Layout 1 (Page 1)

advertisement
Mardin’de Süryani İzleri
“Dünyanın değişik yerlerine
göç etmiş bütün Süryanilere ve
diğer etnik dini kimliklere sahip
hemşerilerimize şu çağrıda
bulunuyorum: Mardin'e,
doğduğunuz, kendinizi ait
hissettiğiniz bu topraklara geri
dönün”
S. 2
YIL 1 SAYI 3 MAYIS 2012
SÜRYANİLER:
Samimiyet Bekliyoruz
Ortadoğu’yu işgal eden, bu bölgede devlet kuran her
güç, Süryanilerin yarattığı eserlerden yararlanmasına
rağmen, Süryanileri göz ardı edip onların yok oluşuna
göz yumdu. Kimi yönetimler daha da ileri giderek,
uyguladıkları katliamcı politikalarla bu sürecin
hızlanmasına katkı sundular. 1915 bu karanlık tarihin
en üst aşamasını oluşturuyor.
5000 yıldır bu topraklarda
yaşayan Süryaniler tarih
içerisinde çok şey yaşayıp
çok şey gördüler. Tarihin ilk
merkezi (Akad) devletini
kurdular.
Günümüzde
olduğu
gibi,
herkesin
iştahını
kabartan
Ortadoğu’da uzun süre
Qadmoyutho
Seyfo’nun
Uluslararası Etkisi
Seyfo’nun üzerinden 97 yıl geçmesine rağmen
uluslararasında gündem olmaya devam etmektedir.
Özellikle 24 Nisan günü yaklaştığında tartışmalar,
siyasi ilişkiler ve diplomatik görüşme trafiği her yıl
daha fazla hız kazanmaktadır. Çünkü Osmanlı’nın
devamı olan Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri 1915
yılında işlenen suçları, ciddi bir vicdan muhasebesine
tabi tutmuyor; yapılan tartışmaları da bastırmaya
çalışıyorlar. Durum böyle olunca da iç ve dış
tartışmaların önü kesilmiyor.
Doğrusu bu ya, acının yaşanmaya devam ettiği
yerlerde de tartışmaların önünü kesmeye ve durdurmaya
da hiçbir devletin gücü yetmeyecektir. Üstelik – her
şeye rağmen - Türkiye’de oluşturulan birçok platformun
yaptığı tartışmalar sonucunda soykırımı kabul etme
konusunda alınan kararlar, birçok yeni gelişmeye zemin
hazırladı. Türkiye’de bugüne kadar “Tabu” sayılan
Seyfo, bu şekilde hem içeride hem de dışarıda gündeme
gelmiş oldu.
Bu çerçevede aydınların Türkiye’de birkaç yıldan
beri başlattıkları özür dileme kampanyaları çok anlamlı,
insani ve güven verici bir çıkış olmuştur. Türkiye’de
duyarlı ve toplumsal barışı savunan insanların
çoğalması, tarihi gerçeklerle yüzleşmeye çalışması asıl
Devamı Say. 4
1 Mayıs’ta
Herkes
Oradaydı
Ermenistan’da
Süryani Soykırım
AnıtıAçıldı
S. 10
S. 10
egemenlik kurup büyük
İmparatorluklar
(Asur,
Babil, Kalde) yarattılar. İcat
ettikleri savaş aygıt ve yöntemleriyle
uzun
süre
dünyaya korku saldılar.
Onlarca icat yapıp insanlığın
gelişmesi için de büyük bir
emek harcadılar.
S. 4
Diriliş
Bayramı’nı
Birlikte
Kutladılar
Mezo-Der’de
SEYFO
Anması Yapıldı
S. 11
S. 11
“Bölgemizdeki Yaşamı İyileştirmeye Çalışacağız”
“Süryaniler, daha Türkiye
kurulmadan çok önce bu topraklarda
yaşıyordu. Birçok anlamda bu
topraklardaki yaşamın kolaylaşması,
gelişmesi için büyük emekler de sarf
ettiler. Ancak ortaya çıkan değişik
gelişmeler neticesinde tarihin bir
döneminden itibaren sesleri duyulmaz
bir duruma geldi”
Bizim hedefimiz her şeyden önce halkımızı tanıtmak, sorunlarına dikkat çekmek ve taleplerini
ortaya koymaktır. Bunun yanında bölgemizdeki yaşamın iyileştirilmesi temelinde de
çalışmalarımız olacak. Belirlediğimiz bu hedefler doğrultusunda bizimle beraber çalışmak
isteyenlerle ortak çalışmalar, projeler geliştireceğiz.
S. 6
24 Nisan ve Seyfo
Seyfo
Yıllar Sonra
Suriye Rejimi İnsanlık . . . 2015 Kozumuz: “Türk diasporası”
Tuma ÇELİK
Yavuz ÖNEN
Şabo BOYACI
Suphi AKSOY
Baskın ORAN
Sayfa 3
Sayfa 5
Sayfa 7
Sayfa 9
Sayfa 11
2
Sayı 3 Mayıs 2012
Mardin’de Süryani İzleri
Binlerce yıla dayanan Süryani tarihi, dünyada yaşayan en eski dillerden biri olan Süryanice, Süryanilerin diğer toplumlarla
tarihsel ilişkileri, Süryanilerin tarihi süreç içerisinde yarattığı eserler, kiliseler, müzik, el yazmaları ve Süryanilerle ilgili daha
birçok konu üzerine yapılan araştırma sonuçları 2 günlük süre boyunca dinleyicilere anlatıldı
Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü
tarafından 20-22 Nisan 2012 tarihinde; “Süryaniler ve
Diğer Kültürlerle Etkileşimleri”ni konu alan ve bu
alanda Türkiye’nin en kapsamlı sempozyumu olan “I.
Uluslararası Süryani Sempozyumu” Mardin’de
düzenlendi. Aralarında Amerika, İspanya, Norveç,
Rusya, Hindistan, Çin ve Japonya’nın du bulunduğu 16
değişik ülkeden 80’e yakın bilim adamı tarafından
sunum yapılan Sempozyum 3 gün sürdü.
Mardin Erdoba Elegance Otel'de düzenlenen
sempozyumun açılışına Mardin Artuklu Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay, Mardin Vali
Vekili ve Yardımcısı Turan Erdoğan, Türkiye'nin ilk
Süryani Milletvekili Erol Dora, Mardin-Diyarbakır
Metropoliti Saliba Özmen, Turabdin Metropoliti
Samuel Aktaş, ABD Adana Konsolosu Daira Darnell'in
yanısıra kalabalık bir dinleyici kitlesi katıldı. Açılış
konuşmasına 5 dilde yaptığı selamlama ile başlayan
Rektör
Omay,
sempozyumla
Mezopotamya
coğrafyasının bütün bileşenlerini yeni bir anlayışla
değerlendirmeyi, görünür kılmayı ve yeniden
canlandırmayı hedef edindiklerini söyledi.
SÜRYANİLERE DÖNÜŞ ÇAĞRISI
Konuşmasında Türkiye'de bu alanda yapılmış en
geniş, kapsamlı ve katılımlı sempozyum olduğunu söyleyen Omay, "Süryaniler bilgi, düşünce ve sanatın
medeniyetler arası yayılımına neden olmuş, Anadolu ve
Mezopotamya coğrafyasına büyük katkılar sunmuş bir
halktır” dedi. Köklü ve zengin geçmişleri ile insanlık
tarihine, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasına büyük
katkıları olan Süryanilerle aynı şehri, aynı sofrayı
paylaşmaktan mutluluk duyduğunu söyleyen Omay,
ayrıca Süryanilere anavatanlarına geri dönme çağrısı da
yaptı: "Bugün burada önemli bir davetiye yapmak
AYLIK
SABRO (UMUT)
BAĞIMSIZ SIYASI GAZETE
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni:
Tuma ÇELİK
Süryanice Sorumlusu:
Yuhanun VERGİLİ
Yönetim Yeri:
Akçakaya Mah. Cumhuriyet Cad.
No 40 Midyat-Mardin
Basıldığı Yer:
Anadolu Ofset, Davutpaşa Cad.
Kazım Dinçol San. Sit. No: 81/87
Topkapı – İstanbul
Basım Tarihi:
Mayıs 2012
istiyorum. Dünyanın değişik yerlerine göç etmiş bütün
Süryanilere ve diğer etnik dini kimliklere sahip
hemşerilerimize şu çağrıda bulunuyorum: Mardin'e,
doğduğunuz, kendinizi ait hissettiğiniz bu topraklara
geri dönün. Süryani Kadim Patriği Kadasetli İğnatiyus
Zakka 1. Iwas'a da şu davetimi sunuyorum:
Cumhuriyetimizin ilk zamanlarında yaşanan ihmal ve
hatalarımızdan dolayı Suriye'ye taşıdığınız patriklik
merkezinizi tekrar Mardin'e, bu topraklara taşıyınız.
Başımızın gözümüzün üzerinde yeri var."
Bir
sosyal
bilimler
üniversitesi olarak şehrin
kültürel zenginliğinin bilinciyle hareket ettiklerini
söyleyen
Üniversitenin
Yaşayan Diller Enstitüsü
Başkanı Kadri Yıldırım ise,
"Dillerin ve dinlerin şehri
Mardin'de,
tarihinden
kökünü
alıp
modern
geleceğe yansıyan Sadece
bölgemiz değil, dünya
kültürü açısından da büyük
öneme
sahip
olan
Süryanilerin
diğer
kültürlerle ilişkilerinin bu sempozyumda incelenmesi,
bu kültürle etkileşim içinde şekillenen diğer kültür ve
inançların da farklı bir bakış açısıyla ele alınmasına
katkı sunacaktır" dedi.
EROL DORA: "DAVETİ OLUMLU BULUYORUZ"
Sempozyumun yapıldığı iki gün boyunca Mardin’de
kalan ve Sempozyuma katılan Süryani Milletvekili Erol
Dora, yapılan bu sempozyumun Türkiye'de yaşanan
değişim ve dönüşümlerin bir göstergesi olduğunu söyledi. Bu sempoyzumu düzenleyenlere ve emeği geçenlere
de teşekkür eden Dora, bölgedeki çatışmaların
Süryanileri tedirgin ettiğini ve bölgeye dönüşlerini
engellediğini söylerken; “Bu durum aynı zamanda
tekrar Süryani halkının kültürünün Mezopotamya'da
yeşermesi ve bölgede yaşayan bütün farklı etnik
kimliklerin ve inançların birlikte yaşamalarına da bir
adımdır. Bu açıdan çok mutlu olduğumu söylemek
istiyorum" diye konuştu.
Dora, Rektör Omay'ın patriklik merkezinin Mardin'e
getirilmesi davetine sıcak baktığını belirterek, sözlerini
şöyle
sürdürdü:
"Biliyorsunuz
cumhuriyetin
başlangıcında patriğimiz 1930'larda Türkiye'yi terk
etmek zorunda kaldı. Rektörün davetini olumlu buluyoruz. Demek ki Türkiye kendi tarihi ile yüzleşme
anlamında adımlar atmaya yönelik yeni bir vizyona
sahiptir. (...) Mutlu olduğumu ifade etmek istiyorum.
(...) Bizim arzumuz bölgede bütün halkaların barış
içinde yaşayabildiği ve Avrupa'ya gitmiş şimdi
diasporanın içinde yaşamış olan Yezidiler, Süryaniler,
Kürtler, Araplar ve bu bölgeye ait olan Mıhalmiler
hepsinin esas kendi anavatanlarında birlikte yaşamaları.
Bizim özlemimiz budur. Bunun gerçeklemesi için de
çalışıyoruz"
AYNI ANDA İKİ AYRI SALONDA
Dünyanın öbür ucundaki Avustralya dahil bir çok
yerden dinleyicinin katıldığı sempozyumda iki ayrı
salonda aynı anda yapıldı. Bu yüzden bazen hangi
oturuma katılacağı konusunda kararsız kalan
dinleyiciler, Süryaniler hakkında birçok yeni şey
öğrenme imkanına sahip oldular.
Sunumların sonundaki kısa zaman aralığında
sorularını sorma imkanı bulamayan dinleyiciler ile
sunum yapan akademisyen-konuşmacılar arasında
hararetli tartışmaların yaşandığı aralarda merak edilen
birçok şey açığa kavuştu. 500 yıldan daha uzun bir
zamandır dünyanın saygın üniversitelerinde yapılan
Süryani Araştırmaları’nda ortaya çıkan sonuçların
tartışıldığı bu sempozyumda söylenenler ve tartışılanlar,
aynı zamanda bir kitap haline getirilecek ve
Türkiye’deki yeni araştırmalara kaynaklık edecek.
Dolayısıyla Türkiye’de bu alanda yaşanan büyük bir
ihtiyacı da karşılamaya çalışacak.
Binlerce yıla dayanan Süryani tarihi, dünyada
yaşayan en eski dillerden biri olan Süryanice,
Süryanilerin diğer toplumlarla tarihsel ilişkileri,
Süryanilerin tarihi süreç içerisinde yarattığı eserler,
kiliseler, müzik, el yazmaları ve Süryanilerle ilgili daha
birçok konu üzerine yapılan araştırma sonuçları 2 günlük süre boyunca dinleyicilere anlatıldı. Dinleyiciler de
merak ettiği birçok şeyi konuşmacılarla paylaştı.
İlişki Adresleri:
Genel Kurallar:
Abone ve Reklam Fiatları:
Banka Bilgileri:
Midyat:
e-Mail: [email protected]
Tel: +90 506 674 53 00
Gazetede yayınlanan yazılardan,
altında imzası olan yazarlar
sorumludur.
Fiatı: 3,50 TL, 2,00 € (Yurtdışı)
Ziraat Bankası,
Mardin:
Gabi YERLİ
Tel: +90 482 212 79 79
Tel: +90 533 643 76 49
Gazetenin imzasıyla yayınlanan
yazılardan ise Genel yayın yönetmeni sorumludur.
