Kimin Yaşı Yeterli? YIL 1 SAYI 6 AĞUSTOS 2012 Mor Gabriel Manastırı ile ilgili görülen davalardaki hukuk mücadelesi yeni bir aşamaya geldi. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, verdiği karara ilişkin “Gerekçeli Kararı” açıkladı. S. 2 Suriye: Kaos mu, Çözüm mü? “Suriye’deki çatışmalar şu an Sünni-Şii mezhep savaşına doğru gidiyor. Bunu biz daha önce Lübnan ve Irak’ta gördük, hiç kimseye bir fayda getirmedi. Üstelik Suriye, hem iç yapısı hem de dış ilişkileri nedeniyle ne Lübnan’a ne de Irak’a benzemiyor. Burada ortaya çıkacak böylesi bir savaş bütün bölgeyi içine alır ve dünyaya yayılır„ Suriye’de günümüzde verilen mücadelenin tarafları elbette sadece bu ülkede yaşayan etnik ve dinsel yapılarla sınırlı değil. En başta dünya genelinde egemenlik kurmaya çalışan Amerika ve Müttefiki Avrupa devletleri (Batı ülkeleri) var. Bir dereceye kadar Batı ülkeleri ile birlikte hareket eden Türkiye ve Arap ülkeleri (S. Arabistan, Qatar, vd.) var. Diğer tarafta, Ortadoğu’da kendisi için hala önemli bir müttefik olan Rusya ve Dünya siyasetinde güç olmaya Qadmoyutho Türkiye’de Devlet Siyaseti’nin Sorunları Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da meydana gelen gelişmeler kapsamında Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, devletin bütün kurumları ile harekete geçerek aktif bir rol üstlenmeye çalışmaktadır. Yürütülen bu siyaset bölgesel liderlik amacını da içermektedir. Ancak hükümetin attığı her adım bir yanı ile olumlu emareler gösterirken diğer yandan kuşku ve kaygılara yol açmaktadır. Bu gerçekliği ve sorunları hükümetin Irak siyasetinde yaşadık ve aynı siyasetin yarattığı güvensizliği bugün yapılmaya çalışılan Suriye siyasetinde de fazlasıyla yaşamaktayız. Türkiye kendi içinde yaşayan halkların sorunlarını görmezlikten gelirken, birçok olumsuz uygulamayı örtbas etmeye çalışırken, Irak‘ta ve Suriye‘de olduğu gibi dünyanın birçok ülkesinde yaşayan Türklere Devamı Say. 4 Özgürlükler Tehdit Altında S. 3 çalışan Çin var. İran, Suriye devleti için hala güçlü bir destekçi konumunda bulunuyor. Bir de hem rejim güçleri hem de karşıtları arasında bölünmüş olan Irak ve Lübnan gibi devletler bulunuyor. Dolayısıyla Suriye’de ortaya çıkan gelişmeler anında bütün dünyayı etkiliyor. Bu yüzden de adını saydığımız dünyadaki bütün güçler bir şekilde mücadelenin içinde bir fiil yer almaktadırlar. Kimisi siyasetiyle, kimisi ekonomisiyle kimisi de silahlarıyla. S. 4 “Yaşananları Süryani “İnternet” Anlamaya Temsilcilerinden Tutuklaması Çalışıyoruz” CHP’yeZiyaret S. 10 S. 10 S. 10 Cumhurbaşkanı Azınlık Temsilcileriyle Görüştü S. 11 “Birbirimize Sarılmıştık” Yusuf Halim Ağa, Hasan Ağa’nın aşireti ve diğer aşiretler, Gercüş çevresindeki Müslüman köylerindeki adamlarını topladılar, sizleri öldürmeye karar verdiler, yarın Kafro’ya gelecekler! Gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum. Durum sizler için çok kötü! Süryaniler sabah erkenden uyandıklarında Kafro’nun etrafının Kürt aşiretleri tarafından sarılmış olduğunu gördüler. Mahme’nin verdiği haber doğru çıkmıştı! Ne Yeni Sınırlar Kimin İçin? Selam Olsun Gurbetteki Midyat yapacaklarını şaşırdılar. Telaş ve korku içinde çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı tüm Süryaniler Kafro Kilisesi’ne doğru koşuyordu. S. 6 Cehalet ve Şiddet Gen Röntgenine Devam: “Mühendis Zihniyeti” Tuma ÇELİK Yavuz ÖNEN Okuyuculardan Suphi AKSOY Baskın ORAN Sayfa 3 Sayfa 5 Sayfa 7 Sayfa 9 Sayfa 11 2 Sayı 6 Ağustos 2012 Kimin Yaşı Yeterli? Mor Gabriel Manastırı ile ilgili görülen davalarddaki hukuk mücadelesi yeni bir aşamaya geldi. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, verdiği karara ilişkin “Gerekçeli Kararı” açıkladı. 2008 yılında yerel feodal güçlerin kışkırtması sonu- uluslararası birçok kurumun tepkisine neden olan cu, Mardin’in Midyat ilçesinde kadastro çalışmaları Yargıtayın verdiği karar sonrasında merakla beklenen yapılırken, Yayvantepe, Eğlence ve Çandarlı “gerekçeli karar„ geçtiğimiz günlerde tamamlandı. Köyleri’nin sakinleri, Mor Gabriel Manastırı’nın ken- Tamamlanan gerekçeli kararda, Mor Gabriel Vakfı dilerine ait 276 dönümlük araziyi işgal ettiğini tarafından 17 Temmuz 1935 tarihinde verilen beyannasavunarak Hazine’ye başvurdu. Dava sonra arka arkaya mede 20 parça susuz tarla, 2 bağ, 10 su kuyusu ve açılan 4 ayrı mahkeme sonucu Türkiye’nin gündemine giren Mor Gabriel Manastırı’na “Gerekçeli karar zorlama ve ‘çalınan minareye yönelik “hukuksuzluk” devam ediyor. taşınmazlardan olduğu duraksamaya yer bırakmayacak şekilde kanıtlanmalıdır. 2009 yılında keşif yapılırken dinlenilen yerel bilirkişi A. Demir, çekişme konusu taşınmazların davalı vakıf tarafından verilen beyannamede gösterilen taşınmazlardan olduğunu bildirmiştir. Diğer yerel bilirkişi de benzer beyanda bulunmuştur. Bilirkişilerden A. Demir, 1960 doğumlu, diğer yerel kişi ise 1950 kılıf doğumludur. 1935 yılında verilen uydurma’ biçimindedir. Herşeyden önce söz konusu arazileri beyannamede sınırı, miktarı, yeri Mor Gabriel Manastırı’nı ‘Hazine bizden başka kullanan olmadı. Dolayısıyla ‘başkasına ait bildirilmediği halde çekişme konusu arazisinde işgalci sayan’ Yargıtay Hukuk taşınmazların beyannamede yer alan mal’ tanımı tamamen zorlamadır.” Genel Kurulu, verdiği kararın gerekçesini taşınmazlardan olduğunu bilmeleri hayatın açıkladı. Açıklanan gerekçeli kararda, olağan akışına uygun düşmemektedir. Mor Gabriel Manastırı’nın, dava konusu Tanık ve yerel bilirkişilerin sadece soyut arazilerin ‘duraksamaya yer beyanlarına değer verilemez.” Denildi. bırakmayacak’ şekilde kanıtlayamadığı belirtildi. Bunun dışında gerekçeli kararda, vakıfların mal edinmeleri sınırsız bir hak Gerekçeli kararda ayrıca dinlenen olmadığı da belirtilerek, “Başkasına ait bilirkişilerin de arazilerin manastıra ait olan bir malın ele geçilerek bu şekilde olduğu yönündeki ifadelerine, ‘yaşları kullanılması vakfın amacına uymaz” nedeniyle’ itibar edilmediği dile getirildi. denildi. Geçtiğimiz günlerde Midyat Kadastro Mahkemesi’nin; Mor Gabriel Manastırı’nın söz konusu arazilerin, 1937 yılından bu yana vergilerini verdiği ve buraların ‘kadimden beri’ kilisenin malı olduğu, yönünde verdiği karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tarafından bozulmuş ve arazilerin hazineye devri yönünde kesin karar vermişti. Yerel mahkeme ikinci kez aynı kararda direnince konu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu gündemine gitti. Genel Kurul da geçtiğimiz günlerde kararı oy birliğiyle ikici kez ve kesin olarak bozdu. Hem Süryaniler, hem Türkiyeli demokratlar hem de manastırın bina müştemilat ile tapuya bağlanmamış arazisini bildirdiğinin görüldüğü belirtildikten sonra; “Beyannamede taşınmazların yüzölçümleri, yeri ve de sınırları açıkça belirtilmemiştir. Bu durumda dava konusu edilen 12 parça taşınmazın davalı vakıf tarafından verilen beyannamede yazılı olan Gerekçeli karar konusunda görüşlerine başvurduğumuz vakıf yöneticileri ve hukukçular; “gerekçeli karar zorlama ve ‘çalınan minareye kılıf uydurma’ biçimindedir. Herşeyden önce söz konusu arazileri bizden başka kullanan olmadı. Dolayısıyla ‘başkasına ait mal’ tanımı tamamen zorlamadır. Ikincisi binlerce yıldır kullanımımızda olan bir mal için gösterilecek şahitler kaç yaşında olmalı?” dediler. Ortaya çıkan sonuca bakılırsa, Mor Gabriel Manastırı’na ilişkin tartışmalar daha uzun süre gündemimizi işgal etmeye devam edecek ܀܀܀܀ KASRI NEHROZ’e S KALITE ÖDÜLÜ MİDYAT’IN VE G ÜNEYDO ĞU’NUN EN G ÜZEL O TELİ O LAN KAS RI NEHRO Z, TURİZMDE KALİTE S İMG ES İ O LAN S KALITE İLE ÖDÜLLENDİRİLDİ. ÖDÜL, MUHTEŞEM BİR TÖREN İLE S AYIN MİTHAT YENİG ÜN E VERİLDİ. 