Primer *mmun Aktivatör Olarak ß- 1,3- Glukan

advertisement
Primer İmmun Aktivatör Olarak ß- 1,3- Glukan
Yazar : D.J. Carrow
Kaynak : Doctors and Patients 1996
Dr. Peter Mansell subkütan maliyn melanoman nodüllerinin ß-glukan
enjeksiyonu ile birkaç gün içinde kaybolduğunu bildirdi.
İmmunolojinin Tarihinin Kısa bir Özeti
Immunolojinin temelleri çok eski ve kısmen pragma tiktir ve başlıca insan ve
hayvanlardaki enfeksiyona direnç çalışmalarından elde edilmiştir. Atalarımız
mikrop teorisinin bulunmasından çok önce hastalıkların vucüt direnci ile
iyileştirilebileceğini görmüşlerdi. Böylece,immunolojinin mikrobiyoloji ve
bakteriyolojinin bulunmasından önce var olduğu söylenebilir.
Şimdi immunoloji sahasına katkılar biyokimya, anatomi, genetik bilimler,
farmakoloji, patolojiden ve aynı zamanda alerji, enfeksiyöz hastalıklar, organ
transplantasyonları, romatoloji, bağışıklık bozukluğu hastalığı ve onkoloji gibi
klinik modellerden kaynaklanmıştır.
Çinli doktorlar II.yüzyılda çiçek hastalığı lezyonlarının kabuklarının
inhalasyonunun daha sonra bu hastalığın meydana gelmesini önlediğini
gördüler. Daha sonra çiçek hastalığı lezyon kabuklarının intradermal
enjeksiyonunun hastalığın meydana gelmesini önlediği kaydedildi.
İngiltere’de 18. Yüzyılda artık bu teknik çok yaygın uygulanıyordu; fakat uygun
koşullarda hazırlanmadığı için bu aşının kendisi birçok ölüme neden oldu. Bu
yüzyılın sonlarına doğru bir tıp öğrencisi olan Edward Jenner ineklerdeki,
çiçek hastalığının çiçek hastalığının çiçek hastalığının önlenmesinde etkili ve
uygun bir madde olduğunu buldu. Fakat ancak 19. Yüzyılda Louis Pasteur aşı
kelimesini Jenner’ın katkısı ile oluşturdu. Bundan sonra Pasteur’un çalışması
hastalığın ‘’mikrop teorisine’’ yol açtı.
Bir sonraki yüzyıl süresince henüz tanımlanmamış olan ‘’immün sistem’’e
katkılar yapıldı. Bugünkü anlamı ile immün sistem ancak 1908 de tanımlandı.
Dr. Elice Metchnikoff immun sistemin selüler teorisini (kovucu hücreler ile
fegositoz) geliştirildi ve Dr. Paul Erlich de humoral teoriyi (antibiyotikler gibi
kimyasal etkiler ya da yan zincir) önerdi.
Bir iki düşünce ekolü sonucunda immunoloji doğdu ve bugünkü modern
medikal araştırma ve uygulama çağında immunolojiyi ciddi bir bilim olarak
gördüğümüz ve kullandığımız bugünkü kavrama gelişti. Şimdi dürüst olalım;
bilimi çok yavaş ilerler ve ne yazık ki kişisel tercih ve ön yargılarımızın
kurbanıdır. Biz ancak öğrendiğimiz ve araştırıp, savunduklarımızla yetiniriz.
Hepimizin immunoloji konusunda bizden önceki çalışmalara borçlu olduğumuz
kesindir; şimdiki tıp sahasındaki değişiklik mekanizmalarına bakarsak, onların
bulguları, gözlemleri ve saptamalarının çok büyük fedakarlıklara malolduğu
kesindir. Vücudun içinin saflığına idame ettirmek ve böylece insanın sağlığına
katkıda bulunmak için vucut koruma kaynaklarını ayarlamak için çok çeşitli
humonal ve selüler mekanizmalar bulunduğu görülmüştür. Bu kompleks ve
birbiri ile bağlantılı mekanizmalar üzerinde farmakolojik kontrol (çoktan beri
arzu edilen bir hedef) gittikçe gerçekleşmeye yaklaşmaktadır. Mathe ve
Olsson’un 1979 deki çalışmalarında belirttikleri gibi, bizler immuno
farmakolojik ajanların gelitirmesinde Orta Çağlardan Rönesans’a geçtik. Şimdi
de, muramil dipeptidler ve glukan türevlerinin geliştirilmesi ile bu Rönesans
devresinden hızla Biyoteknoloji Çağına geçmekteyiz.
