Kürşat Demirci, Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş. Tanrılar, Ritüel

advertisement
Tarih Okulu Dergisi (TOD)
Haziran 2014
Yıl 7, Sayı XVIII, ss. 771-778.
Journal of History School (JOHS)
Haziran 2014
Year 7, Issue XVIII, pp. 771-778.
DOI No: http://dx.doi.org/10.14225/Joh548
Kürşat Demirci, Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş. Tanrılar, Ritüel,
Tapınak. Kitapevi Yayınevi, İstanbul 20132, 107 sayfa. ISBN:978-975-633617-5.
Tuba EFENDİOĞLU*
Çoğu dinin – özellikle aynı coğrafyada farklı zamanlarda ortaya çıkanlar
– birbirlerine benzediklerini düşündünüz mü hiç? Bu ilişkilerin bir anlam ifade
ettiği düşünüldüğü zaman Lévi Strauss’un öne sürdüğü fikir akla gelebilir:
Anlam kendi başına değil, ancak ilişki içinde var olabilir 1. İnsanın çevreye olan
etkisi, bugün, değişik an ve mekânların yaşanmasına sebep olmuştur. Fakat
zamanın da insanlar üzerindeki etkisi, dünyanın algılanışında büyük farklılıklar
deneyimlenmesine neden oldu. Bugün insanlık, evren algısını genişletmeye,
dünya dışı yaşama yönelmeye başlarken, birçok insan hala üç bin yıl öncesinden
süregelen alışkanlıkları, öğretileri yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyor. Bu belki de- özellikle, böyle zamanlarda gerekli olan bir durum. Her ne olursa
olsun insanların kriz veya daha doğrusu değişim zamanlarında kutsal olana
yönelişi ve onu temiz-saf bir inanç merkezine yerleştirilişi söz konusudur. Her
ne kadar kutsallık, yüzyıllarca el değiştirmiş veya bazen şekil değiştirmiş olsa
da öz aynı kalabilmiştir. Bu özün varlığıyla ilgili bundan sonraki dönem ve
çağlar için yürütülecek her fikir, kendi içinde değerlidir fakat şimdilik faraziden
öteye de gidemeyecektir.
Dinler Tarihi çalışmaları dünü, geçmişi ve yüzyıllar öncesini bugüne
aktarabilen bir disiplindir. Bu açıdan her ne kadar içinde “tarih” geçse bile din
öyle bir olgudur ki, bugün “mantıklı” açıklamalarda bulunmaktan
sakınacağımız, nesillerce kabul edilmiş ve kutsal ad edilmiş tüm öğeleri hala
daha yaşamamıza sebeptir. İnsan, zaman ve mekân korelasyonu içinde kutsal ad
ettiği, ilahi olarak kabul ettiği ve taptığı tüm öğeler zamanla yer değiştirmiştir.
1
Claude Lévi Strauss, Mit ve Anlam, s.13 (çev. Gökhan Yavuz Demir) İstanbul 2013.
Tuba Efendioğlu
Bunu sadece “algı” veya insanın “korku” gibi duygulara dayandırdığını ve
geliştirdiğini ifade etmek, işi basite götürmekten öteye gidemez. Din tarihi
çalışmalarında geçen o bildik “yıldırımdan korkan insan onu tanrılaştırmıştır”
ifadeleri işin yüzeysel bir görüntüsündür. İnsan, inanmak istediği için inanır ve
onu kalbinde doğrular. Bu doğrular zamanla değişir, bazen zaman bile gerek
duyulmadan bir başka mekândaki insanın yanlışı olarak da kabul görür. O
zaman din “tarih” den bağımsız ve çevreden yoksun bırakılmış şekilde değildir.
Fakat sadece tarihsel sürece bağlı bir konu olmaktan da çıkar. Zaten, mekân ve
uzaydan bağımsız olarak düşünülecek şey “Tanrı”nın (veya zamanın) ta
kendisidir; dini ortaya çıkaran tüm uygulamalar ise insani gereksinimlerin
zamansal yansımalarıdır.
