SUNAY DEMİRCAN (*) Yeni Şafak / 14 Mart 2007 Çarşamba İnsanların başına gelmiş en büyük felaket kuşkusuz II. Dünya Savaşı'ydı. Yaklaşık 62 milyon insan öldü. I. Dünya Savaşı'nda ise 8.5 milyon asker, 20 milyonun üzerinde de sivil öldüğü tahmin ediliyor. En son, burnumuzun dibinde Irak savaşında şu ana kadar 3 bin 168 işgal kuvvetlerinin kaybı olduğunu biliyoruz. Sivil ölülerin sayısını iyimser olanlar 200 bin diye tahmin ediyorlar (600 bin diyen de var). Ama insanlar sadece savaşlarda ölmüyor. Mesela dünyada her yıl yaklaşık 4 milyar insan kolera dâhil ishal yapan bağırsak hastalıklarına yakalanıyorlar ve bunların 2.2 milyonu ölüyor. (Yüzde 90'ı 5 yaş altı çocuk). Her yıl 396 milyon kişi sıtmaya yakalanıyor, 1.3 milyonu ölüyor. Burada da ölümlerin yüzde 90'ı 5 yaş altı çocuklar. Her yıl 6 milyon insan trahoma nedeniyle kör oluyor. Sadece Bangladeş'te her yıl 28-35 milyon arası insan içme sularından kabul edilir sınırların üzerinde arsenik alıyorlar. Dehşet değil mi? Tüm bu saydıklarımızın bir ortak paydası var, o da su. HAYAT KAYNAĞI OLARAK SU Evet, her gün nereden baksanız 15 binin üzerinde insan başkalarıyla dalaşmadan, savaşlara bulaşmadan ölüyor. Savaşlara bulaşmıyorlar ama en az savaş kadar pis olan suya bulaşıyorlar (bu gün dünyada yaşayan insanların 2.6 milyarı sağlıklı içme suyuna sahip değil) veya suya hiç ulaşamıyorlar (2002'de 1.1 milyar kişi. 2050'de 4 milyara çıkmasından korkulu-yor). Yukarda saydığım hastalıkların hepsinin ortaya çıkışında başrol sağlıksız ve yetersiz su kaynakları. Susuzluğun sonuçlarından biri de açlık. Bu gün dünyada 1 milyar insan açlık sınırının altında yaşıyor ve her gün 16 bin çocuk açlık nedeniyle ölüyor. Çünkü gıda üretimi için su kaynakları yetmiyor. Kurak iklimde yaşıyorlar, bir avuç tahıl üretiyorlar onu da dışarı satıp parasıyla silah filan alıyorlar. Gelin, önce şu gerçeği ortaya koyalım. Dünyadaki su bitmez. Azalmaz da artmaz da. Yani yağmurlarla tepemize düşen, akarsularda akan, barajlarla hasadı yapılan, bir kısmı da yeraltına sızıveren tatlı suyumuz sabit. Ayrıca dünyadaki tatlı su varlığı da öyle azımsanacak gibi değil (su her ülkeye eşit dağılsa kişi başına düşen su miktarı 6.000 m3 oluyor ki, gani gani yeter herkese). SUYUN DENGESİZ DAĞILIMI Sorun suyun dünya üzerindeki dengesiz dağılımında. Tıpkı para gibi, o da kuzeyin zengin ülkelerini seçmiş. Örneğin Kanada'da kişi başına düşen su miktarı 90.000 m3 gibi astronomik bir rakam olarak ortaya çıkabiliyor. ABD, Kuzey Avrupa ülkelerinde de bu miktar hayli yüksek. Paraları var, suları var, nüfusları artmıyor, siyasi istikrar var, tarım için sulamaya ihtiyaçları yok, yağmurları da var, bir de küresel ısınmayla fazla suları olacak, bunlar yetmezmiş gibi kalkıp bir de su tasarrufu politikaları geliştiriyorlar... Güneyde ise para yok, nüfus çok, istikrar hiç yok, tepelerinden sırılsıklam güneş eksilmiyor bu yüzden düşen yağmur damlası yere düşmeden buharlaşıp gidiyor, neredeyse tüm sularını tarımda kullanmaları lazım (örneğin Mısır suyunun yüzde 95'ını sulamada kullanırken, bu oran İngiltere'de yüzde 5'tir). Bir de küresel ısınma sayesinde daha da kuraklaşıyor bulundukları coğrafya. Şu anda Malta'da 60 m3, Libya'da 170 m3, Kenya'da 610 m3'lere kadar düşebiliyor kişi başına düşen su miktarı. 