Muhammed Reşid Rıza

advertisement
Rıza Heybetoğlu
Muhammed Reşid Rıza
için neler yapmıyor ki? Vahhabiliğe övgüden tutun da,” Hilafet
için Kureyş’li olma” şartını ikinci plana atmaya kadar hep destek
olmuş Suud ailesine. Suud ailesi, bu şıpsevdinin son aşkı değil
elbet. Bir de, hep gizlediği ama sadakatten ayrılmadığı kadim
aşkı var. İngilizlerin 1923’te anayasal bir monarşi kurmayı
arzuladıkları Mısır’da, Rıza efendi, yandaşlarının karşı olduğunu
söyledikleri İngilizler için, öncülük yapıyor ve canla başla
çalışıyor.
Söylemleri Arap milliyetçiliğini o kadar gazlıyor ki, Cenevre
konferansına başkan yardımcısı olarak onu gönderiyor Arap
liderler.
1935’te ibn-i Suud’u ziyaretten dönerken, Kahire yolunda,
Süveyş’te ölüyor.
Siyasal İslamcı, modernist, üç silahşorun sonuncusu olan M.
Reşid Rıza, 1865’te Lübnan-Trablusşam’da doğuyor. İlk iki selefi
olan Afgani ve Abduh kadar mucizevî bir biyografisi yok
maalesef. Fikir ve uygulamaları, onların şarihi ve talebesi
olduğunun ispatı hükmünde. Ancak, onu orijinal kılan yönleri de
yok değil. Daha ziyade siyasete, özellikle “din devleti” ve
“hilafet”e ilişkin görüşleri kendinden sonra gelen Siyasal-İslami
hareketlerin doğuşuna zemin hazırlıyor. Anlayacağınız, Mısır
olaylarını telin için yapılan mitinglerde, “hilafet isterük”
nidalarının fikir babası.
Başta Gazali’den etkilendi. Ardından Abduh ve Afgani’nin
çıkardığı “urvetül vüska” dergisi onu “elektrik çarpmışçasına”
sarstı ve “yeniden doğurdu”. Afgani ile tanışamadı ama
Abduh’un has adamı olmayı başardı. “El-Menar” adıyla ölümüne
kadar aksatmadan çıkardığı dergide, hocasının görüşlerini kendi
üslubuyla yayınladı. 1905’te Abduh’un ölümüyle siyasetle daha
rahat ilgilenmeye başladı. Zira Abduh, “dindar nesil”
yetiştirilmeden siyaset yapmayı “erken” buluyordu. Hocaları gibi
o da bitimsiz seyahatlere çıktı. İstanbul’dan Hindistan’a,
Almanya’dan İsviçre’ye kadar…
Feraset eksikliği, ilk fark edilen özelliği biyografisinde. Hayatı
boyu, önce methettiği ve sonra küfretmediği kimse yok gibi. II.
Abdülhamit’e önce, “ Ömer adaletinde ve Ali cesaretinde biri”
derken, bir süre sonra “zalim ve kindar” diyor. İttihatçılara
destek için bir sene İstanbul’da yaşıyor ama bir süre sonra
onları da milliyetçilikleri hasebiyle aforoz ediyor. Şerif Hüseyin’le
beraber, Arap isyanının ön saflarında gördüğümüz R.Rıza,
Suud’larla tanışınca, onu da “ şeytanın halifesi” ilan etmekten
çekinmiyor. Mustafa Kemal, onun gözünde İslam kahramanı bir
“gazi” ama İngilizleri kovup hilafeti kaldırınca, birden ona da
sövmeye başladığına şahit oluyoruz. Bu arada, Atatürk’e
söverken kullandığı jargon çok tanıdık gelir, herhangi bir cemaat
mensubu Türk’e. Lakin Suud ailesine vefası var anlaşılan. Onlar
http://www.mgkmedya.com
Fikirleri:
Hocası Afgani ve Abduh gibi o da, “neden geri kaldık?” sorusuna,
“İslam’dan uzaklaşma” cevabını veriyor. Reçete olarak
sundukları, Abduh’un şerhi mahiyetinde. Ancak bazı konulara
daha bi yoğunlaşmış. Eğitim ve Hilafet.
Eğitimin laikleşmesine kati bir şekilde karşı çıkılmalıdır. Din
ilimlerinin yeniden canlandırılması ve – Gazali’nin
tabiriyle- ihya edilmesi gerekmektedir.
Yani, eğitim kurumları bilimsel ve diyalektik bir yöntemle değil,
Kelâmi metotla kurgulanmalıdır.
Bilimsel metot, felsefi aklın hâkim olmasıyla mümkün olabilir.
