz.
Hz. Peygamber’i sevmek bizi onunla ilgili bir sorumluluk daha almaya yöneltir. İsmi her anıldığında salavat
getirmeyi kendimize bir görev biliriz. Yeryüzünde ismi her nerede anılırsa orada bulunan her Müslüman çeşitli
şekillerde ona dua eder.
Peygamberimiz, ümmetinin kötü yollara gitmesini istemezdi. Bir Müslümanın nerede ve hangi şartlarda
olursa olsun günah işlemesinden hoşlanmazdı. İşlenen bir günahın gizlenmesini ister, tövbe etmeye teşvik
ederdi. Biz de ona layık bir birey olmanın gayretini göstermeli, ahlakımızı güzelleştirmeliyiz.
10 Buhari, Hacc, 32.
11 Ahzab suresi, 21. ayet.
12 İbn Mâce, Mukaddime, 15.
109
4. KENDİMİZE KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ
NE DERSİNİZ?
Hz. Muhammed kişinin kendi değerini azaltacak davranışlardan kaçınmasını tavsiye ederek
şöyle buyurmuştur: “Kendinize beddua etmeyiniz… (Zira bu durum) dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir.” (Müslim, Zühd, 74)
Kişinin kendi değerini düşürecek davranışlardan kaçınması ona nasıl bir katkı sağlayacaktır?
İnsan, Allah’ın yarattığı en değerli varlıktır. Yeryüzü ve içindekiler insan için yaratılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de,
“Şüphesiz biz insanı en güzel şekilde yarattık”13 ifadesi kullanılmaktadır. Ancak en değerli varlık olan insan,
bu değerini bilmezse yine Kur’an-ı Kerim’in ifadesine göre “en aşağı varlık” olacaktır. İnsanın kendine karşı
en büyük görevi kendi değerini korumak ve bu değerin farkında olmaktır. Bunu anlatan surelerden biri Tîn
suresidir.
Tîn Suresinin ele aldığı en temel gerçek şudur: Yüce Allah insanı tamamen düzgün bir fıtrat üzere yaratmıştır. Bu tabiat ve inançla kendisi için belirlenen olgunluğa ulaşması gerekir. Bu düzgün fıtrattan ayrıldığı
takdirde insan düşüş ve alçalış yaşayacaktır.14
Allah tarafından en güzel şekilde yaratılan insan, bedensel ve zihnî kuvvetlerini, kabiliyetlerini
kötülük için kullanıyorsa o zaman Allah da onun
değerini dünyada ve ahirette düşünür. Örneğin kötülüğe yönelen insan hırs, bencillik, açgözlülük, ...,
hin, nefret vb. alışkanlık ve huylar nedeniyle insan,
yaratılışındaki bu güzellikten sıyrılır ve en aşağıya
düşer.15 Çünkü o, iradesini kötüye kullanmış ve yaratılışının gereğini yerine getirmemiştir.
İnsanlar, Rablerini unutur ve Rûm suresinde
belirtilen16 o saf - selîm fıtratlarını bozarlarsa, günahlara dalabilmektedirler. Buna her an çevremizde şahit olmakta ve iletişim araçları sayesinde bu
gibi vahim hadiseleri okuyup öğrenmekteyiz. Bütün bu kötü huy ve davranışlar, insanı yozlaştıran
ve Allah’ın yarattığı fıtrattan uzaklaştıran fiillerdir.17
Allah (c.c.) insana doğru ve eğri olmak üzere
iki yol gösterdiğini bir başka ayette ifade etmekte,18
Leyl suresinde ise şöyle buyurmaktadır: “Cimrilik eden, kendini
yokk sanan ve en güzeli
k di i ihtiyacı
ihtti
ü li (i(iyiyi,
i i cenneti)
ti)
13 Tîn suresi, 4. ayet.
14 Kutub, Seyyid, Fî Zılâli’l-Kur’an, Dâru’ş-Şurûk, Beyrut-Kahire, 1992, VI, 3932.
15 Krş. Mevdûdî, Tefhimü’l-Kur’an (Çev. Heyet), İnsan Yayınları, İstanbul, 1986, VII, 171.
16 Rûm suresi, 30. ayet.
17 Gazâlî, Muhammed, Kur’an’ın Konulu Tefsîri (Çev. Şahin Güven - Ekrem Demir), Şûrâ Yayınları, İstanbul, 2000, s. 664.
18 Beled suresi, 10. ayet.
110
yalanlayan kimseyi, en zor olana (cehennem ateşine) hazırlarız.”19 O hâlde insan, kendi değerini ancak kendisine bu değeri veren Allah’ın istediği yoldan giderse koruyabilir. Bunun için kişi yalnızca Allah’a inanmalı ve
sadece ona kulluk etmelidir. Aksi hâlde en değerli insan özelliğini kaybetmiş olur.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran özellik akıllı bir varlık olmasıdır. Ancak akıl, insanı diğer varlıklardan daha
değerli yapmaz. Çünkü kişi aklını kötü yolda, Allah’ın istemediği şekilde kullanırsa hem dünya hem de ahirette zor durumda kalır. Bu sorumsuzluğunun bedelini ödemek zorunda kalır. Sorumlu insan aklını iyi yolda
kullanır. Aklın kendisine verilen en güzel nimetlerden biri olduğunu bilir ve onu kendisine vereni hiç unutmaz.
Aklı kendisine veren Allah’a minnettar kalır. Allah aklımızı iyi yönde kullanmamız için evrendeki düzen ve
varlıklar üzerinde düşünmemizi ister ve aklımızı harekete geçirecek sorular sorar. Aklı doğru kullanma ile ilgili
Kur’an-ı Kerim şöyle bir soru sorar: “Artık bu kadar açık delillerden sonra hangi şey sana dini yalanlatabilir?”20
Beden ve akıl sağılığı yerinde olan kimsenin dilenmesi toplum içinde değerini yok eder. Başkalarının
verdikleriyle geçinmeyi huy hâline getirmek sorumsuzca bir davranıştır ve toplum içinde kişinin kınanmasına
neden olur. Hz. Muhammed kendisine dilenmek için gelenleri geri çevirmezdi. Ancak bazı zamanlarda kişinin
durumuna bakar ve onu dilencilikten kurtaracak çözümler arardı.
Dünya hayatında güzel ve doğru işler yapmak için kendimizi iyi yetiştirmeliyiz. Yapacağımız işler bizi
cennete götürmeli, kendimizi bu uğurda çalışmaya yöneltmeliyiz. Kendini iyi yetiştirmek isteyen kişi Kur’an-ı
Kerim okumayı öğrenmeli, meal-tefsir gibi kaynaklardan, ayetlerin anlamlarını okumalıdır. Ayrıca Hz.
Peygamber’in hayatını okumalı ve onu daha yakından tanımaya çalışmalıdır. İbadetleri genç yaşlarda
yapmaya çalışmalı, onları alışkanlık hâline getirmelidir. Hz. Peygamber genç yaşlarda ibadet etmeyi
alışkanlık hâline getirmiş Müslümanların değerli olduğunu ifade etmiştir. O, kıyamette rahat ve huzurlu
bir gölgelikte cennete girmeyi bekleyecek olan yedi
grup insandan birinin de “Rabbine kullukla/ibadetle
yetişen gençler.” olduğunu söylemiştir.21
Zamanımızı iyi değerlendirmeli, güzel ve yararlı
işler yapmaya çalışmalıyız. Faydalı hobi ve alışkanlıklar edinmeli, kötü ve zararlı işlerden uzak durmalıyız. Ayrıca vaktimizi de boşa geçirmemeliyiz. Toplum
içinde yapmaya çekindiğimiz kötü davranışları tek
başımızayken de yapmamalıyız. Böylece değerimize
yakışan şekilde davranmış oluruz.
İnsanın kendine ait güzel prensipleri olmalıdır.
Düzenli bir hayat sürmeli, başkalarından beklediği
saygıyı önce kendi kendine göstermelidir. İbadetlerini yerine getirmeli, Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınmalıdır. Örneğin hem beden hem de akıl sağlığını
bozacak, aynı zamanda aile ilişkilerini zedeleyecek,
19 Leyl suresi, 8–10. ayetler.
20 Tîn suresi, 7. ayet.
21 Buhârî, Ezan, 36.
111
diğer kötülüklere zemin hazırlayacak olan içki, kumar, uyuşturucudan uzak durmalıdır. Bedeninin kendisine
verilen bir emanet olduğunu unutmamalı ve ona zarar verecek işler yapmamalıdır. Hastalandığı zaman tedavi yolları aramalı, ümitsiz ve sıkıntılı olduğu zamanlarda Allah’a güvenmeli ve ondan yardım istemelidir.
DÜŞÜNELİM
Peygamber Efendimiz bir gün arkadaşlarına der ki: “Allah’a inanan insanın kendisini bile
bile küçük düşürmesi doğru değildir.” Sahabe, şaşırarak sorarlar: “Ey Allah’ın Elçisi! Kişi kendini
nasıl küçük düşürür?” O, şöyle cevaplar: “Altından kalkamayacağı sorumlulukları üzerine alır
(yapamayacağı işlerle ilgili sözler verir).” (Tirmizi, Fiten, 67)
Kişinin kendine karşı görevleri içinde, verdiği sözde durarak saygı değer olması da önemli
yer tutar. İnsan, kendini toplum içinde küçük düşürmemek için başka nelere dikkat etmelidir?
Düşününüz.
5. ANNE VE BABAMIZA KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ
NE DERSİNİZ?
Bir adam Hz. Peygamber’e bir soru sorar: “Ey Allah’ın Rasulü! Dünyada birine iyilik yapmayı
düşünsem bunu en çok kim hak eder?” Peygamberimiz adamın dört kere ve ısrarla sorduğu bu
soruya cevap olarak ilk üç seferinde “Annen.” demiştir. Sonuncusunda ise “Babandır.” cevabını
vermiştir. (Buhari, Edeb, 2.)
Sizce yukarıdaki hadisten anne-babanın çocukları açısından önemi ile ilgili nasıl bir ilke
çıkarılabilir? Düşününüz.
112
İslam dini ana-baba haklarına ayrı bir önem verir.
Onlar bizi büyük bir özveri ile yetiştiren insanlardır.
Biz daha dünyaya gelmeden annemiz bizim için sıkıntı çekmeye başlar. Aylarca karnında bizi taşır. Biz
doğduktan sonra yine aylarca üzerimize titrer. Şefkatiyle kucaklar, hastalığımızda uykusuz kalır, bir
yerimiz acırsa çok üzülür.
Doğumumuzla birlikte ilk aylarda genelde tek
besin kaynağımız anne sütüdür. İhtiyacımız olan
her madde anne sütünün içinde vardır. Kur’an-ı
Kerim’de annemizin bizim için yaptıkları ile ilgili şöyle bir ayet bulunur: “Biz insana anne-babasına güzel
davranmayı tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun taşınması
ile sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına ulaşıp kırk yaşına girdiği zaman: ‘Ey Rabbim,
beni öyle yönlendir ki bana ve anneme-babama verdiğin nimetine şükredeyim ve hoşnut olacağın iyi bir iş
yapayım. Soyumdan gelenleri de benim için iyi kimseler eyle. Çünkü ben, gerçekten tövbe ile sana yöneldim
ve ben gerçek Müslümanlardanım.’ der.”22
Anne ve babalar için en güzel hediye, çocuklarının hayırlı bir evlat olmasıdır. Yıllar geçtikçe anne-babaların çocuklarıyla aralarındaki roller de değişir. Önceleri anne babalarına daha çok muhtaç olan çocuklar,
ilerleyen yıllarda büyürler. İhtiyaçları gün geçtikçe azalır. Artık kendi kendilerine yeten bireyler olurlar. Öte
yandan anne babalar zamanla ihtiyarlar. Önceleri rahatlıkla yapabildikleri bazı işleri göremez olurlar. Artık
onlara destek olma sırası onların çocuklarına gelmiştir. Kur’an-ı Kerim’de bu rol değişimi şöyle ifade edilir:
“Onlar ihtiyarken ikisine de merhametle tevazu kanatlarını indir. Ve şöyle de: “Ey Rabbim! Onlar beni küçükken nasıl terbiye edip yetiştirmişlerse sen de kendilerine merhamet et!”23
TEMEL AYET
“…Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını
koparmaktan sakının! Şüphesiz Allah, üzerinizde bir gözetleyicidir.”
(Nisâ suresi, 1. ayet.)
Her anne-baba, evladından kendine karşı saygılı olmasını bekler. Bizler anne-babalarımıza karşı saygıda
kusur etmemeliyiz. Onlara adlarıyla hitap etmek, konuşurken sözlerini kesmek, kızmak, bağırmak, onları
susturmak veya onların isteklerine karşı duyarsız kalmak gibi çirkin davranışlar hem dinimiz hem de toplumumuz tarafından da hoş karşılanmaz. Ancak saygılı olmak, onların yanında hiç konuşmamak, fikirlerini ortaya
koymamak demek değildir. Burada saygı ile kastedilen, fikrini ortaya koyarken kişinin konuşma ve davranış
tarzına dikkat etmesidir.
