1.ÜNİTE FELSEFEYE GİRİŞ Felsefe araştırma tüm evreni seçmiştir. Diğer bilim dalları ve bilgi türleri de evreni araştırma konusu olarak seçmiştirler. Bununla birlikte diğer bilim dalları evrenin belli bir parçasından hareketle evrenin tümünü tanımlamaya çalışmaktadırlar. Örneğin biyoloji canlılardan ,fizik cansızlardan,sosyoloji toplumdan yola çıkarak realiteyi açıklamaya çalışmaktadır. Oysa nasıl filin kulağından yola çıkılarak filin tamamı tanımlanamazsa, evrenin belli bir parçasından yola çıkılarak evren de tanımlanamaz. İşte felsefe evrenin tümünü kendisini inceleme konusu olarak seçer. Ve diğer bilgi dalları gibi evreni parçalarına ayırmaz ve belli bir parçadan yola çıkmaz. Ama sınırsız ve sonsuz bir varlık olarak evrenin tümünün herhangi bir duyu organıyla incelenebilme olanağı yoktur. Bu yüzden de felsefe evreni incelerken salt akıl yürütme yolunu yöntem olarak benimsemek zorundadır. Nasıl ki, fili bir bütün olarak kavrayabilmek için gözleri görmeyen insanların göze ihtiyacı vardıysa, evreni bir bütün olarak kavrayabilmek için ise insanların akla ihtiyacı vardır. Bununla birlikte akılla da olsa evreni bir bütün halinde kavrayabilmek tam olarak mümkün de değildir. Felsefe bu yüzden kesin hatları ve bilgileri olan bir bilim veya bilgi dalı olmaktan çok bir çaba,bir gayret veya bir uğraştır. Kısacası felsefeyi, “evreni (realite) parçalara ayırmaksızın bir bütün halinde ve salt akıl yoluyla anlama ve kavrama çabasıdır” biçiminde tanımlayabiliriz. Bilgi çok boyutlu ve çok yönlüdür. Bilgi varlığa ilişkindir. Bu nedenle bilgi ait olduğu alan,elde edilişi,özne-nesne ilişkisi, ve bilgi akti açısından çeşitli türlere ayrılmaktadır. Bilginin türlere ayrılmasında birçok etken olmakla birlikte en önemli etken obje ile subje arasındaki anlam aktıdır. Obje ile subje arasındaki anlam aktinin değişmesine göre aşağıdaki bilgi türlerinden söz etmek mümkündür. ANLAM AKTİ SUBJE(ÖZNE) OBJE(NESNE) I.GÜNDELİK BİLGİ: *Obje ile subje arasındaki anlam bağı sezgi ve/veya deneyimlerdir *Belirli bir yöntemle elde edilmiş bilgiler değildir. *Sistemli ve tutarlı bilgiler değildir. *Genel geçerliliğe sahip evrensel bilgiler değildir. *Kesin bir nedenselliğe bağlı bilgiler değil, kısmi nedenselliğe bağlı bilgilerdir. *Kesin deney ve gözleme bağlı bilgiler değildir,kısmi deney ve gözleme dayalı bilgilerdir. *Her türlü gündelik yaşam bilgisi,deneyim ve tecrübeye bağlı bilgiler,batıl inançların bilgisi ve kocakarı ilaçları bu tür bilgilerden oluşur. *Örneğin “yeşil elmalar ekşi olur” veya “üşütmede nane limon kabuğu suyu içmek gerekir” bilgileri gibi II.DİNSEL BİLGİ: *Obje ile subje arasındaki anlam bağı iman-inanca dayanır *İnanç bağına bağlı olduğu için öznel bir bilgidir. *Mutlak ve kesin olma İDDİASINDAKİ bilgilerdir. *Evrensellik iddiasındaki bilgilerdir. *Dogmatik ve değişmez bilgilerdir. *Vahiy yöntemiyle elde edilmiş bilgilerdir. *Her türlü dinsel inanç ve ritüele ait bilgi bu türden bir bilgidir. *Örneğin “Evreni var eden bir yaratıcı vardır” ya da “iyilik yapan insanlar cennete gider” vb. gibi III.TEKNİK BİLGİ: *Subje ile obje arasındaki anlam akti beceri-yeteneğe dayanır. *Yarar amacı gözetilerek elde edilen bilgilerdir. *Kesin bilgilerden meydana gelirler *Evrensel bilgilerdir. *Belirli bir metotla üretilmiştir. *Değişen ve gelişen bilgilerdir. *Yığılarak(kümülatif olarak) ilerler *Nesnel bilgilerdir. *Gündelik yaşantıda ürettiğimiz her türlü araç ve gereç ile bunları kullanma bilgisi teknik bilgidir. *Örneğin bilgisayar üretimi ve üretilen bilgisayarların kullanımı için gereken her türlü bilgi teknik bilgidir. 1 IV.SANATSAL BİLGİ: *Subje ile obje arasındaki anlam bağı imgelem-güzelduyu-yaratıcı hayal gücüdür. *Belirli bir yönteme bağlı olarak üretilmezler,yaratıcı bireyin bireysel etkinliğidir. *Sistemli bir bilgi türü değildir. *Özneldir. Kişinin duyuş ve düşünüş biçimine göre değişir. *Sanat yapıtı tektir ve ikinci kez üretilemez. *Evrensel ve tümelin bilgisini hedefler. *Tüm güzel sanatlarda kullanılan bilgiler sanatsal bilgilerdir. *Örneğin Mozart’ın 40.Senfonisindeki notaların dizilişi sanatsal bilgiyi gerektirir. V.BİLİMSEL BİLGİ: *Obje ile subje arasındaki anlam bağı deney ve gözlemdir. *Evrensel ve genel geçer bilgilerdir. *Nesnel bilgilerdir. *Yığılarak ilerler (kümülatiftir) *Sistemli ve tutarlı bilgilerden oluşur. *Belirli bir yöntem (Bilimsel Yöntem) kullanılarak üretilmiştir. *Yüksek bir doğruluk değerine sahip bilgilerdir. *Akılcı ve eleştirel yolla elde edilirler. *Örneğin “su 100 derecede kaynar” ya da “bir cismi h yükseklikten serbest bırakırsak m x g kadar kuvvetle yere düşer” vb. gibi Bilimsel bilgiler ele aldıkları konu, konuyu ele alış tarzları ve elde ettikleri bilginin niteliği bakımından birbirinden ayrılırlar: VI.FELSEFİ BİLGİ: *Subje ile obje arasındaki anlam bağı akıl yürütmedir.Kişi evrenin bilgisini salt akıl yürütme yoluyla elde etmeye çalışır. *Evrensel bilgilerdir, genel geçerliliğe sahiptirler.Elde edilen bilgiler zamana ve mekana aşkın bilgiler olup her zaman ve her yerde geçerlilik iddiası taşırlar. *Öznel bilgilerdir. Yaratıcısı filozofun hayal gücüne bağlıdırlar.Bir filozofun elde ettiği bilgi diğer bir filozof tarafından kabul görmeyebilir. *Sistemli ve tutarlı bilgilerdir.Felsefi bilgiler kendi içinde tutarlı bir bütünlük, belirli bir sistem meydana getirirler. *Evreni parçalara bölmeden bir bütün halinde kavrayan tümel bilgilerdir.Bilimler gibi belirli bir parçadan yola çıkan bilgiler olmayıp evrenin tümüne ilişkin kavramları ele alırlar. *Yığılarak ilerlerler (Kümülatiftir).Belirli bir felsefi bilgi ispatlanamadığı ya da çürütülemediğinden sürekli olarak artarak çoğalırlar. *Olmuş bitmişlik ve kesinlik yoktur.Evren sürekli bir değişme halinde olduğundan felsefi bilgiler de sürekli yinelenmekte ve böylelikle hiçbir zaman tam ve kesin bilgiye ulaşılamamaktadır. *Elde ettiği bilgiler kanıtlanamaz; ancak temellendirilebilir. Temellendirme belirli bir iddianın ya da belirli bir kavramın kendisinden daha açık başka iddialar veya kavramlarla desteklenmesi işidir.Bilimlerdeki deney ve gözlem yoluyla ispatlamanın yerine felsefede temellendirme kullanılmaktadır. *Örneğin “Varlığın özü toprak,su,hava ve ateştir”, ya da “ Evrensel genel geçer bir ahlak yasası vardır” vb. gibi FELSEFENİN KONULARI 1.BİLGİ FELSEFESİ(EPİSTEMOLOJİ) Bilgi nedir? 2.BİLİM FELSEFESİ Bilim her şeyi bilebilir mi? 3.VARLIK FELSEFESİ(ONTOLOJİ) Varlık var mı? Özü nedir? 4.AHLAK FELSEFESİ(ETİK) İyi nedir? 5.SANAT FELSEFESİ(ESTETİK) Güzel nedir? 6.DİN FELSEFESİ Tanrı var mıdır? 7.SİYASET FELSEFESİ İdeal bir düzen var mıdır? 8.MANTIK FELSEFESİ(LOGİK) Doğru nedir? (1)Felsefe-Bilim İlişkisi Her iki bilgi türü de varlığı anlamaya yönelir.Basmakalıp bilgilerle yetinmez.Felsefe sorularıyla bilime yol gösterir, bilim ise sorulara yanıt buldukça felsefenin yeni sorular sormasına neden olur.Her ikisi de eleştirel ve kuşkucu bir bakış açısıyla konularını ele alır.Her ikisi de akılcılığa dayanır.Felsefe bilimin konu,yöntem,sınıflandırmalarını birer problem olarak görür ve bundan Bilim Felsefesi alanı doğmuştur.Farklılıkları ise: *Bilim deneysel yöntemi kullanarak doğa yasaları bulmaya çalışır;oysa felsefe akıl yürütme yoluyla varlığı anlamaya çalışır. 2 *Bilimsel bilgi teknoloji üretir;oysa felsefe bilgisi hiçbir yarar gözetmeden elde edilen bir bilgidir. *Bilimler parçadan yola çıkarak varlığı açıklamaya yönelirler; felsefe tümel bir bilgidir,varlığı bir bütün halinde ele alır * Bilim varlığın özünden çok olaylar ve olgular arasındaki neden sonuç bağlarıyla ilgilenir ve nasıl? Sorusunu sorar?; Felsefe ise varlığın özünü bilmek ister ve buradan yola çıkarak varlığa nedir? Sorusu sorar; *Bilimlerde ilerleme vardır ve ortaya atılan bir iddia ya çürütülür ya da ispatlanır. Felsefede ortaya atılan bir soru kalıcıdır ve hiçbir zaman kesin bir yanıta ulaşılamaz (2)Felsefe-Sanat İlişkisi Felsefe ve sanatın amaç ve yönelişleri bakımından benzerlikleri vardır.Her ikisi de evreni,doğayı,insanı anlamaya çalışır. Her ikisinde de yaratıcılık ön plandadır.Her ikisinde de zorunlu olarak uyulması gereken bir yöntem bulunmamaktadır. Her ikisi de öznel bir bilgi türüdür.Her ikisi de tümel bilgileri hedefler. FARKLILIKLARI ise Sanatsal bilgi sezgi ve yaratıcı hayal gücüyle elde edilen bir bilgi türü iken felsefe akıl yürütme yoluyla elde edilir.Filozofun amacı doğru bilgiye ulaşmakken sanatçının amacı güzele ulaşmaktır. Alışverişleri ise felsefe sanatı ve güzeli kendisine problem edinerek Sanat Felsefi alanını doğurmuştur.Bununla birlikte her sanat dalının da dayandığı bir felsefi anlayış bulunmaktadır. (3)Felsefe-Din İlişkisi Her ikisi de varlığı ve yaşamı bütünsellik içinde ele almaya çalışır.Amaç ve yöneliş bakımından benzerlikleri vardır.Her ikisi de varlığın ilk nedenlerine yönelirler.Her ikisi de tümel bilgiler elde etmeye çalışır.Her ikisi de özneldir. Dinsel bilgiler varlığın bilgisini inanca dayalı olarak edinmeye çalışır.Kaynağı ise ilahidir.Dinsel bilgilere vahiy yoluyla ulaşılmıştır ve buz yüzden de akıl ve mantıkla sorgulanamazlar.Eleştiriye kapalı ve dogmatiktirler. Oysa felsefe bilgisi mantıksal analizler ve akıl yürütmeler yoluyla bilgiye ulaşır ve dogmatik değildir.Bilgide otorite kabul etmez ve eleştirel sorgulayıcı bilgilerdir. Felsefe dini problem edinerek inceler ve buradan Din Felsefesi ortaya çıkmıştır.Öte yandan her dinin de kendi içinde felsefi bir dayanağı bulunmaktadır.Örneğin İslam Felsefesi,Hıristiyanlık Felsefesi vb. FELSEFENİN GEREĞİ Felsefe öğrenmenin bilimler gibi insan yaşamına doğrudan katkısı olmayabilir ancak dolaylı olarak insan yaşamını etkiler.Bilgi pratik yaşamda kullanıldığı oranda önem kazanır. Felsefi bilgi: 1-İnsanın dünyaya bakış açısını değiştirir olaylara eleştirici ve sorgulayıcı yaklaşmamızı sağlar. 2-Hoşgörü kazandırır ve insanı olgunlaştırır. 3-İnsanın anlama ve gerçeği görme ihtiyacını karşılar.İnsanın çevresinde olup bitenleri körü körüne kabullenmeyip her şeye eleştirel ve sorgulayıcı yaklaşmasını ve böylece kendi akıl ve düşünce gücüyle olayları anlamasını sağlar. 4-Kişiye kendi görüşlerinden başka görüşlerin de olabileceğini, başkalarının da doğru düşünebileceğini gösterir başkalarının görüşlerine saygı duymayı onlara karşı hoşgörülü olmayı kazandırır.Düşünceyi ifade etme özgürlüğünün önemini kavratır. 5-Evreni ve insanı düşünce temelinde sorgularken,bilimlere ışık tutar bilimlerin gelişmesine yol gösterir.Bilimlerin gelişmesinin dinamiğini oluşturur. 6-Bilgi toplumu haline gelmemizde, bilginin üretilmesinde katkıda bulunur. 