T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI ORTAÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI SELÇUKLU DEVRİ SAVAŞLARINDA SÜRPRİZ BASKIN KORKU VE PANİK YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Fadime ALANDAĞLI Tez Danışmanı Prof. Dr. Salim KOCA Ankara - 2012 i ÖNSÖZ Bir toplumsal olay olan savaş, siyasi, sosyal ve ekonomik birçok nedene dayanmaktadır. Savaşlarda tarafların galip veya mağlup olmasına etki eden stratejik, taktik faaliyetler ile doğal bazı olayların olduğu kesindir. Savaş esnasında beklenmedik bu türden olaylar kumandan veya askerler üzerinde psikolojik bir etki ortaya çıkarmaktadır. Türklerin savaşlarda gösterdikleri davranış ve faaliyetler zamanla askeri kültürün temelini oluşturmuştur. Türk savaş geleneğinde taktik ve stratejik manada önemli bir yeri olan sürpriz baskın, korku ve panik olayları birçok savaşın sonucuna etki etmiştir. Sürpriz baskındaki temel amaç; savaşta nihai hedefe ulaşmak için stratejik, askeri ve teçhizat yönünden üstün durumdaki düşmanı yıpratarak başarıya ulaşmaktır. Ayrıca savaş öncesi veya sırasında karşılaşılan korku ve panik faaliyetleri tarafların tertip, düzen ve organizasyonlarında önemli kopukluklar yaratarak vurucu güç ile planlarının yok olmasına vesile olmaktadır. “Selçuklu devri savaşlarında sürpriz baskın, korku ve panik” isimli tezimizde Selçuklu devri savaşlarında yaşanan bu tür olayların savaşların sonuçlarına etkisi ortaya konmaya çalışılmaktadır. Tezimizin birinci bölümünde sürpriz baskın, korku ve panik kavramları geniş bir çerçevede açıklanmıştır. Daha sonra Selçuklu devri ve diğer Türk Devletleri tarihlerinde uygulanan örneklerine yer verilmiştir. Bunun yanında sürpriz baskın, korku ve panik durumlarının yer ve zamana göre uygulanan farklı boyutları üzerinde durulmuştur. Nihayet söz konusu yöntemlerin uygulanmasındaki başarı ya da başarısızlıkların, Türk tarihinde önemli bazı savaşlarının kazanılması ya da kaybedilmesindeki yeri tespit edilmeye çalışılmıştır. ii İkinci bölümde ise tezimizin çerçevesi biraz daha daralmıştır. Nitekim burada sürpriz baskın ve panik faaliyetlerinin Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletlerinin kuruluşları ile genişlemelerini sağlayan bazı savaşlardaki rolü incelenmiştir. Dandanakan savaşından önceki savaşlar ile Anadolu üzerine yapılan akınlarda uygulanan baskınlara değinilerek gerekli örneklerle açıklamalar yapılmıştır. Selçuklu Hükümdar ve Beylerinin yapmış oldukları savaş veya akınlardan kesitlerin yer aldığı bu bölümde ayrıca Anadolu’nun Haçlılar ve Bizanslılara karşı savunulmasında başvurulan yöntemlere de değinilmiştir. Selçuklu Hükümdar ve Beylerinin Karahanlı, Harezm Beyleri ile Moğollarla yaptıkları savaşlarda maruz kaldıkları veya uyguladıkları sürpriz baskın ile korku, panik durumlarının ele alınacağı üçüncü bölümde; Alaşehir, Micingerd, Kösedağ savaşlarından örnekler verilmektedir. Bu çalışma hazırlanırken konuyla ilgili başta temel kaynaklar olmak üzere araştırma inceleme eserlerden faydalanılmıştır. Konu oldukça ilginç ve ehemmiyetli olmasına rağmen pek fazla çalışılmamıştır. Bu nedenle gerekli bilgilerin toplanması oldukça zor olmuştur. Gerek birincil kaynaklar ve gerekse de araştırma eserleri taranarak Selçuklu devri savaşları mercek altına alınmıştır. Hazırlık, savaş ve sonuç bölümlerine ayrılan savaşlar incelenerek sürpriz baskın faaliyetlerinin planlanma, uygulanmaları ile sonuçları ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Yüksek Lisans eğitimi ve tez hazırlama evresinde karşılaştığım problemleri çözmem noktasında kıymetli vaktini ayırarak yardımcı olan değerli Hocam Prof. Dr. Salim KOCA’ya sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca daima yanımda olan maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen eşim Murat ALANDAĞLI’ya da teşekkür ediyorum. iii İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ……………………………………………………………………….…...i İÇİNDEKİLER…………………………………………………………………....iii KISALTMALAR…………………………………………………………….…....ix GİRİŞ………………………………………………………………………….…..1 I. BÖLÜM SÜRPRİZ BASKIN, KORKU VE PANİK OLAYLARININ SELÇUKLU DEVRİ SAVAŞLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ 1.1. SÜRPRİZ BASKIN…………………………………………………………..10 1.1.1. Sürpriz Baskınlarda Rol Oynayan Unsurlar…………………….16 1.1.1.1. Coğrafya’nın Sağladığı İmkân ve Avantajlar………...………17 1.1.1.2. Savaş Araç ve Gereçlerinin Sağladığı Avantajlar……………18 1.1.1.2.1. At………………………………………………….……18 1.1.1.2.2. Ok ve Yay……………………………….……..20 1.1.1.3. İhanetler ve iç Desteklerin Sağladığı İmkânlar…….........................22 1.1.2. Sürpriz Baskın Çeşitleri:…………………………………………………..24 1.1.2.1. Gece Baskını……………………………………………….…….25 1.1.2.2. Ordugâhlara ve Konaklama Merkezlerine Düzenlenen Baskınlar………..……………………………………………..…………………...28 1.1.2.3. Öncü ve Artçı Birliklerine Düzenlenen Baskınlar………………………………………………………………..……….....30 iv 1.1.2.4. Dağ ve Akarsu Geçitlerinde Ordunun Geçişi Sırasında Düzenlenen Baskınlar ………………….……..……………..32 1.1.2.5. Ordunun Silah ve Erzak Konvoyuna Yapılan Baskınlar………………………………………….….........33 1.1.2.6. Geçit Tutma (Geçitte İmha yâda Baskın)………………………………………..……………..………..35 1.1.2.7. Çeşitli Yöntemlerle Müstahkem Yerlere Girme………………….…………..…........36 1.2. KORKU VE PANİK……………………………………………………….....39 1.2.1. Korku ve Panik’i Yenmenin Çareleri…………………….………42 1.2.1.1. Moral Değerler…………………....……………………..42 1.2.1.2. Cesaret……………………………………………43 1.2.2. Savaşlarda Korku ve Panik’e Sebep Olan Olaylar……………….........44 1.2.2.1. Çetr’in (Saltanat Şemsiyesinin) Yere Düşmesi……….