İstanbul:
Edip ASLAN
Tel: +90 530 787 28 21
Bedri DİRİL
Tel: +90 538 257 64 72
Zeki AYDIN
Tel: +90 532 296 57 69
Kaynak göstermek kaydıyla,
gazetede yayınlanan yazılar
başkaları tarafından kullanılabilir.
Gazeteye gönderilen yazılar,
kullanılsın veya kullanılmasın,
gazetenin malı sayılır ve başka bir
dönemde kullanılabilir.
Abone:
1 Yıl;
35,00 TL, 25,00 € (Yurtdışı)
6 Ay;
20,00 TL, 15,00 € (Yurtdışı)
3 Ay;
10,00 TL, 10,00 € (Yurtdışı)
İstanbul/Beyazıt Şubesi
Hesap Sahibi: Tuma ÇELİK
Hesap No: 59447239-5001
IBAN: TR09 0001 0006 0659 4472 3950 01
Reklam:
Yıllık; 750,- (1/2), 500,- (1/4), 350,- (1/8), 250,-(1/16)
6 Ay; 500,- (1/2), 350,- (1/4), 250,- (1/8), 175,-(1/16)
3 Ay; 350,- (1/2), 250,- (1/4), 175,- (1/8), 125,-(1/16)
Gazetemiz; Herkesin bireysel haklarına saygı
gösterme konusunda ilke kararına sahiptir.
Abone olmak isteyen
okuyucularımızın, abonelik ücretlerini
banka hesap numaramıza
yatırmalarını ve adreslerini elektronik
veya normal posta yoluyla tarafımıza
ulaştırmaları sonrasında gazeteyi
ellerine ulaştıracağız.
Sayı 3 Mayıs 2012
Sempozyuma katılan akademisyenkonuşmacılar o kadar çok ve çeşitlilik arz
ediyordu ki, bazen konuşmacılar bile
duydukları yeni şeyler karşısında
şaşırmaktan kendilerini alamıyorlardı.
MARDİN’DE SÜRYANİ İZLERİ
Sempozyumda sunumların yapıldığı 2
günün sonunda 3. günde katılımcılar için
bir şehir turu düzenlendi. Bu turda da
ağırlıklı olarak Süryanilerin Mardin’de
yarattığı eserler başta olmak üzere birçok
yer dolaşıldı. Mardin Kırklar Kilisesi, şu
3
somut olarak yaşamanın verdiği hazzı
duydular. Bu arada birbirlerini ilk kez bu
sempozyum vesilesiyle görüp tanışan
akademisyenler arasında da yeni
dostluklar kuruldu ve birlikte çalışma
Tuma ÇELİK
sözleri verildi. Deyr-ul Zafaran
Manastırı’nda verilen aradan sonra
Yıllar sonra ilk kez “Abun dba Şmayo” (Göklerdeki Babamız) duasını Süryanice
Kasımiye medresesi dolaşıldı ve ardından
okudum. Hem de bir manastırda ve yüksek sesle. Daha da önemlisi, Süryaniler üzerinde
tekrar, konaklamanın yapıldığı otele yaptıkları araştırmaları anlatmak üzere, dünyanın değişik ülkelerinden topraklarımıza
dönüldü.
gelmiş akademisyen ve araştırmacıların önünde.
Akşam ise aralarında Mardin Valisi ve
Mardin Artuklu Üniversitesi tarafından 20-22 Nisan 2012 tarihinde Mardin’de
Belediye Başkanı’nın da bulunduğu
yapılan; “I. Uluslararası Süryani Sempozyumu”nun son gününde yapılan gezide,
çoğunluğu Süryaniler tarafından yaratılan Mardin’deki eserler katılımcılara gösterildi.
Bu arada Mardin’deki Süryani Zafaran Manastırı’nda öğlen yemeği için ara verildi ve
orada uzun bir zaman geçirdik.
YILLLAR SONRA
Aslında defalarca ziyaret ettiğim bu manastırda bazen günlerce kalıp konakladım.
Ama bu kez, yani 22 Nisan’da yaptığımız bu gezi sırasında, hiçbir zaman yaşamadığım
duyguları yaşadım. Çünkü etrafımda bu sefer dünyanın değişik bölgelerinden gelmiş ve
Süryaniler hakkında her türlü bilgiye aç insanlar vardı. Bir taraftan, çoğunu yakından
tanıdığım bu misafirlerin sorularına cevap verirken, diğer taraftan bilmediğim birçok
şeyi bu araştırmacılardan öğrendim. İşte bu esnada, Mor Hnanaya kilisesinin tanıtımı
yapıldığı sırada, değerli dostum Dr. Abrohum Lahdo’nun ricası üzerine; Süryanice dili
ve müziğini uygulamalı olarak göstermek için “Abun dba Şmayo” duasını yüksek sesle
ve makamına göre okuduk.
an müze olan Süryani-Katolik Patriklik
Merkezi, Ulu Cami, Yaşayan Diller
Enistitüsü’nün yerleşkesi olan Zinciriye
Medresesi ve diğer yerler dolaşıldı.
Özellikle Türkiye’li Süryaniler açısından
önemli bir yere sahip olan Deyr-ul
Zafaran Manastırı ise hem dinlenme hem
de öğlen yemeği için verilen ara için
ayrıldı.
Dünyanın değişik ülkesinden gelen
akademisyenler, Mezopotamya Ovasına
bakan dağın yamacında binlerce yıl önce
kurulan manastırda verilen arada bir
yandan dinlenirken diğer yandan da
kütüphanelerde yaptıkları araştırmaları
Evet, Mardin Artuklu Üniversitesi tarafında yapılan 3 günlük sempozyumun en güzel
yanı elbette anlatmaya çalıştığım bu anekdot değildi. İçinde daha birçok güzellik
devetlilerin katıldığı bir yemek verildi. taşıyordu bu sempozyum.
Burada yapılan konuşmalarda genel
Japonya, Kanada, Norveç, Kırgızistan, Amerika, Avustralya, vd, birçok ülkeden gelip
olarak sempozyumun çok başarılı geçtiği
Süryaniler’in
merkezlerinden biri olan Mardin’de yapılan sempozyumda, Süryaniler
ve gerekli mesajı verdiği konusunda ortak
üzerine sunumlar yaptı araştırmacılar. Birçoğu da, en azından benim için, Süryaniler’e
düşüncelerin yer aldığı konuşmalar
yönelik yeni şeyler söylediler.
yapıldı. Ardından, Türkiye’de Süryani
müzisyen olmadığı için, Süryani Müziği
Örneğin; “Köroğlu Destanı”nın Süryanice harflerle de yazıldığını bugüne kadar
konusunda
sunum
yapmak
için bilmiyordum. Yine, Muş Alparslan Üniversitesi’nden Ercan Çağlayan arkadaşın yaptığı
sempozyuma Almanya’dan katılan ve sunumda söylediklerinin içinde de benim için birçok yeni şey vardı. Kısacası 2 günü
aynı zamanda amatör olarak şarkı söyley- sunum olmak üzere 3 gün devam eden sempozyumda, Süryaniler üzerine çok şeyler
en Dr. Abrohum Lahdo’nun söylediği söylendi. Sempozyumda söylenenleri dinlemek için de birçok yerden değişik insanlar
Süryanice şarkıların eşliğinde gece insanlar geldi. Hatta Amerika’nın Adana Başkonsolosu da gelmişti...
tamamlandı. Bu müzikli gece aynı
Anlayacağınız çok güzel şeyler vardı bu 3 günün içerisinde. Dolayısısyla emeği
zamanda sempozyumun da son anlarını
geçen herkesi tekrar kutlamak istiyorum.
oluşturuyordu.
Elçin DEMİREL
Bunca güzel şeylerin arasında “şık” olmayan şeylerin olması herhalde adettendir.
Mesela; açılışa katılan 90 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde seçilen ilk Süryani
Milletvekili olan Erol DORA’ya, yine yöneticileri ile birlikte salonda yer alan Mardin
ve Turabdin Süryani Metropolitliklerine, açılış konuşmalarında yer verilmemesi “şık”
olmayan bir eksiklikti.
Elbette “zorunlu” değil ama Vali, Belediye Başkanı, AK Parti temsilcileri ve hatta
aynı günlerde sempozyumun yapıldığı otelde konaklayan Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar’ın açılışa katılmaması da eksilikti. Tabi bu eksiklikler
sempozyumun değerini düşürmedi. Ancak Süryanilerin kafasında da; Hükümet ve
Hükümeti oluşturan AK Parti çevrelerine yönelik soru işaretlerinin oluşmadığını, maalesef söyleyemiyoruz.
Gerçekten insan sormadan edemiyor; bir devlet kurumu olan Artuklu Üniversitesi
tarafından organize edilen ve her anlamda en üst düzeyde katılımın olduğu bu sempozyuma, neden hiçbir devlet yetkilisi ve AK Partili kimse katılmadı? Yoksa hükümetin
ve AK Parti’nin Süryanilere yönelik bir tavrı mı var?
Bence en kısa zamanda birilerinin bu sorulara karşılık vermesi gerekiyor. Yoksa
Süryanilerin kafasında yeni başka sorular oluşmaya başlar...
[email protected]
4
Sayı 3 Mayıs 2012
Qadmoyutho
SÜRYANİLER:
çözümü de beraberinde getirecektir.
Hükümetler ne kadar direnirse dirensin, Türkiye toplumunun
aydınlanması ve resmi ideolojinin kalıplarından, yasaklarından
kurtulması karşısında dayanmayacaklardır. Kemalist ideolojiye
dayalı tek ulus yaratma siyaseti, meydana gelen demokratik
talepler ve gelişmeler karşısında her gün biraz daha iflas etmekte
ve gerçekler gün ışığına çıkmaktadır. Türkiye halkları da yaratılan
bu ortam sayesinde birbirlerini daha iyi tanımaktadır.
Yaşanan bu gelişmeler her anlamda umut verici olduğu kadar
yaraları sarma çabasını da beraberinde getirmektedir. Bu da boşa
kaybedilen birçok değerin yeniden kazanılmasını sağlamaktadır.
Herkesin çıkarına olan bu gelişmeler aynı zamanda Türkiye’nin
de önünü açmaktadır. Ortaya çıkan bu tablo perspektifinde
geleceğe daha iyimser bakmak mümkündür. Çünkü günümüzde
Türkiye içinde ve dışında, bütün Ortadoğu’da önemli değişim ve
gelişmeler yaşanmaktadır.
Samimiyet Bekliyoruz
Süryaniler bütün bu olumsuzluklara rağmen bir an bile yaşam umutlarını kaybetmediler ve hayata küsmediler. Her olumsuzluğun, her baskının ve her katliamın
ardından yeniden hayata sarıldılar. Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde 1915
yılında yaşadıkları SEYFO’dan sonra da aynı umudu taşıdılar. Türkiye’nin
kuruluşu ile birlikte yaşamak için yeniden mücadeleye başladılar.
“Osmanlı İmparatorluğu’nda hile, ayak oyunu,
dalavere, vb. oyunlar eksik olmazdı. Türkiye’yi kuran
kadrolar da Osmanlı’nın eğitimiyle büyüyüp
kültürüyle şekillendiler. Ayrıca İmparatorluğun birçok yerinde yöneticilik yapan kişilerdi. Dolayısıyla
Osmanlı’daki oyun kültürü Türkiye’nin damarlarına
işlemiş ve devam etmektedir” diyor Gabriel AYDIN
Görüldüğü gibi tekçi rejimlerin bir bir çözüldüğü bir süreçten ve ekliyor; “Süryaniler her an yeni bir oyuna ve dalageçiyoruz. Bu nedenle tekçi rejimlerin örtbas etmeye çalıştığı vereye getirilmekten korkuyorlar.”
bütün suçlar da ortaya çıkmaktadır. İstense de istenmese de
günümüzde herkes geçmişin uygulamalarıyla yüz yüze gelmektedir. Bu anlamda hiç kimse geçmişte işlenen suçlara sahip çıkmak
zorunda değildir. Dolayısıyla Türkiye’de “Siyasal İslamcı”ların
içinden bir grubun Kemalistlerle ittifakının tekçi sistemi ayakta
tutmaya hem gücü yetmeyecektir, hem de bu çaba boşunadır.
Ortaya çıkan gelişmelere bakıldığında Türkiye’de toplumsal
kabuk ve zihniyet yavaş da olsa değişmektedir. Onun için bazı
insanlar çıkıp da “İttihat ve Terakki’nin 1915 yılında yaptığı
Soykırımı savunmak, işlediği insanlık suçuna ortak olmak
zorunda değiliz” diyorlar. Ayrıca Ermeni, Süryani, Rum
halklarından da özür diliyorlar. Toplumda özür dileme kültürünün
yaygınlaştırılması karşılıklı saygı ve güveni de geliştirecektir.