Çalışmacılar immun sistemin selüler aktivitesini ayarlayacak ya da etkileyecek
ajanlar tanımlamaya çalışır. Bu da mast ya da makrofaj hücreler ve bunların
çeşitli T ve B hücre lenfositleri ile bağlantıları gibi vücut immün
mekanizmalarınını değiştirimeye çalışıldığını belirtir. Şimdi humoral ve selüler
immün foksiyonun belirli ilişkileri tanımlanabilir.
ß-1,3-glukan’ın İmmun Sistem Üzerindeki Etkileri
Immun sistemlerin yönlendirilmesi çalışmalarında başlangıçta, basit bir maya
olan Saccharomyces cerevisiae’dan izole edilen ß-1,3 glukan gibi poliglukoz
preparatının hayvan deneylerinde bazı hastalık proseslerini değiştirebildiği ve
böylece aşıya benzer bir etki gösterdiği görüldü.
Bunu izleyen yıllarda yayınlarda Saccharomyces cerevisiae’dan izole edilen
ß- 1,3-glukan’ın immün sistemden bir modulatör olarak önemli bir rolü
bulunduğu gözlemini destekleyen birçok çalışma olmuştur.Deimann ve faimi
çalışmalarında ß-1,3-glukan’ın karaciğerde makrofajların doza-bağımlı olarak
birikmesine neden olduğunu gördüler ve bundan sonra araştırcılar bu
maddenin immün sistemleri etkileyebilme mekanizmasını araştırmaya
başladılar.
Şimdi ß-1,3-glukan’ın tumorsidal aktivitesi dikkat çekmeye başlamıştır.
Fleming ve ark. makrofajların serum lizozim aktivitesi meydana getirme
yeteneklerini tanımladı. Jacques, Lambert ve Song çalışmalarında ß-1,3glukan’ın tek bir IV uygulamasından sonra total komplemen aktivitesinin
hemen ve anlamlı şekilde azaldığını kaydettiler. Çalışmacılar bu aktivasyon
süresinden sonra tek-doz ß-1,3-glukan enjeksiyonundan sonraki 2.hafta
süresince total kompleman aktivitesinde % 150 yi aşan büyük bir artış
olduğunu kaydettiler. Birçok araştırmacı çeşitli enfeksiyöz hastalığı azaltma
etkisine bu aktivasyonun neden olduğu sonucuna vardılar.
Yukarıdaki araştırmacıların çalışma ve gözlemleri ß-1,3-glukanın immun
sistemi ayarlama ya da yönlendirme yeteneği bulunan bir beslenme maddesi
olarak değerini tanımlamaya başladı. Aslında onların çalışmaları immün
fonksiyonun non-farmasötik desteğinin en yeni ve heyacan verici olanlarından
birine yol açtı. Şimdi bunu gözönünde bulundurarak ß-1,3-glukan’ın geçmişi
ve gelişmi araştırılmalıdır. Kimyasal olarak ß-1,3-glukan olarak bilinen
saflaştırılmış mayanın ticari ismi NSC-24 ım dir.
Beta –1,3- Glukan’ın Ayrıntılı Hikayesi
Dr. Louis Pillemer ve ark. 1940 larda kaba bir maya hücresi duvar preparatı
Zymosan’I tanımladıkları zaman araştırmalar başladı. Çalışmacılar bu
maddenin nonspesifik immüniteyi stimüle edebildiği kaydettiler. O tarihte,
proteinler, lipidler ve polisakaidlerin kaba bir karışımını içeren bu bileşiğin
hangi komponentının immün cevabı aktive ettiği bilinmiyordu. Bunun cevabı
1960 larda, Dr. Nicholas DiLuzio’nun Tulan Universitesinde ß-1,3-glukan ile
yaptığı çalışmalarda bulundu. Dr. Joyca Czop 1980 lerin sonlarında Harward
Universitesinde yaptığı çalışmada bu materyalin immün sistemi stimüle
etmedeki etki mekanizmasını tanımladı; makrofaj adı verilen bazı hücrelerin
yüzeyinde maya ß-1,3-glukan için spesifik bir reseptör vardır ve bu aktive
edildiği zaman bir olaylar silsilesini stimüle edip, hücreleri bir ‘’koruma
cephaneliğine’’ dönüştürür.