7-Toplumsal yaşam içerisinde başka insanlarla iletişim kurma, onları anlama ve sorunlarını paylaşmada yardımcı olur Kısaca Felsefe; evrende düşünen, anlamaya çalışan, sorgulayan, eleştiren, yorumlayan bir varlık olmamızın ayrıcalıklı onurunu hissettirir. GEÇMİŞTEN GELECEĞE FELSEFENİN FONKSİYONU Felsefe eski yunanda doğa filozoflarıyla başlamıştır.Thales, Anaximandros, Anaximenes, Herakleitos, Parmenides, Pisagor. Demokritos gibi ilk filozoflar varlığı merak etmişler evrenin nasıl ve nerden oluştuğu sorularına cevap aramışlardır. Hepsinin evrenin ilk öğesi (arkhesi)nedir diye sorduklarını görürüz. Evrenin ilk maddesi; Thales’e göre; su Anaximenese göre Hava Herakleitosa göre Ateş Demokritosa göre Atomdur. Daha sonra varlık ve arkhe sorunun çözümsüzlüğünü gören ilk çağ filozofları sofistlerle birlikte insana yönelmişler,insan ve sorunları üzerine tartışmışlar açıklamalar getirmişlerdir.Sokrates,Platon ve Aristoteles kendilerinden önceki görüşleri toparlayarak daha bütüncül felsefi sistemler kurmuşlardır.Antik yunanın hemen ardından Hellenistik felsefe dönemi başlamıştır İskender’in doğu seferinde doğu ve batı felsefesinin tanışması sağlanmıştır. Bu nedenle Hellenistik felsefe doğu felsefesinin kısmi etkilerini taşır.Hellenistik Felsefe döneminde yaşamın amacını, insanın mutlu olmasının yollarını araştıran Epikürosçuluk ,Stoacılık, Septisizm gibi akımlar doğmuştur.Roma İmparatorluğunun kurulmasıyla doğu ve batı felsefelerinin senteze doğru 3 gittiğini görürüz. Roma felsefesinde; doğu mistisizmiyle platon idealizmini uzlaştıran Plotinos yeni Platonculuk akımını kurmuştur.Ortaçağa gelindiğinde batıda Hıristiyanlığın yaygınlaşmasıyla felsefe ve akıl,dinin hizmetine girmiş Platonla Hıristiyanlığın uzlaştırıldığı skolastik felsefe, döneme damgasını vurmuş;din merkezli teokratik ve dogmatik nitelikli skolastik felsefe, batıda bilimde felsefede duraklamaya hatta gerilemeye yol açmıştır. Ortaçağda;Ticaret amacıyla batıya seferler yapan Müslümanların, İlkçağ Yunan dönemine ait eserlerle tanışmaları, İslamiyet’in ilime,akla ve öğrenmeye verdiği önem neticesinde onları alıp getirmeleri; Ayrıca orada kilisenin baskısından kaçanların ticaret kervanlarıyla doğuya gelmeleri sonucu oluşan kültürel alışveriş neticesinde, İslam dünyası bilim ve felsefede altın dönemini yaşamıştır.İslam dünyası Felsefede, Farabi ve ibn-i Rüşd;Bilimde, İbn-i Sina, Harezmi, Biruni gibi ünlü düşünürlerini yetiştirmiştir. Batı; İslam dünyasındaki felsefi ve bilimsel gelişmelerin etkisiyle kendi geçmişini hatırlayınca Rönesans ve Reform hareketlerini yaşamış ve uzun mücadeleler sonucu yeniden felsefe ve bilime yönelmiştir. Bu dönemde Kopernik, Kepler, Galilei, Newton’un buluşları kilisenin otoritesini sarsmış, bilim yeniden güncelleşmiştir. 20 Y.Y. a gelindiğinde felsefenin salt soyut bir uğraş olmaktan çıkması gerektiği görüşü önem kazanmış ve insanı toplum ve çevresi ile bağlantılı bir varlık olarak ele alan diyalektik materyalizm, pozitivizm, pragmatizm, fenomenoloji ve egzistansiyalizm gibi akımlar doğmuştur. Özellikle pozitivizmin bilimi felsefenin temeline koyan yaklaşımının etkisiyle bilim felsefesi güncelleşmiş modern mantık çalışmaları dil çözümlemeleri yeni pozitivizmle birlikte felsefede yeni bir uğraşı alanı olmuştur. METAFİZİK Doğa üstü konuları ele alan bunları akıl yoluyla açıklamaya çalışan evren ve insanla ilgili çürütülmesi ve ispatlanması mümkün olmayan yorumlar getiren felsefe alanı metafiziktir.Metafizik kavramı Aristo’nun yazılarını düzenleyen öğrencilerince kullanılmış, Aristo’nun fizikle ilgili yazılarından sonra yazılanların Metetafizika (fizikten sonra gelen) olarak adlandırılmasıyla doğmuştur. Metafiziğin konusu Aristo tarafından varlığın ilk nedenlerinin araştırılması olarak belirlenmiştir.Metafizik tarihsel gelişim sürecinde varlığa, bilgiye, insana;Tanrı ve ruh gibi doğa üstü kavramlarla yaklaşmış duyu organlarının kavradığı nesnel gerçekliği dışlamıştır. Metafiziğin Tartıştığı Başlıca Sorunlar: 1-Varlıkla ilgili (ontolojik) sorunlar; “Gerçekte var olan nedir?”sorusu metafiziğin yüzyıllardır tartıştığı temel sorunlardan biridir.Bu soruya verilen cevaplar iki akımın doğmasına sebep olmuştur. a-Materyalizm:Gerçekte var olan maddedir.Düşünce ve ruh maddenin ürünüdür. b-İdealizm:Gerçekte var olan düşünce ve ruhtur.Madde düşünce ve ruhun ürünüdür. 2-Evrenle ilgili (kozmolojik)sorunlar:Metafizik evrenin nasıl oluştuğunu tartışır.Evrenin oluşumu ile ilgili sorunların tartışılmasından üç ana akım doğmuştur. a-Teleoloji(Erekbilim):Evren bir ereğe (amaca)göre oluşmuştur.Genelde Tanrının evreni bilinçli ve planlı bir biçimde yarattığını savunan görüştür. b-Mekanizm:Evrende her şey nedensellik ilkesine göre oluşmuştur. c-Teoloji:evrende olup biten her şeyi Tanrıya bağlayan görüştür. 3-Ruhun varlığı ile ilgili sorunlar: Metafizik “Ruh var mıdır?” ,”Varsa Niteliği nedir?,Ruh bedenle nasıl ilişkiye geçer?”,”Ruhun ölümsüzlüğü nasıl açıklanır?”gibi sorulara cevap arar. 2.ÜNİTE BİLGİ FELSEFESİ (EPİSTEMOLOJİ) BİLGİ FELSEFESİ Doğayı meydana getiren ana öğe (arkhe)’nin ne olduğunun merak edilip araştırılmasından itibaren ortaya çıkan felsefeye önceleri İlkçağ Felsefesi daha sonra Metafizik denilmiştir.Metafiziğin başlıca problemlerinin (Varlık,Tanrı,Ruh) duyu organlarımızın sağladığı bilgilerle çözümlenemeyeceği anlaşılınca;bu problemlerin akıl ve sezgiye başvurularak çözülebileceği görüşü ortaya çıkmıştır.O halde bu yetiler (akıl ve sezgi ) gerçekten insan zihninde var mıdır? Varsa,varlığın gerisindekileri bilmemizi sağlar mı? Türünden sorular ortaya çıkmıştır.Bu ve buna benzer soruların cevaplarının araştırılması,bilgi felsefesini ortaya çıkaran en önemli gelişme olmuştur.Çünkü bu tür problemler bilgi felsefesini ilgilendirmektedir. Bilgi Felsefesi; 1-Bilgi Kuramı(Epistemoloji) 2-Mantık alanlarından oluşur. 4 1-BİLGİ KURAMI (Epistemoloji): Bilgi Kuramının Konusu: Bilginin; kaynağı,yapısı,metotları,imkanı,sınırları ve değeri (doğruluğu) ile ilgili problemlerin eleştirici bir gözle araştırılmasıdır. Bilgi Kuramının Temel Kavramları: Bilgi kuramının temel kavramları“suje”,”obje”, ve “bilgi” kavramlarının yanında; “doğruluk (hakikat,verite)”, ”gerçeklik(realite)”,”temellendirme” dir. Doğruluk(hakikat,verite): Algılar,kavramlar,bilimsel kuramlarla nesnel gerçek arasındaki uygunluktur.Yani bir ifadenin nesnesine uygunluğudur.Dünyadaki şeylerin ve olayların (olup bitenlerin)doğru ya da yanlış olması söz konusu değildir. Doğruluk, sadece düşüncelerin, yargıların,önermelerin özelliğidir. Doğruluk aynı zamanda nesne ili ilgili bilgilere verdiğimiz niteliktir. Gerçeklik (realite): Zamanda ve mekanda var olanların tümüdür.Yani nesnenin kendisidir. Gerçeklikle hakikati (doğruluğu) birbiriyle karıştırmamak gerekir.Çünkü gerçeklik, somut olarak var olanların bütünüdür.Hakikat (doğruluk)ise, var olana (ister gerçek var olana ister düşünsel var olana) ilişkin bilginin özelliğidir. Örneğin;Pamuğun yumuşaklığı-Gerçeklik Yer çekimi kanunu-Hakikat(doğruluk) tur. Matematik ve mantık kuralları da bir hakikattir. Temellendirme: Bir düşüncenin, bir yargının,önermenin doğruluğunu gösterme,bu doğruluğun dayanaklarını gerekçelerini ortaya koyma demektir.Doğrulama daha çok deneysel bilimlerin,Temellendirme ise formel bilimler ile felsefenin başvurduğu bir yoldur. Örneğin:Felsefede önermelerin yargıların deney ve gözlem yoluyla doğrulanması söz konusu olmadığından gerekçe ve dayanak göstererek temellendirme yoluna gidilir.Bilgi Kuramı temellendirmek istediği kavram ya da soruları derinliğine,genişliğine araştırır ve aydınlatmaya çalışır.Bunu da genellikle çözümleme (analiz) ve betimleme (tasvir etme) yoluyla yapar. Bilgi Kuramının Temel Soruları: 1-Bilginin değeri ile ilgili sorular;Varlığın doğru bilgisi var mıdır?Varsa bu bilgiler gerçek midir? Elde edilen bilgiler kesin midir? Kesin ve doğru bilgilerin ölçütü nedir? Hakikat var mıdır? Zihnimiz hakikate erişebilir mi? 2-Bilginin kaynağı ile ilgili sorular: İnsanın elde ettiği bilgilerin kaynağı nedir?Bilgilerimizin kaynağı akıl mıdır? Bilgilerimiz,duyuma ve deneye mi dayanır?Bilgilerimiz doğuştan mıdır? Bilgilerimiz sezgiye mi dayanır? Bilgi kuramının problemleri arasında,genel geçer doğru bilgi var mıdır? Sorusunun önemli bir yeri vardır. Bu soru birbirinden farklı cevapların verilmesine yol açmıştır.Bu cevaplar şunlardır: Akla dayanan bilgi doğru bilgidir (Rasyonalizm,İnneizm(doğuştancılık),A Priorizm) Deneye,tecrübeye dayanan bilgi doğrudur.(Empirizm) Fayda ve başarı sağlayan bilgi doğrudur (Pragmatizm) Olgulara dayanan bilgi doğrudur. (Pozitivizm) Duyulara dayanan bilgi doğrudur. (Sensüalizm) Sezgiye dayanan bilgi doğrudur. (Entüisyonizm) İnsanın iç tecrübesinden elde ettiği bilgi doğrudur.(Mistisizm,Egzistansiyalizm) Vahye ve İmana dayanan bilgi doğrudur. (Fideizm) Saf fenomenlere dayanan bilgi doğrudur. (Fenomenoloji) 2-MANTIK Mantık;insan aklının kendi hakkındaki bilgisidir.Dar anlamda doğru düşünme kurallarını öğreten bilgidir. Bilgi Kuramı– Mantık ilişkisi; -Bilgi Kuramı bilginin objesi ile uygunluğunu temellendirirken mantığın kural ve ilkelerine dayanır. -Mantık,düşüncenin akıl yürütme yoluyla ilgilenir,yargılar arası ilişkilerin doğruluğu önemlidir, Bilgi kuramı için ise, içeriklerin doğruluğu önemlidir BİLGİ KURAMININ TEMEL PROBLEMLERİ Bilgi Kuramının temel problemi Doğru bilginin imkanı (mümkün olup olmadığı) problemidir. İlkçağ filozofları bilginin kaynağını sorgulamadan önce,bilginin değeri yani kesin doğru bilginin olup olmadığı üzerinde durmuşlardır.Bu soruya iki şekilde cevap verilmiştir: 1-Doğru Bilginin İmkansızlığı : İlkçağ felsefesinin ilk dönemi bir doğa felsefesi niteliği gösterir.O dönemin filozofları sadece duyularla evrenin açıklamasını yapmaya çalışmışlardır.Yani naiv(yöntemsiz,sistemsiz) bir empirizm (deneycilik) ile evren hakkında esin bilgilere varılabileceğini sanmışlardır. Evrenin oluşumu ve varlıkların kökeni ile ilgili sorulara cevap verilirken çelişkili görüşlerin ortaya çıkması,her filozofun kendi görüşlerinin doğru,diğerinin yanlış olduğunu iddia etmeleri,bu tür görüşleri 5 şüphe(kuşku) ile karşılayan sofist denilen yeni bir grup düşünürün ortaya çıkmasına neden olmuştur.Sofistler genel-geçer doğru bir bilginin varlığından ilk kez şüphe edenlerdir. SOFİZM (Sofistler): Sofistler, herkesin üzerinde birleşebileceği bir bilginin olamayacağını savunurlar. ”Gezgin öğretmenler” olarak da bilinen sofistlere göre hakikatler ve değerler toplumlara ve hatta insanlara göre değişebilir.Çünkü bilgi olarak yalnızca duyu algılarından oluşmuş zan(sanı)lar vardır. Bunlar da insandan insana değişir.Dolayısıyla herkesin kabul edebileceği genel-geçer bilgi olamaz. NOT:Kişiden kişiye değişen bilgilere göreli bilgi; Bilginin kişiden kişiye değiştiğini savunan düşüncelere de görecilik (relativizm) denir. Sofistlerin en ünlüsü Protagoras’tır.O’na göre İnsan her şeyin ölçüsüdür. Diğer bir sofist Gorgias’tır.O’na göre gerçek yoktur,olsaydı bilinemezdi,bilinseydi bile başkasına bildirilemezdi. SEPTİSİZM(şüphecilik) : (Duyularımız bizi yanıltır,gerçeği bilmek mümkün değildir,yapılacak şey yargıdan kaçınmaktır) Septisizm Sofizm’in sistemleştirilmiş şeklidir. Septisizm akımının önde gelen isimleri Pyrron,Timon,Arkesilaos ve Karneadestir. Septisizm, insan zihninin kesin bilgiye ulaşamayacağını,gerçeğin özünü bilemeyeceğini bu bakımdan herhangi bir konuda (ana varlık,ruh,Tanrı gibi konularda) olumlu ya da olumsuz yargıda bulunmanın yersiz olduğunu ileri süren bir öğretidir. Septikler gerçeği bütünüyle inkar etmez, sadece KESİN yargıdan kaçınırlar. Septiklerin şüphesi Descartes’in şüphesinden farklıdır. Septiklerde şüphe amaç, Descartes’te araçtır.Descartes şüpheyi bir yöntem olarak kullanmıştır.Descartes açık ve seçik olmayan hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmez.Descartes;önce Tanrı da dahil her şeyden şüphe etmiştir.Bu şüphesi kesinlik ifade eden bir esasa ulaşıncaya kadar devam etmiştir.Bu esas O’na göre,DÜŞÜNMEKTİR.Sadece düşündüğünden şüphe edemez olmuştur.Böylece COGİTO ERGO SUM “düşünüyorum öyleyse varım” formülüne ulaşmıştır.Bu formülü bulunca varlığın ancak Tanrıdan gelebileceğini düşünmüştür.”Tanrı da mükemmel olduğuna göre aldanmaz ve aldatmazdır.