1600 YILLIK SÜRYANİ KONAĞINDA, KALİTE VE EN MÜKEMMEL HİZMETİ PRENSİP EDİNEN VE SERGİLEYEN KASRI NEHROZ’A BAŞARILAR DİLERİZ. Detaylı Bilgi İçin: AYLIK SABRO (UMUT) BAĞIMSIZ SIYASI GAZETE Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni: Tuma ÇELİK Süryanice Sorumlusu: Yuhanun VERGİLİ Yönetim Yeri: Akçakaya Mah. Cumhuriyet Cad. No 40 Midyat-Mardin Basıldığı Yer: Anadolu Ofset, Davutpaşa Cad. Kazım Dinçol San. Sit. No: 81/87 Topkapı – İstanbul Basım Tarihi: Ağustos 2012 www.hotelnehroz.com İlişki Adresleri: Genel Kurallar: Abone ve Reklam Fiatları: Banka Bilgileri: Midyat: e-Mail: [email protected] Tel: +90 506 674 53 00 Gazetede yayınlanan yazılardan, altında imzası olan yazarlar sorumludur. Fiatı: 3,50 TL, 2,00 € (Yurtdışı) Ziraat Bankası, Mardin: Gabi YERLİ Tel: +90 482 212 79 79 Tel: +90 533 643 76 49 Gazetenin imzasıyla yayınlanan yazılardan ise Genel yayın yönetmeni sorumludur. İstanbul: Edip ARSLAN Tel: +90 530 787 28 21 Zeki AYDIN Tel: +90 532 296 57 69 Amerika: Nuran TAŞÇI +1 201 621 11 33 Kaynak göstermek kaydıyla, gazetede yayınlanan yazılar başkaları tarafından kullanılabilir. Gazeteye gönderilen yazılar, kullanılsın veya kullanılmasın, gazetenin malı sayılır ve başka bir dönemde kullanılabilir. Abone: 1 Yıl; 35,00 TL, 25,00 € (Yurtdışı) 6 Ay; 20,00 TL, 15,00 € (Yurtdışı) 3 Ay; 10,00 TL, 10,00 € (Yurtdışı) İstanbul/Beyazıt Şubesi Hesap Sahibi: Tuma ÇELİK Hesap No: 59447239-5001 IBAN: TR09 0001 0006 0659 4472 3950 01 Reklam: Yıllık; 750,- (1/2), 500,- (1/4), 350,- (1/8), 250,-(1/16) 6 Ay; 500,- (1/2), 350,- (1/4), 250,- (1/8), 175,-(1/16) 3 Ay; 350,- (1/2), 250,- (1/4), 175,- (1/8), 125,-(1/16) Gazetemiz; Herkesin bireysel haklarına saygı gösterme konusunda ilke kararına sahiptir. Abone olmak isteyen okuyucularımızın, abonelik ücretlerini banka hesap numaramıza yatırmalarını ve adreslerini elektronik veya normal posta yoluyla tarafımıza ulaştırmaları sonrasında gazeteyi ellerine ulaştıracağız. Sayı 6 Ağustos 2012 Özgürlükler Tehdit Altında Ya rg ı t a y ’ ı n Midyat’ta bulunan Süryanilere ait Mor Gabriel Manastırı hakkında verdiği karara karşı sert tepki gösteren Almanya Hür Demokrat Partisi (FDP) Meclis Grubu üyesi ve İnsan Hakları Sözcüsü Pascal KOBER; “Azınlıkların din ve kültür özgürlüğü tehdit altındadır„ dedi. FDP insan Hakları Sözcüsü Pascal KOBER, yargıtay’ın verdiği karar ile ilgili açıklamasında, Midyat’ta bulunan Süryanilere ait 1615 yıllık Mor Gabriel Manastırı’nın, yerel mahkemenin lehte verdiği karara rağmen, yargıtayın aleyhteki kararının, azınlıkların din ve kültür özgürlüğünü tehlikeye altına attığını öne sürdü. İnsan hakları bağlamında Din özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olan kültürlerin korunması ve dini ibadetlerin yerine getirilmesi için gerekli koşulların sağlanması gerektiğini belirten KOBER, daha önce FDP Meclis Grubu olarak Türkiye’de yaşayan Süryanilerin haklarının güvence altına alınması ve Mor Gabriel’in korunması konusunda önerge verdiklerini ve bundan sonra da konunun takipçileri olacaklarını söyledi. Pascal KOBER, Her anlamda haksız olduğuna inandığı bu kararın Türkiye'deki farklı dinlere mensup azınlıkların "din özgürlüğünü" koruma altına alınması yönündeki belirsizliğin devam ettiğini gösterdiğini ifade etti ve bu kararın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürülmesi gerektiğini bildirdi. Birlik partilerinin İnsan Hakları Komisyonu içindeki temsilcisi Erika STEİNBACH’da yaptığı yazılı açıklamada, alınan bu kararın sadece Mor Gabriel ile sınırlı olmadığını ve bir bütün olarak Türkiye’deki tüm Hiristiyan Süryaniler için bir tehlike oluşturduğunu söyledi. Erika STEİNBACH ayrıca Türkiyeli aydınların başlattığı imza kampanyası “Türkiye Süryanilerin Vatanıdır ve Mor Gabriel Manastırı İşgalci Değildir” için de; “Bu kampanya, Türkiye halkının hukuksuzluğa ve hükümete karşı sesini yükseltmesidir” dedi ve desteklediğini söyledi. Federal Alman Meclisi daha önce, Demokratik Hiristiyanlar Birliği (CDU) ile S o s y a l Hiristiyanlar Birliği (CSU)’dan oluşan İktidardaki Hıristiyan Birlik Partileri ile FDP milletvekilleri tarafından hazırlanan ve muhalefetteki Yeşiller Partisi'nin destek verdiği karar tasarısıyla, Almanya hükümetinden, diğer AB hükümetleriyle birlikte hareket ederek, Türkiye'nin Mor Gabriel Manastırını koruması ve Süryanilerin haklarını güvence altına almasının sağlanmasını istemişti. İktidardaki CDU’nun Kuzey Ren Westfalya eyalet milletvekili Dan iel SİEVEKE’da daha önce Almanya genelinde Mor Gabriel Manastırı için bir imza kampanyası başlatmışlardı. CDU Avrupa Parlamentosu Milletvekili Elma BROK’un desteklediği bu kampanyayı, Avrupa Süryaniler Birliği (ESU) da Avrupa genelinde yaygınlaşması için değişik ülkelerde çalışmalarda bulundu. ܀܀܀܀ 3 Yeni Sınırlar Kimin İçin? Tuma ÇELİK Herkes, Ortadoğu’da yaklaşık 20 yıldır yaşanan ve günümüzde doruğa çıkan olayların, aslında 1900‘lu yılların başında, Batılı devletlerin çıkarları doğrultusunda cetvelle çizilen sınırları ortadan kaldıracağına inanıyor. Bu çerçevede de geleceğe ilişkin yeni senaryolar ortaya koymaya çalışıyor. Evet gerçekten yaklaşık 100 yıl önce, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı sonrasında Ortadoğu’da ortaya çıkan, Türkiye dahil, bütün devletler; bu coğrafya içerisinde yaşayan halklar, dinler ve kültürler dikkate alınmadan, baskıcı ve tekleştirici bir mantık üzerinde şekillendiler. Bu devletlerin sınırları, Batılı egemen devletlerin çıkarlarına göre şekillendiği için de, içlerinde yaşayan halklara her türlü baskıyı reva görmelerine de kimse aldırış etmedi ve bu devletler bugüne kadar yaşamlarına devam ettiler. Aslında yine uluslararası çıkar gruplarının menfaatlerinin değişmesi sonrasında, bölgedeki diktatörlere karşı homurdanma başladı ve cetvelle çizilen sınırlar tartışmaya açıldı. Önce Irak’taki durum ortaya çıktı. Ancak Amerika, Irak’ta kendine göre yeni bir düzen oluşturmaya çalışırken, Şiiler dengeleri bozdu ve İran’a Amerika’dan daha fazla yakın olmaya başladılar. Kuzeyde Kürtler, bölgenin önemli aktörlerinden biri olan Türkiye’nin ciddi muhalefetine rağmen Federal yapı içerisinde hızla özgürlüğe doğru koşmaya başladılar. Bölgede yaşanan bu durum ve dünya genelinde ortaya çıkan gelişmeler, yıllardır diktatörlükle yönetilen halklara farklı bir çerçevede düşünme imkanını sağladı. 18 Aralık 2010’da Tunus’ta evde bekleyen çocuklarına ekmek götüremeyen Arap bir babanın kendini yakması sonrasında, bütün Arap ülkelerinde arka arkaya, yıllardır baskı altında yaşayan halkları isyana taşıdı. Sokaklarda başlayan ve daha sonra “Arap Baharı” olarak adlandırılan bu süreç, Libya’da dış müdahaleyi beraberinde getirdi. Suriye’de ise çok kanlı bir iç savaşa doğru giderken, uluslararası dengeleri de tehdit etmeye başladı. Öyle ki, günümüzde herkes Suriye’deki Beşar ESAD’dan sonraki dönemi tartışırken, Ortadoğu’nun büyük bir bölümünü içine alan değişikliklerden bahsetmektedir. Halkların istemleri dışında oluşan sınırlarda baskılara ve inkara maruz kalması, diktatörlüklerle yönetilmesi, hiçbir hakka sahip olmamaası ve yöneticilerin şaşalı yaşamları içerisinde açlığa mahkum edilmesi kabul edilir şey değil elbet. Dolayısıyla bütün bu olumsuzluklara karşı mücadele etmek insanların en doğal hakkıdır. Bu mücadeleler sonucunda da eğer sınırların değişmesi, bazı devletlerin haritadan silinmesi gerekiyorsa veya haritalara yeni devletler eklenecekse hepimizin bunu kabul etmesi gerekir. Çünkü hiç kimse suyun kendi yolunu bulmasını engelleyemez. Belki geciktirir ama engelleyemez. Hal böyleyken maalesef, bazı odaklar hala gerçekleri görmeme konusunda ısrarcı olmaya devam ediyorlar. Örneğin, Ortadoğu’da Türkiye, Irak ve Suriye sınırlarının bulunduğu alanda ortaya çıkabilecek yeni bir yapılanmaya ilişkin yapılan hemen bütün yorumlarda, Türk, Kürt ve Sünni Arap’lardan bahsedilmekte ve aynı bölgede yaşayan yaklaşık 4 milyon Süryani (Asuri, Arami, Keldani, Melkit)’i kimse hesaba katmıyor. Merak ediyorum gerçekten: Bu yorumları yapanlar, bölgeyi bu kadar bilmeyen cahil insanlar mıdır? Yok eğer cahil değillerse ve herşeyi biliyorlarsa o zaman, yıllardan beri yıkmaya çalıştığımız diktatörlerden, tek tipçi, baskıcı ve inkarcı yönetimlerden ne farkları var? Belki de şunu düşünüyorlar; “1915’te zaten Süryanilerin köküne kibrit suyu dökmüş ve çoğunu halletmiştik, geri kalanları da bu vesileyle bir şekilde ortadan kaldırır ve istediğimizi yaparız”. Aslında bu tür düşüncelerin şakasını bile ortaya koymak insana acı veriyor. Ama ortada yaşanan bunca duyarsızlık varken fazla seçme şansı bırakılmıyor. Sonuç olarak; günümüzde Ortadoğu’da varolan dengeler hiç kimseyi tatmin edecek durumda değil ve herkes bu dengelerin değişmesini istiyor. Ancak kurulacak yeni dengeler bölgede yaşayan bütün kimliklerin ve kültürlerin çıkarlarını gözetmek durumunda olmak zorundadır. Yoksa, 1900’lu yılların başında olduğu gibi “birileri” bir süre memnun olur ama birgün gelir bu sınırlar yeniden yıkılır. [email protected] 4 Sayı 6 Ağustos 2012 Qadmoyutho yönelik daha hassas bir yaklaşım sergilemektedir. Yakın zamana kadar Türkiye hükümetleri Suriye‘deki Türkmenler için, rejimle girdiği ilişkiler nedeniyle ve çıkarları gereği bir adım dahi atmazrken, şimdi aynı Türkmenler için partiler örgütlüyor, siyasal örgütler hatta silahlı birimler kurmaya çalışmakadır. Yanlış anlaşılmasın; Türkiye, elbette Suriye‘deki Türkmenler ve diğer bütün halklara sahip çıkmalı ve destek vermelidir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti bunu yaparken, kendi içindeki diğer (Türk olmayan) halkları dıştalamakta ve ırkçı politikaları ön plana çıkarmaktadır. Ki yanlış olan da budur. Üstelik bu yaklaşım da diğer halkları ve hatta dünya kamuoyunu rahatsız etmektedir. Dolayısıyla yürütülen bu tarz siyaset yüzünden de Türkiye’de yaşayan halklar arasında bir türlü güven ortamı oluşamıyor/oluşturulamıyor. Daha da