dünya savaşı bitti

advertisement
20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN SONU
(1911-1918)
Trablusgarp Savaşı (1911-12)
20. yüzyıl başında Trablusgarp (Libya) Osmanlı devletinin elinde kalmış biricik denizaşırı topraktı (diğerleri 19.
Yüzyılda kaybedilmişti -Cezayir ve Tunus Fransa’ya, Mısır İngiltere’ye). Osmanlı donanması İtalyan donanması ile
baş edebilecek güçte olmadığından Trablusgarp’a deniz yoluyla asker sevk edilemiyordu. Karayolu ile de asker
yollamak mümkün değildi (arada İngiltere’nin elindeki Mısır bulunuyordu.) İşte bu çaresizlik ortamında aralarında
Mustafa Kemal Bey ve Enver Bey gibi isimleri ileride tarihe geçecek kişilerin bulunduğu bir grup subay gizli
yollardan Trablusgarp’a giderek oradaki yerli halktan direniş kuvvetleri oluşturdu ve İtalyanların ülke içlerine
ilerlemesini önledi. İtalyan ordusu kıyılarda sıkışıp kalmıştı. Bu sırada Osmanlı dışişleri de İtalya ile anlaşma yolları
arıyordu. İtalyanlar Osmanlı devletini zorlamak için Ege’deki On İki Adaları (Ege’nin güneyinde Türkiye kıyılarına
yakın adalar) işgal etmiş ve Çanakkale Boğazı’nı topa tutmuştu. Osmanlı devletinin ne kadar dayanabileceği belli
değildi ama yine de başarıyla direniyordu. İşte tam bu sırada Balkan devletlerinin birleşerek Osmanlı devletine savaş
açtıkları haberi geldi (1912). Osmanlı devleti için Balkanlar çok daha önemli olduğundan kuvvetlerini orada
yoğunlaştırması gerekiyordu. Bu nedenle İtalya ile bir barış anlaşması imzalayıp Trablusgarp’ı terk etti (Uşi
Anlaşması 1912). Bu anlaşmaya göre, On iki adanın İtalyan işgalinde kalmasına da izin veriyordu. Aksi takdirde bu
adalar Yunanistan’ın eline geçebilir diye düşünülmüştü.
Balkan Savaşları (1912-13)
Bir halklar mozaiği olan Balkanlar ya da
Osmanlıların verdiği adla Rumeli, Osmanlı
Devleti’nin kuruluş yıllarından beri en değer
verdiği bölgesiydi. Ekonomik açıdan hem tarımın,
hem ticaretin, hem de sanayinin en gelişkin
olduğu Osmanlı bölgesi burasıydı. Osmanlı
kültürüne damgasını vurmuş bir bölgeydi Rumeli;
yüzyıllar boyu devlet bürokrasisinin temelini
oluşturan devşirme sistemi de Balkanları temel
almıştı. Yalnızca Mustafa Kemal değil, Osmanlı
bürokrasisinin ve Jön Türklerin de önemli bir
bölümü bu topraklarda doğmuş, büyümüş, görev
yapmıştı. Bu siyasal ve ekonomik olduğu kadar
duygusal
anlamda da önemli bölgenin yitirilmesine yol
açan Balkan Savaşları, Osmanlıların tarihte
uğradıkları en acı yenilgilerden biri oldu.
Osmanlı ordusu bütün cephelerde bozguna uğradı.
Savaşın başlamasından birkaç ay sonra
Bulgar orduları, İstanbul’un kıyısına, Çatalca
hattına kadar gelmişlerdi. Bütün Balkan toprakları,
Trakya da dahil Balkan devletlerinin eline geçti.
Yapılan anlaşma ile (Londra Anlaşması 1912)
Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkan Savaşlarından önceki sınırları
Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkan Savaşlarından sonraki sınırları
1. Avusturya Macaristan İmparatorluğu, 2. Bosna Hersek, 3. Sırbistan, 4.
Romanya, 5. Rusya, 6. Karadeniz, 7. Osmanlı İmparatorluğu, 8. Ege Denizi,
9. Akdeniz, 10. Yunanistan, 11. Makedonya, 12. Arnavutluk, 14. İtalya, 15.
Bulgaristan
1. Balkan Savaşı sırasında Osmanlı'ya karşı birleşen Balkan devletleri, II. Dünya Savaşı'nda
Alman ve İtalyan ordularının işgaline uğrayacaklardı.
Osmanlı devleti, Midye (şimdi Kıyıköy) ile
1. Avusturya Macaristan İmparatorluğu, 2. Bosna Hersek, 3. Sırbistan, 4. Romanya, 5. Rusya,
6. Karadeniz, 7. Osmanlı İmparatorluğu, 8. Ege Denizi, 9. Akdeniz, 10. Yunanistan, 11.
Makedonya,
12. Arnavutluk,
14. İtalya, 15. Bulgaristan
Enez arasındaki hattın batısında kalan bütün topraklardan
ve Gökçeada
ve Bozcaada
dışındaki bütün Ege adalarından
1. Balkan Savaşı sırasında Osmanlı'ya karşı birleşen Balkan devletleri, II. Dünya Savaşı'nda
vazgeçiyordu. Böylece, I. Balkan Savaşı’nın sonunda Alman
Osmanlı’nın
elinde Avrupa
toprağı olarak yalnız İstanbul ve
ve İtalyan ordularının
işgaline uğrayacaklardı.
Tekirdağ kalmıştı. Ülke için, bu yenilgi tam bir şoktu
Tam bu sırada Balkan devletleri arasında bir anlaşmazlık ortaya çıktı: Balkan devletleri Osmanlıdan aldıkları
toprakları aralarında paylaşamadılar; en büyük payı Bulgaristan’ın alması diğer devletlerin işine gelmiyordu. Bunun
üzerine bu kez Balkan devletleri arasında II. Balkan Savaşı başladı. Bu savaştan istifade eden Osmanlı ordusu, Enver
1
Paşa’nın komutasında, ilk savaşta kaybettiği Edirne ve Kırklareli’ni geri almayı başardı. Osmanlı’nın Balkanlardaki sınırı
bugün olduğu gibi Meriç nehri olarak belirlendi (İstanbul Anlaşması 1913).
Ancak sonuçta kayıplar büyüktü. Balkan Savaşları sonucunda;
1) Osmanlı devleti Doğu Trakya dışında Balkanlar’daki –dolayısıyla Avrupa’daki- bütün topraklarını kaybetti;
2) Kaybedilen topraklarda yaşayan Müslümanların büyük bölümü yerlerinden oldu, Türkiye’ye göç etmek zorunda
kaldı;
3) Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfus dengesi Müslümanlar ve Türkler lehine değişti. Balkan Savaşlarında Osmanlıların
kaybettiği topraklar en fazla gayrimüslim nüfus barındıran yerlerdi. Buraların kaybedilmesi ile gayrimüslimler
Osmanlı nüfusu içindeki oranı yüzde onbeşlere indi;
4)
Balkan savaşları bazılarının gözünde Osmanlıcılık düşüncesinin iflası anlamına geldi ve Türkçülük ön plana çıkmaya
başladı;
5) Osmanlı ordusunun yetersizliği açığa çıktı. Ordu içinde büyük bir yenileme ve gençleştirme hareketine başlandı. Bu
konuda Almanların yardımına başvuruldu.
Görüldüğü gibi, bu kanlı savaş, daha sonraki yılları da derinden etkileyecek uzun vadeli bir sonuçlar kümesi yaratarak
sona erdi. Ama Osmanlı devleti ve onun sınırlarında yaşayan halklar açısından asıl felaket, o dönemlerde kullanılan
adıyla I. Cihan Harbi yani 1. Dünya Savaşı’ydı (1914-1918).
Babıali Baskını
30 Ekim 1912’de iktidara gelen Kamil Paşa hükümetinin ilk işi ciddi bir İttihatçı avı başlatmak oldu. Bazı İttihatçılar
yurtdışına çıktı, bazıları da “yeraltına“ indi. Bu durum karşısında İttihatçılar bir darbe ile iktidarı ele geçirme planları
yapmaya başladılar. Hareket tam anlamıyla bir baskın biçiminde gerçekleşecekti. Tarih olarak 23 Ocak Perşembe saat
15:00 seçilmişti. Belirlenen tarihte baskını yapacak ekip Sedaret binasına girdiler. Kapıdan gelen silah seslerini duyan
Harbiye Nazırı Nazım Paşa odasından çıkıp “Ne oluyor? Aklınızca Sedarate mi basmaya geldiniz? Haddinizi bilin!“
diye bağırınca Yakup Cemil, Nazım Paşa’yı vurdu. Talat ve Enver Beyler Sadrazamın odasına girdiler ve onu istifa
etmeye zorldılar. Tehdidin ciddi olduğunu gören Paşa istifa mektubunu yazdı. Mektubu alan Enver Bey mektubu
“ordu adına“ padişaha sundu. Böylece İttihat ve Terakki’yi yeniden iktidara taşıyan Mahmut Şevket Paşa hükümeti
kuruldu. İttihat ve Terakki Hükümeti’nin ilk işi Edirne’yi Bulgaristan’ın elinden kurtarmak oldu. Bu partinin gücünü
arttırmasına ve muhalefeti iyice sindirmesine yol açacaktı.
(Kaynak: Tevfik Çavdar “Türkiye’nin Demokrasi
Tarihi“)
Tartışma: Yukarıdaki baskın İttihat ve Terakki’nin yöntemleri hakkında ne düşündürüyor?
2
I. Dünya Savaşı
I.Dünya Savaşı’nın Başlangıcı
28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan veliahtı Prens Ferdinand’ın Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisi tarafından
öldürülmesi tarihin ilk Dünya savaşını başlattı. Ancak bu olay aslında patlamaya hazır bir bombanın fitilini ateşleyen bir
kıvılcımdan başka birşey değildi. Dünya bir süredir böyle bir savaşa hazırlanıyordu. Bunu nereden anlıyoruz? 19.
Yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa’nın büyük devletleri arasındaki ilişkileri gerginleştiren bir kutuplaşma ortaya
çıkmıştı. Bu kutuplaşmanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı paylaşma kavgası,
yani sömürgeci rekabetti. 19. Yüzyılın sonlarına kadar dünyada iki büyük sömürgeci devlet vardı: İngiltere ve Fransa.
Bunlar dünyanın büyük bir bölümünü paylaşmışlardı. 19. Yüzyılın sonlarında bunlara iki güçlü rakip çıktı: Almanya ve
İtalya. Onlar da sanayileri için sömürgelere ihtiyaçları olduğunu düşünüyorlardı. Oysa, dünya çoktan bölüşülmüştü. Bu
durum Almanya ve İtalya’yı İngiltere ve Fransa ile karşı karşıya getirdi. Bu kutuplaşmada o zamana kadar dünyanın
süper gücü olan İngiltere ile yeni süper güç Almanya başı çekiyordu. Bu kutuplaşmanın ikinci bir boyutu, Almanya ile
Fransa arasında Alsace-Loraine bölgesi üzerindeki toprak anlaşmazlığıydı. Bu bölge 1871 Almanya-Fransa savaşında
Almanya’nın eline geçmişti, ama Fransa bunu hiçbir zaman kabullenememişti. Kutuplaşma yaratan diğer bir sorun da
Doğu Avrupa ve Balkanlar’da Çarlık Rusyası ile Avusturya-Macaristan arasında yaşanıyordu. Rusya panslavizm (bütün
slavları birleştirme) politikasıyla Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda yaşayan slavları (Sırplar, Çekler, Slovaklar
v.b.) kışkırtıyor, ayrılmaya teşvik ediyordu. (Rusya aynı politikayı Osmanlı Balkanlarında yaşayan slavlar için de
uygulamış ve bunda büyük ölçüde başarılı olmuştu). I. Dünya Savaşı’nın asıl nedenleri, işte bu kutuplaşmayı doğuran
sorunlardır.
