‘DEVLET VE EGEMENLİK : SURİYE İÇ SAVAŞI VE RUSYA DAVETİNİN ANALİZİ’ ‘THE STATE AND SOVEREIGNTY: AN ANALYSIS OF SYRIAN CIVIL WAR AND INVITATION TO RUSSIA’ Doç Dr. Elife Hatun KILIÇBEYLİ Çukurova Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü [email protected] Özet Devletlerin dış dünya ile ilgisi olduğu kadar ülkeiçi’ne de ilgisi önemlidir. Egemenliğin doğasına ilişkin ilk sistematik tartışma Jean Bodin tarafından Fransa'da yapılmıştır. J.Bodin’in anavatanı o zamanlarda feodalizmin son safhalarından başka bir duruma dönüşerek, iç savaş sarsıntısını yaşamış ve geçmiş, Merkezi bir devlet biçimine kavuşmuştu (Merriam, 2001; 7). Soğuk Savaş bittikten sonra, "Devlet" in kendisini güncel kullanımında iki farklı anlamı vardır; İlk kullanım, egemen siyasal varlıklar, yaniUluslararası tanınma, kendi sınırları içindeki varlığı, Birleşmiş Milletler (BM ) içinde kendi koltuğu ve kendi bayrağıkonumu ve değeridir. Diğeri ise, bu kurum ve uygulamalara atıfta bulunmaktadır . İdari, adli, iç regülasyon ve zorlayıcı güçleri birleştiren güçler şeklinde. Kelimenin ilk anlamda kullanımı son derece açıktır ve Ortadoğu'da da rahatlıkla kullanılabilir. Hatta doğrudan Arap ülkelerine, Türkiye'ye, İran'a ve İsrail'e atıfta bulunma bağlamında kullanımı yanlış olmayacaktır(Owen., 2004; 1). Bu bağlamda, makale, 'modern biçimi, devletin egemenliği'konusundadır. Resmi ve egemen bir devletin kendi ulusal topraklarında devlet olmanın getirdiği hakların kullanımı konusudur. Bu çalışmada Suriye İç Savaşı üzerine yapılan bir analiz olarak , 'devletin egemenliği ve ikili anlaşma' ve ‘Suriye ve Rusya arasındaki işbirliği’irdelenmektedir. Rus Ordusu’nun, hava, deniz ve kara gücünü Suriye devletinin sınırlarında o ülke için kullanma sorunsalını, 2015 yılı son çeyreğinde ‘Sivil çatışmayı, Suriye içsavaşını sona erdirmek’ amacıyla kullanımı değerlendirilmektedir. Türk dış politikasına ve Uluslararası terör gruplarına karşı savaş sırasında karar vericilerin yapmış olduğu son derece önemli değişiklikler ve bu dönemde çatışma taraflarına ekonomik ve politik bir nitelik kazandırması tartışılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Suriye İç Savaşı,, Suriye, Rusya, Orta Doğu,Uluslararası Hukuk. 1 Abstract States have always faced outwards as well as inwards. The first systematic discussion of the nature of sovereignty was made in France by Jean Bodin. His native land was then passing out of the last stages of feudalism, through the convulsion of civil war, into the form of a centralized state (Merriam,2001;7). After ending the Cold War, the word of ‘state’ itself has two district meanings in everyday usage even though the two are often conflated. One use refers to sovereign political entities, i.e. those states with international recognition, their own boundaries, their own seat at the United Nations(UN) and their own flag. The other refers to that set of institutions and practices which combines administrative, judicial, rulemaking and coercive powers. While the use of the word in the first sense is absolutely clear, and can be used in Middle Eastern context to refer directly to the Arab states, Turkey, Iran and Israel (Owen.,2004;1). In this context, the article will discuss to means of ‘state as a modern format , sovereignty as use of state rights on her official state-land. On this case, the article make an analysis on Syrian Civil War;‘state’s rights sovereignty and ’bilateral agreement and cooperation between Syria and Russia’, and after this Syrian government’s invitation to Russian Army on air, sea and land power for securing to Syrian state’s borders and ending to Civil Conflict at the end of 2015.And impact to Turkish foreign policy and extremely changes on decision makers during the war against to terrorist groups and effect to conflict sides as an economical and politcal in this period. Keywords: Syrian Civil War, Syria, Russia, Middle East, International Law. 2 Giriş. Siyaset kuramının en güncel iddialarından biri ulusal egemenliğin günümüzün toplumsal ve siyasal