Öyleyse O’nun bilgisi kesindir.” Diyerek doğru bilginin temeline Tanrının yanılmazlığını almıştır. O’na göre artık “Tanrının bildirdikleri ve kendisinin düşünebildiği hakikatinin dışında her şeyden şüphe etmelidir. Ta ki açık seçik bilgiye ulaşıncaya kadar. Bu şüpheciliğe Bilimsel şüphecilik de denir Bunda ilkçağ septisizminin (dogmatizme karşı insan zihnini uyardığı için) etkisi büyüktür. Septisizm bilimin ve teknolojinin olağanüstü başarıları sonunda varlığını sürdürememiştir.Çünkü “doğru bilgi mümkün müdür?” diye bir soru kalmamıştır. 2- Doğru bilginin İmkanı: Doğru Bilginin mümkün olduğunu ileri sürenlerdir.Burada bilginin değeri ve kaynağı konusu birleştirilmiştir.Bunlara Dogmatikler de denilebilir. Dogmatizm: Bir takım ilkelerle insan bilgisinin mutlak hakikate ulaşabileceğini iddia eden anlayışa denir.Septisizmin tam zıddıdır. RASYONALİZM: (Genel geçerli doğru bilgi vardır ve kaynağı akıldır) Rasyonalizm; felsefede dogmatik bir akılcılık olarak tanımlanırken;günlük dilde,önyargılardan ve duygusal saplantılardan arınmış bir akıl yürütme olarak tanımlanır. Rasyonalizme göre;” genel-geçer bir bilgi vardır ve kaynağı akıl ve düşünmedir. Akıl doğuştandır. ”İlkçağdan günümüze kadar başlıca Rasyonalistler şunlardır.Sokrates,Platon,Aristoteles,Farabi,Descartes,Hegel. Sokrates: Sokrates’e göre;”insan bilgisi doğuştan gelir.” Atina sokaklarında dolaşarak,her konuyu tartışır,halka değer yargılarına körü körüne inanmanın yanlışlığını göstermeye çalışır.Bunu yaparken diyalektik yöntemini kullanmıştır.Bu yöntem diyalog esasına dayanır.İki aşaması vardır: 1-İroni (alay):Sorular sorarak çok şey bildiğini zanneden kişinin hiçbir şey bilmediğini ortaya çıkarır.Onunla alay ederek yeni cevaplar aramaya yöneltir. 2-Maiotik (düşünce doğurtma):Hiçbir şey bilmediğine inanmaya başlayan kişinin bulduğu cevaplarla aslında çok şey bildiğini kanıtlar. (örneğin bu yöntemle bir çobana geometri problemi çözdürdüğü söylenir) O’na göre;Bilgilerimiz doğuştandır ve doğuştan olan bu bilgilerimiz genel-geçerdir.Bu anlamda Sokrates’e göre öğretmen aslında öğrencisine yeni bir şey öğretmez sadece doğuştan onun aklında var olan bilgiyi açığa çıkarır. Platon: Platon’a göre İdealar ve görünenler(fenomenler) evreni olmak üzere iki türlü evren vardır. İdealar evreni;doğmadan önce içinde bulunduğumuz ve her şeyin gerçeğinin bulunduğu evrendir.Ancak akılla kavranır. Görünenler (fenomenler) evreni;halen içinde yaşadığımız nesneler evrenidir. Görünenler evreni idealar evreninin bir kopyası,gölgesi (yansımasıdır.).Görünüşler dünyası olan bu evrenin bilgisi duyu organları ile elde edildiği için doxa (sanı) dır, aldatıcıdır.Çünkü duyu verileri kişiden kişiye değişen aldatıcı,göreceli bilgilerdir.Bu nedenle doğru bilginin kaynağı duyular olamaz.İdealar evreninin bilgisi akılla elde edildiği için doğru genel-geçer bilgidir.Akılla idealar evreni hakkında kesin bilgi elde edilebilir.Bu nedenle doğru bilginin kaynağı akıldır.Platon’a göre bilmek ideaları hatırlamaktır. Aristoteles: Hocası Platon’un birbirinden ayırdığı,biri duyularla diğeri akılla(düşünceyle)kavranan iki evreni bir araya getirmek ister.O’na göre idealar nesnelerden bağımsız değildir, İdealar tek tek nesnelerin özünde tümel kavramlar olarak vardır. Bilginin amacı tekil yani bireysel olanı bilmektir. Ancak tekilin bilgisine genelin(tümel)in bilgisinden hareketle ulaşılır.Gerçek bilgi ise,tümel yargılara dayanan önermelerdir. Aristoteles’e göre gerçekte var olanlar tek tek şeylerdir.şu anda görmediğimiz idealar değildir.Tümel önermeler içinde tekiller(tek tek nesne ve olaylar) olduğundan,yapılacak iş tekilleri tümellerden üretmektir. Örneğin: Bütün insanlar ölümlüdür. 6 Aristo’da insandır. O halde Aristo’da ölümlüdür. Sokrates’e göre bilgi edinme yetisi (meleke)akıldır. Akıl;edilgin (pasif)akıl ve etkin (aktif)akıl olmak üzere ikiye ayrılır.Etkin akıl duyularımızı saptayarak bilgimizin içeriğini sağlar.Aktif akıl ise pasif aklın sağladığı bu duyuları işleyerek,biçimlendirerek akli hakikatleri sağlar. Aristoteles bir rasyonalist olmasına rağmen O’nu kendisinden önceki rasyonalistlerden ayıran en önemli özellik bilgilerimizin doğuştan olmadığını savunmasıdır.O’na göre bilgilerimiz duyu organlarınca elde edilir (pasif akıl)ve işlenerek (aktif akıl)tümel kavramlar oluşturulur.Akıl bilgi üretme gücüne sahiptir. Örneğin:Bir armut tohumu armudu çekirdeğin içinde güç halinde bulundurmaktadır.Buğday tanesi unu,ekmeği güç halinde taşımaktadır.İşte bu güç tecrübeyle temas haline gelince fiile dönüşür ve buğday ekmek haline gelir. Farabi:(870-950) (Ebu Nasr Muhammed bin Turhan bin Uzluğ )Aristotelesçi düşünürdür.İslam felsefesinin kurucusu sayılır. Farabi’ye göre gerçeğin başında zorunlu varlık olan Allah vardır.Allah varlığını kendisinden alır.O,hakiki ve sonsuz varlıktır.Allah doğrudan ve bir varlık yaratır.Yarattığı bu ilk varlık akıldır.Bilme aklın kendisinde vardır.Hem kendini hem de Allah’ı bilir.İnsan aklı doğuştan bazı bilgileri beraberinde getirir,aslında pasiftir.Deney ile temasa geçince aktif hale gelir.Böylece duyular ve mantıksal çıkarımlarla elde edilen bilgilere ulaşılır.Bu bilgiler doğru ve ya yanlış olabilir.Farabi’ye göre akıl,daha sonra Doğrulanmış bilgiler(tasdikat) dediği doru bilgiye ulaşır. Farabi’ye göre bilginin kaynağı duyu,akıl ve nazar(derinliğine düşünme) dir. Duyu ve akıl doğrudan ,nazar ise dolaylı bilgiyi verir.Duyusal bilgiler,duyu organlarınca algılanan,tekil olan bilgilerdir.Bilimsel değildir.Bilimsel bilginin maddesini oluşturarak bilimsel bilgiye imkan sağlarlar.Akıl da bu tekil(duyusal)bilgileri biçimlendirerek ve bir takım kalıplara sokarak genel kavramlara ve yargılara dönüştürür.Böylece kesin ve genel-geçer bilgilere ulaşır.En yüce erdem bilgidir.Aklın edindiği bilgilerle insan iyiyi kötüden,doğruyu yanlıştan,güzeli çirkinden ayırabilir.O’na göre evrendeki varlıları bilen ve bundan yaşam için doğru anlamlar çıkaran kişi,böylece Allah’ın varlığına dair işaretleri içeren tüm varlıkların bilgisinden, Allah’ın varlığı bilgisine ulaşır. Rene Descartes: (1596-1650) Modern felsefenin kurucusu sayılır.Modern Rasyonalizm’in öcüsü ve Analitik Geometrinin kurucusudur. Descartes’a göre üç türlü bilgi vardır: 1-Doğuştan gelen 2-Yapma 3-Arızi bilgiler Allah fikri,ruh,uzay ve tüm matematiksel düşünceler doğuştandır.Doğuştan gelen düşünceler doğduğumuzda hazır olarak bulunmazlar.Tıpkı doğuştan gelen hastalıklar gibidir.Yani hastalık bebekte kesin kes görülmez ancak görülme ihtimalinin varlığını gösterir.Bunun gibi doğuştan gelen düşünceler de doğduğumuzda hazır olan düşünceler değildir.Bizde hazır olan bu düşünceleri doğuran yetenektir.Aklın doğrudan kavramasıdır.Bu yetenek Tanrı tarafından eşit olarak dağıtılmıştır.Aklın kavradığı doğuştan olan bu bilgilerin dışındaki bütün bilgilerimiz duyularla kavranmış niteliktedir,arızi geçici bilgilerdir.Descaretes’ göre bu bilgiyi elde etmenin dört aşaması vardır; 1-Doğruluğunu apaçık bilmediğim şeyi doğru kabul etmemek (apaçıklık) 2-İncelenecek şeyleri bölümlere ayırmak (bölme,analiz) 3-En kolay bilinenden,en karmaşığa doğru yükselmek (Basitleştirme ve sıra) 4-Gözden geçirmek (sayma ve kontrol) Descartes,duyulara güvenmediği için,duyularla elde edilen bilgilerin şüpheli olduğunu düşündü.Matematiği ve Fiziği apaçık ve kesin bilginin modeli olarak aldı.Onun dışındaki her şeyden bir kere de olsa şüphe etti.O’na göre kesin bilgi bu şüphe edişten çıkmaktadır.Descartes böylece ;“Mademki her şeyden şüphe ediyorum,öyleyse düşünüyorum;Madem ki düşünüyorum,öyleyse varım”(Cogito Ergo sum) formülüne ulaşır. Bu sonuç O’na göre apaçık,kesindir.O’na göre kendisinde var olan düşünme yeteneği Tanrı’yı;en yetkin ve aldanmaz-aldatmaz olan Tanrı fikri de dış dünyayı kanıtlanır. Descartes’in rasyonalizmi,iyi yönetilen her zihnin kesin,genel-geçer bilgiye ulaşabileceği örüşüne dayanır. Hegel:(1770-1831) Alman idealizminin ve rasyonalizminin öncülerindendir. Hegel’e göre deneye başvurmadan sırf düşünce (spekülasyon) ile kesin bilgiye ulaşılabilir.Çünkü suje ile obje aynı aklın değişik biçimlendirmeleridir.Objenin kendisi de suje gibi akla dayanır. Yani objenin kesin bilgisine akılla ulaşılan kavramlar üzerinde düşünülerek ulaşılacağını savunur.O’na göre her ussal(rasyonel)olan şey de gerçek (reel)dir.Duyu organlarınca elde edilen bilgilerin kesin genel-geçer bilgiler olmadığını düşünür. (O’na göre “zaten felsefe de,objelerin düşünce ile görülmesi,evrenin düşünülmesidir”)Bu nedenle kavramlar felsefenin ana konusudur. Hegel felsefesi,gelişme kavramına dayanır.Her şeyin değişme ve hareket halinde ve birbirine bağlı olarak değiştiğini savunur.Herakleitos’un diyalektik yöntemini geliştirmiştir.Düşüncedeki değişmeler maddedeki değişmelere yol açar.Hegel’e göre her şey üç aşamalı bir gelişme sonucu gerçekleşir.Bu süreç Tez-Antitez-Sentez sürecidir.Örneğin;”varlık” kavramı üzerinde düşünürsek,Varlık(tez) bunu düşününce hemen karşıtını düşünürüm,Yokluk (antitez) buradaki çatışma uzlaştırıcı bir kavrama götürür,Oluş (sentez) sonucuna ulaşırız. Çiçek (tez),çiçeğin yok olması (antitez),meyve(sentez) Çiçek,meyvenin ortaya çıkmasına yol açar,ama meyvenin ortaya çıkması için çiçeğin yok olması gerekmektedir. Demek ki her olmakta olan şey,hem var olan hem hem yok olan şeydir. Sonuç olarak Rasyonalizm,insan aklını tüm insanlar için aynı ve değişmeyen bir şey olarak ele almıştır. Oysa çağdaş psikoloji ve antropoloji yaptığı çalışmalarda aklın da değişmekte olduğunu göstermiştir.Ayrıca Rasyonalizm,aklı doğadan ayrı bir öz,farklı bir varlık olarak ele alıyor.Böylece akıl ile nesne arasında bir ikilik yaratıyor.Bilgi suje ile obje arasındaki ilişkiden doğmaktadır.O zaman birbirinden tamamen ayrı olan akıl ve nesnenin birbiriyle 7 nasıl çakışarak bilgiyi ortaya çıkaracağı sorunu ortaya çıkıyor.Böylece Rasyonalizmin bilgi sorununu çözemediği görülüyor.Zaten Hegel bu ikiliği “objenin kendisi de suje gibi rasyoneldir” diyerek bu ikiliği aşmaya çalışmıştır. 3. ÜNİTE BİLİM FELSEFESİ Bilimlerde görülen büyük gelişmeler dikkatleri bilime yöneltmiştir.Bilim felsefesi bilimsel kesinlik ve bilimsel sistem düzeyine erişen bir bilgiyi inceler. Bilim felsefesinin inceleme alanına,bilimin yanında bilimin özel yöntemleri,düşünce biçimleri bilimlerin hangi ana gruplara girebileceği gibi problemler girer. BİLİMİN TARİH İÇİNDEKİ GELİŞİMİ İlk çağda bilim felsefe ile iç içe iken, matematiğin felsefeden ayrılmasıyla bilimlerin felsefeden ayrılışı başlamıştır. Avrupa ortaçağda bir durgunluk dönemi geçirdiğinden 5. ve10. Y:Y arasında felsefe ve bilim alanında önemli bir gelişme olmamıştır.Bu dönemde İslam ülkelerinde felsefe yanında bilim ve teknikte gelişmiştir. Ortaçağda duraklayan, bilimlerin felsefeden ayrılma hareketi Rönesans ve sonrasında hızlanmıştır. Bilim adamları ve filozoflar yeni görüşler geliştirerek;bilim felsefesinin ortaya çıkmasını hızlandırdı. BİLİMİN FELSEFENİN KONUSU OLUŞU 19. ve 20. Y:Y.da bilimin olağanüstü başarı sağlaması, ona olan ilgiyi büyük ölçüde arttırmıştır.Bu ilgi düşünen kişileri;neyin bilim olduğu neyin olmadığını; ayırmaya , birtakım ölçütler aramaya ve bilimi sorgulamaya yöneltmiştir. Bu da bilimin felsefenin konusu içine alınmasına yol açmıştır. Sorun, felsefeyi bilimleştirmekten çok bilime aykırı düşmeyen ve bilimlerle verimli etkileşim içinde bulunan bir felsefe türünü oluşturmaktır. BİLİME FARKLI YAKLAŞIMLAR 1-ÜRÜN OLARAK BİLİM: Temsilcileri Reichenbach ve Carnap'tır.. Bu yaklaşım; bilimi anlamak için,bilim diye ortaya konmuş eserleri(ürünleri) ele alır ve onları tarihsel gelişmeleri içinde anlamaya çalışır.Bunun yolunu da bilim eserlerini mantık açısından çözümlemekte görür.Böyle bir çözümleme bilimlerin dillerini incelemek ve yöntemlerini belirtmektir.. Bilimle ilgili eserler,günlük dille yazılmış metinlerle oluştuklarından,çözümleme işlemini kolaylaştıracak bir tekniğe ihtiyaç vardır.Bu da söz konusu metinleri sembolik mantık diline çevirmekle sağlanır. Yani "Doğru" ve "Yanlış" değerleri ile çözümlenir. Böylece incelenen metnin genel-geçerli olup olmadığı ortaya çıkarılabilir.. Bu yapılırken metindeki önermelerin doğrulanabilirliği veya yanlışlanabilir olmasına bakmak yeterlidir. Çünkü doğrulanabilir önerme,”anlamlı” önermedir. Anlamlı önermeler ise bilgi veren,bilimsel önermelerdir. Carnap’a göre doğrulanamayan önermeler metafizik önermelerdir.. Carnap’a göre;iki türlü doğrulama yapılabilir;. 