Yukarıda sözü edilen suikast olayının ardından önce Avusturya-Macaristan Sırbistan’a savaş ilan etti. Ardından
kendini Sırbistan’ın koruyucusu gören Rusya Avusturya-Macaristan’a savaş açtı. Bunun üzerine Avusturya-Macaristan’ın
müttefiki Rusya’ya karşı savaşa girdi. Aynı anda Rusya’nın Müttefikleri İngiltere ve Fransa da Almanya ve AvusturyaMacaristan’a savaş ilan etti. Böylece, bu iki grubun İtalya dışında bütün üyeleri birbirleriyle savaşa girmiş oldu (İtalya
savaş başladıktan sonra saf değiştirerek İtilaf devletlerinin yanında savaşa katılacaktır. Saf değiştirmesinin en önemli
nedenlerinden birisi itilaf devletlerini İtalya’ya Anadolu’nun güney ve batı bölgelerini vaad etmesidir)..
Bazı saf değiştirmeler -1915, İtalya-, çekilmeler -1917, Rusya- ve sonradan katılmalar -1916, Romanya, 1917 ABD,
Yunanistan- dışında, savaş sırasındaki saflaşma şöyleydi:
İttifak Devletleri
İtilaf Devletleri
Almanya
İngiltere
Av-Macaristan
Fransa
Bulgaristan
Ç. Rusyası
Osmanlı
İtalya, Japonya, Yunanistan (Hz. 1917)
Osmanlı Devleti Savaşa Nasıl Girdi?
Savaş başladığında Osmanlı devleti tarafsızdı. İtilaf devletleri Osmanlının tarafsız kalmasından memnundu.
Böylelikle;
1) İngiltere sömürgelerine giden yolu savaş dışında tutmuş olacaktı,
2) Rusya’nın Akdeniz’e tek çıkış yolu olan Boğazlar güvencede olacaktı. İttifak devletleri, özellikle Almanya ise
Osmanlı devletini savaşa girmeye teşvik ediyordu. Bundaki amacı; a) İngiltere’nin sömürgeleri ile bağını kesmek
(Osmanlı bu yol üzerindeydi), b) Boğazları Rusya’ya kapatmak,
3) Padişahın halifelik sıfatını kullanarak, İngiliz ve Fransız sömürgelerindeki Müslümanları ayaklandırmaktı.
Osmanlı Devleti resmi olarak her iki grubun da dışında olmakla birlikte 19. Yüzyılın sonlarından itibaren
Almanya’ya yakın duruyordu. İngiltere ve Fransa’nın Rusya ile ittifak yapması Osmanlı’yı Rusya’ya karşı savunmasız
bırakmıştı (19. Yüzyılın sonlarına kadar İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı politikası, Osmanlı’yı Rusya’ya karşı korumak
esasına dayanıyordu). Almanya ile yakınlaşmanın temel sebebi işte buydu. Almanya’nın hedefi ise;
1) Osmanlı’nın zengin hammadde kaynaklarını (bunlar arasında yeni bulunan petrol yatakları önde geliyordu) kendi
sanayisinin ihtiyaçları doğrultusunda kullanmak, hatta uzun vadede buraları sömürgeleştirmek,
2) İngiltere’nin sömürgelerine giden yolu denetim altına almak,
3) Halifeliği kullanarak, İngiltere sömürgelerindeki Müslümanları etkilemekti.
Savaş başladıktan sonra Akdeniz’de İngiliz donanmasından kaçan iki Alman zırhlısının Çanakkale Boğazı’nı
geçerek Osmanlı devletine sığınması, Osmanlıyı çok önemli bir seçimle karşı karşıya bıraktı. Uluslararası hukuka göre,
3
bu gemilere el koyması ve savaşın sonuna kadar tutması gerekiyordu. Ama Osmanlı bunu yapmadı, bu gemileri satın
aldığını duyurdu, isimlerini değiştirdi (Yavuz ve Midilli), mürettabatlarına Osmanlı üniforması giydirerek Karadeniz’e
yolladı. Gemiler Karadeniz’deki Rus limanlarını topa tuttular. Bunun üzerine Rusya Osmanlı devletine savaş ilan etti.
Artık Osmanlı devleti fiilen savaşa girmişti. İşin ilginci, bu iki zırhlının Rus limanlarına saldıracağını, Alman makamları
ile onlara yakın bikaç Osmanlı yöneticisi dışında kimsenin bilmemesiydi. Osmanlı, bunların bir oldu bittisi ile savaşa
girmek zorunda kalıyordu.
O sırada Osmanlı Devleti İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından yönetiliyordu. İttihat ve Terakki 1913 yılı başında
bir hükümet darbesi yapıp meclisi ve siyasi partileri kapatmış, ülkeyi sıkıyönetim kanunlarına göre yönetiyordu. Üstelik
iktidarı asıl elinde tutanlar İttihat ve Terakki’nin tepesindeki birkaç yöneticiydi (Enver, Talat, Cemal Paşalar). Bunlardan
özellikle Enver Paşa (aynı zamanda ordunun da başında bulunuyordu) tam bir Alman taraftarıydı ve Karadeniz’deki olayı
almanlarla birlikte o planlamıştı. Ardından diğerleri de ona uymak zorunda kaldılar.
Başta Enver Paşa olmak üzere Osmanlının Almanya ile birlikte savaşa girmesini isteyenlerin düşüncesi
neydi? Bunlar;
1) Almanya’nın mutlaka savaşı kazanacağına inanıyorlardı. Böylece Osmanlı devleti yeni topraklar kazanarak eski
kayıplarını bir ölçüde telafi edebilecekti,
2) Osmanlı savaş girmese bile İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Osmanlı’yı parçalayacağını düşünüyorlardı. Bu
düşüncelerini de 1908’de İngiltere ile Rusya’nın yaptığı Reval Görüşmeleri’ne dayandırıyorlardı. Bu görüşmelerde
İngiltere Rusya’nın Osmanlı toprakları (özellikle Boğazlar) taleplerini kabul etmişti.
Osmanlı Devleti’nin Savaştığı Cepheler
I. Saldırı Cepheleri; her ikisinde de amaç, İtilaf Devletlerine
karşı yeni cepheler açarak Almanya’yı rahatlatmaktı.
a. Kafkasya/Doğu Cephesi: Osm/Rus..
Hedef: Kafkaslardan Türkistan ve Hindistan’a ulaşmak..
Sonuç:
-Sarıkamış (90.000 asker donarak ölür)
-Tehcir (Anadolu’dakiErmeniler’e Suriyeye göç
ettirilir)
Rus ordusu Van-Muş-Bitlis-Erzurum-Trabzon-Erzincan’ı
alır; 1916 sonlarında M. Kemal Bitlis ve Muş’u geri
alırsa da, bu cephede askeri yenilgi yaşanır
Ancak; 1917 Ekim Devrimi (Bolşevik İhtilali)
sonrasında, Çarlık yıkılır; yeni Sovyet devleti işgal edilen
yerleri boşaltır.
Sovyet Rusya ve İttifak devletleri arasında BrestLitowsk Antlaşması (Mart 1918) imzalanır: Kars,
Ardahan, Batum geri alınır.
b. Kanal Cephesi: Osm/İngiliz..
Hedef: İngilizlerin candamarı olan Süveyş ve Mısır’ı elde
etmek..
Sonuç: İngilizlerin karşı taarruzu ile önce Filistin cephesinde;
Osmanlı yine yenilip geri çekilince de Suriye cephelerinde
savaşıldı; Araplar Osmanlıya karşı milliyetçi bir isyan çıkardılar,
1918’de Osmanlı orduları Halep’in kuzeyine dek geri çekilmişlerdi.
II. Savunma Cepheleri; Çanakkale ve Arap dünyası:
Irak/Filistin/Suriye/Hicaz-Yemen
a. Çanakkale: İng.-Fransız/Osm.
Hedef: İstanbul’u ele geçirerek Osmanlı’yı safdışı etmek!
4
-ve bu sayede Çarlık Rusyası’na yardım ulaştırmak..
Sonuç: Çanakkale Savaşı (Şubat 1915- Ocak 1916)
iki aşama:
- İtilaf donanması boğazı zorlar; 18 mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi, 7 zırhlı batar, geri çekilirler.
- Gelibolu’ya çıkartma;kanlı bir kara savaşı gerçekleşir; karşılıklı 250’şerbin asker şehit olur.
Sonuçta,
-Almanya rahatlar, Bulgaristan savaşa girer, savaş iki yıl daha uzar.
-Çarlık zor durumda, Bolşevik Devrimi’nin ayak sesleri...
-Büyük bir direniş gösterilir ve Mustafa Kemal’in yıldızı parlar.
b. Irak cephesi: İng/Osm. (1914 Kasım-1918)
Hedef: İran’a yönelebilecek Osm. Ordusunu engelleyerek Hint yolunu güvenceye almak, petrol kaynaklarını ele
geçirmek, Bağdat ve Musul üstünden Rus ordusuyla birleşmek.
Sonuç: Kut-ül Amare zaferine rağmen Osmanlı orduları yenilir. İngilizlerin Bağdat ve Kerkük’e dek ilerlemeleri
engellenemez; Mondros imzalandığında henüz Musul’a girmemişlerdir, ama orayı da bir süre sonra işgal ederler.
c. Filistin-Suriye cephesi: İng/Osm; İng-Fr.-İtalyan-Arap/Osm.
Kanal yenilgisine Şerif Hüseyin önderliğinde Arap isyanı da eklenince, Osm. Güçleri önce Gazze’ye, sonra Halep’in
kuzeyine çekilirler. Hicaz ve Yemen de, Şerif Hüseyin’in isyanı ve 1916’da bağımsızlık ilanı sonrasında yitirilir.
(Medine ise Mondros’a dek kendini savunacaktır).
III.Dış Cepheler: Galiçya/Makedonya/Romanya
Pantürkist Hayaller ve Kafkasya Cephesi
14 Kasım 1914’te Osmanlı Sultan’ı Halife V. Mehmet Reşat İtilaf Devletleri’ne karşı cihat ilan etti. Bu İngiliz ve
Rus sömürgelerinde yaşayan Müslümanları ayaklanmaya çağırmaya yönelik Alman planının önemli bir parçasıydı. Bu
plan iki önemli varsayıma dayanıyordu:
a) Orta Asya’da yaşayan Türklerin, Türk Sultan’ın çağrısına uyarak Rus İmparatorluğu’na karşı ayaklanacakları;
b)
Orta Doğu’da ve Asya’da yaşayan Müslüman halkların İngilizlere karşı ayaklanacakları.
Önceki bölümde İttihat ve Terakki Dönemi’nde Türkçülük Akımı’nın etkisiyle Pantürkizm’i (Türklerin birliği
fikrini) savunan kişilerin etkisinin artmaya başladığından bahsedilmişti. I. Dünya Savaşı ilk kez bu fikrin ciddi biçimde
uygulanmaya girişilmesi için iyi bir fırsat olarak görülüyordu. Alman generallerinin de desteklediği Osmanlı savaş
planlarına göre, Osmanlı ordusu Kafkas Dağları üzerinden yapacağı bir seferle Orta Asya’ya ulaşacak, orada Türklerle
ilişkiye geçecek ve Rus Devleti’ne karşı bir isyanı başlatarak Türklerin ortak devleti olan Turan’ı kuracaktı.
