2 PROSTAT KANSERİ Kanser hakkında genel bilgiler edindikten sonra, özel olarak Prostat Kanserini öğrenmem gerektiğini düşündüm. İkinci olarak okuduğum kitap prostat kanserine odaklanmıştı. Bu kitabın detaylarına girmeden önce, John Hopkins Üniversitesi Kanser Güncellemesi’nden, kanserin bir özetini okuyalım. Kanser zihinsel, bedeni ve ruhsal bir hastalıktır. Öngörülü ve olumlu bir ruh, kanser savaşçısını muzaffer yapar. Öfke, affetmemek ve acı bedeni stresli ve asitli bir ortama sokar. Seven ve affeden bir ruha sahip olmayı öğrenin. Sakin olmayı ve hayatın tadını çıkarmayı öğrenin. Bunu ben söylemiyorum. Bu alıntı Tıp camiasında saygın bir yeri olan John Hopkins Üniversitesi Kanser Bültenleri’ne ait. Birkaç noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. 1. Kanser bedeni bir rahatsızlığın ötesine gidiyor. 2. Zihninizden geçen düşüncelerin kansere olumlu veya olumsuz etkisi oluyor. Bundan dolayı, kanser, ilaçlar ve tedaviler konusunda olumlu düşünmeniz; yani, onların sizi tedavi edecekleri yönünde düşünmeniz size faydalı oluyor. 3. Ruhsal/manevi/psikolojik durumunuzu sağlam tutmanız gerekiyor. Mesela, kanser olduğumu öğrendikten sonra, benim kendimi odaya kapatmam ve yakınlarımı bile terslemem, yanlış bir ruhsal duruma uygun bir örnektir. Ruhsal durum, hasta ile etrafı arasındaki ilişkileri belirliyor, düşünceden çok farklı bir durumdur bu. Etrafınızdakilerin ufak tefek hatalarını büyütüp onlara kızmak ve affetmeyi aklının ucundan geçirmemek, elbette insanın kendisine de zarar veren bir davranıştır. İnsanoğlunun hata yapması olağandır. Hiçbirimiz, hatta hastanın kendisi de melek değildir. Etraftaki insanlardan bazılarının hataları tekrar, tekrar akıldan geçirilir ve devamlı aktif tutulursa, dostluk arkadaşlık tamamen ortadan kalkar. Bu tutum 1 sadece insanlara karşı olmayabilir. Tedaviye, doktora, ilaca ve hastalığa karşı da öfkelenilebilir. Ancak bu davranış, tedavi ve ilacı reddetmekten farklı bir olaydır. Yukarıdakilerin tersine olan davranışlar ise, sevecen, affedici ve sabırlı olmaktır. Dünya güzeldir, hayat değerlidir ve insanlar yaratılmışların en kıymetlisidir. Yanlışlar yapılsa bile insana, insan olduğu için değer vermek ve hoş görmek gerekir. Halk filozofumuz Yunus Emre ne demiş: ‘Yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü.’ Yukarıda bahsettiklerimizin hepsi, John Hopkins Üniversitesinin Kanser Özeti’nde bir iki cümle ile özetlenmiş durumdadır. KANSERİN OLUŞMASI Vücudumuzda her gün 5-10 hücremiz kanserleşir, fakat bağışıklık sistemimiz bunları görür ve yok eder. Bizim bunlardan haberimiz bile olmaz. hücrelerinin doğum kontrol sistemleri bozuktur. Kanser Normal hücreler, sadece ölen hücrelerin yerini doldurmak için amaçlı/hedefli çoğalırken, kanser hücreleri sürekli olarak, amaçsız/hedefsiz çoğalır. Sağlıklı bir insanda tek tük oluşan kanser hücreleri hemen yok edildiklerinden, kanser hücreleri çoğalarak bir tümör oluşturamazlar. Eğer herhangi bir nedenle bağışıklık sistemi zayıflamışsa, bağışıklık sisteminin devriyeleri uyuşuk bir şekilde, sanki sarhoş olmuş gibi devriye gezerler. Düşmanı, yani kanserleşmiş hücreleri tanıyamazlar ve dolayısıyla yok edemezler. Bu durumu fırsat bilen kanser hücreleri de hızla çoğalarak bir nodül veya tümör oluşturur. Daha sonra bağışıklık sistemimiz güçlenip kendine gelince, devriyeler bu tümörü yine yok etmezler çünkü, tümörü, vücudun bir organı zannederler. Sonuç olarak, vücudumuzda bir kanser odağı oluşmuş olur ve bu nodül/ tümördeki kanser hücreleri devamlı çoğalır. Fakat bu anda, tümörün veya nodülün varlığından bizim haberimiz olmaz. Genellikle bu tümör büyüyüp bir organı sıkıştırırsa, ağrımız olur ve doktora gideriz. 2 TEDAVİ SÜRECİNDE KORUNMA John Hopkins’den başka bir alıntı: Kemoterapi ve radyasyondan dolayı vücut çok fazla toksin yüklenmesine maruz kalınca, bağışıklık sistemi zayıflar ve kan hücrelerini doğuran kemik iliği baskılanır. Dolayısıyla kişi, çeşitli enfeksiyonlara ve komplikasyonlara açık düşer. Bu nedenle, bu tür tedaviler görürken, kanser hastasının, küçük ve önemsiz rahatsızlıklar gibi gördüğümüz, nezle, soğuk algınlığı ve grip gibi enfeksiyonlara karşı bile, kendisini titizlikle koruması gerekiyor. Bundan dolayı, hastanelerde ve insanların arasına girdiğimiz her yerde maske takıyoruz. Lütfen, evimizde misafir kabul ettiğimizde, misafirliğe gittiğimizde, toplu taşıma araçlarında, uçaklarda, konferans salonlarında, sinema ve tiyatro gibi yerlerde maske kullanmayı ihmal etmeyelim. İKİNCİ OKUDUĞUM KİTAP 'The Prostate Cancer Answer Book - An Unbiased Guide To Treatment Choices', by M. Morra and E. Potts, Avon Books, 1996. ‘Prostat Kanserine Cevap Kitabı – Tedavi Seçeneklerinin Objektif Değerlendirilmesi’, M. Morra ve E. Potts, Avon Books, 1996. Başlığa bakılırsa tam aradığım bir kitap. Okudukça tam düşündüğüm gibi bir kitap olduğu da ortaya çıktı. Hastalar için ve onların anlayacakları şekilde yazılmış bir kitap. Okuru, önce prostat ve prostat kanseri hakkında bilgilendiriyor. Daha sonra tedavi usullerini ve yan etkilerini açıklıyor ve tedavi seçenekleri hakkında 3 faydalı bilgiler ve istatistikler veriyor. Yaklaşımlarını sağlam buldum ve çok şey öğrendim. ‘Başlangıç’ bölümünde, ‘PSA’ diye bir akronim kullanmıştık. Evvela ondan bahsedelim. Açılımı Prostate Specific Agent’dır. ‘Prostata Özel Değer’ veya Ajan anlamına geliyor. Normal sayılan değerler 0 ile 4 arasındadır. Yaş ilerledikçe üst limit biraz yükselebiliyor; yüksek değerler kanser şüphesi oluşturuyor. Bu durumda hekimler teşhis için fiziki muayene ve biyopsiye başvuruyorlar. Diğer taraftan, prostat kanseri olup da PSA’sı normal sınırlar içinde kalan istisnalar da mevcuttur. Bazı durumlarda ise PSA binlere çıkabiliyor. Bu bakımdan, PSA değerinin yorumunu, hastaların hekimlere bırakmaları en doğru yoldur. Kendimden örnek verecek olursam, son 17 senedir 0 -1 arasından, 180’lere kadar varan her çeşit değeri gördüm. Prostat, mesanenin