Bu sebeplerden dolayı, din tarihi çalışmaları bu tarz düşünceler
çerçevesinde ancak tek bir disiplin içinde değerlendirilemeyecek kadar da
ayrıntılı, farklı çalışmaları da ihtiva etmesi gerekir. Her ne kadar birbirlerinin
fikirlerini din tarihi disiplini içinde pek desteklemeseler de antropoloji,
sosyoloji, felsefe, psikoloji gibi bilim dalları, dinler tarihine kaynak
oluşturmuştur, dinler tarihi de aynı şekilde bu ilimler için bir kaynak teşkil
etmiştir. Tek bir cümle veya sonuç yazabilmek araştırılan konunun geçtiği
mekân ve zaman içindeki tüm unsurları (sosyo-ekonomi, teknoloji, coğrafi
değişimler, siyasi argümanlar) ele almayı gerektirir. Söz konusu çalışmayı
eskiçağ dinleri için de yapabilmek, aynı tarz çalışma ve emeği göze almak
demektir.
Günümüzde bilinen ve uygulanan birçok ritüelin kökeni ve şuan mevcut
olan tek tanrılı inançların tanrı algısı ve ibadetlerinin kökeni eski Mezopotamya
kültüründe yer almaktadır. Eskiçağ tarihi içinde Avrupa kültürünün ataları
olarak kabul edilen Yunan ve Roma kültür çemberi içindeki dini öz,
Mezopotamya din olgusunun batılı kolunun kopyasıdır. Her ne kadar 1980’li
dönemlere kadar eskiçağ tarihi içinde “eskidoğu”, batıdaki diğer uygarlıklarla
boy ölçüşemeyecek derecede olsa da2 ve kitabı mukaddeste öğretilen doğruyanlış bilgiler çerçevesinde, hakkında fikir beyan edilen bir alan olarak kabul
edilse de, Sümerce-Akkadca dillerinin deşifresiyle arkeoloji ve diğer bilim
* Arş. Gör., Ege Eüniversitesi, Tarih Anabilim Dalı, Eskiçağ Tarihi Bilim Dalı.
2
F.G. Welcker, U. Von Wilamowitz-Moellendorff, E. Zeller, K. O. Müller, L. Poliakov gibi 19.
yy. tarihçiler ve filologlar, Batı’nın Doğu’dan farklı ve hatta üstün özellikleri olduğunu
savunmuşlardır ve bu düşünce birçok Avrupa öğretisi içinde de benimsenerek bilimsel
çalışmalara yansıtılmıştır.
[772]
Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş
dallarının bütün bir şekilde ele alınması ve belli başlı değerlendirme
kalıplarından çıkmasıyla, Mezopotamya kültürünün bugün o “üstün” batı
kültürünün de kaynağı olduğu artık kabul edilen bir gerçektir. Yunan
mitolojisinde ve o çoklu tanrılar birliğinde, Mezopotamya dini yaşamının izleri
ortaya çıkarılıyor ve bununla ilgili ülkemizde de tezler ve kitaplar yayımlanıyor.
Yukarıda da söz ettiğimiz gibi var olan tek tanrılı dinlerin zaman, tanrı ve
dünya algısının da Mezopotamya kültür çevresinden beslendiği anlaşılmaktadır.