Makrofaj
Makrofajlar lökoitlerdeki (ak yuvarlar); fakat immun sistemi oluşturan ve B
hücreler (Plazma; immün sistemin antikor bölümü) ve T-hücreler
(tanımlanabilen immün sistemin fonksiyonel bölümü) olarak bilinen 2 tip hücre
tanımına girmez. T-Hücrelerin selüler parçalanmasının spesifiklerinin daha
ileri tanımı ve açıklanması bu çalışmanın kapsamı dışındadır.
Makrofajlar immün cevabı başlaması ve idamesinde önemli bir rol oynar.
Gelişim yönünden ele alınınca, makrofaj bilinen en eski ve immunolojik
yönden en tutarlı şekilde mukafaza edilen hücredir. Sadece insanlarda değil,
gelişmiş hayvanlar ve primitif omurgasızlarda ve başka hiçbir immunolojik
efektör hücreler bulunmayan Hydra’da makrofaj bulunur. Makrofajın
immunolojik fonksiyon gösterebilmesi için, belirli morfolojik değişiklikler içeren
bir aktivasyon durumundan geçmesi gerekir. En önemlisi, immun sistemin
enternal regulatörleri gibi hareket eden bir seri sitokinin üretiminde tüm bir
metabolik değişiklik sekansı meydana gelir. Bu aktivasyonu endotoksin
(Bakterilerin kimyasal ürünleri), bakteri; virüs ya da kimyasallar gibi farklı
stimülüsler başlatabilir. Bu aktivatörler yararlı olamayacak derecede toksik ya
da patojenik olabilir. Diğer taraftan, ß-1,3-glukan aktif maddesini içeren NSC24 oral yoldan etkili, tamamen emniyetli ve non-toksiktir. ß-1,3-glukan immun
cevabın en güçlü stimülatörlerinden biridir.
Yıllardan beri makrofaj aktive eden polisakaridlerden birini (mannan ya da
polimannas denilen) içeren aloevera hülesasına önem verilmişti. Manman’ın
makrofaj aktive edici potansı bulunmakla beraber, ß-1,3-glukan ile
karşılaştırınca bu çok düşüktür.
Aktivite düzeyleri farklı olan birçok değişik tip Beta glukan bulunduğu bilinir;
bunların aktivitesi en yüksek olanı fırıncı meyası hücre duvarından
(Saccharomyces cerevisiae) izole edilen ß-1,3-glukan’dır.
Molekül
çalışmalarında 3 boyutlu modelinin bir heliks olduğu görülmüştür. Harvard
Üniversitesinde bu konuda yapılan araştırmalarda makrofaj hücre membranı
üzerinde yaklaşık 7 şeker kalıntısı için reseptör bulunduğu görülmüştür. Bu
kadar az sayıda glükoz ünitesinin bu reseptörleri aktive edebilmesi çok
şaşırtıcıdır. Daha da şaşırtıcı olanı ise immün kaskaddaki en eski hücrenin
yüzeyinde bu tür polisakarid zinciri için spesifik reseptörler bulunmasıdır.
Şimdi bir gelişim açısından bakılınca, ß-1,3-glukan’ın doğada en yaygın ve en
sık görülen makrofaj aktivatörü olduğuna kanıtlar vardır. Bu aynı artırıcı
mekanizmalar tüm hayvanlar, kuşlar, balıklar ve bitkilerde de görülmüştür.