hemen önünde duran ve dış idrar kanalının başlangıcını saran kestane şeklinde bir organdır. Sperm canlılığını artırıcı ve besleyici bazı salgılar üretir. İçinden idrar kanalı geçen 15-20 gramlık bir bezdir. Kişi yaşlandıkça büyür ve büyüdükçe de içinden geçen idrar kanalını sıkıştırır. Netice olarak idrar yapma zorlukları ve mesaneyi tam boşaltamama problemleri ortaya çıkar ve PSA biraz yükselir. Hastaya idrar yapmayı rahatlatıcı haplar verilir. Bunlar yardım etmez duruma gelince de, kapalı bir TUR ameliyatı hastayı rahatlatır. Çoğunlukla, erkeklerin başına gelen bu çeşit bir problemdir. Ancak, bazılarımız pek o kadar şanslı değilizdir ve büyüyen Prostat içinde bir kanser kitlesi veya habis bir ur oluşur. İşte benim başıma gelen de bu imiş. Bu durumda işler biraz karışıyor. RADİKAL PROSTATEKTOMİ – AÇIK PROSTAT AMELİYATI Prostat bezinin içinde oluşan kanser bezin dışına taşmamış ise, açık bir ameliyat yapılıyor ve prostat bezi tamamen alınıyor. Kanserin bu evresinde, memleketimizde ve bütün batı dünyasında tedavi olarak bu protokol öneriliyor. Bana da bu ameliyat teklif edilmişti. 4 Anatomik olarak prostat, erişilmesi zor bir yerdedir ve iki tarafından da aşağıya doğru inen iki ana sinir geçer. Radikal prostat ameliyatlarında bu sinirler genellikle korunamıyor, kesilebiliyor veya bir şekilde tahrip oluyor. etkilerin çoğu da bundan kaynaklanıyor. Yan Adı geçen kitapta bu ameliyatın en önemli yan etkileri olarak, inkontinans - idrar tutamama ve impotans - iktidarsızlık gösteriliyordu. Kitaptaki istatistikler, iiktidarsızlık riskini idrar tutamamaktan daha düşük gösteriyordu. Bu rakam şu anda aklımda değil. Kitabı kanser olan birine verdim ve geri gelmedi. Fakat hatırladığım kadarıyla, ameliyattan iki yıl sonraki idrar tutamama riskinin, bana göre çok yüksek olması idi. Yaklaşık üçte iki, yani üç hastadan ikisinin hayat boyu idrar tutamama problemi oluyor. Türkçesi, bu istatistik beni ürküttü. Şunu da unutmayalım, biz burada, 1990’ların teknolojik seviyesinin istatistiklerinden/ bulgularından bahsediyoruz. Özelliklerini bilmememe rağmen, o zamanlarda yurt dışında, ana sinirleri koruma amaçlı bir ameliyat tekniğinin (Nerve Sparing Prostatektomi – Sinirleri Koruyan Prostat Ameliyatı) varlığından haberim olmuştu. İşittiğim kadarıyla bu tür ameliyatların yan etkileri daha az oluyormuş. Ben o zamanlarda, bu çeşit ameliyatların uzun vadeli yan etkileri hakkındaki istatistiklere ulaşamadım. Sonradan da, bu verilerin benim için bir önemi kalmadı. Ameliyat ve Ben Bu genel bilgilerden sonra, gelelim şahsi hislerime. Bir defa, sapasağlam ameliyata gireceğim ve büyük bir ihtimalle hayat boyu sakat kalacağım. Bir de namaz kıldığımı düşünürsek, ömür boyu idrar tutamamayı (incontinence) göze alamadım. Eğer, kanser yoksa idrar zorluğuna çare olarak, bu çeşit yan etkileri olmayan kapalı TUR ameliyatı olmak da mümkün. Hasta ve hastalığın durumuna göre doktorların uygulayacakları tedavi protokolleri belli ve onlar da bu protokollere göre hareket ediyorlar. Yani mesleklerinin icaplarını uyguluyorlar ve haklılar. 5 Prostatektomi’nin yan etkileri yüzünden ve alternatif tedavilere olan inancımdan dolayı açık ameliyat olmak istemedim. Bütün yakınlarım doktorlardan yana idi. Eşim, çocuklarım, ağabeyim ve birisi tabip olan yeğenlerim, haklı olarak profesyonel tavsiyeye uymamı ve ameliyat olmamı istiyordu. Ben ise, hayat benim, can benim diye düşünüyordum. Eşim ve çocuklarım bencil olduğumu ve onları düşünmediğimi zannettiler. Halbuki ben hem kendimi ve hem de onları düşünerek alternatif tedavi yöntemlerine yönelmek istiyordum. Bunun bir süre için doğru bir karar olduğunu daha önce söylemiştim. Yaklaşık 10 sene boyunca kaliteli bir hayat yaşadığıma ve yaşattığıma inanıyorum. Bu arada tatillerimizi, gezilerimizi ve ziyaretlerimizi, özetle normal bir yaşamın gereklerini, alternatif tedavi ve aralıklı hormon kullanarak, gönlümüzce yaptık. Ah-vah etmenin, kendine acımanın ve yaşamla bağını kopartmanın tedaviye hiçbir şekilde faydası olmayacağına ve hatta zararlı olacağına inanıyordum. Kendine acıma ve üzülme, vücudun müdafaa sistemini baskılıyor ve hastalıklarla savaşmasını sekteye uğratıyor. Yaşam kalitemi yükseltmenin dışında benim bu gayretim, bana zaman da kazandırdı. Kazandığım bu zaman içinde, yeni kemoterapi ilaçları ile teknikleri geliştirildi ve prostat için kemoterapi mümkün hale geldi. Ayrıca, radyoterapi makina - teçhizatı ile tedavi teknikleri de gelişti ve yan etkileri daha az bir hale geldi. Eşimin Kanserle Serüveni Eşim, 24 sene önce meme kanserine yakalandı. Olaya benden çok farklı yaklaştı ve baştan itibaren kendini modern tıbba teslim etti. Hiçbir şeyi sorgulamadı ve doktorların tavsiyelerinin dışına çıkmadı. Sırasıyla, ameliyat (radikal mastektomi) oldu, kemoterapi ilaçları aldı ve şua tedavisi gördü. Şu anda kanserden kurtulmuş sayılıyor. Teşhisin şokunu atlatması ve tedavilere başlaması yaklaşık iki ayını almıştı. Bu kadar kısa sürede kendine gelmesinde ve hastalığını kabul etmesinde, devam ettiği psikolojik grup terapilerinin çok etkili olduğunu söyler. 6 Başlangıçta ruhsal durumu, o kadar kötü bir haldeydi ki, bizleri (4 çocuk ve ben) terk etmeyi bile düşünmüştü. Yalnız başına yakınımızda bir ev tutacak, ilkokul bire giden ikizlerimizi, iki ablalarını ve beni uzaktan takip edecek ve icabında gizlice bizlere yardım edecek! Neden böyle garip bir plan yapmış? Efendim, bir iki sene içinde ölünce, çocuklar, ‘zaten bize annelik yapmadı ki’ diye düşünüp, üzülmeyeceklermiş!!! Ölüm elimizde olan bir şey değildir. Ömrü varmış ve hala hayatta. Bugüne kadar geçen 24 seneyi, planladığı şekilde geçirse idi, bu ailenin feci durumunu ve çekeceği acıları hayal edebiliyor musunuz??? Toplu psikiyatrik terapiler eşimi bu noktadan alıp, çocuklarına ve evine var gücüyle sarılmasına neden oldu. Hem hastalığını kabullendi ve hem de kanseri yendi. Ayrıca, kendi hayatı da ve bizim aile hayatımız düzene girdi. Pozitif yaklaşımı tedavilere yardımcı oldu ve sonunda kanser silindi. Şimdi de kanserle mücadelemde bana yardımcı ve destek oluyor. Şahsen biz, grup terapilerinin hastalığı kabullenmede ve onunla savaşmayı öğrenmede çok yararlı olduğuna inanıyoruz. Birkaç yıldır tedavi gördüğüm, Demetevler Onkoloji hastanesinde, imkanlar dahilinde, hastalara böyle bir olanak sağlansa çok faydalı ve güzel olur diye düşünüyoruz. Hastalığı kabullenmenin ve hayata tutunmanın, tedavinin başarılı olmasını etkileyen önemli faktörlerden olduklarını düşünüyoruz. birinci elden ve yaşayarak gördük. Grup terapisinin yararlarını biz ailecek, İnşallah devlet veya başka bir kurum yardım eder ve bu değerli hastanede örnek bir grup terapisi servisi başlatılabilir. Karar Süreci Ve İrdelemesi ‘Ameliyat olmazsam ne olacak?’ diye düşündüm. Kanser yayılacak ve beni haklayacak!!! Ömrüm bitmeden kanser zaten beni haklayamaz diyerek kararımda ısrar ettim. “Ecel gelene kadar normal yaşarım” diye düşündüm. 7 (Sonraları bunun yanlış bir düşünce olduğunu anladım; amma, artık TREN KAÇMIŞTI!...) Yani, istatistiklere dayanarak normale yakın bir yaşam ihtimalini daha yüksek görmüştüm. Şimdilerde bu düşüncemin de doğru olduğunu iddia edemem. Çünkü, geleceği ve gelecekte hastalıktan neler çekeceklerimizi ancak, Allah biliyor. Galiba, elim ayağım tutarken kendimi sakatlamam, aklıma yatmadı. Ancak, itiraf edeyim ki BU KARARI UYGULAMAM HİÇ DE KOLAY OLMADI... Ameliyat olmamamın ciddi bir risk olduğunu yakınlarım gibi ben de biliyordum. Sonraki hayatım daha kaliteli geçer düşüncesi ile karşı çıktım. Yani, ‘varsın hayat kısa olsun amma, normale yakın olsun’ istedim. Temelinde bunun da doğru bir düşünce olmadığını sonradan anladım. Kararımın üzerinden 17 sene geçti. Haklı çıktım diyebilir miyim? Emin değilim. Çünkü zaman, zaman düşündüğümden daha fazla sıkıntılar ve ağrılar çektim; Zombi gibi dolaştığım günler çok oldu. Terazinin öbür kefesine bakarsak, kararım, üniversitede çalıştığım süre içinde beni faal tuttu: “madem ki tedaviyi kendim üstlendim, çok gayret ederek başarıya ulaşmam gerekir” diye düşündüm, herhalde. Unutmayalım ki, Allah gayretin semeresini muhakkak veriyor. Çabalarım beni diri tuttu, hastalıklı bir insan gibi değil de sağlıklı bir insan gibi yaşadım. Daha doğru bir deyişle, hastalık psikolojisi etkisinde değil de sağlık psikolojisinin etkisi altında yaşadım. Ailemi de bu psikolojide tuttum. Çocuklarım kanserden, nezleden bahseder gibi bahsederlerdi. Emekliye ayrıldıktan sonra da, faal olmasam bile, çoğu zaman ayakta kaldım. Bütün bunlar için Allaha şükrediyorum. Karar Rasyonel mi ? Beni bu karara götüren düşüncenin rasyonel bir tarafı var mıydı? temelinde istatistiklere dayalıydı. Fakat, istatistik insanı çok şaşırtabilir. Karar Burada klasik bir örneği sizinle paylaşmak istiyorum. Bir kimsenin, bir ayağını 70 derecelik bir suya, diğer ayağını da sıfır derecedeki bir suya batırsanız, adamcağız hiç rahat olmaz ve feryat figan eder. Olaya istatistiksel olarak bakarsak, ortalama sıcaklık 35 derecedir ve bu da banyo yapmak için rahat bir hararettir! 8 Özetle, yanlışları önlemek için istatistiğin uygulama alanını çok dikkatli bir şekilde seçmeliyiz. O halde, bir mühendisin, sağlık alanında “risk analizi” yapması uygun mudur? Bunu inceleyelim. (1) Geleceği ancak Allah bilir. Yani gelecek, risklerin yanında, rakamla belirlenemeyecek derecede belirsizlikler içerir. (2) Genellikle risk analizleri nihai olarak, parasal veya fayda endekslerine bağlanarak karar sürecine girer. Sağlık konusunda bu uygulanabilir mi? Örneğin 1938 model bir arabayı tamirciye götürüp yürür hale getirmesini isteseniz: Tamirci size; ‘Abi, bunun parçaları bulunmaz, yeni modellerin parçalarını modifiye etsek bile kısa zamanda bunlar bozulur ve bu araba tamirciden çıkmaz! En iyisi sen daha yeni bir araba al, masrafın daha az olur ve sen de rahat edersin’ der. Haklıdır da! Bozulma riski çok yüksek ve tamir masrafı da yüklü olduğu için, yeni bir araba almak ekonomik olarak daha avantajlıdır. Gelelim benim durumuma. Ben de 1938 model bir kişiyim ve sağlık sistemi beni yürür durumda tutmak için çok masraf yapıyor. Hastanelerden ve Doğum Evlerinden her gün sıfır kilometre bireyler çıkıyor diye, Sağlık Sistemi beni hurdalığa atmayı düşünmüyor!!! Onkolog Uzm. Dr. Nurten Kandemir Hanım’ın ve arkasındaki ekibin aklına, masraf – yarar analizi veya risk analizi yapmak gibi şeyler gelmiyor. Allahtan ki gelmiyor. Çünkü eğer öyle düşünselerdi, ben şap gibi yanmıştım. Kısacası, mühendislik ve benzeri alanlardaki bazı analizleri, sağlık alanına aktarmak için çok dikkatli olmak gerekiyor. Pişman mıyım? Karar sürecinde açıkladığım gibi, kumara benzer bir şekilde verdiğim karardan pişman da değilim. Çünkü genellikle geçmişte yaşamam. O günkü şartlarda ve ruh 9 halimde verilmiş bir karardı. Halen de sahiplenirim. Her şey istediğim gibi oldu mu? Hayır, sadece ilk 10 yıl istediğim gibi geçti. Sonra sıkıntılar ve ağrılar başladı. Daha iyi bir yol var mıydı? Bilemem. Varsa bile, ben o zaman onu bulamadım. Bu bakımdan, onu da dert etmem. Ancak, istediğim neticelere ulaşamadığımı düşünsek bile, beklentilerimin, sadece ümit, istek ve temenniden ibaret olduğunu farz etsek bile, yaklaşımım kesinlikle bana güç verdi. Hastalığın mesuliyetini üzerime aldığım için var gücümle uğraştım ve semeresini de 10 sene gördüm. Bir elde, oluşması kesine yakın bir sakatlık var, öbür elde belirsizlik ve bilinmeyenler var. Ben riske girip, bilinmeyeni tercih ettim. Zamanın geri sarılıp olayların tekrarı mümkün olsa, belki yine de aynı kararı verirdim. Buna rağmen, bu kararı kimseye tavsiye edemem. Şahsi ve riskli bir tercihtir. Belki ben risk almaya ve neticesine katlanmaya meyyal birisiyim. Bilmiyorum! Aslında gereksiz risk almak marifet değildir, hatta bazen aptallık bile olabilir. Dolayısıyla kendi karakterinize uygun kararlar almanızda yarar vardır. Kansere Karşı Nasıl Savaşalım? Kanser kötü bir hastalıktır. düşünenleriniz de olabilir. Doğru. İnsanların düşmanıdır. Böyle Düşmana karşı ne yaparsınız? Bütün araç gereç ve silahlarınızı, teçhizatınızı kuşanarak düşmana saldırırsınız. O halde biz kanser hastaları da, bildiğimiz bütün tedavi araç-gereçlerini kuşanıp kanserle savaşmalıyız. Biz kanserden değil, kanser bizden korkmalı. Bunu ben yaklaşık 9 sene yaptım. Elimde kılıç kansere saldırdım. Çoğu hamlelerim boşa gitti, ama bazıları da tuttu. Boşa giden hamlelerinizi hiç dert etmeyin, sizin için antrenman olur. Tutturduklarınız size yeter. amiyane tabiriyle kanser sindi, olduğu yerde durdu ve yayılmadı. 