……..44 1.2.2.2. Kös, Davul ve Borazan Sesleri…………………………46 1.2.2.3. Miğferin veya Kesilmiş Başın Mızrak Uçunda Dolaştırılması………………………………………………………………..…….48 1.2.2.4. Kamp Ateşleri Yakmak……….……..…..49 1.2.2.5. Kale Burcuna Bayrak ve Sancak Çekmek………………………………………………………......................….…49 v II. BÖLÜM SELÇUKLU HÜKÜMDAR VE BEYLERİNİN YAPTIKLARI SÜRPRİZ BASKINLAR 2.1. DANDANAKAN SAVAŞINDAN ÖNCE YAPILAN SÜRPRİZ BASKINLAR………………………….…………………………………………....52 2.1.1. Nesâ Savaşı………………………………………………….…….52 2.1.1.1. Savaşın Sebepleri……………..………………….….….52 2.1.1.2. Savaşın Seyri ………………………………..…..54 2.1.2. Serahs Savaşı……………………………………………………………...55 2.1.2.1. Savaşın Sebebi……….………………………………………….55 2.1.2.2. Savaşın Psikolojik Cephesi ve Savaşın Seyrine Etkisi…,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,………...56 2.1.3. Dandanakan Savaşı………………………………………………..…….58 2.1.3.1. Savaşın Sebebi ………………………………………………...58 2.1.3.2. Savaştan Önce Gazneli Ordusuna Yapılan Baskınlar, Korku ve Panik Hali…….……………………………………………………..….59 2.1.3.3. Devlet Kuran Savaş: Dandanakan Zaferi……………………………………………………………………….…..….60 2.2. ANADOLU ÜZERİNE DÜZENLENEN SEFER VE AKINLARDA YAPILAN SÜRPRİZ BASKINLAR…………………………………………………………...62 2.2.1. Sultanların Yapmış Olduğu Sefer ve Akınlar……………………………64 2.2.1.1. Çağrı Bey'in Anadolu’ya Keşif Seferi………………………….64 vi 2.2.1.2. Sultan Tuğrul Bey’in 1054-1055 Yılları Arasında Anadolu’ya Seferi………………………………………………………………….66 2.2.1.3. Sultan Alp Arslan’ın 1064-1071 Yılında Anadolu Seferleri………………………………………………………………….…………68 2.2.2. Hanedan Üyelerinin Yaptıkları Sefer ve Akınlar………………………..72 2.2.3. Bey ve Komutanların Yaptıkları Sefer ve Akınlar………………………73 2.3. ANADOLU’NUN FETHİNDE UYGULANAN DÜZENLİ SÜRPRİZ BASKINLAR……………………………………………………………………….80 2.3.1. Malazgirt Savaşı…………………………………………………………..80 2.3.1.1. Savaşın Sebebi ve Orduların Hazırlığı ……………….……...80 2.3.1.2. Bizans’ı Büyük Bozguna Götüren Sürpriz gelişmeler ………………………………………………………………………………...........82 2.3.1.3. Türklüğün ve Anadolu’nun Kaderini Tayin Eden Savaş……………………………………………………………………….………84 2.3.2. Antakya’nın Fethi………………………………………………………….87 2.3.2.1. Antakya’nın Fethinin Sebebi ……………………………………………….……………………………...87 2.3.2.2. Antakya’nın Fethinde Sürpriz Baskın…………………88 2.3.3. Miryokefalon Savaşı……………………………………………………….89 2.3.3.1. Savaşın Sebebi ……………………………………………….89 2.3.3.2. Bizans Ordusuna Yol Boyunca Yapılan Sürpriz Yıpratma Faaliyetleri......................................................................................91 2.3.3.3. Bizans’ın en Uzun Günü: 17 Eylül 1176…….92 vii 2.4. ANADOLU’NUN SAVUNMASINDA UYULANAN SÜRPRİZ BASKINLAR...................................................................................................94 2.4.1. Bizans Üzerine Uygulanan Sürpriz Baskınlar……………………..……95 2.4.2. Haçlılar Üzerine Uygulanan Sürpriz Baskınlar………………………….98 2.4.2.1. I. Haçlı Seferi ve Sultan I. Kılıç Arslan’ın Anadolu Savunması (1096-1101) ……………………………………………………………………….98 2.4.2.2. II. Haçlı Seferi ve Sultan I. Mesud’un Anadolu Savunması(1147-1148)…………………………………………………………104 2.4.2.3. III. Haçlı Seferi ve Sultan II. Kılıç Arslan’ın Anadolu Savunması………………………………………………………..……107 2.4.3. Ermeniler Üzerine Uygulanan Sürpriz Baskınlar……………………...108 III. BÖLÜM SELÇUKLU HÜKÜMDARLARIN VE BEYLERİNİN UĞRADIKLARI SÜRPRİZ BASKINLAR KORKU VE PANİK OLAYLARI 3.1. KARAHANLI HÜKÜMDARININ YAPTIRDIĞI SÜRPRİZ BASKIN……113 3.1.1. Baskının Sebebi…………………………………………………..113 3.1.2. Türkmen Beylerinin Birbirinin Üzerlerine Düzenlemeye Çalıştıkları Sürpriz Baskın……….................................................................114 3.2. ŞÂH- MELİK’İN HAREZM’DE YAPTIRDIĞI SÜRPRİZ BASKIN……115 3.2.1. Savaşın Sebebi………………………………….……………….115 viii 3.2.2. Olayın Cereyanı……………………………………….…115 3.3. TÜRKMEN BEY’İ ATSIZ'IN MISIR SEFERİNDE UĞRADIĞI SÜRPRİZ BASKIN(1076)…………………………………………………………………...116 3.3.1. Savaşın Sebebi…………………………………………………...116 3.3.2. Savaş Sırasında Yapılan Hatalar ve Büyük Bozgun….117 3.4. MİCİNGERT SAVAŞI(1202) ……………………………………………..119 3.4.1. Savaşın Sebepleri ……………….…………………………….119 3.4.2. Sultan II. Süleyman-şâh'ın Ordusunda Panik ve Bozgun………………………………………………………………...…..……121 3.5. ALAŞEHİR SAVAŞI(1211) ………………………………………….……123 3.5.1. Savaşın Sebebi…………………………………………….…….123 3.5.2. Savaşın Seyri: Galibiyetten Bozguna…….…………….125 3.6. KÖSEDAĞ SAVAŞI(1243)………………………………………………...127 3.6.1. Savaşın Sebebi…………………………………………………...127 3.6.2. Tarihi Hata: Büyük Korku ve Bozgun………………………………………………………………….………...128 ix SONUÇ……………………………………………………………………...……132 KAYNAKÇA…………………………………………………………………...…134 EKLER……………………………………………………………………………143 ÖZET………………………………………………………………………………145 ABSTRACT……………………………………………………………………….146 x KISALTMALAR ATASE: Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Daire Başkanlığı Bkz.: Bakınız bs. : Baskı çev. : Çeviren DGBİT: Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi DTCF: Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Ed.: Editör Gnkur. : Genelkurmay haz. : Hazırlayan İ.A.: İslam Ansiklopedisi MEB. : Milli Eğitim Bakanlığı şy.,: Şehir Yok TTK: Türk Tarih Kurumu Ünv.: Üniversite y.y. : Yayın yok Yay. : Yayın 1 GİRİŞ A) SAVAŞ OLGUSU Günümüz modern tarih araştırmacıları ile sosyologların üzerinde durmuş olduğu en önemli konulardan biri de savaş olgusu ve nedenleridir. Savaş; ''Uluslar veya aynı ülkeden iki teşkilat arasında, diplomatik yollarla çözümlenemeyen sorunların, kuvvet yoluyla çözülme denemesi'' şeklinde