Aktive edilmiş makrofaj gerçek bir güç kaynağıdır; vücudumuzun ilk
savunmasıdır. Bir makrofaj tümör hücrelerini nonspesifik olarak tanımlayabilir
ve öldürebilir; yabancı maddeleri atabilir. Aynı zamanda genelde immün
sistemimizi stimüle edip harekete geçirebilen birkaç gerekli sitokini de
üretebilir; kemik iliğinin immün hücre üretimini de artırabilir. Bazı kiselerde
yaş, kronik enfeksiyon ya da kötü beslenme nedeniyle immün savunma
sistemleri bozulabilir. Bunlar aşağıdaki problemlerin hepsine duyarlıdır: artrit,
yara iyileşme kapasitesinde azalma, kemik iliği proliferasyonundaki azalma
nedeniyle ak yuvar sayısında düşme ve anemi, kanser ensidansında artış ve
tüm viral, fungal ve bakteriyal enfeksiyon çeşitlerinin ensidansında artış.
Yaşlanma prosesinin başlıca elementlerinin birinin de immün fonksiyonun
etkinliğinin azalması olduğu iyice bilinir; yukarıda belirtilen problemlerin hepsi
biz yaşlandıkça meydana gelir. Ayrıca, immün sistem radyasyon, insektisitler,
besin prezervatifleri ve farmasötikler gibi çeşitli çevre faktörleri ile de bozulur.
Fiziksel ve duygusal stres ve yoğun fiziksel egzersiz de immün sistemi etkiler.
Sağlıklı atletlerde yoğun egzersiz sürelerinden sonra grip ya da pnömoninin
sık görüldüğü kaydedilmiştir. Koroner kalp hastalığı gibi strese bağlı
hastalıklar bulunan kimselerde de aynı immünosüpresyon görülmüştür. Bu
etkiler altında, makrofej sayısı düşer ve immün kaskadda yer alamaz; bu da
immünosüpresyonun daha da fazla olmasına neden olur. ß-1,3-glukan’ın
makrofaj hücrelerini stimüle ve aktive ettiği kanıtlanmıştır; bu da, bu olumsuz
etkileri önleyecektir.
Hayvanlarda yapılan yaygın çalışmalarından sonra 1970 lerin sonuna doğru
Beta glukan ile insanlarda çalışmalar başladı. Dr. Peter Mansell ß glukan
enjeksiyonu uygulanan subkütan maliyn melanoma nodüllerinin birkaç gün
içinde kaybolduğunu kaydetti. Enjeksiyon bölgesinde yapılan biyopsilerde hiç
melanoma kanıtı bulunmadı; sadece aktive edilmiş makrofaj toplulukları
görüldü.
Sonraki bir çalışmada meme kanseri için mestektomi ve radyasyon
tedavisinden sonra göğüs kemiğinde nükseden maliyn ülserler bulunan birkaç
kadın hastaya tedavi uygulandı. ß-1,3-glukan’ın tümör içine enjeksiyon ile
uygulanmasından sonra bu aktif olmayan ülserler tamamen iyileşti. New
Orleens Charity Hospital’da aynı madde büyük basınç ülserlerinin tedavisinde
topikal olarak kullanıldı ve ülserlerler tamamen iyileşti; burada, bu ülserlerin
bazılarının (dekubitus) sakrumun kemik yapısına kadar uzandığı da
belirtilmelidir. Beklenmeyen bir yarar da hiç enjeksiyon olmaması ve derinin
hemen normale dönmesi idi.
ßeta -1,3-glukan sistemik olarak ilk dafe 1980 lerde ileri derecede HIV
enfeksiyonu bulunan hastalara uygulandı. İleri derecede immunolojik
yetmezlik bulunan bu bireylerde serum sitokinleri, interlökin-1 interlökin-2 ve
interferon’da artış olması araştırmacıları da şaşırttı.
Ayrıca, şiddetli travma bulunan hastalarda yapılan klinik çalışmalarda
enfeksiyöz komplikasyonlar nedeniyle ölüm ensidansında da anlamlı bir
düşüş görüldü.
Yukarıdaki çalışmalar sırasında Doğu Avrupa’da radyasyon ya da
kemoterapinin kemik iliği süperasyon etkilerinin tedavisi için beta – 1,3- glukan
içeren bir preparat ruhsatlanmıştı.
Beta –1,3-glukan ile en şaşırtıcı oral çalışmalardan birisini U.S. Armed Forces
Radiobiology Institute yapmıştı. İyi kontrollu bir çalışmada sıçanlarda letal
dozlarda radyasyon verildi. Radyasyon verilmesinden sonra bir doz maya ß1,3-glukan oral yoldan uygulanınca tüm vakalarda sıçanların % 70 I
radyasyonun zararlı etkilerinden tamamen korundu.
