5 Nisan 2010 Yıl/14 Sayı/11 Makro Ekonomi ve Strateji Göründüğü Gibi Değil... Hafta içinde 2009’un hasar boyutu belli oldu. Ekonomi yılın son çeyreğinde %6 büyürken 2009 yılının tümünde %4.7 küçüldü (aşağıdaki grafik). Otoritelerin ortaya koyduğu tahmin %6 olduğu ve bu rakamı gören piyasa beklentileri de %5-6 arasına kümelendiği için piyasalar küçülme oranını beğendiler ve (ne alaka ise) bir anda 2010 büyüme beklentileri de yukarı yönlü revize edildi. Halbuki rakamlar ekonominin hiç de yakın zamanda 2007 öncesi potansiyel büyüme hızlarına ulaşabileceği yönünde bir sinyal vermediği gibi çok açık ve net bir biçimde ekonominin 2004 yılından beri düzenli Büyüme bir şekilde kan kaybettiğini ve kriz öncesinde dahi büyüme potansiyeline (Reel GSYH Değişimi) ulaşmakta zorlandığını da açıkça ortaya 9,4% koyuyor. 10% 8,4% 6,9% 6,2% Ekonomideki bu küçülmenin sebebi 5,3% 4,7% yurtdışı sermaye girişinin yavaşlamış 5% olması (kısmen global kriz sebebiyle kısmen de yeni yatırım iştahının 0,7% azalması nedeniyle, aşağıdaki grafik). Artık “iktisata giriş” öğrencilerinin de 0% gayet iyi bildiği üzere, Türkiye’de yatırım 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 ihtiyacı ve talebi yerel tasarrufların üzerinde seyrediyor ve yatırımlardan -5% feragat etmek yerine yerli tasarrufları -4,7% yurtdışından tasarruf ithal ederek Ödemeler Dengesi destekliyoruz (bu illa ki yabancı tasarrufu demek değil, Türklerin de Sermaye Dengesi Doğrudan Yatırım Cari Denge mia $ yurtdışında tasarrufu var ve maalesef 50 60 vergileme şekli Türkleri tasarruflarını 46 40 39 yurtdışında tutmaya sevkediyor). 40 Yurtdışı Türkiye’ye sermaye aktarmaya 20 20 19 iştahlı olduğunda ekonomi büyüme 16 15 11 20 9 hızını arttırabiliyor ya da tersi. 2002 6 20 2 0 sonrasında büyüme hızı artabildiyse bu 0 yurtdışından hızlı bir sermaye (döviz) -2 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 akışı olduğu içindi. Çünkü hem Türkiye 2002 -7 -20 ekonomisi finansal ve ekonomik -14 -16 -23 anlamda bir getiri potansiyeli sundu hem -40 -33 de yurtdışında bundan faydalanmak için -38 -42 yeteri kadar likidite (kredi) imkanı vardı. -60 Benzer şekilde 2007 sonrasında büyüme hızı yavaşladı ve hatta eksiye döndüyse de bunun sebebi yine döviz girişinin azalmış olması. Bir daha vurgulayalım; sadece yurtdışı tasarrufların risk iştahı (kredi arzı) azalmadı, kredi talebi de düştü. 5 Nisan 2010 Yıl/14 Sayı/11 Bu ekonomik yapı hala geçerli olduğuna göre, bundan sonra ekonominin yeniden %5-7 arası büyüme hızlarına ulaşması yurtdışından döviz girişine bağlı olacak. Ekonominin finansal ve ekonomik cazibesi ve yurtdışından sermaye aktarılmaya hevesli olunduğu ölçüde ekonomi büyüyecek. Görülen o ki, Türkiye ekonomisinin Politika Faizleri (%) finansal cazibesi eskisi gibi değil. 18 Gelişmekte olan ülkeler (ort.) Türkiye’de faizlerle benzer ülkelerin Doğu Avrupa (ort.) 16 faizleri arasındaki fark ciddi şekilde Türkiye daraldı (yandaki grafik). Đkincisi, 14 yurtdışında finansal risk iştahı azaldı. 