Filozof aklı, sınırsız bir alanda, fenomenler dünyasını özgürce
sorgulama hakkına sahiptir. Ulaştığı önermeler her türlü kritiğe
açıktır. Geliştirile bilir veya çürütüle bilirdir. Kutsal önermeler
değildir. Bu yönüyle sürekli kendini yenileyen bir organizma gibi,
akıl ve onun eseri olan bilim gelişir, değişir, mükemmelleşir.
Durağanlık, son nokta diye bir şeyi asla kabul etmez. Aklın bu
evrimi doğal olarak insanı ve tabiatı da evirir. Aklın testine tabi
tutulmayan ve bu sınavı veremeyen hiçbir önerme kabul
edilmez.
Kelami metot ise, vahyin sınırlarını çizdiği bir alanda çalışır. Bu
metot da aklı kullanır ancak kelamcı aklı, vahyin önermelerini
mutlak doğru kabul eder, sorgulamaz. Akıl inşâsı, vahyin
önermeleri üzerine kurulur. Vahyin izin verdiği yere kadar
sorgular. Kelamcı için, aklın bir “sidretül münteha”sı vardır.
Vahyin doğrusunu sorgulamaz, vahyin önermelerini anlamaya
çalışır ve akıl ile izah eder veya etmek için uğraşır.
Dolayısıyla R.Rıza’nın, geri kalmışlığa çözüm olarak sunduğu
eğitim sistemi ile batı aklını yene bilmek veya geçe bilmek
mümkün olamayacağı gibi, bu anlayışın, yüzyıldır çökeceği
Pazar, Ağustos 25, 2013 - Sayfa 1 / 3
Rıza Heybetoğlu
Muhammed Reşid Rıza
varsayılan Batı medeniyeti karşısındaki acınası hali elan
görülmektedir. Kuramını okuduğumuz tek İslam bilgini yoksa
günümüzde, Fas’tan Çin’e kadar uzanan İslam coğrafyasında,
insanlığın derdine derman olacak bir tek ilaç bulunamamışsa,
nedeni felsefi aklın eğitimde hâkim olamamasından
kaynaklanmaktadır.
Çok basit bir örnek verelim. Kilisenin veya ulemanın sınırlarını
belirlediği akıl, evrimi inkâr eder, evrimi inkâr eden akıl,
virüslerdeki mutasyonu anlayamaz, virüs mutasyonunu
anlayamayan, aşı geliştiremez. Her hapşırdığımızda “kâfirlere”
muhtaç oluruz, bu gün olduğumuz gibi. Sadece bilim değil,
teoloji de yapılamaz ve yapılamamaktadır da. İlahiyat
fakültelerimiz teolog yetiştirmek için kurulmuşlardı ama bu gün,
imam ve vaiz yetiştirmektedirler.
Sorgulamıyor, zira Allah hocasının hata yapmasına izin vermez,
diye inanıyor. Ve eğer hocasına “gassal elindeki meyyit gibi” itaat
ederse cennete gideceğine inanıyor. “Hamdolsun” ülkemizdeki
cemaatler, mensuplarına henüz “ölün” demiyorlar. Fakat “öl”
emrine de itaat edilen cemaatlerin var olduğuna şahit oluyoruz.
Bilinmelidir ki, hiçbir kutsal kitapta, Allah bir yönetim biçimi
sunmaz, mahiyetini sunar. Adil olan her sistem, Allah’ın istediği
sistemdir. İster Kral yönetsin, ister Cumhuriyetin başkanı, ister
Fransız olsun, ister Arap, insanlar arasında mutlak adaleti hâkim
kılıyorsa bir lider, Allah’ın rızasını elde etmiş olur. Adaleti sadece
insanlara değil, tüm doğaya hâkim kılan bir sistemin adı ne
olursa olsun, evrenin sistem koyucusu ondan memnun
olacaktır.
Maslahat anlayışı ile hareket eden ulamaya ihtiyaç vardır.
Bu sebeple, bilim yapmak isteyen
ülkelerine gitmeleri bir zorunluluktur.
Müslümanların,
batı
19.yüzyıl başlarında, bazı batılı emperyalistlerin iddia ettikleri
gibi, “Müslümanlar veya Afrikalılar veya batılı olmayan herhangi
bir millet bilim yapamaz” demiyorum. Bilakis ezilen toplumların,
batı medeniyetinin ötesine geçebilecek yeteneklerinin olduğuna
inanıyorum. Mustafa Kemal ve cumhuriyeti kuranlar, bunun
olabilirliğini ispatladılar. Fakat bu günkü kafa yapısı ve eğitim
sistemiyle devam ettikleri sürece, batılı olmayan toplumların
asla batı aklının ve kavramlarının ve biliminin ve efendilerinin
sultasından kurtulamayacakları açıktır.