1-Doğrudan doğrulama:Herhangi bir nesnenin belirtilen yerde bulunuşunun gözlenmesi söz konusudur. Örn:”şu anda bu yazıyı okuyorum” önermesi doğrudan doğrulanabilen bir önermedir.. 2-Dolaylı Doğrulama:Doğrulanabilir önermeler, doğrulanmış başka bazı önermelerle birleştirilerek doğrulanmaları sağlanır.Örn:”Anahtar demirden yapılmıştır” önermesini doğrulayalım; Fizik kanununa göre “demirden yapılmış; nesne mıknatısla çekilir”. “mıknatıs çubuk şeklindedir”(doğrulanmış bir önermedir) Anahtar çubuk nesneye yakın konmuş (doğrudan doğrulanmıştır) Sonuç olarak anahtar şimdi çubuk nesne tarafından çekilecektir. Bu durumda anahtarın demirden yapıldığı dolaylı olarak doğrulanmıştır. 2-ETKİNLİK OLARAK BİLİM: Temsilcileri Kuhn ve Toulmin’dir Bu yaklaşıma göre bir kültür ortamında oluştuğundan bilimi, anlamak için bilim adamları topluluğunun yaşayış biçimlerine,inançlarına,kültürlerine bakmak gerekir. T.Kuhn bilimi anlamaya yönelik çalışmasında çıkış noktası olarak “Paradigma” kavramını kullanır. Paradigma: Belli bir bilimsel yaklaşımın,doğayı ya da toplumu sorgulamak ve onlarda bir ilişkiler bütünü bulmak için kullandığı açık ya da üstü kapalı tüm inançlar, kurallar,değerler,kavramsal ve deneysel araçlardır. Bilim adamları topluluğunca paylaşılan ortak paradigmada bilime ait temel sorular ve onlara verilebilecek cevapların genel çerçevesi çizilmiştir.Paradigma aynı zamanda bilim adamları için dünyaya bakılan bir standartlar ve ölçüler yumağı olduğu gibi,gerçekliğin belirli kurallara göre algılanmasını kavranmasını ve genelleştirilmesini sağlayan bir şablondur. Paradigmalar arası tartışmalar sonucunda iki paradigmadan birinin galip çıkması,paradigmanın değiştirilmesini ve algı dönüşümünün gerçekleşmesini sağlar. 8 KLASİK GÖRÜŞ AÇISINDAN BİLİM Klasik görüşe göre; 1-Bilim yeryüzündeki nesneleri araştırma etkinliğidir. 2-Bütün bilimler temelde birleştiklerinden birbirleriyle bağlantılıdır. 3-Bilim (yanlış bilgilerin ayıklandığı) birikimsel bir süreç izler. 4-Bilimin yardımıyla daha önce bilinenler kesinleştirilir,bilinmeyenler bilinir duruma getirilir. Klasik görüşün en iyi temsil edildiği felsefe akımı Pozitivizm ve daha sonra Mantıkçı Pozitivizm’dir KLASİK GÖRÜŞE GÖRE BİLİMİ NİTELEYEN ÖZELLİKLER 1-Bilim olgusaldır 2-Bilim mantıksaldır 3-Bilim genelleyicidir 4-Bilim nesnel(objektiftir) 5- Eleştiricidir. BİLİMSEL YÖNTEMİN ÖZELLİKLERİ Bilimsel yöntem olguları betimleme –açıklama amacıyla izlenen sistemli bilgi edinme yoludur. Betimleme ilk aşamayı oluşturur.Betimleme gözlem ve deneyden oluşur. Açıklamayla ilk aşamada betimlenmiş olan olgular ve birbirleriyle ilişkilerini yansıtan empirik genellemeler bazı teorik kavramlara başvurularak anlaşılır hale getirilir.O zaman varsayımlara başvurulur.Doğrulanmış varsayımlar teorileri oluşturur.Teorilerin genelleştirilmesiyle ortaya çıkan kesin,genel-geçer doğrular da kanunları oluşturur. BİLİMSEL AÇIKLAMA-ÖNDEYİNİN ÖZELLİKLERİ Öndeyi olgular arası ilişkilerden ve ya bu ilişkileri ifade eden genellemelerden yararlanılarak henüz olmamış bir olguyu önceden kestirmedir.Örn:Newton fiziğindeki bazı yasalardan yararlanılarak gelecekteki ay ve güneş tutulmalarını önceden bilmek gibi.Bir teori ve ya hipotezden çıkarılan her mantıksal sonuç bir öndeyidir.Bir olguyu izah etme oluş nedenini ortaya koyma işi bir açıklamadır.Her açıklamada önceden bir öndeyinin olmasına karşılık; öndeyi niteliğindeki her çıkarımın bir açıklama sağlayacağı iddia edilemez. Varsayım-Kuram İlişkisi: 1-Varsayımlar kuramlara dönüşebileceği gibi;gelişmiş kuramlar da genellikle varsayımsal öğeler içerir. 2-Varsayım bir tek önermeyle ifade edildiği halde ;kuram bir bütünlük içinde düzenlenmiş önermeler sistemiyle dile getirilir. 3-Varsayım belli ve sınırlı bir açıklamadır;oysa kuram kapsamlı ve köklü açıklamalar getirir. Bilgi edinme süreci aşamasında ortaya atılan geçerliliği ve güvenilirliği bilimsel yöntemlerle saptanmış olan iç tutarlılığı bulunan bilgiler ve açıklamalar bütününe BİLİMSEL KURAM denir. KLASİK GÖRÜŞE YAPILAN ELEŞTİRİLER 1-Bilime gereğinden çok değer verilmiştir 2-Klasik görüşün; bilinmeyen şeylerin nedenini bilimin gelişmemiş olmasına bağlamaları doğru değildir.Çünkü evren sonsuz ve sınırsızdır ve bilmeye konu olacak olanların tümünü bilim açıklayamaz. 3-Tüm bilimlerin bir tek bilime indirgenmesi mümkün değildir. 4-Klasik görüşün sandığı gibi bilim; birikimsel bir süreç izlemez.Çünkü bilim eğer birikimsel bir süreç izlemiş olsaydı bilimdeki ani değişiklikler olmaz gelişmeler birbirini tamamlardı.. 5-Bilimi oluşturan bilim adamları topluluğunun varlığı görmezlikten gelinmemelidir. BİLİMİN DEĞERİ Tarih boyunca; bilimi bilgiye giden önemli ve tek yol olarak görenler olduğu gibi bilimden korkan ve kuşku duyanlar da olmuştur.. Oysa bilim ne en yüce varlığın en yüksek düzeydeki etkinliği ; ne de zavallı insanın zarar verici bir etkinliğidir.. Bilim insanın diğer etkinliklerinden biri olarak çok yönlü bir varlık alanına sahiptir.. İnsan ilgi ve isteği doğrultusunda bilimsel bilgiden başka gündelik bilgi,dini bilgi,sanat bilgisi, v.b ile de uğraşmaktadır.. Diğer bilgi türleriyle birlikte bilimsel bilginin ve onun ürünü olan teknolojinin insan hayatındaki yeri açıkça bilinmektedir 9 4.VARLIK FELSEFESİ(ONTOLOJİ) 1.VARLIK FELSEFESİNİN KONUSU VE TEMEL KAVRAMLARI: Varlık Felsefesinin konusu varlıktır.Varlık;var olan her şeydir. Varlık Felsefesi açısından var olanlar iki biçimde ele alınır. 1-Reel Varlıklar: İnsan bilincine bağlı olmadan varolanlar.Gerçekte,nesnel olarak var olanlar: Gerçek varlık,gerçekliğini nesnelerden,olaylardan,kişilerden alan;belli bir zaman ve mekanda var olandır.Gerçekte var olanlar duyu organları ile algılanır.Örneğin:masa,sıra,kitap v.b. 2-İdeal Varlıklar: İnsan bilincine bağlı olarak varolanlar.İdea’da (zihinde,düşünsel) olarak var olanlar:İnsanların zihinlerinde oluşturdukları kavramlardır.Zihinde var olanları insanlar bir takım olay ve ilişkilerden soyutlayarak elde ederler,bu nedenle duyu organları ile kavranamazlar. Varlık felsefesinin konusu “varolanlar”dır.Varlık felsefesinin konusunu oluşturan “varlık”, şu ya da bu varlık olmayıp, tüm bu varlıkları da içine alan tümel varlık ya da varlık kavramının kendisidir.Yani varlık felsefesi, bilimlerin konu edindiği reel varlıklar alanındaki varlıklarla değil, daha çok ideal varlıklar alanındaki varlıkla ilgilenir. 2.BİLİM VE FELSEFE AÇISINDAN VARLIK: Bilim ve Felsefenin varlığa bakış açıları şu noktalardan farklılaşır: Bilime göre varlık tartışmasız vardır.Bilim varlığın var olduğunu ön kabul olarak benimser ve var kabul ettiği varlıkla ilgili neden-sonuç ilişkileri kurar. Felsefe varlığın var olup olmadığını da tartışır. Nedenlerin nedenlerini de araştırır. Bilimler konularına göre varlığı parçalara ayırarak ,kendilerine özgü yöntemlerle inceler. Felsefe, varlığı bütün halinde görür ve bütün halinde incelemeye çalışır.Bunun içinse gerekirse tüm bilimlerin sonuçlarını kullanarak genel kuramsal açıklamalar yapar. 3.METAFİZİK VE ONTOLOJİ: Metafizik sözcüğünü felsefe tarihinde ilk kullanan filozof Aristoteles’tir.Yazmış olduğu ve daha çok ontoloji(varlık) problemlerini ele aldığı kitabının ilk bölümüne “Fizik”,ikinci bölümüne “Metafizik” adını vermiştir.Buradaki anlamıyla “metafizik”, “fizik” adlı bölümden sonra gelen bölüm anlamını taşımaktadır. Aristoteles kitabının bu bölümünde ontoloji problemlerini ele almış, yani metafizik ile ontolojiyi bir ve aynı anlamda kullanmıştır.Bununla birlikte geçen yılar içerisinde “metafizik” sözcüğü ile “ontoloji” sözcüğünün anlamları farklılaşmıştır. “Metafizik”;bugünkü anlamıyla, ispatlanması ve çürütülmesi mümkün olmayan , daha çok doğa üstü varlıklar alanına ilişkin sorunlarla ilgilenir. “Ontoloji” varlığı konu edinen ve onu sorgulayan felsefe dalıdır. 4.VARLIK FELSEFESİNİN TEMEL SORULARI: Ontolojinin soruları şunlardır: 1. Varlık var mıdır? 2. Varlığın ana maddesi nedir? 3. Evren nasıl oluşmuştur? 4. Evrenin bir amacı var mıdır? 5. Varlıkta özgürlük var mıdır? 6. Ruh nedir? 7. Ruh ölümsüz müdür? 8. Ölüm nedir? 5.VARLIK FELSEFESİNİN SORULARINA YAKLAŞIMLAR: VARLIĞIN OLUP OLMADIĞI PROBLEMİ: Varlığın var olup olmadığı ilk çağlardan bugüne ontolojinin tartıştığı temel problemdir.Bu probleme genelde iki bakış açısıyla yaklaşılmıştır. A.NİHİLİZM(HİÇCİLİK) Antik Nihilizm: Antik Nihilizm’in temsilcileri Gorgias, Protogoras ve Hippias’dır.Antik nihilizmin temsilcisi olan sofistler, varlığı bir duyum ve algı problemi olarak ele alırlar. Ontoloji alanında nihilizmin ilk temsilcileri ilk çağ sofist filozoflarından Gorgias’tır. Gorgias,”varlık var mıdır?”sorusuna “yoktur” cevabını verir.Gorgias’a göre;”varlık yoktur.Olsa bile bilinemez.Bilinse bile bildirilemez.” Protogoras’a göre ise aynı varlığa ilişkin herkesin duyum ve algısı farklı farklıdır.Bu yüzden de bir tek değil pek çok varlık anlayışı ortaya çıkmaktadır.Varlık göreceli,kişiden kişiye değişen bir özellik gösterir. Taoizm: İlk çağda Çin’de Lao-Tse ‘nin kurduğu taoizm. gerçeğin tüm çeşitliliğine karşın “bir”(tao) olduğunu ve bunun adının,biçiminin, maddesinin, görüntüsünün olmadığını savunur. Ona göre “Tao” evrendeki tüm karşıtlıkları kendisinde birleştiren 10 tanımlanamaz bir şeydir.İyidir,aynı zamanda kötüdür; güzeldir, aynı zamanda çirkindir;vardır,aynı zamanda yoktur vb. O’na göre aldatıcı olan dünya, varlıktan yoksundur. Anarşizm: Nihilizm’e göre hiçbir varlık gerçekten var değildir ve varlığı var olan olarak kabul eden görüşlere karşı çıkar. Nihilizm hiçbir değer ve kural tanımayan bir görüştür ve toplumda düzeni sağlayan tüm otoriteleri reddeder. Nihilizm bu biçimiyle siyasal anlamda anarşizme temel oluşturur.Anarşizmin en önemli temsilcisi Cernişevski’dir. Öte yandan Nietzsche; Toplumsal değer ve normları tümüyle inkar ederek nihilizmin 19.yy.daki önemli temsilcisi olmuştur. B.REALİZM(GERÇEKÇİLİK) Varlık vardır anlayışı realizmdir. Realizm varlığın insan bilincinin dışında insan bilincinden bağımsız olarak var olduğunu savunur.Realizme göre dış dünya bizden bağımsız olarak vardır.Var olan nesnel olandır,duyu organları aracılığıyla algılanabilir olandır. Kısacası realizm insan bilincinden bağımsız bir varlığın olduğunu öne süren yaklaşımdır.Tarih içerisinde pek çok realizm anlayışı görülür.Bunlar: 1.Kavram Realizmi Kavramların insan zihninden bağımsız gerçek varlıklar olduğunu öne süren yaklaşımdır.Güzel insan, güzel çiçek, güzel kuş geçici varlıklar iken güzellik kalıcı gerçekliktir.Bu örnekteki kavram, güzellik, soyut, genel ve değişmez bir varlıktır.Demek ki asıl varolan şu ya da bu insan değil insan kavramıdır.Ortaçağ boyunca süren “tümel varlıklar mı, yoksa tekil varlıklar mı gerçek varolandır?” tartışması kavram realizmini ikiye ayırmıştır: a.Nominalizm Bu görüşü savunan filozoflar kavramların sadece nesnelerin adları olduğunu,asıl gerçek varlıkların ise tekil kavramlar “şu insan”,”bu ağaç”, “o ev” vb. olduğunu savunurlar. b. Konseptualizm Ortaçağın sonlarında görülen bu yaklaşım bu tartışmaya bir son vermek istemiş ve Aristotelesçi bir yaklaşımla tümel tekil tartışmasını sentezlemeyi denemiştir.Tümel kavramların varolduğunu ama kendi başlarına bir anlam taşımadıklarını,ancak bir tekille birleşmeleri halinde gerçek varlığın ortaya çıktığını öne sürerler. 