Son İktisadî Kararlar Hükümeti uç • - • DEVLET * 24 AĞUSTOS 1970 * SAYFA : 2 Batı Trakya Cumhuriyeti Milletlerin tarihinde ilâhı ışığın parladığı saatler, günler hatta aylar vardır. İşte ben Ağustos'u hep Öyle düşünürüm, tarihimiz boyunca nurla yıkanmış bir ay diye. Sayın Azmi Güleç, «Ağustos Güneşi» nde Ma lazgirt'i şiirleştirmiş.. Oysa, Malazgirt, Muhaç, Büyük Taarruz, Başkumandanlık Mey • dan Savaşı ve Batı Trakya'da kurulan İlk Türk Cumhuriyeti; Ağustos güneşinin Türk­ lüğe armağan ettiği büyük tarihlerdir. Ben bugün Batı Trakya'da kurulan ilk Türk Cumhuriyetinden bahsetmek isterim. Çünkü galiba; en az bildiğimiz bu. Batı Trakya Cumhuriyetinin kuruluşu, tarihimizin sayısız destanlarından biridir. F a ­ kat değeri, daha çok, hayatı sönmek üzere o lan bir devletin çocuklumun akıllara durgun­ luk veren mucizesinde belirlenir.... Bu mucize; 1912—1913 Balkan yenilgesînden sonra olmuştur. Güzelim Trakya ş e ­ hirleri bir bir düşüyor; Bulgar, Yunan, Sırp askerleri, sivil çeteleri Türk köyleri üzerinde aman vermez vahşetlerini sürdürüyorlar. Hırs­ larına ölmek bile kâfi değil. Yunanlılar ceset­ leri parça parça edip, yakıyorlar. Boğan, kah­ reden rezil bir daman var Trakya'nın üzerin de... Büyük devletler arabuluculuk masalı ile büyük lokma peşinde .Bab'ıâli ise tam anlamı ile çaresiz.. Bu sırada 10. Kolordunun başın da Enver Bey vardır. Kumandan önce vatanseverliğinden şüp­ he etmediği arkadaşlarım toplar çevresine. Kuşçubaşı Eşref Beyi, Umum Çeteler Kuman danhğı ile görevlendirir ve ilk Kuva-ı Milliye Kıtaları kurulur. Gençleri, orta yaşlıları hatta ihtiyarları île birbirinden uzak uzak biten köklerin ço cılklarıdır bu kıtalardakiler. Sultanî ve Erzu • ram Dadaş çeteleri, Galatasarayb gençler. Çer kezler, Kafkasyalılar, Uşak taburları hatta ha pishanelerden elenmiş mahkûmlar.. Bunları bir araya getiren vatan aşkıdır, millî ülküdür.» Şahlanış güçlü ve çetin olur ondan sonra zaferler zincirine, halkalar tek tek eklenir. Murat Bey tepeleri, Marmara Ereğlisi, Tekirdağ... Edirne... Trakyalılardan kurulan Milis Kuvvetleri, Kuva-ı Milliye Kuvvetleri • ııin gücüne güç katıyorlar.. Ne yazık Bab-ı Ali öz topraklarını tanı­ mama durumundadır.. Fakat zafere gidenler durmuyor, yorulmuyor, tükenmiyor. İlahi» çe, Yenice, Harmanlık kurtarılıyor. Gömül • cine, Dimitoko, tskeçe almıyor. Artık Türkün kalbi Trakya'da atmakta • dır. Devlet; ağır baskılar altında zaferi redde­ diyor... O zaman, mucizeyi yaratanların tek görevi kalmaktadır. Batı Trakya'da müstakil ü İmanını sırf pisikolojik bir hal • olmaktan yükseltip, hayatın ya­ şanma prensipleri olarak uygula ma gücünü gösterebilenler saygı ve taktirle anacağımız kimseler­ dir. İçtimaî bünyemiz, artık hiç bir millî değer bakımından koru­ yuculuk vasfına sahip değildir. Sosyal kontrol, ferdî millî değer ler istikametine zorlamak bir ya­ na, tam tersi istikâmette çalışmak tadır. Topyekûn kültür vasıtaları mız uzun yıllardır cemiyeti bir burjuva materyalizmi ve giderek diyalektik maddeciliğin değerler çizgisine oturtmaya çalışmaktadır. En adisinden maddecilik ve taklit kültür hayatımızın hakim güçleri­ dir ve gün geçtikçe fert üzerindeki baskılarını arttırmaktadır. Tek ke lime ile, cemiyetimiz ipini kopar­ mıştır ve buna karşı fert koruyucusuyuz, savunmasızdır. Kendini bu sele kaptıranlar, ruhî ve içti maî münasebetleri bakımından Türk'ten başka her şey olmuşlar­ dır. Halâ bu selin üstünde durduk lannı zannedenler için ise durum daha az acıklı değildir. Belki do sadece sosyal bir verasetin şuur alt larında saklı tuttuğu değerlere laf zen sahip çıkmaya çalışanlar, za-< man zaman bu kaynaktan gelen bir çatışma ve dengesizliğin buh­ ranını yaşamakta ve sonunda iki yüzlülüğün aşağılık perdesine bü­ rünerek kendileri gibi, bütün diğer lerini de aldatmaktadırlar. Şüphe yok ki, her iki halde olanlar da birbirinden aciz ve aşağılıktırlar. Bunun içindir ki, tam bir Müslü­ man Türk gibi düşünen, inanan, iki yüzlülüğün çemberini kırmış inandığı gibi yaşayan insanlar bi­ zim asırlardır dinmeyen, doyumla mayan hasretimizdir. Bu gün. mil liyetçi bir düzen getirmenin kavga­ sını yaparken de dayanağımız bun­ lar olacak, ancak, bu halleri ile yotmiyeceklerdir. Çünkü, inanmış vo yaşayan tek tek insanlar içtimaî bir hareketin muharrik gücü ola mazi ar. Bütün içtimaî inkılâpların kay­ nağı ve hareket noktası ferdin ge çireceği ruhî inkılâptır. Ancak bu değişme, ferdî bir şuur hali olarak kaldığı sürece aksiyon gücünden mahrumdur. îçtimaî inkılâbın ger­ çekleşmesi için, ferdî değiştirmeye hâkim olan prensiplerin kollektif bir şuur ve heyecan halinde teza­ hürü, tabir caizse, imanın içtimaileşmesi gerekmektedir. Bir içtimaî inkılâbın tamamlanması ve artık semerelerini vermeye başlaması bu halin gerçekleştirilmiş olmasına bağlıdır. Nevzat KÖSOĞLU Türkiye bugün, işaret ettiğimiz manâsı ile bir inkılâbı gerçekleştir menin şartlarından mahrumdur. Tek tek inanmış insanlar vardır, bunların tam bir Müslüman Türk gibi yaşadıklarını kabul etsek bile, cümlesinin cennet yollarını aramak la meşgul olduğundan şüphe yok­ tur. En halisleri kendi postlarını kurtarmanın kavgasını yapmakta­ dırlar. Halbuki kollektif bir düzen şuuruna ulaşılması halinde, bir Müslüman Türk gibi duyan, düşü nen ve yaşayan bu seçkinler, yarın ki inkılâbımızın teminatı olacak lardır. Bugün, bir teşbihin kopuk taneleri gibidirler ve içtimaî hare­ ket bakımından hiç bir tesir ve gü ce sahip değildirler. İnkılâbımızın ilk ve tek şartı bu teşbih taneleri­ ni millet kadar çoğaltıp, onları ip lige dizmek, ferdi şuur hallerini iç timaî şuur seviyesine yükseltmek­ tir. O zaman, «Bir millet kendini değiştirmedikçe, biz de onun hali­ ni değiştirmeyiz» mealindeki ilâhi emir gereğince inkılâbımız bütün­ bir Türk Devleti kurmak.. Gün 26 Ağustos, yıl 1913 Batı Trakya'da ilk Türk Cumhuriyeti kurulur; bütün şehir ve kasabalarda aynı gün neşredilen «İstiklâl ve Hürriyet» beyannamesi ile Trakyahlara ve bü tün dünyaya ilân edilir. CumhurreLsi; müder­ ris Salih Hoca'dir. Türk'ün Ay—Yıldızı ile süslenen bayrakları beyaz, yeşil ve siyah renk ler üzerinedir.. Şimdi bu bayrak; tarihimizin en büyük hatıralanndan biridir. Ve Batı Trakya Türk' ünün gönlünde büyük bir özlemin ifadesidir.. Lozan Andlaşması ile Bulgaristan'ın yeri nn bu kez Yuanlılara bırakılan Batı Trakya'­ nın acısını pek çok Milletvekili TBMM'de di­ le getirmişti.. Aydın Mebusu Hoca Esat E fendi kürsüde hıçkınrkcn : «Yunanlıların eline 600.000 Türk'ü tes­ lim ediyorsunuz. Otuz seneye varmaz, bunla­ rın yarısını bulamıyacaksmız.» diye haykır mıştı... O gün, 21 Ağustos 1923'tü... Aradan kırk yedi yıl geçti... O gün Esat Efendi ile Türk'ün yüreğinde kopan hıçkırık bugün din miş değildir... O günün altı yüz bin Türk'ünün yerine bugün Batı Trakya'da 125 bin Türk vardır... Yunan'ın asimile gayretleri ile her geçen saat biraz daha ezilen, çaresizlik içinde kıvra­ nan ve bütün ümitleri ile Türkiye'ye dönük 125 bin Türk.. MİLLİYETÇİ İNKILÂP lenecek ve (milletimiz) Hakk'ın kendisine yüklediği büyük tarihî görevlerin kavgasına başlayabile çektir. Ne var ki, bütün bir millet ola­ rak bu içtimaî şuur seviyesine yük­ selmenin kültür vasıtalarına sahip değiliz. Türkiye'de kültür vasıtala­ rına sahip olan eller ve bunların yöneldiği istikâmetler göz önüne alınırsa, milliyetçilerin millî düzen şuurunu vatan sathında gerçekleş­ tirebilmelerinin muhal olduğunu ka bul etmek zorunda kalırız; çünkü bu vasıtalar, millî eğitim, basın, radyo, televizyon, tiyatro ve sine­ madır ki, hepsi de bizden alabildi­ ğine uzak ellerdedir. Görülüyor ki, bizim inkılâbı mız güçlü bir iktidar olduktan son ra asıl şumûl ve muhtevası ile ger çekleşmeye başlıyacak, bu da, kül tür hayatının tanzimi yoluyla başa rılacaktır. Bugün, inkılâbımızın bir merhalesi olarak milliyetçi fik ri iktidar yapmak zorundayız Bu merhaleyi de, henüz bütün bir mil lete hakim kılamadığımız, fikrin iç timaî şuur halini kendi bünyesi içinde başaran ve yaşatan bir mil­ liyetçi kadro aşacaktır. (Söğüt) Daha önce dergimizde ilânını okuduğunuz «MİLLİYETÇİ EKO­ NOMİ DÜZENİ» genişletilerek aşağıda belirtilen bölümlerle yemden kitap halinde çıktı. MİLLİYETÇİ TÜRKİYE MİLLİYETÇİ TOPLUMCU DÜZEN Dr. Kurt KARACA MİLLİYETÇİ — TOPLUMCU DÜNYA GÖRÜŞÜ ^ MİLLİYETÇİ — TOPLUMCU KÜLTÜR DÜZENİ MİLLİYETÇİ — TOPLUMCU EKONOMİ DÜZENİ MİLLİYETÇİ — TOPLUMCU SENDtKA GÖRÜŞÜ Hata 7.50 kuruş. Meme adresi: P.K. 284 Bakanlıklar — ANKARA Siparişler; 10 adede kadar posta pulu karşılığında üzerindeki fiattan, 10 adetten fazlalar için % 20 tenzilâtlı ve ödemeli olarak gönderdir. NOT : Okuyucularımız pul göndermeden 10 adetten aşağı ödemeli kitap istemektedir. İmkânsızlığımız dolayıstvle 10 adetten aşağısı için maalesef ödemeli gönderemiyoruz. Okuyucularımız 10 adetten aşağı kitap istekleri için mutlaka pul göndermelidirler. « ; *i m Üniversitelerde imtihanlar fcftfhyor., > •İne girdiğini göstermektedir. Oysa gerekil vasat önceden v* gerçeklere uygun şekilde öylesine plânlanmış olmalıydı ki htt kûmet yetkililerinin bocalama işareti sayılabilecek bu tarz be yanlarına lüzum kalmasın. Nitekim bizden önce devalüasyon yolunu seçmiş olan Fransa ve İngiltere'nin arzu edilen sonuç­ lara ulaşmaları bilgili, ehliyetli ve ciddî bir tatbikatın eseri olmuştur. Oevletdee Milim ' İktisarâ Tedbirler Yeterümiılir? DEVALÜASYON kararının sosyal ve iktisadî bünyemiz üzerindeki çeşitli tesirleri tedricen ortaya çıkmaya başladı. Hü­ kümetin, bu karan müteakip kuvvetli bir ihtimal olarak beli­ ren enflasyon tehlikesini bertaraf etmek için aldığı tedbirlerin ne nisbette geçerli olacağını zaman gösterecektir. Ancak şu andaki belirtiler bu konuda iyimser olmamızı mümkün kılmı­ yor. Develüasyondan beklenen faydaların başında dış ticaret dengesinin mümkün olduğu kadar sağlanması, ihracatın artırıl­ ması, ithalâtın zaruri maddelere öncelik tanımak suretiyle kı­ sılması gibi hususlar gelir, tç piyasada istikrarın sağlanması ise talepleri rahatlıkla karşılayabilecek, spekülatif hareketleri önleyebilecek tedbirlerin alınması ile mümkün olabilir Devalü asyon karan Ue birlikte dış kredilerin sağlanmış olması alı­ nacak tedbirleri kolaylaştıracak amillerin başında gelir. Bi­ zim gibi devlet murakabesinin son derece zayıf, fırsatçılar için vurgun vasatinin bulunduğu ülkelerde, devalüasyon hare ketini, malî ve iktisadî bir kırıze dönüşerek önüne geçilmez enflasyonist dalgalanmalara yol açması ürkütücü bir ihtimal olarak daima mevcuttur. Bu kötü ihtimalin tahakkuk etmemesi için polisiye ted­ birlere sığınmak güçsüzlüğün İşareti olur. Piyasa sarflarım li­ beral esaslar üzerinden yumuşak bir devlet murakabesi şek­ linde hazırlayan bir ülkede, sert bir dönüş yaparak cezaî müey yidelerle, istikrar sağlamaya çalışmak ekonomik kanunların işleyişi Ue tenakuz teşkil eden bir tutum olur. Bunun en güzel misâline 1956—1957 yıllarında millî korunma kanununun tatbiki sırasında yaşadık. Bu tatbikatın nasıl bir fiyaskoyla so nuçlandığı hatırlardadır. Şimdi bil cümle spekülatif davranış ların sert müeyyidelerle önleneceğini ileri sürmek hükümetin devalüasyon kararı tatbikatında belirli bir bocalama içerisi- Bizde onbeş günlük bir tatbikatın ortaya koyduğu man­ zara şudur: Gazete sütunlarında ilk günlerde yer alan milyar­ lık kredi haberleri tevsik ve tasdik edilmemiş aksine bu ha­ berlerin birer balon olduğu hususunda zihinlerde ciddî şüp­ heler uyanmıştır. Devalüasyon kararının bazı muteber çevre­ lere sızdırılmış olması daha ilk anda haksız ve gayri meşru kazançlar sağlanmasına imkân hazırlanmıştır. Hükümetin bü­ tün direnmesine yahut direnir görünmesine rağmen zincirleme bir fiyat artışı dalgası gittikçe tesirli bir şekilde resmî ve özel sektöre istilâ etmiş durumdadır. Akla gelebilecek her madde­ nin fiyatı ölçüsüz bir şekilde yükselirken enflasyon tehlikesi gittikçe artmaktadır. Bu artışların doların 15 lira üzerinde fi­ yat bulması suretiyle devalüasyonun bütün müsbet tesirlerini imkânsız hale getirebilecek bir sonuca ulaşması, bizzat Ma­ liye Vekilinindc ifade ettiği gibi ciddî ve düşündürücü bir ko­ nudur. Bu arada dış kredilerin temin edilmemeleri halinde en­ düstrimizin çok zor bir duruma düşeceği söylenebilir. Ham­ madde ve diğer zaruri mallar ithal edilemediği taktirde baş gösterecek