İŞÇİ MECLİSİ Yaşasın sosyalist işçi demokrasisi! Patronlara karşı kendimizi koruyalım! Biz işçiler, patronlara karşı kendimizi korumalıyız. Çünkü patronlar tarafından öldürülüyoruz, sakat bırakılıyoruz, hasta ediliyoruz. İnanmayanlar için, buyurun, rakamlar ortada: Dünyada her yıl 350.000 işçi iş kazasında ölüyor. Dünyada her yıl 1.700.000 işçi meslek hastalıklarından dolayı ölüyor. Dünyada her yıl 270.000.000 (270 milyon!) iş kazası meydana geliyor. Dünyada her yıl 160.000.000 (160 milyon!) işçi meslek hastalıklarına yakalanıyor. Dünyada her yıl 438.000 işçi, işyerindeki zehirli maddelerden dolayı hayatını yitiriyor. Her yıl slikozis hastalığının neden olduğu akciğer kanseri ve ölümcül hastalıklardan 10 milyonlarca insan hayatını kaybediyor. Latin Amerika’da maden işçilerinin %37’si, Hindistan’da taş kalem işçilerinin %50’si ve taş kırma işçilerinin %36’sı bu hastalığa yakalanmış durumdadır. Dünyada her gün yaklaşık 6000 işçi, iş kazası ve meslek hastalıkları nedeniyle ölüyor. Her gün altı bin işçi! Her bir saat başına 250 işçi ölüyor… Bu rakamları biz uydurmuyoruz. ILO (Dünya Çalışma Örgütü)’nün resmi rakamları bunlar. Türkiye’de durum nasıl? Dünya ortalamasından daha kötü: Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) istatistiklerine göre, her yedi dakikada bir iş kazası olmakta, her 10,8 saatte bir işçi ölmekte ve her 5,5 saatte ise; bir işçi sürekli iş göremez şekilde sakat kalmaktadır. En yüksek iş kazası oranı ise; toplam işyeri sayısının %98’ini oluşturan ve 50’den daha az işçi çalıştırılması nedeniyle İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulu oluşturma, işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı, işyeri hemşiresi veya sağlık memuru bulundurma gibi zorunlulukların bulunmadığı, küçük işletmelerde görülmektedir. Bu rakamlar resmi rakamlar. Türkiye’de kayıt dışı çalışmanın yaygınlığı, meslek hastalıkları hastanelerinin ve kayıtların yetersizliğinden dolayı gerçek sayıların bu sayılardan çok daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. Sonuç: İşçiler ölüyor, sermaye büyüyor. İşçiler ölüyor, sakat kalıyor, hastalanıyor; alçak patronlar böyle semiriyor. Katil kim? Katil sermaye! Bu yüzden işçiler patronlara karşı kendisini savunmak, emeğini korumak zorundadır. İşçiler adına, işçiler için, bunu bizim yerimize kimse yapmaz. Yapsa da en iyi niyetli yardım bile sınırlı olur. Devlet durduk yere hiç yapmaz, bizim yaşam hakkımızı devlet-anayasamahkeme savunmaz; çünkü devlet de patronların devletidir. Emeğin korunması mücadelesini işçiler kendileri verir. Bu mücadele işçi sınıfının öz savaşımı, özgüveni, öz onuru, öz örgütlenmesinin geliştirilmesi mücadelesidir. Kapitalizmde yaşam hakkımızı ancak örgütlenmemizi, bilincimizi, eylemimizi geliştirdikçe, emeği katledenlere, tahrip edenlere, çürütenlere karşı emeğin yumruğunu konuşturarak, ilgili kurumların kapılarına dayanarak, işgallerle, yolların ve ana arterlerin kesilmesiyle, fiili durum yaratma eylemleriyle savunabiliriz. İşçiler arasındaki rekabet tuzağına düşmeden, hepimiz patronlara karşı birlik olursak bunu başarabiliriz. Bu işin kökten kurtuluşu ve asıl çözümü patronların iktidar olduğu bu düzeni yıkarak sosyalist bir işçi devrimi yapmaktır. Gücümüzü toplayarak ilerlemeli, kendimizin ve çalışma arkadaşlarımızın sağlığı ve güvenliği söz konusu olduğunda, yaşamımız tehdit altındaysa patronlara karşı şahin kesilmeli, kendi taleplerimizi kabul ettirmeliyiz. İşçi sağlığı ve çalışma güvenliği için mücadeleye! Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, “İş Sağlığı ve Güvenliği” yasa tasarısına son şeklini verdi. emek tahribatı hızına genç ve taze kan yetiştirme ihtiyacı! İşte bu yüzden yasa tasarısı, emeği hem daha derin hem de daha uzun süre sömürülebilir kılmaya dönüktür. Sermayenin emek üzerindeki sömürüsünü ve terörünü hafifletmeye değil, sürdürülebilir ve büyütülebilir kılmaya dönüktür. Bu yasa nereden icap etti? Burjuvazi ve devleti, insafa gelip korkunç biçimde tahrip ve yok ettiği işçilerin sağlığını ve can güvenliğini mi düşünmeye başladı? Tabii ki hayır… B urjuvazinin iş cinayetleri, iş katliamları, iş terörü, burjuva devletin bunları denetlemek bir yana teşvik etmesi, işçi sınıfının tepki ve hoşnutsuzluğunu artıran, bugün alt düzeyde de olsa gelişmekte olan bir sınıf mücadelesi dinamiğidir. Neoliberal jargonda “sosyal içerme politikası” denilen, neoliberal işçi siyaseti ve neoliberal demokrasi, işçi sınıfının en yakıcı mücadele istem, gereksinme ve özlemlerini tamponlayıp sisteme içerme ve bağlama üzerine kuruludur. İşçilerin neoliberal işçi siyaseti ve neoliberal demokrasi ile “kapitalizmin kendi kendini düzelteceği” burjuva hayallerini besleme ve böylelikle daha derin bir köleliğe rıza göstermelerini sağlama üzerine kuruludur. Yasa tasarısının başlığı bile, hangi sınıfın hangi sınıfa karşı “sağlığı ve güvenliği”nin düşünüldüğünü ortaya koyuyor: “İşçi sağlığı ve güvenliği” bile değil, “İş sağlığı ve güvenliği”! Burjuvazi ve devleti için, işçi sağlığı diye bir şey yoktur. Sadece sermayenin karlarının sağlığı ve güvenliği vardır. İşçiler ise olsa olsa bir üretim faktörüdür, bir nesnedir. Tamamen sermaye çıkarlarına uyarlanmış yasa tasarısının hazırlanmasının başlıca nedenleri şunlardır: T ürkiye kapitalizminde özellikle de son yıllarda çok yoğunlaşan iş cinayetleri, iş katliamları, bilumum iş “kazaları” ve bu nedenle işin durması, sermayenin bile maliyet ve zararlarını artıran bir düzeye ulaşmıştır. Türkiye’de iş cinayetlerinde resmi istatistiklere göre günde 3 işçi ölmekte, 5 işçi sakat kalmaktadır. Meslek hastalıklarında ölen ve kronik hastalıklarla çalışamaz hale gelen işçilerin sayısının bunun iki katı olduğu tahmin edilmektedir. Burjuvazi ise karlarını artırıp maliyetlerini düşürmek için parçaladığı işçilere değil, iş “kazaları”nda kaybettiği sermayeye veya sömürüsünün kesintiye uğramasına üzülmektedir. Bu yüzden yasa tasarısının başlığı da “işçi sağlığı” değil “iş sağlığı”dır. “ İşçi sağlığı ve çalışma güvenliği” değil, fakat “iş sağlığı ve güvenliği” küresel tekelci sermaye birikim alanının gelişmesi, bir dizi geri kapitalist ülkenin orta, orta-ileri gelişmiş kapitalizme geçiş yapması ile başlı başına dev çaplı bir azami kar sektörü haline gelmiştir. Küresel tekelci “iş sağlığı ve güvenliği” tekelleri, son uluslar arası sempozyum ve fuarlarını boşuna Türkiye’de yapmadılar! Söz konusu yasa, Türkiye’den ve dünyadan sağlık ve iş güvenlik tekellerine dev çaplı bir azami kar piyasası açmaktadır. T ürkiye kapitalizmi, emperyalist kapitalizmin alt bölge merkezi olarak örgütlenmektedir. Küresel tekeller, Türkiye’deki şube ya da ortaklıklarını bölgesel yönetim ve organizasyon merkezi olarak yeniden düzenlemekte, çok sayıda küresel tekel de Türkiye’ye bölgesel yönetim ve dağıtım merkezi kurmaya hazırlanmaktadır. Küresel tekellerden sonra küresel sendikalar, AB sendikaları, STK’lar da Türkiye’ye akın etmeye başlamışlar, çeşitli sempozyum ve organizasyonlar gerçekleştirmeye başlamışlardır. Küresel tekeller hem Türkiye’deki bölge merkezi olarak sermaye güvenlikleri hem de “marka ve imaj değerleri” için asgari bir “iş sağlığı ve güvenliği” standardını şart koşmaktadırlar. T ürkiye kapitalizmin emek tahribatı ve kıyıcılığı akıl almaz boyutlardadır. Sermayenin işyerlerindeki terörü, işçileri 30’lu yaşlara bile gelmeden ıskartaya çıkarmaktadır. Çoğu kapitalist şirket, çalışma temposuna dayanamaz hale geldikleri için 30 yaş üstü işçileri atmakta ve 30 yaş üstü işçileri işe almamaktadır. Kırsal nüfusun yüzde 30’ların altına inmiş olması, emeğin tahrip edilme