Geri kalmışlığımız,
kaynaklanmaktadır.
genlerimizden
değil,
tercihlerimizden
İslam dünyası için bir halife zorunludur. Tek merkezden
yönetilmekle birlikte, yerel yönetimler de
güçlendirilmelidir. Türkler, Kürtler ve Arapların beraber
yaşadıkları bir yer hilafet merkezi olmalıdır. (Mesela
Musul gibi). Halife bir şura tarafından seçilmelidir. (Ehlü’l- hal
ve’l-akd) Bu şura üyelerini özel olarak yetiştirilecek
bir okul kurulmalıdır. Bu üyelerin her biri, halife olabilecek
vasıflara sahip olacağından, aralarından birini halife
olarak seçmelidirler.
Yani, din ve dünya işlerinden sorumlu bir tek kişi olmalı ve tüm
İslam dünyası onun iki dudağı arasından çıkacak sözlerle
yaşamını belirlemelidir. Müslümanlar için bir Papa. Böylelikle
efendi için satın alınması gereken tek bir şahıs olacağından,
emperyalizmin işi kolaylaşmış olacak. Bu gün mini halifeler
tarafından yönetilen Müslümanlara bir bakın! İster okumuş
olsun, ister çoban olsun, bir cemaat mensubu, hocasının
emrine itaat ediyor. Ne yemesi gerektiğinden, çocuğuna hangi
ismi vereceğine kadar her konuyu hocasına soruyor.
http://www.mgkmedya.com
“Maslahat” kaygısı tüm görüşlerine hâkim R.Rıza’nın. “İşine
geldiği gibi davranma” veya “pragmatizm” denebilecek bu tavır,
zaman içerisinde Müslüman dünyayı karakterden yoksun
bırakmıştır. Zorluklar ve çıkmazlar karşısında, mevcut durumu
kurtaracak en iyiyi tercih etme yani,“Ehveni şer”. Oysa “ehveni
şer”, şerri meşrulaştırmaktır ki, ne evrensel ahlaka, ne de insan
onuruna yakışmayan bir tutumdur. Ayrıca “hakikate” de
ihanettir.
Bu “maslahat” hastalığıdır ki, yüzyıldır güce boyun eğen bir
zümre yaratmıştır ortadünya’da. O gün İngilizlere edilen secde,
bu günün efendilerine de aynı tevekkülle sürmektedir
“maslahat” adına.
Afgani ve haleflerine bakıldığında, bir sorun göze çarpar.
Alternatif üretmek yerine pragmatik uyumluluk çabaları
serimlemektedirler. Doğru bulduklarına çabucak adapte olma
çabası vardır. Mesela, Demokrasiye alternatif yoktur hiç birinde,
“İslam’da da zaten demokrasi var” söylemini duyarsınız
onlardan. Demokrasinin babaları İslam’dan mı öğrendiler acaba
ilkelerini? Veya kapitalizme alternatif getirmek yerine, İslam’ı
kapitalizme yamayacak deliller bulma çabası içine girerler.
R.Rıza’nın faiz ile ilgili görüşü bu meyanda güzel bir örnektir.
Kapital’den az çok haberdar olanlar, hemen Medine’de
peygamberin komün hayatı yaşadığını söylerler. Pragmatik
olma, yer yer işe yarasa da, temel sorunları asla çözemez.
Fikrin bir bedeli vardır ve o bedel hiç de az değildir.
Göze çarpan bir diğer husus ise şudur; “İslam’ın özüne
dönmeliyiz” söylemindeki “İslam’ın özü”, kendi anladıkları
İslam’dır. Yani, neo-selefi ve biraz da vahhabi görüşlerdir. Öze
dönüşle kastettikleri, Türklerin bin yıldır bile geldikleri, Anadolu
irfanı değildir. 18. Yüzyıl icadı, anglo-sakson dinidir.
Pazar, Ağustos 25, 2013 - Sayfa 2 / 3
Rıza Heybetoğlu
Muhammed Reşid Rıza
Eserleri ve etkilerine bakacak olursak, nübüvvet ispatı, Kuran’ın
icazı, vahyin geliş maksadı vs. gibi konuları olduğu gibi
R.Rıza’dan alan, Said Nursi’den Hasan el- Benna’ya, Mevdudi’ye
kadar birçok isim sayabiliriz. 20. Yüzyıldaki İslami hareketlerin
neredeyse tamamında bu üç ismin, Afgani-Abduh-R.Rıza
teslisinin etkileri fark edilir. Türkiye’de kurumsallaşmış yapılara
sahip herhangi bir cemaate, bir ay devam edecek olursa biri, bu
görüşlerin varyasyonlarına şahit olacaktır. Özellikle İhvan’ı
Müslimin hareketinin öncüleri bu üçlünün eteğinde
büyümüşlerdir.
Ayrıca, Ortadünya’nın bitirilemez kini olan, Anti-İsrailizm’in ilk
işaret fişeklerinin de, gene bu ellerce ateşlendiğini
unutmamalıyız.
http://www.mgkmedya.com
Pazar, Ağustos 25, 2013 - Sayfa 3 / 3
Download