12 Bugün yerli yatırımcılar bile Türkiye tahvilleri yerine Brezilya (yerel) 10 tahvillerini tercih eder duruma geldiler. 8 Büyük bankalar, yatırımcılar kriz 6.50 6 sonrasında bilançolarını ya da fonlarını 4.54 küçültüyorlar (deleverage). Regülatörler 4 4.13 eskisine göre çok daha fazla risk iştahını 2 kontrol etmeye çalışıyorlar. Örneğin, Eylül 08 Aralık 08 Mart 09 Haziran Eylül 09 Aralık 09 Mart 10 2005’ten sonra Türkiye’ye “son fırsat” 09 mantığı ile yatırım yapan ve ciddi fonlar aktaran bankalar artık bu desteği veremeyecek durumdalar. Geriye Türkiye’nin ekonomik potansiyeli kalıyor. Ve bundan sonra tartışılması gereken aslında bu. Türkiye ekonomik olarak ne yapacak ve yurtdışı yatırımcılara ne imkanlar sunacak ta yeniden %5-7 arası büyüme hızlarını istikrarlı hale getirecek şekilde yurtdışı sermaye girişini cezbedecek? Örneğin, Acaba Türkiye enerji yatırımlarında bölgenin merkezi olacak şekilde bir ilerleme kaydedebiliyor mu? Acaba dünyanın son yıllarda çok önemsediği tarım yatırımlarında yıllarca tarım potansiyeli çok büyük denen Türkiye bir devrim gerçekleştirerek yerli, yabancı sermayeyi çekebiliyor mu, yoksa yıllarca hep potansiyeli büyük ülke olarak mı anılmaya devam mı edecek? Acaba Türkiye altın ihracı indi, çıktı tartışmalarından kurtulup ihracatın motor görevini görecek yeni katma değeri yüksek sektörler yaratabiliyor mu? Bu yönde adım atıyor mu, vizyonu var mı? Acaba bir Fiat, Volkswagen, Ford neden Sırbistan’a yatırım yapmak için yarışıyorlar da bu alanda zaten çok kalifiye bir işgücü olan Türkiye’ye gelmeyi ya da mevcut ölçeklerini büyütmeyi düşünmüyorlar? Son Çeyreğin Kahramanı Belli... Tüketim Harcamaları 2009 yılının son çeyreğindeki %6’lık hesapları şaşırtan büyümenin tartışmasız en önemli faktörü kamu harcamaları oldu (aşağıdaki grafik). Eğer kamu harcamaları geçen yıl kadar olsaydı son çeyrek büyümesi %6 yerine %3.7, 2009 yılındaki küçülme ise %4.7 yerine %5.3 olacaktı. Üstelik bu sadece direkt (matematiksel) etkisi. Bu harcamaların bir de çarpan etkisi, yani diğer harcamaları tetikleyicisi etkisi de var. Özel tüketim harcamalarında bir tepki, düzelme var ama hala gelinen seviye itibarı ile hala kriz dönemi öncesinin altında bulunuyor. (Reel, Yıllık) 15% Özel 10% 5% 0% 2003 -5% 2004 Kamu 2 2005 2006 2007 2008 2009 5 Nisan 2010 Yıl/14 Sayı/11 Şüphesiz ki kamu harcamalarına dayanarak ekonomi büyütmek sadece kriz dışı dönemler Net Kamu Borcu Brüt Kamu Borcu için kabul edilebilir, aksi durumda sürdürülebilir değil. Kamu harcamaları bu kadar arttığı için 60% 54% hükümet ekonominin %4.7’si kadar bir faiz dışı 49% 48% bütçesi hedeflediği halde %0.1’in ötesine 43% 42% 42% geçemedi. Bu nedenle GSYH’nın %1.0’ı kadar bir bütçe açığı hedeflenmişken oran %5.5’a 40% 34% 32% 29% fırladı. Yine bu nedenle 2009 yılında kamu 28% borcu ekonomiye oranı itibarı ile net 4, brüt 6 puan yükseldi (yandaki grafik). Üstelik bu 20% Hazine’nin konjonktür itibarı ile bankaların likit olduğu ve bu sayede