22 Ahkaf suresi, 15. ayet.
23 İsrâ suresi, 24. ayet.
113
TEMEL HADİS
“Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır.
Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.” (Tirmizî, Birr, 3.)
Hz. Peygamber, insan vefat ettikten sonra dünyadan alacağı bir sevap kalmadığını söyler. Ancak üç
durumda kişi dünyadan ayrılmış olsa bile sevap kazanmaya devam eder. Üç durumdan biri, anne-babasının
arkasından hayır dua eden iyi bir evlattır.24 Bu kimse her dua edişinde veya iyilik yapışında anne-babası da
sevap kazanır. Çünkü onun böyle güzel davranışlar yapması için gerekli terbiyeyi onlar vermiştir. İnsanın
güzel davranışlar sergilemesi başarıdır ve bu başarıya emek harcamış ebeveynler de sevaptan nasiplerini
alırlar.
Peygamberimizin bir tavsiyesi de anne ve babamızın iyi dileklerini, bizim için hayır dualarını almaya çalışmaktır. Bu da ancak onları memnun etmekle mümkün olabilir. Konuyla ilgili hadislerden biri şöyledir: “Üç dua
vardır ki bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, yolcunun duası ve anne-babanın evladına duası.” 25
Anne-babalarımıza karşı görevlerimiz onlar vefat etseler de bitmez. Onların değer verdikleri kimselere
biz de değer vermeye devam etmeliyiz. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kişinin yapacağı en
üstün iyiliklerden biri, ölümünden sonra babasının dostları ile diyaloğu koparmamasıdır.”26
Hz. Muhammed (s.a.) bir babanın evladına bırakabileceği en güzel mirasın “onu güzel terbiye etmesi”27
olduğunu söylemiştir. Onların bize verdiği terbiyeye göre hareket etmemiz en çok onları sevindirir. Biz de
böylece hayır dualarını almış oluruz.
24 Müslim, Vasiyyet, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36.
25 bn Mâce, Dua, 11.
26 Tirmizi, Birr, 8.
27 Tirmizi, Birr, 33.
114
DÜŞÜNELİM
“Bir adam şöyle dedi: ‘Ey Allah’ın Resulü! Annem-babam hayatta olmasa bile onlara karşı
yapabileceğim bir iyilik var mıdır?’
Hz. Peygamber: ‘Evet; onlara dua etmek, onların (günahlarının) bağışlanmasını Allah’tan
dilemek, verdikleri sözleri (vasiyetleri) yerine getirmek, anne-babanın akrabalarına karşı sıla-i
rahimde bulunmak, anne babanın dostlarına ikram etmek vardır.’ buyurdu.”
(Ebu Davud, Edeb, 129; İbn Mace, Edeb, 2.)
Yukarıdaki konuşmaya göre anne-babamıza karşı ne tür görevlerimiz olabilir? Düşününüz.
6. AKRABALARIMIZA KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ
Ailemizden sonra en yakınlarımız olan akrabalarımıza karşı da bazı görevlerimiz bulunur. Akrabalarımıza karşı en temel sorumluluğumuz, onAkrabalarına karşı sorumluluk bilincine
larla ilişkilerimizi sürdürmek, ilgimizi kesmemektir.
sahip bir insan, onlarla ilgili olarak nelere dikHz. Peygamber akrabalarıyla görüşmeyen, onlarkat etmelidir?
dan ilgisini tamamen çekenler için şöyle söylemiştir: “Akrabayla ilgisini kesen, cennete giremez.”28
İslam dini akrabalarla olan ilişkiyi canlı tutmaya “sıla-i rahim” demiştir. Sıla-i rahim akrabalık bağını sağlam
tutmak anlamına gelir. Sıla-i rahim tek taraflı olmaz. Akrabalar karşılıklı olarak birbirlerini gözetmeli, ilişkilerini
devam ettirmelidir. Akrabayı gözetmenin doğrusu, gelmeyene de gitmektir. Bu konuda şöyle bir olay anlatılır:
Bir adam Peygamberimize der ki: “Ya Rasulallah! Benim akrabalarım var, ben onları ziyaret ediyorum, onlar
benimle ilişkiyi kesiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara anlayışlı ve
yumuşak davranıyorum, onlar bana kaba ve cahilce davranıyorlar.” Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle
buyurur: “Eğer dediğin gibiyse sen onlara kızgın kül yedirmiş gibi olursun. Sen böyle davrandıkça Allah’ın
NE DERSİNİZ?
yardımı seninledir.”29
TEMEL AYET
“…Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını
koparmaktan sakının! Şüphesiz Allah, üzerinizde bir gözetleyicidir.”
(Nisâ suresi, 1. ayet.)
Akrabalarımızla ilgili üzerimize düşen bir diğer görev de düğün, bayram gibi mutlu günlerinde onların sevinçlerini paylaşmaktır. Özel günlerde onlara yardım etmek, kederlerinde yanlarında olup acılarını paylaşmak
da onlara karşı sorumluluklarımız arasındadır.
28 Buhari, Edep, 11; Müslim Birr, 18.
29 Müslim, Birr, 22.
115
Akrabalar her alanda birbirlerini düşşünmelidirler. Birbirlerini kıskanmamalı,
bbirbirinin ardından konuşmamalıdırlar.
Birbirlerinin başarılarını kötülememelidirB
ller. Birisi diğerinin başarısı ile sevinmeli,
kkötü bir şeyle karşılaşıldığı zaman birlikte
ççözüm aranmalıdır. Bunların dışında diğğer insanlar arasında olduğu gibi akraballar arasında da bazı sosyal yükümlülükler
bbulunur. Evine yemeğe çağırmak, sık sık
arayıp
sormak, hastalandığında ziyaret
a
etmek,
vefatında cenazesine katılmak
e
bunlardan
bazılarıdır.
b
Akrabalık ilişkilerine dikkat etmek Allah tarafından emredilmiştir. Bu yüzden bu ilişkiyi sürdürmek farzdır. Ayrıca akrabalarıyla ilişkisini koparan
kimse haram işlemiş demektir. Bir kutsî hadiste Yüce Allah, sıla-i rahim yani akrabalık bağını sürdürenle
kendi ilişkisinin devam edeceğini söyler. Aksi durumda ise sıla-i rahimi koparan kimse ile ilişkiyi keseceğini
bildirmiştir.30
TEMEL HADİS
Ömrün bereketlenmesi ve Allah’tan rızık istenmesi bazen başkalarının eliyle olabilir. Örneğin yardım
ettiğiniz amcanız ya da halanız şöyle bir dua etmiş olur: “Allah razı olsun, hayırlı uzun ömürler versin.”
Elbette bu duanın içten yapıldığına inanırız. Belki de bu dualar nedeniyle aşağıdaki hadiste anlatılan
mükâfatlar alınabilir: Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Bir kimse rızkının çoğalmasını ve ömrünün uzamasını isterse akrabasını kollayıp gözetsin!”
(Buhari, Edeb, 12; Müslim, Birr, 20.)
DÜŞÜNELİM
Hz. Peygamber “Teyze anne yarısıdır.” buyurdu. (Tirmizi, Birr, 6.)
Teyzelerimize karşı nasıl davranmamız gerekir? Düşününüz.
7. KOMŞULARIMIZA KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ
NE DERSİNİZ?
Sizce “Ev alma, komşu al!” sözüyle ne kastedilmiş olabilir?
Bunun dışında komşu hakkı ile ilgili olarak bildiğiniz bir atasözü ya da deyim var mı?
30 Buhârî, Edeb, 13.
116
Komşular birbirlerine yakın insanlardır. Bu yüzden güzel geçinmeleri, birbirleri hakkında iyi şeyler düşünmeleri, birlikte mutlu olmayı hedeflemeleri gerekir. Bir kimse doğru olmayan bir iş yapmak istediğinde
komşuları hemen onu engellemeye çalışmalıdırlar. Onun zor durumda kalmasına neden olacak bir şey yapmasına engel olmalıdırlar. Bir komşu bir konu hakkında komşusuna danışmak isterse komşuları ona doğru
yolu göstermelidir. Bunlara ilave olarak zaman zaman birbirlerine hediye göndermeleri, karşılaştıkları zaman
birbirine güler yüz gösterip selamlaşmaları, yardıma çağırdıkları zaman hemen gitmeleri gibi diğer komşuluk
esaslarına da uymaya çalışılmalıdır.
Öyle komşularımız vardır ki bizim için çok değerlidir. Onlarla aynı yerde birlikte yaşar, devamlı karşılaşır,
yaşadığımız mekânları paylaşırız. Onlar zorda kaldığımızda imdadımıza koşar, biz yokken evimize göz kulak
olur, ihtiyaç duyduğumuz anlarda karşılıksız olarak bize yardım ederler. İyi bir komşu birlikte yaşadığı insanlara mutluluk ve huzur sağlarken; kötü komşu kişiyi ve orada yaşayan diğerlerini rahatsız eder.
Günümüzde çoğunlukla büyük binalarda yaşıyoruz. Şehir hayatının getirdiği imkânlarla birlikte bazı değerlerimiz de maalesef kaybolmaya yüz tutmuştur. Aynı apartman içindeki komşulukla bahçeli evlerdeki mahalle komşulukları birbirinden farklıdır. Yeri geldiğinde asansörde karşılaşan insanların hiç konuşmadığı,
karşılaştıklarında selam vermedikleri söz konusu olabilmektedir. Oysa aynı apartmanda altlı üstlü yaşayan
insanlar da birbirinin komşusudur. Birbirlerini tanımaları ve birlik içinde olmaları gerekir.
TEMEL HADİS
Akrabalık için kan bağı olması gerekir. Ancak arada kan bağı olmasa da neredeyse akraba kadar
değerli olan başka bir sevgi bağı vardır. O da komşuluktur. Komşuluğun önemi ile ilgili Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Cebrail, bana komşu hakkıyla ilgili o kadar çok tavsiyede bulundu ki neredeyse ben (Allah’ın) komşuyu komşuya mirasçı kılacağını zannettim.”
(Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141.)
Hz. Muhammed komşuların birbirlerine güvenmesi gerektiğini söylemiştir. Bunun da imanın bir gereği
olduğunu açıklamıştır. Bir gün arkadaşlarına hitaben üç defa “Vallahi iman etmiş olmaz.” dedikten sonra
kendisine sorulan “Kim ey Allah’ın Rasulü?” sorusuna şu şekilde cevap vermiştir: “Komşusunun, kendi kötülüklerinden güven içinde olmadığı kişi.”31
Herkesin maddi durumu, konumu, toplumsal statüsü aynı değildir. Komşular arasında da durum böyledir.
Farklı zenginliklerde, farklı mesleklerde olan komşular arasında alay ve küçümseme olmamalıdır. İnsanlar
asla küçük görülmemelidir. Çünkü bu durum komşular arası nefret ve çekememezliğe neden olacak kötü
sonuçlar doğuracaktır. Hz. Muhammed komşular arasında sevginin artması, aradaki soğukluğun yok olması
için hediyeleşmeyi tavsiye etmiştir. Ancak bir komşunun diğerine verdiği hediye küçük bile olsa küçümsenmemeli, hediyeyi veren kişi incitilmemelidir. Sürekli yüz yüze bakan insanlar arasında dargınlık yaşanmaması
için komşular çaba harcamalıdır.
Hz. Peygamber komşular arasındaki hediyeleşme ile ilgili şunları söylemiştir: “Birbirinize hediye verin,
çünkü hediye kalpteki kuşkuları giderir. Bir kadın, komşusu olan kadına verdiği hediyeyi bir koyun paçası bile
olsa küçümsemesin!”32
31 Müslim, İman, 73.
32 Buhârî, Hibe 1, Edeb 30; Müslim, Zekât 90; Tirmizî, Velâ’ 6.
117
Hz. Peygamberin ailesi de komşularıyla iyi geçinir, onlara hediye
verirlerdi. Kendilerine en yakın kapısı
olandan başlayarak daha uzak evlere de hediye verme işi sürerdi. Hz.
Peygamber’in Ebu Zer’e verdiği şu
tavsiye çok dikkat çekicidir: “Ey Ebu
Zer! Çorba pişirdiğin vakit suyunu çok
koy ve komşularını da gözet!”33
Komşular arasındaki sorumlulukların bazılarını şöyle sıralamak mümkündür:
•
Mutlu günlerinde sevincine,
kederli günlerinde üzüntüsüne ortak
olmak
•
Borç, ödünç para ya da mal isteyince vermek.
•
Hastalanınca ziyaretine gitmek.
•
Yardım isteyince yardımına koşmak
•
Ölünce cenazesine katılmak.
•
Kokusu komşunun evine gidecek bir yemek yapınca ona da bir miktar göndermek.
DÜŞÜNELİM
Komşuların birbirlerini daha iyi tanımaları, daha sağlam ilişkiler içinde olmaları için neler
yapılabilir? Düşününüz.
8. TOPLUMA KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ
NE DERSİNİZ?
“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, kötülüğü ve
haksızlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”
(Nahl suresi, 90. ayet.)
