türkiye cumhuriyeti trakya kara sınırları

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRK İNKILAP TARİHİ ENSTİTÜSÜ
TÜRKİYE CUMHURİYETİ TRAKYA KARA
SINIRLARI
Yüksek Lisans Tezi
Necmi İNAL
Ankara-2007
1
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRK İNKILAP TARİHİ ENSTİTÜSÜ
TÜRKİYE CUMHURİYETİ TRAKYA KARA
SINIRLARI
Yüksek Lisans Tezi
Öğrencinin Adı
Necmi İNAL
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Yavuz ERCAN
Ankara-2007
2
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRK İNKILAP TARİHİ ENSTİTÜSÜ
TÜRKİYE CUMHURİYETİ TRAKYA KARA
SINIRLARI
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı : Prof. Dr. Yavuz ERCAN
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı
Prof. Dr. Yavuz ERCAN
Prof. Dr. Temuçin Faik ERTAN
Doç. Dr. Oğuz AYTEPE
İmzası
........................................
........................................
........................................
Tez Sınavı Tarihi 14.02.2007
Yukarıdaki sonucu onaylarım.
(imza)
Prof. Dr. Yavuz ERCAN
Enstitü Müdürü
3
ÖZET
Türkiye Cumhuriyeti Trakya Kara Sınırları isimli tezimizi Yunanistanla olan
sınırlar ve Bulgaristanla olan sınırlar şeklinde iki ana bölümde anlattık. Fakat bu ana
bölümlere geçmeden önce; sınırlar hakkında genel bilgiler, Trakya sınırının coğrafi
özellikleri ve Trakya’ nın Osmanlı hakimiyetinden önceki tarihi hakkındaki bilgileri
Giriş bölümünde verdik.
Türkiye Bulgaristan Sınırı Bölümünde önce altyapı sağlamak için Osmanlı
Yönetimi Öncesinde Bulgaristan’ dan bahsettik. Daha sonra sırasıyla; Bulgaristan’
da Osmanlı Yönetiminin Kurulması, Trakya’ nın Osmanlı Devleti İçin Önemi,
Osmanlı Yönetiminde Bulgaristan, Bulgarların Milli Bilincini Kazanmaları, İsyanlar
ve Bağımsızlık, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı konularını anlattık.
Türkiye Yunanistan Sınırı bölümünde yine altyapı sağlamak için Osmanlı
Yönetimi Öncesinde Yunanistan ve Yunanlıların Osmanlı Egemenliğine Girmesini
anlattık. Daha sonra sırasıyla; Yunanistan’ ın Bağımsızlığını Kazanması, 1877-1878
Osmanlı Rus Savaşı, 1897 Osmanlı Yunan Savaşı ve Sonuçları, Balkan Savaşları, I.
Dünya Savaşı,
Kurtuluş Savaşı, Mudanya Konferansı ve Lozan Andlaşması ve
Bugünkü Durumdan bahsettik.
i
ABSTRACT
We explained our thesis named The Territorial Boundary of Turkey Republic
in two chapter: Turkey-Bulgaria Boundary and Turkey-Greece Boundary. But before
these chapters, in the introduction, the general information about boundaries,
geological condition of Thrace Boundary and the ancient history of Thrace was
given.
In the Turkey-Bulgaria Boundary Chapter, priory The Bulgaria Before The
Ottomant’s Admistration was mentioned to get backround. After in turn in order; The
Establishment Of The Ottoman’s Administration In The Bulgaria, The İmportance
Of Thrace For The Ottomans, The Bulgaria In The Ottoman’ s Administration, The
Gaining National Conscious Of The Bulgarian, The Bulgarian’ s Revolts and The
Gaining İndependence Of The Bulgarians, The Wars Of The Balkan and The First
World War were raconted.
In The Turkey Greece Bounary Chapter,
priory The Greece Before The
Ottomant’s Admistration and The Establishment Of The Ottoman’s Administration
In The Greece was mentioned to get backround . After in turn in order ; The Gaining
İndependence Of The Greeks, 1877-1878 The Otoman- Russian War, 1897 The
Ottomant-Greek War and The Results Of this War, The Wars Of The Balkan, The
First World War, The İndependence War Turkish, The Lecture Of Mudanya and The
Treaty Of Lozan and The Present Condition were reconted.
ii
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
ÖZET
ABSTRACT
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR
ÖNSÖZ
i
ii
iii
v
vi
GİRİŞ
A.Sınırlarla İlgili Terimlerin Açıklanması ( Sınırlarla İlgili Genel
Açıklamalar)
B.Bölgenin Coğrafi Durumu
(1) Türkiye Yunanistan Sınırı
(2) Türkiye Bulgaristan Sınırı
C.Trakya’ nın Eski Tarihi
2
9
9
13
17
BİRİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE BULGARİSTAN SINIRI
A. Osmanlı Yönetimi Öncesi Bulgaristan
B. Bulgaristan’ da Osmanlı Yönetiminin Kurulması
C. Trakya’ nın Osmanlı Devleti İçin Önemi
D. Osmanlı Yönetiminde Bulgaristan
E. Bulgarların Milli Bilincini Kazanmaları, İsyanlar ve Bağımsızlık
F. Balkan Savaşları
(1) Birinci Balkan Savaşı’nın Cereyanı
(2) İkinci Balkan Savaşı’ nın Sebep ve Sonuçları
G. I. Dünya Savaşı
24
29
34
36
38
54
56
59
61
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE YUNANİSTAN SINIRI
A. Osmanlı Yönetimi Öncesinde Yunanistan ve Yunanlıların Osmanlı
Egemenliğine Girmesi
B. Yunanistan’ ın Bağımsızlığını Kazanması
(1) Etniki Eterya
(2) Etniki Eteryanın Kurucuları
(3) Etniki Eterya Cemiyetinin Amacı ve Magali İdea
(4) Yunan İsyanı
(5) Bağımsız Yunanistan’ ın Kurulması
C. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı
D. 1897 Osmanlı Yunan Savaşı ve Sonuçları
E. Balkan Savaşları
iii
71
74
75
75
76
76
77
79
82
84
F. Batı Trakya Türk Cumhuriyeti
86
G. I. Dünya Savaşı
87
H. Kurtuluş Savaşı
90
(1) Mondros Ateşkesi, Anadolu’ da Emperyalizm ve Yunan
İşgallerinin Başlangıcı
100
(2) Türk Ulusal Direnişi ve Yunanistan’ ın Anadolu Hezimeti
116
I. Mudanya Konferansı
118
J. Lozan Andlaşması ve Bugünkü Durum
118
(1) Lozan Konferansından Önceki Durum
122
(2) Konferansın Gecikmesi
123
(3) Konferansın Açılışı ve İşleyişi
126
(4) Lozan Barış Antlaşması Metninin İçerdiği Konular
128
(5) Trakya Sınırının Önemi
128
(6) Lozan Görüşmelerinde Trakya Sınırı
SONUÇ
KAYNAKÇA
ÖZGEÇMİŞ
136
139
146
iv
KISALTMALAR
AB
: Avrupa Birliği
ABD
: Amerika Birleşik Devletleri
C.
: Cilt
Çev.
: Çeviren
s.
: Sayfa Numarası
SBF
: Siyasal Bilgiler Fakültesi
TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi
v
ÖNSÖZ
Günümüzde devletlerin toprakları birbirlerinden sınırlarla ayrılmaktadır. Bu
sınırlar hangi kaygılarla çizilmektedir? Bu soruya cevap bulabilmek için değişik
bakış açılarından bakılabilir. Coğrafi özellikler, hukuksal gerekçeler bunlardan
birkaçıdır. Biz bu çalışmada T.C. Trakya Kara Sınırlarının nasıl oluşturulduğuna
tarihi bakış açısıyla bakmaya çalıştık. Bunda amaç bu sınırların çizilmesinde etkili
olan etkenlerin neler olduğunu ortaya koymaktır. Böylece konuyla ilgilenen devlet
adamları, bilim adamları, akademisyenler, öğrenciler vs… ye yararlı bilgiler
sunulacaktır. Ayrıca Avrupa Birliği sürecinde konu daha da fazla önem arz
etmektedir. Bu bilgilerin Orta Doğu’ da sınırların yeniden çizilmeye çalışıldığı
günümüzde konuyu anlamak için bir fikir vermesi de amaçlarımızdan birisidir. Yine
bizim sınırlarımızla ilgili sözde iddiaların da nelere dayandırıldığı, nasıl bir süreç
izleyebileceği hakkında bir bakış açısı kazanmada çalışmamızın yararlı olabileceğini
düşünmekteyiz. Bu nedenle çalışmamızda sınırların hangi coğrafyadan ne zaman
geçtiği hakkında bilgiler vermekten daha çok bu sınırların oluşmasının arkasındaki
siyasal olayları gözler önüne sermeyi uygun bulduk.
Türkiye Cumhuriyeti Trakya Kara Sınırları isimli bu incelemede,
yürütücülüğümü üstlenen sayın hocam Prof. Dr.
tez
Yavuz ERCAN’ a çok teşekkür
ederim.
Çalışmam sırasında bana her türlü manevî desteği sağlayarak sürekli yanımda
olan sevgili aileme de teşekkürü bir borç bilirim.
Şubat 2007
Necmi İNAL
vi
GİRİŞ
1
A. Sınırlarla İlgili Terimlerin Açıklanması ( Sınırlarla İlgili Genel
Açıklamalar)
“ Devletin ülkesini, diğer devletlerin ülkesinden, sahipsiz ülkeden veya açık
deniz ile uzaydan ayıran farazi çizgiye daha doğru bir deyişle iki boyutlu alana sınır
denir.”1
Sınır kavramının tarih sahnesine çıkması egemen devletlerin ortaya
çıkmasıyla olmuştur. Eski çağda böyle bir kavram yoktur.2 Bunun sebebi egemenlik
kavramının üzerine başka bir devleti ve bölünmeyi kabul etmemesidir. Bunun
sonucunda sınırların belirlenmesi zaruri bir hal almıştır. Çünkü sınırların
belirlenmesi milletlerarası barış ve güvenliğin sağlanması için bir gerekliliktir.3
Sınırlar farazi bir çizgidir. Bu çizgi anlaşmalarla tespit edilir.4
Bir devletin ülkesinin sınırları belirli olmalıdır. Nitekim 6 Ocak 1916
tarihinde Amerika Devletler Hukuku Enstitüsü tarafından hazırlanan Devletlerin hak
ve vazifeleri deklarasyonunda 14. maddede her devletin sınırları belirli bir ülkeye
sahip olma hakkı olduğu belirtilmiştir.5
Sınırlar iki çeşittir. Bunlar Tabii Sınırlar ve Suni Sınırlardır. Bunlardan
öncelikle Tabii Sınırlar hakkında bilgi verelim.6
“ Yeryüzünün tabii arızalarına, yani coğrafi arızalara tekabül eden sınırlara
Tabii Sınırlar denir. “7
Bir başka tanımda ise,
1
Sevin, Toluner, Milletlerarası Hukuk Dersleri Devletin Yetkisi ( Yer ve Kişiler Bakımından
Çevresi ve Niteliği), 4. Baskı, İstanbul, 1989, s. 31.
2
Münci, Kapani, Politika Bilimine Giriş, 4. Baskı, Ankara, 1988, s. 34 ; Pazarcı, Hüseyin, Uluslar
arası Hukuk Dersleri, C.II, 2. Bası, Ankara, 1990, s. 246.
3
Enver,Bozkurt, Devletler Hukuku Bakımından Türkiye’ nin Sınır İlişkileri, Kazancı Hukuk
Yayınları, İstanbul, 1992, s.16.
4
a.g.e., s. 16.
5
a.g.e., s. 17.
6
a.g.e., s.17.
7
Ömer İlhan., Akipek, Devletler Hukuku, İkinci Kitap: Devletler Hukuku Şahıslarından Devlet,
3. Bası, Ankara, 1969, s. 15.
2
“ İki devlet ülkesi arasında bulunan dağlar yada sıradağlar, çöller, nehirler
ve göller gibi tabii unsurlar göz önünde tutularak çizilen sınırlara Tabii Sınırlar
denir.”8
Tabii Sınırlar, dünyanın bazı yerlerinde milletleri birbirinden ayıran;
sıradağlar, akarsular, göller, ormanlar ve bataklıklardır. Bu tip sınırlarda sınır
tespitinde bu tabii vakıalardan faydalanılır. Tabii Sınırlarda, sınır doğrultuları, dağlar
ve akarsularda bunların uzantılarına bağlı olarak değişirken, göller ve bataklıklarda
sınır daha çok düz hatlar halinde geçer.9
Tabii Sınırlar bazı avantajlar sağlar. Bunlardan en önemlisi, arazi üzerinde
kolayca belirlenebilmesidir. Fakat bu halde bile çizgi kesin olarak belli olmadığından
bu çizginin açıkça tespiti gerekir.10
Tabii Sınırları dört başlık altında inceleyebiliriz. Bunlar; yeryüzü şekilleri,
akarsular, göller ve denizlerdir.11
Yeryüzü şekilleri dağlar ve ovalardır. Sınırlar geçirilirken milli menfaatler
göz önünde bulundurulur. Özellikle sınırlar savunma bakımından değer taşımalıdır.
Savunma için kolaylık sağlayan arazi arızaları sıradağlar ve akarsulardır. Fakat her
zaman sınırları böyle doğal engellerden geçirmek mümkün olmaz. Bazı yerlerde
sınırları ovalardan geçirmek gerekebilir. Bu durum barış şartlarında bir mahzur
oluşturmazken savaş durumunda ilgili devletlerin en zayıf noktasını teşkil eder.
Örnek vermek gerekecek olursa Polonya’ nın batıdan Almanya, doğudan Rusya ile
olan sınırları ova üzerinden geçer. Bu durum Polonya’ nın I. ve II. Dünya
Savaşlarında kolayca işgal edilmesi sonucunu doğurmuştur. Aynı durum Macaristan,
Almanya ve Hollanda için de söz konusu olmuş, bu ülkeler de kolayca işgal
edilmişlerdir.12
Ovaların sınır olarak belirlenmesi savunma açısında zafiyetler meydana
getirdiğinden devletler önceden beri bu eksikliği gidermek için tedbirler
düşünmüşlerdir. Bulunan bir çözüm şekli yüksek duvar inşa etmektir. Bu duruma
8
Haluk Hadi, Sümer ,Türkiye’ nin Kara Ülkesinin Sınırları, Yüksek Lisans Tezi, Ankarai 1987, s. 6.
Cevat Korkut, Siyasi Coğrafya Açısından Devlet Sınırları ve Türkiye’ nin Sınırları, Karınca
Matbaacılık ve Ticaret Kolektif Şirketi, İzmir, 1970, s. 9.
10
Bozkurt, s.17.
11
Korkut, s. 9.
12
a.g.e., s. 9-10.
9
3
örnek verecek olursak; Çin seddi, Roma İmparatorluğunun Balkanlardaki kuzey
sınırındaki Transilvanya Alplerinden Karadeniz kıyısına kadar uzanan düzlükte,
sıradağlar ile deniz arasındaki Trayan Duvarı, yine Kuzey İngiltere’ de sınır
üzerindeki müdafaa amacıyla inşa edilen Picten Duvarından bahsedebiliriz. Fakat
son zamanlarda bu tip yüksek duvarlar inşa etmek yerine devletler bu çeşit ovalardan
geçen
sınırlarda
müstahkem
mevkiiler
yapma
yoluna
gitmişlerdir.Mesela;
Fransızların Almanlara karşı yaptıkları Maginol Hattı, Almanların Fransızlara karşı
inşa ettikleri Sieg Fried Hattı ve Finlerin Sovyetler Birliğine karşı Koreli’ de yaptığı
Mannerheim Hattı gibi.13
Çeşitli özellikler taşıyan gruplar arasında tespit edilebilecek en iyi Tabii Sınır
yüksek sıradağlar üzerinden geçirilebilen sınırlardır. Ancak sınır buradan geçirilmesi
olayında bile çeşitli görüşler vardır.14 Bunlardan birisi de dağın en yüksek çizgisi
olan hattı baladır. Bu görüşe göre dağın en yüksek noktalarından geçen çizgi sınır
olarak kabul edilir.15 Bu yöntem bazı yazarlara göre hem mantıki hem de tespiti
kolaydır.16
Diğer bir kriterse suların taksim hattı görüşüdür. Çünkü en yüksek nokta
suları her zaman eşit olarak bölmeyebilir.17
Yine dağlar sınır olarak ele alındığında sınır dağın veya dağ silsilesinin
eteğinden yani alt kısmında geçen çizgiden geçirilebilir. Böyle bir durumda dağ iki
ülkeden birine dahil olur.18
Bu hallerin her biri sıradağların niteliklerine göre sınırın değerini değiştirir.
Örneğin; Fransızlar ile Almanlar arasındaki Vosges’ lerin üzerindeki sınır bu tip
kaygılarla sık sık değişmiştir. Almanlar bu sınırın dağın doruk hattından geçmesini
isterken, Fransızlar sınır çizgisinin dağ sırasının doğu eteklerinden geçmesini
müdafaa kolaylığı bakımından zaruri görmüşlerdir. Bunun nedeni; dağın Almanya’
ya bakan kısmının fazla eğimli Fransızlara bakan kısmının az eğimli olmasıdır.
Sonuçta Fransızlar başarılı olmuş, Almanların Voges’ ların daha da doğusuna hatta
13
a.g.e., s. 10.
a.g.e., s. 10.
15
Akipek, s.15.
16
Ayferi,Göze, Devletin Ülke Unsuru ( Sınırları ve Devletle Olan Münasabeti), İstanbul, 1959, s.
27.
17
Akipek, s. 15.
18
a.g.e., s.15.
14
4
Rhein nehrinin doğusuna çekilmesini sağlamışlardır. Yine İtalya ile Avrupa
arasındaki sınır I. Dünya Savaşından önce Alplerin güney eteklerinden geçiyordu. Ve
bu durumdan İtalyanlar zarar gördü. Ve bunun neticesinde İtalyanlar sulh
müzakerelerinde bu sınırın dağın doruk hattına çekilmesini istediler ve bunda da
başarılı oldular.19
Devletler sınırlarının mümkün olduğunca yeryüzü şekillerinden faydalanarak
geçmesini arzu ederler. Hatta sınırların yüksek sıradağların doruk hattından geçmesi
kafi olarak görülmemekte, sınırın dağın komşu ülkeye bakan eteklerinden geçmesi
hatta bu eteklerin içerdiği platoları da içine almasını istemektedirler. Böylece
savunmanın daha kolay olacağını düşünmektedirler.20
Tabii Sınırların diğer bir türü de akarsulardır.21 Akarsular yalnızca bir devlet
içinde doğup sona erebileceği gibi; bir ülkede doğup diğer iki veya daha fazla sayıda
devleti geçerek sınır oluşturabilir. Akarsuların sınır olabilmesi için devamlı olması
gerekir.22
Akarsuların özelliği iki tarafında insan topluluklarını ve araziyi birbirinden
ayırmasıdır. Bunun yanında akarsular istilalara karşı da savunma açısından büyük
değer taşırlar.23
Akarsular geniş, derin ve hızlı akıntılı olma özellikleri askeri bakımdan
elverişsiz şartlar hazırlar. Akarsuları taşırarak bataklıklar oluşturmak bu elverişsizliği
artırır. Böylece akarsuyun koruyucu sınır olma özelliği artmış olur.24
Akarsuların sınır olarak belirlenmesi hususunda bazı noktalar önem arz eder.
Bunlar şunlardır:25
- Akarsular ince bir şerit değildir. Geniştirler. Ayrıca bu genişlik de
mevsimlere göre değişir.
- Akarsularda derinlik yer yer değişir.
19
Korkut, s. 10-11.
a.g.e., s. 11.
21
Bozkurt, s. 19.
22
Akipek, s. 15-16.
23
Korkut, s. 11.
24
a.g.e., s. 11.
25
a.g.e., s. 11-13.
20
5
- İki tarafın çeşitli açılardan sağlayacağı fayda aynı olmayabilir.
- Yatağında nehir yastıkları adı verilen irili ufaklı adacıklar bulunabilir.
- Akarsular bazen yatak değiştirebilir.
- Akarsular devamlı olarak yer yer aşındırma veya biriktirmeler meydana
getirmektedir. Bunun anlamı şudur; bazı kesimlerde herhangi bir kıyı için arazi
kazancına bazı yerlerde de kaybına sebep olmaktadırlar.
- Ovalık kesimlerde menderesler ve bunların gelişmesi ilginç durumlar
yaratmaktadır.
- Taşkınları engellemek için setler yapılması ve akarsuyun yatağının dümdüz
bir doğrultuya kavuşturulması hallerinde tespit edilmiş sınırın yeni hali nasıl
olacaktır?
- Akarsular son dönemlerde bazı yerlerde önemli su yolları haline gelmiştir.
Bu durum sınır tespitini nasıl etkiler.
- Son olarak ilgili devletlerin askeri kudretleri sınır çizgisinin tespitinde ne
derece rol oynar.
Yukarıdaki tüm bu etkenler göz önünde bulundurularak akarsularda sınır dört
şekilde tespit edilir:26
1- Sınır çizgisi akarsuyun sağ veya sol kıyısından geçirilir. Akarsu kıyısının
zaman içinde değişmesi halinde yeni kıyı hattı sınırın geçtiği yer olarak kabul edilir.
Yani sınır hareketli bir sınırdır. Fakat bu usulde iki taraftan biri akarsuyun
imkanlarından mahrum edilmiş olur. Bu nedenle pek tatbik edilen bir usul değildir.
Özellikle, nüfus yoğunluğunun fazla, iki taraftaki insan topluluklarının kültür
seviyelerinin yüksek olduğu yerlerde bu şekilde sınır tespitine hiç gidilmemiştir.
Hatta zaman zaman bu şekilde sınır tespit edilmiş olsa bile daha sonra çıkan
ihtiyaçlar doğrultusunda değiştirilmiştir. Buna en iyi örnek Şattülaraptır. İran’ da
petrol bulununcaya değin, Irak Şattülarap’ın her iki kıyısına tamamen hakimdi. İran’
ın kendi kıyısı üzerinde dahi bir hakkı yoktu. Petrol bulunup, üretim artınca ve
Abadan ihraç limanı haline gelince, İran Irak’ tan bu sınırın tashihi talebinde
26
a.g.e., s. 14-15.
6
bulundu. Uzun müzakereler sonucunda tashih gerçekleşti (1939). Sınır nehrin
ortasından geçirilerek, doğu kıyısı İran’ a ait hale geldi.
2- Sınır çizgisi akarsu yüzeyinin tam ortasından geçirilebilir. Bu usul
devletlerarası uygulamalarda görülür. Ancak; akarsu genişliğinin mevsimden
mevsime değişiyor olması nedeniyle sınır çizgisinin de değişiyor olması, akarsu
yatağının her yerde aynı derinlikte olmaması sebebiyle avcılık ve nakliyat konusunda
mahzurlar yaratması nedenlerinden ötürü bu usul pek tercih edilmez.
3- Sınır hattı thalveg hattından geçirilir. Bu usul ikinci usule göre daha
elverişli şartlar meydana getirir. Talveg Almanca bir terim olup, “vadi” anlamına
gelir. Buradaki anlamı ise bir akarsuyun en derin yerlerinden geçen çizgidir. Bu
usule ulaşıma elverişli akarsularda başvurulabilir.Ayrıca ulaşımla ilgili en iyi
usuldür. Bu nedenlerle genellikle tercih edilir. 1913’ de Rezve Deresi üzerindeki
Türk-Bulgar Sınırı ile 1923’ de tespit edilen Meriç üzerindeki Türk-Yunan sınırı bu
esasa göre tespit edilmişlerdir.
4- Gemi işletmeye elverişli yerlerde thalveg hattı, diğer yerlerde su yüzeyinin
ortasından geçen çizgi kabul edilir. Son anlaşmalarda kabul edilen usul budur.
İkinci görüşe göre sınır akarsuyun tam ortasından geçirilir. Özellikle ulaşıma
elverişli olmayan akarsularda bu usul uygulanır.27
Diğer bir tabii sınır göllerdir. İki veya daha fazla devlet arasında bulunan
göllere sınır gölleri denir. Uygulamada yapılan anlaşmalarda bu tip göller ilgili
devletler arasında paylaştırılır.28
Step, orman, bataklık ve çöl gibi tabii oluşumların sınır olması hususu halen
tartışmalıdır.29 Türkiye ile İran arasında 23 Ocak 1932 tarihinde imzalanan hudut
hattının tayinine ilişkin itilafnamenin 1. maddesinde bataklık esas alınmıştır.30
Şimdi de Suni Sınırlardan bahsedelim. Suni Sınırlar jeodezik ve geometrik
esaslarla belirlenmiş sınırlardır. Bu sınırlara ihtiyaç duyulmasının sebebi tabii
27
Bozkurt, s.19.
a.g.e., s. 21.
29
Akipek, s. 17; Göze, s. 30.
30
Reha, Parla, Belgelerle Türkiye Cumhuriyetinin Uluslar arası Temelleri Lozan Montrö Türkiye’ nin
Komşularıyla İmzaladığı Başlıca Belgeler ( Suriye, Irak, İran, SSCB, Bulgaristan, Yunanistan) NATO,
AET, Avrupa Konseyi, Kıbrıs, Ege Adalar Sevr Tehlikesi, Askeri Yargıtay Kararları Dergisi, 1987,
s.179.
28
7
oluşumların göz önünde tutulmak istenmemesi veya tabii oluşumların yokluğudur.
Suni Sınırlar tespit usullerine göre ikiye ayrılır31:
Bunlardan birincisi jeodezik sınırlardır. Bunlara astronomik sınırlar da denir.
Bu usulde sınırlar enlem ve boylam derecesi esas alınarak yapılır.32
İkinci olarak, geometrik sınırlar vardır. Geometrik sınırlar düz çizgiler veya
eğriler, yarım daireler gibi geometrik hatlarla tespit edilir.33
Türkiye’ nin sınırlarından kabaca bahsetmek ve Bulgaristan ile Yunanistan
sınırları hakkında bilgi vermek uygun olacaktır. Türkiye jeopolitik açıdan üç kıtayı
birbirine bağlar. Karayollarıyla Türkiye Asya ile Avrupa arasında bir köprüdür.
Türkiye hava yolları bakımından ise Avrupa, Asya ile Afrika arasında bir kavşak
noktasıdır. Denizyolları açısından ise Türkiye boğazlar ile Karadeniz ve Akdenizi
birbirine bağlar. Türkiye’ nin jeopolitik açısından ise konumu şöyledir: Türkiye
Balkan, Ortadoğu ve Sovyetler Birliği kuvvet merkezleri arasındadır.34
Türkiye’ nin sınırları çok uzundur ve çeşitli özelliklere sahiptir. Bu sınırlar
komşu ülkelerle ulaşımı aksatacak engel vasfına sahip değildir. Fakat özellikle Doğu
ve Güneydoğu Anadolu sınırları ulaşıma daha az elverişlidir.35
Türkiye-Bulgaristan sınırını belirleyen iki anlaşma mevcuttur. Bunlar; 16-29
Eylül 1913 tarihli Barış Andlaşması ve Lozan Barış Andlaşmasıdır.36
16-29 Eylül 1913 tarihli andlaşmada sınır geniş olarak belirtilmiştir.37
Lozan Barış Andlaşmasının 2 nci maddesinin 1 nci fıkrasında şu ifade vardır:
“ Rezvenin denize döküldüğü yerden Türkiye’ ye Bulgaristan’ a ve
Yunanistan’ a ait üç sınırın Meriç üzerindeki birleşme noktasına kadar: Bulgaritan’
ın bugünkü haliyle güney sınırı. “38
31
Bozkurt, s. 21.
a.g.e., s. 21.
33
a.g.e., s. 22.
34
a.g.e., s. 23-24.
35
a.g.e., s. 24.
36
Akipek, s. 21; Toluner, s. 32; Pazarcı, s. 250.
37
Nihat,,Erim, “Türkiye Cumhuriyetinin Kuzey Doğu ve Doğu Sınırları”, Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, C. IX, 1952, s. 458-461.
38
Parla, s. 1-2.
32
8
Türkiye-Yunanistan
sınırını
belirleyen
andlaşma
Lozan
Barış
Andlaşmasıdır.39 Bu andlaşmanın 2 nci maddesinin 2 nci fıkrasında şu şekilde sınır
düzenlenmiştir.
“ Oradan Arda ve Meriç nehirlerinin birleştiği noktaya kadar:
Meriç akımyolu:
Oradan Arda kaynağına doğru bu nehir üzerinde ve çörek köyün hemen
yakınında olmak üzere belirlenecek bir noktaya kadar:
Arda akımyolu:
Oradan güneydoğu yönünde Bosna köyün bir kilometre denize dökülmesi
yönünde Meriç üzerindeki bir noktaya kadar;
…”40
B. Bölgenin Coğrafi Durumu
(1) Türkiye Yunanistan Sınırı
Türkiye ile Yunanistan arasındaki sınır 204 kilometre uzunluktadır. Bunun 15
Km. kadarı kara, geri kalan kısmı Meriç nehri üzerindedir. Türkiye - Yunanistan
sınırı Meriç nehri üzerinde, Türkiye - Bulgaristan sınırının bittiği yerden başlar. Arda
ile Meriç birleştiği noktaya kadar nehrin talvegini takip eder. Buradan sonra 500 m.
kadar Arda üzerinde akış yukarı ilerler, daha sonra, Karaağaç istasyonunu ve Bosna
köyünü Türkiye’ de bırakacak şekilde güneydoğu doğrultusunda ilerler ve tekrar Meriç'e varır. Bu noktadan itibaren Ege denizine kadar nehrin ana kollarının talveg
hattını takip eder.41 Sınırın başlangıç noktasının koordinatları 41 derece 42 dakika
kuzey ve 26 derece 21 dakika doğudur. Bu sınır yeryüzünde belirlidir.42
Türkiye – Yunanistan sınırının bulunduğu, içine Meriç nehrinin yerleştiği
alan, genel olarak kuzey - güney doğrultusunda uzanan bir çöküntü çukurudur. III.
zaman sonlarında meydana gelmiş olan bu çöküntü alanının tabanı, her sene taşan
Meriç nehrinin getirdiği alüviyonlarla dolmuş Meriç boyunca uzanan düz bir ova
39
Akipek, s. 21; Toluner, s. 32-34; Pazarcı, s. 249-250.
Parla, s. 2.
41
Korkut, s. 176.
42
The Geographer Office Of The Geographer, İnternational Boundary Study Greece – Turkey
Boundary, Bureau Of İntelligence and Research, November 23 1964, Washingthon, s. 2.
40
9
haline gelmiştir. Meriç ilçe merkezinin güneyinde bu işler henüz tamamlanamamıştır.
Bilhassa İpsala çevresinden itibaren genişleyen bataklıklar, yer yer görülen sığ göller
, (Türkiye tarafında Sığırcı gölü, Pamuklu gölü, Gala gölü, Dalyan gölü) henüz
dolmakta olan yerlerdir.43
Türkiye – Yunanistan sınırı Balkan Yarımadasının güneydoğu ucundadır.
Bölgenin başta gelen coğrafi yapıları kuzeybatıda Balkan Dağları ve güneybatıda
Rodop Dağlarıdır. Bu iki sıradağın arasında Meriç nehrinin aktığı Rumeli çöküntüsü
bulunur. Sınırın kuzeydoğusunda Istranca Dağları uzanır.44
Meriç taşma ovasının, Yunanistan’ da kalan batı kısmında Rodop Dağlarının
uzantıları bulunur ve bunlar Meriç nehrine pek yaklaşmış durumdadırlar, düzlüklerin
kenarında engebeli bir yerey meydana getirirler. Türkiye tarafında ise düzlük1er çok
geniş alanlar kaplar. Bunların bazı yerlerinde, çöküntü esnasında kırıklardan çıkmış
volkanik kültelerin meydana getirdiği yükseklikler bulunur. Gala gölünün doğusunda
385 m. ye kadar çıkan Hisarlı dağı ile Enez kasabasının üzerine kurulduğu yükseklik (
50 m. Kadar) bunların en önemlileridir.45
Toplam Türkiye toprakları yüzölçümünün yaklaşık % 3 ü olan, Ege
Denizinden Karadeniz’ e kadar uzanan 9000 mil karelik Avrupa Türkiyesi verimli
topraklara sahiptir. Balkanlardaki bir çok yol Edirne’ den geçer. Edirne’ den İstanbul
ve Boğazlara doğru ana iletişim hatları Istanca Dağlarının güneydoğusundaki tepecik
ve vadilerde uzanır. İstanbul Boğaz geçişinin sekteye uğraması göz önünde
bulundurulduğunda Çanakkale Boğazı’ na giden yol ikinci derecede önem kazanır.
Çanakkale’ den Makedonya’ ya Ege Denizi’ nin kuzeyinde uzanan yol askeri birlikler
için bir yaklaşma istikametidir.46
Türkiye – Yunanistan sınırı güneyde Ege kıyısında bulunmaktadır. Akdeniz
iklimi etkisindedir.. Kışlar nispeten ılık geçer. En soğuk ay ortalaması 5 derece
civarındadır. Zaman zaman kar yağar, sıcaklıklar 0 derecenin altına düşerse de soğuk
devre çok uzun sürmez. Yaz mevsimi fazla sıcak değildir. En sıcak ay ortalaması 24
derece kadardır. Günlük ve yıllık sıcaklık farkları azdır. Yıllık yağış miktarı 60 cm.
43
Korkut s. 177.
The Geographer Office Of The Geographer, s. 4-5
45
Korkut s. 177-178.
46
The Geographer Office Of The Geographer, s. 5.
44
10
ye yakındır ( Enez 59 cm.). Yağışın çoğu kış aylarına toplanmıştır. En kurak ay
Ağustostur. Kuzeye gidildikçe iklim sertleşir. Edirne yakınlarında kara iklimi
özellikleri baskın hale gelir. Kışlar daha şiddetli geçer. En soğuk ay ortalaması + 2
dereceye iner. Ocak ve Şubat aylarında minimumlar ortalaması 0 derecenin altındadır.
Bu aylarda sıcaklığın – 20 derecenin altına düştüğü olmuştur ( Edirne’ nin mutlak
minimum sıcaklığı – 22.2 derecedir.). Kar yağışları boldur. Yaz mevsimi oldukça
sıcak geçer. Temmuz ve Ağustos aylarında sıcaklık çoğunlukla 30 dereceyi aşar.
Mutlak maksimum sıcaklıklar ise 40 derecenin üstüne çıkar ( Edirne 41.5 derece)47
Kuzeyde Balkan Dağları bölgeyi Avrupa kıtasının kuzey rüzgarlarından korur.
Böylece Akdenizin sıcak iklimi bölgeyi etkiler. 48
Yıllık yağış miktarı Ege kıyılarındakinden az değildir. 60 cm. etrafında oynar.
Fakat yağış rejimi kuzeye çıkıldıkça değişir. Ençok yağışlı mevsim gene kış olmakla
beraber yaz da kurak geçmez. Haziran ayı, hemen hemen Ocak ayı kadar yağışlıdır.
Yıllık yağışın mevsimlere dağılışı oldukça düzenlidir.
Trakya’ nın içinde bulunduğu Marmara Bölgesi, tarihi, kültürel zenginliği ve
bazı uluslar arası toplantılara ev sahipliği yapması nedeniyle turizm açısından önemli
bir yere sahiptir. Bu nedenle, Türkiye’ ye gelen turistlerin yaklaşık yarısı Marmara
Bölgesini ziyaret etmektedir. Türkiye’ de turistik yatak kapasitesinin üçte birinin
İstanbul’ da olması, turistelerin ağırlanmasını kolaylaştırmaktadır.49
Türkiye - Yunanistan sınırında nüfus yoğunluğu oldukça yüksektir. Meriç
nehrinin Türkiye tarafında kalan kısımları, Yunanistan’ da kalan tarafından daha
kalabalıktır. Nüfus yoğunluğu bakımından sınır boyları her yerde ayni özelliği
göstermez. Genel olarak sınırın orta ve kuzey kısımları bilhassa tarım imkanlarının
bolluğu, taşkınlardan nispeten az zarar gören yerler olması sebepleri ile kalabalıktır
(Meriç ilçesinin nüfus yoğunluğu 49). Fakat, İpsala’ dan itibaren, nehrin ağzına
kadar, hem Türkiye’ de hem de Yunanistan’ da kalan yerler çok tenhadır. Taşkın
alanı meydana getiren, bataklık ve yazın sivrisineklerle dolu olan buralarda köylere
47
Korkut s. 178.
The Geographer Office Of The Geographer, s. 5.
49
İbrahim Atalay ve Kenan Mortan, Türkiye Bölgesel Coğrafyası, İnkılap Kitapevi, Ankara, 1997, s.
123.
48
11
nadiren rastlanır.50
Bölgenin insan yapısı tarihte farklılıklar göstermiştir. I. Dünya Savaşından
önce bölge ırk ve kültür açısından çeşitlilik arz ederdi. Bölgede Türkler, Yunanlılar,
Bulgarlar, Sırplar, Yahudiler ve Arnavutlar yaşardı. Balkan terimi bu dönemdeki
çeşitliliği ifade eder.51
Osmanlının son dönemlerinde nüfus çeşitlilik arz eder. 1912 de yapılan bir
tahmine göre Doğu Trakya ( Meriç Nehrinden Marmara Denizine kadar olan bölge)’
da 2/3 oranında Türk, ¼ oranında Yunan vardı. Bununla birlikte şehirlerde Türk
nüfus oranı ¼ ün biraz üzerindeyken Yunanlılar bu orandan fazlaydı. Ermeniler
genelde daha büyük şehirlerde yaşarlardı: İstanbul’ da 200 000, Edirne’ de 9 000,
1000-2 000 arası Tekirdağ, Gelibolu ve Kırklareli’ nde.52
I. Balkan Savaşı sonunda (1912-13) yaklaşık 60 000 Bulgar Doğu Trakya’ yı
terk etti. Çok azı Edirne ve Kırklareli’ nde kaldı. Ağustos 1914’ e kadar yaklaşık 60
000 Yunan Meriç’ in batısına göç etti. Buralara Pomak Türkleri, Bulgaristan,
Makedonya, Sırbistan, Arnavutluk ve Yunanistan’ dan gelen Türkler yerleştirildi. Şu
anda bölgede sadece Türkler yaşamaktadır.53
Trakya’ nın içinde bulunduğu Marmara Bölgesi, önemli bir topografik
engelin bulunmaması ve deniz ulaşımı için son derece elverişli olması nedeniyle
oldukça iyi bir ulaşım ağına sahiptir. Ulaşım, sadece bölge açısından değil, kıt’ alar
ve ülkeler arasındaki bağlantıyı sağlaması açısından da çok önemlidir. Bilhassa
bölgedeki boğazların son derece önemli bir yeri vardır. Karadeniz’ ekomşu ülkelerin
çoğunun dünyanın önemli limanlarına bağlantıları, İstanbul ve Çanakkale boğazları
vasıtasıyla olmaktadır.54
Türkiye - Yunanistan sınır boylarında ekonomik faaliyetler hemen tamamıyla
tarıma dayanır: Hayvancılık geçim kaynakları arasında ikinci sırayı alır. Endüstri
daha çok mahalli ihtiyaçları temin eden küçük fabrikalardan ibarettir. Ençok
yetiştirilen ürünler buğday, arpa, mısır, pirinç, susam, ayçiçeği ve kavun karpuzdur.
50
Korkut s. 178-179.
The Geographer Office Of The Geographer, s. 6.
52
a.g.e. s. 6.
53
a.g.e. s. 6.
54
Atalay, s. 122.
51
12
Yaz aylarının yağışlı geçmesi, mısır, ayçiçeği, susam ve kavun - karpuzun bol
yetiştirilmesini mümkün kılmaktadır. Meriç boylarında orta ve güney taraflarda
pirinç en fazla para getiren ürün haline girmektedir. Ekstansif halde olmakla beraber
hayvancılık oldukça ileridir. Bilhassa etleri makbul kıvırcık koyunları çok yetiştirilir.
İpsala ve Enez taraflarında Yunanistan’ a satmak üzere, çiftliklerde domuz beslenir.
Yunanistan’ da, sınırın Ege denizine yakın olan kısımlarında çok miktarda domuz
yetiştirmektedir.55
Endüstri gelişmemiştir. Yalnız, hemen her tarafta un fabrikaları, ayçiçeği
işleyen ve yağ çıkaran fabrikalar, beyaz peynir ve kaşar peyniri yapan mandıralar
vardır.56
Trakya’ nın içinde bulunduğu Marmara Bölgesi’ nde tarımsal alanlarda
çoğunlukla sanayi bitkileri üretilir.57
Çevrenin ekonomik bakımdan kalkınması için Meriç nehrinin taşkınlarının
önlenmesi gerekmektedir. Bu konuda Türk ve Yunan hükümetleri aralarında bir
protokol imzalamışlardır. Nehre düz bir yatak açılması, yatağın iki tarafına setler
yapılması kararlaştırılmıştır. Sınırın bu yeni yatağın talveg hattı olması kabul
edilmiştir. Yeni sınır çizgisine göre, iki tarafa ait toprakların da karşı tarafa geçmesi
gerekmektedir. Yeni yatak, iki tarafın arazi kaybetmemesini sağlayacak şekilde
olacaktır. Yeni yatak açılmış, yatağın sağ tarafına taşkınları önleyecek setler
yapılmıştır. Nehrin bizim tarafımızda kalan kısmına ise, iki devlet arasında meydana
gelen anlaşmazlık sebebiyle set henüz yapılamamıştır. Bu durum her sene Türkiye'ye
büyük zararlara mal olmaktadır.58
Herhalde en kısa zamanda, Mericin taşkınlarını önlemek ve etrafındaki çok
zengin ovaları faydalı hale getirmek için, nehrin yatağı, konusu ve bu sebeple sınırın
değiştirilmesi işi kesin şekline ulaştırılacaktır.59
(2) Türkiye Bulgaristan Sınırı
Türkiye ile Bulgaristan arasındaki sınırların esasını, 1913 İstanbul Muahedesi
55
Korkut s. 179.
a.g.e. s. 179.
57
Atalay, s. 127.
58
Korkut, s. 179-180.
59
a.g.e. s. 180.
56
13
ile tespit edilmiş olan sınır teşkil eder. Neuilly Andlaşması ile Bulgaristan'ın sınırları
yeniden tespit edilirken, Osmanlı Devleti ile arasındaki sınırın Tunca Irmağının
batısında kalan kısmı değiştirilmiş, bugün sınırlarımızdan 10 km. uzakta kalmış olan
Lefke ve Sivilingrad (Cessur Mustafa Paşa) Bulgaristan arazisi içine alınmış; sınır,
Osmanlı Devleti aleyhine doğuya kaydırılmıştır. Lozan'da, Neuilly ve Sevres
andlaşmaları ile tesbit edilmiş olan sınır aynen kabul edilmiştir.60 Balkanlar şimdi
tamamıyla Türkiye haricinde kalmıştır.61
Uzunluğu 269 km. olan Türkiye - Bulgaristan sınırı, Karadeniz kıyısında
Rezve deresi ağzından başlar, ayni derenin talveg hattını takip ederek 40 km. kadar
akış yukarı ilerler. İncesırt köyünün kuzeyinde akarsu yatağını terkeder, Kuzeybatıya
doğru yönelir. 713 m. yüksekliğindeki Kartaltepe' nin doruk noktasından geçer. Ayni
yönde lstranca dağlarının kuzey eteklerinde kabaca 500 m. eşyükselti eğrisi
üzerinden ilerleyerek Çağlayık, Karaabalar, Ahlatlı köylerini Türkiye' de bırakır.
Ahlatlı köyünün batısında, su bölümü çizgisi üzerinden uzanışına devam eder,
güneye döner, 420 kuzey paraleline ulaşır. Buradan itibaren gene su bölümü çizgisini
esas alarak batıya doğru ilerler, 500 m. yüksekliğindeki Bakacakkule tepesi ve
Büyük Yayla tepeleri üzerinden geçer, Hamzabeyli ve Uzunbayır köylerini Türkiye'
de bırakarak Tunca nehrine ulaşır. Daha sonra 10 km. mesafede Tunca nehri
talvegini takip ederek güneye doğru ilerler. Çömlekköy' ün batısında Tunca' yı terk
eder, evvela 20 km. kadar batıya, Bulgaristan' da kalan Üsküdar Köyü yakınlarından
itibaren de güneye döner. Doğanca Köyünü Türkiye' de bırakarak Meriç nehrine
ulaşır. Burada, Türkiye – Yunanistan - Bulgaristan sınırlarının birleştiği noktaya
varılmış olur.62
Dar bir sahadan ibaret olan Avrupa Türkiyesinin
Gelibolu yarımadası
çıkarıldığı halde hiçbir yerde kuzeyden güneye uzunluğu 100 mili doğudan batıya
genişliği 150 mili geçmez. Bununla beraber bu mıntıka dahilinde tabiat itibariyele
engellik vasfı vardır. Bu nedenle her yerde savunulabilinir.63
Bulgar Türk sınırı Balkan Yarımadasının güneydoğusundadır. Kuzeyde
60
a.g.e. s. 180.
İngiliz Deniz Erkanıharbiyesi İstihbarat Coğrafya Şubesi, Trakya, Büyük Erkanıharbiye Matbaası,
Ankara, 1934.
62
Korkut, s. 180-181.
63
İngiliz Deniz Erkanıharbiyesi İstihbarat Coğrafya Şubesi, s. 2.
61
14
Bulgar tarafında esas fiziksel yapı C şeklindeki Karadeniz karşısındaki dağlardır. C
nin kuzey tarafındaki ark Stara Planina adındaki Balkan Sıradağlarını oluşturur. Batı
ark Merkezi Doğu Avrupa’ nın en yüksek noktası olan 9 597 feetlik Rila Dağlarıdır.
Güney ark Rodop Dağlarından oluşur. Arkın içinde ise Meriç Nehrinin Ege Denizine
aktığı verimli Rumeli çöküntüsü bulunur.64
Batı ve Orta Avrupa’ dan Basra Körfezi’ ne uzanan ana yol ve Uzak Doğu’
dan Çin’ e kadar eski ipek yolunun canlandırılması için düşünülen bağlantıları da
Trakya’ nın içinde bulunduğu Marmara Bölgesinden başlayacaktır. Halen, Orta
Avrupa’ dan Bulgaristan üzerinden gelen ana kara yolu, Kapıkule sınır kapısından
ülkemize geçerek bölge üzrinden Anadolu ile bağlantı sağlamaktadır.65
Bulgaristan sınırımızın orta kısmında, en yüksek yerleri Türkiye'de bulunan
Istranca Dağlarının uzantıları yer alır. Buralarda ortalama yükseklikler 500-600 m.
arasında değişir. Sınırdan Bulgaristan içlerine doğru, Yelika ve Rezve Derelerinin
yukarı çığırları tarafından az çok çentilmiş, hafif meyilli ve monoton görünüşlü bir
p1ato uzanır.
Aksine, güneydoğuya, Trakya içerlerine doğru gidildikçe
yüksekliklerin arttığı, yereyin akarsu vadileri ile fazlaca çentildiği, her hali ile dağlık
bir görünüşün ortaya çıktığı belli olur.66
Sınırın, Istrancalar ile Karadeniz arasında kalan kısmı, genel olarak batıdan,
yani Istrancalardan Karadenize doğru alçalan hafif meyilli bir plato ile kaplıdır.
Platonun kenarı çok yerde denize kıyı düzlükleri bırakmayacak şekilde ulaşır.
Bulgaristan’ da kalan kıyılar daha yüksek, Türkiye'de kalan kıyılar ise daha alçaktır.
İğneada Kasabası yakınlarında gerçek kıyı ovaları yer alır.67
Sınırın batı kısmı, Tunca vadisi üzerinde bulunur. Buralarda vadi tabanı
güneye gidildikçe, Meriç’ e yaklaşıldıkça genişler ve büyük bir ova haline girer.
Ovanın iki tarafında yüksekliği 100 m. ye kadar çıkan tepeler bulunur. Tunca
Vadisinden Istrancalara doğru yerey hafif hafif yükselerek plato görünüşünü
kazanır.68
64
The Geographer Office Of The Geographer, International Boundary Study Bulgaria Turkey
Boundary, Bureau Of Intelligence and Research. Washingthon, No: 49, May 15 1965, s. 5.
65
Atalay, s. 122.
66
Korkut, s. 181.
67
a.g.e. s. 181.
68
a.g.e. s. 181.
15
Türkiye – Bulgaristan sınırında, Istranca Dağları ile bunları doğudan ve
batıdan çeviren yereylerin jeolojik yapısı, iki taraftaki plato düzlüklerinin, II. ve III.
Zamana ait tabakaları kesiş durumu, akarsu vadilerinin plato içine fazla gömülmemiş
durumda olması, buraların III. Zaman sonunda ( Pliosen ) aşındırılmış, deniz
seviyesine yakın düzlükler haline getirilmiş bulunduğunu, IV. Zaman başlarında
epirojenik bir hareketle yükselerek bugünkü seviyesine ulaştığını, arada geçen süre
içinde dış etmenlerin çalışmaları sonucunda bugünkü görünüşün ortaya çıktığını
anlatmaktadır.69
Trakya bölgesi global ve kır yoğunlukları ülke ortalamasına benzemektedir
ve genellikle kırsal niteliktedir.70
Sınırın, Karadeniz kıyılarında bulunan doğu ucu ile Edirne yakınlarında
bulunan batı ucu arasında uzaklık fazla olmadığı, arada yüksek dağlar bulunmadığı
için iklim bakımından büyük farklar görülmez. Kış ve yaz sıcaklık ortalamalarındaki
farklar, 2-3 derece kadardır. Kışın genel olarak kuzey yönlerden gelen rüzgarlar
hakimdir. Bu sebeple sıcaklıklar düşüktür. Edirne'de Ocak ortalaması 20 derece,
İğneada'da 30 derecedir. Yaz aylarında kara içinden gelen rüzgarlar hakimdir. Bu
hal, denizin serinletici etkisini gösterdiği alanı çok daraltmıştır. Deniz kıyıları da
hemen hemen iç kısımlar kadar sıcaktır. Edirne'de Temmuz ortalaması 24 derece,
İğneada'da 22 derecedir. Istranca dağları sıcaklık bakımından arada biraz değişik bir
bölge meydana getirir. Kışın buraları biraz daha soğuktur. Ocak ortalaması 0 derece
civarındadır. Temmuz ayı nisbeten serindir. Bu ayda ortalamalar 20 derecenin
altındadır.71
Yağış rejimi bakımından bütün sınır boylarında ayni özellikler görülür.
Senenin her mevsimi hatta, her ayı yağışlıdır. Ekim, Kasım, Aralık ve Ocak ayları
ençok yağış alan aylardır. Bu aylarda yağış miktarı doğuda ortalama olarak 100 mm.
nin üzerindedir. Enaz yağışlı aylar ise Temmuz, Ağustos ve Eylül'dür. Fakat bu
aylarda bile ortalama yağış miktarı 30 mm. nin üstündedir. Yağış rejiminde, her
tarafta görülen bu büyük yakınlık, yağış miktarlarında azçok bozulur. İğneada'da 83
cm. olan yıllık ortalama, Istrancalarda 140 cm. yi bulur. Edirne yakınlarında 60 cm.
69
a.g.e. s. 181-182.
İmar ve İskan Bakanlığı, Marmara Bölgesi Bölgesel Gelişme, Şehirleşme ve Yerleşme Düzeni,
Ankara, 1970, s. 20.
71
Korkut, s. 182.