Tek tanrılı ve kitabi dinler aynı kültür çevresinde ortaya çıkması hem asırlardan
bu yana etkin olmuş dinlerin yeni ilahi fikre adapte olmasına veya eski uhrevi
unsurların çöküşü yeni tek gücün altında “demonik” bir sıfat almasına sebep
olmuştur. Genel bir anlayış olarak kabul edilen bu fikir etrafında, dinler tarihi
çalışmaları yürütülmekte ve ibadetlerimizin anlamı ve tarihteki algılanışları
araştırılmaktadır. Fakat Türkiye’de dinler tarihi denildiğinde genelde İslam dini
dışında kalan, kitabi tek tanrılı dinlerin ve mezheplerinin tarihinin çalışıldığı
bilinmektedir. Bu güçlü inanç çevrelerine sahip dinlerin çıktığı kültürel
coğrafyanın öncesi hakkında, şimdiye değin kapsamlı bir çalışma
görülmemektedir. Bu açıdan şuan tanıtacağımız kitap bu konulara ilgi duyan,
merak eden açısından önemli bir durumu ihtiva etmektedir. Bu önemli durum
ise, bugüne kadar sadece tarihsel veya arkeolojik açıklamalarla yorumlanagelen
Eski Mezopotamya Dini’nin, giriş mahiyeti taşısa da, dinler tarihi disiplini
içinde açıklanmasıdır.
Kitabın müellifi olan, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler
Tarihi anabilim dalında Profesör ünvanıyla görev alan Kürşat Demirci 3’nin
çalışmaları daha çok Hristiyan mezhepleri ve Yahudi dini üzerinedir. Yazar
arkeoloji formasyonundan çıkmasından dolayı daha eski dönemlere ait
çalışmalara bu disiplin çerçevesinden de bakabilmektedir.
Kitabın başlığından da anlaşılacağı gibi üç temel saç ayağı üzerinden
Eski Mezopotamya Dinleri’ne giriş yapılmıştır: Tanrılar, Ritüel, Tapınak.
Önsöz ve Giriş ile birlikte birinci ve en kapsamlı bölüm olan “Tanrılar” konusu
işlenmiş ikinci bölümde ise Ritüel ve Tapınak ele alınmıştır. Eylem ve mekan
örgüsü içinde ele alınan ikinci bölüm ayrıca “Sosyal Açıdan Ritüel” ve
“Ritüelin Dinsel Yapısı” şeklinde iki alt başlık da içermektedir. Kitabın son
bölümlerini “Bibliyografya” ve “Dizin” oluşturmaktadır. Kitabın biçimsel
3
http://ilahiyat.marmara.edu.tr/bolumler/felsefe-ve-din-bilimleri/dinler-tarihi/profdr-kursatdemirci/
[773]
Tuba Efendioğlu
özelliklerine daha sonra ele almak kaydıyla bölümler, içerik ve üslup konusuna
değinmek gerekir.
Yazar önsözden itibaren bu konuyla ilgili dünyada yapılan çalışmaların
hangi yönde ve hangi tarzda ele alındığını açıklamakta ve izahatlar dizisinin
başlangıcını gerçekleştirmektedir. Batılı düşüncede ele alınan Mezopotamya din
ve tarihi Hristiyanlık ve Yahudilik dininin temellerini oluşturan öğeleri
desteklemek amacıyla yapılagelmiş fakat son dönem yapılan çalışmalar aslında
şuan inanç dünyasında etkin olan kültürlerin karşıtlığını dile getirmektedir.
Yazar önsözünde Mezopotamya uygarlıkları içerisinde coğrafi bir sınırlandırma
getirmekte ve Sümer-Asur-Babil medeniyetleri içerisinde devam etmiş olan dini
yaşam içinde söz konusu üç saç ayağını ele alacağını belirtmektedir. Konunun
ana kaynaklarının çivi yazılı tabletler ve yazısız arkeolojik veriler olduğunu dile
getiren yazar teşekkürleriyle önsözünü sonlandırır.