Yukarıdaki ayette toplumun huzurunu ilgilendiren hangi ilkeler bulunmaktadır?
Hepimiz toplum içinde yaşarız. Birlikte yaşamanın gerektirdiği bazı kurallar vardır. Bu kurallar toplum
yaşamında düzen ve huzuru sağlamak için vardır. Bizler kurallara uyarak toplumda huzura katkı sağlamış
oluruz.
33 Müslim, Birr ve Sıla, 142.
118
Topluma karşı sorumluluklarımızın ilki, hak ve adalet ilkesinden ayrılmamaktır. Toplumların devamında
adalet önemli bir ilkedir. Bu ilkenin zedelenmesi herkesin kendi hakkını kendisinin almaya çalışması anlamına gelir. O zaman da toplumda kargaşa hâkim olur ve bundan da toplum zarar görmeye başlar. Sorumluluk
sahibi bir Müslümanın ne kendisi ne de başka bir tanıdığı için adaletten taviz vermesi doğru olur. Hz. Peygamber, suç işlemiş bir kadınla ilgili aracılık yapmak isteyen Üsame b. Zeyd’e kızmış, o suçu işleyenin kendi
kızı da olsa cezasını vereceğini söylemiştir. Böyle bir adalet anlayışının egemen olduğu toplumda kimse
kendi hakkını kendi almaya çalışmamıştır. Çünkü herkes, adalete güveneceğini bilerek yaşamıştır.
DÜŞÜNELİM
“Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın! Yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik
yap ki onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğiyle davran!” (Tirmizî, Birr, 55.)
Yukarıdaki hadiste size göre kişinin kimlere karşı sorumluluğundan söz edilmektedir?
Her toplumda anlaşmazlık ve tartışmalar yaşanabilir. Ancak önemli olan, bunları aşırıya götürmemek ve
toplumun bölünmesine neden olmamaktır. Peygamberimiz tartışmada aşırıya kaçmanın Müslümana yakışmadığını, bunun içi ve dışı bir olmayan münafık zihniyetindeki insanların çirkin bir özelliği olduğunu söyler.34
Günah işlemek başlı başına kötü bir davranıştır. Ancak bazen işlenen bir günah gizli kalmadığı takdirde
çok daha zarar verici olur. İnsanlar yaptıkları günahlardan çekinmez ve açıktan yapmaya başlarlarsa herkes
bundan zarar görür. Kötülükler yaygınlaşır. İnsanlar kötülük yapmaktan çekinmezler.35 Bizler toplum içinde
başkalarına zarar verecek davranışlarda bulunmamalıyız. Örneğin trafikte giderken diğer araçları tehlikeye
atacak davranışlar sergilememeliyiz. Toplumsal barışı, huzuru bozacak kötülüklerden uzak durmalıyız.
Topluma karşı bir diğer sorumluluğumuz ise bütün insanların iyiliği için çalışmak, hep birlikte onu oluşturan insanlarla barış içinde yaşamaktır. Bunun için herkesin birbirine karşı düşüncelerinin temiz olması gerekir. Öyleyse toplumca güzel şeyler yapmaya çalışılmalı, güzel işlere öncü olunmalıdır.
Toplumda var olan kötülüklere
gücümüz yettiği kadar engel olmak
da inancımızın bir gereğidir. Bunu
belirten hadis şöyledir: “Kim kötü ve
çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle
düzeltsin; buna da gücü yetmezse
kalben karşı koysun. Bu da imanın en
zayıf derecesidir.”36
Muhtaç olanlar da toplumumuzun
önemli bir kısmını oluştururlar. Bir
arada yaşamanın bir gereği olarak
zenginler fakirleri korumalı ve kollamalıdır. İslam dini bunun için zekât ve
34 Müslim, İman, 106.
35 Tirmizi, Fiten, 4.
36 Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248.
119
sadaka gibi ibadetler emretmiş, böylece fakirleri korumuştur. Bize düşen görev, maddi durumumuz nispetince fakirlere destek olmak ya da bu amaçla çalışan kurum ve kuruluşlara yardımda bulunmaktır. Yoksul ve
muhtaç durumda olan kimselere düşen ise eğer imkânları varsa dilenmekten kurtulmak ve kendi emekleri ile
kazandıklarını yemektir.
TEMEL HADİS
Hz. Peygamber topluma karşı önemli bir görevin de herkesi ilgilendiren işlere layık olanların gelmesini
sağlamak olduğunu söylemiştir. Aksi takdirde toplumun devamından bahsedilemeyecektir. Bu konuda
şöyle buyurur: “İşler layık olmayanlara teslim edilince kıyameti bekleyin!” (Buhari, Rikak, 35, İlim 2.)
özetleyen
hadis-i
Müslümanın
kardeşiTToplumsal
l
l sorumluluklarımızı
l l kl
ö l
h di i şeriflerden
ifl d biri
bi i şöyledir:
ö l di “Müslüman
“Mü lü
Mü lü
k d i
dir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz. Kim, mümin kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir
ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir Müslümanın kusurunu örterse, Allah da kıyamet günü onun kusurunu örter.”37
DÜŞÜNELİM
“Bir adam yolda yürürken bir diken dalı buldu ve onu kenara çekti, Allah da onun bu
hareketini takdir edip onu bağışladı.” (İbn Mâce, Edeb, 7; Ebû Dâvûd: Edeb, 159.)
Yukarıdaki hadise göre toplumun iyiliği için başka neler yapılabilir? Düşününüz.
9. ÇEVREYE KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ
NE DERSİNİZ?
Küresel ısınma, ozon tabakasının delinmesi ve buzulların erimesinde biz insanların
umursamazlığı ya da ihmalinin etkisi var mıdır? Düşününüz.
Dünyamız her geçen gün biraz daha yaşlanıyor. İçinde yaşayanlar olarak onu istediğimiz gibi kullanıyoruz. Ancak Dünya her geçen gün güzelliğini biraz daha kaybediyor. Kirletilen su kaynakları, kesilen ağaçlar,
yanan ormanlar yenilenmek için yüzlerce yıl beklemek zorundalar. Hâlbuki Allah yeryüzünü en mükemmel
şekilde yaratmıştır. Her şeyi bir ölçüye göre ve olağanüstü bir ahenkle meydana getirmiştir.
TEMEL AYET
Allah, çevreye karşı sorumluluğumuzun onun düzenine müdahale etmemek, onu kirletmemek olduğunu şöyle ifade etmiştir. “Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) o koydu. Sakın dengeyi bozmayın.”
(Rahmân suresi, 7-8. ayetler.). “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen
bozuldu ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; umulur ki (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” (Rum
suresi, 41. ayet.).
37 Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.
120
İnsan yeryüzünü kullanırken genelde
tüketendir. Eve ihtiyacı olunca ağaç, demir
kullanır. Yiyeceğe ihtiyacı olunca hayvan
ve bitkilerden yararlanır. Ancak yeryüzünün
imkânları sınırsız değildir. Bir gün sona erecek olan bu imkânları israf etmemek gerekir.
Kaynakların israf edilmemesi gerektiği ile
ilgili şu hadis çok dikkat çekicidir: Hz. Peygamber, abdest almakta olan Sa’d’ın yanına
uğradı ve ona: “Nedir bu israf?” dedi. Onun
“Abdestte israf mı olurmuş?” ifadesine şöyle
karşılık verdi: “Evet. Akarsuyun kenarında
bulunsan bile (suyu boşa harcama)!”38
Günümüzde çevre sorunları denilince ilk
olarak akla kaynakların kirlenmesi gelmektedir. Özellikle kış aylarında yoğunlaşan kirlilik
kimi yerlerde ciddi boyutlardadır. Başta insan olmak üzere diğer canlı türleri de bu bozulmadan etkilenmekte
ve doğal hayat ciddi tehlike altına girmektedir. Ancak son yıllarda bu konudaki duyarlılığın artmaya başlaması
oldukça sevindiricidir. Bu konudaki bilinci canlı tutmalı, sahip olduğumuz değerlerin kıymetini bilmeliyiz. Herkes birey olarak üzerine düşenleri yapmalıdır. Örneğin daha çok toplu taşıma araçları kullanmak, kaçak yakıt
kullanmaktan kaçınmak ve araçlarımızın bakımlarını, kontrollerini zamanında yaptırmak, çevre temizliğine
katkı sağlayacak önemli önlemlerden bazılarıdır.
TEMEL HADİS
Çevremize karşı sorumlu olduğumuz konulardan biri de ağaç dikmektir. Peygamberimiz çevreyi yeşillendirmenin bize ayrıca sadaka sevabı kazandıracağını şu cümle ile ifade etmiştir: “Bir Müslümanın diktiği
ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o Müslüman için birer sadakadır.”
(Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10)
Evimiz, evimizin etrafı, bahçemiz, mahallemiz, cadde ve sokaklar, denizler, ovalar, Dünya’mızı kuşatan
atmosfer çevremizi oluşturur. Çevre kirliliğinin önlenmesi bizden sonraki nesillere yaşanabilir bir dünya bırakma sorumluluğunun bir gereğidir ve son derece önemlidir. Çünkü insanoğlu çevre ile iç içedir. Çevremizi
iyi korumadığımız zaman hayatımızı sıhhat ve afiyet içerisinde devam ettirmemiz zorlaşır. Ayrıca temiz bir
çevreye sahip olmak sadece insanlar için değil yaşayan tüm canlılar için gereklidir.
DÜŞÜNELİM
Çevreyi koruma konusunda tek bir kişi olarak size düşen görevler nelerdir? Çevremize
karşı diğer insanlarla birlikte neler yapılabilir? Düşününüz.
38 İbn Mâce, Taharet, 48.
121
121
DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI
1.
2.
3.
4.
5.
Toplumsal hayatta iş bölümü ve dayanışma niçin gereklidir? Belirtiniz.
Allah’a karşı sorumluluklarımız nelerdir?
Peygamberimizi sevdiğimizi nasıl gösterebiliriz? Anlatınız.
Dinimizin anne-baba hakkına verdiği önemi belirtiniz.
Aşağıdaki şemaya kimlere karşı sorumlu olduğumuzu yazınız.
...............................
Allah’a karşı
...............................
...............................
sorumluluklarımız
Sorumluluklarımız
...............................
...............................
...............................
...............................
...............................
6. Anne-babamıza ne gibi sorumluluklarımız vardır? Belirtiniz.
7. Akraba hakkı denince ne anlıyorsunuz?
8. Peygamberimizin Müslümanın Müslüman üzerindeki haklarını 6 olarak belirtmiştir. Bunları aşağıdaki
şemaya yazınız.
...............................
Ölünce cenaze
...............................
namazına katılmak
Müslümanın
Müslüman
Sorumluluklarımız
üzerindeki hakları
...............................
...............................
...............................
...............................
9. İslam’ın komşu hakkına verdiği önemi anlatınız.
10. Çevreyi niçin korumalıyız ve onu korumak için neler yapmalıyız? Söyleyiniz.
122
6. ÜNİTE
İSLAM’DA
HELALLER VE
HARAMLAR
Hazırlık Soruları
1. Helal, haram, günah, sevap kavramlarının anlamlarını araştırı
nız.
2. Dinimizce haram kılınan
şeylerin ortak özellikleri neler
dir? Araştırınız.
3. Çevrenizde yaygın hurafeler
nelerdir? Örnekler belirleyiniz.
123
İSLAM’DA HELALLER VE HARAMLAR
1. Helal - Haram ve Sevap – Günah Kavramları
TEMEL AYET
“Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve
sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.” (Mâide suresi 87. ayet.)
Bütün dinlerin, hukuk ve ahlak sistemlerinde beğenilen, olumlu görülüp yapılması istenen davranışlar
olduğu gibi; yasak, çirkin ve kötü kabul edilen davranışlar da vardır. İlahî dinlerin sonuncusu ve en mükemmeli olan İslam da birey ve toplum hâlinde insanlığın hayrına olmak üzere bazı yasaklara yer vermiştir. Bu yasaklar Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar insanlığın gelişim seyrine göre
temelde aynı kalmakla beraber, bazen birtakım değişikliklere uğramış, son din İslamiyette en mükemmel
şeklini almıştır.
“Helal, sözlükte bir fiilin mübah, caiz, serbest olması ve yasağın kalkması gibi anlamlara gelir. Dinî
bir terim olarak da helal, hukuki açıdan izin verilmiş, hakkında dinin herhangi bir yasaklama ve kısıtlama
getirmediği davranışı ve onun dinî-hukukî hükmünü ifade eder. Kısaca helal, dinen yapılması ve yenilip
içilmesi yasak olmayan şey demektir. Helal, caiz ve mübah kelimeleriyle eş anlamlı olmakla birlikte dinî
literatürde daha çok haramın zıt anlamlısı olarak yani bir şeyin yasaklanmamış olduğunu bildiren bir terim
olarak kullanılır.1
Haram ise sözlükte “bir şeyin bir kimseye yasak olması, yasaklanan, helal olmayan şey” gibi
anlamlara gelir. Dinî terim olarak ise, Yüce Allah’ın
yapılmasını veya yenilip içilmesini kesin olarak yasakladığı şeydir.