Yukarıdaki çalışmanın yazarlarından biri olan Myra Patchen Beta-1,3
glukan’ın aynı zamanda bir serbest radikal scavenger olduğunu gördü.
Radyasyon uygulaması sırası ve sonrasında kan makrofajlarını serbest
radikal ataklarından koruyabildi; böylece bu hücreler radyasyon uygulanmış
vücutta önemli fonksiyonlarına devam edebildi ve normal kemik iliği üretiminin
yerine gelmesi için önemli faktörleri serbest bırakibildi. Serbest radikal kovucu
çalışmaları farklı modellerde tekrarlandı ve ß-1,3-glukan’ın antioksidan etkisi
onaylandı. Serbest radikallerin yaşlanmayı hızlandırma, kanser ve diğer
dejeneratif hastalıklara neden olma potansiyali konusundaki güncel bilgiler
gözönünde tutulunca, ß-1,3-glukan’ın bu belirli etkisi özellikle önemlidir.
Bylord College of Medicine’de son zamanlarda tamamlanan çalışmalarda da
oral ß-1,3-glukan’ın non-spesifik immunitinin bir stimülanı olarak etkililiği
onaylandı. ß-1,3-glukan’ın oral uygulandığı farelerde peritoneal makrofajların
fagosit aktivitelesi iki katına çıktı. ß-1,3-glukan’ın oral uygulamasının sistemik
etkisi enjeksiyon ile sağlanan ile aynıdır; bu da tabii bu maddenin eşsiz ve çok
değerli bir oral immün-stimülanı olmasının sağlar.
Çeşitli bakteriyal patojenler (Staphylococcus aureus, Klebsiella pneumoniae,
Escherichia coli ve diğerleri) ve viral patojenlerin (Herpes virüsü) verildiği
hayvanlarda antibiyotik terdavi şemasına ß-1,3-glukan ilave edildiği zaman,
enfeksiyonu kontrol altına almak için daha düşük miktarda antibiyotik ya da
antiviral ajan gerekti. ß-1,3-glukan’ın aynı zamanda antifungal etkisi de vardır;
bu etki Candida albicans ile yapılan çalışmalarda görülmüştür. ß-1,3glukan’da görülen bu kadar geniş bir anti-enfektif spektrum, ancak bu esşiz
maddenin sağladığı immuno-stimülasyonun non-spesifik olması ile
açıklanabilir Bu düşünce de önceki birçok araştırmacının ß-1,3-glukan’ın
etkisini makrofajların direkt stimülasyonu ile gösterdiği bulgusunu destekler.
ß-1,3-glukan’ın oral uygulaması üzerinde devam eden araştırmalarda bu
maddenin aynı zanamda nikotinin asit ve Lopid gibi oral kolesterol-düşürücü
ajanların yararlılıklarını da artırdığı ortaya çıkmıştır. Son araştırmalarda
interlökin-1 (IL-1) sitokin’in anti-diyabetik bir etkisi olduğu görülmüştür; bu
madde insulin üretimini artırarak kan glükoz düzeyini düşürür. Daha önceki
birçok çalışmada da görüldüğü gibi, vücuttaki IL-1 in başlıca kaynağı
makrofajlardır.
Çalışmalarda ß-1,3-glukan’ın, IL-1 üretiminde makrofaj aktivitesini stimüle
edebileceği görülmüştür. Diyabetli hastalarda aterosklerotik komplikasyon
oranının çok yüksek ve antioksidan gereksiniminin çok fazla olduğu
gözönünde tutulunca, bu durumlarda yaşam kalitesinin yükseltilmesi için ß1,3-glukan kullanımının gerektiği kesindir.