tanımlanmaktadır.1 Clausewitz, savaş’ı “… Toplumsal yaşamın bir parçası, büyük çıkarların kanla çözümlenen çatışması…” şeklinde açıklamıştır.2 Bu yaklaşımdan anlaşıldığı gibi savaş esasında bir şiddet kullanma eylemidir. İnsan hayatını bu kadar yakından ilgilendiren bu tarihi kavram, doğal olarak da insanlık tarihiyle gelişip şekillenmiştir. Savaşın insan mantığı yerine gururu ve duyguları ön plana çıkardığı bilinmektedir.3 İlkçağlarda daha çok yaşamak için öldürmek zaruretinden kaynaklanan savaş olgusu, giderek mülkiyet isteğinin yaratmış olduğu bir olgu halini almıştır. Öyle ki birlikte yaşama olgusunun yanında coğrafyanın bahşettiği avantajlardan yararlanma isteği, çatışmaları da beraberinde getirmiştir.4 Bunun sonucunda önceleri belli bir tehlike veya düşman saldırılarına karşı bir araya gelme eylemi olarak göze çarpan savaş olgusu, giderek farklı bir boyut kazanmıştır. İnsan hayatının devamı için hayati önem taşıyan toprakların ele geçirilmesi ve korunması maksadıyla savaşılmasını şart koşan söylemler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu söylemler bir gerçeği de beraberinde getirmiştir. Bu gerçek, daha büyük topraklar elde etme isteğinin bir sonucu olarak daha iyi organize olmayı ve nihayet daha iyi bir idarenin tesis edilmesin gerekliliğidir. Büyük uygarlıkların oluşmasına giden yolun temelleri de esasında bu düşünceyle atılmıştır. 1 Büyük Lûgat ve Ansiklopedi , Meydan Laroussı, XI.cilt, İstanbul, Meydan Yay., 1973, s. 36. Carl von Clausewitz, Harp Üzerine, çev, H. Fahri Çeliker, I. cilt, Ankara, Gn.kur. Basımevi, 1984, s.21-22. 3 John Keegan, Savaş Sanatı Tarihi, çev. Füsun Doruker, İstanbul, Gençlik Yay., 1995, s.16. 4 Juliuos Evola- Rene Guenon, Savaş Metafiziği ve Sembolik Silahlar, çev. Atilla Ataman, İsmail Taşpınar, İstanbul, İnsan Yay. , 2000, s. 11, Taşkın, Takış, “Savaş Gerçeği – Barış İdeali”, DoğuBatı, Sayı 24, Ekim, 2003, s.7, 8. 2 2 Bir diğer yaklaşıma göre; savaşları iktisadi bir olay olarak görmekte mümkündür. İktisadi olarak savaşların oluşması iki şekilde açıklanabilir. İlk olarak eldeki varlıklar ile yetinmeyen ve daha fazlasını kazanmak isteyen insanoğlunun, başkalarının kaynaklarına el koymalarıyla savaşın iktisadi boyutu ortaya çıkar. İkinci olarak bazı siyasi, sosyal ve ekonomik sıkıntıların insanları başka kazanç ve kaynaklara sevk etmesi söylenebilir. Böylece insanların niçin savaştıkları gerçeği de iktisadi olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.5 Toplumsal öğeler ile savaşlar arasında ki ilişkiler de dikkate şayandır. Toplumların yani kültürlerin de mücadelesi olan savaşların, bir askeri gelenek yarattığı açıktır. Bu nedenle askeri faaliyetlerin şekillenmesinde geleneklerin yeri yadsınamaz. Giderek bir ulus veya topluluğun var olma sorunu haline gelen savaş, bütün kültür unsurlarının da şekillenmesini zorunlu kılmıştır. 6 Sonuç olarak; savaş tarihin değişmezlerinden hatta en önemli öğelerindendir. Yazılı tarihin son 3.500 yıllık zamanının sadece 270 yıllık bir döneminde savaşın görülmemiş olması da bu durumu ortaya koymaktadır. B) SÜRPRİZ BASKIN, KORKU VE PANİK DURUMLARI Savaşların tarihsel süreçte nasıl tekâmül ettiklerine de bakmakta fayda vardır. Savaşlar acaba hep aynı yöntemlerle mi yapılmıştır? Yoksa farklı bir seyir mi izledi? Farklılıklar varsa bu farklılıkların nedeni ve ne olduğu da önemlidir. Bu soruların cevapları irdelendiğinde daha ilk dönemlerden itibaren savaş meydanlarında farklı yöntemlerin denenmeye başlandığı görülmektedir. Bu farklılıkların en temel nedenlerinden biri de coğrafyadır. Coğrafyaların insanlara sunduğu yaşam olanakları onların savaşma kabiliyetlerini de etkilemiştir. Farklı coğrafi mekânlar farklı yöntem ve stratejilerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Esasında savaş alanlarında karşılaşan güçler, iki farklı coğrafyanın karşılaşmasından başka bir şey 5 Mehmet Ali Kılıçbay, “Savaş ve Ekonomi”, Doğu-Batı, Sayı 24, Ekim, 2003, s. 145, Bozkurt Güvenç, “Barış Kültür Mü? Yoksa Barış için Kültür Mü? Cogita, Sayı: 3, Kış, 1995, s.25. 6 Salim Koca, Selçuklular’da Ordu ve Askeri Kültür, Ankara, Berikan Yay., 2005, s.83, 163. 3 değildir. İşte Dünya üzerindeki her millet ya da toplumun farklı bir savaş tekniği ve stratejisi geliştirmesindeki neden de buradan kaynaklanmaktadır. Bazen yüksek dumanlı ateşler yakmak veya yüksek seslerden oluşan farklı hücum metotları ile rakibi korkutma denemelerinde başarı elde edildiği görülmektedir. Bu ilkel denemelerin akabinde artık daha düzenli, itinalı bir çalışmayı gerektiren ve kendi içinde bir şifreyi barındıran çalışmaların gün yüzüne çıkması kaçınılmaz olmuştur. Davul ve borazan seslerinin yanında toplu olarak hareket edip rakibi etkilemek için yapılan uğraşlar bunların önde gelenlerindendir. Nihayet bu çalışmalar, bazen savaştan önce bazen de savaşın başlamasıyla beraber birçok mağlup tarafın korkuya kapılıp kaçmasına neden olmuştur. Kelime olarak, beklenmedik bir zamanda insanı şaşırtan, sevindiren ya da üzen olay anlamına gelen ''sürpriz baskın'' savaşların seyrini etkileyen en önemli fiili harekettir. Otlaklar veya yüksek dağlık alanlar ile ormanlık sahalarda gizlenip belli bir düzen çerçevesinde düşmanın hiç ummadığı yer ve zamanda karşısına çıkarak korkutma, şaşırtma şeklinde gerçekleştirilmektedir.7 Organize olmuş kuvvetlerin ilerlemesi ve konaklaması başlı başına bir problem teşkil etmektedir. Bu problemlerden en önemlisi de dar geçit ya da nehirlerden geçme aşamalarında yaşanan baskınlardan korunmaktır. Düşmana ummadığı yer ve zamanda, kısa süreli ani hücum ya da beklemediği bir darbe indirmek suretiyle azami sonuç almak üzere yapılan saldırı olarak tanımlanan baskın, esasında oldukça uzun bir uğraşın sonucudur. Bir vadi yatağına veya özel olarak eşilmiş kanallara gizlenip düşmanı bir anda korkutmak olarak tanımlanan pusu, başvurulan bir diğer yöntemdir. Çünkü baskının temelinde pusu yatmaktadır. Terim olarak pusuya düşürmek, 7 Nejat Eslen, Tarih Boyu Savaş ve Strateji, İstanbul, Q-MatrisYay., 2003, s.138. 