koşullarında anlamını yitirdiği ya da en azından belirgin bir dönüşüme uğradığıdır. Egemenliğin “ulus-devlet” için taşıdığı önem göz önünde bulundurulduğunda bu yaklaşım gayet doğal karşılanmalıdır. “Modern Devlet” dediğimiz en yetkin siyasal örgütlenme biçimi, hukuksal açıdan varlığını “egemen” olmasına borçludur. Fransız Devrimi’nden sonra “ulus-devlet” ile özdeşleşen “Modern Devlet”in kendi öncesindeki siyasal yapılanmalardan farkını gösteren ana unsur egemenliğidir. Bu nedenle ulus-devletin rolü ve işlevlerinin sıkça sorgulandığı bir dönemde egemenlik kavramının da eleştirel değerlendirmelerin konusu olmaması beklenemez (Beriş H.E, 2007: 56). Bu makale, egemenliğin devlet için taşıdığı önemi, kavramın tarihsel gelişiminden hareketle ortaya koyan bir bölümle başlamaktadır. Çalışmanın izleyen bölümünde, egemenliğin günümüz siyasal ilişkilerinin anlamlandırılmasında etkisi ve rolü üzerinde durulacaktır.Bu anlayış dahilinde ‘Devlet’, ‘Egemenlik’, ‘Siyasal iktidarın Meşruiyeti’ konuları üzerinde 2015 yılında Suriye Devlet Başkanı’nın Rusya Federasyonu Devlet Başkanı ile hava kuvvetleri öncelikli olmak üzere deniz ve kara kuvvetlerini Suriye devleti sınırlarının korunması amacıyla yapmış olduğu görüşmeleri; Rusya’nın bu öneriye karşılık siyasi tavır ve talepleri ile gerçekleşen durumu nihai olarak 30.Haziran.2016 tarihiyle değerlendirilecektir. Uluslararası Hukuk’un temel ilkelerinden başlamak üzere mevcut durumun analizi yapılacaktır. Egemenlik anlayışının öngördüğü “mutlaklığın” kırılmasına ilişkin örnekler ele alınacak; buradan hareketle hukuk devleti fikrinin güçlenmesi veya uluslararası hukukun gelişmesi gibi nedenlerle, devletlerin, çoğu zaman kendi iradeleriyle olsa bile, egemenliklerini kısıtlamayı kabullendikleri savunulacaktır. Uluslararası sistemin parçası olarak kalabilmek ya da kendi aralarında kurdukları ekonomik veya siyasal örgütler aracılığıyla daha büyük kazanımlar elde edebilmek için devletlerin işbirliğine gitme çabaları, egemenlik üzerinde kısıtlayıcı bir etki yaratmaktadır. Devletlerin gerek yurttaşlarıyla gerekse kendi aralarında kuracakları ilişkilerde hukuku temel almalarının bireysel haklarla evrensel barışın korunmasını sağlayacağına duyulan inançtır. Egemenlikten doğan haklara riayetsizlik, uluslararası sistemi bir kaosa sürüklemekte; buna karşılık egemenliği dış müdahaleden tamamen bağımsız görmek ise bireysel hakların ihlaline neden olmaktadır (Pazarcı,1989: 48). 1 . Devlet : Egemenlik , Bağımsızlık ve Uluslararası Anlaşmalar Pazarcı’nın Uluslararası Hukuk Derslerinde uluslararası hukuki sonuçlara göre değerlendirdiği yayın çalışması bize bu konuda en geniş bilgiyi sunmaktadır. 1989 yılında yayınlanan bu kitaba göre ; Uluslararası hukukta yerleşmiş bir tanıma göre devlet en az üç temel öğenin b i r a r a y a gelmesinden oluşmaktadır: A . bir insan topluluğu; B. bir ülke; C. kendi üstünde herhangi bir otoriteye bağlı olmayan bir siyasal yönetim. 3 Devlet, uluslararası kişi olarak aşağıdaki koşulları varlığında birleştirmek zorundadır: i) sürekli insan topluluğu; ii) belirli ülke; iii) hükümet; iv) öteki devletlerle ilişkiye girme yeteneği .(Pazarcı,1989, 61) Devleti oluşturan, insan topluluğu, ülke ve başka bir otoriteye bağımlı olmayan siyasal yönetim öğeleri ise Pazarcı’nın ‘Uluslararası Hukuk Dersleri’ yayınında aşağıdaki gibi düzenlenmiştir(Pazarcı, 1989:65). 1.1. İnsan topluluğu (population; Staatsvolk) A. Genel. Bir Devletin kurucu öğesi olarak insan topluluğunun uluslararası hukuk bakımından sahip olması gereken özelliklerinin başında süreklilik gelmektedir. Başka bir deyişle, geçici olarak biraraya gelen ve sonra dağılan insan topluluklarının bir devletin kurucu öğesini oluşturması olanağı yoktur. Ancak insan topluluğunun sürekli birarada yaşaması koşulunun aranması, bunun bireyler düzeyinde değil, toplum düzeyinde sağlanmasını gerektirmektedir. B. Self-determination ilkesi. Bir dönemler ulus niteliğini kazanmış insan topluluklarının bir devlete sahip olmaları konusu uluslararası hukuk çerçevesinde birtakım gelişmelere sahne olmuştur. 