kolay ve ucuza borçlanabildiği bir dönemde oldu (aksi takdirde 0% bu taktik biraz zor çalışırdı). Bu stratejinin yanlış olmadığını ama sadece kriz 2005 2006 2007 2008 2009 dönemlerinde kullanılabilecek ve işe yarayacak bir politika seçeneği olduğunu vurgulamakta fayda var. Zaten tüm dünyada bu strateji had safhada kullanıldı (raporlarımızda sıkça vurguladığımız üzere Türkiye bu desteği vermede aslında yetersiz ve geç kaldı). Kriz döneminde ekonomiyi desteklemiş olsa da bu durumun bu şekilde devam etmesi ve bir trende dönüşmesi hoş bir gelişme olmayacak. Yukarda da belirttiğimiz üzere, Türkiye büyümesini yurtdışı sermaye desteği ile finanse etmek zorunda, içerdeki tasarruf yeterli değil (ya da başka bir deyişle, içerdeki tasarrufun izin verdiği yatırım, kalkınma bize yetmiyor). Bu şekilde devam edilmesi Türkiye için artan kamu borcunun giderek artan miktarda yurtdışı tasarruflarla finanse edilmesi demek. Bugün Yunanistan veya Portekiz iflasın eşiğine geliyor ama aynı bütçe ve kamu borcu sorunları olan Đtalya veya Japonya buna dayanabiliyor ise aralarındaki fark kendi ülkelerindeki tasarrufların yüksekliği ve ekonomiyi desteklemek için artan kamu borcunu ağırlıklı olarak yurtiçi tasarruflarla finanse edebiliyor olmaları. Türkiye bu konumda değil. Böyle devam ederse gülme komşuna gelir başına misali Yunanistan’ın sorunlarını yaşaması gayet mümkün. Kamu otoritesi de bunu muhakkak ki gayet iyi biliyor ve bir an evvel bütçe açığındaki ve kamu borcundaki artışı dizginlemek zorunda. Demek ki çok yakında, Türkiye ekonomisi kriz döneminde kamudan aldığı desteği alamayacak (alamaması gerekir). O zaman ekonominin sağlıklı bir büyüme dinamiğine kavuşması için bir an evvel özel tüketim ve yatırım harcamalarının devreye girerek kamu harcamalarının kriz dönemindeki bu rolünü devralması gerekiyor. Yatırım Harcamaları Çok Önemli ama Tatsız... Türkiye ekonomisi enflasyonunu makul düzeylerde tutup yüksek büyüme oranlarında istikrar yakalayabilecekse tüketim harcamaları yanında yatırım harcamalarını da istikrarlı şekilde arttırmak zorunda. Aksi takdirde uzun vadede talep açığı giderek artacak ve enflasyon baskı oluşacak. Merkez Bankası huzursuz olup para politikasını sıkacak ve büyüme dinamiğini yine (döviz finansmanına dayalı) çarpık bir hale getirecek. Büyüme rakamları bu bağlamda moral bozucu (yandaki grafik). Yatırım Harcamaları 40% Toplam (Reel, Yıllık) 20% 0% 2003 2004 2005 Özel Sektör Makine -20% -40% 3 2006 2007 2008 2009 5 Nisan 2010 Yıl/14 Sayı/11 Kamu sektöründe yatırım harcamaları gerilmeye devam ediyor. Halbuki kamu sektörünün tüketim harcamalarını bu kadar arttırmaktansa ülkenin uzun vadede büyüme potansiyelini arttıracak şekilde yatırım harcamalarını arttırması çok daha tercih sebebi olurdu. Hindistan, Çin gibi ülkeler hep böyle hareket etti ve kamu kuruluşlarını bu şekilde devreye soktular. Ama kamu kuruluşlarını ısrarla ideolojik amaçlara yönelten Türkiye bunu kriz döneminde ekonomideki bir eksikliği giderecek