kötüsü; bu türden politikalrın ve mezhebsel/ırksal çıkarların ön plana çıkarıldığı politikalar yapıldığı sürece, varolan kuşkular giderilemez sorunlar kökünden çözülemez. Türkiye hükümeti Suriye‘de rejimin uyguladığı zulmü engelemek yerine PKK‘yi gündeme getirerek Kürtlerin, Süryanilerin ve diğer halkların Suriye‘de hak elde etmelerini engelemek için çok yönlü siyasi bir hamle başlatmıştır. Ki bunun sınırı da sadece Suriye değildir. Dünyanın neresinde olursa olsun böylesi bir gelişmeyi engellemeyi bir prensib haline getirmiştir. Dolayısıyla devletin ve hükümetin bu yaklaşımı samimiyetsizliği körüklemekte ve çözüm yollarını tıkamaktadır. Bunun için Ak Parti hükümeti‘nin iyi bir icraatı ile onlarca kötü politikalrın üstünü örtemeyeceğini herkesin bu yaşananları gördüğünü bilmelidir. Sürekli devletin kullandığı şiddet dili ile halkları korkutma sindirme ve teslim alma zamanı çoktan geçmiştir. Türkiye hükümeti Süryanilere ve diğer halklara haklarını vermeyinceye kadar Süriye, Irak ve diğer ülkelerde yaşanan sorunlara müdahil olma konusunda inandırıcı olması mümkün görülmemektedir. ܀܀܀܀ Suriye: Kaos mu, Çözüm mü? “Suriye’deki çatışmalar şu an Sünni-Şii mezhep savaşına doğru gidiyor. Bunu biz daha önce Lübnan ve Irak’ta gördük, hiç kimseye bir fayda getirmedi. Üstelik Suriye, hem iç yapısı hem de dış ilişkileri nedeniyle ne Lübnan’a ne de Irak’a benzemiyor. Burada ortaya çıkacak böylesi bir savaş bütün bölgeyi içine alır ve dünyaya yayılır„ Süryanilerin ataları olan; Akad, Babil, Asur ve Kalde İmparatorlukları ile Arami beyliklerinin hepsinde Suriye’nin bugünkü toprakları merkezin içinde bulunuyordu. Dolayısıyla Süryani Kültürü aynı zamanda Suriye Kültürü’nün temelini oluşturuyor. nomik anlamda ciddi bir gelir kaynağı oluşturmaktadır. 1963'ten beri Baas Partisi tarafından yönetilen Suriye, Soğuk Savaş döneminde Doğu Bloku’nun ciddi bir müttefiki oldu. Daha sonra bölgeye egemen olan Roma ve Bizans İmparatorlukları ile İslam devletleri Antik Süryani Kültürünün üzerinde yükseldiler. Bugün bölgeye her ne kadar Arap Kültürü egemen olduysa da temelindeki birçok öğe hala Süryani özellikleri taşımaktadır. Günümüzde yaşanan kaos ortamında tarihi gerçeklerden ve Süryaniler’den, pek fazla bahsediliyor olmasa da tarihin belleğinde bu durum herkesçe bilinmektedir. Zaten sağlıklı çözümlerin ortaya konulmaması da yaşanan bu hafıza kaybından dolayı ortaya çıkmaktadır. Bugün bütün dünyayı meşgul eden “Suriye Sorunu” biraz da bu “bilinenler”in açık bir şekilde ortaya konulmaması ve Suriye’yi bir “Arap” devleti olarak yorumlamaktan kaynaklanıyor. Oysa Suriye tarihte hiçbir zaman bir “Arap” devleti olarak varolmamıştır. Belki “Arap” egemenler tarafından yönetildi ve “Arap”laştırılmaya çalışıldı ama hiçbir zaman bu durum tam anlamıyla başarılamadı. 17 Nisan 1946 tarihinde kurulan ve resmi adı, Suriye Arap Cumhuriyeti olan ülkenin etnik yapısının yaklaşık % 70’i Arap (% 55 Sünni ve % 15 Alevi), % 15’i Süryani (Asuri, Arami, Keldani ve Melkit), % 8’i Kürt, % 3 Dürzî ve geri kalan % 4 de Türk, Ermeni, Çerkez ve diğer göçmenlerden oluşuyor. Din olarak da Hıristiyanlığın ve İslamın bütün mezhepleri Suriye’de bulunuyor. Ki bu etnik yapılar ve dini gruplar ülkenin her tarafına dağılmış bulunmaktadır. Suriye’de bulunan petrol ve fosfat gibi yeraltı kaynaklarının yanında, Tarım ve Hayvancılık da eko- Tunus’ta ateşlenen ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreçte Suriye’de de halk değişim talebiyle mücadeleye başladı. Ilk başlarda birkaç şehirde “Sünni Arap”lar arasında başlayan mücadele zamanla ülkede yaşayan bütün kesimler arasında yayıldı ve günümüzde ciddi bir “İç Savaş”a dönüştü. Ancak ülkedeki karmaşık etnik yapı ve değişik dinsel grupların olması, aynı zamanda bu grupların sahip olduğu uluslararası bağlantılar ülkeyi ciddi bir kaos ortamına doğru sürüklemektedir. Günümüzde verilen mücadelenin bir tarafında, devlet aygıtını elinde bulunduran rejim güçleri, diğer tarafta rejimin karşısında bulunan güçler ve her iki taraftan bağımsız haraket eden gruplar yer alıyor. Şu andaki rejim gücünü daha çok Alevi, bir kısım Sünni ve SüryaniMelkit’lerden alıyor. Rejimin karşısında ise daha çok Sünni Araplar bulunuyor. Kürtler ise daha çok bağımsız haraket etmektedirler. Sayı 6 Ağustos 2012 Suriye’de günümüzde verilen mücadelenin tarafları elbette sadece bu ülkede yaşayan etnik ve dinsel yapılarla sınırlı değil. En başta dünya genelinde egemenlik kurmaya çalışan Amerika ve Müttefiki Avrupa devletleri (Batı ülkeleri) var. Bir dereceye kadar Batı ülkeleri ile birlikte hareket eden Türkiye ve Arap ülkeleri (S. Arabistan, Qatar, vd.) var. Diğer tarafta, Ortadoğu’da kendisi için hala önemli bir müttefik olan Rusya ve Dünya siyasetinde güç olmaya çalışan Çin var. İran, Suriye devleti için hala güçlü bir destekçi konumunda bulunuyor. Bir de hem rejim güçleri hem de karşıtları arasında bölünmüş olan Irak ve Lübnan gibi devletler bulunuyor. Dolayısıyla Suriye’de ortaya çıkan gelişmeler anında bütün dünyayı etkiliyor. Bu yüzden de adını saydığımız dünyadaki bütün güçler bir şekilde mücadelenin içinde bir fiil yer almaktadırlar. Kimisi siyasetiyle, kimisi ekonomisiyle kimisi de silahlarıyla. Suriye’nin tarihteki gerçek sahipleri olan Süryaniler ise, uluslararası düzeyde bağlantıları olmadığı ve örgütsel-siyasal bir birlik oluşturamadıkları için gündeme pek fazla gelmemekte/getirilmemektedirler. Tarihi süreç içerisinde yaşadıkları olumsuzluklar nedeniyle, ülkedeki nufusları yaklaşık % 15’e kadar düştü. Daha çok kiliseler temelinde örgütlenen Süryaniler içinde son yıllarda ortaya çıkan örgütsel ve siyasal çalışmalar henüz yeterli düzeyde ve her kesimi içine alacak durumda değildir. Batı ve Kuzey Suriye’de yaşayan Süryaniler, günümüzde verilen mücadele içinde de varolmaya çalışıyorlar. Değişik Muhalefet grubları içerisinde bulunan Süryaniler, daha çok Suriye Süryani Birlik Partisi ve Asuri Demokratik Örgütü tarafından temsil edilmektedirler. Bu kurumların dışında, bazı kilise çevreleri de temsil konusunda çaba sarf etmektedirler. Birçok farklı görüş olmakla birlikte Süryaniler; ülkedeki bütün etnik yapıların ve dinsel grupların kendilerini özgür hissedebilecekleri bir düzende birarada yaşamayı istiyorlar. Görüşlerine başvurduğumuz SSBP Genel Başkanı İ. G.; “ Suriye’deki çatışmalar şu an Sünni-Şii mezhep savaşına doğru gidiyor. Bunu biz daha önce Lübnan ve Irak’ta gördük, hiç kimseye bir fayda getirmedi. Üstelik Suriye, hem iç yapısı hem de dış ilişkileri nedeniyle ne Lübnan’a ne de Irak’a benzemiyor. Burada ortaya çıkacak böylesi bir savaş bütün bölgeyi içine alır ve dünyaya yayılır. Biz istiyoruz ki Suriye’deki bütün yapılar kendilerini rahat ve özgür hissetsinler. Eğer dış güçler müdahale edeceklerse böylesi bir ortamı sağlamak için çaba sarf etsinler. Yoksa herkes kendine yakın gördüğü gücü desteklemek ve çıkarlarını savunmak için müdahale edecek sonuç kaos olur„ diyor ve ardından ekliyor; “biz kaos istemiyoruz. Gerçek bir çözüm istiyoruz. Bu da ülkedeki bütün farklılıkların dikkate alındığı bir çözüm istiyoruz.„ ܀܀܀܀ 5 Gurbetteki Midyat Yavuz ÖNEN Stockholm’de İsveç Devlet televizyonunun insan haklarıyla ilgili bir programına katılmıştım. Stüdyo çıkışında sordular, bir görüşme talebi var kabul edermisin diye. Kısa bir süre sonra aynı binada Feyyaz Kerimo bir arkadaşıyla birlikte Midyat’a dair anlatımlarımı kaydediyorlardı. Terzi dükkanında çıraklık yaptığım Zeyto Pamukçu’nun adı geçtiğinde Feyyaz; şu anda Stockholm’da görüşmek istermisin dedi ve ertesi günü sabah vakti bir kafede buluştuk. Elliyıla yakın bir süredenberi görmediğim ustayı büyük bir heyecanla kucakladım, hasretle kucaklaştık. Mesleğini Stilist olarak devam ettiriyormuş. Bütün gün birlikte olduk. Kol kola dolaştık Stockholm’ü. Yeğenlerinin dükkanlarına uğradık. Elli yıllık konuşmamışlığı gidermeye çalışıyorduk adeta. Gün çabuk bitti. Ertesi yıl tekrar gittiğim Stockholm’de görüşmek üzere hemen aradım. Telefonda duyduklarım, beni acılara boğdu. Sevgili Zeyto ustayı kaybetmiştik. Uzun yıllardan sonra güzel bir tesadüfle bulduğum bir dostu kaybetmiş olmak derinden etkilemişti beni. Midyat’lı bir değeri yitirmiştik. Onbeş yıl kadar sonra da olsa kendisiyle buluşmamı sağlayan Feyyaz Kerimo’ya minnettarlığımı SABRO okuyucuları ortamında yazmak istedim. Feyyaz yirmi yıl başkanlığını yaptığım Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın işkence görenlerin tedavisi projesini doksanlı yılların başlarında Birleşmiş Milletler’in ilgili birimine gönderen kişidir. Proje kabul edildi ve Vakfın sürekli bir yardım almasına vesile oldu. Türkiye yüksek güvenlikli cezaevi projesini uygulamaya sokacak. Doksanlı yılların ikinci yarısında Hükümetin Hücre sistemi getiren F tipi cezaevleri