Faiz Parasıyla Yapılan Evde Namazın Hükmü Soru: Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu. Benim sorum şudur: “Faizden kazanılan para ile yapılan evde kılınan namazın hükmü nedir?” Cevap: Aleykum selam ve rahmetullahi ve berekatuhu. Faizle yapılan evde namaz kılmak caizdir. Çünkü faizin günahı onu alana aittir, evin kendisiyle ilgisi yoktur. İbni Rüşd der ki: “Haram malla yapılan mescitte namaz kılmamak müstehaptır. İbni Kasım’ın dediği gibi orada namaz kılmak haram değildir. Çünkü burada sorumlu olan, o binayı haram malla yapan kimsedir. Denildi ki: Nereden geldiği tespit edilemeyen haram mal, ganimet gibidir. Fakirlere verilecek olan sadaka mesabesinde değildir. Bu görüşe göre haram malla yapılan mescitte namaz kılmak mekruh olmaksızın caizdir.” Tevhid ve Cihad Minberi Şer'i Fetva Kurulu Üyesi Şeyh Ebu Usame eş-Şâmî Kadınların Çalışmasına Müsâade Edilmiş midir? Soru: Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu. Kadının eğitim öğretim görmesine, ilmi çalışmalar yapıp kariyer elde etmesine, mastır ve doktora çalışmaları yapmasına müsaade edilmiş midir? Çalışan genç bir bayanın bana söylediğine göre Rasulullah (s) zamanında pek çok kadın çarşıda-pazarda çalışmış ve alışveriş yapmış, Rasulullah (s) de onlara engel olmamıştır. Acaba bu doğru mudur? Böyle bir hadis var mıdır? Kadının evinin içindeki ihtiyaçları kocası veya ailesi tarafından karşılanıyorsa kadının evinden dışarı çıkmasına müsaade edilmiş midir? Bu konu hakkında İslam’ın hükmü nedir? Sorularıma cevap verirseniz gerçekten müteşekkir olacağım. Cevap: Aleykum selam ve rahmetullahi ve berekatuhu. İlk olarak söylediğiniz gibi asıl olan kadının evinde durmasıdır. Kadın evinden ancak ihtiyaç için çıkar. Zira Allah (sb) “Evlerinizde oturun! Eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın!” (33 Ahzab/33) buyurmuştur. Burada hitap her ne kadar Peygamber hanımlarına olsa da emir, tüm mümin kadınlar için geçerlidir. Çünkü Rasulullah (s)’in hanımları tüm mümin kadınlar için örnek teşkil etmektedirler. Rasulullah (s) buyurdu ki: “Kadın avrettir. O dışarı çıktığında şeytan bakışlarını ona çevirir. Hiç şüphesiz kadın, evinin en mahrem yerinde durmakla Allah’a yakınlaştığı kadar başka hiçbir zaman yakınlaşamaz.” Yine Rasulullah (s) kadınların mescidde namaz kılmaları konusunda “Evleri onlar için daha hayırlıdır” buyurmuştur. İkincisi; belirli şartlara uyulduğu takdirde kadının çalışmak için evden çıkması caizdir. Velev ki kadının evindeki her türlü ihtiyacı karşılanmış olsa ve senin görüşüne ters düşse de… Kadının dışarıda çalışması için gerekli olan şartlar: * Kadının yaptığı iş kadın tabiatına, ahlakına ve fıtratına uygun olacak. Doktorluk, hemşirelik, hasta bakıcılık, dikiş-nakış veya öğretmenlik gibi… * Çalışma alanı sadece kadınlara yönelik olacak, asla karışık olmayacak. Yabancı erkekler ondan kesinlikle uzak duracak. * Kadın dışarıya çıktığında İslam’ın kendisine emrettiği şekilde giyinecek. * Kadının işi, mahremi olmaksızın yolculuk gerektiren bir iş olmayacak. * Çalıştığı iş, günaha sebep olan bir iş olmayacak. Mesela erkeklerle baş