الر ِحيم ِِ الر ْح ِ ِب ْسِِم َّ من َّ ِللا ََصحْ بِ َِه أَجْ َم ِعين ََ ع َِ ِل َر َِ ِ ُا َ ْل َح ْم َد َّ صالََة ُ َوال َّ ب ْال َعالَ ِمينََ َوال َ سالَ َُم َ لى َ سيِدِنَا َ ُم َح َّمدَ َوآ ِل َِه َو İSTANBUL’UN FETHİ ve GÖNÜLLERİN FETHİ Tarihin sayfalarına önemli bir yer tutan, yeni bir çağın açılması ve bir çağın kapanması, olarak geçen devir, İstanbul’un fethidir. Manevi temelini, şeyh Edebali’nin (k.s) zahiri yapı taşını Osman Gazinin attığı ve gelecekte dünyanın dört bir tarafında İslam’ın hizmetkârlığına soyunacak olan Osmanlı İmparatorluğuna fetih ruhu Peygamber Efendimizden (s.a.v) miras kalmıştır. O, önce insanların gönüllerini fethetti sonra bağrında Beytullah’ı barındıran Mekke şehrini… Fethi nasıl anlamalıyız? Fetih, Allah’ın mülkünde Allah’ın adının yüceltilmesi kalplerin ve ülkelerin Allah’ın rahmetine ve adaletine açılması davasıdır. Bu tarif aslında Hz. Peygamber s.a.v.’in örnek hayatının ve vazifesinin bir yansımasıdır. Her iki fetih de aynı amaç için yapılmıştı. İnsanın içinde ve Mekke şehrindeki Beytullah’ı, yani Allah’ın evini Allah’tan gayrı olanlardan temizlemek. Böylece fethi manevi ve maddi diye ayırsak da, amacın Allah için olması esastır. Eğer fetih Allah için olmaz ise o mücadele Allah katında boş bir dava olmaktan öte gidemez. Buna fetih de denemez. Bunun adı artık fetih değil, belki bir “nasiplenme” dir. Yani pay alma, işgal etme, üstün olma ve sömürü davasıdır. İşte fethi diğer mücadelelerden ayıran temel fark da budur. Mekke-i Mükerreme, Beytullah’ı bağrında taşır. Beytullah ise Allahu Teâlâ’nın vahdaniyetinin simgesi ve kıblesidir. Allahu Teâlâ, Kâbe’ye yönelmeyi Allah’a yönelmekle bir tutmuştur. Bu sebeple Kâbe’nin putlardan temizlenmesi ve asıl kimliğine kavuşması gerekiyordu. Belki bütün yeryüzü fetholunup yalnız Mekke-i Mükerreme kalsaydı, fetihler temsil ettikleri manaya eremeyecek ve tevhid yeryüzünde ikame edilmiş olmayacaktı. Bu fetih, hakkın hâkimiyeti ve batılın zevalinin de bir göstergesidir. Bu mukaddes fetih şu mesajı vermektedir: Fetihlerde asıl olan kalplerin fethidir. Ülkelerin fethi ise bu asıl fethin tabii sonucudur. Bu sebeple tarih boyunca fetihlerin kalıcı olduğunu, ancak zulüm ifadesi olan işgallerin ise kısa ömürlü olduğunu görürüz. Çünkü işgaller, fıtrata aykırı olarak gönüllere baskı uygularken, fetih ise insan fıtratını okşar. Fethin çağrıştırdığı en önemli mana şudur: Yeryüzünün kalbi hükmündeki Kâbe’nin putlardan temizlenmesi insanlığın kurtuluşu için nasıl hayati bir önem taşıyorsa, beden ülkesinin merkezi olan insan kalbinin de, her türlü putlardan ve masivadan temizlenmesi de aynı şekilde hayati önem taşımaktadır. Mekke-i Mükerreme’de nasıl Kâbe Beytullah ise kalbimiz de Beytullah’tır. Unutulmamalıdır ki bedenimizdeki Beytullah’ın yıkılması Mekke-i Mükerreme’de bulunan Beytullah’ın yıkılmasından daha büyük bir cürümdür. Çünkü Beytullah, Allah’ın evi olarak vasıf edilmekle beraber insan eliyle inşa edilmiştir. Oysa insan kalbi bizzat Rabbimizin yaratmasıyladır. Dolayısıyla yaratıcısına binaen kalbin fethi daha hayati bir önem taşımaktadır. 