uygulamasına karşıyız insan hakları ortamında. Bu sırada yine Stockholm’deyiz. Bir akşam vakti. Hafif yokuş olan bir caddenin üst noktasından işyerlerinden çıkanlara bakıyoruz. Bakın dedim herkes tek başına. Birlikte yürüyen hiç kimse yok. Bu bir yaşam tarzı. Bu nedenle Avrupa ülkeleri hücre ve tecrit sistemine itirazımızı anlayamıyorlar. Yalnızlık bir tercih diye konuşmaya devam ederken yanımdaki arkadaşım bakın dedi işte iki kişi birlikte yürüyor dedi. Bu kişiler bizim hizamıza geldiğinde birisi bize yaklaşıp bana sen filan kişimisin diye Türkçe sordu. İki Midyat’lıyla karşılaşmıştık. Gebro Çimen ve Nail Çimen ile ertesi gün beni davet ettikleri Södertalje’de görüştük. Nail Çimen’lerin evlerinde kiracıydık Midyat’ta. Anıları paylaştık. İsveç Parlamentosunun kubbeli büyük salonunda bir insan hakları etkinliğindeyiz. Katılımcıların konuşmaları tamalandıktan sonra izleyicilerin içinden iki kişi sorularını bana yönelttiler. Süryanilerin sorunlarına manastır ve kiliselerdeki baskılara dair sorular. Yanıtlamaya çalıştım. Toplantı arasında geldiler bana. Midyatlı olduklarını söyleyince ben de Midyatlı’yım dedim. Kimlerden olduğumu anne ve babamın adlarını sordular. O akşam otelde dinlenmeye çekildiğim bir saatte oda telefonundan iki ziyaretçim olduğu söylendi. İndim ve toplantıda tanıştığım Yakup Rohyo ile Özcan Kaldoyo ile karşılaştım. Beni otelden aldılar ve o gece Midyat’lıların ve diğer ülkelerden göçetmiş onbeşbin Süryaninin yaşadığı Södertalje ye götürdüler. Yaşlılara sormuşlar bizim aileyi. Bu karşılaşmadan sonra İsveç’e her gidişimde Yakup, Özcan, Can Kaldoyo görüştüğüm kişiler oldular. Süryanilerin dükkanlarının yoğun olduğu caddeler Midyat’ta yürüyormuşum hissi uyandırdı. Bir meydana doğru yürürken bir kenarda çadır kurmuş gençlerin beyaz giysiler içinde bir şeyler bağırdıklarını farkettim. A suhde lıg meysi olarak aklımda kalan ve Süryanice şehitler ölmez diye bağırdıklarını öğrendim. Çadırlarına girdim, konuştuk. Bir 24 Nisan günüydü. Kilisede Pazar ayinini izledim. Futbol Kulübünün başarısını öğrendim. Bir hafta sonu yemeğinde yüzlerce Midyat’lıya hitabetme olanağı buldum. İbrahim’in kahvesinde yemekli sohbetler büyük keyifti. Böyle bir yemekte Midyat İlkokulundan sınıf arkadaşım İskender ile buluştuk. Başarılı bir iş adamı. Bulgur fabrikası kurmuş. Midyat tarzı bulgurdan üretiyor. İsveç Parlamentosu üyesi Yılmaz Kerimo ısrarla davet etmeme rağmen İbrahim’in kahvesine gelmeyi kabul etmedi. Södertalje’ye oğlum Kerem de geldi. Aydın ağabeyimi de çok iyi ağırladı arkadaşlarım. Södertalje Midyat’lıya ve Midyat’a duyduğumuz hasreti biraz olsun giderdiğimiz bir mekan oldu. Gidişlerimde birlikte olduğum değerli arkadaşlarımı da anmak istiyorum. Nadire Mater, Aydın Engin, Prof. Mithat Sancar, Prof. Aziz Konukman bu ziyaretçilerden bazıları. Zorla göçettirilmiş Midyat’lılarla buluşmaktan büyük mutluluk duydular. Bir Pazar ayinini birlikte izlediğim Aziz Konukman kilisedeki koroya hayranlığını görüşmelerimizde hep dile getirir. Bayati, Uşşak, Hicaz, Rast makamlarının çift koro sisteminin kiliseden çıktığını bu yıl mart ayında İstanbul’da katıldığım Çok Kültürlü Yaşamda Süryaniler Sempozyumunda dinledim. Bu noktada çocukluk dönemimle ilgili ve çok sonraları farkettiğim bir duruma değinmek istiyorum. Yaşamın farlı alanlarından, çok sayıda insandan sözettim yazılarımda. Özellikle kültür sanat bilim alanlarına sosyal dokuya yakından uzaktan değiniyorum. Fakat hiç yazmadığım bir alan var. Müzik. Hiç Süryani Türküsü şarkısı dinlemedim duymadım. Düğünlerde ve benzeri toplantılarda herhangibir müzik enstrümanını görmedim. Kilise korosunu hatırlıyorum. Ama herhangibir denkbej ismi bilmiyorum. İlk Süryani müziği kasetlerini ve yukarıda sözünü ettiğim yemekte ilk ses sanatçısını Södertalje’de dinledim. Midyat’lılar eğlenmeyi ses ve sazla duygularını dile getirmeyi neden unutmuşlardı acaba? Araştırmaya değer. ܀܀܀܀ 6 Sayı 6 Ağustos 2012 SÖYLEŞİ “Birbirimize Sarılmıştık” Kemal YALÇIN Yusuf Halim Ağa, Hasan Ağa’nın aşireti ve diğer aşiretler, Gercüş çevresindeki Müslüman köylerindeki adamlarını topladılar, sizleri öldürmeye karar verdiler, yarın Kafro’ya gelecekler! Gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum. Durum sizler için çok kötü! 22 Nisan 2012 günü, Yukarı Kafro’lu Papaz Hanna Basut ile konuştuktan sonra, köylüsü Musa Faal’in evine geldik. Hanna Basut, daha önceden kendisini ziyaret edeceğimizi söylemişti. Eve vardığımızda, Musa Faal, koltuğunda oturuyordu. Hanımı ve oğlu yanındaydı. Ben ilk kez 1915 katliamını, Seyfo’yu yaşamış bir Süryaniyi görüyordum. Daha önce konuştuğum Süryaniler, Seyfo sonrası dünyaya gelmişlerdi. Seyfo’yu görmemiş, bizzat yaşamamış; olayları babasından, anasından, dedesinden, ninesinden, olayı yaşamış başka insanlardan duymuştu. Bana gördüklerini, yaşadıklarını değil, duyduklarını anlatmışlardı. Şimdi karşımda oturan Musa Faal ise, 1915’de beş altı yaşlarındaymış. Yaşını hesapladım. Doğum tarihi kesin olmamakla birlikte 1908 ya da 1909 olabilirmiş. duyduklarını, gördüklerini anlatmış: Hanna Basut, konuşmaları Süryaniceden Türkçe çeviriyordu. Çeviri sırasında hatıralarının akışı kesiliyor, bazen kaldığı yeri unutarak tekrar ediyordu. Konuşma kayıtlarını yazıya geçirirken, “Keşke, sözünü, anlatımını hiç kesmeseymişim! Çeviriyi sonradan yapsaymışım,” dedim kendi kendime. Bundan sonrası, Musa Faal’in anlattıklarıdır “Gercüş’te Müslüman Kürt Ağalarından Yusuf Halim ve Hasan toplantı yaptılar. Ben de bu toplantıya katıldım. Yusuf Halim Ağa, Hasan Ağa’nın aşireti ve diğer aşiretler, Gercüş çevresindeki Müslüman köylerindeki adamlarını topladılar, sizleri öldürmeye karar verdiler, yarın Kafro’ya gelecekler! Gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum. Durum sizler için çok kötü! Ne yapıp edin kaçın! Mallarınızı bana verin! Ben onları korurum! Daha sonra ben size geri veririm! Durmayın! Kaçın! Hazırlanın!” “Biz bu Müslümanlara ne yaptık? Neden bizi öldürsünler? Hayır, olamaz bu! Bu haber Mirza Saffo, hemen Kafrolu Süryanilere haber verdi. yalandır, yanlıştır! Bu fakir Kürt Mahme, bizi Bütün Süryaniler Mala Gezi denilen evin önünde topladılar. Saffo ve Kumul aileleri Müslüman Mahme’nin aldatıyor! anlattıklarını tartıştılar. Fakat Gercüş Kürtlerinin, Yusuf Halim ve Hasan Ağaların aşireteriyle Kafro’ya saldıracaklarına ve kendilerini öldüreceklerine inanmadılar! “Biz bu Müslümanlara ne yaptık? Neden bizi öldürsünler? Hayır, olamaz bu! Bu haber yalandır, yanlıştır! Bu fakir Kürt Mahme, bizi aldatıyor! Mallarımızı alacak, sonra geri vermeyecek!” dediler. Ellerini tuttum! Kilisenin içinde, ölüm korkusuyla titriyor gibiydi! Sesi bazen hüzünle, bazen korkuyla farklı tonlarda çıkıyordu. Bedeni Hollanda toprağında; ruhu, hatıraları, aklı fikri, hasretleri varolduğu Turabdin topraklarında, Midyat’ta, Kafro Köyü’de idi. Dili, sesi, kelimeler, kavramlar hafızasının derinlerindeki sönmeyen yangınları, dermanı bulunamamış yaraları, sızım sızım sızlayan acıları, alınamamış ahları, yerine getirilmemiş hakkı, hukuku, adaleti ifade etmeye yetmiyordu. Kürt Mahme, kendine inanmadıklarını gördü. “Bana inanmıyorsunuz! O zaman size bir parola, bir işaret daha vereyim,” dedi, “Yarın sabah erkenden sizler uykuda iken köyü basacaklar. Barsekelerin harman yerinde beyaz bir at gördüğünüzde bilin ki, köyünüz Kürtler tarafından sarılmıştır. Başınızın çaresine bakınız!” Elleri ellerimde, gözlerim gözlerinde, yüreğim yüreğinin içindeydi. Kafro Köyü’nde Süryaniler ile Müslüman Kürtler bir arada yaşıyordu. Süryaniler, Müslümanlardan daha çoktu. Köyde Kürtçe konuşulurdu. Ben çocukluğumda Süryanice ve Kürtçe konuşurdum. Onun acıları benim de acılarımdı. Susuyor, bir yerlere gidip geliyor, tekrar konuşuyordu. “Ben Süryanice konuşacağım!” dedi. “İstediğin dille konuş!” dedim. “Ben Seyfo sırasında 5-6 yaşlarındaydım. Kiliseye anam ve kardeşlerimle sığınmıştık. Çok korkmuştum. Anamın elini bırakmıyordum. İnsanların çığlıkları aynen kulaklarımda! Gözlerim kör olduktan sonra, yaşadıklarım daha çok gözümün önüne geliyor!” diye başladı Süryanice konuşmaya. * “Reçberlik, çobanlık yaptım. Seyfo’dan sonra kıtlık vardı. Geçimimi sağlamak için çalışmaya başladım. Hayatım bin bir türlü zorluklarla geçti. Seyfo sırasında çok ölü, çok yaralı, çok kan gördüm! Çocukluk nedir bilemedim. Ben çocukluk yaşamadım. Ölüm, korku, acı, kıtlık yaşadım çocukluğumda. Gercüş’e bağlı, Kalho Köyü’nden Mahme adlı yoksul, gariban bir Müslüman Kürt Kafro’daki Süryani dostu Mirza Saffo’nun evine gelmiş, Gercüş’te yapılan bir toplantıda Köyümüzdeki Müslüman Ağalardan biri Temiroğlu Derbase, diğeri de Kardeşi Yusuf Derbase idi. Kafro’ya Gercüş çevresindeki Kürt aşiretlerinin saldıracaklarını, komşuları Süryanileri öldüreceklerini duyunca pek inanmadılar. Yusuf