1789 Fransız devriminden etkilenerek "Milliyetler prensibi" (Principe des nationalites) adı altında uluslararası öğretide taraftar bulan bir görüş, her ulusal topluluğun bağımsız bir devlet kurma hakkı olduğunu ileri sürmüştür. Self-determination ilkesinin anlamı incelendiği zaman, iki yam bulunduğu görülmektedir. Birinci yanı devletlerin iç örgütlenmelerine ilişkin olup, bir halkın dilediği yönetim biçimini, herhangi bir dış baskı olmadan, seçmesi hakkı bulunduğunu belirtmektedir. Bu hakkın en çok siyasal yönetim biçimi ile ilgili olduğu ve özellikle devlet ve hükümet biçimlerinin saptanmasında halklara serbestlik tanınması olarak yorumlandığı görülmektedir. Ancak, bu yönetim biçimini seçme hakkının giderek ekonomik bir içerik de kazandığı ve devletlerin doğal kaynaklar üzerindeki sürekli egemenliği ilkesinin Self-determination hakkının bir parçası olduğunun gerek B.M. Genel Kurulunca, kabul edildiği görülmektedir. Self-determination ilkesinin ikinci yanı, bir halkın bağımsız bir devlet kurmak dahil, dilediği devlete bağlı olmayı seçme hakkını belirtmektedir. 1.2. Egemenlik ya da bağımsızlık . Belirli bir insan topluluğunun belirli bir ülke üzerinde siyasal ve hukuksal örgütlenmesi devlet olabilmenin maddi koşullarını yerine getirmiş olmakla birlikte, bu örgütlenmenin yine belirli bir insan topluluğu ve ülke üzerinde faaliyet gösteren öteki kamu örgütlenmelerinden ayırt edilmesi için yeterli değildir.Sözcüğün tam anlamında egemenlik, üstün iktidarı, hiçbir denetime bağlı olmayan kesin buyruklar verme gücünü belirtmektedir . Modern ve merkezci devletlerin doğduğu 16. ve 17. yüzyılda, devletin sahip olduğu ve kendisini öteki örgütlenmiş topluluklardan ayıran gücün bu tür bir egemenlik yetkisi olduğu düşünülmüştür. Devletin üstünde hiç bir otorite yoktur, o zaman devletlerin uyması gereken herhangi bir kurallar bütünü de söz konusu olamayacaktır. Oysa, toplumsal ve tarihsel gereklilikler, önce Avrupa'da 1648 Westphalia andlaşmaları ile devletler arasında yerleşmeye başlayan bir ortak düzenin, uluslararası hukuk düzeninin, doğmasını zorunlu kılmıştır. Bu durum, bir devletin hem sözcüğün tam anlammda egemen olmasının, hem de belirli birtakım ortak kurallardan oluşan bir hukuk düzeninin yasaklamalarına bağlı olmasının mantık açısından olanaksızlığını ortaya koymuştur(Pazarcı, 1989:67) 4 Egemenlik, her şeyden önce devletle özdeşleşen ve devletin ayırıcı vasfı olarak görülen bir kamusal güçtür. Söz konusu gücün devlete getirdiği, toplumsal ve siyasal alanı düzenleme amacıyla norm koyma ve bunların gereklerini yerine getirme yetkisidir. Devletin meşruluğunu açıklayan temel hukuksal ilke olarak beliren egemenlikten beklenen işlev, devletin hükmetme gücünün hukuksal dayanaklarını ortaya koyabilmektir (Beriş, 2007: 58). Egemenlik, içişlerine karışmama ve sınırların dokunulmazlığı ile genel ilke ve kurallar olmakla birlikte bazı özel durumlarda bunlara istisna getirilebilmektedir. 2.Dünya Savaşı sonrası yeniden kurulan siyasi düzende bu istisnaların temel gerekçesi olarak uluslararası güvenlik ve istikrar gösterilmiştir. Yani, devletlerin savaş açma hakları ellerinden alınmış ve kuvvet kullanma dahil zorlayıcı tedbirlere başvurma yetkisi BMGK verilmiştir.(Çakmak, 2015: 57). Egemenlik açısından en önemli milat, Fransız Devrimi’dir. Zira 1789’dan sonra egemenliğin tek yetkin şekli olarak “ulusal egemenlik” belirmiştir. Fransa’da devrimi gerçekleştiren isimler, ancien régime’in kurumlarını tasfiye ederken devletin meşruluk kaynağı olan egemenliğin özüne dokunmamışlardır. Bu dönemde gerçekleşen tek, ama köklü değişiklik egemenliğin monarktan alınıp ulusa verilmesidir (Ağaoğulları, 2006: 236). Fransız Devrimi’nin pratik sonuçlarından birisi, modern devlet ile ulus-devletin özdeşleşmesidir. Bu durum, egemenliğin ulusa aktarılmasının doğrudan sonucu olarak görülebilir (Şaylan, 2003: 45). Ulusal egemenliğin belirleyici özelliği, hukuksal bir birim olarak ulusun, devletin meşruluk kaynağını oluşturmasıdır (Nalbant, 1997: 65). Nitekim 