70
16
ye kadar düşer.72
Istrancaların ve bunların doğusunda kalan yerlerin, her mevsimde bol yağış
alan yerler olması, buraların higrofit karakterli kayın ormanları ile kaplanmasına
sebep olmuştur. Batıya bakan yamaçlar daha çok meşeliklerle kaplıdır. Tunca
yakınlarında step görünüşü hakimdir. Ağaçlar, akarsu boylarında toplanmıştır.73
İklim ve bitki örtüsü bakımından, sınırın Türkiye'de kalan kısmında görülen
özellikler, Bulgaristan tarafında da aynen devam etmektedir.74
Sınır boylarının orta ve doğu tarafları nüfus yoğunluğunun az olduğu
yerlerdir. Batı kısmı ise oldukça kalabalıktır.75 Trakya’ nın içinde bulunduğu
Marmara Bölgesi, yüzölçümü itibariyle, ülkemizin % 8’ ini kaplar. Ancak, Türkiye
nüfusunun % 20’ den fazlası (13 Milyon) bu bölgemizde yaşar. Türkiye’ nin en
kalabalık, en yoğun nüfuslu ve şehirleşmenin en ileri düzeyde olduğu bir bölgedir.76
Trakya şehirsel gelişmesi genellikle ulaşım ağına bağlı gözükmektedir.77
Bu çevrede ekonomi, her iki tarafta da tarım ve hayvancılığa dayanır. Ekilen
ürünlerin başında buğday gelir. Yazların yağışlı geçmesi, mısır ve gündöndü ekimine
de fazlaca yer verilmesine sebep olmuştur. Koyun en çok beslenen hayvandır.
Kıvırcık koyunları çevrenin en önemli gelir kaynaklarındandır. Mandıralarda yapılan
beyaz peynirler ve kaşar peynirleri yüksek kalitede yiyecek maddeleridir. Büyük
çapta İstanbul’ a sevkedilir. Istrancadaki ormanlarda yakacak odun ve odun kömürü
elde edilir. Bu konu, özellikle orman içindeki köylülerin baş uğraşı ve önemli gelir
kaynağıdır.78
C. Trakya’ nın Eski Tarihi
Prehistorik zamanlardan itibaren Anadolu'dan, Güney Rusya'dan silsile
halinde birtakım kavimler, Güney-Doğu Avrupa'ya gelerek yerleşmişlerdir.Kökleri
Orta-Asya 'ya dayanan; bir kısmı ,Balkan Dağları ile Karadeniz ve Ege Denizi
arasındaki topraklara yerleşen ve daha önceki göçebe hayatını terkederek, yerleşik
72
a.g.e. s. 182.
a.g.e. s. 182.
74
a.g.e. s. 182.
75
a.g.e. s. 182.
76
Atalay, s, 127.
77
İmar ve İskan Bakanlığı, s. 23.
78
Korkud, s. 182-183.
73
17
yaşayışı benimseyen bu topluluklar bölgede kuvvetli bir varlık haline gelmişlerdir.
Bu kavimlerden Traklar, zamanla yaşadıkları yerlere adlarını vermişlerdir
ki;Herodot'a göre Hintlilerden sonra dünyanın en büyük kavmidirler.79
MÖ.VIII-VI.asırlardaki yazılı kaynaklarda adlarına rastlanan Traklar,nehir
kenarlarına ve münbit vadilere yerleşerek hayvancılık ve ziraatle meşgul
olmuşlardır.80
Ancak diğer Asyalı kavimler gibi Traklar da harp kabiliyetlerini yerleşik
hayat tarzından dolayı kaybetmemişlerdir. Bilhassa dağlık arazide yaşayanlar,tabiatın
sert iklimine karşı devamlı bir mücadele içinde bulunduklarından,savaşlarda yine
büyük maharet göstermişlerdir.81
Bu özelliklerinden dolayı Traklar, Helen Devletlerinde, Romalılar ve Bizans
devirlerinde paralı asker olarak daima iltifat görmüşlerdir. Homere göre, Trak
kılıçları büyük bir şöhrete sahipti. Bilhassa kılıç ve mızrak kullanırlardı. Hançer ,
balta, ok ve yay en çok kullandıkları madeni silahlardandı.82
Savaş ve avdan hoşlanan Traklar için tarihçi İksenefon, yaşayışlarında atın
çok önemli bir yer işgal ettiğini belirtmektedir.83
Açık renkli tenleri olan Trakların saçlarıda kadınlarınınki gibi uzundu.
Kenevirden yapılmıs çamaşır ve ayrıca kürkten yapılmış elbiseler giyerlerdi. 84
Dini hayat olarak ruhun ölümsüzlüğüne, ölümden sonra yeni bir hayata inanan
Traklar, ağaçlara, kayalara, hayvanlara saygı göstermişlerdir. Tabii kuvvetlere,
güneşe, akarsulara inanırlarken zamanla Yunan dininin, kültürünün etkisinde kalarak
değişmişlerdir.85
Orta-Asya kaynaklı bu kavim, bir takım kabilelerden teşekkül etmekteydi.
79
Arif Mansel Müfid, Trakya’ nın Kültür ve Tarihi En Eski Zamanlardan Miladdan Sonra
Altıncı Asrın Ortasına Kadar, Resimli Ay Matbaası T. L. Şirketi, İstanbul, 1938, s. 10.
80
Meydan Larousse, C. 12, İstanbul, 1973, s. 257-258.
Umur Tuncer, Balkan Savaşları Sonunda Kurulan Batı Trakya Cumhuriyeti, Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 1985, s. 6.
82
A.g.e. s. 6.
83
Mansel, s. 10-11.
84
Tuncer, s. 7.
85
a.g.e. s. 7.
81
18
"Besler" ve "Odrislerll büyük kabilelerindendi.86
Yunanlıların Perslerle uğrastığı bir zamanda, Trakların milli hislerini tahrik
eden Odris kabilesi kralı Teres,bu toplulukları siyasi bir çatı altında birleştirmiş ve
Odris Krallırını kurmuştur(M.Ö.V.asır).87
Balkan Dağlarından Karadenize ve Ergene vadisine dağılan arazi üzerindeki
hakim krallığın merkezi pek zikredilmemektedir. Ancak M.Ö. IV. asırda, Kipsela
(İpsala) şehrinin başkent olması muhtemeldir.88 Bu topraklarda devlet kuran Traklar
pek çok kasaba ve şehir kurmuş, merkezler arasında önemli yollar açmışlardır. Bu
şehirlerden birçoğu isimleri kısmen değişerek günümüze kadar gelmiştir:Kipselaİpsala, Bizye-Vize,Aiuos-Enez,Kallipolis -Gelibolu v.s.89
Makedonya kralı Filip(Philippos)II ve oğlu Büyük İskender devrinde bölge,
Makedonya sınırları içine alınmıştır. (M.Ö.352/1) Makedonya hakimiyetinden
sonra,bu topraklara Keltler hakim olmuşlardır.(M.Ö.278-9)90
Traklar, Keltlerden sonra yer yer prenslikler kurarak varlıklarını zayıf bir
şekilde sürdürmüşlerse de M.Ö. II. asrın başlarından itibaren bölgeye tecavüz eden
Romalılar tarafından yıpratılmışlar; 46' da ise tamamen bir Roma eyaleti haline
getirilmiştir.91
Uzun zaman devam eden Roma hakimiyeti 395'den itibaren bu topraklar
üzerinde isim değiştirerek,Doğu Roma ve daha sonra de Bizans İmparatorluğu olarak
devam etmiştir. Bununla birlikte bölge üzerinde yeni bir takım unsurların hakim olma
teşebbüsleri de görülmektedir.92
IV. asırda bu topraklara doğru dalga dalga gelen Hun toplulukları yarım
asırlık Hun-Türk hakimiyetini kurmuşlardır. 374'de Karadenizin kuzeyinden, İtil
kıyılarından hareketlerine devam eden Hun savaşçıları; Önce Doğu-Gotlarını,sonra
86
Mansel, s. 20.
Tuncer, s. 7.
88
Mansel, s. 27.
89
Tuncer, s. 7.
90
a.g.e. s. 7.
91
Meydan Larousse, c. 12, s. 257-258.
92
Tuncer, s. 8.
87
19
da Batı- Gotlarını bozarak güney-batıya. doğru ilerlemişlerdir.(375)93
378 baharında Tunayı geçen Hunların karşısında ciddi bir mukavemet
gösteremeyen Romalıların yanısıra; Macaristan düzlüklerine doğru akınlarını
sürdüren Hun birliklerinin karşısında yine ciddi bir engel çıkmamıştır.94
395' de tekrar büyük bir akını başlatan Hunların bir kolu Trakya’ya, diğer bir
kolu da Kafkaslardan Anadolu içlerine doğru hareket etmiştir.95
Uldız zamanında Hun tehdidi Bizans üzerinde iyice artarken (400), Attila'nın
ortaya çıkmasıyla(434) Bizansın esas felaket yılları başlamıştır. 96
Attila idaresindeki Hunlar zamanında Trakya toprakları üzerinde açıkça
görülen bir hakimiyet kurulmasına rağmen, Bizanslıların anlaşmaları çiğnemeleri
sebebiyle 441'de I. Balkan seferi düzenlenmiş, 447' de II. Balkan seferi düzenlenmiş,
Hun süvarileri Bizansı muhasara maksadıyla Büyükçekmeceye kadar gelmişlerdir.
Ancak Bizanslıların sulh istemesi üzerine Anatolia Andlaşması (447) yapılmış,
Bizans'ın yıllık vergisi üç katına çıkarılmıştır.97
Attila' nın ölümünden ( 453) sonra eski gücünü kaybederek yıkılan (469)
Hun-Türk idaresi yerine, yine Karadeniz'in kuzeyinden gelen diğer Türk toplulukları
bu bölgede tekrar Türk hakimiyetini tesis etmişlerdir.98
Trakya'nın da dahil olduğu Balkanlar, Orta-Avrupa ve Karadenizin kuzey
düzlüklerinde Hunlardan sonra hakimiyet kuranlar Avarlardır.99 Orta Asyadan Gök
Türklerin baskısı neticesinde batıya doğru gelen bu topluIuklar Avrupa’ da V.
yüzyıl ortalarından itibaren hakimiyetlerini tesis etmişlerdir.100
IX.. asırdan itibaren Peçenekler ve Uzlar, XI. asırda da Kumanlar yine bu
bölgelere gelerek Türk hakimiyetini ve varlığını devralmışlardır.101
93
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ankara, 1977, s. 52-53.; Kurat Akdes Nimet, IV.- XVIII.
Y.yıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara, 1972, s. 18.; L Rasony,
Tarihte Türklük, Ankara, 1971, s. 71.
94
Kafesoğlu, s. 53.
95
Tuncer, s. 8.
96
a.g.e. s. 8.
97
Rasony, s. 71.; Kafesoğlu, s. 60.
98
Tuncer, s. 8.
99
Kurat, s. 24.
100
Rasony, s. 72.; Kafesoğlu, s. 140-141.;Kurat, s. 28.
101
Tuncer, s. 9.
20
Peçenekler menşei bakımından Batı Göktürkler, Oğuz boylarındandır.102
915' den itibaren başlayan Peçenek-Rus mücadeleleri 1036 yılına kadar devam
etmiştir. Bu şekilde Hazarlar ve Kumanların yaptıkları mücadeleler de aynı zamanda
Rusların Karadenize inmelerine engel teşkil etmiştir. 103
XI. asrın ilk çeyreğinde doğudan gelen Uzlar (Oğuzlar) Peçenekleri baskı
altına alarak güney-batıya doğru Balkanlara, Trakya’ ya göç ettirmişlerdir. Uzlar
etkili olarak ilk defa 1054 yılında Rusya' da varlıklarını hissettirmişlerdir. 1060
yıllarında ise Ruslar birleşerek bu defa Uz Türklerine büyük bir taaruzda bulunmuşlar
ve Uzların da Balkanlara doğru hareket etmelerine sebep olmuşlardır. Bu yeni gelen
Uz kafileleri Balkanlara önceden gelmiş bulunan Peçenekler tarafından kitleler
halinde katledilmişlerdir. Bu arada bir kısım Uz topluluğu da salgın hastalıktan
kırılmıştır. Böylece eski güçlerinden çok şey kaybeden Uzların geri kalanları bugün
Dobruca yöresinde kalabalık olarak "Gagavuzlar" adı altında hala varlıklarını
sürdürmektedir.104
Kumanlar (Kıpçaklar) Uzların peşinden Güney Rusya’ ya 1048 yılında intikal
etmişlerdir. Daha çok “Kıpçak” adıyla anılmışlardır. Moğol istilasına kadar 1,5
asırdan fazla bu bozkırlara hakim olduktan sonra diğer gelen Türk topluluklarını da
bünyelerine alarak güçlü bir devlet kurmuşlardır.105
Cengiz dönemindeki komutanlardan, bilhassa Cengiz' in torunu Batu
zamanındaki Moğol saldırıları neticesinde birliklerini muhafaza edememişlerdir
(1239) .Bu şekilde dağılan Kumanların önemli bir kısmı Macaristan ovalarına, bir
kısmı da İtil Bulgariyasına, bir kısmı da Balkanlara doğru göç etmişlerdir. Bu şekilde
dalgalar halinde Kuzeyden gelerek Tuna' yi aşan Türk kafileleri Balkanlarda, Trakya'
da zaman zaman hakimiyet kurmuşlarsa da neticede bir takım sebeplerle eski
güçlerini
kaybederek
bölgenin
eski
sahipleri
tarafından
çeşitli
alanlarda
kullanılmışlardır. Burada esas olan Bizanslıların çirkin politik oyunları olmuştur. Bu
Bizans entrikaları neticesinde bölgeye gelmiş olan Türkler ya paralı asker olarak
kullanılmışlar, ya kendi aralarında kanlı savaşlarla birbirlerini yıpratmışlar ya da
102
Kafesoğlu, s. 159; Rasony, s. 130.
Tuncer, s. 9.
104
Kurat, s. 66.; Kafesoğlu, s. 164.
105
Tuncer, s. 9.
103
21
kültürel ve dini yöndeki Bizanslı misyonerlerin çalışmaları sonunda önce
hristiyanlaştırılmışlar ve zamanla da yavaş yavaş Sılavlaştırılmışlardır. Bu gün her
şeye rağmen kültürlerini, anadilleri olan Türk dilini muhafaza eden ancak Hıristiyan
olmuş bulunan pek çok insan Güneydoğu Avrupa’ da yaşamaktadır. (Gagavuzlar)106
106
Ahmet Aydınlı, Batı Trakya Faciasının İç Yüzü, İstanbul, 1971, s. 24.
22
BİRİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE BULGARİSTAN SINIRI
23
A. Osmanlı Yönetimi Öncesinde Bulgaristan
200 yıla yakın bir zamandır Bulgarların tarihi geçmişi ve menşei konusunda
bir tartışma vardır. Bu tartışmalarda Bulgarların Urallı (Fin-Ugar), Slav, Moğol Fin
kökenli olduklarına dair savlar ileri sürülmüştür. İlk defa 1882 yılında A. Vambery,
Bulgarların Türk kökenli olduğunu söylemiştir. Bulgar bilim adamı Profesör İvan
Şişmanov 1900 yılında bir eser yazmıştır. Bu eserinde İvan Şişmanov Bulgarlarla
ilgili bütün belgeleri incelemiştir. Sonuçta da ilk Bulgar Devletini kuran Bulgarların
Türk Menşeili olduğu görüşünü benimsemiştir. Bulgarların Türk menşeili
olduklarının kesinlik kazanması 1922-1939 yılları arasında Bulgaristan’ da
arkeolojik kazılar ve sanat tarihi araştırmaları yapan Macar tarihçisi G. Feher, Türk
filolojisi uzmanları Gy. Nemeth ve L. Rasony’ nin dil incelemeleri sonucu
gerçekleşmiştir. Bu bilgi yetkili uzmanlarca tetkik edildikten sonra bilim
çevrelerinde kabul görmüştür. V. Yüzyıl Bizans tarihçisi Priskos, Bulgarların Hun
Türkleri ile Oğur Türklerinin karışıp birleşmesinden meydana gelen yeni bir Türk
topluluğu olduğunu eserinde belirtmiştir.107
Tarihte Bulgar adına ilk kez Bizans İmparatoru Zenon ( 474-491) zamanında
rastlanmıştır. 482 yılında Bulgarlardan Zenon’ un Doğu Gotlarına karşı harp etmek
üzere yardımına başvurduğu topluluk olarak bahsedilir. Bu topluluk o zamanlarda
Karadeniz kuzeyinde yaşamaktadır. Bu nedenle Bulgarların ilk defa tarih sahnesine
çıkışlarının V. Yüzyılın son çeyreği olduğu söylenebilir.108 Bulgar kelimesinin
anlamı Türkçede karıştırmak, karışmak, karışık, karışmıştır.109 Bulgar ismi bu iki
Türk topluluğunun karışmasını belirten bir ifadedir. Batı Hun İmparatoru Atilla
öldükten ( 453) sonra oğlu İrnek, Orta Avrupa’ da tutunamamış ve etrafına topladığı
Hun Türkleri ile doğuya doğru çekilerek kuzeybatı Karadeniz sahillerine
yerleşmiştir. Burada kendi soyundan ve aynı kültüre sahip Oğur Türkleriyle
karşılaşmıştır. Burada bu iki topluluk karışmıştır. Bu karışım sonucunda İrnek
başkanlığında Bulgar adıyla yeni bir Türk topluluğu ortaya çıkmıştır. Bulgarlar ilk
107
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Tarihte Türk Bulgar İlişkileri,
Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 2004
108
Kurat s. 109; Esin Emel, “Türk Tarihi Işığında Bulgaristan”, Türk Kültürü ( Mayıs 1978), s. 17;
Koşay Hamit, “ İdil-Ural Bölgesindeki Türklerin Menşei Hakkında”, V. Türk Tarih Kongresi,
Ankara, 1960, s.237.; Namık Orkun Hüseyin, Türk Tarihi, Ankara, 1946, s.157; Rasonyi, s. 89;
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 6 .
109
Lazsio Rasonyi, Tuna Köprüleri, Ankara,1984, s. 5; Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt
Başkanlığı, s. 6.
24
ilişkilerini Bizanslılarla kurmuşlardır. Bulgarlarla Bizanslıların kurdukları iyi ilişkiler
aralarında işbirliği yapılmasını da kolaylaştırmıştır.110
Tarihte Bulgaristan topraklarında Trak kavimleri yaşamışlardır. Roma
İmparatorluğu döneminde Bulgaristan Roma’ nın Misya eyaletidir. VI. Yüzyılda
Avrupa’ ya Avar akınları olmuştur. Bu akınlarda Slav nüfusunun bir bölümü Tuna
bölgesi topraklarına yerleşmiştir. Bu dönemde Bulgarlarla Avarlar Roma
İmparatorluğuna karşı işbirliği yapmıştır. Bulgarların en yoğun şekilde Balkanlara
yerleştiği dönem Asparuh Han zamanıdır. 111
Esperuh Bulgarların bilinen ilk devletini 681 yılında kurmuştur. Bu devlet
Tuna Bulgaristanı olarak bilinmektedir. Bu devletin sınırları Dobruca ve Beserabya
dahil olmak üzere doğuda Karadeniz’ e batıda İsker Henri’ ne güneyde Balkan
Dağlarına dek uzanmakta ve tüm Kuzey Bulgaristan’ ı kaplamaktaydı.112
Tuna Bulgar Devleti askeri ve siyasi bakımdan büyük bir etkinlik
kazanmıştır. Bu devlet çevresindeki Bizanslılar ve Avarlara rağmen uzun bir zaman
varlığını devam ettirmiştir. Bu devlet Balkanlar’ da Oğur Türkleri tarafından kurulan
ilk devlettir. Devletin başkenti Şumnu kuzeyindeki Pliska şehridir. Devletin siyasi ve
ekonomik ilişkileri daha fazla Bizanslılarla olmuştur.113
Esperuh’ tan sonra Bulgarların başına ünlü hükümdar Krum Han geçti ( 803).
Krum Han’ ın yaptığı ilk iş 803’ te Büyük Avar Devleti’ nin yıkılmasından doğan
boşluktan faydalanarak Doğu Macaristan’ ı işgal etmesidir. Daha sonra Krum Han
Bizansı Trakya’ da güç duruma düşürmeye başladı. Ve Bizans ordularını birkaç yıl
yaptığı savaşlarda bozguna uğratarak Selanik ve Thermopil bölgelerini de içine alan
geniş toprakları ele geçirmeyi başardı.114
Krum Han’ ın en büyük emeli İstanbul’ u ele geçirmekti. Böylece doğu-batı
arasındaki ticari trafiğin akışını hızlandırarak Bulgaristan’ ı büyük bir transit merkezi
haline getirecekti. İstanbul önlerine kadar gelen Krum Han Leon’ a barış teklifinde
bulunmuştur. Fakat bu görüşmeyi kabul eden Leon bir tuzak hazırlamıştır. Krum Han
110
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 6 .
111
a.g.e. s. 15.
Halim Çavuşoğlu, Balkanlarda Pomak Türkleri, KÖKSAV, Ankara, 1993, s. 8.
113
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 9.
114
Rasonyi, Tuna Köprüleri, s. 25.
112
25
bu tuzaktan kurtulmayı başarmıştır. Bunun üzerine Bizans esirleri kılıçtan geçirilmiş,
Gelibolu yağma edilerek Edirne zapt edilmiş, Edirne halkı Tuna’ nun kuzeyine
sürgüne gönderilmiştir. Krum Han daha güçlü bir orduyla Lüleburgaz' ı ele geçirerek
tekrar İstanbul surları önüne gelmiştir. Krum Han’ ın 13 Nisan 814’ te vefat
etmesinden dolay Bulgar orduları geri çekilmek zorunda kalmıştır.115
Krum Han öldükten sonra yerine oğlu Omurtag ( 814-831) geçti. Omurtag
babasının ruhuna saygı çerçevesinde Bizans ile 30 yıllık bir ticaret anlaşması
imzaladı. Esasında Omurtag hayatını büyük eserler yapmaya adamış ve onun
devrinde birçok eser meydana getirilmiştir. Bunların içinde Tuna Bulgar şehirleri
arasında Pliska ve Preslav bu devirde yapılan sarayları ve su testileri ile ünlüdür.116
Omurtag Orta Avrupa’ nın tek tuz kaynağı olan Maroş ırmağı vadisindeki tuz
kaynaklarını Franklardan alarak devletine önemli bir gelir sağlamış ve Bulgar
Devletine ekonomik yönden en parlak dönemi yaşatmıştır.117
Omurtag ölünce Bulgarların başına oğlu Malamir ( veya Balamir) ( 831-836)
geçti. Bizansta baş gösteren ayrılıklardan yararlanarak Omurtag ve Malamir İslav
topraklarını Arnavutluk’ a kadar işgal ettiler, fakat yine de Ege Denizi’ ne
ulaşamadılar.118 Malamirden sonra tahta Pressian (Persiyan) ( 836-852) geçti.
Pressian Han Makedonya’ daki Slavları kendine bağlama çabasına girişti. Ayrıca
Bulgaristan sınırını batıya doğru genişletti.119
Presian’ dan donra yerine I. Boris ( Bogoris) ( 852-889) geçti. Boris Han 864’
te Hristiyanlığı ( Ortodoks ) kabul etti. Boris Han bundan sonra ismini değiştirerek
adını Mihail yaptı ve atalarından gelen Han ünvanını atarak Slavlar da olduğu gibi
Knez ( Knuz ) ünvanını benimsedi.120 Bunlardan sonra Bulgarlar bir asır içinde
Slavca konuşan Hristiyan bir millet haline geldiler.121
Bulgar Devleti yaklaşık 400 yıl Bizans’ ın etkisinde kalmıştır. Bundan sonra
Bulgar Devleti Ortodoks baskısı altında kalmış Bulgarlar yerli halkla akrabalıklar
115
İbrahim Kafesoğlu , “ XII. Asra Kadar İstanbul’ un Türkler Tarfından Muhasaraları”, İstanbul
Enstitüsü Dergisi, İstanbul, 1957, s. 10.
116
İbrahim Kafesoğlu, Türk Bozkır Kültürü, Türk Araştırma Enstitüsü, Ankara,1987, s. 110.
117
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 10.
118
Meydan Larousse, C. 2, s. 631.
119
Ana Briatnnica, C. 5, Ana Yayıncılık, 1986, s. 93.
120
Çavuşoğlu, s. 48.
121
Mehmet Eröz, Hristiyan Türkler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1983, s.9.
26
kurmuşlardır. Omurtag Han zamanında başlayan barış ve huzur devri bu kültürel
değişime sebebiyet vermiş, zamanla Bulgarlar Slavlaşmıştır. Bogoris zamanında din
değiştirmenin en büyük sebebi Hristiyan bir çevrenin içindeki Bulgar Devletinin
devamını sağlamaya yönelik siyasi yaklaşımdır. 122
Bogoris devletinin Bizans tarafından asimile edilmesini engellemek amacıyla
bazı adımlar attı. Bunlar; 870’ de Bulgar Kilisesinin doğuya bağlanmasını kabul
etmesine rağmen bu kilisenin bağımsızlığını Bizans’ a kabul ettirmesi, İncili
Bulgarcaya çevirtmesi ve Bulgar papazlar yetiştirmesidir.123
Bogoris’ ten sonra tahta oğlu I. Simon (893-927) geçti. Simon Bizansta
gençliğini geçirmiştir. Burada aldığı kültürden etkilenmiştir. Bu sıralarda kendisini
doğu imparatoru yapacak bir fethin hayalini kurmuştur. Simon Bulgar sınırlarını
Adriyatik Kıyılarına, Sava ve Drina Irmaklarına kadar büyüttü ve Büyük Bulgaristanı
oluşturmaya çalıştı. Bu arada Bulgarlarla Bizans arasındaki barış durumu 894’ te
bozuldu. Bunun üzerine Bizans endişeye kapıldı ve Macarların yardımını istedi. Bu
yardımın da etkisiyle Bulgarlarla Bizans arasında bir anlaşma yapıldı. Fakat bu
durum Bulgarların İstanbul’ u tehdit etmelerini ve İstanbul’ u yıllık vergiye
bağlamalarını engelleyemedi. Sonuçta Simon Bizans ile 904 yılında yaptığı bir
anlaşma ile devletinin sınırlarını Selanik yakınlarına kadar genişletti. Bulgarlar
Simon devrinde güçlerinin farkına daha iyi varmışlar, bunun sonucunda gelecekte
Bizansın önüne dikilip hegemonyaları altına almaya çalışmışlardır.124
Simon ölünce yerine oğlu Peter (Petro) ( 927-969) geçti. Bu dönem pek uzun
sürmemesine rağmen bu dönemde büyük başarılar kazanılmış, sınırlar genişletilmiş
ve Bulgaristan gerçek bir imparatorluk haline gelmiştir. Bu büyük başarılara rağmen
Bulgar İmparatorluğunun çöküşüne giden olayların seyri yine Petro döneminde
hızlanmıştır. Bunun sebebi iç ve dış karışıklıklardır. 933 te Sırplar bağımsızlıklarını
kazandı ve Bulgar Devletinin kuzeyi doğudan gelen yeni bir istila dalgası altında
kaldı. Yine bu dönemde Bulgar Hanlarına Çar ünvanı verildi. Krallık Çar 2. Boris
(969-972) zamanında yıkıldı. Bizanslılar 972 yılında I. İoannes Tmiskes liderliğinde
Bulgaristan’ ın doğusuna hakim oldular. Çarın esir alınması ve hükümranlıktan
122
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 11.
Çavuşoğlu, s. 49.
124
Auguste,Bailly, Bizans Tarihi, C.I,Çev.: Haluk Şaman, Tercüman 1001 Temel Eser No:46, s. 221222.
123
27
vazgeçirilmesi ile Bizans Bulgar Krallığını ilhak etmiştir. Ancak Bulgaristan’ ın
batısı bağımsızlığını korumaya devam etti. Bizansın işgali çok sert olmuştur ve
bunun neticesinde bir ayaklanma çıkmıştır. Bu ayaklanmanın başında Samoil (
Samuel) vardı. Samoil (980-1014) Bulgaristan’ ın kuzeyini ve Sırbistan’ ı ele geçirdi.
Burada yeni bir Bulgar Krallığı kurdu. Samoil 1014 yılında Bizanslılara yenilmiştir.
Bizans İmparatoru II. Basileios bu savaş sonrasında 15000 esir Bulgar askerinin
gözlerini oyarak Samoil’ e gönderdi. Samoil bu olaydan iki gün geçtikten sonra
üzüntüsünden ölmüştür. 1018’ den 1185’ e kadar eski Bulgaristan toprakları Bizans
hakimiyeti altına girmiştir.125
Bizansın Bulgaristan üzerindeki egemenliği 1186 yılına değin sürmüştür.
Bizans bu dönemde biraz zayıflamıştır. Bulgarları başına geçen Asen ve Peter
kardeşler bu zayıflıktan yararlanarak bir ayaklanma başlatmışlardır. Bu ayaklanma
ilk önce başarısız olmasına rağmen daha sonra sonuç verdi. Bulgarlar 1186’ da tekrar
bağımsızlıklarını kazandılar. Preslav’ ı ele geçirerek Bizansı barış yapmaya
zorladılar. Bu dönemde haçlı seferi sonucunda bir Latin İmparatorluğu kuruldu. Bu
imparatorluk Bulgarlara savaş açtı. Ancak Bizans savaşta Edirne’ de büyük bir
bozguna uğradı (1205). Bu savaşta Bizans İmparatoru da esir düştü. Asen’ in ikinci
kardeşi Kaloyan krallığın sınırlarını güneyde Filibe, Makedonya’ nın büyük bir
kısmı, batıda Niş ve Sofya’ yı da içine alacak şekilde genişletti. Kaloyan tacını
Papadan alması sayesinde İkinci Bulgar Krallığının Avrupalı devletlerce tanınmasını
sağlamıştır.126
İkinci Bulgar Devletinin en parlak dönemi II. İvan Asen’ in hükümdarlığı
zamanıdır. Bu dönemde başarılı birkaç sefer sonrasında Arnavutluk, Epir,
Makedonya ve Trakya egemenlik altına alınmıştır. Bulgarlar Balkanların en güçlü
devleti oldukları sırada Moğol istilasına uğramıştır (1241). Moğol istilası sonrasında
Bulgaristan çökmeye başlamıştır. Asenlerin son temsilcilerinin hükümdarlığı 1280
yılında son buldu. Bundan sonra gelen hükümdarlar merkezi yönetim kurmakta
başarılı olamadılar.127
125
Oğuzhan Kösebey, Osmanlı İmparatorluğundan Günümüze Bulgar-Türk İlişkileri, Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi,İstanbul, 2000, s. 6.
126
Meydan Larousse, s. 631.
127
Kösebey, s. 7.
28
Çar Mihail Şişman’ ın 28 Temmuz 1330’ da Sırp Kralına yenilmesi
sonucunda Bulgaristan’ ın Makedonya’ daki eyaletleri Sırp egemenliğine girmiştir.
Mihail Şişman’ dan sonra 1331 yılında yerine İvan Alaksandr geçti. İvan Aleksandr
bir bütün halindeki Bulgaristan’ ın son kralıdır. Ölümü hakkında çeşitli rivayetler
vardır. Bu tarihin 1353 ile 1371 arasında olduğu tahmin edilmektedir. En kuvveti
rivayet Aleksandr’ ın 1365 yılında öldüğüdür.128
B. Bulgaristan’ da Osmanlı Yönetiminin Kurulması
Bizans İmparatorluğu topraklarını Bulgar ve Sırp saldırılarına karşı
koruyamıyordu. Bu nedenle Orhan Bey ( 1325- 1359) zamanında Osmanlı Devleti ile
bir yardım anlaşması imzalandı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti Balkan
Yarımadasında Bizans İmparatorluğunu 6000 askerle korudu ( 1346). Bizans
İmparatoru Kantakuzenos, bu yakınlaşma neticesinde kızı Teodora’ yı Orhan Gazi’
ye eş olarak vermiştir.129
Osmanlı
hükümdarı
Orhan
Gazi,
Balkan
Yarımadasına
Bizans
İmparatorluğuna yardım etmek için geçmiştir. Sonra bu bölgede yerleşmek için
fetihlerini hızlandırmıştır. 1354 yılında Gelibolu’ yu ele geçirerek Bolayır ve
Tekirdağ’ a kadar Marmara Denizi’ nin kuzey kıyılarını ele geçirmiştir. Osmanlı
Devletinin bu yayılmacı hareketleri karşısında Bizans İmparatoru Kuntakuzenos
endişeye düşmüştür. Bunun üzerine daha yakın zamanda yardımına başvurduğu
damadı Orhan Bey aleyhinde faaliyet göstermeleri için Bulgar ve Sırplara
başvurmuştur. Fakat istediği yardımı almamıştır. Bu durumda Kuntakuzenos zor
durumda kalmıştır. Bu arada rakibi İmparator Yuannis arasında tahtı ele geçirme
konusunda rekabet kızışmıştır. Bu mücadelede Osmanlı Devleti ve Cenevizliler
Kuntakuzenosu, Bulgarlar, Sırplar ve Venedikliler Yuannis’ i desteklemişlerdir.130
Kuntakuzenos Osmanlı Devleti’ nin de desteğiyle rakibi imparatorluğun asıl
sahibi Yuannis’ i Bozcaada’ya sürmüştür. Böylece otoritesini güçlendirmiştir (1353).
Yine bu tarihte Osmanlı Devleti Bizans’ a yardımları karşılığında Çimpe Kalesine
128
a.g.e. s. 7.
Osman Nuri Peremeci, Tuna Boyu Tarihi, Resimli Ay Matbaası, İstanbul, 1942, s. 113.
130
İsmail Hakkı, Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. I, s. 137.
129
29
yerleşmiştir.131 Bu tarih Osmanlının ilk defa Rumeli’ ye yerleştiği tarih olarak kabul
edilir. Sürgüne gönderilen Yuannis 1354 yılında Venediklilerin yardımıyla geri
gelerek tahtı ele geçirmiştir. Kuntakuzenos manastıra çekilerek rahip olmuştur.132
Orhan Gazi Osmanlı Devleti’ nin Rumeli’ ye yerleşme girişimleri sırasında
yaşlanmıştır. Bu nedenle askeri harekatların yönetimini büyük oğlu Süleyman’ a
bırakmıştır. Süleyman Paşa Gelibolu, Bolayır, Malkara, Tekirdağ, Çorlu bölgelerini
fethederek, buralara Türk iskanını kesin kılmak için Balıkesir ( Karesi) bölgesinden
buralara Türk aşiretlerini yerleştirmiştir. Bizans İmparatoru Türklerin Rumeli’ ye
yerleşmesinden rahatsız olmuştur. Ancak bunu engelleyecek gücü olmadığından bu
duruma razı olmuştur.133
Osmanlı Devleti’ nin Rumeli’ deki fetih hareketleri, Anadolu’ dan gelen
Türklerin
Bulgaristan’
a
yerleşme
faaliyetlerine
yoğunluk
kazandırmıştır.
Bulgaristan’ ın Osmanlı hakimiyetine girmesi Murat Hüdavendigar ( 1360-1389)
zamanında başlamış ve Yıldırım Bayezit (1389-1402) zamanında tamamlanmıştır.
Osmanlı Devleti Bulgaristan’ da diğer fethettiği yerlerde olduğu gibi yeni bir devlet
düzeni getirmiştir. Osmanlı Devleti burada yepyeni bir iskan politikası izlemiştir.
Bulgaristan’ da köy ve kasabalarını terk eden yerli halk yerine Anadolu’ dan Türkler
yerleştirilmiştir. Böylece Balkanlara gelen ilk Hun Türklerinin yerine torunları
Osmanlı Türkleri gelmiştir.134
Osmanlı Türkleri Balkanlara iki şekilde yerleşmiştir. İlkinde Balkanlarda yeni
fethedilen yerlere Anadolu’ daki yakın yörelerden devlet eliyle yerleştirme olmuştur.
İkincisinde fetihlere gönüllü olarak katılanlara ganimet elde etmek için katılanlardan
bir kısmı alınan kalelere muhafız olarak diğerleri de istedikleri yerlere
yerleştirilmişlerdir. Bunların yanında göçmenlerin bir bakıma öncüsü sayılabilecek
Türklük
şuuruyla
hareket
eden
kolonizatör
Türk
dervişleri
Balkanların
Türkleşmesinde ve iskanında önemli rol oynamıştır.135
131
Münir M., Aktepe, “ Osmanlıların Rumeli’de İlk Fethettikleri Çimpe Kalesi”, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, C. I, Sayı: 2, İstanbul, 1950, s. 224.
132
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 18.
133
a.g.e., s. 18.
134
a.g.e. s. 19.
135
Ömer Lütfi Barkan, “ Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler”, İstanbul
Üniversitesi İkitisat Fakültesi Mecmuası, C. 13, İstanbul, 1953, s. 298.
30
Orhan Gazinin ölümünden sonra tahta çıkan Sultan I. Murat zamanında
fetihler artarak devam etmiştir.. Bu dönemde önce Lala Şahin Paşa Edirne’ ye ordu
komutanı olarak gönderilmiştir. Edirne fethedilirken, Bulgar ve Rumları kuzeyden
müdahalesini engellemek için önce Kırklareli bölgesi zaptedilmiş, Sazlıdere
bölgesinde Rum ve Bulgarlar bozguna uğratılmıştır. Bütün bu hazırlıklar neticesinde
Edirne kuşatılmış ve şehir 1363 yılında direnişi bırakarak teslim olmak zorunda
kalmıştır. Edirne’ nin fethinden sonra Lala Şahin Paşa Filibe şehrini almıştır.
Osmanlı’ nın Balkanlar’ daki mühim komutanı Evrenos Bey de Gümülcine
topraklarını fethetmiştir. Filibe’ nin Osmanlı Devleti tarafından ele geçirilmesi,
Bulgaristan’ ın Sırplarla yakınlaşmasına sebebiyet vermiştir. Bizans İmparatoru
Yuannis ise I. Murat’ a yakınlaşmayı çıkarlarına uygun bulmuş ve onunla anlaşma
yaparak Osmanlı Devleti’ nin Balkanlarda ele geçirdiği toprakların Osmanlıda
kalmasını kabul etmiştir. Sırp ve Bulgarlar I. Murat’ ın Balkanlardan Anadolu’ ya
geçişini fırsat bilerek Edirne’ yi geri almak için ortaklaşa plan yapmışlardır.136
Papa V. Urban’ ın teşkili ile Macarlar, Bulgarlar, Sırplar, Eflaklılar ve
Bosnalılar Osmanlı Devleti aleyhine aralarında anlaşmışlar ve Macar kralı Layoş
komutasında müttefik bir ordu oluşturmuşlardır. Layoş komutasındaki bu ordu 1364
yılında Edirne’ yi geri almak için Osmanlı Devleti’ ne karşı harekete geçmiştir.
Osmanlı Devleti’ nin komutanı olan Hacı İlbey Sırpsındığı mevkiinde bir gece
baskınıyla bu orduyu bozguna uğratmıştır. Bu savaşın adı 1364 Sırpsındığı Savaşıdır.
Bu başarıyla Osmanlı devleti' nin Balkanlar’ da ilerlemesi kolaylaşmıştır. 1367
yılında Bulgaristan’ ın Kızılağaç, Yanbolu, Aydas, Korinabat, Süzebolu gibi şehirleri
Osmanlı Devleti tarafından ele geçirilmiştir. Osmanlı Devleti’ nin Rumeli
topraklarına yerleşme sürecinde Bulgaristan’ ın başında Çar Aleksandr İvan Asen
bulunuyordu. Edirne ve Filibe’ nin fethi Bizans İmparatorluğu kadar Bulgarları da
endişelendirmiştir. Bunun üzerine harekete geçen Bulgar Çarı Asen, Kırklareli,
Midye, Pınarhisar ve Vize şehirlerini yaptığı seferlerle geri almıştır. Ancak Çarın
1365 yılında vefatı, Osmanlı Devletine karşı başarısının kısa süreli olmasına
sebebiyet vermiştir.137
136
137
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 21.
a.g.e. s. 22.
31
Osmanlı Devleti Çar Asen’ in ölümünü fırsat bilerek Bulgaristan’ a yönelik
faaliyetlerini daha kolay sürdürmüştür. Asen’ in ölümü sonrasında Bulgaristan
Devleti, küçük oğlu Şişman, Eflak prensesinden olan oğlu İvan Stratişmir, Dabrotiç
ve Sırp hanedanından prens Konstantin arasında paylaşılmıştır. Şişman Şuşmanus
(1371-1393) en büyük payı almış ve devlet merkezini ele geçirmiştir. Bulgaristan’ ı
paylaşan
kardeşler
Osmanlı
Devleti’
ne
karşı
bir
mukavemet
cephesi
kuramamışlardır. Paylaşım neticesinde hanedanın beşiği sayılan Vidin şehrini ele
geçiren İvan Stratişmir, durumdan memnun olmayıp kardeşi Şişman aleyhine destek
arayışına girmiştir. İvan Stratişmir Eflak Prensi Vladislov ile Bosna kralı Tvartko’
nun yardımıyla kardeşi Şişman’ ın elinden Sofya’ yı alabilmiştir. Ancak bu sırada
Balkanlarda gözü olan Katolik Macar kralı Layoş İvan Stratişmir’ in elindeki Vidin
şehrini ele geçirmiş (1365), halkı Katolik olmaya zorlamış, 200 000 Bulgarı zorla
Ortodoksluktan çıkarıp Katolik yapmıştır. Batı Bulgarları Katolik zulmüne tahammül
edememişler ve 1369 yılında Kral Şişman ile Eflak prensine yardım çağrısında
bulunmuşlardır. Kral Şişman Vidin şehrine gelerek Macarları Vidin’ den çıkarmış ve
Katolik rahipleri katlettirmiştir. Ancak bir yıl geçtikten sonra Macar kralı Layoş
Vidin’ i tekrar ele geçirerek intikamını almıştır. Vidin şehri haçlı seferleri için
stratejik konumundan dolayı Macar kralı için önemli olmuştur. Vidin şehri Eflak
prensi Vladislav’ ın yardımıyla İvan Stratişmir’ e verilmesine rağmen Stratişmir
Macar hakimiyetini daha uygun bulmuştur.138
Sırp kralı Vukaşin 1371’ de Bulgar kralı Şişman ile birleşerek Balkanlar’ da
Osmanlı Devleti için bir tehdit haline gelmiştir. I. Murat bu tehlikeyi fark etmiştir.
Ve 1371’ de Çimen Savaşında Bulgar ve Sırplara karşı başarı elde etmiştir. Eflak
prensi Layko, kral Şişman idaresindeki Bulgar topraklarına göz dikmiş ve 1373’ te
Niğbolu’ yu ele geçirmiştir. Kral Şişman güneyden de Osmanlılar tarafından
sıkıştırılınca varlığını korumak için Osmanlı Devleti’ nin himayesini
ve asker
vermeyi kabul etmiştir. Kral Şişman Osmanlılarla daha da yakınlaşmak için kız
kardeşi Mara’ yı I. Murat’ a eş olarak vermiş ve akrabalık kurmak istemiştir.
Bununla birlikte Kral Şişman Osmanlıların Avrupa’ da ilerlemesini engellemek için
Avrupalı Devletler ve Bizanslılarla işbirliğine girmiştir. Sultan I. Murat kral Şişman’
ın bu gizli niyetini fark ederek öncelikle Bulgarları saf dışı bırakmak için Veziriazam
138
a.g.e. s. 22.
32
Çandarlızade Ali Paşa’ yı 30.000 kişilik bir güçle 1388’ de Bulgaristan üzerine
göndermiştir. Bu sefer sonucunda Osmanlılar Pravadi, Silistre, Rusçuk şehirleri ile
Şumnu ve civarı kaleleri ve Niğbolu çevresindeki yerleri ele geçirmiştir. Niğbolu’ ya
sığınan ve kayıtsız şartsız teslim olan kral Şişman’ a Tırnova bölgesinin yönetimi
görevi verilmiştir.139
Osmanlı’ nın sınırı Tuna’ ya kadar dayanmıştır. Osmanlılar Balkanlar’ daki
egemenliğini artırmak için faaliyetlerine devam etmişler 15 Haziran 1389’ da Sırp
kralı Lazarla Birinci Kosova Savaşını yaparak kesin bir zafer kazanmıştır. I. Murat
bu savaş sonrasında savaş alanında şehit düşmüş yerine Yıldırım Bayezıt
geçmiştir.140
Yıldırım Bayezıt, I. Kosova Savaşında ölen Sırbistan kralı Lazar’ ın oğlu
Stefan Lazareviç ve annesi Militza ile dostça münasebet kurmayı siyasetine uygun
görmüştür. Bunun için onlarla anlaşma imzalamış ve Lazareviç’ in kızkardeşi
Despina’ yı da eş almak suretiyle akrabalık tesis etmiştir. Bu akrabalık neticesinde
Lazareviç Yıldırım Bayezıtın saltanatı süresince Osmanlı Devletine sadık kalmıştır.
1396’ daki Niğbolu ve 1402 Ankara Savaşında Sırp askerleri Osmanlı safında yer
almışlardır.141
Bu sırada Macaristan Balkanlara göz dikmiştir. Ve Bulgaristan’ ın hamiliğini
üstlenmiştir. Bulgaristanla Macristan’ ın ittifak yapma ihtimali ortaya çıkmıştır. Bu
ihtimal üzerine Yıldırım Bayezıt Bulgaristan’ da kesin sonuç almak istemiştir.
Yıldırım Bayezit büyük oğlu Süleyman Çelebi komutasındaki Osmanlı ordusunu
Bulgaristan’ a sevk etmiştir. O tarihte Osmanlı ordusu Bulgaristan’ ın asıl başkenti
Tırnova' yı kuşatmıştır. Bulgar direnişi üç ay sürmüştür. Nihayet 17 Temmuz 1393’
te şehir ele geçirilmiştir. Bulgaristan’ ın Osmanlı Devleti’ ne katılması sırasında bazı
Bulgar aileleri Anadolu’ ya göç ettirilmiştir.142 Osmanlı Devleti’ nin saldırısı
karşısında Doğu Bulgaristan kralı Şişman ve oğlu Aleksandr Niğbolu’ ya sığınmıştır.
Fakat Osmanlı askerlerince yakalanarak tutsak edilmişlerdir. Kral Şişman’ ın oğlu
Alexandr Müslüman olmuştur. Ve Yıldırım Bayezıt tarafından Samsun Sancak
beyliğine atanmıştır. Stratişmir ise Osmanlı Devletine tabi kalmak kaydıyla Vidin
139
a.g.e. s. 22.
a.g.e. s. 23.
141
Uzunçarşılı, s. 201.
142
Barkan, s. 338.
140
33
şehrinin yönetimini üstlenmiştir. Stratişmir 1396 Niğbolu savaşından önce
Osmanlılar aleyhine haçlılar tarafına geçmiştir.143
Osmanlıların Arnavutluk ve Makedonya’ da avantaj elde etmesi ve
Bulgaristan’ ı zaptetmesi başta Macaristan olmak üzere Avrupalı Devletleri
endişelendirmiştir. Macaristan Balkanlarda yayılma emelleri taşımaktadır. Avrupalı
Devletler bunun üzerine Osmanlı aleyhine haçlı seferleri planlamışlardır. Bütün
bunların yanında Yıldırım Bayezıt' ın İstanbul’ u kuşatarak Bizansı tehdit etmesi Batı
Hristiyanlığını harekete geçirmiştir. 100.000 kişilik bir haçlı ordusu teşkil edilmiştir.
Bu ordunun içinde Fransız, İngiliz, Alman, Sırp, Çek, Macar güçleri Rodos
Şövalyeleri ve Macaristan’ a kaçmış Bulgar boylarının da bulunduğu Eflak
kuvvetleri de bulunmaktadır. Haçlı ordusu 1396’ da Tuna kıyısındaki Türk üssü
Niğbolu önüne kadar gelmiştir. Bu sırada Yıldırım Bayezıt İstanbul’ u kuşatmıştır.
Bu olay üzerine Yıldırım 60.000 kişilik bir kuvvetle Niğnolu’ yu savunan Doğan
Beye yardım etmek üzere Niğbolu önlerine gelmiştir. 25 Eylül 1396’ da kesin bir
zafer
kazanmıştır.
Böylece
Osmanlı
Devleti
Balkanlardaki
hakimiyetini
güçlendirmiştir. Yıldırım bu zaferden sonra Anadolu’ da Türk birliğini sağlamak için
tekrar Anadolu’ ya dönmüştür.144
28 Temmuz 1402’ de Osmanlı Devleti Timur Devletine karşı yenilmiştir. Bu
yenilgi sonrasında Osmanlı 11 yıllık fetret devrine girmiştir (1402-1413). Bu
dönemde Osmanlının Balkanlardaki gücü zayıflamasına rağmen Bulgarlar Osmanlı
Devleti’ nden ayrılma girişiminde bulunmamışlardır. Bunun sebebi Osmanlının
idaresindeki tüm topluluklara ayrım gözetmeksizin hoşgörülü davranmasıdır.145
C. Trakya’ nın Osmanlı Devleti İçin Önemi
Osmanlı Türklerinin Rumeliye geçişlerinde yüksek Türk kültürünün,
adaletinin devlet teşkilatının, üstünlüğün ve esasen Türklerde varolan "Cihan
hakimiyeti mefküresinin" rolü büyüktür. Bundan önce Türklerin Orta Doğudan
Avrupa’ ya yönelik harekatlarında esas zemini teşkil eden yer Anadolu idi.
Malazgirtle başlayan güçlü Türk fütuhatı ve akabinde akın akın gelen Oğuz boyları
çok kısa zamanda Anadolu’nun Türkleşmesine sebep olmuştur. Anadolu’ nun
143
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 23.
a.g.e. s. 24.
145
A., Lamartine, Türkiye Tarihi, c. II, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, s. 233.
144
34
Türkleşmesi dünya tarihinin en mühim hadiselerinden birini teşkil etmiştir.146 Bu
Türkleşmeden diğer önemli husus da İslamiyet’ in yerli ahali arasında yayılmasıdır.147
Osmanlı Türkiyesi döneminde ise Selçuklulardan miras alınan manevi
kuvvetler sayesinde; milliyet, İslamiyet ve insanlık duygularını tam bir ahenkle
terkip edilmiş,Türk kültürü İslam cihadı ile birleştirilmiştir. Böylece "Osmanlı cihan
hakimiyeti
linin
yükseltmiştir.
kudreti,
onu,
cihanşumul
bir
imparatorluk
derecesine
148
Rumeli' deki Osmanlı Türk harekatı basit bir toprak kazanmaktan veya
komutanların fatihlik arzularını tatmin gayesini gütmüyordu. Türk insanı kendisine
ikinci bir vatan olarak seçtiği Anadolu’ nun bütünleyicisi durumundaki Rumeli
topraklarına yine "vatanlaştırma" arzularıyla geçmiştir.149
Askerin bu toprakları elde etmesinde aslında pek çok amil bu1unmaktadır.
Bunlardan biri olan mevcut tekfurların, hristiyan idarecilerinin kötü yönetimleridir ki;
bu toprakların fethedilmesinde ve daha sonra vatanlaştırılmasında önemli rolü
olmuştur. Bunların yanında bu yörelere gelen Müslüman Türklerin hoşgörülü, adil ve
üstün meziyetli tavırları, yaşayışları da etkili olmuştur.150
Rumeli' deki yer1eşmenin, İslamlaşmanın ilk temelini Sarı Saltuk’ un
müritleri ile Rumeli' ye gelmesi ve Dobruca' da İslamiyeti yayması hadisesi teşkil
eder. Buna İbn-i Batuta şahit olmuş, Evliya Çelebi ve diğer Osmanlı eserlerinde de
konu yer almıştır.151
Bilahare Moğollara mağlup olan neticede Bizansa koçan II. Keykavus ve
taifesi de Rumeli' ye sürgün edilmiştir. Bu kafileler de bu mıntıkaların
İslamlaştırılmasında önemli rol oynamıştır.152
Bu suretle daha ilk günden itibaren yeni fethedilen yerlerin işlenmesi, harap
memleketlerin şenlendirilmesi önemli ölçüde muhacire ihtiyaç olduğunu göstermiştir.
Ayrıca yabancı memleketlerden bir istinatgahın temininin, büyük yolların, vadilerin
146
Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefküresi Tarihi, İstanbul, 1969, C. 2, s. 162.
Tuncer, s. 10.
148
a.g.e. s. 10.
149
a.g.e. s. 11.
150
a.g.e. s. 11.
151
Turan, s. 192.
152
Tuncer, s. 11.