Derbase, “Kafrolu Süryanilere, bizim köyümüzün Hıristiyanlarına karşı yapılacak bir saldırıyı, bir katliamı kabul etmeyiz! Eğer Kafrolu bir Müslüman, Kafrolu bir Hıristiyana saldırırsa, ben de onu öldürürüm!” dedi. * Sayı 6 Ağustos 2012 Süryaniler sabah erkenden uyandıklarında Kafro’nun etrafının Kürt aşiretleri tarafından sarılmış olduğunu gördüler. Mahme’nin verdiği haber doğru çıkmıştı! Ne yapacaklarını şaşırdılar. Telaş ve korku içinde çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı tüm Süryaniler Kafro Kilisesi’ne doğru koşuyordu. Ben de annemin elinden tutuyordum. O an şimdi aynen gözümün önünde! Görüyorum! Duyuyorum! Ben küçüktüm ama Sırrı Mahamma adlı Müslümanın yanında kalıyor, ona çocanlık yapıyordum. Fakat o gece evimize gelmiştim. Şimdi aynen görüyorum! Süryaniler kilisenin * Aynen hatırlıyorum. Müslümanlar kilisenin avlusuna, içine girmişlerdi. Ben, annem, abilerim Gello ve İsa biribirimize sarılmıştık. Korku içinde titriyorduk, ben ağlıyordum. Birkaç Kürt yanımıza geldi. Bizi kilisenin su kuyusunun başına götürdü. Bizi su kuyusuna atacaklardı. Bizim köylü Müslümanlardan biri olan Şerif bunu görünce hemen kılıcını çekti: 7 Okuyuculardan Selam Olsun Bir fısıltı bu, yükselerek kulaklarımıza gelen... En az 6000 yıllık bir tarihin, Anadolu'nun ve Mezopotamya'nın kucağından doğan kardeş halkların sesidir, bugüne gelip hala "varız" diyen... “Durun! Bırakın onları! Eğer onları Tarihin başından itibaren ezenlere karşı ezilenlerin, sömürenlere karşı sukuyusuna atarsanız, ben de sizi öldürürüm!” sömürülenlerin, umutsuzluğa, yılgınlığa düşüp susanlara rağmen direnenlerin dedi. Bizi bıraktılar. Bizi komşumuz Şerif sesidir bu, bugünün "halkların kardeşliği" halaylarında coşkuyla çağlayan... Kendi yurtlarından sürülenlerin, kapıları işaretlenenlerin, iftira atılanların, dışlananların, yok sayılanların sesidir bu, bugünlere yankılanan... Erenlerin dergahından Turabdin güneşine uzananların sesidir bu, bizlere kadar duyulan türküler... Güneşi içenlerin yoldaş sofrasında güneşe akın edenlerin sesidir. Duyuyormusunuz ? Bu ses, esirlerin zincirlerini kıran Spartaküs'lerin sesidir, nice imparatorluklara başkaldırmış, nice padişahlar devirmiş... (şu an Ankara'ya yerleşmiş Neo-Osmanlıları da korkutan...) Bu ses, kutsal sayılan ya da Tanrı/Allah sözüdür diye dokunulmayan tabuları yıkanların sesidir, en eski kültürlerden, Asur'lardan, Hitit'lerden, Atina'lardan bizlere uzanan... Çizilen dini ve milliyetçi kalıpları ve sınırları, düşünceleri ve eylemleri ile parçalayanların sesidir... avlusunda toplanmıştı. Ben annemin elini tutuyordum. Abilerim Gello ile İsa da orada idi, hepimiz korku içinde bekleşiyorduk. Bir anda ortalık karıştı. Çığlık çığlığa kaldık! Müslümanlar kiliseye saldırmıştı! Süryaniler kendilerini korumak için taşla sopayla direniyordu. Fakat silah yoktu. Çeresizdik! Kimse yardımımıza gelmedi! Kiliseden kaçmak için tüneller vardı. Bazı insanlar bu tünellere saklanmıştı. Şimdi adını söylemek istemiyorum. Bir Süryani Müslümanlara seslendi: “Süryaniler lâğımdan, tünelden kaçacaklar!” diye haber verdi. Müslümanlar lâğım ve tünel giriş çıkışlarına kuru ot, saman dökerek ateşe verdiler! O ateşin dumanı zehir gibiydi. Nefes alamaz olmuştuk! O dumanın kokusu şimdi bile burnumda! Çığlıklar içinde insanlar boğulup öldü. kurtardı! Sağ olsun! Allah ondan razı olsun! Şerif bizi kurtardıktan sonra, “Benim arkamdan gelin!” dedi. Bizi kiliseden çıkardı, kendi evine değil, Kafrolu Müslümanlardan Kozane adlı bir kadının evine götürdü. Kozane bizi evine almadı! Şerif bizi Maranyu denilen Müslümanın evine götürdü. Onlar da bizi içeri almadılar. Şerif bizi daha sonra Sülem Hamalar’ın evine götürdü. Hamalar bizi içeri aldılar. Bize su verdiler. Bir süre bu evde durduk. Bu ses, baskıcı Osmanlı'ya karşı başkaldıran Pir Sultan, Şeyh Bedrettin'lerin sesidir.. Ferman yazan padişahlara karşı dağlara çıkanların sesidir..."yarin yanağından gayrı heryerde, herşeyde ortak" diyenlerin sesidir... Bu ses, onbeş yoldaşı ile Karadeniz'de boğulan Mustafa Suphi'lerin sesidir..."ne kimsenin önünde eğiliriz, ne de kimseyi önümüzde eğdiririz", diyenlerin sesidir... Bu ses, "yaşasın halkların kardeşliği" diye haykıran Deniz Gezmiş - Yusuf Aslan - Hüseyin Inan'ın sesidir, bugünlere ulaşan...Mahir'lerin, Ibo'ların sesidir... Bu ses, "kimse dili-dini-ırkı-cinsiyeti-kültürü yüzünden ezilmesin, herkes Sonra Hasanolardan Sıvayşe adlı bir Müslüman geldi. Bizi Hamaların evinden aldı, özgürce yaşayabilsin", diyenlerin sesidir... kendi evine götürdü ve hepimizi ahırına sakladı. Selam olsun bin yıllık topraklara umudun tohumlarını, "SABRO" ları Çok iyi hatırlıyorum, beni omuzuna alarak, ahırın bitişiğindeki, kapısı yüksek samanlığa ekenlere! çıkardı. Bizi samanlığa sakladı. Selam olsun kardeşlik sofraları kurup, Türk-Islam sentezcilerine gülümseyeDevamı gelecek sayıda rek dil uzatanlara, her türlü milliyetçiliğe ve dinci fanatizme, yobazlığa, gericiliğe karşı savaşan güneşin ve toprağın çocuklarına! Selam olsun halkların kardeşliğini yaşayıp yaşatanlara! Her türlü bağnazlığa inat... Ve evet, sevgili dostlar, bu yolda bir gemi daha yola çıktı, "SABRO" adlı, umutla-sabırla-inatla, durmadan karanlıklara, öteki arkadaşlarının yanına doğru yol aldı, bizimle birlikte aydınlatmak için geceyarılarını... Ve evet, sevgili dostlar, hep birlikte fener olalım, çünkü "anamız amele sınıfıdır, yurdumuz tüm cihandır bizim"... Fener olalım ki, mavi gökyüzü tadında günler yaşansın, sevdalılar aşk, umutsuzlar umut ve bizler kalbimizde ışık taşıyalım... sınırsız-sınıfsız bir dünyanın habercisi, baskının-faşizmin-dinci gericiliğin dünya halkları tarafından parçalansın... Ve öyle bir ülkeye uyanalım ki, bir Kürt düğününde Romanlarla kolkola horon teperken, Aleviler semahlarıyla, Rumlar sirtakileriyle ve Ermeniler türküleriyle karışsın Süryani halaylarına... Bizbize olalım... hep birlikte... sevgiyle... Tarkan BOZKURT 8 Sayı 6 Ağustos 2012 MEZOPOTAMYA UYGARLIĞINDA II. BÖLÜM SÜRYANİ HALKI Dizi Yazı 6 ASUR, BABİL, ARAM, KALDE EGEMENLİKLERİ DÖNEMİ A- ESKİ ASUR VE BABİL DÖNEMİ Sami toplulukları M.Ö. 4000-3000 yılları arasında Kuzey Mezopotamya’ya geçerek ordaki yerleşik topluluklarla içiçe yaşamaya başlamışlardı. Varolan yerleşiktarım bilincine kendi dinamikliklerini ve çalışkanlıklarını da ekleyerek birçok yerleşim biriminin gelişmesini ve büyümesini sağladılar. Kuzey Mezopotamya’da Ninve, Asur, Arbil, Mari gibi şehirler M.Ö. 2400’lü yıllarda ekonomik, kültürel ve siyasal açıdan önemli şehirler haline gelmişlerdi. Kuzey Mezopotamya, Sümer ve Akkadlılar tarafından “Subartu” olarak tanımlanıyordu. Burada yaşayan insanlara da Subarular deniliyordu. Kuzeydeki bu şehirler, güneydeki Sümer şehirlerinin aksine genelde ticaret alanında gelişmeler kaydetmişlerdi. Şehirleşme sadece Mezopotamya’nın güneyinde değil, batısında da çok gelişkindi. M.Ö. 2400’lü yıllarda Ebla şehri kuzeyin en güçlü site devleti haline geldi. Bu dönemlerde Ebla ve ona bağlı köylerin nüfusu otuzbini buluyordu. Bu şehirler güneydeki Sümer şehirleri gibi savaşlarla değil, daha çok Anadolu ile yapılan ticaretle zenginleşip güçlendiler. Kervan yollarının Suriye ve Kuzey Mezopotamya’dan geçmesi buradaki şehirlerin önemini arttırdı. Ebla şehri doruk noktasındayken egemen olduğu yerlerde 260.000 kişi yaşıyordu. Ayrıca bu ve buraya bağlı sömürgelerde ekonomik hesapların yapılması için en az 11.700 kişi çalıştırılıyordu. Çok güçlenen Ebla şehri ticaret yollarını tehdit eden Mari ve Asur’a karşı savaşlar açarak, birleşik güçlerini yıktı. Ebla şehri M.Ö. 2275 yılında güneyden gelen Akadlar tarafından yıkıldı. Ebla’da kullanılan dile, tarihçiler tarafından Eski-Kenanca veya Eblaca denilmektedir, ki bu da Sami dilinin batı koludur. Ebla’da kullanılan dil daha o dönemde çivi yazısıyla yazılıyordu. Amuruların konuştuğu dil de bu dilden ayrılan bir koldur. 1- Eski Asur Ticaret Dönemi Akad Devleti’nden sonra bölgeyi egemenliği altına alan Üçüncü Ur Devleti döneminde, Asur şehri askeri valiler tarafından yönetiliyordu. Tanınan en eski valilerden Uşupia ve Kikkia tapınaklar yaparak şehrin etrafına surlar çektiler. Üçüncü Ur Devleti’nin yıkılmasıdan yararlanan ve aslen Akadlı olan I. Puzur-Aşur, Asur şehrini bağımsızlaştırarak ilk hanedanlığı oluşturdu. I. Puzur-Aşur’un torunu İluşuma ise geleneksel bir politika yürüterek, Güney Mezopotamya’da iktidar için çatışan İsin ve Larsa arasındaki savaşlardan yararlanarak Asur şehrinin bağımsızlığını korudu. Asur şehrinde yürütülen siyaset, yerlileri şehirler arası ticaret yapmaya teşvik ediyordu. İluşuma ticaret vergilerini düşürerek daha önceden oluşturulan monopol sistemini yıktı. Bunun sonucunda birçok güneyli ticaret evi Asur şehrine yerleşti. Geliştirilen bu ticaret ilişkileri sonucu Asur şehri Batı-Asya ticaretinde önemli bir yer edindi. Askeri alanda da başarılar elde ederek gücünü doğuya, batıya ve güneye doğru yaydı. Güneyde Babil kralı Sumuabum’la karşı karşıya geldi ve Nippur ile Ur şehirlerini vergiye bağlayarak, kendi deyimiyle “Akad özgürlüğünü kesinleştirdi.” Güneye doğru savaşa devam ederken, kuzeyde de ticareti geliştiriyordu. Anadolu’nun birçok yeriyle ticaret ağları oluşturup koloniler kurdu. Bunlardan en önemlisi Kaneş (Kayseri yakınındaki Kültepe, eski Asur adıyla Neşa) şehriyle kurulan ilişkiler ve sonucunda burada kurulan kolonidir. M.