Kafkasya Cephesi’ndeki ilk saldırılar savaş başladığında Ruslar tarafından gerçekleştirildi. Aralık ayında Pantürkist
düşüncenin en ateşli savunucusu Enver Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu karşı saldırıya başladı. Harekat başarılı
başlamasına rağmen Sarıkamış’ta, yoğun kar yağışı altında yüksek dağları aşmaya çalışan doksan bin kişilik Osmanlı
ordusunun askerlerinin büyük bir bölümü donarak öldüler. Bu Doğu Cephesi’nde daha savaşın başında Osmanlı
odusunun yok olması anlamına geliyordu. Gerçekten de baharın gelişiyle birlikte svunmasız bölgelerde rahatça ilerleyen
Rus Ordusu Van, Muş, Bitlis, Erzurum,Trabzon, Erzincan’ı ele geçirdi. Artık Osmanlılar’ın Doğu Cephesi’nde yenilgiye
uğrayacağına kesin gözüyle bakılmaktaydı.
Ancak bu sırada Rus Çarlığı’nda yaşanan bazı gelişmeler Osmanlılar’ın yararına sonuçlar doğurdu. Rusya’da
Lenin’in önderliğindeki Bolşevikler adıyla bilinen bir grup geniş bir halk desteğini de yanların alarak bir ayaklanma
çıkardılar, 1917 yılı Ekim ayında Çarlık yönetimine son verdiler ve yeni bir devlet kurdular: Sovyet Rusya
Cumhuriyeti. Bu yeni devlet dünya üzerinde kurulan ilk komünist devlet olarak tarihe geçti. İlerleyen yıllarla birlikte
Avrupa siyasi olarak liberal devletler ve komünist devletler olarak ikiye bölünecekti.
Rusya’da yaşanan karışıklıkların da etkisiyle Rus ordusu ciddi bir dağılma yaşadı. Osmanlı Devleti bundan
yararlanarak Ruslara bıraktığı bazı yerleri aldığı gibi Azerbaycan’a kadar ilerlemeyi de başardı. Yeni Rus Devleti Mart
1918’de Brest-Litowsky Anlaşması’nı imzalayarak Çarlık Döneminde ele geçirilen toprakların Osmanlı Devleti’ne geri
verildiğini kabul etti. Sonuçta Osmanlı Devleti Pantürkist hayaller peşinde koşarken Doğu Anadolu Bölgesini tamamen
kaybettiği bir cephede, savaş öncesi durumunu korumuş oldu.
5
Farklı Siyasi Fikirler ve Bölünmüş Bir Avrupa
Dünya savaşı sonrasında Avrupa ve iki temel gruba bölündü: Liberal Devletler ve Komünist Devletler. Liberalizm
Fransız İhtilali sonrasında yayılan bir düşünce biçimidir. Liberalizmin iki farklı yönü vardır. İlki siyasaldır: Liberalizm
baskıcı düşüncelere karşı çıkar, özgürlük ve hoşgörüyü herşeyin üstünde tutar, normal olarak demokrasiye ulaşılmasını
sağlar. Liberalizm 19. yüzyılda pek çok Avrupa devletinde genel oy hakkına dayalı seçimler yoluyla parlamentoların
(meclislerin) iş başına gelmesini sağlamıştı. Kadınların seçme seçilme hakkını kazanmaları 20. yüzyılı bulmuştu.
Liberalizmin ikinci yanı ekonomiktir: Malların fiyatlarını, ücretleri arttırıp azaltan arz-talep yasası uyarınca, pazarın
özgür işleyişi çevresinde ekonomik yaşamı, üretim ve ticareti ekonomik yasalar düzenlemelidir. Böyleec liberalizm
şirketlerin ve bankaların çıkarlarını koruyup emekçileri pazarın yasaları karşısında feda eder, işsiz bırakır, büyük bir
bölümünü ise yoksulluk hatta sefalete sürükler; 19. yüzyılda sayılamayacak kadar çok işçi ailesi böyle bir sefaletin
kurbanı olmuştu. Farklı bir düşünce olan Sosyalizm (Toplumsalcılık) ise ekonomik liberalizmin bu yününe karşı
mücadele eder ve toplumsal eşitliği ve adaleti sağlamayı amaçlar. Bir Alman düşünürü olan Karl Marks (1818-1883)
tarafından kurulmuş olan Marksizim düşüncesi sosyalizmi gerçekleştirmek için geliştirilmiş bir öneridir: Marksizm
sınıfların olmadığı bir topluma ulaşılmasını amaçlar, bunun için de bir devrim yapılmasını ve yoksul emekçilerin
sosyalizmi gerçekleştirmek için otoriter bir yönetim kurmaları gerektiğini savunur. Bir Rus düşünürü olan Lenin, 1917
yılında Rusya’da iktidarı ele geçirdi ve Marks’ın fikirlerini uygulamaya koydu: Böylece sosyalizmin uç bir yorumu olan
Komünizm ilk kez bir devlet tarafından gerçekleştirilmiş oldu. Komünizmin temelinde devleti elinde tutan bir Komünist
Parti ve onun yönettiği bir ekonomi yatar.
(Kaynak: Jacques Le Goff « Gençler İçin Avrupa Tarihi »)
Tartışma: Yukarıdaki parçaya göre Avrupa’nın Dünya Savaşı sonrasında yaşanan bölünmesinin temelinde ne
yatmaktadır?
ÖDEV SORULARI :
1. İtalya’nın Trablusgarp’a asker çıkarmasının nedenleri nelerdir? Osmanlı’nın bu bölgeye düzenli bir ordu
gönderememesi Dünya Savaşı öncesinde devletin ne durumu hakkında bize ne söylüyor ? Osmanlı Trablusgarp’ı neden
İtalya’ya bıraktı ?
2. Balkanlar’ın kaybedilmesi Osmanlı için neden çok yıkıcı olmuştur ? Balkan Savaşları sonrasında ülkedeki müslüman
nüfusun, gayrımüslim nüfusa oranının ciddi biçimde değişmesinin nedeni nedir? Bu değişimin Osmanlıcılık düşüncesinin
terk edilmesinde nasıl bir etkisi olmuştur ?
3. I. Dünya savaşı öncesinde İngiltere-Fransa ile Almanya-İtalya ikilileri arasındaki ilişkilerin ozulmasının temel nedeni
nedir ? Açıklayınız.
4. I. Dünya savaşı öncesinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Rus Çarlığı’nın arasının bozulmasındaki en önemli
etken nedir ?
5. Savaş sırasında İtilaf Devletleri’nin ve İttifak Devletleri’nin Osmanlı’ya yaklaşımı nasıl olmuştur ?
6. Osmanlı’nın Almanya’nın yanında savaşa girmesini savunanların temel düşüncesi neydi ?
6
DÜNYA SAVAŞI BİTTİ
(Metin: Hayrettin Kaya – Mutlu Öztürk/Görsel malzeme, sorular ve düzenleme: Dilara Kahyaoğlu)
I. BÖLÜM: YIKILAN HAYALLER YIRTILAN HARİTALAR
1918 sonrası, yeni prensipler öne çıkacak, yeni bir dünya kurulacak, Büyük Savaş’ın bir tür sonucu olan iki önemli devrim, 1917 Rus
İhtilali ve 1919-23 Türkiye Devrimi, çağa damgası vuran iki gelişme olarak öne çıkacaktır.
1
A) DÜNYA SAVAŞI
BİTTİ!
2
Almanya ve dostları, yeterli
insangücü ve hammaddeleri, yani
sömürgeleri olmadığından,
yenilirler. Sonuçta: Üç çokuluslu
imparatorluk (Çarlık Rusyası,
Avst-Mac. İmp. Yani Habsburg
İmp. Ve Osmanlı İmp.) çöker,
rejim değişiklikleri olur:
Rusya’da ilk sosyalist devlet
kurulur; Av-Mac.İmp.
parçalanarak, o topraklarda yeni
devletler kurulur; Osmanlı çöker,
Türkiye Cumhuriyeti kurulur;
Almanya’da cumhuriyet ilan
edilir. Araplar ulus-devletlerini
kurarlar. Milletler Cemiyeti
kurulur, ama fazla bir işe
yaramaz. “Manda ve Himaye
7
Sistemi”, klasik sömürgeciliğin yerini almaya başlar. Yenilen ya da haksızlığa uğradığı duygusuna kapılan Almanya ve İtalya gibi
ülkelerde faşizm ortaya çıkar; ve sadece 20 yıl sonra bir büyük savaş daha yaşanacaktır.
a)WİLSON İLKELERİ:
Nisan 1917’de savaşa giren ABD’nin
başkanı Wilson, Ocak 1918’de savaş
sonrası kurulacak olan yeni dünya
düzenine ilişkin olarak 14 maddelik bir
ilkeler paketi ilan eder:
3
*-Her ulusun çoğunlukta olduğu
topraklar üstünde devlet kurma, selfdeterminasyon hakkının tanınması;
dolayısıyla, Avusturya-Macaristan ve
Osmanlı
gibi
çokuluslu
imparatorlukların self-determinasyon
ilkesi
uyarınca
ulus-devletlere
bölünmesi; bu çerçevede, Türklere de
çoğunlukta oldukları bölgelerde devlet
kurma hakkı tanınması ama Türk
egemenliğindeki uluslara da selfdeterminasyon hakkı verilmesi..
*-Uluslararası sorunları barışçı yollarla
çözecek bir kurumun, (Cemiyet-i
Akvam, Milletler Cemiyeti) kurulması,
gizli antlaşmaların, haksız toprak
işgallerinin ve savaş tazminatlarının meşru kabul edilmemesi,
*-Denizlerde ticaret güvenliği sağlanmalı; Boğazlar tüm ticaret gemilerine açık olmalı; gibi
yeni bir büyük savaşı engellemeye (ve serbest ticareti özendirmeye) dönük maddelerden oluşan bu ilkeler, 20. Yüzyılın diğer
süper gücü olan SSCB’nin ve Lenin’in de benzer ilkeleri savunmasından dolayı, modern diplomasinin temelini oluşturacaklar;
ancak I. Dünya Savaşı’nı kazanan klasik sömürgeci güçlerin -açık itirazıyla olmasa da- örtülü direnişi ile karşılanacaklardır. Ve
sonuçta, savaş sonrası imzalanan bazı anlaşmalarda bu ilkelerin yeterince uygulanmaması, dünyayı sadece yirmi yıl sonra ikinci
bir büyük savaşla yüzyüze bırakacaktır.