Giriş, bölümünde yazar, dinler tarihi araştırmalarında konunun
değerlendirilmesinde önemli bir etkiye sahip olan bir takım hususlara
değinmektedir. Din tarihi içinde “dinlerin” birbirini tamamlayan özelliklere
sahip olduğunu belirten Demirci, sadece belli bir coğrafyadaki dini yapıdan
ziyade aynı dönemin dinsel yapısı hakkında da benzer özellikler olabileceğini
bu da dinlerin bir sürekliliğe sahip olunacağını vurgulamakta bugün
animist/naturistik olarak adlandırılan tanımlamalar içerisinde Mezopotamya’da
var olan animizmin diğer başka coğrafyalardaki dinsel hayatlardan farklı
olamayacağını izah etmektedir.
XIX. yy. da eskiçağ dinleri hakkındaki bilgi ancak “folklorik” geleneksel
bir bağ olarak algılanmış. Ancak arkeolojik çalışmalarla söz konusu dönemin
yazısının deşifre edilmesiyle dinsel yaşam hakkında bilgi edinebilmiştir. Lakin
yazarın burada dikkat ettiği bir husus ise, bu tür çalışmaların çok fazla ayrıntı
üzerinde gerçekleşmesi ve bu da genel manzaradan kopmaya sebep vermesidir
(s.2). Bu sebepten dolayı söz konusu yazar çalışmasının fenomenolojik
olduğunu, tasviri değil analitik bir şekilde ele alındığını belirtir. Kitabın alt
başlığında yer alan 3 ana temel üzerinde - Tanrılar, Ritüel ve Tapınak- inşa
gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Eskiçağ İnsanının bir takım olayların
sebeplerini modern insandan farklı olarak değerlendirir. Bizler bugün
depremlerin ne sebepten dolayı olduğunu biliyoruz. Fakat eskiçağ insanları için
bu olayın altında yatan sebep, ilahi bir gücün varlığıyla ve onun yaptıklarıyla
[774]
Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş
bağlantılıdır. Bu yüzden yazarın da dile getirdiği gibi etyoloji neden-sonuç
ilişkisi ile değil mitolojiyle çözülür 4.
Eski Mezopotamya dini içerisinde açıklanması gereken bazı ritüel, ibadet
ve algılanışın temelinde metamorfoz – ikame anlayışı – büyüsel etiyoloji ve ab
origina gibi kavramları açıklayan yazar, temelde tanrı insan ilişkisini, kurban
ritüelini, bir takım doğa olaylarını açıklamada mitolojinin rolünü ve her şeyin
geçmişteki gibi mükemmel olmasında her şeyin eksiksiz ve ilk günkü gibi
yapılmasının altındaki sebepleri açıklar.
Birinci bölüm, “Eski Mezopotamya’da Tanrılar” başlığı taşır ve ilk
paragraflarda yazar, coğrafi olarak konunun kültürel alanını, toplumların köken
ve kullandıkları dili ele alır. Özellikle dinsel hayatın başlangıcı olan Sümerler’in
dil alanında da bu coğrafyadaki diğer uygarlıklarda etkin olduğunu örneklerle
izah eder. Elbette bu din algılayışının başlangıç noktasının Sümerler olduğu
düşünülse de Sümerlerden önce bölgede yer alan prehistorik kültürlerin mirası
olduğu da düşünülebilir. Zaten yazar, bu konudaki düşüncesini kitabın muhtelif
bölümlerinde de dile getirmektedir. Bu ilk bölümde tanrılar ele alınmadan önce
yazarın yine bir olay ve durumun açıklığa kavuşması için bir takım
açıklamalarda bulunduğunu görmekteyiz: Bunlardan ilki tanrı ile insan
arasındaki ilişkinin belirlenmesidir. Tanrı, evrenin bir uzantısı olarak
algılandığını belirten yazar (s.13) insanın varoluş kaynağının tamamen tanrılara
bağlı olduğunu belirtir. Bu bağlamda insanın tanrılara karşı bir takım
ödevlerinin yapılması gerektiğinin altını çizer ve bu ödevlerin yerine doğru bir
şekilde getirilmemesi (ab origina’ya uygun) ve/veya tanrılara karşı yapılması
gerekenlerin yapılmaması büyük bir lanete sebebiyet verir ki, evrenin bir
uzantısı olan tanrılara bu hizmetlerin icra edilmemesi kozmik dengeyi bozar. Bu
tüm dinlerdeki ritüellerin eksiksiz ve doğru yapılması emrinin en önemli
sebeplerinden biridir.