1 1 Hayat Dengemiz, Peygamber’den (s.a.v.) Bir Miras: Fetih Ruhu, S. Muhammed Saki Erol Dinin hedefi insandır. İnsandaki hedef nokta kalptir. Kalbin en mühim vazifesi iman ve sevgidir. Sevginin sonu, teslimiyet ve taattır. Yakinen inanmayan kimsenin sevgisi yalan, teslimiyeti riya, taatı taklittir. Asıl mesele, harbi değil, kalbi kazanmaktır; kaleye değil, kalbe girmektir. İslam’ın istediği, kelle değil, kalptir. Kalbini kazanamadığımız insan bizden değildir. Onun gülmesi, kızmasından daha tehlikelidir. Allahu Teâlâ’nın bütün cihad emirleri, kalbi fethetmek için verilmiştir. İlk fethedilecek yer kendi kalbimizdir. İlk teslim alınacak kimse, kendi nefsimizdir. Kalbi gaflet ile ölü olan bir kimse, başkasına hayat sebebi olamaz. Eşyaya köle, şehvetine esir olan bir nefis, gerçek hürriyetin tadını alamaz ve başkasına tattıramaz. İşte bütün Peygamberler, âlimler, veliler, mücahidler, cömertler, şehitler hep bu uğurda mal ve can vermişlerdir. Yani, Yüce Mevla’nın adını duyurmak, kalplere O’nu tanıtmak, sevdirmek ve insanları hiç bitmeyen bir sevgiye erdirmek için çırpınmışlardır. Birilerini öldürmek için değil, diriltmek için hesap yapmışlardır. İntikam için değil, ihya için yola çıkmışlardır. Çünkü bu ümmetin Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa s.a.v. böyle yapmıştır ve böyle emretmiştir. Allahu Teâlâ’nın muradı budur. Şu örneği iyi düşünelim: Efendimiz s.a.v., Mekke’de iken Allah’ın adını duyurmak ve yüce daveti yaymak için Tâif’e gitti. Sevgi ve merhametle halkı hak dine davet etti. Onlar iman etmedikleri gibi, edepsizce karşılık verdiler. Şehrin ayak takımını ayarttılar; taşlı sopalı üzerine saldılar, saadetli ayaklarını kanattılar. Efendimiz s.a.v. kendisini bir bağa zor attı. Cenab-ı Hak, Habibinin sabır ve aşkını göstermek için, düşmanlarına imkân veriyordu. Cebrail a.s. manzaraya dayanamadı, imdada yetişti. Yanında dağların meleği de vardı. Efendimize meleği gösterdi; “emir ver şu dağı bu edebsizlerin üzerlerine kapatsın, hepsi helak olsunlar” dedi. Rahmet Peygamberi s.a.v., Yüce Rabbin aşkına acısını unuttu, intikam hislerini yuttu ve “Hayır, hayatta kalsınlar. Bunlar bana böyle davrandı, fakat ben bunların zürriyetlerinden ‘lâ ilâhe illallah’ diyecek bir neslin geleceğini ümid ediyorum” buyurdu. Bir şahıs Allah Rasûlü s.a.v.’e gelerek: “Yâ Rasulallah! Bir adam ganimet için savaşıyor; bir başkası adının duyulması için savaşıyor, bir diğeri yiğitliğini göstermek için savaşıyor, bir başkası kavim ve kabilesini savunmak için savaşıyor, birisi de karşı tarafa kızdığı için savaşıyor, bunların hangisi Allah yolundadır?” diye sordu. Efendimiz s.a.v.: “Kim Allah’ın adını duyurmak ve dinini yaymak için savaşırsa, o Allah yolundadır; diğerleri değil. ” buyurdu. 