Dikkat! Milli Mücadele’nin uluslararası kamuoyu ve diplomasisi gözünde haklılığı/meşruluğu, M. Kemal ve arkadaşlarınca bu
ilkelere dayanılarak savunulacak; Misak-ı Milli’nin temelini, Türklerin (Mondros’ta ve sonraki işgallerle çiğnenen) selfdeterminasyon hakkı oluşturacaktır.
b)PARİS BARIŞ KONFERANSI:
Sınırlar çiziliyor! Ocak 1919, Paris Barış Konferansı toplanır; yeni dünya düzeni ve mağlupların başına gelecekler,
yani “barış” antlaşmalarının koşulları (ya da, kimin payına neresinin düşeceği) belirlenecektir. Belirleyici güçler, yine klasik
sömürgeci ülkeler, yani İngiltere ve Fransa; ilk karar Milletler Cemiyeti’nin kuruluşu oldu! (Ancak, Wilson ilkeleri’ne yeterince
uyulmayınca, ABD 1919 sonrası yeniden içe döndü; uluslararası duruma ilgisini azalttı.) Sonuçta, Almanya ile Versailles
(Hz.’19), Avusturya ile St.Germain (Eylül’19), Bulgaristan ile Neuilly (Kasım’19), Macaristan ile Trianon (Hz.’20), Osm.
ile Sevr (Ağ.’20) ve Türkiye ile Lozan (Tem ’23) barış antlaşmaları imzalanacaktır.
B)MİLLİ MÜCADELE BAŞLIYOR
Yüzbinlerce Anadolu köylüsünü savaşa sokarak oynadığı son kumarı da yitiren Osmanlı Devleti, tarihin gördüğü en
ağır antlaşmalardan birini imzalayacaktır: Mondros ateşkes antlaşması. Hemen arkasından da, İtilaf Devletleri’nin, savaş
sırasında işgal edemedikleri yerleri de işgal etmeye başladıklarını göreceğiz. Sonra da, bu kelimenin tam anlamıyla “haksız
işgallere“ karşı, önce kendiliğinden, sonra örgütlü direnişin başlamasını ve Kurtuluş Savaşı’nı...
a. MONDROS MÜTAREKESİ (30 Ekim 1918):
Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi sonucu müttefikleri ile bağlarının kesilmesi ve Wilson ilkelerinin verdiği güvenceler,
Osmanlı’nın teslim olma kararını hızlandırır; 27 Ekim 1918’de İttihatçı hükümet istifa eder, İTC önderleri yurtdışına kaçarlar. 30
Ekim 1918’de Limni adasının Mondros limanında Bahariye Nazırı Rauf Orbay ve İngiliz amirali Caltrophe arasında mütareke
imzalanır. Şartlar bir ateşkes için çok ağırdır; Rauf Bey, barış antlaşmasında şartların hafifletilebileceği umuduyla ve Yunan işgali
tehdidine karşı verilen sözlü teminat sonucu anlaşmayı imzalar.
Önemli Maddeler:
1. Ordu ve donanma teslim ve terhis edilecektir (Doğu cephesinde K. Karabekir bu karara uymayacaktır).
2. Osmanlı elindeki esirleri geri verecekti; İtilaf devletleri ise vermeyecekti.
3. Boğazlar açılacak ve işgal edilecektir.
4. İtilaf devletleri, “güvenliklerini tehdit eden bir durum ortaya çıkarsa” istedikleri bölgeyi işgal edebileceklerdir.(md. 7; en
önemli maddelerden biri: buna göre herhangi bir bahane ile herhangi bir bölge işgal edilebilecekti).
8
5. Vilayet-i Sitte’de (Altı il; Van, Bitlis, Erzurum, Diyarbakır, Elazığ, Sivas) karışıklık çıkarsa bölge işgal edilebilecekti. (md. 24;
Ermenistan projesine önhazırlık maddesi)
6. Tüm limanlar, demiryolları ve haberleşme şebekesi İtilaf denetimine verilecekti. Yeraltı zenginliklerinin ihracı yasaklanır;
itilaf devletlerinin bedava kullanımına sunulur.
Not:İki hafta sonra İtilaf donanması İstanbul’a demir atacak, bu arada taze padişah Vahdettin de ittihatçı mebusların ağırlıkta
olduğu Meclis-i Mebusan’ı kapatmakta (12 Aralık 1918) gecikmeyecektir.
Mondros’la birlikte, Osmanlı artık fiilen bitmiştir; anlaşmanın neredeyse tüm maddeleri devletin hükümranlık haklarını
çiğnemektedir…Ülke içinde oluşan tepki, her tarafta Müdafai Hukuk cemiyetlerinin kurularak Türk milletinin çiğnenen haklarını
uluslararası kamuoyuna duyurma çabalarına yolaçacaktır.
Bu arada, M. Kemal de mütareke sonrası İstanbul’a gelerek altı yedi ay boyunca başkentte çeşitli çıkış yolları arayacak,
İstanbul’dan umudunu kesince, Anadolu’ya yönelecektir.
b. İŞGALLER BAŞLIYOR:
Mondros Ateşkes Anlaşmasının 7. Maddesi, itlaf devletlerine güvenliklerini tehdit eden bir durum ortaya çıktığında
istedikleri bölgeyi işgal etme hakkı veriyordu. Mondros Ateşkes Anlaşmasının imzalanmasından kısa süre sonra itilaf devletleri
bu maddeyi dayanarak ülkenin çeşitli bölgelerine asker çıkarmaya başladılar. 3 kasım 1918’de İngilizler Musul’u işgal etti. Bu
arada doğuda Ermenistan Osmanlı ordusunun çekilişinden yararlanarak Kars ve çevresini işgal etmişti. 18 Kasım 1918’de İtilaf
devletleri donanması İstanbul önlerinde demirledi. İngilizler Anadolunun birçok kentine (İzmit, Eskişehir, Afyon, Samsun v.b.)
asker yolladılar. Fransızlar Adana, İskenderun, Urfa, Maraş ve Antep yöresini işgal ettiler. İtalya, Antalya, Konya ve Kuşadası
4
Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan
Sonra yapılan işgaller
yörelerini işgal etti. 15 Mayıs 1919’da ise Yunanistan İzmir’e asker çıkardı.
İtilaf devletlerinin Anadolu’da işgal ettikleri bölgelere baktığımızda, bunların I. Dünya Savaşında aralarında yaptıkları
gizli anlaşmalarla kararlaştırdıkları Anadoluyu paylaşma planlarına büyük ölçüde uygun düştüklerini görüyoruz. Bu gizli
anlaşmalarla, Adana, Maraş, Antep, Urfa bölgesi kuzeyde Sivas’a kadar Fransa’nın payına düşmüştü. Güney ve Batı Anadolu
İtalyanlara bırakılmıştı. Boğazlar ve Doğu Anadolu Rusların olacaktı. İngiltere ise Anadolu yerine Osmanlının Arap
vilayetlerinin büyük bölümünü almayı yeğlemişti.
Savaş sürereken Rusya’da meydana gelen ve Sosyalist bir rejimin kurulmasıyla sonuçlanan Bolşevik Devrimi sonucu
Rusya savaştan çekilince, Rusya’nın payına düşen bölgeler açıkta kaldı. Bunlardan Boğazların uluslarası bir statüye
kavuşturulması, Doğu Anadolu’nun ise kurulacak bir Ermenistan’a verilmesi düşünüldü.
Gizli anlaşmalarla kararlaştırılan paylaşım planlarını bozan bir diğer gelişme de savaşın sonlarına doğru Yunanistan’ın
itilaf devletleri yanında savaşa girmesi oldu. Yunanistan gizli anlaşmalarda İtalya’ya söz verilen Anadolu topraklarının bir
bölümünü istiyordu. Yunanistan’ın göz diktiği bölge Rum nüfusunun yoğun olarak yaşadığı İzmir ve çevresi idi.
İtilaf devletlerinin lideri konumunda olan İngiltere Yunanistan’ın bu isteğine destek verdi. İngiltere, İtalya gibi ileride
kendine rakip olabilecek güçlü bir devlet yerine bu bölgeyi Yunanistan gibi kendi sözünden çıkmayacak küçük bir devlete
bırakmayı çıkarlarına daha uygun görüyordu. Diğer itilaf devletlerine de baskı yaparak Yunanistan’ın İzmir yöresini işgal
isteğini kabul ettirdi. Bu sayede 15 Mayıs 1919’da İtilaf devletlerinin desteği ile Yunanistan İzmir’e asker çıkardı. Ancak
bu itilaf devletleri arasındaki görüş ayrılıklarının ve çıkar çatışmalarının da başlangıcı oldu. İtalyanlar Yunanistan işgalini hiçbir
zaman tam olarak kabullenemediler ve bu yüzden Kurtuluş Savaşı boyunca Ankara Hükümetine yakın durdular, hatta gizlice
9
onu desteklediler. Yunanistan İzmir ve çevresinin işgali ile yetinmeyip bütün batı Anadoluyu işgal etmeye kalkınca Fransızlar
da yunanistan’ın Anadoludaki varlığının yalnızca İngilizlere yaradığını görüp yavaş yavaş desteğini bu işgal ordusundan
çekecektir.
c. KUVAYI MİLLİYE HAREKETİ
İşgallere tepki olarak Anadolu’nun işgal tehlikesi yaşayan bölgelerinde Müdafaa-i Hukuk (Hakların Korunması)
cemiyetleri adı verilen derneklerin kurulduğunu görüyoruz. Genellikle ilgili bölgelerin “eşraf” denilen ileri gelenlerinin,
aydınlarının ve askeri ve sivil bürokratlarının öncülüğünde kurulan bu dernekler önceleri mitingler, gösteriler yoluyla işgalleri
protesto etmişler, sonra kongreler toplayarak işgallere karşı neler yapılabileceği konusunda yöre halkının da katılımıyla kararlar
almışlar ve bu kararlar doğrultusunda giderek silahlı direniş kuvvetleri oluşturmaya başlamışlardır. Kurtuluş savaşının
başlangıcında bu şekilde oluşturulan silahlı direniş kuvvetlerine “Kuvayı Milliye (Milli Kuvvetler)” adını veriyoruz.
Bugünkü Türkçe ile “Ulusal Kuvvetler” diyebileceğimiz Kuvayı Milliye merkezi bir komutanlığa bağlı olmadan gerilla
usulü ile savaşan silahlı direniş birlikleri biçiminde örgütlenmişti. Düzenli bir ordu değillerdi kısacası. Ancak düzenli bir
ordunun olmadığı bir ortamda (Mondros Ateşkes Anlaşması uyarınca Osmanlı ordusu dağıtılmıştı) yapacak başka bir şey de
yoktu doğrusu. Kuvayı Milliyeyi oluşturanlar o yöre halkından gönüllü olarak katılan kişilerden oluşuyordu. Yani bu kuvvetler
aynı zamanda milis kuvvetleri özelliğini taşıyordu.
DÜZENLİ ORDU X GERİLLA ORDUSU (çeteler)
DÜZENLİ ORDU X MİLİS KUVVETİ
Düzenli ordu: belirli bir sistem içinde, belirli süreler için askere alınan kişilerden oluşmuş, merkezi bir komutanlığa bağlı olarak
ve katı bir hiyerarşi ve disiplin içinde hareket eden, profesyonel bir subay kadrosu tarafından idare edilen ordu.
Profesyonel: yaptığı işin eğitimini görmüş ve bu işi belirli bir ücret karşılığında yapan kimse.
Gerilla Kuvveti: Merkezi bir komutanlığa bağlı olmayan, dağınık küçük birimler halinde kendi insiyatifi ile hareket eden ve
karşısındaki düşmanla vur kaç taktiği ile savaşan (amacı onu kesin yenilgiye uğratmak değil yıpratmak olan) silahlı kuvvetler. Türk
tarihinde bunlar „Milli Çeteler“ olarak geçer.
Milis Kuvveti: Yerel halktan katılan gönüllülerden oluşan silahlı kuvvetler. Gerilla kuvvetleri genellikle bunlardan oluşur. Yani
gerilla kuvvetleri genellikle aynı zamanda milis kuvvetleri niteliği taşır.