26.08.1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin 3. maddesinde “[h]er egemenliğin özü esas olarak millettedir. Hiçbir heyet, hiçbir fert, açıkça milletten kaynaklanmayan bir otoriteyi kullanamaz.” (aktaran Teziç, 1996: 95) şeklinde ifade edilen bu ilke, 1791 Anayasasıyla anayasal norm haline getirilecektir. Söz konusu Anayasanın üçüncü maddesi egemenliğin özünü ulusta görmekte ve hiçbir kişi ya da kurulun açıkça ulustan gelmeyen bir otoriteyi kullanamayacağını hükme bağlamaktadır. Bu anlayış, egemenliğin kuramsal açıdan taşıdığı “süreklilik” ilkesine uygundur. Ayrıca ulusal egemenlik kuramı, iktidarı kişisizleştirmesi ve yasalardan üstün olmayı engellemesi nedeniyle iktidarı sınırlayan bir mahiyet arz eder. Ulusal egemenlik ile hiçbir yurttaş yasaların üstünde yer almayacak ve herkesin iradesinden çıktığı kabul edilen yasalar istisnasız herkesi bağlayacaktır. (Beriş,2007: 60). Böylece Fransız Devrimi’nden sonra egemenlik, “ulusal” bir içerik kazanır. Başka bir ifadeyle devlet otoritesi ulusun varlığıyla özdeşleştirir; siyasal toplum doğrudan kurucu bir irade olarak ulusun rızasına bağlanır. Diğer taraftan ulusal egemenlik kuramı, tek kişiye dayalı hükümet sistemlerine karşı halkın çoğunluğundan güç alan temsilî demokrasinin kurumsallaşmasını sağlamıştır. Fransız Devrimi’nin ilk dönemi, ulusal egemenliğin gerçek anlamını bulması açısından temsilî ve doğrudan demokrasi yandaşlarının tartışmalarına sahne olmuştur. Ancak gerek Devrim’in öncüsü durumunda bulunan burjuvazinin sınıfsal çıkarları, gerekse siyasetin pratikleri, temsilî demokrasinin daha “gerçekçi” bir model olarak belirmesine neden olmuştur. Nitekim ulus-devlet modeli aracılığıyla temsilî demokrasinin kurumsallaşması sağlanmış olur. Bu modelde, bireyler, yurttaş sıfatıyla, halk ya da ulus kimliği içerisinde bütünleşirler ve bu bütünleşme, bireylerin tekil iradelerinin, en azından kamusal alanda, dikkate alınmamasını, tamamının iradesinin “genel irade” çatısı altında bir araya gelmesini ifade 5 eder (Ağaoğulları, 1991: 22-23). Aslında, son yıllarda öğretinin egemenlik kavramının iki yanı üzerinde bir ayrıma gittiği ve iktidar olgusu üzerine kurulan siyasal egemenlik ile hukuk kuralları çerçevesinde serbestçe davranma yetkisini belirten hukuksal egemenlik kavramlarının farklı olmasına dikkati çektiği görülmektedir. Devletler arasındaki ilişkilerde egemenlik, bağımsızlığı belirtmektedir (Pazarcı,1989; 72). 1.3. Uygulanan uluslararası hukuktaki durum. "Devletin, hukuksal açıdan başka bir dış ya da üstün iktidara bağlı olmadan ve yalnızca uluslararası hukuk kuralları ya da kendi kabul ettiği bağlantılarıyla sınırlanan, serbestçe karar verme yetkisi".Her devletin egemen davranma ve karar verme yetkisinin bulunduğunu bildirdikten sonra bu yetkinin, devletin kabul ettiği yükümlülükleri varsa, bunlarla sınırlı olacağını belirtmektedir. Böyle tanımlanan bir egemenlik yetkisinin uygulanan uluslararası hukuktaki kapsamı aşağıdaki noktalarda ortaya çıkmaktadır. Devlet anılan yetkisini kullanmada uluslararası hukukun öngördüğü yükümlülükler dışında hiçbir başka otoriteye bağımlı değildir. Devlet ülkesi üzerinde egemenlik yetkisini münhasır bir biçimde kullanır. Devletin egemenlik yetkisini hiçbir başka otoriteye bağlı olmadan kullanması, onun uluslararası hukuk kurallarının öngördüğü durumlar dışında, hiçbir otoriteden buyruk almayacağını ya da izin istemeyeceğini belirtmektedir. Bu çerçevede, uluslararası içtihat bir devletin yetkilerinin kaynağının bizzat egemenliği olduğunu bildirmektedir(Pazarcı, 1989: 68). 