10 Bu süre içinde, 2006 senesinden itibaren aklım ve dikkatim başka şeylere gitti. Düşmanı unuttum ve hiç fakında olmadan, miğferi duvara astım, zırhımı çıkarttım ve kılıcımı da dolaba koydum. Önceki hücumlarımdan sinmiş olan kanser bir-iki sene kafasını kaldıramadı. Fakat, “kanser hücreleri çoğalmadı” diyemem; “rahatsızlık vermedi” demek istiyorum. Sonra kanser baktı ki meydan boş, fırsat bu fırsat diyerek hücuma geçti. İşte bundan sonra kanser değil, ben dayak yemeye başladım. Daha sonraki bölümlerde, bildiğimiz, elimizde olan ve kullandığım veya kullanamadığım (modern ve alternatif) tedavi metotlarından bahsedeceğim. Bunlar, sizlerin “miğferi, zırhı ve kılıcı olur” inşallah. Şimdi, zamanı biraz geriye çevirip, kansere yakalanmam hakkındaki düşüncelerimi sizlere aktarayım. KANSER OLMAMIN NEDENİ Zaman şeridinde bayağı bir geri gidelim. İTÜ’ye girdikten sonra, birinci yarıyılda, yurt dışında burslu olarak mühendislik tahsili yapmak için bir sınav yapıldı. ABD’de Sanayi Mühendisliği tahsili yapmak için bir Sümerbank bursu kazandım. New York’a gittim ve İngilizce Öğrenimi için Queens Kolejine kayıt oldum. Türk Konsolosluğundaki Eğitim Ataşesi bunları ayarladı. Bu ilk dönemde, dil, kültür ve gurbet şoku ile birlikte kendimi, Amerikan filmlerinde gördüğünüz, aktivitelerle dolu, cıvıl, cıvıl bir Üniversite Kampüsü’nde buldum. Türkiye’de bir sırada üç kişi oturduğumuz okullardan çok farklı bir ortamdı! Üstelik Dil Okulu da, bizim Amerikan cemiyetine rahatça adapte olabilmemiz için ‘Sosyalleşme Saati’ diyebileceğimiz (Social Hour) bir aktivite ve buna benzer faaliyetler düzenliyordu. Bu etkinliklere yerli öğrenciler yani Amerikalılar da geliyordu. Başlarda çekindim ve gitmedim. Fakat zaman geçtikçe, konuşma pratiği yapma dürtüsü ve belki de kalabalığın içine girme isteği ile aktivitelere katılmaya başladım. Sosyalleşme Saatinin yapıldığı salonda ufak tefek yiyecekler, içecekler ve bir takım oyunlar vardı. Bazı oyunlar kızlarla erkekleri tanıştırmak/yakınlaştırmak 11 hedefini güdüyordu. Örneğin, “suyun içinde yüzen bir elmayı ısırmak” gibi. İki kişi, iki taraftan elmayı aynı anda dişlemezlerse, elmayı ısırmak mümkün olmuyor. Kalabalığa girmenin bedellerinden biri de sigara idi. Etrafta herkes sigara içiyordu. Bir süre sonra kendimde bir eksiklik hissetmeye başladım ve sigara içmeyi denemeye karar verdim. Biliyorsunuz, ilk denemeler insanı öksürtür ve aksırtır. Hatta bu nesneyi nasıl içiyorlar diye düşünürsünüz. Amma, sosyalleşme dürtüsü size, “katlan ve devam et” der. Hatta kendinize, ‘kızların bile içtiği bir şeyi sen neden içemiyorsun?’ dersiniz. Netice olarak alıştım ve sigara paketi satın almaya başladım. Kısacası, etrafımdaki tiryakilere özenerek 19 yaşımda sigaraya başlamış oldum ve yaklaşık 30 sene içtim. Bu sürenin en az 20 - 25 senesinde, günlük 1,5 – 2 paket sigara tükettim. O zamanlar etrafımız sigara reklamları ile doluydu ve zararlarına ait hiçbir bilgi yoktu. Tiryaki olduktan çok, çok sonra, sigaraya karşı kampanyalar başladı. 1988 yılında, 50 yaşımda iken sigarayı bıraktım ve sigarayı bıraktıktan sonra iki sene öksürdüm. Bir sigara yaksam bu öksürüğün geçeceğini tahmin ediyordum. Allaha dua edip, sabır ve metanet istedim, direndim ve dualarım kabul oldu. Genç vücutlar sigaranın zararlarını hemen belli etmiyor. Sigara vücudu yavaş, yavaş zehirliyor ve bu zehirlenme sonucunda insan, ya kronik bir hastalığa veya kansere yakalanıyor. Şahsen ben, kansere yakalanmamın nedenini sigaraya bağlıyorum. Sanırım sigara, kanserin oluşması için zemin hazırladı ve bağışıklık sistemimin zayıfladığı zamanlarda kanser hücrelerinin çoğalma ve kümeleşmeleri başladı. Nodül veya tümör, hissedilebilir bir seviyeye çok sonra geldi. Bundan sonra da tespit ve teşhis safhaları başladı. SİGARA İÇENLERE DUYURULUR!!! Bunları ilmi bir gerçek olarak söylemiyorum. Hekimlerin düşünceleri olarak da söylemiyorum. Yukarıda yazdıklarım, damdan düşen bir adamın, kırık çıkıkları için sızlanması ve kendine göre, düşme sebeplerini etrafa haykırması gibi bir şeylerdir, diyebiliriz. Neden? Başkalarının damdan düşmemesi için. 12 İlk TUR Ameliyatı 2008 Nisan’ında PSA 61’re yükseldi. Hormon kullandım ve Mayıs’ta 12’ye düştü. İdrar yapma kolaylığı sağlayan ilaçlar artık fayda etmiyordu ve bir TUR ameliyatı olmam gerekti. 5 Haziran 2008 de ilk TUR ameliyatımı oldum. Ameliyatı Halil Hoca Kırıkkale’de Üniversite Hastanesi’nde yaptı. Elde edilen materyal, Gleason skorunun 7(4 + 3)’ye yükseldiğini gösterdi. Kemik sintigrafisinde de, ilk defa kemiklerde birkaç adet metastaz görüldü. Kanserin Unutulduğu Yıllar 2009 ve 2010 yılları arasında kanseri YENİDEN UNUTTUM. 