Gerilla/Milis kuvvetlerinin ihtiyaçları devlet tarafından değil yerel halk tarafından karşılanır.
LİMNİ
Kuvayı Milliye birlikleri özellikle güney cephesinde Fransız
kuvvetlerine ve Batı cephesinde Yunanistan kuvvetlerine karşı
savaşmışlardır. Her iki cephede de birçok başarılar elde ettiklerini
görüyoruz. Ancak gerilla kuvvetlerinin düzenli bir ordu karşısında kesin
zafer kazanması mümkün değildir. Düzenli orduyu yıpratabilir, ama uzun
vadede onun ilerleyişini durduramaz.
Batı cephesinde Yunanistan ordusu karşısında yaşanan işte bu
durumdur. Kuvayı Milliye birlikleri, bazı yerlerde Yunanistan ordusuna
karşı çok parlak başarılar elde etmiş olsa da sürekli yeni askerler ve
silahlarla desteklenen güçlü Yunanistan ordusunun ilerleyişini uzun süre
durdurmayı başaramamışlardır. Ancak bu sıralarda yapılabilecek fazla bir
şey yoktur. Daha fazlasını yapabilmek için ulusal direnişin ülke çapında
ve tek bir merkeze bağlı olarak örgütlenmesi gerekmektedir. İşte bunu
yapacak olan mustafa Kemal Paşa bu sıralarda Anadoluya geçmiş ve bu
yönde girişimlerine başlamış bulunmaktadır.
ÇALIŞMA, ARAŞTIRMA, DÜŞÜNME, TARTIŞMA (Dikkat! Yukarıdaki bilgiler aşağıdaki soruları yanıtlamanız için yeterli
olmayabilir. Bu durumda ???)
1.Birinci haritada (1.) yer alan tarihleri kullanarak Osm İmp’dan kopan devletleri ve ayrıntıları gösteren kronolojik
bir tablo hazırlayınız. Nasıl olacağını siz belirleyeceksiniz.
2.1914 öncesi ve sonrası haritaları (2. ve 3. ) karşılaştırarak Avrupa’da nelerin değiştiğini saptayıp yazınız.
3. Osm İmp’nun savaştığı cephelerin isimlerini birinci harita (1.) üzerine yazarak gösteriniz.
4.“Self Determinasyon ilkesi”ni Osmanlılar açısından araştırınız. Bu ilke esas olarak Osm’ın aleyhine midir, lehine
mi?
5.”Manda ve Himaye Sistemi”ni araştırınız. Sizce bu sisteme “yeni sömürgecilik” denilebilir mi? Örneklendiriniz…
6.İşgal haritasına bakınız (4.) Kim nereleri almış. Bir coğrafya haritasından da yararlanarak hangi devletlere hangi
bölge ve şehirlerin düştüğünü saptayıp yazınız.
7.Yunanlılar İzmir’de ne arıyor??? Açıklayınız.
8. Limni Adası nerede? Coğrafi açıdan tarif ediniz.
9.Kuvayı Milliye Hareketi nedir? Tanım cümlesi yazınız.
10
II.BÖLÜM: ÜLKE İÇİNDEKİ DURUM… ŞİMDİ NE OLACAK?
(Metin: Hayrettin Kaya – Mutlu Öztürk/ Görsel malzeme, sorular ve düzenleme: Dilara Kahyaoğlu)
Savaşın kaybedilmesi üzerine, iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Partisinin liderleri (Enver, Cemal, Talat Paşalar)
ülkeyi terk etti ve birkaç gün sonra da parti kendisini feshetti. İttihat ve Terakki partisinin bu davranışının altında iki neden
yatmaktaydı: Birincisi, partinin önde gelenleri savaş suçlusu ve “Ermeni Tehciri” sorumluları olarak cezalandırılmaktan
korkuyorlardı; ikincisi, kendileri iktidarda olursa, Osmanlı devletinin uygun bir barış anlaşması imzalayamayacağını
düşünüyorlardı. Bunun üzerine padişah (VI. Mehmet Vahdettin) Ahmet İzzet Paşa başkanlığında içinde İttihatçı bakanların da
bulunduğu ama ittihatçı olmayan bir hükümet kurdurdu.
Herkesin sorduğu soru şuydu: Şimdi ne olacak? Ancak kimsenin kafasında bu sorunun net
bir cevabı yoktu. Ortada tam bir belirsizlik vardı. Yenilen devletlerle yapılacak barışla ilgili hazırlıklar
başlamıştı Avrupa’da ama henüz Osmanlı ile ilgili ne düşünülüyordu kimse bilmiyordu. Osmanlı
devletinin eski sınırlarını koruyamayacağı belliydi. O halde, yeni sınırlar nasıl, hangi ölçüte göre
belirlenecekti? Bu konuda, herkesin aklına ilk önce Wilson Prensipleri geliyordu. ABD Başkanı
Wilson ülkesini savaşa sokarken savaş sonrası Dünya düzenine ilişkin olarak ortaya attığı bu
prensiplerde, yenilen devletlerin sınırlarının “milliyet prensibi”ne göre belirleneceğini öngörmüştü.
Bu durumda yapılacak en iyi iş, Osmanlının elinde kalan topraklarda Türklerin büyük çoğunluğu
oluşturduğunu göstermekti. Yalnız şunu unutmamak gerekir, bu yıllarda “Türk” kelimesi fazla
kullanılmıyordu. Bunun Osmanlı vatandaşı olup da Türk olmayan Müslümanların küstürülmesine yol
açacağından korkulduğu için daha çok “Osmanlı-İslam” ifadesi kullanılıyordu. Diğer bir değişle,
Cemal Paşa
Ateşkes sınırları içinde kalan bölgede yaşayan bütün Müslümanlar tek bir millet olarak
tanımlanıyordu. Yüzyılların yerleştirdiği bir alışkanlıkla, bunlar gerçekten de kendilerini bir millet “İslam
milleti” olarak görüyorlardı.
Diğer yandan, gayri-müslim etnik grupların da
belirli bölgelerde hak iddiası vardı. Ermeniler Doğu
Anadolu ve Kilikya, Rumlar ise Doğu Karadeniz ve
Ege bölgelerinde çoğunluk oldukları iddiasında
bulunuyorlardı. Üstelik, I. Dünya Savaşı sırasında
İttihat ve Terakki yönetiminin kendilerine yaptıkları
haksızlıkları hak iddialarını kuvvetlendirici bir delil
olarak da kullanıyorlardı (bakınız: Ermeni Tehciri
Sorunu).
Böylece, bir yandan İstanbul’da Osmanlı
aydınları Wilson prensiplerini savunan cemiyetler
kurarken, Anadolu’nun bazı bölgelerinde de yine
Wilson Prensiplerini referans alan cemiyetler
kuruluyordu. Anadolu’da kurulan bu cemiyetler,
Sultan Reşat ve Enver paşa, Alman Kayzeri’nin ziyareti sırasında Çanakkale’de
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri adıyla bilinir. Bu
cemiyetler, ilgili oldukları bölgede Osmanlı-İslam
unsurunun çoğunlukta olduğunu, dolayısıyla ülkeden
koparılamayacağını savunan ve bu amaçla yasal siyasal mücadele veren derneklerdir. Bunların kuruldukları yerlere
baktığımızda, bu yerlerin hepsi üzerinde de gayri müslim etnik grupların hak iddia ettiğini görürüz (Trakya, İzmir, Doğu
Anadolu, Kilikya, Trabzon).
Bu arada Mondros Ateşkes Anlaşmasının İtilaf devletlerine güvenliklerini tehlikede gördükleri durumda ülkenin
istedikleri yerine asker çıkartabileceklerini öngören ünlü 7. Maddesine dayanarak, İstanbul’a,
Adana ve Antalya bölgelerine İtilaf devletlerinin askerleri çıkmıştır.
Buna rağmen, ne
İstanbul’da ne de Anadolu’da büyük bir karamsarlık yoktur. İnsanlar biran önce adil bir barış
yapılıp normal yaşama dönüleceğini ummaktadır. Bu nispeten iyimser havayı bir olay
bütünüyle değiştirir. 15 Mayıs 1919’da İzmir Yunanistan tarafından işgal edilir. Üstelik
bu işgal İtilaf devletlerinin onayı ile gerçekleşmiştir. Yine aynı sıralarda Adana ve yöresinde
Fransız ordusunun ardından yörenin I. Dünya Savaşı sırasında sürülmüş Ermeni nüfusu geri
dönmeye başlamıştır. Bu nedenle Maraş, Antep ve Urfa gibi kentlerde silahlı çatışmalar
başlar. Bunu İzmir çevresinde Yunanistan işgal ordusuna karşı benzer silahlı direniş
hareketleri izler. Böylece, 1) adil bir barış ümidi kaybolmaya başladığı gibi, Anadolu’nun
bütününün de Osmanlının elinde kalmasının güç olduğu anlaşılmış, 2) Ve ilk kez halk bazı
yörelerde
direnişe geçmiştir. Ancak bu direniş, İtilaf devletlerinin işgaline karşı değil,
ABD Başkanı Wilson
Yunanistan ordusuna ve Ermeni milis kuvvetlerine karşıdır. Bunun anlamı şudur: Anadolu
halkı, itilaf devletlerinin işgalinin geçici olduğunu düşünmektedir, Yunanistan’ın ve Ermenilerin ise işgal ettikleri bölgeleri
Osmanlıdan ayırarak oralardaki Müslümanları kovacaklarına inanmaktadır.
1919 yılı aynı zamanda Paris’te barış görüşmelerinin başlayışına tanıklık eder. 1920 yılı ilkbaharına kadar süren barış
görüşmelerinde Osmanlı dışındaki yenilen devletlerle barış anlaşmaları imzalanmıştır. Osmanlı özellikle sona bırakılmıştır.
Çünkü Osmanlı ile ilgili sorunlar diğerlerinden çok daha karmaşıktır. Diğer devletlerle yapılan barış anlaşmalarında izlenen
11
yöntem Osmanlı devlet adamlarının ve aydınlarının kötümserliğini daha da artırmıştır. Çünkü, bu görüşmelerde yenilen
devletlere hiç söz hakkı verilmemekte, bütün kararlar galip devletler tarafından alınmakta ve hazırlanan nihai metin yenilen
devletlerin önüne konmaktadır.
Wilson İlkeleri görünüşte gözetilmekle birlikte, hep yenilen devletlerin aleyhine yorumlanmıştır (Örneğin, Çeklere
kendi kaderini tayin hakkı verilip şimdiki Çek Cumhuriyeti kurulurken bu cumhuriyet içinde kalan milyonlarca Almana bu hak
tanınmamıştır. Aynı şekilde, Avusturya-Macaristan içinde Romenlerin yoğun olarak yaşadığı Transilvanya bölgesi Romanya’ya
verilirken bu ilkeye uyulmuş, ancak yine aynı bölgede yaşayan Macarlara hangi ülkeye bağlı olmak istedikleri sorulmamıştır.)
Ayrıca, bazı noktalarda Wilson prensipleri kesinlikle bir kenara itilmiştir. Örneğin savaş tazminatları konusu. Almanya’dan
ülke ekonomisinin kaldıramayacağı kadar büyük savaş tazminatı istenmiştir. Almanya bu yük nedeniyle 1920’li yılların
ortalarına kadar ekonomisini düzeltememiştir.