Beta glukan’ın bir immün stimülatör ya da daha tanımlayıcı olarak ‘’biyolojik
bir savunma düzenleyicisi’’ olarak aktivitesinin birçok çalışmada gösteridiği
gibi, ß-1,3-glukan’ın bir beslenme suplemanı olarak kullanımından büyük
yararlar elde edilebilir. Yaşlanma prosesi ‘’olumsuz koşullar nedeniyle
yaşamın fiziksel utançlarının toplamı’’ olarak tanımlanmıştır. Birçoğunuz bu
tanımı doğru bulmayacaksınız fakat ß-1,3-glukan şimdi piyasadaki ilk ve tek
gerçek yaşlanmayı önleyici suppleman olabilir. Bu madde enfeksiyon, tümör
ve radyasyon hasarı gibi olumusuz olaylara karşı savunmadır; aynı zamanda
antioksidanlar, lipid dengesi artırıcılar, antibiyotikler ve diğer terapötiklerin
olumlu etkilerine bir ilavedir. Sonuç ise genel sağlığın düzelmesi olup, bu da
yaşamdan daha fazla zevk almak, daha az hasta olmak, tıbbi gereksinimler
için daha az zaman ve para harcamak ve zamanla sağlık harcamalarında
büyük tasarruflar yapmak demektir.
Özet olarak ß-1,3-glukan emniyetli ve çok güçlü bir beslenme desteğidir;
yüksek sistemik etkisi non-spesifik immun stimulasyonu ile birlikte serbest
radikal kovucu aktivite olarak tanımlanabilir. Teknik olarak bu madde sadece
yüksek derecede saflaştırılmış glükozdan yapılmış bir polisakarid
molekülüdür. Glükoz basit bir sakariddir ve vücut bunu ATP (adenosin tifosfat)
olarak enerjiye çevirir ve glikojen şeklinde kaslar, karaciğer ve diğer dokularda
depolar. ß-1,3-glukan’ın enerji depolanmış glükoz içeren polisakaridlerden
farklıdır; çünkü glükoz üniteleri arasındaki bağlantı farklıdır. Daha spesifik
olarak, bu bileşiği eşsiz yapan da ß-1,3-glukan bağlantısıdır. Unutmayın, bu
madde Genelde Emniyetli olarak Bilinir (FDA ya göre GRAS kategorisi) ve
bilinen hiçbir toksisitesi ya da yan etkisi yoktur.
ß-1,3-glukan’ın Etkilerini Gösteren Biyolojik Olayların Özeti
-
-
Makrofajların aktivasyonu, yüksek nonspesifik fagosifik aktivite göstererek
makrofajların patojenleri daha etkili şekilde yoketmesini sağlamak ve
sıklıkla hastalığı önlemek
IL-1, IL-2 ve diğerleri gibi önemli sitokinleri serbest bırakmak ve bunlarında
bir immün kaskadı başlatıp, T-hücreleri gibi diğer hücreleri tetiklemesi
Koloni stimüle edici faktörleri serbest bırakıp, kemik iliği üretimini artırmak
Hücre aktivasyonu ve antioksidan aktivite yoluyla kolesterolu düşürmek.
ß-1,3-glukan desteğinin kullanımından kimler yararlanır :
1- HIV enfeksiyonu dahil olmak üzere herhangi bir nedenle bağışıklık
bozukluğu bulunanlar; enfeksiyöz hastalıkların sık görüldüğü kimseler;
tümör bulunan ve/veya kemoterapi ya da radyasyon tedavisi uygulananlar;
40 yaşın üstünde olup, doğal yaşlanma prosesinden rahatsız olanlar ya da
immun reaktivitede yavaşlama olduğunu düşünenler; geriatri hastaları;
bağışıklık mekanizması zayıflatılmış diğer hastalar.
2- UV radyasyonu gibi dış kaynaklardan fazla serbest radikal üretiminden
etkilenen insanlar; elektromanyatik olanlar, kötü beslenme alışkanlıkları;
besin prezervatifleri gibi ksenobiyotikleri fazla tüketen ya da çevre
kirliliğine maruz kalanlar; ve diyabet ya da kronik enflamasyon gibi kronik
dejeneratif hastalık bulunan insanlar.
3- Profesyonel ve amatör atletler ve aynı zamanda yoğun şekilde açık
havada çalışanlar. Fiziksel ya da duygusal stres altında olanlar.
4- Aterosklerozis riskinin yüksek olduğu kimseler kolesterol düşürücü ilaçlara
ek olarak diyetlerine mutlaka ß-1,3-glukan eklemelidir. Makrofaj
aktivasyonu kandan fazla kolestrol çekilmesine yardım eder, enteryal
duvarlarda daha ileri plak formasyonunu önler ve yabancı cisim olarak
tanımladığı var olan plakları fagositize eder.