kriz millî sanayimizin birçok dallanma koruması sonucunu doğuracak buradan zincirleme olarak birbirini et­ kileyen çeşitli iş kollarında genel bir iktisadî ve mail çöküntü baş gösterecektir. Bundan evvelki sayılarımızda da belirttiği­ miz gibi siyasî kanaatlerimiz ne olursa olsun temennimiz Hü­ kümetin salim çıkış yollarına ulasabilmesidir. Türk milliyetçi­ leri siyasî hasımlarım millî felâketler içerisinde yenik görmek istemezler. Üstelik sosyo—ekonomik buhranlar, komünizm tehlikesini arttıran menfî şartlan hazırladıkları cihetle, millt şuur sahipleri için bu konuda hükümetin başarısı büyük se­ vinç ve ses olacaktır. Suda varki; milletimizi tehdit eden kızıl tehlikenin mev­ cudiyeti haksızlıklara usulsüzlüklere göz yummayı gerektir­ mez. Hükümet bu kararla büyük bir tarihi ve millî vebali yük lenmiştir. Milletimize en az bir nesil boyunca büyük fedakâr­ lıklar tahmil eden bu iktisadi operasyonun bazı kimselerin sA bekülatif kazançlar temin etmelerine yolaçması halinin baş sorumlusu hükümet yetkilileri olacaktır. TÜRK MlLlETt güç şartların içerisinde var olma kavagsı yaparken ufak bir zümrenin meşru olmayan kazançlar üzerinde tatlı bir nayat yaşamalarına göz yummak kimsenin hakkı olmasa gerek mil­ let halinde yasamanın Uk şartlarından biride müşterek mü­ kellefiyetlere birlikte katlanmaktadır. Maddi ve manevî im­ kânlarından millet yararına en ufak bir pay bile ayırmayı dü­ şünmeyecek kadar bencil olanlara millî sorumluluklarını ha» tırlatmak devletin vazifesidir. Salıibi ve Mes'ul Müdürü ... tbrahim MfcTIN DEVLET I I Teknik Sorumlu ... Mehmet Nedim BUDAK HAFTALIK MİLLİYETCt SÎYASÎ GAZETE * PAZAR TESİ GÜNLERt ÇIKAR * 150 KURUŞ j* ev Türk kendine don. İKİNCİ YIL 73. SAYI ADRHS : P.K. 284 Bakanlıklar — ANKARA Telefon: 12 58 10 HAVALE ADRESİ : Devlet Posta Çeki No: 10021849 İLANLAR : Arka sayfa renkli 2.500.— TA tek renk 2 000— TL. * tc savlalar santimi «0— T.L * ABONE: Yıllık 7».- Ti- Altı ayhk 55.— TJL Dıs memleketler lan ücret 0ü misil alınır * Daftıtım ı GA ME DA Dl/ul ve Baskı • Gttnet Matbaacılık TJLŞ. ANKARA Ergenekon MEKTUPLARI MALAZGİRT'TEN BU GÜNE 26 Ağustos, Malazgirt Zaferinin 899. yıl dönümüdür. Büyük za­ ferler milletlerin hayat damarlarıdır. Onların yıldönümlerini kutla mak, sık sık anmak milletlerin yaşama gücünü arttırır. Malazgirt için de büyük kutlama törenlerinin tertiplenmesi gerekir. 900. yıl dö­ nümü dolayısıyla tertiplenecek törenlerin siyasî sebeplerle İstanbul'un 500. Fetih Yıldönümüne benzetileceğine dair endişelerimiz mevcuttur. Temennimiz endişelerimizin yersiz olduğunu görmektir. Malazgirt, Türk tarihinde birçok benzerleri olan meydan muha­ rebelerinden biridir. Fakat neticeleri bakımından en önemlileri a r a ­ sındadır, özellikle Bizanslılara karşı kazanılan zaferlerin en şanlısıdır. Bundan daha mühim zafer de İstanbul'un Fethidir. Bir tarihçinin deyimiyle; «Dandânakan'da kazandan zaferi Malazgirt tamamlamış, İstanbul'u taçlandırmıştır.» Malazgirt, savaşa katılan askerlerin sayısı bakımından Türk kahramanlığının, kumanda bakımından Türk asker­ liğinin. Rum ordusundaki Hıristiyan Türklerin Alp Arslan tarafına geç mesi bakımından Türk millî şuurunun en yüksek örneklerinden biri­ sidir. Anadolu'nun Türk vatanı olması Malazgirt'ten itibaren 105 yıl süren mücadeleler neticesi 1176 da Mirya Kefalon zaferi ile gerçek leşmiştir. Daha doğru bir ifadeyle Türkler Anadolu'yu ikinci bir yurt yapmak ve bu düşüncelerini Bizanslılara kabul ettirmek için Malazgirtten itibaren 105 yıl mücadele etmişlerdir. Ancak bu tarihden itibaren Bizanslılar Anadolu'da Türkler'in önünden gerilemeye başlamışlardır. Bu gerileyiş Viyana'ya kadar devam etmiştir. İkinci Viyana kuşatmasının başarısızlıkla neticelenmesi Türklerin Hıristi yan dünyası önünde ilerlemesini durdurmuştur. Daha sonra da Türktslâm Medeniyetinin hayatiyetini kaybetmesi neticesi, Hıristiyanlar ilerlemeye başlamış, önce orduların ilerlemesi şeklinde devam eden akın, bugün de kültür istilâsı dolayısıyla, eskisinden daha tehlikeli bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Bu sebeble, Atalarımız bu topraklan yurt .tapmak için nasıl 105 \ıl mücadele etmişler ve bu zaman içinde bir çok zaferler kazanmışlar ise, çeşitli sebebler dolayısıyla Türk Va tanı olmak özelliğini kaybetmeye başlayan Anadolu'yu yeniden Türk­ leştirmek için gayret göstermek, tabir caiz ise Anadolu'yu yeniden fethetmek zorundayız. Malazgirt Zaferinin mânâsı üzerinde dururken, günümüz hâdiselerini gözden uzak tutmak ve sırası gelmişken mazi­ den alınması gereken dersi almamak doğru bir davranış olamaz. Malazgirt Zaferinin bizce en önemli yanı yukarıda da belirttiği­ miz gibi Türk kahramanlığının, Türk askerliğinin, Türk millî şuuru rmn üstünlüğünü ortaya koymasıdır. Bunu şöyle de özetleyebiliriz. Malazgirt madde üstünlüğünün manevî kuvvete mağlubiyetinin timsa­ lidir. Zira tarihçilerin ifadelerine göre Malazgirt'te karşılaşan ordular­ dan; Bizans 200 bini aşkın, Türkler ise ancak 50 bin kadardı. Fakat Bi zans'ın ordusunda ne din ne soy, ne dil, ne de ülkü birliği mevcuttu m ordusunda ne din, ne soy, ne dil, ne de ülkü birliği mevcuttu. Halbuki Türk Ordusu hermânâda tam bir birlik manzarası arzedi yordu. Bütün İslâm dünyası gözlerini Malazgirt'e çevirmiş, Halife'nin emriyle dualarını oraya yöneltmişti. Başta Sultan olmak üzere «ölür­ sek şehit, kalırsak gazi» anlayışıyla harbe hazırlanmışlardı. Sultan Alparslan'ın şu duası dikkate değerdir: «Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor ve azametin karşısında yüzümü yere sürüyor, senin uğrunda savaşıyorum. Ey Tamım! Niyetim halistir, bana yardım et; sözlerim de hilaf varsa beni kahret!» Yine Sultan'ın askerlerine hitaben yaptığı şu konuşma mücadeleye verdiği mânâyı, biraz da Türklerin kazanma sındaki hikmeti ortaya koyar niteliktedir: «Burada artık Allah'tan baş k? bir sultan yoktur; emir ve kader benim değil onun elindedir. Bu sebeble benimle birlikte savaşmakta veya savaştan uzaklaşmakta tamamiyle serbestsiniz.» Bunun üzerine askerler hep birlikte «Asla em­ linden ayrılmayız» diye heyecanla bağırmışlardır. Elbette böyle bir kumandan ve böyle bir asker muzaffer olacaktı. Bunun ötesi yoktu. Malazgirt Zaferinin bir başka ehemmiyeti de Bizans ordusunda bulunan Hıristiyan Pcçenek ve Uz Türklerinin harp başlar başlamaz Alparslan tarafına geçerek, Bizans ordusunun paniğe kapılmasına se beb olmasıdır. Günümüzde de Türk Milletinin varlık—yokluk mücadelesi veril inektedir. Mücadelenin kazanılması Anadolu'nun vatan yapılmasını ve Türk—İslâm medeniyetinin hâkimiyetini sağlayacaktır. Kaybedil­ mesi de Anadolu toprakları üzerinde bulunan son Türk Devletinin bağımsızlığını kaybetmesi mânasını taşır. Bu sebeble mücadelenin ka 2anılması şarttır. Bugünkü mücadelenin bir tarafında birlik ve dâva disiplininden yoksun «sağ cephe», diğer tarafında bütün zararlı grup lar vardır. Bizim kavgayı kazanacağımıza imanımız tamdır. Çünkü dağınık «Sağ cephe» içinde birlesebilen «Alparslan»a «asla emrinden ayrılmayız» diyebilen imanlı ve disiplinli bir grup meydana gelmekte­ dir. F.sasen Malazgirt, bir Islâm-Hıristiyan savaşı mânâsı arzettiği halde, zaferi kazanan İslâm'ın hamiliğini yapan Müslüman-Türkler4i. Diğer mUslüman milletler dua ile yetindiler. Bugünkü kavgayı da bütün «sağ cephe» değil, dâvasına bağlı, liderinin mutlak emrinde, di üplinli imanlı milliyetçiler yapacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi ©İrilin! Cezmi KIFUTMUOÖLU olaylar • düşünceler • yorumlar • hükümet güç dunımin Ö N C E K İ hartanın sonunda D e mirel iktidarının «Şerlok Holmes» özentisi içinde verdiği devalüas yon kararından sonra yapılan zamlar piyasanın süratle yüksel meşine sebebiyet vermiştir. Bir ta raftan iktidarın temel ihtiyaç mad delerine yaptığı zamların yanı sı­ ra imalâtçıların da yaptığı zam lar esnafı da etkilemiş, devalüas yondan hükümetin beklediği fay­ danın sağlanamıyacağı gerçeği baş ta hükümet yetkilileri olmak üze­ re bir çok çevrelerce anlaşılmaya başlanmıştır. Bu sebeple Başbakan Sanayi, Maliye Bakanları geçen hafta düzenledikleri çeşitli toplan­ tılarla fiatların yükseltilmemesini sanayicilerden istemişlerdir. H a t ­ tâ bu ara gerek Başbakan ve ge­ rekse Bakanlar sanayicileri tehdit­ ten geri durmamışlardır. Buna kar şı sanayiciler, zam kapısının h ü ­ kümet tarafından açıldığını ifade ederek hükümeti suçlamışlardır. Devalüasyondan sonra fiat ar­ tışlarını kontrol etmek ve sun'i fi­ at artıranlara karşı alınacak ted­ birleri tesbit etmek için Başbakan­ lıkta toplanan bir «Ekonomik k o ­ mite» bazı kararlar almıştır. Buna göre, özel sektörün istihsal ettiği mal ve hizmetlere yapılması zaru­ rî olan zamların ekonomik komite tarafından tesbit edilmesi ve bu komitenin izin alınması gerekmek tedir. Aksi halde 1567 sayılı ka nun hükümleri uygulanacaktır. Bu kanuna göre haksız zam yapanla ra şu cezalar verilecektir: Hakiki ve hükmî şahıslara 1 000 — 200.000 lira arasında ağır pa r a cezası ve 7 'aydan beş yıla ka dar ticaret ile meslekten men. Hükmü şahısların mesul mü­ dürleriyle fiilde iştiraki olan memulara beş aydan beş yda kadar hapis, cezaları tekerrür ettiği za man iki kat olacaktır. Hükmî şahısların merkezleri ta­ rafından işlenmiş cezalar o mües­ sesenin Türkiye'deki bütün teş kilâtına şamildir. Kanuna göre, bu kanuna aykı • n hareket edenler hakkında Sav cılar ya doğrudan doğruya, ya d a Maliye Bakanlığının yazılı talebi üzerine takibata geçeceklerdir. Mahkeme lüzum gördüğü tak. dirde duruşmanın sonunu bekle­ meksizin sanıkların müesseseleri ni geçici olarak faaliyetten men e debilecektir.» Demirel'in başkanlığındaki E k o nomik Komite, fiyatlarını sabit tutmıyan müesseselere devlet yar­ dı minin kesilmesine de karar ver­ miştir. Buna göre, bu müesseseler hiçbir teşvik tedbirinden yararlan dırılmıyacaklardır. Böylece bu mü esseseler yatırım indirimi, güm rük muafiyeti, kredi temini ve ö n çelik kolaylıklarından yoksuh bı­ rakılmış olacaklardır. Başbakan Ekonomik Komitenin toolantısından sonra verdiği d e ­ meçte, «Alınmış bulunan ekono mik tedbirlerin başarıya ulaşması fiyatların makul seviyelerde tutul­ masıyla mümkündür. Haksız k a ­ zançların önlemesi için mevcut bii tün tedbirlere başvurulacaktır. B ü tün vatandaşların çeşitli spekülas­ yonlara karşı uyamk olması lâzım dır» demiştir. aJ$ P a r a değerinin değiştirilmesinin, bütün fiyatların arttırılması ve bir zam furyasını gerektiren iş olma­ dığını belirten Demirel, şunları ' söylemiştir: « — Dış memleketlerden ithal edilmeyen malların veya bünyesin­ de dış memleketlerden ithal edil miş unsurlar bulunmayan malların paranın dış karşılığı değişti diye fi yatlarının artması için sebep yok­ tur. . j Dış memleketlerden ithal edilen veya bünyesinde dış memleketler den ithal edilmiş unsurlar bulunan malların fiyatlarının ise, derhal art tırılması için bir sebep mevcut do ğildir. Zira, para değerinin yeni du rumuna göre, henüz ithalâta va kit olmuş ve bu değer üezrinden mal gelmiş değildir ki hemen fiyat ların arttırılması cihetine gidilmiş olsun Kaldı ki, para değerinde meydana gelen değişiklik, ithal mallarının veya bünyesinde ithal unsuru bulunan malların fiyatları nın aynı ölçüde arttırılmasını ge­ rektirmez Merkez Bankamız bekliyen transferleri süratle yapacak bütün tedbirleri almıştır. Ayrıca Damga Resmi % 25 den % 10'a indirilmiştir. Bunlara ilâveten T ü r kiyede bazı ithal mallarında bugün teessüs etmiş fiyatların da eski p a r a değeri üzerinden olmadığı bir gerçektir. Bütün bu sebeplerle her kesin para değerinde meydana ge­ len nisbet ölçüsünde, her malın fi yatının artacağı gibi bir yanlış kanaata varmaması lâzımdır. j P a t a değerinin değiştirilmesi ha linde yaratılan psikolojik ortamda herkesin bir zam hevesine kapıl­ ması veya öyle gösterilmesi, aslın da kâfi miktarda mal ve hizmet mevcut olduğu ahvalde çok kısa zamanda tesirsiz hale gelir. A n cak, hükümet, böyle bir psikolo­ jik ortamda dahi, fiyatların mâkul seviyeler üzerinde artmasını önle­ mek, imalâtçıların veya ithalâtçı­ ların karşısında olmak kararında dır. Birkaç gün Önce çıkardığım g e ­ nelgede de ifade ettiğim gibi, dev­ letin ürettiği mal ve hizmetlerde herhangi bir artış olmayacaktır. Devletin dışında kalan mal ve hiz­ metlerde ise fiyat artışlarının za­ rurî olduğu hallerde bu zarure tin, 18 sayılı kararın 2 1 . madde­ sine göre kurulu bulunan komite­ ye belgelerle tevsiki gerekmekte­ dir. Bu hususlara aykırı hareket o denler hakkında 1567 sayılı k a nun ile mezkûr kanunun ek ve tâ­ dilleri mucibince takibat yapılaca ğı gibi, bu gibi müesseseler çeşit li teşvik tedbirlerinden istifade et tirilmeyeceklerdir. Ayrıca bu m ü ­ esseseler hakkında, dış ticaret r e jimi ile olanlar dahil her türlü ik­ tisadî tedbire başvurulacaktır. Ne tice olarak, memleketin iktisadî hayatına yeni bir hız ve yön ver­ mek için alınmış bulunan bu ted­ birlerin haksız kazançlara âlet e dilmesine ve bu suretle tesirsiz h a le getirilmesine hükümet bütün imkân ve vasıtaları ile karşı koy» çaktır.» DEVLET * 24 A G ü S t O S 1970 * SAYFA : S ^...