4 kötülük etmek üzere yolunu gizlice bekleyip ele geçirmek, yakalamak anlamlarına gelir.8 Bir ordunun maddi kuvveti ne olursa olsun ordu içinde en tehlikeli durum hiç kuşkusuz korku ve panik durumudur. Sürpriz baskın ve pusuya düşürmenin akabinde yaşanan panik9 ani dehşet duygusu, büyük bir korku yaratmaktadır. Korku ve endişe ölüm veya yaralanma düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Aşırı korku, askerin karşı karşıya bulunduğu durumun üstesinden gelemeyeceği ve zarar göreceği endişesiyle panik olarak da ortay çıkmaktadır. Nihayet panik, askerin görevini tam olarak yapamamasına yol açarak tüm birliklere yayılmasıyla topyekûn bir kopuşu ve savaşma yeteneğinin ortadan kalkmasına neden olabilmektedir.10 C) TÜRK SAVAŞ TAKDİĞİNE ETKİ EDEN ÖNEMLİ BİR UNSULAR Yukarıda da bahsettiğimiz gibi toplumlar kendilerini koruyabilmek ve varlıklarını sürdürebilmek amacıyla, üzerinde yaşamlarını sürdürdükleri topraklara egemen olma zorunluluğunu duymuşlardır. Bu nedenle güçlü bir liderin etrafında, düzenli ve kuvvetli ordular kurmayı ilk ana tedbir olarak ele almışlardır. Türkler de bu değişmez kural içerisinde çeşitli dönemlerde, değişik adlarla devletler kurmuşlardır. “Mazisi insanlık tarihi ile başlayan” yüce Türk ulusunun, dünya tarihinin her dönemde önemli bir yeri olmuş, kurduğu devletler tarihin seyrini etkilemiştir.11 Türk tarihi kültür ve medeniyetinin şekillendiği üç farklı coğrafya söz konusudur. Bunlar, Orta Asya, İran ve Anadolu coğrafyalarıdır. Bunlardan ilki Türk anayurdu olarak bilinen ve kendine has özellikleri ile Türk kültür ve yaşamını şekillendiren coğrafya olan Orta Asya’dır. Orta Asya’nın ürpertici 8 Meydan Laroussı, 1972: X, 386. Korkutucu sayılan yunan tanrısı Pan’ın adından Yunancadan Panikes’den gelmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Meydan Laroussı, 1969: VII, s. 495. 10 Eslen, 2003: 35-36. 11 Necati Ulunay Ucuzsatar, Tarih Boyunca Türk Harp Sanatı Taktik ve Strateji, Ankara, Gnkur. ATASE Başkanlığı Yay., 1986, s.I-V. 9 5 hudutları, uçsuz bucaksız sahaları ve aşılması zor dağları ile tabiat tüm güçlüğünü ortaya koymaktadır. Hayatın büyük ölçüde at üzerinde geçtiği haliyle konar-göçer bir hayat tarzının sürdürüldüğü bu coğrafyada, kullanılan en önemli silahlar da ok ve yay’dır. Bölgenin sert iklim yapısı insan karakterinin oluşması ve askeri vasıfların şekillenmesinde önemli yer tutar.12 Bu zorlu coğrafyada oldukça kalabalık sürüler ve kalabalık aile fertleri ile beraber uzak diyarlara göç etmek başlı başına bir problem teşkil etmektedir. İşte bu problem esasında savaşçı ve teşkilatçı bir milletin de doğmasına neden olmuştur.13 Kendilerine bir meslek olarak değil de bir hayat felsefesi olarak seçtikleri askerlik sanatını başarıyla uygulayan Türk Milleti “Bozkır Savaş Taktiği” olarak bilinen yeni bir sitilin de doğmasını sağlamışlardır. Bozkır savaş taktiğinde at ve yay vazgeçilmez iki öğedir. Hunların kullandıkları ıslıklı (veya vızıldayan) oklar düşmanlarını dehşete düşürmüştü. Türkler bileşik kavisli yaylar kullanıyorlardı ve at üzerinde her yöne isabetli ok atabiliyorlardı.14 “Tanrı onlara Türk adını verdi, onları yeryüzüne hükümdar kıldı ve dünya milletinin yularını onların eline verdi. Türklerin oklarından korunmasının tek yolu onların tuttukları yolu tutmaktır…”15 şeklindeki düşünceler Türklerin ok atmada becerikliliğini ortaya koymaktadır. Bunun yanında Türk Cihan Hâkimiyetini şekillendiren düşüncelerin ilk nüveleri de burada atılmıştır. “Savaşçının talihi cenkte ölmektir. Eğer biz ölürsek, kahramanlık şöhretimiz bizi dünya durdukça yaşatacak ve oğullarımız torunlarımız başka kavimlerin başbuğları olacaklardır.”16 Bu hissiyat bir cihan hâkimiyeti mefhumu yaratmıştır. 12 Hatice Palaz Erdemir, “Yabancı Yazarlara Göre Türklerde Savaş ve Taktik”, Türkler, II. cilt, Ed. Hasan Celâl Güzel, vd., Ankara, Yeni Türkiye Yay., 2002 ,s.939. 13 Nejat Diyarbekirli, Hun Sanatı, İstanbul, MEB. Yay. 1972, s.32. 14 Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, VI. cilt, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay. 1991, s.1-2, İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 19 bs., İstanbul, Ötüken Yay., 1999, s. 283-285. 15 Bahaeddin Ögel, Dünden Bu Güne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 3. bs., İstanbul, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay., 1988, s.14. 16 Nuri Taşdelen, “Büyük Hun İmparatorluğu ve Bilinen Askeri Faaliyetleri,” Askeri Tarih Bülteni, Sayı 23, Ağustos, 1987, s.14. 