Kur’an-ı Kerim, haram konusunda temel ölçüler
koymuştur. Hiç kimse Allah’ın helal saydığını haram kılamaz. Bunu ifade eden ayetlerden biri şöyledir: “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi
ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve
sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.”2
Kur’an’a göre Allah, iyi ve faydalı şeyleri helal
kılmış, insanın yararına sunmuştur. “Bugün size
bütün iyi ve temiz şeyler helal kılınmıştır....”3 ayetinde bu husus vurgulanır. Bir başka ayette de “Ey Peygamber! Temiz olan şeylerden yiyin; güzel işler yapın.
Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim.”4 buyrulur.
Kendisine verilen türlü nimetler karşısında insanın yaratıcısını tanıması ve ona ibadet etmesi kul1 Komisyon, İlmihâl, TDV, İstanbul, 1999, I, 172.
2 Mâide suresi, 87. ayet.
3 Mâide suresi, 5. ayet.
4 Mü’minun suresi, 51. ayet.
124
luğun özünü oluşturur. Kişinin kendi hayatını ve insani ilişkilerini, onun isteklerine göre şekillendirmesi hem bu dünyada
hem de ahirette mutlu olmasını sağlar. Allah insanı şerefli bir
varlık olarak yaratmıştır. Onun bu üstünlüğünü koruyabilmesi
için de yaratılışında var olan cahillik, acelecilik vb. zaaflarını
kendisine bildirmiş ve bunlara karşı dikkat etmesini istemiştir.
İnsan bu zaaflarına yenik düşerse hem kendi hayatını hem
de başkalarının hayatını olumsuz yönde etkileyecektir. Fakat
Allah’ın uyarılarına dikkat ettiği sürece yaratılıştan kendisine
Allah tarafından verilen şerefi ve üstünlüğü koruyacak ve sonuçta meleklerden bile üstün bir konuma yükselecektir.
İyi ve kötü, temiz ve çirkin bir değildir. İnanan kişi, bunlar
arasındaki farkı mutlaka ayırt etmelidir. Kur’an buna da dikkat çeker: “De ki: Pis ile temiz bir olmaz. Pisin
çokluğu hoşuna gitse bile. Ey akıl sahipleri Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.”5
İslam dini hayatın bütün yönlerini ele almıştır. Bu sebeple her alanda bizim ihtiyacımız olacak hususları
bildirerek mensuplarına yardımcı olmayı hedeflemiştir. İnanç dünyamız ve ibadet hayatımız kadar yeme-içme, beşeri ilişkiler, giyinme, süslenme, oyun ve eğlence, aile hayatımız ve daha pek çok şey dinin bilgilendirme ve yönlendirme alanında olmuştur. Bu yönlendirmeler hiçbir zaman insanın onurunu kırıcı bir müdahale
değil, onun fıtratına uygun ve aklın kabul ettiği yönde olmuştur.İslam yasaklanan hususların, insana verilen
geniş serbestlikler alanının yanında son derece az olduğu unutulmamalıdır.
NOT EDELİM
“Eşyada esas olan mübahlıktır (serbestliktir).”
Bu temel hukuk kuralını arkadaşlarınızla tartışınız. Hayatınızdan örnekler veriniz.
Haramları ve helalleri bilmek kulluğumuzu güzel yerine getirebilmek için önemlidir. İnsan, hayatında bu
kurallara dikkat ederse mutlu olacaktır. Hem bu mutluluk sadece dünya ile de sınırlı kalmayacaktır. Bir defasında kendisine gelip: “Ya Rasulâllah! Ne buyurursun? Farz namazı kıldığım, haramı haram ve helali helal
bildiğim zaman ben cennete girer miyim?” diye soran kimseye Peygamberimiz “Evet” cevabını vermişlerdir.6
Allah haramların işlenmesinden hoşlanmaz. Çünkü haramlar müminin korunması anlamına gelir. Peygamber (s.a.), şöyle buyurmuştur: “Müminleri Allah’tan ziyade fenalıklardan koruyan bir kimse yoktur. Allah,
müminlerin en büyük himaye edicisi olduğu içindir ki bütün fenalıkları haram kılmıştır…”7 Haram ve helallere
dikkat etmesi bir müminin en önemli özelliklerindendir.”
Yasaklanmamış her şey mübah ve helaldir. Helal ve haramı belirleyen yalnız Allah’tır.“Kur’an-ı Kerim’de
“Ey müminler, Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın. Aşırı gitmeyin. Allah aşırı gidenleri sevmez.”8 buyrulur.
5 Mâide suresi, 100. ayet.
6 Müslim, İman, 16.
7 Buhari, Tevhid, 15.
8 Maide Suresi 87. ayet.
125
Sevap, yapılan iyi bir davranış karşısında Allah’ın vereceği
ödüldür. Dinimize göre yaptığımız her güzel davr
ranışın
bir karşılığı vardır. Allah’ın hoşnutluğunu kazanr
mak
m için yapılan her güzel iş ya da faydalı bir davranış
sevaptır.
Allah’a ibadet etmek, insanlarla iyi geçinmek,
s
herkese
saygılı davranmak, muhtaçlara yardım eli uzath
mak,
m görevlerimizi yerine getirmek, insanlara yararlı işler
yapmak
gibi güzel davranışlar Allah’ı memnun eder. Her
y
iyiliği
kat kat ödüllendiren Rabbimiz de bunların karşılığını
i
verir.
Onun verdiği ödüllere genel olarak sevap diyoruz.
v
Allah’ın kullarının güzel davranışlarına fazlasıyla sevvap yazacağını anlatan ayetlerden biri şöyledir: “Kim bir
iiyilik yaparsa ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa
s o da yaptığı kötülük kadarıyla cezalandırılır ve onlara
9
zulmedilmez.”
z
İyi, güzel ve faydalı olan her söz ve eylem, Allah’ın rızasını kazanmayı sağlar ve Allah katında hak ettiği
değeri bulur. Bu sebeple güzel ve yararlı sözler söylemeli, gereksiz ve zararlı davranışlardan kaçınmalıyız.
Böylelikle hem kendimizi ve ailemizi mutlu etmiş oluruz hem de Rabbimizden bunun karşılığını fazlasıyla
almanın sevincini duyarız.
TEMEL AYET
“Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi
güzel bir yere koyarız.” (Nisâ suresi, 31. ayet.)
Sevabın zıddı ise günahtır. Günah, dinimize göre suç sayılan, Allah’ın emirlerine aykırı olan iş ve sözlere
denir. Yaptığımız her kötü davranışın da bir karşılığı vardır. Dinimizin yapılmasını yasakladığı şeylerin yapılması durumunda günah işlenmiş olur. Yalan söylemek, iftira etmek, hırsızlık yapmak, dedikodu yapmak,
anne ve babaya saygısızlık etmek günah sayılan davranışlardan bazılarıdır.
Günah ollan davranışlar kötü ve çirkindir, pek çok açıdan zararlıdır. Allah’ın hoşnut olmadığı ve Allah
katında değer ifade etmeyen davranışlardır. Bu sebeple günah olan davranışlardan mutlaka kaçınmamız
gerekir.
Allah’ın emirlerini yerine getirmemek günah olduğu gibi yasaklarını yapmak da aynı şekilde günahtır.
Mesela Allah Kur’an’da namaz ve zekât gibi iki önemli ibadeti pek çok kez aynı ayette emrediyor. Mümin
kişi, biri bedeni, diğeri mali olan bu ibadetleri yerine getirmekle hem arınacak hem de Allah’a daha yakın
olacaktır. Ancak namazı kılmamak veya sorumlu olduğu hâlde zekâtı vermemek, Allah’ı memnun etmeyecek,
dolayısıyla böyle yapmak bize sevap değil günah kazandıracaktır. Aynı şekilde hırsızlık, kumar oynamak, içki
içmek gibi Allah’ın haram kıldığı şeylerin yapılması da suçtur ve kişiyi günahkâr yapar.
Bireysel ve toplumsal zararları açısından günahların büyük ve küçük olanları vardır. Şirk ve zina gibi büyük günahlardan kaçınılırsa Allah’ın küçük günahları bağışlayacağını belirten birçok ayet vardır.
9 En’am Suresi 160. ayet.
126
2. Günlük Hayatta Helaller ve Haramlar
TEMEL AYET
“Kendileri için nelerin helal kılındığını sana soruyorlar; de ki: Bütün iyi ve temiz şeyler size helal kılınmıştır. Allah’ın size öğrettiğinden öğretip avcı hâle getirdiğiniz hayvanların sizin için yakaladıklarından
da yiyin ve üzerine Allah’ın adını anın (besmele çekin). Allah’tan korkun. Allah’ın hesabı pek çabuktur.”
(Mâide suresi 4. ayet.)
İslam, hayatımızı tümüyle kuşatan bir dindir.
Nasıl ki iman ve ibadetler, bireyin yaratanına karşı
bağlılık ve kulluğunu simgeleyen bir anlama sahipse dinin birtakım gayelerle koyduğu yasaklara ve
sınırlara uymak da yine dindarlığın bir gereğidir.
Allah’a karşı gösterilmesi gereken bağlılık ve kulluğun göstergesidir.
Sahabeden İbn Abbas şöyle anlatır: “İslam
öncesi Cahiliye Dönemde insanlar, bazı şeyleri
yerlerdi, bazı şeyleri de tiksindiklerinden dolayı yemezlerdi. Derken yüce Allah, Peygamberini (s.a.)
gönderdi ve Kitab’ını indirdi. Helalini ve haramını
açıkladı. Artık onun haram kıldığı haramdır, helal
kıldığı da helaldir. Hakkında açıklama yapmadığı
ise affedilmiştir.10
Günlük hayatta insan çok çeşitli durumlarla karşı karşıya gelmektedir. Şayet dinimizin bu hususlarda
yönlendirmeleri olmasaydı insan kendini boşlukta hissedebilirdi. Ancak Rabbimiz bizi başıboş bırakmayarak
rahmetini bir kez daha göstermiştir.
TEMEL HADİS
Hz. Peygamber “Helal de açıklanmış haramda açıklanmıştır. Bu ikisinin arasında helalden mi haramdan mı olduğu belli olmayan, insanların pek çoğunun bilmediği şeyler vardır. Her kim bu tür şüpheli
şeyleri terk ederse dinini ve ırzını korumuş olur, selamete erer. Kim de bunlardan birine girerse harama
düşmesi pek yakındır. Yasak bölgenin çevresinde sürüsünü otlatan çobanın, ürüsünü o yasak bölgeye
kaçırması çok çabuk olur. Dikkat edin her otorite sahibinin bir yasak bölgesi vardır. Allah’ın yasak bölgesi
de haram kıldığı şeylerdir.” buyurmuştur. (Tirmizi, Büyu, 1.)
Haramlardan korunup iyi bir kul olarak yaşayabilmek için Allah’ın koyduğu sınırlara uymak ve imanımızın
gereğini yaşamak durumundayız.
Kur’an ve hadislerde belirtilen haram ve helallerin dışında, hükmünü tam olarak bilemediğimiz bazı hususlar olabilir. Böylesi durumlarda bu din bilginlerinin içtihatları (görüşleri) doğrultusunda günlük yaşantımızı
İslami bir şekilde devam ettirebiliriz.
10 Ebu Davud, Eti’me, 30.
127
BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM
İçtihat: Sözlük anlamı, güçlüğe katlanmak ve gayret göstermektir. Terim olarak ise, bir din bilgininin,
Kur’an-ı Kerim ve hadislerde açıkça hükmü olmayan konularda kıyas yoluyla yeni sonuçlar çıkarma demektir. .
ALLAH’IN VERDİĞİ BİR ÖRNEK
Rasulullah şöyle buyurmuştur: “Allah doğru yolun anlaşılması için bir misal verir. Bu misalde yolun
iki yanı duvarlarla kaplıdır, duvarlarda açık kapılar ve kapıların üzerinde yere kadar uzanan perdeler
bulunmaktadır. Yolun başında bir davetçi şöyle seslenir: ‘Ey insanlar, hepiniz yoldan gidin, ayrılmayın!’ Yolun ortasındaki bir başka davetçi de ‘bu yolda yürümeye’ çağırır, kapıların perdelerini açmaya
çalışanlara şöyle seslenir: ‘Ne yapıyorsun! Orayı açma, eğer açarsan içeri dalarsın.’ (Dikkat edin!) Bu
yol İslam’dır. Yolun iki tarafındaki duvarlar Allah’ın sınırlarıdır, açık kapılar Allah’ın yasaklarıdır, yolun
başındaki davetçi izzet ve celal sahibi olan Allah’ın Kitabı’dır, yolun içindeki davetçi de Allah’ın her
Müslüman’ın kalbine yerleştirdiği nasihatçi (imandır).” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 183)
Haramlardan uzak durmaya riayet etmesi insanı cennete götürür. Numan b. Kavkal Hz. Peygamber’ e
geldi ve dedi ki: “Ey Allah’ın Rasulü! Eğer helali helal, haramı haram kabul eder, farz namazları kılarsam,
(bunlara da başka bir şey eklemezsem) cennete girer miyim? Rasulullah ona: ‘Evet’ dedi.”11
Allah Teala bizi yaratmış, bize sayamayacağımız kadar çok nimet vermiş ve bizden hem kendisine hem
de Rasulüne itaat etmemizi istemiştir. İyi, temiz ve insan sağlığına yararlı olan şeyleri helal; kötü, pis ve zararlı şeyleri haram kılmıştır.