Tanrılar içinde de hiyerarşik bir yapının olduğunu belirterek aynı
zamanda ikinci dereceden ilahi olan varlıkların da olduğunu belirten yazar, on
dört madde içerisinde Mezopotamya tanrılarının ve ilahların, kutsal varlıkların
ortak özelliklerini açıklar. Bu maddeler de tanrı ilişkilerinin, antropomorfik
özelliklerinin, henoteist açıdan değerlendirilenlerin, ikame ettikleri
4
Yazarın bu açıklaması akıllara şu soruları getirebilir: Eskiçağ insanı hayatı sorgulama veya
tanımlamada dini bir takım açıklamalar getirmesi, tüm hayatı dini-kutsal,ilahi- yapmaz mı?
Bugün biz “dini hayat” diye tanımladığımız ilahi unsur ve ibadetler, aslında Eskiçağ’da hayatın
ta kendisi olmuyor mu?
[775]
Tuba Efendioğlu
mekânlarının bilgisi verilmekte ve ayrıca bazı maddelerdeki açıklamaların Eski
Ahid’deki yeri ve önemi de yer almaktadır. Bu sayılan ortak özelliklerden
dördüncü ve dokuzuncu madde dikkate değerdir. Çünkü dinler tarihi içinde de
tüm uygarlıklarda bazı tanrıların parladığı veya düşüşe geçtiği dönemler olur.
Bu, tanrının insanla olan ilişkisiyle de alakalı olduğu gibi yazarın da söz konusu
maddede açıkladığı gibi siyasi güçlerin bölgedeki etkinliklerine de bağlıdır.
Dönemin konjonktürüne göre dinlerin veya tanrıların biçim ve algılanışı en
azından insanlar için önem derecesi de değişebilmektedir. Dokuzuncu madde de
ise, tanrıların betimlemelerinde yer alan bazı imgelerin tanrının kendisini mi
yoksa simgesini mi sembolize ettiği konusu tartışılmaktadır. Sümerler’den
itibaren tecelli/inkarnasyon ilişkisine dayalı olduğu bu durumun monotheist
dinlerde daha da soyutlandığı belirtilmektedir (s.23).
Önemli teolojik merkezleri dile getiren yazar “Eski Mezopotamya’da
Önemli Tanrılar” başlığı altında Sümer, Akad, Babil ve Asur’da yüceltilen aynı
veya synkretize olmuş tanrılar hakkında genel özellikleri vermektedir. Sadece
tanrılar değil ayrıca ilahi ve demonik varlıkların genel özellikleri ele alınarak ilk
bölüm sonlandırılmaktadır.
“Ritüel ve Tapınak” ana başlığında yer alan ikinci bölümde, yazar ritüelin
kelime anlamını, açıklamakta ve aslında ritüelin kozmik güçleri anlama, ilahi
güçlerle ilişki kurabilme amacı için yerine getirildiğini belirtmektedir. Bundan
dolayı dinin vazgeçilmez bir unsuru olan ritüeli alt başlık altında “Sosyal
Açıdan” ele alır. Bu alt başlıkta da durumu toparlamaya çalışan yazar altı
madde halinde sosyal açıdan ritüellerin toplumu kaynaştıran bir öğe olduğunu
ve saltanat sahiplerinin erklerini sergiledikleri önemli bir aktivite olarak
değerlendirilmesi gerektiğini belirtir ve belki de en önemli özelliği olan
toplumların ortak bir hafızasını oluşturduğunu da ekler. Bu ortak hafıza
sayesinde dinler asırlarca uygulana gelmiştir.