ı.ı.-.i.1.1.'.'.'.'.'.'.'.'-'.'.-!-' ..ı.ı.ı.'.ı.'.'.'.'.'.'.V» • !|v!v!ffRj TURANCILIK TURAN bütün Türk'lerin yaşadıktan topraklardır. Yakutların, Altay 1 ürkleri ııiıı, Karakırgızlann, Türkistan'lıların, Özbeklerin, Karakalpaklann, Oğuz Boylarının, Kazan Türkleri'nin, Başkurtların, Çavuşların, Meçerlcrin, Kırını Türklerinin, Karaim 'İniklerinin, Nogayların, Kundurların, Kunukların, Kara çayların, Azerbaycanlıların, İran Türklerinin, Suriye Türklerinin, Irak, Bulgaristan, Roman­ ya, Kıbrıs Türklerinin, Gagauzların, Make • donya Türklerinin ve Anadolu Türklerinin ya sadıkları topraklardır TURAN... Azami program ise; tek bir Türk devleti halinde, federatif bir bütün teşkil etmele Son 50 yılın tarihinde, genellikle Asya Türklerinin arasında, bu ülkü kanlı mücadele­ ler vermiş; Türkçü Enver Paşa'dan, Marksist Sultan Galiev'e kadar şehitlerin kanlan Türk'­ ün öz topraklarını sıılaınıstır. Türkiye'de Tu­ rancılık I I I I I I Al) VE TERAKKİ kadroları içinde başlamış TÜRK OCAKLARI'nda ideo lojisi yapılmıştır. Bugün, Türk devletleri ve boylan ara • sında siyasi ilişkiler yoktur. Aralarına demir perdeler gerilmiştir. Fakat Türk'lüğün iç dina mizmi bütün demirperdelere rağmen, yaşamak ta, varlığını şu veya bu şekilde hissettirmekte­ dir. 1. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı tmpa ratorluğu yıkılmış; tttilıad ve Teraki'nin bir ki sun idealist liderleri, Rusya'ya kaçarak, Tu ran ülkesini Rus boyunduruğundan kurtar­ mak için kesif bir mücadele vermişlerdir İş­ te bu sıralarda Enver Paşa Sultan Galiev—Ze ki Velidi Togan müşterek mücadelelerinin stratejisini çizerek iş bölümü yapmışlardır. Turancılık ülküsünün asgari programı esir Türklerin bağımsızlıklannı kazanmalan, siyasî rejimleri ne olursa olsun, hür yaşama (arıdır. Enver Paşa Türkistan'da basmacı hare ketinin başına geçmiş fakat şehit olmuştur. Sultan Galiev, Bolşevik Partisi içinde, Müslü man—Türk gurubunu toplamış; fakat Stalin tarafından tasfiye edilmiştir. Zeki Velidi To­ gan da Rusya'dan kaçarak mücadelesini ölün ceyc kadar yürütmüştür. Turan'ın bir parçası olan Anadolu'yu da Mustafa Kemal'in önderliğindeki İstiklâl Sa­ vaşı kurtarmışta*. Mustafa Kemal Atatürk'ün sağlısında TURANCILIK, saygı gören bir ülkü İdi. inö­ nü'nün tek parti döneminin son yıllarında, Türkçülerin tevkifi ile İHANET olarak gös t er ildi. 3 Mayıs 1944 tarihinden sonra da Türklüğün en büyük mânevi gıdası, dinamiz­ mi olan Turancılık, karanlık acılara maruz bırakıldı. özellikle 1960, 27 Mayıs'ından sonra, Turancılık yeniden Milliyetçi Türk Gençliği­ nin, asgarî ve azami programı ile Ülküsü ol muştur... Aclarr SAYILGAN *• olaylar • düşünceler • yorumlar • olaylar • düşünceler t BAKANLARIN GEZİSİ Ayrıca Sanayi, Maliye ve Ulaş­ tırma Bakanları İzmir ve İstanbul' da sanayicilerle yaptıkları toplantı» da sanayicilerin dertlerini dinlemiş ler ve fiat artışı yapılmamasını is lemislerdir. İzin irde yapılan toplan tıdan sonra basın toplantısı düzen leyen bakanlar özetle şöyle konuş­ muş! ardır: «— Son defa alman mali ve ekonomik kararların, sanayi ma­ mullerinin fiyatlarında para ope rasyonu nisbetinde akış bulacağı iddiası varit olamaz. Zira kur deği sikliğinden önce bir Amerikan do­ lan maliyetinin 9 TL. devalüas yondan soma ise İS Ura olduğu tarzındaki bir hesap ameliyesi doğ ru değildir. Çünkü damga resmi dolayısıyle 11.25 lira idi. Ayrıca transferlerin en az bir yıl bekleme­ si sebebiyle bu kurun gerçek mali yeti yüksek teminat nisbetlerinin uygulanması ile Merkez Bankası­ na ^ e p o edilen sanayici likitleri nin faiz yükleri dolayısiyle ger çek dolar maliyeti 11.25 liranın çok üzerindedir. Bizim kanaati miz odur ki, dolann gerçek mali yet artışı yüzde 20 civanndadır. Ancak bu artışı bazı yan tedbir lerle hafifletme yolu bulunmuştur. Bunlar, yatırım mallarında ve ham maddelerde ithal vergi ve resimle rinin hafifletilmesi ve hatta demir de olduğu gibi muafiyet seviyesi­ ne kadar indirmek suretiyle eski it hal maliyetine nazaran yüzde 10'luk bir artış yaratmakda mümkün olmuştur, denilebilir ki, ithal mal lanndaki devalüasyon oranında bir fiyat artışı olacağı yanlış bir fara ziyedir.» 1970 yılının Türkiyede önemli sosyal ve malî kararlar alındığ» bir yıl olduğunu belirten bakanlar, çe şitli konulardaki görüşlerini şöyle özetlemişlerdir: «— Personel Kanunu, Ortak Pazar Geçiş Dönemine giriş kara n, sosyal adaleti gerçekleştirmek üzere çıkarılan vergi reformları ka nunlan, para operasyonu ve bunu destekleyici diğer kararlar, birbir leriyle ahenkli ve irtibatlıdır. Bun hırın münferit politikalar olarak de ğil, birbirlerini tamamlayan bir tedbirler manzumesinin paralel parçaları olarak mütalaası gere­ kir. Sanayicilerimizin ısrarla üzerin­ de durduktan transfer gecikmeleri sebebiyle ihtiyaçlarının üzerinde talepte bulunmuş olanların taleple rinden kısmen veya tamamen vaz­ geçme hallerinde teminatlarının yüzde 10'unun yanacağına dair it­ halât rejimi kararnamesi hükmü­ nün 15 gün içinde vazgeçilen itha lât taleplerinde uygulanmayacağı­ na dair karar alınmıştır.» İstanbul'daki toplantıda ise sanayiciler ilk zamlann hükümet­ ten geldiğini ifade etmiş yer ve hükümetin son zam.ve vergi politi kasını tenkit etmişlerdir. Maliye Bakanı ise, sanayicilerin yaptıkla­ rı zamlara karşı, gerekirse hiikü metin gümrük indirimi yaparak it halat yapacağım belirtmiştir. şunu bilmelidir ki, çağdaş ülkeler­ le aramızdaki mesafeyi süratle ka patacak hızlı kalkınma mekanız ması henüz kurulmuş değildir. Türk halkının tasarruf ve yatırım potansiyeli ikinci ve üçüncü dere cedeki spekülatif ve enflasyonist inşaat ve arsa yaürımlariyle heder edilmektedir. Bunun delilleri orta dadır: 1 — Yılardır, sermaye piyasası nı tanzim eden, halkın gönüllü ta sarraflarına güven kazandıran bir kanun çıkarılmamıştır. Oysa bu kanun çok önemlidir. 2 — Döviz sağlayan kaynak lar makine ve fabrika imâl eden ağır sanayinin kurulmasına hasredilmemiştir. 3 — Yabancı sermaye ithala ta (ikame) alternatif olarak nimsenmemiştir. 4 — İktisadî ve mâlî teşvik­ ler sanayileşmeye göre tanzim • -» dilmemiştir. 5 — Büyük sanayi yatırımla rııun gerçekleşmesi gayesiyle her meslek dalı için bir YATIRIM KURUMU öngörülmemiştir. Bu gayeyle örnek bir kanun çıkarıl mamıştır. • 6 — Toprak, tarım ve köy reformları konusunda da halk beklemeğe, oyalanmaya, atlatıl maya alıştınlmaktadır. Buna ül­ kücü gençliğin tahammülü kalma mıştır. 7 — En önemli temel tedbir­ lerden biri olarakta faktör gelirle- • Tüıkeş İktsrcâi dolun iyimser MHP Genel Başkanı Alpars­ lan Türkeş Almanya seyahatine çıkmadan önce memleketimizin ik­ tisadî durumu bakında bir beya nat vermiş ve şunları söylemiştir: «İçinde bulunduğumuz i k t i ­ sadî durum ve kalkınma çabaların da iyimser olmaya imkân yoktur. Zira, iktidar çoğunluğu DFMtREL'in şahsında züğürt avuntu sundan öteye geçmeyecek bazı ka nunlar ve tedbirlerle yetinmek ve üstelik bunlar üzerinde siyasî spe külasyonlar yapmak eğiliminde­ dir. Bütün vatandaşlar kesinlikle TURKEŞ - be­ Almanya'ya giderken- a ^ J J Î S J ^ ^ İ t? BİR CUMA SABAHI ALLAH'A KARŞI MALAZGİRD'DE ELLİ DÖRT BtN ER BESTELEDİLER EN GÜZEL MARŞI i ALLAHÜ EKBER, ALLAHÛ EKBER. Ömer Rüsih ÖZTÜRKMEN TÜRKLER, tarihte uzun asırlar boyunca, cihan hâ kimiyeti mefkuresine inanmış ve bunun gerçekleşmesi için mücadele etmiş bir millet olmakla başka kavimler arasında çok mümtaz bir mevkie sahiptirler. Daha doğ­ rusu maddî manevî kudret Türklerin tarihte çok defa yer yüzüne taşmalarına, hakimiyetlerini üç kıt'a üzerin­ de yayımalarına âmil olmuş ve bunun icabı böyle bir mefkure doğmuştur; veya bu ülkü, Türk kudretinin geliş­ mesine ve dünya fütuhatına yardım etmiştir, ingilizce bir tetkikle mevcudiyet ve şümulünü meydana koyduğumuz üzre, lslâmdan önce ve sonra, iki büyük devrede, türlü delil ve belirtileriyle göze çarpan bu mefkûr*. M.ö. II. asırdan XVI. asra kadar, yâni 1800 yıl gibi cidden çok uzun bir zamana şamil olarak, Türk tarihinin azamet da vhierini içine alır. OGUZNAME de de akisler bırakmak suretiyle Oğıızhan (Mete) ile başlıyan ve V. asırda Atillâ ile nihayet bulan birinci safhada Türkler, Hun Hîong-nu vesair adlarla, uzakdoğudan Avrupa'nın içlerine kadar hâkimiyetleriylc birlikte yayılmışlardır. ORHUN abideleri ve diğer kaynaklarla sabit olduğu üzere, cihan hâkimiyeti mefkuresi, Gök «« Türkler zamanında daha şuurlu ve belirli bir mahiyet alır. Gök • Türkler ve tâbileriyle Türk hâkimiyeti birinci devredeki coğrafî saha (ara kadar intişar eder. İslâmiyetin kabulü ile bu şuur İslâm mefkûresiyJe de birleşerek yeni bir takım dinî ve kudsî unsurlar kazanır ve daha fazla kuvvet bulur. Selçuklular ve kollan ile fütuhat sahasını değiştiren bu mefkure, İslâm dünyasiyle Anadoluya hâkim olmak üzre, daha istikrarlı ve azametli bir devreye intikâl eder. Türklerin cihan hâkimiyeti hamlelerinde,' dördüncü devreyi teşkil eden, Osman lı İmparatorluğunun kurulması ile Akdeniz havzasında bulunan bir çok eski kavim ve medeniyetlerin yurdu fetihlerine girer. İlk defa, Akdeniz olmak üzre, bu hâkimiyet karalardan denizlere de intikâl etmiş olur. Türkler, bu sefer, Akdenize ve Orta Avrupa'ya kadar ye­ ni bir medeniyet ve hâkimiyetin mümessili olurlar. Orta Asya, İran* Hindistan ve bütün Şarkî Avrupa diğer Türklerin hâkimiyetine gir­ mekle bu mefkure kudretinin son mertebesine erişir. \ Türk kudretinin, dört devrede yaptığı bu büyük cihan hâkimiye ti hamleleri, tabiatiyle, millî tarihin pek çok zaferlerle dolmasına sebeb olmuştur. Lâkin Malazgird Meydan Muharebesi bunlar arasın­ da cidden müstesna bir mevkii işgal eder, hatta onun bu istisnaî du­ nunu, geniş ölçüde Türk tarihinin hududlarını aşar ve doğurduğu bü yük neticeler dolayıstyle, beşerin mazisinde en ehemmiyetli hadiseler den* birini teşkil der. Çok umumî bir tarih bilgisi ve şuuruna sahip bir Türk aydını için bile Malazgird zaferi, bize yeni bir devre açmakla ve yeni bir vatan hazırlamakla, derin bir mânâ taşır. Lâkin hadise, modern bir tarihçi görüşü ile mütalâa edilince onun derhal cihan şümul ehemmiyet ve tesirleri göze çarpar. Bu sebeple, bu büyük za­ fer günü millî bir bayram olarak kutlanmağa, kutsileştirilmeye ve bize bugün ile birlikte bu vatanı bahşeden Alparslan da Millî tarihi­ nin arslanı ve garp TÜRKLERİNİN ATASI olarak tazim ve tebcile lâyıktır. Nitekim lslâmdan önceki Türkler de Gök - Türklerin kur­ tuluş ve hâkimiyetine delâlet eden ERGENEKON BAYRAMINI asırlarca dinî ve millî ir gün olarak tesbit etmişlerdir. Tarihin büyük dönüm noktalarında birini teşkil eden Malazgird zaferinin ilk mühim neticesi, şüphesiz, islâm ve hıristiyan dünyaları­ nın kaderini değiştirmekle meydana çıkar. Gerçekten hıristiyanlık ve islâmiyet, kendi imân, ve görüşlerine göre birer dünya nizâmı ve akl de birliği kurmak gayesiyle, bütün orta çağlar boyunca, birbirleriyle hâkimiyet ve üstünlük mücadelesine girişmişlerdi. Hıristiyanlık put­ perest Roma, Yunan ve yakın Şarkın kargaşalık halinde bulunan inançlarını yıkarak kendi düşüncesine uygun manevî bir ahenk kur­ maya çalışırken yeni çıkan İslâmiyet daha anî ve mucizevî bir haya tiyet hamlesiyle ve daha cihan şümul bir dâva Üe ortaya atflarak, yalnız, onun genişlemesini durdurmadı; bizzat hristiyanlığın yayılmış olduğu ülkelerde bile kendi medeniyet ve akidelerinin hâkimiyetini de kurmaya muvaffak oldu. Bununla beraber İslâm, ilk hamle ile, Sâsânî Iranı derhal yıktığı halde hıristiyan dünyasının lideri Bizans İmparatorluğunun sadece