başa kalmak gibi. * Kadının dışarıda çalışması evinde yapması gerekli olan işlerini engellemeyecek. Kocasının ve çocuklarının işlerini yerine getirmek gibi. Rasulullah (s) zamanında kadınlar ihtiyaçlarını karşılamak için dışarıya çıktılar. Namaz kılmak için mescidlere, bayramlarda da bayram yerlerine gittiler. İlim meclislerinde bulundular. Sokakta alışveriş yaptılar. Su isteyenlere su verdiler. İhtiyaç duydukları bazı işleri yaptılar. Fakat bunların hepsi yukarıda saydığımız şartlara uygun olarak yapıldı. Kadınların çalışması için söylediklerimiz, okuması ve ilim tahsil etmesi için de geçerlidir. Bahsedilen şartlar yerine getirildiğinde caiz, getirilmediğinde ise caiz değildir. Çalışan genç bayanın delil olarak söylediği hadislere gelince… O hadislerin zikri ve sıhhat derecesinin tespiti çok vakit alır. Ancak ilim ehli tarafından zayıf görülen iki hadisi zikredeceğim. Birincisi; İbn Hazm, Ömer b. Hattab (r)’ın Şifa binti Abdullah (rha)’yı Medine’nin sokak işlerinde görevlendirdiğini zikrettiği hadis zayıftır, sahih değildir. İbn Hazm bu rivayetin ne senedini ne de derecesini zikretmiştir. Bundan dolayı İbn Arabî (rh) Ahkâmı Kuran’da “Bu rivayet sahih değildir, asla iltifat etmeyin! Çünkü bu bidatçilerin hadisler üzerindeki desiselerindendir” demiştir. İkincisi; İbn Abdulberr’in El-İstîâb’da Semra binti Nuheyk ile ilgili (senetsiz olarak) zikrettiği şu haberdir: “Semra sokaklarda gezer, dolaşır, iyiliği emreder, kötülüğü nehyederdi. Elindeki kırbaçla da insanlara vuruyordu.” Öncelikle bu haber isnatsız bir haberdir. Şayet bu haber doğru ise de emri bil-maruf nehyi anil-münkere delalet eder ki bu, kadın erkek her müslümanın yerine getirmesi gereken bir görevdir. Bazı kimseler de bu hadisin sahih olması durumunda kadınlar topluluğu için geçerli olduğunu söylemiştir. Allah en iyi bilendir. Tevhid ve Cihad Minberi Şer'i Fetva Kurulu Üyesi Şeyh Ebu Usame eş-Şâmî Kafirlerin Memleketlerine Hicret Etmenin Hükmü Soru: Muvahhid müslümanların dinlerini yaşamaları sebebiyle kendi memleketlerinde acımasız cellatlar tarafından uğradıkları zulüm, göz önünde bulundurularak Avrupa veya Amerika gibi aslî küfür memleketlerine hicret etmenin hükmü nedir? Cevap: Değerli kardeşim! Hicret konusunda sana Şeyh Ebu Muhammed Makdisi (hf)’ın fetvasını nakletmek istiyorum. Şeyh diyor ki: “Geçimini ve yaşam şartlarını daha güzel hale getirmek için Avrupa veya Amerika gibi aslî küfür ülkelerine hicret etmek, oraları vatan edinmek, müslümana yakışmayan bir durumdur ve buna asla yeltenmemelidir. Müslümanın İslam topraklarında sığınacak bir yer bulamadığında küfür diyarına hicret etmesine izin verilmiştir. Yani müslümanlar kendi memleketlerinde eziyet görmüş ve hicrete zorlanmışlarsa ilk muhacirlerin Mekke’den Habeşistan’a hicret ettikleri gibi daha adaletli bir ülkeye gitmelerine izin verilmiştir. Ancak dediğimiz gibi mecbur kalmadan sadece dünyalığını artırmak için oraları vatan edinmek dinine ve ailesine değer veren bir müslüman için hafife alınacak bir durum değildir. Çünkü o ülkelerdeki fitne-fesad, İslam dinine, ırz ve namusa olan düşmanlık