Türkiye’nin içindeki gelişmeler ve dış etki AK Parti hükümetini
birçok konuda olduğu gibi, 1915 Soykırımı konusunda da bir
sınavla karşı karşıya getirmektedir. Aslında Türkiye’de yaşanan
bütün olayların en önemlilerinden biri olan ve birçok tabuyu yerle
bir edecek, gerçek açılımlara ve sıfır sorunlara yol açacak olan
5000 yıldır bu topraklarda yaşayan Süryaniler tarih
1915 soykırımının kabul edilmesidir. Çünkü birçok sorunun
kaynağında bu katliamcı mantık ve siyasal yaklaşım yatmaktadır. içerisinde çok şey yaşayıp çok şey gördüler. Tarihin
ilk merkezi (Akad) devletini kurdular. Günümüzde
Eğer bu durum görülmez, tarihsel ve toplumsal gerçeklik kabul olduğu gibi, herkesin iştahını kabartan Ortadoğu’da
edilmezse ne AK Parti Hükümeti ne de başka bir hükümet, toplu- uzun süre egemenlik kurup büyük İmparatorluklar
mun her kademesine sirayet etmiş olan tekçi ve katliamcı (Asur, Babil, Kalde) yarattılar. İcat ettikleri savaş
hastalıktan kurtulabilir. Kurtulmadıkça da ciddi bir çıkış ve aygıt ve yöntemleriyle uzun süre dünyaya korku
önemli bir gelişme kaydedemez. Günümüzde Türkiye içinde ve
saldılar. Onlarca icat yapıp insanlığın gelişmesi için
dışında baş döndürücü gelişmeler yaşanmakta, bütün büyük ülkeler yeni siyasal hamleler için adeta bir yarışın içerisine girmiş de büyük bir emek harcadılar.
bulunmaktadır. Böylesi bir dönemde, Birleşmiş Milletlerin bazı
kurumlarında, Avrupa Parlamentosunda, 21 ülkenin meclis ve
senatolarında, yerel düzeyde onlarca meclis-kanton ve belediye
yönetiminde kabul edilen 1915 Soykırımı konusunda bir çıkış
Türkiye’yi, en azında kendi toplumu içinde şaha kaldırır. Böylesi
bir adım, yıllardan beri bu konuda çaba sarf eden Süryani,
Ermeni, Rum halklarının kurum-kuruluşları, Türkiyeli –her
kesimden- aydın çevrelerin gücünü de yanında görecektir. Ki
böyle bir adımı atmaktan kaçınmak da artık mümkün değildir.
Her halkın tarihinde olduğu gibi Süryanilerin
tarihinde de bu parlak geçmişin yanında karanlık
dönemler de yaşandı. Akad, Babil, Asur
İmparatorluklarının
yıkılışı,
Kalde
İmparatorluğu’nun yerle bir edilişi bu dönemlerin
başında gelmektedir. Dini anlamda Bizans ile
yaşadığı çatışma da yüzlerce yıl süren katliamlar
döneminin başlangıcı oldu.
Bir anlamda egemenlik savaşıdır bu, kazanırsanız
Bu arada 97 yıl önce Seyfo’da hayatını kaybeden herkesi
saygıyla anıyor, bu yaranın kapanması ve gerçekliğin kabul edil- idare edersiniz. Kaybederseniz de idare edilirsiniz.
mesi için mücadele verenleri de cesaret ve fedakarlıklarından Süryaniler bu anlamda her iki durumu da yaşadılar ve
hem idare ettiler, hem de edildiler. Ama idare
dolayı tebrik ediyoruz.
‫܀܀܀܀‬
edildikleri dönemde gördükleri haksızlıklar nedeniyle
birçok şeylerini kaybedip, gün be gün erimeye
başladılar.
Ortadoğu’yu işgal eden, bu bölgede devlet kuran
her güç, Süryanilerin yarattığı eserlerden
yararlanmasına rağmen, Süryanileri göz ardı edip
onların yok oluşuna göz yumdu. Kimi yönetimler
daha da ileri giderek, uyguladıkları katliamcı
politikalarla
bu
sürecin
hızlanmasına katkı sundular. 1915
bu karanlık tarihin en üst aşamasını
oluşturuyor.
Süryaniler
bütün
bu
olumsuzluklara rağmen bir an bile
yaşam umutlarını kaybetmediler ve
hayata
küsmediler.
Her
olumsuzluğun, her baskının ve her
katliamın ardından yeniden hayata
sarıldılar. Osmanlı İmparatorluğu
yönetiminde
1915
yılında
yaşadıkları SEYFO’dan sonra da
aynı umudu taşıdılar. Türkiye’nin
kuruluşu ile birlikte yaşamak için
yeniden mücadeleye başladılar.
Ama aradan geçen 90 yıllık süreçte yaşananlar bu
anlamda ciddi bir gelişmenin kaydedilmediğini,
aksine durumun daha kötüye gittiğini gösteriyor.
“Bizler Türkiye’nin kuruluşuna sevinirken;
yöneticiler 1924 yılında, Hakkari’de yaşayan
doğudaki kardeşlerimiz (Nasturiler)’e sürgün veya
kendini inkar etmeyi dayattılar” derken, yüzündeki
güvensizlik izleri net olarak ortaya çıkıyordu
İskender ABACI’nın.
“Evet, ama o dönemde devlet ‘Nasturiler, Musul
konusunda Türkiye ile sorun yaşayan İngilizlere
destek veriyordu’ diyor” dediğimizde, İskender
ABACI’nın yüzündeki güvensizlik daha da
belirginleşiyordu: “Hayır. Hakkari’nin dağlık
kesimlerinde yaşayan köylü Nasturilerin böyle bir
yaklaşımı yoktu. Kaldı ki o dönemde Musul sorunu
da çözülmüştü” diyor ve soruyor: “Peki o zaman
Lozan’ın açık hükümlerine rağmen 1928 yılında
okullarımız neden kapatıldı?”
Gayrimüslim (Hristiyan) oldukları için Lozan
Antlaşması’na göre azınlık statüsünde ele alınması
Sayı 3 Mayıs 2012
gereken Süryaniler bu haklarından
yararlandırılmadı. Bu da devletin keyfi
uygulamaları
sonucunda
yapıldı.
Dolayısıyla başta dünyanın yaşayan en eski
3 dilden biri olan Süryanice olmak üzere
birçok kültürel değerini kaybetmekle yüz
yüze kaldı. Aradan geçen yıllarda
gördükleri baskılar yüzünden çareyi göç
etmekte buldular.
“Topraklarını bu derece seven ve
ülkelerine bu derece sahip çıkan Süryaniler
neden göç etti?” diye sorduğumuz soruya,
“1985-95 yılları arasında kendi yaşam
alanlarında
varlıklarını
sürdürmeye
çalışmaktan başka derdi olmayan
Süryanilere yapılan saldırılar sonucunda
50’den fazla insan öldürüldü” diye cevap
veriyor Nuri İZGİN. Ardından da ekliyor;
“eğer göç etmeseydik ve yurtdışında
sesimizi duyurmaya çalışmasaydık, belki
de şimdi bitmiş, bitirilmiştik!”
“Ama” diyor Nuri İZGİN, “Biz göçü
hiçbir zaman kurtuluş olarak görmedik.
Bunun için de sürekli ülkemize dönmenin
koşullarını oluşturmaya çalıştık. Atılan her
olumlu adıma da anında
cevap verdik.” Gerçekten
de Süryaniler, dönemin
başbakanı olan Bülent
ECEVİT’in
yaptığı
açıklamayı temel alıp 2000
yılların başında ülkelerine
dönmeye başladılar. Ancak
dönenlerin büyük bir
bölümü birçok sorunla karşı
karşıya kaldı. Yine aynı
dönemde yapılan kadastro
çalışmalarında,
Süryanilerin sahip olduğu
toprakların çok büyük bir
bölümü hazine ve orman arazisi olarak
devletin eline geçti. Daha önce yaşadıkları
evlerin bir kısmına korucular ve çevre
köylerden insanlar yerleşti. Bu yeni
yerleşimciler de, kendi malları olmayan bu
evlerden çıkmak için yüklü miktarda para
talep ediyorlar.
Devletin verdiği söze rağmen köylerine
yerleşen korucuları çıkarmak için büyük
miktarda para ödeyen Süryaniler, “kime
güvenelim” diye haklı olarak soruyorlar.
Yine haklı olarak devletin samimiyetini
sorgulamaya başlıyorlar. “Bizi süs biblosu
olarak kullanıyorlar” diyen Süryaniler gün
geçtikçe artıyor.
AK Parti’nin attığı adımlar ve özellikle
AB ile uyum süreci esnasında yapılan
reformlar döneminde yeniden umutlanan
Süryani aydınları, zaman içerisinde
yaşananlar yüzünden karamsar olmaya
başladılar. “AK Parti yöneticilerinin
yurtdışında yaptıkları konuşma ve
verdikleri sözler ile Türkiye’de yaptıkları
uygulamalar birbirinden çok farklı. Artık
neye inanacağımızı ve neye göre hareket
edeceğimizi bilmez bir durumdayız” diyen
Muşe GÖKSU, örnek olarak Süryani
Televizyonu
Suroyo
TV’de
Cumhurbaşkanı Abdullah
GÜL’den
dinlediklerini gösteriyor.
Yaklaşık 3 yıldır devam eden Mor
Gabriel davalarında devlet kurumlarının
sergiledikleri tutum arasında da çelişki
gören ve bu durumdan şikayetçi olanlar;
“kime güvenelim, kim doğru söylüyor?”
diye soruyor ve samimiyet beklediklerini
ortaya koyuyorlar. Çünkü bir tarafta
Süryanilere sahip çıkıldığı söylenirken, en
kadim kurumlarına yapılan saldırılara
sessiz kalınıyor. Hatta bazı yöneticiler
saldırıları destekleyen yaklaşımların içinde
yer alıyor.
Türkiye’deki Süryani kurumları da,
Tarih kitaplarındaki Süryanilere yönelik
tanımlamaların
yanlışlığını
ortaya
koyarken,
Başbakan
R.
Tayyip
ERDOĞAN’ın yayınladığı 5862 sayılı
Başbakanlık genelgesini örnek gösteriyor
ve haklı olarak devletin ciddiyeti ile yöneticilerin samimiyetini sorguluyorlar. Yine
Süryaniler,
Başbakan
R.
Tayyip
ERDOĞAN’ın 1938 Dersim Katliamı
konusunda sergilediği tavrı neden 1915
için göstermediğini, yüksek sesle olmasa
bile içten içe soruyorlar.
Karşılaştığımız
ve
görüşlerine
başvurduğumuz hemen hemen bütün
Süryaniler, ortaya çıkan bu durumdan
rahatsız olduklarını söyleyerek, devletin ve
yöneticilerin kendilerine samimi bir
yaklaşım içinde olmalarını gerektiğinin
altını çiziyorlar. Bu ülkede yaşayan en eski
halk olan Süryanilerin bu talebi aslında
herkesin de talebi: SAMİMİYET
BEKLİYORUZ.
‫܀܀܀܀‬
SEYFO
5
Yavuz ÖNEN
Kılıç yılı-kılıçtan geçirilme yılı anlamında kullanılan ve Süryani soykırımının adı olan
yazı başlığının ne anlama geldiğini çok az kimse bilir. Zira Süryani halkının uğradığı
soykırımı da çok az kimse bilir. Uluslararası alanda da durum aynıdır. Bu bilinmezliğin
temel bir nedeni var. Jön Türkler, Osmanlı topraklarındaki tüm Hristiyanları yok etme ya
da Türkleştirme politikasını uygularken etnik köken ve mezhep ayırımı yapmadan Ermeni,
Süryani (Asuri-Keldani-Nasturi)’leri köklerini kazıma amacıyla katlettiler. 1915 soykırımı
esas olarak Ermenileri hedef alan bir hareket olarak bilindiği için Süryani halkının adı pek
anılmaz. 24 Nisan soykırımının yıldönüm günü tüm halklara mı yalnızca Ermeni halkına
mı ait olmalı tartışması aynı nedenle tarafların da gündeminde yer alıyor.
Az da olsa Süryani soykırımı üzerine yazılmış kitaplar var. Katliamdan kurtulmuş
olanların anıları da yayınlandı. Artık dünya kamuoyu Süryani soykırımı hakkında bir
bilgiye sahip. Bu belgelerin bazılarını okudum. Özellikle tanıkların anlatımları beni
derinden sarstı. Bu konudaki cehaleti bir miktar gidermiş bir TC vatandaşı olarak geç de
olsa bu konuda yazmayı ve Süryani halkıyla dayanışmayı bir insanlık borcu sayıyorum.
Soykırım meselesinde yurttaşlarımızın büyük bir çoğunluğu: ‘Ermeniler ya da Hristiyan
diğer unsurlar, isyan etti, Rus ordusuyla işbirliği yaptı, müslümanlara yönelik katliam yaptı,
sonuç olarak onlar bizi kesti biz de onları’ biçiminde bir söylemi dile getirirler. 1968 yılında
toplumsal hareketliliğin ve isyanın yaşandığı dönemde Paris’teydim. Kaldığım otelde
tanıştığım Ermeni asıllı Amerikalı bir tiyatro sanatçısının ‘Ermeni soykırımı hakkında ne
düşünüyorsun?’ sorusuna muhatab olmuştum. Bu konuda en ufak bir bilgim yoktu, tüm
eğitim döneminde bilgi edinmem engellenmişti. Verdiğim yanıt yukarıda yazdığım klişe
sözcüklerden ibaretti. Görüşmemiz çok kısa sürmüştü bu nedenle. Aynı soruya yurt dışına
çıkmış ya da yabancılarla ilişkisi olan hemen her TC yurttaşının muhatab olduğunu
biliyoruz. Benim yaşadığımın benzerini, radyo ve televizyon alanında öğrenim için 1951
yılında ABD’ye Colombia Üniversitesine gitmiş olan, insan hakları mücadelesinde birlikte
olduğumuz değerli insan Mahmut Tali Öngören de yaşamış. Yazarı Türkiye’den göç etmiş
Ermeni bir aileden olan bir Amerikan piyesinden bir sahneyi televizyona uyarlamak için
ödev vermişler. Rol teklif ettiği genç bir öğrenci kadın bu teklifi şiddetle reddetmiş. Bu
kadın Ermeniymiş. Red nedenin Ermeni meselesi olduğunu anlayamamış. Sonra Colombia
Üniversitesi’nin kütüphanesindeki kitaplar sayesinde Ermeni meselesini bilmeyen diğer
öğrenci arkadaşlarıyla olayı öğrenmeye başlamış. Şok olmuştuk diyordu. Türkiye
toplumunun genelinde bu şoku yaşamamız gerektiği çok açık.