147
35
Türk unsuru ile iskanı meselesi hayatı bir ehemmiyet arz etmekteydi.153
Bu arada Anadolu’ da sıkışmış olan aşiretlerin doğudan gelen yeni kafilelerle
otlak sıkıntıları, geçim şartları zorlaşmıştı. Bu fetihler döneminde bu şekilde rahatsız
olan kalabalık Türk aşiretlerin büyük bir kısmı kendi arzularıyla Rumeli’ ye geçmek
istemişlerdir. Bunlarla birlikte devletin sıkı teşkilatına kendini uyduramayan, isyan ve
bozgunculuk emareleri gösteren göçebeler de birçok zaruretlerin tazyiki altında
bulunan devlet tarafından bir vesile ile ve cezaen fethedilen boş topraklar üzerine
yerleşmeye mecbur edilmiştir.154
Rumeli’ nin fütuhatında incelendiğinde şu görülür ki; önce arazinin fethi ve
İslam ahalisinin iskanı meselesi göz önüne alınmıştır. Esasen bir taraftan Suriye ve
Mısır, diğer taraftan Rusya arasındaki büyük ticaret ve muhaceret yolları üzerinde
daha evvel teşekkül eden bütün Türk devletlerinin rolü de "emme basma bir tulumba"
gibi Orta Asya insan kaynaklarından kabararak taşan, bir müddet İran yaylalarında
toplanan kitlelerin daha batıdaki topraklara yerleştirilmesiydi.155
Süleyman Paşa ve arkadaşlarının Rumeli’ ye geçtiklerinden itibaren Anadolu’
dan muhacir getirilmesi lüzumu ile başlayan iskanlar neticesinde pek çok önemli
kavşak, vadi Türk-İs1am ahalisi ile donatılmıştır. Böylece Paşa Livasında, Çirmen
Livasında, Vize, Hayrabolu, Edirne, Kırkkilise, Karasu, Selanik taraflarına binlerce
yörük yerleştirilmiştir.156
D. Osmanlı Yönetimi Altında Bulgaristan
Bulgaristan'ın Osmanlılar tarafından fethedilmesinin ardından bir takım
karışıklıklara rağmen uzun süre fazla bir başkaldırı eylemi görülmemiştir. Bunda
Osmanlının onlara inanç özgürlüğü vermesi ve halkın yerel yönetime yönelik olan
taleplerinin göz önünde bulundurması etkilidir. Hemen belirtmek gerekir ki
Osmanlının hakimiyetini devam ettirmek için hoşgörülü davranmak zorunda
olduğuna dair görüşler de bulunmaktadır.157
1396 ile 1878 yılları arasında yaklaşık 500 yıl süren Osmanlı hakimiyeti
153
a.g.e., s. 11.
Ömer Lütfü Barkan, Osmanlı İmparatorluğunda İskan ve Kolonizasyon Metodları, İstanbul,
1949-50, s. 60.
155
Tuncer, s. 12.
156
Barkan, s. 61.
157
Kösebey, s. 9.
154
36
sırasında
Bulgaristan'da
büyük
değişiklikler
meydana
gelmiştir.
Osmanlı
kuvvetlerinin Balkan yarımadasına geçmelerinin, arkasından Anadolu' da
yaşamakta olan büyük halk kitleleri Balkanlara ve Rumeli' ye dolayısıyla da
Bulgaristan'a geçtiler. Yeni köyler ve kasabalar kurdular. İstanbul fethedilip başkent
yapılınca imparatorluk, Marmara'nın iki yakasında simetrik olarak büyüdü. Doğuda
Anadolu'nun birliği sağlandı ve batıda Rumeli devlete güçlü bir şekilde bağlandı.
Asya'da Anadolu, Avrupa'da Rumeli, ortada ise başkent İstanbul. Osmanlı
İmparatorluğu işte bu denge üzerine oturmuştu. Bu jeopolitik denge, demografik
denge ile de perçinlendi. Bugünkü Türkiye topraklarının yanı sıra, Tuna nehrinin
güneyindeki Rumeli toprakları da yoğun biçimde Türkleştirildi.158
Bulgaristan, doğrudan Osmanlı yönetimi altına alınarak Rumeli Eyaletinin
önemli bir bölümü olarak yer almıştı. Klasik dönemde Bulgaristan' ı Sofya,
Silistire, Vidin, Köstendil, Vize ve Çirmen sancaklarına ayrılmış olarak
görmekteyiz. 17 . yüzyıldan itibaren ise çeşitli idari bölümlere bölünmüştür.159 1864
yılında meydana getirilen il kanunu ilk kez Bulgaristan'da uygulanmıştır.
Oluşturulan Tuna ili sınırlarına ise; Rusçuk, Varna, Vidin, Tolci ve Tımova
girmekteydi. Bulgaristan İmparatorluk merkezinin yanındaydı ve Avrupa'ya karşı
yapılan seferlerin ana yolu üzerinde bulunmaktaydı. Bu sebeple de Osmanlılar
zamanında gelişti, yeni şehirler kuruldu ve eski şehirler daha da büyüdü.
Bulgaristan 17. yüzyılın sonlarına kadar hiç düşman istilasına uğramadı. Aynı
zamanda Bulgaristan yeniçeri ocağı için devşirme oğlanı toplanan bölgelerden biri
olmuştu. Ayrıca başka eski Bulgar askeri gruplarından bir bölümü I. Murat
zamanında seferlerde ordunun ve ileri gelen devlet adamlarının atlarına bakmak, ve
çayır hizmetlerinde kullanılmak üzere ve voynuk adıyla Osmanlı askeri kadroları
içine alındı.160
Burada voynuklar ve voynuk kelimesi üzerinde kısaca durmak istiyorum.
Voynuk Slavea bir kelime olup asker anlamına gelmektedir. Zira voynuklarda ilk
devirlerde askeri hizmet görmüşlerdi. Voynuklar başlangıçta Osmanlı ordusunun
savaşçı sınıfı arasında bulunmuş hatta akıncılar ile birlikte akına gitmişler, casusluk
158
N. Bilal Şimşir, Bulgaristan Türkleri, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1986, s. 47.
Mahir Aydın, Osmanlı Eyaletinden Üçüncü Bulgar Çarlığına, İstanbul Kitapevi, İstanbul, 1996,
s. 14-15.
160
Pars Tuğlacı, Bulgaristan ve Bulgar Türk İlişkileri, Cem Yayınevi, İstanbul, 1984, s. 51-52.
159
37
yapmak, derbent ve sınır kalelerini beklemek gibi bir çok önem arz eden görevlerde
bulunmuşlardı. Daha sonraları ise geri hizmete alınmış olmalarına rağmen yaptıkları
hizmetler önemli olmuştur. Voynuklar gördükleri hizmetler karşılığında hemen
hemen bütün vergilerden muaf tutulmuşlar ve diğer bazı maddi avantajlardan
yararlanmışlardır.161
Bulgarlar genellikle Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altında reaya denilen
vergiye bağlı çiftçi sınıfı halinde kalmışlardı. Onların Müslüman halktan fazla olarak
ödemek zorunda oldukları cizye idi.162 Dini açıdan Osmanlı hoşgörüsü yanı sıra,
Rumeli'de Bogomilizmin yaygın şekilde bulunması da Hıristiyanlar arasında İslam
dininin kabulünü ve bölgede yayılmasını kolaylaştırmıştır. Esasen Bulgar kilisesi de,
bu sıralarda Ortodoks birliğinin dışında kalmış milli bir din hüviyetinde idi.
Bizans'tan ve Rum Ortodoks kilisesinden de her zaman için bir korku duymuş ve
mümkün olduğunca bu ikisinden uzakta kalmaya özen göstermişti. Bu iki kilisenin
sempatisinden uzakta kalan Bulgarlar için tek sığınma yeri Osmanlı hakimiyeti
olmuştu . Ama Osmanlı hükümeti, Ortodoks Hıristiyan halkın dini lideri olarak
İstanbul'da bulunan Fener Rum Patrikhanesini tanıdığı için, Bulgar kilisesi de 1394
yılında lağvolunarak buraya bağlanmıştı. Bu Osmanlı merkezi yönetim anlayışının
sonucu olan bir durumdu. Ancak Patrikhane ilk zamanlardan itibaren dini yetkilerini
Bulgarları istismar etmek ve onları Rumlaştırmak amacıyla kullanmaya başlamıştı.
Bütün Bulgarca dini kitaplar, ibadet ve ayinler Rumcaya çevrildi ve hatta 1767
yılında bağımsız Bulgar kilisesinin son kalıntısı olan Oharida Başpiskoposluğu da
Patrikhane tarafından lağvolundu.163
E. Bulgarların Milli Bilincini Kazanmaları, İsyanlar ve Bağımsızlık
Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlarda ilk ayaklanma ile 1403 yılında
karşılaşmıştır. Osmanlının içinde bulunduğu durum ve taht kavgalarından
yararlanarak Bulgarlar ortak bir ayaklanmaya gidecek şekilde örgütlenmişlerdi. Fakat
bu ayaklanma bastırılmıştı. 1443 ve 1444 teki Haçlı Seferleri esnasında Bulgar
topraklarından geçerken büyük sevgi gösterileri ile karşılaşmışlardı. 1444 yılında
tüm kuzey Bulgaristan kurtuluşunu bekler durumda idi. Ancak Haçlı ordusu
161
Yavuz Ercan, Osmanlı İmparatorluğunda Bulgarlar ve Voynuklar, TTK, Ankara, 1989, s. 17,96.
162
Tuğlacı, s. 53.
163
M. Hüdai Şentürk, Osmanlı Devletinde Bulgar Meselesi, TTK,Ankara,1992, s. 14-19.
38
beklentileri yerine getiremeyince Bulgarların bu hayalleri boşa çıkmış oldu.164 1595
yılına gelindiğinde Bulgarların ilk büyük isyan hareketi görülmeye başlandı. Doğu
Bulgaristan'da Tuna' ya yakın bölgelerde yaşayan halk Transilvanya ve Eflak
voyvodalarının tahrikleriyle silahlanıp düşmanla birleşti. Ayaklanmanın merkezi
Tırnova idi. Sinan Paşa bu isyanı bastırmıştır.165 Osmanlı ordularının 1683 deki
başarısız II. Viyana kuşatmasının ardından Osmanlının Balkanlardaki gücü
zayıflamış bu da Balkanlarda anarşinin yayılmasına neden olmuştu. Bu yapı içinde
irili ufaklı isyanlar eksik olmamaya başlamıştı. 18. yüzyılın sonlarına doğru da
Osmanlı yönetimine meydan okuyan asker kaçakları, haydut ve Kırcalıların baskıları
da mevcut durumu daha güçleştirdi. Hatta 1794 yılında Vidin' de Pazvandoğlu
Osman adlı bir feodal bey kendi bağımsızlığını ilan etmekten geri kalmamıştı.166
Bazı çeteleri saymazsak Bulgarlar genel olarak Osmanlı hakimiyeti altında
milli
bağımsızlığa
dayanan
isyan
hareketlerine
17.
ve
18.
yüzyıllarda
girişmemişlerdir. 19. yüzyılın ortalarına doğru ise çete hareketleri başta Rusya olmak
üzere bazı devletlerin teşviki ile de milliyetçi komitelerle işbirliğine gitmeye
başlamışlardır. Esasen 18. yüzyılın sonlarına doğru dünya, Bulgar adı ile tanınan bir
milletin varlığından habersiz bir haldeydi. Bulgar adını hatırlayan pek kalmamıştı.
Ayrıca bu devirde milli duyguları ve istiklal ruhunu canlandıracak bir teşkilatları yada
kadroları yoktu. Zaten bunların oluşabilmesi için öncelikle Rum Helenizm'inin
aşılması gerekmekteydi. Şöyle ki Yunan klasiklerinin okutulmuş olduğu Rum
okullarında öğrenim gören Bulgarlar, Bulgar olmaktan utanmaya ve kimliklerini
gizlemeye başlamışlardır. Rumların ağır manevi baskıları altında benliklerini
kaybetmeye başlamış olan Bulgarların yeniden kendilerine gelmelerini sağlayan kişi
Otests Paisiy adındaki bir Bulgar keşişi olmuştur. Bulgarların içine düştükleri bu
olumsuz durum Paisiy' i etkilemiştir. Zaten kendi gibi diğer Bulgar keşişleri de
manastırdaki diğer Bulgar olmayan keşişler tarafından Bulgar olmaları dolayısıyla
alaya alınmakta ve aşağılanmaktaydılar. Bu durumu hazmedemeyen Paisiy milletinin
geçmişine yönelik yoğun araştırmalara girişmiştir. Bu araştırmaları sırasında gittiği
Karlofça' da Rus misyonerlerden yeni fikirler de almıştı. Bu incelemeleri sonucunda
164
O. Suat Özçelebi, Bulgaristan’ da Türk Azınlığı Açısından Türk-Bulgar İlişkileri ve Göç
Sorunu, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 1991, s. 33.
165
Tuğlacı, s. 53-54.
166
Ana Britannica, C. 7, Ana Yayıncılık, 1994, s. 13.
39
Slav-Bulgar Halkının, Çarlarının ve Azizlerinin Tarihi adlı bir kitap yazdı. Kitabın
önemli olan kısmı sunuş bölümüdür.167 Gerçekten çok çarpıcı ifadelere ter verilmiş
olan sunuştaki ki bir bölümü özellikle Bulgarları nasıl etkilemiş olabileceğini
göstermek maksadıyla aynen sunmak istiyorum.
"Bulgar, kendi soyunu ve dilini öğren. Vatanını sev. Milletinin geçmişlerini
öğrenmeye çalış. Bir zamanlar senin de çarların, patriklerin ve azizlerin vardı. Diğer
milletler kendi tarihlerini biliyor ve öğreniyorlar. Onlar kendi tarihlerini, pek
sevdikleri kendi ana dilleri ile yazıp okuyorlar. Yunanlılar, Sırplar bizi hakir görüp
bizimle eğleniyorlar; bizi hükümdarsız, patriksiz, azizsiz, tarihsiz sayıyorlar. İşte ben
bunun için tarih yazmaya uğraştım. Ta ki hiçbir Bulgar, bizim milletimizin de şanlı,
hatta hepsinden daha şanlı geçmişi olduğunu öğrensin. Bizim hükümdarlarımız,
vaktiyle Bizans hükümdarlarından vergi almışlar; bizim patriklerimiz ise başka
milletlere yazı ve kitap vermişler.
Ben öyle şaşkın Bulgarlar tanırım ki, kendi soylarını bilmezler ve tanımazlar.
Ancak Rumca okuyup yazarlar ve kendilerine Bulgar denmesinden utanırlar. Acaba
niçin? Ey akılsız, sana Bulgar denmesinden niçin utanıyorsun? Niçin Bulgar gibi
düşünüp Bulgar gibi yaşamıyorsun? Diyorsun ki: Rumlar daha okumuş, daha nazik;
Bulgarlar ise kaba ve cahil, güzel sözler söyleyemiyorlar. Bunun için Rum olmak
daha iyi. Bil ki, RumIardan daha nazik, daha malumatlı milletler de vardır. Rumlar
milliyetlerini dillerini bırakıyorlar mı? Allah,fakirleri, mazlum çobanları, sabancı
Bulgarları daha çok sever. İşte ben, böyle Bulgarlığı, Bulgar dilini hakir gören,
yabancı dillere, yabancı adetlere meyleden Bulgarları gördüm de bu kitabı yazdım ve
herkesi bu kitabı okıımaya, Bulgar milletinin mazisini öğrenmeye davet ediyorum ,,168
Bu belgeyi biraz yorumlarsak Yunanlıların, Sırpların ve Rumların Bulgarları
aşağıladığını ve küçük gördüğünü söyleyebiliriz bu da bize Bulgar milliyetçiliğinin
ilk hareketlerinin neden Osmanlılara değil de Rumlara karşı olduğunu anlamamızı
sağlar. Paisiy' in bu çalışması çok etkili olmuş ve Bulgarlarda müthiş bir uyanış
meydana getirmiştir. Burada değinmemiz gereken önemli bir isimde Paisiy' in halefi
olan Kazanlı Sofroniy' dir. Sofroniy de Bulgaristan'ın kurtulması için çaba harcamış
ve bu doğrultuda Rusya'dan yardım almıştır hatta Sofroniy daha ileri giderek 1811
167
168
Şentürk, s. 44-53.
a.g.e. s. 53-54.
40
yılında Osmanlıdan kurtulmak için Rus Çarına başvurmuştur. Daha sonra ortaya
çıkan belgelerde de ortaya çıktığı gibi kendisi Bükreş'te Rum parasıyla yaşamış, Rus
hariciye memurları ve genelkurmay yetkilileri ile sıkı münasebetlere girmiştir. Daha
bir çok isim Rusya' dan yardım almış ve Panslavizm fikrinden etkilenmiştir. Daha
sonra Osmanlıya karşı oluşan Bulgar hareketlerinin arkasında Rusya ve Panslavizm
olmuştur. Çar Petro zamanında ideoloji haline getirilen Panslavizm' in en büyük
hedefi Osmanlı üzerinde yoğunlaşmıştır. Özellikle 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşı,
Panslavizm' in ilk gelişme yıllarına rastlamaktadır.169
1828/1829 Osmanlı - Rus savaşında Ruslar, Bulgaristan' a girdiklerinde çok
şaşırmışlardı. Zira burada kendileri ile aynı mezhepten olan ve yakın bir dili
konuşan Bulgarlar ile karşılaşmışlardı. Rus Çarı, Maraşel Graf Vitkenstein imzası ile
Bulgarlara seslenen bir ilan dağıtmıştı. Bu ilan Bulgar halkına Rus askerlerinden
korkmamaları, onlar ile dostluk kurmaları, güvenle davranmaları, Rus askerlerinin
yiyecek ihtiyaçlarını karşılama konusunda kendilerine yardım etmeleri ve sakin
olmaları istenmekteydi. Bu savaş sonrasında Georgi Mamarçev adlı Bulgar bir
ayaklanma girişiminde bulunmuştu. Ancak Bulgarlar için vakit henüz erken idi ve bu
ayaklanma, General Dibiç kumandasındaki Ruslar tarafından bastırılmıştı. Çünkü
Bulgarlar yolun başında idi. Milli bilinci kazanmak için zamana ihtiyaçları
bulunmaktaydı. Bu sebeple 1835 yılında Mamarçev' in Tırnova' da giriştiği diğer bir
ayaklanma, Bulgar vilayetlerinde yaşayan Hıristiyan ileri gelenleri tarafından ihbar
edilmiş ve bu sebeple de başarısızlığa uğramıştı.170
Osmanlı devletini meşgul eden diğer bir isyan 1841 yılında merkez olarak Niş'
de başlayan ardından çok kısa bir zaman içerisinde çok geniş bir alana yayılan Niş
isyanıdır. İsyanın görünen sebebi ekonomik ağırlıklıdır. Kendilerinden alınan
verginin haksız olduğu iddialarını taşıyan Bulgarlardan bir kısmı yapılan tahriklere
kapılarak hükümete karşı ayaklanmışlardır. Sayıları başlangıçta az olan isyancıların
sayıları kısa bir zaman içerisinde çoğalarak diğer köy ve kasabalara yayılmıştır.171
Milyo başkanlığında toplanan ve sayıları yaklaşık olarak 1500 olan köylülere
Şehirköyü ve Leskofça köylüleri de katılmıştır. Daha sonra olaylar Vidin'e kadar
169
a.g.e. s. 44-76.
Aydın, s. 37.
171
Şentürk, s. 108.
170
41
yayılmış ve asiler Kotine boğazını tutarak İstanbul'a giden yolu kesmeye muvaffak
olmuşlardır. Bununla da kalmayıp ulaştıkları yerlerdeki Müslüman ahaliyi ve
Türkleri de katletmişlerdir.172
Olaylar iyice yayılınca yanında 50 kadar adamı bulunan Sabri Paşa, çevre il
ve ilçelerden yardım talebinde bulunmuş ancak yeterli bir cevap alamamıştı. Bunun
üzerine Sabri Paşa kendi bir takım çözüm arayışlarına girişmek zorunda kaldı. Zira
isyan hareketi iyice korku verir bir durum almaya başlamıştı. Sabri Paşa bu duruma
en uygun çıkar yolu olarak halk arasından gönüllü askerler toplama yolunu
benimsemişti. Ancak halk arasından toplanacak bu gönüllü birliklerin bir yağmacılık
hareketine de girişmelerinden korkuyordu. Bu sebeple yerel halktan çoğunlukla da
Arnavutlardan oluşan birliğin başından bir yağmacılık hareketine girişilmemesi
hususunda söz almıştı. Sabri Paşa bu kuvveti kullanarak isyanı bastırmayı başarmıştı.
Ancak oluşturulan birliğin askerleri sözlerinde durmayarak yağma hareketlerine
giriştiler, bu da olayları içinden çıkılmayacak hale soktu.173
Çok kısa bir süre içerisinde bastırılmış olan isyan yeniden alevlenerek Niş
için eskisinden de daha tehlikeli bir hal almaya başlamıştı. Durumun önemini
kavramakta gecikmeyen yönetim, meseleyi incelemek ve düzeni yeniden sağlamak
amacıyla Edirne Valisi Yakup Paşayı yeteri miktarda asker ile birlikte Niş'e
göndermiştir. Ardından olayların bastırılmasında ihmalleri görülen Niş Valisi Sabri
Paşa görevden alınmış ve diğer suçlular da yargılanmak üzere İstanbul'a sevk
edilmiştir. Böylece isyan sona erdirilmiş ve sükunet sağlanmıştır. Daha sonra
yapılan araştırmalar neticesinde de isyanın aslında vergi meselesi ile ilgili olmaktan
çok, Sırbistan'ın kışkırtma ve tahrikleri sonucu ortaya çıktığı anlaşılmıştır.174
1849 yılının Nisan ayında, Vidin' e bağlı Boyniça kasabasının Bulgar halkı,
devlet görevlileri ve o bölgede yaşamakta olan Türk halkından şikayetçi olduklarını
bildirerek yeni bir ayaklanma hareketi başlatmışlardı. Bu olayın duyulmasının
ardından bazı köylüler de bu isyan hareketine katılmışlardı. Bu olayın vuku
bulmasını takiben Vidin' de defterdarlık görevinde bulunan İbrahim Efendi, asileri
ikna etmek amacıyla olay bölgesine gitti. Ancak girişimleri neticesinde bir sonuç
172
Aydın, s. 38.
Kösebeyoğlu, s. 15-16.
174
Şentürk, s. 16.
173
42
alamayınca Mirliva Ali Paşa bir miktar asker ile beraber asilerin üzerine gönderildi.
Askerlerin geldiğinin duyulması üzerine köylülerin bir bölümü bu ayaklanamadan
vazgeçtiler, diğer bölümü ise Sırbistan'a kaçtı ancak Sırbistan'ın asileri geri iade
edeceğini açıklaması üzerine köylerine geri dönmek zorunda kaldılar.175
Bu olayın ardından bir sene sonra 13 Mayıs 1850 tarihinde Vidin isyanı daha
önce gerçekleşen isyanlardan daha geniş çapta ve şiddetli olarak yeniden patlak
verdi. Ayaklanan asiler önce devlet görevlilerini, ardından da ayırt etmeksizin
önlerine gelen Müslüman halkı katletmeye başladılar. Önemli geçit ve mevkileri
ellerine geçirerek bölgenin diğer bölgelerle olan irtibatlarını kestiler. Ardından her
türlü yöntemi kullanarak henüz ayaklanmamış olan köylüleri de ayaklanmaya
zorladılar böylece sayılan iyice arttı ve 10 bini geçmeye başladı. Olaylara zamanında
müdahale etmek amacıyla bölgede başıbozuk denilen gönüllü kuvvetler kuruldu. Bu
kuvvetlerin sayısı 400 - 500 kişiye ulaşınca isyancılara karşı harekete geçildi ve
isyancılar sayılarının çok olmasına rağmen perişan olup dağıldılar ve Vidin Kalesi
kurtarıldı.176
Vidin isyanından sonra asiler yine boş durmamışlardır. Rusya ve Sırbistan'ın
yardım, teşvik ve tahrikleri ile isyan hazırlık ve faaliyetlerini ara vermeden
sürdürmüşlerdir. Rusya kendi yönetimi altında bulunan insanlar zor hayat şartları
altında yaşarken, Osmanlı yönetimini eleştirerek Ortodoksların haklarını koruduğunu
ileri sürüyordu. Hasta adamın mirasını paylaşmak fikrinde olan Rusya'nın İngiltere'ye
yaptığı teklif kabul görmeyince tek başına harekete geçti ancak Kırım Savaşında
yenilince saldırgan siyasetine bir süre ara vermek zorunda kaldı. Askeri yönden eli
bağlanan Rusya politik yöne ağırlık vererek Panslavizm politikası yönelmiştir. Hatta
denilebilir ki bu politika 1859 yılından sonra Rusya'nın özellikle Osmanlı yönetimine
karşı izlediği değişmez politika haline gelmiştir.177
Kırım savaşından sonra Bulgarların büyük bir çoğunluğunun isteği;
bağımsızlık için sistematik ve milli mücadeleyi kapsayan savaşı kendi inançları
çerçevesinde organize etmek ve sürdürmekti. Bunu ilk kavrayan kişi ise Georgi
Stoikov Rakovski olmuştur. Rakovski geniş Bulgar halk yığınları üzerinde ulusal
175
Aydın, s. 42-43.
Şentürk, s. 109.
177
Aydın, s. 52-53.
176
43
devrim mücadelesi kavramını oluşturmuş ve ilk kez olmak üzere ulusal devrim
ruhunu yükselterek ulusal devrimin programını hazırlamıştır. Ayrıca kendisi
bağımsızlık mücadelesini yönetecek ilk örgütsel birimleri kuran kişidir. Burada
belirmek gerekir ki; Rakovski kitlesel devrim savaşının gerekli olduğuna Kırım savaşı
sonrasında karar vermiştir.178
Yoğun propaganda faaliyetleri ve Rus kışkırtmaları sonuçlarını vermiş ve
Osmanlıya karşı Bulgar isyanları şiddetini arttırarak yoğunlaşmıştır. İlk başta bazı
isyanlar hemen haber alınarak bastırılabilirken sonraki aşamalarda bu isyanların
sonuçları çok kanlı olmuştur. Panslavizm hareketleri Bulgar milli bilincinin
oluşmasına yol açmakla beraber Bulgarların Slav birliğine sıcak bakıp bakmadıkları
sorusuna farklı cevaplarda alınabilmektedir. Zira Balkanlar üzerine çalışan tarihçiler
19. yüzyılda Rusya'nın teşvik ettiği Slav birliği hareketi Bulgaristan' da kabul
görmemiştir.179 Buradan Bulgarlar milli bilinçlerini kazanma aşamasında Ruslardan
da büyük destek almışlar ve yararlanmışlardır. Buna karşılık Bulgarlar Slav
birliğinden uzak durmayı tercih etmişlerdir.180
Rusya'nın bu tutumu sürerken bu tarihlerde Osmanlı yönetimi de boş
durmayarak Fransız departman sistemi örnek alınarak hazırlanan Vilayet sistemi
uygulaması ilan edilerek 13 Ekim 1864 yılında yürürlüğe koyuldu. Böyle bir
değişiklikten beklenen amaç, vilayet yönetiminde merkezi otoritenin almış olduğu
yükü hafifletmek ve halkın katılımının artmasını sağlamaktı. Bu konuda Niş vilayeti,
Mithat Paşa' nın başarılı yönetiminden dolayı pilot bölge olarak seçildi.181 Sonuç
olarak ilk önce diğer illere örnek olmak üzere Silistire, Vidin ve Niş eyaletleri
birleştirilip merkezi Rusçuk olan Tuna vilayeti oluşturuldu ve bu vilayet 3 sancağa,
45 kazaya ve 17 nahiyeye ayrılmıştı.182
Demokrasi tarihimizde çok önemli bir yer teşkil eden bu meşhur nizamname
uyarınca vilayetlerde valilerin, sancaklarda mutasarrıf1arın ve kazalarda da
kaymakamların gözetiminde birer idare meclisi bulunacak ve bu meclislerin yerel
178
Tuğlacı, s. 63.
Hasan Ünal, 1908-1909 Yeni Balkanlar Eski Sorunlar, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, Mart 1997,
s. 54.
179
180
Kösebey, s. 18.
Aydın, s. 62-63.
182
Şentürk, s. 169.
181
44
hükümet erkanından oluşan doğal üyelerinden maada bütün Müslüman ve Gayri
Müslim üyeleri kanunun tayin ettiği usule göre 2 yılda bir seçilecektir.183
Mithat Paşa 1864 ile 1868 yıllan arasında Tuna Valiliği görevini yürütmüştü.
Bu süre içerisinde halkın ekonomik refah düzeyi yükselmiş, asayiş ve güvenlik
sağlanmış, komitaların faaliyetleri kısıtlanmış ve güvenlik sağlanmıştır. Ancak bu
olumlu gelişmeler Panslavistlerin işine gelmemişti.184 Rus Büyükelçisi olarak
İstanbul'da bulunan ünlü Panslavist Nikolay Pavloviç İgnatief bir yandan Osmanlı
yönetimini Mithat Paşa aleyhine kışkırtmaya çalışıyor, diğer yandan da Romanya'da
üstlenen komitecilerin Tuna nehrini geçerek isyan çıkarmalarına çalışıyordu.
Nitekim çok geçmeden 1867 yılının Mayıs ayında Bulgar halkını ayaklandırmak
amacıyla bir teşebbüs görülmüş ise de Mithat paşa gerekli tedbirleri zamanında
alarak olayı büyümeden bastırmıştır. Ruslar ve Sırplar bu gibi faaliyetlerde
yetinmeyip Mithat Paşaya karşı çeşitli suikastlar düzenlemiş ancak bu teşebbüslerde
sonuç getirmemiştir. 1868 yılında Mithat Paşanın tayininin çıkmasını fırsat bilen
Slav çeteleri Bulgaristan'da yeni bir isyan çıkarmışlar ancak Mithat Paşa geçici
olarak geri dönerek bu isyanı da bastırmıştır.185
Bulgarların bağımsızlık yönündeki faaliyetlerini geliştirmek ve gerçek
anlamda bağımsızlığa kavuşmaları için bu fikre uygun olarak bağımsız bir kiliseye
de ihtiyaçları bulunmaktaydı. Yıllarca Fener Rum Ortodoks Patrikhanesinin baskısı
altında ezilen Bulgarlar, bu baskıdan kurtulmak ve kendi bağımsız kiliselerini
kurmak amacı ile çeşitli faaliyetler içine girmişler ancak başarılı olamamışlardı.186
Tanzimat Fermanı Osmanlı halkının haklar yönünden eşit olduğunu
bildirmekteydi. Bu durum Bulgarların ayrı bir kilise kurmak için hükümete
başvurmalarına zemin hazırlamıştı. Bulgarların bu istekleri Tanzimat Fermanı
hükümlerine uygun idi ancak mevzuata aykırı bulunuyordu. Zira İstanbul 'un
fethinden beri kilise inşaatı yasaklanmıştı ve hükümet bu durumu göz önünde
bulundurarak Bulgarların bir kilise değil ancak bir papaz hane kurmalarına izin
vermişti. Bu izni alınca Bogordi adlı Bulgar aydını evini bağışlayarak kilisenin
kurulmasında ön saflarda yer alan kişilerden biri oldu ve böylece de 9 Ekim 1849
183
Danişmend, C. 4, s. 226.
Aydın, s. 63.
185
Şentürk, s. 180-181.
186
Kösebey, s. 19.
184
45
yılında İstanbul'da bağımsız Bulgar kilisesi ve Bulgar Eksarhanesinin çekirdeği
kurularak bağımsızlık hareketi değer kazanmıştı. Hükümet papaz hane kurulmasına
ve burada kendi dillerinde ayin ve tören yapılmasına izin vermişse de Bulgar
milletine sınırsız bir mezhep serbestisi verildiği takdirde ruhani liderlerinin Bulgar
milletinin her konuda mercileri konumuna gelebileceğinden endişe etmeye
başlamıştı. Zira ruhani liderler Bulgarların milliyetçilik düşüncelerini bir isyana
kadar vardırabilirlerdi. Ancak mesele böyle sürüp gittikçe de çeşitli ihtilaflara yol
açabilir ve Rusya'nın elinde bir tahrik unsuru olarak kalabilirdi.187
İşte bu sebeplerden dolayı hükümet Bulgar unsuruna milli bir hususiyet
vermemek amacıyla onaylamadığı kilise istiklalini vermeye mecbur kaldı. 11 Mart
1870 yılında Bulgar kilisesini İstanbul Rum kilisesinden ayıran ferman verildi.
Böylece de Bulgar kilisesi bağımsızlığını kazandı ve Eksarhlık resmen kabul edildi.
Bulgaristan Kilisesinin Rum Ortodoks Kilisesinden ayrılması Ruslar' ın da işine
gelmekteydi zira kendileri de bu kilise üyeleri kanalıyla Balkanlarda yoğun bir
propaganda faaliyetine girişebilme olanağına kavuşmuşlardı.188 Yeni Eksarh
idaresindeki kiliseye ruhani daire olarak hemen bütün Bulgaristan ile Makedonya '
nın bir kısmı tahsis edilmişti. Ancak Eksarhlık namzedinin hükümetçe kabulü ve
Bulgar Sinodu tarafından onaylanması üzerine de Rum Patriği tarafından da dinen
onaylanması gerekmekteydi ve bunun yanı sıra dualarda da Patriğin adını anmak
mecburi idi. Ancak bu sonuç sanılanın aksine Rus siyasetinin bir başarısı değildi.
Çünkü Rus Çarlığının üzerinde durduğu Slav birliği çabaları kadar önem arz eden
Ortodoks birliği bu suretle biraz zedelenmişti.189
Bulgarların Osmanlı idaresine karşı giriştikleri en son ayaklanma 2 Mayıs
1876 yılında gerçekleşmiştir. Bu ayaklanmanın diğerlerinden ayrılan en önemli
özelliği ardında çok yönlü bir Panslavist desteğin olmasıdır. Aslında Panslavistler
sadece Bulgaristan'da değil bütün Balkanlarda genel bir ayaklanma çıkarmak
istiyorlardı. İsyanın tarihi ilk başta 24 Nisan 1876 olarak belirlendi ancak hazırlıklar
yetiştirilemediği için ayaklanma tarihi 12 Mayısa ertelenmişti. Gelişen olaylar üzerine
ayaklanma belirlenen tarihten 10 gün önce yani 2 Mayıs 1876 da Edirne Vilayetinin
187
Şentürk, s. 220.
Toktamış Ateş, Siyasal Tarih, Der Yayınları, İstanbul, 1997, s. 390.
189
Danişmend, s. 232.
188
46
Filibe sancağına bağlı Tatarpazarcığı kazasının Avratalan köyünde başladı.190 Bu
isyan girişimi Osmanlı yönetimi tarafından şiddetle bastırılabilmişti. Girişilen harekat
sırasına 4 000 den fazla asi öldürülmüştü. Bunun üzerine Ruslar Osmanlı
kuvvetlerinin 15 000 den fazla Bulgarı öldürdükleri ve köyleri yakıp yıktıkları
şeklinde bir propaganda faaliyetine başladı. Rusya ' nın bu girişimleri sonuç verdi ve
Avrupa kamuoyu Osmanlı aleyhine döndü.191
Gelişmeler üzerine 1876 da İstanbul'da Kasımpaşa'da bulunan Bahariye
Bakanlığının toplantı salonunda bir konferans toplandı. Konferansta yapılan
müzakereler sonunda Osmanlı devletinin bağımsızlığını zedeleyebilecek bir takım
görüşler ön plana çıktı. Bulgaristan'da iki bağımsız bölge kurulmasını da içeren bu
teklifler Osmanlı devleti tarafından resmen reddedildi ve yapılmakta olan
görüşmelerin faydasızlığı anlaşıldı. Ancak buna rağmen ümitler tamamen kesilmedi
ve belki bir çözüm yolu bulunur ümidi ile Londra'da siyasi görüşmelere devam
edildi. Bu görüşmelere sonucunda İstanbul Konferansında alınan kararları epeyce
değiştiren ikinci bir anlaşma hazırlandı ise de bu da Ethem Paşa zamanında
oluşturulan genel mecliste görüşülerek reddedildi.192 Bu gelişmeler sonunda Avrupa
devletlerinin de desteğini arkasına alan Rusya Osmanlı devletine karşı savaş
başlattı.193
1877-1878 Osmanlı Rus savaşı Kafkaslar ve Tuna olmak üzere 2 cephede
sürmüş ve Osmanlının ağır yenilgisi ile sonuçlanmıştır. Bu yenilginin ardından 3
Mart 1878 tarihinde iki devlet arasında şartları çok ağır ve uygulanamayacak olan
Ayastefanos Barış Anlaşması imzalanmıştır.194 Bu anlaşma ile Büyük Bulgaristan
kuruluyordu. Sınırları, kuzeyde, Sırbistan'dan başlayıp, Tuna nehrini izleyerek
Karadeniz'e, güneyde ise Ohri gölünden Ege denizindeki Kavala limanı da dahil
olmak üzere Edirne' nin kuzeyinden yine Karadeniz'e uzanıyordu. Bulgaristan ise
halkın seçtiği bir prens tarafından yönetilecekti ve seçilen bu prens diğer devletler
tarafından da kabul edilip Osmanlı tarafından onaylanacaktı. Ayrıca bu prenslik yeni
190
Aydın, s. 80-93.
Tuğlacı, s. 86.
192
Mehmed Arif Bey, 93 Moskof Harbi ve Başımıza Gelenler, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1973, s. 2229.
193
Kösebey, s. 21.
194
Oral Sander, Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918’e, İmge Yayınevi, Ankara, 1997, s. 229.
191
47
yönetim oluşuncaya kadar, bir Rus komiseri tarafından idare edilecekti.195
Kurulacak olan Büyük Bulgaristan'ın sınırları Ege
denizine kadar
uzandığından, İstanbul ile Trakya arasındaki bağ koparılmış oluyor ve böylece de
Türkleri Avrupa ve Trakya'nın tamamından söküp atmanın da yolu açılmış oluyordu.
Bununla beraber Büyük Bulgaristan'ın adalar denizine inmesi demek, aslında
Rusya'nın Akdeniz'e inmesi demekti. Böylece Rusya bir yandan Ege ve Adriyatik
denizleri üzerinden Türk Boğazlarını, Basra yolu ile de Hindistan ve Hint
Okyanusu'nu tehdit eder bir duruma geldi.196 Durum böyle olunca İngiltere'
sömürgeleri ve sömürge yolu açısından bir endişeye kapılmıştır. Ayrıca diğer Balkan
devletlerinin Rusya sayesinde genişleyip istiklallerine kavuşmaları da bütün
Balkanları Rusya'nın nüfuzuna sokan bir durumdur. Bu da içerisinde büyükçe bir
Slav nüfusu barındıran ve gözünü Bosna Hersek' e dikmiş olan Avusturya ' yı
rahatsız etmiştir. İşte bu sebepler ile Londra ve Viyana hükümetlerinin teşebbüsleri
ile ve Alman hükümetinin daveti ile de Berlin'de bir kongre toplanması
kararlaştırılmıştır.197
Bu kongreye geçmeden önce bu gelişmeye neden olan olaylardan biri olan
genel yapıya kısaca değinmek gerekmektedir. Avusturya 1815 den beri yaptığı tüm
uğraşlara rağmen batısında Almanya ve güneyinde de İtalya'nın birer devlet olarak
ortaya çıkmalarına mani olamamıştı. Böylece Avusturya diplomasisinin batı ve
güneyde yapacağı pek bir şey kalmamıştı. Bu sebeple de yönünü doğuya çevirmişti.
Balkanlarda genişlemeye karar veren Avusturya'nın bu amaca yönelik hedefi
doğuda Selanik ve Eğe denizi, güneyde ise Adriyatik Denizi olmuştur. Ancak
Rusya da Osmanlıları Balkanlardan atarak oraya yerleşmek ve Panslavizm
politikasını gerçekleştirmek istiyordu. Böylece kuzey-güney ekseninde hareket
eden Rusya ile doğu - batı yönünde hareket eden Avusturya bir çıkar çatışması içine
girmişlerdi. Son olarak da 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı sonrasında imzalanan
Ayastefanos anlaşması bu çıkar çatışmasını iyice kızıştırmıştı. Böylece 1872
Eylülünde Bismark' ın çabalarıyla oluşturulan Birinci İmparator Ligi başarısızlığa
195
Aydın, s. 125-126.
Necati Ulunay Ucuzsatar, “Türkiye Üçlü Kıskaçta”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, Nisan 1994,
sayı:2, s. 15.
197
Danişmend, s. 313-314.
196
48
uğramış oluyordu.198
Berlin anlaşmasına geri dönecek olursak; Berlin'de toplanan kongrede
İngiltere, Avusturya, İtalya ve Fransa Ayastefanos Anlaşmasına karşı tutum
sergilerken Bismark, Fransa'ya karşı Rusya'yı yanına almak istemiş ve Rusya karşıtı
bir tutum sergilemekten kaçınmıştır. Bismark bir Alman Şansölyesi olarak görev
yaptığı sürece Avrupa güçler dengesi çerçevesinde geliştirdiği barış ve ittifak
politikalarıyla ülkesini güvenli bir konumda tutmak istemiştir. Bu şartlar altına
toplanan kongre sonrasında 13 Temmuz 1878 tarihinde Berlin Anlaşması
imzalanmıştır.199
Berlin Anlaşması ile Bulgaristan Prensliği'nin sınırları daraltılmıştır.
Ayastefanos Anlaşması ile belirlenmiş olan Bulgaristan toprakları Moesia ve Sofya
bölgesini içine alan bağımsız bir prenslik ve Güney Bulgaristan'ı içine alan, Osmanlı
sınırları içinde Doğu Rumeli olarak adlandırılan idari bir özerkliğe sahip bir eyalet
olmak üzere iki parçaya bölünmüştür. Makedonya ise Osmanlıya geri verilmiştir.
Böylece de Bulgaristan'ın Ege Denizi ile olan bağlantısı kesilmiştir.200
Berlin anlaşması ile Doğu Rumeli'nin Büyük Bulgaristan'dan ayrılması hem
Bulgarların hem de Rusların pek hoşuna gitmemişti. Aslında Rusya, Doğu
Rumeli'nin Bulgarlardan alınarak Osmanlı İmparatorluğu'na verilmesine istemeyerek
razı olmuştu. Çünkü Rusya bu sebep ile stratejik değeri çok fazla olan Balkan
geçitlerini Osmanlı İmparatorluğunun kontrolüne terk etmiş oluyordu. Tabi Rusya,
Bulgar halkı ve yöneticileri Doğu Rumeli'nin Bulgaristan'a ilhakı konusunda teşvik
çalışmalarını sürdürüyordu.201
Rusya'nın bu tip faaliyetleri her yerde sürüyordu. 1870'li yıllarda İstanbul'da
Galatasaray Lisesi ve Robert Kolej' de okuyan bir grup Bulgar genci ile yakından
ilgilenen Rus Sefareti yaptığı ikram, iltifat ve sohbetler ile bu gençleri kendine
bağlamıştır. Rus sefareti tarafından Türk düşmanlığı ile doldurulan gençlere bu
konuda her türlü telkin de yapılmaktaydı. Bu gençlerden biri olan Savof ileri ki
198
Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
Ankara, 1994, C. 1, s. 21-24.
199
İbrahim S. Canbolat, Değişen Dünya ve Alman Dış Politikası, Ezgi Kitapevi Yayınları, Bursa,
1995, s. 28.
200
Tuğlacı, s. 96.
201
Süleyman Kocabaş, Balkanlarda Panislamizm, Vatan Yayınları, Kayseri, 1989, s. 145.
49
yıllarda Bulgar ordularına kumandan olacak ve Balkan savaşında Türklere karşı
Bulgar ordularının komutanlığını yapacaktır. Yine Galatasaray Lisesi'nden mezun
gençlerden biri olan Jean Mihailof (Stoyan Mihailovski) ve Konstantin Veliçkof,
Bulgar Devleti'nin kurulmasında önemli görevler üstlenmişler ve yeni kurulacak
olan devletin temellerine Türk düşmanlığının tohumlarını ekmişlerdir. Hatta
Mihailof ve Veliçkof'un Türk düşmanlığını işleyen eserleri ve şiirleri günümüzde
dahi okunmaya devam etmektedir.202
Prens Alexandr Battenberg ülkeyi başlangıçta Rusya'ya dayanarak
yönetmeye çalıştı ancak Avusturya, İngiltere ve Osmanlı hükümeti prensliğin
Rusya'nın emri altında bulundurulmasına tepki gösterdiler. Bundan sonra da Rus
Çarı ile Prensin arası açıldı. Daha sonra feshedilen anayasanın yeniden yürürlüğe
girmesinin ardından Prens hükümeti seçim sonuçlarına göre Karavelov'a verdi.203
18 Eylülü'nde komitecilerin hükümet darbesi gerçekleştirmelerinin hemen
öncesinde Doğu Rumeli Eyaleti de bir Avrupa Komisyon denetiminde muhtar bir
prensliğe dönüşüyordu. Berlin Anlaşması'nın 18. maddesi uyarınca bir araya gelen
Avrupa Komisyonu, 1878 yılının 14 Eylülünde Filibe şehrinde çalışmalarına
başladı. 24 Eylül 1879 yılına kadar süren çalışmaları neticesinde Doğu Rumeli
Vilayeti'nin anayasası düzenlendi. Kurulacak olan bu prenslik bir milli muhafız
örgütüne sahip oluyor ve başına da Hıristiyan bir vali geçiyordu. Bu vali büyük
devletlerin onayı alınarak Sultan tarafından atanacaktı. Bu göreve ilk olarak Rüstem
Paşa tayin edilmesine rağmen bu tayinden vazgeçilerek bu göreve Aleko Bogordi
getirildi. 27 mayıs 1879 da göreve başlayan Aleko Paşa 5 yıl süre ile bu görevi
yürüttü. Görev süresinin bitmesinin ardından ikinci defa bu göreve gelmeye
çalışmış olsa da bunda başarılı olamadı. Aleko Paşanın ardından bu göreve Gavril
Krısteviç getirildi ve o da bu görevini vilayetin prensliğe katıldığı tarihe kadar
yürüttü.204
Bulgaristan ve Doğu Rumeli'nin kurulmasının ardından prenslikte durum
iyiye doğru gitmemiş ve siyasi partiler birbirleriyle mücadele içerisine girmişlerdi.
Prens Alexandr meclisi 1879 yılının 6 Aralığında dağıtmış ve yeni seçilmiş olan
202
Refik Korkud, Komünist Bulgaristan’ ın Dosyası, Türkiye Fikir Ajansı, Ankara, 1986, s. 21.
Tuğlacı, s. 96.
204
Aydın, s. 56.
203
50
meclis de, kendisine diktatörlük yetkileri vermişti. Buna rağmen Bulgaristan'da işler
yoluna girmemiş ve Prens ile onu himaye edip koruyan Rusya'nın arası açılmaya
başlamıştı.
Bulgaristan'da
yaşanan
bu
olumsuzluklara
rağmen
Osmanlı
İmparatorluğu'na bağlı özerk bir il olarak kurulmuş olan Doğu Rumeli'nin durumu
iyiydi. Ancak burada yaşamakta olan Bulgarlar prenslik ile birleşmek için büyük
çaba sarf etmekteydiler. Bu çabalar sonucunda Ağustos ayında Değirmendere'de
toplanan gizli bir kongre ile Eylül ayında bir ayaklanma çıkarmayı planlayan
Bulgarlar, Varna'da ikamet eden Prens Alexandr bunun yapılmaması uyarısında
bulunmasına rağmen 1885 yılının 18 Eylülünde Filibe'de kansız bir isyan
gerçekleştirdiler.205
İsyanda Gavril Paşa tutuklanarak İstanbul'a gönderildi ve Stranski
başkanlığında kurulan geçici hükümet Bulgaristan Prensi Alexandr'ı Rumeli
Valiliğine getirdi. Prens Alexandr, Rusya'nın tüm muhalefetine rağmen milli
partisinin baskısı altında görevi kabul etti ve Filibe şehrine giderek çifte Bulgaristan
Prensi unvanını aldı.206
Olayların bu şekilde gelişmiş olması Avrupa devletlerini de şaşırtmıştı. ilk
önce meydana gelen olayların arkasında Rusya'nın olduğu düşünüldü ancak bu
olaylar Rusya'nın da hoşuna gitmemişti. Rusya olaylar ile bir ilişkisinin olmadığını
kanıtlamak için Bulgaristan'da bulunan tüm subaylarını geri çekti ve Prens
Alexandr'ın Rus ordusunda aldığı tüm rütbeleri geri aldı. Avrupalı devletler de
Bulgaristan'ın bu hareketini uygun bulmadıklarını bildirdiler ancak bu bildiriden
öteye gidemedi.207
Osmanlı İmparatorluğunda ise Osman Paşanın müdahale fikri Sultan II.
Abdülhamid tarafından kabul görmeyince sadrazam istifa etti. Yeni gelen sadrazam
ise Prens Alexandr' ı Şarki Rumeli Eyaleti'nin valisi olarak tanıdı. Bu ise Osmanlı
eyaletinin Bulgaristan Prensliği ile birleşmesi demek oluyordu. Daha soma 15
Haziran 1887'de Ferdinand Von Coburgu-Kohary Bulgar Prensi seçildi. Ferdinand' ın
Bulgaristan'ın başına geçmesi Bulgaristan için bir dönüm noktası olmuştur. Daha
Prens olduğu ilk günden beri Bulgaristan'ın bağımsızlığını ilan ederek kendisi de Çar
205
Coşkun Üçok, Siyasal Tarih, Ajans Türk, Ankara, 1961, s. 261-263.
Tuğlacı, s. 96-97.
207
Üçok, s. 261-263.
206
51
unvanı almayı kafasına koymuştu. Ferdinand' ın ikinci emeli de Makedonya' yı
Bulgaristan' a katmak ve bu suretle Ayastefanos Bulgaristan'ını tekrar canlandırmak
idi. Ferdinand' ın Bulgar Prensi olmasıyla beraber Bulgaristan'ın Makedonya'daki
faaliyetlerinin artması paralellik arz eder.208
Bulgarların
Makedonya
üzerideki
iddiaları
tarihe
ve
geleneklerine
dayanmaktaydı. II. Abdülhamit' e göre Makedonya sorununda asıl suçlu olanlar
Bulgarları ve Makedonya olaylarının planlanıp yönetildiği merkez üssü Sofya idi.
Bulgarların bölgedeki kötü yönetime karşı takındıkları tavır propaganda içindi. Bu
Avrupa devletlerinin dikkatini çekmeye yönelik planlı bir davranıştır ve bu yönde de
başarılı olmaktadırlar.209 1890'dan itibaren ilk Makedonya komitesini Bulgarlar
kurarlar. Bulgarlar ayrıca bu bölgede yaşayan Hıristiyan unsurlar üzerinde hakimiyet
kurmak amacıyla da diğer Hıristiyanlara karşı da çete hareketlerine girişmeyi ihmal
etmemişlerdir.210
Bulgaristan Makedonya'yı izlemeye başladığında diğer Balkan devletleri bu
politikayı sınırlama arayışlarına girişmişlerdi. Osmanlı yönetiminin ise belirgin bir
Balkan politikası tam anlamıyla yoktu. Osmanlı Hükümeti ve yöneticilerinin genel
tutumu bölgedeki diğer güçlerin faaliyetlerine karşı alınmış savunma önlemlerinden
ibaretti. Oysa ki Makedonya Osmanlı İmparatorluğu için kaybedilmemesi gereken
bir bölge konumundaydı. Aslında Osmanlı İmparatorluğunun bu tutumunun
temelinde yatan düşünce, Balkan devletleri arasındaki farklılıklardan ve büyük
güçlerin status quo yanlısı davranışlarından faydalanmak idi. Ancak 1878 yılında
Bulgar Sorunu olarak ortaya çıkan Makedonya bunalımı 1903 yılında meydana
gelen büyük ayaklanma ve Avrupa'nın da işin içine karışması ile bir Makedonya
sorunu halini almıştır. Makedonya sorunu farklı unsurların bölgede izlediği
yayılmacı politikalar sebebiyle hızla tırmanışa geçerek, içinden çıkılamaz girift bir
sorun halini almıştı. 1908 yılında meydana gelen gelişmelere paralel olarak
Makedonya sorunu Balkan devletlerini ortaklaşa çözmeye çalıştıkları bir Balkan
problemi olmuştur. Prens Ferdinand’ a göre bütün sorunun temelinde Osmanlı
208
Tuğlacı, s. 98.
Hüseyin Savaş, Türk Siyasal Tarihinde Makedonya Sorunu, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, Bursa, Kasım 1992, C. XII, sayı:1, s. 190-193.