kanatlarını kırabilmiştir. Akdenizin doğu, batı ve cenup sahillerine süratle sahip olan müslümanlar bir kaç asır kadar da bu denizde hâkimiyetlerini muhafaza ettiler, öyleki İbn-i Haldun'un müstehziyane ifadesiyle, HIRİSTİYANLAR, O U N MÜDDET, AKDENIZDE ARTIK BİR TAHTA PARÇASI bile yüzdüremiyorlardı. İslâm âleminin büyük kudretine ve müslüman medeniyetinin göz kamaştırıcı üstünlüğüne rağmen, asırlarca karalarda ve denizlerrfWW>nT<WW)TTii >» »SöSîîJîîîl^^ azgirt Zaferi ve Anadoluda 1uRE€ Destanı de ric'at eden hristiyan dünyası bir türlü mukavemetten vazgeçmiş değildi. Böylece, bu günkü tabiri kullanmak caizse, bu iki âlem bir birinden DEMİR BİR PERDE ile ayrlmış olarak yanyana yaşadı. Bu vesile ile sadece şu kadarını kaydetmeliyiz ki bu perdenin beri ta rafında, islâm hâkimiyetinde bulunan hristiyanlar daima din hürri­ yetine ve yaşama haklarına sahip oldukları halde, öte tarafta hıristi-» yanların hâkimiyetinde kalan müslümanlar, yalnız orta çağda değil* yeni zamanlarda bile bu imkânlara sahip olmadılar. İslâm orduları,ya? - kış, asırlarca Bizans topraklarına saldırdı ise de Toros silsile­ si - Erzurum hattı ötesinde devamlı bir fetih vuku bulmadı. Hattâ İslâm medeniyetinin en yüksek seviyeye eriştiği X. asırda artık İs­ lâm kavimleri hayatiyetini kaybettiği ve siyasî dinî ve içtimaî müca­ deleler islâm dünyasını büyük bir buhrana sürüklediği için Bizanslılaı derhal müdafaadan taarruza geçtiler; büyük İslâm bölgelerini is­ tilâ ve hattâ bizzat halifelik merkezlerini bile tehdid ettiler. Selçukluların zuhuru ile durmuş olan taarruz ve istâlaları da tekrar lamak kararında idi. İşte, Malazgird meydan muharebesi islâm ve hıristiyan âlemlerinin kaderlerini tayin ile alâkalı böyle bir zamanda ve bu şartlar içinde vukuu buluyordu. Selçuk devleti böyle bir mu harebeye hazır bulunmadığı için İslâm dünyası cidden korku ve en­ dişe içinde idi. Bizzat sultan ve Abbasî halifesi bu endişeyi duyanla rın başında idi. Bu sebeple her ikisi de bütün kuvvetlerini cepheye sevkeden imparatora sulh teklifinde bulunmuştu. Lâkin kuvvetinden mağrur ve zaferden emin bulman imparator, sultanın hazırlanma ih timalini düşünerek bunun ancak Selçuk payitahtında mümkün olabi leceği ifadesiyle, bu müsait sulh tekliflerini red eyledi. Alparslan, 80.000 den fazla olmayan ordusu ile, kahir düşman kuvvetlerine karşı muharebeyi kabule mecbur bulunurken endişesi cidden büyük idi. Bu münasebetle mağlûbiyet ve ölüm ihtimallerini hesap ederek ordusu huzurunda ahd ve vasiyetlerini yapmak lüzu­ munu duydu. Son tesellisi, islâmın bu büyük gününde ve onun uğ­ runda şehit olmak idi. Halife de bütün islâm, ilim ve din adamlarını bu kadar gününde, camilerde Allahın Türk Ordusuna yardım» ve islâmın zaferi için, duaya davet etti. Dua sesleri camilerde yükseldi ği bir günde, muharebenin hayırlı olacağı ümidiyle saflar kuruldu ve 26 Ağustos 1071 Cuma günü iki ordu karşılaştı. Muharebenin çere yan tarzı ve neticesi malûmdur, ilk islâm askerleri Kadisiye ve Yermükte nasıl bir avuç kuvvetle koca Sâsânî ve Bizans imparatorlukla tını yıkmış veya parçalamış ise Malazgird'de de ayni şey olmuş: ma nevî kuvvet maddî üstünlüğü yere sermiştir. Zaten Kur'anda da bu hususa dair bir beşaret müslümanları daima cesaretlendirmişti. Bi­ zans ordusunda hizmet gayrimüslim Uz (Oğuz) ve peçenek Türkleri nin ırkdaşlarını tanıyarak Selçuk saflarına geçmesiyle başlar. İslâm dünyasının iç ve dış tehlikelerle böyle bir buhrana maruz kaldığı bu asırdadır ki Türkler Islâmiyeti kabul ve XI. asırda da Sel çuk İmparatorluğunu tesis etmek suretiyle islâm dünyasına taze bir kan aşıladı ve onu inhilâlden kurtardılar. Bununla beraber Selçuk İmparatorluğunun kuruluşundan (10-40) Malazgird zaferine (1071) kadar, geçen 30 yıl zarfında, henüz Bizanslılara karşı kafi bir teşeb buse geçilmiş değildi. Zira bu devrede Selçuklular islâm dünyasının iç meseleleri ve birliği ile meşgul bulunuyorlardı. Bu sebeple uzun müddet Türk - Bizans münasebetleri küçük ölçüde mücadelelerden ibaret kaldı. Nüfus kasâfeti ve yersizlikden sıkıntı çeken ve birbirini sıkıştıran göçebeler, Boy Beyleri idaresinde aileleri ve sürüleri ile göçerek kendilerine yurt ve hayvanlarına otlak bulmak maksadiyle Anadolu sınırlarından içeri giriyorlardı. Selçuk hükümdarları, islâm sultanı sıfatiyle, müslüman memleketleri ve ahalisini korumak için, bu insan akımnı Orta Asyadan Anadoluya doğru sevk ediyorlardı. Müslümanların ve bizzat halifenin şikâyet ve arzulan da müslüman ülkelerini bu akınlardan korumaya matuf idi. Esasen Selçuk devleti de bu nufüs kesafetinin bir baskısı neticesinde kurulmuştu' Bu su­ retle bütün boy beyleri, bütün göçebeler kendilerine yurt bulmak için Anadoluya göçmek zaruretini kavramış ve bu husus herkesin şuuruna yerleşmişti. Tuğrul Bey ve Alparslan tarafından yapılan Şar kî Anadolu seferleri; Kulamış, Afşin, vesair kumandanlar idaresin­ de sevk edilen bazı merkezî kuvvetler müstesna, Malazgird kadar Anadoluya yapılmış Türk akın ve Fetihleri hep bu göçebe Türk boy larmın eseri idi. Boy Beyleri idaresinde Anadoluya giren Türkler Si vas, Kayseri ve Konya'ya kadar ilerlemişler birçok bölge, şehir ve ka sabaları işgal etmişlerdi. Fakat bu fetihler henüz kat'i bir mahiyette olmadığı gibi Selçuk - Bizans hudutlarında da esaslı ve hususiyle hukukî bir değişiklik bahis mevzu değildi. Bu sebeble Bizans toprak lan içinde Anadoluda, Türkler henüz bir takım mahallî veya muvak kat adacıklar halinde bulunuyor ve seyyar koloni teşkil ediyor idi. Öyle ki Bizanslar bunlar üzerine kuvvetler sevk ettiği zaman göçebe ler ya mahsur bir durumda kalarak mücadele eder veya büyük kuv­ vetle karşılaştıkları zaman bölgeyi terk edip başka bir sahaya gider­ lerdi. Fakat tamamiylc çekilmek ve Anadoluyu bırakmak bahis mev zuu değildi. Zira onlar için tekrar Türkistana dönmek hem faydasız, hem de imkânsızdı. Binaenaleyh Oğuz Türkleri ya Anadolu'da kendi lerhıe Yurt bulacak veya orada ölecekler idi. I Malazgird muharebesine kadar ne Bizans Türkleri Anadoludan "çıkarmak teşebbüsleri bir semere vermiş ve ne de islâmın iç mesele­ leri ile meşgul bulunan Selçuk devleti, bu kısmî istilâları kat'i bif fütuhat şekline sokarak ırkdaşlanna emin bir yurt sağlamak, islâmın, bu eski rakibini ezerek tarihî vazifesini ve cihangirlik mefkuresini gerçekleştirmek imkânını bulabilmişdir. Nitekm, Mısırda hâkim bu­ lunan Şiî Fâtimî devleti islâm dünyasının birliği ve selâmeti için cid dî bir engel teşkfl ediyordu. Hattâ Tuğrul Bey zamanında onun mev İdi bir derece sarsılmış ve bu sebeple de istanbul camiinde namı­ na okutulmakta olan hutbe, Abbasî Halifesi ve Selçuk Sultanı adına çevrilmiş idi. Lâkin Şii'ler, henüz Selçuklular idaresinde bulunan Sünni islâm dünyasiyle rekabet iddiasından vazgeçmiş değildi. Bu Sünnî - Şii rekabeti dolayısiyledir ki Malazgird muharebesi arefesin de Alparslan Bizanslılarla değil Fatimîlilerle hesaplaşmak zaruretini duyarak Suriye seferine çıkmış bulunuyordu. ı Bu Selçuk - Fâtifî rekabetinden faydalanmak isteyen Bizans imparatoru Romanos Diogenes devletinin bütün imkânlarını seferber ederek 200.000 kişilik büyük bir ordu ile harekete geçerken yalnız Anadoluyu mutlak surette Türklerden kurtarmak niyetinde değildi', O, ay m zamanda, İslâm dünyasına karşı evvelki asırda başlamış v* îwj^2iîn*faî»»n öfiafös»^^^ Bu büyük zaferin bir hususiyeti de tarihte ilk defa bir Bizans imparatorunun islâmlara esir olması idi. Zaferin büyük ehemiyeti do layısiyle Türk - İslâm dünyası bayram yapmış, bu uğurlu gün islâ­ mın KADİSİYE ve YERMUK gibi ilk büyük zaferleri meyanında tebcil ve Alparslan da ulu Peygamberin eshabı olan gaziler arasın d? tazim edilmiştir. Malazgrit zaferine daha ilk zamanlarda atfedi­ len bu ehemmiyet ve onun Uk büyük islâm zaferleriyle mukayesesi, tarihin neticeleri dolayısiyle de, isabetli olmuştur. Gerçekten İrana Ve Bizans'a karşı ilk zaferler kazanılmamış olsaydı, nasıl islâmiyet Arabistan çöllerinde boğulmağa mahkûm olur ve beşeriyetin eski çağ ve Avrupa medeniyetlerini birbirine ulaştıran ve üçüncü büyük eseri olan islâm medeniyetinin vücud bulması imkânsız idi ise Sel­ çuklular zuhur etmemiş ve Malazgird zaferi elde edilmemiş olsaydı müslüman kavimleri ve İslâm medeniyeti de öylece daha onbirinci asırda sahneden çekilirdi. Neticede bu medeniyet, XVI. aşıra kadar Üstünlük ve hayatiyet bahşeden Anadolunun Türkleşmesi ile üç ki ta üzerinde dünya nizâmına âmil olan Osmanlı imparatorluğunun kurulmasına imkân veren hadiselerin şümulü iyice muhakeme edilir­ se Malazgird zaferinin cihanşümul mânası ve tarihte nasıl bir dönüm noktası teşkil ettiği daha kolay anlaşılır. Malazgird zaferinin, islâm ve hıristiyan dünyalarının kaderine tesir eden bu ehemiyetinden son ra, ilk büyük netice, hiç şüphesiz, Anadolunun fethi ve Türklesmestdir. Halifelik ordularının asırlarca mücadelelerine rağmen, Bizans­ lılardan koparamadıklan bir ülkenin şimdi islâmın hamisi Türklerin Ve göçebe Oğuzlar tarafından hayatî ehemmiyeti hazidir. İslâmın ilk fetihleriyle sadece kanatları koparılan, fakat X. asırda tekrar kanat­ lanıp taarruza geçen Bizans Anadolunun fethi ile bel kemiğini kavbe derek artık tedrici bir ölüme mahkûm edilmiş oldu. Nitekim Malazgirtten sonra Bizans'ın mukavemeti kalmadığı için, Türkler yirmi yıl zarfında çadırlarını boğazlar, Marmara ve Adalar denizi sahillerin­ de dikmeğe muvaffak oldular. Müslüman Selçuklular Anadoluyu açarken, onların gayrimüslim ırkdaşları «Peçenek» Uz (Oğuz) Türk­ leri de Balkanlara iniyordu. Böylece Türklerin dünyaya bu üçüncü ta^ma devresinde Bizans imparatorluğu Asya'da ve Avrupa'da tam bir Türk KISKACI içine girmiş bulunuyordu, öyleki Frenkler haçlı seferleri ile Türkler üzerine büyük akınlar yapmamış olsaydı lstanbulun fethi, balkanlara geçmek ve Avrupada birleşmek ilk Selçuk yayılışında mümkün olacaktı. Bununla beraber şarkî Avrupaya ve balkanlara gelen Türkler müslüman olsa ve Anadoludaki ırkdaşlan gibi yeni bir medeniyet mümessili olarak oralarda yerleşselerdi Türk tarihinin akışı daha başka bir mahiyet alır ve bahis mevzuu engeller de daha kolay bertaraf edilirdi. Türkler Anadoluda henüz yerleşmekte iken Haçlı seferlerinin açtığı yeni bir mücadele devresi bir asır kadar sürdü ve Türkleşme faaliyetini geri attı. Bu durumda onlar orta Anadoluya çekilmeğe »•$%! *îrfl lM|itl|^»Ml'»M«İİİin<^^ mecbur oldular. Diğer taraftan Anadoluda teşekkül eden öteki Türk devletleriyle cereyan eden rekabet kavgaları da bu buhranı arttırıyor du. Vaziyetten faydalanan Bizanslılar sahilleri işgal ile Anadoluyu istirdat ümitlerini besliyorlardı. Malazgirt zaferinin öldürücü tesirle­ rine rağmen Bizans'ın istirdad teşebbüsleri bir asır kadar devam et­ ti. Nihayet Anadoluda Türk birliğinin kurucusu ve bu vatanın ikinci banisi II. Kılıçarslanın Manuel komnenos'e karşı kazandığı (Myrokephalon) Kumdanlı zaferi (1176) Bizansın Anadoluyu kurtarma ümit ve teşebbüslerine ebediyyen son vermiş ve Malazgrit'ten sonra bu ikinci zafer sayesinde bu memleket artık kat'i bir şeküde bir Türk vatanı olmuştur. Malazgirttcn sonra Bizanslılar haçlı müdahaleleri sayesinde bir kaç asır daha ömürlerini uzattı ve hattâ bir ara belini doğrultur bir hale geldi ise de Türk - İslâm dünyası karşısında bir daha ciddî bir rakip kuvvet vasfını kazanamadı. Böylece hıristiy ani iğin müdafaa ve taarruzu artık ORTODOKS şarktan KATOLİK garbe intikâl et­ ti. Viyana önlerine, X VI. asra kadar devam eden bu müdafaa bun­ dan sonra taarruz şeklini aldı. Malazgirt zaferinin hıristiyan dünyası üzerinde icra eylediği akisler yirmibeş yıl sonra Türklere karş» sel gibi akan haçlı seferlerini meydana getirdi. Mamafih bu seferlerin doğuşunda Bizansın Malazgirt münasebetiyle giriştiği tahrikleri, Fath illilerin Kudüsü işgalcri ve nihayet Avrupa'nın orta çağda içinde bu­ lunduğu derin cehalet ve taassubu da göz önünde tutmak icap eder. Nitekim garp hıristiyanlann gayesi Türkleri Anadoludan çıkarmak de ğil Kudüsü ele geçirmekti. Diğer taraftan Türklere karşı düşmar ve rumlara karşı dost olarak gelen haçlılar tamamiyle aksi hislerle dön müş idiler. Zira onlar bu seferler esnasında Bizanslıların daima hiy le ve hiyanetlerine uğradıkları halde, Türklerden, esaret zamanlannda, sadece merhamet ve âlicenaplık görmüşlerdi. Bundan