Osmanlı ile ilgili olarak yapılan görüşmelerde ise, Anadolu bir tarafa İstanbul’un bile Osmanlıda kalıp kalmaması
gerektiği tartışılmaktadır. Osmanlının avantaj denilebilirse, tek bir avantajı vardır, o da İtilaf devletleri arasında Osmanlı
üzerindeki çıkar çatışması. Diğer devletlere nazaran Osmanlı ile ilgili barışın sonuçlandırılamamasının temel nedeni bu çıkar
çatışmalarıdır.
İtilaf devletleri I. Dünya Savaşı sırasında aralarında
Sykes-Picot Ant’a göre Ortadoğu
savaş sonrasında Osmanlı topraklarının bölüşülmesi
konusunda ikili anlaşmalar yapmışlardır. Buna göre,
1
Arapların yaşadığı topraklar büyük bölümü İngiltere’ye
verilmek üzere İngiltere ile Fransa arasında bölüşülecek,
ayrıca Anadolu’da Kilikya bölgesi Sivas’a kadar Fransa’ya,
Akdeniz bölgesi batıda İzmir kuzeyde Konya’ya kadar
İtalya’ya verilecektir. Doğu Anadolu ile Boğazlar ise
Rusya’nın payına düşecektir. Rusya’nın Bolşevik Devrimi ile
birlikte savaştan çekilmesi onun payına düşen yerler
konusunu boşlukta bırakmıştır. Ayrıca, savaşın sonlarına
doğru savaşa katılan Yunanistan da bu bölüşümden pay
istemektedir. Doğu Anadolu’da bir Ermenistan devleti
kurulması konusunda anlaşırlar. İngiltere ile Fransa’ya düşen
yerler sorunu da halledilir. Ancak İtalya ve Yunanistan’ın
payları ile Boğazlar ve İstanbul’un geleceği konusu
çözülemez. İtilaf devletlerinin lideri konumundaki İngiltere,
İtalya’ya vadedilen bölgenin önemli bir kısmını Yunanistan’a
vermeyi istemektedir. Çünkü, güçlü bir devlet olan İtalya
gelecekte bu bölgede İngiliz çıkarlarına engel olabilir. Küçük
bir
devlet olan ve buradaki varlığı için hep İngiltere’nin
desteğine muhtaç bulunan Yunanistan ise tam tersine bölgede İngiliz çıkarlarının koruyucusu olacaktır.
Bu arada, herkes Ermenistan kurulması konusunda hemfikirdir ancak Ermenilere nasıl
SSCB propaganda afişi
yardım edileceği sorunu çözülmemiştir. Ermeniler tek başlarına
böyle bir devlet kurabilecek durumda değillerdir. Osmanlının
elimde kalan tek güçlü askeri birlik Doğu Anadolu’da
bulunmaktadır (Kazım Karabekir Paşa komutasındaki 15. Kolordu).
Dolayısıyla birilerinin o bölgede Ermenilere ciddi bir askeri
destekte bulunması gerekmektedir. Bölgenin uzaklığı ve coğrafi
yapısı düşünüldüğünde bu oldukça önemli kayıplarla sonuçlanacak
bir askeri hareket anlamına gelmektedir. Hiçbir ülke Ermeniler için
böyle bir maceraya yanaşmaz. Ermenilere yardım konusunda başta
en ciddi aday ABD’dir. Ancak Amerikan kamuoyu ABD’nin bu
bölgedeki olaylara karışmasını istemez ve ABD 1920 yılı içinde
dünya siyasetinden elini eteğini çeker, bu tip sorunlara doğrudan
bulaşmama siyasetini benimser.
Son Osmanlı padişahı Vahdettin
İtilaf devletleri bu durumda iken o sırada Osmanlıyı temsil
eden padişah ve İstanbul hükümetleri İtilaf devletlerinin aralarındaki anlaşmazlıklardan ve
kararsızlıklardan yararlanarak mümkün olduğunca elverişli bir barış anlaşmasına ulaşmaya çalışırlar. İttihat ve Terakki’nin
iktidardan gitmesinden sonra devletin en güçlü kişisi durumundaki padişah Vahdettin İngilizleri etkilemeye çalışmaktadır. Bu
doğrultuda şu iki kozu kullanmaya çalışır: 1) Hilafet makamı, 2) Bolşevik korkusu. O sırada Britanya İmparatorluğuna bağlı
sömürgelerde yüzmilyonlarca Müslüman yaşamaktadır (özellikle Hindistan ve Mısır). Teoride Osmanlı padişahı bu
Müslümanların da halifesidir. II. Abdülhamit ve I. Dünya savaşı yıllarında padişahların bu unvanından yararlanılmaya
çalışılmış, bu sömürgelere ajanlar gönderilmiş, hatta ayaklanmalar çıkarılmaya çalışılmış ama fazla başarılı olunamamıştır.
Buna rağmen, halifenin bu Müslümanlar üzerinde hiç etkisi olmadığını söylemek de mümkün değildir. Buralardaki
Müslümanların en azından okumuş kesiminin Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderi konusunda belirli bir duyarlılığa sahip
olduğunu kabul etmek gerekir. Diğer bir deyişle, sömürgelerdeki Müslüman kamuoyu Osmanlının haksızlığa uğramasını
istememektedir.
12
2
Padişah Vahdettin İngiltere’ye bu Müslümanlar üzerindeki etkisini İngiltere yararına kullanmayı teklif etmektedir.
İngiltere Osmanlı için adil bir barış hazırlarsa, padişah da İngiltere’nin yönetimindeki Müslümanlara İngiltere’ye bağlı
kalmalarını, İngiliz kanunlarına uymalarını v.b. telkin edecektir. Bu sıralarda İtilaf devletlerinin en büyük korkusu Bolşevik
Devrimi’nin yayılmasıdır. İngiltere ve Fransa Bolşevik Devrimi’ni boğmak için devrim karşıtı Rus generallerinin ordularına
para, silah ve asker yardımı yapmaktadırlar. Ancak Bolşevikler gün geçtikçe kuvvetlenmekte ve karşı devrimci orduları
bozguna uğratmaktadırlar. Bu arada Kafkasya’ya da yeniden egemen olmak üzeredirler. Kafkasya Bolşevikler ile Osmanlı’nın
sınırıdır. Eğer Osmanlı Bolşeviklerle anlaşırsa Anadolu da Bolşevik etkisine girecek demektir. Bu da itilaf devletlerinin
özellikle de İngiltere’nin en son isteyeceği şeydir. Oysa tam tersine güçlü bir Osmanlı bu bölgede Bolşeviklere karşı bir engel
de oluşturabilir. İşte Vahdettin’in İngiltere’yi etkilemek için öne sürdüğü ikinci görüş de budur: Eğer adil bir barış olursa, bu
bölgede Bolşevikliğin yayılmasını engeller, sizin çıkarlarınızın koruyucusu ya da jandarmanız oluruz. Ancak, Sevr Anlaşması
Osmanlı devletinin önüne konulduğunda Vahdettin’in politikasının işe yaramadığı anlaşılacaktı.
Fakat Padişah Vahdettin İngiltere’ye o kadar güveniyordu ki, İzmir’in Yunanistan tarafından işgalinden sonra bile
tutumunu değiştirmedi. Oysa başlangıçta, diplomasi yoluyla herşeyin çözülebileceğine ve uygun bir barış sağlanabileceğine
inanan insanların büyük çoğunluğu artık ulusal bir direniş mücadelesi vermek gerektiğine inanmaya başlamıştı. Anadolu’nun
işgal tehdidi altındaki bölgelerinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri öncülüğünde kongreler yapılmaya, hatta silahlı milis
kuvvetleri oluşturulmaya (Kuva-yı milliye) başlamıştı. İstanbul’daki birçok aydın da Anadolu’ya geçiyordu. Bu sırada Osmanlı
aydınları içinde ne yapılması gerektiği konusundaki tavırlarına göre iki grup ayırt ediliyordu. Artık azınlıkta kalmış olan
ama padişah Vahdettin ve Osmanlı hükümetlerince desteklenen gruba göre: Yasal hükümetten bağımsız bir hareket yanlıştı.
Hele silahlı bir direniş ülkeyi daha da kötü bir sonuca götürürdü. Yapılması gereken, diplomatik görüşmeler yoluyla bir an önce
elverişli bir barış anlaşması imzalamaya çalışmak, bu arada İtilaf devletlerini kızdıracak hiçbir şey yapmamak. Diğerleri ise
(özellikle İzmir’in işgalinden sonra çoğunluk olmuştu) gerekirse silahlı bir direniş hareketine başlamaktan yanaydı.
ÇALIŞMA, TARTIŞMA, ARAŞTIRMA
1.Metne göre: Üç Paşaların kaçış nedenleri nelerdir?
2.Metne göre: Wilson Prensipleri Türkleri hangi açılardan ilgilendirmektedir?
3.O dönemde Türkler “millet” tanımını nasıl, hangi kritere göre yapmaktadır? Neden?
4.Enver Paşa’nın resmi hangi tarihte çekilmiş olabilir? Sadece bu resimden yola çıkarak ne tür
saptamalar yapılabilir?
5.Müdafa-i Hukuk Grupları ile Kuvayı Milliye Çeteleri ararsındaki temel farkları saptayınız.
6.“1” Nolu haritaya göre Ortadoğu’nun geleceği nasıl planlanmıştır?
7.SSCB’nin propaganda afişindeki yazıları okuyamıyoruz. Ama salt resme bakarak ne gibi
sonuçlar çıkarabilirsiniz? Deneyiniz.
8.1918 sonrasında Osmanlı İmp’u içinde ortaya atılan temel çözüm önerileri nelerdir? Bu
önerileri kimler temsil etmektedir? Metni analiz ederek yanıtlayınız.
9.”2”Nolu haritada dinlerin yayılma alanı çok net değildir. Araştırma yaparak haritayı
renklendirin. Hangi dinler hangi bölgelerdedir…? Başka bir harita da çizebilirsiniz.
13
3.BÖLÜM: MİLLİ MÜCADELE:HAZIRLIK AŞAMASI
(19 Mayıs 1919 - 23 Nisan 1920)
(Metin: Hayrettin Kaya – Mutlu Öztürk/ Görsel malzeme, sorular ve düzenleme: Dilara Kahyaoğlu)
İşgallere karşı “kendiliğinden“ denebilecek, yani nispeten dezorganize
bir direnişin başladığını belirtmiştik. İki boyutlu bir mücadele söz konusuydu.
-Siyasal mücadele; propaganda... Bunu, yasal dernekler yürütüyor, çeşitli
yörelerde yerel kongreler toplanıyor ve ulusal ve uluslararası platformda
“Osmanlı-Müslüman halkın“ self-determinasyon hakkı savunuluyor, işgallerin
haksızlığı vurgulanıyor, miting ve gösteriler örgütleniyordu.
-Silahlı direniş... Bir tür gerilla savaşı.. Mücadelenin bu yasadışı ve ölüm riski
içeren boyutunu ise, yukarıda anlatılan Kuvvacılar üstlenmişti. MHC’lerle el
Milli çeteler
altından ilişki içindeki bu “çeteler“ işgalcileri vur-kaç saldırılarıyla yıpratmaya
çalışıyorlardı.