210
Nevzat Köseoğlu, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyetleri Üzerine Düşünceler, Ötüken
Yayınları, İstanbul, 1997, s. 603.
209
52
yönetimi vardı ve Bulgarların Makedonya'da istedikleri en azından otonomiydi.
Fakat Prens Ferdinand' ın ilk amacı komşu ve Avrupa devletleri ile ilişkilerini
düzeltmekti.211
Bu çerçevede Avusturya ile olan ilişkilerini de ilerleten Bulgaristan yaptığı
görüşmelerin ardından Avusturya’ nın Bosna Hersek' i işgal etmesine karşılık,
Bulgaristan'ın bağımsızlığının tanınması desteğini elde etmeyi başardı. Bu şekilde
Avusturya'nın da desteğinin alan Bulgarlar, 1908 yılının 6 Ekim günün bağımsızlığını
ilan etti.212
Osmanlı açısından bu krizin Bulgaristan kısmı, Avusturya - Macaristan
kısmından çok daha önemli idi. Çünkü iki ülke arasındaki ilişkiler Eylül 1908
ortalarından itibaren Osmanlı Hükümetinin İstanbul'daki Bulgar temsilcisi Geshov' u
padişahın yabancı diplomatlar onuruna verilen yemeğe davet etmemesi ile ilişkiler
hızla gerginleşmiş ve Bulgar bağımsızlığından önceki günlerde Sofya Hükümetinin
topyekün bir savaş hazırlığı yapmakta olduğu haberleri üzerine gerginlik en üst
düzeye ulaşmıştır.213
Çar Ferdinand' dan sonra Bulgaristan'ın en zengin adamlarından olan Geshov,
1908'de II. Meşrutiyetin ilanından sonra Bulgaristan'ın İstanbul Büyükelçisi olmuştu.
Padişahın verdiği yemeğe davet edilmediğini bahane edip İstanbul'u terk etmiş ve iki
ülke arasındaki ilişkilerin kesilmesine neden olmuştur. Zaten sefirliğe tayin edilme
sebebi de bu idi.214
Bu durumda Osmanlı Hükümetinin iki seçeneği mevcuttu: Ya duruma göre
derhal Bulgaristan'a askeri bir karşılık vermek ya da diplomasi yolu ile yaşanan
krize çözüm bulmak.215
Hükümet içinde bulunduğu olumsuz şartlarda Bulgaristan'ın bağımsızlık
kararına verilecek cevabı ve Avrupa devletlerinin Bulgaristan'ın bu kararına
verecekleri cevabı beklemeye başlar. Bu doğrultuda büyük devletlerin tavırları
211
A. Gül Tokay,Makedonya Sorununa Tarihsel Bir Bakış Yeni Balkanlar Eski Sorunlar, s. 26-
27.
212
213
214
215
Ahmet Halaçoğlu, Rumeli’ den Türk Göçleri, TTK, Ankara, 1994, s. 11.
Kösebey, s. 30
Refik Korkud, Komünist Bulgaristan’ ın Dosyası, Türkiye Fikir Ajansı, Ankara, 1986, s. 10.
Kösebey, s. 31.
53
Osmanlı lehine görülmekte hata ve hatta bu devletler Bulgaristan'ı barışı bozucu
tavırlardan kaçınmaları konusunda uyarırlar. Bundan da cesaret alan Osmanlı
hükümeti Bulgaristan'a bağımsızlık konusunda olumsuz yanıt verir.216
Osmanlı devletinin bu bağımsızlığı tanımamasının ardından Bulgaristan
Fransa'nın aracılığına başvurdu. Fransa ve İngiltere'nin iknaları ile 1908 yılı
sonlarına doğru Osmanlı Devleti Bulgaristan ile bağımsızlık karşılığı alacağı
tazminatı görüşmeye başladı. Osmanlı Devletinin Bulgaristan'dan çok ağır tazminat
istemesi üzerine ilişkiler gerildi.217
1909'da varılan anlaşmaya göre Osmanlı İmparatorluğu Bulgaristan'dan 100
milyon Mark tazminat alacaktı. Ancak Osmanlı Hükümeti Rus Büyükelçisinden
Bulgaristan'ın bu borcunu Rusya'ya hala ödenmemiş bulunan 1877- 1878 Osmanlı Rus savaşının tazminat borcuna karşılık olarak sayılacağını öğrendi. 19 Nisan 1909'
da iki anlaşma imzaladılar. Böylece Berlin Anlaşmasından beri fiili olarak
bağımsızlığını sağlamış bulunan Bulgaristan, imzalanan anlaşma ile hukuki
bağımsızlığını da elde etmiş bulunuyordu.218
Avusturya'nın Bosna'yı ilhak etmesinin ardından Balkan Devletlerinin
arasında varolan Makedonya sorunu aralarında bir ittifak oluşmasını engellemiş
olmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğunun içinde bulunduğu olumsuz durumdan
yararlanan Balkan Devletleri aralarında anlaşma yoluna gittiler. Bulgaristan ve
Sırbistan arasında yapılan ilk anlaşmanın ardından Bulgarlar ile Yunanlılar arasında
bir anlaşma yapıldı. Karadağ ise Bulgaristan ve Sırbistan ile aynı türden anlaşmalar
yaptı.219
F. Balkan Savaşları
Balkanlar'da Osmanlı Devleti'nin egemenliği 1356 yılında Gelibolu
yarımadasına çıkılmasıyla başlamıştır. Osmanlı Devleti Sadrazam Sokullu Mehmet
Paşanın ölümüne kadar topraklarını genişleterek egemenliğini kurmuş ve
Balkanlar'da bir istikrar dönemini başlatmıştır. Bu istikrar XVIII. yüzyıldan itibaren
bozulmaya başlamış ve XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti yok olma tehlikesiyle karşı
216
Ünal, s. 55.
Tuğlacı, s. 101.
218
Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Emir Yayınları, İstanbul, 1996, s. 635.
219
Standford J. Shaw-Ezel Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, İstanbul, 1983.
217
54
karşıya kalmıştır.220
1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinden (93 Harbi) önce Bulgaristan'daki Türk
nüfusu Bulgarlardan fazla olmasına rağmen Bulgaristan'ın uyguladığı milliyetçi
tavırlar sonucu yüz binlerce Türk, Bulgaristan'ı terk etmek zorunda bırakılmıştır.
1877’ de başlayan Osmanlı-Rus Harbi'nden Osmanlı Devleti yenilgiyle ayrılmıştır.
Savaşın sonunda imzalanan 1878 Ayastefanos Anlaşması'na göre büyük Bulgar
Devleti'nin kuruluşu sağlanmıştır. Diğer devletlerin bu anlaşmaya itirazları üzerine
13 Haziran-13 Temmuz 1878 yılında Berlin'de toplanan Barış Kongresi'nde
Bulgaristan üçe bölünmüştür.221 Doğu Rumeli ayrı bir özerkliğe kavuşturulup
Osmanlı Devleti'ne bağlanmış, Makedonya ise yenilikler yapılması şartıyla Osmanlı
Devleti'ne bırakılmıştır. Bulgaristan topraklarının bir kısmında da Bulgar Özerk
Prensliği kurularak prensliğin başına Alman botanikçisi Ferdinand getirilmiştir. Kral
Ferdinand, Birinci Balkan Savaşı'nın öncülüğünü yapmıştır.222
Bulgaristan, Osmanlı Devleti'nde (1908 yılında) ilan edilen Birinci
Meşrutiyet'ten istifade ederek tam bağımsızlığını ilan etmiştir. Osmanlı Devleti de
Rusya'ya olan 125 milyon franklık tazminat borcunun silinmesi kaydıyla 19 Nisan
1909 tarihli anlaşma ile Bulgaristan'ın bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştır.
Bulgaristan bu tarihten sonra Osmanlı Devleti aleyhine genişleme sürecine
girmiştir.223
Balkanlar'daki bu hareketlenmeye destek veren Rusya, Bulgaristan ve
Sırbistan'ın Osmanlı Devleti aleyhine ittifak kurmalarını sağlamıştır. 13 Mart 1912
tarihinde yapılan Bulgar-Sırp Anlaşması'na göre her iki devlet Osmanlı Devleti'nden
alacakları topraklar konusunda anlaşmış ve aralarında çıkan anlaşmazlıkların
çözümünde Rusya'nın hakemliğini kabul etmişlerdir.224
Ardından 29 Mayıs 1912'de Bulgaristan-Yunanistan Anlaşması imzalanmış,
Ağustos 1912'de ise Karadağ'ın katılımıyla Osmanlı Devleti'ne karşı kurulan Balkan
ittifakı tamamlanmıştır. Bu gelişmeler üzerine Balkan devletleri her türlü
hazırlıklarını tamamlayarak Türk sınırlarına yığınak yapıp ve savaş durumuna
220
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 79.
Mufassal Osmanlı Tarihi, C. 1, İstanbul, 1963, s. 3328.
222
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 79.
223
a.g.e. s. 79.
224
Rıfat Üçarol, Siyasi Tarih, İstanbul, 1985, s. 357.
221
55
geçmişlerdir. Birinci Balkan Savaşı'nda Balkan devletlerinin hedefleri şunlar
olmuştur225:
a. Bulgarlar, Balkanlar'da yaşayan bütün devletlerin özünü teşkil ettikleri
inancı ile dinsel ve siyasal bir birlik kurmayı ve Makedonya'nın Bulgar kısmını
almayı,
b. Karadağ; Balkanlar'da Arnavutlardan ve Makedonya'dan bir kısım toprak
alarak daha fazla büyümeyi,
c. Sırplar; eski büyük Sırbistan'ı tekrar kurmayı ve kendilerinin saydıkları
Makedonya'nın ve Arnavutluk Kosova'sının bir kısmını almayı,
ç. Yunanlılar ise eski şark imparatorluğunu kurmayı planlamıştır.Osmanlı
Devleti ise kuvvet kullanarak Balkan müttefiklerinin tehditlerinden korunmayı ve
düşmanın silahlı kuvvetlerini yok etmeyi çözüm olarak görmüştür.
Osmanlı Devleti, Birinci Balkan Savaşı'na ekonomik ve siyasi sıkıntılar
içinde girmiştir. Hükümetin zaafları, politik yalnızlık, devam eden Trablusgarp
Savaşının masrafları, eğitimli 70.000 askerin terhis edilmiş olması, Arnavutluk,
Suriye ve Yemen isyanlarının yol açtığı yıkım devletin malı gücünü tüketmiştir.
Alınan iç ve dış borçların faizleri devletin altından kalkamayacağı düzeye çıkmış ve
dolayısıyla ordunun yeni silahlarla donatılması imkansız hale gelmiştir. Bunlara
ilaveten demir yolu ve kara yolu yetersizliği seferberlikte asker naklini sorun haline
getirmiştir. İtalya ile Trablusgarp Savaşı devam ettiğinden, İtalyan donanması Ege
denizi yolunu kapatmıştır. Türk donanması ise otuz yıldır Haliç'te çürümeye terk
edilmiş bir durumdadır. Ordu, düşmanlarına nazaran az eğitimli ve yorgundu. Kısaca
halk ve ordu savaşa hazır değildi. Harbe hazır olan Balkan bağlaşıkları birbirlerine
komşu oldukları gibi araları da demir ve kara yolu ile bağlıydı; her biri bir cephede
savaşacaktı.226
(1) Birinci Balkan Savaşı'nın Cereyanı
Balkan devletleri hedeflerine ulaşmak için Osmanlı Devleti'nden önce
seferberliklerini tamamlayıp kralından erine kadar milli hedeflerinde birleşmiş, hatta
225
226
Balkan Harbi (1912-1913), C. 1., Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 1993, s. 56.
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 80.
56
dini, milli ve tarihi çıkarları yüzünden birbirleriyle anlaşma imkanları olamadığı
halde müşterek düşmanları için geçici de olsa anlaşabilmişlerdir. Siyasi, askeri ve
ekonomik hazırlıklarını tamamlayan Balkan devletleri Osmanlı Devleti'ne karşı
taarruza geçmişlerdir.227
Bulgar kuvvetleri 18 Ekim 1912'de Yanbolu-Kırklareli istikametinde olmak
üzere taarruzlarına başlamıştır. 21 Ekim 1912 tarihinde 2 nci Ordu ileri kısımlarıyla
Arda ve Tunca nehirleri arasında 35 km' lik cephe üzerinde Edirne'nin 16-20 km
batısı ve kuzey bölgesine kadar ilerlemiştir. 1 nci ve 3 ncü ordular, Tunca nehrinin
doğusundan, 55 km' lik bir cephe ile Edirne-Kırklareli hattının 15-20 km kuzeyine
kadar yaklaşmıştır.228
Karargahı Lüleburgaz'da bulunan Türk Doğu Ordusu, Bulgar ordusuna karşı,
Kırklareli-Edirne-Yenice hattında savunma kararı vermişti. İstanbul'daki mürettep
18 nci Kolorduya Kırklareli bölgesine, Tekirdağ'daki 17nci Kolorduya Saray
köyüne yanaşması için emir verilmişti. Başkomutan Vekili Nazım Paşanın sürekli
işe karışması ve baskısı sonucu iki kat üstün Bulgar ordularına karşı Kırklareli ve
Edirne çevresinde bulunan 1 nci, 2 nci, 3 ncü, 4 ncü Kolordular, siklet merkezi
Kırklareli-Yanbolu genel istikameti olmak üzere taarruza başladı. 22-23 Ekim 1912
tarihlerinde icra edilen şiddetli çarpışmalar sonucu Bulgar ordusu geri çekilme
yollarının tespiti için planlama yaparken bunu yanlış değerlendiren Türk ordusu
komutanlığı da Kırklareli-Edirne-Yenice hattına çekilme kararı vermiştir. Süloğlu
bölgesinde Bulgar ordusuna karşı üstünlük sağlanmasına rağmen alınan bir yanlış
kararı değerlendiren Bulgarlar karşı taarruza geçmiştir. Taarruz sonucu Türk ordusu
bu bölgede tutunamayarak 24 Ekim 1912 akşamı Pınarhisar-Lüleburgaz hattına
çekilmek zorunda kalmıştır. Dört gün süren buradaki muharebelerden sonra da
Çatalca hattına çekilip bu bölgede tertiplenmişlerdir.229
21 taburlu Kırcaali Müfrezesinin, Bulgar Rodop Grubunun taarruzu
karşısında hemen dağılması ve yerli halkla birlikte panik halinde Gümülcine' ye
çekilmesiyle Bulgarlar Batı Trakya'ya hakim olmuştur. Böylece doğu ve batıdaki
227
a.g.e. s. 80.
a.g.e. s. 80-81.
229
a.g.e. s. 81.
228
57
Türk ordularının bağlantısı savaşın başlamasından on bir gün sonra kesilmiştir.230
Batı Ordusu bölgesi, Karadağ Ordusunun merkez ve güney grupları İşkodra'
ya, kuzey grubundan 4 ncü Tümen, Berena-Akova doğrultusunda taarruz etmiştir.
Bu kuvvet Sırp İbar ordusunda bir tugayla birlikte Taşlıca' yı ele geçirmiştir.
Taşlıca' daki müfreze komutanı savaşmadan Avusturya'ya. sığınmıştır. Kuzey
Grubunun Şin Tümeni Gosini ve İpek bölgesine taarruz etmiştir. Sırp Şumadya
Tümeni ile birlikte Yakova üzerinden İşkodra' ya gelmiş ve İşkodra' nın
kuşatılmasına katılmıştır. Burada ağır kayıplar veren Karadağ Ordusu, çok güçsüz
duruma düşmesine rağmen son İşkodra Kalesi komutanının ihaneti neticesinde,
Karadağlılarla anlaşmak zorunda kalmış ve kaleyi boşaltarak Draç bölgesine
çekilmiştir.231
2 nci Bağlaşık (Sırp-Bulgar) Ordu, Komanova' ya ilerlemiş, 1 nci ve 3 ncü
Sırp Ordusunun da katılmasıyla Komanova mevziinin yan ve gerilerine taarruza
geçmiştir. İlk gün Sırplar büyük kayıplar vermiştir. Ordumuzun başarıya ulaşacağı
bir sırada, rediflerin mevzilerden kaçtıkları görülmüştür. Boşalan mevziler 24 Ekim
1912 günü genel ihtiyatın gönderilmesiyle de kapatılamamıştır. Böylece Komanova
Muharebesi'ni kaybeden Türk birlikleri, Üsküp-Köprülü hattında savunmaya
geçerek Batı Ordusu asıl kuvvetlerinin daha güneye atılmasını önlemiştir.232
Üsküp-Köprülü hattında çetin savaşlarda ve Pirlepe kuzeyi bölgesinde de
başarı kazanamayan Batı Ordusu birlikleri, Manastır-Kırçova hattına çekilmiştir. 6-8
Kasım 1912'de yapılan üç günlük Manastır Muharebesi'nde de yenilgiye uğrayan
Batı Ordusu birlikleri (5 nci, 6 ncı, 7 nci kolordular) düzensiz bir şekilde Arnavut
dağlarına çekilmiştir.233
Bağlaşık 2 nci Ordu içindeki Bulgar 7 nci Ordu içindeki 7 nci Tümen,
Koçana-İştip doğrultusunda ileri harekatını sürdürmüştür. Bu doğrultudaki Ustruma
Kolordusu birliklerimizi geri atarak Camaibala-Kresne-Demirhisar ve NevrekopSerez üzerinden Selanik'e ilerlemiştir. Teselya bölgesinde yığınak yapan Yunan
ordusu, 18 Ekim 1912'de sınırı geçmiştir. Zayıf mürettep 8 nci Kolordu,
230
a.g.e. s. 81.
a.g.e. s. 81.
232
a.g.e. s. 81.
233
a.g.e. s. 82.
231
58
birliklerimizi, Glikoz-Livadi hattındaki mevzilerden kolayca atarak Selanik'in 25 km
batısındaki Yenice'ye kadar ilerlemiştir. Yenice Muharebesi'nde komutanın
ilgisizliği ve bilgisizliği yüzünden yenilgiye uğrayan zayıf mürettep 8 nci Kolordu
ve Ustruma Kolordusu karma kuvveti, Selanik bölgesine çekilmiştir. Vardar
kıyısında savunmayı göze alamayan Hasan Tahsin Paşa kırk bin kişiye yaklaşan bir
kuvveti, araç ve gereçleriyle Yunanlılara teslim etmiştir. Yunanlılar muharebe
etmeden Selanik'i ele geçirmişlerdir. Bulgarlar ise hedefi ele geçirmede geç
kalmıştır.234
Yunan sınırının ikinci derecedeki Epir cephesini, Yanya Kalesi'yle birlikte
savunmayla görevlendirilen bağımsız Yanya Kolordusu ve kahraman komutanı Esat
Paşa, emrindeki Arnavut rediflerin ihaneti ve Batı Ordusu komutanının ilgisizliğine
rağmen altı aya yakın süre kahramanca çarpışarak son kurşunlarını da attıktan sonra
teslim olmak zorunda kalmıştır.235
(2) İkinci Balkan Savaşı'nın Sebep ve Sonuçları
Birinci Balkan Savaşı sonucunda Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti
arasında 30 Mayıs 1913 tarihinde Londra Barış Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşma
hükümlerine göre, Osmanlı Devleti'nin Midye-Enez sınırının batısında kalan bütün
toprakları Balkan devletlerine bırakılmıştır. Bulgaristan'a en büyük hisse verilmiştir.
Girit Yunanistan'a verilmiş, Ege adalarının geleceğinin saptanması büyük devletlere
bırakılmıştır. Arnavutluk'un sınırları büyük devletlerce belirlenecek şekilde
bağımsızlığı kabul edilmiştir.236
Londra Anlaşması'nın belirlediği paylaşım esasları, Balkan devletlerini
memnun etmemiş, özellikle Makedonya'nın paylaşımı meselesi önemli bir ihtilafa
yol açmıştır. Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'daki topraklarının paylaşımı konusunda
anlaşamayan Balkan ülkeleri İkinci Balkan Savaşı'na giden yolu açmıştır.
Balkanlar'ın siyasİ yapısını yeniden değiştiren bu savaş ittifakın bozulmasıyla
başlamış ve Balkan devletlerini birbirlerine düşürmüştür. 1913 yılı Haziran
ortalarında Sırplarla Yunanlılar, Bulgarlara karşı anlaşma yapmıştır. Bulgar ordusu
234
a.g.e. s. 82.
Burhan Yener, Balkan Harbi ve Alınacak Dersler, Stratejik Araştırma ve Etüt Bülteni,
Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 2001, sayı 1, s. 57-58.
236
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 82.
235
59
29-30 Haziran 1913 gecesi, Makedonya'da Sırp, Yunan ve Romen ordularına
saldırmış ve İkinci Balkan Savaşı başlamıştır. Bulgar ordusu, Kılkış' ta yenilmiş ve
zor duruma düşmüştür. Bunu fırsat bilen Osmanlı Hükumeti, Türk ordusunun Edirne
üzerine hareketini emretmiştir. Çatalca Ordusu, Bolayır Kolordusuyla hiçbir
direnmeyle karşılaşmadan Doğu Trakya'da ilerlemiş ve Bulgaristan, Türk ordusunun
Edirne'ye girişini kabul etmek zorunda kalmıştır.237 İkinci Balkan Savaşı'nda
Osmanlı Devleti Edirne'ye kadar olan topraklarını tekrar kazanmıştır. ikinci Balkan
Savaşı'nı sonuçlandıran anlaşmalardan ilki 10 Ağustos 1913 tarihinde Bulgaristan'la
diğer Balkan devletleri arasında imzalanan Bükreş Anlaşması olmuştur. Yapılan
savaşlardan dolayı birçok Türk ailesi Edirne'ye doğru göç etmek zorunda kalmıştır.
Bükreş Anlaşması'ndan sonra, Osmanlı Devleti ile Balkan devletleri arasında da ayrı
ayrı anlaşmalar yapılmıştır. Bunlardan ilki Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında
29 Eylül 1913 tarihinde imzalanan İstanbul Anlaşması'dır.238
Bu anlaşmanın birinci maddesine göre Edirne ve Edirne'nin batısında çapı 30
km. tutan yarım daire şeklindeki bir toprak parçası Osmanlı Devleti'ne bırakılmıştır.
Meriç-Mesta/Karasu-Edirne arasında kalan Batı Trakya toprakları ise Bulgaristan'a
verilmiştir. Böylece Bulgaristan Balkan savaşlarından %20 oranında büyümüş olarak
çıkmış ve nüfusunu 400.000 kişi çoğaltmıştır. Türkiye ile Yunanistan arasındaki
sınırlar Enez'den başlayıp, Meriç nehrinin doğu kıyısını 60 km takip edip doğuya
doğru açılıp Edirne'nin kuzeyinden Karadeniz'e ulaşmıştır. Terk edilen yerlerdeki
vakıflar, mülkler, okullar ve mezarlıklara ait hakların mahfuz kalacağı şarta
bağlanmıştır.239 Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında 14 Kasım 1913 tarihinde
Atina Anlaşması, Sırbistan'la ise 13 Mart 1914 tarihinde İstanbul Anlaşması
imzalanmıştır.240
Osmanlı Devleti Balkan Savaşları sonucunda, Meriç nehrinin batısındaki
bütün Balkan topraklarını kaybetmiştir. Avrupa'daki topraklarının %83'ünü
kaybeden Osmanlı Devleti aynı zamanda bölgesel nüfus kaybına da uğramıştır.
Yarım milyona yakın insan Rumeli'den göç etmiştir. Balkan savaşları bölgenin
237
Hüseyin Kabasakal, 1912-1913 Balkan Savaşında Mustafa Kemal, Silahlık Kuvvetler Dergisi,
Eylül 1981, sayı 279, s. 42.
238
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 83.
239
Halil Şimşek, Türk-Bulgar İlişkileri ve Göç, Harp Akademileri Basım Evi, İstanbul, 1999, s. 18.
240
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 83.
60
toplumsal yapısını bozmuş, göçlerle birlikte yoğun bir nüfus kaybına uğrayan
Balkanlar, birçok sorunla karşı karşıya kalmıştır. Yüzyıllardır süren Türk
hakimiyetinde barış ve huzur içinde yaşayan Balkan halkları savaşlar süresince ve
sonrasında büyük acılar çekmişlerdir. Ekim 1912'den Ağustos 1913'e kadar on ay
süren Balkan savaşları sadece savaşan devletleri değil, bütün Avrupa devletlerini
etkilemiştir. Çıkarları çatışan devletler, bu bunalımdan dolayı karşı karşıya gelmişler
ve silahlanma yarışına girmişlerdir. Bu boyutu göz önüne alındığında Balkan
savaşlarının; Birinci Dünya Savaşı'nın yakın sebeplerinden biri olduğunu söylemek
mümkündür.241
G. Birinci Dünya Savaşı
Almanya-Avusturya arasındaki 1879 ittifakına karşı Rusya ve Fransa arasında
1892'de başlayarak bir ittifaka dönüşen askeri yakınlaşmanın yanı sıra Almanya ve
İngiltere arasındaki ekonomik rekabet, Birinci Dünya Savaşı'nın ana sebepleri
arasında sayılmıştır. Almanya Berlin-Bağdat projesi ile hayata geçirdiği "drang nach
osten (şarka doğru)" politikasını uygulamaya koyduktan sonra Orta Doğu'da İngiltere
ile siyası ve ekonomik bir rekabete girişmiştir. Bu rekabet silahlanma yarışını da
beraberinde getirmiştir. İngiltere, Almanya'nın Afrika ve Uzak Doğu'daki
faaliyetlerinden rahatsız olmuş, denizlerde kendisine rakip olacak güçlü bir
Almanya'nın varlığını kendisi için büyük bir tehdit olarak görmüştür. Fransa ise
1870'te
AlsaceLoren
bölgesinin
kaybını
unutamamış
ve
Almanya'nın
güçlenmesinden kaygı duymuştur. Böylece Rusya ile birlikte Avrupa'nın büyük
devletleri XIX. yüzyıl sonlarında bloklaşmaya başlamışlardır. Bu bloklaşmaların
savaşa dönüşmesi yalnızca bir kıvılcım bekliyordu. Bu kıvılcım yani Birinci Dünya
Savaşı'nın görünen sebebi ise Avusturya veliahdının Saraybosna' da bir Sırp
tarafından öldürülmesi olmuştur. Savaş, 28 Haziran 1914 günü Ferdinand' ın
öldürülmesi üzerine Avusturya'nın Sırbistan'a savaş ilan etmesiyle fiilen başlamıştır.
Savaştan önce, Avrupa'da İngiltere, Fransa ve Rusya arasında Üçlü İtilaf (Uzlaşma),
Almanya, Avusturya ve İtalya arasında da Üçlü İttifak (Bağlaşma) adı verilen iki
blok meydana gelmiştir. İtalya, savaşın ilerleyen dönemlerinde taraf değiştirerek
241
a.g.e., s. 83.
61
İtilaf devletleri tarafına geçmiştir.242
Yakın çağın başından Birinci Dünya Savaşı'na kadar, Osmanlı Devleti'nin
başlıca gayesi, imparatorluğun varlığını korumak amacıyla savunma siyaseti takip
etmek olmuştur. 1878'den sonra İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı toprak bütünlüğünü
tehdit eder bir siyaset izlemeleri ve bu iki devletin Rusya ile de anlaşmaları Osmanlı
Devleti'ni uluslararası alanda yalnızlığa itmiştir. Özellikle 1908 yılında İngiltere ve
Rusya'nın Reval' de Osmanlı Devleti topraklarının parçalanmasına yönelik bir
anlaşma yapmaları Osmanlı Devleti'ni endişeye düşürmüştür. Bu ortamda güçlü bir
müttefik arayan Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa'ya cephe almış olan ve
Rusya'ya karşı düşmanlığı ile bilinen Almanya'yla yakınlaşmak durumunda
kalmıştır. Almanya'nın ekonomik ve siyasi ihtirasları da bu ittifakın oluşmasını
kolaylaştırmıştır. Balkan Savaşı'ndan önce İngiltere, Fransa ve Rusya'nın Osmanlı
Devleti'ne, Balkanlar'daki statükonun aynen korunacağına dair verdikleri sözü
tutmamış olmaları, İngiltere ve Fransa'nın müttefiki Rusya'nın Boğazlar üzerindeki
tarihi istekleri, Osmanlı Devleti'ni Almanya ile birleşmeye sevk etmiştir. Osmanlı
Devleti, düşmanca politikaları ile kendisini güç duruma düşüren devletlere karşı
müttefiksiz kalmamak amacıyla 2 Ağustos 1914'te Almanya ile gizli bir ittifak
anlaşması imzalamıştır.243
Balkan savaşları, Balkan ülkelerini iki karşıt kampa bölmüştür. Sırbistan,
Romanya ve Yunanistan, arasındaki birliğin karşısında Bulgaristan yerini almıştır.
Sırbistan, Romanya ve Yunanistan Balkan savaşlarından galip çıktıklarından, itilaf
devletlerinin yanında yer almıştır. Rusya, Avusturya'nın Balkanlar'daki baskısını
sınırlamak ve Osmanlı Devleti üzerindeki isteklerini gerçekleştirmek için, bu grubun
öncülüğünü yapmıştır. Balkanlar'da Rusya'nın planlarına karşı çıkan Avusturya ise
bir an önce Sırbistan'a egemen olmak yönünde hareket belirlemiştir. Avusturya'nın
bu politikası, Balkanlar'da Sırbistan aleyhine genişleyip' Ayestefanos Bulgaristan'ını
kurmak isteyen Bulgaristan'ın işine gelmiştir. Bu yüzden Bulgaristan, Balkan
savaşlarından sonra Avusturya yanlısı bir dış politika izlemeye başlamış ve bu
devletle ittifak kurmaya çalışmıştır. Almanya tarafından da desteklenen bu
242
a.g.e. s. 85-86.
Yusuf Hikmet Bayur, c. III’ ten nakleden Wangenheim’ in Telgrafları ve Savaşın Patlamasına Dair
Alman Belgeleri, Türk İnkılabı Tarihi, c.II, Kısım IV, Ankara, 1952, s. 643.
243
62
yakınlaşma, 1914 Haziranında büyük miktarda bir borç anlaşmasına varmış ve
böylece Bulgaristan, fiilen Üçlü ittifaka bağlanmıştır.244
Almanya bu dönemde Osmanlı Devleti'ne karşı ikili bir politika izlemiştir.
Almanya, Birinci Dünya Savaşı'nda Liman Von Sanders gibi ünlü bir generalini
Osmanlı Hükümeti üzerinde etki kurmak ve Osmanlı ordusunu güçlendirmek için
göndermişti. Osmanlı ordularının komutasında en yüksek mevkilere kadar gelecek
olan Sanders' in askeri etkisi Bağdat demir yolu ayrıcalıklarıyla düşünüldüğünde,
Almanya Yakın Doğu'da büyük bir üstünlüğe sahip olacaktı. Alman politikasının
ikinci yüzü, Almanya'nın 1914 yılında gizli olarak İngiltere ve Fransa ile yaptığı
demir yolu anlaşmasıydı. Bu, Osmanlı Devleti'nin etki alanlarını bölüyordu. Devlet,
bütün çabalara rağmen parçalanacak olursa Almanya bu paylaşmadan aslan payını
alacaktı.245
İtilaf devletlerinin Balkanlar'a ve Osmanlı Devleti'ne yönelik politikaları ise
karışık ve birlikten uzaktı. İngiltere ve Fransa, Almanya ile yaptıkları demir yolu
anlaşmalarıyla, devletin etki alanlarını ayırmışlardır. Rusya ise bu durum karşısında
Osmanlı Devleti'yle ilgili konularda "statükocu" bir tavır almıştır. Çünkü, Boğazlar'
da Almanya gibi güçlü bir devleti komşu olarak istemiyordu. İşine gelen, hiçbir
büyük devletin karışmaması ve durumun olduğu gibi korunmasıydı. Ancak böyle bir
durumda, Boğazlar konusundaki emellerini gerçekleştirme olanağına sahip olabilirdi.
Oysa, Almanya'nın İstanbul'daki çok yönlü faaliyeti hiç işine gelmemişti. işte bu
nedenle, "statükocu" bir Osmanlı politikası izlemeye başlamıştı. Rusya, Balkanlar'da
ise kendi denetiminde bir Balkan ittifakı kurmak peşindeydi.246
Çok partili siyasi hayatı olan Bulgaristan'daki partilerin çoğu Meclise mebus
sokabilmişlerdi. Sayıları 15-16 olan bu partilerden en önemlileri Balkan Harbi'ni
yapan Doktor Danef' in partisiyle, İstanbulof ve Çiftçi partileriydi. Danef, Rus
taraftarı Progresist (Terakkiperver) Partinin lideriydi. Rus taraftarı diğer parti
Narodna Parti (Millet Partisi)siydi. Bu partinin lideri de Geşof' tu. Progresistlere ve
Narodnaklara, Rus taraftarı manasına "Rusofil" deniliyordu. Bunlar Türk ve Alman
düşmanı idiler. Rusların yardımıyla Makedonya'ya sahip olacaklarına inanıyorlardı.
244
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 86.
a.g.e., s. 86-87.
246
a.g.e., s. 87.
245
63
Rusları, kendi deyimleriyle "osvaboditel" yani "kurtarıcı" telakki ediyorlardı. Danef
ve Geşof' tan başka, Todorof, Bobçef ve Macarofun da dahil oldukları Rusofilleri
Balkan Harbi'nden sonra Bulgar milletinin gözünden düşüren Rus Çarı Nikola' nın
Romanya seyahati olmuştu. Çar Nikola bu seyahatinde, Dobruca' nın Silistre,
Tutrakan, Dobriç ve Balçık şehirlerinin Rumenlere verilmesinin Ruslar tarafından
desteklendiğini söylemişti. Bu beyanat, Rusofillerin sonu olmuştu. Ruslara, Ruslarla
beraber İngiliz ve Fransızlara sempati beslemeyen diğer partiler liberallerdi.
Radoslavot Partisi ve Liberal Parti bunlardandı. Açkof ve Radaslavof bu partilere
mensuplardı. İstanbulof Partisi de Rus aleyhtarıydı. Petkof ve İstanbulof da bu
partilerdendi.Ruslara beslenen bu antipatinin sebepleri arasında en önemlisi Dobruca
meselesidir.
Çünkü
Ruslar,
Bulgarları
"Bükreş
Muahedesi"
imzalamaya
zorlamışlardı. İngiliz ve Fransızların da hazırlanmasında etkili oldukları bu muahede
ile Bulgarlar Dobruca' yı kaybetmişlerdi. Rusların Sırp ve Yunan emellerini
destekledikleri meydana çıkmıştı. Bu bakımdan Rus aleyhtarı bu partilere de
"Germanofil" yani "Alman taraftarı" deniliyordu. Üçüncü grup ise Malinof' un
Demokrat Partisi ile Radikal ve Sosyal Demokrat Partileriydi. Bunlar bir nevi
muvazene unsuru idiler. Rus Çarı Nikola' nın ülkesinde henüz ihtilal rüzgarları
esmeye başlamadan yıllarca önce Komünist Partisi Bulgar Milli Meclisinde temsil
ediliyordu. Mebusları Georgi Dimitrof, Kirkof, Kolarof ve Bulagiyef idi. Bulgar
Meclisindeki gruplaşmalar dışında bir de Çiftçi Partisi yer alıyordu. Rusofiller itilaf
devletlerini tercih ediyorlardı. Bu suretle, Rusların yanında savaşa girip de galip
gelecek olurlarsa, Edirne de dahil olmak üzere, Doğu Trakya kendilerine verilecekti.
Makedonya'nın kaybedilişindeki acı da böylelikle giderilmiş olacaktı. Alman
taraftarı partiler ise Makedonya'yı yeniden ele geçirmenin çarelerini araştırıyorlardı.
Almanlarla birlikte savaşa katılırlarsa bu hayalleri gerçekleşecekti. Çünkü
Avusturyalılar, Makedonya'yı paylaşan iki devletten biri olan Sırbistan'ın
topraklarında ilerliyorlardı. Bulgaristan'da Sırbistan'a bir cephe açarsa kaybettiği
Makedonya topraklarına yeniden sahip olabilirdi. Halbuki Bulgaristan'ın her ne
pahasına olursa olsun, Müttefiklerin safında yer almasının gerektiği hakkındaki
kanaat İttihat ve Terakki liderlerinin içinde yer etmişti. Bu suretle Avrupa'nın
ortasından yani Almanya ve Macaristan'dan, Hint yoluna yani Osmanlı Devleti'nin
doğu sınırına kadar uzanan bir zincirin halkaları arasındaki eksik tamamlanacaktı.
64
Stratejik durumu çok önemli olan Bulgaristan'ın bu tanrı vergisi durumundan
gerektiği şekilde istifade edebilmek için Bulgar kralı ve diplomatları da var
güçleriyle çalışıyorlardı. Kral Ferdinand, damarlarında German kanı taşıyan bir
asilzadeydi. Duygusal bakımdan Almanya'ya bağlı bulunmasını tabi karşılamak
lazımdı. Fakat bu haris yaradılışta, fırsattan istifade ederek namını yükseltmek
arzuları da çırpınıyordu ve eline geçen bu fırsattan yeterince faydalanması
gerekiyordu. Parlamentonun durumu ise biraz da umumı efkara bağlıydı. Bulgar
milletinde yeni uyanan milliyetçiliğin tesiriyle ve uzun esaret yıllarının hatıralarıyla
Türklere karşı bir düşmanlık vardı. Balkan Harbi'nin ruhlarda ve vicdanlarda
bıraktığı acı hatıralar silinmemişti. Komünist Partisi Bulgar Milli Meclisinde temsil
ediliyordu. Mebusları Georgi Dimitrof, Kirkof, Kolarof ve Bulagiyef idi. Bulgar
Meclisindeki gruplaşmalar dışında bir de Çiftçi Partisi yer alıyordu. Rusofiller itilaf
devletlerini tercih ediyorlardı. Bu suretle, Rusların yanında savaşa girip de galip
gelecek olurlarsa, Edirne de dahil olmak üzere, Doğu Trakya kendilerine verilecekti.
Makedonya'nın kaybedilişindeki acı da böylelikle giderilmiş olacaktı.
247
Bütün
bunlara ilaveten Bulgar aydınlarında bir Fransız hayranlığı vardı. Aydın kimselerin
bir kısmı ile halkın büyük çoğunluğu Rusların "Slav Birliği" propagandasının etkisi
altında idiler.248
Balkan savaşlarından sonra Osmanlı Devleti, Mustafa Kemal'i yarbay
rütbesine yükselterek Bükreş ve Çetine askeri ataşeliğini de uhdesinde bulundurmak
şartıyla
16
Şubat
1913'te
Bulgaristan'a
Sofya
askeri
ataşesi
olarak
249
görevlendirmiştir.
Mustafa Kemal Bulgaristan'da ülkesini ilgilendiren meseleleri çözmek için
birçok girişimde bulunmuştur. Bu meselelerden biri de Pomaklar meselesiydi.
Bulgarlar, Balkan Savaşı'ndan sonra Bulgaristan dahilinde yaşayan Pomakları
Hristiyan yapmaya başlamışlardı. Bu sistemlerine gayet sistemli devam ediyorlardı.
Mustafa Kemal, ileride muhtemel herhangi bir hadisede Pomaklardan "din
kardeşliği" dolayısıyla istifade edebileceğini düşünmekteydi. Onun için Bulgar
Hükümeti nezdinde devamlı müracaatta bulunarak Pomakların dinlerine müdahale
247
a.g.e., s. 87-88.
Atlan Deliorman, Mustafa Kemal Balkanlarda, Türkiye Yayın Evi, İstanbul, 1959, s. 31, 35-36.
249
İsmail Hami Danişment, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. IV, s. 408.
248
65
edilmemesine çalışmıştır. Neticede buna muvaffak olmuş ve Radoslavof Hükümeti
Pomakların din hürriyetine karışmamayı kabul etmiştir.Birinci Dünya Savaşı
arifesinde siyası vaziyet iyice karışınca Sofya Büyükelçisi Ali Fethi Bey Mustafa
Kemal ile görüşmelerinde Bulgarların Türklerle anlaşmak için bazı şartlar ileri
sürdüğünü söylemiştir. Artık, Bulgaristan tarafsızlık politikasından vazgeçmişti.
Fakat hangi cepheyi seçecekti? Elbette ki menfaatlerini ön plana alacak ve bazı
şartlar ileri sürecekti. Bulgarlar, Türklerle aynı safta savaşa girmek için Doğu
Makedonya'yı, Mebipçede olan Bulgar sınırının Cisri Mustafa Paşaya kadar
uzatılmasını, Edirne'deki Karaağaç istasyonu ile kasabasının kendilerine teslimini
istiyorlar ve bütün Bulgar göçmenlerinin yerlerine dönmelerini, bunlara tazminat
verilmesini şart koşuyorlardı. Bu şartlar çok ağırdı. Mustafa Kemal, bu vaziyet
üzerine Harbiye Nazırı General Kovaçef ve Genelkurmay Başkanı General Jekof ile
temasa geçmiştir. Onların fikrince, Balkan Harbi'nin Bulgar umumi efkarında
bıraktığı kötü intibalara karşılık, Türklerin bu kadar bir fedakarlıklarda bulunmaları
zaruri idi. Böylece umumi efkarı tatmin etmiş olacaklarını ileri sürüyorlardı. Halbuki
bu istekler, Balkan Harbi'nden sonra Bulgarlarla Türkler arasında İstanbul'da
imzalanmış olan protokole aykırıdır. Bu protokolün beşinci maddesinin c fıkrasında
"bütün müşterek hudut boyunca 15 kilometrelik bir mıntıka dahilinde emlakın
ihtiyarı olarak mütekabilin mübadelesinde ittifak edildiği" kaydı vardır. Yine bu
protokole göre250:
1. Kırklareli ve Edirne vilayetlerindeki Bulgar köylerinin Bulgaristan'a terk
olunan Trakya arazisinden ana vatana tehcir edilmiş, Türkler tarafından işgal
olmasına mebni, onların Bulgaristan'da terk ettikleri emlakin Türkiye'den giden
Bulgarlara verilmesi,
2. Taraflarca hukuku tasarrufiyeden tamamen riayet olunarak köylerin
birleştirilmelerine
müteakip
komisyon
tarafından
kıymet
takdirine
başlanacağı,
3. Hasıl olacak tezatlardan dolayı verilecek tazminatın tayin edileceği,
4. Mübadelenin mübadele sahasına dahil köylerin heyeti mecmuasını istihdaf
edeceği hususlarında anlaşmaya varılmış ve her iki taraf komisyonları çalışmaya
250
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 88-89.
66
başlamıştır.
Artık bu vaziyette Bulgarların istekleri abartılı bulunuyordu. Kral Ferdinand'
ın Türkiye'den istediği bu tavizler hakikaten yerine getirilir gibi değildi. Radaslavof
Hükümeti de bu suretle Balkan Harbi'nde Edirne'yi elinde muhafaza edemeyen
Bulgar milletini tatmin edebileceğini hesaplıyordu.251
Bulgaristan'daki Türk Sefaretinin üzerinde durduğu husus bilhassa muhacirler
meselesiydi. Sefaret, bu mesele üzerinde titizlikle duruyor ve İstanbul'la temas
etmeden bu konuda bir şey beyan edemeyeceğini bildiriyordu. Fakat Bulgarlar
Türklerle temas ettiği günlerde boş durmuyorlar, İngilizler ve Ruslarla da gayri resmi
olarak müzakerelerde bulunuyorlardı.252
Osmanlı Hükümeti, ittifak anlaşmasını imzaladığı gün, genel seferberlik ilan
ederek Mebuslar Meclisini dağıtmış, bu karardan iki gün sonra da tarafsızlığını ilan
etmişti. Almanya, Türkiye'yi tarafsızlıktan ayırarak bilfiil kendi yanında savaşa
katılmaya razı etmeye çalışmıştır. Bu sırada Osmanlı Hükümetinin başında olan
İttihat ve Terakki önderleri Enver ve Talat Paşaların bilgisi dahilinde gelişen ancak
diğer kabine üyelerinden saklanan bir olay Türkiye'nin savaşa katılmasının görünür
sebebi olmuştur. 11 Ağustos 1914'te Akdeniz'den gelen Goben ve Breslav adlı
Alman zırhlıları, peşlerinde İngiliz gemileri olduğu halde Çanakkale Boğazı'nı
geçmişlerdir. Osmanlı Devleti bu zırhlıları satın aldığını ilan etmek suretiyle, bu
olayların itilaf devletleriyle savaşa dönüşmesini geçici bir süre de olsa önlediyse de
29 Ekim'de Alman Amirali Souchon komutasındaki Goben ve Breslav gemilerinin
Odesa ve Sivastaporu bombardıman etmesi, Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesine
neden olmuştur. Rusya 2 Kasımda, İngiltere ve Fransa 5 Kasımda Osmanlı
Devleti'ne savaş ilan etmişlerdir.253
Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na katılması ile savaş alanı
genişlemiştir. İngiltere Süveyş Kanalını, Mısır'ı, Doğu Akdeniz'i ve İran Körfezini
savunmak zorunda kalmıştır. Osmanlı Devleti'nin savaşa katılması, Almanlar için
Orta Doğu'ya hakimiyeti ifade eden Berlin-Bağdat demir yolu hattı projesini
gerçekleştirme yolunda önemli bir adımdır. İngiltere'nin buna tepkisi ise 1878'de
251
a.g.e. 89-90.
Deliorman, s. 46-47.
253
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 90.
252
67
geçici bir süre için üslendiği Kıbrıs'ı ülkesine katmak olmuştur. Osmanlı Devleti'nin
savaşa girmesi Almanya ve müttefikleri için paha biçilmez bir değer olarak
vasıflandırılmıştır. Almanya öncelikle Osmanlı sultanının halifelik sıfatından
yararlanmaya çalışmıştır. Halifenin dini lider olarak İslam alemindeki etkisi
dolayısıyla cihadı mukaddes ilan etmesiyle bütün Müslümanların Hristiyanlara karşı
ayaklanacağı düşünülmüştür. Ancak 23 Kasım 1914'te ilan edilen cihadı
mukaddesten beklenen sonuç alınamamıştır. Irak'ta ve Suriye'de Türk askeri, sadece
İngilizlerle değil İngilizlerle ittifak kuran Müslüman Araplarla da çarpışmıştır.
Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesi, Rus kuvvetlerinin bir kısmının Osmanlı ordusu
ile
savaşmak zorunda
kalmaları
nedeniyle
doğudaki
Alman cephelerinin
ferahlamasına sebep olacaktı. Osmanlı kuvvetleri tarafından Süveyş kanalının ele
geçirilmesiyle İngiltere'nin Hindistan deniz yolu kesilecekti. Almanların asıl planı
Belçika üzerinden Fransa'ya yürümek, Fransa'yı yenerek Rusya'ya bütün gücü ile
saldırmaktı. Ancak Almanların batı cephesi savaş planları, İngiltere, Belçika ve
özellikle Fransa'nın ısrarlı direnmesi sonucu başarısızlığa uğramıştır. Doğuda
Hindenburg ise Rusları Tannenberg' de büyük bir yenilgiye uğratmıştır. Ancak kesin
sonuç alınamadığından, karşılıklı mücadele ve yıpratma halini almıştır.254
1915 yılı içinde gerek Avrupa cephesinde olan savaşlarda Rus, Alman
Avusturya ve Macaristan ordularından yedikleri darbe, gerekse yılın ikinci yarısına
doğru Çanakkale Cephesi'nde İngiliz ve Fransızların uğradıkları başarısızlık, savaşın
başında tarafsız kalmayı sağlayan Bulgaristan, Merkezi devletler tarafına
kaydırmıştı. Nihayet Bulgaristan,
Almanya, Avusturya
ve Macaristan ile
Makedonya, Dobruca ve Doğu Trakya (Meriç koridoru) üzerindeki emellerini
gerçekleştirmekle (16 Eylül 1915)255, Merkezi devletler safında yer alarak (23 Eylül
1915) Sırbistan'a savaş ilan etmişlerdir.256
1915 yılı içinde İtalya'nın İtilaf devletlerine katılması ile Avrupa'da bir de
254
a.g.e. s. 90-91.
Tunca Nehrinden Meriç Nehrine kadar belirlenmiş sınır hattı, 12 Bulgar sınır bölüğü tarafından 29
Eylül 1915 tarihinden 30 Eylül 1915 tarihine kadar olan bir günlük sürede, Meriç Nehrinden Gala
Gölüne kadar olan toprak ise aşamalı olarak 30 Eylül 1915 tarihinden 4 Ekim 1915 tarihine kadar 11
ve 12 Bulgar sınır bölüğü tarafından, Gala Gölünden denize kadar olan bölge ise Bulgar 40 ncı Piyade
Alayının bir takımı tarafından işgal edilir.Bkz. Alb Angel Dobrav, 1915 Yılında Bulgar-Türk Sınırının
Düzeltilmesi, XX, Yüzyılın İlk Yarısında Türk-Bulgar Askeri-Siyasi İlişkileri, Askeri Tarih ve
Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara, 2005, s. 1-7.
256
a.g.e. s. 91.
255
68
İtalya cephesi açılmıştır. İtilaf devletlerinin Balkanlar'da yeni bir cephe açma gereği,
Yunanistan'ın da İtilaf devletleri yanında yer almasına sebep olmuştur. 1916 yılında
İtilaf devletlerine Romanya da katılmıştır. 1917 yılında Rusya'da ihtilal çıkması
üzerine Doğu Cephesi kapanmış, 3 Mart 1918 tarihinde Brest-litowsk Barış
Anlaşması'nın imzalanması ile Almanya doğuda barışa kavuşmuştur. Romanya
yenilgisi ve 7 Mayıs 1918 tarihli Bükreş Barış Anlaşması'nın imzalanması
sonucunda Romanya da saf dışı kalmıştır. Almanya'nın doğu cephesindeki başarısına
rağmen ABD'nin 1917'de savaşa katılması savaşın kaderini değiştirmiştir.257
Dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı Almanya ve müttefiklerinin yenilgisi ile
sonuçlanmıştır. ABD'nin savaşa katılmasıyla itilaf devletleri güçlenmiş böylece
özellikle batı cephesinde çözülmeler başlamıştır. Almanya'nın müttefiki olan
Avusturya-Macaristan imparatorluğu ve Bulgar Krallığı ise Rusya'nın savaştan
çekilmesiyle rahatlamışlarsa da 1918 yılının ortalarından itibaren savaşın kaderi belli
olmaya başlamıştır. Avusturya-Macaristan 1918 yılı ortalarında Piave' de yenilgiye
uğradıktan sonra, ülkesinde baş gösteren ekonomik ve siyasi karışıklıklardan dolayı
barış yapmaya yönelmiştir. 1916 yılının ilkbaharında Makedonya'ya yapılan büyük
Bulgar Alman saldırısı sonuç vermemiştir. 1917 yılında Yunanistan da Bulgaristan'a
karşı harekete geçmiş ancak Alman yanlısı olan Radoslavov Hükümeti düşmüştür.
15 Eylül 1918'de Bulgar Hükümeti mütareke isteyerek 29 Eylül 1918'de Selanik
Ateşkesi imzalamak suretiyle savaştan çekildiğini ilan etmiştir. Bulgar ordusunun bir
bölümü Sofya üzerine yürüyerek cumhuriyeti ilan etmek istemiştir. Çar Ferdinand, 3
Ekim 1918'de oğlu III. Boris lehine tahttan çekilmek zorunda kalmıştır.258 Osmanlı
Devleti 30 Ekim 1918, Avusturya-Macaristan ise 3 Kasım 1918'de Ateşkes
Anlaşması'nı imzalamışlardır. 3 Ekim 1918'den itibaren barış teşebbüsünde bulunan
Almanya 11 Kasım 1918'de Ateşkes Anlaşması imzalayarak silahlı çatışmaya son
vermiştir.259
257
a.g.e. s. 91.
Şimşek, s. 20.
259
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 91.