2.Epistemolojik Realizm Günümüzde yeni bir biçimle karşımıza çıkan ve ünlü matematikçi ve filozof Bertrand Russel’ın temsil ettiği epistemolojik realizm,gerçek varlıkların duyu verilerinden ibaret olduğunu ileri sürer.Kısaca bu yaklaşıma gör gerçek varlık, dış dünyada insan bilincine bağlı olmadan varolan nesnelere ait duyu verileridir. VARLIĞIN NE’LİĞİ(MAHİYETİ) PROBLEMİ Varlığın ne olduğu sorusuna farklı cevaplar verilmiştir;. 1.MATERYALİZM: Varlığı Madde Kabul Etme.Varlığın özünü madde olarak kabul eder.İdea cinsinden özlerin ise ancak maddeye bağlı olarak varlığını sürdürdüğünü öne sürer.En Önemli temsilcileri ilk çağ’da Naiv Materyalizmi temsil eden doğa filozofları (Thales,Aneximenes,Aneximandros,Demokritos vb.),Yeni Çağ’da Mekanik materyalizmi temsil eden La Metrie ve günümüzde diyalektik materyalizmi temsil eden K.Marx’tır. 2.İDEALİZM: Varlığı idea olarak kabul etme.Varlığın özünün madde gibi sınırlı bir cevherden meydana gelemeyeceğini, varlığın özünün ancak ideal bir varlıktan meydana gelebileceğini öne süren yaklaşımdır.En önemli temsilcileri Sokrates,Platon,Aristoteles,Farabi,Hegel ve Kant’tır. 3.DUALİZM: Varlığı hem madde hem idea olarak kabul etme.Descartes tarafından temsil edilen bu yaklaşım idealizmle materyalizmi sentezlemeyi denemiştir. Ona göre varlığın özünde bir değil iki cevher bulunmaktadır: madde ve idea.Bu ikisini birbirinden ayırmak olanaksızdır.Bu yaklaşım iki cevher saptamasında bulunduğu için dualizm(ikicilik) adını alırken diğer yaklaşımlar varlığın özünü tek cevherle açıkladıklarından tekçilik(monizm) adını almışlardır. 4.OLUŞÇULUK: Varlığı oluş kabul etme.Herakleitos ve Whitehead tarafından temsil edilen bu yaklaşıma göre varlık sürekli bir oluş yokoluş ve yeniden varoluş süreci içinde olduğundan özünü saptamak olanaksızdır.Herakleitos’a göre örneğin “her şey akar!..”.(Panta Rai).Ona göre “bir derede bir insan iki kez yıkanamaz;hem dere hem de insan değişim içerisindedir.” Bu nedenle evrende değişmeden kalan hiçbir şey yoktur.Fakat bu değişme de rastlantısal bir değişme olmayıp belli bir mantığa bağlı olarak değişmektedir.Yani değişmeden kalan tek şey değişme mantığı (logos)tur. Herakleitos her şeyi hızla değiştiren ama kendisi hiç değişmeyen ateş” i ,bu niteliğinden ötürü arkhe (ilk-kök varlık) saymıştır. 11 5.FENOMENOLOJİ: Varlığı Fenomen kabul etme.Edmund Husserl tarafından temsil edilen bu yaklaşıma öre insan varlığa değerler yükleyerek yaklaştığından onun özüne hiç yaklaşamamaktadır.Varlığın özü değerlerden arındırılmış(ayraç içine alınmış) salt varlığın kendisidir.Buna Husserl “fenomen” adını vermiştir.Kısacası “fenomen” insanın varlığa yüklediği tüm değerliklerin arındırılmasından sonra artakalan özüdür. 5. ÜNİTE AHLAK FELSEFESİ(ETHİK) 1.AHLAK FELSEFESİNİN KONUSU: Ahlak Felsefesinin konusu insanın davranışları,yapıp etmeleridir.İnsanın yalnızca iradeli davranışları ahlak felsefesinin konusuna girer.İstenç dışı davranımlarla ahlak felsefesi ilgilenmez. Ahlak(Moralite): Bir toplumda uyulması gereken kurallar bütünüdür.Toplumdan topluma,kültürden kültüre, zamandan zamana değişiklikler gösterir. Göreceli ve özneldir. Bu anlamda” ahlak”değil “ahlaklar” vardır.Ahlak kuralları “iyi” ve “kötü” nün ne olduğunu bildiğini savlar ve buna göre iyinin yapılmasını kötünün yapılmamasını emreder.Yani kural koyucu (normatif) bir özellik gösterirler.Uyulmadığında yaptırımlara sahiptirler ve bireyleri kendisine uymaya zorlarlar. Etik(Ethic): Varolan ahlak(moralite) üzerine düşünme,varolan ahlakı sorgulama etkinliğidir.İnsanın ahlaka ilişkin davranışlarının doğurduğu sorunları ele alan felsefe dalıdır.Etik her zaman,her yerde ve her koşul altında geçerli olabilecek ahlak kuralları olup olmadığını sorgular.”İyi” ve “kötü”nün ne olduğunu bir problem olarak ele alır ve dolayısıyla “şunu yap”,” bunu yapma” biçiminde kurallar koymaz.Yani normatif değildir.Ayrıca yaptırımlara da sahip değildirler. Kısacası “ahlak” bir toplumda kendisine uymaya zorlayan kurallar bütününü ifade ederken, “etik” varolan bu kuralları sorgulama etkinliğini ifade etmektedir. 2.AHLAK FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI BİREY: Toplumsallaşmış insan,toplum içerisinde yaşayan insanı ifade eder.Her birey biyolojik bir organizma olmak zorundadır ama her biyolojik organizma olan insan birey olmayabilir. İYİ:İnsanın yapması gereken davranışlardır.Ahlakça değerli olandır. KÖTÜ:İnsanın yapmaması gereken davranışlardır. ÖZGÜRLÜK:Bireyin salt kendi iradesi ile “iyi” ve “kötü” olan davranışlardan birisini seçebilme gücüdür. ERDEM (FAZİLET):İnsanın eylemlerinde hep iyi olana yönelmesidir. SORUMLULUK:Bireyin iyi ya da kötü olanı özgürce seçmesinin getirdiği sonuçlardır. İnsanın kendi eylemlerinin ya da yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesidir. VİCDAN:Tutum ve eylemlerimizin ahlakça değerli olup olmadığını yargılama bilincidir. Bir çeşit içsel mahkemedir.Bireyin iyi ya da kötü olanı seçmesini içsel bir muhasebeye tabi tutmasıdır. AHLAK YASASI:Uyulması ahlak açısından gereken,genel-geçer kurallardır. AHLAKİ KARAR:Ahlak kurallarına özgürce uymaktır. AHLAKİ EYLEM:Ahlaka uygun davranışı gerçekleştirmedir.Ahlaka uygun eylem davranış olarak dışa yansır. Eylemin dışa yansımayan yönü ise tutumdur. ÖRNEK:Derse geç gelen öğrencinin öğretmene gerekçeyi belirtirken doğruyu söylemesi “İYİ”,yalan söylemesi “KÖTÜ”,bu davranışlardan birini seçmesi “ÖZGÜRLÜK”,Doğru söylemeyi seçmesi “ERDEM” dir. 3.AHLAK FELSEFESİNİN TEMEL SORULARI 1-Ahlaki eylemin amacı var mıdır?Varsa nedir? 2-Toplumca belirlenen,insana zorla kabul ettirilen eylem biçimleri gerçekten “iyi” midir? 3-İnsan ahlaki eylemde bulunurken özgür müdür? 4-İnsanın doğası ahlaklı olmasına elverişlimidir? 5-Tüm insanların ortaklaşa benimseyebilecekleri evrensel ahlak yasaları var mıdır? 4.AHLAK YARGISINI DİĞER YARGI TÜRLERİNDEN AYIRAN NİTELİKLER Bir iddiayı dile getiren söz dizisine yargı denir.Yargılar ikiye ayrılır; 1-Gerçeklik yargıları; Nesneler dünyasına ilişkin yargılardır.Kişiden kişiye değişmez nesneldir.”Doğru” ve ya “yanlış” olurlar.Kanıtlanabilir ya da çürütülebilirler. 2-Değer yargıları; Bir gerçekliği değil, bir değerlendirmeyi içeren yargılardır,özneldir.Kişiden kişiye değişir.Değer yargılarının alanı geniştir.Kanıtlanamaz ve çürütülemezler. *Mantık yargıları-“doğru”,yanlış” *Sanat yargıları-“güzel”,”çirkin” 12 *Din yargıları –“sevap”,”günah” *Ahlak yargıları-“iyi”,”kötü” şeklindedir. *Bilim yargıları herkes tarafından kabul edilir,din yargıları (o dine inana kişilerce kabul edilir ve kişilere göre) değişmez,ahlak yargıları değişir. 5.ETİK’İN PROBLEMATİĞİ VE YAKLAŞIMLAR *ÖZGÜRLÜK PROBLEMİ Ahlak konusunda bazı filozoflar,insanın özgür olduğunu,bazı filozoflar özgür olmadığını savunur. 1- DETERMİNİZM : Özgür olmadığını savunanlar: (gerekircilik); deterministlere göre, insanın irade ve eylemleri içten ve dıştan gelen nedenlerle belirlenmiştir.Bireyin içinde bulunduğu şartlar iradeyi belirler ve kişinin özgür karar vermesini engeller.Bu yüzden insan eylemlerinde özgür değildir. 2- İNDETERMİNİZM : Özgür olduğunu savunanlar (gerekirci olmayanlar);indeterministlere göre,insan ahlaki eylemde tamamıyla özgürdür.İnsan kendini özgür hissettiği için toplumdaki ahlak yasalarına özgürce uyar.Bu görüşlerden her ikisi de insan gerçekleri ile bağdaşmadıklarından üçüncü bir görüş ortaya çıkmıştır. 3-OTO-DETERMİNİZM: Oto-deterministler, iradeyi ve ahlaki eylemleri bir kişilik ürünü olarak görürler. İnsan bilgi birikimini zenginleştirerek, kişiliğini geliştirerek ve aklını kullanarak özgürleşmiştir. Sonuç olarak kişiliği gelişmiş olanlar,gelişmemiş olanlardan daha özgürdür. * EVRENSEL AHLAK YASASININ OLUP OLMADIĞI PROBLEMİ A-EVRENSEL AHLAK YASASININ VARLIĞINI KABUL ETMEYEN GÖRÜŞLER 1.HEDONİZM (HAZ AHLAKI) Kurucusu Aristippos’tur.O’na göre haz veren şey “iyi”,haz vermeyen “kötü”dür. İnsan sadece kendi yaşadığı hazzı bilebilir.Başkalarının hazzını bilemez.Bu nedenle evrensel ahlak yasası yoktur. 2.FAYDA AHLAKI: Bireye yarar sağlayan davranış “iyi”,sağlamayan “kötü”dür.Yararlı olan kişiden kişiye değiştiği için evrensel ahlak yasası yoktur. 3.EGOİZM (BENCİLLİK) Bencillik, başkalarını dikkate almadan sadece kendi çıkarını düşünme anlamına gelir. İnsanın yalnızca kendi “ben”ine uygun olanı “iyi”nin ölçütü sayan düşüncesidir.Hobbes’a göre, insanı yönlendiren ‘kendini sevme’ ve ‘kendini koruma’ içgüdüsüdür.Bu yaklaşıma göre evrensel ahlak yasası yoktur. 3.ANARŞİZM Başta devlet olmak üzere tüm baskıcı kurumların ortadan kalkması gerektiğini öne süren öğretidir.Temsilcisi Max Stiner ‘dir.Evrensel ahlak yasasını reddeder.O tüm ahlaki değerlerin bir takım soyutlamalardan ibaret olduğunu düşünür. 4. NİHİLİZM(HİÇCİLİK)-FRIEDRICH NIETZSCHE O’na göre yapılması gereken;insanlığı ahlaktan kurtarmaktır.İnsan doğasına yaraşan, güçlü, korkusuz, acımasız olmaktır. Oysa tüm ahlaklar insanın güdülerini köreltir,onu pasifliğe yöneltir.Nietzche’ye göre; toplumda iki tür insan ve bunların oluşturduğu iki tür sosyal sınıf vardır. Birincisi Halk Sınıfı;sürü durumundadır Din ve ahlak kuralları bu sınıf için yeterlidir.İkincisi Seçkin Sınıf;Seçkin sınıfa yakışan ahlak, insanın doğasına uygun olan, bireyci, bencil, acımasız ahlaktır. Amaç, ”üstün insan”a ulaşmaktır. Üstün insan; sıradan,korkak,zayıflığı öğütleyen vicdan ahlakından kurtulup “iktidara doğru giden güç”ahlakına ulaşmakla oluşur. O’na göre “güç” en yüce iyi; yenilgi, kaybetmek,zayıflık ise kötüdür. İnsan için gerekli olan güçlü olmaktır. 5. EXISTANSIYALIZM(VAROLUŞÇULUK)-JEAN PAUL SARTRE İnsanın kendi varoluşunu ancak özgürce davranarak gerçekleştirebileceğini savunur.Ancak bu özgürlük sınırsız değil,sorumlulukla belirlenmiştir.Sartre’a göre insan insanlığını kendisi yapar,değerlerini kendisi yaratır,yolunu kendisi seçer.Bu nedenle seçiminde tek başınadır ve sorumluluklar da kendisinindir. B-EVRENSEL AHLAK YASASININ VARLIĞINI KABUL EDEN GÖRÜŞLER: a)AHLAK YASASINI ÖZNEL (SUBJEKTİF)TEMELDE AÇIKLAYANLAR Bu düşünceyi savunanlara göre evrensel bir ahlak yasası vardır.Ancak bu yasa varlığını insandan,insanın özel dünyasından alır.İnsanın karşısına bir buyruk biçiminde çıkar.Dürüst ol,insanları sev,.... gibi. *J.S.Mill J.Bentham:Onlara göre insan doğası gereği acıdan kaçınır hazza yönelir,mutluluğa erişmek ister. Ancak kişinin mutluluğu,çevresindeki insanların mutluluğu ile ilişkilidir.Kişi mutluluğu ancak üyesi bulunduğu yarar sağlayan şeyi yapmakla bulabilir. 13 *J.Bentham’a göre “Olabildiğince fazla sayıda insan için olabildiğince yararlı davranışlar yap!...” ahlak yasasını karakterize ederken, J.St.Mill’e göre “Herkes için,tüm insanlık için,evrensel mutluluk için yararlı eylemlerde bulun!..”.ahlak yasasını karakterize etmektedir. * H.Bergson: O’na göre insan iyi ve kötüyü ancak sezgi ile kavrayabilir.