Fakat, çok temel bir sorun, önderlik problemi, lider kadro
problemiydi. Bu sorun Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişine kadar, henüz
çözülmemişti. Tam da bu yüzden, Milli Mücadele, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçip direnişi yönetmeye başladığı 19 Mayıs
1919 günü başlamış kabul edilir: Milli Mücadele’nin simgesel başlangıç tarihi bu nedenle 19 Mayıs 1919’dur.
a.MUSTAFA KEMAL’İN ANADOLUYA GEÇİŞİ:
19 Mayıs 1919 - M. Kemal Samsun’da:
Mustafa Kemal Paşa, I. Dünya Savaşı bittikten sonra ordusu
dağıtılan bir komutan olarak İstanbul’a gelmişti. Savaşın bitiminden
Anadolu’ya geçtiği tarihe kadar geçen sürede İstanbul’da sarayı ve
hükümeti etkilemeye, onların kuvayı milliye yanlısı bir tutum
takınmalarını sağlamaya çalışmıştı. O sırada İstanbul’da devletin ne
yapması gerektiğine dair üç farklı görüş ve üç farklı grup ortaya çıkmıştı.
Birinciler,
kayıtsız
şartsız bir teslimiyet
öngörüyorlardı. Bunlara göre, İtilaf devletlerinin her dediği harfiyen yerine
getirilmeli ve onların uygun göreceği barış anlaşması bir an önce imzalanarak
normal yaşama dönülmeliydi. İtilaf devletlerinin tepkisini çekecek her hareket
daha da kötü sonuçlar doğuracak ve elde kalan toprakların da yitirilmesine yol
açacaktı. Bu görüşü savunanların büyük kısmı büyük bir devletin manda
yönetimini kabul etmeye de razıydılar. İkinciler ve üçüncüler ise İtilaf
devletlerinin haksız uygulamalarına ve işgallere karşı direnilmesini gerekirse
silaha sarılınmasını savunuyorlardı. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini kuranlar
ve kuva-yı milliye birliklerini oluşturanlar bunlardandı. İkinciler ile üçüncüleri
ayıran nokta, bir grup eski İttihat ve Terakki yöneticilerinden oluşurken
diğerlerinin bazıları İttihat ve terakki içinde yer almış da olsa İttihat ve
Terakki yöneticilerine muhalif kimselerden oluşmasıydı.
İşte Mustafa Kemal bu sonuncu gruptandı.
M.Kemal ve arkadaşları mücadelenin başlarında
Mustafa Kemal İstanbul’da bulunduğu sıralarda, burada bir şey yapılamayacağını farketti. Hükümeti ve padişahı etkileme
yönündeki çabaları önemli bir sonuç vermemişti. Anadolu’ya geçip burada bir şeyler yapmak gerektiğini düşünüyordu artık. Ancak
bu geçiş nasıl olacaktı?
Resmi bir görevle Anadolu’ya geçmenin yollarını araştırdı ve bürokraside önemli görevlerde bulunan arkadaşları sayesinde
padişahı da ikna ederek, kendisinin çok geniş yetkilerle merkezi Erzurum’da bulunan 9. Ordu Müfettişliğine atanmasını sağladı.
Mustafa Kemal Nutuk’ta bu göreve atanması ile ilgili şunları söylemektedir:
“Bu geniş yetkinin beni İstanbul’dan sürmek ve uzaklaştırmak maksadıyla Anadolu’ya gönderenler tarafından, bana nasıl verilmiş
olduğu garibinize gidebilir. Hemen ifade etmeliyim ki, onlar bana bu yetkiyi bilerek ve anlayarak vermediler. Ne pahasına olursa
olsun, bana, benim İstanbul’dan uzaklaştırılmamı isteyenlerin buldukları gerekçe Samsun dolaylarındaki güvensizlik olaylarını
yerinde görüp tedbir almak üzere, Samsun’a kadar gitmek idi. Ben bu görevin yerine getirilmesinin bir makam ve yetki sahibi
olmaya bağlı bulunduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O tarihte Genelkurmay’da bulunan ve benim maksadımı
bir dereceye kadar sezmiş olan kimselerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular; yetki konusu ile ilgili talimatı da ben kendim
yazdırdım.”
14
9.Ordu Müfettişi olarak resmi görevi: Karadeniz bölgesinde asayişi sağlamak. Saldırılarda bulunan silahlı Türk çetelerine engel
olmak, onları silahsızlandırmak vb.
Yetkileri: Trabzon, Erzurum, Sivas, Van, Erzincan, Samsun vilayetleri ile bunlara komşu Diyarbakır, Bitlis, Elazığ, Ankara,
Kastamonu vilayetlerinin sivil ve asker tüm yöneticilerini denetleme. Bütün bu yöneticiler M. Kemal’in emirlerini yerine
getirmek zorunda. Bu demektir ki, bütün Orta ve Doğu Anadolu’da en yetkili kişi M. Kemal!!
Soru: Osmanlı yönetimi M. Kemal’e bu olağanüstü yetkileri neden vermiş olabilir?
 Onu İstanbul’dan uzaklaştırabilmek için verilen bir taviz (mi?)... (Nutuk’ta ileri sürülen gerekçe budur)
 M. Kemal’in I. dünya savaşında kazandığı şöhretin etkisi, dolayısıyla ondan başka bu görevi yürütecek alternatif kişinin
olmaması (mı?).
 M. Kemal’in İttihatçıların suçlarına bulaşmamış olması dolayısıyla İtilaf Devletlerinin itiraz etmeyeceği bir kişi olması
(mı?).
 Vahdettin ile daha önceden kurduğu iyi ilişkiler… Dolayısıyla padişahın M.Kemal’in kendisine ihanet etmeyeceğine
inanması, ona güvenmesi (mi?).
 Vahdettin’in milli mücadeleyi örgütlemesi için bilerek/isteyerek M.Kemal’i Anadolu’ya göndermesi (mi?) ki bu görüşü
savunanlar da vardır.
Mustafa Kemal’in İlk uygulamaları:
1) Bütün ülkedeki henüz dağıtılmamış askeri
Sultanahmet Mitingi
birliklerle ilişki kurarak birliklerin dağıtılmasını ve
silahların İtilaf devletlerine teslim edilmesini
önlemeye çalışır. (Henüz dağıtılmamış birlikler
arasında en büyüğü Erzurum bölgesinde bulunan
Kazım Karabekir komutasındaki 9. Kolordudur.
Kazım Karabekir Mondros Ateşkes Anlaşması
hükümlerine rağmen kolordusunu dağıtmayı
reddetmiştir.) Ülkedeki Müdafaai Hukuk
Cemiyetleri ile ilişki kurup onları bölgesel
kurtuluş görüşünden ulusal kurtuluş görüşüne
geçmeye ikna etmeye çalışır.
Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919 tarihinde 9. Ordu
müfettişliği görevi ile Samsun’a çıkana kadar Kuva-yı Milliye Hareketi bir liderden ve merkezi bir yönetimden yoksundu.
Ülkenin işgal tehdidi altında bulunan çeşitli yörelerinde kurulmuş Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve bunların desteği ile
oluşturulmuş silahlı kuva-yı milliye birlikleri birbirlerinden kopuk bir biçimde ve yalnızca kendi bölgelerinin bağımsızlığı için
mücadele ediyorlardı.
15
AMASYA GENELGESİ (22 haziran 1919)
Hazırlayanlar: M. Kemal, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele,
(telgraf onayıyla) Kazım Karabekir..
Dikkat! 1) Hepsi asker 2) Rauf Orbay, Mondros Mütarekesini imzalayan
kişi.
Maddeler:
 Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.
 İstanbul hükümeti sorumluluğunu yerine getirememektedir.
 Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı belirleyecektir.
 Milletin haklarını dünyaya duyurmak için, her türlü etkiden ve
kontrolden uzak, bir milli kurulun varlığı gerekmektedir.
 Anadolu’nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas’ta milli bir
kongrenin toplanması gerekmektedir.
 Bunun için her vilayet ve sancaktan milletin güvenini kazanmış üç
temsilcinin seçilerek hemen yola çıkması gerekmektedir.
 Bunun milli bir sır olarak tutulması gerekmektedir.
Halide Edip ve M.Kemal
Genelge: Resmi makamlar arasında üst makamın alt makamlara
gönderdiği emir niteliğinde genel duyuru. Dikkat! Kamuoyuna açık bir
duyuru değil, resmi makamlar arasında bir haberleşme.
Soru:
Kongrenin
niye
bir
sır
olarak
saklanması
isteniyor.
Kimin
öğrenmesinden korkuluyor?.
Amasya genelgesinden sonra, M. Kemal’in İstanbul hükümeti ile bağları kopar. Geri çağırılır. Kabul etmez. Bu kez
görevden alınır. Bunun üzerine o da istifa ettiğini ve mücadelesine bir sivil olarak devam edeceğini açıklar. Artık, statü olarak
işsiz ve yasadışı bir konumdadır.Ancak, bir kaç sıkıntılı gün geçirmek dışında, bu durum Mustafa Kemal’in konumunda fazla
bir değişiklik yapmaz. Ordudaki komutanların büyük çoğunluğu ona bağlılıklarını devam ettirirler. Sivil yöneticilerin önemli
bir bölümü için de geçerlidir bu.
ÖNEMİ:
 İlk kez iktidarın millette olduğundan, yani “milli egemenlik” ilkesinden söz edilmiş.
 Milli Mücadelenin planı ortaya atılmış.
 İstanbul hükümetine alternatif bir iktidar odağının başlangıcı ifade edilmiş.Yani kurtuluş için İstanbul hükümetinden ümit
kesilmiş.
 Ancak bu İstanbul Hükümeti’nin tanınmadığı anlamına gelmez henüz. Padişah ve halife hala devletin başı kabul
edilmektedir. Burada sorun onların bir şey yapamayacak durumda olmalarıdır. Çünkü işgal kuvvetlerinin elinde esir
oldukları düşünülmektedir.
Tartışma sorusu: Bu genelgeyi İstanbul hükümeti açısından düşünürseniz nasıl değerlendirirsiniz? Diğer bir deyişle, siz padişah
ve İstanbul hükümetinin yerinde olsaydınız bu genelgeyi nasıl değerlendirirdiniz, nasıl bir tutum takınırdınız? Yasa dışı bir
hareket, hatta bir isyan teşebbüsü olarak değerlendirilebilir mi? Peki nasıl çözülecek bu sorun?
ÇALIŞMA, ARAŞTIRMA, DÜŞÜNME, TARTIŞMA… (aralardaki sorulara ilaveten…)
1.Dilsiz harita üzerine a) metinde geçen yer adlarını işleyiniz. b)M.Kemal’in İstanbul’da başlayan
“….. “ şehrinde noktalanan, “savaşa hazırlık gezileri”nin rotasını ve gittiği yerlerin isimlerini gezi
sırasına göre işleyiniz. Haritanın yanına lejand hazırlayabilirsiniz.
2.Vapur fotoğrafının alt yazısını siz yazınız.
3.Sultanahmet Mitingi’nin ve Halide Edip’in resimleri buraya neden konmuş olabilir? Araştırarak
yazınız.
4.Sizce Amasya Genelgesi’ndeki en önemli madde hangisidir? Neden?
5.Metinde “Amasya Genelgesi’nde milli mücadelenin planı ortaya atılmıştır” deniyor. Bu plan
nedir? Nasıldır? Açıklayınız.
6.Kurtuluş Savaşı’nın “liderleri” konusunda neler düşünüyorsunuz? Bazı isimler bu metinde
geçiyor. Her şeyden önce kimdir bunlar? Araştırma yaparak yanıtlayınız..
7.Milli çeteler fotoğrafı ile ilgili olarak ne düşünüyorsunuz? Gördüklerinizi yorumlayınız.