26 Ocak 2011’de PSA 100’den büyük çıktı, fakat kendimi iyi hissediyordum ve dert etmedim. Bu arada Halil hoca telefon etti ve ‘Hocam, uzun bir süredir kontrol yaptırmadın, gel de kontrollerini yapalım’ dedi. Haklıydı, neredeyse 2 yıldır kontrol yaptırmamıştım. Son bir iki gecedir, affedersiniz, tuvalete çok seyrek çıkıyordum ve bunu iyiye yoruyordum. Pekiyi dereceyle, kontrolleri geçerim ümidi ile hemen ertesi gün hastaneye gittim. O gün alınan kanın sonuçları ertesi gün çıktı ve PSA 150’den büyük idi. Fakat, Halil hoca PSA ile ilgilenmiyordu. Ultrason ile böbreklere ve mesaneye bakarken yüzünün allak, bullak olduğunu fark ettim. Sağ böbreğim daha fazla olmak üzere, iki böbreğim de şişmiş ve kanser mesaneye ulaşmıştı: “Acil ameliyat yapmamız lazım” dedi. 13 TUR ve Birinci Mesane Temizliği Ameliyatı 1 Şubat 2011 de mesanemi metastazlardan temizleme için kapalı bir ameliyat oldum. Kanser mesanenin içine nüfuz etmiş, çiçek bahçesine çevirmiş ve sağ böbreğin mesaneye çıkışını tamamen kapatmıştı. Metastaz sol böbreğin mesaneye çıkışını da kısmen kapatmıştı. Halil Hoca neredeyse 1,5 saat kadar uğraştı ve iğne ile kuyu kazar gibi mesanenin içindeki metastazları birer, birer temizledi. Sol böbreğin akıntısı sağlandı ve sağ üreter çıkışının önü tamamen temizlendi. Fakat Halil hocam, hazırladığı stent’leri üreter çıkışlarına yerleştiremedi. Çünkü delikler görünmüyordu. Sağ böbrek akıntısının bir müddet nefrostomi ile bir torbaya verilmesine karar verildi. Hormon kullanımı ile bir süre sonra çıkışın açılacağı ve idrarın mesaneye inebileceği düşünüldü. Eve çıktıktan yaklaşık bir buçuk ay sonra sağ böbrek idrarı mesaneye vermeye başladı ve nefrostomi çıkartıldı. Ameliyattan alınan materyallerin incelenmesiyle: Gleason skorunun 8(4+4) olduğu görüldü. Yapılan tetkiklerde, sadece sol böbreğin toksin süzdüğü ve bunun da yüzde 60 – 70 etkinlik seviyesinde olduğu tespit edildi. Sağ böbrek ise sadece su süzüyordu ve bu da toplam akımın yüzde 25’i kadardı. Buna da şükrettik, çünkü diyaliz hastası olmaktan kurtuldum. Böbrekler nasıl bu hale geldi? Önce, metastazlar üreter kanallarının mesaneye çıkışlarını kapatmış, sonra böbreklerden süzülen üre kanalları doldurmuş ve ondan sonra da böbreklere tekrar girerek onları şişirmiş. Kısacası, böbrekler kendi süzdükleri zehrin içinde zehirlenmişler. Ameliyattan sonra hemen hormon kullanmaya başladık ve 21 Şubat’ta PSA 1’e düştü. Hormonu kesmedik, kullanmaya devam ettik. Şubat sonundan Eylüle kadar PSA 1 civarında kaldı. 14 Muhterem okurlarım, neredeyse böbreklerimi kaybedecek şekilde kanserden tokat yemem nasıl oldu? Kişisel/özel problemlerimden dolayı “kanseri unutmam oldu. Senin “şahsi problemlerin var” diye kanser sana acımıyor! Bilakis, meydanı boş bulduğu için azıyor ve daha süratli yayılıyor: “Su uyur, düşman (kanser) uyumaz!” derler. Lütfen kontrollerinizi ihmal etmeyiniz. Kaderi değiştiremeyiz; amma, tedbir almakla mükellefiz. Korpektomi Ameliyatı Kontrolleri ve tedaviyi unuttuğum zamanlarda kanser, sinsice omurlarıma ve eğe kemiklerime yayılmıştı. 2013 yılının Şubat veya Mart ayında sırt ağrılarım başlayınca Halil hocanın kapısını çaldım. Kapsamlı bir MR çektirtti. MR’ları ve raporu incelerken yüzü yine allak, bullak oldu. Birçok omurumda metastaz vardı. İş sadece bununla da sınırlı değildi. edecek derecede sinirlere yaklaşmıştı. T6 omurundaki tümör beni felç Ameliyat olmam gereği ortaya çıktı. Ortopedistler böyle dedi, beyin cerrahları böyle dedi ve radyologlar da böyle dedi. Halil hoca da “ameliyat olman lazım” deyince, İbni Sina Hastanesi, Beyin Cerrahi Kliniği’nde ameliyat olmaya karar verdik. 11.04.2013 Tarihinde Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesi Beyin Cerrahisi Kliniği’nde Doç. Dr. Melih Bozkurt, beni ameliyat etti. T6 omurunu temizledi ve onun yerine metal bir omur koydu (korpektomi). Metal omur, T5 ile T7 omurlarına bir kafes ile bağlandı. Uzun ve zorlu bir ameliyattı. Yaklaşık 8 saat sürdü ve 2 saat de yoğun bakımda baygın yattım. Riskli bir ameliyattı ve bu riski ameliyat öncesi biliyorduk. Ancak, felç olma riskine karşın, masadan kalkamama riskini tercih ettim. Yaşım ve 1997’den beri kanserin vücuduma yaptığı tahribat, elbette risk oluşturuyordu. Bütün korkularımıza rağmen, Melih bey, tere yağdan kıl çeker gibi, güzel bir ameliyat yaptı ve beni kurtardı. problemsiz durmaktadır. 15 Halen, metal kafes sırtımdadır ve TUR ve İkinci Mesane Temizliği Ameliyatı Kasım 2013 başlarında idrar sistemim bozuldu ve rahatsızlandım. 14 Kasım’da alınan bir kan örneği PSA’nın 122 olduğunu gösterdi. Tabii ki bu metastaz seviyesi idi. Daha sonra yapılan tetkikler, kanserin mesaneye yayıldığını ve metastazların üreterlerin mesaneye açılış deliklerine yaklaştığını tespit etti. 2011 yılında darbe yemiş böbreklerimi korumamız lazımdı ve acil bir ameliyat yapılmasına karar verildi. Ayrıca, vücudumun her yeri de ağrıyordu. Zombi gibi yürüyordum. 22 Kasım 2013’de Mesanem 2. Kez kazındı. Ameliyatı Halil hoca, Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Eğitim Ve Araştırma Hastanesi’nde yaptı. Biyopsi raporu alınan parçaların Prostatik adenokarsinom olduğunu ve Gleason değerinin 9(4 + 5)’a yükseldiğini gösterdi. Bu ameliyatta da Halil hocam yine, iğne ile kuyu kazar gibi ekrana bakarak bir saatten uzun bir süre uğraştı ve mesaneyi kanserden temizledi. BİRİNCİ KEMOTERAPİ TEDAVİSİ 1997’de prostat kanserine uygulanacak kemoterapi ilaçları yoktu ve o zaman bu seçenek hiç gündeme gelmemişti. Çok sonraları, prostat kanseri için de kemoterapi ilaçları geliştirildi. Doktorlar, kemoterapi tedavisi uygulamaları gerektiğini söylediler. İlk defa o zaman, prostat kanseri için kimyasal ilaçların icat edildiğini duydum. Bayan bir doktor hanım (Onkolog) tedaviyi izah etti ve beni, “zehir diye nitelendirdiğim” bu ilacı kullanmam gerektiğine ikna etti. Tabii bu kararda, çektiğim ağrıların da büyük bir etkisi vardı. Ömrüm varmış ve 4 Aralık 2013 de başlayarak 10 seans kemoterapi aldım. 24 Haziran 2014 de tedavi bitti. 