Diğer alt başlık olan “Ritüelin Dinsel Yapısı” dokuz maddeden oluşan
ortak ve genel özellikleri ele almaktadır. Ritüellerde uygulanan söz, hareket,
mimik, müzik, kullanılan aletler ile tüm ritüellerin başlangıcındaki gibi düzgün
ve hatasız yapılması gerektiği bilgileri, ritüellerdeki aracıların din adamları
olduğu ve tanrılara karşı ödevlerin diğer ikinci sırada önemli ilahi varlıklara,
kutsallara karşı da yapıldığını belirtilmektedir.
Yazar Mezopotamya’da
ritüellerle ilgili günümüze kalmış çivi yazılı tabletlerden ulaşan bir takım
terimleri açıklamakta ve uzun süre Sümerler’den Asurlulara kadar ulaşabilmiş
önemli ritüeller hakkında bilgi vermektedir. Bu ritüellerden öne çıkanı ve yine
[776]
Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş
başlangıcının Sümer dönemine ait olduğu bilineni “Hasat Bayramı” olarak
tanımlanan Akitu bayramıdır.
Bu bayramın ritüelinde krala düşen ödevle ortaya çıkan durum açıkçası,
yönetici bir erkin gücünün de sınırlarının olacağına dair güzel bir örnektir. Bu,
ayrıca rahip sınıfının da –tanrıya yapılacak ritüellerin bilgisine sahip kişiler –
yönetici sınıf üzerinde önemli bir etkisi olduğunun da göstergesi olarak kabul
edilebilir.
Yine Akitu çerçevesinde gerçekleştirilen ve mevsimsel döngüyü de
imgeleyen hieros gamos yani tanrıça İştarla Dumuzinin evlenmesi (cinsel
birleşme), kral ile kutsal fahişelerin yerine getirdiği bir ritüeldir. Bu ritüeldeki
amaç ülkede bolluk ve bereketin eksilmemesidir.
Ritüellerdeki temel amaç elbette tanrıları memnun etmek ve karşılığında
da hayati öneme sahip ihtiyaçların eksikliğinin yaşanmamasıdır. Yazarın da
belirttiği üzere bir nevi “rüşvet teolojisi” (s.14) söz konusudur. Tanrılara karşı
yapılan veya ilahi diğer güçler için yerine getirilen ritüeller dışında dikkat çeken
iki önemli ritüel vardır ki kanımızca ayrı bir çalışmayı gerektirecek konulardır:
İlki, ölülere yad etme, ‘atalar kültünün klasik fenomeni’ (s.72) olarak
görülmektedir. İkincisi de büyü ritüelidir. Büyü iyi sebeplerle yapılırsa ak,
kötülük için yapılırsa –yasak olan- kara büyü olarak adlandırılır. Büyü tanrısal
bir bilgiye hakimiyettir, hastalıklardan, yuvanızı kötü ruhlardan korur. Evlerin
temellerinde dahi ak büyüler yer aldığı ve bunların yuvadaki huzur ve sağlığı
sağladığı inanılmaktadır. Hayatın her alanında etkin olduğu düşünülen bu ritüel
aslında günlük yapılması gereken işlerin “ilahi” bir görev şeklinde
adlandırılması olarak da değerlendirebiliriz (s.75).
Büyünün yanı sıra kehanetten de bahseden yazar (s.77-78) ayrıca ritüeller
kadar önemli olan tapınaklara da değinmektedir. Tapınaklar aslında kutsalın
görünür hale geldiği önemli mekânlardır ve tanrıların evidir. Bu önemli yerin
konumunun hesaplanması ve inşa edilmesi yine ab originaya uygun bir şekilde
olmasına bağlıdır. Bu konudaki hassasiyet daha üst seviyededir. İnşa edilen
tapınaklar ayrıca Mezopotamya’da ritüellerin, din ve siyasetin birleştiği önemli
merkezlerdir. Gücü temsil ettiği varsayılan bu mabetlerin inşasına vesile olan
krallar, güç ve popülaritelerini bu şekilde arttırdıkları düşünülebilir (s.83).