6 C) TÜRK SAVAŞ TAKDİĞİNİN ŞEKİLLENDİĞİ İKİ ÖNEMLİ TEŞEKKÜL: HUN ve SELÇUKLU İMPARATORLUKLARI Milli tabiatlarından kaynaklanan bağımsızlıklarına düşkün olma, ayrı boylar halinde yaşama gibi durumlar, Hunların askeri hususiyetlerinin gelişmesine etki etmiştir. Coğrafya onlara hareketli, tertipli ve saldırgan bir savaş sitilini aşılamıştır. Tabiat ile mücadelelerinde, tabiata hâkim olmayı sağlayacak en uygun vasıtayı seçmeyi yararlı görmüşlerdir. Aşılması güç bozkırlar, yüksek yaylalar, derin vadiler gibi engellerle mücadelede en temel etken at aynı zamanda önemli bir savaş aracıdır. Mourice, “Türklerin savaş meydanlarına çok sayıda at getirdiklerini bu şekilde hem kalabalık gözükmeyi sağlayıp düşmanı korkutmayı amaçladıklarını hem de gerekli ihtiyaçlarını karşıladıklarını” yazar. Çinliler de Türklerle ilgili olarak “Hayatları atlarına bağlıdır”17 şeklinde bahsetmişlerdir. Böylece at sadece savaş aracı olmakla kalmamış sosyal hayatla özdeşleşmiştir. Türklerin savaşçı özelliğini öven sözlere sık sık rastlanılmaktadır. Mesela Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan zamanında bölgeye gelen Haçlı kuvvetleri arasında yer alan bir haçlı yazar Türklerin savaşçı özellikleri için şunları söylemiştir: “Türklerin metanet, kahramanlık ve savaş kabiliyetlerini kim tasvir edebilir? Eğer Türkler Hıristiyan olsalardı kudret, cesaret ve savaş kabiliyeti bakımından kimse onlarla boy ölçüşemezdi...”18 Türkler, Hunlardan itibaren devamlı silah başında bulunan ve ülke sınırlarını koruyan bir çekirdek orduya sahiptiler. Bu anlamda Türk ordusu, sadece savaşta toplanan geçici bir ordu değil, köklü ve kurumsallaşmış, devamlı birlikleri bulunan bir gücü andırır. Türk kültür ve siyasi hayatını şekillendiren coğrafyalardan ikinci olarak Orta Asya ile Anadolu arsındaki İran havzasından bahsetmek gerekmektedir. Çünkü burada dünyanın sayılı büyük devletlerinden olan Selçuklu Devleti 17 Emel Esin, “Türk Sanatında At”, Türkler, IV. cilt, Ed. Hasan Celâl Güzel, vd., Ankara, Yeni Türkiye Yay., 2002 ,s. 125. 18 Işın Demirkent, Anadolu Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan, Ankara, TTK Basımevi, 1996, s.30. 7 teşekkül etmiştir. Bölgeye yönelik Türk muhacereti ve bunun sonucunda tezahür eden Türk – İslam sentezi çok stratejik bir bölgede konuşlanmış Selçukluların, Türkmen nüfusunu belli bir düzen dâhilinde Anadolu’ya aktarılmasına fırsat vermiştir. Bu göç Anadolu'da birçok Türk Devletinin kurulmasına da vesile olmuştur. 1040 yılında Oğuz Türkleri tarafından kurulan Anadolu Selçuklu Devleti de bu devletlerden biridir. Selçukluların, Bizanslılara karşı kazandıkları Pasinler (1049) ve Malazgirt (1071) zaferleri Anadolu'nun Türk yurdu haline gelmesini sağlamıştır.19 Mâverâünnehir’de Karahanlılara daha sonra da Horasan’da Gaznelilere karşı çetin mücadeleler sergileyen Selçuklu Türkmenleri, arka arkaya zaferler (Nesâ, Serahs…) kazanarak, tarihin akışını değiştirmişlerdir. Bu mücadelenin son safhasını da Dandanakan oluşturmaktadır.20 Tarihin seyrini bahsettiğimiz üzere değiştiren Türkler, girdikleri her savaşta rakiplerini kısa sürede mağlup etmek için sürpriz baskın, korku ve panik yaratma faaliyetlerine sık sık başvurmuşlardır. Türkler, saldırılarını genellikle sürpriz baskın şeklinde yaparak düşmanı korkutmayı bir savaş taktiği olarak çok iyi kullanmışlardır. Sürpriz baskın yapmakta, korku ve panik yaratmada son derece usta olan Türkler kimi zaman sürpriz baskınlara uğrayarak büyük korku ve panik haline düşmüşlerdir. 21 Selçuklu Devri savaş başarıları yukarıda bahsedildiği üzere köklü bir geleneğe dayanmaktaydı. Türklere özgü savaş faaliyetleri, Hunlardan başlayarak Selçuklulara kadar gelişip ve şekillenerek devam etmiştir. Söz konusu birikimlerin tesirini, yeryüzünde üç kıtada farklı din ve kültürlere sahip milletleri bir çatı altında toplayan Osmanlı İmparatorluğu savaşlarında da görmekteyiz. Konu kapsamı nedeniyle tezimizde başlı başına bir araştırma gerektiren bu konuya değinilmeyecektir. 19 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm-Medeniyeti, 8. bs., Ankara, Boğaziçi Yay., 1999, s.116-119. 20 İbnü’l-Esîr, El-Kâmil fi’t-Tarih, çev. Abdülkadir Özaydın, IX. cilt, İstanbul, Bahar Yay, 1987, s.360-361., Ucuzsatar, 1986: 4, Salim Koca, Dandanakan’dan Malazgirt’e, Giresun, İleri Yay, 1997, s.5. 21 Salim Koca, Selçuklu Devri Türk Tarihinin Temel Meseleleri, Ankara, Berikan Yay., 2011, s.279 8 Temel olarak bu başarılara yol açan ve savaş literatüründe yer edinen taktik, strateji, korku ve panik atak gibi Türklerin başarıyla sergilemiş olduğu yöntemlerin ele alınacağı bu tez de ilk olarak tarihte ilk Türk Devleti olarak kabul edilen Asya Hun Devletindeki savaş stratejileri ve yöntemlerine bakılacaktır. Daha sonra sürpriz baskın, korku ve panik durumlarının yer ve zamana göre uygulanan farklı boyutlarının yer aldığı Selçuklu tarihindeki örneklerine değinilecektir. Nihayet bu taktik ve stratejilerin Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletlerinin kuruluş, genişlemelerine etkileri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Sonuç olarak tarih sayfalarında sebep ve sonuçlarını görmeye alışkın olduğumuz Selçuklu Devri savaşlarının kazanılması ya da kaybedilmesinde etkili olan ve kimi zaman başarı ile uygulanıp sonuç alınan, kimi zaman ise başarısızlıkla neticelenen yöntemlerin etkileri gün yüzüne çıkarılmaya çalışılacaktır. Neticede savaşın kendi dünyasını süsleyen ve tarih adına başka kapılar açan değişik nüanslar ortaya çıkmaktadır. Bir savaşın sonuçları üzerine pek çok şey söylenebilir, ama en başından söylendiği üzere asıl önemli olan savaşların kendilerine has bir seyrinin olduğu ve bunun asıl sonuçları doğurduğudur. 