İnsanın sezgisine uyarak yaptığı davranış “iyi”,sezgisine uymayan davranışı “kötü”dür.Bergson’daki ahlak anlayışı “Sezgilerinin sesine kulak ver ve ona uygun eylemlerde bulun!...” biçiminde özetlenebilir. ÖRN:Boş zamanımı müzik dinleyerek,eğlenerek geçirebileceğim gibi,yardıma ihtiyacı olan birisine yardım ederek de geçirebilirim.Ben içimden gelen sezgiye uyarak,eğlenmekten vazgeçip yardım edersem ahlaki olanı (iyi) yapmış olurum. O’na göre zekanın oluşturduğu ahlak kapalı toplum ahlakıdır,yasakçıdır.Sezgi ahlakı ise;içinde sevgi ve özgürlüğün olduğu açık toplum ahlakıdır. b)AHLAK YASASINI NESNEL (OBJEKTİF)TEMELDE AÇIKLAYANLAR 1.SOKRATES Sokratese göre akıl ve onunla elde edilmiş bilgi her şeyin üstünde başlı başına bir erdemdir.O’na göre bilgili insan aynı zamanda erdemli insandır.Hiç kinse bilerek kötülük yapmaz.Kötülükle bilgisizlik aynı ve bir şeylerdir.İyi belirli bir amaca mutluluğa hizmet der.Dolayısıyla hiç kimse isteyerek iyiden kaçmaz ;ancak bilmediğinden kaçar..Ona göre kişi uruma göre davranarak ahlaklı olamaz.Durum ahlakı diye bir şey yoktur. Kişinin her zaman e her yerde uyması gereken evrensel ilke ve evrensel ahlak vardır.Bunlara ancak akıl ve bilgi aracılığıyla ulaşılabilir. 2.PLATON Ona göre evren “gölgeler” ve idealar olmak üzere ikiye ayrılır.Nesnel varlıklar birer gölgedir çünkü sürekli değişmektedirler.Hiçbir kalıcılıkları bulunmamaktadır.Aslolan varlıklar idealardır ve her ideanın bir gölgesi bulunmaktadır.Nesnel varlıklar alanında iyi dediğimiz şeylerin aslı “iyilik” ideasıdır.Ahlaklı olmak için bu ideaya akıl yoluyla ulaşmamız gerekmektedir. 3.FARABİ Farabi’ye göre iki türlü varlık bulunmaktadır.Birincisi özü tözü bir olan, karşıtı olmayan, herhangi bir belirlenimi bulunmayan, kendi kendinin nedeni olan zorunlu varlık.Tanrı. İkincisi ise zorunlu varlığın var ettiği mümkün varlıklar.İnsan ve diğer varlıklar.İyinin ne olduğu “Zorunlu Varlık”ın sahip olduğu etkin akıl tarafından bilindiği için, “mümkün varlık”, “ zorunlu varlık”ın etkin aklına kendi aklıyla ulaşıp bu evrensel ilkeleri öğrenmelidir. 4.SPİNOZA Spinoza’ya göre evren “Makro Kozmos” ve” Mikro Kosmos” olarak ikiye ayrılmıştır.Başlangıçta bir olan bu iki evren, insanın duygu ve tutkularının esiri olması yüzünden ayrışmıştır.Neyin iyi neyin kötü olduğu “makro kosmos”un doğasında belli ve gizlidir.”Mikro kosmos” olarak insan duygu ve tutkularının esiri olmaktan kurtularak “makro kosmos”un doğasına geri dönüp bu evrensel ilkelere sahip olmalıdır. 5.KANT Kant insan eyleminin amacının ne mutluluk ne de yarar olabileceğini söylemiştir.Ona göre insan Teorik Akıl ve Pratik Akıl olmak üzere iki ayrı akla sahiptir.Teorik akıl insanı duyusal dünyanın bilgisine ulaştıran Fenomenler aleminin bilgisini edindiğimiz aklımızdır.Öte yandan Pratik akıl ise numenler aleminin bilgisine ulaştıran aklımızdır. Kant’a göre insan pratik aklı aracılığıyla kendisine ödev edindiği bir takım ilkelere sahip olmalı ve ne pahasına olursa olsun bu ilkelere uygun davranmalıdır.Ancak o zaman ahlaklı olabilir. Örneğin: Doğru söyle!...(Güç durumda kalmamak için değil,ne olursa olsun,zarar görsen de,acı çeksen de, hatta hayatına mal olacak olsa da) Kant’ın ödev ahlakının belli başlı ilkeleri şunlardır: 1.Öyle davran ki;eylemine ölçü olarak aldığın ilkeyi herkes için geçerli bir yasa olarak isteyebilesin!... 2.Öyle davran ki,eylemlerinde insan basit bir araç değil başlı başına bir amaç olarak ortaya çıksın!. 3.Öyle davran ki;insan istenci kendisini bir yasa koyucu gibi hissetsin!...(Yani herkes kendi kendinin yargıcı olsun!...) 6. SİYASET FELSEFESİ SİYASET FELSEFESİNİN KONUSU Siyaset (Politika Latince) dilimize Arapça’dan geçmiş bir sözcüktür ve devlet ve toplum yönetimi ile ilgili tüm etkinlikleri ifade eder.Bu alanı, hem siyaset bilim hem de siyaset felsefesi inceler.Siyaset bilim devlet biçimlerini, siyasi olguları ve süreçleri ele alır,betimler ve olanı olduğu gibi inceler. Siyaset felsefesi ise varolan siyaset üzerine bir sorgulama ve akıl yürütme etkinliğidir.Siyaset felsefesi ideolojiler üstü bir tutumla olması gerekeni araştırır. 14 SİYASET FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI Birey :Kendisini başkalarından ayıran,kendisine özgü bir kimliği olan her tek toplumsal insan Toplum :Bireylerden oluşan ve kendisine özgü bir yapısı bulunan, aralarında sosyal ilişki ile ortak bir kültürü ve sürekliliği bulunan insan topluluğudur. Devlet :Bir yurt üzerinde yaşayan ortak bir kültür yaratmış olan insanların oluşturduğu hukuksal ve siyasal otoritedir. İktidar :Yönetme gücünü elinde bulundurma demektir. Meşruiyet :Egemenliğin haklı nedenlere dayalı olarak kullanılmasını ifade eder.Bir toplumda meşruiyet ya sosyal haklılığa ya da yasalara dayalı olarak kullanılabilir. Yönetim :Bir örgütün ya da bir kurumun belirlenen ilke ve amaçlar doğrultusunda işletilmesidir. Egemenlik :Yönetme gücünün kaynağı yönetme yetkisini elinde bulundurmanın nedenidir. Hak :Kullanma ve isteme yetkisine sahip olduğumuz şeylerdir. Hukuk :Devlet-birey ve birey-birey ilişkilerini düzenleyen yazılı normlar bütünüdür. Yasa :Hukuku meydana getiren zorlayıcı olan ve yaptırımları bulunan yazılı normların her biridir. Bürokrasi :Kamu alanında çalışan aşamalı(hiyerarşik) bir düzen içinde örgütlenmiş olan memurlar topluluğudur. SİYASET FELSEFESİNİN TEMEL SORULARI 1.Devletin varlık nedeni nedir? 2.Devlet olmalı mı olmamalı mı? 3.Devletin fonksiyonu nedir? 4.İktidar kaynağını nereden alır? 5.Egemenlik türleri nelerdir? 6.Sivil toplum nedir? 7.Demokratik yaşamda sivil toplumun yeri nedir? 8.Eşitlik nedir? 9.Adalet nedir? 10.Bürokrasiden vazgeçilebilir mi? 11.En iyi yönetim biçimi nedir? 12.Herkesin memnun olabileceği bir yönetim biçimi olabilir mi? İKTİDAR KAYNAĞINI NEREDEN ALIR? *İlk yaklaşım iktidarın, toplumun içten ve dıştan gelebilecek tehlikelere karşı korunması ihtiyacından kaynaklandığını söyler. *İkinci yaklaşım iktidarın kaynağı olarak Tanrı’yı görür.Bu yaklaşıma göre iktidar Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisidir. *Üçüncü yaklaşıma göre iktidar kaynağını toplumda yaşayan insanların ortak iradesinden kaynaklanır. MEŞRUİYETİN ÖLÇÜTLERİNELERDİR? *Birinci yaklaşıma göre devlet ve iktidar bireylerin ahlaki bakımdan olgunlaşma ihtiyacına yanıt vermek amacıyla ortaya çıkmıştır.Bu amacı yerine getirebildiği oranda meşrudur. *Devlet Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisidir yaklaşımını savunanlara göre ise iktidar dinsel misyonun yerine getirilmesi temelinde meşrudur. *Marksizm’e göre devlet egemen sınıfların üretim araçlarını elinde bulundurmasına hizmet eden bir araçtır.Devletin meşruluğu hizmet ettiği sınıfın çıkarlarını gözetmesi ve sonuçta sınıfsız bir toplumu amaç edinmesi ile ölçülür. *Bir başka yaklaşıma göre ise devlet ortak iradenin temsilcisidir.Devletin uygulamaları ortak iradeye hizmet ettiği sürece meşrudur. KAÇ TÜR EGEMENLİK TARZI VARDIR? 1.Geleneksel Egemenlik: Geleneksel egemenliği toplumun dayandığı geleneksel değerler (gelenekler, örfler, adetler, görenekler) belirler.Bu egemenlik türü gelişmemiş ilkel toplumlarda geçerlidir. Egemenlik halka değil belirli bir kişiye ya da belirli bir aileye aittir.Emirlik,krallık,şeyhlik vb ülkeler bu egemenlik türüne örnek olarak verilebilir. 2.Karizmatik Egemenlik: Liderde bulunan karizmaya dayalı bir egemenlik türüdür. Karizma üstün ve büyüleyici niteliklere sahip liderleri ifade etmede kullanılan bir terimdir. Karizmatik liderler güçlerini topluma sağladıkları başarılardan alırlar. 3.Demokratik ve hukuksal Egemenlik 15 Bu egemenlik tarzı insanın akıl ve mantığına dayalıdır.Egemenlik hukuka dayanır ve hukuk kuralları çerçevesinde kullanılır.Egemenliği elde etme ve kullanma yolları ve sınırları anayasalar tarafından belirlenmiştir. İktidarın egemenliği kullanırken halkın iradesini kullanması esastır. Devlet Felsefe tarihinde devleti ele alan yaklaşımlar iki ana başlık altında toplanabilirler. 1.Devleti Doğal Bir Varlık Sayan Yaklaşımlar: Bu yaklaşımın en önemli temsilcisi Platon’dur.Ona göre toplum insan vücuduna benzer. Nasıl vücudumuzda her organın bir görevi varsa toplumdaki her organın da belli bir görevi bulunmaktadır. Devlet ise insan vücudundaki tüm organların birbiriyle uyumlu çalışmasını sağlayan beyni temsil etmektedir.Devletin belli bir başlangıcı bulunmamaktadır.Ona göre devlet insan toplumuyla birlikte hep vardı ve hep varolmaya da devam edecektir. 2.Devleti Yapay Bir Varlık Sayan Yaklaşımlar: Bu yaklaşımın felsefe tarihindeki en önemli temsilcileri Thomas Hobbes,J.J.Rousseau ve J.Locke’tur. Bunlara göre insan toplulukları başlangıçta “Doğal Durum” adı verilen bir durumda yaşıyorlardı. Doğal durumda insanları yöneten ne kurallar ne de kurumlar bulunuyordu.Daha sonra insanlar barış içinde ve belirli bir düzen içerisinde yaşama gereksinimi duyduklarında devlet düşüncesi ortaya çıktı.Yani onlara göre devlet sonradan insan ihtiyaçlarına cevap vermek üzere oluşturulmuş bir kurumdur. İDEAL DÜZEN ARAYIŞLARI: Felsefe tarihinde ideal bir düzenin olup olmadığı tartışmaları iki ana grupta toplanır.Bunlardan ilki ideal bir düzenin olamayacağını öne süren görüşler ve ikincisi ideal bir düzenin olabileceğini öne süren görüşlerdir. 1.)İDEAL BİR DÜZENİN OLAMAYACAĞINI SÖYLEYEN GÖRÜŞLER: Sofistlere ve nihilistlere göre ideal bir düzen yoktur.Çünkü düzenin amacı insan mutluluğunu sağlamaktır.Tüm insanların mutluluğunu sağlamak ise olanaksızdır.Bu anlamda bugüne kadar hiçbir düzen mutlak insan mutluluğunu sağlayabilmiş ve bundan sonra da sağlayabilecek değildir ve bu yüzden de ideal bir düzenden söz edilemez. 2.)İDEAL BİR DÜZENİN OLABİLECEĞİNİ ÖNE SÜREN GÖRÜŞLER: İkinci ana yaklaşımlar ideal bir düzenin olabileceğini söyleyen yaklaşımlardır.Bu yaklaşımlara göre ise asıl sorun ideal düzeni belirleyen ölçütlerdedir. a.)Özgürlüğü Temel Alan Yaklaşım (Liberalizm) Liberalizm olarak bilinen bu görüş Adam Smith,J.Locke ve St Mill tarafından savunulmuştur.Bu yaklaşım Batı dünyasının kapitalist üretim tarzının dayandığı felsefi temel olarak karşımıza çıkar.Smith’in “bırakınız yapsınlar,bırakınız geçsinler” sözüyle özetlenebilecek olan liberalizme göre ideal bir düzen mutlak anlamda birey özgürlüğünü sağlayabilen düzendir.Bir düzenin ideal sayılabilmesi için özgürlükçü olması gerekmektedir. b.)Eşitliği Temel Alan Yaklaşım (Sosyalizm) Bu yaklaşımın başlıca temsilcileri S.Simon, C.Fourier, Prodhon,Owen ve Karl Marx’dır.Bunlara göre ideal düzeni belirleyen ölçüt eşitlik ilkesidir.Bu yaklaşımla birlikte sosyalist ekonomik sistemin felsefi düşüncesi ortaya çıkmış olmaktadır. c.)Adaleti Temel Alan Yaklaşım (Sosyal Hukuk Devleti) Özgürlüğü veya eşitliği temel alan yaklaşımların dayandığı ekonomik sistemler insan ve toplum problemlerini çözmeye yetememiştir.Bu nedenle daha sonra ideal düzeni belirleyen ölçüt olarak adalet ilkesi öne sürülmüştür.Bu yaklaşıma göre özgürlüğün olmadığı yerde eşitlikten, eşitliğin olmadığı yerde ise özgürlükten söz etmek olanaksızdır.Adalet ilkesini temel alan yaklaşım sosyal hukuk devleti denilen yeni bir devlet modelinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. ÜTOPYALAR: Şimdiye kadar öngörülen veya uygulanan hiçbir devlet tarzı mutlak anlamda insan mutluluğunu sağlayamamıştır. Bu yüzden insanlar yeni devlet arayışlarını sürdürmektedirler.Bu çabalar kapsamında düş gücüne dayalı hayali devlet biçimleri de üretilmiştir.Bu hayali düzen tasarımlarına olmayan yer anlamına gelen Ütopya denir.