Öyleyse Allah’ın emirlerini dinleyip ona gönülden boyun eğerek bize helal kıldığı, temiz olduğunu belirttiği
nimetlerden ölçülü bir şekilde istifade edilmelidir. Nefsimizin ve şeytanın tuzaklarına düşerek Allah’ın helal kıldığı şeyleri haram kılma hatasına düşmemeli ve Allah’ın koruluğu olan haramlara da asla yeltenilmemelidir.
Rabbimizin bize bahşettiği sayısız nimetlere şükredilmelidir.
2.1. Beslenme
TEMEL AYET
“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yiyin, şeytanın peşine düşmeyin;
zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.” (Bakara suresi 168. ayet.)
Beslenme, insanın vazgeçilmez temel ihtiyaçlarının başında gelir. Gerek kaynak gerekse sonuçları itibariyle insanın beden ve ruh sağlığını etkileyen ve bazı yönlerden sosyal düzeni ilgilendiren doğal bir gereksinimdir. İslam, bu ihtiyacın karşılanmasında insanın yararına olmak üzere birtakım sınırlar belirlemiştir.
11 İbn Hanbel, Müsned, III, 316.
128
Kur’an’da yeryüzünde ne varsa
hepsinin insanın faydalanması için
var edildiği ve insanın hizmetine sunulduğu belirtilmiş; her alanda olduğu gibi yiyecekler ve beslenme konusunda da ancak zorunlu hallerde
yasaklama getirildiğine dikkat çekilmiştir. Buna işaret eden ayetlerden
biri şudur: “Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyiniz,
bu hususta taşkınlık ve nankörlük
de etmeyiniz; sonra sizi gazabım
çarpar. Her kime gazabım ulaşırsa,
hakikaten o, yıkılıp gitmiştir.”12
Kur’an-ı Kerim’de “De ki: Bana vahyolunan Kur’an’da bir kimsenin yiyecekleri arasında ölmüş hayvan,
akıtılmış kan, domuz eti -ki o başlı başına bir pisliktir- ya da günah işlenerek Allah’tan başkası adına kesilmiş
(murdar) hayvandan başka haram kılınmış bir şey bulamıyorum…” buyrularak, haram kılınan yiyecek maddelerinin dört şeyden ibaret olduğu belirtilmiştir.13
Konuyla ilgili ayetlerden biri de şöyledir: “Allah’ın size helal ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin ve
kendisine iman etmiş olduğunuz Allah’tan korkun!”14
Kişinin beslenme konusunda en çok dikkat edeceği husus, kendi emeğiyle kazandığını yiyip içmesidir.
Zira Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kişinin yediğinin en helali kendi kazancıdır. Çocuğu da kendi
kazancındandır.”15
TEMEL HADİS
Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kim helal lokma yer ve İslam’a göre yaşarsa ve insanlar da onun
kötülüklerinden emin olurlarsa o kişi cennete girer.” Bir adam: “Ey Allah’ın Rasûlu! Bugün bu özellikteki
kişiler halk arasında pek çoktur.” deyince, Rasûlullah (s.a.): “Benden sonraki asırlarda da bu özellikte
kimseler bulunacaktır.” (Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyame, 60)
Sofrada haram şeyler bulundurmaktan yeme ve içme hususunda israf etmekten de kaçınılmalıdır. Haram
bir şey yerken besmele çekmek saygısızlık olduğundan, yapılmaması gereken bir davranıştır. Domuz etinin
yenmesi de gerek Kur’an’da gerekse16 hadislerde açık bir şekilde yasaklanmıştır.
Başkasının malını haksız yollarla ve izinsiz yemek, bedenine hastalık verecek şeyleri yiyip içmek, içki,
sigara ve uyuşturucu gibi zararlı maddeleri kullanmak da doğru olmayan davranışlardan bazılarıdır.
12 TâHÂ suresi, 81. ayet.
13 En’am suresi, 145. ayet.
14 Mâide suresi, 88. ayet.
15 Nesai, Büyû’, 1.
16 Bakara suresi, 173. ayet.
129
2.2. Giyim, Kuşam ve Süslenme
Giyinme belki de canlılar içerisinde insana has davranışların en özgün olanlarındandır. Dinimizde örtünme emri öncelikle kişinin ruh yapısının ve onurunun korunmasına yönelik olmakla birlikte aynı zamanda
toplumun genel ahlakını korumayı ve karşı cinsler arası ilişkilerde dengeyi gözetmeyi hedefler. Bunu gerçekleştirme hususunda erkek ile kadın arasında farklı hükümlerin olması yaratılıştan gelen farklar sebebiyledir.
BİR KAVRAM ÖĞRENİYORUM
Setr-i avret: Vücudun açılması, gösterilmesi ve bakılması dinen haram olan yerlerini ve organlarını
gizlemeye ve örtmeye denir. Namazın dışındaki şartlarından bir de setr-i avrettir.
Hz. Âdem ve Havva ile başlayan örtünme, Allah’ın bir emri olarak tüm peygamberler tarafından ümmetlerine hatırlatılmıştır. Son Peygamber Muhammed (s.a.) de bu konuda birtakım prensipler ortaya koymuştur. Bu
ilkelerin başında, toplumsal yaşamın gereği olan kadın ile erkek
arasındaki beşeri ilişkilerin insani düzeyde tutulması amaçlanmıştır. İnsanın örtünmesi de bu yüce amaca dönük görülmelidir.
Erkeğin ve kadının örtünmesiyle ilgili olarak İslam her alanda olduğu gibi itidal ve orta yolu esas almıştır. Kur’an’da çoğu
kez ölçülü hareket etme, lüks ve aşırılığa kaçmama hususunda
uyarılar yapılmıştır. Peygamberimiz de hayatı boyunca temiz,
şık, sade ve güzel giyinmişler ve bu konuda aşırılığa kaçmamaya karşı bizleri uyarmışlardır. Giyim kuşam konusunda yasaklamaların olmadığı durumlarda kişilerin zevk ve tercihlerine karışılmamış ve serbestlik alanları oluşturulmuştur. Bu yüzden belki
de dinimizin giyinme ile ilgili yasakları sınırlı sayıda kalmıştır.
Giyinme konusunda Müslümanlar arasında ayrıntı sayılacak
bazı farklılıklar bulunmakla beraber, Peygamberimiz tarafından
verilen ölçülerin ve yapılan tavsiyelerin bütün asırlarda ve bölgelerde genel hatlarıyla korunmuş olduğunu ve örtünmenin ahlaki, insani olduğu kadar dinî bir vecibe olarak kabul edildiğini
söyleyebiliriz. Şekil ve ayrıntı yönüyle mahalli, kültürel özellikler
ve farklılıklar İslam ümmetinin hem dine bağlılıklarını hem bu dini yaşama taşıma hususundaki derin tefekkürlerini görmemize imkân tanır. Giyinme-örtünme ve süslenme hususunda Peygamberimizin davranışlarından
çıkarabileceğimiz ana ilkeler şöyle sıralanabilir:
§ Başkalarına benzemekten sakınmalı:
Peygamberimiz, Müslümanın her hâliyle kendine has olmasını istiyor. Bu yüzden özellikle başka dinin
mensuplarına benzememe hususunda oldukça titiz davranıyor. O, yaşadığı dönemin özellikleri gereği bazen
giyim modeli, bazen de renk tercihi hususunda birtakım uyarılarda bulunmuştur.17
17 Müslim, Libas ve Zinet, 27.
130
§ Kibirli olmamalı:
Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Yiyiniz, sadaka veriniz, kibir ve israfa kaçmadan da giyininiz.”18 Yine o:
“Elbisesini büyüklenerek sürüyen kimseye Allah merhamet etmez.” 19buyurmuştur.
Bu durumda imkânları olsa bile tevazu için ya da insanların genelini düşünerek orta yolu tercih edenlere
Peygamberimiz şu müjdeyi vermiştir: “Her kim gücü yettiği hâlde Allah için tevazu göstererek aşırı pahalı ve
gösterişli elbiseler giymeyi terk ederse Allah, kıyamet günü herkesin önünde onu çağırarak iman elbiselerinden hangisini dilerse giymesi için onu serbest bırakacaktır.”20
§ Erkekler ipek kumaştan elbise
giymemeli:
Peygamberimizin altın ve gümüş
kullanımında olduğu gibi ipeğin giyim
ve kullanımında da kadınlar için daha
toleranslı olduğunu söyleyebiliriz.
Buna karşılık erkeklere bunların kullanımında sınırlamalar getirmiştir. Aslında bunlar Kur’an’da cennet nimetlerinin anlatıldığı ayetlerde geçmektedir.
(Kehf suresi, 31. ayet , Hac suresi,
23. ayet, Duhân suresi, 53. ayet…)
Bu konuda lüks, israf ve gösteriş konularının işlendiği bölümler dışında
Kur’an’da bir belirleme yoktur. Konu
daha çok hadislerde ele alınmıştır.
Hz. Peygamber “İpek ve altın, ümmetimin kadınlarına helal, erkeklerine haramdır.”21 buyurmuştur. Hz.
Enes, Rasûlullah’ın en sevdiği elbisenin pamuklu olduğunu ifade etmiştir.22
§ Temiz giyinmeli:
Yüce Rabbimiz, daha dinin yeni tebliğ edildiği ilk dönem ayetlerinde “Elbiseni temizle.”23 buyurarak bu
konuda nasıl davranmamız gerektiğini bizlere bildirmiştir.
Cabir b. Abdullah şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.) bize geldiğinde saçları dağınık bir adam gördü ve: “Bu
adam saçını düzeltecek bir şey bulamıyor mu?”24 buyurdu.
Ebu Katade şöyle demiştir: “Saçlarım uzun ve gür idi. Rasûlullah (s.a.): “Onlara iyi bakmamı, temiz tutmamı ve her gün taramamı emretti.”25
Allah temiz olanı sever ve dualar ancak helal ve harama dikkatle değer kazanır. Ebu Hureyre dedi ki:
18 Nesai, Zekat, 66
19 Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyame, 42.
20 Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyame, 39.
21 Buhari, Libas, 30.
22 Müslim, Libas ve Zinet, 33.
23 Müddessir Suresi 4. ayet.
24 Nesai, Zinet, 60.
25 Nesai, Zinet, 60.
131
Rasûlullah (s.a.), bir adamdan bahsetti. Uzun seferler yapan, saçı dağınık, eli yüzü toz toprak içinde… Elini
uzatıp Ya Rabbi, Ya Rabbi diye dua eder. Hâlbuki yediği haramdır, içtiği haramdır, giydiği haramdır ve devamlı haramla beslenmiştir. Böyle birinin duası nasıl kabul edilir.”26
§ Örtülmesi gereken yerler örtülmeli:
TEMEL AYET
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman dış örtülerini üstlerine almalarını söylerdi. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan
budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”
(Ahzâb suresi, 59. ayet.)
DÜŞÜNELİM
TARTIŞALIM!
Rasulullah (s.a.) kırda peştemalsiz (örtüsüz) olarak yıkanan bir adam görmüş ve minbere çıkıp
Allah’a hamt ve senada bulunduktan sonra: “Muhakkak ki Aziz ve Celil olan Allah utangaçtır, (ayıplara) kapalıdır, utanmayı ve örtünmeyi sever. Biriniz yıkandığı zaman örtünsün!” buyurmuştur. ( Ebu
Davud, Hammam, 1)
Bu hadiste verilmek istenen mesaj nedir?
İslam’da, iyi ve güzel şeylerin helal, kötü ve pis şeylerin de haram kılındığı ifade edilmiştir. (Mâide suresi
4-5. ayetler.) Peygamberimiz güzel giyinme ile ilgili bir soruya şöyle cevap vermiştir: “Allah güzeldir, güzeli
sever.”27 Kişisel bakımına özen gösteren Efendimiz, ümmetinden de bunu isteyerek temiz ve sade elbiseler
giymeyi tavsiye etmiştir.
2.3. Ekonomik Hayat
TEMEL AYETLER
“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haram ve haksız yollar ile yemeyin, karşılıklı rızâya dayanan
ticaret hali müstesna.” (Nisâ suresi, 29. ayet.)
“…Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz”. ( A’raf suresi, 31. ayet.)
İslam son ilahî din olarak insan hayatını bütünüyle ele alan bir dindir. Onun bireye, topluma yönelik; dünya
ve ahiret hayatıyla ilgili; inanç, ibadet, ahlak ve ekonomiye dair insanlara huzur ve güven getiren hükümleri
mevcuttur.