9 I. BÖLÜM SÜRPRİZ BASKIN, KORKU VE PANİK OLAYLARININ SELÇUKLU DEVRİ SAVAŞLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Türk Tarihi, uygun harekât hatlarının kullanılması sonucu kazanılan zaferlerle doludur. Ortaçağ'da coğrafi bilgilerin az olması bu harekât planlarını belirlemeyi ve uygulamayı oldukça güçleştirmiştir. Nitekim uçurum, bataklık, dağ, orman ve tuzaklarla örülü zorlu sefer güzergâhlarında, bir orduyu belli bir düzen dâhilinde hareket ettirmek de kolay bir iş değildir. Bu zorlukların şiddet, tehlike ve doğa olayları ile birleşerek meydana getirdiği korku ise en basit görevi dahi ifa etmeyi zorlaştırmaya yetmiştir.22 Türk savaş sanatı, özellikle meydan muharebesinde kendisini göstermektedir. Türklerin tarih sürecindeki yerini belirleyen meydan muharebelerindeki başarıların nedeni de buradan kaynaklanmaktadır. Türklerin, meydan savaşlarında bu denli başarılı olmalarının şüphesiz birçok nedeni bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi savaşlarda başvurulan; “sürpriz hücumlar, baskınlar, yıpratma ve yıldırma faaliyetleridir. Bunun yanında bölükler halinde uzaktan savaşma, taktik gereği geri çekilerek pusuya çekme veya pusuya düşürmeye dönük hareketler ile hurûç ve müsademe23 gibi askeri faaliyetlerdeki başarılarıdır. 22 23 Sun-Tzu, Savaş Sanatı, çev. Adil Demir, 1 bs., İstanbul, Kastaş Yay., 2001, s.2, Eslen, 2003: 118. Hurûc, kelime anlamı: çıkış, dışarı çıkma’dır. Sur duvarlarına veya kalelere açılan kapılardan ani çıkış yapıp, düşman kuvvetlerine etkili darbeler vurduktan sonra aynı yere dönmek suretiyle yapılan hareketlere denir. Müsademe ise, İki küçük grup arasında yapılan silahlı çatışmaya müsademe denmekteydi. Bu tür karşılaşmalarda tarafların kuvveti az ve sınırlı olduğu için çarpışmada haliyle sınırlı olmaktadır. Koca, 2005: 165, Meydan Larousse, 1971: VI, 62. 10 1.1. SÜRPRİZ BASKIN Sürpriz baskın bir askeri kuvvetin, düşmanın hazırlanmasına fırsatı vermeden beklenmedik yer ve zamanda ani olarak yapmış olduğu bir tür saldırı tekniğidir. Düşmanın gerekli önlemleri almaya fırsat bulmadan yok edilmesi anlamına gelen ve dokuz harp prensibinden biri, belki de en önemlisi olan baskının; farklı uygulamalarına Ortaçağ'daki Türk savaşlarında rastlamaktayız. Öyle ki Ortaçağ ve İslam kaynaklarında Türklerin uyguladıkları sürpriz baskınlara “Türktaz” adı verilmiştir.24 Türklerin “baskın” konusundaki maharetlerini ise, Türk kültür hayatına dair önemli bir kaynak olan Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lugat’ıt Türk’teki anlamından da anlayabilmekteyiz. Eserde “Basığ” şeklinde gecen bu kelime “Gece baskını yapacak olan ve ansızın düşmanın yakalanacağı yer” anlamında kullanılmıştır.25 Savaş’ın her hareketi kendi içinde bir zamanlama istediğinden yapılacak olan planları gerektiği zamanda devreye koymak esastır. Dolayısıyla oldukça hızlı ve pratik olmak gerekmektedir. Çünkü iki sihirbazın hünerlerini sergileme alanına benzeyen bu arenada hiç şüphesiz ki en hızlı ve uz olan başarılı olacaktır. Çin yıllıkları, Hun Türklerinin savaş yeteneklerini şu ifadelerle tasvir etmektedir: “Hunların savaş taktikleri bizimkinden oldukça farklıdır. İnsanı şaşırtan bir hız ile en yalçın dağlara tırmanır ve aşağıya inerler. Seller ile en derin ırmakları (elbiseleri ile) yüzüp geçerler. Rüzgârlara, yağmurlara açlığa ve susuzluğa dayanırlar… Yay ve ok kullanmada tecrübe, hünerleri çoktur. Her attıklarını vurduklarından emindirler. Onlar boğazlar ve dar geçitlerde, bize her zaman üstünlük sağlayacaklardır…”26 Bu ifadelerden de Türklerin, savaş esnasındaki hünerlerini olağan hızla sergiledikleri anlaşılmaktadır. Türklerin sürpriz baskın olayını gerçekleştirmedeki bu hız ve becerinin, düşman ile savaşta, savaşın seyri üzerindeki etkisi nedir? 24 Koca, 2011: 279, Ahmet Özdal, Türklerin Savaş Sanatı: Aldatıcı Taktikler-Farklılaşan Stratejiler ,İstanbul, Doruk Yay., 2008, s.109. 25 “… ol anı baskında tuttı…” Yani onu baskın yerinde yakaladı anlamında kullanılmıştır. Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lügat-it-Türk, çev. Besim Atalay, 1.cilt, Ankara, TTK Yay. 1985, s.372. 26 Suat İlhan, Türk Askeri Kültürünün Tarihi Gelişmesi: “Kutsal Ocak”, Ankara, Ötüken Yay. 1999, s. 47. 11 Şeklindeki soruya ilk olarak Büyük Hun İmparatoru Teoman’ın Çin’e düzenlediği akında rastladığımız örneklerinden yola çıkarak, cevap aranacaktır. Oldukça büyük bir sahayı kapsayan Çin için Teoman, öncelikle yıpratma faaliyetine başvurmuştur. Bu nedenle ilk olarak Çin’in büyümesini engelleyecek, zayıf kalmasına neden olacak akın ve saldırılara başvurmuştur. Büyük, görkemli bir ordu ile sefer düzenlemekten ziyade küçük kuvvetlerle yapılan bu akınlar, esasına Çin’in hayati27 bölgelerine nüfuz ederek yıldırma ve yıpratma amacına yönelikti. Nitekim kısa bir süre sonra Hun ordularının vurucu timi olan akıncı birlikleri, Sarı Irmağı havzasından ilerleyerek kuzeybatıdan Çin’e girip bütün kilit mevkileri ele geçirmişlerdir.28 Baskındaki esas, düşmanın habersiz olarak ve ayrıca tepki gösteremeyecek bir durumda yakalanmasıdır. Güçlü bir psikolojik silah olarak baskın; düşmanın emir ve komuta sistemini çökerterek, kuvvet dengesini değiştirir ve neticede kuvvetle orantılı olmayan büyük bir başarının elde edilmesine imkân sağlar.29 Böylece şaşkınlığa düşen düşmanın yenilmesi daha kolaylaşmış olur. Tarafların güç olarak eşit oldukları durumlarda bile baskın faaliyetinin kullanılmasının daha faydalı olacağı dair Çin 30 stratejistlerinin de ifadeleri bulunmaktadır. Baskın'ın savaşlardaki önemini göstermesi bakımından Avrupa Hunlarının, daha tertipli Roma ordularına karşı sergiledikleri faaliyetler de çok iyi bir örnek teşkil etmektedir. Uzun mesafeli intikallere rağmen Avrupa 27 Hun ekonomisi büyük ölçüde hayvancılığa dayanıyordu. Tarım ve diğer ekonomik faaliyetler yok denecek kadar azdı. Hayvanlarından elde ettikleri ürünleri ise, Hunların uzun süre geçimleri için yetmiyordu. Öte yandan Çin ülkesi tarım ürünlerinin bolluğu ve çeşitliliği bakımından son derece geniş imkânlara sahipti. Bunu fark eden Hunlar, ekonomik ihtiyaçlarını temin etmek için gözlerini Çin üzerine çevirip, sık sık akınlar düzenlediler. Salim Koca, Türk Kültürü’nün Temelleri, II. cilt, Ankara, Kültür Yay., 2003-a, s. 225. 