1.4. Uluslararası andlaşmalar. Devletin egemenliğini ancak uluslararası hukuk kuralları yada onun rızası ile sınırlanacağını kanıtlayan çeşitli hükümler içermektedir. Bunların en tanınmışları, Milletler Cemiyeti (MC) Sözleşmesinin uluslar arası hukukun üye devletlerin ulusal yetkisine bıraktığı alanlarda MC’nin karışamıyacağını öngören 15. Madde 8. fıkrası ile Birleşmiş Milletler(BM) Andlaşmasın üye devletlerin ulusal yetkisine giren konularda örgütün karışamayacağını öngören 2.madde 7. fıkrası olmaktadır.Devletlerin kendi kararlarını serbestçe almaları konusunda uluslararası içtihat açıklığa kavuşturduğu bir başka nokta da, devletlerin andlaşma yapma yoluyla yükümlülük altına girmelerinin egemenlik yetkisinin terki olarak değerlendirilmeyeceği konusudur. Ancak, uluslararası bağlantılar yapma yetkisi bizzat devlet egemenliğinin bir sonucudur". Egemenlik hakkının kapsamının ikinci yanını oluşturan devletin ülkesi üzerinde münhasır yetkiye sahip olması ilkesine gelince, bu ilkenin de iki yanı vardır. Birincisi, belli bir devletin ülkesi üzerinde yalnızca bu devlet egemenlik yetkilerine sahip bulunmaktadır. Böylece, belli bir devlet ülkesinde kamu gücü bu devlet dışında ilke olarak başka bir otorite tarafından uygulanmaz. "Dünyanın bir parçası ile ilgili olarak bağımsızlık, orada, bütün öteki devletler dışında, devlet yetkilerini uygulama hakkıdır". Devletin ülkesi üzerinde münhasır egemenliği ilkesinin ikinci yanı ise, bir devletin egemenliğinin, ilke olarak, ülkesi ile sınırlanmasıdır. Bunun doğal sonucu da bir devletin başka bir devlet ülkesi üzerinde ilke olarak onun rızası olmadan herhangi bir egemenlik yetkisi kullanamaması olmaktadır (Pazarcı, 1989:69) 6 2. SSCB’den Rusya’ya Suriye ile İkili İlişkiler Yaklaşık 400 yıllık tarihsel geçmişi bulunan bugünkü Suriye-Lübnan-Filistin topraklarında varolan Asurilerle Ruslar, yeni dönemde Temmuz.1944 yılından itibaren egemen devlet statüsünde işbirliğine başlamışlardır. SSCB Dışişleri Bakanı V.M.Molotov ile Suriye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı C. Mardambey ile varılan anlaşma ile ikili diplomatik ve dostluk ilişkileri başlatılmıştır(Yevsiyev, 2015:6 ). İkinci Dünya Savaşı süresince Almanya veya başka bir emperyalist devlet tarafından işgal edilebileceği kaygısıyla SSCB, güvenlik açısından güçlü olmayan Suriye’nin askeri olarak desteklenmesini onaylayarak, Suriye ordusunun eğitimi-mühimmatıdonanımı konusunda tam destek sağlamıştır. İkili işbirliği karakteristiği, 1945 yılı Mart ayından itibaren değişim gösterdi. İkinci Dünya Savaşında maddi ve manevi büyük kayıplara uğrayan SSCB, artık öncelikle ideolojik savaşın içindeydi. Ve Suriye bu yeni savaşta SSCB’nin yanında olsa da önemli bir etkisi ilk yıllarda olamazdı. İkili İşbirliği eğitim-kültür-teknolojik gelişime daha çok kaydırıldı. Uluslararasılaşma sürecinde Suriye’ye destek oldu. Fransa’da hem Levantenler, hem Maruniler nedeniyle de Suriye ile özellikle sosyo-kültürel ilişkilerini ihmal etmedi. Osmanlı Devletinin son döneminde Fransa tarafından işgal edilen ve 17.Nisan.1946’da bağımsızlığını ilan eden Suriye’nin bundan böyle bölgesel müttefiki Lübnan ve Mısır’dı. Bu üç devletin bölge-dışı müttefiki ise SSCB olmuştu. 2.Haziran.1945’den itibaren SSCB resmi yayın organı ‘Pravda’ gazetesi Fransa, Çin’de yayımlanırken, aynı zamanda Lübnan ve Suriye’de de yayımlanmaya başlandı. Suriye bu tarihten itibaren İsrail’in en önemli destekçisi ve müttefiki olan ABD’ye karşı tutum alarak SSCB ile ilişkilerini daha da yakınlaştırmıştı. Orta Doğu coğrafyasında İsrail’e karşı bir tutum takınan ve Mısır’la ortak politikasıyla oluşturulan Arap Birliği, adı kadar güçlü bir siyasi etki yaratamamış Suriye-Mısır ittifakı çözülmüştür. 1946 ile 1970 yılları arası karma demokratik bir yapı geliştirilerek ülke yönetilmiş; 1970 yılında ise Hafız El-Esad’ın da üst düzey komutan olarak yer aldığı bir askeri darbe ile Suriye yeni bir devlet yönetim düzenine geçmiştir.. Ve 1978 den itibaren Suriye-İsrail arasındaki çekişme ve çatışma alanı Lübnan olmuştur. 1985 de güvenlik şeridi belirleyen İsrail, Suriye ile çatışmalarına ara verir.( Turan, 2004; 74). 18.Ağustos.1991 tarihinde SSCB’nin sona ermesiyle birlikte Suriye devleti Ordu’suna silah, askeri mühimmat ve finansal destek de sona ermiş oldu. Kendi ekonomik ve sosyal dönüşüm krizini yaşayan SSCB’nin Rusya’nın mirası alarak ve çok güçlü olmasa da BDT ile yeni birlik kurma çabaları, SSCB’nin yakın işbirliği olan birçok dünya devletini olumsuz etkilemişti. Suriye’nin bu dönemlerde bölge krizi sayılabilecek Lübnan’daki siyasal değişimlerde askeri güç olarak değil de, siyasi etki amaçlı güç kullanım stratejileri önemlidir. Suriye’nin silah sanayinin yenilenme süreci 31.Aralık.1999 yılında göreve gelen Rusya Devlet Başkanı V.Putin ile başladı. 