TBMM B: 126 30 . 6 . 2010 O: 4 Değerli arkadaşlarım, anlaşılmayan hiçbir söylemin karşılığı olamaz. Onun için, biz, siyasette de ana dil özgürlüğünü savunurken, siyasetçinin siyasi propagandasını en iyi bildiği dille yapması kadar doğal bir hak olabilir mi diyoruz. Oy istediği seçmene neler vadetmek istediğini, program, proje ve yapacaklarını açık, rahat ve anlaşılır biçimde ifade edebilmeli ki, karşılığı olsun. Seçmen de istem ve beklentilerini en iyi bildiği ana diliyle siyasetçiye aktarabilmelidir. Yine sağlık alanında, hekimin hastasının dilinden hastanın da hekimin dilinden anlamasıyla ancak doğru teşhis ve doğru tedavi olanağı sağlanabilir. Ne yazık ki, sadece Türkçe bilmediği gerekçesiyle doktor tarafından tedavi edilmeyen çokça sayıda yurttaşa tanık olduk. Sayın milletvekilleri, bilindiği gibi, çağımızda sağlık kadar eğitim de yükümlülük olmaktan çıkmış ve bir hak durumuna gelmiştir. Hak olan eğitim ise doğal olarak ana dilde yapılan eğitimdir. Çünkü, bireyin kendi yaşamında en etkin olan, yaşamıyla bütünleşen, tüm gelişimini sağlayan, insan haklarına saygı bilincinin gelişmesine kaynaklık eden temel araç ana dil bilincidir. Peki, dinî vecibeleri yerine getirmekte de aynı sorunlar söz konusu değil mi, aynı bilinç gerekmiyor mu? Cemaat, imamın söylediklerini ve okunan ayetlerin açıklanmasını anlamazsa gereğini nasıl yerine getirecektir? İmam da cemaatin sorunlarını ve sorularını anlamazsa nasıl cevap verecektir, çözümünü nasıl arayıp, bulabilecektir? Bu nedenle Kürt coğrafyasının genelinde böylesi sorunlar günlük yaşam hâline gelmiştir. Köylerdeki hutbeler dâhil Türkçe yapılıyor, ayetler Arapça okunuyor, meali Türkçeye aktarılıyor. Cemaat anlamadığı iki dildeki açıklamalarla İslam’ın veya herhangi bir inancın gereğini nasıl yerine getirebilir? Bu, resmen ve açıkça dinî vecibeleri inanç sahiplerine yasaklamak olmuyor da ne oluyor? Gayet tabii ki, o da en büyük günahlardan biridir. Değerli milletvekilleri, bu kürsüde birkaç ayete sığınmak hadiseyi çözmüyor. Hadiselerin gereğini yapmak gerekiyor. Tekrar edelim: Hucurât Süresi’ndeki bir ayette Allah şöyle buyuruyor: “Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Sonra kabilelere ve milletlere ayırdık ki, birbirinizi daha iyi tanıyasınız. Üstünlük sadece takva iledir.” buyurmaktadır. Peki, kim kimi daha iyi tanıyor? Takva, yaşananların neresinde? Ayette de ifade edildiği gibi, hiçbir milletin diğerine üstünlüğü olmadığı gibi, hiçbir dilin başka dile de üstünlüğü olamaz. Bu nedenle, herkes dilinde eğitim alabilmeli, ibadetini de özgürce yapabilmelidir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen. HAMİT GEYLANİ (Devamla) – Kürtler de diğer halklar gibi kutsal kitaplarını kendi dillerinde öğrenme hakkına sahiptirler. Kur’an-ı Kerim’in Arapça orijinali dışında Türkçe meali olduğu gibi Kürtçe, Lazca, Gürcüce ve diğer, günlük yaşamda kullanılan dillerde de olabilmelidir. Bu nedenle mutlaka Kur’an-ı Kerim’in Kürtçe meali, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ve bilim adamlarının da katkılarıyla Kürtçe çevirisi yapılmalı, meali yayınlanmalı ve dağıtılmalıdır. Tüm inançların, özellikle de İslam dininin özelliği, gereği, yaşam hakkının sağlanmasıdır ama ana dili yasaklayarak yirmi altı yıl “Öl ve öldür!” ezberini inatla direteceksin, her gün onlarca ailenin ocağına ateş düşecek, ondan sonra da dinî düzenlemelerden bahsedeceksin. Hiç kimsenin buna inanması mümkün değildir. İşte tam da bu inanç ve düşüncelerle Cenabıhak hepimize toplumsal barış inancında, akıl, irade, cesaret, feraset ve hareket nasip etsin. Genel Kurulu bu inançla saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Geylani. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge reddedilmiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: – 761 – GÖKHAN-126 336–339