2-3 Sevgili Peygamberimizin s.a.v.; “Kostantiniyye mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve onu fetheden ordu ne güzel ordudur” hadis-i şerifinden işaret alan Müslümanlar, Ashab-ı Kiramdan itibaren İstanbul’u fethetmek istemişlerdir. İstanbul’un manevi Sultanı Ebu Eyyüb el-Ensarî hazretleri de bu gaye uğruna şehid olan mücahitlerden biridir. İbn-i Ömer, İbn-i Abbas, İbn-i Zübeyr ve daha niceleri bu orduda yer almıştı. Ancak, Efendimizin müjdelediği bu şeref Osmanlının genç padişahı Sultan Fatih’e nasip olmuştur. 2 Buhari, Müslim, Ebû Davud 3 Semerkand Dergisi, Kalplerin Fethi, Muhammed Emin Gül, Mayıs 1999 Fatih Sultan Mehmet Han, On üç yaşında ilk taht tecrübesi edinmiş, on altı yaşında II. Kosova zaferinde mücahid bir şehzade ve cephe komutanı. On dokuz yaşında genç bir padişah. Yirmi bir yaşında “Fatih” unvanını kazanmış, tarihçilerin “Sultanül Guzâti vel Mücahidin” (Gazilerin ve Mücahidlerin Sultanı) ve “Hakanül Berreyn ve’l Bayreyn” (Karaların ve Denizlerin Hakanı) diye andığı II. Mehmed, matematik, felsefe ve mühendislikte alim. Balistik, mekanik ve dinamik dallarında kâşif. Devlet yönetiminde “Kanunname” sahibi. Edebiyatta “Avnî” müstear ismiyle şair... Arapça, Farsça, Yunanca, Latince, Sırpça, İtalyanca, İbranice dilleri ile UygurÇağatay lehçelerini bilen, mütefekkir, devlet adamı ve kumandan. Doğu’nun ve Batı’nın hükümdarıydı. 30 Mart 1432’de Edirne’de dünyaya geldi. Daha çocukluğundan itibaren emin ellerde talim ve terbiyesine itina gösterilerek yetiştirildi. Hocaları arasında devrin meşhur âlimlerinden Molla Güranî, Akşemseddin, Molla Hayreddin gibi isimler bulunuyordu. Kuşatma planı bizzat Sultan tarafından çizilip, uygulamaya konulmuştu. Şehrin haritasını eline alan Fatih, topların ve kuşatma araçlarının nerelere konulacağını, nerelerden lağım açılarak, yerin altından şehre hücum edileceğini, hendeklerin nerelerine merdiven dayanacağını, kara ve deniz birliklerinin yerlerini bizzat tespit edip, harekâtı başlattı. Maddi hazırlıkları tamamladıktan sonra, sıra manâ Sultanı Mürşidi’nin kapısını çalmaya geldi. Bizansı tir tir titreten Sultan Mehmed, Akşemseddin’in huzurunda edep tutuyordu. Akşemseddin Hazretleri, Kâmil bir insandı. Müridini, Padişah olmasına bakmadan terbiye sisteminde bir gevşeme, bir iltimas, bir hatır-gönüle yer vermeyecek kıvamda yetiştirmişti. Medine’nin İstanbul’daki misafiri Hz. Peygamber’in (A.S.) ev sahibi Eyyüb el-Ensari’nin (R.A.) kabri şerifinin yeri tespit edilerek, Konstantiniyye’nin İstanbul olması için son hazırlık da tamamlanmıştı. 