ZİFİRİ KARANLIKTA SÜRYANİCE YIL 2 SAYI 13 MART 2013 Bir de bunları dinleyin 27 Şubat’ta Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Siyasi İşler Bölüm Başkanı Michael MİLLER, AB Türkiye Delegasyonu Siyasi Danışmanı Sema KILIÇER ile birlikte Türkiye’deki azınlık basın temsilcileri ile görüştü. İnsan Hakları, azınlık sorunları, çözüm önerilerini ve yaşanan gelişmelerin konuşul- Qadmoyutho ÇÖZÜLMENİN VE ÇÖZÜMÜN KURBANI SÜRYANİLER İnsanlık tarihi boyunca toplumsal yapıların çözülmesi sürecinde bazı kesimler kurban olmuştur. Ayrıca ortaya çıkan siyasal ve diğer temel sorunların çözümüne gidildiğinde de kurbanlar verilmiştir. Verilen kurbanlar bazen uygarlıklar yaratan halklar olmuş, bazen de ömürlerini halkların davasına adayan siyasetçiler veya aydınlar olmuştur. Devamı Say. 4 Anadil erinde bağırdılar Türkiye'de 18, Dünya genelinde ise 2 bin 473 dilin kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir dönemde Taksim meydanında bir araya gelen farklı halklardan insanlar, Dünya Anadil gününde beraber yürüdüler. duğu görüşmeye AGOS’tan Pakrat ESTUKYAN, APOYEVMATİNİ’den Mihail VASİLİADİS, HYETERT’ten Murat BEBİROĞLU, Beyoğlu-İstiklal Caddesi boyunca, "AnadilİHO’dan Andrea ROMBOPULOS, JAMA- lere özgürlük istiyoruz" yazılı pankartın NAK’tan Ara KOÇUNYAN, MARMARA’dan arkasından yürüyen ve değişik dillerde slogan Rober HADDELER, SABRO’dan Tuma ÇEatan yürüyüşçüler, Galatasaray Lisesi önünde LİK ve ŞALOM’dan Ivo MOLİNES katıldı. S. 4 konuşmalar yaptılar. S. 5 “Kadın ne kadar örgütlenirse o kadar güçlenir” Demokratik bir toplumu geliştirme perspektifiyle hareket eden HNB SüryaniAsuri-Arami-Keldani kadınını yaşamın her alanında güçlü bir şekilde temsil etmeyi ve geliştirmeyi hedeflemektedir. “Biliyorsunuz, dili, kültürü ve birçok değeri yaşatan nesilden nesile aktaran kadınlardır. Dolayısıyla kadınlarımız, halkımızın yaşadığı zor koşullarda asimile olup yok olmasını engelemişlerdir... Günümüzde Diasporada ve ülkede kalan kadınlar genel gelişmelerin etkisiyle önemli oranda aydınlanarak birçok konuda söz sahibi olmaya başladılar. Siyasal, toplumsal kurumlarda yer alarak yönetici özelliklerini ve güçlerini büyük bir fedekarlıkla ortaya koydular... Artık kadınlarımız halkımızın ulusal birliğine büyük bir hizmet vermekte ve ülkeye sahip çıkmaktadırlar” S. 2 Dolayısıyla verilen mücadeleler kaybeden ve kazanan insanların prensiplerine göre yol almıştır. Tarihsel süreç içerisinde insanda ortaya çıkan egemenlik ve bencillik hırsı düşünce kapasitesini ve vicdan adaletini sınırlandırmış ve böylece büyük trajediler defalarca tekrarlanmıştır. Osmanlı imparatorluğu çözülmeye başlarken birçok halkı kendine hedef seçerek onlara yöneldi. Süryani, Ermeni, Rum halklarına ve diğer dinsel kültürel topluluklara karşı soykırımlar gerçekleştirdi. 21 Şubat Dünya Anadili Günü’nde, Süryani halkı ve Süryanice dili hakkında bilgi verilen bir gece düzenlendi. İstanbul Beyoğlu’ndaki Karanlık İşler mekânında düzenlenen gecede Süryanice ilahi ve ezgiler eşliğinde misafirlere Süryani Mahlep şarabı ve çöreği ikram edildi. Ünlü müzisyen Bedri AYSELİ’nin de katıldığı gecenin sonunda herkese, Süryanice Alfabe’nin yer aldığı levhalar dağıtıldı. S. 10 KÖPRÜ SÜRYANİ FUTBOL OKULU MEZOPOTAMYA’NIN GERÇEKLİĞİ . . Kullanılan kavramları tanıyalım SALAM TAKTİĞİ OLİTİKA Tuma ÇELİK Mihayel RABO Suphi AKSOY Baskın ORAN Okuyuculardan Sayfa 3 Sayfa 7 Sayfa 9 Sayfa 11 Sayfa 13 2 Sayı 13 Mart 2013 Söyleşi Gabriel AYDIN “Kadın ne kadar örgütlenirse o kadar güçlenir” Demokratik bir toplumu geliştirme perspektifiyle hareket eden HNB Süryani-Asuri-Arami-Keldani kadınını yaşamın her alanında güçlü bir şekilde temsil etmeyi ve geliştirmeyi hedeflemektedir. 8 Mart 1857’de Amerika’da onbinlerce işçi daha iyi çalışma koşulları için greve başladı. Grevdeki işçilere yapılan saldırılar ve bu saldırı sonucunda çıkan yangında çoğu kadın 129 insan katledildi. Daha sonra katledilen bu insanların cenaze törenlerine ise binlerce insan katıldı ve o günden sonra 8 Mart mücadele ve direnişin sembolü oldu. değeri yaşatan nesilden nesile aktaran kadınlardır. Dolayısıyla kadınlarımız, halkımızın yaşadığı zor koşullarda asimile olup yok olmasını engelemişlerdir. Bugün bu durumu daha da ileriye götürerek, mücadele etme ve değerlere sahip çıkma bilinci gelişmiştir. Artık kadınlarımız halkımızın ulusal birliğine büyük bir hizmet vermekte ve ülkeye sahip çıkmaktadırlar. 1910 yılında Danimarka’da toplanan 2. Enternasyonale bağlı, Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara ZETKİN’in önerisiyle bu tarih, yani 8 Mart, “Dünya Kadınlar Günü” olarak edildi. Tabi bu durum yani bu şekildeki kadınlarımız fazla olduğunu söyleyemeyiz. İşte bunu geliştirmeyi ve çoğaltmayı HNB’nin görevi olarak görüyoruz. Daha sonra, 16 Aralık 1977 tarihinde ise Birleşmiş Milletler, 8 Mart'ı "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılması ve kutlanmasını kabul etti. Sabro olarak bizler de bu sayımızdaki söyleşi bölümünü, Süryanilerin tek kadın örgütü olan HNB (Bethnahrin Kadınlar Birliği) ile yapmayı uygun gördük. Merhaba. Bizi önce kendinizi tanıtırımsınız. Kısaca kimsiniz? Her şeyden önce, Dünya kadın mücadelesi açısından önemli bir kazanım olan 8 Mart Dünya Kadınlar Gününün kutlandığı bir dönemde yaptığınız bu söyleşi için teşekkür ederim. Adım Neriman ÖZGÜN. Süryanice; Huyodo d’Neşe d’Bethnahrin (HNB) olan Bethnahrin Kadınlar Birliği’nin genel başkanıyım. Yaklaşık 10 yıldır bu görevi yürütüyorum. Süryani Kadınının durumu nedir? Genel olarak halkımıza karşı yürütülen imha ve inkâr politikaları sonucu kimliği ve örgütlenmesi yasaklanmış Süryani kadını ise buna ek olarak eğitimsiz bırakılıp toplumdan dışlanmaya çalışılmıştır. Ağırlaşan ekonomik ve toplumsal baskılar ve bölgedeki savaşlar nedeniyle halkımız yoğun bir göçün içine girdi. Bu arada Süryani kadını, yoğunlaşan baskıdan kurtulmayı göç etmekte görmeye başladı. Çünkü sonuçta yaşanan bütün saldırılar kadını etkiliyor ve hatta sokağa çıkışını engelliyordu. Günümüzde Diasporada ve ülkede kalan kadınlar genel gelişmelerin etkisiyle önemli oranda aydınlanarak birçok konuda söz sahibi olmaya başladılar. Siyasal, toplumsal kurumlarda yer alarak yönetici özelliklerini ve güçlerini büyük bir fedekarlıkla ortaya koydular. Bugün halkımız arasında eğitim görmüş yüz binlerce kadın bulunmaktadır. Biliyorsunuz, dili, kültürü ve birçok AYLIK SABRO (UMUT) BAĞIMSIZ SIYASI GAZETE Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni: Tuma ÇELİK Süryanice Sorumlusu: Yuhanun VERGİLİ Yönetim Yeri: Akçakaya Mah. Cumhuriyet Cad. No 40 Midyat-Mardin Basıldığı Yer: Anadolu Ofset, Davutpaşa Cad. Kazım Dinçol San. Sit. No: 81/87 Topkapı – İstanbul Basım Tarihi: Mart 2013 HNB ne için ve ne zaman kuruldu? Bethnahrin Kadınlar Birliği (HNB) Süryani kadınlarının ulusal, kültürel, tarihsel sorunlarına çözüm getirmek amacıyla kurulan bir örgüt. Bu örgüt halkımızın bütün kadınlarını isim, mezhep, bölge ayırımını yapmadan kucaklamaktadır. Ayrıca uluslararası düzeyde Süryani kadınlarının siyasal, toplumsal bir çatı örgütü olarak faaliyet yürütmektedir. Bethnahrin Kadınlar Birliği (HNB) yeni bölgesel ve uluslararası koşullara göre çağdaş, demokratik, özgürlükçü ve barışı esas alan bir programla geleceğe adım atmaktadır. Demokratik bir toplumu geliştirme perspektifiyle hareket eden HNB Süryani-Asuri-Arami-Keldani kadınını yaşamın her alanında güçlü bir şekilde temsil etmeyi ve geliştirmeyi hedeflemektedir. HNB ülkemizin tahribatına, halkımıza karşı yapılan soykırıma, baskıcı imha ve inkâr politikalarına karşı da demokratik bir mücadeleyi esas almaktadır. Cinsler ve halklar arasındaki dayanışmayı, bireyin özgürlüğünü ve laik bir sistemi savunmaktadır. İlişki Adresleri: Midyat: e-Mail: [email protected] Tel: +90 506 674 53 00 Mardin: Gabi YERLİ Tel: +90 482 212 79 79 Tel: +90 533 643 76 49 İstanbul: Edip ARSLAN Tel: +90 530 787 28 21 Kawme DİK Tel: +90 541 827 66 82 İsviçre: Habib RIMMO Tel: +41 32 623 92 07 Amerika: Nuran TAŞÇI +1 201 621 11 33 HNB, 28.02.2001 tarihinde yapılan kadın konferansıyla kuruldu. HNB bugüne kadar kadına özgü çalışmaları ve planlamalarıyla toplum içinde bilincin gelişmesine kaynaklık etmiştir. Asuri-Süryani-Keldani kadının sorunlarını görmesini ve ulusal mücadele etrafından aile, birey ve topluma hizmet amacıyla aktifleşmeyi sağlamıştır. Bu anlamda halkımızın tarihinde kurulan ilk siyasal ve toplumsal kadın birliğidir. Neden ayrı ve özgün bir örgütlenme? Süryani kadınları, diğer kurumlar içerisinde kendilerini ifade edemiyorlar mı? Kadın sorunu bütün insanlığın ve toplumsal kesimlerin bir kaç bin yıl önce başlayan ve ağırlaşarak devam eden temel bir sorundur. Dolayısıyla bize göre bu sorunun çözülmesi için özgün bir örgütlemeye ihtiyaç vardır. Çünkü kadın sorununu kökten alabilme ve çözümüne gidilebilmesi için kendi cins sorunlarinı kendisi tartışıp ve kendi özgun örgütlemesini güçlendırerek pratikte aşması gerekiyor. Kişilik özellikleri parçalanan ve dağıtılan kadın; insan olmanın özüne inerek kendini özgürleştirip kazanmalıdır diye düşünüyoruz. Bu anlamda kadın ne kadar örgütlü olursa, o derece güçlendirilebilinir diye düşünüyoruz. Bu durum kadının başka kurumlar içerisinde örgütlenmemesi anlamına gelmiyor. Ancak başka kurumlar içerisinde kadın sorununa eğilmek ve yoğunlaşmak mümkün olmuyor. Dolayısıyla kadın hep ikinci planda kalıyor. Işte bu yüzden ortak örgütlenme içinde çalışma yapılır ama özgün örgütlenme ve karar süreçlerine de ihtiyaç vardır. Ama görünen; Süryani Kadınının baskı görmediği ve toplum içerisinde eşit ve sözü dinlenen bir figür olduğudur. Oysa siz, bunun böyle olmadığını ve ezildiğini söylüyorsunuz? Neyi kıstas alarak böyle bir sonuca vardığınızı bilmiyorum ama böylesi bir durum doğru değil. Her şeyden önce bir kadının toplumda özgür ve güçlü olduğunu görebilmemeiz için, o topluda kadının konumunu, karar süreçlerindeki yeri ve toplumu şekillendirebilme gücünü bilmemiz gerekiyor. Bu çerçeveden baktığımızda da Süryani Kadınının sahip olduğu konumun hiç de söylendiği gibi açıkça ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki Süryani toplumunun kadın-erkek ayırımı yapılmaksızın sahip olduğu sosyal, siyasal ve örgütsel sorunları çok büyüktür. Devamı gelecek sayıda Genel Kurallar: Abone ve Reklam Fiatları: Banka Bilgileri: Gazetede yayınlanan yazılardan, altında imzası olan yazarlar sorumludur. Fiatı: 3,50 TL, 2,00 € (Yurtdışı) Ziraat Bankası, İstanbul/Beyazıt Şubesi Hesap Sahibi: Tuma ÇELİK Hesap No: 59447239-5001 IBAN: TR09 0001 0006 0659 4472 3950 01 SWİFT: TCZBTR2A Gazetenin imzasıyla yayınlanan yazılardan ise Genel yayın yönetmeni sorumludur. Kaynak göstermek kaydıyla, gazetede yayınlanan yazılar başkaları tarafından kullanılabilir. Gazeteye gönderilen yazılar, kullanılsın veya kullanılmasın, gazetenin malı sayılır ve başka bir dönemde kullanılabilir. Abone: 1 Yıl; 35,00 TL, 25,00 € (Yurtdışı) 6 Ay; 20,00 TL, 15,00 € (Yurtdışı) 3 Ay; 10,00 TL, 10,00 € (Yurtdışı) Reklam Fiatları: 1/2 Sayfa 350,- TL 1/4 Sayfa 250,- TL 1/8 Sayfa 150,- TL 1/16 Sayfa 100,- TL Gazetemiz; Herkesin bireysel haklarına saygı gösterme konusunda ilke kararına sahiptir. Abone olmak isteyen okuyucularımızın, abonelik ücretlerini banka hesap numaramıza yatırmalarını ve adreslerini elektronik veya normal posta yoluyla tarafımıza ulaştırmaları sonrasında gazeteyi ellerine ulaştıracağız. Sayı 13 Mart 2013 Süryaniler’den AB Bakanı’na tepki Türkiye’nin Avrupa Birliği Bakanı ve Baş müzakerecisi Egemen BAĞIŞ’ın İsveç gezisi sırasında, 16 Ocak 2013 tarihinde Stockholm’de, İsveç’teki Süryani temsilcileri ile yaptığı toplantı esnasında yaptığı konuşma Süryanileri “çileden” çıkardı. Türkiye’nin İsveç’teki Büyükelçilik binasında, Büyükelçi Zergün KORUTÜRK´ün de hazır bulunduğu görüşmede kullanılan cümleler nedeniyle bir bildiri yayınlayan Avrupa’daki Süryaniler, AB Bakanı Egemen BAĞIŞ’ı siyasi ahlaktan mahrum kin ve nefret kokan ifadelerinden dolayı kınıyor ve bakanlıktan azledilmesini istiyorlar. 