Yöneticiler, otoriteleriyle tanrısal güç arasında bağlantı kurdukları
anlaşılmaktadır ve yazar bu duruma örnek teşkil edecek kralları ve tapınak
inşalarını seksen yedinci sayfada ele almaktadır.
[777]
Tuba Efendioğlu
Zigguratların fonksiyonları hakkında bilgiler de veren Demirci,
tapınakların evrensel yaşamın merkezi olarak düşünüldüğünü belirtir. Kitabının
yaklaşık son on sayfasında Yahudi inancı içerisinde Zigguratların tanımlamaları
ve vurgusu üzerinde durmuştur. Özellikle bazı yerlerde (s.91 gibi) Yahudi
inancının bakış açısı, konuya geçişleri sarsıntılı kılmaktadır. Tapınak görevlileri
hakkında da bilgi veren yazar, tarihin kendi ruhu olduğuyla ilgili düşüncelerini
yazarak eseri sonlandırmaktadır.
Sade anlaşılır bir dille kaleme alınmış olan kitap, dinler tarihi disiplini
kapsamında olduğu için bazı terimler ve kavramlar kullanılmıştır. Bu bakımdan
Mezopotamya dinlerine ilgi duyanların pek de rahatlıkla okuyabilecekleri
kanımızca düşünülmemektedir. Eser, dinler tarihine ilgi duyan ve ayrıca bu
disiplinle alakalı bilgisi olanlara hitap etmektedir. Yazar aslında, metin
içerisinde kullandığı bazı terimler için sözlük mahiyetinde açıklamalar
ekleyebilirdi.
Konu oldukça merak uyandırıcı ve bir o kadar da karışık. Ele alınan her
başlık ve kelime ayrı birer çalışma alanını oluşturmaktadır. Çok geniş çaptaki
bu konuyu ele alırken bazen kafa karışıklığı hem yazar da hem de okuyucuda da
yaşanabilir. Arada tekrarların olması da kaçınılmaz. Fakat bir okuyucu olarak
bu kafa karışıklığını net bir şekilde hissedildiğini söyleyebilirim. Arada
Yahudilik inancına da referanslar yapılırken -özellikle ikinci bölümdegeçişlerde konudan kopma gerçekleşebiliyor. Bu kafa karışıklığından ziyade
belki de yazarın kitabın belli yerlerini belli bir zaman sonra kaleme almış
olduğunu da gösterebilir. En nihayetinde konuya ilginiz varsa bu gibi ayrıntılara
pek takılı kalmayabilirsiniz.
Yazar dipnotlarında kullandığı kaynakları, “Bibliyografya” bölümünde de
göstermiş ama bazı eserlerin ve kaynakların dipnotlarda olmadığı gözlenmiştir.
Dizin kısmı ile sonlanan kitapta görsel malzeme yer almamaktadır. Zira bu
durumu yazar daha giriş kısmında da eserinin fenomenolojik olarak ele aldığını
belirterek görsel malzemeyi kullanmayacağını da belirtmiş oldu. Fakat bu tarz
din tarihi kitaplarında bazen görsel malzeme de (harita, tanrı heykelcikleri,
kabartmalar) okuyucu için açıklama niteliğinde olabilir. Sanırım yazar okuyucu
kitlesini sadece dinler tarihi ile meşgul olanlar nezdinde düşünerek kaleme aldı.
Kapak resmi son derece ilgi çekici olmakla beraber baskı ve sayfa düzeni de
olması gereken şekildedir.
Mezopotamya Dinleri’ne “Giriş” mahiyeti taşıyan bu esere dinler tarihi
disiplini içinde bilgi edinmek isteyen herkese tavsiye edilebilir.
[778]
Download