16
IV. BÖLÜM: KONGERELER ve MİSAKI MİLLİ
(Metin: Hayrettin Kaya – Mutlu Öztürk/ Görsel malzeme, sorular ve düzenleme: Dilara Kahyaoğlu)
a.ERZURUM KONGRESİ (23 temuz-7Ağustos 1919)
Ulusal direnişi örgütleyen iki büyük kongreden biri olan Erzurum Kongresi’ni Şarki Anadolu Mudafaa-i Hukuk
Cemiyeti’nin (Doğu Anadolu Müüdafai Hukuk Cemiyeti) Erzurum şubesi düzenlemiştir. Bu kongrenin düzenlenmesinde
ve kongreye M.Kemal Paşa’nın çağırılmasında 15. Kolordu komutanı Kazım Karabekir Paşanın rolü büyüktür.
Kongre 54 delegenin katılımı ile açılmıştır. Bu delegelerin 23’ü Erzurum’dan geri kalanları da Bitlis, Van, Sivas ve
Trabzon’dan gelmiştir. Elazığ, Diyarbakır ve Mardin delegelerinin katılımı İstanbul hükümetine bağlı yerel yöneticiler
tarafından engellenmiştir.
Alınan Önemli Kararlar:
1) Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür.
2) Bu bütün içerisinde bulunan doğu illerimiz yabancı işgaline karşı tüm ulusla birlikte haklarını savunacaktır.
3) Osmanlı Hükümeti, doğu illerinin ve vatanın bağımsızlığını sağlayamazsa, bunun gerçekleşmesi için geçici bir
hükümet kurulacaktır. Bu hükümeti de ulusal bir kongre seçecektir. Kongre toplanmamış ise , bu seçimi Heyet-i
Temsiliye yapacaktır.
4) Kuva-yı Milliyeyi amil (etken) ve milli iradeyi hakim kılmak esastır.
5) Hıristiyan ahaliye siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozucu ayrıcalıklar verilemez, egemenlik ve ayrıcalık
tanınamaz.
6) Manda ve himaye kabul olunamaz.
7) Mebusan Meclisi’nin hemen toplanmasına çalışılacaktır.
Kongre 9 kişilik bir Heyet-i Temsiliye seçerek çalışmalarını tamamladı. Heyetin başkanlığına M. Kemal getirildi. Heyetin
görevi, kongre kararlarını uygulamaktı.
Soru: “Milli sınırlar denilirken ne kastediliyor? O zaman ülkenin milli sınırları nereleri kapsıyor?
Araştırma: Uluslararası hukuk ne diyor olabilir bu konuda?
Önemi:
1) Kongre yalnız Doğu Anadoluyu kapsamakla, yani yerel olmakla birlikte kararlarının içeriği bakımından genel ya da
ulusal bir nitelik taşır. Diğer bir değişle şeklen bölgesel, aldığı kararlar bakımından geneldir.
2) Yeni bir hükümetin kurulması düşüncesi ilk kez bu kongrede dile getirildi. Heyet-I Temsiliye pratikte alternatif bir
hükümet işlevi üstlendi. Böylece, ilk kez İstanbul’a alternatif bir iktidar odağı oluşmaya başladı.
3) Herhangi bir ülkenin güdüm ve koruyuculuğunun reddedilerek bağımsızlığın koşulsuz olarak gerçekleştirilmesine ilk
kez bu kongrede karar verilmiştir.
Peki, siz İstanbul hükümeti olsaydınız bu durumda ne yapardınız?
D. Ferit ne yaptı? Kongreyi kanunsuz saydı. Bu durumun önlenmes için valilere yazılar gönderdi, ama bu emirleri kimse
dinlemedi.
Zaten bu sıralarda Batı Anadolu’da da benzer kongreler düzenlenmekteydi:
Balıkesir Kongresi (26-30 Temmuz 1919)
Alaşehir Kongresi (26-30 Ağustos 1919) gibi...
Sözkonusu kongrelerin Doğu Anadolu’da ve Ege’de düzenlenmesinin anlamı ne olabilir? Ne dersiniz?
Neden en çok bu yöreler halkı telaşlanmış olabilir?
17
b. SİVAS KONGRESİ (4-11 Eylül 1919)
Bu kongre, Milli direnişin en önemli sıçrama anlarından biridir. Amasya’dan yani baştan beri amaç bu kongreydi, yani
bütün ülkeyi temsil edecek bir kongre. Dağınık cemiyetleri tek çatı altında toplayacak, deyim yerindeyse bir Ulusal
Direniş Partisi’nin kurulacağı bir kongre...
Kararlar:
1) Erzurum Kongresinde alınan kararlar aynen kabul edildi. Yalnız “Doğu Anadolu” ifadesi”yurdun tümü” olarak
2)
3)
4)
5)
6)
değiştirildi.
Bütün MHC’ler, Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti (ARMHC) adıyla tek bir çatı altında birleştirildi.
ARMHC’nin yürütme organı olarak bir Temsil Heyeti oluşturuldu ve başkanlığına M. Kemal getirildi.
uzun tartışmalardan sonra manda ve himaye seçenekleri reddedildi.
Ülkenin sınırlarının ne olacağı konusu netlik kazandı. Ateşkes anlaşması sırasındaki sınırlar.
Mebusan Meclisinin hemen açılması gerektiği belirtildi.
Sonuçlar, gelişmeler:
1) Ulusal direniş hareketi tek bir merkezde, tek bir önderlik altında birleşmiş oldu.
2) Ülkede İkili iktidar yapısı ortaya çıktı.
3) İstanbul hükümeti hemen seçimler yapılarak Mebusan Meclisi’nin yeniden açılması için çalışmaya başlamak zorunda
kaldı.
4) İstanbul’da iktidar şahinlerden güvercinlere geçti: D. Ferit Hükümetinin yerine A. Rıza Paşa hükümetinin kurulması.
Soru: Ülkede ikili bir iktidar yapısı ortaya çıktı derken ne kastedilmektedir?
Soru:İktidar şahinlerden güvercinlere geçti derken ne kastedilmektedir?
c.AMASYA GÖRÜŞMESİ (20-22 Ekİm 1919) : Siyasi Çözüm Denemesi.
Araştırma: İmzalanan protokol (bkz. Ansiklopedilerde var)
Damat Ferit hem iç politikada hem dış politikada başarısız. Paris’te süren barış görüşmelerinde kendisine çok kaba
davranıldı. Uzlaşma siyasetinin bir sonuç vermediği görüldü. Mustafa Kemal’in çalışmalarını engelleyemedi.İstifa etmek
zorunda kaldı. Milliyetçilerden yana olan Ali Rıza Paşa hükümeti kuruldu ve bu hükümet, Anadolu’daki isyancılarla yani
ARMHC ile görüşme kararı aldı.
Kim bu DAMAT FERİT?
İngiliz taraftarı
İtilaf Devletleriyle Uzlaşma yanlısı, hatta teslimiyetçi
ittihatçı karşıtı
Liberallerin büyük bölümünün içinde yer aldığı Hürriyet ve itilaf Partisi’nin önderi konumunda.
Soru ve tartışma: Neden böyle davranıyor, ne düşünüyor olabilir? Kötülük olsun diye mi? Gelecek
öngörüsü mü?
Ne dersiniz?
ARMHC Temsil Heyeti ile, İstanbul Hükümeti’ni temsilen, Bahriye Nazırı Salih Paşa arasındaki görüşmede, İstanbul o
güne dek yasadışı ilan etmiş olduğu ARMHC ile masaya oturarak, M. Kemal ve arkadaşlarını muhatap kabul eder; bu,
ARMHC ve M. Kemal için -beş ayda elde edilmiş- ciddi bir siyasi başarıdır.
İstanbul Hükümeti Sivas Kongresinde kabul edilen programı benimsiyor; Kemal ve arkadaşları ise İstanbul Hükümeti’ni
en yüksek otorite olarak tanıyordu.
Salih Paşa hükümete protokolün tamamını kabul ettiremedi. Ama en azından Armhc’nin de katılabileceği seçimler
sonucunda Meclis-i Mebusan’ın toplanmasını kabul ettirdi.
Bu da M. Kemal için önemli bir siyasi zafer.
18
d.TEMSİL HEYETİNİN ANKARA’YA GELİŞİ (27 Aralık 1919)
Milli Mücadele‘nin beyin takımı neden Sivas‘tan Ankara‘ya taşınır?
Şunların etkisi olabilir mi bu kararda?
Ankara‘nın, İstanbul’a ve Yunan İşgal bölgesine Sivas‘tan daha yakın, ama aynı zamanda Sivas kadar da güvenli olması;
demiryolunun oradan geçiyor olması, dolayısıyla ulaşımın Sivas‘tan çok daha kolay olması…. Veya daha başka
nedenler olabilir mi? Ne dersiniz?.
e. SON OSMANLI MEBUSAN MECLİSİ, MİSAK-I MİLLİ VE İSTANBUL’UN RESMEN İŞGALİ
Amasya Görüşmelerinde alınan kararlara uygun olarak Kasım 1919’da seçimler yapıldı. Seçimleri büyük çoğunlukla
Müdafaa-i Hukuk yanlıları kazandı.
Anadolu temsilcileri İstanbul’a gitmeden önce Ankara’da M. Kemal ile görüştüler. Meclis’te bir bütün olarak hareket
etmeye karar verdiler. Gerçi M. Kemal’in bütün isteklerini harfiyen yerine getirmiyorlardı ama İstanbul’da iken de
Ankara ile sürekli temas halinde kaldılar. Sonunda 28 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan Misak-ı Milli’yi kabul etti.
Misak-ı Milli “Ulusal Yemin” anlamına gelir; nihayetinde, bir meclis kararıdır. Ama bu karar, bu “yasa tasarısı” bütün bir
Milli Mücadeleye damgasını vuracak önemde bir karardır. Kapısının önünde koca bir dünya savaşını kazanmış işgal
orduları bekleyen bir meclisin aldığı bu cesur kararda, Sivas Kongresinin kararları neredeyse aynen tekrar ediliyordu ve
bu anlamda yine Anadolu hareketinin bir siyasal zaferiydi. Bir anlamda, Mustafa Kemal’in tezleri Osmanlı
Parlamentosu’nun tezleri haline gelmişti:
“Mondros imzalandığı günkü Osmanlı sınırlarından taviz verilemez, bu sınırların dışında kalan, yani dünya
savaşı sırasında yitirilmiş ve Müslüman-Türk nüfusun çoğunluk olduğu üç bölgenin kaderi referandumla tespit
edilmelidir, kapitülasyonlar kaldırılmalıdır”
gibi tezler içeren bu bildiri, o gün bugün Türkiye Devleti’nin temel belgelerinden biri olagelmiştir.
Ancak tüm bu gelişmeler İngilizleri rahatsız ediyordu. Bir önlem almazlarsa durumlarının iyice zorlaşacağını düşündüler
ve -Aslında Kasım1918’de kente İtilaf donanmasının gelişinden beri zaten fiilen işgal altında olan- İstanbul’u, 16 Mart
1920’de resmen işgal ederek, Meclisi kapattılar,
Felah-ı Vatan’cı mebusları ve başka bazı mebusları tutuklayıp, sürgüne yolladılar.
Soru ve tartışma: Bu işgal neden taktiksel olarak da bir hataydı? Neyi kolaylaştırdı Belki de Misakı
Milli’nin ilanı İtilaf devletlerine yönelik bir kışkırtmaydı, ne dersiniz?
19
Download