aşikardır. Avrupa veya Amerika’da bulunan aklı başında olan kardeşlerimiz, oralara hicret etmek isteyenleri sakındırıyor ve "Sakın ha sakın! Mecbur kalmadıkça adımınızı bile atmayın!" diyorlar. Bugün müslüman diye adlandırılan ancak küfür nizamıyla yönetilen memleketlerin bir çoğunun fitne ve fesadıyla kişinin dinine, ailesine, ırzına ve namusuna vereceği zarar Avrupa veya Amerika gibi ülkelerin vereceği zarardan daha hafiftir. Bundan dolayı bizler, Amerika veya Avrupa gibi ülkelere hicret etmeyi uygun bulmuyor ve tavsiye etmiyoruz. İmam Buhari (rh) Sahihinde "Fitnelerden Kaçmak Dindendir" adında bir bab açmış ve Rasulullah (s)’den şu hadisi rivayet etmiştir: "Yakında öyle fenâlıklar meydana gelecek ki bir müslümânın, kendi dînini fitnelerden selâmete kaçırmak için dağ başlarında gezdirip yağmur sularının düştüğü yerlerde güdeceği davarları, en hayırlı malı olacaktır." Allah (sb) sizi ve bizi görünen veya görünmeyen tüm fitnelerden korusun.” Başka bir memlekete hicret, Tağutî düzenlerin baskısından kurtulmak için ise ve hicret edilecek yerde az da olsa adalet varsa veya adaletin olduğu ümit ediliyorsa hicret etmek caizdir. Sahabilerin Rasulullah (s)’in emriyle Habeşistan’a hicret etmeleri gibi… Zira orası küfür beldesi olmasına rağmen kralının adaletli olduğu biliniyordu. Avrupa veya Amerika gibi devletlerden vatandaşlık alma meselesinde Şeyh Ebu Muhammed Makdisi (hf) şöyle demektedir: “Vatandaşlık konusuna gelince biz Amerikan vatandaşlığı ile mürted devletlerin vatandaşlığı arasında fark görmüyoruz. Bilakis malum olduğu üzere müslümanlara düşmanlık açısından mürtedler Hıristiyanlara nazaran daha şiddetlidir. O ülkelerinin vatandaşlığı kişiyi ve ailesini fitne ve fesada sevk etmeyecekse ve müslümanlar vatandaşlık alırken dinlerinden taviz vermeyeceklerse vatandaşlık almak caizdir. Ancak tecrübelerimiz bize gösterdi ki insanların çoğu o ülkelere yerleştikten sonra manevi değerlerini tamamen kaybettiler. Ayrıca vatandaşlık alma sırasında “Kafirleri dost edinme, onları sevme ve kanunlarını benimseme” üzerine yemin etme durumu da olmamalıdır. Zira böyle bir yemin kişiyi küfre düşürür. Bu gibi yeminlerde sadece dudakları kıpırdatmak zaruret açısından caizdir. Toplu yeminlerde yemin sözcüklerinin dışında bir söz söyleyerek dudakları hareket ettirmek caizdir. Allah en iyi bilendir. Çünkü kişi böyle bir durumda küfrü gerektiren bir söz söylememiş olur. Bilakis kafirlerin öyle zannetmelerini sağlamıştır. Bu da tevriye (kandırma) cinsindendir ki kafirlere karşı caizdir. Evet… Şayet İslam memleketi bulunursa kafirlerin vatandaşlığını almak asla caiz değildir. Ancak bizim vatandaşlığını taşıdığımız devletlerin küfrü ve mürtedliği aşikardır. Dolayısıyla vatandaşı olduğumuz devletler için söylenilenler, Amerika ve Avrupa ülkelerinin vatandaşlığı için de geçerlidir. İşte bu konuda benim karar kıldığım görüş budur. Şayet konu hakkında daha açıklayıcı ve aydınlatıcı bilgilere sahip olan varsa biz bildirsin. Hiç şüphesiz hakikat bizim yitiğimizdir. Nerde bulursak alırız.” Tevhid ve Cihad Minberi Şer'i Fetva Kurulu Üyesi Şeyh Ebu Usame eş-Şâmî