4 İstanbul’un muhasarası şiddetle devam ediyor, kanlar dökülüyor, henüz zafer nişanesi görülemiyordu. Bu sırada kurulan Divan-ı Hümayun’da Bizanslılara hariçten yardım gelmekte olduğu da söyleniyordu. Kuşatmanın anlaşma sonucu barışla sona ereceğini düşünenlerde olmuştur. Fakat bu kuşatmada âlimlerden ve evliyaullahtan olduğuna inanılan yetmiş kadar zat vardı. Akşemseddin, Sivaslı Kara Şemseddin, Emir Buhari, Molla Fenari, Cübbe Ali, Molla Gürani, Ensar Dede, Hatipzade, Molla Hace Hayreddin, Molla Siraceddin, Mehmed Çelebi gibi yüksek simalar bunlar arasındadır. Bu mübarek zatlar, İstanbul’un Müslümanlar tarafından mutlaka fethedileceğini, İstanbul’un fetholunacağına dair hadis-i şerife dayanarak söylüyor, bu şerefe Fatih Sultan Mehmed’in erişmesini diliyorlardı. Hatta Akşemseddin Hazretleri Kur’an’daki “beldetün tayyibetün” 5 ifadesinin bu fethe tarih düşeceğini haber veriyordu. (Kur’an’daki “beldetün tayyibetün“ ifadesi, İstanbul’un fethine tarih düşüp ebced hesabıyla hicri 857 yılını göstermektedir.) Bizanslılar malik oldukları pek kuvvetli surlar sayesinde kendi varlıklarını öteden beri müdafaa ve muhafaza ede gelmişlerdi. Şimdi ise Müslüman Türk kahramanları Bizans’ın bu surlarını tahrip etmiş, buralarda büyük gedikler açmışlardı. Nihayet bu kahramanlar açılan bu gediklerden şehre hücum edip “ALLAH!, ALLAH!” ulvi sedasıyla İstanbul’un ufuklarını fütühat nurları içinde bıraktılar. Artık bu büyük zafer bayramını binlerce iman ehli tebrik edip kutluyor, binlerce muvahhidin lisanından tekbir ve LA İLAHE İLLALLAH sesleri semalara yükseliyordu. 4 5 Semerkand Dergisi, Fatih ve fetih, Muzaffer Taşyürek, Mayıs 1999 Sebe 34/15 Doğrusu şanlı Peygamberimiz (s.a.v) İstanbul’un Müslümanlar tarafından böyle tekbir ve tehlil (la ilahe illallah) sedalarıyla bir gün mutlaka fethedileceğini apaçık bir mucize olmak üzere şu hadis-i şerifle haber vermişti: “Hak Teâlâ hazretleri mümin kullarına Roma’nın merkezi olan İstanbul’un tekbir ve tesbih ile fethini nasip buyurmadıkça kıyamet kopmayacaktır.” 6 İşte bu peygamber müjdesi bugün gerçekleşmişti. İslam ordusunun her askeri lisanını tesbih ve tekbir ile süslüyor, bu ulvi kelimelerin sedası göklere kadar yükseliyor, bütün kalplere incelik, ferahlık, hayret ve vakar veriyordu. Hatta İstanbul’un bu muhasarası esnasında şehirde bulunan Sakızlı Piskopos Leanardo yazdığı bir tarih kitabında şöyle demiştir: ”Eğer sizde bizim gibi la ilahe illallah Muhammedün Resulullah diyen Fatih ordusunun sedalarını duysaydınız, diliniz tutulur kalırdı.” 53 gün süren kuşatma, 28 Mayıs 1453’te fetihle neticelendi. Müslümanların bu fethe muvaffak olmaları bir Salı gününe rastladığı için Rumlar’ca Salı günü uğursuz sayılmaktadır. Müslümanlıkta ise hiçbir güne uğursuzluk yakıştırılamaz. 