2012 yılında BBC´de katıldığı bir programda cezaevindeki gazetecileri “teca- vüzcü”, “soyguncu” ve “katil” olmakla suçlayan Bakan Egemen BAĞIŞ’ın, “artık üstü örtülemez bir şekilde dengesiz bir ruh haline sahip olduğu ve Baş müzakereci gibi önemli bir vazifenin vasıflarından mahrum olduğu alenen görülmektedir” denilen bildiride, Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL’ün önümüzdeki günlerde İsveç’e yapacağı ziyaretten de böylesi bir ortamda herhangi bir beklentileri olmadığının altı çizilmektedir. Bildiride ayrıca, ziyaret tarihinin, İsveç Parlamentosu’nun Süryani Soykırımı (Seyfo)’nın kabul edildiği 11 Mart 2010 tarihinin yıldönümüne denk getirilmesini “manidar” olduğu belirtilmekte ve; “Bu ziyaretin, İsveç ve Avrupa´da yaşayan Süryani/Asurilere bir “zeytin dalı” niteliği taşıması olasılığı yoktur” denilmektedir. Avrupa’da yaşayan Süryaniler’in yayınladığı bildirinin sonunda, Hükümet ve Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’dan bir taleple son buluyor; “T.C. Hükümeti ve bu hükümetin Başbakanı Erdoğan, bir ’iyiniyet’ gösterisi yapmak niyetindeyseler, söz konusu Bakanı, dengesiz davranışları ve ahlakdışı konuşma üslubundan dolayı acilen vazifesinden azletmeleri gerekmektedir.” ܀܀܀܀ 3 KÖPRÜ Tuma ÇELİK Geçtiğimiz günlerde, Uluslararası Ortadoğu Barış Araştırmaları Merkezi’nden bir arkadaş (Ümre PİŞGİN) benimle bir röportaj yaptı. Merkezdekiler, o röportajda kullandığım bir cümleyi çok beğendiklerini söyleyip en başa koydular. Söyleşinin genel akışı içerisinde kullandığım ve kullanırken dikkatimi pek fazla çekmeyen bu cümleyi, ben de ancak internet sayfasında (http://www.impr.org.tr/tuma-celik), röportajın başında gördüğümde ne büyük anlamlar ifade ettiğini yeni yeni anladım. Gerçekten de söyleşi içerisinde kullandığım bu cümle; “Süryaniler; kültürel olarak Araplara, dinsel anlamda Alevilere, coğrafik anlamda da Kürtlere daha yakın görürler kendilerini” günümüzde Süryanilerin coğrafik, tarihsel, kültürel ve siyasal konumlarını net olarak ortaya koyduğu gibi, bir anlamda bu coğrafya içerisinde sahip oldukları önemi de ortaya koyuyor. Aslında yaşadığımız bu coğrafyanın tarihini az da olsa bilen herkes, Süryanilerin bu durumunu rahatlıkla bilir. Çünkü Süryaniler, tarih içerisinde Ortadoğu’da yaşanan muazzam dönüşümlerde sürekli yer aldılar ve önemli roller üstlendiler. insanlık yerleşik hayata geçip “site devletleri”ni kurduktan sonra, bu “site devletleri” birleştirip “merkezi devlet” oluşturanlar Süryaniler’in ataları Akad’lardı. Ürettikleri ürünleri, yaşadıkları bölgelerin dışına götüren ve oradan da, kendi ülkelerinde bulunmayan ürünleri satın alıp getirenler de ilk olarak yine Süryanilerin ataları olan Asur ve Arami tücarlardı. Binlerce yıl önce uzay bilimleri dahil birçok bilim alanında yine ilk araştırma ve çalışmaları yapan Keldaniler de Süryanilerin atalarıydı. Kültür, sanat, dil ve mimari alanda ortaya çıkan birçok eserde de yine Süryanilerin emeği ve çabası var. Mezopotamya ve bir bütün olarak Ortadoğu, yabancı egemenlerin istilasına uğrayıp, işgal edildikten sonra da Süryaniler insanlığa hizmet etmeye devam ettiler. Siyasal, askeri ve idari güçleri ellerinden alınan Süryaniler, bu işgal dönemlerinde Hıristiyanlığın yayılmasında, Arap kültürünün oluşmasında, bilim ve felsefenin gelişmesinde yine başat rol oynadılar. Bütün bunlardan daha da önemlisi Süryaniler, halkların kavşak noktası olan Mezopotamya’da halklar ve kültürler arasında köprü oldular. Doğunun batıya, batının doğuya taşınmasında önemli roller üstlenerek ortak bir dünya medeniyetinin oluşmasına çok büyük katkı sundular. Evet, Süryaniler bugün Ortadoğu'nun tam orta yerinde; kimisi yerli, kimisi başka yerden gelen 4 ayrı (Arap, Kürt, Pers ve Türk) halkın buluşma noktasında bulunuyorlar. Sadece bulunmakla da kalmıyor, bu 4 ayrı halkın, tarih içerisinde, birbirleriyle ve dış dünya ile ilişkilerinde önemli roller oynayan bir halktır Süryaniler. Ama maalesef Süryaniler, sahip oldukları bu özellikler ve harcadıkları bunca emeğe rağmen bugüne kadar sürekli olarak, beraber yaşadığı bu halkların her türlü baskı, katliam ve imha politikalarına maruz kaldı. her dönemde bütün bu halklardan bir şekilde zarar gördü. Maalesef daha da görmeye devam ediyor. İşin daha da ilginci; günümüzde kuş, böcek ve ot türlerinin bile korunduğu, korunmaya çalışıldığı bir dünyada hiç kimseden, hiçbir destek almadan bütün bu olumsuz uygulama ve baskılara rağmen Süryaniler hala ayakta duruyorlar. Katledilmiş, soykırımdan geçirilmiş, parçalanmış, ülkelerinden kovulmuş ve her yerde inkar ediliyor olsalar da, varolmaya devam etmek için mücadele ediyorlar. Bazen düşünüyorum da, acaba diyorum; “yaşanan bunca olumsuzluğa rağmen, Süryaniler’in hala var olması ve günümüzün “vahşi” yaşam koşullarında yaşamak için mücadeleye devam etmeleri sahip oldukları bu tarihsel özellikler değilmidir?” Tarih boyunca sürekli olarak halklar ve kültürler arasında önemli roller üstlenen bu “köprü”nün yıkılmasına izin verelim mi? Süryanilerin, sahip oldukları bu “köprü” konumu ortadan kalkarsa, halklar arasındaki bu “köprü” yıkılırsa kimler ne zarar görür acaba? Ne dersiniz; bütün bunların bir anlamı, bu soruların bir cevabı var mı? [email protected] 4 Sayı 13 Mart 2013 Qadmoyutho Yukarıda adı geçen halklar birinci dünya savaşı sürecinde yenilgiye uğrayan Osmanlı İmparatorluğu’nun içine girdiği çözülmenin kurbanı oldular. Daha sonra 1923’te gerçekleştirilen Lozan barış antlaşmasında da özellikle Süryaniler çözümün dışında tutuldular. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu yeni bir çözüm ve çağdaş bir siyasi oluşum olmasına rağmen, yeni doğuşu kurbansız yapamamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ideolojisi, bütün halkların varlığını kendi varlığına armağan etmeyi öngörmüş ve Türk ulusçuluğunun egemenliğini mutlak sayarak yüceltmiştir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla yeni sorunların temelleri atılmıştır. Tek ulus egemenliği bir çözüm olabileceğine inananlar daha sonra gerçekleşen isyanlarla ne kadar yanıldıkları zamanla ortaya çıkmıştır. Bu yüzden de Türkiye’nin başına geçirilen tek tip ve dar elbise zamanla yırtılmış ve halkların mücadelesi karşısında çözümsüz kalmıştır. Meydana gelen gelişmelerle birlikte, Türkiye halkları ve insanları, değişimi ve gerçekleri sınırlı da olsa görmeye başladılar. Mevcut gidişattan rahatsız olanların sayısı çoğaldıkça, çözüm olgusu kaçınılmaz bir siyasi proje olarak gündeme gelmiştir. Hatta bazı kesimler akan kanın yarattığı ekonomik kayıplardan rahatsız olduklarını bile dile getirmektedirler. Ancak geçmişte Türk ulusçuluğunun egemenliğini çözüm olarak görüp diğer halkları inkâr edenler, günümüzde de Türk, Kürt birliğinin üzerinde durmaktadırlar. Bize göre ortaya çıkan tarihsel sorunlar tek değildir. Ayrıca Türkiye toplumu birçok halktan oluşmaktadır. Dolayısıyla sorunların birçok tarafı ve çözümün farklı ortakları vardır. Bu nedenle kamuoyunun gündeminde yer alan mevcut çözüm sürecinde, eski politikaların tekrarlanmaması büyük bir önem taşımaktadır. Unutulmamalıdır ki Türkiye’de farklı onlarca topluluk yaşamaktadır. Süryani halkı da bunlardan birisi olduğu gibi, ortaya çıkan temel sorunların da bir parçasıdır. Kardeşlik, çözüm, barış, demokrasi ve samimi yaklaşım her kesimi kapsamalıdır. Aksi takdirde sözü edilen yeni çözüm, aslında yeni sorunların başlangıcı olacak ve yine kurbanlar verilecektir. Oysa kurbansız, imtiyazsız ve adaletli bir çözüme ihtiyaç vardır. Bu hassas süreçte yeni bir tarihi yazmaya yönelik adımlar atılmaktadır. Bunun için ne kadar azaltılmış olsa da hiçbir halk ve hiçbir tarafın unutulmaması olumlu bir zemine hizmet edecektir. Bundan dolayı herkese, özellikle gücü ellerinde bulunduranlara önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir. Süryani halkı ise gerçekçi bir çözüm ortaya çıktığında, sürece katkısını daha yapıcı bir şekilde ortaya koyacaktır. ܀܀܀܀ Bir de bunları dinleyin “Kim kimi hoşgörüyor, neden hoşgörülmek zorunda kalıyoruz. Demek ki ortada bir eşitsizlik durumu var ve bu durum yıllardan beri devam ediyor” Yaklaşık 2 saat süren görüşme esnasında Türkiye’deki azınlık gazete genel yayın yönetmenleri ve temsilcileri, hem basın alanında hem de ait oldukları halkların karşılaştıkları sorunlar ve yaşadıkları sıkıntıları anlatmaya çalıştılar. İlk konuşmayı yapan AGOS yazarı Pakrat ESTUKYAN, bazı zihniyetler için sadece “azınlık var” demek bile rahatsız-lık verici olduğunu söyledikten sonra; “biz doğal şüpheli sıfa-tındayız. Genelde cahil insanlara mal ediliyor bu yaklaşım ama yaklaşık yüz elli yıldır böyle” dedi. Türkiye’nin ve orta-lama Türk insanının hassasiyetleri olduğunu ve azınlıklar olarak bu hassasiyetlere dikkat ettiklerini be-lirten ESTUKYAN; “ama ödediği-miz bedellere rağmen sürekli olarak bizler hedef durumundayız” dedi ve Hrant DİNK’in katledilmesini, geçen sene “Hocalı Katliamı” için yapılan yürüyüşte atılan slogan ve taşınan dövizleri örnek gösterdi. Geçtiğimiz günlerde Ermenilere yönelik arka arkaya yapılan saldırıların hatırlatılması üzerine de ESTUKYAN; “Ermeniler aslında muhafazakar bir toplumdur. Dolayısıyla birçok noktada öne çıkmaz. Samatya’daki saldırılar esnasında da benzer reaksiyon gösterdiler ve olayları bireysel olarak değerlendirdiler. Zaten devlet de bu anlamda görülmesi için çaba sarf ediyor. Ama biz bunun böyle olmadığını düşünüyoruz” dedi. “Hoşgörü” söyleminin olduğu bir ortamda mutlaka bir “sorun” olduğunu söyleyen Gazetemiz Gen. Yay. Yön. Tuma ÇELİK ise; “kim kimi hoşgörüyor, neden hoşgörülmek zorunda kalıyoruz. Demek ki ortada bir eşitsizlik durumu var ve bu durum yıllardan beri devam ediyor. Dile getirilen değişim ise sözde kalıyor. Maalesef günümüzde resmi oluşturan büyük parçalar görünüyor. Ama küçük parçaları kimse görmek istemiyor. Türkiye’de yaşayan birçok farklılık var ve bunlar görülmüyor, sorunları dikkate alınmıyor” dedi. Tuma ÇELİK ayrıca AB Bakanı, Egemen BAĞIŞ’ın İsveç temaslarını örnek vererek, Türkiye’de yaşayan azınlıkların sü-rekli olarak yabancı görüldüklerini ve azınlıklar olarak bundan rahatsızlık duyduklarını dile getirdi ve; “biz aslında Türki-ye’nin AB’ne girmesini istiyoruz. Ama sorunlarımızın AB ile ilişkilendirilmesini içimize sindiremiyoruz. Biz sorunları-mızın çözüm yeri olarak Ankara’yı görmek istiyoruz” dedi. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı’nın Süryaniler ile yaptığı görüşme ve Yeni kilise inşa etme izninin verilmesinin hatırlatılması üzerine Tuma ÇELİK; “Mor Gabril Manastırı davalarının sürdüğü bir dönemde, Latin Katolikler ile sorun yaşanan bir arazinin, Süryani kilisesi için tahsis edilmesinin yorumunu size bırakıyorum. Görüşmelerde ise ciddi bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum çünkü görüşmeye katılan insanlar, Süryanilerin sorunu olmadığını savunan çok dar bir kesimini temsil ediyor” dedi. Yaşanan sorunların yerel mi yoksa Hükümet’ten mi kaynaklandığı sorusuna ise ÇELİK; “yerel düzeyde sorunlarımız elbette var ama esas sorunlar Merkezi düzeydedir. Çünkü Süryanilerin Türkiye’de bir tanımı hala yok” cevabını verdi. Günümüzde yüzlerce gazetecinin hapislerde yattığı bir dönemde ifade özgürlüğünden bahsedilemeyeceğinin altını çizen ŞALOM Gazetesi Gen. Yay. Yön. Ivo MOLİNES ise; “devletin hoşuna gitmeyen en ufak bir haberi yayınladığımızda bizi hemen İsrail uşağı olarak görüyorlar. Hükümetin toplumumuz ile sıcak ilişkileri var ama hala nefret söylemi konusunda en ufak bir adım atılmıyor ve bu yüzden de her gün, Ermeni, Rum ve Süryani karşıtlığı ile Antisemit söylem-lerle karşılaşıyoruz. Sokaktaki en basit insandan en ciddi ga-zetelere kadar her ortamda bununla karşılaşıyoruz. Çok ilginçtir ama savcılar bugüne kadar bu söylemlere karşı her-hangi bir müdahalede bulunmadılar” dedi ve yapılacak yeni anayasada bu durumun dikkate alınması gerektiğini ortaya koydu. Başta Hahambaşı olmak üzere dini liderlerin hep; “sorunumuz yok” demelerinin hatırlatılması üzerine de bütün gazete temsilcileri ortak bir şekilde; dini liderlerin hükümetle kötü olmak istemedikleri için böyle davrandıklarını söylediler. MARMARA Gazetesi Gen. Yay. Yön. Rober HADDELER ise, bütün temsilcilerin dile getirdiği sorunları yaşadıklarını ve kendilerinin de birçok konuda var olan hassasiyetlere dikkat ettiklerini söyledi. Daha sonra söz alan Rum Gazetesi APOYEVMATİNİ’den Mihail VASİLİADİS, aslında azınlık gazetelerinin kuruluşundan bugüne kadar izledikleri tiraj durumu dikkate alındığında azınlıkların durumunun da net bir şekilde anlaşılacağının altını çizdi. Mihail VASİLİADİS; “azınlık kendini iki farklı tarafa aidiyet hisseden kişi veya grup demektir. Bu aidiyet devlet olabilir. Etnik, kültür, dil veya başka bir şey de olabilir. İşte böylesi durumlarda, özellikle aidiyet hissedilen devlet olduğunda, azınlığın durumunu bu devletler arasındaki ilişkiler belirler. Hatta bazen bu devletlerden biri azınlığı rehin olarak görürken diğeri de onu silah olarak görüp kullanmaya çalışıyor ve maalesef azınlıklara ilişkin alınan birçok karar bu duruma göre şekilleniyor” dedi. Türkiye’de yaşayan azınlıkların çoğunun bu durumda olduğunu söyleyen VASİLİADİS ayrıca; “yaşadığımız bütün sorunların yanında bir de kendimizi ifade etme sorunumuz var. Çünkü toplumlarımız içerisinde söz sahibi olanlar daha çok sırtını devlet ve hükümete dayayanlardır. Onlar da temsiliyetimizi gerektiğince yapıp sorun ve ihtiyaçlarımızı ortaya koymuyorlar” dedi. Değişik dönemlerde uygulanan politikalarla Türkiye’deki nüfuslarının sürekli azaldığını ve bu yüzden kendilerine ait vakıfların birçoğunun “mazbut” ilan edildiğini söyleyen VASİLİADİS, Bunun da değişik bir baskı aracı olduğunu ve en kısa zamanda bundan vazgeçilmesi gerektiğini söyledi. VASİLİADİS son olarak; “Türkiye’de herkes, AB’ne girince zaten sorunlarımız çözülecek diyor. Acaba? Türkiye, AB’ne girince mi azınlık sorunları çözülecek, yoksa azınlık sorunları çözülünce mi AB’ne girecek. İşte AB’nin bunu düşünmesi gerekir” diye konuştu. ܀܀܀܀ Sayı 13 Mart 2013 Mor Gabriel’in gölgesinde Türkiye’yi ziyaret eden Almanya Başbakanı Angela MERKEL, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN ile birlikte Türkiye’deki dini cemaatlerin temsilcileriyle görüştü. Toplantıya katılan diğer Süryani Temsilci Turabdin Metropoliti Themateos Samuel AKTAŞ ise, yaptığı konuşmada daha çok yaşanılan sorunları anlatmaya çalıştı. Yarım saat civarında Yazarımız Yavuz ÖNEN’in bu ayki yazısı elimize ulaşmadığı için yayınlayamıyoruz. Anadillerinde bağırdılar Süryani, Kürt, Ermeni, Laz, Gürcü ve daha birçok halk kendi anadillerinde, 21 Şubat Dünya Anadil gününde “Anadilime özgürlük istiyorum” diye bağırdı. Ankara Müftüsü Hakkı ÖZER, Ermeni Patrik Vekili Aram ATEŞYAN, Hahambaşı İshak HALEVA, Fener Rum Patriği I. BARTHOLOMEOS ve Türkiye Protestan Kiliseleri temsilcisi Umut ŞAHİN’in katıldığı toplantıda Süryanileri Turabdin Süryani Ortodoks Metropoliti Themateos Samuel AKTAŞ ve Türkiye Süryani Katolik Kilisesi Patrik Vekili Yusuf SAĞ temsil etti. Basına kapalı olarak yapılan ve yaklaşık 1,5 saat süren toplantıya, Türkiye Keldani Katolik Kilisesi ile Ermeni Katolik Kilisesi temsilcileri çağrılmadı. Her temsilcinin kendince önemli gördüğü konuları dile getirdiği toplantıda, Süryani Katolik Kilisesi’ni temsilen hazır bulunan Patrik Vekili Yusuf SAĞ, yaşanan savaş nedeniyle en fazla zararı Süryanilerin gördüğünü söyledi ve; “1960’lı yıllarda Mardin ve çevresinde 50 bin civarında Süryani, Hakkari ve çevresinde de 15 bine yakın Keldani bulunuyordu. Bugün bu coğrafyada, yaşanan savaş nedeniyle sadece 3 bin civarında Süryani-Keldani kaldı. Dolayısıyla günümüzde yaşanan barış sürecini destekliyoruz” dedi. Süryani Temsilci ayrıca; “bizim için önemli bir diğer nokta ise, yeni bir anayasa yapımı için yapılan çalışmalardır. Biz Süryaniler olarak bu anlamda isteklerimiz, diğer bütün halklar gibidir. Yani Türkiye’de Müslüman bir Türk’ün ne hakkı varsa, Hıristiyan Süryani olarak bizler de aynı hakları istiyoruz” dedi. 5 Halkların Anayasası ve İHD İstanbul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon’un düzenlediği konuşan Samuel AKTAŞ özellikle, Mor Gabriel İstanbul-Taksim’de özgürlük” Manastırı’nın toprakları konusunda yaşanan “Anadillerimize sıkıntıları dile getirdi ve hükümetin bu konudaki yaklaşımını eleştirdi. dışındaki anadillerin yok olmasına neden olmaktadır" diye konuştu. Türkiye'de yaşayan halkların Anadilleri üzerindeki yasakların fiili olarak hala devam ettiğinin altını çizen Meral ÇILDIR ayrıca; "Bizlerden alınan vergilerle kurulmuş mahkemelerde, anadilimizde savunma yapmak istersek tercüman parasını cebimizden ver- Diplomatik kaynaklar, Turabdin Metropoliti Samuel AKTAŞ’ın bu yaklaşımına karşılık Başbakan ERDOĞAN’ın da, hükümetin Türkiye’deki hukuki sürece müdahale etme hakkının olmadığını söylediğini, bildiriyorlar. Ayrıca Metropolitin bu yaklaşımından Başbakanın ve toplantıda hazır bulunan bazı dini temsilcilerin rahatsızlık duyduğu da gelen bilgiler arasında yer alıyor. Konu hakkında görüşlerine başvurduğumuz, adının açıklanmasını istemeyen bir kaynak, bu toplantıya Süryani Ortodoks Kilisesi’ni temsilen Turabdin Metropoliti’nin katılmasının Alman Başbakan Angela MERKEL tarafından istendiğini ve bu yüzden başından beri bir gerginlik yaşandığını söylemektedir. “Normalde bu tür toplantılara Süryani Ortodoks Kilisesi’ni temsilen genellikle İstanbul Metropoliti çağrılır ve bu Metropolit’te genelde fazla bir istekte bulunmazdı. Ancak günümüzde yaşanan sorunlar ve özellikle Mor Gabriel Manastırı davalarının yurtdışında yarattığı kamuoyu, toplantıya Turabdin Metropolitinin katılması ve yaşanan sorunları direk muhatabıyla konuşulması gereği ortaya çıkmıştı. Bu konuda daha Almanya’da belli bir kamuoyu oluşmuş ve hatta Tehdit Altındaki Halklar Örgütü Başkanı, Angela MERKEL’e hitaben bir de mektup yazmıştı” diyen kaynak, yaşananların pek de sürpriz olmadığını söyledi. Diğer taraftan, toplantıya çağrılmayan kiliselerin de, Türkiye’deki Katolik birliğinin dönem Başkanı Süryani Katolik Kilisesi Patrik vekili Yusuf SAĞ tarafından temsil edildikleri bildirildi. ܀܀܀܀ yürüyüşüne birçok halktan insan katıldı. Türkiye'de 18, Dünya genelinde ise 2 bin 473 dilin kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir dönemde Taksim meydanında bir araya gelen farklı halklardan insanlar, Dünya Anadil gününde beraber yürüdüler. Beyoğlu-İstiklal Caddesi boyunca, "Anadillere özgürlük istiyoruz" yazılı pankartın arkasından yürüyen ve değişik dillerde slogan atan yürüyüşçüler Galatasaray Lisesi önünde konuşmalar yaptılar. memiz gerekiyor" dedi. Her halkın kendi Anadilde eğitim yapma hakkını gasp edip yerine seçmeli dersin konulmasını da eleştiren ÇILDIR; "Bu topraklarda yaşayan bizler; Lazlar, Gürcü, Hemşin, Pontus, Kürt, Arap, Rum, Ermeni, Boşnak, Tatar, Arap Alevi, Türkmen, Azeri, Zaza, Yahudi, Pomak, Roman, Çerkez, Süryani, Alevi, Ezidi ve tüm diğer halklar olarak, sınırsız ve yasaksız bir şekilde, özgürce anadilimizde konuşmak, kültürümüzü, kimliğimizi, inancımızı özgürce yaşamak istiyoruz" dedi. 21 Şubat Perşembe günü yapılan yürüyüşe katılan ve farklı dillerde dövizler taşıyan insan hakları savunucuları, yürüyüş boyunca; "Anadil haktır engellenemez", "Sınırsız koşulsuz anadilde eğitim", "Yaşasın halkların kardeşliği" gibi sloganları değişik dillerde attılar. Yürüyüşü organize eden ve destekleyen kurumlar adına Galatasaray Meydanı'ndaki konuşmayı ise Meral ÇILDIR yaptı. ÇILDIR yaptığı konuşmada; "Yeryüzündeki bütün diller ve kültürler insanlık tarihinin ortak değerleridir. Diller, toplum tarihinin ve kültürünün taşıyıcısıdır" dedi. Tarihsel, sosyal, ekonomik ve siyasal nedenlerle tarihte sayısız dil ve kültürün yok olduğuna dikkat çeken ÇILDIR; "Bu topraklarda 'resmi dil' Türkçe dışında 34 dil konuşulmaktadır. bunlardan 18'i yakın gelecekte yok olma tehlikesi altındadır. Ulus devletler asimilasyon politikalarıyla resmi dil Galatasaray Meydanı’nda yapılan açıklamada sonra, yürüyüşe katılan farklı halklardan temsilciler de kendi anadillerinde "Anadilime özgürlük istiyorum" dedi. Ayrıca içinde farklı dillerden kelimelerin ve Türkçe karşılıklarının bulunduğu bildiriler dağıtıldı. ܀܀܀܀ 6 Sayı 13 Mart 2013 Nasıl bir Mardin'de yaşardık bugün.. Cüneyt ELDEM Sebepleri ayni olmasa da sonuçları çoğu zaman hep ayni olan beyin göçünden her anlamda her ülke ya da şehir payına düşeni almıştır tarih boyunca. Geriye, yani zorunda kalır. Aslında taşınan Patrikhane değildir; Önce, 16. yüzyıldaki Kapitülasyonlarla, sonra Küçük Kaynarca Anlaşması (1774) ve nihayetten de Lozan Anlaşması’yla Hakları korunma altına alınmasına rağmen, gayr-i Müslimlere yapılan teaddiyattan kaçanlara, terk edip gidenlere eşlik etmiştir Patrikhane. kendimize baktığımızda sadece biraz tecessüstür ihtiyacımız olan, neyi ve/veya neleri kaybettiğimiz. Bugünden geriye baktığımda acaba sorusunun tahayyülü öyle farklı geliyor ki; eğer kırım olmasaydı, kaçanlar hala atalarının topraklarında kalsalardı, nasıl bir Mardin de yaşardık bugün. Müslümanların ağzında sakız gibi çiğnediği, temcit pilavı ‘diller ve