2000 yılında Suriye Devlet Başkanı H. El-Esad’ın vefatı nedeniyle oğlu göz doktoru B.Esad göreve geldi. Özellikle 2008-2012 yılları arasında iki devlet arasındaki askeri işbirliği anlaşmaları gereği ağır silah sanayi-mühimmat ve kara mekanize güçleri %71 oranında yenilendi. Suriye’nin 2012’den itibaren özellikle kara ve havada teknolojik askeri silah-makine-cihazlarla yenilenmesiyle Orta Doğu bölgesinde İran körfezi ve 7 Arap yarımadasında önemli bir askeri güç olması dikkat çekici bir durumdur. 2006 yılında İsrail - Lübnan çatışması esnasında Suriye’nin bu çatışmalarda Rus silah ve askeri mühimmatını kullandığı görülmüştü.Hizbullah’ın kullandığı askeri malzemeleri Suriye’den temin ettiği H. Nasrallah tarafından açıklanarak, tanksavarların ‘Kornet’ askeri tesislerinden alındığını belirtmişti. 16.Şubat.2005 günü Rusya Savunma Bakanlığı yaptığı açıklamada Suriye’deki ‘Strelets’ uydu-roket silah fabrikasına ilişkin bilgileri kamuoyuyla paylaşarak, bu tesislerin geliştirilmiş olan Rus hava araçları teknolojileriyle geliştirilmesine ilişkin açıklamalar yaptı. 2011 yılından itibaren Arap dünyasındaki isyanlar ve iç siyasal-toplumsal karışıklıklar sürecinden nasibini alan Suriye, mevcut siyasi rejimi yıkmak ve/veya değiştirmek amacıyla içsavaş başlatılmıştır. Başlangıçta ABD ve Batılı müttefik devletlerin talebi olan ‘Demokrasi’ çağrısı ve demokrasiye geçiş süreciyle B.Esad’ın yönetimi terk etmesi isteğine karşı, Suriye yönetimi farklı bir strateji izleyerek Soğuk Savaş sürecinden beri müttefiki olan eski SSCB-bugünkü Rusya ile dayanışmaya yönelmiştir. Suriye’de çok farklı amaçları olan farklı silahlı gruplar tarafından iç karışıklık yaşanmaya başlanmıştır. Rusya ilk etapta, Suriye’ye karşı uluslararası örgütlerde taraf olarak, başta BMGK içerisinde taraflılığını açık olarak beyan etmiştir. Ardından uçak gemisini Suriye’nin Lazkiye limanına ve Doğu Akdeniz’de Suriye’nin münhasır karasularına demirleyerek Suriye içindeki silahlı terör gruplarına sistematik hava operasyonları yapmıştır. Suriye, sınır ve ülke güvenliği için İran İslam Cumhuriyeti’nden de asker gönderilmesi talebinde bulunmuştur. Özellikle Suriye’nin başkenti Şam ve civarında konuşlanan İran kara gücü mevcut B.Esad yönetiminin güvenliğini de sağlamıştır. İran – Suriye –Rusya ittifakının Orta Doğu ve Orta Asya için etkin bir ittifak olduğunu belirterek; bu uzun dönemli ittifakı daha sonra başka bir çalışmada incelemek uygun olacaktır. Temmuz Eylül.2015 süresince Suriye’de yapılması planlanan hava-kara-deniz operasyonları Moskova-Şam hattında son planlamayla değerlendirilmiş; Ekim.2015’te operasyonlar fiilen başlatılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye sınır hattında bulunan silahlı güçlere karşı başlatılan hava saldırılarıyla, Türkiye Cumhuriyeti ve NATO süreci dikkatle izlemeye başlamıştır. Operasyonları yapan Rus savaş uçaklarının 3- 4 Ekim.2015 tarihlerinde Türkiye'nin hava sahasına izinsiz girmesi, Türkiye ile Rusya arasında diplomatik kriz yaratmıştır. Her iki ülkenin siyasi ve diplomatik tarafları arasında sert eleştiriler ve suçlamalar yaşanmıştır. Türkiye ile Rusya’nın Suriye politikasının çatışması ile bu gerginlik açık bir karşı mücadeleye dönüştü. 