şekilde yapmaktansa ekonominin zaten başka motorlarla büyüyebileceği dönemlerde yapıyor. Özel sektör yatırımları biraz daha iyi ama özel sektörün makine yatırımları ancak yatırımların sert bir şekilde durakladığı krizin en şiddetli olduğu dönem olan 2008 sonu ile aynı seviyelere gelebildi. Yatırım Harcamaları, Cari Açık ve Uzun Vadeli TL Fonlama... Türkiye ekonomisi yatırım harcamalarını ancak döviz borçlanarak yapabiliyor. Bunun yapabilmek için yurtdışının risk iştahının artmasına ve cari açık verebilme kapasitesine gebe kalıyor. Gelişmiş ülkeler bu sorunu iki şekilde çözüyorlar (ve zaten bu sayede gelişmiş ülke haline geliyorlar). Birincisi, şirketler yatırımlarına yönlendirmek üzere sermaye piyasalarından sermaye bulabiliyorlar. Đkincisi ise kendi para birimlerinde borçlanma vadelerini (yine sermaye piyasalarından katkı alarak) uzatabiliyorlar. Türkiye’de bu özelliklerin ikisi de yok. Türkiye’de ikincil hisse senedi piyasası çok ön planda, birincil yani halka arz hacmi çok cılız. Türkiye hisse senedi piyasası dünyanın en yüksek işlem hacimlerinden biri olmasına rağmen yılda 3-5 tane halka arzı ancak gerçekleştirebiliyor. Sermayeye en çok ihtiyaç duyan küçük ölçekli firmalar için halka arza ulaşabilirlik çok daha zor. Dolayısı ile hisse senedi piyasası şirketlere fon yaratmak yerine spekülatif alım satım imkanları yaratıyor (ve bu arada profesyonel olmayan ve/veya yatırım yapmasını bilmeyen yatırımcılar tasarruflarını kaybediyorlar). Türkiye’de “borsada oynamak” şeklinde bir tabir var. Benzer şekilde Türkiye’de TL borçlanma vadeleri de kısa çünkü TL fonlama vadesi kısa. Bankalar döviz fonlamalarını yine ancak yurtdışı risk iştahı izin verirse TL’ye swap’layabiliyorlar. TL fonlama vadesinin kısa olmasının sebebi ise en önemli fonlama kaynağı olan mevduatın kısa vadeli (ortalama 1 ay gibi) olması. Tasarruf sahibinin pazarlık gücü yüksek ve kısa vadede önemli getiriler sağlayabiliyor (önemli bir miktarın çok az sayıda tasarruf sahibine ait olması ve rekabetteki banka sayısının çokluğu). Bir çok banka çok düşük miktarda tasarruflara gecelik mevduat imkanı sunuyor. Bu “tasarrufçu şımarıklığına” Türkiye’nin yıllardır uyguladığı yanlış para politikası da çok önemli katkı yaptı. Aşırı sıkı bir para politikasının yarattığı negatif eğimli getiri eğrisi tasarruf sahiplerinin uzun vadeye gitme zorunluluğunu ortadan kaldırdı. Bugün farklı bir ortam var ama yılların kemikleşmiş tasarrufçu eğilimlerinin değişmesi doğal olarak zaman alacak (bugün gecelik mevduatların olması gerektiği gibi enflasyona yenilmekte olduğuna dikkat, bir çok tasarruf sahibi bunun farkında değil henüz). Bu bağlamda Türkiye’de ya mevduat vadelerini uzatmak ya da “fonlama kaynaklarını çeşitlendirmek” gerekiyor. Đkincisi önemli çünkü mevduat vadelerini uzatmanın da bir limiti var. Mevduat vadesi belki 1 yıla uzayabilir ama 5 yıla uzayamaz. O nedenle acilen özel sektörün tahville borçlanmalarını teşvik etmek gerekiyor. Türk ekonomisinin ve bankaların