dinler şehri, hoşgörü diyarı Mardin’ yalanını bugün ne bir Süryani’den duyma imkânınız vardır, ne bir Yezidi’den, ne bir Zerdüşt’ten ne de bir Ermeni’den. Duyacağınız tek mekan Müslümanların ya camisidir, ya kahvesidir, ya da devlet erkânıdır ya da taraflı gazeteleri ve basın kuruluşlarıdır. Çünkü Türk-Müslüman halktan öte herkes ya kendinin ya da ceddinin yaşadıklarından bilir bunun yalan olduğunu, hem de çok büyük bir yalan. Aslında daha da önemlisi bugüne kalan ne? yarına, yarına, yani çocuklarımıza. ‘Yalancıdan ziyade kimsenin inanmadığı bir yalan’ Yani Çoğu bilim adamı gibi Ludwig Mies van der Rohe da Hitlerin Amerika’ya hediyesidir(1). Tıpkı bizim asrın başındaki kırımda kökünü kazdığımız 4 bin yıllık bir medeniyeti tarih sahnesinden yok ettiğimiz ve geride hayatta kalanları da Batıya göç etmeye zorlamamız gibi. Mies, modern mimarinin beş tanrısından birisi kabul edilir çoğu otorite tarafından. Akıbetini çoğumuzun bilmediği, öğrenemediği, ya da öğrenmeye insiyaki olmayanların bugüne bıraktığı eserleriyle tanıdığımız Sarkiz Lole(Levon) Gilo, Dünya mimarisinde Mies ya da Le Corbusier değilse de; Roma’da Borromini ve Bernini; Floransa’da Brunelleschi, Londra’da Wren ya da İstanbul’da Mimar Sinan neyi ifade ediyorsa, Mardin için de Lole O’dur. Mardin’i bugüne taşıyan, bugüne kendi ya da kendinden kimse kalmazsa da onlarca eserini bize bırakan bu büyük usta, Ermeni bir ailenin Horasan yakınlarından koparılıp devşirilen ceddi Mimar Sinan’ın İstanbul’da olduğu gibi, Mardin’de ruhunu taşa üflemiştir. Sarkiz Lole. Nitekim o sebeptendir ki; her karesinde çektiğimiz fotoğraflarda O, Sarkiz vardır Mardin’de, geriye bıraktığı eserlerinde hep O vardır; ya da onlardan birisi; tastan öteye hiçbir şeyin kalmadığı O’nlar(2). 1932’de Süryani Patrikhanesi Sam’a taşınmak Acaba diyorum, Walid el-Haddad 1932 Mardin’den ayrılıp Beyrut’a göç etmeseydi ve Nouhad el Haddad Jabal el-Arz da değil de; 1935’te bir Kasım gecesinde Kal-et Mar’a da doğsaydı; ‘ya Hawa Beyrut’ yerine ‘Ya Hawa Merdin’ diye dünyayı titretseydi sesiyle; ‘Behibbak ya Lübnan’ yerine ‘bahibbek ya Türkiyye, ya watani behabbek’ çalsaydı TRT’de. 1954’te Lübnan Ulusal Radyosu müdürü Halim el-Rumi değil de; Münir Nurettin Selçuk, Nouhad’a Fairuz sahne lakabını taksaydı, nasıl bir Mardin’de yaşardık bugün; ya da bir Türkiye’de. Jozef Sarkiz Lole(3) (Ertas) Belçika da değil de Mardin’de hayata gözlerini yumsaydı milenyumun başında, nasıl bir Mardin’de yaşardık bugün. Kız kardeşinin bölgenin kurt aşiretlerinden kurulan de Winston Churchill. Tarihte en çok basılan fotoğraflar arasında ilk sırada. Yousuf Karsh tarafından 1941’de Ottawa’da Başbakanlık makamında çekildi. (Fotoğraf Yousuf Karsh koleksiyonundan alınmıştır) Yousuf Karsh 1908’de Mardin’de doğdu. Hamidiye Alayları tarafından vahşet içerisinde öldürüldüğüne tanık olmasaydı Yosouf Karsh, Winston Churchill’in portresi yerine Mustafa Kemal’in portresini kareye taşımakla anılsaydı, nasıl bir Mardin de yaşardık bugün? Nouhad el-Haddad, Mardinli Süryani Beyt el-Haddad Ailesi’ne mensup Walid el-Haddad ile Lübnan Maruni’si Liza al-Boustani’nin Kızı, Fairuz lakabı 1954’te Lübnan Ulusal Radyosu Müdürü Halim el-Rumi tarafından verilmiştir. (Fotoğraf Fairuz koleksiyonundan alınmıştır) Mimar Kemaleddin gibi Sarkiz’in bir eserini paramızın arka yüzünde görseydik. Malak Karsh’in(4) o enfes ve bir o kadar sessizce yol alan kayık fotoğrafını Kanada Doları’na değil de bizim kendi paramıza basılsaydı ben 70’lerde nasıl bir Mardin’de doğardım; ya da sizler nasıl bir Türkiye’de? Sayı 13 Mart 2013 Tavit Kasparyan yarım kalan tıbbiye tahsilini bitirip de dönseydi Berlin’den Mardin’e; hiç tanık olmasaydı ailesinin ketline, Haziran 1915’te ikinci sınıfın yaz tatilinde Mardin’e 7 SÜRYANİ FUTBOL OKULU Mihayel RABO Mies Van der Rohe. Modern mimarinin 5 büyük isminden birisi. Yousuf Karsh tarafından 1962’de Mies’in Chicago’daki evinde çekildi. (Fotoğraf Yousuf Karsh koleksiyonundan alınmıştır) ailesini ziyarete geldiğinde, bugün Arasa(5)’da baharatçılar sabuncular değil de, hala Kasparyan kumaşı satılsaydı, nasıl bir Mardin’de yaşardık bugün? Mardin de Müslümanların yansıra, Ermenilerin ve Süryanilerin de olduğu bir koroyu Fairuz yönetseydi, Daniel Borenboim’un Edward Said ile birlikte kurduğu, İsrailli Yahudi ve Arap Müslüman çocuklardan derlediği 100 kişilik klasik müzik orkestrası gibi; Fairuz da Mardinli çocukların, ama hepimizin, geçmiştekilerin ve bugündekilerin mirası, tüm Mardinli çocukların oluşturduğu korusunu yönetseydi ve hep birlikte ‘tüm Türkiye’ye haykırsaydık: Habaitak bel saif habaitak bel sheti Natartak bel saif natartak bel sheti W younak el saif w’oyouni el sheti Malaana ya habeebi khalf el saif wu khalf el sheti Acaba nasıl bir Mardin’de yaşardık bugün? 1. Hitler’in nasyonalist ve tek bir millet, ‘Aryan’ kuramı üzerinden Almanya’dan göceden birçok bilim adamı Amerika’nın Atom Bombasını icat etmelerine sebep olmuştur. Bunlar arasında, Albert Einstein, Leo Szilard, Eegene Wigner, Werner Heisenberg ve J. Robert Oppenheimer vardır. Hepsinin ortak özelliği Yahudi olmalarıdır. 2. Lole Sarkiz Gilo eserleri arasında: Mardin Kent Müzesi, Deyr ul-Za’faran Manastırı’nın 2nci katı. Şehidiyle Camii’nin minaresi. Postahane Binası. Cumhuriyet Döneminden bu yana Gazi Pasa İlkokulu olarak kullanılan bina (1915 öncesi Ermeni Sallame Ailesi’nin müstakil evidir), Bugün Sahkulu Konağı diye bilinen ancak Cermeyan Ailesi’nden Rafii ve Tomas Cermeyan’a ait bina. Tokmakçılar Konağının ihtişamlı girişi ile üst avlulu ana kısmı, Cumhuriyet Döneminden bu yana Kız Meslek Lisesi olarak kullanılan bina (1915 öncesi Ermeni Kendiryan Ailesi’nin müstakil evidir). Hovsep Surp Klisesi ( Kırklar Kilisesi yanı) 3. Sarkiz Lole’nin torunu ve Lole Ailesi’nin son mimari Jozef Lole Ertaş 2000 yılında Belçika’da vefat etmiştir. 4. Malak Karsh tarafından Ottawa’da 1963 yılında çekilen bu fotoğraf 1974-1989 yılları arasında Kanada 1 Doları’nın arka yüzünde basıldı. Bu zaman zarfı içerisinde toplam 3.4 milyar adet basildi. Fotoğraf Malak Karsh koleksiyonundan alınmıştır. 5. Günümüzde Tarihi Arasa Çarsısı olarak bilinen kapalı çarşı, 1915’e değin Ermeni Kasparyan Ailesi’nin (Beyt Kespo) yün ve kumaşlarını depoladıkları dükkânlarıdır. Bugün Karataş Kahvesi diye bilenen üst kattaki dükkânlar kumaş ve yünlerini sergiledikleri ve sattıkları dükanlar dizisidir. Tavit Kasparyan 1915’te Berlin’de tahsil gören çocuklarıdır. Haziran 1915’te Mardin’e ailesini ziyarete geldiğinde kırım esnasında hepsinin öldürüldüğünü, hem evlerine hem de dükkânlarına Müslümanlar tarafından el koyulduğunu görünce evlerinin duvar dibinden aylarca ayrılmaz ve akli dengesini yitirir. 1957 yılında Mardin’den göç etmek zorunda kalan Cermeyan Ailesinin geri kalan mensupları, Tavit’i de ikna edip beraberlerinde İstanbul’a götürürler. Tavit Kasparyan 1964 yılında İstanbul’daki La Paix Hastanesi’nde vefat etmiştir. (Kaynak : Sait Çetinoğlu) ܀܀܀܀ Okulumuz 1928 yılında kapandı. O gün bu gündür çeşitli bahaneler üretilerek yeniden açılması engellendi. Oysa okulun açılmasının önünde siyasi engeller dışında bir engel görünmüyor. N edenine gelinc e; L ozan’a göre S üryaniler de azınlıktır ve azınlık haklarından yararlanabilirler. A ma nedense bu hak kullanılmadı. Y a da kullandırılmadı. 80 yıllık zaman zarfında okul açılmas ı için S üry ani y e tkilile ri çe şitli girişimlerde bulundular. İlk başvuru S üleyman Demirel’e yapıldı. Demirel; ‘G idin okulunuzu açın’ dedi. S onra B ülent E c evit aynı şeyleri söyledi. E n son birkaç ay önc e anasınıfının açılması için başvuru yapıldı ama bu istek basit gerekçelerle ret edildi. S üryani Okulu sorunu aynen devam ederken bu ay içinde güzel bir gelişme yaşandı. N ihayet S üryani F utbol Okulu açıldı. A çılışta birbirinde n anlamlı, g üze l ve duyg us al konuşmalar y apıldı. B u konuşmalardan birinde çoc ukluğumu g özle rimde c anlandırdım. Doğduğum köyde birçok doğal oyunc aklarımız vardı. Mesela oyunc aklarımızı ya ağaçlardan ya çamurdan ya da inşaat tellerinden yapardık. A ğaçlardan topladığımız mazılarla misket oynardık. Öyle top oynama arac ımız falan yoktu. S okaklarda evlerde bulduğumuz yırtık elbise ve bezleri toplar sıkıştırıp etrafını iplerle sarıp güzel bir top meydana getirir ve boş bulduğumuz meydan, arsa, bağ, bahçelerde peşinden koşardık. 8- 9 yaşındayken İstanbul’a gelen rahmetli babam bana plastik bir top getirmişti. T opu almamla arkadaşlarımı toplamam bir olmuştu. Hemen arkadaşlarıma haber verdim ve evimizin önündeki mısır dalları kesilmiş boş tarlaya koştuk. O kadar heyec anlı, sevinçli ve c oşkuluyduk ki bu anı anlatmak değil anc ak yaşamak lazım diye düşünüyorum. T opu aldım ilk tekmeyi vurarak arkadaşlarımdan birine attım. A rkadaşım bir tekme vurup bana gönderdi. T opu alıp havaya doğru bir şut çektim. T opun havadan inip bir mısır dalı köküne denk gelmesiyle patlaması bütün hayallerimizi yıktı. Üzüntüden ne yapac ağımızı şaşırdık. A ğlamamak için kendimizi zor tutuk. Daha yeniydi. Daha ilkti. B aşka da topumuz olmayac aktı. A ma ne yapalım ki olan olmuştu top oynamak kursağımızda kalmıştı. Haftalarc a o topun parçalarını sakladığımı şimdiki gibi hatırlıyorum. B ütün bu anlattıklarım S üryani V akfı Y önetim K urulu başkanının S üryani F utbol Okulunun açılışında yaptığı konuşmasındaki bir c ümlesi bana hatırlattı. N e dedi? Dedi ki; ’B izim zamanımızda bez yumaklar vardı ve biz onlarla oynardık. B izim topumuz yoktu. S iz şanslısınız kıymetini bilin’ dedi. G e rçe kte nde şimdiki çoc uklar çok şans lı. B izim s ahip olamadığımız birçok imkânlara sahiptirler. B u okulu da çok çabuk benimsediler. K urs saatinin gelmesini dört gözle bekliyorlar. O kadar heyec anlılar ki akşamdan çantalarını hazırlıyor ve bir saat önc eden yollara düşüyorlar. A nne ve babalar da bir o kadar heyec anlı görünüyorlardı. S uya hasret bir çiçek gibi çoc uklarıyla ilgileniyor ve bu kurslara katılmalarını sağlıyorlar. S üryani yetkilileri de böyle bir çalışmanın başlamasından dolayı bir hayli mutlu görünüyorlardı. T arihte hep ilkleri gerçekleştiren bir halkın bu hale düşürülmesi bir taraftan hüzün verirken diğer taraftan da bu okulun açılmasıyla bir mutluluk ve sevinc i yaşatıyordu. Hep ilklerle tanıştığımız bu ilk S üryani F utbol Okulu ilk eğitim dönemini haziran sonunda tamamlayac ak. B u futbol okulunun A vrupa’da top koşturan S üryani takımları gibi başarılara imza atması en önemli dileğimiz. Diğer bir dileğim bu futbol okulundan sonra V oleybol, B asketbol Okulu’nun açılması. E n önemli isteğim ve beklentim; S üryani çoc uklarının kendi okullarında eğitim gördükleri ana dilinde eğitim yaptıkları 80 yıl önc e kapanan S üryani okulunun da bir an önc e açılması. N eden olmasın? ܀܀܀܀ 8 Sayı 13 Mart 2013 MEZOPOTAMYA UYGARLIĞINDA II. BÖLÜM SÜRYANİ HALKI Dizi Yazı 13 ASUR, BABİL, ARAM, KALDE EGEMENLİKLERİ DÖNEMİ M.