SEYFO konusunda da artık değişik kaynaklara ulaşmak ve çeşitli yaklaşımlardan haberdar olmak gerekir. Özellikle tanıkların anlattığı ve her bir sahnesi insanlık suçu oluşturan
katliamı okumuş biri olarak Süryani halkının çektiği acılara ayrı bir sayfa açmak
gerektiğini görüyorum. Bu konuda diyasporada yaşayan Süryani bilim insanlarının ve
değişik ülke araştırmacılarının bazı yayınları var. Bunların bir envateri yapılmalıdır. Bu
kitapların kamuoyunda okunmasını sağlamak gerekir. Bu yayınlar kütüphanelere
girmelidir. Bir bilgilenme zemini oluşmadan diyalog ortamı da oluşmaz. Böylesi bir
çabanın önündeki engeller de ayan beyan ortada. Bütün zorluklarına rağmen Süryani
soykırımının unutulmaması için ve bir onarım sürecini başlatmak için çabaları sürdürmek
gerekiyor.
Bugün Türkiye’de muhafazakar sert bir iklim yaşıyoruz. Türklük ve Müslümanlık
politik yaşamımıza hakim vaziyette. Tarihten gelen kin, nefret, düşmanlık ve öcalma ruh
halinin halklar arasında çok derin fay hatları oluşturduğunu da biliyoruz. Diğer tüm tarihi
vakalarda olduğu gibi SEYFO vakasıyla da yüzleşme iradesine gereklilik var. Ancak
günümüzde AKP’nin temsil ettiği siyasi irade 1915’lerin güvenlik psikozuyla yüklü. Yüz
yıl sonra benzer bir yaklaşımı Kürtler’e uyguluyor. Hükümeti barış ortamına davet etmek
ve sürekli bir barışın sağlanması için ikna etmek esastır.
SEYFO’nun Cumhuriyet rejiminin doğrudan sorumlu olduğu bir konu olmadığı söylenebilir. Ancak SEYFO’nun izlerini günümüz Türkiyesinde de görüyoruz. Zor olan bir
konuyu gündeme taşımak ve bu konuda bir şeyler başlatmak adına bazı öneriler
yapılabileceğine işaret etmek istiyorum. Başkentimizin ve değişik illerimizin caddelerine
ve meydanlarına tehcir ve katliamda görev yapmış bazı görevlilerin verilmiş olan isimleri
değiştirilebilir. Adları değiştirilmiş olan Süryani köy ve kasabalara eski adları verilebilir.
Süryani kültürünün geliştirilmesi için ve SEYFO’nun araştırılması için bir Kültür ve
Araştırma Merkezi kurulması düşünülebilir. Bu amaçla Süryani kuruluşları Hükümetten
destek isteyebilir. Milli eğitim sistemi içinde Anadilde eğitimin olanakları geliştirilebilir.
Manastırlarda okullar yeniden açılabilir. Süryani halkına yönelik güncel baskılara ve
haksızlıklara son verilmesi için hak talepleri sürekli gündemde tutulabilir.
Tüm Anadolu halkların kardeşçe yan yana yaşayabileceği bir Türkiye hayalini beslemek
için öneri geliştirmek ve çabalarımızı sürekli kılmak gerekir. Halkların Demokratik
Kongresi böylesi bir çabanın ortamını oluşturabilir.
SEYFO vakası yalnızca Türk-Osmanlı yönetimi ile Süryaniler arasında bir mesele de
değildir. Tehcir kararlarının uygulanmasında ve bu süreç içindeki öldürmelerde rol almış
Kürtler ve Çerkezler de var. I. Dünya savaşında Osmanlı ile aynı cephede savaşan Almanya
yönetimi ve Osmanlı ordusunda görevli ve tehcire ve soykırıma tanıklık etmiş Alman
subayları da var. Bu nedenle uluslararası boyutuyla konunun incelenmesi gerekir.
Bilgilenmenin 1. Dünya savaşı koşullarıyla ilgili yanlarıyla da tamamlanması önemlidir.
Konuyu tam olarak kavramamıza yardımcı olur. SEYFO’yu uluslararası arenada
tartışmaya açmak için yeniden etkinlikler düzenlemek yararlı olur.
Geçmiş 24 Nisanda yeniden andığımız soykırımın yıldönümünde SEYFO’yu
hatırlatmak ve hafızalara yerleştirmek için bir şeyler yazdım. Tarih yaşamı öğretmek için
değerlidir. Hafıza özgür olmanın ön koşuludur. Hafızası olmayan halklar özgür olamaz
demişti François Mitterand. Bu deyişi de hafızalarımıza yerleştirelim ve gereğini el
birliğiyle yapalım.
1915-1918 yılları arasında katledilen ve yüzyıllar boyu yaşadığı topraklarından göçe
zorlanan Süryani halkının anısı önünde saygıyla eğliyorum. Süryani halkı da Cumhuriyet
döneminde uzun yıllar acılarını içine gömdü. Çocukluk dönemini geçirdiğim Midyat
sokaklarında da konuşulduğunu duymadım SEYFO’nun. Tanıklıkları okudukça derinden
etkileniyorum. Ateş düşmüş Süryani halkının üzerine. O ateşte ben de yanıyorum. Bir daha
ve asla insanlar yanmasın.
‫܀܀܀܀‬
6
Sayı 3 Mayıs 2012
SÖYLEŞİ
Elçin DEMİREL
“Bölgemizdeki Yaşamı İyileştirmeye Çalışacağız”
Söyleşimizin bu ayki konuğu Evgin TÜRKER. Yaklaşık 25 yıl yurtdışında yaşadıktan sonra 2 sene önce tekrar Türkiye’ye
döndü. Yaklaşık 1 yıldır Güneydoğu (Turabdin) Süryani Kültür ve Dayanışma Derneği’nin başkanlığını yapıyor. Bunun yanında
yeni kurulan Süryani Dernekler Federasyonu’nun da başkanlığını yapıyor. Kendisiyle Türkiye’de kurulan ilk Süryani
federasyonu hakkında söyleşi yaptık.
Her şeyden önce neden Federasyon?
Başta Turabdin olmak üzere bölgemizde ve
İstanbul’da çok fazla Süryani Derneği var. Evet, bütün
bu, ihtiyaçtan doğdu ve gereklidir. Ama birlikte ses
çıkarma ve ortak çalışmalar içerisinde yer alma
konusunda zorluklar var. Bu yüzden de
sorunlarımızı etkili bir şekilde dile
getirebilmek, daha büyük çalışmalara imza
atabilmek için harekete geçilmesi
gerekiyordu.
İşte
federasyon
bu
ihtiyaçlardan doğdu. Artık hepimiz, farklı
yerlerde de olsak tek bir çatı (Federasyon)
altında birleştik.
Federasyonu
ne
zaman
kurdunuz ve kimlerle bu yola
çıkıyorsunuz?
2012 yılının Ocak ayında kuruluş
işlemleri tamamlandı. Şu an
derneklerimizin büyük bölümü
Midyat merkezli. Dolayısıyla biz de
federasyonumuzu Midyat merkezli
olarak kurduk. Kaldı ki Türkiye
Süryanileri açısından Midyat en
önemli
merkezlerin
başında
gelmektedir.
Federasyonumuz,
Türkiye’de Süryani kimliğini,
kültürünü geliştirmek ve korumak
adına faaliyet yürüten 8 dernekle
birlikte kurduk. Bu anlamda
Türkiye’de
kurulan
ilk
federasyondur.
Ancak bu durum özellikle göç ülkelerinde yaşanan
aydınlanma, Türkiye’de AB’ye uyum sürecinde Sivil
Toplum Kuruluşlarına atfedilen önem sayesinde
Süryaniler arasında da STK’ların oluşmasını hızlandırdı
ve gidişatı ters yöne çevirdi.
bulunan bütün Süryani derneklerine çağrı yaptık ve
böyle bir oluşum için toplantılara, tartışmalara başladık.
Bazı dernekler imkansızlıklarından dolayı bu
toplantılara katılıp düşüncelerini ortaya koyamadı. Bazı
dernekler bu çalışmalara daha sonra katılacaklarını dile
getirdiler. Sonuç olarak hedeflerde ve
çalışmalarda ortaklaştığımız 8 dernekle
resmi başvurumuzu yaptık.
“Aslında Cemaat Vakıfları tanımına giren
kurumlarımız vardı ve devlet istediği zaman bu
Daha önce taleplerinizi nasıl dile
vakıfları değerlendirmeye alıyordu. Ama
getiriyordunuz?
Biliyorsunuz Osmanlı İmparatorluğu
dediğimiz gibi bu tamamen keyfi bir
döneminde “Millet Sistemi” vardı.
Dolayısıyla Hristiyan halklar, sahip
biçimdeydi”
oldukları
dini
kurumlar
Süryaniler
asırlardır
bu
topraklarda yaşayan bir toplum.
Daha
önce
Federasyon
kurulmamasının nedenleri sizce nelerdir?
Doğru söylüyorsunuz. Süryaniler, daha Türkiye
kurulmadan çok önce bu topraklarda yaşıyordu. Birçok
anlamda bu topraklardaki yaşamın kolaylaşması,
gelişmesi için büyük emekler de sarf ettiler. Ancak
ortaya çıkan değişik gelişmeler neticesinde tarihin bir
döneminden itibaren sesleri duyulmaz bir duruma geldi.
Hatta yaşanan göçler nedeniyle fiziki olarak de yok
olmaya başlamışlardı bu topraklarda. Dolayısıyla yok
olma sürecini yaşayan bir halkın federasyon oluşturma
derdi olmaz, olamazdı.
Kuruluş sürecinden bahseder misiniz?
Her şeyden önce bizler, böyle bir çalışmanın
gerekliliği üzerinde görüş birliğine vardığımız birkaç
dernekle bir araya geldik. İlginçtir, Süryani kültürünü
korumak ve tanıtmak amacıyla kurulan derneklerin
hemen hiçbirinin resmi adında “Süryani” kelimesi
geçmiyordu. Öncelikle bunu düzeltmek için gerekli tüm
işlemleri yaptık. Bu noktada Mardin Dernekler
Müdürlüğü çok yardımcı oldu. Ardından ortak bir tüzük
ve hedefler belirledik. Daha sonra da Türkiye’de
aracılığıyla temsil ediliyorlardı.
Türkiye
Cumhuriyeti
kurulduğunda, bu temsiliyet daha
çok cemaat vakıflarına geçti.
Keyfi bir biçimde “azınlık”
statüsünde değerlendirilmeyen
biz Süryaniler, bu dönemde
maalesef temsil edilmez bir
duruma dönüştük. Aslında
Cemaat Vakıfları tanımına giren
kurumlarımız vardı ve devlet
istediği zaman bu vakıfları
değerlendirmeye alıyordu. Ama
dediğimiz gibi bu tamamen keyfi
bir biçimdeydi.
Kaldı ki Vakıflarımızın büyük
bölümü; dini cemaatler şeklinde
örgütlenen
Kilise
ve
Manastırlarımızın ihtiyaç ve
sorunlarını dile getirmek için
oluşturulan kurumlardır. Süryani
kültürünü, dilini, folklorunu korumak ve geliştirmek
için gerekli tedbirleri almak, gerekli platformlarda
bunları dile getirmek bugüne kadar sahip olduğumuz
vakıfların görev alanına girmiyor. Kısacası bugüne
kadar sesimizi kimselere duyuramıyorduk diyebiliriz.
Bize biraz Federasyon olarak yaptığınız
çalışmalardan ve planınızdan bahseder misiniz?
Her şeyden önce biz yeni bir kuruluşuz. Dolayısıyla
önce kendi yapılanmamızı güçlendirmek ve geliştirmek
istiyoruz. Bu anlamda kurucu derneklerimizle bir araya
Sayı 3 Mayıs 2012
geldik ve çalışma planı temelinde bir taslak
hazırladık. Önümüzdeki aylarda İlk Olağan Yönetim
Kurulu toplantımızı yapacağız. O zamana kadar da,
henüz federasyon içinde yer almayan diğer
derneklerle ilişkiye geçip katılımlarını sağlamaya
çalışacağız. Bu arada ortaya çıkabilecek gelişmelere
de cevap olmaya çalışacağız.
7
Bizim hedefimiz her şeyden önce halkımızı
tanıtmak, sorunlarına dikkat çekmek ve taleplerini
ortaya koymaktır. Bunun yanında bölgemizdeki
yaşamın iyileştirilmesi temelinde de çalışmalarımız
Şabo BOYACI
olacak. Belirlediğimiz bu hedefler doğrultusunda
“Acının ve gözyaşının milliyeti olmaz” sözü insani açıdan çok
bizimle beraber çalışmak isteyenlerle ortak
şeyler anlatır. Uzun süredir bu topraklara hakim olan tek tipçi
çalışmalar, projeler geliştireceğiz.
anlayışın farklı kültürleri buluşturduğu ortak noktalardan bir
tanesi acı ve göz yaşı olmuştur. Bu açıdan 24 Nisan önemli bir
Anladığımız
kadarıyla anlama sahiptir. Bu tarih, Anadolu’da yaşayan halkların belki de
“Federasyon merkezimiz Turabdin’in
federasyonun merkezi Midyat
oluşa doğru başladıkları yürüyüşün tarihi olarak görülebilir.
merkezi ve Türkiye Süryaniliğinin kalbi olacak. Peki, İstanbul, Adıyaman yok
Aslında amaç bir tek halkı ortadan kaldırmak değildi. Amaç İttihat
sayılan Midyat’ta olacak. Ancak diğer illerde ve Diyarbakır’daki derneklerin ve Terraki ideolojisinin öngördüğü şekilde bu topraklarda binlerce
durumu, bu oluşuma katkıları yıldır yaşamakta olan kadim halkları ve kültürleri bir şekilde
bulunan Süryani kurumlarıyla da ortak veya sizin bu kurumlara ortadan kaldırmaktı.
yaklaşımınız nasıl olacak?