NSC-24 Kullanımı Üzerindeki Kişisel Klinik Gözlemler
Son yıllarda beta- glukanı birçok klinik durumda kullanma fırsatım oldu. Bunlar
aşağıdakileri içerir: 1. Şiddetli kronik immun fonksiyon bozukluğu olan hastalar
2. Non-spesifik immün stimulatör olarak 3. Hiperkolesterolami bulunan
hastalar ve kolesterol düşürücü ilaçlar almakta olan ya da almayan hastalar 4.
Komplikasyonsuz süperfisyel bazal hücre karsinoması bulunan 3 hasta 5
küçük boyutlu (çapı<0,4 mm) melonama bulunan ve hiçbir metastas
görülmeyen bir hasta 6. Karsinoma için radyasyon uygulanmakta olan birçok
hasta 7. Açık deri ülseri bulunan 2 hasta; birinde sakral bölgede 3 cm lik bir
dekubitus ülseri vardı ve diyabetli olan diğer hastanın ayak bileğinini medyal
yüzeyinde 1 cm lik bir melanez ülseri bulunuyordu.
Şimdi hepsi günde 3 kez bir adet beta- glukan almakta olan HIV’ li 4 hastayı
izlemekteyim. Bu hastaların hiçbirinde CD4 ve CD4: CD8 orantılarını içeren
aktive edilmiş lenfosit çalışmaları ile ölçülen immun yeteneklerinde herhangi
bir kötüleşme görülmedi. Bunların hepsi verimli şekilde çalışmakta ve aktif bir
yaşam sürmektedir. Hepsinin büyük dozlarda besleyici aldığı muntazam
egzersiz yaptığı ve uygun bir diyet yaptığınıda belirtmeliyim.
Geçen yıl beta- 1-3 – glukanın non-spesifik immun stimulatör aktivitesini
değerlendirme imkanım oldu. Bunu kendimde, ailemde ve kendi hastalarım
içinden gelişigüzel seçtiğim 12 kişide çalıştım. Unutmayın ki benim klinik
sahamdaki hastaların büyük bir bölümü zaten çeşitli besleyiciler almakta, diyet
uygulamakta ve genelde çeşitli egzersizler yapmaktadır. Hasta seçimimde
ana çalışmamın potansiyel sonucunu etkileyecek şekilde hareket etmedim.
Bakteriyel ve viral soğuk algınlıklarının önlenmesi için bir beta- glukan
kapsülü almaya gönüllü ilk 12 hastayı (bazılarında kalp hastalığı, kanser,
artrit, diyabet vardı ya da hiçbir hastalık yoktu) çalışmama aldım. Bunu izleyen
12 ay içinde hiçbirinde, ailemde ya da bende tek bir üst solunum yolu hastalığı
insidansı görülmedi. Burada hastaların birinde ileri derecede kronik obstrüktif
pulmoner hastalık (KOAH) bulunduğunu da belirtmeliyim.
Bir bilimsel araştırmacı olarak yukarıdaki küçük çaplı çalışma ve/veya
gözlemim, gerçek tıp bilgilerinin kabul edilmesi ya da reddedilmesi için gerekn
tipik çift-kör çapraz yöntem şartlarına uymadığını biliyorum. Benim de, sizler
gibi, temel araştırma için gereken para kaynaklarım yoktu. Bu nedenle betaglukanın yararlılığını onaylamak ya da reddetmek için kendi kısıtlı imkanlarımı
buna harcayamayacağımı sizin de anlayacağınızdan eminim. Gene de
bilimsel bir araştırma için gereken imkan ve para verilirse, bu beta- glukan
maddesinin genel halkı en yaygın bakteriyal ve viral soğuk algınlıklarına karşı
koruma yeteneği bulunan güçlü bir non-spesifik immün stimülator olarak
tanımlanacağından eminim.
Son bir yıl içinde hiperkolesteromi bulunan her hastada günde bir kapsül betaglukan alınmasından sonraki 3 ay içinde total kan kolesterol düzeylerinde en
az %20 düşüş olduğunu gördüm. Bu düşüşün düşük dansite lipoprotein (LDL)
de mi yoksa yüksek dansite lipoproteinde (HDL) mi olduğu saptanmadı.