Ö. 879-878 yıllarında Asur’un ağır vergisine karşı ayaklanan Suhi Aramilerini kısa zamanda Hindanu ve Lake Aramileri de izledi. Onlara Kuzey Mezopotamya’nın en güçlü Arami beyliği Bit Adini de destek verdi. Balik ırmağı ve Fırat nehri arasında kurulu olan Bit Adini beyliği Fırat’ın batı yakasından bir bölgeyi de sınırları içinde bulunduruyordu. Bit Adini, büyümekte olan Yeni Asur Devleti ile Akdeniz arasında bulunuyordu. Bit Adini ticaret yollarını ellerinde bulundurmasıyla önemli bir ticaret merkeziydi. Ay (Sin) tanrısının şehri olan Harran bu beyliğin merkeziydi. Önemli bir dini merkezin yanında bankacılık ve ticari ilişkileriyle Kuzey Mezopotamya’nın en önemli şehriydi. Bit Adini’nin ayakta kalmasının ayrıca bir önemi daha vardı. Çünkü Bit Adini Asur’un önünde duruşuyla Gurgum, Sam’al, Arpad, Patin ve daha güneydeki Şam ve diğer Arami beylikleri için bir güvenlik kuşağını oluşturuyordu. Buna rağmen II. Asurnasirpal bu ayaklanmaların tümünü bastırdı ve Arami beyliklerine, kendsine bağlı beyler atadı. Sonra da Akdeniz kıyılarına ulaşmak için devletin sınırlarını Akdeniz’e kadar genişletti. bulunan Kilikya’daki beyliklerle daha geniş bir ittifak kurdular. III. Salmanassar bu seferinden başarılı olmak bir yana, karşısında güçlü bir ittifak cephesi yaratarak geri döndü. Bir yıl sonra III. Salmanassar Bit Adini’ye karşı yeni bir saldırı başlattı. Bu saldırı esnasında Karkamış kralı Asur’a bağlılığını bildirerek ittifak dışına çıktı ve teslim oldu. Ahuni ise Asur’a karşı yalnız kaldı. Bir yıl önceki ittifak Asur ordusuna karşı koyacak gücünü ve enerjisini yitirdi. Bit Adini ile ittifak içinde olan beylikler tek tek Asur’a teslim olunca, Bit Adini’nin de sonu yaklaştı. Asurlular Bit Adini’ye saldırarak son darbeyi vurdular. Bit Adini’nin başkenti Til Daha sonra Fenike şehirleri Arvad, Biblos, Sidon ve Tiros’u vergiye bağladı. Asurluların yaklaşan tehlikesini farkeden Galileya kralı Akhab, geri adım atmak zorunda kaldı. Bu tehlikeye karşı komşularıyla daha iyi ilişkiler kurmak için, Şam Aramileriyle girdiği savaşı durdurarak aleyhine sonuçlandırdı. Özellikle Aramilerle aralarındaki bozuk ilişkileri düzeltmek için Samariya’daki Arami pazarını yeniden açarak, faaliyete geçmesine izin verdi. M.Ö. 849 yılında Asur ordusu tekrar Hama Arami beyliğine karşı bir akın düzenledi. Şam kralı Ben Hadad ve Hattuları yanına alan Hama kralı Asur ordusuna karşı direnişe geçtiler. Asur ordusu bu gücü tekrar dağıttı. Asurlular geri döndükten sonra Şam ile her iki Yahudi krallıkları arasında tekrar savaş çıktı. Ben Hadad birleşik Yahudi ordusunu yenilgiye uğratarak Samariya şehrini kuşatma altına aldı. Fakat şehri işgal edemeden geri döndü. Bu ara çok hastalanan Ben Hadad, generali Hazael tarafından öldürüldü. Yahudi dini çevrelerinden destek alan Hazael Şam krallığının yönetimini eline geçirdi. Asur kralı III. Salmanassar Suriye ve Lübnan’a yeni bir sefer düzenlendi. Deniz kıyısından Nahr-el-kelb’e doğru ilerleyen III. Salmanassar, İkus, Sidon ve Tiros şehirlerinin vergilerini toplayarak, batıdan Şam’a saldırmak istedi. Bunu farkeden Şam kralı Hazael, Asur ordusunu Vadi Barada’da karşıladı. Aralarında çıkan savaşta Hazael’in ordusu yenildi. Arami beyliklerinden sonra sıra kuzey Mezopotamya ve doğu Anadolu’ya geldi. III. Salmanassar Van Gölü etrafında bulunan Urartu devletine saldırarak yağmaladı. Daha sonra güneyde (Babil) başgösteren bir taht kavgasından yararlanarak bir sefer başlattı. Babil ülkesinin ancak bir bölümünü kendisine bağlayabildi. Güney Mezopotamya’da yerleşmiş olan ve bir bölümünü yöneten Kalde boylarını vergiye bağladı. II. Asurnasirpal M.Ö. 858 yılında yönetimi oğlu III. Salmanassar’a bırakırken, devletinin sınırları batıda Akdeniz’e, kuzeyde Van Gölü’nün yakınlarına, doğuda Urmiye Gölü’ne ve güneyde de Babil’e kadar genişletmişti. III. Salmanassar (M.Ö. 858-824) III. Salmanassar 35 senelik iktidarlık döneminde, kırktan fazla meydan savaşını adına kaydetti. III. Salmanassar, denetiminde bulunan ticaret yollarını güvenlik altına alınmasını istiyordu. Bu yüzden Akdeniz ile Asur devleti arasındaki yolu güvenli kılması için Bit Adini beyliğinin ortadan kalkması gerekiyordu. Daha ilk yönetim yılında Bit Adini’ye bir saldırı düzenledi. Bit Adini kralı Ahuni, Asur kralının bu saldırısına karşı geri adım atarak Fırat’ın üzerinden batıya doğru geri çekildi. Geri çekilmesiyle Patin kralı Sapalulme, Sam’al kralı Hayan ve Karkamış kralı Sangara ile bir ittifak kurarak, Asur’a karşı direnişe geçtiler. Kummuh ile Gurgum ise Asur’a bağlılıklarını bildirdiler. III. Salmanassar Arami beyliklerin kurduğu güçlü ittifağa karşı saldırıya geçti. Bu saldırı sonucu ittifak güçleri Orontes (Asi) nehrinin arkasına geri çekildiler. İttifak güçleri bu alanda aldı. Asurluların bu zaferden geri dönüşlerinin ardından, Aramiler ile Yahudiler arasındaki ateşkes yeniden bozuldu. Aralarında çıkan yeni savaşta Yahudi kralı Akhab öldürüldü. Barsip kuşatıldı ve devletleri Asur’un egemenliğinde bir bölge oldu ve böylece Bit Adini Arami beyliği tarihe karıştı. Bu bölgeden yirmibin insan Asur egemenliği altındaki diğer bölgelere sürüldü. III. Salmanassar Yahudileri ve Aramileri en çok korkutan kral oldu. M.Ö. 854 yılında III. Salmanassar Halep ve Karkamış’a bir saldırı düzenledi. Hama kralı İrhuleni, Asur tehlikesine karşı bütün Arami, Yahudi ve Fenikeli beylikleri ittifak olmaya çağırdı. Şam kralı Ben Hadad ve Yahudi kralı Akhab’ın yanında birçok şehir ve 12 Hatti prensi bu birliğe girmeye karar verdi. Karkar yakınlarında Asurlularla girdikleri savaşta III. Salmanassar birleşik güçleri dağıttı. Birleşik güçlerden 14000 kişiyi öldürerek, 25000’ini de esir III. Salmanassar ihtiyarlığı nedeniyle, son yıllarında, ordularının yönetimini başkomutanına devretti. Onun yerine geçmek için M.Ö. 828 yılında büyük oğlu Aşur-dan-apli babasına karşı isyan etti. İçlerinde Asur, Ninve, Arbil ve Arrafa şehirlerinin de bulunduğu 27 şehri yanına alarak babasının birliklerine karşı başkaldırdı. Yaşlanan III. Salmanassar, küçük oğlu Şamşi-Adad’ı bu başkaldırıyı durdurmak için görevlendirdi. Bu savaştan karlı çıkan V. Şamşi-Adad babasının tahtına geçti. Fakat bu iç savaştan yıpranan Asur devleti içinde siyasal iktidarsızlık gelişti. Toprak beyleri ve şehir yönetimleri, eyalet temsilcilerine ve saraya karşı ayaklandılar. Böylece III. Salmanassar’ın ölümünden sonra (M.Ö. 824), seksen sene devam eden bir istikrarsızlık dönemi başladı. Siyasette ve ekonomide gerilemeye başlayan Asur devletine, komşu ülkeler vergi ödemeyi durdurdular ve halklar ayaklandı. Asurluların bölgedeki otoritelerinin zayıfladığını gören Arami ve Yahudiler yeniden savaşa başladılar. Arami kralı Hazael Yahudilere saldırarak birçok yerleşim merkezlerini yakıp yıktı. Bu saldırıda Hazael Yahudi topraklarının büyük Sayı 13 Mart 2013 bir bölümünü işgal etti, sonra da Yudeya krallığını tehdit etti. Karşı koyamayacağını anlayan Yudeya kralı Yoas, Arami saldırısını önlemek için Şam’a vergi ödemeyi kabul etti. Arami beylikleri kendi aralarında da anlaşamıyorlardı. Örneğin Hazael Hama kralına karşı başlattığı bir savaşta yanına Sam’al ve Malatya beyliklerini de aldı. Bu saldırıda Hama krallığı birleşik Arami ordusunu bozguna uğrattı. tarafından ölümsüzleştirildi. Yunan yazarı Ctesias M.Ö. 5. yüzyılda onu doğa üstü bir varlık olarak göstererek, bir tanrıçanın Amazon kızı olarak tanımlamaktadır. Ölümünü bile doğa üstüne çıkaran Ctesias, onun bir güvercine dönüştüğünü ve uçtuğunu yazar. 19. yy da ise ünlü komponist Rossini Semiramis’in hikayesini bir operaya dönüştürerek ondan en güzel, en hırçın, en güçlü ve çekici doğu kraliçesi olarak sözeder. Şam Arami kralı Hazael’in ölümünden sonra yerini alan oğlu II. Ben Hadad döneminde Şam’ın etkisi azaldı. Lotanu krallığı Şam egemenliğini üzerinden atarken, Yahudiler de Hazael döneminde kaybettikleri bölgeleri tekrar geri aldılar. Asur’daki iç karmaşadan yararlanan Urartu, Arami Arpad krallığıyla ilişkiye girdi. Şammuramat beş sene sonra yönetimi oğlu III. Adad-Nirari’e devretti. III. Adad-Nirari (M.Ö. 806-781) ilk yönetim yılında Arami Arpad krallığına karşı savaş açtı, sonra da Hazaz Beyliği (Afrin yakınlarında) üzerine yürüdü. Hazaz Beyliği önce Patin’e bağlıydı, bu dönemde Arpad Beyliği’nin elinde bulunuyordu. III. Adad-Nirari Arpad’dan sonra M.Ö. 803 yılında Şam’a saldırarak işgal etti. II. Ben Hadad’ın yerine geçen oğlu Mar’i (III. Ben Hadad) ordusu bozguna uğrayınca, kendisi de esir düştü. Şam’dan büyük ganimetler elde eden III. Adad-Nirari Şam’ı ilk kez vergiye bağladı. Ayrıca bir yazısında Hattu ve Amuru ülkelerini baştan başa itaat altına aldığını ve Tiros, Sidon, Yahudi, Edom ve Pilisti ülkelerini ağır vergilere b a ğ l a d ı ğ ı n d a n bahsetmektedir. III. AdadNirari Urartu ve Babil’e karşı da harekete geçti. Kuzeyde bulunan Urartu devleti Asur güçlerine boyun eğmedi. Fakat Babil tamamıyla Asur egemenliğini kabul etti. V. Şamşi-Adad, Şammuramat, III. AdadNirari (M.Ö. 824-781) Babasının tahtına geçen V. Şamşi-Adad (M.Ö. 824-811), siyasette önemli adımlar atamadı. Babil kralı Marduk-zakirşumi tarafından desteklenen ayaklanmalar, Asur egemenliği altındaki birçok bölgede büyüdü. V. ŞamşiAdad iktidara geldiğinde ilk işi Babil kralından intikam almak oldu. Marduk-zakirşumi’den sonra Babil tahtına geçen yeni iki krala karşı seferler başlatarak, onları Asur ülkesine sürdü. Böylece Babil ülkesinde bir anarşi havası esmeye başladı. V. ŞamşiAdad bütün Mezopotamya üzerinde hakimiyet kurdu. Aynı zamanda geleneksel Sümer ve Akad kralı ünvanını da kendisine taktı. V. Şamşi-Adad’ın kısa iktidarı M.Ö. 811 yılında ölmesiyle sona erdi. Yerini alacak olan oğlunun daha çocuk olması nedeniyle, Asur tahtına aslen Babilli olan karısı Şammuramat (M.