hızının, kırdan “taze kan”la telafi edilmesinin de bir sınıra dayanmaya başladığını göstermektedir. Erdoğan’ın “3 çocuk” teşvik ve ısrarının bir boyutu da işte budur: Türkiye kapitalizminin ve küresel tekelci kapitalizminin Yasa tasarısı, burjuvazi ve neoliberal burjuva demokrasisinin “herkesin (hem sermayenin hem de işçilerin!!!) çıkarına”ymış gibi gösterdiği, ancak gerçekte tamamen sermayenin stratejik ve taktik çıkarına göre düzenlenmiştir ve işçi sınıfı üzerinde sermayenin yeni bir zinciri ve boyunduruğudur. İşçi sağlığı ve çalışma güvenliği ile sermayenin “iş sağlığı ve güvenliği” birbirinden tamamen ayrı ve karşıt şeylerdir. Emeğin burjuvaziye karşı proleter özsavunma ve fiili korunması mücadelesi ile burjuvazi için burjuva biçimsel ve dolaylı, burjuvaziye daha fazla köleleştirici ”sözde” korunması, birbirinden tamamen ayrı ve karşıt şeylerdir. Yasa tasarısı, işçilerin sağlığı ve çalışma güvenliğinde, çalışma koşullarında hiçbir gerçek düzelme getirmeyecek, sadece köleliklerini perçinleyecektir. Diğer taraftan sermayenin kendi karları ve egemenliğinin sağlığı ve güvenliği için yaptığı bu neoliberal “iş sağlığı ve güvenliği” organizasyonu, diğer taraftan konunun geniş işçi kitleleri içinde gündemleşmesini sağlayacak, işçilerin işçi sağlığı ve çalışma güvenliği konusundaki ilgi ve özlemlerinin de canlanmasının bir dinamiği olacaktır. Bizler burjuvazinin neoliberal işçi siyaseti ve yasa tasarıları (taşeronluk sisteminde burjuvazinin vaat ettiği “iyileştirmeler” de bunlar arasındadır) konusunda hiçbir beklenti ve hayale kapılmadan, bu yasa tasarısı ve düzenlemeleri de, işçi sınıfının burjuvazinin sınıf egemenliğine karşı bağımsız sosyalist bilinç, örgütlenme ve mücadelesini ilerletmenin bir aracına dönüştürmeliyiz. İŞ GÜVENLİĞİ NEDİR? İş güvenliği; işçilerin iş ortamında karşılaşabilecekleri tehlikelerin, yok edilmesi veya azaltılması için getirilen yükümlülüklerden oluşan teknik kuralların bütününü ifade eden, iş kazaları ve meslek hastalıklarını azaltan bir bilim dalıdır. İŞ KAZASI VE MESLEK HASTALIĞI NEDİR? ILO iş kazasını “belirli bir zarar ya da yaralanmaya neden olan, beklenmeyen, önceden planlanmayan bir olay” şeklinde tanımlamıştır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ise iş kazasını şöyle tanımlamaktadır: “Önceden planlanmamış ve çoğu zaman, kişisel yaralanmalara, teçhizatın zarar görmesine, üretimin bir süre durmasına yol açan olaydır.” Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (SSGSS) 14. maddesine göre meslek hastalığı, “sigortalının çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal özürlülük halleridir.” ŞU ANKİ DURUM NEDİR? İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda Türkiye’nin imzaladığı uluslar arası sözleşmelerde ve Anayasa’da hükümler vardır. Anayasa’nın 50. maddesine göre “kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar. Dinlenmek, çalışanların hakkıdır.” Anayasa’nın 56. maddesine göre ise “herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” 4857 sayılı İş Kanunu’nun 77-89. maddesi arasında kalan maddeler iş sözleşmesine göre çalışanlar için temel iş güvenliği düzenlemelerini getirmektedir. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu iş kazaları ve meslek hastalıkları durumunda yapılacak yardım ve ödemelerin şartlarını düzenlemektedir. Neler yapabiliriz? Her işçinin ve her bir fabrikadaki, atölyedeki, çalışma alanındaki işçi topluluğunun kendisinin ve arkadaşlarının her gün canını alan, sakat bırakan, çürüten kapitalist çalışma koşullarına karşı mücadele etme sorumluluğu vardır. Bu bir görevdir. Öte yandan her işçi ve her işçi topluluğunun yaşamını, emeğini, sağlığını koruma hakkı da vardır. Kapitalist çalışma sürdükçe, çalışmanın kapitalist biçimi değişmedikçe, bizler patrona sermaye biriktirmek için