Ütopya hiçbir yerde bulunmayan hayali bir devlet yazınıdır.Tarih içerisinde ütopya yazarları iki başlık altında toplanır: 1.İstenilen Ütopyalar: Bu tür ütopyalar her şeyin yolunda gittiği, toplumsal alanda herhangi bir sorunun bulunmadığı, kusursuz bir devlet ve düzen tasarımını ifade eder.Bunlar iyimser bir bakış açısıyla kaleme alınmış ütopyalardır.Bu tür tasarımlara şunlar örnek olarak verilebilir: a.)Platon : Devlet b.)Farabi :El Medinet’ül Fazıla c.)Thomas More :Ütopia d.)Campenella :Güneş Ülkesi e.) F.Bacon: Yeni Atlantik 16 2.İstenilmeyen Ütopyalar: Dünyanın ve toplumun geleceği konusunda iyimser bir bakış açısıyla kaleme alınmış yukarıdaki ütopyaların yanı sıra kötümser bir bakış açısıyla yazılmış ütopyalar da vardır.Bunlar gelecek için karamsardırlar.İnsanlığın geleceğinin özellikle kontrolsüz teknolojik gelişmeler yüzünden kötü olacağına ilişkin bir karamsarlık içermektedirler.Bu ütopyalara şunlar örnek olarak verilebilir: a.)Aldous Huxley :Yeni Dünya b.)George Orwel :1984 Ütopyası 7. ESTETİK (SANAT FELSEFESİ) Estetik olaylar da, tıpkı bilgi olayında olduğu gibi, bize süje ile obje arasındaki ilgiyi gösterir. Estetik olay da aynı şekilde estetik olarak algılayan süje ile bu süjenin estetik algı ile kendisine yöneldiği varlık, doğa ya da sanat eseri dediğimiz obje arasındaki ilgidir. ESTETİĞİN KONUSU Eski Yunanca bir sözcük olan estetik duyumlamak, algılamak anlamındadır. Estetik güzellik felsefesidir. Güzel üzerine düşünme ve ne olduğunu araştırma etkinliğidir. Estetik, 18. Yüzyılda Baumgarten (1714-1762) tarafından kurulmuştur. Her ne kadar estetik bağımsız bir felsefe disiplini olarak iki yüz yıllık bir geçmişi gösteriyorsa da, aslında estetik problemler ile uğraşma daha ilkçağa kadar geri gider. Uzun bir geçmişe sahip olan estetik problemler özel bir ad altında toplanmamıştı. İşte, Baumgarten bu problemleri ortak bir ad altında toplayarak ona estetik adını vermiştir. Estetik olaylar da, tıpkı bilgi olayında olduğu gibi, bize süje ile obje arasındaki ilgiyi gösterir. Estetik olay da aynı şekilde estetik olarak algılayan süje ile bu süjenin estetik algı ile kendisine yöneldiği varlık, doğa ya da sanat eseri dediğimiz obje arasındaki ilgidir. Estetiğin görevi, bulanık ve karmaşık olan duyusal bilginin mükemmelliğini araştırmaktır. Duyusal bilginin mükemmelliği güzellik adını alır. Buna göre, estetiğin konusu güzelliktir. Estetiğin konusu içine yalnız güzellik ve estetik değerler girmez, sanat da girer. Çünkü sanatın amacı da sanat eserlerinde güzelliği ya da estetik değerleri ortaya koymaktır. FELSEFE AÇISINDAN SANAT SANAT Sanat da felsefenin bir konusu, bir disiplinidir. Sanata felsefe açısından yaklaşım sanat felsefesini oluşturmuştur. Sanat felsefesinin temel sorusu, sanatın nasıl bir etkinlik olduğudur. Sanat felsefesi sanatın, beğenilerin, sanat eserinin özünü ve anlamını konu alır. SANAT FELSEFESİ ESTETİĞİN BİR BÖLÜMÜDÜR. Yalnız insan etkinliği sonucu ortaya çıkan sanat ürünlerini değerlendirir. Estetik ise, sanatın yanında doğadaki ‘güzeli’ de kapsamına alır. Sanat felsefesinde, sanat eserlerinin nasıl oluştuğu üzerine değişik yaklaşımlar oluşmuştur. Bu yaklaşımlarım bazıları şunlardır. Taklit Olarak Sanat : Bu görüşe göre, sanat eserinde gördüğümüz, sanatçının algıladığı şeyleri taklit ederek bize yansıtmasıdır. Sanatçı, doğanın güzelliğini eserinde ne kadar aslına uygun olarak yansıtabilirse, eseri o kadar güzel olarak yargılanır. Bu nedenle bu kurama yansıtma kuramı da denir. Yansıtma kuramı İlkçağın idealist filozofu Platon’a kadar geri gider. Aristoteles’de sanatı bir taklit olarak görür. şair dil, müzikçi ses, ressam da boya aracıyla nesneleri taklit eder, onları yansıtır. Yaratma Olarak Sanat : Sanat eseri, sanatçının kendi yaratıcı gücü, yeteneği ve coşkusunun oluşturduğu estetik objedir. Doğa kendi başına güzel değildir. Nesneler dünyası tinsellikten yoksun, bir madde dünyasıdır. Yaratma olayı, sanatçının algıladığı maddi varlığa duygu, düşünce ve hayal gücünü katması olayıdır. Bir sanat eseri, sanatçının kendinden kattığı değerlerle anlam kazanır. Maddi varlığı böyle tinselleştirmek, maddeye biçim vermek demektir. Biçim kazanmış, tinsellik kazanmış maddi varlık artık maddi varlık olmaktan çıkar ve bir sanat eseri olur. Ölümlü olan madde, tinselleşince, biçim alıp bir sanat eseri haline gelince, ölümsüzleşir. Sanat eseri bir kere oluşan bir üründür. Bu nedenle sanat eseri özgündür, ikinci örneği yoktur.Önemli temscilcisi Crocedir. Oyun Olarak Sanat : Sanat ile oyun arasında daima bir benzerlik görülmüştür. Çünkü, her iki etkinliğin de ereğinin kendinde olmasıdır. Oyun oynayan bir çocuk için oyunun dışında bir başka erek , bir başka dünya yoktur, çocuk oynamak için oynar. Bu görüşe göre, sanat etkinliğini bir oyun gibi değerlendirmek gerekir. Nasıl oyunda çıkar, günlük kaygı yoksa ve olabildiğince özgürlük varsa, sanatçı da bir oyuncu gibi gerçek dışı bir dünyada eserini oluşturur. Alman Düşünür Kant, Alman şair Schiller ve psikolog Wundt bu görüşü savunmuşlardır. 17 SANAT ESERİ : Sanatçı tarafından bir estetik tavır sonucu oluşan bir eserdir. Her sanat eserinin bu nedenle estetik değeri vardır. Çünkü, sanatçının kendine özgü duyguları, heyecanları, hayal gücü ve yetenekleri eserinde birleşmiştir. Sanat eserinin en önemli özelliği tek olmasıdır. Çünkü, sanatçı eserini oluştururken oluşan duyguları ve hayal gücünü bir kez daha aynen yaşayamaz. Bir ürünün sanat eseri olarak belirlenmesinde üç temel öğe etkendir. Bunlar, estetik süje (sanatçı) , estetik obje (sanatçının sanat eserine dönüştürmek istediği her şey) ve estetik yargıdır (sanat eseri hakkında ortaya konan beğeni değeri, yani güzel ya da güzel olmamayı belirten yargı.) ESTETİĞİN TEMEL KAVRAMLARI Güzellik Problemi Felsefe tarihi boyunca güzellik problemi filozofların çoğunu ilgilendirmiştir. Biz hoşumuza giden bir manzara karşısında ya da dinlediğimiz bir müzik karşısında yalnız haz almakla kalmaz, aynı zamanda yaşadığımız estetik durumu bir değer yargısı ile ifade ederiz. Güzel bir manzara, güzel bir müzik gibi. O halde güzel ya da güzellik estetik olayın ayrılmaz bir parçasıdır. Buna göre güzellik nedir? Bu soru bir güzellik felsefesinin varlığına götürür ve estetik sorunlar arasında ilk sorulan soru olur. Güzelliğin bir felsefe sorunu olması Platon ile başlar. Platon'a göre güzellik bir ideadır ve idea olduğu için de zaman ve mekan dışı mutlak varlıktır. Böyle bir güzelliğe Platon "kendiliğinden güzel'' adını verir. Platon için yaşadığımız varlık alanı eksik ve kusurludur. İdea dünyasına ait olan güzellik, sanat eserinde bir görüntü kazanır. Sanat, güzellik ideasından ne kadar pay alırsa o kadar güzel olur. Aristoteles'e göre güzellik bir ahenk, orantı ve düzendir. Bu nedenle orantıdan yoksun olan hiçbir şey güzel olamaz. Buradan anlaşılacağı gibi Aristoteles güzelliği matematik olarak açıklamıştır. Eski Yunan'da ortaya atılan, bütün güzellikleri açıklayıcı bir formül olarak düşünülen " altın oran " düşüncesi özellikle Rönesans'ta ve sonrasında tekrar ön plana çıkar. Düşünürler bir biçimi oluşturan parçaların oranının bir güzellik tılsımı olarak kendi içinde bulunduğunu düşünmüşler ve bu oranı bulmak için yüzyıllar boyu doğada ve sanatta biçim araştırması yapmışlardır. Güzelliğin metafizik anlamda ele alınması İlkçağla başlamış, daha sonra günümüze kadar yaşamını sürdürmüştür. Örneğin, Hegel'e göre, güzellik mutlak ruhun nesnelere yansımasıdır. Schopenhauer'e, göre güzellik mutlak iradenin kendisini dışlaştırmasıdır. Çağdaş felsefede de , örneğin N. Hartman'a göre tinin maddede kendini göstermesidir. Estetiğin kurucusu Baumgarten'e göre güzellik duyumsal bilginin mükemmelliğidir. Benedetto Croce'a göre ise güzellik, mutluluk veren bir biçimleniştir. Görüldüğü gibi filozoflar güzel hakkında farklı yorumlar yapmışlardır. Ancak, hepsinin ortak noktası, güzelin insanı olumlu etkileyen bir değer olarak görülmesidir. Doğada Güzel - Sanatta Güzel Güzellik problemi hem doğada hem de sanatta güzelliği kapsar. Doğadaki pek çok varlık ve varlıksal düzenlilik güzelliği yansıtmaktadır. Sanatta güzellik ise doğadakinden farklı özellik taşır. Düşünürlerin doğa güzelliği ile sanat güzelliği üzerine görüşleri farklılık göstermektedir. Kimileri doğada güzelliğin olamayacağını, kimileri sanattaki güzelliğin doğadaki güzellikten üstün olduğunu, kimileri doğada güzelliğin var olduğunu, ancak, bunun sanatın gelişmesi ile fark edilebildiğini belirtmişlerdir. şimdi şu sorular sorulabilir: Doğada karşılaştığımız güzellik ile sanat eserlerindeki güzellikler birbirleriyle örtüşen güzellikler midir? Acaba doğada güzel olarak nitelediğimiz bir varlık, bir sanat eseri haline gelince, doğada güzel olduğu için yine güzelliğini sürdürür mü? Yine doğada çirkin diye nitelediğimiz bir varlık, sanat eseri haline gelince, bu yine çirkin olmakta devam eder mi? Doğada bulduğumuz güzellik ile sanatta bulduğumuz güzellik arasında bir örtüşme yoktur. Eğer olsaydı, doğada güzel bulduğumuz bir şeyin sanatta da zorunlu olarak güzel olması, yine doğada çirkin bulduğumuz bir şeyin de sanatta aynı şekilde çirkin olması gerekirdi. Ama, durum hiç de öyle değil, doğada çirkin olan sanatta güzel olabildiği gibi, doğada güzel olan sanata çirkin olabiliyor. Çünkü, her iki güzellik birbirinden farklıdır. Doğa güzelliğinde nesnelerin canlılığı, hareketi bir etken olduğu halde, sanat güzelliği nesnelerin form özelliğine dayanır Bunun için sanat güzelliği doğa güzelliğinin bir yansıması değildir. Çoğunda insan, sanat güzelliği ile eğitildikten sonra doğadaki güzelliği fark edebilir. Güzellik, bunu fark edende bir duyusal etkilenme oluşturabiliyorsa, doğada da sanatta da güzellik söz konusudur. Ancak, hem doğa hem sanat güzelliğini fark edebilmek için estetik bir duyum, bir tavır gereklidir. Delacroix (Delakrua) bunu şöyle belirtmiştir: " Biz romantik olduktan sonradır ki, dağlar güzelleşti." ESTETİĞİN TEMEL SORULARINA YAKLAŞIMLAR Estetik Yargıların Yapısı : Bir sanat eseri hakkında verilen beğeniye ait yargılar estetik yargılardır. Estetik yargılar GÜZEL ve ÇİRKİN kavramlarına dayanır. Bu nedenle estetik yargılara değer yargıları denir. Bu yargılar bilgi ve ahlâk yargılarından farklıdır. Estetik yargıların özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: *Bilgisellik ve objektiflik yoktur. Yani doğrulanıp yanlışlanamaz. *Sübjektif yargılardır. Zihin bütün insanlarda ortaktır. Beğeni ise kişilere göre değişir. Bu nedenle " beğeniler üzerine tartışılamaz " denir. Bunun sonucu olarak da, estetik yargılar öznel olmaları nedeniyle genel - geçer olamazlar. 