258
69
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE YUNANİSTAN SINIRI
70
A. Osmanlı Yönetimi Öncesinde Yunanistan ve Yunanlıların
Osmanlı
Egemenliğine Girmesi
Yunanistan, toprakları üzerinde insanların yaşamaya başladığı en eski
çağlardan bu güne kadar pek çok kavmin egemenliğinde kalmış ve Ege uygarlığı
başta olmak üzere çeşitli uygarlık evrelerinin sergilendiği, genel konumu ile Balkan
Yarımadasının güney uzantısını teşkil eden 131.980 kilometrekare büyüklükte bir
ülkedir.260
Paleolitik veya neolitik çağlarla tanrılar dönemine, göçlerle şehir devletlerine,
Pers
istilasından
Makedonyalıların
ve
Romalıların
hegemonyasına,Osmanlı
egemenliği ile Yunan bağımsızlık hareketine ve günümüze kadar geçen geniş bir
zaman dilimi doğal olarak yüzyılları kapsamaktadır.
Türklerin Yunanlı-Yunanistan diye adlandırdığı bu topluluğa ve ülkeye
Batılılar Greek-Greece, Grecque-Grece, Griecle-Griechenland derken Yunanlılar da
kendilerini Ellinas-Ellinidha şeklinde adlandırmakta ve ülkelerine de Ellas
demektedirler.261
Bugün bizim Yunanlı dediğimiz halk M.Ö. VIII. Yüzyılda Akdeniz'in büyük
bir bölümüne yayılıp koloni şehirleri kurmuşlardır. Bunların M.Ö 2000 yılı
başlarına doğru Akalar, M. O 1150 yıllarında kavimler göçü sırasında yöreye gelen
Dorlar, M.Ö. 279 larda müstevli Keltler (Galatlar), Slavlar, Avarlar, Traklar ve
İllirya' lıların karışımından oluştuğu bugün artık gerek yapılan kazılar, gerekse dil
ve din incelemeleri ile kesinleşmiştir.262
Yine Yunanlıları ifade etmek üzere Batılılar tarafından kullanılan Grek
kelimesi Latinlerden kalmadır. Latin halk dilinde" Graikus" olarak geçen bu kelime
Latince' den bütün batı dillerine geçmiş ve zamanla bu günkü halini almıştır.263
Batı Anadolu' yu ve dolayısıyla İyonya' yı (İzmir-Güllük Körfezi arasındaki
260
Cemal Özkan, Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Türk-Yunan İlişkileri, Silahlı Kuvvetler
Dergisi, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı, Ankara, 1987, s. 56.
261
Arzu Yoğurtçuoğlu, Rum İsyanı ve Yunanistan Devletinin Kuruluşu (1821-1830), Yüksek
Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara, 1999, s. 27.
262
Arif Müfid Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, TTK, Ankara, 1984, s. 9.
263
Muzaffer Erendil, Yunanlıların Kökeni ve Yunan Milleti ile (Greklerle) İlgili Kavram ve Deyimler,
III. Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı, Ankara, 1986, s.
102.
71
bölge) ele geçiren Perslerin Ege' deki düşmanlarına verdikleri "Yauna" sözcüğü
sonradan Türkler tarafından yanlış olarak benimsenmiş ve "Yunan" olarak kullanıla
gelmiştir.264
Bu gün bizim Yunan, Batılıların Grek ya da Helen dedikleri sözcükler Rum
kelimesinden anlam bakımından farklıdır. Rum, etimolojik ve tarihsel kullanılışıyla
Roma'dan
kaynaklanmıştır.
Bu
sözcükle
"Roma
imparatorluğu",
"Roma
İmparatorluğunda yaşayan kimse". "Arap ilinden başka ilden olan kimse",
"Anadolulu" ve "Osmanlı" anlamları kastedilir. Yani bu söz geniş bir toplum ve
ülkeyi kapsamaktadır. Yunan ise Yunanistan ve Mora ile sınırlı, daha dar çerçeveli
bir anlam içerir.265
1985 kayıtlarına göre 10 milyon 300 bin dolayındaki Yunanlının bu suretle
ırk birliğinden çok, Ortodoks mezhebi ile dil beraberliğinin yarattığı çeşitli etnik
karışımlı melez bir topluluk teşekkül ettiği, dolayısıyla da "Antik Yunan Uygarlığı"
nı meydana getiren kavim ile aynı olmadığı anlaşılmaktadır.266
Milat öncesi 1200-800 yıllarını içine alan ilk dönemle polis (şehir
devletleri) medeniyeti ve Ellenistik çağ (M.Ö 360-30) yılları Yunanistan'ın ülke
tarihinin ilk önemli devreleri olmuştur. Özellikle aslen Makedonya' lı olan Büyük
İskender'in yönetiminde Yunanistan'ın sınırları Anadolu üzerinden Hindistan'a
kadar genişlemiş ve medeniyet açısından parlak bir dönem yaşanmıştır. Medeniyet
birikimi ile etkilediği, ancak nüfuzu altına girdiği Roma imparatorluğunun ikiye
ayrılmasından sonra genellikle onun doğudaki devamı olarak kabul edilen Doğu
Roma imparatorluğunun sınırları içinde kalan Yunanistan eski Yunan' ın son
dönemlerinin izleri ile Hıristiyanlığın birleşmesi ve IV. ve V. Yüzyıllarda yabancı
istilaları sonucu yeni ve apayrı bir çehre kazanmıştır.267
Türkler tarafından fethedilinceye kadar Mora' yı Bizans despotları, Attika
Yarımadasını, Latin Dükaları yönetmekte, Selanik gibi kıyı kentleri, Ege adaları,
İyonyen denizindeki Yedi Ada ile Akdeniz'deki Girit ve Kıbrıs adaları
Venediklilerin, Cenevizlilerin veya Haçlı Seferleri sırasında bölgeye gelen
264
Yoğurtçuoğlu, s. 27.
a.g.e., s. 27.
266
İ. Hami Danişment, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 4, Türkiye Basımevi, İstanbul, 1955, s.
204.
267
George Orstrogorskiy, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara, 1981, s. 24-26.
265
72
şövalyelerin elinde bulunuyordu.268
Rumlarla meskun bu adaların halkı Osmanlı idaresine severek girmişlerdi.
Türk milletinin getirdiği adil ve huzurlu idarenin ünü her tarafa yayılmış, zulüm
altında inleyen toplumlar için bir cazibe merkezi haline gelmişti. 269 Attika ve Mora'
da yaşayan Rum halkı Latin ve Bizans despotlarının zulmünden kurtulmak için
Yıldırım Bayezid' i ülkelerine davet etmişlerdir. Salona Piskoposu Dorotheus
padişaha yazdığı bir mektupla Mora' yı zulüm ve asayişsizlikten kurtarmak için onu
bizzat ülkesine davet etmişti. Bu olaydan Güney Yunanistan'daki Latin ve Bizans
idaresinin ne derece bozuk olduğu anlaşılmaktadır.270
Latinlerin ülkeye hakim zulüm idaresinden nefret eden Mora ve Attika
Yarımadası halkı Türklerden yardım istemişlerdi. Bu istek sonucu Timurtaş Paşa
Teselya' dan hareketle 1394'te Attika' ya girmişti.271 Bunun ardından Yıldırım
Bayezit 1394' de Mora seferine çıkıp buradaki Latin idaresine son vermiştir. 1395
yılı yazı boyunca bir taraftan İstanbul muhasara edilirken diğer taraftan Tırhala,
Farsala, Domacı (Dömek) şehirleri alınmış, Termopil geçidi aşılarak Patras ve Atina
şehirleri ele geçirilmiştir. Böylece Mora Yarımadasının işgali tamamlanmıştır
(1397). 1402 Ankara Savaşı sonunda başlayan Fetret Devriyle birlikte ele geçirilen
bu yerler tekrar Latin ve Bizans derebeylerinin zalim yönetimine girmiştir.I. Mehmet
(Çelebi) Eflak ile Macaristan'ı egemenliğine katarak Selanik'i geri almışsa da
karışıklıklar nedeni ile Anadolu'ya yönelen ordunun baskısı kalkınca Rumeli'de
çözülme tekrar başlamıştır.272
II. Murat döneminde, Latin zulmü altındaki Selanik ve Epir' deki Rum
halkın Türkleri davet etmeleri üzerine 1430'da bu bölgelere sefer açılmış, Selanik ve
Epir' in tekrar fethi ile buradaki Arnavut ve Rumlar rahat bir nefes almışlardır.273
Ege adalarındaki Rum halkı da diğerleri gibi Osmanlı idaresini tercih
etmişlerdi. Adalardaki ahali Katolik şövalyelerin, İtalyan ve Venediklilerin
zulmünden inliyordu. 1522'de Rodos'un şövalyelerden alınışı Rum halkı arasında
268
Yoğurtçuoğlu, s. 28.
Süleyman Kocabaş, Tarihte ve Günümüzde Türk Yunan Mücadelesi, İstanbul, 1984, s. 9.
270
Danişment, s. 168.
271
Nikos A. Beos, İslam Ansiklopedisi, C. VIII, s. 422.
272
Yoğurtçuoğlu, s. 29.
273
Yılmaz Öztuna, Başlangıcından Zamanımıza Türkiye Tarihi, C. III, Hayat Yayınları, İstanbul,
s. 152.
269
73
büyük memnuniyet yaratmıştı. Aynı sevinç hali Sakız adasında da görüldü.
Türklerin adayı ele geçirmesi, Kataolik Cenevizlilerin tazyiklerinden şikayetçi olan
yerli Rumlar tarafından sevinçle karşılanmıştır.274
Kıbrıs adasında ise Venedik hakimiyeti vardı. Venedikli korsanların
civardaki Müslümanlara zarar vermeleri sebebiyle 1571 'de Kıbrıs üzerine Lala
Mustafa Paşa komutasında sefere çıkılmıştı. Kıbrıs' ı alan Türkler burada kölelik
düzenini kaldırarak hürriyeti getirmişler, ada halkının mal, mülk sahibi olarak
varlıklarını sürdürmelerini sağlamışlardır.275
Girit adası üzerinde de Venediklilerin tam bir sömürü ve zulüm idaresi
vardı. Venedikliler Rumlardan yalnız bütün salahiyetleri almakla yetinmeyip her
vesile ile onlara hor bakmışlardır. Halk adeta sefil denilebilecek bir duruma düşmüş,
ada sistematik bir şekilde soyulmuştur.276 Rumlar,Venediklilerin bu zulmüne
dayanamayarak 15 defa ayaklanmışlardı. Zulüm idaresi sonucu pek çok Rum adayı
terk etmişti. Osmanlı Devleti adaların fethi için Kaptan-ı Derya Yusuf Paşa
kumandasında bir kuvveti buraya göndermiş, Venediklileri yenen Yusuf Paşa,
Rumların büyük tezahüratıyla karşılanmıştır.277 Türkler, Girit adasında da iyi bir
idare kurup bu adayı da baştan başa imar etmişlerdir.278 Böylece Yunanistan
yarımadasının ve Mora' nın büyük bir kısmı fethedilmiş, Rumlar baskı ve zulüm
idaresinden kurtulmuşlardır.
B. Yunanistan'ın Bağımsızlığını Kazanması
Patrikhanenin çalışmalarını giderek arttırdığı bir dönemde dünya üzerinde
meydana gelen değişiklikler, özellikle de Fransız İhtilalinin getirdiği milliyetçilik
akımları Avrupa'yı sarsarken Osmanlı Devleti bünyesindeki Rumları da etkilemekte
gecikmemiştir.279 Bu arada Balkanlarda ve Doğu Akdeniz'de üstünlük kurmak
isteyen sömürgeci Büyük Devletler, Rumları kendi menfaatleri doğrultularında
milletlerarası satrancın bir piyonu olarak kullanmışlardır.280 Yunanistan'ın
274
J. Hordtman, Sakız, İslam Ansiklopedisi, C. X., s. 95.
Yoğurtçuoğlu, s. 30.
276
Cemal Tukin, Osmanlı İmparatorluğunda Girit İsyanları, Belleten Dergisi, C. IX, sayı. 34, TTK,
Ankara, 1945, s. 176-177.
277
Hüseyin Hami Hanyevi, Girit Tarihi, İstanbul, 1325, s. 120.
278
Cemal Tukin, Girit, İslam Ansiklopedisi, C. IV, s. 795-796.
279
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. V, Ankara, 1983, s. 175.
280
Halil Ergene, Neden Hedef Türkiye, Ankara, 1983, s. 56.
275
74
bağımsızlığını kazanmasında Batılı Devletlerin rolü olduğu kadar Etniki Eterya
cemiyetinin rolü de oldukça büyük olmuştur.281
(1) Etniki Eterya
Osmanlı İmparatorluğu'na karşı Yunan isyanlarını hazırlayan ve idare eden
gizli bir cemiyet282 olan Etniki Eterya cemiyeti 1814 yılının sonlarında o zamanlar
Rusya'nın denetiminde bulunan Odessa şehrinde "Filiki Eterya" (Dostlar Cemiyeti)
adıyla kurulmuştu.283 Bu cemiyetin ismi daha sonra 1894 yılında "Etniki Eterya"
(Milli Cemiyet) olarak değiştirilmiştir.284
(2) Etniki Eterya 'nın Kurucuları
Etniki Eterya Cemiyeti meslekleri tüccarlık olan Nikolas Skufas, Emmanuel
Ksantos adlı iki Rum ile Athanasiyos Tsakaloff (Çakalof) isimli bir Bulgar
tarafından kurulmuştu.285 Bütün gizli örgütlerde olduğu gibi bu örgüte girebilmek
için de her türlü fedakarlıkta bulunmak şart koşulmuştu. Üyelerden, derneğin plan ve
projelerini tam bir sır olarak tutmaları istendiği gibi gerektiğinde canları ve mallarını
feda etmeleri istenmekteydi. İhtilalci karakterdeki bu örgüt, mali problemlerini
çözebilmek için bünyesine özellikle büyük tüccar ve armatörleri kaydediyor; halk
üzerinde daha etkili propaganda yapabilmek amacıyla da papazları kullanıyordu.286
Etniki Eterya Cemiyeti'nin başkanının kim olduğu hakkında bir taraftan
esrarengiz bir hava estirilmeye çalışılmaktaysa da diğer taraftan bu kişinin Rus Çarı
Aleksandır veya onun Rum asıllı Hariciye Nazın Kapodistrias olabileceği ima
edilmekteydi Gerçekte ise cemiyeti, Çarın Rum olan yaveri Prens İpsilanti yönetiyor
ve bizzat Çar tarafından dernek himaye ediliyordu.287 İstanbul' lu Rumlar' dan olan
İpsilanti, Kapodistrias' tan da büyük destek alıyordu. Ayrıca Fener'deki Ortodoks
Cihan Patriki Grigorios ile İstanbul'un "Fener Beyleri" denen Rum asilleri de
cemiyetle işbirliği içinde idiler. Etniki Eterya Cemiyeti, kuruluşundan kısa bir süre
281
Berrin Birbiçer, Orta Anadolu’ da Yunan Mezalimi, Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi,
Edirne, 1996, s. 5.
282
Karal, s. 109.
283
Hammer, s. 244.
284
Üçarol, s. 103.
285
Murat Hatipoğlu, Yunanistandaki Gelişmelerin Işığında Türk-Yunan İlişkilerinin 101. Yılı,
Ankara, 1988, s. 10.
286
Birbiçer, s. 6.
287
Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, C. 5, İstanbul, 1983, s. 440-441.
75
sonra gelişerek Osmanlı toprakları içinde ve dışında İstanbul, İzmir, Sakız,
Misolongi, Bükreş, Yaş, Yanya, Triyeste gibi önemli merkezlerde şubeler
kurmuştu.288 Görüldüğü gibi kısa bir zaman zam içinde gelişip büyüyen cemiyetin
idarecileri, kendi aralarında kolayca muhabere edebilmek için özel bir de lügatçe
hazırlamışlardır.289 Buna göre "bigaraz" kelimesi padişahı, "muhibb-i insaniyet"
Rusya İmparatoru' nu, "ziyade meşgul" sadrazamı, "kaynana" sözü ise Yanya valisi
Tepedelenli Ali Paşa'yı anlatıyordu.290
(3) Etniki Eterya Cemiyetinin Amacı ve Megali İdea
Etniki Eterya Cemiyetinin görünürdeki gayesi eğitim ve öğretimi
Osmanlıların hıristiyan tebaası arasında yaymaktı. Cemiyetin asıl amacı ise,
Osmanlı İmparatorluğu içerisinde yaşayan Rumlar' ı örgütlendirerek, isyana teşvik
etmek olmuştur. Etniki Eterya ,güçlendikçe amaçlan da genişleyip büyümüştür.
Cemiyetin ilk amaçlarından biri Mora' da bağımsız Yunan Devleti kurmaktı. Bundan
başka Orta Yunanistan, Batı Trakya, Selanik, Ege Adaları, Oniki Ada, Girit, Batı
Anadolu ve Kıbrıs'ı Yunanistan'a katmayı, Kuzey Anadolu'da Pontus Rum Devleti'ni
kurmayı ve sonunda İstanbul'u da ele geçirerek Bizans İmparatorluğu'nu yeniden
diriltmeyi yani "Megali İdea"yı gerçekleştirmeyi amaç edinmişlerdi. Böylece iki
kıtalı, beş denizli "Büyük Yunanistan"ı kuracaklardı. Megali İdea sözü Yunanca' da
büyük ülkü manasına gelmektedir. İlk defa Etniki Eterya Cemiyeti ' nin programı
olarak
ortaya
konan
bu
fikir
kısaca
"Hellenlerin
önderliğinde
Bizans
İmparatorluğu'nun yeniden ihyası" olarak tanımlanabilir291. Yunanlılar' ın bu
politikalarının en büyük takipçisi ve destekçisi ise kilise ile ordu olmuştu.
(4) Yunan İsyanı
Rusya XVIII. yüzyıldan beri Osmanlı Devleti'ne karşı Avusturya ile çeşitli
ittifaklar içine girerek, özellikle Boğazlara hakim durumdaki Türkleri zayıflatıp
parçalamak ve sıcak denizlere inmek amacındaydı. Diğer yandan İngiltere varlığını
sürdüren fakat zayıf bir Osmanlı'dan yana olup, Rusların güneye inmesini
çıkarlarına uygun bulmamaktaydı. Avusturya da Osmanlı toprak bütünlüğünün
288
Üçarol, s. 103.
Karal, s. 110.
290
Birbiçer, s. 6.
291
Egene, s. 85.
289
76
korunması görüşünü benimsiyordu. Çünkü Avusturya-Macaristan İmparatorluğu,
Osmanlı Devleti gibi idari yapısı içerisinde bir çok milletleri barındırıyordu.292
Yanya valisi Tepedelenli Ali Paşa ile Sultan II. Mahmud' un arası, içinde
Rum parmağının da bulunduğu İstanbul Fener Patrikhanesi ve saray arasında
çevrilen entrikalar sonucunda açılınca Ali Paşa isyan etti.293 Tepedelenli Ali
Paşa'nın, Padişaha karşı olan bu isyanı Rumların işine yaramıştır. Osmanlı
Devleti'nin Ali Paşa'ya karşı bulunduğu müdahale Tepedelenli' nin yörede kurmuş
olduğu sıkı idareyi ortadan kaldıracak ve bunun sonucunda da Rum çetecileri ilk
tedhiş hareketlerine başlamışlardır. Bu da "Yunan İsyanı" nın başlangıcını
oluşturmuştur.294
1821 yılında başlayan isyan silsilesinin ilki Buğdan'da oldu. Ancak bölgedeki
Romen halkın meseleye uzak durması sonucunda, olayların üstüne yetişerek
müdahale eden Türk birlikleri tarafından isyan dağıtıldı. İsyanın elebaşısı olan
İpsilanti Avusturya'ya kaçtı ve orada tutuklandı. Bu başarısız ayaklanmanın
ardından Mora' da yeni bir isyan başlatıldı. Mora' daki şartlar etnik bakımdan daha
uygundu. Nitekim burada başlatılan isyan hareketleri kısa zamanda genişleyerek
adalara kadar sıçradı. Bu durum İstanbul'da panik yarattı ve Padişah Sultan II.
Mahmut' un sert tedbirler almasına sebep oldu. Bu tedbirlerden biri de isyanda
parmağı olan Fener Patriği II. Gregorius' un 22 Nisan 1821 'de Patrikhanenin
kapılarından birinde resmi kıyafeti ile idam ettirmesi idi. Bab-ı ali 'nin aldığı bu
kesin tavır, Avrupa Devletleri tarafından tepkiyle karşılandı. Başta Rusya olmak
üzere devamlı Osmanlı Devleti'ne karşı baskı uygulayarak, hristiyanlara ciddi
garantiler verilmesi istendi.295
(5) Bağımsız Yunanistan’ ın Kurulması
Osmanlı Devleti ise bir taraftan Avrupalı Devletler ile uğraşırken - ki
bunlara İngiltere de dahildir - diğer taraftan bir türlü kesin sonuç alamadığı
ayaklanmalarla uğraşmaktaydı. Daha sonraları Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın
oğlu İbrahim Paşa'yı Mora' ya Osmanlı kuvvetlerine yardıma göndermesi
292
Birbiçer, s. 7.
Kocabaş, s. 60-61.
294
Birbiçer, s. 8.
295
a.g.e., s. 8.
293
77
sonucunda bir takım başarılar kazanılmıştır. Osmanlı Devleti'nin bir iç sorunu olan
bu isyanları bastırmada tamamen başarılı olması üzerine büyük devletler duruma
müdahale etmişlerdir. İlk müdahale Rusya'dan gelmiştir. Rusya, Yunan meselesini
İngiltere ile müzakereye başlamış, bu görüşmeler 4 Nisan 1821'de "Petersburg
Protokolü" ile sonuçlanmıştır. Avusturya, Prusya ve Fransa'ya da bildirilen bu
belgede özetle "Yunanistan Osmanlı Devleti'ne vergiyle bağlı kalacak ama özerk bir
devlet
durumuna
gelecek
ve
bütün
Türkler
Yunanistan'dan çıkarılacak"
denmekteydi. Daha sonra Londra'da İngiltere, Fransa ve Rusya'nın imzaladığı
Londra Protokolü ile Petersburg Protokolü teyid edilmiş ve Osmanlı Devleti'ne
baskı yapılması karan alınmıştı. Osmanlı Devleti doğal olarak bunu içişlerine
karışma görerek reddetmiştir. Bunun üzerine Londra Protokolünü imzalayan
devletler harekete geçmişlerdir. İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları Mora ve
Çanakkale Boğazını abluka altına almışlardır. Mısır'dan Osmanlı'ya gelecek yardımı
önlemek için Navarin' i de kontrol altına alan düşman donanması 20 Ekim 1827'de
Navarin' de demirlemiş olan Osman1ı-Mısır birleşik donanmasını imha etmiştir.296
Bu olaydan sonra Osmanlı Devleti tazminat talebinde bulunmuş, bu da aradaki
ilişkileri daha da gerginleştirmiştir. İngiltere ve Fransa Osmanlı'ya karşı savaş
yanlısı değilken, Rusya 1828 yılının Nisan ayında Osmanlı Devleti'ne harp ilan
etmiştir. Yapılan savaş Rusya'nın galibiyeti ile neticelenmiştir. Osmanlı Devleti
barış istemek mecburiyetinde kalmış ve 14 Eylül 1829 yılında Edirne Antlaşması
imzalanmıştır. Osmanlı Devleti bu antlaşma ile Petersburg Protokolünü tanımak
zorunda kalmış; bu da Yunan Devletinin kurulması demek olmuştu. Osmanlı'dan
ayrılıp da üzerinde milli bir devletin oluştuğu ilk toprak parçası Yunanistan
olmuştur.297 3 Şubat 1830 tarihinde İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan
yeni bir Londra Protokolü ile 49929 kilometrekare alana ve 100000 nüfusa sahip
minicik bir Yunanistan'ın resmen kurulduğu ilan edildi. Bundan sonra bu ufak
Devlet
Batılı
Devletler'
in
kanatlarının
himayesi
altında
yavaş
yavaş
büyüyecektir.298
296
Şükrü Sina Gürel, Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan İlişkileri (1821-1993), Ankara, 1993, s.
29.
297
Rıfat Üçarol, Küçük Kaynarca Anlaşmasından 1839’a Kadar Osmanlı İmparatorluğu, Doğuştan
Günümüze Büyük İslam Tarihi, İstanbul, 1989, s. 380.
298
Mehmet Hocaoğlu, Belgelerle Yunan Barbarlığı, İstanbul, 1985, s. 23.
78
C. 1877 – 1878 Osmanlı Rus Savaşı
Osmanlı Devleti 1870'li yıllarda iç ve dış durumu itibariyle tarihin en
bunalımlı ve çok büyük zorluklarla karşı karşıya kaldığı bir dönemi yaşıyordu.
Yunanistan'da, Osmanlı Devleti'nin zor ve bunalımlı durumlarını gözetip, onun bu
durumundan yararlanarak amaçlarına ulaşmayı esas almıştı. İşte Yunanistan'a böyle
bir fırsatı 1877-1878 Osman1ı-Rus Savaşı ve bu savaş sonunda ortaya çıkan
Devletlerarası durum vermiştir.299
Osmanlı Devleti'nin Londra Protokolü kararlarını reddetmesi ile Rusya ile
arasındaki diplomatik ilişkiler sona ermiş ve Rusya 24 Nisan 1877 günü Osmanlı
Devleti'ne harp ilan etmiştir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi iki cepheli bir harptir.300
Rusya harbin ilk iki ayında Romanya topraklarına yığınak yapmış, 21 Haziran günü
de Tuna nehrini geçerek Bulgaristan topraklarına girmiştir.301 Rus ordusunun büyük
kısmı da 26 Haziran 1877 tarihinde Tuna nehrinden geçerek Zimnitsa' dan Sviştov' a
geçmişlerdir. 17 Temmuz 1877 günü Tırnova işgal edilmiş ve 19 Temmuz 1877
tarihinde de Ruslar Balkan dağlarının en stratejik yerinde bulunan ve Tırnova,
Gabrova ve Kızanlık arasında yer alan Şıpka geçidini kontrolleri altına almışlardır.302
Rusların kısa sürede Tuna nehrini geçmeleri ve Balkan dağlarındaki stratejik
mevzileri ele geçirmeleri Ruslara büyük avantaj sağlamıştır. Osmanlı Devleti Plevne'
de 4 ay 23 gün süren büyük bir savunma örneği gösterse de burası da 10 Aralık 1877
günü Rusların eline geçmiştir. Plevne muharebelerinde Rus ordusunda Bulgar milis
kuvvetleri de yer almıştır. Bu yenilgiden sonra Türkler geri çekilmeye başlamışlar, 3
Ocak 1878 günü Sofya, 8 Ocak '1878 günü Kızanlık ve Samokov, 16 Ocak 1878
günü Tırnova ve 17 Ocak 1878 günü de Filibe Rusların eline geçmiştir. Ruslar 20
Ocak 1878 günü Edirne'ye ulaşmışlar, 29 Ocak 1878'de Çorlu'yu, 6 Şubat 1878'de de
Çatalca'yı işgal etmişlerdir. Bundan sonra İstanbul' a sadece 10 km mesafede
bulunan Yeşilköy'e gelmişler ve karargahlarını buraya kurmuşlardır. Ancak aylardır
süren savaşın verdiği maddi ve manevi yük ve kayıp sayısının fazla olması ve
299
Özdemir Necati, Türk-Yunan Sınır Münasebetleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara,
1993, s. 14.
300
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 64.
301
H. Hikmet Süer, 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi Rumeli Cephesi, Genelkurmay Askeri Tarih ve
Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1993, s. 104.
302
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 65.
79
uluslararası durumun elverişli olmaması dolayısıyla İstanbul'a girmeye cesaret
edememişlerdir.303
19 Ocak 1878 günü Osmanlı Devleti ateşkes için Rusya'ya müracaat etmiştir.
31 Aralık 1878 günü Edirne'de sağlanan ateşkesle 9 ay 7 gün süren harp sona
ermiştir. Rusya diğer Avrupa devletlerinin müdahalesinden önce şartlarını Osmanlı
Devleti'ne kabul ettirmeye çalışmıştır. Ateşkesten bir ay sonra 3 Mart 1878 günü
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 29 maddeden oluşan Yeşilköy (Ayastefanos)
Anlaşması imzalanmıştır.304
İngiltere ve Avusturya Yeşilköy Anlaşması'nın Rusya lehine büyük bir
üstünlük sağlaması üzerine anlaşmayı yeniden gözden geçirmek amacıyla bir
kongrenin toplanmasını istemişlerdir. Bu devletler öncelikle Balkan yarımadasında
kurulan büyük Bulgaristan'ın Rusya'nın Balkan yarımadasındaki çıkarlarına hizmet
edeceği gerekçesiyle itirazda bulunmuşlardır. Avusturya büyük Bulgaristan'ın
kendisinin Selanik yolunu keseceğini dolayısıyla Adriyatik'e çıkışına engelleyeceğini
görmüştür. İngiltere ise İngiliz Meclisinin 3 Mayıs 1878 tarihindeki "gayet gizli"
raporunda Yeşilköy Anlaşması'na olan itirazlarını belirtmiştir. Buna göre Ege
denizinde yeni bir denizci devlet ortaya çıkıyor ve ayrıca Balkan yarımadasının Slav
olmayan halkları yok olma tehdidi altına giriyordu. İngiltere bu sakıncaları önlemek
için Bulgaristan'ın
Ege'den
ve
Makedonya'dan uzaklaştırılması gerektiğini
düşünmekteydi. Ayrıca kurulan büyük Bulgaristan İstanbul'a çok yaklaştığı gibi
Osmanlı Devleti'nin Avrupa ile olan bağlantısını da kesmekteydi.305 İşte bu durumu
fırsat olarak gören Yunanistan da amaçları doğrultusunda bundan yararlanmak için
harekete geçmiştir. Yunanistan da Berlin Konferansına katılarak orada söz sahibi
olmak istiyordu. Yunanistan’ ın büyük istekle Berlin Konferansına katılmak
istemesinin amacı yeni topraklar isteğiydi. Avrupa büyük devletlerinin de buna sahip
çıkması, bu konferansın önemini daha da artıracaktır.306
İngiltere'nin Rusya'ya Yeşilköy Anlaşması'nın yerine geçecek yeni bir
anlaşmanın yapılması konusundaki ısrarlı tutumu karşısında yeni bir savaşı göze
alamayan Rusya bu teklifi kabul etmek zorunda kalmıştır. İngiltere Dışişleri Bakanı
303
a.g.e. s. 65.
a.g.e. s. 65.
305
a.g.e. s. 66.
306
Özdemir, s. 15-16.
304
80
Salisbury ile Rusya'nın Londra Elçisi Schouvaloff arasında üç memorandum
imzalanmıştır. İngiltere ile Rusya arasında anlaşma sağlandıktan sonra Yeşilköy
Anlaşması'nın yerine geçecek yeni bir anlaşmanın imzalanması amacıyla 13 Haziran
1878 tarihinde Berlin Kongresi toplanmıştır.307
Berlin Anlaşması görüşmeleri çok uzun ve çekişmeli geçmiştir. 13 Haziran
1878’ den 24 Mayıs 1881 tarihine kadar aralıklı olarak sürmüştür. Yunanistanla ilgili
sınır konusunda bir çok kararlar alınmış, bu kararlar değiştirilmiş veya kabul
edilmemiş, çekişmeler sürerken zaman zaman durumlar öyle hale gelmiş ki, Osmanlı
Devleti ile Yunanistan arasında savaşa bile karar verildiği görülmüştür. Sonra
savaştan vazgeçme kararı alınmıştır. Daha sonra Berlin Konferansı tekrar toplanmış
1878 Berlin Anlaşmasının 24. maddesine göre Osmanlı Devleti ile Yunanistan
arasında sınır çizilmesi hususunda anlaşmaya vardıkları taktirde altı büyük devletle
arabuluculuk teklifi getirilmesi kabul edilmiştir. Uzun ve çekişmeli süren anlaşmada
tek değişmeyen ve kati olarak alınan karar, altı büyük devlerin arabuluculuğu kararı
idi. 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Anlaşmasının 24. maddesinde yazılı olan
arabuluculuk yetkisi verilen altı büyük devlet şunlardı: Almanya, İngiltere, Fransa,
Rusya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya. Bu altı büyük devlet Avrupa’
nın barış ve güvenliği yönünden Osmanlı-Yunanistan sınırını düzenleme sorununu
kesin olarak çözümlemeyi uygun görmüşler ve bu konuda bir anlaşma yapılmasına
karar verilmiştir. Osmanlı Devleti ile yapılan görüşmeler sonucunda nihayet anlaşma
24 Mayıs 1881 yılında imzalanabilmiştir.308
Anlaşmanın imzalanması sırasında altı büyük devlet Yunanistan adına
hareket ederek sürekli ve artan baskılarını Osmanlı Devletine göstermişler, bunun
üzerine Osmanlı Devleti üç yıl süren diplomatik mücadele sonucunda Yunanistan’ a
Teselya ile birlikte Epir’ den Narda’ yı vermek zorunda kalmıştır.309
Berlin Anlaşması ile Osmanlı Devleti’ nin Trakya’ da bir kısım toprağını
Yunanistan’ a vermesi nedeniyle Osmanlı Devleti Trakya’ da gerilerken, Yunanistan
ise Trakya’ da topraklarını sınırlarını genişletmiştir. Doğu ve Batı Trakya’ nın
Osmanlı Devletinin korunması ve güvenliği açısından büyük ehemmiyeti vardır.
307
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, s. 66.
Özdemir, s. 16-17.
309
Üçarol, s. 228-229.
308
81
Çünkü Doğu ve Batı Trakya Osmanlı Devletinin Avrupa’ daki hassas bölgesiydi.
Batı Trakya Osmanlı Devletinin sınır bölgesi olduğundan güvenliği açısından önem
taşıyordu. 1878’ den 1912’ ye kadar Doğu ve Batı Trakya, İstanbul ve Boğazların
korunması açısından ve Osmanlı ordusunu barındıran büyük asker ordugahı
halindeydi. Bu bakımdan Osmanlı Devleti’ nin mukadderatı Doğu Trakya’ nın
savunulmasına sıkı sıkıya bağlı görünüyordu. Batı Trakya’ da Doğu Trakya ile
Makedonya, Epir ve Arnavutluğu birleştirmesi açısından bir kara köprü vazifesi
görüyordu.310
D. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı ve Sonuçları
Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından imzalanan Berlin Antlaşması'nda, Yunan
İhtilafını çözümlemeye yönelik bir 24. bent oluşturulmuş, Yunanistan da bu bent' in
içerdiği önermeye dayanarak uzlaşmanın her türünden kaçınmış ve Osmanlı-Yunan
sınırlarının çizilmesi için büyük devletlerin karışmalarına yol açmıştır. Sonuçta, 1881
'de İstanbul'da toplanan bir konferansın ardından, Epir Osmanlı Devleti' nde kalmak
üzere Teselya. Larissa ve Narda Yunanistan' a bırakılmıştır.311
Ancak, bu sonuç Megali İdeanın öngördüğü sınırlara uygun düşmüyordu ve
Epir ile Güney Makedonya' nın her ne koşulda olursa olsun ilhak edilmesi
gerekiyordu. İlk girişim, Bulgar-Sırp Savaşı ve Doğu Rumeli Bunalımının patlak
verdiği sıralarda gerçekleşti. Bu girişimde, Teselya sınırını geçmeye kalkan Yunan
birlikleri Ahmet Eyüp Paşa birliklerince kolayca püskürtüldü.312
İkinci girişim ise, Girit Ayaklanmaları'nın en yoğun döneminde, 1897'de
gerçekleşti. Yunanistan, aynı zamanda Girit Ayaklanması'nı da kışkırttığı gibi
Ethniki Eterya kanalıyla Avrupa kamuoyunu da önceden hazırlamıştı. Bu sıralarda
Yunan kamuoyu da galeyana gelmiş, Girit'in işgali için Hükümet'e güç kullanması
yönünde baskı yapmaya başlamıştı.313 İşte bu gelişmelere koşut olarak, aynı yıl
içinde baş döndürücü bir süreç yaşandı: İlk iş Yunanistan Girit'e asker çıkardı ve
bunu Ada'nın Yunanistan'a ilhak edildiği duyurusu izledi. O sırada, kuzeyde de bir
başka plan uygulanıyordu. Ethniki Eterya ajanları Makedonyalı Rumlar' ı ve diğer
310
Özdemir, s. 20.
Şenşekerci, s. 73.
312
E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. V-VIII, TTK, Ankara, 1988, s. 114.
313
Georges Castellan, Balkanların Tarihi 14-10 YY., Milliyet Yayınları, İstanbul, 1983, s. 348.
311
82
Balkan topluluklarını da Osmanlı Devleti' ne karşı ayaklandırmak üzere Teselya
sınırında ihlal ve tahrik eylemlerine başlamışlardı.314
Ancak 1897 Nisanı'nda bir gönüllüler grubunun silah zoruyla sınırı geçmeye
kalkışması315, bardağı taşıran son damla oldu ve Osmanlı Devleti 18 Nisan'da
Yunanistan'a savaş açtı. Epir, Teselya ve denizlerde gerçekleşen316 savaşta; Yunan
birlikleri çok geçmeden çözülmeye ve her cephede ağır yenilgiler almaya başladılar.
Özellikle, Müşir Ethem Paşa komutasındaki Osmanlı Birliklerinin kazandığı Dömeke
Savaşı, Babıali'ye bir anda Atina yollarını açtı. Ancak Rus Çarı, II. Abdülhamit' e
çektiği bir telgrafla “ilerleyişin sürmesi durumunda bölgede siyasal bunalımların
doğabileceğini, uygun olanın bırakışma olduğunu" bildirerek savaşa müdahale etti.
317
Sonuçta, 4 Aralık l897'de İstanbul Antlaşması ile kesin barış sağlanmış oldu.
Anlaşma'ya göre; daha önce de belirtildiği üzere, Teselya Yunanistan'a bırakılmış,
Girit özerk bir devlete dönüşmüş ve Yunanistan'ın Osmanlı Devleti'ne 4.000.000
Frank tazminat vermesi kararlaştırılmıştır.318
Osmanlı - Yunan Savaşı aynı zamanda, Osmanlı Devleti'nin tek başına girişip
zaferle sonuçlandırdığı son savaş anlamına da geliyordu. Ne var ki. bu zaferin
karşılığında elde ettiği sonuçlar; Müslümanlar ve Avrupa Devletleri önünde prestijini
artırmış olmasından öteye geçemedi. Çünkü büyük devletler. her zamanki
inisiyatiflerini ortaya koyarak, siyasal sonuçları yenik Yunanistan yararına
yönlendirmişlerdi.319 Böylece Osmanlı Devleti; büyük bir zaferin içinden, oldukça
ucuz sayılabilecek kazanımlarla ayrılmış oldu. Savaşın; Osmanlı ordularını Alman
askeri heyetinin örgütlendirmiş olmasından dolayı, bundan böyle Alman nüfuzunun
Osmanlı Devleti'nde daha kolay yayılmasına yardım etmiş olması ise, dolaylı bir
sonuç olarak kendisini gösterdi.320
314
Hatipoğlu, s. 41.
a.g.e., s. 41.
316
Karal, s. 116.
317
Hatipoğlu, s. 41.
318
Castellan, s. 349.
319
Akşin, s. 174.
320
Karal, s. 118.
315
83
E. Balkan Savaşları
1902'de, Fransa'nın Fas'ta genişleme olanağını kabul ettikten sonra, 1909'da
da Rusya'nın Boğazlar' daki üstünlüğünü tanıyan İtalya; büyük devletlerin onayını
alarak "Trablusgarp ve Bingazi' de İtalyanlar' a kötü davranıldığı” gerekçesiyle 1911
Eylülü'nde Osmanlı Devleti'ne savaş açtı321. Fazla direniş gösterilmeyen savaşta,
İtalya 5 Kasım 1911 'de Trablusgarp ve Bingazi' yi topraklarına ilhak etti.322 İtalya
1912 Mayısı' nda Rodos ve Oniki Ada'yı da işgal etti.323
İşgallerin ardından 15-18 Ekim 1912' de imzalanan Ouchy Barışı ise; içerdiği
yargılarla İtalya'dan çok, gelecekte Yunanistan'ın işine yarayacak bir tablo çiziyordu:
Trablusgarp İtalya ' ya bırakılacak; Rodos ve Oniki Ada ise, Trablusgarp ve Bingazi'
deki sivil-asker Osmanlı görevlilerinin boşaltılmasına dek İtalyan işgalinde
kalacaktı.324
Nitekim Yunan dünyası da bu gelişmelere kayıtsız kalmadı. İlk iş, işgal
altındaki Adalarda yaşayan Rumlar kıpırdandı. Patnos Adası'na gönderdikleri
temsilcileri aracılığıyla gerçekleşen kongrede (4 Haziran 1912), anayurt Yunanistan
ile birleşme kararı alındı.325 Bunu; Yunanistan'ın, iktidarının en güçlü olduğu
dönemde Balkan İttifakı'na gitmesi izledi (1912). Aslında bu ittifak, üye ülkelerden
çok belki de Rusya'yı kamçılıyordu. Çünkü Rusya öncülüğünde kurulacak bir Balkan
Birliği, hem Balkanlar'daki Avusturya yayılmacılığına hem de Osmanlı Devleti'ne
karşı bir araç olarak kullanılabilirdi. Sonuçta; 1912'de gerçekleşen SırbistanBulgaristan ve Bulgaristan- Yunanistan Antlaşmalan' nın ardından kendisine
Yenipazar Sancağı ve İşkodra' nın vaat edildiği Karadağ'ın da katılımıyla "Birlik"
doğmuş oldu. Yunanistan ise; birlik yoluyla, kuzeye doğru ve genel olarak Osmanlı
Devleti aleyhine genişleme emellerini gerçekleştirebileceğini düşünüyordu. 326
Bu arada, Fransa'nın olurunu alan Rusya ise; Balkan Birliğini savaş
321
Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C. 2, Bilgi Yayınları, Ankara, 1991-1992 s. 28;
Üçarol,Siyasi Tarih, s. 347.
322
Turan, s. 28.
323
Turan, s. 28.
324
a.g.e., s. 29.
325
Şerafettin Turan, Geçmişten Günümüze Ege Adaları Sorunu, Boyutlar, Taraflar, Tarih Boyunca
Türk-Yunan İlişkileri- III. Askeri Tarih Semineri-Bildiriler, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler
başkanlığı, Ankara, 1986, s. 45.
326
Haluk Ülman, Birinci Dünya Savaşına Giden Yol (ve Savaş), Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1973, s. 195.
84
yönünde kışkırtmaya başladı. Osmanlı Devleti; bir savaş olasılığına karşı
seferberlik ilan etmekle birlikte, uluslararası alanda mutlak bir yalnızlığa
gömülmüştü.327 Büyük Devletler ise; Balkanlar'daki statükonun korunmasını
istemekle birlikte, gelişmeler karşısında edilgin bir politika izliyorlardı. Böylece;
Rusya'nın belirgin desteği, Osmanlı Devleti'nin mutlak yalnızlığı ve büyük
devletlerin edilgin politikasının belirlediği nesnel koşullar gerekli savaş zeminini
hazırlamış oluyorlardı.328
Nitekim 1912'nin Ekim ayında; önlenemeyen savaş süreci beklenen sonucu
vermişti. 8 Ekim'de Karadağ, 17 Ekim'de Bulgaristan ve Sırbistan, 19 Ekim'de de
Yunanistan ardı ardına Osmanlı Devleti'ne savaş ilan ettiler.329 Mayıs 1913'e dek
süren çarpışmalar; Osmanlı ordularının her cephede yenildiğini duyururken, savaşın
da ilk aşaması anlamına geliyorlardı.330 Yunanistan'ın, Selanik ile Bozcaada, Limni,
Semadirek ve Taşoz Adalarını; Bulgaristan ve Sırbistan'ın da Makedonya ve
Trakya'nın büyük bir bölümünü işgal ettiği savaş sonucunda 30 Mayıs 1913' te
Londra Antlaşması imzalandı. Buna göre; Osmanlı sınırları Meriç nehrine
çekilirken, nehrin batısı da Balkan ulusları arasında paylaştırılıyordu. 331
Ancak bu çarpışmalar, daha önce de belirttiğimiz gibi Balkan Savaşı'nın ilk
aşaması anlamına geliyordu. Çünkü Makedonya üzerindeki ortak emellere bir çözüm
getirilememişti. Nitekim Yunanistan ve Sırbistan' ın Bulgaristan' a karşı işbirliği
yapmaları, Balkanlar' daki barut fıçısını bir kez daha ateşlemişti. Bu işbirliği
karşısında kendini tehdit altında gören Bulgaristan 1913 Haziranı'nda Yunanistan ve
Sırbistan'a saldırırken II. Balkan Savaşı'nı da başlattı.332
Osmanlı Devleti; Balkan Devletlerinin iç hesaplaşmasından yararlanarak
Edirne'yi kurtardıysa da, Meriç'in batısına geçmesi büyük devletler tarafından
durduruldu.333
327
Balkan Harbi, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı, Ankara, 1979, s. 16.
Şenşeekerci, s. 81.
329
Hatipoğlu, s. 57.
330
Üçarol, s. 356-358.
331
Nikos Svoronos, Çağdaş Helen Tarihine Bakış, Çev.: Panayot Abacı, Belge Yayınları, İstanbul,
1988, s. 85.
332
Şenşekerci, s. 82.
333
Haluk Ülman, Tanzimattan Cumhuriyete Dış Politika ve Doğu Sorunu, Tanzimattan
Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C. 1 ve 2, s. 286-292.
328
85
II. Balkan Savaşı sonunda imzalanan Bükreş Antlaşmasıyla (10 Ağustos
1913), Bulgaristan'a Ege'de, Portolağo ile Dedeağaç arasında bir çıkış veriliyor,
Arnavutluk'un bağımsızlığı tanınıyor, Sırbistan da Kuzey Makedonya'yı ele
geçiriyordu. Yunanistan ise aslan payını almıştı: Selanik, Halkiditeya, Kavala limanı,
Epir ve Yanya ile Oniki Ada, İmroz ve Bozcaada dışında tüm Ege adaları.334 Böylece
yüzölçümü 65.000 km2'ye, nüfusu da 2.666.000'den 4.363.000'e ulaşan Yunanistan;
Balkan Savaşları'nda enosis yolunda çok önemli aşamalar kaydetmiş oluyordu.335
14 Kasım 1913’ te ise Atina Anlaşması imzalandı.Girit dahil olmak üzere,
Yunanistan 'm Balkan Savaşları'nda ele geçirdiği toprakların hukuki onayı
gerçekleşti.336
F. Batı Trakya Türk Cumhuriyeti
Bulgarların Yunanlılarla ve Sırplarla meşgul olması Osmanlı devletini
harekete geçirdi. Bu sırada Bulgar birliklerinin boşalttığı Trakya üzerinde Türk askeri
harekatı sürat1e geliştirildi. Aynı zamanda durumnn nezaketini kavrayan, Çatalcadaki
ordunun kurmay başkanı Yarbay Enver Bey, kolordusuna bağ1ı üçyüz kişilik bir
akıncı müfrezesine - Eşref Kuşçubaşı komutan1ığında- Lülebırgaz istikametinde bir
keşif yaptırdı. Bu akıncı kuvvetin bir Bulgar taburunu esir etmesi Enver Beyi
cesaretlendirdi. Böylece 13 Temmuz 1913' ten itibaren başlatılan yeni bir harekatla
Midye-Enez hatttına ulaşıldı. ( 15 Temmuz 1913)337
Bu sırada Osmanlı hükümeti Doğu Trakya' nın tamamının işgaline karar verdi.
Durumu diğer ilgili devletlere ayrıca duyurdu. Gönderilen bildiride:" Osmanlı
hükümeti, delillerle göstermiştirki, Enez' den başlayan bir hudut İstanbul ve
Çanakkale boğaz1arının korunmasını sağlayabilmesi için Meriç boyunca kuzeye
doğru çıkması gerekir. Osmanlı hükümeti bu işi Bulcnristan'la çözmeyi daha uygun
bulurdu. Ancak Bulgarlar ellerindeki yerlerde müttefiklerinin de gördükleri gibi öyle
zuIüm yapıyorlarki, artık bekleyemeyiz. Bunun için Osmanlı hükümeti şimdiden
Meriçi ele geçirmek zorundadır. Osmanlı Devleti Meriç hududunu kesin sayar ve onu
334
Svoronos, s. 85.
Hatipoğlu, s. 59.
336
Şenşekerci, s. 83.
337
Celal Bayar, Ben de Yazdım, İstanbul, 1967, Cilt IV.
335
86
hiçbir bahane ile aşmamayı üzerine alır.”338
Bu gelişmeler karşısında Enver Bey de, 23 Temmuz 1913'de Edirne 'yi geri
aldıktan sonra Meriçten öteye geçemedi.
Batı Trakya harekatı, Bulgan zulüm ve tecavüzünün artması üzerine, Babı
Ali'nin bir tasarrufu olarak başladı. Bu hulsusta 19 Ağustos 1913’ te Avrupadaki
temsilcilere bildirildiği gibi; ahaliyi korumak için bir kısım kuvvetlerin Batı Trakya'
ya gönderilmesi, Osmanlı askerinin Batı Trakya 'ya önceki taahütlerin hilafına Meriç
nehrini geçmek manasında sayılmamasını bildirme konusunda idi. Bundan sonra
harekat başladı. Edirne’ nin geri alınmasından sonra batıya doğru ilerleyen Osmanlı
Kolordusu emrindeyken akıncı müfrezesinden 116 kişilik bir grup Edirne’ den
Ortaköy’ e gönderildi.
15 Ağustos 1913’ de Batı Trakya’ ya giren bu akıncı
müfrezesi umum çeteler kumandanı Eşref Kuşçubaşı emrinde idi.Sonuçta Btı Trakya
ele geçirildi. Yunanlılar Batı Dedeağaçtan görüşmeler sonucunda çekildiler.339
Yunanlıların Dedeağaçtan görüşmeler sonucunda çekilmesi sonucunda Batı
Trakya’ nın idare şeklinin, istiklalinin kesin olarak ve resmen açıklanmasının zamanı
gelmiş oldu. Bu sebeple Garbi Trakya Hükümet-i Müstakilesi’ nin kuruluşu Eylül
1913 tarihinde resmen ilan edildi.
G. Birinci Dünya Savaşı
Balkan Savaşları'ndan sonra Osmanlı Devleti'nin yönetimi tümüyle İttihat ve
Terakki Partisi'nin eline geçmişti. Parti'nin en güçlü ve en önemli adamı olan Enver
Paşa; Bağlaşık Bloğunda yer alan Almanya'nın savaşı kesinkes kazanacağına
inanıyor ve bu yönde yönetimi etkilemeye çalışıyordu.340 Diğer yandan İttifak
Devletlerinin kazanacağı olası bir zaferin sonuçları da az şey değildi: Almanya'nın
kazanması durumunda, Balkan Savaşları'nda yitirilen topraklar geri alınabilir;
Rusya'nın yenilmesi durumunda ise Orta Asya yolları açılabilirdi. Bu olasılıklardan
yola
çıkarak;
devletin
yaşatılmasından
da
öte,
yeniden
eski
şaşasına
kavuşturulabileceğini düşünenler, Enver Paşa' nın nüfuz alanını oluşturuyorlardı.
Sonuçta, savaşta taraf olmak, ama mutlaka Almanya'nın tarafı olmak; İttihat ve
338
Ahmet Aydınlı, Batı Trakya Faciasının İçyüzü, İstanbul, 1971, s. 173.
Tuncer, s. 12.
340
Pierre Renouvin, Birinci Dünya Savaşı Tarihi (1914-1918), Çev.: Adnan Cemgil, Altın Kitaplar
Yayınevi, 1969, s. 191-192.