16 Kemoterapiye başlamadan önce zombi giydim ve elimi kolumu oynatırken veya adım atarken her tarafım ağrıyordu. Güçlü ağrı kesiciler de mideme zarar veriyordu. İlk seanstan itibaren ağrılar azalmaya başladı ve 3. Seanstan sonra tamamen geçti. İkinci uygulamadan sonra her seans PSA değeri yüzde 20 ile 30 arasında düştü ve 10. Seans sonunda 5,49’a indi. Kemoterapi tedavisi bitmişti ve üç ay sonra kontrol için gelmemi önerdiler. Sevindik ve eski minvalde hayatımıza devam etmeye başladık. Neden kemoterapi aldım da, Ot – Kök veya başka çeşit bir alternatif tıp kullanmadım? Lokman hekimlere inanan birisi olarak ‘zehir’ dediğim bir ilacı/ tedaviyi neden seçtim? Cevap şöyle: (1) Daha önce de değindiğim gibi, 1997’lerde prostat kanseri için kemoterapi ilaçları yoktu. Geçen zaman içinde hem yeni ilaçlar bulundu ve hem de uygulama teknikleri çok ilerledi. Hastalar, uygulamalardan eskisi kadar rahatsız olmamaya (yan etkiler bakımından) başladı. Yani zehir/ilaç çok daha kontrollü olarak verilmeye başlanmıştı. (2) Kanser veya başka bir hastalık azgın/akut bir hale geldiği zaman, tedavinin de, aynı seviyede olması gerekiyor. Hasta olarak da, siz buna razı oluyorsunuz. Ağrılar içinde kıvranırken, uzun vadede size yardımcı olacak bir tedavi türüne yönelmek istemiyorsunuz. Tedavinin size acilen etki etmesini istiyorsunuz. Bu nedenlerle kemoterapi tedavisine razı oldum. Yukarıda bahsettiğim gibi, kemoterapi önce ağrılarımı azalttı ve kısa bir süre sonra da tamamen yok etti. Kanserin yayılmasını, yani metastazı da durdurdu. Tedavi 10 seansta tamamlandı ve PSA değeri 180’lerden 5,5’şe indi. Kemoterapi tedavisinden yaklaşık bir ay kadar sonra, bazı yerlerimde ağrılar oluştu. Hastaneye gittim, ağrı yerlerini titizlikle tespit ettiler ve sonunda bazı omurlarıma Radyoterapi tedavisi yapılmasını önerdiler. Ağrılar şiddetliydi ve ancak, yeşil reçeteli ilaçlar fayda ediyordu. Bu ilaçlar da midemi bulandırıyor ve hiçbir şey 17 yiyemiyordum. Sanırım kısa bir sürede 8-9 kilo kaybettim. Bu şartlar altında radyoterapi tedavisini kabul ettim. Kemoterapi tedavisi yeni metastazları durdurmuş fakat eskilerini yok edememişti. Bunların zararlarına karşı koymak için de Radyoterapi kullanılırmış. BİRİNCİ RADYOTERAPİ TEDAVİSİ 1997 yılındaki araştırmalarımda, radyoterapi makineleri ve ekipmanlarının pek hassas olmadığı yargısına varmıştım. Üstelik cerrahlardan, radyoterapi yapılan yerlere daha sonra müdahale etmekte güçlük çektiklerini ve dikişlerin tutmadığını öğrenmiştim. Gelecekte, şu veya bu şekilde ameliyata ihtiyacım olur diye, o zaman radyoterapiyi, seçeneklerden silmiştim. Fakat, o zamandan bu zamana kadar çok şey değişmişti. Radyoterapi makina ve teçhizatı ile uygulama teknikleri çok ilerlemişti. Modern tıp ile alternatif tıpları beraberce kullanarak, bu zamanı kazanmış olduğuma da çok memnun oldum. Ömrüm varmış, 1997’de göz ardı ettiğim bu tedavi, 17 yıl sonra 2014’de omurlarıma uygulandı. 10 seans radyoterapi aldım ve çok yararını gördüm. Detaylara sonra değineceğim. Kemoterapi tedavisi için sorduğum soruyu burada da radyoterapi için sormak ve cevaplamak istiyorum. Neden radyoterapi aldım da Ot–Kök kullanmadım? Alternatif tedavilere ve Lokman hekimlere inanan birisi olarak ‘yakıcı’ dediğim bir tedaviyi neden seçtim? Cevap şöyle: (1) Yukarıda bahsettiğim gibi Radyoterapi teknikleri 1997’den günümüze kadar çok gelişti ve nokta atışı yapabilecek duruma geldi. (2) Kanser veya başka bir hastalık azgın/akut bir hale geldiği zaman, tedavi de aynı seviyede oluyor. Bu gerekçe kemoterapi için verdiğim gerekçenin aynısıdır. Apandisiti patlama durumuna gelen bir hasta derhal ameliyat edilir. Ağrılar içinde kıvranan bir kanser hastasına da, derhal o ağrıları dindirecek 18 bir tedavi uygulanıyor. O durumda, uzun vadede tedavi edici bir metoda yönelmek düşünülemiyor. Ağrılarımın, omurlarıma radyoterapi yapılarak dindirilebileceğini söyledikleri zaman dünyalar benim olmuştu. koydular ve çizdiler. Evvela, makinenin altında vücuduma işaretler Hemen tedaviye başlandı. İlk seanstan itibaren şiddetli ağrılarım azalmaya başladı ve bir kaç seans sonra tamamen geçti. Çok şükür, dünya varmış! RT tedavisi 10 seansta tamamlandı. Uygulanan Radyoterapi planı, o andaki ağrılarıma çare bulmak için yapılmıştı. Kanser birçok omuruma ve kemiğime atlamıştı. Radyoterapi Bölümü potansiyel ağrı odakları için ayrı bir plan yapmış ve bu tedavinin başlama tarihini de belirlemişti. İki tedavi arasına birkaç hafta zaman bırakılmıştı. Ağrı yapan ve potansiyel ağrı odağı olan her yere aynı anda RT uygulayamadılar, çünkü bunu kaldıramayacağımı düşündüler. Kaldırabileceğim radyasyon miktarı kısıtlı olduğu için, potansiyel ağrı odaklarını ikinci bir uygulamaya bırakmışlardı. Belirlenen tarihte geri gelmek üzere, memnun mesut hastaneden ayrıldım. İKİNCİ KEMOTERAPİ TEDAVİSİ İkinci radyoterapi tedavisi tarihine yakın bir zamanda ve kemoterapi kontrollerinin tarihinden önce, sistemik olarak kanserim nüksetti. Bu sefer ağrılar, öncekilere göre, vücudumun daha farklı yerlerindeydi ve şiddetliydi. Beşe inmiş PSA 180’lere fırlamıştı. Sistemik bir saldırıya, sistemik bir tedaviyle karşı konulmasına karar verildi. Yine akut bir durum olduğu için, kanser hücrelerini zehirleyerek öldüren bir çareye, yani kemoterapi tedavisine yöneldik. Birinci kemoterapi uygulamasında kullanılan ilaçtan daha farklı bir ilaç kullanılmasına karar verildi. Bu tedaviye 4 Kasım 2014 tarihinde başladık. Bu ikinci kemoterapiye de ağrılar yüzünden başladım. Yine, bu ağrılar, ancak yeşil reçeteli ağrı kesicilerle dindirilebiliyordu. Bu kemoterapi de birinci günden itibaren ağrılarımı azalttı ve kısa sürede durdurdu. 