Ö. 811-806) geçti. Asur tarihinde ilk kadın olarak tahta geçen Şammuramat (Semiramis) beş sene iktidarda kaldı. Asur tarihinde çok değer kazanan Şammuramat için, önemli krallara yapıldığı gibi, büyük bir yontu yaptırıldı. Şammuramat’ın komutası altında bölgeye yeni gelen Medlere karşı savaş açıldı. Yine onun döneminde Abessilere ve Hindistan’a seferler düzenlendi. Büyük bir Arami gücü ve kültür merkezi halinde olan Guzana (Tel Halaf) ve çevresini, Asur devletinin sınırları içine kattı. Asur tarihinde ismi çok az geçen Şammuramat, daha çok Yunan yazarları Asur’un, Aramileri siyasal anlamda kendisine bağlaması, Aramilerin Mezopotamya’ya girmelerini önleyemedi. Göçebe Aramiler kuzeyden ve güneyden Mezopotamya içine girmeye devam ettiler. III. Adad-Nirari seferden döndüğünde Arami aşiretlerinin Mezopotamya’nın her tarafına yayıldıklarını, hatta İtua aşiretinin başkent yakınlarına kadar sokulduğunu gördü. Aramilerin bu yürüyüşü Asur yönetimini sarsıp, ülkede ayaklanmalara yolaçtı. Asur’un doğusundaki Madailerin Asur’u tehdit etmesi için de bir zemin oluştu. Şammuramat ve oğlu III. Adad-Nirari döneminde Asur ülkesinde Babil’in kardeş şehri olan Borsippa’nın tanrısı Nabu büyük önem kazandı. Şammuramat’ın “sadece Nabu’ya güven, başka tanrıya güvenme” önerisi üzerine, III. Adad-Nirari Nabu kültünü bütün ülkesinde yaydı ve kendisi de bu külte bağlı kaldı. Devamı gelecek sayıda 9 MEZOPOTAMYA’NIN GERÇEKLİĞİ VE DEĞİŞEN KİMLİĞİ Suphi AKSOY Fırat ile Dicle nehirlerinin oluşturduğu havzaya, Süryanicede nehirler evi anlamına gelen Bethnahrin denilmektedir. Yunanlılar ise buraya Mezopotamya adını verdiler. Mezopotamya, Yunancada iki nehir arası demektir. Arapçada ise bu coğrafyaya El Rafidheyn denilmektedir. Ancak Mezopotamya toprakları iki nehir arası anlamından ziyade tarih boyunca çok farklı uygarlıklara, halk topluluklarına, kültürel kimliklere ve siyasi oluşumlara ev sahipliği yapmasından dolayı önem kazanmıştır. Büyük değişimlere merkez olmanın nedeni kuşkusuz insan yaşamına elverişli koşullarıdır. Mezopotamya’nın coğrafik yapısı aynı anda birkaç iklimi oluşturmaktadır. Bu nedenle tarih boyunca iç ve dış göçlere sahne olmuştur. Ayrıca değişik isimlerde bilinen bilinmeyen çok sayıda siyasi otorite, beylik, devlet ve imparatorluklara da ev sahipliği yapmıştır. Mitolojik ve dini bilgiler bakımından da geniş bir inanç birikime sahiptir. Mezopotamya, dini mabetler, ziguratlar, Sinagoglar, Manastırlar, Kiliseler, Camiler, Cemevleri, Hüseyniler, Laleşler ve diğer ziyaret tapınaklar açısından da zengin bir kültüre ve sayısız esere sahiptir. Her topluluk kendi değerleriyle bu coğrafyada yer alırken, komşu topluluklar da birbirinden etkilenmişlerdir. En büyük etkileşim inanç, üretim ve dil alanlarında yaşandı. Destanlar, isimler, üretim araçları ve tekniği nesilden nesile, topluluktan topluluğa aktarılmıştır. Mezopotamya ve hatta Ortadoğu’nun dışından gelen halk toplulukları bu bölgeye yerleşerek zamanla güç sahibi olup, yönetimler kurmuşlardır. Bu anlamda yerli yabancı kavramları, binyıllar içerisinde iç içe geçmiş, bir zamanlar yabancı sayılan yeni gelen topluluklarla birlikte yerli sayılmışlardır. Böylece yabancı tanımı her zaman bölgeye en son gelenler için kullanıldığından dolayı önceki yabancılar yabancı olduklarını unutmuşlardır. Dolayısıyla Mezopotamya; Ortadoğu ve hatta bütün dünya üzerinde yaşayan insanlarındır. Önemli olan insanların birbirini kabul etmeleri ve birbirlerinin hukuklarına saygı duymalarıdır. Bu anlamda tarih boyunca hep yazılı sözlü bir hukuk sistemi geliştirilmiştir. Mezopotamya coğrafyasında küçük büyük birçok kültür, medeniyet ve siyasi yapı oluşmuştur. Tıl Halaf, Tıl Ubeyt, Samara kültürleri bunlardan birkaçı ve Sümer kültürüne zemin teşkil edenlerdir. Sümerden sonra Akad, Babil, Asur, Aram, Elam, Hitit ve günümüze kadar gelen onlarca devlet, imparatorluk, beylik ortaya çıkmıştır. Günümüzde Mezopotamya da, Ortadoğu coğrafyası gibi, bazı etnik kimlikler arasında bölünmüş ve adlandırılmıştır. Zaman içinde de gücü olan, zayıf olanı yutmaya, inkâr etmeye çalışmıştır. Bu nedenle bazı etnik kimlikler ırkçı, şoven ve imhacı bir niteliğe bürünmüşlerdir. Bu ırkçı zihniyet dinsel inanca da etkide bulunmuştur. Ayrıca bölgesel egemenlik için yarışan uluslar tarihi kendilerinden başlattıkları gibi, gerçekleştirilen bütün ilk buluşların sahibi de kendileri olduklarını ilan etmektedirler. Bu kadar çarpıtmaya, abartmaya dur demek gereklidir. Çünkü başını alıp giden söz konusu büyüklük kompleksi herkese zarar vermektedir. “Benim ulusum senin milliyetinden daha iyidir, benim dinimden olan cennete, başkasının dinden olan cehenneme gider anlayışı” düşmanlığı, kini, nefreti, ayrımcılığı ve ırkçılığı körüklemektedir. Söz konusu inkarcı zihniyetin eğitim müfredatına yansıtılması marşlarla, şarkılarla, türkülerle ve şiirlerle dile getirilmesi, gerçekdışı tarih tezleriyle gündemleştirilmesi ise bir başka vahameti oluşturmaktadır. Oysa Mezopotamya ve Ortadoğu gerçekliği; çok dillilik, çok dinlilik ve çok halklılık gerçekliğidir. Önemli olan birlikte birbirimizin hukukuna saygı duyarak barış içinde nasıl yaşayabileceğimizi ortaya koymaktır. Her halk ve onun kimliği bir zenginlik olarak görülmedikçe, barışın gelmesi de zordur. Artık her kimliği bir tehlike olarak görmek fobisinden kurtulmanın zamanı gelmiştir. “Ben yönetirim” anlayışı yerini “her halk ve topluluk kendini yönetip geliştirmeli” düşüncesine bırakması bireysel ve toplumsal alanda özgüvenin gelişmesine yol açacaktır. Çünkü hepimizin kendimize ve birbirimize olan güvene ihtiyacımız var. ܀܀܀܀ 10 Sayı 13 Mart 2013 ZİFİRİ KARANLIKTA SÜRYANİCE Süryanilere karşı kulaktan dolma bilgiler ışığında ön yargıyla yaklaşmayıp, Süryanileri olduğu gibi, her bireyin kendini bir Süryani’nin yerine koyarak Süryanileri anlamaya çalışması için çaba sarf edildi yazılmış bir kitap hakkında oluşturmuş oldukları diyalog ile etkinlik başladı. Bu diyalog sonrasında bir anda hüngür hüngür ağlayan bir bebeğin sesi duyuldu. Bu esnada koro halindeki gruptan, Sunay AYKURT, bebeği uyutması için Süryanice bir ninni söyledi. Ninni bittikten hemen sonra beş kişiden oluşan Süryani ilahi ve ezgi korosu devreye girdi. www.suryaniler.com’un girişimleriyle düzenlenen “Zifiri Karanlıkta Süryanice” adlı etkinlik, 21 Şubat Dünya Anadil Günü, saat 20.00’de İstanbul Beyoğlu’ndaki Karanlık İşler mekânında gerçekleşti. Bir iğne ucu kadar ışığın olmadığı, her yerin kapkaranlık, yani Zifiri karanlığın olduğu mekânda yapıldı her şey. Orda bulunan bütün davetlilerin her biri kendini yalnız hissederek ve sanki görme duyusunu yitirmiş gibi hiçbir şeyi göremeden takip etti bütün geceyi. Yaklaşık 14-20 dakika devam eden ilahilerden sonra, Süryani bir genç, Şırnak ilinin Silopi ilçesine bağlı Süryanilere ait Hassana köyündeki yaşantısıyla ilgili, okulda ve bölgede gördükleri baskı ve sıkıntıları, bu sıkıntılar nedeniyle dedesi hariç diğer tüm akrabalarının Avrupa’ya göç ettiğini dile getirdi. Daha sonra köyde kimse kalmayıp dedesinin de vermiş olduğu kararla torun ve dede diğer akrabaları gibi Avrupa’ya göç edip, Hassana köyünün de korucu ve farklı milletlerin saldırılarına maruz kaldığını anlattı. Bu hikâyenin ardından, göç ile ilgili bir şiir ve bir türkü seslendirildi. Programın ilerleyen saatlerinde Süryani ezgi korosunun dile getirdiği üç Süryani ezgiyle ortam daha da neşelendirildi. Bu etkinlikte Süryani halkı ve dili hakkında bilgi verilerek, Süryanice ilahi ve ezgileri seslendirildi. Ayrıca Süryani Mahlep şarabı ve çöreği de gelen davetlilere sunuldu. Peki, neden Zifiri Karanlık? Bu düşünce daha önce de Süryaniler için birçok program ve etkinlik düzenleyen Özcan Geçer’e aitti. Kimi insan bir lokantaya gider ve bir yemek ismi söyler, yemeğini yedikten sonra da hesabını öder gider. Ama ya, yenilen o yemeğin tadı hakkında, daha önce hiçbir bilgisi olmayan görme özürlü bir insanın durumunu düşündük mü? Kendimizi kör bir adamın yerine koyup; onun dünyayı, nesneleri, insanları nasıl algıladığını hiç merak ettik mi? Ya da birini görmeden, tanımadan başkalarından duyulan, anlatılan bilgilerle o bireye ön yargıyla yaklaşabilir miyiz? İşte zifiri karanlıkta düzenlenen bu etkinlik sayesinde bu sorulara yanıt bulmaya çalışıldı. Yani karanlıkta görme duyusu kayboluyor; ama onun yerine koku alma, işitme, dokunma, hissetme duyuları ön plana çıkıyor. Böylece yapılan bu etkinlik sayesinde, gelen davetlilerin Süryanilere karşı kulaktan dolma bilgiler ışığında ön yargıyla yaklaşmayıp, Süryanileri olduğu gibi, yani oraya gelen her bireyin kendini bir Süryani’nin yeri- ne koyarak Süryanileri anlamaya çalışması için çaba sarf edildi. Etkinliğe gelen davetliler, gruplar halinde görme engelli görevlilerin yardımıyla yerlerine oturduktan sonra, herkes sessiz ve karanlık ortamdaki programın başlamasını bekledi. Bir anda birçok kişiyi heyecanlandıran bir yayın sesi, kendisine kitap arayan ama nasıl bir kitap aradığını bilmeyen bir kişi ile başka bir şahsın tozlu raflar içinde bulunan tozlu kitapların arasından çıkardığı çok eski bir yazı diline sahip olan bir kitap, yani Süryanice ile Etkinliğe renk katan, sesi ve eserleriyle tanınan önemli bir de konuk vardı; Bedri AYSELİ. İlk kez karanlıkta türkü söyleyen sanatçı, Türkçe ve Süryanice ezgileriyle, Zifiri Karanlık’taki geceye renk kattı. Bedri AYSELİ, söylediği hareketli parçalar sayesinde, dinleyiciler karanlıkta değil de sanki bir düğün salonunda oldukları hissini verdi. Etkinliğin sonuna doğru, gelen davetliler Özcan Geçer’e Süryaniler hakkında sorular sorarak, bu etkinlikten duydukları mutluluğu dile getirdiler. Hemen ardından “yarına bir harf bırakalım” düşüncesiyle bütün davetliler bir malfono (Süryanice hocası) eşliğinde alfabeyi Süryanice ile seslendirdiler. Etkinlik bittikten sonra ise çıkışta bütün davetlilere estrangeloyo ile yazılmış harf levhaları dağıtıldı. Sami (Kawme) DİK İstanbul’da Süryani Futbol Okulu açıldı Son dönemde Süryaniler arasında yaşanan gelişmelere bir yenisi eklendi. öğrencilerden başarılı olanlarla Süryani Futbol Takımının kurulması hedefler arasında yer alıyor. Kendi Anadilinde eğitim yapacak Anaokul açmasına izin verilmeyen Süryaniler, İstanbul’da bir futbol okulunu faaliyete soktular. Okulun açılışında yapılan konuşmalarda Sporun insan yaşamındaki önemi, barış, sevgi, dostluk ve arkadaşlık ilişkilerine olan katkısı anlatıldı. İlk etapta 4 ay çalışmalarına devam edecek olan okulun masrafları hayırsever vatandaşlar tarafından karşılanacak. Yapılan törenden sonra öğrencilere Siyah ve kırmızı renklerden oluşan çanta, spor kıyafetleri ve çeşitli renklerden oluşan güller hediye edildi. Bu ay içinde açılışı yapılan ve ağırlıklı olarak çocukların eğitim göreceği Süryani Futbol Okulunun açılışı, Süryaniler arasında büyük sevinç yaşattı. Türkiye’de ilk olarak profesyonel eğitmenler tarafından çalıştırılacak olan okulun açılışına birçok Süryani öğrenci veli ve yetkili katıldı. Yeşilköy Çiroz Spor kompleksinde yapılacak antrenmanlarda ilk etapta 70 öğrenci çalıştırılacak. Bu Gazete Sabro olarak bu çocuklarımıza ve emeği geçen herkese başarılar diliyoruz. M. İRİS Sayı 13 Mart 2013 İshak ALATON’dan yardım çağrısı 11 Kullanılan kavramları tanıyalım Baskın ORAN Cumhuriyet tarihinin bu ilk sivil anayasa yazma girişimi, geldi, vatandaşlığın tanımında Türkiye’nin dünyaca tanımış, başarılı işadamı ve Alarko Holding Yönetim Kurulu Başkanı İshak ALATON, 1915 Soykırımı konusunda duyarlılık gösterilmesi için bir kördüğümlendi. Bu nokta aşılmadan anayasa falan yapılamayacak. Çünkü Cumhuriyet’in başından beri ülkeye hâkim etno-dinsel unsur, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan mektup yayınladı. herkes Türk’tür”ü değiştirtmek istemiyor. Göklerdeki tahtına Beşar Esad’tan bile fazla yapışmış, Yayınladığı mektupta; “Geçmişi ile yüzleşmekten korkan, büyümemiş, güdük kalmış diğer vatandaşların yanına inmemek için direniyor. Tartışmaları anlamak için, kimi kavramları çocuklar gibi davranmaktan” yorulduğunu söyleyen ALATON, 1915 Soykırımı’nın ve o kavramların iç içe geçmiş maceralarını bilmek lazım. 100. yılı dolmasına 3 yıl kaldığını ve artık bugüne kadar sergilenen davranış biçiminden farklı bir davranış biçimine girilmesi gerektiğini dile getiriyor. Kavramsal maceralar Millet, bütün Osmanlı dönemi boyunca “ümmet”, yani dinsel topluluk anlamındaydı. İttihatYahudi İş Adamı İshak ALATON’un yayınladığı mektubun tam metni: Terakki’den sonra, bugün kullandığımız “ulus” anlamına dönüştü. Yalnız, çok dikkat, dinsel anlamından sıyrılmadan. Sevgili Dostlarım! Bu süreci anlamak için “Millet-i Hâkime” kavramının macerasını görmek lazım. Daha önce 2015’e üç var… Üç yıl su gibi geçer. 