24.Kasım.2015 günü ise yine bir Rus jetinin Türkiye Cumhuriyeti hava sahasını ihlal etmesi üzerine Türk jeti angajman kurallarında değerlendirerek Rus jetini vurarak düşürmüş; içindeki iki pilot Suriye sınırına iniş yapmıştır. Pilotlar sağ olarak paraşütle inerken Suriye topraklarındaki Rusya karşıtı terör gruplarının açtığı ateş sonucunda bir Rus pilot öldürülmüş, diğer Rus pilot ise Rus güvenlik güçlerince kurtarılmıştır. Bu kriz üzerine Rusya, Türkiye yönetiminden ‘özür’ talebinde bulunmuştu. Ancak Türkiye’nin ne Cumhurbaşkanı ne de Hükümet yönetimi ‘özür dileme’yi reddetmiş, Türk pilotlarının vurma eyleminin uluslararası hukuk kuralları gereği doğru ve haklı olduğunu savunmuşlardı. Rusya Devlet Başkanı V.Putin’in diplomatik kararlılığı sonucu Türkiye ile olan ticari, ekonomik, akademik ve politik ilişkileri dondurulmuştur. Rusya’nın almış olduğu radikal kararlar, Türk ekonomik hayatına zarar vermek üzere 8 alınmıştır. Kasım.2015-Haziran.2016 aralığında her iki devlet başkanı da birbirleri hakkında ve ülke politikaları hakkında sert ve katı davranmışlar; diplomatik tüm yolları kapamışlardır. Ancak Türk dış politikasında beklenmedik bir manevrayla Rusya’dan ‘Rus jetini vurmuş olmaktan dolayı özür dilemiş; Rus pilota ilişkin taziyelerini iletmiştir’. Bu olumlu gelişmeler hem bölge barışına hem de geniş hacimli Türk-Rus işbirliğine önemli katkılar sağlayacaktır. Burada bizim dikkate aldığımız konu, Türkiye ile Rusya gerginliği değil; Suriye’nin uluslararası hukuka uygun davranıp davranmadığı ve ‘durumun meşruiyeti’ konusudur. 3 . Sonuç . Diplomasi, dış politik sorunlara çözüm arayan ve nihai olarak barışa ulaşmanın, çatışmayı sonlandırmanın etkin bir aracıdır. Doğu-Batı hattında Akdeniz’in doğu kıyıları çok yönlü stratejik öneme sahip konumuyla bölgesel ve bölge-dışı güçlerin ilgi odağı olmaya 21.yüzyılda da devam etmektedir. Ve 21. Yüzyılın uluslararası sisteminde, devletlerin tek başlarına veya bölge-içi, bölge-dışı baskın gelişmiş ülkeler dışında kalması da mümkün görünmemektedir. Egemenliğini ilan etmiş ve uluslararası andlaşmalara taraf olmuş her devletin doğal eşitlik temelinde üç ilkesi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, Devletlerin egemen eşitliği ilkesi. Her devletin egemen olmasının doğal sonucu egemen devletlerin eşitliğini gerektirmektedir. Bu olgu uluslararası hukuk açısından ilke olarak bütün devletlerin aynı hukuksal statüye sahip olduklarını belirtmektedir. İkincisi,’İçişlerine karışmama ilkesi’: Devletlerin egemenlik hakkının ve egemen eşitliği ilkesinin doğal sonuçlarından bir başkası da birbirlerinin içişlerine karışmamasıdır. Üçüncüsü ise egemenlik sınırları dahilinde yer alan tüm yeraltı ve yerüstü doğal kaynaklar üzerinde sürekli egemenlik ilkesi. Bu eşitlik ilkeleri temelinde Suriye’de 2011 yılında başlayan iç karışıklıklar nedeniyle artan şiddet ve ülke-içi büyüyen iç savaş halinin sona erdirilmesi amacıyla, Suriye’de meşru bulunan Devlet Başkanı ve görevdeki Suriye Hükümetinin kendi egemenlik hakları çerçevesinde Rusya Federasyonu ile görüşerek, ülke içi savaşın sona erdirilmesi bağlamında Rus deniz-kara ve hava kuvvetlerini kendi ülkesine askeri olarak yardıma davet etmesi Uluslararası İlişkiler disiplinin bir alt-çalışma alanı olan uluslararası hukuk açısından yasaldır; ve benzer durumdaki her egemen devletin başvurma hakkı olan bir durumdur. Şu anda Suriye'de başta terörist gruplara karşı olmak üzere askeri operasyon yapan Rusya dışındaki diğer egemen ülkeler de bulunmaktadır. Fransa ve Almanya gibi ülkeler, terörist gruplara karşı kendi planları ile Suriye devlet yönetimi ortak çıkarları temelinde askeri operasyonlar yapmaktadırlar. 1970’li yıllardan itibaren yakın işbirliği içinde olduğu SSCB’nin devamı niteliğinde olan Rusya'nın Suriye Devlet Başkanı B.Esad tarafından yardıma çağırılmış olması, uluslararası hukuk açısından Rusya'nın hava-karadeniz’den askeri müdahalesi, diğer Batılı ülkelere göre daha anlaşılabilir ve haklı bir tutum olarak değerlendirilebilir. Bölgede olan veya bölgeye ilgili olan devletlerin, birçok cephede öncelikli olarak pragmatik politikalarını ortaya koyarak tüm kararlılığıyla işbirliğini bölge ve dünya barışını sağlamak durumundadır. Türkiye Cumhuriyeti, değişen bölgesel dengeler-konjonktürel siyasi dalgalanmaları dikkatlice izleyerek, barış temelli stratejik politikalarını dengede tutabilme zorluğu dahilinde 9 sınırdaş veya sınırdaş-olmayan devletlere karşı farklı tutumlarını, uluslararası diplomasi gelenekleri dahilinde olmasa da açıklıkla ortaya koyabilmekte; dış politik araçlarını kullanabilme/yönetilme, gerekirse çarpıcı