19 İlacı halen kullanıyorum (Nisan 2015) ve inşallah kanser bakımından da şifa bulurum. Şifa bulamazsam ne olur? Tedavinin ağrılarımı dindirdiğini zaten söylemiştim. Bu soruyu, kanserden arınmak bakımından soruyorum. Bunca yıl içinde şunu öğrendim; Güzel Allah’ım bir kapı kapanınca başka bir kapı açıyor. Eğer, tedavi kanseri tamamen temizlemezse 17 seneden beri yaptığımı yaparım; yani, MÜCADELEYE/ÇARE ARAMAYA DEVAM EDERİM. Arkada bıraktığım 17 sene süresince ümidimi kaybetmemeyi öğrenmiş durumdayım. Aşağıda John Hopkins Üniversitesi Kanser Güncellemesinden bir ikaz var. Bunu da sizlerle paylaşmak istedim. Kemoterapi ve radyasyon kanser hücrelerinde mutasyona neden olabilir ve dirençlerinin artarak, yok edilmelerini zorlaştırabilir. Cerrahi işlem de kanser hücrelerinin başka taraflara atlamasına neden olabilir. Maalesef bu bir gerçek!.. Grip virüslerinin yıldan yıla değiştikleri gibi, kanser hücreleri de kendisine zarar veren ilaçlara karşı koymaya çalışıyor ve değişiyor. Gerçi, hastanın bu gerçekle direk bir ilgisi de yoktur. Doktorlar ilaç değiştirerek bu problemi aşmaya çalışırlar. Sadece, bir bilgi olarak aktarmak istedim. Aşağıda başka bir makaleden alıntı var. Dikkatinizi buna da çekmek isterim: Herkesin vücudunda kanser hücreleri vardır. Bu kanser hücreleri birkaç milyara kadar çoğalmadıkça standart testlerde görülmezler. Doktorlar, kanser hastalarına tedaviden sonra “vücutlarında artık kanser hücresi kalmadığı”nı söyledikleri zaman, bu yalnızca, kanser hücrelerinin testlerle saptanamayacak düzeyde olduğu anlamına gelir. İşte bu yüzden kansere, sinsi bir hastalık diyoruz. Herhangi bir organımıza zarar vermediği sürece, kanser hücrelerinden oluşan bir kümeyi, tespit etmek mümkün olmuyor. Nodül haline gelince de, şanslı isek tespit yapılabilir diye düşünüyorum. Genellikle, kanserli hücreler bir kitle oluşturuyor ve bu kitle, zaman içinde bir organı sıkıştırıyor veya bir organın ifrazatının önünü tıkıyor. Bu durumda o şahıs, bir rahatsızlık hissediyor ve doktora gidiyor. İşte bundan sonra, tetkikler yapılıyor ve kitle tespit ediliyor. 20 Hastaneye gidince de, umumiyetle “Geç kalmışsın, neden daha önce gelmedin..?” gibi şeyler denilebiliyor. Memleketimizde kapsamlı bir sağlık kontrolü yaptırmak ciddi bir problemdir. Hastaneler kalabalık ve hasta dolu. Bu durum göz önüne alınırsa, sağlam bir kişinin hasta ve sızlanan bir grubun içine girip, “sağlamım; ama, kontrol yaptırmak istiyorum” demesi memleketimizde biraz acayip karşılanıyor. HORMON TEDAVİSİ Hormon tedavisi palyatif bir tedavidir. Hormon muayyen bir süre için PSA’yı düşürür ve metastazı önler. Ancak bu süre 3 ile 5 yıl arasındadır. Daha sonra etkisini kaybeder ve PSA eskisinden daha süratli bir şekilde yükselir. Metastazlar da daha hızlanarak çoğalır. Belki, kanser azıyor demek daha doğru olur. İhtiyacım olduğu zamanlarda, kesintili olarak hormon tedavisi kullandım. Uzun süre istifade ettim. Sürekli olarak hormon kullananlar benim kadar şanslı değillerdi. Burada, senelerden beri derdimi çeken, değerli doktorum Üroloji Klinik Şefi Prof. Dr. Halil Başar’ın hakkını teslim etmem gerekir. Halil hocam ile 1998 yılında tanıştık. Ben, Kırıkkale Üniversitesi Mühendislik Fakültesinde ve Halil Hoca da Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğretim üyesi idik. O zamanlar ürologlar hormon tedavisini ‘sürekli’ olarak uyguluyorlardı. Yenice, aralıklı/kesintili kullanım üzerine dış yayınlar yapılıyordu ve henüz bu çeşit (Intermittent) kullanım, bir protokol haline gelmemişti. Halil Hocam İngilizce yayınları takip ettiği için bana kesintili hormon kullanma imkanını sağladı. Ayrıca, konvansiyonel tedavileri uygulamadığım zamanlarda da Halil Hoca beni hep hastası olarak kabul etti, yakınlık gösterdi ve kontrollerimi severek yaptı. Memleketimizin şartları içinde, benim böyle bir doktorumun olması büyük bir şans idi. İlk defa 1999 yılında hormon tedavisine başladım ve yaklaşık 3-4 ay kullandım. Kesintili kullanım politikasını takip etmek istediğim için, PSA 1 -2 civarına 21 düşünce, doktorumun izniyle hormon kullanımını bıraktım. Hormonu, ihtiyacım olunca tekrar kullanmaya başladım ve PSA yeterince düşünce tekrar kestim. Bu hep böyle devam etti ve hormon etkisini 2012 yılına kadar devam ettirdi. Yani hormonu kesintili kullanarak, biz hormonun ortalama etkinlik süresini neredeyse üçe katlamış olduk. Şimdi hormon kullanımına biraz daha ayrıntılı olarak bakalım. Nisan 1999’da PSA 35’e çıktı ve düşüremedik. Kanserin akut hale gelebileceğinden endişelenen Halil Hoca, ameliyat ve radyoterapi istemediğine göre hormon tedavisine başlayalım dedi. 1999 Haziranında hormon tedavisine başladık. PSA temmuz ayında 26’ya, ağustos başında 4’e ve ayın sonunda da 1’e düştü. Peki, ot–köklerin hiç faydası olmadı mı? Olmadı diyemem; çünkü, kanseri başıboş bırakırsam PSA’nın çok daha fazla yükseldiğini sonraki yıllarda gördüm. PSA’nın 1 civarına düşmesinden yararlanarak hormon kullanımını kesmek istedim. Halil Hocam da kontrolleri aksatmamam şartı ile isteğimi onayladı. Hormonu ilk kullandığım zamanlarda bayağı bir sıkıntıya girdim. Burnuma olmayan kokular geldi, bilhassa yanık kokuları geldi. Evdekilere soruyorum, kimse yanık kokusu almıyor. İnanamıyorum ve mutfağı falan dolaşıp yanan bir şey arıyorum. Bulamayınca, dışarı çıkıp civarda ateş veya yakılan bir şeyler var mı diye bakınıyorum. Başka kokular da alıyordum ve kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Sanki, kafayı sıyırmıştım. Çar-naçar psikoloğa gittim. Bazı ilaçlar verdi, kullandım ve kokular gitti. Fakat, kendimi külçe gibi hissediyordum. Anlayacağınız, hormonun yan etkilerinin çoğunu bire bir yaşadım ve hiç mutlu değildim. Bu yan etkiler daha sonraki hormon kullanmalarımda gittikçe azaldı. 2001 yılı Ocak ayında yapılan bir tetkikte, prostatın 5 x 5 x 4 cm boyutlarında olduğu ve 50 gram ağırlığına eriştiği tespit edildi. Aynı ayda yapılan tam vücut kemik sintigrafisinde, kemiklere atlamış herhangi bir metastaz görülmedi. Bu güzel bir haberdi. Omurlara ve kemikler kanser atlamamıştı. sıkıntılıydı ve kolaylaştırıcı ilaçlar alıyordum. 