çalışmalar yürüteceğiz”
Bu konuda o döneme ait gazete küpürlerini incelediğimiz
Bizim Türkiye genelinde Süryani
zaman
tek tipleştirme politikalarının ileride nasıl da acımasız bir
Ortodoks Kilisesine ait Turabdin,
şekilde hayata geçirildiğini görürüz. Örneğin aşağıda bir
Yakın zamanda Artuklu Üniversitesi’nin Teoloji Mardin, Adıyaman ve İstanbul’da olmak üzere 4,
röportajdan alıntınan kısa bir bölüm İttihat ve Terakki partisinin
Fakültesi Midyat’ta kurulması öngörülüyor. Bu Keldani Katolik Kilisesine ait İstanbul’da 1
bu niyetini iyiden iyiye ortaya çıkarmaktadır.
fakülte bünyesinde oluşturulacak Süryaniyat Metropolitliğimiz ve yine İstanbul’da Süryani
Genç Türkler'den Nazım Bey herşeyi net bir şekilde
Bölümü
ile
işbirliği
Katolik Kilisesinin
çerçevesinde
ortak
1 papa vekilliği var. açıklıyordu. Onunla yapılan söyleşi ilk olarak, İzmir'de [4 Eylül]
çalışmalar
yapmayı
Bütün bu kiliselere ''Genç İzmir'' gazetesinde, ardından 8 Eylül 1908'de, Atina'da
planlıyoruz.
mensup
Türkiye ''Atinadan'' gazetesinin 2126 sayısında yayınlandı. Bu söyleşi
27 Şubat 2012’de bir
genelinde yaşayan meşhur avukat ve şair olan Mikail Argiropulos tarafından
heyetle birlikte Meclis
halkımızın değişik gerçekleştirilmiştir.
Anayasa
Uzlaşma
Sivil
Toplum
''Biz Tabiat kanunlarına dayanıyoruz, ben bir doktor olarak her
Komisyonu’na,
yeni
Kuruluş (STK)’ları bilim adamı gibi bu kanunlara hürmet duymayı kendimi vaad
anayasa çalışmalarında yer
var. Ancak halkımız etmiş bulunuyorum. Hayal dünyasını temsil eden tüm o aldatacı
almasını
istediğimiz
daha çok İstanbul güzel kavramlar, aslında sadece güzel sözlerden ibarettir… Tabiat
konuları içeren bir dosya
ve
Turabdin’de kanunları hükmettiğinden, şüphesiz Osmanlıların resmi dilinden
sunduk ve halkımızın
t o p l a n m ı ş başkası olması söz konusu olamaz. Hayatımız pahasına çalışmalar
Türkiye’deki durumuna
d u r u m d a d ı r . yaptığımız genç Devletimiz bu şartlar altında varlığını sürdürecek.
ilişkin bir sunum yaptık.
Kurumları da daha Aynı ruhu taşıyan, aynı dili konuşan ve tek bir vücud halinde
Bizce
bu
çalışmanın
çok buradadır. Şu olacak. Başımızdaki belaları başımıza başka bir bela sarmak için
Süryani
Dernekleri
a
n
d
a atmadık. Türkiye'yi hiçbir zaman ayrı filetik ve dilsel bölgelere
Federasyonu
olarak
federasyonumuza ayrılmış olan Avusturya'ya dönüştüğünü görmeyi hayal bile
yapılması
önemliydi.
bağlı derneklerin etmediğimizi ve öyle bir duruma hiçbir zaman müsaade
Çünkü
Türkiye’deki
hemen
hepsi etmeyeceğimize aklınıza iyice koymanız gerekiyor. Genç Türkler
Süryaniler ilk kez ortak bir
Turabdin (Mardin- tek bir vücud halinde bugünden itibaren, isteklerine ters hareket
çatı (federasyon) olarak
Ş ı r n a k ) ’ d e edenlerin veya bu gibi düşüncelerini açığa vuranların şimdiye
ortaya
çıkıyor
ve
b u l u n u y o r . kadar haritalarda gösterilen ve alışıldığı gibi karşısında olacaktır.
Ortak bir Vatanın selameti için, bu dilsel sınırlamaları, filetik
taleplerini
ortaya
Dolayısıyla
ayrılıkları, en önem mahalleleri Müslüman, Yunan, Ermeni,
koyuyordu. Yıllardan beri
f e d e r a s y o n
Yahudi diye bölerek yapılan ayrıcalıkları kökünden kazacağız ve
varlığı unutulmuş, farkında
merkezimiz
de her yönden başka her milliyeti ezeceğiz”
olunmamış bir halkın
Turabdin’in
İTC’nin güçlü adamının açık sözlü mülakatında çizdiği etnik
temsilcilerinin ortaya çıkıp
merkezi ve Türkiye
taleplerini dillendirmesi
Süryaniliğinin kalbi temizlik politikası gelecek yıllarda derece derece uygulanarak
önemliydi.
Federasyon
sayılan Midyat’ta Birinci Dünya Savaşı içinde 1915 soykırımıyla doruğa ulaşacak,
olarak önümüzdeki süreçte
olacak. Ancak diğer Hıristiyan ve kadim unsurlar zor kullanılarak tarihsel
sık sık bu tür çalışmaların
illerde
bulunan topraklarından söküleceklerdir. Bin yıllardır tarihsel
içinde yer alacağız.
Süryani kurumlarıyla da ortak çalışmalar coğrafyalarından uzaklaştırılan unsurların arkalarında bırakmak
Bölgemize gelen ve bizimle ilişkiye giren yerli yürüteceğiz. Biz şu an 8 dernekle federasyonumuzu zorunda kaldıkları birikimlerine emval-i metruke denilerek el
yabancı kişi ve kurumlara bölgemizi ve halkımızı kurduk. Diğer derneklerle de iletişim içindeyiz. konmuştur. Savaşın sisli ortamı arasında paylaşılmıştır. Bu
unsurların malları ve mülkleri devlet ve yerel eşraf arasında pay
tanıtmaya çalışıyoruz. Bu çerçevede geçtiğimiz Umudumuz bütün bu dernekleri bir çatı altında
edilmiştir. (*)
aylarda bölgeye gelen Almanya Büyükelçisi’nin toplamaktır.
Yalnız unutulmaması gereken bir gerçek var ki o da bu
Midyat programını hazırladık ve kendisini ağırladık.
politikalar hayata geçerken İttihat ve Terakki anlayışı asla tek
başına hareket etmemiştir. Bütün bu süreçte Osmanlı’nın
müttefiği olan Almanlar askeri yetkililer de İTC’ye her türlü
desteği sağlamış ve yardımcı olmuşlardır. Yüzyılın başlarında
İttihat Terakki ve Almanlar, Anadolu coğrafyasında büyük bir
insanlık suçunu beraberce işlemişlerdir.
24 NİSAN ve SEYFO
‫܀܀܀܀‬
Bu politikalar neticesinde büyük çoğunlukla Turabdin
bölgesinde yaşayan Süryaniler de etkilenmişler ve kırımlara
uğramışlardır. Süryaniler kendi dillerinde bu kırımları SEYFO
yani kılıçtan geçirilme olarak adlandırmışlardır. Belki kayıpları
diğer halkların kayıpları kadar fazla değildi ama gene de
yaşadıkları bu korkunç olaylar; Süryanilerin toplumsal belleğinde
travmalar yaşatmış, azalmalarına vesile olmuş ve nihayetinde
tespih taneleri gibi dağılmalarına neden olmuştur. Üzerinden 97
sene geçmiş olsa da bu acıların ve kayıpların, büyük bir çoğunluk
tarafından sürekli olarak inkar edilmesi acıları daha da attırmıştır.
Yaşanan acılar hepimizin acılarıdır ve yazının girişinde
belirttiğimiz gibi acı ve gözyaşının milliyeti asla yoktur.
İnsanlığın bir daha böyle büyük felaketler yaşamaması ise en
büyük temennimizdir. 1915 olaylarında hayatını kaybeden bütün
kurbanları rahmet ve sevgiyle anıyoruz.
(*) ÇETİNOĞLU, Sait (03/2012). “İttihat ve Terakki Komitesinin Etnik Temizlik Politikası ve
Cumhuriyet Dönemi Sonrası Mardin'de Mülkiyet Değişimi”, Çok Kültürlü Yaşamda Süryaniler ve
Mülkiyet Sorunu Konfransı Tebliği, İstanbul
[email protected]
8
Sayı 3 Mayıs 2012
MEZOPOTAMYA UYGARLIĞINDA
Dizi Yazı 3
SÜRYANİ HALKI
I. BÖLÜM
MEZOPOTAMYA’DA TARİHİN BAŞLANGICI
B- NEOLİTİK DÖNEM
Mezolitik dönemden Erken-Neolitik döneme geçiş
aşamasında göçebe ve yarı göçebe yaşamdan yerleşik yaşama
geçişin zorunlu koşulları doğdu. Mezolitik dönemdeki yaşam
koşulları ve tarzı yetersiz kaldığından ve hazır bulunan yabani
tahılların yetmemesi sonucu tarıma geçilmesi ve
evcilleştirilen hayvan sürülerinin çoğaltılması toplulukları
yerleşik yaşama bağladı. Bu durumda topluluklar ev yaparak,
barınak ihtiyaçlarını karşılayıp küçük yerleşim yerlerini
kurdular. Artı ürünlerini her zaman sırtlarında ve yanlarında
taşıyamayacaklarından bunları saklayacak ambarların ve
çanak-çömleklerin yapımına ihtiyaç duymuşlardır. Üretimde
kullanmak üzere birçok yeni alet yaptılar. Neolitik döneme
geçişin zorunlu koşullarının oluşmasıyla Mezopotamya
kültürünün güçlü ve esas temelleri atılmış oldu. Neolitik
dönemde Mezopotamya’da birçok kültür gelişerek geniş
alanlara yayıldı. Neolitik dönemin başında ortaya çıkan ilk
kültür Hassuna kültürüdür.
yağmur sularıyla yetişen tarım alanının güneyinde, yani
dışında kalmaktadır. Bu yüzden bu kültürün merkezlerinden
olan Tel Savan ve Çoga Mami’de, sulama kanalları açılarak,
sulu tarıma geçildi. Tel Savan’da tarım sezonu, nehirlerin
taşmasına göre ayarlanıyordu. Bu iki yerleşim yerinde ikişer
çeşit buğday ve arpa yetiştirilerek başka tahıl çeşitleri de
kullanılıyordu. Köyleri yaklaşık 5 hektar büyüklüğündeydi.
Samarra kültüründe özel mülkiyetin başladığı, bulunan
mühürlerden anlaşılıyor. Zanaatçılık geliştiği için çömleklere
markalar takılıyordu. Böylece zanaatkarlar el sanatlarına
dayanarak kendilerini keşfettiler.
Samarra kültüründeki refah, insanları üretim dışına çıkaran
bazı sanatsal alanlarla uğraşmasına zemin hazırladı. Örneğin
Tel Savan’da birçok çocuk birlikte çalışıyor, çok güzel
motiflerle taş aletlerini işliyor, albasttan (bir mermer çeşidi)
kadın heykelleri yapıyorlardı.
1- Hassuna Kültürü: (M.Ö. 6500-5500)
Hassuna kültürü Mezopotamya’daki Erken-Neolitik’in
ilk aşaması olarak kabul edilmektedir. Bu kültür adını ilk
bulunduğu yer olan Tel Hassuna’dan almaktadır. Tel
Hassuna Dicle nehrinin batısında Musul şehrinin 30 km.
güneyinde olup, kültürün merkezi Mardin ve
Diyarbakır’dır. Hassuna kültürünün belirleyici özellikleri
taş aletleri ve basit işlenmiş çömleklerdir. Bunlar stil ve
işleyiş bakımından Jarmo’da yapılan çömleklerin bir
uzantısı olarak görülebilir. Hassuna’nın ilk insanları yarı
göçebeydiler. Bunlar ilkel bir tarım sistemine sahip olup,
kamp yerlerinde yaşıyor ve
topladıkları tahılları
çömleklerde saklıyorlardı.
Hassuna insanlarının geçici olarak kullandıkları ilk
evlerinden bir iz kalmadı, fakat birkaç kuşaktan sonra
göçebeliği bırakarak geliştirdikleri, tarım aletleri sayesinde
yerleşik yaşama geçtiler ve köy yaşamına başladılar.
Yaptıkları binalarda kullandıkları teknik gün geçtikçe daha
fazla gelişti. Bu evler dikdörtgen şeklinde olup duvarları
samanlı çamurdan yapılmaktaydı ve her evin 6-7 tane çıkış
yeri vardı. Çoğalan buğdaylarını yer altında yaptıkları
ambarlarda saklamaktaydılar. Bu evlerden bazılarında ekmek
yapmak için tandırlar da bulunmaktaydı. Ev yapma sanatı
ilerledikçe çömlek sanatında da ilerlemeler kaydedilmiş ve
bunlar daha ince stillerde işlenmeye başlanmıştır. Daha
önceleri çömlekler parlatılarak basit motiflerle işlenmekteydi.
Hassuna kültürünün son dönemlerinde çömleklerdeki
motifler giderek çoğaltılmaya başlandı. Bunlar, birçok bitki
ve hayvan figürleriyle estetik açıdan daha da zenginleştirildi.