339
87
Terakki camiasının genel eğilimi durumuna gelmişti.341
28 Temmuz 1914'te Avusturya-Macaristan veliahtı arşidük Franz Ferdinand
ve eşinin bir Sırp ulusçusu tarafından öldürülmesi sonucunda I. Dünya Savaşı
başladı. Çok geçmeden Osmanlı Devleti de katıldı.342
Aynı sıralarda Yunanistan'da ise, tam bir iki başlılık yaşanıyordu. Dönemin
Yunan Kralı ve aynı zamanda Alman İmparatoru II. Wilhelm' in de eniştesi olan
Konstantin, Bağlaşık güçlerine karşı hem bir sempati duymakta, hem de bu güçlerin
mutlak zaferine inanmaktaydı.343 Bu nedenle, Kral ve onun nüfuz alanına giren eski
politikacılar, Balkan Savaşları sonucunda doğan statükonun korunabilmesi için
savaşta tarafsızlık ilkesini savunmaktaydılar.344 Venizelos ise; İngiltere'nin gücüne
bel bağlamış, Anlaşık Devletleri'nin yanında Savaşa katılmayı öngören bir politika
izliyordu.345
Yunanistan, İtilaf Devletleri için başlangıçta bir güç olarak önem
taşımıyordu. Bu nedenle; savaşın ilk zamanlarında Venizelos' un politikası Londra
tarafından desteklenmemişti. Bunun bir nedeni de; olası bir Yunan taraftarlığının
Osmanlı Devleti ile Bulgaristan'ı da etkileyebileceği endişesiydi.346 Osmanlı Devleti
savaş'a girip de, Doğu Cephesi açılınca; Yunanistan'a ama özellikle de Venizolos' a
Sırbistan'ı koruma gibi tarihsel bir misyon, dolayısıyla tarihsel bir fırsat yüklenmiş
oldu.347
Çanakkale Savaşında başarısız olununca, bir süre sonra bu tarihsel misyon,
İtilaf Devletlerinin Yunanistan'a İstanbul ve İzmir'i de vaat ettiği bir ortak çıkarma
teklifine dönüştü. Bu teklif dönemin Genelkurmay Başkanı Meraksas tarafından
reddedilince; Venizelos da, anayasaya aykırı olarak istifaya zorlandı (6 Mart 1915),
yerine Dimitrios Gunaris getirildi.348
Bu sıralarda; İtilaf Devletleri de Çanakkale'de tarihsel bir yenilgiye
uğramışlardı. Kuşkusuz bu sonuç, Kral Konstantin' in izlediği politikayı haklı
341
Üçok, s. 215.
Şenşekerci, s. 85.
343
Svoronos, s. 87-88.
344
Castellan, s. 408.
345
Şenşekerci, s. 85.
346
Hatipoğlu, s. 62.
347
Castellan, s. 409.
348
Svoronos, s. 88.
342
88
çıkarıyordu. Bu nedenle Gunaris, iktidara gelişinden başlayarak İtilaf Devletlerine
karşı ödünsüz bir politika izlemeye koyulmuştu. Bu gelişmenin sonucu ise, 26
Temmuz 1915 Londra Antlaşması ile Oniki Ada'nın tümüyle İtalya'ya bırakılması
oldu.349
Bu olaydan kısa bir süre sonra Venizelos yeniden iktidara geldi (Ağustos
1915). Ancak, Sırbistan'a yardım gerekçesiyle, İtilaf Devletlerinin Selanik'e asker
çıkarmasını kabul ettiğinden 5 Ekim'de ikinci kez istifa ettirildi. Bu istifayı; II
Ekim'de Sırbistan 'a savaş açan Bulgaristan'ın, aynı zamanda çatışmada taraf
olduğunu duyurması izledi.350 Aynı sırada iktidarda bulunan Zaimis Hükümeti ise,
Kral'ın politikasını sürdürmekte ve Selanik'e yerleşen İtilaf Devletleriyle sürekli
sürtüşmekteydi. Sonunda, Venizelos' un da parmağı bulunan bir İtilaf Devletleri
ambargosu başlatıldı ve Zaimis düşürülerek Skuludis Hükümeti kuruldu.351
Ancak Skulutis son hükümet olmadı. Bu iç ve dış sürtüşme süreciyle birlikte,
1917 ortalarına dek Yunanistan' da iktidar sürekli el değiştirdi: Zaimis,
Kallegeropulos, Lambros ve yeniden Zaimis Hükümetleri.352 Bu sırada bir de illegal
hükümet kurulmuştu (Ağustos 1916): Selanik' te ve Venizelos ile Amiral Kundurioris
ve General Donglis yönetiminde "Erliniki Amina Hükümeti.353
Bu hükümet, Venizelos' un Selanik'te bir Cumhuriyet yönetimi kuracağı
endişesiyle İtilaf Devletlerince tanınmamakla birlikte; Yunanistan' ı iki kampa böldü:
Kralcılar ve Venizelosçular.354
İşte bu aşamada ortaya çıkan tarihsel bir olay, bu çekişmeden Venizelosçuları
galip çıkardı. 1915 yılında İstanbul'a girmek üzere İtilaf Devletlerinin onayını alan ve
bu nedenle Yunanistan'ın bölgede savaşa girmesine sürekli karşı çıkan355 Rusya;
Ekim Devrimi ile birlikte Çarlık rejimini noktalamıştı. Doğal olarak bu olgu, İtilaf
Devletlerinin Yunanistan'a daha yoğun baskı yapabilmesi için gerekli zemini
hazırlıyordu. Nitekim ilk iş; İngiliz ve Fransız baskısıyla, Konstantin tahtından
349
a.g.e., s. 88.
A.g.e., s. 89.
351
Hatipoğlu, s. 66.
352
Hatipoğlu, s. 65-71.
353
Svoronos, s. 89.
354
Hatipoğlu, s. 70.
355
Svoronos, s. 88.
350
89
feragat ettirilerek, yerine oğlu Aleksandr getirildi (12 Haziran 1917).356 Bunu, İtilaf
Devletlerince silahlandırılmış "Erliniki Amina" cephesinin Atina' ya gelerek iktidarı
ele geçirmesi izledi.357
Ethniki Amina daha Selanik'te iken 1. Dünya Savaşı ' na taraf olduğundan,
Venizelos Hükümeti'ne dönüşmesiyle birlikte artık resmi bir tavır alması
gerekiyordu. Yunanistan Temmuz 1917’ de Osmanlı Devleti'ne savaş açtı. Artık
savaşın sonlarıydı ve ne Çanakkale ne de Sırbistan cephesinde Yunan desteğine
eskisi kadar gereksinim kalmamıştı. Bu nedenle Yunanistan, salt Makedonya
cephesinde, yani savaşın sonu anlamına da gelen Eylül 1918 harekatında yer aldı.
Ancak, savaş sonunu izleyen Paris Konferansı'nda söz sahibi olmasını sağlaması
açısından bu katılım az şey ifade etmiyordu. 358
27 Kasım 1919' da imzalanan Neully Antlaşması ile Makedonya ve Batı
Trakya sorunları çözüldü; Bulgaristan'ın Meriç'e dek terkettiği Ege kıyıları da
Yunanistan'a bırakıldı. Megali İdeada yer alan Kuzey Epir, Adalar ve Küçük Asya ,
gerek İtalyan emperyalizmi gerekse Fransız-İngiliz çekişmesiyle çakışacağından;
sürüncemede kalan bu sorun Yunanistan'ı Anadolu işgallerinde ve Sevres faciasında
da söz sahibi yaptı.359
H. Kurtuluş Savaşı
(1) Mondros Ateşkesi, Anadolu'da Emperyalizm ve Yunan İşgalleri'nin
Başlangıcı
Almanya ve Avusturya'nın savaştan çekilmesiyle birlikte, Osmanlı Devleti
için de artık barıştan başka bir çözüm yolu kalmamıştı. Nitekim, Talat ve Enver
Paşalar' ın iktidardan çekilmeleriyle, 19 Ekim'de kurulan yeni Hükümetin Başkanı
Ahmet İzzet Paşa, aynı gün Meclis-i Mebusan' da Hükümet görüşlerini şöyle
açıklıyordu : 360
“-İçte ve dışta düzenin ve barışın sağlanması lazımdır.
- Vatanını sükunete, milletimizin istirahate ihtiyacı vardır.
356
Castellan, s. 410-411.
Svoronos, s. 89.
358
Svoronos, s. 89.
359
Şenşekerci, s. 88.
360
Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, C. I, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1987, s. 39.
357
90
- Wilson prensiplerine uygun bir barışı memnuniyetle kabııl
edeceğiz.
- Arap vilayel/eri işini, Hilafet ve Saltanata bağlılıkları ,şartıyla, bir özerklik
vermek suretiyle çözmeye çalışacağız- "
Hükümet görüşünden de anlaşılacağı gibi ilk hedefi barışı sağlamak olan yeni
Hükümet; işe Bern Askeri Ataşesi General Halil (Sedes) ile ilişki kurmakla
başlamıştır. Ardından, Büyükada'da esir olarak yaşayan, Kütilem-mare Komutanı
General Tawshend' i İngilizler'in Akdeniz Komutanı Amiral Calthrope ile görüşmesi
için serbest bırakmış; bunun sonucunda Calthrope 23 Ekim'de delegelerin
gönderilmesini telgrafla sadrazama bildirmiştir.361
Böylece, Padişah ve Sadrazamlık arasındaki uzun tartışmalardan sonra;
Bahriye Nazın Rauf(Orhay) Bey 'in başkanlığında, Hariciye Nezareti Müsteşan Reşat
Hikmet Bey ve Kurmay Yarbay Sadullah Bey' den oluşan bir delegasyon seçilmiş362
ve gerekli talimatlar verildikten sonra, Delegasyon Limni Adası' nın Mondros
Limanı' na gönderilmiştir.363
Agamemnon zırhlısında yapılan ve 4 gün süren görüşmelere İngiltere adına
Amiral Calthrope katılmıştır. Bununla birlikte diğer İtilaf devletlerini de temsil
etmektedir. Görüşmeler sonucunda Osmanlı delegasyonu; ateşkesi imzalamak
zorunda kalmıştır.364
Osmanlı Devleti, tamamı 25 maddeden oluşan bu bırakışmayı imzalarken,
"Boğazlar bölgesi hariç, hiç bir yerde Osmanlı topraklarını işgal edilmeyeceğine ve
o tarihteki ileri hatlarımızın bir ateşkes sınırı olarak benimseneceğine inanmıştır".365
Oysa ateşkesin bazı maddeleri; İtilaf devletlerine geniş bir eylem zemini yaratacak,
bir başka deyişle Osmanlı'nın paylaşılması konusundaki gizli anlaşmalara işlerlik
kazanma olanağı tanıyacak birer hukuksal dayanak niteliğindedirler. Örneğin 7.
madde:
361
Şenşekerci, s. 89.
İsmail Soysal, Türkiye’ nin Siyasal Andlaşmaları (1920-1945), TTK, Ankara, 1989, s. 12.
363
Şenşekerci, s. 90.
364
a.g.e., s. 89.
365
Mete Tunçay , Siyasal Tarih (1908-1923), Türkiye Tarihi-Çağdaş Türkiye (1908-1980), Cem
Yayınları, İstanbul, 1989, s. 55.
362
91
"Müttefikler emniyetlerini tehdit edecek vaziyet zuhurunda herhangi
sevkülceyş noktasını işgal hakkına haiz olacaklardır. "
ve 24. madde:
"Vilayeti Sitte 'de iğtişaş zuhurunda mezkur vilavetlerin her hangi bir
kısmının işgali hakkını İtiltif Devletleri muhafaza ederler. "
Nitekim 30 Ekim'i izleyen günlerde başta İtilaf Devletleri olmak üzere
Ermeniler, Kürtler, Yunanlılar ve İranlılar Osmanlı topraklarını parçalamaya yönelik
emellerini ortaya koymakta ve bu yöndeki eylemlerine koyulmakta hiç gecikmediler.
Bu noktada; Türk ulusunun Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda karşı karşıya bulunduğu
koşulları daha iyi anlayabilmek için bu eylemleri, dolayısıyla da Mondros
Ateşkesi'ni uygulanma biçimini özetle açıklamamız gerekir:
Daha Ateşkesin imzalandığı gün Çanakkale Boğazı ağzındaki tüm mayınlar
toplanarak, büyük gemilerin geçmelerine uygun bir kapı açılmıştır. Nitekim 13
Kasım'da bu kapı aracılığıyla 61 gemi İstanbul önünde demir1emiş366, ardından İtilaf
donanmasının İstanbul'a gelmesiyle 15 Kasım 'da Karadeniz Boğazı'nın işgaline
başlanmıştır. Bir yandan İstanbul ve Boğazlar işgal edilirken öte yandan da Doğu
Trakya sınırı İtilaf güçlerince ele geçirilmiştir. İşgallerle birlikte, İngiliz Ordusu
Komutanı Wilson, karargahlarını İstanbul'a kurmuştur. Bu işgalleri, işgal edilen
yerlerin çok geçmeden maddi ve manevi baskı altına alınması izleyecektir. Nitekim
siyasal baskıların da sonucunda, Damat Ferit Paşa 2 Aralık'ta, Meclis-i Mebusan' ın
dağıtılmasını istemiştir.367
Bu gelişmeleri izleyen başlıca İtilaf işgalleri ise şöyle sıralanabilir: İtalyan
işgalleri 28 Mart 1919'da Antalya'da başlamıştır. 30 Mart'ta Paris Barış Konferansı
İzmir'in Yunanlılarca işgalini tanıyınca; İtalyanlar' ın karara tepkisi Antalya'ya ek
olarak 11 Mayıs'ta çok geçmeden Afyon, Konya, Bodrum, Fethiye, Selçuk ve
Akşehir'i de ele geçirmek olacaktır. Bunların yanı sıra; demiryollarının korunması
gerekçesiyle Edirne, Tekirdağ, Muratlı ve Alaşehir'e de askeri birliklerini
yerleştirmişlerdir.368
366
Suna Kili, Türk Devrim Tarihi, İstanbul, 1982, s. 9.
Şenşekerci, s. 91.
368
Mete Tunçay, Batı’ da Siyasal Düşünceler Tarihi, C. 1, Teori Yayınları, Ankara, 1985, s. 10.
367
92
Suriye ve Irak cephelerinde de durum pek farklı değildir. 17 Aralık'ta
Mersin'i işgal eden Fransızlar, ardından Tarsus, Adana ve Pozantı'yı da ele
geçirmişlerdir.369
Daha
önce
İngilizlerce
işgal
edilen
Amanos
dağlarının
doğusundaki bölge de kendilerine bırakılmasına karşın, bu işgallerle yetinmeyen
Fransa, 1919 yılı başlarından yola çıkarak Urfa, Maraş ve Kozan' ı da işgal ederek
kuzeye doğru ilerlemeye başlamıştır.370
Fransa'nın, işgal bölgelerini genişlettiği sıralarda; İngiltere de Musul' un 20
km. kadar güneyine ilerlemiş durumdadır. Bu ilerleyiş sürerken, bir süre sonra
Ateşkesin 7. maddesinin ne anlama geldiği görülecektir. 7. ve 16. maddeleri gerekçe
gösteren General Cassel; Ali İhsan Paşa komutasındaki 6. Ordu'nun Musul'u
boşaltmasını istemektedir. 6. Ordu ise bu isteğe karşı koyabilecek durumda değildir.
Dolayısıyla İngiliz isteği kabul edilir ve İngilizler bir müfrezeyle 3 Kasım' da Musul'
u işgal ederler. Ancak bu işgaller Musul ile sınırlı kalmayacaktır. Musul'un ardından
Doğu Cephesi'ne doğru kayan İngilizler 31 Ocak 1919'a kadar Kars, Ardahan ve
Batum' u da ele geçirmişlerdir.371
Diğer illerde ise; Oltu, Kağızman ve Nahcivan gibi ulusal şuralar, düzenli
Türk ordularının kurulmasına kadar yurtlarını savunmuşlar, Ermenilere karşı başarılı
direnişler göstermişlerdir.372
Yunan işgalleri ise; Venizelos'un 30 Aralık 19l8'de Paris Barış Konferansı'na
verdiği bir Muhtıra'yı temel almıştır. Asılsız kanıtlara ve Fener Patrikhanesi kaynaklı
düzmece nüfus istatistiklerine dayalı Muhtıra'nın içerdiği başlıca Yunan istekleri
şöyledir:373
I. Kuzey Epir (Güney Arnavutluk);
II. Karasu Çayı'ndan İstanbul'a kadar olan bölgeyi de içermek üzere iki
Trakya';
III. İzmit'in doğusunda Karadeniz kıyısından Antalya Körfezi ' nin batısına
çekilecek bir çizginin batısı, yani Batı Anadolu;
369
a.g.e., s. 57; Kili, s. 10.
Şenşekerci, s. 92.
371
a.g.e., s. 92.
372
A.g.e., s. 93.
373
Nurettin Türsan, Yunan Sorunu, Ankara, 1987, s. 47-54.
370
93
IV. Rodos ve Oniki Ada;
V. Kıbrıs
VI. Trabzon ili (Rum-Pontus Devleti).
İşte bu düşler yığını, Venizolos' un baskısı sonucu Avrupalı siyaset
adamlarınca kabul edilince, Yunanistan da Ateşkesi izleyen aylarda işgalci güçler
arasında yerini alacaktır. Yunanistan'ın "Anadolu Serüveni"ni başlatan süreç şöyle
gelişmiştir.
Boğazlar ve İstanbul'un Ateşkesin hemen ardından İtilaf devletlerince işgal
edildiğini daha önce belirtmiştik. İşte aynı devletler, bu işgallere koşut olarak
İzmir'de de bir "Abluka ve Seyrüsefer Komutanlığı" kurmuşlardı. Bu komutanlık;
temelde İzmir'in işgalini hazırlayan sürecin başlatıcısı rolünü oynamaktaydı. Nitekim
aynı günlerde "İzmir'in Yunanistan'a ilhakı" amacını güden "Küçük Asya" adlı gizli
bir dernek kurulmuştu. Dernek; "Yunan Kızılhaç Örgütü" nün "ilaç yardımı" adı
altında gizlice getirdiği silahlarla giderek güçlenmekteydi. İzmir' de bir ilhak
örgütlenmesi son raddesine varmıştı. Ve çok geçmeden bu örgütlenmenin doğal
sonucu patlak verdi. "İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti" nin direnişi ve
Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa ' nın uyarıları sonuç vermemiş, 15 Mayıs 19l9'da
İzmir, Yunan birliklerince işgal edilmişti. Bu aynı zamanda Yunanistan'ın Anadolu
işgaller zincirinin de ilk halkası anlamına geliyordu.374
Görüldüğü gibi; Padişah, devlet adamları ve kimi aydınların iyimser görüşleri
altında imzalanan Mondros Ateşkesi ile; emperyalist devletler, Anadolu üzerindeki
emellerini, gecikmeden eyleme dökme fırsatını bulmuşlardır. Dahası, bu devletler
kendi işgal ve eylemleriyle de yetinmemekte, Anadolu üzerindeki değişik etnik
grupları ve gayri-müslim toplulukları da ayaklandırarak parçalanma sürecini
hızlandırmaktadırlar. Aynı işgal sürecinde, Doğu' da alevlendirdikleri Kürt sorunu da
bu stratejinin parçalarından salt bir tekidir. İşgaller boyunca; "Osmanlı ordularının
dağıtılmış olması, silah ve cephanelere el konulması,nihayet ulaşım yollan, iletişim
araçları, liman ve tersanelerin İtilaf Devletleri denetimine geçirilmesi" ise, Kurtuluş
374
Şenşeker, s. 94.
94
Savaşı'nın başladığı koşullar açısından ayrıca dikkate değerdir.375
Özetle; Ateşkesten çok bir teslimiyet belgesi olan Mondros ile, Osmanlı
Devleti fiilen tarihe karışmakta; Ateşkesin uygulanma süreciyle de "ümmet
devletinden ulus devletine geçiş"in ilk adımları atılmış bulunmaktadır.
Bu sırada Trakya’ da olup bitene bir göz atalım. 30 Ekim 1918 Mondros
Mütarekesi'nde,
doğrudan
Trakya
ile
ilgili
bir
madde
bulunmuyordu.
Mütarekename'nin 15. maddesinde yer alan "Bütün demiryollarında İtilaf Devletleri
kontrol subayları görevlendirilecektir" hükmü, Trakya'daki demir yollarını da ihtiva
ediyordu. Fransızlar, bu hükme istinaden 4 Kasım 1915'de Uzunköprü-Sirkeci
demiryolunu işgal ettiler. Ayrıca hattın işletmesine de el koydular. Bu iş için, elli
subay ve üç bin asker görevlendirildi. Fransız kıta'atının bütün ihtiyaçları da Osmanlı
Devleti tarafından karşılandı. Fakat, Fransızların bu işgali uzun sürmedi. Fransız
kıta'atı 14 Ocak 1919'da yerlerini Yunan askerlerine bıraktı. Hadımköy' den
Kuleliburgaz' a kadar bütün istasyonlar, bir piyade taburu ve bir süvari bölüğü
tarafından işgal edildi. Mütarekenin ilk günlerinden itibaren, memleketlerinin işgal
edileceği korkusunu taşıyan Trakyalılar, bu hadise üzerine iyice endişelenmeye
başladılar. Bunda da haklıydılar. Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos, 30
Aralık 1915'de, Greece at the Peace Conference (Sulh Konferansı'nda Yunanistan)
başlıklı bir muhtırayı İngiltere Başbakanı Lloyd George'a ve daha sonra da İtilaf
Devletleri'nin diğer temsilcilerine sundu. Muhtırada Trakya'da kesif bir Rum nüfusu
yaşadığı gösterilmekte ve buna binaen de Çatalca'ya kadarki Doğu Trakya
topraklarının Yunanistan'a verilmesi istenmekte idi. Trakyalılar, Venizelos'un bu
isteklerine ve Yunan kıta'atının işgaline sessiz kalmadılar. Kendi haklarının
müdafaası için kurdukları, Trakya-Paşaeli Müdafa'a-i Hey'et-i Osmaniyyesi
Cemiyeti'nin İstanbul Şubesi binasında bir toplantı düzenlediler (22 Ocak 1919).
Trakya'nın geçirmekte olduğu felaketli durum karşısında birleşilmesi ve bölgeye
gelen Yunan askerlerinin çıkartılması için teşebbüslerde bulunulması gerektiğine
dair bazı kararlar aldılar. Nitekim bu hususta teşebbüse geçen Cemiyet Trakya'nın
her yerinde teşkilatlandı ve bu işler için bir hey'et teşkil etti. Hey'et, başta Sadrazam
Tevfik Paşa olmak üzere, Hükümet ve meb'usandan ileri gelenlerle görüşmelerde
375
Ahmet Mumcu, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İstanbul, 1986, s. 21.
95
bulundu. Görüşmelerden olumlu bir netice alınamadı. Çünkü, Hükümet o günlerde
aynı endişeleri taşımıyordu. Hükümete göre, işgal muvakkat bir mahiyeti haizdi.
Yunan askerleri şehirleri değil sadece demiryolu hattını işgal etmişlerdi. Esasen
Trakya meselesi, diğer konular gibi Sulh Konferansı'nda halledilecekti. Bu bakımdan
da, meseleye gayet iyimser bakıyordu. Ancak daha sonradan gelişen hadiseler,
hükümetin iyimserliğinin kaybolmasına sebep olacaktır. 376
Sulh Konferansı, işte bu hava içerisinde 18 Ocak 1919'da Paris'te toplandı.
Şark meselesinin içinde Trakya'nın akibeti de Sulh Konferansı'nda belli olacaktı.
Konferans'ın ilk günleri Venizelos’ un isteklerini dinlemekle geçti. Venizelos,
İstanbul ve Trakya'da kesif bir Rum nüfusu olduğunu iddia ederek Doğu Trakya'nın
kendilerine verilmesini istiyordu. Osmanlı Hey'eti ise Haziran 1919'da dinlendi.
Damat Ferid Paşa başkanlığındaki hey'et, 17 Haziran'da Onlar Meclisi önüne
çıkarılarak Türk isteklerini anlattı. Trakya konusundaki görüşlerini anlatırken, bu
topraklar üzerinde yaşayan ahalinin büyük çoğunluğunun Türk ve müslüman
olduğunu bildirerek, Türk ve Yunanlılar arasında, Edirne ve İstanbul'un kolayca
müdafaasını sağlayacak bir sınırın çizilmesini talep etti. 23 Haziran'da da Konferansa
bir muhtıra sunarak, 1878 Berlin Kongresi'nin elzem kıldığı sınıra dönülmesini
istedi. Bu sınır; Zeytinburnu, Demirhanlı, Cisrimustafapaşa, Karasu hattı idi.
Osmanlı hey'etinin Trakya ve diğer konulardaki istekleri Konferans tarafından
dikkate alınmadı ve Hey'et, nazikane bir şekilde müzakerelerden kovuldu (28
Ağustos 1919). 377
Osmanlı Hey'etinin çekilmesinden sonra Konferans. şark meselesi ile ilgili
konuları kaldığı yerden görüşmeye devam etti. İngiltere, Fransa ve İtalya, Trakya'
nın Osmanlı hakimiyetinde bırakılmaması hususunda anlaşmış bulunuyorlardı.
Amerika Birleşik Devletleri, henüz bu ittifaka dahil değildi. Üç devletin Trakya'nın
bütününün Yunanistan'a verilmesini istemelerine karşılık ABD, Ege Denizi'nde
Bulgaristan'a mahreç açılması şartıyla, bölgenin batısındaki bu toprakların
verilmesini kabul ediyor ve geri kalan bölümünün ise Milletler Cemiyeti
himayesindeki İstanbul Hükümeti'ne bırakılmasını savunuyordu. Kesin bir anlaşma
sağlanamaması üzerine, bu dönemde Bulgaristan ile Neuilly Andlaşması imzalandı
376
377
Veysi Akın, Trakya’ nın Türklere Devir Teslimi, Doktora Tezi, Erzurum Üniversitesi, s. 1.
a.g.e., s. 2.
96
ve Doğu Trakya meselesi, Osmanlı Barış Andlaşması ile birlikte görüşülmek üzere
tehir edildi.378
Bu ertelemeden sonra, Osmanlı Devleti'ni ilgilendiren meseleler uzun bir süre
Konferans gündemine alınmadı. ABD, tarafsızlık politikasına dönerek Konferanstan
çekildi. Ayrıca Bulgaristan'a bazı hakların verilmesi halinde, Trakya'nın bütününün
Yunanistan'a verilmesine ses çıkarmayacağını bildirdi. Bu durum, Yunanistan ve
onun müzakere masalarındaki hamisi İngiltere için bulunmaz bir fırsattı. Çünkü; bu
hususta İngiltere, daha önceden Fransa ve İtalya ile anlaşmış durumda idi. İşte bu
hava içerisinde, Sulh Konferansı, Osmanlı Devleti ile ilgili problemleri görüşmek
üzere Londra'da toplanma karan aldı.379
Londra Konferansı, 12 Şubat -10 Nisan 1920 tarihleri arasında toplandı.
İstanbul'un idaresi; Anadolu ve Trakya'nın işgalleri dahil olmak üzere, Osmanlı
Devleti ile ilgili bütün meseleler müzakereye açıldı. Tartışmalar esnasında,
Çatalca'ya kadar Trakya topraklarının Yunanistan'a verilmesi gündeme geldi.
Venizelos, bu konuda ısrarlı idi. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon da kendisini
destekliyordu. Halbuki, o günlerde İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri AmiraI J.
de Robeck, kendisine Edirne dahil Doğu Trakya'nın Yunanistan'a bırakılmasının
yanlış olacağı kanaatinde olduğunu ve böyle bir durumda buralarda silahlı bir
direnme çıkacağını bildirmekte idi. Bu uyarıya rağmen Curzon. Yunanistan'ı
desteklemeye devam etti. Konferans, 10 Nisan 1920'de dağılmadan önce Osmanlı
Devleti'ni ilgilendiren önemli kararlar aldı. Trakya meselesinde de, SanRemo
Konferansı'nda kesinleştirmek üzere, yapılacak bir barış anlaşmasında Yunanistan'a
bırakılmasını öngördü.380
Osmanlı Devleti ile yapılacak barışın şartlarını tespit etmek ve bir taslak
haline getirmek gayesiyle Sulh Konferansı, 18-26 Nisan 1920 tarihleri arasında SanRemo' da yeniden toplandı. İngiltere'yi Lloyd George, Fransa'yı yeni Başbakan A.
Millerand ve İtalya'yı da Başbakan Nitti temsil ediyordu. Toplantıların çoğuna
Japonya ve Yunanistan temsilcileri de katıldı. Kendi akıbeti belirlenecek olan
Osmanlı Devleti temsilcileri ise davet olunmamışlardı. Buna rağmen Roma
378
a.g.e., s. 2-3.
a.g.e., s. 3.
380
a.g.e., s. 5.
379
97
Büyükelçisi Galip Kemali (Söylemezoğlu) Bey, Konferans üzerinde etkili
olabileceğini ümit ederek San-Remo'ya gitti. Konferans İzmir, İstanbul ve Boğazlar
buna bağlı olarak da Trakya meselelerini görüştü. Genel hava, Trakya'nın bütünüyle
Yunanistan'a bırakılmasından yana idi. Konferans çevresinden ve basından bu
havayı sezinleyen Galip Kemali Bey, Konferansa bir muhtıra sundu. Türk hakları ile
ilgili genel konulan ihtiva eden muhtırada, Trakya hususunda ise; bu topraklar
üzerinde yaşayan nüfusun ekseriyetle Türk olduğu bildiriliyor ve Trakya'nın Osmanlı
idaresinde kalması isteniyordu. İlgili devletlerin temsilcileri alınacak kararlar
üzerinde daha önceden anlaşmış bulunduklarından, Galip Kemali Bey'in muhtırası
Konferansa katılanlar tarafından dikkate alınmadı. Karar, Doğu Trakya Yunanistan'a
verilecekti.381
S:an-Remo
Konferansı
kararları,
Sabık
Sadrazam
Tevfik
Paşa
başkanlığındaki Osmanlı Hey'etine 11 Mayıs 1920'de Versailles'da tebliğ edildi.
Tebliğ töreni sadece beş dakika sürdü. Kararlar Sevr muahedesi maddeleri idi.
Çatalca'ya kadar olan Trakya toprakları Yunanistan'a bırakılmış bulunuyordu.382
Venizelos, Avrupa'da elde ettiği bu başarıyı aynı gün Yunan Meclisi'ne açıklayarak
Karadeniz'e kadar bütün Trakya'nın kendilerinin olduğunu sevinçle haykırmakta
idi.383
Osmanlı Hükümeti tarafından Sulh Konferansı'nın inisiyatifine bırakılan
Trakya'nın kaderi San-Remo kararları ile belli olmuştu. Bütün Trakya Yunanistan'a
terk ediliyordu. Avrupa'daki gelişmeleri günü gününe ve yakından takip eden
Trakya-Paşaeli Müdafa'a-i Hukuk Cemiyeti ve Edirne'de bulunan I. Kolordu
Kumandanlığı, muhtemel bir işgal tehlikesi karşısında tedbirler almak için harekete
geçtiler. Bu iki teşkilatın çabalan ile 9-14 Mayıs 1920 tarihleri arasında Büyük
Edirne Kongresi toplandı. Askeri ve siyasi tedbirler alınması Kongre tarafından
karar altına alındı.384 Siyası faaliyetler için bir hey'et oluşturuldu ve bu hey'et.
Avrupa'ya giderek teşebbüslerde bulundu. Kamuoyu oluşturulmasına çalışıldı.385
Askeri tedbirler olarak da, Cafer Tayyar (Eğilmez) Bey Trakya Milli
381
a.g.e., s. 5-6.
Söylemezoğlu, s. 232-233.
383
Tevfik Bıyıklıoğlu, Trakya’ da Milli Mücadele, C. 2, TTK, Ankara, 1983, s. 246.
384
Söylemezoğlu, s. 239-240.
385
Bıyıklıoğlu, s. 291-294.
382
98
Kumandanlığı'na getirildi. 25 Mayıs'tan geçerli olmak üzere seferberlik ilan edildi.
Yerli Rumlar'ın çete faaliyetlerini önlemek gayesiyle de bölgede gönüllülerden
oluşacak milli müfrezeler teşkil edildi. 386
Trakya'da Yunan işgaline karşı bu hazırlıklar yapılırken İtilaf Devletleri
temsilcileri de, Hythe ve Boulogne' de bir araya gelerek Yunanistan'a Anadolu'da
ileri harekat ve Trakya'yı işgal izni verdiler. 22 Haziran'da Konferans'tan bu izni
alan Venizelos, aynı gün Boulogne' den Yunan ordusuna, Anadolu'da ileri harekat
ve Trakya'yı işgal emri verdi. Yunan ordusunca emrin birinci kısmı derhal
uygulamaya konuldu, ikincisinin ise hazırlıklarına başlandı. Batı Trakya'ya kuvvet
yığıldı. Anadolu'da bulunan İzmir Tümeni'ne Trakya'daki harekata katılma emri
verildi. Ayrıca iki tümen de hazır hale getirildi. Yunanistan Hükümeti de 3
Temmuz'da, Trakya'yı işgal kararı alarak işi resmileştirdi. 387
Osmanlı Hükümeti ise meselenin hala siyasi yollardan halledileceği
kanaatinde idi. Bir taraftan, I. Kolordu'nun aldığı mukavemet tedbirlerini kırmak
için faaliyetlerde bulunuyor; diğer taraftan da, hazırladığı bir muhtırayı Sulh
Konferansı'na vermek üzere, Damat Ferit Paşa başkanlığındaki bir hey'eti Paris'e
yolluyordu. Muhtıra, 11 Temmuz 1920'de Konferansa sunuldu. Muhtırada, SanRemo kararlan haksız bulunuyor ve Trakya hususunda ise; ırken, kültüren ve
iktisaden Türk olduğu ifade edildikten sonra, bu toprakların Yunanistan'a
bırakılması ile, milletlerin kendi mukadderatına hakim olmaları prensibine tecavüz
edildiği ve aynı zamanda da İstanbul'un varlığının tehlikeye düşürüldüğü
anlatılıyordu.388 İtilaf Devletleri, bu muhtırayı dikkate almadıkları gibi, Spa
Konferansı'nı toplayarak Osmanlı Hükümeti'ne sert bir cevap hazırladılar. 16
Temmuz
1920
tarihini
taşıyan
cevabı
nota
ile
San-Remo
kararlarının
tartışılamayacağı uyansında bulunarak, Trakya konusunda da Müttefiklerin bu
toprakları Osmanlı hakimiyetinden çıkarmağa kesin kararlı olduklarını bildirdiler.
Ayrıca andlaşma metninin imzalanması için de on gün mühlet verdiler. Fakat bu on
günlük süre dolmadan Yunan birlikleri, Trakya'yı işgale başladılar.389
Trakya'ya Yunan taarruzu üç cepheden yapıldı: Tekfurdağı, Uzunköprü ve
386
Akın, s. 4.
Akın, s.5.
388
Bıyıklıoğlu, s. 297-298.
389
Akın, s. 5.
387
99
Karaağaç. Yunanlılara Tekfurdağı cephesinde, İngiliz torpido gemileri ve uçakları
da yardım ettiler. Bu cephede önemli bir Türk mukavemeti görülmedi. Diğer iki
cephede uzun ve çetin çarpışmalar yapıldı. Altı gün süren savaştan sonra bütün
Trakya işgal edildi. Trakya Milli Kumandam Cafer Tayyar Bey de esir edildi. I.
Kolordu'nun mühim bir kısmı, külliyetli miktarda ahali ile birlikte Bulgaristan'a
çekildi. Tekfurdağı ve Edirne'nin işgallerine Yunanistan Kralı Aleksandros da
katıldı. Onun gelişi ile kiliselerde dini törenler yapıldı.390
(2) Türk Ulusal Direnişi ve Yunanistan'ın Anadolu Hezimeti
Krallığın kuruluşundan Venizelos iktidarının başlangıcına değin, dünya
devletlerindeki
en
aşağılık
manzaraların,
parti
entrikalarının,
hükümet
istikrarsızlıklarının, çağdaş Fransız basınındaki kural tanımazlığın, A.B.D. ' nin
memnuniyetleri iktidardaki parti mensuplarına dağıtma sisteminin, modern İspanya'
nın askeri cuntalarının ve Güney Amerika Cumhuriyetlerinde sık sık vuku bulan
askeri darbelerin hepsinin Yunanistan'da aynen mevcuttur.391
Görüldüğü gibi, Venizelos' un iktidara gelişine değin Yunanistan' ın temel
sorunu her zaman için ülke içi istikrarın sağlanması olmuştur. Venizelos ile başlayan
serüvenci ve Megali İdea'cı süreç ise; Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı'nda
olduğu gibi Kurtuluş Savaşında da, Yunan yayılmacılığının temel belirleyicisi
olacaktır. Kullanılan başlıca araç ise Wilson ilkeleri' dir. Ulusların kendi yazgılarını
belirleme ve kendi kendilerini yönetmelerine dayanan bu sistem, Venizelos' un
uydurma istatistikleriyle yoğrulup aşama aşama Anadolu'nun işgaline yönelik bir
zemine dönüşmektedir.392 Dahası; Paris barış görüşmelerinde de; Wilson Venizelos
potasında gelişen bu işgal düşüncesi iyice güçlendirilmiş, iş daha da ileriye
götürülerek, Mondros'un 7. maddesinin Batı Anadolu'ya uygulanması işi İtilaf
devletleri adına Yunanistan'a bırakılmıştır. Bu gelişmelerin sonucu ise doğal olarak
bir önceki bölümde de söz ettiğimiz gibi 15 Mayıs 1919'da İngiliz, Fransız ve Ameri-
390
a.g.e., s. 5.
Yılmaz Altuğ, Bir Yunanlı Yazara Göre Türk İstiklal Savaşından Önce Yunanistan’ da Genel
Durum, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. 5, Sayı: 5, Atatürk Kültür, Dil ve Traih Yüksek
Kurumu Yayınları, Ankara, Temmuz 1989, s. 554ç
392
Abdurrahman Çaycı, Yunanistanın Anadolu Macerası ( Sevres’ e Doğru), Hacettepe ÜniversitesiAtatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Dergisi, Cilt:1, Sayı:1, Ankara, Ekim 1987, s. 4-5.
391
100
kan savaş gemilerince korunan bir Yunan ordusunun İzmir'e çıkartılması olacaktır.393
İzmir'in işgali aynı zamanda Yunan ileri harekatının da başlangıcı
sayılmaktadır. Ekim 1919 tarihli "Milne Hattı"nın Paris Yüksek Konseyi'nce onayına
dek Menemen, Büyük ve Küçük Menderes, Bayındır, Manisa, Aydın, Turgutlu, Tire
ve Ödemiş bu ileri harekat çerçevesinde Yunan işgaline uğrayan ilk bölgeler
olmuştur. "Milne Hattı" ise, gerek işgal bölgelerinin olası bir Türk taarruzuna karşı
korunması, gerekse Yunanistan ve İtalya'nın işgal çekişmesine müdahalesi açısından
Yunan yayılmacılığını bir ölçüde tescil etmiştir. 394
1919 yazında gerçekleşen bu süreç, bir süre sonra karşı direnişin
güçlenmesine de yol açacaktır. Mustafa Kemal Paşa'nın 9. Ordu Müfettişi olarak 19
Mayıs 19I9'da Samsun'a çıkışı, Yunanistan hesabına acı bir sonun da başlangıcı
olacaktır. Erzurum ve Sivas Kongreleriyle başlayıp (23 Temmuz 1919-4/11 Eylül
1919),23 Nisan 1920'de T.B.M.M.' nin açılışıyla hızlanan ulusal uyanış süreci bu acı
sonun hazırlanmasında çok önemli kilometre taşları olmuştur. Ümmet toplumundan
ulus toplumuna geçmekte olan Türk insanı artık, ulusal egemenliğe dayalı yepyeni
bir devlet oluşumunun içerisindedir. Kaldı ki, işgalci düşünce ile yeni T.B.M.M.' nin
karakteristik yapısı arasındaki çelişki bile Yunan yayılmacılığının başarısız olacağını
daha başında belli etmiştir. Çünkü ulusal uyanış ile egemen olan direniş düşüncesi
artık. "hat müdafaası" değil "satıh müdafaası" dır ve bu satıh yurdun tümünü
kapsamaktadır. Mustafa Kemal'in yeni T.B.M.M.'yi tanımlarken söyledikleri de, bu
oluşumu oldukça netleştirmektedir.
"Efendileri Bizim hükümetimiz demokratik bir hükümet değildir, sosyalist bir
hükümet değildir ve hakikaten kitaplarda mevcut olan hükümetlerin, mahiyeti
islamiyesi itibariyle, hiçbirine benzemeyen bir hükümettir. Fakat hakimiyet-i
milliyeyi, irade-i milliyeyi yegane tecelli ettiren bir hükümettir, bu mahiyette bir
hükümettir: ilmi, içtimai noktasından bizim hükümetimizi ifade etmek lazım gelirse,
Halk hükümeti deriz".395
Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere; az önce de değindiğimiz gibi, yeni
hükümet kendi hukuksal ve düşünsel yapısı gereği Osmanlı Anayasası' nı, Padişahını
393
Şenşekerci, s. 96.
Hatipoğlu, s. 92.
395
Ziya E. Karal, Atatürk’ ten Düşünceler, İstanbul, 1981, s. 25.
394
101
ve Hükümetini yadsıyarak; yarınki Türkiye Cumhuriyeti' nin temelini oluşturacak bir
Halk Devleti niteliğine bürünmüştür.
Fakat Anadolu direnişinin bu denli büyüyüp gelişmesi; Mustafa Kemal ve
devrimci arkadaşlarına karşı çeşitli siyasal ve askeri tepkilerin doğmasına yol
açacaktır. Örneğin; yurtiçindeki ayaklanmalar, İstanbul Hükümeti'nin Şeyhülislam
aracılığıyla Mustafa Kemal ve arkadaşları adına ölüm fetvası çıkartması,
Yunanistan'ın Ege ve Trakya bölgelerinde ilerleyişini hızlandırması bu tepkilerin
belli başlı olanlarıdır. Tepkilerin en ağın ise, Damat Ferit’in 1O Ağustos 1920'de
Sevres Barış Antlaşması' nı imzalaması olacaktır.396
Anımsanacağı üzere I. Dünya Savaşı sonunda toplanan Paris Barış
Konferansı ' nda Almanya ile Versailles, Avusturya ile Saint-Germain, Bulgaristan
ile Neully ve Macaıistan' la da Trianon Antlaşmaları imzalanmış; ancak Osmanlı
Devleti ile kesin bir barış sağlanamamıştı.397 Bunun başlıca nedenleri arasında İtilaf
Devletleri'nin öncelikle Almanya sorununu çözümleyip, Doğu işleri ile sonra
ilgilenme eğilimleri; Balkanlara ve Boğazlara yeni bir statü verilmesi sorunu,
azınlıkların durumu konusu ve Osmanlı Devleti ' nin parçalanması işi sayılabilir.398
Bundan başka, İtilaf Devletlerinin Anadolu'nun paylaşılması konusunda aralarında
anlaşamamaları ve nihayet İtalya' nın Paris görüşmelerinden çekilmesi;399 Barış
Konferansı önünde Yunan, Ermeni, Kürt ve diğer azınlıkların istekleri de Osmanlı
Barışı'nı geciktirici etkenler olmuşlardır.400 Nitekim bir yıldan fazla bir süre bu
geciktirici etkenlerin çözümü üzerinde çalışan İtilaf Devletleri 11 Mayıs 1920' de
Sevres Antlaşması projesini açık1amışlardır.401
Bu açıklamanın yanı sıra, İtilaf Devletleri; Sevres projesini Ankara
Hükümeti'ne de kabul ettirebilmek amacıyla, Yunanlılar' ı kışkırtmışlar ve Anadolu
içlerine doğru yürümelerini sağlamışlardır.402 Ne var ki; Ankara Hükümeti Sevres
projesini kabul etmezken; İstanbul Hükümeti Anadolu direnişini bir kez daha
396
Şenşekerci, s. 98.
Armaoğlu, s. 145-148.
398
Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919-1922), TTK, Ankara, 1988, s.
105.
399
Türk Inkılap Tarihi, Gnkur. HTD Başk. Yayınları, İstanbul, 1977, s. 33.
400
Kamuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye,Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, Ankara, 1993,
s. 68-86.
401
Akyüz, s. 150.
402
Ünsal Yavuz, Atatürk; İmparatorluktan Milli Devlete, TTK, Ankara, 1990, s. 46.
397
102
gözden çıkararak onaylamış ve Osmanlı tarihinin en kara lekesi olan Sevres Barış
Antlaşması'nı 10 Ağustos 1920'de imzalamıştır.
Osmanlı Devleti adına Bağdatlı Hadi Paşa, Danıştay Başkanı Şair Rıza
Tevfik ve Bern Büyükelçisi Reşat Halis'in imzaladığı Sevres, ne var ki tarihe
yürürlüğe girmeyen antlaşma olarak geçecektir. Çünkü Ankara Hükümeti, daha önce
18 Haziran 1920' de başta İtilaf Devletleri olmak üzere tüm devletlere, İstanbul
Hükümeti ile yapılacak anlaşmaları, alınacak kararlan tanımayacağını ilan
etmiştir.403
Yürürlüğe girmeyen Sevres Antlaşması özetle şu kararları içermektedir:404
"1. Osmanlı İmparatorluğu' nun ülkesi, İstanbul dolayları ve Anadolu' nun
ufak bir parçası ile sınırlandırılmıştır.
2. İstanbul ve Çanakkale Boğazları, savaş sırasında dahi bütün devletlerin
gemilerine açık tutulacak, Boğazlar milletlerarası bir komisyon tarafından
yönetilecektir.
3. İzmir ve Ege Bölgesinin içlerine uzanan yerler ve Midye-Büyükçekmece
arasındaki çizginin batısında kalan bütün Doğu Trakya Yunanistan'a verilmiştir.
4. Doğu Anadolu'da iki yeni devlet kurulacaktır: Ermenistan ve Kürdistan.
5. Irak, Arabistan ve Suriye, İngiliz ve Fransızlarca paylaşılacaktır.
6.Antalya ve Konya bölgeleri İtalyanlar' a, Adana, Sivas ve Ma1atya ise
Fransızlar'a verilmiştir.
7. Devletin askeri gücü sınırlandırılmıştır. En çok 50.700 kişi silah altında
bulunacak; Orduda tank, ağır top, uçak bulunmayacak; denizde de 7 gambot ve 6
torpidodan başka hiçbir gemimiz olmayacaktır.
8. İktisadi, mali ve adli kapitülasyonlar en geniş biçimi ile tanınmış,
azınlıkların hakları Türkler' den daha fazla tutulmuştur."
Özetleyecek olursak; Sevres Antlaşması ile, Osmanlı Devleti İtilaf
Devletlerinin ortak sömürgesi haline getirilmiş, Türkler'e yaşama bölgesi olarak
403
404
Kili, s. 84.
Türk İnkılap Tarihi, Gnkur HTD Başk. Yayınları, İstanbul, 1977,s. 48-49.
103
Ankara, Kastamonu ve dolayları bırakılmış, İtilaf Devletleri de propagandasını
yaptıkları ilkelere ters düşmüştür.405 Böylece Mondros Ateşkesi ile fiili olarak yok
olan Osmanlı Devleti, bu antlaşmayla hukuksal olarak da ortadan kalkmıştır.406
Sevr Antlaşmanın 27. maddesinin çizdiği Türkiye'nin Trakya sınırı;
Karadeniz Boğazı'nın girişinden Yunanistan'la Podima' nın yaklaşık 7 Km.
Kuzeybatısındaki bir noktadan başlayıp, önce güneybatı yönünde ilerledikten sonra
güneydoğu yönelip, çatalca istikametinde devam ederek Marmara Denizi kıyısındaki
Kalikratia' ya kadar uzanır.407
Bu maddeye göre Boğazlar Komisyonunun denetimindeki İstanbul'un
batısındaki bütün Trakya toprakları Yunanistan'a bırakılıyordu. Böylece Türkiye'nin
(Osmanlı Devleti) Avrupa İle olan sınırları tamamen Yunanistan'la çizilmiş sınırlar
olarak kalıyordu.408
Ancak; "L'Asie Française" dergisinin Sevres hükümleri için:"Bunlar
gerçekten apaçık sırıtan yutturmacalardır. Türklerse böyle basit göz boyamalara
kendilerini kaptırmayacak kadar ince zekalıdır ."409 dediği gibi, Anadolu direnişi iki
yıl gibi bir süre içinde Türk Kurtuluş Savaşı destanını yazarak, Sevres lekesini
temizleyecektir. Böylece Türk Ulusal Savaşının genel sonuçları içinde, "1918'de
silahsızlandırılması başarılamayan Türkiye'nin 1920 'de parçalanmaya çalışılması
çelişkisi"
410
de eriyip gidecektir. Şimdi bu destanı, Kurtuluş Savaşı' mızı kronolojik
bir çerçevede irdelemeye çalışalım:
"Kurtuluş Savaşı iki bölümde incelenmektedir: Birincisi, sıcak savaş denilen
çarpışma bölümü; ikincisi de kalkınma ve uygarlaşma yolunda yapılan savaştır".411
Savaş'ın sıcak: savaş bölümü, Yunanlılar' ın 15 Mayıs 1919' da İzmir'e çıkışından, 30
Ağustos 1922'deki Başkomutanlık Meydan Muharebesi 'ne dek geçen süreyi
kapsamaktadır.
405
Oral Sander, Siyasi Tarih ( İlkçağlardan-1918),İmge Yayınları, Ankara, 1989, s. 291.
Ahmet Mumcu, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İstanbul, 1986, s. 61.
407
Nihat Erim, Devletlere Arası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri ( Osmanlı İmparatorluğu
Anlaşmaları), C. I, Ankara, 1953, s. 539.
408
M. Cemil Bilsel, Lozan, C. 2, A.İhsan Matbaası, İstanbul, 1933, s. 306.
409
Akyüz, s. 152.
410
a.g.e., s. 159.
411
Cihat Akçakayalıoğlu, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Konferansları III ( 1969), TTK,
Ankara, 1970, s. 101-102.
406
104
Mustafa Kemal Ankara' da, ulusun meşru isteğini ve ulusal egemenlik
ilkesini gerçekleştirecek olan T.B.M.M.' ni toplayarak, bu kentimizi yurtsever
devrimcilerin merkezi yapmış; böylece de Kurtuluş Savaşı yolunda büyük bir adım
daha atmıştır.412 Anadolu direnişçilerinin, işte bu son adımdan dolayı, gerek İtilaf
Devletlerinin gerekse İstanbul Hükümeti'nin sert tepkilerine maruz kaldığını, bu
tepkilerin en ağırının da İstanbul Hükümeti' nin sözde Barış Antlaşması olan Sevres'
i imzaladığını belirtmiştik.
İşte T.B.M.M.; kuruluşundan başlayarak, bir yandan ülke savunması için
uğraşırken öte yandan da bu tepkilerin bir başka boyutu olan iç ayaklanmalarla
uğraşacaktır. Ayaklanmacılar ya İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletlerinin
propaganda yoluyla kışkırttığı cahil kesim ya da çıkarları uğruna Kurtuluş Savaşı'na
karşı ayaklanan işbirlikçilerdir. Bu ayaklanmaların başlıcaları;·Ali Batı, Bozkır,
Anzavur, Koçkiri, Düzce, Kuva-yı inzibatiye, Yozgat, Zile, Konya, Demirci Mehmet
Efe, Pontus ve Çerkez Ethem Ayaklanmaları olmuş ve eylem alanı olarak da
Anadolu'nun hemen her yanına yayılmışlardır. Mustafa Kemal, düşman karşısında
savunmanın zayıflatılması pahasına iç cephenin temizlenmesine üstün çaba
harcayarak, önce karşı devrimcileri yok etmiş, ardından asıl düşmanla savaşa
başlamıştır.413 Çünkü Mustafa Kemal' e göre; " ..... asıl olan iç cephedir. Bu cephe
bütün memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Zahiri cephe doğrudan
doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir,
değişebilir, yenilebilir. Fakat bu hal hiç bir vakit bir milleti mahvedemez. Mühim
olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin düşmesidir."
414
Kurtuluş Savaşı Batı, Güney ve Doğu olmak üzere üç cephede gerçekleşmiş;
savaşımın ilk yarısına Kuva-yı Milliye, 1920 sonlarından başlayarak da düzenli
ordularımız egemen olmuştur.415 Çünkü Kuya-yı Milliye Birlikleri stratejik açıdan
kullanılmaya uygun olmayıp, kendi başlarına hareket etmekteydiler. Nitekim, bu
birliklerin 22 Haziran 1920' deki Yunan saldırısını önleyememesi ve sonuçta başta
Bursa olmak üzere pek çok yerin elden çıkması, T.B.M.M.' nde düzenli, disiplinli
412
Bernard Lewis, Modern Türkiye’ nin Doğuşu, Çev.: Metin Kıratlı, TTK, Ankara, 1970, s. 251.