Son yıl içinde küçük bazal hücreli karsinomalarda (< 1 cm çapında) 10 mg
beta- glukanın lezyon içinde enjeksiyonunun etkilerini fiziksel olarak gözledim.
Bazal hücreli karsinomaları seçtim çünkü bunlar klinik uygulamalarında en
yaygın görülen süperfisyel neoplastik lezyonlardır. Dr. Mansell ve rak. nın
melanomalar ile yaptıkları çalışmalara dayanarak beklediğim gibi, 3 hastada
da bazel hücreli lezyonların herhangi bir süperfisyel endikasyonu 3 ay içinde
tamamen kayboldu. Burada da önce ve sonra patolojik tanım gerektiğini
hastaya belirtemeyip, kendim de yapamadığımı itiraf etmeliyim.
Kırkyedi yaşındaki bir hemşirenin kalçasındaki tek bir melenomayı (5 mm
çapında) tedavi etme fırsatım oldu. Başlangıçta bu hastaya doktoru
kalçasındaki lezyonun geniş bir cerrahi eksizyonunu önermişti. Fakat hasta ß1,3-glukan’ın 10 mg tümör-içi enjeksiyonlarını denemek istedi. Dr. Mansell ve
ark. da belirttiği gibi, 3 ay içinde lezyon tamamen kaybolmuştu. Şimdiye kadar
hiçbir nüksetme endikasyonu görülmedi. Gene de bunun sadece bir vakadaki
gözlem olduğu belirtilmelidir. Bu nedenle, bu cevap genel halktan
beklenebilecek cevabı temsil etmez.
Son 11 ay içinde meme kanseri için radyasyon tedavisi uygulanan 8 hastanın
5 ini günde 3 kez bir kapsül (2,5 mg/kapsül) NSC-24 almaya ikna edebildim.
NSC-24 kullanan hastaların hiçbirinde şimdiye kadar deride herhangi tip bir
radyasyon hasarı görülmedi; buna karşılık NSC-24 kullanmak istemeyen 3
hastanın derisinde yaygın radyasyon hasarının tüm belirtileri vardır.
ß-1,3-glukan kullandığım ilk bir kaç ay içinde bu maddeyi 2 süperfisyal ülser
üzerinde topikal kullanma fırsatım oldu; bunlardan birisi sakral bölgede 3 cm
lik bir doku bitus ülseri ve diğeri de diyabetli bir hastanın ayak bileğindeki 1 cm
lik bir Meleney ülser, idi. Bu ülserilerin ikisi de uzun süreden beri vardı ve
standart tıbbi tekniklerle uygulanan tedavide başarı sağlanamamıştı. Ben her
ikisinde de Tulane University School of Medicine Research Summary
protokolunu kullandım. Her iki ülser de, hergün 2.5 mg ß-1,3-glukan’ın direkt
olarak ülserin içine topikal uygulanıp, üzerinin gevşek bir şekilde kapatılması
ile 2 ay içinde tamamen iyileşti.
Sonuç
Geleneksel ve beslenme ile ilgili sağlık konularında 25 yıllık tıbbi
oryantasyonlu araştırmaların sırasında en verimli olanın ß-1,3-glukan ile ilgili
klinik çalışmaların olduğunun söyleyebilirim.
Ne yazık ki beslenme araştırmaları için ayrılan bütçe çok kısıtlıdır. Tabii bu da
araştırmaya değer birçok madde ve prosedürlerin yararlılığı konusundaki
bilimsel çabalarımızı ciddi şekilde sunulur. NSC-24 ile deneyimlerin beni
büyük bir boşlukta bıraktı. Bu maddenin değerini açıkça görebiliyorum fakat
bu gözlemlerime tartışmasız bir kanıt gösteremiyorum.
ß-1,3-glukan’ın çeşitli klinik durumun bakımı ve kontrolunda araştırma ve
kullanma fırsatı bulduğum maddelerden en heyecan verici ve şaşırtıcı
olanlardan biri olduğunu söyleyebilirim. Bu nedenle, kanımca bu madde kronik
hastalık bulunan birçok hastada anlamlı bir cevap beklenerek emniyetle
kullanılabilir.
Download