2050 yılı kestirimleri dudak uçuklatıcı cinsten. TÜRKİYE'NİN DURUMU Dilerseniz bir de memleketin halini hesaplayalım. Kullanabileceğimiz su varlığımız 95 milyar m3 . Bunun 16 milyarı anlaşmalar gereği Fırat üzerinden her yıl Suriye'ye verilir. Kaldı 79 milyar m3. Buna 12 milyar m3 kullanılabilir yeraltı suyu eklediğimizde, olur size 91 milyar m3. Bu rakamı, günümüz nüfusuna bölersek (72 milyon), kişi başına düşen suyun 1263 m3 olduğunu görürüz. Hidrologlara göre bir ülkenin su sıkıntısı içinde olması için kişi başına düşen su miktarının 1000 m3 ile 2000 m3 arasında olması gerekiyor. 1000 m3'ün altında suyu olanlar su yoksulu sayılıyorlar. Yani 2007 yılı itibarıyla biz sınırdayız. İsterseniz bir de şöyle bir örnek verelim, tüm kullanılabilir su varlığımız (tüm akarsularımızdan akan sular+yeraltı suyumuz), Tuna Nehri'nin bir yılda Karadeniz'e boşalttığı suyun (220 milyar m3) yarısı kadar yok. Ama nüfusumuz artıkça daha da düşecek bu sayı. Yetmezmiş gibi bir de küresel ısınma sayesinde su yerküre üzerinde yer değiştirmeye kalkmaz mı? Parola “kurak daha kurak-ıslak daha ıslak olacak”. Dolayısıyla biz bulunduğumuz coğrafya içinde çifte kavrulmuş olmaya adayız. Bir anım var ki, anlatmam gerek: 1990'ların ortasında Doğal Hayatı Koruma Derneği'nde su üzerine çalışıyorum. Norveç Elçiliği'nden aradılar, bir vatandaşları benimle görüşmek istemiş. “Buyursun” dedik. Geldi, duş başlığı üreticisiymiş. Normal duş başlığı dakikada 12 litre su tüketirken bununki 9 litre tüketiyor. Tüm Kuzey Avrupa ülkelerinde kullanılıyormuş, Yapılacak tüm iş banyodaki duş başlığı çıkartılıp bu konulacak, hepsi 1 dakika. Ucuz da bir şey. Akdeniz sizin, Ege bizim kıyılardaki otellere sorduk, anlattık, hiç kimse iltifat etmedi. Su sıkıntıları yokmuş hazretlerin. Bir ben aldım, 10 senedir kullanırım. Konu iki yönlü dramatik. Bir yandan kara veba gibi üzerimize çöküyor ölümler, diğer yandan da insanlar alabildiğine vurdumduymazlar. Şöyle aptalca bir önerme yapmayacağım tabii: “ABD Irak savaşında harcadığı parayı verseydi, milyonlarca insan için hijyenik içme suyu sağlanabilirdi”. Hakikaten çok aptalca olurdu bunu söylemek. Belki daha kabul edilebilir cümleler şöyle kurulabilir: Şimdiye kadar bu ülkenin bir ulusal su politikası neden olmadı? Televizyonlarda su tasarrufu filmleri dön-meye neden başlamıyor? Milletvekilleri neden ellerini baraj ve sulama projelerinden çekmiyorlar? Sivil toplum örgütleri neden bir araya gelip ortak eylem planları yapmıyorlar?.. Depremi bekler gibi bekliyoruz susuz kalmayı. Kır kahvesinin bahçesinde bir ayaklarını altlarına alıp oturmuş, sabırla karşıdaki yola bakan insanlar gibi; fütursuz, duyarsız ve cahilce bakıyoruz bir boşluğa. * Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Koordinatörü