Ö. 1925-1840 yılına kadar süren Eski Asur Ticaret Dönemin’de Kaneş kolonisi, diğer Anadolu şehirleriyle kurulan ticaret ağlarında bir merkez konumundaydı. Mezopotamya’nın maden ve kereste gibi bazı doğal kaynaklardan yoksun olması, Anadolu ve benzeri cografyalarla ilişkilenmesini zorunlu kılıyordu. Özellikle doğal kaynak açısından çok zengin olan Anadolu’ya, Mezopotamya’daki güçler sürekli yöneldiler. Eski Asur döneminde kültürel açıdan Mezopotamya’dan çok gerilerde kalan Anadolu şehirleri hala küçük beylikler halinde yönetiliyordu. Merkezi bir devlet kurma sürecine henüz girememiş Anadolu şehirleri, Asur ticaretinin gelişmesine engel olamadılar. Asurlular, Kaneş şehrinin hemen dışında “Karum” dedikleri kolonilerini kurarak, burayı ticaret merkezleri haline getirdiler. Kendilerine ait olan bu karumda yerleşen Asur tüccarları temsilciliklerini oluşturmuşlardı. Asur şehrinden yönetilen ticaret ağıyla, Anadolu içinde kendilerine bağlı birçok şube açtılar. Asur ticaret bağları buradan Hatuşşaş (Boğazköy) ve Ankuva’ya (Yozgat yakınlarında) kadar uzandı. Her karuma atadıkları beş kişiden oluşan komisyon aracılığıyla ticaret ilişkilerini denetliyorlardı. Asurlular bronz yaptırmak için, bronzun hammaddesi olan kalayı Anadolu’ya gönderip işlettikten sonra geri getiriyorlardı. Bunun dışında yün kumaşlarını da ihraç ederek işlenmiş bronz, gümüş ve altın ithal ediyorlardı. Güney Mezopotamya’da üretilen malları, özellikle yün kumaşları alarak Anadolu’ya götüren Asurlular, yüzde altıyüze kadar büyük bir kazanç sağlıyorlardı. Bu kumaşların büyük bir bölümü tapınaklarda geri kalanını da ev kadınları dokuyordu. Dokunan kumaş ve diğer eşyalar kervan sahipleri tarafından toplanarak Anadolu’ya götürülüyordu. Ticaret; eşek kervanları ile korunan yollar üzerinden yapılıyordu. Asur’un bu kolonileşme döneminde, demir en değerli madendi. Hatta altından bile daha değerliydi. Anadolu’da demir işlemesi daha keşfedilmemiş ve demir madenleri kullanıma geçmemişti. Demir daha çok yeryüzüne düşen meteroit taşlardan elde ediliyordu. Bu yüzden demir tanrılara ait bir maden sayılarak Anadolu’da ticareti yasaktı. Demirin ticaretini yapan Asur tüccarları ise ağır cezalara çarptırılıyordu. Asur yönetimi, ticareti büyük oranda özelleştirdiği için, ticaret genelde aile şirketleri tarafından yürütülüyordu. Büyük kervan sahibi olan bu aile şirketlerinin bazen yatırımcılara veya paraya ihtiyaçları oluyordu. Buna karşı çoğu zaman taşınmaz mallarını, çocuklarını veya kadınlarını rehin vermek zorunda kalıyorlardı. Çünkü kervan yolu zaman zaman hırsız ve yırtıcı hayvanların saldırılarına uğrayıp, yağmalanabilirdi. Ayrıca zarar etme ihtimali de vardı. Bu yüzden yatırımcılar zarara uğradıklarında tüccarın eşyalarına el koyup ailesini köle olarak satabilirlerdi. Ticaretin önünü açan anlaşmalar ise Asur yöneticileri ile Anadolu şehir yöneticileri arasında yapılıyordu. Geliştirilen bu anlaşmalar ihtiyaç duyulan kaynakları savaş yoluyla değilde, ticaret yoluyla elde etmeye yarıyordu. Asur yönetimi Kaneş’te ticari anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak için bir de mahkeme kurarak, hakimlerini sürekli seferber ediyordu. Aynı zamanda geri kalmış Anadolu’da da ticaretin korunup geliştirilmesi için, Kaneş’te kurulan bir okulda Asur dili (Akadca’nın kuzey lehçesi) ve yazısı öğretiliyordu. Böylece çivi yazısı da Anadolu’ya taşındı. Kısa zamanda Anadolu’nun genelinde ticari anlaşmalar, Asur dili ve yazısıyla yapılmaya başlandı. Buradan idare edilen ticaret modern bir şekilde örgütlendirilmişti. Örneğin geliştirilmiş vergi sisteminin yanında yol kullanma ödentisi ve giriş (gümrük) hakları tanınıyordu. Tüccarların kazançlarını güvenceye alabilecek bir “karum evi” kurulmuştu. Ticaret bankası görevini yapan karum evine para yatırılarak her türlü parasal işlemler yapılıyordu. Asur şehri zengin tüccarlar ve para babalarından oluşan bir topluluğun merkezi haline gelmişti. İlişuma’nın oğlu I. Erişum ve onun oğlu İkinum dönemlerinde bu ticaretin hızla geliştirildiği, bu konuyla ilgili bulunan 16.000 kil tabletlerden anlaşılmaktadır. Erişum’un oğlu I. Sargon’un ölümünden sonra Asur şehrinin refahı pek uzun sürmedi. Anadolu’da oluşan siyasal Sayı 6 Ağustos 2012 gerginlikler ticaret yollarına saldırıları yoğunlaştırdı ve sonuçta bu saldırılar Asur kolonilerine kadar yayıldı. M.Ö. 1840 yıllarında Kaneş yerle bir edildi ve Asur ticaretinin ağları koparıldı. Aynı dönemde Asur yönetimini elinde bulunduran I. Sargon’un oğlu II. Puzur-Aşur güneyden gelen ikinci bir saldırıya uğradı. Güneyde güçlenen Eşnunna şehrinin kralı Naram-Sin, Asur şehrine saldırarak PuzurAşur hanedanını yıktı ve kendisini Asur kralı ilan etti. II. Puzur-Aşur’un oğlu II. Erişum daha çocuk olduğundan babasının tahtına geçemedi ve böylece Asur şehrinin yönetimi dışardan gelen bir kralın denetimine girdi. Asur şehrinin hanedanlık döneminde yönetim örgütlenmesi geleneksel şeklini koruyordu. Yani hükümdarlar, şehir beyi (işşiyakum) ünvanını taşıyorlardı. Bunun yetkileri her yıl önde gelen aileler arasında kura ile seçilen başka bir yetkili tarafından sınırlandırılıyordu. Kura ile seçilen bu yetkiliye Asurlar “limum” diyorlardı ve her seneyi de limumlarına göre adlandırıyorlardı. Limumun görevleri genel olarak dinseldi, fakat bunun yanında Asur şehri içinde ve dışında yapılan yatırımlarda büyük bir söz hakkına ve karar gücüne sahipti. 2- Amurular Tarihte Eski Babil Dönemi olarak geçen bu süreç, Sami topluluklarının kuzeyden güneye doğru yayılmalarının gerçekleştiği, batı ile doğu arasında kaynaşmanın sağlandığı ve Amuruların (Batılı Samiler) Mezopotamya’ya egemen olduğu bir süreçtir. Geçmişte olduğu gibi Fırat’ı aşan toplulukların Mezopotamya içine göçleri durmuyordu. Üçüncü Ur Hanedanlığı’nın zayıflamasıyla, Suriye steplerinde yaşayan Amurular Mezopotamya’nın içlerine girmeye başladılar. Amurular yüzyıllardır Suriye ve Arap çölleri ve steplerinde yaşayan, genelde koyun ve büyük baş hayvanları yetiştirerek geçimlerini sağlayan, Batı Samilerdir. Sümerler tarafından Martu (batılılar) diye adlandırılan Batı Samilere Akadlar “Amurular” demişlerdir. Sümerler toprakları dışında yaşayan kabileleri, bulundukları yönlere göre isimlendirmekteydiler. Örneğin; Bani Yamini (güney oğulları), Simali (kuzeyliler), ki bunlar da Amuruların Mezopotamya’ya girdikleri dönemlerde Suriye ve Kuzey Mezopotamya’daki ticaret yollarına saldıran yarı göçebe Sami kabileleriydi. Mezopotamya’nın verimliliğinden yararlanmak isteyen Amurular yaşadıkları kurak bölgeleri bırakarak önce küçük gruplar halinde, sonrada büyük akınlarla Mezopotamya’nın verimli alanlarına yerleştiler. Amurular kısa sürede Mezopotamya’da birçok şehri ele geçirdiler. Aynı dönemde Mezopotamya’nın başka bir yerinde Van Gölü’nün etrafına yerleşen Huriler de Kuzey Mezopotamya’nın dağlık bölgelerine inmeye başlamışlardı. Hurilerin konuştuğu dil ne Sami, ne de Hint-Avrupa dil grubuna bağlıdır. Huriler, Amuruların Mezopotamya’nın düzlük ve verimli olan kuzey bölgelerine yoğun olarak yerleştiklerinden dolayı daha fazla güneye inmediler ve dağlık kesimde kaldılar. Yine o dönemde Hint-Avrupa dil grubuna bağlı olan Hititliler ve Luviler doğu steplerinden Anadolu’ya küçük gruplar halinde yerleştiler. Amurular ise o dönemden itibaren Mezopotamya’nın genelinde siyasal ve ekonomik yönde en belirleyici halk haline geldiler. Sümer kralı Şu-Sin döneminde ilk Amuru saldırılarından bahsedilmektedir. Başta küçük gruplar halinde gelerek bazı şehirlere savaşsız yerleştiler. Fakat Mezopotamya’nın kuzeyinden giren Amuruların bu akınları büyüyünce, onları durdurmak için Sümerler, şimdiki Bağdat şehrinin kuzeyinde 80 kilometreden daha uzun bir duvar çekmişlerdi. Son Ur kralı İbbi-Sin döneminde Amurular, Sümer topraklarının merkez kesimlerini işgal edip büyük şehirleri de tehdit etmeye başladılar. Elamlıların Ur şehrini M.Ö. 2004 yılında işgal etmeleriyle kırılan Sümer otoritesi en çok Amurulara yaradı. Bu fırsattan yararlanan Amurular bütün şehirlere yerleştiler. Varolan kültürden yararlanarak şehirlerdeki din ve sanatı devraldılar. Tapınaklarda Sümer dili kalırken kendi, batı lehçelerine çok yakın fakat daha gelişmiş olan Akadcayı kullandılar. Akadca dili Amurular dönemide Batı Asya’nın en önemli ve halklararası konuşulan dil oldu. Amurular M.