7 29 Mayıs günü Topkapı’dan merasimle şehre giren 21 yaşındaki Fatih’in yüzünde “ne güzel kumandan” övgüsüne mazhar olmanın mutluluğu vardı. Ayasofya’ya yönelen Sultan Mehmed, bu büyük mabede doluşmuş ve akıbetlerini bekleyen ahaliye ve patrike: “Ayağa kalk, ben Sultan Mehmed; sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki, bugünden itibaren artık hayatınız ve hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayın” dedi. Sonra ordusunun kumandanlarına dönerek askerin halka hiç bir fenalık yapmamalarını emretmelerini ve herhangi birisi bu emre itaat etmezse ölümle cezalandırılacağını bildirdi. Bu esnada Akşemseddin Hazretleri askere doğru dönerek: “Ey gaziler bilin ki cümleniz hakkında ahir zaman peygamberi, ol serveri kâinat ‘Ne güzel askerdir onlar’ buyurmuştur. İnşaallah cümlemiz mağfuruz. Fakat gazâ malını israf etmeyip, İstanbul içinde hayır ve hasenata sarf ve padişahınıza itaat ve muhabbet ediniz.” dedi. Fatih, şehrin binalarının kendisine ait olduğunu ilan ettirerek, tahribatın önüne geçti. Verdiği bir emirle Ayasofya’ya minber ve mahfil yapılarak Cuma namazına yetiştirilmesini istedi. Ayasofya’da ilk cuma namazı 1 Haziran 1453’te kılındı. Akşemseddin Hazretleri, Sultan Mehmed’in koltuğuna girip, hürmetle minbere çıkardı. Fatih, elinde seyf-i Muhammedî ile yüksek ve heybetli bir sesle “Elhamdülillah, Elhamdülillah” diye hutbe iradına başladığında, Ayasofya’yı dolduran mücahid gazilerde acayip haller zuhur edip, neşe, zevk ve cezbe içinde gözlerden yaşlar dökülmeye başladı. Hutbeden sonra minberden inen Fatih, Akşemseddin Hazretlerini imamete geçirerek, İstanbul’un manevi fatihi arkasında İslam mücahidleriyle birlikte saf tuttu. Fatih’in 30 yıl süren hükümdarlığı 3 Mayıs 1481’de sona erdiğinde İslam dünyasında büyük bir elem ve acı, Hıristiyan âleminde bayram vardı. Avrupa kiliseleri çanlarını şükür ayinleri için çalarak La Grande Aguila e Morta! (Büyük Kartal öldü) diye bayram ettiler. 6 7 El-Muttaki, Kenzu’l-Ummal, Deylemi, Firdevsü’l Ahbar İstanbul ve Fatih, Ömer Nasuh Bilmen Hıristiyan tarihçisi Georgios’un onun hakkındaki hükmü şöyleydi: “II. Mehmed, şüphesiz Kirus’tan, Büyük İskender’den ve Sezar’dan büyüktür. Hatta bir kelimeyle söylemek lazım gelirse, gelmiş geçmiş bütün hükümdarların üstündedir.” 8 Evet bütün fetihler insanlara İslam nimetinin ulaştırılması projesidir. Kalpleri fethedenlerin ise iki önemli vasfı vardır: * İçi ve dışıyla istikamet üzere hareket etmek. * İnsanlardan hiç bir karşılık beklemeden davetini yürütmek. Bu vasfa sahip olanlar, insanları sadece Allah için severler. Onlara sırf Allah için kızarlar. Sevgilerine ve hizmetlerine karşılık verilmedi diye üzülmezler. Onlar, cömert kimselerdir. Hak için kendilerini kurban etmişlerdir. Büyük fetihlerin işaret ettiği diğer bir önemli mana da şudur: Fetihler kâmil rehberlerin eliyle nefsini terbiye ve tezkiye edebilmiş vasıflı müminlerin gayretleriyle gerçekleşebilir, geçmişte ve günümüzde olduğu gibi. Nefis terbiyelerini tamamlayamayanlar ne gönülleri fethedebilir ne de ülkeleri... 9 Allah Teâlâ Sadatların himmet ve bereketiyle kalplerin fethi hususunda büyüklerin hizmetinden ayırmasın inşallah. Âmin. 8 9 Semerkand Dergisi, Fatih ve fetih, Muzaffer Taşyürek, Mayıs 1999 Semerkand Dergisi, Kalplerin Fethi, Muhammed Emin Gül, Mayıs 1999