Mumcu, s. 66.
414
Akçakayalıoğlu, Atatürk ve Kurtuluş, s. 99.
415
Tunçay, s. 68-69.
413
105
orduların kurulması konusunu gündeme getirmiştir.416 Böylece,12 Temmuz 1920'
de, Kuva-yı Milliye Birliklerinde bulunan yetenekli personelin düzenli asker olarak
ordu birliklerinin kadrolarına aktarılması ve yeniden bazı doğumluların silah altına
alınması yönünde karara varılmış ve düzenli ordularımız kurulmaya başlanmıştır.417
Şimdi cephelerimizde cereyan eden olayları özetle açıklamaya çalışalım:
I. Dünya Savaşı'nda Ruslar' ın yenilmesi ve Bolşevik Devrimi ile Kafkaslar'
ın güneyinde Ermenistan ve Gürcistan devletçikleri doğmuştu. Bunlardan
Ermenistan; Türk Ordularının Mondros yargıları gereği Kuzeybatı İran' ı ve
Kafkasya'yı boşaltmalarından, Wilson İlkeleri ve Sevres yargılarının kendilerine
tanıdıkları ayrıcalıklardan ve son olarak İngilizler' in sürekli kışkırtmalarından
cesaret bularak, 1920 Eylül ayı başlarından yola çıkarak Türkiye'ye karşı büyük
çapta bir saldırıya geçmişti.418 Bunun üzerine 28 Eylül'de ileri harekete geçen Türk
ordusu, 29 Eylül' de Sarıkamış' ı ele geçirmiş, 30 Eylül' de de Merdenek' i işgal
etmiştir. Ardından 7 Ekim'de Ankara Hükümeti'nden Kars'a askeri harekat yetkisi
alan Kazım Karabekir Paşa, 28 Ekim'de harekete geçerek 7 Kasım'da askeri hedefleri
başarıyla tamamlamıştır. Ermenistan Hükümeti, Türk Dışişleri Bakanlığı'nın 8
Kasım'da verdiği notayı kabul edince de419, 2/3 Aralık gecesi Gümrü Barış
Antlaşması imzalanmıştır. Bu Antlaşmaya göre; Ermeniler Sevres'in tümüyle
geçersiz olduğunu kabul etmişlerdir. Diğer yandan bu askeri zafer sonucu,
Gürcistan'la da anlaşmaya varılabilmiş, Batum , Artvin ve Ardahan Gürcistan'dan
geri alınmıştır. Bu askeri ve diplomatik zaferlerin yanı sıra, yalnızca Kars'tan 6 yüz
çeşitli cins top, 12 makineli tüfek, binden fazla tüfek, 5 sandık piyade cephanesi,
birçok bomba ve patlayıcı maddeler, fişekler, dumanlı ve dumansız barutlar ele
geçirilmiş ve bunların Batı'ya aktarılması sağlanmıştır.420 Böylece Doğu Cephesi
sorunu belirli ölçüde çözüme kavuşturulurken, kazanılan askeri ve diplomatik
zaferlerle, Ordu ve Meclis'in halk önünde güveni ve saygınlığı artmıştır.
Ankara Hükümeti' nin siyasal ve hukuksal açıdan yabancı ülkeler önünde de
tanınması anlamına gelen "Doğu Cephesi ve Gümrü Zaferi"nin ardından, şimdi de
416
Türk İnkılap Tarihi, s. 64; Ateş, s. 1172-1173.
a.g.e., s. 64.
418
Öztoprak, s. 117-129.
419
a.g.e., s. 127-128.
420
İsmet İnönü, Hatıralar, C I, Hazırlayan Sebahattin Seleki Ankara, 1985,, s. 223-224; Ateş, “ Milli
Mücadelede”, s. 1174.
417
106
Güney Cephesi'nde geçen olaylara değinmeye çalışacağız:
I. Dünya Savaşı sonrası Güney'de bulunan Türk askeri birlikleri de, Mondros
Ateşkesi yargılarından payını almış, oldukça güçsüzleşmişlerdir. Fakat buna karşın
Türk halkının bu bölgede Fransızlar' a karşı verdiği savaş eşsiz bir yurtseverlik
örneğidir. Yalnızca birkaç zayıf Kuva-yı Milliye birlikleri ve çeşitli yerel örgütlerle
yapılan direnişler sonucu, Fransızlar 11 Şubat 1920'de Maraş'tan, 10 Nisan 1920'de
de Urfa' dan atılmışlardır.421 Maraş ve Urfa zaferlerinin ardından, Fransız basını:
"Bizim olmayan bir politika için verecek tek adamımız yoktur. Fransa, başkası
hesabına jandarma rolü oynamamalı. Çünkü Fransa'nın çıkarı ve gelenekleri Türk
halkıyla devamlı savaşı değil barışı gerektirir." sözleriyle barış yanlısı demeçler
vermeye başlamıştır.422 Diğer yandan, I. Dünya Savaşı'nın ardından küçük ve
parçalanmış bir Almanya politikasını güden; ancak Versailles sisteminin sonucunda
umduğunu bulamayan Fransa için, artık Anadolu işgalinin mantıksal ve öznel bir
anlamı da kalmamıştır. Tersine Fransa, T.B.M.M. ile imzalanacak olası bir barışta,
artık bazı yararlar bile görmektedir: Örneğin ekonomik açıdan, fazla parçalanmadan,
yaşayabilir bir Türkiye, Fransızlar' ın Anadolu'daki çıkarlarının korunması ve
geliştirilmesi için oldukça olumlu görünmektedir; siyasal açıdan, İngiltere'nin
Ortadoğu'daki siyasal nüfuzunu güçlendirmek için sürekli yardım yaptığı
Yunanistan'a ve onun büyük düşlerine darbe vurulabilecektir; son olarak askeri
açıdan Fransa, Türk ulusunun giriştiği eylemin nitelik ve niceliğini artık tümüyle
anlamış durumdadır. Nitekim; Antep' i ancak 10 aylık bir kuşatma sonucunda ele
geçirebilen, Adana olaylarında da ağır kayıplar veren Fransızlar, Sakarya Zaferi'nden
sonra, 20 Ekim 192l' de Ankara Antlaşması' nı imzalayarak Türklerle savaşmaya son
vermişlerdir. T.B.M.M. adına Yusuf Kemal Tengirşek, Fransa adına da Franklin
Boullion' un imzaladığı antlaşmayla, Fransa Kilikya' yı boşaltacak, Suriye sınırı
Türkler lehine değiştirilecek, İskenderun-Antakya bölgesinde özel bir yönetsel rejim
uygulanacaktır.423
Ankara Antlaşması ' nın, Ankara Hükümeti' nin 13 Ekim' de Sovyetler ve
Kafkas Hükümetleri ile yaptığı Kars Antlaşması' ndan bir hafta sonra imzalanması
421
Akyüz, s. 183-186; Ateş, s. 1175.
a.g.e., s. 186.
423
a.g.e., s. 216.
422
107
Fransız ve Avrupa kamuoyları açısından ayrı bir anlam taşır. Çünkü Ankara
Hükümeti'nin Fransa ile barış imzalaması sonucu; Türk-Sovyet ilişkileri Avrupa' da
daha farklı yorumlanmaya ve tartışılmaya başlanmış, dolayısıyla Anadolu İhtilalinin
komünizm davasıyla bir ilgisi olmadığı ortaya konarak bu yöndeki propagandalar
çürütülmüştür.424
Güney Cephesi'ni böylece özetlemeye çalıştıktan sonra; şimdi de Kurtuluş
Savaşı'nın asıl ağırlık noktasını oluşturan Batı Cephesi üzerinde durmaya çalışalım:
15 Mayıs 19l9'da İzmir'i işgal eden Yunanlılar; Megali İdea ülküleri uğruna,
1920 yazından başlayarak büyük çapta bir ilhak eylemi içine girmişlerdir. Artık,
diğer cephelerdeki başarıların bir anlam kazanması, ulusal savaş yolunda kesin bir
sonuç elde edilmesi için Batı Cephesi'nde kesin bir başarı sağlamak gerekmektedir.
Nitekim I. İnönü Zaferi (6-11 Ocak 1921); Yunanistan' ın Anadolu
Serüvenine son verme sürecinde, köklü başarıların ilki olmuştur. Bilecik'i işgal
ettikten
sonra
Eskişehir-Ankara
demiryoluna
karşı
yürüyerek
taşımacılığı
engellemeyi ve Türk Ordusunu ikiye bölmeyi, ardından Eskişehir'i alarak Ankara
yolunu açık tutmayı planlayan Yunan ordusu; I. İnönü Savaşı'nda 3 bine yakın esir,
17 top ve önemli ölçüde levazım yitirerek bozguna uğramış ve geldiği yerlere
çekilmiştir.425 Kurtuluş Savaşı'nın askeri harekat evresine girişini ilan eden I. İnönü
Savaşı ile; Kuva-yı Mi1liye'ye umut bağlayan, ulusal eyleme karşı çıkan, Padişaha
dayanarak ayaklanan tüm düşmanca hareketler saf dışı bırakılmış; böylece bir
yandan ordu oluşturmak için gerekli ilkeler konulup, bu ilkelerin işe yararlılığı kabul
ettirilirken, öte yandan T.B.M.M.' nin saygınlığının, nüfuzunun ve egemenliğinin
sağlanması ve yüceltilmesi gerçekleştirilmiştir.426 Nitekim I. İnönü Zaferi; dış
politikada da etkisini göstermiş, Türkiye'yi içten çökertemeyeceklerini anlayan İtilaf
Devletleri İstanbul ve Ankara Hükümetlerini Londra'da bir konferansa davet
etmişlerdir.427
Yine I. İnönü Zaferi'nin bir sonucu olarak; ilk iş örgütlenmesini tamamlama
yoluna giden ve seferberlik çalışmalarını hızlandıran Ankara Hükümeti; bu yolda
424
a.g.e., s. 216-217.
İzzet Öztoprak, Türk ve Batı Kamuoyunda Milli Mücadele, Ankara, 1989, s. 144.
426
İnönü, s. 245
427
a.g.e., s. 246.
425
108
yeni bir tarihsel adım atarak Osmanlı Anayasası' nı geçersiz saymış ve 20 Ocak 1921
'de T.B.M.M.'nin ilk Anayasası kabul edilmiştir. Mustafa Kemal'in, "bir yandan
saltanat ve hilafet kurumlarına karşı olan geleneksel bağlılığı, öte yandan da yeni
kurulan ulusal devletin egemenliğini belirtecek biçimde" hazırladığı 1921'Anayasası'
nda Türkiye, "Halk Hükümeti" olarak ilan edilmiş; Anayasa' nın hazırlanmasında
çıkan tartışmalar da, Mustafa Kemal'in: "Bugün vazedeceğimiz yasal esaslar
mevcudiyet ve istiklalimizi kurtaracak olan Millet Meclisini ve milli hükümeti
takviyeye matuf mana ve salahiyeti zamin ve natık olmalıdır!" sözlerinden hareketle
çözümlenmiştir.428
İşte I. İnönü Zaferi'nin içte ve dıştaki bu başarılı sonuçlarından ve Londra' da
önerilen barış planının Ankara Hükümeti' nce reddedilişinden sonra, İngilizler
projelerinin Türklerce kabulü için Yunanistan'ı yeni bir saldırıya kışkırtmaya
başlamışlardır. Böylece Türklerin çok az zamanda harcadığı çabalardan ve savaş
alanlarında çözülemeyecek bir ordu kurduklarından habersiz Yunan Ordusu tam bir
hata işleyerek 23 Mart'ta yeniden taarruza geçmiştir.429 Nitekim; esaslı bir savaşa
hazırlıklı olan Türk Ordusu, Bursa-Eskişehir yönünde ilerleyen Yunanlılar'ın Kuzey
birliklerini büyük bir direnişle püskürtünce; Uşak-Afyon yönünde ilerleyen
Güney'deki Yunan birlikleri de hızla geri çekilmek zorunda ka1mışlardır. II. İnönü
Zaferinin sonuçlarını şöylece özetlememiz mümkündür:
İnönü yenilgisiyle saygınlığı büyük ölçüde sarsılan Yunanistan, hatalarını
düzeltmek için büyük çapta bir taarruz hareketi hazırlıklarına koyuldu.430 Türkler
içinse, Batı Cephesi'nde çok daha üstün ve örgütlü birliklere gereksinildiği anlaşıldı
ve bu amaçla tüm Batı cepheleri İsmet Paşa'nın komutasına verilerek yeni
hazırlıklara girişildi.431 Bir diğer sonuç olarak da; kimin savaş, kimin barış yanlısı
olduğu ortaya çıktı. Aynı dönemde Fransız gazeteleri günlerce, "Atina 'da ,yaşasın
savaş çığlıkları ile gösteriler yapılıyor; Yunan emperyalizmi Konstantincilerde,
Venizelosçulardaki kadar kuvvetli, oysa Mustafa Kemal 'in Türkleri hürriyetlerini
korumak için savaşıyor"432 diye yazacaklardı. Ardından da; "Tek bir çözüm var:
428
Altuğ, s. 120-123..
İnönü, s. 247.
430
Altuğ, s. 125.
431
Kili, s. 97.
432
Akyüz, s. 257-259.
429
109
Samimiyetle Türklerin bağımsızlığını tanımak, onlara İzmir'i, Edirne 'yi vermek...
"433 şeklinde yazılıp çizilmeye başlandı.
Ancak; tüm Türk ve dünya kamuoyunda yankılar uyandıran II. İnönü
Zaferi'nin ardından; Yunan hazırlıkları sonuç verecek ve Kütahya-Eskişehir savaşları
ile gelen felaket haberi büyük bir düş kınk1ığına ve ulusal savaşımın en bunalımlı
günlerinin yaşanmasına yol açacaktır.
II. İnönü Savaşı'nın ardından 8-15 Nisan tarihlerinde Aslıhanlar ve
Dumlupınar çarpışmalarında Türk Ordusunun Yunan birliklerini mevzilerinden söküp
atamaması başarısızlığı ve bunu izleyen Kütahya-Eskişehir yenilgilerinin (10-24
Temmuz) Kurtuluş Savaşı açısından çok kritik sonuçları olmuştur: Öncelikle,
T.B.M.M. ve ulus üzerinde eziklik, karamsarlık, düş kırıklığı ve umutsuzluk
duygularının belirmesi gibi ruhsal sonuçlan saymak mümkündür. Bu ruhsal sonuçlar;
Yunanistan ve onu destekleyen İngilizler adına ise moral kaynağı olma yönünde
gelişmiş, Sevres ve Megali İdea projeleri iyice canlanmıştır. Hatta Lloyd George;
Eskişehir-Kütahya yenilgilerinin ardından İngiltere Parlamentosu' nda verdiği bir
demeçte: "Yunanistan Kemal üzerine zafer kazandığından artık Sevr Antlaşmasıyla
kendisine verilmiş olanlarla yetinemez, ona daha geniş çıkar sağlanılmalıdır"434
diyecek kadar ileri gitmiştir. Bir diğer sonuç da; Türk ordusunun Sakarya'nın
doğusuna çekilmesi; Eskişehir, Kütahya, Afyon gibi stratejik önemi büyük yerlerin
elden çıkmasıyla savaş gücünün azalması olmuştur.435 Aslında Mustafa Kemal ve
İsmet Paşa'ya göre bu çekilme, tümüyle askeri kararlar gereğidir ve uyguladıkları
stratejik savunma ve oyalama ilkesine uygundur.436 Nitekim Mustafa Kemal Paşa'nın
18 Temmuz günü Karacahisar köyünden İsmet Paşa' ya gönderdiği direktif de bunu
doğrulamaktadır:
"Ordu Sakarya doğusuna çekilmelidir. Bunun kamuoyunda yaratacağı
sarsıntıyı kazanılacak başarı ile giderebiliriz. Biz askerliğin gereğini yapalım. Diğer
433
a.g.e., s. 262.
Yusuf Hikmet Bayur., XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerindeki Etkileri,
TTK, Ankara, 1989, s. 219.
435
Mumcu, s. 84.
436
Cihat Akçakayalıoğlu, Kurtuluş Savaşı’ nın Yüksek Askeri Yönetimi, Atatürk Konferansları-VIII
(1975-1976), TTK, Ankara, 1983, s. 249-250.
434
110
sakıncalara dayanırız. "437
Eskişehir-Kütahya yenilgilerini izleyen savaşlar arasında iki tarihsel kararın
da yer aldığını görmekteyiz. Birincisi 3,4,5 Ağustos tarihli toplantılarındaki uzun
tartışmaların ardından T.B.M.M.' nin Mustafa Kemal'i "Başkomutan" seçmesi ;
ikincisi de Başkomutan'ın Yasa niteliğindeki tarihsel karan olan "Tekalif-i Milliye
Emirleri "dir. Mustafa Kemal'i Başkomutan seçen 144 sayılı Kanunun 2. maddesi şu
yetkileri belirtmektedir: "Başkumandan Ordunun maddi ve manevi kuvvetini azami
tezyit ve sevki idaresini bir kat tarsin hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin
buna müteallik selahiyetini Meclis namına fiilen istimale mezundur". Böylece
Mustafa Kemal'in emirleri bundan böyle yasa niteliğinde olacaktır.438 Nitekim
Mustafa Kemal; 7-8 Ağustos 1921 tarihinde bu yetkisinden yararlanarak, ulusun
maddi-manevi tüm olanaklarının Kurtuluş Savaşına sunulması, "topyekün bir
savaş"ın başlatılması anlamına gelen "Tekalif-i Milliye Emirleri "ni yayınlamıştır. 439
Emirler kendi anlatımlarını, Mustafa Kemal'in şu deyişinde yeterince bulmaktadır:
"Harp, yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün varlıklarıyla ve ellerindeki
herşeyle, bütün elde tutulur ve tutulmaz güçleriyle birbirleriyle vuruşması demektir.
Gelecekteki savaşların yegane başarı şartı da, en ziyade bu söylediğim hususta
münderiç olacaktır".440
İşte Mustafa Kemal'in savaş hakkındaki bu görüşünden hareketle yayınladığı
Tekalif-i Milliye Emirleri sayesinde Yunanlılar 22 gün ve gece süren Sakarya
Meydan Savaşı'nda büyük bir yenilgiye uğrayacak, tarihin hiç bir döneminde
tutsaklık altında ve devletsiz yaşamayan Türk ulusunun yine öyle yaşamaya azimli
ve kararlı olduğu tüm Batılı emperyalist güçlere ve Yunanistan' a ilan edilecektir.
Eskişehir- Kütahya yenilgilerinin sonuçlarını böylece özetledikten sonra;
Mustafa Kemal ve Türk Ulusu için "Ya İstiklal Ya Ölüm!" anlamına gelen Sakarya
Meydan Savaşı ve Başkomutanlık Meydan Savaşı üzerinde durmaya çalışacak ve
incelememizin bu kısmını tamamlayacağız:
437
Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara, 1983, s. 334.
TBMM Zabıt Ceridesi, C.:12, s. 18.
439
Şenşekerci, s. 109.
440
Lord Kinross, Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Çev.: Necdet Sander, İstanbul, 1988, s.
330-331.
438
111
Daha önce de değindiğimiz gibi; Sakarya nehrine dayanan ve arkasında
sürekli İngiliz desteği bulan Yunanistan, kazandığı moral ve cesaretle zafer şarkıları
söylemekte,bundan böyle Sakarya'yı aşarak Ankara' yı almaya azmetmektedir.
Nitekim bu azimleri çerçevesinde 14 Ağustos 1921 sabahı ilerlemeye başlayan
Yunan ordusu, 22 Ağustos'ta Türk Ordusu ile karşı karşıya gelmiş, 23 Ağustos'ta da
5 Eylül'e dek sürecek 22 günlük cehennem savaşı başlamıştır. Güçler dengesinin
Yunanistan lehine 1.5 kat fazla olduğu savaşta441 , Mustafa Kemal'in;
"Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.
Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. Onun
için küçük büyük her cüz-i tam, ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe
teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki cüz-i tamın çekilmeğe mecbur
olduğunu gören cüz-i tamlar, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide nihayete kadar
sebat ve mukavemete mecburdur"442 direktifine sonuna kadar uyan Türk Ordusu, 22
gün sonunda Yunan ordusunu perişan ettiği gibi; 13 Eylül'e kadar çekilmekte olan
Yunan ordusunu izleyerek söz konusu kritik bölgeyi düşmandan arındırmıştır. Bu
zaferden 6 gün sonra da, 19 Eylül'de Mustafa Kemal'e T.B.M.M. tarafından Gazi ve
Müşir ünvanları verilmiştir.443
Sakarya Zaferi'nin Kurtuluş Savaşı'nın yazgısını etkileyecek nitelikte, iç ve
dış çok önemli sonuçlan olmuştur. Şimdi kısaca bu sonuçlara değinmeye çalışalım:
Öncelikle, Eskişehir:Kütahya yenilgileriyle ortaya çıkan olumsuz psikolojik
gerginlik yerini coşku ve mutluluğa; T.B.M.M.'ne ve Kurtuluş davasına karşı
duyulan güven duygularına bırakmıştır. Yunanistan ise, Türk Ordusunun hemen bir
karşı taarruza geçeceği endişesiyle Batılı müttefiklerinden ve özellikle İngiltere' den
yeniden yardım istemeye başlamış, ancak bu kez yalnız bırakılmıştır. Yunanistan' da
her geçen gün artan bir umutsuzluk yayılmaya, kamuoyu da ısrarla ordunun terhisini
istemeye başlamıştır.444 Yunan kamuoyundaki bu huzursuzluğa ek olarak;
Türkiye'nin 13 Ekim 1921 'de Kars, 20 Ekim' de de Ankara Antlaşmaları
imzalayarak dış politikada önemli adımlar atması, İtalya'nın da Türkiye'yi destekler
nitelikte bir politika izlemeye başlaması Yunanistan ve İngiltere'yi tümden
441
Akçakayalıoğlu, s. 104.
Nutuk-Söylev, C.:2, s. 826.
443
Kili, s. 101.
444
Öztoprak, s. 219.
442
112
telaşlandırmıştır. Çünkü Türkiye; 20 madde ve 3 ekten oluşan Kars Antlaşması
sonucunda Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan Hükümetleri ile anlaşarak Doğu'
daki karışıklığa tümden son vermiş, Ankara Antlaşması sonucunda güneyde Irak'a
dek uzanan sınırını güvence altına almış, Hatay'a özel bir yönetim verilmesini ve son
olarak İtalya ve Fransa'nın T.B.M.M.' ni ve Kurtuluş Savaşı'nı tanımalarını
sağlamıştır. Böylece Doğu ve Güney cepheleri açısından rahatlayan Türkiye; bundan
böyle tüm maddi ve manevi güçlerini Batı cephesinde kullanabilecektir. İşte bu
kritik durumu sezen İtilaf Devletleri 22 Mart 1922'de Türk ve Yunan Hükümetlerine
ateşkes önerisinde bulunmuşlardır. Ateşkes projesinde öngörülen başlıca koşullar ise
şöyledir :445
1. İki taraf birlikleri arasında 10 km ' lik askerden arındırılmış bir alan
bırakılacak,
2. Taraflar kuvvetlerini araç ve gereç bakımından güçlendirmeye
çalışmayacaklar.
3. Kuvvetlerin o andaki konumlan değiştirilmeyecek,
4. Müttefikler arası bir komisyon Türk ordusunu ve askeri durumunu
denetleyecek,
5. Ateşkes "3" ay süreli olacak, ancak barış için uygun ortam bulununcaya
kadar ateşkes "3" ayda bir kendiliğinden yenilenecek,
6. Taraflardan biri ateşkesi bozup harekete geçmek isterse, bunu 15 gün
öncesinden Müttefiklere bildirecek.
Koşulların Yunanistan'ı gözeterek hazırlandığı oldukça açıktır ve bu durum,
öneriden 4 gün sonra, yani 26 Mart'ta yine İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından
hazırlanan Barış projesinde de ayan beyan görülecektir.
Türkiye' nin durumuna gelince, Sevres' in yeniden düzenlenmesi anlamına
gelen bu koşulları hemen reddetmek yerine, bir süre bekleyerek 5 Nisan'da kendi
koşullarına uygun bir yanıt vermeyi yeğlemiştir. Buna göre: "Mütareke ile birlikte
Anadolu'nun boşaltılmasına hemen başlanması şart koşulmuş ve bunun 4 ayda
tamamlanması istenmiştir. Eğer boşaltma 4 ayda içinde tamamlanmazsa, 3 ay daha
445
Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C. 2, Bilgi Yayınları, Ankara, 1992, s. 263.
113
uzatılabilecekti" 446
Dolayısıyla, Anadolu'nun boşaltılmasını ön plana çıkartan ve diğer sorunların
çözümünü boşaltmanın sağlanması koşuluna bağlayan böyle bir yanıt başta İngiltere
olmak üzere "Üçler" tarafından reddedilmiş ve ateşkes ve barışa zemin hazırlayacak
bir uzlaşma sağlanamamıştır.
Böylece, barış girişimlerinden bir sonuç alınamaması üzerine iki rakip güç;
Türkiye ve Yunanistan yeni ve büyük çapta bir çarpışmaya hazırlanma süreci içine
girmişlerdir. Fakat bu kez hazırlıkların çehresi farklıdır. Çünkü Sakarya Zaferi ile
artık inisiyatifi eline alan Türk Ordusu, artık savunma için değil elde ettiği "Genel
Taarruz" olanağı yönünde hazırlık yapmaktadır. Şimdi hedeflere yönelmek için
stratejik taarruza hazırlanma zamanı gelmiştir.447
Büyük Taarruz öncesinde hazırlanılan üç savaş aracı vardır: Birinci araç,
doğrudan doğruya ulusun kendisidir; ikinci araç ulusu temsil eden Meclis; üçüncü
araç da ulusun silahlı evlatlarından oluşan Türk Ordusu'dur.448 İşte bu üç öğenin
maddi ve manevi olarak hazır duruma gelmesinden sonra, Başkomutanlık Meydan
Savaşı 26 Ağustos sabahı Mustafa Kemal'in buyruğu ile başlamıştır.449 Savaş, Yunan
Ordusunun araç-gereç türlü silahlar ve lojistik olanaklar açısından üstün olmasına
karşın, daha 30 Ağustos'ta Türkler' in kesin zaferiyle sonuçlanmış, 31 Ağustos'tan
başlayarak yıldırım hızıyla yapılan izleme sonunda da Türk Ordusu 9 Eylül' de
İzmir' e girmiş ve Anadolu Yunan ordularından temizlenmiştir.450 Artık, kurtarılacak
bölge olarak geriye Yunan birliklerinin bulunduğu Çanakkale ve İzmit nihayet
karma İtilaf Devletlerinin bulunduğu İstanbul kalmıştır. Bu sorun da az sonra
değineceğimiz Mudanya Ateşkesi ile çözümlenecektir. Fakat Mudanya Ateşkesi '
nden önce birkaç tümceyle 30 Ağustos Zaferi'nin genel sonuçlarına değinmemiz
yararlı olacaktır:
Kurtuluş Savaşı'nın siyasal hedefi; bağımsız ve ulusal bir Türk Devleti'nin
kurulması; askeri hedefleri ise siyasal amaca ulaşabilmek için düşmanın ulusal
sınırlar dışına çıkartılması olmuştur. İşte 30 Ağustos Zaferi ile, 19 Mayıs 1919' dan
446
a.g.e., s. 264.
Akçakayalıoğlu, s. 255.
448
Altuğ, s. 154-155.
449
Nutuk-Söylev, s. 898.
450
Akçakayalıoğlu, s. 263-271.
447
114
beri uğruna tüm Türk ulusunun seferber olduğu askeri hedef, sonunda
gerçekleşmiştir. Bu başarı Misak-ı Milli'nin de gerçekleşmesini sağlamış, "Türk'ün
yeni durum ve gücü karşısında eski düşmanlar dostluk eli uzatmak gereksinimi
duymuşlardır"451. İşte bu dostluk girişimlerinin ilk somut örneği Mudanya
Ateşkesidir. Şimdi bu Ateşkesin hemen öncesinde gerçekleşen belli başlı olaylara
ana çizgileriyle değinelim:
Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nin ardından; düşmanı kovalayarak
İzmir ve Bursa'yı kurtaran Türk Ordusu'nun bazı birlikleri ilerlemeyi sürdürerek
İzmit ve Çanakkale' de bulunan İngiliz birliklerinin önlerine dek gelmişlerdir.
Ancak, bazı askeri planlar gereği, düşmanla kesinlikle bir çatışmaya girilmemiş,
İngilizler' in de aynı tutumu benimsemesiyle siyasal ilişkiler çabuklaşmıştır.452 İlk
önemli siyasal olay; Fransız ve İtalyan birliklerinin mevzilerini terk ederek Rumeli
tarafına geçmesiyle İngiltere'nin yalnız kalması olmuştur. Hatta İngiltere, olası bir
Türk saldırısına karşı dominyonları ile Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya' dan
yardım bile istemiştir.453 Ancak, İngiltere'nin dominyonlarından beklediği yakınlığı
görememesi üzerine artık barış görüşmeleri kaçınılmaz bir döneme girmiştir.
Nitekim İtilaf Devletlerinin askeri harekata son verilmesi ve bir barış konferansı
toplanması yönündeki 23 Eylül tarihli notası454 ve T.B.M.M.' nin bu notaya olumlu
yaklaşımı üzerine Türkiye, İngiltere, İtalya ve Fransa temsilcileri 3 Ekim' de bir
araya gelerek ilk görüşmelere başlamışlardır. Ancak görüşmelere, yenilen ve
ateşkese mecbur kalan Yunanistan katılmamıştır. Hatta bunun yanı sıra; 23 Eylül
Notası'ndan sonra Albay Plastiras gibi, "60 bin kişilik bir kuvvet toplayarak
Trakya'yı güvence alana alacağını, hatta gerekirse İstanbul'u bile alacağını"
455
iddia eden Yunan düşperestleri de çıkmıştır.
Misak-ı Milli ‘ nin metni şu şekildedir:456
“1. Osmanlı Devletinin yalnızca Arap çoğunluğunca oturulan ve 30 Ekim
1918 tarihli Ateşkesin imzası sırasında düşman ordularının işgali altında kalan
451
a.g.e., s. 271.
İnönü, s. 17-18.
453
a.g.e., s. 19-21.
454
David Walder, Çanakkale Olayı, Çev. M. Ali Kayabal, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970, s. 288289.
455
Bayur, s. 304.
456
Ahmet Mumcu, Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İstanbul, 1996, s. 46-47.
452
115
bölgelerinin geleceği, halkın özgür biçimde verecekleri oylara göre saptamak
gerekir. Sözü geçen Ateşkesin çizdiği sınır içinde, dince, ırkça ve asılca birlik,
birbirine karşı saygı ve fedakarlık duyguları ile dolu, gelenekleri ile toplumsal
çevrelerine tüm olarak bağlı Osmanlı- İslam çoğunluğunca oturulan bölgelerin
tamamı gerçekten ya da hükmen, hiçbir nedenle ayrılmaz bir bütündür.
2. Halkı özgür kalır kalmaz anavatana, kendi istekleri ile katılmış Kars,
Ardahan ve Artvin için gerekirse tekrar halkoyuna başvurulmasını kabul ederiz.
3. Geleceği Türkiye ile yapılacak barışa bırakılan Batı Trakya’ nın hukuksal
durumu da, özgürce yapılacak halkoyu sonucuna uygun biçimde ortaya
konulmalıdır.
4. İslam Halifeliğinin merkezi ve Osmanlı saltanatının başkenti İstanbul şehri
ile Marmara Denizi’ nin güvenliği her türlü tehlikeden uzak olmalıdır. Bu esas
kalmak koşulu ile Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının Dünya ticaretine ve ulaşımına
açılması hakkında bizimle diğer bütün ilgili devletlerin oybirliği ile verecekleri karar
geçerlidir.
5. Yenen devletlerle düşmanları ve bazı ortakları arasında yapılan
antlaşmalardaki esaslar çerçevesinde, azınlıkların hukuku, etraftaki ülkelerde
bulunan Müslüman ahalinin de aynı hukuktan yararlanmaları koşulu ile
tarafımızdan güvence altına alınacaktır.
6. Ulusal ekonomik gelişmemiz imkan çerçevesine girmek ve daha modern
bir düzenli yönetimle işleri yürütebilmeyi başarabilmek için her devlet gibi bizim de
tam bir bağımsızlığa ve serbestliğe ihtiyacımız vardır. Bu, yaşamamızın ve
geleceğimizin bir esasıdır. Bu nedenle siyasal, adli ve mali gelişmemizi önleyecek
sınırlamalra karşıyız. Borçlarımızın ödenmesi biçimi de bu esasa aykırı olamaz.”
I. Mudanya Konferansı
Konferansın toplanmasından önce Yunan birliklerinin İtilaf Devletleri'nin
çizecekleri bir çizginin gerisine çekilmesi için söz veriliyor ve Mudanya yada
İzmir'de toplantı yapılması öneriliyordu.457
Mustafa Kemal, Mudanya Konferansını kabul ediyor, ama Meriç Irmağı'na
457
Nutuk, C.II, s. 496-497.
116
dek Trakya'nın hemen bize geri verilmesini istiyordu. Bu amaçla Konferansa
katılmak üzere, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'yı delege olarak atıyordu.458
Mudanya Mütarekesi İsmet Paşa'nın başkanlığında, İngiltere delegesi
General Harrington, Fransa delegesi General Charpy, İtalya delegesi General
Monbelli'nin katılımıyla 3 Ekim 1922'de başladı.
Konferansta İtilaf Devletleri delegeleri, Türkiye'ye İngilizlerin 23 Eylül'de
yaptıkları teklifi kabul ettirme uğraşı içindeydiler. İngiliz Generali Herrington
Meriç'e kadar Yunanlılardan boşalacak Doğu Trakya'nın, barış konferansının sonuna
kadar müttefik kontrolü altında bulundurulmasını, Türk heyetine kabul ettirmeye
çalıştı. İsmet Paşa, Doğu Trakya' nın hemen Yunanlılar tarafından İtilaf devletlerine
değil, doğrudan doğruya Türkiye'ye devir teslimini459 ve Müttefiklerinde İstanbul'u
boşaltmalarını istedi.460 İngiliz ve İtalyan delegeleri, Mudanya da, ancak, Trakya'da
İtilaf işgal ve kontrolünü konuşabileceklerini ve bundan ileri gidemeyeceklerini
belirttiler.
Konferansa katılan İtilaf Devletleri Delegelerinin, çözümü gereken
konulardan kaçınmaları ve görüşmeleri bir karara varmaksızın uzatmaları, Mustafa
Kemal'i şüphe içinde bırakmıştı. Bunun üzerine Mustafa Kemal 6 Ekim'de Mudanya
Konferansı başkanı İsmet ve Mudanya'da bulunan Genelkurmay Başkanı Fevzi
(Çakmak) Paşalara Batı cephesi ordularına yeniden hareket serbestliği veren bir
talimat gönderdi.461 Mustafa Kemal'in talimatı ve hareket direktifi, Mudanya
Konferansının kesilmesi ve Müttefiklere de sıçraması mümkün yeni bir harp
durumunun ortaya çıkmasıyla sonuçlanabilecek kritik bir ortam yarattı.462
İngiltere'nin İstanbul Yüksek komiseri Rumbold' un, Dışişleri Bakam Lord
Kurzon' a çektiği telgrafla, İstanbul'a dönen Franklin Bouillon' nun İzmir'deki
görüşmelerini anlattı. "Söylediklerine göre İstanbul'a ve Çanakkale'ye yürümeye
hazır 150,000 Türk askeri İzmir'de bekliyormuş. Türkler İngilizlerin tutumunu
458
a.g.e., s. 497.
Bıyıklıoğlu, s. 447.
460
Baytok, s. 159.
461
Türk İstiklal Harbi, İstiklal Harbinin Son Safhası, C. II, 6. Kısım, 4. Kitap, Ankara, s. 62.
462
İstiklal Harbi, s. 63.
459
117
anlayamıyorlarmış. Tehlikeli olmakla beraber yürümek niyetindeymişler ...”463
Durumun kritik bir safhaya girmesi Pelle ve Franklin Bouillon’ u harekete
geçirdi ve bir çözüm yolunun bulunabileceğini içeren telgraflarını İsmet Paşa
aracılığıyla Mustafa Kemal'e ilettiler. Mustafa Kemal bunun üzerine harekata
başlamak üzere verdiği emri geri aldı.464
Mudanya Konferansı, son tarihi toplantısını 11 Ekim 1922’de yaptı.
Hazırlanan anlaşma okunduktan sonra imza edildi.465 Böylece Trakya, Meriç'e kadar
savaş yapılmadan Türkiye'nin oldu. Mütarekenin imzası ile birlikte İstanbul ve
Boğazlar: Türk mülki idaresine teslim olunacak; ancak, İstanbul'da ve Boğazlarda
bulunan İtilaf Devletleri, miktarları arttırılmamak kaydıyla barış antlaşmasına kadar
kalabileceklerdi.
Mudanya Konferansı ile o zamana kadar İtilaf devletleri içinde sadece
Fransa'nın tanıdığı TB.MM. hükümeti; bütün İtilaf Devletlerine Antlaşmayı
imzalatarak hukuki varlığını ve mevcudiyetini fiili ve resmi olarak onaylatmış
oluyordu.
J. Lozan Andlaşması ve Bugünkü Durum
(1) Lozan Konferansından Önceki Durum
Mudanya Konferansı'ndan sonra sıra Türkiye ile yapılacak barış antlaşmasına
gelmişti. Ankara Hükümeti, barış görüşmelerinin İzmir'de olmasını ve görüşmelere
Rusya Ukrayna ve Gürcistan'ın da katılmalarını öneriyordu.466 Fakat Lord Curzon'
un yönlendirmeleri ile toplantı yeri İsviçre'nin Lozan şehri olarak İtilaf Devletleri'nce
belirlenmişti. İtilaf Devletleri, ayrıca Bulgaristan, Sovyet Rusya, Ukrayna, Gürcistan
ve diğer bazı devletleri tam üye olarak değil, ancak bu ülkeleri ilgilendiren konuların
görüşülmesi sırasında hazır bulunmaları üzere konferansa çağırma kararını
alıyordu.467
İtilaf Devletleri, Lozan'da toplanacak barış konferansına Türkiye'yi davet
463
Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk 1919-38, Rumbold’dan Lord Curzon’ a Tel.;
No.503: C. 4, Ankara, 1984, s. 631.
464
Türk İstiklal Harbi, s. 64.
465
a.g.e., s. 83.
466
Sonyel, s. 290.
467
A.g.e., s. 291-292.
118
ederken yine aynı oyunu oynamış, Ankara Hükümeti ile birlikte İstanbul Hükümetini
de konferansa çağırmışlardı. Böylece İtilaf Devletleri halen daha İstanbul' daki
Hükümeti tanımak gayretinde olduklarını gösteriyorlardı.
Mustafa Kemal'in kesinlikle reddetmesine rağmen, Tevfik Paşa ve
Hükümeti'nin de konferansa katılmak için çaba sarf etmesi, Saltanat Makamının bir
an önce kaldırılmasını gerektiriyordu. Bunun üzerine Osmanlı İmparatorluğu'nun
yıkıldığını, yeni bir Türkiye Devleti'nin kurulduğunu, Anayasa gereğince egemenlik
haklarının ulusa ait olduğunu belirten bir önerge düzenlendi. 30 Ekim 1922 günü
önerge Mecliste gündeme alındı. Bu önergeye göre Hilafet ile Saltanat birbirinden
ayrılacak, Saltanat kaldırılacak, Padişaha sadece Halifelik ünvanı kalacaktı. Önerge
mecliste okununca ciddi biçimde karşı koyan iki kişi vardı: Mersin Milletvekili
Albay Selahattin Bey ve Samsun Milletvekili Ziya Hurşit.
1 Kasım 1922 günü Meclis yine aynı konu ile açılmış ve tartışmalara neden
olmuştu. Mustafa Kemal bunun üzerine Mecliste Türk ve İslam tarihinden örnekler
vererek Hilafetle Saltanatın ayrılabileceğini, egemenlik ve milli Saltanat makamının,
Türkiye Büyük Millet Meclisi olabileceğini savunan açıklamalarda bulunmuştu.
Yapılan açık oylamada Saltanatın kaldırılması oy birliği ile kabul ediliyordu.468
Saltanatın kaldırılması ile birlikte, Saltanat Hükümeti'nin de hemen görevine
son vermesi gerekiyordu. Nitekim dört gün daha görevde kalan İstanbul Hükümeti,
bu süre içinde dahi İtilaf Devletleri ile entrikalar çevirmeye çalışıyor ve on1ann
yardımlarını bekliyordu.469 Sonunda Tevfik Paşa Hükümeti, 4 Kasım 1922'de
istifasını
kanunen
mevcut
olmayan
padişaha
sunmuştu.
5
Kasım'da
da
sadrazamlıktan çekilerek Büyük Millet Meclisi Temsilcisi Refet Bey'e makamını
devretti. Böylece İstanbul Hükümeti fiili olarak sona erdi.
Diğer taraftan sadece Halifelik ünvanı kalan Vahideddin Efendi, 17 Kasım
1922 de İngiltere himayesine girerek Malaya adlı bir harp gemisiyle İstanbul'u terk
etmiştir.470 Aynı gün TBMM, Abdülmecit Efendi'yi Sultan unvanı almadan, Halife
tayin etmiştir. Böylece Osmanlı Hanedanının siyasi hükümranlığı artık son bulmuş,
karar verme ve siyasi yetkilerinin tamamı Türkiye Büyük Millet Meclisi aracılığıyla
468
Türk İstiklal Harbi, s. 111-112
Sonyel, s. 293.
470
Nutuk, s. 506; İstiklal Harbi, s. 112.
469
119
millete geçmiştir.471
Padişah ve kukla yönetimi böylece siyasi sahneden çekilince, Ankara
Hükümeti, Lozan Konferansı'nda birleşik bir Türkiye'yi temsil etme olanağına
kavuşuyordu.472
Mustafa Kemal Paşa, Mudanya Mütarekesi'nin yürürlüğe girmesinin ardından
Bursa'ya gitmişti. Doğu Cephesi komutanı Kazım Karabekir Paşa, Batı Cephesi
Komutanı İsmet Paşa, Milli Savunma bakanı Kazım Paşa, Genel Kurmay Başkanı
Fevzi Paşa ve Ordu komutanı Kemalettin Sami Paşa'da buradaydı. Günün konusu,
İtilaf Devletleri'nin yer ve zaman tespitinden sonra yapılacak barış konferansıydı.473
Mebuslar kimi göndersek meselesini konuşa konuşa bitiremiyordu. Uzun
tartışmalardan sonra nihayet her türlü vasıflara haiz olduklarına kanaat getirdikleri üç
isim üzerinde durdular: Başvekil Rauf, Hariciye Vekili Yusuf Kemal, Sıhhiye Vekili
Rıza Nur.474
Yapılacak olan barış görüşmeleri Türkiye için hayati öneme sahip
olduğundan, Mustafa Kemal Paşa, kendi fikir ve görüşlerini kavramış olması
bakımından İsmet Paşa'yı baş delege olarak düşünmekteyse de Mudanya
konferansını nasıl yönettiğini ayrıntılarıyla dinledikten sonra ancak kendisini baş
delege olarak barış konferansına göndermeye karar vermiştir.475 Mustafa Kemal,
İsmet Paşa'nın delegeler başkanı olabilmesi için de Dışişleri Bakanı olmasını uygun
görmüştür. Bu nedenle Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey'i görevinden alıp yerine
26 ekim 1922'de İsmet Paşa'nın seçilmesini sağladı.476
2 Kasım 1922'de TBMM, İsmet Paşa'nın baş delege olmasını, Sağlık bakanı
Dr. Rıza Nur ve Maliye Bakanı Hasan Beyin delege olmalarını onaylıyordu. İsmet
Paşa ertesi günkü oturumda söz alarak konferansta Misak-ı Milli'den ve mevcut
anlaşmalardan esinleneceğine dair meclise güvence veriyordu.477 Bunu Türk
Heyetine verilecek direktifler izliyor ve bu direktifler yazılı olarak Meclis Başkanı
471
İslam Ansiklopedisi, Cumhuriyet Devri, C. XII/II, İstanbul, 1988, s. 391.
Sonyel, s. 294.
473
Nutuk, s. 499; Atatürk Ansiklopedisi, Türkiye Cumhuriyeti Siyasi Tarihi, C. IX, s. 5.
474
Feridun Kandemir, Siyasi Dargınlıklar, C. II, İstanbul, 1955, s. 41.
475
Nutuk C. II, s. 499.
476
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre I, C. XXIV, Ankara, 1960, s. 213
477
a.g.e., s. 340-342.
472
120
tarafından baş delegeye veriliyordu.478
Lozan'da ele alınacak konular üzerinde Türk delege heyetine TBMM'nin
önerilerine ek olarak, bakanlar kurulunun kesin direktifleri de verilmişti. Bu
direktifler şöyledir:
• Doğu sınırı: Ermeni yurdu bahis konusu olamaz. Olursa Müzakerelerin
kesilmesini gerektirir.
• Irak sınırı: Süleymaniye, Kerkük ve Musul'un Türkiye'ye geri verilmesi
istenecek. Konferansta bundan farklı olmak üzere ortaya çıkacak güçlükler için
Bakanlar kurulundan talimat alınacaktır. Petrol vs. imtiyazları için İngilizlere bazı
ekonomik çıkarlar sağlanması görüşülebilir.
• Suriye sınırı: Suriye ile ortak sınır daha güneye Güneydoğuya doğru
çekilmeli.
• Adalar: Anadolu'ya yakın adalar Türkiye'ye verilmelidir.
• Batı Trakya sınırı: Misak-ı Milli maddesi uygulanacaktır.
• Doğu Trakya: 1913 sınırı elde edilmeye çalışılacaktır.
• Boğazlar ve Gelibolu yarımadasında yabancı askeri kuvvet kabul edilemez.
• Kapitülasyonlar kabul edilemez.
• Azınlık: Nüfus mübadelesi usulü kabul edilmeli.
• Düyunu Umumiye: Türkiye'den ayrılan memleketlere dağıtımı, Yunanlılara
devri, yani tamirata karşılık tutulması, olmadığı taktirde yirmi sene ertelenmesi
Düyunu Umumiye İdaresi'nin kaldırılması sağlanması.
• Ordu ve donanmayı sınırlandıran konu olmamalı.
• Türkiye'deki yabancı kurumlar Türk kanunlarına tabi olacaktır.
• Türkiye'den
ayrılan
memleketler
için
Misak-ı
vakıflar
Hukuku
eski
Milli
maddeleri
uygulanmalıdır.
• Cemaatler
478
ve
İslam
a.g.e., s. 330-376.
121
antlaşmalara
göre
sağlanacaktır.479
Türk delege heyetinin dayandığı temel Misak-ı Milli idi. Bütün görüşme ve
tartışmalar bu temel üzerine yapılabilirdi. Türk vatanının kayıtsız şartsız
bağımsızlığının İtilaf devletlerine ve bütün dünyaca tanınması ve tasdik edilmesi
isteniyordu. Bunu, Türk ordusu zaten bütün dünyaya göstermişti. Şimdi ise hukuken
tasdiki yapılacaktı.
(2) Konferansın Gecikmesi
Türk delege heyeti 11 Kasım 1922'de Lozan'a varmıştı. Fakat İtilaf devletleri
delege heyetlerinden kimseyi Lozan'da bulamamışlardı. Halbuki Konferansın 13
Kasım'da başlaması gerekiyordu. Ancak İtilaf Devletleri'nin konferans öncesinde
anlaşıp bir cephe halinde Türkiye'nin karşısına çıkabilmeleri için Londra, Paris ve
Roma'da yaptıkları görüşmeler uzamıştı.480 İngiltere'deki seçimleri bahane eden Lord
Curzon ise görüşmelerin 20 Kasımdan sonra başlamasını istiyordu.481 Ama bu
değişiklik Türk delege heyetine resmi olarak bildirilmemişti. İsviçre'de muhatap
bulamayan İsmet Paşa bu tatsız olaya tepkisini İtilaf Devletleri Dışişleri Bakanlarına
gönderdiği mesajla dile getirmiştir.
"Barış konferansının toplanması hakkında itilaf Devletleri Hükümetleri
tarafından TBMM Hükümetine resmi olarak yapılan davet ve bu konuda alınıp
verilen notalar üzerine bu konferansın açılması için 13 kasım 1922 tarihi kesin
kararlaştırılmasına rağmen Lozan' a gelen, Türk Delege Heyetinin kararlaştırılan
tarihte görüşmelere hazır olduğunu bildiririm. "
"Barışın geciktirilmesi Türk Milleti için büyüklüğü ölçülemeyecek fedakarlık
ve zahmetleri devam ettirecek ve giderilmesi yalnız bizim iyi niyetimize bağlı
olmayan beklemedik sonuçlar doğurabilecek bir mahiyette olduğunu asil şahısları da
taktir edecektir.”
"Bu bakımdan cihan barışının çıkarı adına konferansın ivedi başarısı için
beslediğim en hararetli dileklerimi asil şahıslarına bildirmeye ve üstün saygılarımın
479
Belen, s. 531; İstiklal Harbi, s. 117-118.
a.g.e., s. 121.
481
İnönü, s. 50.; Baytok, s. 162; Sonyel, s. 296.
480
122
teminine müsaraat eylerim. "482
İsmet Paşa'nın bu mesajları etkili olmuş, İtilaf Devletleri'ni güç durumda
bırakmamak için Fransa Hükümeti, İsmet Paşa'yı Paris'e davet etmişti. İsmet Paşa
Paris'te, Poincare ile görüşmelerde bulunmuş, karşı tarafın düşüncelerini yoklayıp
kendi fikirlerini telkin etmeye çalışmıştı.483
Bu sırada Lord Curzon' un İtilaf Devletleri'ni ortak bir cephede toplama ve
Türklere kabul ettirmek üzere bir belge hazırladıkları söylentileri dolaşıyordu.
İngilizlerin Türklere karşı düşmanca tutumları İsmet Paşa'nın gözünden kaçmamıştı.
Nitekim Mudanya Mütarekesi'nden önce Mustafa Kemal ile İzmir'de görüşme yapan
Franklin Bou1lion Türk dava tez ve isteklerini kavramış biriydi. Kendisinin barış
konferansında Fransız baş delege olacağı beklenirken, İngilizlerin itirazı sonucu
bundan vazgeçilmiştir.484
İsmet Paşa; Lozan’ a varışından itibaren Türkiye’ nin İtilaf Devletleriyle eşit
sayılması davasını daima ön planda tutmuş, gerek konferanstan önce ve gerekse
konferans devam ederken bütün İtilaf Devletleri delegelerine, Türkiye'yi eşit devlet
olarak görüp saydık1arını ifade ettirmiştir.
(3) Konferansın Açılışı ve İşleyişi
Lozan Konferansına katılan devletler; Barış görüşmelerini organize edenler;
İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya. Tüm görüşmelere çağrılanlar: Yunanistan, SırpHırvat Sloven Devleti, ABD (ABD gözlemci niteliğinde katılmıştır.) ve diğer tarafta
Türkiye'dir. Ayrıca Boğazlar konusunda Rusya, Boğazlar ve Trakya sınırı için
Bulgaristan, Ticaret ve yerleşme konularında Belçika ve Portekiz çağrılmıştı.
Lozan Konferansı 20 Kasım 1922'de İsviçre Cumhurbaşkanının konuşmasıyla
açıldı. Ardından Lord Curzon bir konuşma yaptı. Lord Curzon, Lozan konferansını o
zamana kadar katıldığı seri konferanslardan ayıran vasıf olarak bu sonuncusunun
tarafsız bir ülke topraklarında olmasını gösteriyordu. Lord Curzon İsmet Paşa'yı eşit
bir ülkenin temsilcisi değil, fakat hala Birinci Dünya Savaşı'nda yenilgiye uğramış
482
İstiklal Harbi, s. 121.
İnönü, s. 51-58.
484
İstiklal Harbi, s. 124.