2- Samarra Kültürü: (M.Ö. 5600-5000)
Samarra kültürü Mezopotamya’daki Erken-Neolitik’in
ikinci aşamasında ortaya çıkmıştır. Bu kültür de ismini ilk
bulunduğu yer olan Bağdat’ın kuzeyindeki Samarra
şehrinden almaktadır. Burada bulunan ince işlenmiş ve
boyanmış çömlekler Hassuna kültürünün son döneminde
yapılanlara benzemektedir. Samarra kültürünü Hassuna
kültüründen ayıran en büyük etken ekonomisidir. Samarra
kültürünün yerleşik alanları Hassuna kültürünün tersine,
köylerin inşa tekniğinde de bir hayli ilerlemişlerdi. Evleri
kare şeklinde olup aralarında sokaklar yaparak, geçişi
kolaylaştırmak için taşlar döşemişlerdi. Evlerinin duvarları
ilk defa Mezopotamya’da kullanılan kurutulmuş çamur
kerpiçlerden yapılmıştı. Burada ilk rastlanılan diğer bir bulgu
da, inşa ettikleri ve içinde yaşanılmayan büyük binalardır. Bu
binalar çeşitli odalardan oluşarak 5-10 metre
uzunluğundaydılar. Bunlar büyük ihtimalle ilk tapınaklardı.
Tel Halaf kültüründe yapılan çanak-çömlekler prehistorik
Mezopotamya’da yapılan ve işlenilen en güzel örnekleri
barındırmaktadır. Motifler ve resimler çiçek, memeli hayvan
ve kuş figürleri ile işlenip süslenmiştir.
Bu döneme ait özel mülkiyeti belirleyen taştan yapılmış
mühürlerin dışında, bakır da işlenmeye başlanmış ve ilk kez
tarımda karasaban kullanılmıştır. Anaerkil dönemini teşkil
eden tanrıça heykellerinin yanında, erkek gücünü temsil eden
sembollere de rastlanmıştır. Tel Halaflılar ticarette
gösterdikleri başarıyla da Van Gölü, Malatya ve Basra
Körfezi’ne kadar ticaret alanlarını genişlettiler. Tel Halaf
kültüründe gelişen refah, bazı bireylerin güçlenmesine,
topluluk içinde öne çıkmasına yol açarken, giderek
çoğunluğu etkileyen bir sömürü sisteminin ilk işaretlerini de
veriyordu. Bu durumdan etkilenen birçok insan, kitleler
halinde Mezopotamya’nın kuzeyinden güneyindeki bataklık
bölgeye doğru göçetmişlerdir.
4- Tel Obeid Halkı ve Kültürü: (M.Ö. 5000-3750)
Hassuna ve uzantısı olan Samarra kültürlerinde, elde edilen
buğday, bir değiş-tokuş maddesi olmuştu. Buralarda
yetiştirilen buğday uzak yerlerdeki zanaat aletleriyle
değiştirilirdi. Örneğin Van Gölü’nün yakınlarından getirilen
lav camı ile çeşitli aletler yapmışlardır. İran’dan da
gözboyaları için kullanılan malagit ve antimonyumun
yanısıra, zincir ve küpeler için de değerli taşlar getirilirdi.
Basra Körfezi’nden de deniz kabukları getirerek takılar
yapıyorlardı.
3- Tel Halaf Kültürü: (M.Ö. 5500-4300)
Tel Halaf kültürü Hassuna kültürünün temelleri üzerinde
ortaya çıkmıştır. İsmini Resulayn’da bulunan Tel Halaf’tan
almaktadır. Bu kültür insanlığın gelişmesine hız
kazandırmıştır. Bu kültüre ait insanlar çalışkan, yaratıcı
karaktere sahip olup, özelliklerini bütün alanlara yayarak
büyük gelişmeler kaydetmişlerdir. Kısa zamanda
Akdeniz’den Zagroslara kadar yayılan bu kültür, Hassuna
kültürünün sınırlarını fazlasıyla aşmıştır. Tel Halaflıların diğer
bir özelliği de, barış içinde yaşayan çiftçiler olmalarıydı.
Başta yerleşim yerleri basit köylerden oluşuyordu ve
Mezopotamya’nın kuzey bölgelerinden güneye doğru
gelen çiftçiler, değişik bir iklim ve coğrafyayla karşılaştılar.
Fırat nehrinin güneyinde Basra Körfezi yakınlarında, Fırat
sularının oluşturduğu tarıma çok elverişli bir alana
yerleştiler. Toprağın elverişliliğinin yanında var olan
sazlıklar, yılın büyük bir bölümünde balık tutma imkanını
tanıyordu ki, bu koşullar, buraya gelen çiftçilerin yerleşme
sürecini hızlandırdı. İlk olarak Tel Obeid’de izlerine
rastlanılan bu topluluğa Tel Obeid halkı da denilmektedir.
Bunlar çok çalışkan çiftçi olmalarının yanısıra su ve
nehirlerle içiçe yaşamayı da öğrenmişlerdi. Tel Obeidliler
balıkçılık yaparak, nehir kenarlarında hurma ağaçları
yetiştirerek, kayıklar inşa edip geniş bir alana yayıldılar.
Fırat nehrinin güneyi kurak olduğundan çiftçiler sulama
yöntemine çok önem veriyorlardı. Buraya yerleşen ilk
kolonistler ektikleri tohumlarla yılda birkaç kez ürün elde
ediyorlardı. Dicle ve Fırat nehirlerinin sürekli taşmaları ve
buraya yerleşenlere ve ekinlerine verdiği zarar bile onların bu
bölgeye yerleşmelerini önleyemedi. Nehir sularının kısa
süreli aralıklarla taşması halkı bazı önlemler almaya zorladı;
kanallar, setler ve rezervler bu ihtiyacın bir sonucu olarak
oluşturuldu. Bunların sağlam yapılabilmesi için de yapı
tekniğiyle tanıştılar. Bu toplulukların elde ettikleri ürünlerin
artışı aile sayısını da çoğalttı. Çünkü tarlada ne kadar
çalışacak çocuk olursa, yerleşme ve genişleme alanı da o
kadar büyüyordu. Bu da artı ürünlerin çoğalmasını
sağlıyordu.
Tel Obeidlilerin ilk evleri sazlıklardan ve kumla toprak
karışımından oluşan çamurdan yapılıyordu. Güney
Mezopotamya’da taş bulunmadığından çamur kurutularak ve
zamanla bunu ısıtıp tuğlalar yaparak ev inşasında kullandılar
Sayı 3 Mayıs 2012
ve köylerini büyüttüler. Aile ile başlayan topluluk büyüyerek
küçük köy toplulukları haline geldi. Bu topluluklar üretimdeki
görevleri gereği birbirine daha sıkı bağlanıyorlardı. Köylülerin
sosyal alanda birbirlerine bu kadar sıkı bağlanmaları köylerin
daha da büyümesine ve şehirleşmesine yol açtı. Köylüleri bu
kadar birbirine bağlayan diğer bir faktör de inançları ve ibadet
yerleriydi. Çünkü bu köylü kolonistler kuzeyden gelip
yerleştikleri zaman, kurdukları yerleşim yerlerini korumak
amacıyla kendilerine çeşitli inançlar ve tanrılar oluşturdular.
Bunlara ibadet etmek için de tapınaklar yaptılar. Her köyün
kendine göre koruyucu tanrıları oluştu. Tanrıları için
kurdukları tapınakların büyüklüğü ortalama 4 metre uzunlukta
olup, içinde sadece bir ibadet taşı ve bir kurban masası
bulunuyordu. Zamanla bu tapınaklar köyün veya küçük şehrin
merkezi haline geldi ve bunlara kurbanlar sunuldu. Köyün
veya küçük şehrin ekonomisi geliştikçe tapınakların önemi de
arttı ve diğer köyleri de içine alacak bir dini merkez haline
geldiler.
Tel Obeid kültürü M.Ö. 4000’li yıllarda Ortadoğu’da
yayılarak, Akdeniz’den Zağros dağlarına, Basra Körfezi’nden
Hazar Denizi’ne kadar geniş bir bölgeyi kapsadı. Tel Obeid
halkı kendi etnik kimlik, kültür değerleri ve diliyle dünyada
tanınan en eski toplumdur. Tel Obeid kültürü döneminde daha
yazının keşfedilmemiş olması kullandıkları dili bulmayı
güçleştirmiştir. Ama daha sonraları, Tel Obeid halkının
yaşadığı Güney Mezopotamya’ya yerleşecek olan Sümerlerin
tabletlerinden anlaşıldığı üzere, İdiklat (Dicle), Buranun
(Fırat) gibi isimlerin yanında daha köy olarak Tel Obeidlilerin
kurdukları Eridu, Ur, Lagaş, Nippur
ve Kiş isimlerinin Sümerce değil de
Tel Obeid diliyle olduğu ortaya
çıktı. Yine Sümerlerin tarım ve
üretimle
ilgili
kullandıkları
sözcüklerin
(çiftçi,
saban,
hayvancılık yapan, maden işleten,
marangoz vs.) kökeni Tel Obeid
diline
dayanmaktadır.
Tel
Obeidliler önceki kültürlere göre
daha güzel ve zarif işlenmiş
çanaklar yapıyorlardı. Bunları
yüksek derecede ısıtarak yeşil renk
almasını sağlıyor, sonradan siyah
renkle dekorunu çiziyorlardı.
Tel Obeid halkının bölgelerinde
oluşturdukları refah, onların tek
halk olma pozisyonlarını değiştirdi.
M.Ö. 5. binyılın sonlarında Arap
yarımadasından çıkarak Suriye çölünden gelen Samili göçebe
toplulukları buraya akın ettiler. Bundan sonra Tel Obeid ve
Sami halkı sosyal ve kültürel alanda içiçe girerek yeni bir
dönemi başlatarak; öncekilerinden daha ileri ve üretken olan
bu topluluklar, yüksek medeniyetin temelini oluşturdular.
5- Eridu: (M.Ö. 4000-3500)
Tel Obeid halkının en önemli ve gelişmiş merkezlerinden
birisi Eridu şehridir. Eridu şehri döneminin en büyük şehri
haline gelerek Tel Obeid kültürünün öncülüğünü yapmıştır.
Eridu; kendi tapınağına sahip olan büyük bir şehirdi. Bu
tapınak Güney Mezopotamya’da sonradan yapılacak olan
“Ziguratların” ilk şekliydi. 4.5 metre yüksekliğinde olan bu
tapınakta ibadet ve kurban masaları bulunuyordu. Büyük bir
salonun her iki ucunda yapılan odaların merdivenleriyle dama
çıkılıyordu. Dış duvarların mimarisi de, dönemine göre üstün
bir sanata sahip olup, sonradan yapılan Ziguratların da esin
kaynağı olmuştur.
6- Sami Toplulukları
Sami topluluklarının Ortadoğu’ya ne zaman ve nereden
geldikleri hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Fakat
bunların M.Ö. 4500 yıllarında Arabistan Yarımadası ve Suriye
çöllerinde yaşadıkları bilinmektedir. Kendilerine özgü dilleri
ve kültürleri olan Sami topluluklarının yaşam şekli, şimdiki
Bedevileri anımsatan yarı göçebe biçimindeydi. Küçük
topluluklar halinde hayvancılıkla uğraşarak, bir su
kaynağından diğerine sürekli göç etmekteydiler. Yaşadıkları
coğrafyanın çöl olması onların küçük topluluklar halinde
dağılmalarına neden olmuştur. Çölde dağılan bu küçük
topluluklar Akdeniz kıyısının (Filistin, Lübnan), Suriye ve
Mezopotamya’nın yerleşim olanaklarını ve yüksek yaşam
koşullarını keşfetmiş ve bu alanlara hızla yayılarak,
yerleşmeye başlamışlardı. Buna tarihte Mezopotamya’nın
“Samileşme” süreci de denilmektedir. Önce küçük gruplar
halinde Fırat nehrini geçerek Mezopotamya’da bulunan
yerleşik toplulukların etrafında konumlanan Sami topluluklar,
giderek buralardaki yerleşik kültür ve topluluklarla
kaynaşarak iç içe geçmiştir. Genelde evrimsel bir ivmede
gerçekleşen bu yerleşmenin yanında, bazı dönemlerde
dalgalar biçiminde de Mezopotamya’ya Sami kavimlerin
girişi olmuştur.
9
Suriye Rejimi
İnsanlık Suçu İşliyor
Suphi AKSOY
Suriye’de Esad rejimi, Suriye halklarına karşı işlediği
suçlar nedeniyle uluslararası bir sanık haline gelmiştir.
Çünkü halkın talepleri askeri güçle bastırılmaya
çalışılmış, bunun için de Suriye rejimi binlerce sivilin
kanını dökmüş ve hayatlarına son vermiştir. Bu vahşi
uygulamalar nedeniyle Sunni ve Şii mezhebine bağlı
Arapların önemli bir kesiminin Dürzilerin, Kürtlerin ve
geç de olsa Süryanilerin önemli bir kesimi ile diğer halk
topluluklarından binlerce kişinin, dolayısıyla
milyonlarca Suriye’linin desteğini kaybetmiştir.
Böylece rejim yönetilenlerin nefretini kazandığı için
yönetemez bir duruma gelmiştir.
İlk büyük Sami kavimlerinin yayılma dalgası M.Ö. 4000
yıllarında Tel Obeid kültürünün doruk noktasını yaşadığı
dönemde gerçekleşti. Suriye çölünden Fırat nehri üzerinden
geçerek, Tel Obeid halkının bulunduğu Güney
Mezopotamya’ya kadar uzanan
Sami toplulukların bu göç dalgaları
sonucu Mezopotamya’daki etkileri
de arttı. Çalışkanlıklarıyla bilinen
Sami toplulukları, Tel Obeid
halkıyla kaynaşarak, onların
oluşturduğu
ileri
kültürden
yararlanmış ve böylece medeniyetin
temellerine hızlı bir şekilde ulaşıp,
inşa ederek güçlendirmişlerdir. Bu
süreç içinde Kuzey ve Orta
Mezopotamya’ya
tamamıyla
yerleşen Sami toplulukları, yerleşik
yaşamda, ziraatçılık ve hayvancılık
alanında ilerlemeler sağlamışlardır.
Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği’nin Suriye özel
temsilcisi Kofi Annan’ın hazırladığı planın Beşar Esad
tarafından kabul edilmesi, geçmişte olduğu gibi zaman
kazanma taktiğinden başka bir şey değildir. Bütün
dünya Beşar Esad’ın oynadığı tiyatroyu bir yıldan beri
seyretmektedir.