farklılıkları uygulayabilme kararlılığını gösterebilmektedir. Türk dış politikası karar vericileri, özellikle uluslararası ortamlarda farklı ‘çıkar’ hedefli düşüncelerinden ötürü kesiştiği taraflarla, yollarını ayırma noktasına gelmiş; iç veya dış politik populist söylemleri ile geleneksel dış politika çerçevesi dışına çıkabilmekte; ancak beklenmedik sıradışı manevralarıyla yine dünya siyasi ortamını şaşırtabilmektedir. Sonuçta, Cumhuriyet rejiminin tekrar barış amaçlı işbirliğine gidebilme esnekliği önemlidir. Burada ortaya çıkan temel sorun, ‘güven temelli’ yaklaşımlardır. Dünyadaki egemen devletlerin özellikle Küçük Asya, Yakın Doğu ve Orta Doğu adlarıyla tanımladıkları bölgede çok aktörlü çok bilinmeyenli oyununda yalnız kalan hangi devlet olursa olsun bu karmaşık oyunu kaybetme sıkıntısını yaşayabilir. Nihai olarak, haysiyetli yaşam hakkı olan her dünya vatandaşının varlığını koruması, ‘Barış’ amaçlı tüm girişimlerin ve ortaklıkların ilk hedef olması gerekliliğinin dünya siyasi aktörleri tarafından anlaşılması, algılanması ve her egemen devletin kendi ‘ulusal çıkarı’ öncesinde yer vermesi, yaşanabilir bir dünya için olmazsa olmazlardandır. KAYNAKÇA 1. BBC Haber Servisi. a.Türkiye : Rusya Suriye’de muhalifleri vurmaya derhal son vermeli. 02.10.2015 b.Rusya : IŞID’i Rakka’da vurduk. 02.10.2015 c.Rusya’dan Türkiye’ye davet. 23.06.2016 2. Beriş,H.E.‘Egemenlik Kavramının Tarihsel Gelişimi ve Geleceği Üzerine bir Değerlendirme’ . Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/933/11632.pdf 3. Baranetsa V. ‘ Şto dabilas Rassiya v Sirii za sto dney: Şto bila do 30 Sentiyabır?’ http://www.kp.ru/daily/26480.4/3349881/ 14.01.2016 4. Çakmak C., ‘Suriye’de Kriz ve Uluslararası Hukuk’.SDE Analiz. Stratejik Düşünce Enstitüsü. Ankara. 5. Çetin H.’Egemenlik ve Hukuk İlişkisi Üzerine’.C.Ü.İİBF Dergi, Cilt.3, S.2, 2002. 6. Çevik M.E. ‘Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanımı’.HUKAB Dergi.Sayı.5 7. Deutsche Welle Haber Sitesi a.Suriye ordusu kara operasyonu başlattı b.Suriye ordusu, Rusya'nın havadan düzenlediği saldırılara destek için isyancı güçlere karşı yeni bir kara operasyonu başlattı. (07.10.2015) c.NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Rusya’nın Türk hava sahasını ihlali yanlışlıkla olmuş gibi görünmediğini söyledi. Stoltenberg Moskova'ya uyarılarda bulundu. (06.10.2015) d.Türkiye: 'Rus uçağı hava sahamızı ihlal etti' e.Türkiye Dışişleri Bakanlığı, bir Rus uçağının Türk hava sahasını ihlal ettiği iddiasıyla Moskova'ya tepki gösterdi. (05.10.2015) 8. ITAR-TASS Rusya Haber Servisi. Eylül.2015 – 25.06.2016 tarihleri arası. 10 9. Marcus J. ‘Rusya Suriye’de ne amaçlıyor?’. BBC Savunma Muhabiri. BBC Haber Servisi. 16.09.2015 10.Ministerstva Inastranni Del Rassiskava Federatsii. ‘Rassisko-Sırisskiye Atnaşenniya’. www.mfa.ru 28.05.2014 11.Muir J.,’Rusya’nın Suriye Hamlesi:Hiçbirşey eskisi gibi olmayacak’.BBC Haber Servisi. 02.10.2015 12.Natsonalnaya Abarona/Geopolitika/ PVO Sırii: Spasenniye ili illuziyu?’ http://oborona.ru/icludes/periodics/geopolitics/2012/1008/17389386/detail.shtml 13.Pazarcı H., ‘Uluslararası Hukuk Dersleri’. II.Kitap. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları.:571. 14.Rafi S.’Middle East turning into an open contest’06.10.2015,Asia Times News. 15.Sançin V. ‘ Suriye Krizi ve Koruma Sorumluluğu’. Bülten Sayı.80, Yıl: 2012. 16.Süleymanoğlu S. ‘ Davet üzerine Müdahale: IŞID’e karşı Irak’ta yürütülen Operasyonların Uluslararası Hukuk’a Uygunluğu’. Hukuk. 30.04.2015 17.Svetov A., ‘Russia’s Pivot to hte East: To Asia or from Europe?’. Focus: Russia in Europe.’. 1996-2016 Körber Stiftung. 18. Turan Ö.,’Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta: Ortadoğu’. Yeni Şafak Gazetesi Yayını.İstanbul.2004. 19.Yazıcı N.,’Suriye Siyasi Tarihi’.Dergi . 29.05.2012 20.Yevsiyev V.V.’Hikatoriye aspekti Rassisko-Sıriiskava satrudniçestva’. Institut Blijnova Vastoka. Moskva.2015. 21.Yılmaz O.A.’Siyaset Felsefesi açısından Uluslararası Sistem ve Suriye Krizi’.Sosyal Demokrat Dergi.09.02.2016 11