28 Ucuzsatar, 1986: 38, Koca, 2003a: II, 225 29 Eslen, 2003: 138. 30 “… Güçleriniz eşit olduğunda durumunuz iyi bile olsa düşmana karşı üstünlük kazanmak için pusular hazırlayarak, sürpriz baskınlar düzenlemekte büyük fayda vardır. Aksi takdirde savunmada kalarak çatışmaya girmemek daha doğrudur…”, Sun-Tzu, 2001:129. 12 topraklarını çiğneyen Türk süvarilerinin uyguladıkları taktikler, aynı dönemdeki Roma İmparatorluğu'nun disiplinli piyadelerini gölgede bırakacak sonuçların elde edilmesini sağlamıştır. Psikolojik açıdan geçtikleri her yerde korku rüzgârı estirerek düşmanın daha başlangıçta yenilgiyi kabul edip çekilmesine sebep olmuşlardır. Yıldırım hızıyla hareket eden bu Türk savaşçılarının üstün askeri yetenekleri, atlarını eyerleme ve kullanma usulleri ile Yunan, Roma, Got ve Germen kavimlerini şaşkına çevirmişlerdir.31 Atlı süvari birliklerinin planlı bir şekilde gerçekleştirdikleri bu baskınların yanında ordu olarak topyekûn gerçekleştirilen baskınlara da rastlanmaktadır. Bu tür bir baskın için özel şartlar gerekmektedir. Çünkü gereksiz bir topyekûn baskın ordunun toptan yok olmasını sağlayabilirdi. Düşman kuvvetinin ablukaya alınmasına kesin gözle bakıldığı veya savaşmasına imkân vermeyecek bir mazeretinin ortaya çıkması bu şartlar içerisindedir. Memlüklülerin sarhoş buldukları Moğol birlikleri üzerine yaptıkları baskın bu türden bir baskına örnektir. Cengiz Yasalarına göre dövüşmeden kaçmanın cezasını bilen Moğollar, geri çekilemediler ve toptan kırıldılar.32 Topyekûn baskınlarda düşman ülkesini, tümüyle yağma ve harabeye dönüştürmeden ele geçirmek dikkatle uygulanan bir kuraldır. Bunun yanında, bir orduyu tümüyle ele geçirmenin nimetleri ise sınırsızdır. Ekonomik gelirlerin oldukça önem arz ettiği, Ortaçağ savaşlarında ele geçirilen bu ganimetlerin korunması çok önemlidir. Baskınlarda vur-kaç taktiği kullanılarak düşman ordusunun istenilen bölgeye çekilip yenilgiye uğratılması ve böylece maddi - manevi kazançlara zarar verilmemektedir. Bu duruma en güzel örnek Büyük Hun İmparatoru Mete’nin M.Ö 200 - 201’de uyguladığı Büyük Çin Seferi'dir. Mete’nin Çin'in özellikle kuzey bölgesine organize olarak yaptığı akınlarla bölgeyi ele geçirmiştir. Çin imparatoru önceleri önemsemediği bu 31 Clausewitz, 1984: I, 172, Ucuzsatar, 1986: 86, Şerif Baştav, “Avrupa Hunları”, Türkler, 1.cilt, Ankara, Yeni Türkiye Yay., 2002, s. 871-873, Mesut Güney, Savaş Aldatmaları, İstanbul, Alfa Basım Yay., 2007, s. 11. 32 Gregory Ebû’l-Ferec, Ebû’l Ferec Tarihi, Süryaniceden İngilizce çev. Ernest A. Wallis, Türkçe çev. Ömer Rıza Doğrul, II. cilt, Ankara, TTK Yay. 1950, s. 559. 13 akınların faturasını pahalıya ödemiştir. Artık her şey için çok geçtir. Savaş kapıdadır. Çin İmparatoru çoğunluğu yaya olan 320 bin kişilik dev bir ordu ile harekete geçer. Daha evvel tüm hesaplamalarını yapan Mete için aradığı fırsat olmuştur.33 Çin imparatorunun casusluk planını sezen Mete gerekli tedbirleri almıştır.34 Böylece Çin ordusunu psikolojik olarak yormayı başaran Mete, Çin ordusunun belirlediği sahaya gelmesinin akabinde ikinci merhaleye geçmiştir. Artık yıldırma ve yıpratma taktiğini uygulamanın tam zamanıdır. İlk aşama olan aldatma ve yanıltma taktiğini başarıyla uygulanmıştır. Bu nedenle Çin ordusunun sağ ve sol kolları üzerine Tigin kardeşler komutasında 10 bin kişilik seçme bir akıncı birlik göndermiştir. Bu birlikler, büyük Çin ordusunu yoracak, yıpratacak ve önceden planlanmış pusuların kurulduğu yere çekecektir. Bu birlikle beklenmedik yer ve zamanda Çin ordusunun karşısına çıkıyor, ani ve şaşırtıcı darbeler vurarak, bilinçli bir şekilde "Loufan bölgesine" doğru Çin ordusunu çekiyorlardı. Mete ana birlikleri kuzeyde beklerken, Çin İmparatoru on bin kişilik Hun öncülerini takip etmekteydi. Öte yandan Çin ordusu, Hun birliğinin vurduğu darbeden sonra geri çekilmesini, kaçış sanıyor ve düşman karşısında büyük bir başarı elde etmiş hissine kapılarak kovalamaya devam ediyordu.35 Akıncı birliklerinin düşman ordusunu belirlenen merkeze çekmenin yanında daha başka görevleri de vardı. 33 Ucuzsatar, 1986: 55.Okkar, 2010: 103. Öte yandan bazı taktik ve faaliyetlerin Çinliler tarafından da gerçekleştirildiğine şahit olmaktayız. Aldatma ve yanıltma yapması; Özellikle savaş sahasına gelindiğinde bir keşif mahiyetinde elçilik heyetinin gönderilmesi bu meyanda sık başvurulan bir yöntem olmuştur. İmparator Kao, Mete’ye on kişiden oluşan bir elçilik heyeti gönderir. Bu gerçek bir elçilik heyetinin ötesinde, casus ve gözlemcilerden ibaretti. Asıl görevleri, Hun ordusunun durumunu öğrenmekti. Ancak bu durumun farkında olan Mete farklı bir plana başvurmuştur. Zira Mete, İmparatoru saldırıya özendirmek için ona durumunu zayıf göstermek istiyordu. Bunun için, asıl askeri ve ekonomik gücünü ve varlığını ormanda gizledi. Karargâhında sadece yaşlılar, çocuklar ile zayıf, sıska atları ve sığırları bıraktı. Çin elçilik heyeti Mete’nin karargâhını bu vaziyette gördüler. Elçilik heyeti, Mete’nin aldatma ve yanıltma taktiğini anlayamamış olmalıdırlar ki, döndüklerinde gördüklerini imparatora iyi bir haber olarak anlatmışlardır. Ancak İmparator casusların getirdiği bilgilerden memnun olmamıştır. Daha sonra komutanlarından birini aynı gaye ile Mete’nin karargâhına göndermiştir. Bu defa doğruyu öğrenecektir ancak savaş başlamıştır. Komutanının “Mete ana ve seçkin birliklerini saklamıştır. Baskın yapabilmek için uygun bir zaman ve fırsat kollamaktadır. Bahaeddin Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, I. cilt, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1981, s. 395-398, Koca, 2003a: II, 246-247. 