çalışmayı sürdürdükçe bu sorumluluğumuzun gereğini, hakkımızın savunusunu tam olarak yapamayız. Ancak henüz bir işçi devrimi olmadı diye de, dişimizi sıkıp her gün ölmeye, sakat kalmaya, çürümeye ses çıkartmayacak değiliz, bu ahmaklık olur. Bu yüzden bu konu önemlidir. Başlangıç olarak patronların hazırladığı mevcut yasalarda bile işçiler olarak bizim farkında dahi olmadığımız hükümler, kazanılmış ama kullanmadığımız, bilincinde olmadığımız haklar var. Örneğin 4857 sayılı yasaya göre işçilerin iki durumda işi durdurma hakkı vardır. Birincisi ücret verilmemesi, ikincisi de işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmaması. Bizler bu önlemlerin alınmadığı koşullara müdahale etmeli, işi derhal ve örgütlü biçimde durdurmalı, sorunu patrona fiilen bastırarak çözdürecek bir duruş içerisinde olmalıyız. Aksi durumda rakamlar ortada; işçilerin çoğu 50 yaşına dahi gelmeden ölüyor. Mukadderat değil, meslek hastalığından! İşçi eğitimleri düzenlenmeli. Sendikaların bu konuyu gündeme alması için baskı yaratmalı, biz fiilen gündeme sokmalıyız. Sendikaların işçi sağlığı ve güvenliği komisyonları kurulmalı, işletilmeli, bu komisyonlar fiilen fabrika ve işletme baskınları, ziyaretleri düzenlemeli. Patronların devleti, sınıf karakteri gereği denetim yapmıyor, bugün Türkiye’de bir denetçiye 50 bin işyeri düşüyor! İş müfettişleri var, ama ekonomik krizden bu yana, neredeyse 10 yıldan beri Bakanlık iş müfettişlerine teftiş-denetim yaptırmıyor! Hekimlerden oluşan iş güvenliği müfettişliği var, ancak işletilmiyor, patronlarca önlerine engeller koyuluyor! Öyleyse bizler çok sayıda fabrikanın toplaştığı büyük işçi havzalarında, oluşturacağımız işçi meclislerinde bu konuyu başta biz gündeme almalıyız. İşçiler kendi denetim komisyonlarını fiilen oluşturmalı, engel çıkartan, uyarılara rağmen koşulları düzeltmeyen patronlarla anlayacakları dilden konuşulmalı. Zaten üzerimizden para kazanıyorlar, bir de çıra gibi insanların yaşamını yakmaya kimsenin hakkı yok, bunu hissettirmeli, göstermeliyiz onlara. Memur statüsündeki 657’liler resmen işçi sayılmadıkları için iş kazası tazminatları yok, meslek hastalıkları hastanesinden faydalanamıyorlar, istatistiklere bile girmiyorlar. Oysa sadece demiryollarında son 10 yılda 98 kişi öldü, ancak bir kez bile iş durmadı, TCDD’nin sermaye büyümesi böyle sağlandı, şimdi de özelleştirecekler. Statü izin verir/vermez, kamuda çalışan tüm emekçiler sınıf bilinciyle kendi haklarını mücadele içerisinde kazanmayı ve bunlardan milim geri adım atmamayı alışkanlık haline getirmelidir. Sorun sadece iş kazaları veya tespit edilen bariz meslek hastalıkları değil. Birden değil, usul usul öldürme diye bir şey var: Öğretmeninden, sağlıkçısına tüm kamu işçilerinde, bir bütün olarak işçi sınıfında yıpratıcı işin getirdiği hastalıklar, masa-başı çalışanlar dâhil, çağrı merkezlerinden diş teknisyenlerine her sektörün özgün sorunları var. Anlatılan tüm işçilerin hikâyesidir. Hep birlikte mücadele edilmelidir. Biz nerede, hangi sektörde, hangi işyerinde çalışıyorsak oradan mücadeleye başlamalıyız. Diğer işçi arkadaşlarımızı bilinçlendirmeliyiz. TTB gibi konuyla ilgili meslek kuruluşlarından yardım da alabiliriz. İşyeri hekimi -yasalar ne diyorsa desin- her işçi için bir haktır. İşçi sağlığının sağlanması, sağlık hizmeti bir haktır, patronun sömürüsünün bize borcudur. İş güvenliğinin sağlanması yine patronun yükümlülüğüdür. İşçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili maddeler toplu sözleşmelerin temel bir başlığıdır, TİS sadece ücret demek değildir. Sendika yoksa, güvencesiz/kayıtsız çalışılıyorsa dahi, işçiler birlik olduğunda patrona gereken adımları burnunu sürte sürte attırmak her zaman mümkündür. Yeter ki, biz işçiler işin peşini bırakmayalım, başaramayacağımız iş yoktur!