Ö. 2000’li yıllarda Mari ve Halep şehirlerinde krallıklar kurarak Mezopotamya’nın tarihinde yeni sayfalar açacak olan hanedanlıklar oluşturdular. Mari şehri, M.Ö. 20. yüzyılın başlarında Amuruların hanedanlığı altında, Yamhad (Halep), Katna, Asur ve başka şehirleri de içine alan büyük bir bölgeye hükmetti. M.Ö 19. yüzyılın ortalarına doğru bütün Sümer şehirlerinde yönetimi ele geçirdiler. Amurular bütün Mezopotamya’da iktidarı ellerine geçirerek, M.Ö. 2017 yılında İşbi-İrra önderliğinde İsin’de, M.Ö. 2025 yıllarında Naplanum önderliğinde Larsa şehrinde, M.Ö. 1870 yılında Sumuabum’un önderliğinde Babil şehrinde, M.Ö.19. yüzyılın ortalarında Kiş, Sippar, Uruk, Kazallu vd. şehirlerde, M.Ö. 1813 yılında Şamşi-Adad önderliğinde Asur şehrinde önemli hanedanlıklar kurdular. Bu akınlarda bütün Amurular Mezopotamya’ya girmedi. Geride, yani Suriye steplerinde ve Akdeniz kıyılarında kalan Amurulara bundan sonra Kenanlılar ve Aramiler denildi. Kullandıkları Batı Sami diline de, Kenanca ve daha sonra Aramice denildi. Devamı gelecek sayıda 9 Cehalet ve Şiddet Suphi AKSOY Şiddet insan oğlu ile yeryüzündeki bütün yaratıkların kendilerini yaşatmak ve ayakta kalmak için, baş vurdukları bir davranış biçimidir. Şiddetin tarihi doğanın oluşum tarihi kadar eskidir. Çünkü her nesne bir şiddet gücünü ve dinamizmini kendi içinde barındırır. Bu şiddetin açığa çıkması biriken enerjinin kapsamı ile eş değerdir. Doğadaki deprem, sel, yangın, vd. felaketlerin büyüklüğü oranında tahribatları da o ölçüde büyük olur. Bu nedenle insan oğlu vahşetten uygarlığa adım atarken, kendi içindeki şiddeti daha ileri araçlarla geliştirdi. Aynı zamanda elde edilen teknik bilgilerle de vahşi doğa kontrol altına alınmaya çalışıldı. Bu iki yönlü kavga çok şiddetli bir şekilde günümüze kadar devam etmektedir. Eşyanın tabiatında şiddet ve gücün terbiye edilmesi insan bilgisine ve bu bilginin ulaştığı düzeye bağlıdır. İnsan ne kadar aydınlanırsa kullandığı şiddet oranı da o kadar azalır. Şiddet ne kadar vahşi bir şekilde kullanılıyorsa cehaletin boyutu da o düzeyde büyüktür. Dolayısı ile şiddeti azaltmak ve toplumların gündeminden çıkarmak için bilinçlenmeye, demokratikleşmeye önem vermek gerekmektedir. Ancak yüksek bilinçli bir birey ve toplum olmak için de tarihin ve şiddetin değişik aşamalarından geçmek zorunlu olmuştur. Ayrıca İnsanı aydınlatan da bu zorlu tarih sürecidir. Çünkü her süreçte ihtiyaçlar yanlışlar doğrular iyiler kötüler kendini dayatır. Böylece insanlar acıyı çeke çeke şiddetin en ağır felaketine maruz kalarak bir öğrenci gibi hayattan dersler çıkarırlar. Bazı öğrenciler koşulları gereği olayları daha çabuk kavrar ve problemleri çözüp başarılı olurlar. Bazıları da konuları çok geç kavrarlar. Bu nedenle herkesin gerisinden süreci takip ederler. Şiddet konusunda bizim coğrafyamız Ortadoğu bölgesi daha büyük bir cehaleti ve hatta vahşeti büyük acılarla kıvrana kıvrana yaşamaktadır. Bu şiddetin yaşanmasında başsorumlu olan kendini kurnaz sayan çıkar ve imtiyaz sahipleridirler. Kendini açıkgöz kurnaz sayan bu unsurlar aslında en büyük cahilerdir. Çünkü onlar halklara karşı şiddetin bütün araçlarını harekete geçirirken, kendilerini de tehlikeye ve ateşin ortasına atmış oluyorlar. Bu konuda birçok örnek vardır. Yakın tarihte Saddam’ların Kaddafi’lerin akıbetlerini gördük. Halklarını cahil görenler bir gün aydınlanacaklarını ve hesap soracaklarını bilmelidirler. Suriye’deki şiddet ve akan kan kendini seçkin sayan cahil zalimlerin bir marifetidir. Türkiye’de de kendini üstün sayanlar az değildir. Uçak tank top ve her türlü ağır şiddet araçlarını kullanarak dağları taşları parçalamak, titretmek ve insanları katletmek bazılarına zevk verebilir. Bu güç gösterisi şiddete dayalı rejimin ömrünü de biraz uzatabilir. Fakat bu şiddetin sonu hüsrandır. Şiddeti bir çıkar aracı olarak kullananların akıbeti de insanlığın vicdanında mahkum olmaktır. Bunun için şiddete ve cehalete karşı mücadele vermek barış, özgürlük ve demokrasi kültürünü geliştirmekten geçer. Halkların değerlerine zarar vermek, manastırları kapatmak, ana dilde eğitimi yasaklamak, birçok halkı Süryaniler gibi ana yurtlarından koparmak çözüm değildir. Sorunların çözümünde samimi olanlar, şiddetten uzak dialogtan yana bir tavır sergilerler. Beklentimiz şiddetsiz bir ortamda samimi bir çözüm arayışının somut adımlara dönüştürülmesidir. ܀܀܀܀ 10 Sayı 6 Ağustos 2012 “Yaşananları Anlamaya Çalışıyoruz” “İnternet” Tutuklaması Şam’da Suriye Süryani Birlik Partisi MK üyesi Hanna Shikri MURAD ve Parti üyesi Ğattas AHO, tutuklandılar. Çeşitli inceleme ve temaslarda bulunmak için Mardin'e gelen Hollanda Büyükelçisi, Jan Paul DİRKSE, Merkezi Miidyat’ta bulunan Güneydoğu (Turabdin) Süryani Kültür ve Dayanışma Derneği’ni ziyaret etti. Hollanda Büyükelçisi, Avrupa Süryaniler Birliği (ESU) ve dernek yöneticileriyle Süryaniler’in içinde bulunduğu durumu tartıştı. Şam’da bulundukları eve baskın düzenleyen rejim güçleri tarafından, Malikiye (Derik)’li SSBP MK üyesi Hanna S. MURAD ve yanında bulunan partili arkadaşı, Qamışli’li Ğattas AHO hiçbir sebeb gösterilmeden tutuklandılar. Cuma günü (20.07.2012) Midyat’a gelen Büyükelçi J. P. DİRKSE ve Siyasi İşlerden sorumlu 1. Sekreteri Peter van der BLOEMEN, dernek binasında Dernek Başkanı Evgil TÜRKER ve ESU Türkiye Sorumlusu Tuma ÇELİK ile Süryanilerin durumu üzerine güşme yaptılar. Görüşmede, Hollanda Büyükelçiliği ve ESU’nun katkı ve yardımlarıyla Dernek tarafından daha önce yürütülen projede ortaya çıkan sonuçlar ve Avrupa’dan dönen Süryaniler’in karşılaştıkları sorunlar ele alındı. Genel anlamda Ortadoğu’da yaşayan Hristiyanların ve özellikle de Süryaniler’in durumuyla yakından ilgilendiklerini söyleyen Büyükelçi; „Bölgede yaşananları anlamaya çalışıyoruz“ dedi. Ardından da Ortadoğu’nun çok karmaşık bir labirente benzediğini ve bu nedenle de burada yol alma konusunda zorlandıklarını söyledi. Yapılan görüşmede ayrıca Mor Gabriel topraklarına ilişkin davalar ve Süryaniler’in Suriye’de karşılaştıkları olaylar ele alındı. Daha sonra Hollanda heyeti ile Süryani temsilciler, Avrupa’dan geri dönen Süryaniler’in yeniden inşa ettikleri köydeki Pizzacı’da birlikte yemek yediler. J. P. DİRKSE ve berabeindekiler, yemekten sonra görüşmelerine devam etmek için Mardin’e haraket ettiler. ܀܀܀܀ Tutuklanan kişilerin akıbetleri hakkında bilgi almaya çalışanlar, Rejim güçlerinin, Hanna Shikri MURAD ve Ğattas AHO’nun internet üzerinden bilgi aktarımı yaptıklarından dolayı tutuklandıkların, söylediler. Hanna Shikri MURAD Suriye’de yaşayan yaklaşık 1,5 milyon Süryani’nin geleceği için mücadele eden Suriye Süryani Birlik Partisi, şu anda devam eden iç savaşta rejimin karşısında yer almakta ve daha önce birçok üyesi, devlet güçleri tarafından tutuklanıp hapse konuldu. Suriye’deki Süryani partisi yöneticileri; tutuklanan yönetici ve üyelerinin, ileri sürülen tutuklama sebeplerinin “gülünç” olduğunu, sadece tutuklu oldukları söylenen arkadaşlarının akıbetleri hakkında yeterli bilgiye ulaşamadıklarını ve bu yüzden de hayatlarından endişe duyduklarını söylediler. Ğattas AHO ܀܀܀܀ Süryani Temsilcilerinden CHP’ye Ziyaret Midyat ve İstanbul’da yaşayan Süryaniler’den oluşan bir heyet CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU’nu ziyaret ettiler. kaldırılması için gereken çalışmanın yapılması konusunda yardım talep edildi. Süryani Dernekler Federasyonu Başkanı Evgil TÜRKER, MezoDer Başkanı Tuma ÖZDEMİR, eski CHP Mardin Milletvekili Adayı Gebro TOKGÖZ, Süryani iş adamı Markus ÜREK ve Mimar Ferit KAHRAMAN’dan oluşan Süryani heyetinin ziyareti esnasında CHP Genel Başkan Yard. ve Dışişleri Kom. Üyesi Adana Milletvekili Faruk LOĞOĞLU da hazır bulundu. Süryanilerin tarihi, şu andaki durumu ve geleceğe ilişkin beklentileri konusunda kısa bir bilgilendirme sunan Federasyon Başkanı Evgil TÜRKER, ayrıca Süryanilerin Suriye’deki durumları konusunda da bilgiler aktardı. Yaklaşık 1 saat süren görüşme esnasında Süryani heyeti, Süryanilerin Türkiye’deki sorunlarını, taleplerini ve yeni Anayasa’dan beklentilerini CHP Genel Başkanı’na aktardılar. Ayrıca Lozan Antlaşmasındaki Azınlık tanımına girmelerine rağmen, Süryanilerin yıllardan beri bu haklarının gasp edildiğini ve bu fiili durumun Bunun yanında değişik Süryani kurumlarının imzasını taşıyan ve içinde Süyanilerin taleplerini içeren iki dosyayı da CHP Genel Başkanına sundular. CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU ile Başkan Yardımcısı LOĞOĞLU, dile getirilen konular hakkında gerekli çalışmaları yapma konusunda ellerinden geleni yapacaklarını söylediler. CHP Genel Başkanı’na sunulan dosyada, daha