İslam’da ibadetler yalnızca namaz, oruç, hac ve zekâtla sınırlı değildir. Yüce Allah’ın hoşnut ve razı olduğu bütün söz, fiil ve davranışlar geniş anlamda ibadet kapsamındadır. Bu bağlamda, kişinin yoldan bir taşı
26 Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 2.
27 Müslim, Îman, 147.
132
kaldırması, yükünü sırtına alamayan birisine destek vermesi, araca binemeyen hasta, yaşlı ve engellilere
yardımcı olması ibadet olduğu gibi; kazancını helal yoldan elde etmesi, İslami prensiplere uygun olarak ticari
ve iktisadi davranışlarda bulunması, iş ve icraat yapması da ibadet kapsamındadır. Hayatın bütün alanlarını
geniş anlamda ibadet kapsamına alan İslam, ticareti de ibadet olarak değerlendirmiş; bunun gerçekleşmesi
için de ticari hayatta uyulması gerekli birtakım ahlaki prensipler belirlemiştir.
TEMEL HADİSLER
Rasûlullah (s.a.) buyurdular ki: “Emin ve dürüst Müslüman tüccar, kıyamet günü şehitlerle beraberdir.”
(İbn Mace, Ticaret, 1 )
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Bir adam kendi el emeğinden daha helal bir kazanç elde etmiş
olmaz. Bir adamın kendisi, ailesi, çocukları ve hizmetçileri için yaptığı harcamalar da sadakadır.” (İbn
Mace, Ticaret, 1)
Bizler hayatımızı sürdürebilmek ve temel ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için ekonomik faaliyetler içinde olmak zorundayız. Bu sebeple dinimiz
her konuda olduğu gibi ekonomik ve ticari
faaliyetler hakkında da önemli prensipler
koymuştur.
Müşteriyi aldatmamak temel bir esastır. Ticaret yapan kişi, dürüstlüğü ve doğru
sözlülüğü ile müşteriye güven vermelidir.
Rasulullah (s.a.) doğru sözlü ve güvenilir
tüccarı “Doğru sözlü ve güvenilir tüccar
(ahirette) peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle beraber bulunacaktır.” hadisiyle övmüştür. (İbn Mace, Ticaret, 1)
Müşterinin gafletinden veya bilgisizliğinden faydalanıp sağlam ve kullanılışlı olmayan bir malı ona satmak İslam ahlakıyla
bağdaşmaz. Bir gün Peygamberimiz (s.a.) pazarı dolaşırken tahıl satan birisinin yanına gelmiş, elini buğday
çuvalına daldırmış, altının ıslak olduğunu görünce sormuş:
“Nedir bu?”
Satıcı: “Yağmur yağmıştı, ondan dolayı ıslandı.” diye cevap verince; Rasulullah: “Niçin o ıslak tarafı halkın görebilmesi için üste getirmedin?” diye sert bir şekilde uyarıda bulunduktan sonra “Bizi aldatan bizden
değildir.”28 demiştir.
Ticarette tartı ve ölçünün yeri son derece önemlidir. İslam, ölçü ve tartının dürüstlükle yapılması üzerinde
önemle durmuştur. Yüce Allah, bu konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: “Ölçü ve tartıda hile
yapanların vay hâline! Onlar insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler. Fakat kendileri onlara bir
şey ölçüp yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar. Onlar, büyük bir gün; insanların, âlemlerin Rab28 Müslim, İman, 164.
133
b
binin
huzurunda duracakları gün için diriltileceklerini
ssanmıyorlar mı?” (Mutaffifîn suresi, 1–4. ayetler.)
İslam’ın yasakladığı haksız kazanç yollarından
biri
b de ihtikar (karaborsacılık) tır. İhtikar lügatte toplamak
m ve hapsetmek gibi anlamlara gelir. Terim olarak
ise
i bir ticari malı, pahalanması gayesiyle stoklayıp
piyasaya
arzını geciktirmek anlamına gelir. İhtikar,
p
fiyatların
yapay bir şekilde yükselmesine ve normal
f
piyasa
seviyesinin üzerine çıkmasına sebep olur.
p
İhtikar
yapmak, özellikle temel ihtiyaç maddeleri söz
İ
konusu
olduğunda toplumun zarar görmesine sebek
biyet verdiği gibi uzun müddet devamı hâlinde de sosyal ve iktisadi bunalımlara yol açabilir.
Çoğunlukla malın fiyat ve sürümünü artırmaya yönelik bir hile şeklinde ortaya çıkan neceş/müşteri kızıştırmak, bu yönüyle haksız rekabet çeşitleri arasındadır. Bir pazarlık esnasında satıcı ile anlaşmalı olan üçüncü
bir kişi (veya kişiler) sanki alıcıymış gibi devreye girerek gerçek müşterinin verdiğinden daha yüksek bir fiyat
teklif etmek suretiyle onu yanıltır. Böylece talip olduğu malı başkasına kaptırmak istemeyen ilk teklif sahibi,
ister istemez daha yüksek meblağ ödemek zorunda kalabilmektedir. Bu durum pazarlık hâlindeyken olabileceği gibi akdin kesinleşmesinden sonra da alabilmektedir. İşte serbest rekabet ortamını zedeleyip haksız
rekabete yol açan, kardeşlik ilişkilerini zedeleyen ve bir rantiye sınıfı oluşturarak tüketicinin zarar görmesine
zemin hazırlayan bu tür muameleler Hz. Peygamber tarafından yasaklanmıştır.
Peygamberimiz “Öyle bir zaman gelir ki insanlar, haram helal demeden nereden ve nasıl olursa olsun
kazanmaya çalışırlar.”29 buyurur.
Allah’ın Rasulü bir başka hadis-i şerifinde şöyle buyurmuşlardır: “Üç gurup insan vardır ki kıyamet gününde Allah onların yüzüne bakmayacak, onları günahlarından temize çıkarmayacaktır. Dahası onlar için
acıklı bir azap vardır: Yaptığı iyiliği başa kakan kişiler, gösterişli elbiseler giyinerek çalım satıp dolaşanlar,
yalan dolanla ticaret yapan esnaf.”30
2.4. İnsani İlişkiler
TEMEL AYET
“Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi ayıplamayın, birbirinizi küçük düşürücü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra ‘günahkar’ ismi ne kötüdür! Kim
de tövbe etmekten kaçınırsa, işte onlar zalimlerin ta kendisidir. “Ey iman edenler! Zannın pek çoğundan
kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Bir de birbirinizin kusurunu araştırmayın ve birbirinizi arkadan
çekiştirmesin....O hâlde Allah’tan korkun! Şüphesiz Allah, tövbeleri çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”
(Hucurat suresi,11–12. ayetler.)
İİnsanların yeryüzünde mutlu ve huzurlu yaşayabilmeleri için öncelikle birbirleriyle olan ilişkilerini sağlıklı
29 Nesai, Buyu, 2
30 Nesai, Buyu, 5
134
bir zemine oturtmaları gerekir. Bunun için de birbirleriyle diyalogu kesmemeleri, aksine oralardaki dostluğun devamını
sağlayıcı tedbirler almaları lazımdır.
Çağımızın en büyük problemlerinden biri iletişim sorunudur. İletişimin belli kuralları ve normları vardır. İnsani ilişkiler
gündeme gelince burada son derce dikkatli olmamız gerekir. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz “Doğru söyleyiniz.” (Ahzab
suresi, 70. ayet.), “Verdiğiniz söze bağlı kalınız.” (İsrâ suresi, 34. ayet.), “Emaneti sahibine veriniz.” (Bakara suresi,
283. ayet.), “Adil olunuz.” (Mâide suresi, 8. ayet.), “Affediniz,
bağışlayınız.” (Bakara suresi,109. ayet.), “Sabırlı olunuz.”
(Âl-i İmran suresi, 200. ayet.) buyurarak, bize bu hususta
dikkat etmemiz gereken bazı temel ilkelerden bahsetmiştir.
Peygamberimiz de insanlara çok değer verir, onlardan
biri gibi hayatını devam ettirirdi. İnsanlarla karşılaştığı zaman ilk selam veren kendisi olur, tokalaşır, karşısındakinin
hal ve hatırını sorardı. Söylenenleri dikkatle dinler, muhatabı
ayrılmadıkça yüzünü ondan çevirmezdi.
İnsani ilişkilerde önemli olan bir konu da insanların dertleriyle ilgilenmek, sevinçlerine ortak olmaktır. Sevinçler paylaşılınca artar, kederler ise paylaştıkça azalır.
BİLGİ KUTUSU
“Allah’a ve ahiret gününe inanan, komşusuna eziyet etmesin!”
(Buhari, Edeb, 31)
Peygamberimizin bu hadisin dikkatimizi çeken husus, onun, insan ilişkilerinin
saygı ve samimiyete dayalı olmasıdır.
Gerek komşuluk gerekse insani ilişkilerde dikkat etmemiz gereken kurallardan bazıları şunlardır:
1. Hastalandığında geçmiş olsun ziyaretine gitmek.
m
2. Öldüğünde cenazesinin kaldırılmasında bulunmak.
m
3. Borç istediğinde vermek.
4. Darda kaldığında yardımına koşmak.
5. Bir nimete kavuştuğunda tebrik etmek.
6. Başına bir musibet geldiğinde teselli etmek.
7. Güvenini sarsacak davranışlardan uzak durmak.
8. Gıybet ve dedikodu yapmamak.
Bu temel ilkelere uymayla gelişen ilişkiler ağını,
135
Hz. Peygamber şu sözleriyle pekiştirmiştir: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona ihanet etmez, yalan söylemez, onu sıkıntıda bırakmaz. Her Müslümanın diğerine namusu, malı ve kanı haramdır. Takva işte buradadır (kalptedir). Bir kimsenin Müslüman kardeşini hor görmesi, kendisine yapacağı kötülük olarak yeter!”31.
“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona haksızlık etmez, onu düşmana teslim etmez. Kim Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim Müslüman kardeşini bir sıkıntıdan kurtarırsa
Allah da onu bir sıkıntıdan kurtarır. Kim Müslüman kardeşinin bir kusurunu gizlerse Allah da onun kusurunu
gizler (affeder).”32
İnsani ilişkilerde, başkalarına yardım ederken bile muhatabını rencide edecek, üzecek ve minnet altında
bırakacak en küçük bir tavırda bulunmamak esas olmalıdır. Yine bu hususta dikkat etmemiz gereken en
önemli kurallardan biri nazik ve yumuşak huylu olmaktır.
KARŞILIKLI
KONUŞALIM
Hz. Peygamber “Bir kimse yumuşak davranmaktan mahrum ise hayırdan mahrum olur.” buyurmuşlardır. (Müslim, Birr ve Sıla, 74)
Bu hadiste anlatılmak istenenle insani ilişkilerimizi yeniden gözden geçirelim. Yanlış davranışlarımız hakkında öz eleştiri yapalım.
İnsanın misafirine ikram etmesi kadar bu ikramını
güzel bir şekilde yapması da önemlidir. Nasıl güzel ve
iyi bir şekilde misafirimizi karşılıyorsak aynı şekilde güzel bir şekilde de uğurlamalıyız.
Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Adamın, misafiri ile
beraber evin kapısına kadar çıkması (onu uğurlaması)
şüphesiz sünnettendir.”33
İlişkilerimizi kötü bir şekilde etkileyen olumsuz davranışlardan biri de bilgiye dayalı olmayan düşüncelerimizdir. “Zan beslemekten sakının. Çünkü zan beslemek, en
yalan sözlere yol açar. Birbirinizin eksikliğini görmeye
ve işitmeye çalışmayınız, özel ve mahrem hayatınızı da
araştırmayınız. Birbirinize haset etmeyiniz, birbirinize
arkanızı çevirip küsmeyiniz, birbirinize nefret ve düşmanlık da beslemeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Birbirinizle
kardeş olunuz!”34 diyen Peygamberimiz, bu konuda yapmamız gerekenleri bize en güzel şekilde ifade etmiştir.
31 Buhari, Mezalim, 3; Müslim, Birr, 58, 72.
32 Buhari, Mezalim, 3; Müslim, Birr, 58.
33 İbn Mace, Et’ıme, 55.
34 Buhari, Edeb, 57.
136
DÜŞÜNELİM
Hz. Ayşe’nin haber verdiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) hediye kabul eder ve karşılığında hediye verirdi.” (Ebu Davud, Büyu, 80.)
Hediyeleşmenin insan ilişkilerindeki etkilerini düşünelim. Size birisi hediye verince neler hissedersiniz?
Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Mal ve namus meselesinde bir kulun bir kardeşinde bir
hakkı bulunur da bu dünya hayatında onunla
helalleşirse Allah o kuluna rahmet etsin. Çünkü
kıyamette ne dinar ne de dirhem bulunacaktır.
Eğer o kimsenin iyilik ve sevapları varsa onlar
alınıp haksızlık edilen kimseye verilecektir. Şayet sevapları yoksa haksızlık yapılan kimsenin
günahları buna verilmek suretiyle hesaplaşma
tamamlanacaktır.” 35
Kul haklarından biri de insani ilişkilerde üçüncü şahısları rahatsız etmemektir. Rasûlullah
(s.a) şöyle buyurdu: “Üç kişi olduğunuz vakit iki
kişi diğer arkadaşlarından ayrı olarak fısıltı ile
konuşmasın.”36
2.5. Oyun ve Eğlence
TEMEL AYET
“Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine
karşı seni ne aldattı?” (İnfitar suresi 6-8. ayetler.)