İkinci
büyük
Sami
topluluklarının göç dalgası M.Ö.
3000 yıllarında gerçekleşti. Bu
dönemde
Samilerin
yoğun
yaşadıkları bölgeler gittikçe güneye doğru ilerlemiştir.
Mezopotamya’nın güneyinde tarihin bilinen ilk devletleşme
süreci gerçekleşiyordu. “Sümer Uygarlığı” adı verilen bu
yerleşik kültürle iç içe geçen Sami toplulukları, bu uygarlıktan
çok şey almış, bu uygarlığa da dinamik- savaşçı insan
yapılarıyla çok şey katmış, yayılmasında ön ayak olmuşlardır.
Genelde Sümerler için ücretle askerlik yapan Samiler, Sümer
şehirlerine zamanla yerleşmişlerdir. Bu konuda yaşanan iç içe
geçmişlikten Tevrat’ta da söz edilmektedir. Tevrat’ta bazı
Sümer kral isimleri arasında Sami isimleri de geçmektedir. Bu
süreç ile birlikte, sosyo-ekonomik koşullar Mezopotamya’nın
merkezinde yaşayan Samiler ile Fırat ile Akdeniz arasında
yaşayan Samileri birbirinden ayırmaya başlamıştır. Güney
Mezopotamya’daki olumlu yaşam koşulları, medeniyetin ve
yazının keşfedilmesi, Doğu Samilerin Batı Samilerden daha
üstün bir kültüre sahip olmasına yol açmıştır. Kültürün
yanında, dilde de zamanla farklılıkların baş gösterdiği
görülmektedir. Aynı kökten gelen Sami dili Doğu ve Batı diye
ikiye ayrılmıştır.
Birleşmiş Milletler genel kurulunda Tunus ve
İstanbul’da Suriye’ye ilişkin yapılan toplantılarda dünya
ülkelerinin çoğunluğu Beşar Esad yönetimine karşı tavır
almış ve rejimle olan bağlarını gözden geçirmiştir. Bu
anlamda Beşar Esad rejimi uluslararası hukuka göre
suçüstü yakalanan bir sanık haline gelmiştir. Bu sanık
ağır bir yargı sürecinden geçmektedir. Ancak sonunu
gördükçe
daha
da
saldırganlaşmaktadır.
Saldırganlaştıkça da ülke içinde ve dışında muhalifleri
çoğalmaktadır. Suriye halklarına karşı düşmanlık
besleyen rejim komşularıyla da kavgalı bir konuma
düşmüş ve üyesi olduğu Arap Birliğinden de atılmıştır.
Devamı gelecek sayıda
Beşar Esad diktatörlüğü ilk önce Suriye halkına karşı
yaptığı baskılar nedeniyle kendi gücünü kaybetmeye
başladı. Güç kaybettikçe de daha fazla saldırganlaştı ve
dönülmez bir yola girerek kendi sonunu her gün biraz
daha hızlandırmaktadır. Ayrıca dünyaya yalan söylediği
için meşruiyetini kaybederek teşhir ve tecrit olmuştur.
Dolayısıyla Beşar Esad’a ve onun yakın çevresine karşı
birçok ülke yaptırım kararları almıştır.
Suriye rejimi ayakta kalmak için bugüne kadar
dinleri, mezhepleri ve farklı etnik kimlikleri
kullanmıştır. Bu arada sinsi politikalarla en çok
susturmaya ve kendine bağlamaya çalıştığı Süryani
halkı olmuştur. Ancak 1 Nisan 2012’de Süryani halkının
siyasi duruşu bakımından yeni bir tarih yazılmıştır.
Süryani halkı 1 Nisan’dan itibaren ülke içinde ve
dışında rejimin baskılarla egemen kıldığı korkuyu yenerek ulusal, tarihsel ve kültürel taleplerini ortaya koyarak
gasp edilen haklarını elde etmek için sesini, mücadelesini Süryani Birlik Partisi’nin öncülüğünde bütün
dünyaya duyurmuştur. Bir Nisan direnişiyle rejimin
sahte politikalarına, halkın içinde yaratılan korkuya,
Süryani halkından olup da rejimin yanında yer alan
çıkarcılara ağır bir darbe vurulmuş ve yapılan
tutuklamalar, saldırılar Süryani halkının mücadelesini
geriletememiş; tam tersine güçlendirmiştir.
Suriye tarihinde ilk kez, Süryani halkı adına ve onun
siyasi partisinin öncülüğünde ulusal, örgütsel bir eylem
ortaya konulmuştur. Yapılan bu eylem her türlü saldırı,
ölüm dahi göz önüne alınarak yapılmış; halkın özgürlük
özlemleri ve iradesi laikiyla temsil edilmiştir. Böylece
Süryani halkına yönelik olumsuz yorumlar ve bakış
açısı da değişmeye başlamıştır. Çünkü Süryani halkı
siyasi irade olarak Suriye devriminin bir parçası
olduğunu; demokrasi, özgürlük isteyen halklarla omuz
omuza, el ele olduğunu ortaya koymuştur.
‫܀܀܀܀‬
10
Sayı 3 Mayıs 2012
1 MAYIS’TA HERKES ORADAYDI
Türkler, Kürtler, Lazlar, Araplar, Süryaniler, Ermeniler,
Gürcüler, Çerkezler, Hristiyanlar, Aleviler, Sünniler,
Ateistler, Muhafazakarlar, LGBT’ler, Kadınlar, Erkekler,
Yaşlılar Çocuklar, İşçiler, Memurlar, Sanatçılar; kısacası
herkes oradaydı.
"Antikapitalist Müslüman Gençler" olarak adlandıran
grubun ise taşıdıkları pankartlarda 4 ayrı dilde "Kölelere
Özgürlük" yazıyordu. Fatih Camisi'nde hayatlarını
kaybeden işçiler için gıyabi cenaze namazı kıldıktan sonra 1
Mayıs alanına giren Antikapitalist Müslüman Gençlerin,
ellerinde taşıdıkları dövizlerde Kuran ve İncil'den ayetler
bulunuyordu.
1 Mayıs kutlamalarının müdavimi olan İşçiler, Memurlar,
Öğrenciler de Taksim’de hazır bulunanların arasındaydı.
Herkesin kendi sendikası, örgütü, grubuyla birlikte ayrı
ayrı yürümesine rağmen gönülleri, talepleri ve bağırdıkları
sloganları aynıydı.
Türkiye, tarihinin en renkli 1 Mayıs’ını kutladı. Tarihinde
“kanlı kutlamalar”ın da bulunduğu 1 Mayıs kutlamalarında
bu yıl en az iş polislere düştü. Bugüne kadar yapılan kutlamalar içinde en az polisin görev aldığı 1 Mayıs, bir şenlik
havasında geçti. Ayrıca bu sene Taksim Meydanı’ndaki ana
kürsüden, aralarında Süryanicenin de bulunduğu değişik
dillerde 1 Mayıs’ın kutlanması da dikkat çekiciydi.
Değişik sendika, parti, siyasal örgüt, taraftar grubu, öğrenci
ve daha birçok sivil toplum kuruluşunun katıldığı İstanbul
Taksim’deki kutlamalarda en çok ilgiyi, devletin şehir
tiyatrolarına yönelik tavrı nedeniyle gündem olan sinemacı
ve tiyatrocular gördü. Daha önceki katılımlardan daha
büyük bir katılımla 1 Mayıs kutlamalarına katılan sanatçılar
herkesin
odağı
durumundaydı.
“Yaşasın 1 Mayıs”
sloganının 14 ayrı dilde
yazıldığı
pankartla
yürüyen
Halkların
Demokratik Kongresi
korteji bir anlamda
Türkiye’nin
bütün
renklerini bir araya
getirme ve her ortamda
onları temsil etmeye
çalıştığını gösteriyordu.
Taksime doğru yapılan
yürüyüşün başka bir
yerinde; “Kendileri Konuşsalar Halklar Hemen Dost Olur”
pankartı altında bir arada yürüyen, “Halkların Anayasası”na
imza atan farklı halk grupları da Türkiye’nin renkliliğini
göstermeye çalışıyordu. Attıkları farklı dillerdeki sloganlar
ve taşıdıkları dövizlerle de tam bir “farklılığın bir
aradalığı”nı gösteriyorlardı.
Bu yılki kutlamalara ilk kez katılan ve kendilerini
Günümüzde, özellikle Türkiye’de gittikçe belirli çevrelerin
denetimine girmeye başlayan spor kulüplerinin taraftarları
da 1 Mayıs yürüyüşü yapanların arasında yer alıyordu.
Galatasaray’ın “Tek Yumruk” Fenerbahçe’nin “Sol Açık”
ve Beşiktaş’ın “Çarşı”sı oradaydı. Yanlarına ilişen başka
taraftarları da bağrına basan bu gruplar; sosyalist içerikli
pankartları taşıyor ve özellikle Che’nin resmi yer alan
flama ve kaşkolları sallayarak ortak bir mücadelede yan
yana olduklarını herkese göstermeye çalışıyorlardı.
Bu yılki 1 Mayıs kutlamalarında belki de en fazla ilgiyi
çeken gruplardan biri de gösteri sanatları emekçilerinin
oluşturduğu gruptu. Kimisi palyaço kostümü, kimi ayağına
bağladığı direkler, kimi piknik, kimisi de “jon” kıyafetiyle;
ama hepsi de bir arada oradaydı. Üstelik hem taşıdıkları
pankart ve dövizler, hem kullandıkları sloganlar, hem de bu
sloganları kullanış biçimleri tam da gösteri sanatçılarına
layık bir durumdaydı. Hakkını vermek gerekir: Halk da
gereken ilgiyi esirgemiyordu onlardan.
Bütün bu artıların yanında eksik olan şeyler de vardı:
Polisler. Onlar her zamankinden daha az bir sayıyla yürüyüş
kollarında meydandaki
yerlerini almışlardı.
Polisler belki slogan
atmıyorlardı
ama
aramaların yapıldığı
yerlerde yürüyüşçülere
gösterdikleri
kolaylıklarla günün
daha
da
güzelleşmesine
katkılarını sundular.
İki ayrı koldan Taksim
alanına doğru yürüyen
kollar, attıkları sloganlarla
seslerini
duyurmaya çabalarken; “Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya Hep
Birlikte Ya Da Hiç Birimiz” sloganıyla her tarafın ilgisini
sıcak tutmaya çalışıyorlardı.
1 Mayıs alanda yapılan konuşmalarla son bulurken; rahat
bırakılırlarsa, bir arada ne de güzel yaşanabileceğini herkese
gösteriyorlardı, orada olan herkes...
‫܀܀܀܀‬
Ermenistan'da Süryani Soykırımı Anıtı Açıldı
Geçtiğimiz günlerde Süryani Soykırımı’nın tanınmasını için
parlamentoya sunulan teklifi görüşmeyi kabul etmeyen
Ermenistan’da 1915 Süryani Soykırım anıtı açıldı.
Ermenistan'da yaşayan Süryanilerin
yöneticilerinden Arsen Mikhailov
tarafından açılan anıt, Ermenästan’ın
Başkenti Erivan’da bulunuyor.
Anıtın açılışında kısa bir konuşma
yapan
Mikhailov;
“Ermeniler,
Süryaniler ve Rumların, Osmanlılar’ın
elinden çektiği acılar unutulmadı. Bugün burada açılışını
yaptığımız bu anıt da unutulmayan bu acıların bir sembolüdür.“
dedi. Mikhailov ayrıca; 1915 yılında yapılan soykırımın
tanınması için de Türkiye’ye çağrıda bulundu.
Ermenistan Cumhuriyetçi Parti (ECP) Genel Başkan Yardımcısı
Galust Sahakyan’ın da hazır bulunduğu açılış töreninde
Mikhailov; anıtın yapım
sürecinde
yaptıkları
katkılardan
dolayı
Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan
ve Ermenistan yönetimininİ
şahsında bütün Ermeniler’eD
teşekkür etti.
M
Şu anda Ermenistan Parlamentosunda çoğunluk partisi olan
ECP Genel Başkan Yardımcısı Galust Sahakyan ise yaptığıA
konuşmada; ″Ermeni toprağı sadece Süryaniler’i kabul etmedi,
burası aynı zamanda Süryaniler‘in de yurdu. Ermeni halkıy
y
sizleri anlıyor ve kaderlerimizin bir olduğunu biliyor.
Dolayısıyla birbirinden uzak ve farklı halklar olduğumuzu asla
A
düşünmedik.″ dedi.
U
y
M
O s m a n l ı
y
İmparatorluğu
döneminde yapılan
T
S ü r y a n i
Soykırım’na ilişkin
g
daha önce Fransa
v
ve Avustralya’da
i
A
anıtlar
açılmış,
Av u s t r a l y a ’ d a k i
A
anıta, kimliği belirsiz kişiler tarafından defalarca saldırıdak
M
bulunulmuştu. Benzer bir anıtın İsveç’te de açılması konusunda
çalışmalar yapılıyor.
A
‫܀܀܀܀‬
g
Sayı 3 Mayıs 2012
11
Diriliş Bayramı’nı Birliklte Kutladılar 2015 kozumuz: “Türk diasporası”
Almanya’nın Türkiye’deki Büyükelçisi Eberhard Pohl, Diriliş Bayramını yurtdışından
Turabdin’e dönen Süryani ailelerle birlikte kutladı.
Baskın ORAN
Tamam, masum arkadaşları ve abileri 1973’ten sonra ASALA tarafından katledildi. Yani,
14 Nisan’da Eşi ve danışmanı ile birlikte Turabdin!ne gelen Almanya Büyükelçisinin T.C. Dışişleri, Ermeni meselesinde hislerine kapılmaya müsait bir kurum. Ama o kadar da
ziyaret ettiği ilk yer, şu andaki bütün yerleşimcileri kesin dönüş yapan Süryaniler olan değil. Başlatmak üzere olduğumuz fecaat, doğrudan hükümetin eseri.