önce Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunulan yeni Anayasaya ilişkin talepler de bulunuyordu. ܀܀܀܀ Sayı 6 Ağustos 2012 Cumhurbaşkanı Azınlık Temsilcileriyle Görüştü Cmhurbaşkanı Abdullah Gül, Cemaat Vakıfları temsilcilerinden oluşan bir heyeti kabul etti. Tarabya köşkünde basına kapalı olarak gerçekleşen kabule, Vakıflar Meclisinde Azınlık vakıflarını temsil eden Laki VİNGAS ve Ermeni, Süryani, Yahudi ve Rum vakıflarının temsilcilerinden oluşan heyet katıldı. Kabulün ardından gazetecilere VİNGAS tarafından yapılan açıklamada; bu kabulün, uzun zamandır beklenen Vakıflar Kanunu'nu kabul edilmesi ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylanması sonrasında Abdullah GÜL’e teşekkürlerini arz etmek için ricaları üzerine gerçekleştiği dile getirildi. Laki VİNGAS, görüşmenin çok sıcak bir ortamda geçtiğini ve teşekkürlerinin yanında yaşadıkları bazı rahatsızlıklarını ve taleplerini de Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL'e ilettiklerini söyledi. Laki VİNGAS; ''Bu konudaki memnuniyetimizi ifade ettik, sağlanan gelişmeleri söyledik. Cumhurbaşkanı Gül de bu konuda çok mutlu olduğunu ve hepsini takip ettiğini ifade etti. Gerçekten de hali hazırda çözümlenmemiş bazı konulara hakimiyetini gösterdi kendileri. Konuya hakim, hepsini takip ediyor. Bundan da ayrıca mutluluk duyduk'' dedi. Kabul esnasında birçok konunun gündeme geldiğini söyleyen vakıf temsilcileri, herkesin kendi sorun ve rahatsızlığını ortaya koyduğunu söyledi. Gazetecilerin kabulde, Mor Gabriel Manastırı hakkında verilen kararın gündeme gelip gelmediği konusundaki sorularına ise Laki VİNGAS, şu cevabı v e r d i : ''Cumhurbaşkanı Gül, Mor Gabriel Manastırı konusuna çok hakim ve takip ediyor. Uzun yıllardan beri takip ettiklerini müşahede ettik. Nüfuslarımız çok az, bundan dolayı biz geleceğimizi teminat altına almak istiyoruz. Önemli olan tabii ki yalnız mal, mülkün iadesi değil, ki bu çok önemli bir konudur, bizim geçmişten gelen en doğal hakkımızdır. Bazen cemaat mensuplarına karşı oluşan fobi dediğimiz bazı tespitlerimiz oluyor. Bunu aşmak için bizlerin daha iyi anlaşılması, daha iyi tanınması ve belki de bizlerle daha iyi empati kurulması gereği oluşmaktadır. Bu konuda cemaat mensuplarının da daha öz güvenli hissettikleri hepinizin malumudur. Biz de Türkiye'nin geleceği için ihtiyaçlar, endişeler neyse aynı şeyleri paylaşıyoruz.'' 11 Gen röntgenine devam: "Mühendis zihniyeti" Baskın ORAN AKP’nin geçen hafta bahsettiğim iki gen kökeninin birincisinde (kasaba geni) çok önemli bir husus daha var: Mühendis Zihniyeti. Tanımı: Halledilmesi gereken bir meseleyi en basit tarzda, hedeflenen sonuca en kısa yoldan varacak biçimde, ama tarihsel ve toplumsal boyutu hiç bilmeden/hesaba katmadan çözmeye girişen, bu yüzden de orta vadeyi yaralayan, uzun vadeyi telef eden zihniyet. AKP’nin insanları, mühendis olsun veya olmasın, bu zihniyetle dolu. Kasaba böyle üretiyor. Bu zihniyetin inşaat vs. mühendisliği alanında teşhisi daha kolay. Mühendis’e diyorlar ki: “Türkiye’nin elektrik ihtiyacı yılda yüzde 7-8 artıyor.” Mühendis, “Tamam efendim, anladım” diyor, derhal çözüyor: Mesela HES’ler. Mesela yorulduğun yere baraj. Ama doğa tahrip ediliyormuş, ama plansız yapılıyormuş, ama bir barajın ömrü 50-60 yılmış, oysa mesela Hasankeyf binlerce yılda oluşmuş birinci derecede sit alanıymış, turizm açısından çok önemliymiş, çok daha ötesi, Kürtler bu barajları Dersim’de olsun Hasankeyf’te olsun, kendi tarih ve kültürlerini sulara gömüp yok etmek olarak algılıyorlarmış; bunlarla ilgilenmek mühendisin katiyen umuru değil. Gövdeyi doldurursun, türbini takarsın, enterkonekte sisteme bağlarsın, tamam. Ayrıca, tam zararsız yöntemler örneğin rüzgâr santralleri varmış, ama fakültede bize o sayfayı okutmadılar. Mesela kuzeyde ve güneyde birer nükleer santral. Dünyanın teknoloji Mekkesi Japonya’da bile patlayıp ülkeyi mahvetmiş. Çernobil’i patlatmış Ruslar inşa edecekmiş, mülkiyet de, elektrik dağıtım ve satışı da onlara ait olacakmış, nükleer atıklar Türkiye’ye gömülecekmiş; Mühendis Zihniyeti bunlarla ilgilenmez. Zaten partili mühendislik şirketi ve taşeronlara da iş yaratılacaktır. Mesela, hesabı yapılmıştır, saatlerin sürekli olarak ileri alınması yılda şu kadar kilovat/saat tasarruf yaptıracaktır. Ama, dış ticaretinin yarısından fazlasını yaptığın AB’de insanların mesaiye başladığı saatte Türkiye’de öğle tatili olacakmış, millet yemeğe gidecekmiş, arkasından da öğle namazına; Mühendis Zihniyeti bunu hesap etmez. Tabii, şunu da eklemek lazım ki en azından sonmühendisler hesap etmez. Başmühendisler belki de etmiş ve ticaretin AB’yle değil Araplarla yapılması için bunu bulmuştur; bilemezsiniz. Salt teknik konulardan uzaklaştıkça, mühendis’in bu ilgisizliği artar. Mesela başmühendisler der ki sonmühendislere: “Liderimiz, Başbakanlığı sona erince, parti tüzüğünü değiştirmektense, Anayasayı değiştirip Başkan olacak”. Bunun üzerine sonmühendisler derhal bilimsel bir çözümle gelirler: CHP zaten nafile olduğu için onunla ilgilenmeye gerek yoktur, diğer muhafazakârların transferi yeterlidir. MHP için durum basittir: 12 Eylül öncesi katillerini serbest bırakmak. Hemen, bir sabaha karşı, meseleye vâkıf olmayanlar için fark edilmesi imkânsız bir madde giriverir tasarıya, Bahçelievler Katliamından tut, emniyet müdürünü öldürene kadar herkes salıverilir. Çıkan da, “Öldürdüğüme pişman değilim” dedikten sonra ekler: “Başbakan’a minnettarım.” Çünkü, AKP milletvekili S. Özdağ’ın “Bahçelievler tahliyesinde talimatı Başbakanımız verdi” diye açıklamakta bir beis görmediği gibi, bu maddenin eklenmesi emrini bizzat Başmühendis vermiştir. Üstelik, dört işlemciler öyle iyi hesap kitap yapmıştır ki, MHP lideri Bahçeli, altı kabak gibi oyulduğu halde gıkını çıkartamamaktadır, çünkü çıkarttığı takdirde katil takımı çığlığı ayyuka çıkartıp altını bir de patlıcan gibi oyacaktır. aşağı sakal, Uzun zamandır gündemde bulunan Mor yukarı bıyık; Allah kimseyi etmesin. Gabriel Manastırının durumu dışında Süryani vakıfları adına kabulde bulunan; Fakat Vicdanlı Müslümanlar meselesi daha naziktir çünkü bu konu, dürüst gariban oylarıyla Süryani Katolik Vakfı Başkanı Zeki iktidar olan AKP’nin şimdi değil ama orta vadede Aşil Topuğu’dur. Ama sonmühendisler onun da BASATEMİR de, Mardin’de bulunan ve çaresini bulur: Müslümanların gözü hep İmam’da olduğu için genel başkanları ayartılır, olur. Ayrıca, şu anda müze olarak kullanılan Süryani istikbali meçhul bir partide pineklemektense, iktidarda bulunan yine Müslüman bir partiye intisap Katolik Patrikhanesinin de Süryanilere etmek beni beşerin tabiatına daha uygundur. En fazla, Bekâroğlu gibileri istifa eder. geri verilmesini talep ederken, Tabii, zaten çok önemli bir kısmı tüzük gereği tekrar seçilemeyecek olan partili yetkililer bütün İstanbul’daki Süryani Ortodoks Vakfı Başkanı Sait SUSİN de Süryanilerin dil partisel ve İslam î disipline rağmen ne düşünüp duruyorlardır, fırsat zuhur edince ne diyeceklerdir, eğitimi konusundaki taleplerini ilettikleri ekonomi biraz yokuş aşağı gitmeye başladığı zaman AKP’nin garibanları ne yapacaklardır, insanlar böyle transferleri belleklerinde Ecevit zamanındaki Güneş Motel olayıyla birleştirip AKP’nin bildirildi. ܀܀܀܀dürüstlüğünü sorgulayıverirler mi? Bunlar Mühendis Zihniyeti’nin derdi değildir. Çünkü ona göre, ara sıra dağıtılıverecek bir-iki ulûfe ortalığı sakinleştirecektir. Mesela, köprü beceriksizliği İstanbulluyu bezdirmiş midir, bir süre ücret almayıverirsiniz, unutulur. Hava sektöründe grevi yasakladınız diye sendikalar bozulduysa, patronların işçiyi asgariden sigortaladığını hatırlarsınız, ayrıca Hazine’nin geliri de artmış olur. Bu Hazine, Mor Gabriel’in 1600 yıllık topraklarını mı ele geçirmiştir, Ruhban Okulu’na izin çıkarırsınız, hallolur, hatta daha nice Mühendislik harikaları için avans bile yaratılmış olur. Dikkat ettiyseniz, en basit, en mühendissel şeylerden örnek getirdim. Bunların içine büyük rezaletleri almadım: Ne Uludere , ne kürtaj, ne Diyanet’in Alevi fetvaları, ne eskiden gettoya tıkılmış Müslümanların artık laikleri gettolara tıkması (One Love olayı), ne Anayasa’ya basın sansürü maddesi, ne suyu çıkmış jet düşmesi olayı… Çünkü onlar da, sanayi çarşısı tabiriyle, keyfe kederdir. Bu kısa vadeli, oportünist, nereye gittiğini görmek istemeyen, dağıttığı ulûfelerin insanları gevşettiğini sanan, böylece onları aptal yerine koyan, hırslı bir başbakanın kuyruğunda çarpılan, Türkiye’yi de çarptıran Mühendis Zihniyeti’nin Kürtlere bağımsız olmaktan başka seçenek bırakmaması, böylece onları da Türkiye’yi de mahva götürmesi durumu düşünüldüğünde, bütün bunlar tamamen keyfe kederdir efendim, tamamen keyfe keder… ܀܀܀܀ 12 Sayı 6 Ağustos 2012 Sayı 6 Ağustos 2012 ܀܀܀܀ 13 S. 12 S. 13 ܀܀܀܀