24 Nisan 2015’e doğru yol alırken alışılagelmiş inkâr politikamıza devam edip kaçacak delik aramaktansa farklı davranalım. de konuştuk; 1454’te başlayan Millet Sistemi’nde Müslümanları yani hâkim/birinci sınıf unsuru Öncelikli hareket edip, boğayı boynuzlarından kavramak için örgütlenelim. Ayıp ifade eden bu kavram, Cumhuriyet’te anlam değiştirdi. “Türk”ü ifade etmeye başladı. Ama vatandaş olarak Türk’ü değil. Sadece “Müslüman Türk”ü. Hatta “Hanefi Sünni Müslüman oluyor artık… Türk”ü. Vatandaşların Gayrimüslim olanlarını dışladı. Çünkü, ulusunu tek bir etno-dinsel grupGeçmişi ile yüzleşmekten korkan, büyümemiş, güdük kalmış çocuklar gibi davranmak- tan ibaret görmek isteyen ulus-devletin, toplumsal kimliğin din’le tanımlandığı bir coğrafyada tan ben yoruldum. Sesimizi yükseltelim. Ülkemize ve toplumumuza saygınlık Gayrimüslimleri asimile etmesi mümkün değildi. kazandırmak, gelecek kuşaklara karşı borcumuzdur. Oysa Türk olmayan Müslümanları (Pomak, Arnavut, Çerkes, Kürt, vb.) eritmek mümkündü. Ama o da tam öyle olamadı. Türkiye’ye göçle gelen (otokton olmayan) Balkan ve Kafkas Müslümanları asimile edildi, ama doğduğu topraktan güç alan otokton Kürtler tam edilemedi. Edilemediği içindir ki, Mesut Yeğen’in deyimiyle “Müstakbel Türk” olması umulan bu Müslüman halk, bu hayal kırıklığı sonucunda, Genelkurmayımız tarafından 2005 Nevrozunda “Sözde Vatandaş” ilan ediliverdi. Yani Millet-i Hakime bir de Kürtleri dışladı. (Milliyetçilik kadar bölücü ideoloji henüz icat edilmemiştir). “Türk”ün anlamı ve yaptığı Şimdi, bir de “Türk”ün kavramsal macerasına bakalım. Osmanlı’da Türk, hiç öne çıkarılmayan hatta aşağılanan bir kavramdı. Çok sebepten. 1) Sınıfsal: Türkmen yani “göçebe”; 1453’ten itibaren artık “yerleşik” hale geçen, üstelik devşirme ve eğitilmiş olan Osmanlı’ya fena batıyordu. Öyle ya, göçebe adamdan nasıl asker ve vergi isteyeceksin? Onu nasıl zapturapta alacaksın? 2) Dinsel: Türkmenlerin büyük kısmı Alevi idi. Yani, yerleşik düzene itaatin mezhebi olan Sünniliğe fevkalade farklı düşen bir inanıştandı. Üstelik, Osmanlı’nın tek rakibine, Sünni olmayan İran’a yakınlık duyuyorlardı. 3) Emperyal: İmparatorluklar etnik grup falan bilmez. Bildiği anda biter gider de ondan. Osmanlı da, kendisini 1299’da kuran Türk/Türkmen’i üstün saysaydı, güm diye havaya uçardı. (Nitekim, İttihatçılar sayınca, uçma hızlandı). Doksan yıl boyunca sayısız günahlar işledik. İskeletleri dolaplara yığıp kapılarını Cumhuriyet kurulunca bu “Türk” kavramı, yeni Millet-i Hakime’sini oluşturduğu Türkiye’yi kilitledik. Doksan yıldır, kafamız kuma gömülü, dünya kör ve sağır diyoruz. ihya değil, çatışma sersemi etti. Oysa, Cumhuriyet’in kurucu babaları olan İttihatçılar işleri kendi Gerçeklerle yüzleşmekten korkuyoruz. Bizlere korkmayı öğrettiler. haline bıraksaydılar, birçok bakımdan (ekonomik, kültürel, vs.) güçlü olan Türk unsuru diğer İskeletler, dolap içinde çürüdüler, yayılan kokular dayanılmaz hale geldi. Ben artık Müslümanları bal gibi yumuşak ve doğal asimilasyona uğratacaktı. Ama bırakmadılar. Bırakamadılar. Hem uluslararası atmosfer ırkçıydı, hem Türk kavramı Osmanlı ve Avrupa tarafından nefes alamıyorum. Ya sizler?.. hor görülmüştü, hem de, en önemlisi, Hıristiyan mezaliminden kaçan (ve gelip yeni devleti Gelin, bizler de sesimizi Ankara’daki parlamenterlerimize duyuralım. Bizlerin, kuran) Kafkas ve özellikle Rumeli göçmenleri intikam duygularıyla doluydu. Kürtleri ve Gayrimilletin milletvekilleri olduklarını hatırlatalım. Milletin sesini partilerinin yönetimine müslimleri sapına kadar dışlayan bir etnik Türk kavramını ayyuka çıkararak tatmin buldular. duyursunlar. B. A. Güler’in ataları İskelet dolu dolapların kapılarını açmamıza yardımcı olsunlar. Bizlere yakışır defin Kurtuluş Savaşı sırasında bu kurucuların ağzından hep “Türkiye milleti”, “Türkiye ordusu”, törenleri sonrası bir dakikalık saygı duruşu ile günahlarımızdan arınalım. Böylece, “Türkiye halkı” çıkmıştı. Lozan yapılıp da Cumhuriyet ilan edilince, bu derhal “Türk Milleti”, geçmişimizle barışalım, kurbanların ruhlarını şad edelim. İsteyenler mezarlarına “Türk ordusu”, “Türk halkı”na dönüştü. Kurucular, 1924 Anayasasından itibaren, özellikle de birer karanfil bıraksınlar. Şeyh Sait isyanından sonra, Kürtlerin gözüne soka soka, “Türk”ü yeni Millet-i Hakime ilan “Babaların günahını çocuklarının ve torunlarının omuzlarına yüklemek, adil insana ettiler. Cumhurbaşkanı Atatürk’ün, Başbakan İ. İnönü ve Ş. Saracoğlu’nun, Milli Eğitim Bakanı yakışmaz” derdi lisedeki felsefe hocam. Hepsi öbür dünyaya göçmüş birkaç insanın H. S. Tanrıöver’in, Adalet Bakanı M. E. Bozkurt’un, İçişleri Bakanı Ş. Kaya’nın (daha sayayım mı?) Türk’ü gökyüzündeki tahta çıkaran, Kürtler ile Gayrimüslimleri ise yerin dibine sokan, günahlarının hesabını bizden kimse sormuyor. nefret ve/veya ırk kokan sözlerini hatırlayın (son olarak Doç. Vahap Coşkun bunları 1 Şubat Cesaret fakiri, gerçeklerden kaçan bir toplumun ferdi olmaktan yoruldum. Ben artık tarihli Taraf’ta özetledi). Bu atalarımızın Emine Ülker Tarhan takdimciliğinde 2013’te sahneye çıkarılan torunu da, Birgül Ayman Güler olacaktır. saygınlık arıyorum. Saygınlığa çok önem veriyorum. Bana yardım ediniz… Sevgilerimle… İshak Alaton ܀܀܀܀resmen “Türk”ün, “Türk ırkı”nın üstünlüğünü ilan için kullanılıyordu. Yani, uzun lafın kısası, Bütün bunlar, artık, Türk’ün Osmanlı dönemindeki kırılmış gururunu tamir mamir için değil, “Kürt Sorunu”nu başımıza çıkaran, “Türk Sorunu” oldu. “Milliyetçilik” derken, yazıyı ansiklopediye çevirdik ya, onun da kavramsal macerasına değinelim. Kemalistler tarafından 1990’larla birlikte “Ulusalcılık”a çevrildi. Bu akım; Türkçülüğün, onunla bağlantılı gerçekdışı bir bağımsızlık anlayışının, esas olarak kendine mazlumiyyet üzerinden gaz vermeye dayanan çağdışı bir antiemperyalizm kavramının ve dini görünmez kılmak isteyen bir laiklik anlayışının yanı sıra, güçlenen İslam’a karşıtlığı da temsile yöneldi. Yalnız, bunların özellikle sonuncusu açısından bir kavramsal sorun vardı. Farkında değillerdi ki, Ulusalcılık denilen şey de, kaçmak istedikleri din kavramına bulanmıştı: Gayrimüslimlere nefret saçıyorlardı. 2007 Cumhuriyet Mitinglerinde “Elimize bedava İncil tutuşturuyorlar” diye haykıran Mülkiye profesörlerinin, misyonerleri düşman ilan eden Rahşan Ecevitlerin sorunu buydu: Farkında olmadan dinci idiler. “Türkiyeli” tek kurtarıcı kavram Vatandaşlığın tanımı, etnik anlam taşıyan “Türk” yerine, teritoryal (topraksal) anlam taşıyan “Türkiyeli” olmak gerekir. Ama milliyetçiler/ulusalcılar eşitlikten nefret ettikleri için bu olamayacak. Ama “Türk” de yerinde kalamayacak. Bu terimin artık körü körüne savunulamaz hale geldiği bir ortamda, mecburen, hiç tanım yapmama yoluna gidilecek. Tabii, bu da bir “ilerleme” olacak. Masallarda “arpa boyu” denilen cinsten. ܀܀܀܀ 12 Sayı 13 Mart 2013 Midyat: Taş, çan ve kan... Sadık ASLAN Turabdin'deki eskinin canlı, şimdiyse sahipsiz, sessiz Süryani köyleri gezildiğinde, köylerin ve kiliselerin bahçesinde ilk bakışta hemen göze çarpan yaygın badem ağaçları, tarihsel boyutuyla Süryanilerin iki halini anlatabilmek için çarpıcı bir figür olabilir belki. Baharın startını vererek her yeri beyaza kesen canlı badem çiçekleri Süryanilerin bir zamanlar aydınlanmaya yaptıkları önemli katkıları ifade eder gibidir. Hz. Muhammed'in Hıristiyan kutsal yapıtlarla ilgili bilgilerini bir Nasturi ruhbanı olan Sargis'in (Bahira) verdiği bilgilerden edindiği bilinmektedir. Yine Eski Yunan bilimlerini Araplara aktarma yeteneği tamamen Nasturiler (Doğu Süryaniler)’e aittir. Ortadoğu'da yaşanan birçok trajik, acılı olaydan biri de Süryani halkının yaşadığı 1915'teki katliamdır. Dönemin muktedirlerince sistematik bir plan dâhilindeki bir politikayla gerçekleştirilen bu katliamda değişik biçimlerde Kürtler de rol aldılar. Muktedirlerin politikaları çerçevesinde esas noktalar gözden kaçırılmadan, meselenin Kürtlerle ilgili bu boyutunun da ele alınması, bu tarihsel olayda neyin nereye oturtulması gerektiğini de daha iyi ortaya koyacaktır. Konu çok boyutlu ve kapsamlı olduğundan, burada sadece Süryaniler için önemli bir merkez olan Midyat'taki katliam çerçevesinde bazı noktalar açılacaktır. Olması gerektiği gibi, günümüzde Ermeni katliamının gündeme girmesi karşısında, eş zamanlı ve benzer kapsamda gelişen Süryani katliamının pas geçilmesi önemli bir eksiklik olarak ortada duruyor. Sorunun gündemleştirilememesi anlamında, göç ettirmelerle dünyanın dört bir tarafına savrulan 'kılıç artığı' Süryanilerin örgütlü bir halk olmaması bir neden olabilir. Soğuk politik hesaplar içerisinde büyük güçlerle bu meselenin fazla bir siyasi getirisinin olamayacağı mı düşünülüyor? Bu anlamda yakın süreçte demokratik toplum kongresi bünyesinde geliştirilen Mezopotamya inanç çalıştayları türünden çabaların derinleştirilerek arttırılması çok fayda sağlayacaktır. “Süryanilerin 'Kılıç Yılı' anlamında Sayfo dedikleri 1915 katliamından önce Midyat ve yakın çevresinin yirmi iki binden fazla Hıristiyan ve yaklaşık yirmi ikin bin beş yüz Müslüman sakini vardı. Hıristiyanlıktan döndüklerini belirten Ezidi Kürtler bölgenin diğer etnik-dini kesimleriydi” İTC'nin siyasi rakiplerini tasfiye etmesi çok zaman almadı. 'Mahşerin Üç Atlısı' Dâhiliye Nazırı Talat, 1914 sonrası Harbiye Nazırı Enver ve Bahriye Nazırı Cemal'den oluşan bir diktatörlük artık iktidardaydı. İTC'nin etnik temizliğe dayalı 'toplum mühendisliği' son hızla devreye konmaya başlandı. Nüfusu homojenleştirme planlarını Talat hazırladı. İlk elden Rumlar batı TURABDİN VE MİDYAT Turabdinli Süryaniler, Hıristiyan köylere saldırıları ilk kez kuzey vilayetlerinden gelen ve sağ kurtulmayı başaran kişilerden işittiler. Katliamlar hemen kulaktan kulağa yayıldı. Turabidinli Süryaniler kendilerini bekleyen akıbeti öğrenmek için yerel yöneticilere başvurdu. Onlara ısrarla bunun sadece Ermenileri ilgilendiren bir sorun olduğu söylendiyse de, yaşamda kalanların anlatımları durumun hiç de böyle olmadığını gösteriyordu. Çevrede asker ve aşiretler tehdit edici bir biçimde toplandıklarında Süryani Ortodoks kilisesinin yüreği sayılan Turabdin bölgesinde tehlike çanları çalmaya başlamıştı. kıyılarından zorla tehcir edilmeye başlandı. Osmanlı'nın 1. Dünya Savaşı macerası Anadolu'daki birçok etnik ve dini kesimler için artık sonun başlangıcıydı. Önceki Panislamist siyaset zaten dini kutuplaşmayı siyasi yaşama sokmuştu. 1909 katliamlarında da hedef tahtasına sadece Ermeniler değil tüm Hıristiyanlar konmuştu. Savaşla beraber sultan S. Mehmet'in Müslüman uyrukları ortak mücadeleye çağırması daha başlarda İran'da Ermeni ve Süryanilere karşı ortak bir cephe yaratılmasında etkili olmuştu. Namı değer 'Teşkilatı Mahsusa' çeteleri de artık birçok yerde işbaşındaydı. 