dolayıdır ki orta çağ Avrupasında asalet ve kahramanlığın ancak Türklerle Franklara ait olduğu kanaati yerleşmiş, bu iki kavmin aynı ırkî men şeden gelip kardeş olduklarına dair de bir takım efsaneler teşekkül etmiş ve bu iki şövalye ırk arasında yalnız bir din farkı bulunduğu düşüncesi devrin kroniklerine geçmiştir. Haçlı taarruzlarına ve büyük Selçuk imparatorluğunun parça­ lanmasına rağmen İslâm dünyasının hıristiyan dünyası aleyhindeki İnkişafı XVI. asra kadar devam etti. Dikkata şayandır ki XIII. asır­ da çıkan Moğol kasırgasının en büyük tahribat ve zayiatı Türkler üzerinde vuku bulduğu halde, müslüman dünyasında yine Türkler kısa bir duraklamadan sonra hayatiyetlerini muhafaza ederek tekrar iktidarı ele aldı ve yayılmaya başladılar. Lâkin islâmın hamisi ve mü messili olarak Selçuklular sayesinde Fatih Türkler karalarda muzafferane ilerlerken Akdenizde vuku bulan bir inkilâp Türk - tslâm dünyasının kaderi bakımından büyük bir ehemiyet haizdir. Filha­ kika Selçuklulardan önce islâmlar karalarda ricat ederlerken denizler de ve hatta İspanya'da henüz mevkilerini muhafaza ediyorlardı Hal buki islâm dünyası Türklerin idaresinde karalarda müdafaadan taar­ ruza geçtiği sırada Akdenizde, tersine, ric'at başlamış ve deniz hâki­ miyeti tedricen hristiyaıılara kaptırılmıştı. Hattâ İspanya'dan geçen şimalî Afrikalı Murabit ve Muvahhid'lerin hamlesi de Endülüs müslümanlarının uzun müddet mukavemetlerine imkân vermemişti Malazgird zaferinden sonra başlıyan haçlı seferleri ne kadar Garbın şuursuz bir hareketiyse İslâm medeniyetinin tesirleriyle bun­ ların Avrupa üzerindeki medenî neticeleri o derece ehemmiyetli ol­ muştur. Bu seferlerle birlikte Avrupa uyanmağa ve yeni medeniyet hamlesi yapmağa başlarken Akdeniz hâkimiyeti de müslümanlardan onlara intikal ediyordu. O şekilde ki, birinci seferden sonra haçlılar tiddî bir islâm donanması ile karşılaşmadan Suriye ve Filistin liman larına çıkabiliyorlardı. Selçuklular haçlı ve Bizans taarruzlarını kırıp XIII. asırda keza XIV. asırda Aydın Oğullarının adalar denizindeki müthiş teşebbüsleriyle tedricen Ak ve Karadeniz sahillerine çıktılar ve mühim donanmalara da sahip oldularsa da artık Avrupalılar ile rekabet edebilecek bir deniz küveti vücuda getiremediler Hattâ, Osmanlı İmparatorluğu XVI. asırda Viyana önlerine ve Atlas dağ larına doğru ilerlerken Akdenizde de tam bir hâkimiyet kurmuşlardı. Fakat Avrupalılar yeni bir medeniyet hamlesi içinde ve Okyanusla­ rın fethi ile meşgul bulundukları için Türk - İsâm dünyası artık kud retinin son noktasına varmış; halbuki Avrupa hamlesine yeni başla­ mıştı. Böylece Müslüman Şark ile Hristiyan Garb arasında teessüs eden medeniyet ve kuvvet muvazenesi tedeiren Avrupa'nın üstünlüğü ve binaenaleyh karalar ve denizlerde ilerlemesiyle neticelendi Dik kata şeyandır ki bu asırda bazı Türk mütefekkirleri Avrupa'lılarm Okyanuslara açılması ve hâkimiyetleriyle Türk İslâm dünyasının sa­ rılmak ve iktisadî çöküntüye uğramak tehlikesini tamamiyle «drak et­ mişse de, bir tarafta artık hayatiyetini kaybeden bir islâm medeniye ti, diğer tarafta yeni bir hayatiyet hamlesi almakta bulunan bir Avru pa medeniyeti karşı karşıya idi. Bundan başka Türkten gayri bütün islâm kavimleri asırlarca evvel dalmış olduklan uykuda berdevam idiler. Türk milletini tek başına islâm medeniyetine altı asırdan da­ ha fazla bir hayatiyet veremiyeceği için o da yorulmuş ve uykuya dalmış: bununla beraber ilk uyanma faaliyeti de geçen asırda yine Türklerde başlamıştı. i (Devam edecektir) föyf.0»*m 0fuu»ıTUJ*Ci*t m DEVLET * 24 AĞUSTOS 1970 * SAYFA : 8 I olaylar • düşünceler • yorumlar • olaylar • düşünceler rinde sanayileşme lenıne düzenle­ me yapılmamıştır. Zira, gayrî men kûl kiralarındaki kazanç nisbeti yıllık carî faizin çok üstündedir . Bunun kesinlikle önlenmesi gere­ kir. Sanayileşme lehine olarak gayri menkûl kiralarının, arsa ve inşaat kazançlarının yıllık faiz oisbeti altında olması sağlanma ılığından tefecilerin balkın kanaat­ kar lokmalarına tecavüzleri ve ik­ tisadî kalkınmayı kendi lehlerine o tarak baltalamaları ve fiyat oyun lariyle halktan vergi ve hara(, al­ maları önlenmemiştir. 8 — Sosyal Sikortalar K muyla TC Emekli Sandığının inşa at yatırımları fiyat amilliğı ve enf lasyonculuk huzur ve refah kun­ dakçılığı bakımından özel teşebbü se emsal teşkil etmiştir. * - N.UNUL IHTI Y ACİ NIN KARŞILANMASINDA ya­ pısal değişikliğe bağlı olarak yıl­ lık şehirleşmenin ısehre akının) ve şehirlerde ortaya çıkacak ihtiya Cin I da üstünde plânlı bir konut ve semt inşası öngörülmemiş, ve İşe giren herkesten mecburi bir konut primi keserek ve şahsın oBieklıliğmde borcunu ödemiş ola­ cağı hır sistem, bu amaçla'da bir KONUT GENEL MÜDÜRLÜĞÜ kurumu 'esıs edilmemiştir 10 — uayrı Menkûl kirala finin bankaya yatırılması şan ko­ şulmamış cari tarzı aşan nispetle­ rin vcsaır vergilerin tahsili öngö­ rülmemiştir. Gayri Menkûl sahiple t i de yükseltilen vergileri rahatlık la kiracılara yansıtmıştır 11 — Tapu dairelerinde ar­ ta satışlarındaki cari faiz nispeti­ ni aşan Kazançlar tahsil yoluna gi dUmcmıstir 12 — Kalkınmak için yatı rım, yatırım için tasarruf ve tasar ruf için de fiyat istikran şan ol­ duğundan her nedense anti—enf­ lasyon ist tedbirlerde rant sahiple­ ri lehine olarak ihmal edilmiştir.» öte yandan Milliyetçi Hare­ ket Partisi Genel Sekreter Yar dımcısı Süleyman Sürmen geçen hafta TÜRKİYE ÜNÎVERSÎTE LERl VE OKULLARI KADE­ MELERİ SENDİKASI Genel Kongresinde bir konuşma yapa rak özetle sövle demiştir: «Biz, Milliyetçi Hareket Par­ tisi olarak, ferdiyetçiliği, esas alan ingiliz yutturması liberal ve materyalist görüşün karşısında ol duğumuz gibi, bir sınıfı, diğer sı futların üzerine çullandırmak is­ leyen Marksist—Leninist zihniye­ tin de bütün gücümüzle karşısın­ dayız Müdafaasını yaptığımız dü Cen, sımflararası dayanışma şuuru BU esas alan, fırsat ve imkân eşit­ liğinden yana, sosyal adaleti ger­ çekleştirmek isteyen ve süratli kat­ lanma fikrini benimseyen Milli­ yetçi—Toplumcu görüştür Yobaz lığa, madrabazlığa, düzenbazlığa, devribazlığa ve tekmil hilebazlıklafft bu görüşle son verilmesini istiTürkiyemizi, aynı kan, aynı İman, aynı vicdan, aynı irfan, ay• ı izan ve aynı mUIî heyecanı du­ yan insanların ülkesi olarak gör­ mek istiyoruz! inanıyoruz, güveniyonız ve millî hedeflere doğru, emin ve başarılı adımlarla yürüyoİUZ. Azmimiz sonsuz, savaşımı? da kararlıyız.» :::,;.:;';:;:>?-:V> işçiler suç işlemiştir İSTANBUL ve civanndaki ihti­ lâl denemesıyle Ue ilgili olarak ö r ­ fi idare mahkemelerinde devam eden duruşmalar sırasında dinlenen subay şahitler işçilerine suç işledi ğini ifade etmişlerdir ve askere si lâh çekildiğini belirtmişlerdir Tuğgeneral Vahit Güneri, işçile re hoperlörle devamlı olarak hitap ettiğini, kanunsuz hareketlerden vazgeçiremediğini ifade etmiştir. Mahkemeye sivil olarak gelen Birinci Ordu Kurmay Yarbaşkanı Tuğgeneral Vahit Güneri tanık o iarak verdiği ifade de 16 Haziran günü Ordu Komutanının emri ile Ankara asfaltı üzerinde helikop terle keşif yaptığını belirtmiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir. «Keşif sırasında bazı işçiler gruplarının toplandığım gördüm. En büyük topluluk Otosan önün­ de bulunuyordu. Toplum ve asker den barikat yapılmıştı. Helikopter den baktığım zaman önce düzenli olan topluluğun sonradan dağınık şekil aldığını, gördüm. Selimiye'­ ye döndüğüm zaman barikatların yapıldığı ve bu topluluğun çeşitli yollardan Üsküdara gittiklerim ar kadaşlardan öğrendim. Üsküdara hoparlörlü bir tej üe gitim ve bu rada toplanan kalabalığa motor kaputunun üzerine çıkarak hukuk devletinde Anayasa devletinde ya sadığımızı söyledim. Kanunsuz bir yürüyüş yaptıklarım anlattım. Kadıköy Kaymakamlığı önünde de bu durumu tekrar ettim. Kay­ makamlık önünden Kurbalıdere bölgesinde toplanan işçilerin bu lunduğu yere gittiğim zaman işçi lerin ellerinde taş, sopa, ucu bezle bağlanmış demir çubuk gördüm. Taş ve sopalan Kurbalıdereye at urdun. Bu arada bir askerin ba­ şına taş atmışlar erin arkadaşı işçiyi kovalıyordu. Jepteki hoparlörün duyurma ka biliyeti hakkında Yargıç tarafın­ dan sorulan soruyu tanık Gereral şöyle cevaplandırmıştır: «Jep, piskolojik, harp bölüğüne ait bir araç olduğu için hoparlörün den yapılan konuşma uzak mesa­ felerden duyulur. Topluluğun en sonundaki işçinin dahi sözlerimi duymuş olması lâzım» şeklinde ce vaplandırmıştır. Tanık General askere silâh kul­ lanmak için emir vermediğini, bir jep'in yandığını gördüğünü, Kadı­ köy bölgesinde duyulan fakat ki­ min kullandığım bilmediği silâh sesleri üzerine işçilerin dağıtmaya başlamaları üzerine «madem kamı na aykırı hareket etmiyorsunuz, o halde niçin kaçıyorsunuz?» dediği ni sözlerine eklemiştir. Tanık olarak dinlenen Birinci Ordu Karargâh Komutam Piyade Albay Vahdi Çakar olay günü Bağ dat caddesi üzerinde 350 kişilik bir kuvvetle tertibat aldığım saat İS şualarında 12-14 bin kişilik bir iş çi grubunun gelmekte olduğunu ve işçilere yaptıklan hareketin ka nun dışı olduğunu söylediğini, fa­ kat söz dinlemediklerini bu büyük kalabalığın gelmesi üzerine aske rin yolu açmak zorunluğunda kal­ dığım ve işçilerin serbestçe Kadı­ köy istikâmetine aktığını söylemiş tir. : nişi karşısında tena naiüc Koncan bir burjuva hükümeti, tamamen işçi lerin kontrolü altına giren toanbul ve izmit'te örfi idare ilân et mistir.» ;:. x .* : üş. ALMANYA'DAKÎ MİLLİYETÇİLER m -•* V- '4 i. i ^gf MlLLf MAHDUM — Rektör vekil­ liğinden istifa etti. Fakat Komsonıollar Rektör olmasını istiyor.. • OIiTÜ'ndte Durum GEÇEN hafta içinde ODTÜ mü tevelli heyeti, hükümet tarafından tayin edilmiştir. Yeni Mütevelli Heyetinin üyeleri şunlardır: Prof. Dr. Ahmet Kılıçbay, Prof. Aziz Ergin, Prof. Dr. Ekrem Gök­ su, Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, Dr. Şahap Kocatopçuoğlu, Ahmet Tokuş, Osman Bozok, Akif Tuncel. Yeni Mütevelli Hcyeü'nin tayi­ ninden hemen sonra «Komsomol Çetesi» bir bildiri yayınlayarak kendi kanaatleri dışında heyetin vereceği bütün kararlara karşı ey­ leme geçeceklerini ifade etmişler­ dir. «Konsomol Çetesi» nin büdırisinde dikati çeken husus, Çete­ nin Rektör adaylarının Erdal tnö nü ve Yaşar Gürbüz olmasıdır. Şubat ayında cereyan eden olaylan hatırlayanlar ismet ördemir'in Çete için artık «Devrimci» sayıl madiğidir. Erdal inönü'nün bun­ dan ders alması gerekir. Ayrıca Mütevelli Heyetinin se­ çiminden sonra Rektörlük maka­ mını «fuzuli işgal eden» Erdal İnö nü, istifa etmiş ve ODTÜ mensup larına yazdığı mektupta Komso mol Çetesinin bildirisine paralel olarak, Heyetin kendi fikirlerini alması ve buna göre kararlar ver meşini istemiştir. neler oluyor HAZİRAN ayında istanbul ve İzmit dolaylarında «işçi Hareket­ leri »adı altında yapılan ihtilâl de­ nemesi üzerine Almanya'da bulu­ nan «Türk Toplumcular Ocağı» adındaki marksist teşekkül de ha­ rekete geçmiş ve TIP kurucuların dan ve DISK'in eski Genel Sekre teri ibrahim Güzelcc'ye işçi bare ketleriyle ilgili konferans verdit miş ve bu münasebetle yayınladık lan bildiride işçileri ihtilâle teşvik etmişlerdir. «işçilerin savaşı devam etmek­ tedir» ve «Savaş işçi sınıfının ve emekçi yığınlannın kesin zaferine kadar sürecektir» sloganlarım ih­ tiva eden bildiride şöyle denilmek tedir: «Grev yapan işçilerin üzerine Toplum Polisi saldırtılmış, üç işçi kardeşimiz polis kurşunuyla şehit düşmüştür, işçinin bu güçlü dire­ öte yandan Almanyadaki mil­ liyetçi işçi ve gençlerin kurduğu «Berlin Türk Ocağı» ise bir büdi ri yayınlamışlardır. Bildiride şöy­ le denilmektedir: «Müeuer Millî Kültürleri, mil­ lî ahlaktan, Dinlen tarihler, ve millî şuurları yaşadıkça yaşanar. Türk milletini yıkmak ıstıyenıer, onun dayandığı Millî Kültür te incilerini dinamitlemeyi Türk Genç ligini Türk Kültüründen ve Anane lerinden ayırmayı en sağlam bu* yol olarak seçmışlredir. Ne acıdır ki, Bugün Gençliği tarihi değerle rinden habersizdir. Millet içinde sınıflar ayıran ka­ pitalizm ve nede moskot emper­ yalizm haline gelen komünizm, Türk miletı için ne bir kurtuluş ve nede kalkınma yolları olamazlar. Bize üçüncü bir yol gerek Bu yol dışardan ital edilmeyen tek kur­ tuluş yoludur. Türkçülük yoludur kendine dönme yoludur. Biz milli­ yetçiler inanıyoruz ki Türkü an­ cak ve ancak yine Türkler kuna racak. Türkün