belki likidite ihtiyacı yok ama uzun vade ihtiyacı var. Aynı şekilde şirketlerin belki kısa vadeli fonlama imkanlarıyla yatırım iştahları yok ama uzun vadeli olursa var. Tahville borçlanacak bankalar mevduatta uzatamadıkları vadeleri tahvillerde uzatabilecekler. Çünkü tahviller ikinci piyasası aktif olursa yatırımcılar için bir anlamda alınıp satılabilen uzun vadeli mevduat. Đkinci piyasa da büyük olasılıkla aktif olacak çünkü bunun için altyapı müsait ve en büyük rakip devlet tahvillerinin getirileri de düşük. Bankalar TL fonlama vadelerini tahvil vadesi ölçüsünde uzatırken mevduatlarını tahvillere yönlendiren yatırımcılar aktif ikinci piyasada tahvillerini (yani eskiden mevduat olarak duran tasarruflarını) her an satabilme ve nakde dönebilme imkanına sahip olacaklar. Aynı durum şirketler için de geçerli. Mevduatı kısa diye ancak kısa vadeli TL kredi imkanı sunabilen bankadan kredi kullanmak yerine tahvil piyasasını kullanarak uzun vadeli borçlanabilecekler. Yine tahvil yatırımcıları ikinci piyasanın alım satım imkanlarından (kısa vadeli mevduat gibi) faydalanabilecekler. Doğal olarak şirketlerin bu işi 4 5 Nisan 2010 Yıl/14 Sayı/11 yapmaları çok daha tercih edilen bir durum ama bankaların da öncü olmaları ve kendi fonlama vadelerini uzatabilmeleri için tahville borçlanabilmeleri gerekiyor. Özetle, Türkiye’nin ihtiyacı belli. Global kriz, Türkiye’nin kabuğuna çekildiği durumda likidite sorunu olmadığı gibi bir görüntü yarattı. Kredi/Mevduat oranımız düşük diyerek kendimizi avutup potansiyelimizi hala yüksek gösterebiliriz. Ama reel sektöre gitmeyen likidite bugün Merkez Bankası’nın ancak çok kısa vadelerde ve kısa dönemli ihtiyaçların ötesine geçemeyecek şekilde fonlayabileceği devlet tahvillerinde kilitli (ve oradan ani ve hızlı çıkmaya çalışırsa ne olacağı da belli). Eğer vizyon Türkiye’nin %5-7 gibi hızlı bir oranda istikrarlı şekilde (Yunanistan gibi kamu harcamalarına sırtını dayamadan) özel sektör yatırımları ile bu potansiyeli sürekli yenileyerek ve hatta artırarak büyümekse Türkiye ekonomisinin hem likiditeye hem de TL tarafta uzun vadelere şiddetle ihtiyacı var. Gelişmiş ülkeler böyle becerdiler. Bunu becerirken kullandıkları mekanizmalar da çok açık ve net. Bugün kriz yaşadıysalar da bu mekanizmalar temelde yanlış olduğu için değil, suistimal edildiği için oldu. Bu ikisi arasında çok büyük bir fark var. Türkiye’nin bugün bu tür açılımlara özellikle ihtiyacı var çünkü TL yıllardan sonra fonlama maliyeti açısından (yani reel faiz) makul seviyelere geldi. Bunu sürdürebilmesi için de bu dönemde TL’nin vadesiyle de borçlanılabilir hale gelmesi gerekiyor. Ekonomi basını, analistler, ya da ekonomi yönetimi 2009’da ekonomi %6 değil de %4.7 küçüldü ya da 2010 ilk çeyreğinde büyüme çift haneye ulaşacak diye istatistiki baz etkisinin illüzyonları ile bugünü kurtarabilirler ama TL borçlanabilir olmadığı sürece Türkiye ekonomisi potansiyelini yakalamaya çalışan konumunda kalıp fırsatları harcamaya devam edecek. 5