1915 büyük katliam sürecinden önce de Süryaniler belli tarihsel dönemlerde katliamlara uğradılar. Daha öncelerden bazı kesitler ele alınırsa, Anadolu'yu istilasında Timurlenk'in kıyımından kaçabilen Nasturiler, Kürt coğrafyasındaki dağların erişilmesi zor olan güvenli bölgelerine sığındılar. Bu dağlar, 1842-43 senelerinde Botan Emiri Bedirhan Bey'in saldırılarıyla Nasturi katliamına mekân oldular. Ermenilere karşı girişilen 1895 programları belli düzeyde bulundukları yerlerde Süryanileri de kapsadı. Ardından belli nedenlerle 1909'da Kilikya (Adana)’da gayrı Müslimlere saldırılar gerçekleşince Süryaniler de bu katliamdan önemli ölçüde nasibini aldı. Ama 'altın vuruş' 1915'te gelecekti... ETNİK TEMİZLİK Daha öncesine uzanmadan ele alınacak olursa; 1913 darbesiyle iktidarı mutlak olarak eline geçirdikten sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) kendisini nüfusu homojenleştirme ve planlı etnik temizlik yoluyla azınlıkları dağıtma düşününe kaptırdı. İdeolojik arka planda Türkçü ideolog Yusuf Akçura'nın 'Üç tarzı siyasetinden' üçüncüsü olan Pantürkizm vardı. 1913 Balkan savaşlarında Avrupa'daki toprakların büyük kısmı yitirilip Araplarda da bağımsızlık hareketleri gelişince gözler elde kalan ve daha önce önemsenmeyen Anadolu'ya çevrildi. başlanmıştı. 1. Dünya Savaşı bittiğinde binlerce senedir topraklarında yaşayan bir milyon civarında Ermeni ve beş yüz bin civarında Süryani ortadan kaldırılmıştı. İTC'nin temizlik siyaseti ilk büyük meyvesini vermişti! Ermenilere karşı askeri eylemler Şubat 1915'te başladı. Talat'ın 26 Mayıs 1915 tarihli ermeni tehciri ile ilgili emri günümüze taşan bir trajedinin başlangıcı olurken, Haziran 1915'te Mardin'den Diyarbakır'a doğru hareket ettirilen karışık Hıristiyan tutuklu kafileleri yolda katledilmeye Eski çağlardan beri Turabdin'de sonradan Yakubiler de denilen Batı Süryanilerinin yoğun yerleşimleri olmuştur. Sınırları Batı'da Mardin, güneyde Nusaybin, kuzeyde Hasankeyf ve doğuda Cizre'ye kadar uzanan bu bölgenin tek büyük kasabası vardı: Midyat. Turabidin, tarih boyunca dünyadan elini eteğini çekmiş ruhban sınıfından gelen din alimlerinin ibadet ettikleri sayısız manastırın yer aldığı bir bölgeydi. Tur: dağ, abdin; hizmetkâr, köle anlamlarına geliyordu. Çeviride 'Allah'ın hizmetkârlarının dağı' olarak anlaşılmaktaydı. Osmanlı kayıtlarında bölge Tur ya da Tor gibi terimlerle kaydedilmişti. Kürt dilinde halen Tor-torê olarak kullanılır, bölgede yaşayanlara da o yüzden Torî denir. Süryanilerin 'Kılıç Yılı' anlamında sayfo dedikleri 1915 katliamından önce Midyat ve yakın çevresinin yirmi iki binden fazla Hıristiyan ve yaklaşık yirmi ikin bin beş yüz Müslüman sakini vardı. Hıristiyanlıktan döndüklerini belirten Ezidi Kürtler bölgenin diğer etnik-dini kesimleriydi. Hıristiyanlar neredeyse tamamen Süryani Ortodoks kilisesine bağlıydı. Ama 20.yy. başında bölgeye akın eden Amerikalı ve Avrupalı misyonerler sayesinde Katoliklik ve Protestanlığı seçen kesimler vardı. Bölgede çok farklı Kürt aşiretleri yaşıyordu. En büyük aşiret konfederasyonları Dekşurî ve Hevêrkî'ydi. Bazı Süryaniler de bu aşiret üyeleriydiler. Ziya Gökalp’ın 1. Dünya Savaşından önce listelediği Midyat'taki 18 aşiretten Hevêrkî, 5'i de Dekşurî konfederasyonuna bağlıydı. Dekşurîler hükümetin yakın müttefikiydi ve en korkunç kıyımlar onların kontrolündeki köylerde gerçekleştirilmişti. Heverkîler hükümete muhalifti ve tarihsel olarak da Hıristiyanları koruma eğilimindeydiler. Nitekim devlet katliamdan önce Süryanilerden yana olabilecek Hevêrkî aşiret liderleri Çelebiyo, Alîyê Bete ve Sarxano'yu Harput'a sürgün etmişti. Aynı şekilde katliam girişimlerinde yer almak istemeyen Midyat Kaymakamı Nuri Bey ortadan kaybedilerek yerine Hacı Beşir (Bahsar) getirilmişti. Çoğunluğu Kürt aşiret üyelerinden oluşan, elli askerden oluştukları için Arapça 'El-Hamsin' denilen ölüm mangaları hazır vaziyetteydi. Bu ölüm mangaları, Talat'ın bölgedeki 'biricik' ayağı olan, Turabdin'in de o zaman bağlı olduğu Diyarbakır'ın valisi Reşid'in eseriydi. Midyat idari merkezi dışında, Turabdin'deki katliamların çoğunu bunlar gerçekleştirecekti. Katliam için her şey hazırdı. Devamı gelecek sayıda Sayı 13 Mart 2013 13 Okuyuculardan “Ülkemizin boşalmasını istemiyoruz” Avrupa Süryaniler Birliği (ESU) ve Fransa Asurî-Keldani-Süryani Enstitüsü (IACS) Paris’te, Suriye’nin durumu ve Süryanilerin geleceği konusunda bir konferans düzenledi. Fransa Senatosunda yapılan konferansa, Fransız Senatörler, politikacılar ve değişik ülkelerden Süryani temsilciler katıldı. 13 Şubat 2013 tarihinde yapılan konferansa katılan konuşmacılar; Suriye’de gün geçtikçe ağırlaşan savaşın içerisinde bulunan Hıristiyanların ve özellikle de Süryanilerin durumunu tartıştılar. SALAM TAKTİĞİ POLİTİKA D a ha A ra lık a y ında (1 8 . 1 2 . 2 0 1 2 ) çık a n bir ha be rde ; "Üniv e rs ite s ınav larında din de rs i de s orulac ağı" y azılıy ordu. B unun üze rine , O S Y M B aşkanına; "A le v i, H ıris tiy an v e Y ahudi öğre nc ile r bu s oruları nas ıl c e v aplay ac ak" diy e s orulunc a, "Y orum y ok " diy e c e v ap v e riy or. N e g üze l v e ne t bir c e v ap, bir P rof e s öre y akışmay an. D aha s onra, O c ak ay ında (6. 1. 2013) bu s oruy a daha f azla açıklık g e liy or; "İs lam dininin ibade t v e inanc ına y öne lik öze l s orular de ğil, g e ne l çe rçe v e li din kültürü s oruları olac ak" de niliy or. (E s ra K A Y A "A z ınlık öğre nc iy e de din s o rus u"). H a liy le D iy arbakır’da P as tör A hme t G ÜV E N E R'in kızına da zorunlu s e çme li din de rs i. Y e tkilile re te brikle r, y av aş y av aş he de f inize ulaşac aks ınız. Şimdi s ize 1966 y ılında başımdan g e çe n bir olay ı kıs ac a a nla ta c a ğım: O k ulla r k a pa ndık ta n s o nra L is e me zunla rına dışa rıda n e k de rs le rde n (me s le k i) 4 5 g ün k urs v e rilip imtihandan s onra öğre tme n (ilkokul öğre tme nliği) olma hakkı tanındı. B e n de bir dile kçe ile E lazığ K ız İlk öğre tme n O kuluna başv urup kay dımı y aptım. Konferansı düzenleyen kurumlardan ESU adına Başkan Lahdo HOBİL ve IACS Başkanı Agnes İDE katılırken, Suriye Süryani Ulusal Konseyi Başkanı Bassam İSHAK, Suriye Süryani Birlik Partisi Başkan Yar. Said MALKİ, Fransa Senatörü Christiane KAMMERMANN, Fransa’nın Suriye eski Başkonsolosu Eric CHECALLİER, Suriye Prularist Hareketi Başkanı Randa KASSİS ve Doğu Sanatları Fonu Başkanı Rahip Piyer PASCAL da konuşmacılar arasında yer aldı. IACS Başkanı Agnes İDE tarafından yönetilen konferansta söz alan konuşmacılar; Suriyeli Hıristiyanların ve özellikle Süryanilerin durumunu anlattılar. Günümüzde kimlikleri inkâr edilen Süryanilerin Suriye’de karşılaştıkları sorunların anlatıldığı konuşmalarda ayrıca, Süryanilerin günümüzde maruz kaldıkları saldırılardan kendilerini nasıl koruyabilecekleri ve kendilerine nasıl bir gelecek inşa edebilecekleri tartışıldı. Konferansın düzenlenmesi için büyük emek sarf eden Fransız Senatör Christiane KAMMERMANN de yaptığı konuşmada, Fransa’nın Suriye’deki Hıristiyanlara sahip çıkması gerektiğini söyledi. Fransa’nın eski Suriye Başkonsolosu Eric CHECALLİER ise Suriye’de yaşananların çok vahim olduğunu ve Hıristiyanların bugünkü durumdan kurtarılmaları gerektiğinin altını çizdi. K urs lar ke s intis iz de v am e tti. A ğus tos ay ının ortas ında ne re de y s e imtiha n g ünle rinin ta rihle ri be lli o la c a k tı. K urs y öne tme ni bize s anki bir müjde y miş g ibi; "G e nçle r din de rs i de e k de rs olarak imtihana dâhil e dildi" de di. H e pimiz şok olduk, bilhas s a be n. A rdından da bize bir g ün din de rs i kurs u v e rildi. B e n bir G ay rimüs lim olarak ne y apac ağımı şaşırdım. O kul M üdürüne çıktım durumu anlatmay a çalıştım. V aliy e bir dile kçe ile mürac aat e tme mi tav s iy e e tti. B e n de de diği g ibi V ali’y e bir dile kçe y azdım. V ali de be ni M illi e ğitim M üdürüne hav ale e tti. M illi e ğitim M üdürü be nim y üzüme baktı v e "B ir şe y y apamam" de di. B e n bu s e f e r y ine şif ahe n; "H oc am be n G ay rimüs lim’im, din de rs inde n muaf tutulmam lazım. B u olanlar doğru de ğil, s iz bir V e li o lurs a nız o ğlunuzu din de rs i için bir H ıris tiy a n öğre tme ne g önde ririms iniz ? H e le T ürk iy e 'de " de dim. O muzlarını s ilkti v e bana; "O zaman s iz de başka bir M e s le k s e çin" de di. Çare s iz imtihanlara g irdim v e başarılı g e çti. B e re ke t v e rs in din de rs inde n; 5 s oru diğe r dinle rde n, 5 s oru da s ade c e İs lam’dan g e ldi. B u s orulardan biri hale n aklımda; "C uma namazı kaç re kât’tır? K açı f arz kaçı s ünne t? ” biçiminde y di. M aale s e f bu politika hale n de v am e diy or. S alam taktiği. T H Y iç hatlarda (6 nokta hariç) içki y as ağı g e tirildi. E f e ndim tale p y okmuş. S e be bi be lli, he rke s birbirinde n çe kiniy or. P e ki, T ürkiy e 'de imal e dile n içkiy i he p turis t v e G ay rimüs limle r mi içiy or? Çok g ülünç. M aliy e t y üks e ks e para ile s atıls ın içe n öde s in. N e diy e lim darıs ı A v rupa'y a y apılan s e f e rle rin başına! T H Y y e ni uc ube kıy af e tle ri e ğe r kabul e dilirs e bir f ac ia. G aliba bu kıy af e tle rle , S ultan S üle y man'ın ziy are tine g idile c e k? G aliba T H Y için y olc ular mühim de ğil, öne mli olan H üküme ti v e A K P arti’y i me mnun e tme k. M ade m öy le o zaman bu kıy af e tle r C umhurbaşkanı, B aşbakan v e B akanlara ait öze l uçaklardaki g öre v lile r g iy s in. B e nc e g üze l de olur. Konferansa katılan Suriyeli Süryani temsilciler Bassam İSHAK ve Said MALKİ, Suriye’de yaşananları ve Süryanilerin önündeki tehlikeleri ortaya koyduktan sonra, batı devletlerinin ve özellikle Suriye ile tarihi ve derin bir ilişkiye sahip olan Fransa’nın aktif hareket etmesi gerektiğini dile getirdiler. ESU Başkanı Lahdo HOBİL ise, genel anlamda Süryanilerin bugüne kadarki süreçte yaşadıkları göçleri anlattıktan sonra, geçmişte Türkiye, İran ve Irak’ta yaşananların bugün Suriye’de yaşanmasını istemediklerini, bu nedenle de sürece müdahale edilmesi gerektiğini söyledi. HOBİL, batı devletlerinin her şeyden önce, Süryanilerin kendi ülkelerinde kalmaları için girişimlerde bulunmaları gerektiğinin altını çizdi ve “biz, ülkemizin boşaltılmasını istemiyoruz, kaldı ki halkımızın göç etmesi demek Hıristiyanlığın Ortadoğu’dan silinmesi demektir” dedi. Yaklaşık 5 saat süren konferans, samimi diyalogların gerçekleştiği bir kokteylle sona erdi. ܀܀܀܀ H e rke s şunu iy i bilme li; y as aklarla hiç bir y e re v arılmaz. S ade c e idare s i zay ıf olanlar çare y i y as aklarda bulmay a çalışır. N e y a pa rs a nız y a pın y a s a k la rla ins a nla rın k a ra k te rini de ğiştire me z s iniz . B e lk i bu g idişle y a v a ş y a v a ş önünüz e koy duğunuz he de f e v arabile c e ğinizi düşünüy ors unuz. A ma be n başarabile c e ğinize inanmıy orum. B e nc e D e mokras i y oluna de v am e din. Çünkü he rke s in g özü açıldı. D olay ıs ıy la s alam taktiği politikadan v azg e çin. Habib RIMMO 14 ܀܀܀܀ Sayı 13 Mart 2013 ܀܀܀܀ Sayı 13 Mart 2013 15 S. 14 S. 15 ܀܀܀܀