Türkten başka dos­ tu yoktur. Sizlen birliğe, kardeşliğe Kut­ sal bir yolda beraber olmak omuz omuza, el ele yürüyerek ayni çile yi çekmeye, Vatan için Millet için çalışmağa, Milliyetçiliği TURANA yükseltirken Vatanımızı bir'ar ön ce iktisaden Cennet haline getir­ meğe çağırıyoruz. Tanrının yar­ dımı ile Türkçü bu yolda bütün Milliyetçilerle el ele vererek hedo fe doğru yürüyeceğiz. Bu vol OĞUZ HAN*ın ALPARSLANTN, YUNUS EMRENIN FATİHİN, YAVUZUN ve ATATÜRK'ün to runlan için açtığı hakikat volu dur. Türklük yoludur. Türk M ille tini sevenler mücadeleye katili mz.» Ülkü-Sen Bc^mı Dr DtiJrsftâ lûûû ycyınlm^j Ülkücü Öğretmenler S e n d kası (ÜLKÜ - SEN) Genel B a ş kanı Doç .Dr. Recep Doksat bil bildiri yayınlayarak «Türkiye'­ nin bugün bir milli eğitim poli­ tikası yoktur» demiştir. Dr. Dod sat öğretmenlerin çeşitli tertip lerle bölündüğünü ve bu bölün­ meler sonunda meslek itibarı nın da sarsıldığım belirttiği bil dirisinde özetle şöyle demekte* dJr. «MilU kurtuluşumuz: Kültürde özleşmeye yönelmemizi, mil­ li olan ülküye, ahlâka ve kültü. re önem vermemizi gerektirir. İlkokuldan üniversiteye k a d a r Türk öğretmeninin kutsal göre­ vi. FİKİR'de. İS de, ÜLKÜ'de ve MİLLİ DUYGU'da birlik kur­ maktır. Özellikle .kendisini TÜRK BİLEN, TÜRK HİSSE­ DEN, TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ nin sevdalısı olanlar, dâvasına şahin çıkmak mecburiyetinde­ dir. Bu bakımdan. «BİZE BİZ­ DEN FAYDA VARDIR!» diven, «HFHSEY TÜRK İCİNT. TÜwK e GÖRE ve O n u n YARARİNA > olaylar • düşünceler •yorumlar •olaylar •düşünceler OLMALIDIR» inancını taşıyan içine düştüğümüz m a d d i ve ma­ nevî KÜLTÜR PERİŞANLIĞI'nın ızdırabını duyan aydınların ve öğretmenlerin h a r e k e t e geç­ m e s i ve birleşmesi şarttır. Biz, mesleğimizi kademe, zümre, menşe ve ideolojik ku­ tuplaşma sahası olarak görmü­ yoruz; Millete şekil ve r u h ve­ ren O'nun geleceğini teminat al­ tına alan, milletine kendisini ad a m ı ş FİKİR, RUH ve ÜLKÜ sembolü olarak tanıyoruz. öncü kabul ederek, araştırma ve yaymlar yapmak b u ilmî ça lışmaların yurt ölçüsünde ger­ çekleşmesine çalışmak; Kültürde özleşmeyi şiar edin mek, Ülkemizin maddî ve mane vi gelişmesinde öğretmene kut­ sal bir görev düştüğüne inana rak, onu huzura kavuşturmalım ŞART olduğunu gerekenlere a n latıp duyurmak ve bu uğurda tavizsiz, samimi b i r gayret gös­ termek. Öğretmenin itibarını ve haklarını korumak, ÜLKÜnı? V e EĞİTİMDE ahenk sağl i nak-) tır.» • Ülkücülerin Faaliyetleri DOÇ. DR. RECEP DOKSAT — t i kü - Se n Türk öğretmeninin e1* güçlü sendikası olacak.. Ne hazindir ki, mevcut ve geç m i ş yönetimler b u gerçeği gör­ m e m i ş , öğretmenliğin bir ihti­ sas işi olduğunun şuuruna erememişlerdir.. B u n d a n dolayı küskünlerin sayısı artmış, mes­ lekî itibar zedelenmiş; art dü­ şünceli, şartlanmış kişiler, b u fırsatlardan yararlanmak için h a rekele geçmişlerdir. Netice ola rak, kendi reklâmını yapanlar, ikbal hastalan, SAMİMİYET­ SİZLER ve şamatacılar meslekî teşekküllerin başına ç ö r e k ­ lenmişler; bölünme, fikri ayrı­ lık ,ideoloiik çatışmalar ve h u zursuzluk başlamıştır. Biz, Milliyetçi - Toplumcu bir görüsün gelişmesini, gerçek leşmesîni savunuyoruz. Ataları­ mızdan miras kalan, üzeri küllennviş olan millî vicdan, mil* 1î iz'an. mi'lî irfan, mîllî îman ve hevecan vfiniden alevîenmelidlr. Millî dâvaların ürpHne azîm ve cesareti*» vürümplivîz; vürüvecek nesilleri şuurlu olarak vetiştfrmelfviz. Öz f'Mr ve san'at kav n?k'»**ıtnızı taftMt etmeli, vakan c» kültür ı ı m n ı r l m m t<*mi>l#»ve|-Pİç m a n e v i Ao^er V»ülrü*v»İPrîr™i 7İ verıM**** F*'*.»t«r»#l»»Tr»eHvîz. TTrntmavalım I'* İrfîl**^ cmnc«'i« lîrmînln kA^ofî millî rfavnna^1^ r» r»;»-««rmek ve bu suretle yoketmektlr. B ü t ü n b u acı gerçekleri gördüğümüzden, mesleğimizin itibarını, gelece&in vehametini düşünerek, birlik ve samimiyet sağlamak imanıyla, ÜLKÜCÜ, ÖĞRETMENLER SENDİKASI' m kurduk. I AMACIMIZ : Öğretmenler arasında meyda n a cetV-ilen sun'i bölümlerin o r tadan kaldırılmasına, meslekî birlik ve dayanışmanın sağlan masına, bütün ö&retmenleri sev jrl. savgı ve TÜRKÇÜLÜK ÜL­ KÜSÜ çevresinde b i r araya ge tirilmesine çalışmak; ? Öğretmenlerin ekonomik, h u kukî. idarî, kültürel, sosyal hak ve çıkarlarını k o r u m a k ve ger­ çekleştirmek; Eğitim ve öeretim düzeni­ nin bütünü ile TÜRK MİLLİ­ YETÇİLİĞİ mihrakına oturtul m a s ı için, İLİM ESASLARINI Türk Milliyetçilerinin yurt sathında teşkilâtlanmasını sağlayan Genç Ülkücüler Teşiklâtı'nın Kay­ seri YENİ MAHALLE GENÇ ÜLKÜCÜLER TEŞKİLATI ku rulmuş ve bir kuruluş bildirisi ya­ yınlamışlardır. Bildiride özetle şöy le denilmektedir: «Gayemiz, çağlar üzerinden aşarak ilim ve teknikte ileri 100 milyonluk Milliyetçi Türkiye'yi kurmaktır. Bu şartlar içinde var ol mak millî gerçeklerimize dönmek­ le mümkündür. Maceralı bir ha yat, hayatımızın da sonu olabilir. Onun için binlerce yıl önce atala­ rımızdan BİLGE KAĞAN'ın aynı tehlikeyi sezerek milletine hitap et­ tiği gibi biz de bütün Türk Milleti'ne sesleniyoruz: EY TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN'. Ve millî ülkünün savasını verecek olan bizlerin «AKINCI BOZKURT LARIN» safında sen de yerini al.» • • * GENÇ ÜLKÜCÜLER T E Ş ­ KİLATI BOĞAZLAYAN ŞUBE - TÜRKİYE MİLLÎ KÜLTÜR VAKFI Oğuz YÜKSEL Vakıf müessesesi, Türk—İslâm Medeniyetinin en önemli müesse­ selerinden biridir. İçtimaî yardımlaşmanın, sosyal adaletin gerçekleş­ mesinde en müessir vasıtadır. Vakıf müessesesi, içtimaî hedeflere yö­ nelir, içtimaî yardımlaşma ve dayanışma fikrine dayanır. Mensup ol­ duğumuz Türk soyunun, yeryüzünde bir içtimaî bütün halinde görün­ düğü ilk günden beri, ansan sevgisine, içtimaî yardım ve dayanışma fikrine eriştiği, o ilk günlerden beri kurduğu çeşitli vakıf müessescle rinden anlaşılmaktadır. Bu müesseselerden biri de Türkiye Millî Kül­ tür Vakfı'dır. Bu vakfı tanınmış ilim ve iş adamlarımız kurmuşlardır. Bjşmda değerli bir insan, Ahmet Mustafaoğlu vardır. Vakıf, kabiliyetli gençleri milletimizin arzu ettiği seviyede insan­ lar olarak yetişmesini hedef almaktadır. Nitekim Vakfın gayeleri ara­ sında bu hususlar yer almakta, bunun yanı sıra «Memleket kalkınma­ sı, Millî Birlik şuurunun gelişmesi için araştırmalar ve yayınlar» yapı­ lacağı belirtilmektedir. Vakıf eğitim çalışmalarında şu esaslara dayanmaktadır: «Eğitimin gayesi insanın gerçek vasıf ve kabiliyetlerini geliştir­ mek ve onu* mensup olduğu cemiyet içinde gerçek bir insan havalı ya şaması için lüzumlu insan ve vasıtaları kazanmağa muktedir bir hale getirmektir. Türk çocukları, umumî kültür değerlerine sahip, millî kültür de serlerine, an'anelerine bağlı, onlan devam ettirmek iradesine erişmiş, yüksek karakterli, gerçek bir ilim adamının araştırıcı ve bulucu va sularını kazanmış; topluluk içinde kendine düşen vazifeleri ehliyetle başarabilecek, ekip halinde çalışabilecek, yönetici, memleketin bu­ günkü maddî ve manevi şartlarını ve imkânlarım iyi tanıyan, içtimai sorumluluk duygusu ile şuur ve iradesi gelişmiş; vücut bakmımdan da gelişmiş, gerekli beden eğitimini devam ettiren, sıhhatli, müteşebbis cesur ve mücadelesi olarak yetişecktir». Vakıf kültür çalışmalarında is şu umum! esaslara dayanmaktadır: «Kültür çatışmalarımızda millî bünyemizin yükseltici müsbef va­ sıf ve karakteristiğine aykırı hiç bir tutum ve faaliyet yer almayacak­ tır. Kültürde şahsilik ve hürlük prensibini kabul ediyoruz. Fakat bu prensibin yanında, vatandaşlar arasında kültür birliğini meydana ge­ tirmek ve korumak için kültürde millilik ve beşeriliği saelıvacak olan gerekli şart ve imkanların gerçekleşmesine yardım edeceğiz. Kültürde içtimaîlik ve millîliği milletimizi diğer milletlerden İçti­ maî bîr bütün İçtimaî bir şahsiyet olarak ayıran mlletimize has Türk— İslâm kültür değerlerini ve unsurlannı ortak değerler olarak geliştir­ mek ve benimsetmek mânası da anlıyoruz. Bütün kültür değerlerinin çaedaş medeniyetin zihniyet ve mefodlan ile işlenmesine taraftarız. Fakat, biz kültür çalışmaları memle­ ket çapında gerçekleştiği zaman Türkiye'de yeni bir Kültürün mey dana geleceğine inanıyoruz.» Vakıf yöneldiği gaveler ve takip ettiği metod bakımından arzu­ ladığımız bir müessese özelliğini taşımaktadır. Temennimiz milleti mizce ilei eörmesi ve oavelerini gerçekleştirmesidir. Nitekim kumcu­ ları da «Bizler bu VflMi. aziz ve necip Türk Milletinin j»*ır1ard«n h«»ri hasretini cek*«ği birl's»n ve refahın temini ile. lâvık olduğu medenî «e vîveve vükselebUmesîne ke»*t^rtnl hasredecek olan b»l<»«,«ıri ve fj»Tİ*»*1e Düetti»»* vfîstirmk makeodt île knruvoruz ve onu. AlJ^n ve hamiyet sever Türk Milletine huzur içinde emanet ediyoruz» demektedirler. St yayınladığı bildiride özetle şöy* le denilmektedir: «Türkiye'de Jn* deo—Grek menşe'li gayrî millî, kal1 pitalist sistem, milletimizin ideolflf' jik bünyesine uymadığı için buh* ranlar meydana getirecektir. Çün* kü daha ilkokuldan başlayarak^ milletin iman ve ideolojisine uy«r mayan gayrî millî, gayrî insanî/ gayrî ilmî telakkiler, Türk evlâtları nın kafasına perçinleniyor, Türlri Milletinin çocukları Yahudi Pantehizmi Yunan felsefesiyle meşgul ediliyor. $ Mücadele; milletin ahlâk, küf tür ve hayatının devam edip etmi* yeceği mücadelesidir. Türk Milli* yetçileri ile Türk düşmanları ara­ sındadır. Türk milletinin yaşama* sı, bu mücadelenin Türk Milliyet­ çileri tarafından kazanılması il* mümkündür.» • * • YOZGAT GENÇ ÜLKCCtl LER TEŞKİLATI yayınladım, bil diride özetle «Beynelmilel Sivo • nizme bağlı komünist ve kapıtalisi devletler, Dünyaya «NİZAM* ve ren şerefli milletimizin üç kıta ye* di deniz üzerindeki hakimiyetini asırlarca süren ideolojik ve sinsi bir-mücadele sonunda kısmen son vermişlerdir. Şimdi 100 milvon esir Türk'ün ümidi, son Türk kal©» sini yıkmak için çalışıyorlar Em­ peryalist Amerika ve millî azın* lıklar, kültür emperyalizmi yoluy * la, Türk Gençliğini vıpratıp soy* suzlaştırmak için uğraşırken bif* yandan da petrolden lüle tabına kadar iktisadi kaynaklarımızı ha­ rıl harıl sömürmektedir Batılı devletler ise bizi daha faz la sömürcbilmek için bir Hristiyan enternasyonali olan Ortak Pazar'a sokmağa çalışıyorlar Ortak Pazar iktisadî bir ölüm çukurudur Bij Milliyetçi Ülkücü gençler ORTAK PAZARA HAYIR divoruz.» de* mistir. • * • MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ GAZİANTEP G E N Ç ­ LİK KOLU 8. uyarma bildirisini dağıtmış özetle şövle demiştir : | Biz M.H.P. nın milliyetçi vm Toplumcu gençleri olarak şu ger* çeği muşahhade etmiş bulunuyor ruzki A.P. Hükümeti ve onun ba­ şı failiyetlerini aşın solun istedi* ği paralelde yürütmektedirler Sa­ tıhta birbirine zıt gibi görünen her iki teşekkülünde de müştereki çabalarıyla memleketimiz Mutlak bir uçurumun eşiğine getirilmiş* tir. A.P. iktidarı Türkiye'yi eko m nomik ve sosyal çıkmazlara süV rüklüyerek komünizmin istediği aç ve sefil bir ortam yaratmaktadır. Ve hemen arkasından aşırı sol tüm yıkıcı propaganda vuvalarıru alarma geçirerek bu durumu istis­ mar etmektedir. İşte bu cün meni* lekelin içine düştüğü anarşi ve ha zursuzluklar bu gerçeklerden nok* talanmaktadır. Aziz milletim son günlerde senin izinle icra'î hükû* met etmekte olan Demirel hükû • meti yine senin mevcut durumu* ye geleceğin üzerine veni zam v« Devalüasyon gibi tehlikeli ve so­ rumsuz onerasvonlara eirismiş bu lunmaktadır Zaten huzur ve istikrar bulun mayan memleketimizin bu ka r ar * . dan sonra düşeceği dununu dü • : şündükçe ürnerivoruz MazhıiH milletim bu kararla ithalat v* ih­ racatçı Yahudinin cüzdanı bıraş ; nin süslediği başım koparıp yiyemediler. Gövde gitti, baş yaşıyor. Onu da içten ve dıştan ezmeyeçalışıyorlar. Devlet Olma Şartları Milletlerin yaşayabilmesi için şu üç şart mutlaka gereklidir : l — Millî Ülkü. 2 — Manevî Birlik. 3 — iktisadî Güç Bunlara sahip olan milletler, dış tehlikelere karşı kendilerini rahatça koruyabi­ lirler. Bir milleti yıkmak için en sağlam yol da, O'nun bu özellikleri­ ni yoketmektir. Asırlardan beri dış kuvvetlerin Üzerimizde oynadığı oyunun merkezi buradadır. Genç Osmanlı Birliğinin ülküsü, genişlemek ve güçlü bir Türkİslâm Devleti olmaktı. Bu amaca hızla ulaşıldı. Çünkü Mânevi Bir­ liğin desteği tamdı. İktisadi güç taziletli eller taralından ustaca kul­ lanılıyordu. 