18 *Kültürden kültüre değişebilen yargılardır. Ancak, estetik eğitimin yaygınlaşması ve insanlar arasındaki kültür farklılıklarının azalması, kişiler arasındaki estetik yargıların farklılığını en aza indirebilir. ORTAK ESTETİK YARGILARIN OLUP OLMADIĞI : Düşünürler tarafından estetik yargılar üzerine iki farklı görüş geliştirilmiştir. Bu görüşlerden biri ortak estetik yargıların olamayacağını, diğeri ise olabileceğini savunan görüşlerdir. Ortak Estetik Yargıların Varlığını Reddedenler : İnsanların estetik yargıları arasında bir uzlaşma olabilir mi? Birinin güzel dediğine bir başkasının da güzel demesini bekleyebilir miyiz? Bu konuda kimi düşünürler bunun mümkün olmadığını ileri sürer. Bunlardan biri B. Croce'dir. Croce'ye (Kroçe) göre, sanat eserleri üstüne verilen yargılar, ortak yargılar niteliğinde değildir. Çünkü, sanat eserleri sanatçının ruhunda bir an için meydana gelen bir ifadenin (güzelliğin) maddi görünüşleridir. Sanat adına ortaya konan her ifade tarzı bireysel bir nitelik taşır. Bu nedenle herkesin bu ifade biçimi karşısındaki değerlendirmesi farklı olabilir. Öyleyse ortak estetik yargı olamaz. Ortak Estetik Yargıların Varlığını Kabul Edenler : Estetik yargıların genel - geçerliğini temellendiren Kant olmuştur. Kant'a göre sanat eserinin en önemli özelliği insanlarda ortak bir duygu oluşturmasıdır. Sanat eserinde ortaya konan güzellik, her türlü çıkardan uzak haz duymayı sağlar. Bir şeyden haz duyan kişi, başkalarının da aynı duyguya varmasını ister. Ortak duygu, zorunlu bir estetik duygudur. Bu duygu ortak estetik yargıyı gerekli kılar. Kant sorunu metafizik bir ortak estetik duygu prensibine dayanarak çözmek istemiştir. Günümüzde felsefe ve psikolojide yapılan araştırmaların ortaya koyduğu sonuç şudur: Estetik yargılarda, beğeni yargılarında görülen sapmalar tümden ortadan kaldırılamaz. Ancak, toplumlar arasındaki kültür farklılıklarının ve kişiler arasındaki eğitim farklılıklarının azaltılmasıyla oldukça aza indirilebilir. 8. Din Felsefesi A. DİN FELSEFESİNİN KONUSU Din felsefesi, dini konu edinen, dinin temellerini ve öğelerini ele alan, sorgulayan felsefe dalıdır. Başka bir deyişle din felsefesi, dinin felsefe açısından ele alınması, din hakkında düşünme ve açıklamadır. Din felsefesi dine ahlak ve sanat felsefelerinde olduğu gibi rasyonel, objektif ve eleştirel olarak yaklaşır. Dine Felsefi Açıdan Yaklaşım: Dine felsefi yaklaşım her şeyden önce din gerçeğini kabul eden ve anlamladırmaya çalışan bir yaklaşımdır. Dini dinin temel kavramlarını ve inançlarını değerlendirmek, din gerçeğine eleştirel bir gözle yaklaşmakla olur. Bunu da felsefe yapabilir. Din felsefesi, dini tanımlamaya, açıklamaya ve anlamlandırmaya, dinsel kavramları ve davranış biçimlerini felsefi temeli üzerinde savunmaya ya da eleştirmeye, dinlerin kullandığı dili çözümlemeye yönelik felsefe araştırmalarından meydana gelir. Teoloji İle Din Felsefesinin Farkı: Teoloji (ilahiyat) de tıpkı din felsefesi gibi dini ve Tanrıyı konu alır. Teoloji, doğrudan doğruya inanca dayanır; inancın sınırları dışına çıkmaz. Teoloji açıklamalarında Tanrının gönderdiği kutsal kitaplara, peygamberlerin bildirdiklerine ve din alimlerinin yorumlarına dayanır. * Teoloji dogmatik ve otoriteye dayalıdır, din felsefesi özgür düşünme, nesnel olma ve sorgulamayı temel alır. * Teolojinin amacı inananların inançlarını güçlendirmektir, din felsefesi ise dinin ilkelerini sorgular kişilerin dindar olmalarına çalışmadığı gibi inançları sarsmaya da kalkışmaz. * Teoloji belli bir dini ele alırken, din felsefesi genel olarak din ya da dinleri ele alır. Dinin Felsefi Temellendirilmesi: * Felsefe dini temellendirirken dine rasyonel açıdan bakmak zorundadır. Akla dayanmalıdır. Tutarlı olmalı çelişkilere düşmemelidir. * Felsefe dini temellendirme çabasında nesnel olmak ve eleştirel bir tavır takınmak durumundadır. * Felsefe dini temellendirirken, konuya olabildiğince geniş kapsamlı ve kuşatıcı bakışla yaklaşmalıdır. * Din felsefesi nesnel olmak zorundadır. Nesnel olmak, dogru olana varmak amacıyla taraf tutmadan inceleme yapmak, yargıda bulunmak demektir. B. DİN FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI Tanrı: Evrende var olan herşeyin yaratıcısı olduğuna ve tekliğine inanılan yüce varlık. 19 Mucize: Mucize, insan aklının ölçülerini aşan, doğa yasalarının dışına çıkın, düşünce ilkelerinde değil de, dini inanca dayanan bir oluştur. Vahiy: Peygamberlere gelen ilahi ilham anlamına gelir. İlahi bir nitelik taşıyan ana düşünce, vahiy yoluyla peygamberlere bildirilir. Peygamber: Peygamber, her dinde Tanrı’nın buyruğnu insanlara bildiren elçidir. İman: Dinin ortaya koyduğu doğrulara inanmaya denir. İbadet: Tanrının buyruklarını yerine getirmeye ibadet adı verilir. Yüce: İncanca ölçüleri aşan, sınırlanamayan, önünde eğinilen üstün varlık anlamına gelir. Kutsal: Din açısından saygıya değer olan, Tanrı ya da peygamberler tarafından kutsanmış olandır. C. DİN FELSEFESİNİN TEMEL PROBLEMLERİ 1. Dinin Tanımları: dinler kaynaklarında bulunan Tanrıya göre tanımlarınlar, tek Tanrılı (monoteist) ve çok Tanrılı (politeist) söz edilmektedir. 2. Tanrının Varlığı Problemi: Din, Tanrının var olduğu inancına dayanır. Ban göre dinin temellendirilebilmesi için , Tanrının varlığının kanıtlanması gerekir. Din felsefesinin de temelinde Tanrının var oluşuyla ilgili kanıtlamalar bulunmaktadır. Tanrı var mıdır? Tanrının varlığını gösteren kanıtlar nelerdir? 3. Tanrının Temel Niteliklerinin Tanımlanması Problemi: Bu konuda Tanrının evrene aşkın ya da içkin olduğu şeklinde farklı yaklaşımlar görülür. Tanrı, bir olan, yaratılmamış olan, ezeli ve ebedi, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen varlık olarak tanımlanır. 4. Vahyin İmkanı Problemi: İnsan ile Tanrı, iki ayrı kategoride varlıktırlar. İnsanın sonlu, ölümlü, bir yanıyla da maddi varlık olduğu yerde, Tanrı sonsuz, ölümsüz ve tümüyle manevi bilinen bir varlıktır. Bundan dolayı vahiy açıklamasına ihtiyaç duyulmaktadır. 5. Tanrıyla Evren Arasındaki İlişkinin Ne Olduğu Problemi: Tanrı doğaya aşkın bir varlıkmıdır yani doğaüstü bir varlık mıdır yoksa panteistlerin (tümTanrıcılar) söylediği gibi Tanrı evrenin içinde midir? 6. Evrenin Yaratılışı Problemi:Evren Yaratılmış Mıdır? Yoksa evren öncesiz ve sonrasız mıdır? Bazı görüşler Tanrı tarafından yaratıldığını söylerken bazıları ise yaratılmadığını ezeli ve ebedi olarak var olduğunu söylerler. 7. Ruhun Ölümsüzlüğü Problemi: insan ruhu acaba beden yok olup gittiği zaman ortadan kalkar mı yoksa başka bir yerde var olmaya devam eder mi? Bu konuda da diğerleri gibi iki görüş ortaya çıkmıştır. D. TANRI’NIN VARLIĞINA İLİŞKİN BAZI YAKLAŞIMLAR Tanrının varlığı konusunda üç temel yaklaşım bulunmaktadır. 1. Tanrının Varlığını Kabul Edenler: Tanrının varlığını kabul eden yaklaşımlar üç tanedir. Teizm, Deizm, Panteizm. a) Teizm: Tanrıya inanma anlamına gelir, Tanrıya inanmama anlamına gelen Ataizm’e karşıdır. Teizm, Tanrının varlığını ve onun evrenin yaratıcısı, koruyucusu ve egemeni olduğunu kabul eden dini felsefedir. Teizme göre Tanrı öncesiz ve sonrasızdır. Dünyayla sürekli ilişki içindedir. Evrende olup biten her şey onun iradesinin ürünüdür. Tanrının varlığını akıl yoluyla kanıtlamak için kanıtlar ileri sürülmektedir bunlar; * Ontoloji Kanıt: Kanıtın ontolojik olması Tanrının varlığından hareket edilmesinden kaynaklanmaktadır. İlk kez öne süren St. Anselmus’tur. Tanrı tasarlanabilen en yetkin (mükemmel) varlık olarak tanımlanır. Tanrı kendisinden daha büyük ve yetkin olan bir varlığın tasarlanamayacağı varlıktır. Yetkin bir varlık, var olmadığı takdirde yetkin olamaz. İşte bu anlaşıta, Tanrının var oluşu Tanrı tanımından zorunlu olarak çıkacaktır. Descartes de bu kanıtı kullanmıştır. * Kozmolojik Kanıt: İlk neden kanıtı olarak da bilinen bu kanıt, aynı zamanda nedensellik ilkesine dayanır. Hiçbir şey nedensiz olamaz, var olan her şeye mutlak olarak, kendisinden önce gelen bir şey neden olmuştur. Kozmos (evren) de bu şekilde dir. Evrenin var olduğunu bildiğimize gir onu bu günkü durumuna bir dizi neden ve sonucun getirmiştir. Neden sonuç ilişkisindeki sonuç ilk nedenin Tanrı olduğudur. * Düzen ve Amaç Kanıtı: Bu kanıt çevremizde doğal dünyaya baktığmızda, her şeyin kendi işlevini yerine getirecek şekilde, en ince ayrıntısına kadar düzenlenmiş ve ayarlanmış olduğunu göreceğimizi belirtir. İşte bu durum bir yaratıcının var oluşunu kanıtlar. Gözün yapısındaki düzen ve amaç bu kanıtı örneklendirir. Düzen ve amaç kendi kendine ortaya çıkmaz, belli amaca hizmet eder, irade sahibi Tanrı tarafından gerçekleştirilir. * Ahlak Kanıtı: Tanrı olmasaydı her şey mübah ( sevap ya da günah olmayan) olurdu. İyi ve kötünün bir anlam ifade edebilmesi için karşılıklarının görülebilmesine bağlıdır. İyi ve kötünün karşılığının teminatı ise Tanrı’dır. * Dini Tecrübe Kanıtı: Bir çok insan Tanrının varlığının kanıtı olarak iç duygularını ve sezgilerine başvurmaktadır. Tasavvufta da Mevlana, Yunus Emre gibi düşünürler bu gruba girerler. Tanrıyı ispat etmeye gerek yoktur. O zaten sezgiyle kavranabilir. 20 b) Deizm: Deizm, Tanrının varlığına inanmakla birlikte Tanrının evrenden aşkın (transandantal) olduğunu, evrenin dışında olduğunu, bir kez yaratıp sonradan evrene müdahale etmediğini savunur. Deizm iki temel ilkeye dayanır. * Varlığı akılla bilinen Tanrı anlayışı * Evrenin yaratıldıktan sonra kendi yasalarına göre işleyişi Deizm dine akılcı açıdan yaklaşmıştır. Mucizelere karşıdır. Batıl inançlara ve dogmalara itiraz eder. Locke, Rousseau ve Voltaire bu görüşün savunucularıdır. c) Panteizm: Panteizim, Tanrı ile evreni bir kılan, her şeyi Tanrı olarak gören felsefi öğretidir. Tanrı evrenden ayrı değildir, tam tersine evren ile bir ve aynıdır. Tanrının doğanın dışında olması mümkün değildir. Tanrı evren ile özdeştir. En önemli temsilcisi Spinozadır. İlk panteist filozof ise Xenofanes’tir. 2. Tanrının Varlığını Reddedenler: Tanrının varlığını reddeden görüşlere ateizm, kişilere de ateist adı verilir. Ateizm “Tanrıtanımazlık” olarak dilimize çevrilmiştir. Genel anlamda dini inançsızlığı ve tüm dinlere karşı olmayı ifade eder. Din felsefesinde ateizm evreni yine evrene dayanarak açıkladığından Tanrı ya da doğal güç diye birşeyi mümkün kabul etmez. Ateizmin felsefi temeli Materyalizmdir. Tanrının var olmadığını savunan kanıtlar bulmaya çalışır. Bunlar: * Kötülük Kanıtı: İçinde yaşadığımız dünyada kötü olarak nitelediğimiz oluşumlar vardır. Savaşlar, hastalıklar, depremler, açlık vb... Ateist bu noktada kötülüğün karşısında nasıl olup da mutlak iyi olan bir Tanrıdan bahsedileceğini sorar. Olsaydı bu kötülüklere karşı çıkardı der. Ateizmin karşısındaki filozoflar bu kanıta “Bu dünyada kötülüğün var oluşu, daha yüksek ahlaki iyiliklere yol açtığı için haklı kılınabilir. Buna göre eğer yoksulluk olmasa, yoksullara yardım etme gibi ahlaki bakımdan iyi olan eylemler temelsiz kalırlar. Savaşlar, işkence ve toplu kıyımlar vardır ama, kahramanlar, azizler ancak bunlar sayesinde ortaya çıkar. * Ahlaki gerekçeler Kanıtı: Bu çerçevede içinde değerlendirmemiz gereken iki düşünür vardır. Nietzsche ve Sartre. İki düşünür de felsefelerinde ahlakı ön plana çıkarmışlardır. Ahlak söz konusu olduğun da ise, insanın Tanrı tarafından önceden belirlenmiş bir özü bulunmadığını, insanın özünü kendisinin yarattığını savunmuşlardır. Sartre’a göre evrende kendi kendini yaratan tek varlık insandır. Her nesnenin bir özü, bir varlığı bir de varoluşu vardır. Ona göre yalnız insanda varoluş özden önce gelir. İnsan önce vardır, sonra şöyle ya da böyle olur. Çünkü özünü kendisi yaratır. (Varoluşculuk – Egzistansiyalizm) Nietzsche’ye göre insan gücünün bir değeri olacaksa, insan için bir özgürlük ve ahlaktan söz edilebilecekse, soncuzca güce sahip olan bir varlığın var olması gerekir. İnsanın kendisini özgürce yaratabilmesi için Tanrıdan vazgeçmek gerektiğini söyler. 3. Tanrının Varlığının Bilinemeyeceğini Ya da Yokluğunun Bilinemeyeceğini Öne Süren Tanrıya ilişkin bilgiye sahip olunamayacağını, dolayısıyla Tanrı’nın var olduğunun da var olmadığının da kanıtlanamayacağını savunan öğretiye felsefe de agnostisizm (bilinemezlik) adı verilir. Tanrının var olduğunun ya da olmadığının ilke olarak bilinemeyeceğini öne süren bir görüştür. Bu görüşü ilk olarak Sofist Protogoras vermiştir. 21