22 İdrar yapmam Hormonun Etkisini Kaybetmesi PSA’yı düşük tutmak için 2012 yılında da hormon kullandım. Şubat ayından hazirana kadar PSA düşük seyretti. Fakat, temmuz ve ağustos ayında yavaştan yükselmeye başladı. Hormonun etkisi azalmaya başlamıştı… Mayıs 2013 ile Kasım 2013 arasında muntazaman hormon (Casodex 150) kullandım. Ancak, hormona ilk başladığım sıralarda, mucizevi bir şekilde PSA’yı düşüren bu ilaç, bu sefer istenen etkiyi göstermedi. Ağustosta biraz düşen PSA tekrar yükselmeye başladı ve yükselmesine devam etti. Neden? Çünkü kanser, evirdi çevirdi ve hormonu tespih böceği gibi yerlere devirdi. (Hacivat ve Karagöz’den bir alıntı.) Şaka bir yana, biz hormon kullanımının faydalı süresini, diğer hastalara nispetle neredeyse üçe katladık. Hastanın Seçim Hakkı Bildiğiniz gibi, doktorların çoğu hastanın seçim hakkı olduğuna inanmıyor. Bu fikre doğru veya yanlış demiyorum. Doktorun da haklı olduğu taraflar var. Hastalığı ve tedavi usullerini hastadan çok daha iyi biliyor. Ancak, can ve kan da hastaya aittir. Bundan dolayı, şahsen, hastanın seçim hakkının olması taraftarıyım. Bazı hatalar yapılmaz mı? Yapılır. Fakat, “hasta daha mutlu olur” sanırım. Hatta bazı doktorlar, “benim dediğimi yapmıyorsan, bana gelme” tutumu içinde bile olabiliyorlar ve hastayı reddediyorlar. Bu yaklaşıma da katılmıyorum. BEKLE GÖR POLİTİKASI Prostat kanserinin davranışı hakkında insanı şaşırtan istatistikler mevcuttur. Bazı araştırmalar, 90 yaşın üzerinde vefat eden kişilerin yüzde 95’inde prostat kanseri olduğunu gösteriyor. Bu kişiler hiç prostat kanseri şikayetinde bulunmamış ve kanser için kontrol veya taramadan da geçmemişler. Trafik kazası veya kalp krizi 23 gibi sebeplerden ölmüşler. 80-90 yaşları arasında vefat edenler için ise bu oran yüzde 80’nin üzerinde. Yaşadıkları süre içinde, bu kişilerin, prostat kanseri olduklarından hiç haberleri olmamış ve hiç şikayetleri de olmamış. Bu yapıdaki kişiler için bence, prostat kanseri taraması ve tedavisi gereksiz ve fuzuli görünüyor. Hatta, adamlara zahmet çektirilmiş bile oluyor. Bu durumun sadece bazı kişiler için geçerli olduğunu unutmayalım. Ancak, bu bilgiler bize şunu da söylüyor: Eğer tesadüfen, 60 yaşındaki bir kişide prostat kanseri tespit edilmiş ise, bu kişinin hemen karalar bağlamasına gerek yok. Aynı zamanda, doktorların da bu hastayı tedavi etmek için derhal radikal metotlara başvurmalarına gerek yok. Biraz bekleyip durumu izlemekte yarar var. Eğer durum kötüye gidiyorsa, zaten müdahale edilebilir. Yukarıda verilen istatistikler ışığında, yaşlı hastaların durumunu, periyodik kontroller yaparak izlemek, geçerli bir yöntem olarak kabullenilmiş ve ‘Bekle Gör’ - (Wait and See) politikası olarak literatüre geçmiştir. Bendeki kanser aktivitesi statik bir hal aldığı zamanlarda -ki böyle zamanlar olmuştur- Halil Hocamla birlikte, kontrollü bekleme politikasını da takip ettik. Tabii bunu da yine Halil Hocamın İngilizce literatür takip etmesine borçluyum. Bu zamanlarda, vücudum biraz dinlenip kendisine gelme fırsatı buldu. Tabir caizse, karaciğerim, böbreklerim, vs.., biraz nefeslendiler. Yukarıdaki açıklanan durum, doktorların “hastalık yok, hasta var” tabirlerine çok uygun görünüyor. Bu politikanın, bir prostat problemi için doktora gelmiş genç ve orta yaşlı kişilere uygulanabileceğini sanmıyorum. İNGİLTERE SERÜVENİ 1997 yılının sonunda İngiltere’ye gittim. Arkadaşlar vasıtasıyla Londra’da Kıbrıs kökenli bir Türk homeopat ve aynı zamanda herbalist olan Saydam Akpınar Bey’i buldum. Buluştuk, beni sıcak karşıladı ve durumumu anlattım. Şimdiye kadar, Prostat veya başka türlü bir kanser tedavisi yapmadığını söyledi. 24 Biraz sukutu hayale uğradım. Daha tecrübeli homeopat arkadaşları ile görüşeceğini ve bana geri döneceğini söyledi ve ayrıldık. Bu arada, kaldığım yerde (hostel gibi bir yerdi), boş zamanlarımda sürekli şifa duaları okuyordum. Ne okuduğumu şimdi hatırlamıyorum. Fakat ne olduğunun önemi de yok, yeter ki dua olsun. İçtenlikle okunan/yapılan duaların hepsi hastaya yardımcı oluyor. Bir iki gün içinde homeopat arkadaş bana geri döndü ve tekrar buluştuk. Bu sefer elinde bir liste vardı ve bu beni sevindirdi. Meslektaşları ile durumumu tartışmışlar ve sonuç olarak bu ilaç listesi hazırlanmış. Ancak, diğer arkadaşlarının da homepatiyi kanser tedavisinde kullanmamış olduklarını söyleyince üzüldüm. Anladım ki düşündüğümün tersine, homeopati kanser tedavisine odaklanmış bir tıp değil. Ancak, herbalist arkadaşlarının, kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar bildiklerini ve onlarla istişare ederek bir reçete hazırladığını da sözlerine ekledi. Buna sevindim. Listede/reçetede neler vardı? Homeopatlar herhangi bir tedaviye başlamadan önce detoks (vücudu zehirlerden arındırma) yaparlar. Listenin başında bu çeşit homeopatik ilaçlar vardı. kullanılıyor. Bunlar birkaç çeşit oluyor ve birbiri ardına Bu sürenin sonunda da tedaviye başlıyorlar. ağırlığını “herbal ilaçlar” oluşturuyordu. Kanser tedavisinin Tedavi süresince kullanılan homeopatik ilaçlar da vardı, fakat bunlar bağışıklık sistemini güçlendirmek için listeye konmuştu. Herballerin içinde, çay yapılarak içilecek otlar (birkaç çeşit) ve damla ile alınacak yağlar ve bitki özleri vardı. Bana ilaçları nasıl kullanacağımı öğretti ve hemen kullanmaya başladım. Yanıma yaklaşık 3 - 4 aylık ilaç alarak memlekete döndüm. Keşke 6 aylık veya bir yıllık alsaydım. İki aylık kullanımdan sonra yaptırdığım tetkiklerde PSA’nın yaklaşık olarak yarı yarıya düştüğünü gördüm. Bunun üzerine, Saydam Bey’e bir şekilde para gönderip, aynı ilaçlardan 6 aylık daha istedim. Kısa bir süre sonra, adamcağız bir koli yaparak ilaçları gönderdiğini bildirdi ve koliyi takip edebilmek için gerekli numaraları da verdi. Beklemeye başladım ve biraz geç de olsa koli geldi. Aslında koli dememek lazım, üstü yazılı, içi boş bir kutu geldi. Açıldığını belli edecek şekilde kapatılmıştı. Oraya telefon, buraya telefon, nafile! Koliyi kimin ve ne için boşalttığını öğrenemedim. Benden başka kimsenin işine yaramayan bu ilaçlar “kim 25 vurduya” gitti. Benim tahminim şöyle: Devlet baba, beni ‘ot–çöplerin’ zararından korumak için kutunun içindekilerini çöpe attı! Derdini Marko Paşaya anlat! Durumu Saydam Bey’e ilettim. Anlayamadı, üzüldü ve yeni bir koli gönderilmesini isteyip istemediğimi sordu. Ben de “hayır” dedim. Çünkü o kolinin akıbetinin de aynı olacağından emindim. Böylece yararını gördüğüm bir tedavi de devletin azizliği yüzünden sona erdi. Yurt içinde çareler aramaya başladım. Bu çabalarıma bir sonraki bölümde değineceğim. 26