16. yüzyıldan sonra ise; kozmopolit, millî hedetten. manev. kuvvetten mahrum idareciler, yavaş yavaş bu unsurlarla beze­ nen komşuları önünde gevşedücr. Buna paralel olarak, neme lâzımcılık, rüşvet, iltimas koca devlet teşkilâtını kene gibi emdi. Müslüman olmakta yarışan, cihangir, ça­ lışkan, faziletli idarecilerin yerini, köhne çıkarların, korkaklığın ve e\ yamalığın aleti olan devlet adamları aldı. Attık, zinciri kurtulan koca «Aslan» uzaklaştıkça küçülüyordu. O'nu avlamak, ondan pay almak ülküsüne yapışan dış devletler, tuzaklar hazırlamaya koyul dular. Hedeflen, Türk'ü telâmdan uzaklaştırmaktı. Orta Asya'dan da ğınık boylar halinde gelen Türk Irkını tslâmın birleştirip güçlendir­ diğini biliyorlardı. Aslan'ı Önce içinden yıkmaya başladılar Ruhunu paslandırdılar, mânevi birliğim gevşettiler, ülküsüz bıraktılar. Sıra kı­ lıca gelmişti. Vücudunu parçaladılar.. Fakat, millî ve dinî değerleri­ Ülkü ve Maneviyat yolunda şahlandıkça, İktisadî Gücü de arttı koca Aslan'ın. Gücü arttıkça cesaretlendi ve yiğitleştl En büyük fe­ tihler, Meyt'ül Mal'ın en yüklü zamanlarında yapıldı. Akdeniz gölü haline geldi. Aslan kendini kaybettikçe, kendi benliğinden uzaklaştık ça, sabancı unsurlar tüylerini koparmakla işe başladılar.. îç ve Dış Ticaret elimizden çıktı. Türk piyasasında gayrimillî oklar atılmaya başlandı. Atılan her ok, Türk varlığının kalbine saplanıyordu. Kapi­ tülasyonların bize verdiği haklan kullanamadığımız gibi, yabancıla­ rın, onlara dayanarak elde ettikleri sorumsuz avantajlara da göz yum muştuk. Koca Aslan'ın yulan cılız ellerdeydi çünkü. Çöken iktisadi cep heyi düzeltmek bahanesiyle alman borçlarla daha da zayıfladı, hasta düştü. Vücudunu kapıştılar. İstiklâl Savaşı, parçalayanlarla, parçalanandan kalan başın mü­ cadelesidir. Manevî kalıntıları sayesinde coşan o yiğit baş, atmacaları kaçırttı. Sopadan silâh, kağnıdan tank, yumruktan gülle yaptı Anası, bacısı, kızı, kızanı bir ülkü için çalıştı: Yurdu kurtarma ülküsü. Türk yiğidinin kutsal bir kaygusu vardı: Namusu, şerefi, dini kurtarma kaygusu. Bu iki unsur kazandı son İstiklâl Savaşım. Zayıf olan ikti­ sadî gücün yerini, Türkün sabrı, kanaatkârlığı ve kahramanlığı aldı. Görülüyor ki, Baş'ı devlet yapan, Millî Ülkünün, Manevî Birli­ ğin hemen kurulabilmesi oldu. Bunları kuvvetlendirecek ve tamamla­ yacak her gayret, Türk Milletinin yararınadır. İktisadî güç. her çare­ ye başvurularak kazanılmalıdır. Bu üç unsurun sağlamlaştınlmas!, Bü yük Türkiye'nin kurulabilmesi için şarttır. Ahmet Celi» ERTURK '—•: v olaylar* düşünceler • yorumlar «olaylar • düşünceler dana kabaracak sense biraz daha yoksullaşacaksın bu karar stokçu ve sorumsuz iş adamlarının, bay­ ramı seninse matem günün olacak tır. Bu kararla senin yediğin ve giydiğin her. şeyin fiatı hudutsuz­ ca yükselecek senin aldığın yevmi­ ye aynı kalacak dişinden tırnağın­ dan artıracak kara günler için bi­ riktirdiğin bir kaç kuruş değerin­ den otomatikman % 66 nisbetinde kaybedecektir. Artık susmayacağız milletin menfaati ve istiklâli mevzu bahis olunca bizde direneceğiz halkın bu haklı davalarını solun istisma­ rına bırakmıyıcağız asil milletim ve gerçek Türk Milliyetçileri sîz­ leri bu mücadelede tek cephede güç birliğine çağırıyoruz neme la­ zım dersen mücadeleden kaçarsan sorumluluğun büyük olur. BÜTÜN TÜRK'LER BÎR OR. DU KATILMAYAN KAÇAK • TIR. * * * jKuıda ouiuıum ve gerekse okul di şında bulunan Türk Gençliğinin teşkilâtı olarak bilinen Genç Ülkü cüler Teşkilâtının Çankırı Şubesi de kurulmuştur. Kuruluşu dolayı sıyla bir bildiri yayınlayan Çankı rıh Ülkücüler şöyle demektedir ler. «Milletimize Türkistan'ın Macar istan'ın ve Orta Doğu'nun akıbeti hazırlanıyor. Hainlikleri ve şeref­ sizlikleri kesinleşmiş olan kızıl ko münist ve mason işbirlikçiler yur­ dumuzu önce anarşiye sonrada ih­ tilâle götürmek için çalışmakta dırlar. Buna karşılık Allah. Vatan, Millet düşmanlarına karşı koyma­ nın adına faşistlik veya gericilik di horlar. Biz ne mason, ne komünist, ne kapitalist, ne biri, ne bir diğer ola mayız. Biz dinimize hürmetkar, örf ve ananelerimize sadık. Türk lük gurur ve şuurunu idrak etmiş kimseleriz. Türk'ün Türk'ten baş ka dostu yoktur. «Ayıdan post, ga­ vurdan dost olmaz» Asırlardan be ri hür olarak kimseye boyun eymeden yaşadık. Yine de beynelmi­ lel ihanetcilere karşı Allah yolun­ da ve Türklüğü yüceltmek için sa vaşacağız.» Kütahya Milliyetçi Hareket Par tisi Gençlik Kolu da yayınladığı bildiride çevrelerinin meseleleri ne temas ederek şunları söylemiş lerdir: «Mahsulünü iktidar işbirlikçi­ lerine yok pahasına satan ve bu parayla evinin ihtiyacım karşılaya­ mayan sefalet içerisinde yasayan halkımıza vadedilen müreffet ve mesut Türkiye burnudur? San ve Şeref dolu bir tarih ve yurdun miraaalan, cihan medeniyetine ve bansına yüzyıllarca önderlik ya­ yan bir milletin çocukları olarak i cinde yaşadığımız hali atalarımı • zın hatıralarına lâyık görmüyor, MEMLEKET çapında ve gerek Geri kalmış bir dünyaya mensubi­ yetten başka milletlerden yardım dilenir olmaktan azap duyuyoruz. Son vatan kalesinin de yıkıl • mak istendiği; Komünistlerin. Ma sonların, Siyonistlerin ve bütün Türklük düşmanlarının korkusuz ca at oynattığı; yöneticilerin gaf • let bataklığına saplandığı bu ka « ranhk günlerde birlik olmanın, Millî ve Dini değerlere bağlanma­ nın, yabancı ideolojilere karsı, ta rihi ve miHÎ bir aksiyona geçme­ nin gaflet uykusundan uyanmama artık zamanı gelmiştir.» Milliyetçi Gençliğin Dergisi Milli Çığır Fiatı İSO Kuru? Adres: Rüstempasa Yonta Ycsildirck — İSTANBUL TÜRKİYE'DE KÖY SOSYOLOJİSİNİN ıs •• OTUKEN Aylık Türkçü Dergi 16 sahife. 100 kuruş. abone 12.00 T.L. MİLLtYETÇt HAREKETİN TEMEL SORUNLARI SESİ Doç. Dr. Orhan TİİRKBOKAN Ydlık Adres: Küçükbebek Cad. Nu: 103 Bebek — İSTANBUL MİLLİ HAREKET Türkiye'de toprak reformunun sosyo - politik safhaları * Toplum* sa' Plânlama ve bölge kalkınması * Kov kalkınması ve yerleşme (in­ leri + Köv esirim sistemi' * Kinlerde nüfus hareketleri * Iarımsal kalkınma ve yeniliğin yayılması * Köy ve köylünün bütün meseleleri. Atatürk Üniversitesi yayın (arından olan eser 312 sahife 22.00 TL. dır. 7î— Aylık Milliyetçi Dergi Beyazsaray N o : 41 Beyazıt — İSTANBUL J vr.vt.rr * ?* AttlMttU» 1Y7V * SAYFA : II Özerk Radyo Dedikleri Her devlette değişik nisbette de olsa gaze te okumayan, sinema koltuğuna oturmayan vardır, olacaktır. Bu n ispet okur—yazar nisbe ti ile birinci derecede ilgili ve elbette doğru o rantındır. İş esnasında gazete okuyabilmek ne derece doğru ve mümkün ise, sinema İçinde va kit ayırabilmek ve istenen konuda film sey­ redebilmek o derece kolay olmamak gere­ kir. Şehirde sinema ve gazete İdarehaneleri arasında ömrü geçen vatandaş, bir dağ köyün­ deki diğer vatandaşının aynı ihtiyaçların varlı­ ğından habersiz yaşadığım bilmek zorundadır. Devlet bile istese, herhangi bir köylü içm za­ manında gazete bulabilmek ve okuyabilmek; normal süreler Ue sinema seyredebilmek hele kalkınma yolunda bulunan milletler için imkan­ sız, sömürülmeye, uyutulmaya devam eden mil letier için ise ancak tam mânasiyle hayâl olabi­ lir. Ne var ki yirminci asrın tekniği dağ - tepe demeden, yollar uzun demeden her köye, her eve girebilen gazeteyi ve sinemayı da hizmete koymayı başarmıştır. Bu sesli gazete radyo, se yircınin her an emrinde olan sinema da telci iz yondur Hepsi bir yana, radyo buluşunun öne­ mi ve tuzumu hakkında münakaşaya girmek bile ne derece doğru olur? İnsanlık için kötü ve kötülük daima mev­ cut olmuştur, olmakta devam edeceği muhak­ kaktır Hal böyle olunca ilmin ve tekniğin her ileri adımında kötülük peşinde koşanların fay da temini için fırsat arayacağı tabiidir. Mevcut durum bu konuda pratik ve sayısız misâllerle doludur. Tıp hizmetindeki atom ile şehirleri sa nlyede yoketmeye hazır bekleyen atom bomba •» en güzel misâldir. Aynı şekilde belli kötülük ter ve belirsiz kötüler elinde bir sinema, bir t e levizyon, bir gazetede zararlı olabilmek duru­ mundadır Ve bu konuda en hassas kontrol el­ bette radyo üzerinde olmalıdır. Bu kontrol ise tabiatiyle o devletin veya milletin maddi ve ma nevi şartları gözününde tutularak yapılacaktır. Netice olarak devlet sınırları {cindeki radyola­ rın, diğer sınırlar içindeki dinleyicilere göre de ğil, kendisinin devamlı dinleyicileri için yayın yapması lüzumu kendiliğinden ortaya çıkar. Vatanda» gazeteler içinde fikri ve zikrine uygun olanı seçer okur, »İlerini iyi olmayan fil mc göndermeycbillr. Ama radyo heryerde ve herkes için aynı yayım yapmakta olup, düğme sini çevirmek kâfidir. Ne söyleyeceği, ne söyleteceği belli olamadığı, dinleyenlerin hlcbirince evvelden bıTmemcdlği için testi kırıldıktan son rald faydasız üzüntü ancak düğmenin kapatıl­ masına yarayabilir. Ama yine açılacak çaresiz dinlenmeye devam edecektir. Çünkü vatandaşın tek basma veya topluluk olarak istediği yayını yaptırmaya gücü yetmeyecektir. Demokrasi ha­ vası içinde ancak sunulan yayım dinlemek mec­ buriyetindedir. O halde özerklik namı diğer bağımsızlık ne olaki? Dağ başında ve ik vatandaş arasında bile ol sa madem ki Hürriyet kelime manası kadar ba­ şıboşluk Içnde bırakılmamaktadır, haklar ve va zifeler irtibatlı, karşılıklı ve sınırlı olmak m e o burtyetindedir. O halde bir radyo için bağınv sızlık veya namı diğer özerklik n c olaki??? Bağımsızlık hiç biryere bağh olmamak, f> mir almamak değü mi? O halde bîr devlet sınır U n içinde ve bir millet İçin yayın yaptığının farkında olması gereken bir radyo için özerklik ne olaki? Millet ç e ş i t l i maddî ve mane­ vî değerlere, şartlara ortak İnsanlar topluluğu olun­ ca, radyo bu değerleri ve şartların dışına çıkabil­ mek hürriyetine mi sahip olmahdır? üstelik karşıda olabilmeli midir? Vatandaş okuyabildiği harfler Be dizilmiş ise gazetesine sahip çıkar ve eline alır. Istemdiği la»imlan okumaya mecbur değildir Ama dinleyici istediği yayın, dinleyebilmek, bekleyebilmek içio istemediklerine de ku'^k vermek mecburiyetindedir. Vatandaş dinlemeye mecbur, radyo vatandaşın is­ tediğini dinletimle mecbur değü; özerklik dedik­ leri bu ters orantın çözüm müdür? Bir okuyucudan bir senelik guzeı ebede Kni pe şin alıp, sene boyunca onüu eline kendi dilinden olmayan gazeteler tutuşturup okumaya, hiç değilse resimlere bakmaya mecbur edilmesi nasU basın hürriyeti, basın özerkliği olarak kabul edilemez İse, aynı keyfilik içindeki radyo yayını içm Özerklik hakkı tescil ettirilemez » En kısa şekilde iladc ermek istiyorsak bütün mazeretleri ve paravana kelimeleri bir kenara atıp, MİLLİ RADYO yolunda en tosa zamanda ve en kati şekilde karar vermek mecburiyetindeyiz. Ve­ rilen kararı tatbik edebilmek reiu ise MİLLİYETÇİ IDARE'nin cesur ellerine ihtiyaç vardu. Özerk radyo yerine MİLLİ RADYO ihtiyacından bahse­ derken ifade edilmek istenç, cihetteki Türk mille, tinin son kalesi Türkiye'de nesilleri yıllardır milli­ yetsiz yetiştirme gayreti ve programı İçin seferber edilen eğitimimizin etiket ve gösteriş milliliği değfldir. Türkiye'de yapması gereken yayın serbestisine kavuşamayan Devlet Radyosu, özerk olduktan son­ ra yapmaması gereken yayınlar için serbestliğe ka­ vuşmuştur. Özer olduktan sonra gerçek Türk mâl leti tarafından tasdik edilmeyen, tasvip edilmesine imkân olmayan programlan ile TÜRKİYE RAD­ YOLARI ancak solcu, sosyalist, mason ve emper­ yalist çevrelerin teveccühüne hak kazanmış, takdl rinc nıa/har olmuştur. Bu işbirlikçi veya menfaat ortaklarına elbette aydın, ilerici ve hele nefe mU- İİnver ORAL liyetçi geçinen sadece nüfusta Türk kayıtb birçok vatandaşta destek olmaktadırlar. Özerklik Türk Milletinin menfaati için yapılması gcreicen yayın ve çalışmaları kulakarkası yapmak, sabote edebilmek hürriyetini birkaç kişinin keyfîne terkctmcyi sn! lüzumla kılmaktadır? Yoksa özerklik aslında bü­ tün bu durumları koruyabilmek, devam ettirebil­ mek için bir kalkan mıdır? Veya özerkliği ters mânada anlayıp tatbik etmek İsteyenler ve bu du­ ruma yardımcı olanlar bunu bir moda mı zannet­ mektedirler. Anayasa'da bildirilen, istenilen i «erk­ lik acaba ne olmalı, nasıl olmalıdır. Eğer bu çer­ çeve içinde cevap arayacak ve bulmak isteyecek isek, giriş bölümünde kullanılan Türk milliyetçiliği kelimelerine dikkat etmek mecburiyetindeyiz. O» zerklik Türk Milliyetçiliğini karşıya almak, Türk