Uludere’sinden tut, Taksim “Piç” mitinglerine kadar AKP popülizmi iç politikada çok
Kafro (Elbeğendi) köyü ve bu köyde yapımı tamamlanan Kültür Merkezi oldu.
kötüye gidiyor. Gitsin varsın; kapaklanacak ve gitmemeyi öğrenecek. Ama dış politikada
Türk-İslam Sentezciliği yapıp bir kapaklandın mı, zor kalkarsın. İki halk arasındaki
Turabdin Metropoliti tarafından Midyat’taki
düşmanlığı giderek azaltmanın tek çaresi sivil toplumun (NGO) önünü açmak iken, şimdi
Mart Şmuni kilisesinde icra edilen Diriliş
tam tersini yapmaya soyunduk: Devletimizin öncülüğünde, Türk ve Azeri GONGO’larının
Bayramı ayinine katılan Büyükelçi yaptığı
önünü açıyoruz. GONGO, yani sivil toplum görünümü altında, devletin/resmî ideolojinin
Ziyaret esnasında Mor Gabriel Manastırı ile
askerliğini yapan dernekler.
birlikte Turabdin’deki Süryani köylerini de
Pazarlama’nın kuralları
dolaşatı.
Özüne inildiğinde, olay basit: Türk-Azeri tezlerinin dünyaya pazarlanması. Yalnız,
pazarlama bir bilimdir ve sanattır. Olmazsa-olmaz kuralları vardır:
Büyükelçi, yaptığı ziyaretlerde kendisine
1) Malın niteliği. Bol reklamla satacağın mal, belli bir kalitenin çok altında olamaz. Oysa
eşlik eden Süryani Dernekleri Feredasyonu
malımız, kendi halkımızdan bir asırdır özenle sakladığımız Ermeni meselesini 1973’teki ilk
Başkan ve yöneticilerinden de bölgede yaşayan Süryanilerin durumu hakkında bilgi aldı. cinayetle nihayet öğrenmeye başladığımızdan beri, hep aynı mal: “Biz onlara soykırım
yapmadık, onlar bize yaptı”.
2) Pazarın ve alıcının niteliği. NasılMüslüman mahallesinde salyangoz satamazsan, bu
Midyat ve çevre köylerindeki ziyaretlerini tamamlayan Büyükelçi daha sonra Mardin’e
geçti. Burada Deyr-ul Zafaran Manastırı, Kırklar Kilisesi ve Mardin’deki tarihi yerleri malı da dünyaya satamazsın. Şimdi tırmanacağımız ring, 1920’lerden beri Ermenilerin tapuziyaret eden, yöneticilerinden bilgi alan Büyükelçi son Ziyaretini ise Mardin Valiliği’ne sunda; anca patak yiyip idman verirsin. Dünyanın hiçbir ülkesinde “Ermeni Meselesi”
denmiyor; “Ermeni Soykırımı” deniyor. Ayrıca, şimdi diasporaya gideceğiz, “Biz size
yaptı.
soykırım yapmadık. Gelin Türkiye’ye, sizi ağırlayalım, kendiniz görün” diyeceğiz. Açtığımız
toplu mezarlara da götürürüz, herhalde.
Yaptığı ziyaretlerden çok etkilendiğini ve bölgede yaşayan Süryanilerin durumuna ilişkin
3) Pazarlamacının niteliği. İşin ustası olmalı, diplomatça hareket etmeli, güler yüz
duyurucu bilgilere ulaştığını söyleyen Almaya Büyükelçisi Eberhard Pohl daha sonra göstermeli, tatlı dil kullanmalı, müşteriye asla terslenmemeli, inandırıcı olmalı. Bu fevkalade
Mardin’den ayrıldı.
‫ ܀܀܀܀‬önemli öğeden bugün biraz bahsedelim.
MEZO-DER’DE SEYFO ANMASI YAPILDI
İstanbul’da Süryanilerin kurduğu sivil toplum örgütü olan Mezopotamya Süryani Kültür ve
Dayanışma Derneği’nde (Mezo-Der) 22 Nisan 2012 Pazar günü, 1915 yılında gerçekleşen
Seyfo (Kılıç) olayları anma etkinliği düzenlendi. Çeşitli konuşmaların yapıldığı anma
etkinliğinde, dinleyiciler de Seyfo konusunda konuşmacılara çeşitli sorular sordular. Seyfo
anma etkinliğine konuşmacı olarak Tarih öğretmeni ve araştırmacı yazar Muzaffer İris,
Mezopotamya Kültür Derneği yönetim kurulu üyeleri Tuma Özdemir ve Edip Arslan katıldılar.
Anma etkinliği Seyfo kurbanları için 1 dakikalık saygı
duruşuyla başladı. Oldukça fazla sayıda katılımın
olduğu etkinlikte; Seyfo’nun ne olduğu, o dönemde
yaşayan Süryaniler arasında kimlerin etkilediği ve
yaşanan bu insanlık trajedisinin faillerinin kimler
olduğu üzerine konuşmalar yapıldı. Ayrıca Seyfo
öncesi ve sonrası Süryanilerin bölgdeki (Mardin,
Adıyaman, Diyarbakır, Adana, Siirt, Elazığ, Harput,
Urfa, Hakkari, Van ve Kars) durumu ile bu bölgede
yaşayan komşu halklarla ilişkiler, Araştırmacı-yazar
Muzaffer İris tarafından anlatıldı. İris ayrıca; Osmanlı nufüs sayımlarından yola çıkarak,
yaşanan katliam ve tehcirle Hıristiyan nufüsün nasıl azaldığını çarpıcı bir şekilde göstermeye
çalıştı.
Toplantıyı izlemeye gelenler arasında bulunan yaşlı Süryani bireyleri de Seyfo olayına ilişkin
olarak anılarını ve yaşadıklarını dernekte bulunan insanlarla paylaştılar. Aynwerd köyünden
olan Hobil Aksoy Seyfo zamanı yaşayan akrabalarından duyduğu anlatımları Süryanice olarak
anlattı. Hobil Aksoy, Aynwerd köyünde yaşayan Süryanilerin kendi köylerine katliam için
gelen askeri birlikleri geri püskürttükten sonra diğer Süryani köylerinde (Bote, Keferze, Arnas
vb gibi) yaşayan kardeşlerine yardıma nasıl koştuklarını anlattı. Akrabalarının, Bu olaylarla
ilgili birçok anlatımın aralarındaki sohbetler sırasında çokça paylaşıldığını belirten Hobil
Aksoy’un Süryanice konuşması anında tercüme edildi ve dinleyicilerle paylaşıldı.
Ayrıca Seyfo anma etkinliğini takip etmeye gelen izleyicilerden bazıları da soru ve görüşlerini
konuşmacılara yönelttiler. Halkların Demokratik Kongresi ilçe meclisi temsilcisi temsilcisi
Murat Canoğlu, tarihsel süreçten ve Seyfo’da komşularına yaşattıkları acılardan dolayı pişman
olduklarını ve Süryani halkından bu nedenle özür dilediğini ifade etti.
Anma toplantısının sonunda konuşmacılar; Süryaniler’in Seyfo’yu yapılacak değişik
etkinliklerle, beraber yaşadıkları halklara anlatmaları ve bu meselenin bu topraklarda çözülmesi
gerektiğini ifade ettiler.
Ş. Boyacı
Kardeş Azerbaycan diplomatı
Umarım farkındayız: Biz bu 73 model çürümüş malı, bu GONGO’lar eliyle
pazarlayacağız. Mesela, “diplomatik” demişken, ortak çalışacağımız Azeri diplomatlardan
başlayalım. “Azərbaycan Rəspublikasının Səfirliyi” antetli kağıda, Azeybaycan
Büyükelçiliği’nden Basın Müşaviri Elsever Salmanov 10 Nisan 2012’de yazıyor:
“Yazılarınızı yıllardan beri takip etmekteyiz. Azerbaycan’a olan nefretiniz yazılarınızda
bariz bir şekilde görülmektedir. Türkiye-Azerbaycan ilişkilerine dair kasıtlı bir şekilde
düşmanlık oluşturma gayretleri; Azerbaycan’ı Türkiye toplumuna ‘kötü’ gösterme azmi
düşüncelerinizin ve kimliğinizin birer habercisidir.” “Bana, bundan sonra, bu türden milliyetçi resmî propaganda malzemesi göndermemenizi istirham eder, iyi günler dilerim” diye
yazışım üzerine, cevabı: “Ben elbette size yazmak istemezdim. Lakin elinizde
bulundurduğunuz gazete köşesini bir ‘dükkan’ gibi kullanmanız beni buna mecbur etti.”
TTK’dan Profesörümüz
Aslında, sıradan bir basın müşavirine kızmamak lazım, bizim TTK Ermeni Masası
Başkanı Prof. Dr. Kemal Çiçek’in TV’de Garo Paylan’a söyledikleri varken: “Hrant Dink’i
Taşnaklar öldürdü”. Bonus olarak da: “Sonunuz California’da biter” (Bianet, 30.04.2012).
TTK Başkanı bunları niye der? Çünkü o koltukta bunun için oturtulmaktadır ve çünkü,
Dışişleri’nin başına bugüne kadar gelmiş en geniş ufuklu bakan Davutoğlu da şöyle
demektedir: “23 Nisan ile 24 Nisan’ın bizim için gün olarak bir özel farkı yok. 23 Nisan
ulusal egemenlik bayramınızı da kutluyorum bu vesileyle. 24 Nisan’a bu derece önem
atfetmeniz de doğru değil. Yarın da 25 Nisan, hayırlı olsun”. Davutoğlu ki, iki halkı
barıştıracak protokollerin mimarı idi, kendisine istihza pek yakışmıyor. ‘Devlet aklı’ demek
ki böyle bir şey: ‘23 Nisan’ı kutluyor, 24 Nisan için de ortak acıları paylaşıyorum’ bile
demiyor. Niçin? Çünkü Başbakanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin soykırım gerekçesiyle
tutuklama kararı çıkaracağı Sudanlı El Beşir hakkında “Bir Müslüman soykırım yapamaz”
demiştir (Vatan, 8 Kasım 2009).
İmamlar böyle olunca…
…cemaati tahayyül edin. Özellikle de, diasporamızdakini. Bunun orkestrasyonunu,
ABD’den Kayaalp Büyükataman başkanlığındaki “Turkishforum/Dünya Türkleri
Birliği”yapıyor. Bu Pantürkçü dernek/site, Azeri sitelerinde (kendi ifadelerine göre “üç kez”)
dolaşan bir yazıyı alıp, benim nüfustaki adımın Baskın Oranyan olduğunu ilan etmiş (Vazken
akıllarına gelmemiş; ufuk yok ki), sonra da yaptığı daha gelişmiş ırk araştırmaları sonucu
Arnavut kökenli olduğumu öğrenerek beni “aklamış”tı (bkz. 20.02.2011 tarihli R-2 yazım).
Bu cemaatten bir birader yazıyor, adresi [email protected] olduğuna göre muhtemelen Kanada’dan:
“Sayin Baskin ORAN, Senin gibi cahil, vatan haini, okudugunu anlamayan, ulke dusmani
ve yabanci ajanlari oldukca memlekete ve millete piclik yapmak son bulmayacaktir. Bana
adam gibi cevap verirsen seninle kibarca yazisirim. Aksi takdirde birak o ulkenin vatandasligini, cek git ait oldugun ulkede ve toplumda konus.”
Uluslararası eposta trafiğinde çok aktif bir hanım, grubuna yazıyor, bana da cc’liyor;
mantık tutarlılığını izleyiniz: “Ermenistan'da yaşayanlara Ermenistanlı demek gerekirmiş!
Peki, öyle diyelim. Bizim vatandaşlarımız olup da Ermeni kökenli olanlara ne denecek? Her
zaman dendiği gibi, ‘Ermeni’ denecek, doğrusu bu. Onlar ‘Ermeni’ ama bizler Türk değil,
‘Türkiyeli’! ‘Ermeni’ denilecek, ırkçı olunmayacak ama ‘Türk’ denilirse, ırkçı olunacak?!
Mantığa bakar mısınız?” Şöyle bitiriyor, büyük harflerle: “Ataları adına Türklerden özür
dilemeli! Türk soykırımı yaptılar, bizlerden özür dilemeliler!”
Muhtemelen Fransa’da yaşayan bir diğerinden, tabii yine kes-yapıştır ile: “Tecrih Osmanli
toprakli icerisinde yapilmistir. Buna nakil dahi denilebilir. Istanbul, Izmir gibi illerde ermeniler huzur icerisinde yasarlarken o bölgede ki ermeniler neden nakil edildiler bunu düsünmek gerekir. Herhalde durduk yerde hadi sunlari gönderelim denmedi !” Bazı mesajların
altında özdeyişler mevcut: “Vatan aşkı maya gibidir; sütü bozuk olanlarda tutmaz! Umut
bütün enerjilerin kaynağıdır!”
Türkiye’nin 16 Nisan’da ilan ettiği 2015’e hazırlık stratejisinin enerji kaynağı, ayranım bu
yarısı su, işte bu insan sermayemiz. Bu sermayeden bin adedini, Azerbaycan’ın bayraklarını
söktüğü Bakü Türk Şehitliği’nde yatan askerlerimizin toprağa düşmesini simgeleyen 15
Eylül’de anavatanda ağırlayıp, seferberliği başlatacağız hayırlısıyla. Gazamız mübarek,
yardımcımız Tanrı olsun, veleddalin amin…
‫܀܀܀܀‬
12
Sayı 3 Mayıs 2012
‫܀܀܀܀‬
Sayı 3 Mayıs 2012
‫܀܀܀܀‬
‫܀܀܀܀‬
13
S. 12
S. 13
Download