İnsani bir ihtiyaç olan oyun ve eğlence konusuna İslam açısından bakıldığında, en başta oyun ve eğlencenin insanlık onur ve haysiyetini hiçe sayacak içerikten uzak olma gereği üzerinde durulmalıdır. İnsanın
eğlenme ve dinlenme ihtiyacının, temel inanç ve ibadet ilkelerine aykırı olmayacak bir biçimde karşılanıp
düzenlenmesi esastır. İslam dini kumarın her türlüsü yasaklandığı için, içerisinde kumar bulunan her türlü
oyun haramdır.
Müzikle uğraşma veya dinleme, çeşitli spor dallarıyla uğraşma ya da yarışmaları izlenme, eğlenmek ve
dinlenmek için tercih edilen yöntemlerdendir.
Peygamberimizin çeşitli spor dallarıyla ilgili uygulamalarının olduğunu biliyoruz. O, koşu yapmış ve yapıl35 Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyame, 2.
36 Tirmizi, Edeb, 59;Ebu Davud, Edeb, 24.
137
masına onay vermiştir.37 Rükâne adındaki birisiyle güreşmiş ve onu yenmiştir. Ok atmayı öğrenmeyi teşvik
etmiş38 ancak, talim ve uygulama yaparken hedef tahtası olarak canlı hayvanların kullanılmasını yasaklamıştır.39
Eğlence denilince akla ilk gelen şey belki de düğünlerdir. Evlenme ve sünnet merasimlerimizde, mutluluğumuzu başkalarıyla paylaşmak sevincimize sevinç katar. Ancak bizim sevinçlerimiz başkalarının üzüntüsü
hâline gelmemelidir. Bu açıdan özellikle
silah kullanımı, gürültülü eğlenceler düzenleme hususunda son derece dikkatli davranmalıyız.
Sonuç itibariyle, kumara bulaştırılmadığı, gerek Allah’a gerek aile ve topluma
karşı görevler aksatılmadığı, daha önemli
ve gerekli bir şey ihmal edilmediği, haram
ve helal duyarlılığı korunduğu sürece oyun
ve eğlencede dinen bir sakınca olmadığını
söylemek mümkündür.40
DÜŞÜNELİM
Zamanı boşa harcamamalıyız.
Kavgadan ve kırıcı olmaktan uzak durmalıyız.
Haram ve haksızlıklara bulaşmamalıyız!
Asıl görevlerimizi ihmal etmemeliyiz!
İslam’ın yasaklamadığı oyun ve eğlence için ilkeler belirleyecek olsanız, yukarıda sayılan
maddelere daha başka hangilerini eklersiniz?
3. Bidat ve Hurafeler
TEMEL AYETLER
“Bugün size dininizi tamamladım, size nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslam’dan razı
oldum.”
(Mâide suresi, 3. ayet.)
“İşte bu benim dosdoğru yolumdur, ona uyun. Sizi Allah yolundan ayırıp parçalayacak yollara uymayın.”
(En’am suresi, 153. ayet.)
Yukarıdaki ayetler size ne anlatıyor? Fikirlerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.
37 Ebu Davud, Cihad, 68.
38 İbn Hişam, Siyer, I, 390–391.
39 Buhari, Cihad, 78; Müslim, İmare, 169.
40 Buhari, Zebaih, 25.
138
Bidat, daha önceden bir örneği olmaksızın yapılan, sonradan icat edilen şey demektir. Kavram olarak da dine karşı olması sebebiyle onunla ters düşen ve onda bir fazlalık
ya da noksanlığa neden olan şeydir.41 Bidat;
İslam’a sonradan sokulan, İslam’da yeri olmayan ve İslam’a ters düşen dinî mahiyet
ve amaçlı âdetlerdir. Hurafe ise uğuru ya da
uğursuzluğu olduğuna inanılan, akla ve gerçeğe aykırı düşen batıl inanışlardır.
İslam’ın en büyük temellerinden birini şu
hadisin teşkil ettiği söylenebilir: “Kim bizim dinimizde olmayan bir şey yaparsa o reddedilir,
makbul değildir.”42 Bu temel, Kur’an ve sünnette olanın dışında sonradan ortaya çıkan
her inanç, ibadet ve muamelatın kabul edilemez oluşudur. Sonradan ortaya çıkan birtakım icatlar ve ihtiyaçlar ise Kur’an ve sünnete
aykırı bir yönü olmadıkça bu kapsamda değerlendirilemez.
Hz. Peygamber: “Dinde sonradan ortaya çıkan her şey bidattir; her bidat sapıklıktır ve sapıklık insanı ateşe sürükler.”43 buyurmuş; böyle bir şey ortaya çıkaran kimse için de “Allah bidat sahibinin orucunu, namazını,
sadakasını, haccını, umresini, cihadını, hayır yolunda harcamasını, şahitliğini kabul etmez. O, kılın yağdan
çıktığı gibi dinden çıkar.”44 diyerek konunun önemini ortaya koymuştur.
Bidatte önemli ve ayırıcı olan özellik bir şeyin dine sonradan dahil edilmesi ve bunun dinin özüne aykırı
olmasıdır.
Bazı hayvanları görmek veya hayvan sesleri duymak, belirli günlerde ve zamanlarda iş yapmak, mavi
boncuk vb. şeyleri takmak ve bazı rakamların uğursuz yahut
uuğurlu olduğuna inanmak, İslam’da temeli bulunmayan batıl
iinançlardandır. Aynı batıl inançlar çerçevesinde evden çıkarken
kkedi veya köpek görmek, baykuş sesini ve köpek ulumasını duymak, elden ele sabun veya makas vermek, salı günü iş yapmak
m
vveya yolculuğa çıkmak, cuma günü çalışmak, iki bayram arasındda nikah kıymak, cumartesi günü yorgan kaplamak, insan üzerrinde iken elbisenin söküğünü dikmek gibi davranışları uğursuz
ssaymak da batıl inançlardan bazılarıdır. Bütün bunların, İslam’ın
iilkeleriyle bağdaşması söz konusu değildir.
Yaygın hurafelerden biri de ölen kimselerin türbelerini ziyaret
eederek onlardan yardım beklemektir. Dileklerin gerçekleşmesi
iiçin veya hastalıktan kurtulmak amacıyla din bilginlerine ve şeyh41 İlmihal, II, 121.
42 Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, s. 87.
43 Buhari, Sulh, 5.
44 Müslim, Cuma, 43.
139
lere ait türbeleri ziyaret edip mum yakmak, bez bağlamak, taş yapıştırmak ve adak adamak suretiyle ölülerin
ruhaniyetinden medet ummak, bu konudaki belli başlı hurafeleri teşkil eder. Ağaçlara bez parçası bağlamak
da buna benzer inançlardandır. Oysa dua yalnızca Allah’a yapılır. Ayrıca kabir ziyaretinin de bir takım kuralları vardır.
Kur’an ve sünnet bilgisinden uzaklaşma, dinî hassasiyetleri kaybetme, toplumlardaki kültürel değişmeler,
İslam öncesinden kalan gelenek ve görenekler, çok sevap kazanmak veya dinî vecibeleri fazlasıyla ifa etmek
düşüncesi gibi birtakım etkenler bidat ve hurafelerin ortaya çıkmasının sebepleri arasında sayılabilir.
Geçmişten günümüze kadar gelen, akla ve bilime karşı olan bu tür inanışları “din”le eşdeğer tutmak
İslam’a vereceğimiz en büyük zararlardandır. Bu nedenle her Müslüman, dinimizi öğrenmek için öncelikle Kur’an’ı okuyup anlamalıdır. Peygamberimizin hadislerini ve hayatını da öğrenmeli, onun güzel ahlakını
örnek almalıdır. Müslüman, iyi ve yararlı alışkanlıklar edinmeli, güzel davranışlar sergilemeli, akıl ve bilime
önem vermeli, her türlü hurafeden uzak durmalıdır.
140
DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI
1. İslam dini niçin haramlardan kaçınmayı, helallere yönelmeyi emretmiştir? Açıklayınız.
2. Aşağıya sevap ve günah olan davranışlara örnekler yazınız.
SEVAP
Yoksula yardım etmek
GÜNAH
Yalan söylemek
...............................................
...............................................
...............................................
...............................................
...............................................
...............................................
...............................................
...............................................
3. Beslenme, yiyecek ve içecek konusunda dinimizin ortaya koyduğu başlıca ilkeler nelerdir?
4. Müslüman giyim-kuşam konusunda nelere dikkat etmelidir? Belirtiniz.
5. İslamiyet ekonomik hayatla ilgili ne gibi ilkeler ortaya koymuştur?
6. Dinimizin insanlar arası ilişkiler hususundaki öğütlerine örnekler veriniz.
7. Bidat ve hurafe kavramlarını örneklerle açıklayınız. Aşağıdaki şemaya bidat ve hurafelerle ilgili örnekler yazınız.
...............................................
...............................................
...............................................
...............................................
8.
Bidat ve hurafelerden korunmak için neler yapmalıyız? Tartışınız.
141
SÖZLÜK
A
Ahd-i Atik: Tevrat.
ahit: Söz verme, anlaşma, yemin.
amel: Yapılan iş, eylem, fiil. Bir kimsenin dinin emirlerini yerine getirmek için yaptığı davranışlar.
amel-i salih: İçten davranış, gösterişsiz eylem. Dine göre makbul olan işler.
arife günü: Dinî bayramlardan bir önceki gün.
aşevi: Yoksullara parasız yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane. Lokanta.
ayin: Dinî tören.
B
ba’s: Yeniden dirilme, diriltme.
batıl inanç: Doğaüstü olaylara, gizli ve akıl dışı güçlere, kehanetlere aşırı derecede bağlı, boş inanç.
bidat: Sonradan ortaya çıkarılan şey. İslam’a sonradan sokulan, İslam’da yeri olmayan, dinî mahiyet ve
amaçlı âdetlerdir.
botanik: Bitki bilimi.
Budist: Budizm dininden olan kimse.
büyü: Tabiat kanunlarına aykırı sonuçlar elde etmek iddiasında olanların başvurdukları gizli işlem ve davranışlara verilen genel ad, efsun, sihir.
C-Ç
cürüm: 1. Günah, suç, nota.
çorak: Toprak damlara çekilen, su geçirmeyen killi toprak. Verimli olmayan toprak.
D-E-F
deyim: Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, ilgi çekici bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği, tabir.
ebedî: Sonsuz, ölümsüz.
ebru: Kâğıt süslemeciliğinde kitre, kola vb. yapıştırıcılarla yoğunlaştırılmış su üzerine, neft yağı ile sulandırılmış yağlı boya damlatılarak yapılan ve kâğıda geçirilen süs.
142
ecel: Önceden tespit edilmiş zaman ve süre. İnsan hayatı ve diğer canlılar için belirlenmiş süreyi ve bu
sürenin sonunu ifade eder
ekol: Bir bilim ve sanat kolunda ayrı nitelik ve özellikleri bulunan yöntem veya akım, okul.
Esma-i Hüsna: Allah’ın en güzel, en şerefli isimleri.
estetik: Güzelliği ve güzelliğin insan belleğindeki ve duygularındaki etkilerini konu olarak ele alan felsefe
kolu.
ezelî: Başlangıcı olmayan, öncesiz.
fıtrat: İnsanın doğuştan sahip olduğu fiziki özellikler. Yaradılış, hilkat.
fıtri: Doğuştan.
fidye: Ramazan orucunu tutamayacak durumda olanların yoksullara verecekleri miktar.
fitre: Fıtır sadakası. Ramazan ayının sonuna yetişen ve temel ihtiyaçları dışında en az nisap miktarı mala
sahip bulunan her özgür Müslüman’ın vereceği sadaka.
G
gayr-ı müekked sünnet: Peygamberimizin zaman zaman kılmadığı nafile namazlar.
gazi: İslam’da düşmanla savaşıp sağ olarak geri dönen kimse.
gelenek: Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa
iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane.
gıybet: Çekiştirme, yerme, kötüleme.
görenek: Bir şeyi eskiden beri görüldüğü gibi yapma alışkanlığı, âdet, alışkı.
günah: Dinî bakımdan suç sayılan iş veya davranış, vebal.
H-İ
hafız: Kur’an’ı bütünüyle ezbere bilen kimse.
haham: Yahudi din adamı.
havali: Yöre.
havari: Hz. İsa’nın öğüt ve inançlarını yayma işiyle görevlendirdiği on iki yardımcısından her biri.
hidayet: Doğru yol, hak olan Müslümanlık yolu.
hile: Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika.
hizp: Kur’an-ı Kerim’in beş sayfalık her bir bölümü.
hurafe: Dine sonradan girmiş yanlış, batıl inanç.