483
123
bir devletin heyet başkanı olarak görüyordu.485 Ama belirtmek istemediği ve İtilaf
Devletleri'nin en çok ağır1arına giden bir vasıf daha vardı. O da ilk defa düşman
temsilcileriyle aynı masa etrafında oturuyor olmalarıydı. Bunu bir nebze hafifletmek
için Türk delegasyonunun kendileriyle konferansta bir tutulmayacağını ima eden
çeşitli tutumlara rastlanıyordu. Bunu İtilaf Devletleri delegasyonuna koltuk
ayrılırken Türk delegasyonuna sandalye tahsis etmek gibi basit taktiklere kadar
vardırmışlar, ancak, İsmet Paşa'nın müdahalesi karşısında özür dilemek durumunda
kalmışlardır.486
Lord Curzon'un konuşması biter bitmez, İsmet Paşa kürsüye çıkarak, daha
önce
Poincare'
in
önerisi
üzerine
hafifletmeye
çalıştığı,
ama
gene
hazmedilemeyen söylevi, İtilaf Devletleri temsilcilerinin tepkilerine
de
neden
oluyordu.487 Böylece biten konferansın açılışı, bir sonraki gün toplanılmak üzere
dağılıyordu.
Konferansın ikinci günü uygulanacak usul üzerinde görüşmeler yapılmış, bu
maksatla hazırlanan tüzükte Konferansın ismi " Doğu İşleri Konferansı" olarak
gösterilmişti. İsmet Paşa buna itiraz ederek konferansın isminin "Yakın Doğu İşleri
üzerinde Lozan Konferansı" olarak değişmesini sağladı.488
Bundan sonra komisyonların oluşturulmasına başlandı. Üç tane büyük
komisyon kuruluyordu. Askerlik ve sınırlar komisyonuna İngilizler, mali ve
ekonomik komisyona Fransızlar, azınlıklar ve diğer hukuki meseleler komisyonuna
da İtalyanlar başkanlık edecekti. Bu komisyonların içerisinde şüphesiz en önemlisi
birinci komisyondu ve İngilizlerin bu komisyonun başına geçmeleri bu bakımdan
an1amlıydı. İsmet Paşa komisyon başkanlıklarından birinin de Türklere verilmesini
istemişse de bu teklifi reddedildi. Bunun üzerine İsmet Paşa, Türk delegasyonunun
Lozan konferansına diğer devlet temsilcileriyle eşit statüye sahip olarak katıldığını
vurgulayarak, hiç olmazsa Türk delegasyonundan bir kişinin konferansın genel
sekreterliğine seçilmesini istedi. Fakat bu istek geleneğe aykırı bulunduğundan kabul
edilmedi.489 Yalnızca yazı işleri komitesinde Türk heyetinden Reşit Saffet Atabinen'
485
Melek, s. 143.
Baytok, s. 164.
487
Ali Naci Karacan, Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, İstanbul, 1943, s. 64-66; İnönü, s. 61.
488
Karacan, s. 70; Baytok, s. 165; İnönü, s. 61.
489
Baytok, s. 166.
486
124
e görev verilmişti.490 İsmet Paşa da komisyon başkanlıklarına olan itirazı
kaldırmamakla beraber Fransız Mösyö Massigli' nin sekreterliğini kabul etti.491
Konferans iki ayrı dönemden oluşmaktadır. Birinci dönem 21 kasım 1922'den
4 Şubat 1922 'ye kadar geçen 2,5 aylık süreyi kapsar. Bu sürenin sonunda özellikle
Kapitülasyonlar konusundaki anlaşmazlıklardan dolayı konferansa ara verilmek
zorunda kalındı. İsmet Paşa, bu konu ile ilgili basına verdiği demeçte şöyle diyordu:
“ Vatanım için İktisadi kölelik kabul etmeyi reddederim. Bağlaşıkların ileri
sürdüğü talepler, memleketimin ekonomik kalkınmasıyla ilgili tüm imkanları
kaldıracak bütün ümitlerimizi yok edecek .”492
Konferansın kesilmesinin ardından Müttefiklerin 31 Ocak tekliflerine karşı
Türkiye 4 Şubatta karşı tekliflerini sunmuştu. Bunu 8 Mart ve 7 Nisan teklifleri
izlemişti. 17 Şubat'ta İzmir İktisat Kongresi toplanmış ve Mustafa Kemal bu
kongrede Türkiye'deki ekonomik sistemle ilgili batıya önemli mesajlar vermişti.
Bu süre içinde mecliste Lozan müzakereleriyle ilgili sert tartışmalar olmuş
Türk delegelerinden Misak-ı Milliden taviz verilmemesi istenmişti.
Nihayet 2,5 aylık bir aradan sonra konferansın ikinci dönemi 23 Nisan 1923 '
te başladı ve 24 Temmuz 1923'de Antlaşmanın imzalanmasına kadar sürdü.
Konferansta İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşmasını çıkış noktası
alırken, Türk tarafı da Mudanya konferansını çıkış noktası olarak kabul etmekteydi.
Bu anlaşmazlık konferansın bitimine kadar sürdü.493
Lozan Barış Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı'nı ve bunun devamı Türk Yunan Savaşı'nı da bitiren bir anlaşmadır. Bu nedenle görüşmelerin bir sonuca
varması zor olmuştur. Bu antlaşma Almanya, Avusturya, Macaristan ve
Bulgaristan'la yapılan antlaşmalardan farklı olarak, galiplerin mağluplara ve
tartışmasız kabul ettirdikleri bir barış antlaşması değil, Türkiye'nin, Dünya Savaşı
galiplerinin karşısında ve onlarla eşit şartlarda görüşme masasına oturarak şiddetli
tartışmalar yaptıktan ve bir süre görüşmeler kesildikten sonra imzaladığı bir
490
Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 2. Kitap, Ankara, 1992, s. 285.
Karacan, s. 71; Baytok, s. 166.
492
Karacan, s. 208.
493
Meray , s.
491
125
antlaşmadır.
(4) Lozan Barış Antlaşması Metninin İçerdiği Konular
Antlaşma tek bir metin olmayıp esas antlaşma ile ona ek 17 ayrı sözleşmeden
ve ülkelerle yapılan çeşitli konulardaki mektuplaşmalardan oluşmaktadır. Esas
antlaşma 4 bölümden ve 143 maddeden oluşmuştur:494
Birinci Bölüm: Siyasal İçerikli maddeler (1-45)
1.Sınırlarla ilgili kısım
2.Uyruk1uk
3.Azınlıklar
İkinci Bölüm: Mali konulara ilişkin maddeler (46-63)
1.Devlet Borçlan
2.Çeşitli Hükümler
Üçüncü Bölüm: Ekonomik konulara ilişkin maddeler (64-100)
1.Mallar Haklar Çıkarlar
2.Sözleşme ve Süre aşım1arı
3.Borçlar
4.Sınai,Edebi ve Güzel sanatlar Mülkiyeti
5.Karma Hakem Mahkemesi
6.Antlaşmalar
Dördüncü
Bölüm:
Ulaşım
ve
Sağlık
sorunları
ile
ilgili
maddeler.(101.143)
1.Ulaşım Yolları
2.Sağlık İşleri
Beşinci Bölüm: Çeşitli Hükümler
494
Salih Yapar, Sevr Barış Antlaşması İle Lozan Barış Antlaşmasının Karşılaştırılması, Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul, 2003, s. 51.
126
1.Savaş Tutsakları
2.Mezarlıklar
3.Genel Hükümler
Bu maddelere ek olarak bazı devletlerle kendilerini ilgilendiren konularda
ayrıca sözleşmeler yapılmıştır.Bunlar: 495
1.Barış antlaşması,
2.Boğazlara ilişkin sözleşme
3.Trakya Sınırına İlişkin sözleşme
4.Oturma ve yargı Yetkisi Konusunda Sözleşme
5. Ticaret sözleşmesi
6. Türk ve Rum halkının mübadelesine dair sözleşme ve protokol
7. Sivil Tutukluların Geri Verilmesi ve Savaş Tutuklularının Mübadelesine
İlişkin Türk Yunan Antlaşması,
8. Genel affa ilişkin beyanname ve protokol
9.
Yunanistan'da
bulunan
Müslüman
Mallar
hakkında
beyanname.
10. Sağlık İşlerine dair beyanname.
11. Adalet Yönetimine dair beyanname
12.Osmanlı İmparatorluğu'nda
verilmiş bazı imtiyaza dair protokol ve
beyanname.
13. Lozan'da imza edilen Bağıtların bazı hükümetlere Belçika ve Portekiz'in
katılmasına dair protokol ile bu iki devletin beyannameleri.
14. Britanya , Fransa ve İtalya kuvvetleri tarafından işgal edilen Türkiye
arazisinin tahliyesine dair protokol ile beyanname.
15. Karaağaç arazisi ile Bozcaada ve İmroz adalarına ilişkin olup Britanya
İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan ve Türkiye tarafından
495
a.g.e., s. 51-52.
127
imzalanan protokol.
16. Yunanistan'da azınlıkların korunması konusunda 10 Ağustos 1920
tarihinde başlıca Müttefik devletler ile Yunanistan arasında Sevr'de
Yapılan Antlaşma ve Trakya'ya ait olmak üzere aynı devletler arasında
aynı tarihte yapılan antlaşma ile ilgili protokol
17. Sırp- Hırvat- Sloven Devletinin imzasına dair protokoller
(5) Trakya Sınırının Önemi
Trakya, Balkan Yarımadası ile Anadolu Yarımadası arasında kalan bir kara
parçasıdır. Anadolu ile Avrupa'yı birbirine bağlayan Boğazlara Avrupa tarafından
hakim olan, Ege ve Karadeniz arasında kara ulaşımını sağlayan bir köprü
niteliğindedir.
(6) Lozan Görüşmelerinde Trakya Sınırı
Lozan Konferansı'nda Türkiye'nin sınırları sorunu Lord Curzon’ un
başkanlığındaki birinci komisyonda görüşülmüştür. Lord Curzon, oturumu açar
açmaz Trakya sınırının görüşülmesini istemiştir.(22 Kasım 1922)
Türk tarafının Trakya sınırına yönelik tezini İsmet Paşa; Karadeniz'den
Meriç'in dökümüne kadar Trakya sınırının, 29 Nisan 1913 tarihli İstanbul
Antlaşmasının 7. maddesinde kabu1 edilen sınır olması gerektiğini ve Batı Trakya
için de halkın oyuna müracaat edilmesini istedi. İsmet Paşa bu iki noktanın
gerekçelerini de söyle ifade etti:496
1- Müttefikler, 24 Eylül 1922 tarihli notaları ve Mudanya mukaveleleriyle
Edirne içinde olarak, Doğu Trakya'nın Türkiye'ye geri verilmesini kabul etmişlerdir.
Meriç'in sol tarafında bulunan Edirne şehrinin geçinebilmesi için, Meriç'in sağ
tarafında yani batısında bulunan Edirne İstasyonu, Karaağaç mahallesi ve Edirne ile
bu mahalle halkının sahip oldukları arazi ve çiftliklerde Edirne ile birlikte Türkiye'ye
verilmelidir.
2- Edirne Türkiye'ye verildiğine göre, bu şehri İstanbul'a bağlayan
496
Meray, s. 20.
128
Kuleliburgaz Mustafa Paşa demiryolu ve bu yolun geçtiği arazi de Türkiye'ye ait
olmalıdır. Edirne ile adı geçen demiryolunun emniyeti ve komşularla ilişkiler kurmak
bakımından, sınırın gerektiği kadar, Edirne'den ve demiryolundan uzak kalması zor.
3- Meriç'in batısında istediğimiz ufak arazideki halkın büyük çoğunluğu
Türktür.
İsmet Paşa'nın bu açıklamalarından sonra Lord Curzon, Meriç'in batısındaki
ve Büyük kısmı Türklerden oluşan bölgelerin nereleri olduğunu sordu. Bu soruya
karşılık İsmet Paşa, Konferansta daima kullandığı bir taktikle "uzmanlarına
danıştıktan sonra" cevap vereceğini söyledi .497
İsmet Paşa'dan sonra Venizelos söz aldı. Venizelos, sözlerine Birinci Dünya
Savaşı'na Türkiye ve Yunanistan'ın nasıl katıldıklarından başlayarak, taarruzun
öncelikle Yunanistan'dan değil Türkiye'den geldiğini söyledi. Yunanistan’ın
sadakatini överek müttefiklere olan hizmetlerini saydı ve sonuçta savaşın
mesuliyetinin Yunanistan'ın sırtına yüklenemeyeceği sonucuna vardı. Balkan
savaşlarına değinen Venizelos; Balkan Savaşları sonuna kadar Trakya'da Türk
halkının çoğunlukta bulunmadığını ifade etti.498 O zamandan beri, bilhassa, Doğu
Trakya'dan Bulgarların çıkarılmış olduğunu ve yerlerine Bosna Müslümanlarının
yerleştirilmiş bulunduğunu; bu yüzden, unsurların sonucunun biraz değişmiş
olabileceğini belirtti. Bununla beraber, bu değişikliklerden sonra bile, mutlak
çoğunluğun Türklere geçmemiş olduğunu ifade etti.499
Venizelos İzmir'e gelince, orada da bir Türk çoğunluğunun olmadığını ileri
sürüyordu. Yunan delillerini çürütmek için Anadolu'nun coğrafi birliğinin ileri
sürüldüğünü, ama bu delilin yetersiz olduğunu belirtiyordu. Anadolu'nun Balkan
Yarımadasından biraz büyük olduğunu ifade eden Venizelos'a göre, niçin Balkan
Yarımadasında bir çok devletler kurulabiliyor da, Anadolu'da üç devlet mümkün
görülmüyordu? (Doğuda bir Ermeni Devleti, batıda bir Yunan devleti, geri kalan
yerlerde bir Türk Devleti.)500
Venizelos, Müttefiklerin desteği olmadan Anadolu'da savaşa devam
497
Altuğ, s. 39.
Meray, s. 22; İnönü, s. 63-64; Karacan, s. 75.
499
Bıyıklıoğlu, s. 479.
500
Yapar, s. 55-56.
498
129
etmelerinin büyük bir yanlış olduğunu, bunun cezasını da savaşı kaybetmekle
ödediklerini ama Doğu Trakya'yı savaşla değil, Mudanya Mütarekesi ile
kaybettiklerini belirtti. Yunan Ordusunun Anadolu'da dövüşmekten imtina ettiğini
ama Doğu Trakya'yı almak için yeniden hazırlandığını belirten Venizelos, kendisinin
Doğu Trakya'dan feragat edilmesi şartı ile temsilci olduğunu söyledi. Böylece
Yunanistan gerekli fedakarlığı zaten yapmış oluyordu.501
Venizelosa göre;
“Lozan Konferansı, Sevr antlaşmasının yeniden tanzimi için oluşturulmuştur.
Müttefikler tarafından imza ve tasdik edilmiş ve yürürlükte bulunan diğer
antlaşmalara yeni baştan münakaşa için toplanılmış değildir. Buraların geleceği
Neuilly anlaşmasıyla bir sonuca bağlanmıştır. Sözü geçen yerler, savaştan önce
Türkiye'ye ait olmadığından, bu antlaşmanın Ankara hükümeti ile hiçbir ilgisi
yoktur. Bu bölge Savaş ve yenilgi sonucunda değil, Türkiye’nin rızasıyla
Bulgaristana bırakılmıştır. Bu da bu yerlerin Türkiye'ye mutlaka lazım olmadığını
gösterir.
Karaağaç istasyonuna gelince, bu istasyon, Bulgaristan'ın Dedeağaç' la
ticari ilişkisi için önemlidir. Edirne için öyle değildir.
Dimetoka' da, Rumların Türklere oram ikiye bir oranındadır.
Doğu Trakya halkı, Yunanistan'ın birçok yerine ve ta Makedonya'ya kadar
kaçmak zorunda kaldıklarından bunların önemli bir kısmı Batı Trakya' da kalmış ve
bu da Rum umurunu çoğaltmıştır. Bu bölgelerde bazı Türk emlakı bulunabilir,
Yunan Hükümeti bunları korumaktan başka birşey yapamaz. Bununla beraber,
buralarda ekonomik hayat sanayi ve ticaret, daha çok RumIarın elindedir.”502
Venizelos,
Batı
Trakya
hakkındaki
Türk
isteklerini
de
söyle
cevaplandırmıştır.
"Türk heyeti Batı Trakya'da halkın oyuna müracaaatı haklı göstermek için,
önce ırki durumu, sonra da Doğu Trakya'nın emniyetini ileri sürdü.Batı Trakya'da
nereleri kastettiğini söylemedi. Eğer Neuelly Antlaşması'yla Bulgaristan'a bırakılan
501
502
a.g.e., s. 56.
Bıyıklıoğlu, s. 480-481.
130
yerler isteniyorsa buralarda çoğunluk Türklerdedir. Yunanistan'a bırakılan yerlerin
ise ancak yarısı Türktür."
“ Doğu Trakya’nın emniyetine dayanan muhakeme çürüktür. Eğer bu
düşünce dikkate alınacak olursa Batı Trakya’ yı kurtarmak için, Doğu Makedonya’
yı, burasını da emniyet altına almak için Orta Makedonya’ yı denize kadar terk
etmemek için bir sebep görülemez…”
“ Yunanistan; kusurlarının cezasını çekmiştir. Ondan daha fazla bir şey
istenmez. Memleketim, müttefiklerin 23 Eylül 1922 notalarındaki teklifleri samimi
olarak kabul etmiştir.”503
Venizelos' un bu açıklamaları karşısında İsmet Paşa, cevabını saklı tuttuğunu
ifade etti.
Venizelos' un savunmasında Yunan ordusunun Anadolu'da dövüşmekten
imtina ettiği söylemi, gerçek dışı olup, siyasi rakiplerini kötülemek amacıyla ortaya
atılmıştır. Venizelos' un politik manevralarından biri olarak değerlendirilebilir. Kral
Kostantin’ in bayrağı altında Ankara yakınlarına ilerleyen Yunan ordusunun 26
Ağustos 1922 de başlayan Türk taarruzuna karşı dövüşmek istemediği ve vazifesini
yapmadığı siyasi maksatla söylenmiş bir sözdür.504
Sırp-Hırvat-Sloven Hükümeti temsilcisi Ninçiç ve Romanya temsilcisi Duca
konuşmalarında Batı Trakya'ya yapılacak olan bir pilebisite karşı olduklarını ve
Doğu Trakya için de sınırın Meriç'ten geçmesini savundular. Sırp-Hırvat-Sloven
temsilcisi ayrıca Doğu Trakya'nın Kuzeyinde ve Batısında askerden arındırılmış bir
bölge bulundurulmasını istemiştir.505
Bulgar temsilcisi Stamboulisky de 1912 tarihli Londra ve 1913 tarihli Bükreş
antlaşmaları ile bütün Trakya'nın Bulgaristan'a bırak1ldığını Doğu Trakya'nın daha
sonra Bir Türk-Bulgar Antlaşması ile Bulgaristan tarafından Türkiye'ye terk
edildiğini açıkladı ve Ege denizine bir mahreç (Çıkış Yolu) sağlanmasını istedi.506
Lord Curzon' da bu fikirleri destekliyordu. Çünkü 1913'e kadar, Türkiye'ye
503
a.g.e., s. 481.
a.g.e., s. 482.
505
Yapar, s. 57.
506
a.g.e., s. 57.
504
131
ait olan Batı Trakya'nın büyük bir kısmı Bükreş Antlaşması ile Bulgaristan'a
bırakılmıştı. Dolayısıyla Türkiye 1915'de, Batı Trakya’nın Karaağaç ve Dimetoka' yı
içine alan bir kısmını kendi rızası ile Bulgaristan'a terk etmişti. 1919'a gelindiğinde
Bulgaristan'a bırakılan bölge ile birlikte bütün Batı Trakya Müttefiklerin
egemenliğine geçiyordu. 10 Ağustos 1920'de ise bütün bu bölge Yunanistan’ın
idaresine bırakılsa da bölgenin geleceği Neuilly Antlaşması ile belirlenmişti.507
Sınırlara gelince, Müttefiklerin 23 Eylül 1922 tarihli notasında ve buna
Türkiye'nin vermiş olduğu 29 Eylül 1922 tarihli cevapta Meriç nehri sınır hattı
olarak belirlenmişti. Nihayet Mudanya Mütarekesi de Yunanlıların Meriç'e kadar
geri çekilmelerini teyit etmekteydi.508
Türk Heyetinin sınırların güvenliği ile ilgili endişeleri üzerine Meriç'in bir
veya iki sahili üzerinde askersizleştirilecek bölgeler oluşturulması uygun
bulunmuştur.
Mustafapaşa-Kuleliburgaz-Karaağaç
demiryolu
ise
Türkiye,
Bulgaristan ve Yunanistan'ın üzerinde önemle durduğu bir konuydu.509
Askersizleştirilecek
bölgeler
ve
bunun
statüsünün
neler
olacağının
saptanması, Bulgaristan' ın Ege denizine mahreç istekleri ve demiryolu sorununun
çözümü için bir tali komisyonun kurulmasına karar verildi.510
İngiliz baş delegesine göre Müttefikler, Meriç sınırında ısrar etmeli ve
Türklerin
hak
iddiasında
bulunmadıkları
Batı
Trakya’da
halk
oylaması
düzenlemesini reddetmeliydiler. Lord Curzon’ a göre:
“'Türkiye daima, Meriç'e kadar Doğu Trakya'yı istemiştir. Mart 1922'de
nazarı dikkate alınmış olan, bir Müsaadekarlığa Mudanya'da muvafakat edilmiş ve
barış konferansından önce, Doğu Trakya Meriç'e kadar Türk İşgaline bırakılmıştır.
Türk
Heyeti kabulü mümkün
olmayan isteklerle müzakere yi daha da
güçleştirmemelidir."511
23 Kasım görüşmelerinde İsmet Paşa önceki isteklerinde ısrar ediyor,
Edirne'nin bir kenar semti olan Karaağaç'ın Mudanya konferansında Fransız
507
a.g.e., s. 57.
a.g.e., s. 57.
509
a.g.e., s. 57.
510
a.g.e., s. 57.
511
Bıyıklıoğlu, s. 485.
508
132
temsilcisi Monbelli ve İngiliz temsilcisi Harrington tarafından Türkiye'ye
vadedildiğini ileri sürüyordu.512
Tali Komisyonun sınırların güvenliği için askersizleştirilecek bölgelere ilişkin
raporuna göre: Karadenizden Meriç ağzına kadar, Türk Bulgar Yunan sınırının iki
tarafında, 30 kilometrelik bir bölgenin askersizleştirilmesi uygun bulunuyordu.513
İsmet Paşa, 24 Kasım görüşmelerinde tali komisyonun belirlediği
askersizleştirilecek bölgelere ilişkin kararın ancak milletlerarası bir taahhütle garanti
altına alındığında kabul edebileceğini, askersizleştirilen Türk topraklarında, hiçbir
yabancı kontrolü kabul edemeyeceğini kesin olarak açıkladı.514
Yapılan
açıklamalar
sonunda
İtilaf
Devletlerinin
teklifleri
söyle
sıralanmaktaydı.
1.Doğu Trakya için Meriç sınırı
2.Sınırlarda tarafsız bölge.
3.Demiryollarının Milletlerarası hale sokulması.
4.Bulgaristan için Ege Denizi'ne çıkış noktası
Buna karşılık Türk Heyetinin teklifleri de şu başlıklar altında toplanıyordu.
1.Doğu Trakya için 1913 sınırı.
2. Tarafsız bölge egemenlik hakkımıza zarar vermeksizin kabul edilebilir,
bunu teknik komisyona havale gerekir.
3.Batı Trakya için halkoylaması isteriz.
4.Bulgaristan'a bir çıkış noktası verilmesi uygundur.
5. Demiryollarının Türkler ve Bulgarlar tarafından faydalanması için
milletlerarası komisyon kurulabilir.515
25 Kasım görüşmelerinde Batı Trakya konusu Konferansın birinci
döneminde son kez ele alınıyordu. Yapılan görüşmelerde taraflar kendi görüşlerini
512
Yapar, s. 58.
a.g.e., s. 58.
514
Bıyıklıoğlu, s. 491.
515
Meray, s. 46; Karacan, s. 80.
513
133
destekleyen karşılıklı açıklamalarda bulunuyorlardı. Son sözü söyleyen Lord Curzon:
Batı Trakya'da halk oylaması yapılmasını reddediyor, Meriç sının üzerinde direniyor,
ama Türklere bir ödün vererek, Meriç'ten başlayan demiryolunu ve tren istasyonunu
Türklere öneriyor ancak Karaağaç'ın bir Yunan kasabası olduğunu iddia ederek
Yunanistan'a bırakıyordu. Curzon, General Harrington'un Karaağaç'ı Türklere vaat
ettiğine dair kendisine bir şey söylemediğini, Türk heyetinin bu konuda ısrar etmesi
halinde bir savaşa yol açabileceğini belirterek İsmet Paşa'yı uyarıyordu.516
25 Kasım 1922 oturumundan sonra, Konferansın birinci bölümünde Doğu
Trakya'ya ilişkin görüşmeler ertelendi. Türkiye'nin Doğu Trakya sınırı olarak 1913
sınırları ve Batı Trakya'da halkın oyuna başvurulması isteği Müttefikler ve diğer
ilgili devletler tarafından reddedildi. Böylece Trakya Sorunu bir çözüme
kavuşamadan kalıyordu.517
Müttefikler, iki buçuk ay süren konferansın birinci devresi sonunda, 31 Ocak
1923'de, Türk heyetine bir barış antlaşması projesi verdiler ve bu projeye 4 Şubat
akşamına kadar cevap verilmesini istediler. Türk Heyeti sunduğu karşı projede,
Karaağaç ve Meriç demiryolu konusunda Müttefiklerin önerilerini kabul ediyor;
daha sonra İsmet Paşa, İtilaf devletleri Dışişleri Bakanlarına 8 Mart tarihli
mektubunda da Meriç Nehrinin Thalweg hattından geçirilmesini istiyordu.518
Konferansın ikinci bölümünde 24 Nisan'da İngiliz temsilcisi Rumbold
başkanlığında toplanan birinci komisyon Trakya Sorunu'nu ilk konu olarak ele
alıyordu. Görüşmeler İsmet Paşa'nın tha1weg hattı önerisi üzerinde yoğunlaşıyordu.
24 Nisan, 4 Haziran ve 26 Haziran 1923 toplantılarında Meriç'in sol kıyısı yerine, bu
nehrin başlıca kolunun thalweg hattı çetin çekişmelerden sonra, sınır olarak kabul
edildi. Böylece Meriç nehrinin sularından Türkiye'de fayda sağlamış oluyordu.519
Lozan Antlaşması'nın 24 Temmuz 1923 tarihli Trakya sınırlarına ilişkin
sözleşmenin birinci maddesine göre: Mekri Burnu ucundan baş1ayarak Meriç
nehrine paralel Yunan-Bulgar sınırına, Oradan Papazköy, Edirne Harmanlı
istikametiyle devamla Karadeniz' de Anberler' in kuzeybatısındaki körfezin en iç
516
Karacan, s. 84-85.
Yapar, s. 59.
518
Meray, s. 22.
519
Bıyıklıoğlu, s. 518.
517
134
noktasına kadar olan çizgi Trakya sınırları olarak belirlendi.520
Türkiye’yi Yunanistan ve Bulgaristan'dan ayıran sınırların iki yanındaki
topraklarda ortalama 30 kilometre genişliğindeki bölgeler askersizleştirilecekti.521
Edirne ve Trakya'nın İstanbul ile ulaşımı açısından Karaağaç-Kuleliburgaz
demiryolunun önemli bir yeri vardı. Bu nedenle Türk Heyeti 8 Mayıs oturumunda
demiryolunun işletilmesinde murakebe hakkı istedi. Sonuçta, Lozan Antlaşması'nın
107. maddesinde belirtildiği üzere Yunan-Bulgar sınırıyla Kuleliburgaz yakınındaki
Yunan- Türkiye sının arasında kalan doğu trenlerinin üçüncü bölümlerinden transit
olarak yararlanan yolcular ve ticari mallar hiçbir vergi ve harca, pasaport ya da
gümrük incelemesine tabi olmayacaklardır.522
520
Soysal, s. 154.
a.g.e., s. 152-156.
522
a.g.e., s. 127-128.
521
135
SONUÇ
136
Biz bu çalışmamızda Türkiye Cumhuriyeti Trakya Kara Sınırlarının
oluşmasında etken olan hususları tarihi bir bakış açısıyla ortaya koymayı
amaçlamıştık. Böylece günümüzde meydana gelen olayları özellikle sınırlarımız
üzerinde oynanan oyunları daha iyi gözler önüne sermeyi düşündük. Yine AB
sürecinde önümüzdeki günlerde sınırların sorunsuz bir hale getirilmesi ve güvenliğin
sağlanması konularının gündeme geleceğini düşünerek konuyla ilgilenen ve
ilgilenecek olan devlet görevlilerine ve akademisyenlere yararlı bilgiler sunmayı
hedefledik. Şimdi ulaştığımız sonuçları ortaya koyalım.
Trakya’ da iki ülke ile sınırlarımız vardır. Bulgaristan ve Yunanistan.
Bulgaristan ile Trakya sınırlarının oluşmasında önce Bulgarların bağımsızlık
hareketleri etkili olmuştur. Bulgarların bağımsızlığını kazanmasında ilk adım
Bulgarların milli bilincini kazanmalarıdır. Bu milli bilincin kazanılmasında Bulgar
din adamlarının etkisi olmuştur. Organize isyan hareketlerinin başlamasında
Tanzimat Fermanıyla kurulma fırsatı bulan bağımsız Bulgar Kilisesi önemli bir rol
oynamıştır. Yine Bulgar isyanlarında özellikle Rusların Panslavist politikaları ve
kışkırtmaları etken olmuştur. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda imzalanan
Berlin Antlaşmasıyla Bulgarlar fiili olarak bağımsızlığını kazanmıştır. Bunda
Rusların ve diğer Avrupalı büyük devletlerin Osmanlı Devleti aleyhine faaliyetleri
etkilidir. Ve nihayet 1908 yılında Bulgarlar hukuki olarak da bağımsızlığını elde
etmiştir. Bu bağımsızlık yine Avrupalı büyük devletlerin desteğiyle gerçekleşmiştir.
Bulgarlar bundan sonra Osmanlı Devletinin topraklarına göz dikmişlerdir. Nitekim
Balkan Savaşları sonucunda Batı Trakya Bulgarların eline geçmiştir. Balkan
Savaşları öncesinde Balkan İttifakının oluşmasında yine Rusya etkili olmuştur. Daha
sonra Bulgaristan 1915 yılında yapılan bir sınır antlaşmasıyla Meriç koridoru
üzerindeki emellerini gerçekleştirmiştir. Bu olayda Bulgaristan I. Dünya Savaşına
İttifak Devletleri tarafında girmek karşılığında diplomatik teşebbüsleri neticesinde bu
toprakları ele geçirmiştir. Neuilly antlaşmasıyla Batı Trakya toprakları müttefiklerin
kontrolüne geçmiştir.
Yunanlıların bağımsızlığını kazanmasında Avrupalı büyük devletlerin
kışkırtma ve destekleri, Etniki Eterya Cemiyetinin ve Rum din kurumlarının
137
faaliyetleri etkili olmuştur. Yunanlılar Neuilly Antlaşmasıyla müttefiklere bırakılan
Batı Trakya’ yı bu devletlerin izniyle ele geçirmiştir. Daha sonra Yunalıların
Anadolu macerası başlamıştır. Yunanlılar büyük devletlerin onayıyla Doğu Trakya’
yı da işgal etmiştir. Mustafa Kemal’ in önderliğinde Türk Milleti Yunan işgallerine
karşı direnmiştir. Sonuçta I. İnönü, II: İnönü, Sakarya Savaşları ve Büyük Taarruzla
Yunan ordusu Anadolu’ dan atılmıştır. Mudanya Mütarekesiyle Yunanlılar savaş
yapılmadan Meriç’ e kadar Doğu Trakya’ dan çıkarılmıştır. Lozan Antlaşmasında ise
Trakya hususunda çetin müzakereler olmuştur. Yine İngilizler bu müzakerelerde
Yunanlıları desteklemişerdir. Türk tarafı Lozan’ da Doğu Trakya için 1913 sınırını,
Batı Trakya için ise halk oylaması anlamına gelen Misakı Milli esaslarını
savunmuştur. Türkiye özellikle Karaağaç ve havalisinin Edirne için önemini
belirterek buraların Türkiye’ ye bırakılmasını istemiştir. Bunlara Yunanlılar karşı
çıkmıştır. Özellikle İngilizler Yunanlıları desteklemişlerdir. Neticede Karaağaç ve
havalisi Yunalıların ödemek zorunda olduğu savaş tamiratı karşılığında Türkiye’ ye
bırakılmış ve Batı Trakya’ da halk oylaması yapılması isteğimiz reddedilmiştir.
Sonuçta şunu söyleyebilriz: Trakya kara sınırlarının oluşmasını etkileyen
tarihi olayların arka planında Rum ve Bulgar dini kurumları, büyük devletlerin
Osmanlı Devleti ve Türkiye aleyhinde faaliyetleri etkili olmuştur. Bütün bunlara
Türk tarafında etkin cevaplar verilememiştir. Bu durum Kurtuluş Savaşına kadar
sürmüştür. Bundan sonta Mustafa Kemal’ in önderliğinde Türk Milleti haklarını
gerek savaş meydanlarında gerekse diplomatik açıdan savunabilmiş ve bugünkü
Trakya sınrlarına ulaşabilmiştir. Günümüzde de sınırlarımıza ilişkin benzer oyunlar
oynanmaktadır. Bu oyunların baş aktörleri ve senaryoları tezimizde anlattığımız
tarihi olaylardaki senaryo ve aktörlerle benzerlik göstermektedir. Bu durumda
Türkiye Cumhuriyetinin Kurtuluş Savaşı dönemindeki Mustafa Kemal’ in
önderliğinde Türk Milletinin sahip olduğu ruha, akla ve mücadele azmine ihtiyaç
duyduğunu değerlendirmekteyiz.
138
KAYNAKÇA
Akipek, Ömer İlhan., Devletler Hukuku, İkinci Kitap: Devletler Hukuku
Şahıslarından Devlet, 3. Bası, Ankara, 1969.
Ana Briatnnica, C. 5, Ana Yayıncılık, 1986.
, C. 7, Ana Yayıncılık, 1994.
Akçakayalıoğlu Cihat, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Konferansları III (
1969), TTK, Ankara, 1970.
, Kurtuluş Savaşı’ nın Yüksek Askeri Yönetimi, Atatürk
Konferansları-VIII (1975-1976), TTK, Ankara, 1983
Akın Veysi, Trakya’ nın Türklere Devir Teslimi, Doktora Tezi, Erzurum
Üniversitesi.
Aktepe Münir M., “ Osmanlıların Rumeli’de İlk Fethettikleri Çimpe Kalesi”,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, C. I,
Sayı: 2, İstanbul, 1950.
Akyüz Yahya, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919-1922), TTK,
Ankara, 1988.
Altuğ Yılmaz, Bir Yunanlı Yazara Göre Türk İstiklal Savaşından Önce Yunanistan’
da Genel Durum, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. 5,
Sayı: 5, Atatürk Kültür, Dil ve Traih Yüksek Kurumu Yayınları,
Ankara, Temmuz 1989.
Armaoğlu Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, Ankara, 1994, C. 1
Atalay İbrahim ve Mortan Kenan, Türkiye Bölgesel Coğrafyası, İnkılap Kitapevi,
Ankara, 1997.
Ateş Toktamış, Siyasal Tarih, Der Yayınları, İstanbul, 1997.
Aydın Mahir, Osmanlı Eyaletinden Üçüncü Bulgar Çarlığına, İstanbul Kitapevi,
İstanbul, 1996.
Aydınlı Ahmet, Batı Trakya Faciasının İç Yüzü, İstanbul, 1971.
Bailly, Auguste, Bizans Tarihi, C.I,Çev.: Haluk Şaman, Tercüman 1001 Temel Eser
No:46.
Balkan Harbi (1912-1913), C. 1., Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 1993.
Balkan Harbi, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı, Ankara, 1979.
Barkan Ömer Lütfi, “ Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler”,
İstanbul Üniversitesi İkitisat Fakültesi Mecmuası, C. 13, İstanbul, 1953.
, Osmanlı İmparatorluğunda İskan ve
Metodları, İstanbul, 1949-50.
Bayar Celal, Ben de Yazdım, İstanbul, 1967, Cilt IV
139
Kolonizasyon
Bayur Yusuf Hikmet, c. III’ ten nakleden Wangenheim’ in Telgrafları ve Savaşın
Patlamasına Dair Alman Belgeleri, Türk İnkılabı Tarihi, c.II, Kısım IV, Ankara,
1952.
___________________, XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası
Üzerindeki Etkileri, TTK, Ankara, 1989.
Belen Fahri, Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara, 1983
Beos Nikos A., İslam Ansiklopedisi, C. VIII.
Bıyıklıoğlu Tevfik, Trakya’ da Milli Mücadele, C. 2, TTK, Ankara, 1983.
Bilsel M. Cemil, Lozan, C. 2, A.İhsan Matbaası, İstanbul, 1933.
Birbiçer Berrin, Orta Anadolu’ da Yunan Mezalimi, Yüksek Lisans Tezi, Trakya
Üniversitesi, Edirne, 1996.
Bozkurt, Enver, Devletler Hukuku Bakımından Türkiye’ nin Sınır İlişkileri,
Kazancı Hukuk Yayınları, İstanbul, 1992.
Canbolat İbrahim S., Değişen Dünya ve Alman Dış Politikası, Ezgi Kitapevi
Yayınları, Bursa, 1995.
Castellan Georges, Balkanların Tarihi 14-10 YY., Milliyet Yayınları, İstanbul,
1983.
Çavuşoğlu Halim, Balkanlarda Pomak Türkleri, KÖKSAV, Ankara, 1993.
Çaycı Abdurrahman, Yunanistanın Anadolu Macerası ( Sevres’ e Doğru), Hacettepe
Üniversitesi-Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Dergisi, Cilt:1, Sayı:1,
Ankara, Ekim 1987.
Deliorman Atlan, Mustafa Kemal Balkanlarda, Türkiye Yayın Evi, İstanbul, 1959.
Danişment İ. Hami, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 4, Türkiye Basımevi,
İstanbul, 1955.
Dobrav Angel, 1915 Yılında Bulgar-Türk Sınırının Düzeltilmesi, XX, Yüzyılın İlk
Yarısında Türk-Bulgar Askeri-Siyasi İlişkileri, Askeri Tarih ve Stratejik Etüt
Başkanlığı, Ankara, 2005.
Ercan Yavuz, Osmanlı İmparatorluğunda Bulgarlar ve Voynuklar, TTK, Ankara,
1989.
Erendil Muzaffer, Yunanlıların Kökeni ve Yunan Milleti ile (Greklerle) İlgili Kavram
ve Deyimler, III. Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Askeri Tarih ve Stratejik
Etüdler Başkanlığı, Ankara, 1986.
Ergene Halil, Neden Hedef Türkiye, Ankara, 1983.
Erim, Nihat, “Türkiye Cumhuriyetinin Kuzey Doğu ve Doğu Sınırları”, Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. IX, 1952.
, Devletler Arası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri ( Osmanlı
İmparatorluğu Anlaşmaları), C. I, Ankara, 1953.
Eröz Mehmet, Hristiyan Türkler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara,
1983.
140
Esin Emel, “Türk Tarihi Işığında Bulgaristan”, Türk Kültürü, Mayıs 1978.
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Tarihte Türk Bulgar
İlişkileri, Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 2004.
Göze, Ayferi, Devletin Ülke Unsuru ( Sınırları ve Devletle Olan Münasabeti),
İstanbul, 1959.
Gürel Şükrü Sina, Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan İlişkileri (1821-1993),
Ankara, 1993.
Gürün Kamuran, Savaşan Dünya ve Türkiye,Ankara Üniversitesi SBF Yayınları,
Ankara, 1993.
Halaçoğlu Ahmet, Rumeli’ den Türk Göçleri, TTK, Ankara, 1994.
Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Emir Yayınları, İstanbul, 1996.
Hanyevi Hüseyin Hami, Girit Tarihi, İstanbul, 1325.
Hatipoğlu Murat, Yunanistandaki
İlişkilerinin 101. Yılı, Ankara, 1988.
Gelişmelerin
Işığında
Türk-Yunan
Hocaoğlu Mehmet, Belgelerle Yunan Barbarlığı, İstanbul, 1985.
Hordtman J., Sakız, İslam Ansiklopedisi, C. X.
İmar ve İskan Bakanlığı, Marmara Bölgesi Bölgesel gelişme, Şehirleşme ve
Yerleşme Düzeni, Ankara, 1970.
İngiliz Deniz Erkanıharbiyesi İstihbarat Coğrafya Şubesi, Trakya, Büyük
Erkanıharbiye Matbaası, Ankara.
İnönü İsmet, Hatıralar, C I, Hazırlayan Sebahattin Selek, Ankara, 1985.
Kabasakal Hüseyin, 1912-1913 Balkan Savaşında Mustafa Kemal, Silahlı Kuvvetler
Dergisi, Eylül 1981, sayı 279.
Kafesoğlu İbrahim , “ XII. Asra Kadar İstanbul’ un Türkler Tarfından
Muhasaraları”, İstanbul Enstitüsü Dergisi, İstanbul, 1957.
, Türk
Ankara,1987.
Bozkır
Kültürü,
Türk
Araştırma
Enstitüsü,
, Türk Milli Kültürü, Ankara, 1977,
Kandemir Feridun, Siyasi Dargınlıklar, C. II, İstanbul, 1955.
Kapani, Münci, Politika Bilimine Giriş, 4. Baskı, Ankara, 1988.
Karacan Al Naci, Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, İstanbul, 1943
Karal Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C. V, Ankara, 1983.
, Atatürk’ ten Düşünceler, İstanbul, 1981
Kili Suna, Türk Devrim Tarihi, İstanbul, 1982.
Kinross Lord, Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Çev.: Necdet Sander,
İstanbul, 1988.
Kocabaş Süleyman, Balkanlarda Panislamizm, Vatan Yayınları, Kayseri, 1989.
141
,Tarihte ve Günümüzde Türk Yunan Mücadelesi, İstanbul,
1984.
Korkud Refik, Komünist Bulgaristan’ ın Dosyası, Türkiye Fikir Ajansı, Ankara,
1986.
Korkut Cevat, Siyasi Coğrafya Açısından Devlet Sınırları ve Türkiye’ nin
Sınırları, Karınca Matbaacılık ve Ticaret Kolektif Şirketi, İzmir, 1970
Koşay Hamit, “ İdil-Ural Bölgesindeki Türklerin Menşei Hakkında”, V. Türk Tarih
Kongresi, Ankara, 1960.
Kösebey Oğuzhan, Osmanlı İmparatorluğundan Günümüze Bulgar-Türk
İlişkileri, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 2000.
Köseoğlu Nevzat, Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyetleri Üzerine
Düşünceler, Ötüken Yayınları, İstanbul.
Kurat Akdes Nimet, IV-XVIII: Yüzyıllarda Karadeniz’ in Kuzeyindeki Türk
Kavimleri Türk Devletleri, Ankara, 1972.
Lamartine, A., Türkiye Tarihi, c. II, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul.
Lewis Bernard, Modern Türkiye’ nin Doğuşu, Çev.: Metin Kıratlı, TTK, Ankara,
1970.
Mansel Müfid Arif, Trakya’ nın Kültür ve Tarihi En Eski Zamanlardan
Miladdan Sonra Altıncı Asrın Ortasına Kadar, Resimli Ay Matbaası T. L.
Şirketi, İstanbul, 1938.
, Ege ve Yunan Tarihi, TTK, Ankara, 1984.
Mehmed Arif Bey, 93 Moskof Harbi ve Başımıza Gelenler, İrfan Yayınevi,
İstanbul, 1973.
Meydan Larousse, C. 12, İstanbul, 1973.
Mufassal Osmanlı Tarihi, C. 1, İstanbul, 1963.
Mumcu Ahmet, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi,
İstanbul, 1986.
Nutuk-Söylev, C. 3, TTK, Ankara, 1990.
Orkun Hüseyin Namık, Türk Tarihi, Ankara, 1946.
Orstrogorskiy George, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara,
1981
Özçelebi O. Suat, Bulgaristan’ da Türk Azınlığı Açısından Türk-Bulgar İlişkileri
ve Göç Sorunu, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 1991.
Özkan Cemal, Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Türk-Yunan İlişkileri, Silahlı
Kuvvetler Dergisi, Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı, Ankara, 1987.
Parla, Reha, Belgelerle Türkiye Cumhuriyetinin Uluslar arası Temelleri Lozan
Montrö Türkiye’ nin Komşularıyla İmzaladığı Başlıca Belgeler ( Suriye, Irak, İran,
SSCB, Bulgaristan, Yunanistan) NATO, AET, Avrupa Konseyi, Kıbrıs, Ege Adalar
Sevr Tehlikesi, Askeri Yargıtay Kararları Dergisi, 1987.
142
Özdemir Necati, Türk-Yunan Sınır Münasebetleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Ankara, 1993.
Öztoprak İzzet, Türk ve Batı Kamuoyunda Milli Mücadele, Ankara, 1989.
Öztuna Yılmaz, Başlangıcından Zamanımıza Türkiye Tarihi, C. III, Hayat
Yayınları, İstanbul.
, Büyük Türkiye Tarihi, C. 5, İstanbul, 1983.
Pazarcı, Hüseyin, Uluslar arası Hukuk Dersleri, C.II, 2. Bası, Ankara, 1990.
Peremeci Osman Nuri, Tuna Boyu Tarihi, Resimli Ay Matbaası, İstanbul, 1942
Rasonyi Lazsio, Tuna Köprüleri, Ankara,1984.
, Tarihte Türklük, Ankara, 1971.
Renouvin Pierre, Birinci Dünya Savaşı Tarihi (1914-1918), Çev.: Adnan Cemgil,
Altın Kitaplar Yayınevi, 1969.
Sander Oral, Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918’e, İmge Yayınevi, Ankara, 1997.
Savaş Hüseyin, Türk Siyasal Tarihinde Makedonya Sorunu, Uludağ Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Bursa, Kasım 1992, C. XII, sayı:1
Selek Sabahattin, Anadolu İhtilali, C. I, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1987.
Shaw Standford J. Shaw-Ezel, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye,
İstanbul, 1983.
Soysal İsmail, Türkiye’ nin Siyasal Andlaşmaları (1920-1945), TTK, Ankara,
1989.
Süer H. Hikmet, 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi Rumeli Cephesi, Genelkurmay
Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1993.
Sümer, Haluk Hadi, Türkiye’ nin Kara Ülkesinin Sınırları, Yüksek Lisans Tezi,
Ankarai 1987.
Svoronos Nikos, Çağdaş Helen Tarihine Bakış, Çev.: Panayot Abacı, Belge
Yayınları, İstanbul, 1988.
Şentürk M. Hüdai, Osmanlı Devletinde Bulgar Meselesi, TTK,Ankara,1992.
Şimşek Halil, Türk-Bulgar İlişkileri ve Göç, Harp Akademileri Basım Evi,
İstanbul, 1999.
Şimşir N. Bilal, Bulgaristan Türkleri, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1986.
TBMM Zabıt Ceridesi, C. 12.
____________, İngiliz Belgelerinde Atatürk 1919-38, Rumbold’dan Lord Curzon’
a Tel.; No.503: C. 4, Ankara, 1984
The Geographer Office Of The Geographer, İnternational Boundary Study Greece
– Turkey Boundary, Bureau Of İntelligence and Research, November 23 1964,
Washingthon.
143
__________________________________,
International
Boundary
Study
Bulgaria Turkey Boundary, Bureau Of Intelligence and Research. Washingthon,
No: 49, May 15 1965.
Tokay A. Gül,Makedonya Sorununa Tarihsel Bir Bakış Yeni Balkanlar Eski
Sorunlar, Ankara, 1972.
Toluner, Sevin, Milletlerarası Hukuk Dersleri Devletin Yetkisi ( Yer ve Kişiler
Bakımından Çevresi ve Niteliği), 4. Baskı, İstanbul, 1989.
Tuğlacı Pars, Bulgaristan ve Bulgar Türk İlişkileri, Cem Yayınevi, İstanbul.
Tukin Cemal, Osmanlı İmparatorluğunda Girit İsyanları, Belleten Dergisi, C. IX,
sayı. 34, TTK, Ankara, 1945
, Girit, İslam Ansiklopedisi, C. IV.
Tuncer Umur, Balkan Savaşları Sonunda Kurulan Batı Trakya Cumhuriyeti,
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 1985.
Tunçay Mete, Batı’ da Siyasal Düşünceler Tarihi, C. 1, Teori Yayınları, Ankara,
1985.
___________, Siyasal Tarih (1908-1923), Türkiye Tarihi-Çağdaş Türkiye (19081980), Cem Yayınları, İstanbul, 1989.
Turan Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefküresi Tarihi, İstanbul, 1969.
Turan Şerafettin, Türk Devrim Tarihi, C. 2, Bilgi Yayınları, Ankara, 1991-1992.
, Geçmişten Günümüze Ege Adaları Sorunu, Boyutlar, Taraflar,
Tarih Boyunca Türk-Yunan İlişkileri- III. Askeri Tarih Semineri-Bildiriler,
Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler başkanlığı, Ankara, 1986.
Türk Inkılap Tarihi, Gnkur. HTD Başk. Yayınları, İstanbul, 1977.
Türsan Nurettin, Yunan Sorunu, Ankara, 1987.
Ucuzsatar Necati Ulunay, Türkiye Üçlü Kıskaçta, Tarih ve Medeniyet Dergisi,
Nisan 1994, sayı:2.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, C. I.
Üçarol Rıfat, Siyasi Tarih, İstanbul, 1985.
, Küçük Kaynarca Anlaşmasından 1839’a Kadar Osmanlı
İmparatorluğu, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İstanbul, 1989.
Üçok Coşkun, Siyasal Tarih, Ajans Türk, Ankara, 1961.
Ülman Haluk, Birinci Dünya Savaşına Giden Yol (ve Savaş), Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1973.
, Tanzimattan Cumhuriyete Dış Politika ve Doğu Sorunu, Tanzimattan
Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C. 1 ve 2.
Ünal Hasan, 1908-1909 Yeni Balkanlar Eski Sorunlar, Bağlam Yayıncılık,
İstanbul, Mart 1997.
Walder David, Çanakkale Olayı, Çev. M. Ali Kayabal, Milliyet Yayınları, İstanbul,
1970.
144
Yapar Salih, Sevr Barış Antlaşması İle Lozan
Karşılaştırılması, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2003
Barış
Antlaşmasının
Yavuz Ünsal, Atatürk; İmparatorluktan Milli Devlete, TTK, Ankara, 1990.
Yener Burhan, Balkan Harbi ve Alınacak Dersler, Stratejik Araştırma ve Etüt
Bülteni, Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 2001, sayı 1.
Yoğurtçuoğlu Arzu, Rum İsyanı ve Yunanistan Devletinin Kuruluşu (1821-1830),
Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara, 1999
145
ÖZGEÇMİŞ
Necmi İNAL,
25 Mayıs 1972 tarihinde İstanbul’da doğdu.
öğrenimini 1979-1986 yılları arasında Üsküdar’da tamamlamıştır.
İlk ve orta
1986 yılında
Işıklar Askerî Lisesi’nde öğrenimine başladı ve 1990 yılında buradan mezun olarak
Kara Harp Okulu’nda öğrenimine devam etti.
Kara Harp Okulundan 1994 yılında
Harita Teğmen olarak mezun olduktan sonra M. S. B. Harita Genel Komutanlığı
bünyesindeki Harita Yüksek Teknik Okulu’nda iki yıl süreyle mühendislik eğitimi
gördü. 1996 yılında Harita Yüksek Teknik Okulu’ndan Harita Mühendisi diploması
alarak mezun oldu.
Mezuniyetini müteakip 3 yıl süreyle Jeodezi Dairesinde görev yaptıktan sonra
1999 yılında,
Başkanlığına ,
oldu.Temmuz
KTBKK. lığı/KIBRIS’ na,
2001 yılında Plân Prensipler Daire
2002 yılında Askeri Coğrafya Daire Başkanlığı’ na
2006
yılında
İstanbul
Teknik
Üniversitesi’
nde
tayin
Geomatik
Mühendisliğinde yüksek lisansını tamamladı. Halen Askeri Coğrafya Dairesinde,
İletişim ve Destek Subayı olarak görevine devam etmektedir.
146
Download