Milliyetçileri ile alay etmek, Müslüman Türk'ün İnanışına ve kutsal topraklarına küfür etme hür­ riyeti Özerklik müessesesi, mili inanışları uyutmak, millî kuruluşları kurutmak, mili hedefleri unut­ turmak hak ve vazifesini kimden almıştır? Yanma Türk milletini omuzlarında ve baslarında taşıya­ cak olan yem neafle zevksizlik, mesuliyctrizük, ter. biyesizlik, dinsizlik ve miMiyetsizlik afyonunu yut­ turmak için özerklik kalkanı arasında saklanıp her fırsatta saldırıya geçmek hakkı hangi milli ana­ yasada mevcuttur? Kısa vâden plânlarının akıbetinden endişe eden bazı ve belli Türklük d ü ş m a n ı ç e v r e l e r , kuvvetler için Ozerk radyo elbette el atılacak ilk yer, çörekle­ nilecek ilk çeşmebaşı Üstesinin başında olacak­ tır. Köylüsüne işçisine, talebesine, çiftçisine ve ev kadınına tesir edebilecek uzun vadeli bir be yin yıkama aleti olabilir, maalesef isteyerek ve ya istemeyerek olabilmektedir. Bizi, diğer devlet radyolarının özerk olup olmadıkları, ne derece özerk oldukları bizim özerk radyonun bu yarışta kaçıncı olduğu zer­ re kadar alâkadar edemez. Bizi, Türk Radyola­ rının Müslüman Türk Milleti için, onun arzusu­ na ve faydasına yapacağı yayın ve çalışmalar* claki gayreti, başarısı alâkadar edebilir, edecektir. Özerklik; mal sahibinin tasarruf hakkına sahip olmamasını kanuna uydurabilme, c\ sa­ hibini bastırma açıkgözlük ve kurnazlığım hu­ kuk sahifeleri arasına Icaydırabilmiş, meşru saydırabilme çarkının dolabı mıdır? özerklik milletten, halktan, vatandaştan kopma fırsatçılığı İçin başına buyruk olmak mı dır? özerklik milleti, halkı, millet, devlet, din düşmanlarının menfaatleri uğruna özel eğitime tâbi kılmak beraatını alma hürriyeti midir? özerklik sihirli bir değnek değil ise, birkaç yıldır tatbikatını İbretle seyrettiğimiz ve üze­ rinde ısrar edilen; aynı yolda daha ileri gidile­ bilmesi İçin zorla yeni müsaadeler koparabil­ mek uğruna hücumlar düznlencn ve kemi- din­ leyicilerini bile gruplara ayıran bu kargaşalık nereye kadar gidecektir? özerklik denen oyun komedi mi, dram mı­ dır?, Özerklik hududunu kim, ne zaman tayin edecek ve hangi milete, hangi halka müracaat edilecektir? Bağımsızlık içinde bağımsızlık ilân e t m e ni n ve bağımsızlık savaşı sürdürmenin hele he le tatbikatı görülüp tasvip edilmemesine rağ • men bu İnat özerkliğinin sebebi nedir neticesi nereye gidecektir? Eğer özerklik İdeal bir yol, taydan bit ça­ lışma şekli ise ve böyle olduğunda müştereken karar verebilirsek sınırlarımız İçindeki birçok kuruluşları özerk yapmamız icabeder Kİ özerk­ lik çalışmasında İlk adım aile olmak durumun­ dadır Özerk aile ve özerk aile efradı.- Aile re­ isi kazandığı parayı hepsine dağıtacak eve gel dlğinde yatak bulabfllrse uyuyacak, yemek bulabilirse karnım doyuracaktır. Ve kimseye ne paranın sarf yerini, ne scrilmevcn yatağın hesa bini sorabilecek, ne de üzeri boş yemek masa­ nın cevabını İsteyebilecektir. Bunları sonunadiktan sonra, ailenin ahlâki durumunu, istikba­ linin ne olacağım tabiatiyle hiç soranuyucak veya cevapsız bırakılacaktır Ne varki baba kazancım getirmediği veya kazanamadığı zaman İse sert soruların tehdit­ lerin hücumuna uğrayacaktır. Baba hastalandı­ ğı veya elden—ayaktan düştüğü zaman herkes başının çaresine bakacak, babada şikâvetçi ola­ cakta*. Ne çare ki baba artık yalnızdır parasızdır. Bu acı sonra özerk ailenin matem hıçkırık­ ları yok mudur? Sonra... özerk öğrenciler ve öğretmenler... Özerk işçiler... Özerk dişçiler... özerk polis özerk ordu?... Sonra... özerk meclis ve özerk bakanlar... özerk milletvekilleri... başbakan... Ö/erk Cumhurbaşkanı... I Ve Özerk Millet? I I ! İşte o zaman başta radyonun özerkliği ve diğerleri son bulur. Millet özerklik pe İndi de­ ğil, millet olarak kalabilme, devlet olarak kaîa # bilme savaşmdadu*. özerklik millete kadar gelebilecekse başladı ğı yerde bitmesi mukadderdir. • MUNTAZAM AİLESİ P* Memduh Muntazam Bey Maliyede Mü mebizdir, Mülkiye mezunudur; yakası kolalı, kıravatı ve mendili çorabına uygun, saçı düz­ gün taranmış, pabucu daima boyalıdır. Her gün saat 08,42 de evden çıkar, tam 09'a 3 ka la daireye ulaşır, Masanm üstü tertemizdir. Çok şekerli kahvesini içer, oda arkadaşlarının hatırını kibarca sorar, 09,30'da Müdür Beye arzda bulunur. Müdür Bey kısaca talimatını verir, ve onu savar. Aslında Müdür Beye bil­ direceği bir mesele yoktur, maksat varlığını ha tırl atmak ve hürmetlerini sunmaktır. «Yazılmasa da olur» cinsinden birkaç ev* rakı hazırlar. Nokta, virgül, soru işaretlerine dikkat eder, kâğıdın soldan 1/5'ini dosyala ma deliği için itina ile boş bırakır. Saat tam 17,00'de daireyi masası boşalmış olarak terkeder. 17,15'e kadar Kızılay'da bir tur atar. 17, 25'te evindedir. Arasıra Müdür Bey Memduh Bcy'i hatır­ lar, hazırladığı bir müsveddeyi vererek kelime­ lerin imlâ kılavuzuna uygunluğunu kontrol et­ mesini ve noktalamaları yerleştirmesini ister. Memduh Muntazam Bey'in en büyük saadeti budur Eve döner ve Melahat Hanım'a derin bir hazla olayı anlatır, gece sayısı bir kuruş­ tan konkin oynarlar. Melahat Hanım, kocası­ nın önemini belirten vak'ayı bütün dostlarına nakleder, «Memduhcuğum olmasa hiç bir şey yapamazlar, Müdür Bey yapayalnız kalır.» der: «Hattâ geçen hafta Müdür Bey Memduhçuğuma demişti, —Memduhcuğum— demiş, —Bir sana güveniyorum, gözü kapalı senin kâğıtlarını imzalarım. Verdiğim müsveddeleri hiç kimse senin gibi beyaza çekemez.— demiş. Amma kardeş, bir türlü terfi ettirmiyorlar iş te. H<>o diğerlerinin hasedi yüzünden.» rier Çarşamba sinemaya giderler. On beş günde bir Müdür Bey'i ailece ziyaret eder­ ler. Ayda bir defa da Müdür Bey onlara gelir. Son gelişlerinde Müdür Bey, «Kerataya bir üst derece vermek için kadro istedim.» dedi. Bunu duyan Melahat Manım'la Memduh Bey ucuna iliştikleri koltuktan az daha yere kaya­ caklara» Musa Muntazam Bey, babasının aktar dükkânında çalışır. Yedi dükkân süprüntüsü havılcan, misk, karabiber kutularının yerini gö zu kapalı bilir. Her sabah saat 07,30'da evden çıkar ve 08,00'de Bismillah çekerek kepengi açar eşyaları gözüyle kontrol eder. tik müş tenden aldığı parayı çenesine sürer ve kasaya kor. O gün ödenecek bonoların listesini alır, paraları sayar, her bono için kısım kısım ayı­ rır ve saat 09,00'da bankaya yollanır Abdullah Bey'le arası açıktır. Bunca se­ nedir dükân komşuluğu yaptıkları adamı iyi tanıyamadığına üzülür. Efendim, geçen sene Musa'dan «öğleden sonra veririm» diye aldı ğı 500 lirayı taa ikindiden sonra iade etmiştir. Esnaflığa yakışır mu bu hâl? Hani yüzüne de gelmemiştir amma yine de belli etmiştir. O zamandan beri Abdullah Bey'le mesafeyi aç­ mıştır. Ailece «Edalet» Partilidirler. Partinin ilçe merkezi lüzum gördükçe teberru ister ve 50 lirayı yollarlar. Miting, nümayiş, yürüyüş gibi şeylere karışmazlar. Dört yılda bir oyları­ nı atarlar. O gün Musa Bey lâcivert elbiseleri­ ni, Mücellâ Hanım şifon entarisini giyer, saçı­ nı maşa ile kıvırır, başörtüsünü şonlerkâri bağ­ lar, caminin avlusunda bekleyen efendi ba­ bayla buluşarak «Edalet» partisine rey verir ler. Herkes kendileri gibi iyi olsa Süleyman Bey'in çok şeyler yapacağından şüpheleri yok­ tur. Ama gel gelelim, bu aşırı sağcılarla aşı-fi solcular yok mu, hep onlar işte. Bir de İnö­ nü. Tabiî, tnönü olmasa her şey düzelecektir. Bunları düşünürler, yine de kimseye söylemez­ ler; ne olur ne olmaz. Mücellâ Hanım Musa Bey'in amcasının kızıdır. Helâl süt emmiş, yüzü gözü açılma­ dan Musa Bey'le baş göz edilmiştir. Akça pak çadır. Tutumludur. Haftada iki gün Türkân Şoray'm filmine giderler. Kayınvalde, «Ah, hu zamane gençleri eğlencesiz edemezler» diye söylenir. Kayınpederin himayesi oldukça programları bozulmaz. Musa Bey Nakşibendî Tarikine girmek için arkadaşları tarafından teşvik edilmişse de sülük etmemiştir Görün mez şeyleri düşünmek, kendinden geçip kûl içinde erimek, yüreğinin çarpıntısını değiştir mek; bütün bunlar ona akıl almaz gariplikler olarak görünmüştür. Mücellâ Hanım'ın sandığında biriktirdi ği harçlıklarından bozdurduğu 18 Reşat altını vardır. Mes'ut Muntazam Bey Milletvekilidir. Adalet Partisine girmek için çok düşünmüştür. D.P. devrildikten sonra elini eteğini çekmiş, hattâ münasip yerlerde «Onlar da ipin ucunu kaçırmışlardı.» diye bir iki defa da konuşmuş­ tur. 1965 seçimlerine kadar da partilerden uzak durmuş, Taşaronluk devrinden kalma pa­ rasıyla geçinmiş, göze batmamak için evden pek çıkmamıştır. Sonra ilçe idare heyetine se­ çilmiş, son seçimlerde de hizipler birbirini ezerken aradan sıyrılıp listede dördüncülüğe yükselmiştir. Halen «Hiç bir şeyi bozmama» komüsyonunda âzadır. Lâcivert elbise giyer, şapkası rölövedir. Komüsyon toplantılarına iç tima saatında katılır. Hiç bir söze karıştığı gö­ rülmemiştir. Reylerini komüsyon başkanının dediği yönde kullanır. Umumî Hey'et ve gu rup toplantılarına kruvaze ceketi ilikli olarak kesiksiz devam eder. 41'lerle uzlaşmak tarafhsıdır. İNÖNÜ'dcn korkar. İçin için düşünür: «Türkeş İnönü'yü bertaraf etse, komandolar da sokulan ezse, sonra da kendilerini denize a t sal ar: Feyzioğlu A.P.'ye girse. Bilgiçle Sü • kan Süleyman Bey'den özür dilese, Süleyman Bey de onların gözünü öpse. Halk Partisinin başında hemşehrisi Mutlu Muntazam Bey gi­ bi birisi olsa; Meclis müzakerelerinde mebV lar Başvekile teşekkür etmek için söz alsalar ne Is kadar iyi olacak...» Amma bu düşüncelerini hiç söylemez. Kim bilir, belki yanlış anlavan çıkar, ne olur ne olmaz... Meclis dağılır dağılmaz ilk dolmuşla evi­ ne döner, pijamalarını giyer ve Son Havadis Gazetesini eline alır, Avniye Yenik ve Panpan' in yazılarını okur; komüsyon çalışmalarım ha nımına anlatır. Hamdiye Hanım kocasını can' kulağı ile dinler. Bir defa gittikleri operayı sıkıcı, tiyatro­ yu berbat bulmuştur, amma yine de gitmeleri gerektiğini düşünür. Fakat hep âtiye tehir edcr. Ev işlerinde başı tıraşlı, entarisi belden robalı, eteği yerde sürünen 9 yaşındaki evlât­ lık «Raziye» kendisine yardım eder. Halinden memnundur. Bu sene yazlığa gitmeği düşün mektedirler. Bir de «Yuva Yapı Kooperatifi» ne hissedar oldular. Yalnız meclis müzakerelerinin saat 07,00' den sonra da devam ettiği nadir günlerde ha­ yatının intizamı bozulmakta, Mes'ut Bey'in pi­ jaması yatağın ayak ucunda melûl mctûl Ham­ diye Hanım'a bakmaktadır. Bu teessürünü hat tâ kocasına bile açıklamaz. «Tabii ya Fcrruh Bey duyarsa, sonra bu uzatmalı oturumları belki de Sayın Başbakan istemiştir, neme lâ­ zım» der, susar. Şimdi bir televizyon aldılar. Artık sine­ maya gitmek zahmeti de olmayacak Yalnız Cuma günleri Anafartalarda vitrin bakacak lar, yorulunca da hemşehrileri Ali Razi Bey'­ in dükkânında bir kahve içerler, sonra da bir taksiyle eve dönerler. Anafartalar iyidir. Orada boykot, işgal, yürüyüş, yoktur. Esnaf, mütevekkildir, meb* us beyi incitecek şeyler düşünmezler. Ara sıra bir işleri için kart isterler. Mes'ut Bey adı, böl gesi, komüsyonu yazılı kartının arkasına «Kardeşim» hitabıyla başlayan birkaç söz ya­ zarak verir. Hamdiye Hanım buna övünçlü gözlerle bakarak sevinir ve kocası gözünde bi raz daha büyür. Muntazam Bey aileleri memnun, mesut ve rahattırlar. Güneş saati gibi hiç şaşmayan bir hayatları vardır. Günebakan çiçeği gibi ışığa dönerler. Gözleri daima yere bakar Gözleri kudrete dik bakamaz, kamaşır Yüreklerinin atışı hiç değişmez. Onlar için düşünmek zah­ metli, söylemek külfetli, yapmak imkânsızdır. Meçhul korkunçtur. Teslim olmuşlardır Önde bulunan, kâsemen arkasında giden kovun gibi. Hayalleri yoktur, hakikati de incelemez­ ler. Sadece yaşarlar, daha doğrusu «tenebbüt» ederler. Ne korkarlar ne de korkulurlar Sa­ dece «başkaları kullansın» diye yaratılmışlar­ dır. * :• : -t İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri Alimden Rubailer * * * • Flatı: 20 lira İsteme Adresi: İrfan Ya­ yınevi. Babiall cad. No: 50 Cafcalofclu — İSTANBUL Bir Yağmur Sonrası (Şiirler) (Şiirler ) • * • Doç. Dr. Salih TUĞ Yalnızlık Duyguları Azmi GÜLEÇ Defne yayınları. P.K. 421 ANKARA adresinden istenebi lir. ••* • * * Rıdvan ERDOĞAN G. Mehmet UYTUN Fiatı: 4 TL. Mithatpaşa cad. Sümer Ap. 11/8 Ankara adresinden pul kar şıhğı temin edebilirsiniz. F i y a t ı : 4 TL. P.K. 11 Aıiıfartalar— ANKARA adresinden isteyebi­ lirsiniz. Pazartesi Günleri Ç ı k a r t İKİNCİ YIL <+> F i a t l 150 kuruş