143
huşu: Alçak gönüllülük. Tanrı’ya boyun eğme, gönlü korku ve saygı ile dolu olma.
hutbe: Cuma ve bayram namazlarında minberde okunan dua ve verilen öğüt.
İbranice: Bugün İsrail’de kullanılan Sami dili.
iftira: Bir kimseye kasıtlı ve asılsız suç yükleme, kara çalma, bühtan.
ihanet: Gerektiğinde yardımda bulunmama, bir kimsenin güvenini yok etme. Evlilikte, sevgide aldatma,
sadakatsizlik. Hıyanet, hainlik.
ihsan: İyilik etme, iyi davranma, bağışlama, bağışta bulunma.
ikrar: Saklamayıp doğruca söyleme, açıkça söyleme. Benimseme, onama, kabul, tasdik.
ilham: Tanrı’nın, peygamberlerin yüreğine doldurduğu ilahî âleme özgü duygu ve düşünceler.
infak: Nafaka verip bir kimsenin geçimini sağlama.
inkâr: Yaptığını, söylediğini, tanık olduğunu saklama, gizleme, yadsıma.
inziva: Dış dünyayla bütün bağlarını keserek Allah’la birleşebilmek için insanın kendi içine kapanması.
Toplum hayatından kaçıp tek başına yaşama.
irade: İstek, arzu, dilek.
israf: Gereksiz yere para, zaman, emek vb. harcama, savurganlık, tutumsuzluk.
K-L
kavim: Aralarında töre, dil ve kültür ortaklığı bulunan, boy ve soy bakımından da birbirine bağlı insan topluluğu, budun.
kıskançlık: Bir kimse bir üstünlük gösterdiğinde veya sevilen birisinin, başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında takınılan olumsuz tutum.
kibir: Kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme, benlik.
kutsal: Güçlü bir dinî saygı uyandıran veya uyandırması gereken, mukaddes.
külfet: Zahmet, sıkıntı, zorluk, zorlu iş.
külliye: Bir caminin çevresinde cami ile birlikte kurulmuş medrese, imaret, sebil, kitaplık, hastane
vb. yapıların bütünü.
lütuf: Önem verilen, sayılan birinden gelen iyilik, yardım, ihsan, inayet, atıfet.
M-N
mahrem: Yakın akrabadan olduğu için nikâh düşmeyen kimse. Başkalarına söylenmeyen, gizli.
mahşer: Kıyamet günü dirilenlerin toplanacakları yer. Büyük kalabalık.
144
materyal: Gereç. Yazılı, sözlü, görüntülü, kaydedilmiş her türlü belge.
medrese: İslam ülkelerinde, genellikle İslam dini kurallarına uygun bilimlerin okutulduğu yer. Fakülte.
mescit: Genellikle minaresiz, küçük cami.
mezhep: Bir dinin görüş, yorum ve anlayış ayrılıkları sebebiyle ortaya çıkan kollarından her biri.
mihrap: Cami, mescit vb. yerlerde Kâbe yönünü gösteren, duvarda bulunan ve imama ayrılmış olan oyuk
veya girintili yer.
minber: Camilerde hutbe okunan merdivenli, yüksekçe yer.
miras: Birine, ölen bir yakınından kalan mal mülk, para veya servet. Bir neslin kendinden sonra gelen nesle
bıraktığı şey.
mucize: Peygamberlerin kendilerine inanmayan insanlara peygamberliklerini ispat etmek amacıyla Allah’ın
iznine bağlı olarak gösterdikleri olağanüstü olaylar, hâller. İnsanları hayran bırakan, tabiatüstü sayılan olay.
muhkem: Sağlam, anlamı açık, yoruma gerek olmayan, okunduğunda manası hemen anlaşılan.
mukim: Bir yerde oturan, yerleşik halde bulunan.
musibet: Ansızın gelen felaket, sıkıntı veren şey.
mutasavvıf: Tasavvuf inançlarını benimseyerek kendini Allah’a adamış kimse, sofi.
mutmain: İnanmış, gönlü kanmış, emin olan.
müekked sünnet: Peygamberimizin farz ve vacip namazlar dışında daima kıldığı, ender olarak terk ettiği
nafile namazlar.
mükellef: Sorumlu olan, dinin emir ve yasaklarına uymakla yükümlü kişi.
münafık: Dinî kurallara inanmadığı hâlde inanmış gibi görünen.
müstehap: Yapılması beğenilen şey. Yapılması dinen hoş ve güzel kabul edilen iş.
müşrik: Allah’a ortak koşan kimse.
mütevazı: Alçak gönüllü. Gösterişsiz, iddiasız.
Nazm-ı Celil: Yüce söz, Kur’an-ı Kerim.
nebi: Kendisine kitap indirilmemiş peygamber.
O-Ö
olağanüstü: Alışılmıştan, benzerlerinden farklı olan; beklenmedik bir zamanda yapılan, önceden tasarlanmamış olan; büyük bir hayranlığa yol açan; harikulade, fevkalade.
örf: Yasalarla belirlenmemiş olan, halkın kendiliğinden uyduğu gelenek, âdet.
145
P-R
panayır: Belli zamanlarda ve genellikle küçük yerleşim birimlerinde kurulan, sergi niteliğini de taşıyan
büyük pazar.
put: Doğaüstü güç ve etkisi olduğuna inanılan canlı veya cansız nesne.
Rahîm: Koruyan, acıyan, merhamet eden Allah.
Rahman: Herkese, her canlıya merhamet eden Allah.
rivayet: Bir olay, bir haber veya sözü nakletme.
rükün: Bir şeyin aslını oluşturan parçalardan her biri; cüz, temel unsur. İbadetlerin farzları.
S-Ş
sahabe: Hz. Muhammed’i görmüş ve onun sohbetinde bulunmuş Müslümanlar, Hz. Muhammed’in arkadaşları.
salat: Dua, namaz, yalvarma, anma.
salavat: Hz. Muhammed’e saygı bildirmek için okunan dua.
sebil: Karşılık beklemeden hayır için dağıtılan içme suyu.
sevap: Hayırlı bir davranış karşısında Allah tarafından verileceğine inanılan ödül.
sıla-i rahim: Anne, baba ve akrabayı ziyaret etme.
sırat: İnsanlar üzerinde yürüdükleri zaman, cennete gidecekler için genişleyen, cehennemi hak edenlere
daralan, cennetle cehennem arasında bir yoldur.
sinagog: Yahudilerin ibadet etmek için toplandıkları yer, havra.
suhuf: Küçük topluluklara, ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde indirilen küçük kitap ve yazılı metinlerdir.
sûr: İsrafil’in kıyamet kopmadan önce ve yeniden dirilişi bildirmek üzere üflediği niteliğini bilmediğimiz alet.
şirk: Allah’ın birden çok olduğuna inanma, Allah’a ortak tanıma, eş koşma.
T
ta’dîl-i erkân: Rükünleri doğru ve düzgün yapma. Namazın rükünlerini yerli yerince yapmak.
taharet: Temizlenme, arınma, temizlik.
tahrif: Bir şeyin aslını bozmak, değiştirmek.
takva: Allah’tan korkma. Dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp buyurduklarını yerine getirme.
tarikat: Aynı dinin içinde birtakım yorum ve uygulama farklılıklarına dayanan, bazı ilkelerde birbirinden
ayrılan, Allah’a ulaşma ve onu tanıma yollarından her biri.
146
tebliğ: İnsanları dine davet etme. Bildirme, haber verme.
tecvit: Kur’an’ın doğru okunmasını sağlayan bilim. Kelimelerin söylenişinde, seslerin çıkışlarına, uzunluk ve
kısalıklarına göre okunması.
telkin: Bir duyguyu, bir düşünceyi aşılama. Ölmek üzere olan kişinin yanında Allah’ın varlığını ve birliğini,
Hz. Muhammed’in peygamberliğini hatırlatmak amacıyla yüksek sesle “kelime-i tevhit” okuma.
tesadüf: Yalnız ihtimallere bağlı olduğu düşünülen olayların kesin olmayan, değişebilen sebebi. Rastlantı,
rast geliş.
tevatür: Aklın yalan üzerine ittifak etmelerini kabul etmeyeceği kalabalık bir topluluğun, aynı şekilde kalabalık bir topluluktan aktardığı kesinleşmiş bilgi.
tevekkül: Herhangi bir işte elinden geleni yapıp daha sonrasını Allah’a bırakma.
tilavet: Kur’an’ı güzel ve yüksek sesle, usulünce okuma.
Ü-V-Y-Z
ümmet: Hz. Muhammed’e inanarak, onun yaptıklarını ve söylediklerini uygulayarak, onun ilkeleri etrafında
toplanan Müslümanların tümü.
vaaz: Cami, mescit vb. yerlerde vaizlerin yaptığı, genellikle öğüt niteliği taşıyan dinî konuşma. Bir kimseye
kalbini yumuşatacak, kendisini doğruluğa, iyiliğe götürecek biçimde söz söyleme.
vacip: İslam dinine göre yapılması gerekli olan.
vaftiz: Hristiyanlıkta yeni doğan çocuğa ilk günahı silmek ve onu Hristiyanlaştırmak amacıyla yapılan kutsal
işlem.
vasiyet: Bir kimsenin ölümünden sonra yapılmasını istediği şey.
yegane: Tek, eşsiz, biricik.
yörünge: Bir gök cisminin hareketi süresince izlediği yol. Hareketli bir noktanın izlediği veya çizdiği yol,
mahrek.
zelletü’l-kârî: Namazda Kur’an okurken yanılma, okuyanın dilinin sürçmesi.
zikir: Anma, söyleme, sözünü etme. Bir tarikata bağlı olanların Allah’ın adını art arda söylemesi.
zuhr-i âhir: Son öğle namazı. Cuma namazının farz ve sünnetinden sonra isteyenlerin kılabileceği dört
rekatlık namaz.
zulüm: Güçlü bir insanın yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasını uğrattığı kötü durum, kaygı, acımasızlık, haksızlık, cefa.
147
KAYNAKÇA
Ahmed bin Hanbel, Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992.
Ahmed Naim, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, Ankara, 1984.
Bilmen, Ömer Nasûhi, Büyük İslâm İlmihali, İstanbul, tsz.
Buharî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, el-Camiu’s-Sahih, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992.
Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi (Kütüb-i Sitte), Feza Gazetecilik, İstanbul, 1995.
Cilacı, Osman, Günümüz Dünya Dinleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1995.
Darimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahman, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992.
Dereli, Muhammet Vehbi, İlmihal Bilgileri, Asude Yayınları, Konya, 2007.
Döndüren, Hamdi, Delilleriyle İslam İlmihali, İstanbul, 1991.
Ebu Davud, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992.
Ece, Hüseyin K., İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları, İstanbul, 2000.
Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı-Meal-Tefsir (Çev. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk), İstanbul, 1999.
Gazâlî, Muhammed, Kur’an’ın Konulu Tefsiri (Çev. Şahin Güven - Ekrem Demir), Şûrâ Yayınları, İstanbul,
2000.
Gündüz, Şinasi (Editör) Yaşayan Dünya Dinleri, DİB Yayınları (2. Baskı), İstanbul, 2007.
İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992.
İbn Rüşd, Ebu’l-Velid Muhammed b. Ahmed, Bidâyetü’l-Müctehid, Mısır, tsz.
Komisyon, İlmihal, TDV Yayınları, İstanbul, 1999.
Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, DİB Yayınları, Ankara, 2001.
Kutub, Seyyid, Fî Zılâli’l-Kur’an, Dâru’ş-Şurûk, Beyrut-Kahire, 1992.
Malik bin Enes, Muvatta, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992.
Mevdûdî, Tefhimü’l-Kur’an (Çev. Heyet), İnsan Yayınları, İstanbul, 1986.
Müslim, İbnü’l-Haccâc, el-Camiu’s-Sahih, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992.
Nesaî, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şuayb, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992.
Suyûtî, Celâlüddîn, el-Câmiu’s-Sağîr fî Ehâdîsi’l-Beşîri’n-Nezîr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2006.
Şentürk, Lütfi- Yazıcı, Seyfettin, Diyanet İslam İlmihali, Ankara, 2001.
Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevra, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul-Tunus, 1992.
Tirmizî, eş-Şemâil, Beyrut, 1992.
Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara, 2005.
Yazıcı, Seyfettin, Müslüman Gençlere Din Bilgisi, DİB Yayınları, Ankara, 1998.
148
Yazım Kılavuzu, Türk Dil Kurumu, Ankara, 2005.
Yıldırım, Suat, Kur’an-ı Hakim’in Açıklamalı Meali, Işık Yayınları, İstanbul, 2004.
Yücel, İrfan, Peygamberimizin Hayatı, DİB Yayınları, Ankara, 1999.
Zuhaylî, Vehbe, İslam Fıkhı Ansiklopedisi (Çev. Komisyon), Risale Yayınları, İstanbul, 1994.
Büyük Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu http://tdkterim.gov.tr/
http://www.hikem.net/arama.asp.
el-Mektebetü’ş-Şâmile, sürüm: 3.47.
149
Download