35 Ögel, 1981: I, 400-403. 34 14 Düşmanın yığınak merkezleri, irtibat noktaları, ileri karakolları, keşif kolları, önemli yol ve kavşakları ile askeri garnizonlarının malzeme ve yiyecek depolarının tespiti ve düzenlenen baskınlarla yok edilmesi bunlardan önemli olanlarıdır. Şüphesiz bu baskınlar özellikle düşmanı takatten düşürmeye yaramaktaydı.36 İmparator, Hun öncü birliklerinin vur-kaç taktiğinin yanında soğuklar yüzünden ordusunun bir hayli hırpalanmasına rağmen, ilerlemesine büyük bir inatla devam ediyordu. Çin ordusunun atlı birlikleri, Pe-teng dağı eteklerindeki yaylalara geldiği halde, yaya birlikleri çok geride kalmıştı. Yani, atlı birlikler ile yaya birlikler birbirinden tamamen kopmuş ve bunu tabi sonucu olarak da emir-komuta yitirilmişti. Burada, baskın faaliyetinin düşmanının biyolojik olarak yorulmasının yanında orduda emir komuta zincirini bozarak, orduyu bölmesi ve böylece taarruza açık kapılar yaratması gibi bir diğer önemli avantajını belirtmemiz gerekmektedir. Artık sıra Çin ordusunun kuşatılması aşamasına gelmiştir. Pe-teng yaylasında konaklamış olan imparatorun, Hun ordusunun nerede bulunduğundan haberi yoktur. Daha da kötüsü, bir pusu mevkiinde konaklamış olduğunun farkında bile değildir. Diğer taraftan uzun süre ortalıkta görülmemiş olan Mete, 400 bin kişilik tamamen atlı ordusuyla birdenbire Pe-teng yaylasının çevresinde oryaya çıkıverir. Böylece tarih, yerinde ve zamanında hızlı ve doğru hareket etmesini bilen mükemmel bir strateji uzmanının ortaya çıktığına şahit olmuştur. Gördüğü manzara karşısında muhtemelen şok olmuş olan Çin İmparatoru için acı son yaklaşmıştır. Yedi gün süren kuşatma sonucunda Çin ordusu moral olarak çökmüş dışarı ile ilişkisi kesilmiş ve yiyecek sıkıntısı baş göstermiştir.37 Büyük Hun İmparatoru Mete’nin büyük Çin seferi çerçevesinde savaş ve savaşa hazırlık kavramlarına dair çarpıcı gerçeklerle karşılaşmış bulunmaktayız. Mete, maddi kuvvetlerden daha ziyade psikolojik yöntemlere 36 37 Koca, 2005: 165. Ögel, 1981: I, 404-406, Koca, 2003a: II, 247-248 15 başvurarak kendi zamanında yeni bir çığır açmıştır.38 Mete'nin baskına hazırlık safhasında uyguladığı taktiklerin benzerine diğer bazı Türk Devletlerinde de rastlamaktayız.39 Akıncı birlikleri Türk-İslam kültürünün şekillenip geliştiği dönemde de etkin rol oynamıştır. Daha önce de belirttiğimiz üzere atlı süvarilerden Kaşgarlı Mahmut’un “Akın; sel, beklenmeyen, birden bire gelen sele…” şeklindeki tasviri dikkat çekmektedir. “Geceleyin gidip düşmanı basan asker”40 olarak tanımlanan ve özellikle Karahanlılar da gece düşmanın ordugâhını basan ve panik yaratan özel birliklerinin varlığı bilinmektedir. Bu birliklere akıncı ve ya basımcı denilmekteydi. Bu akıncı birlikler, Selçuklu hanedan üyeleri ile Türkmen Beylerin komutasında hareket ederek büyük başarıların kazanılmasını sağlamışlardır. Bu noktada Selçuklu devri savaşlarının ayrı bir yeri bulunmaktadır. Selçukluların ilk olarak Gaznelilere daha sonraları ise Bizans'a ve Haçlılara yapmış olduğu akınlarda bu mahiyette değerlendirilmelidir. Çünkü bu akınların da esasında düzenli bir planı ve sistemi bulunmaktadır. Akınların düzenlenmesindeki bir diğer ayrıntı, düşmanın harekât sahası veya konaklama alanlarında bulunan su ve yiyecek kaynaklarının tahrip edilmesidir. Böylece düşman esasında başka bir sürpriz duruma sokulmaktadır. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan, 1101’de bölgeye gelen Haçlı kuvvetlerini bu şekilde yıpratmıştır. Haçlı kuvvetleri Çankırı’ya doğru ilerlerken Sultanı I. Kılıç Arslan, Haçlıların önünden giderek bölgedeki 38 Koca, 2003a: II, 249-250. Göktürklerin, savaşlarda baskın ve taarruz ilkesine ağırlık verdiklerini görmekteyiz. “…Baskın ancak karşı baskın ile durdurulabilir düşüncesi egemendi. Asker iyi gözetilmeli, casusu kaçırmamalı, askerin az veya çok olduğunu düşman bilmemelidir.” Çıkarılan çevik birliklerle düşman mümkün olduğu kadar ileriden kontrol altına alınır, uygun zaman ve yere gelinceye kadar izlenirdi. Düşman muharebenin yapılacağı ve daha önce planlanmış mahale doğru çekilirdi. Daha sonra çevik kuvvetlerin, saldırıya geçen düşmanı kuşatma ve çevirmesine fırsat vermekteydi. Çekilme gibi zor bir harekâtı genellikle, atlı birliklerin başlangıçta oldukça iyi gizlenmeleri daha sonra da kütle halinde taarruza geçip büyük bir cürret ve maharetle uyguladıkları için başarılı oluyorlardı., Remziye Okkar, “Mete Han Döneminden Selçuklulara kadar Türk Ordu Teşkilatı ve Yapısı”, On İkinci Askeri Tarih Sempozyumu Bildirileri-II, Ankara, Gnkur. Basımevi, 2010, s. 101, İlhan, 1999: 49-51. 40 Kaşgarlı Mahmut, 1985: I, 77. 39 16 su ve erzak kaynaklarını tahrip etmiştir. Böylece Haçlı ordusu erzak bulmakta sıkıntı çekmiş, hatta susuzluk problemi tezahür etmiştir. Bu olumsuzluklar haliyle askerde moralsizlik oluşturup savaşma isteğini kırmıştır.41 Türk tarihinde sık rastladığımız bir olay da iki Türk Bey, Sülale veya devletinin savaşması olayıdır. Bu savaşlar irdelendiğinde sürpriz baskın ve yıpratma faaliyetlerin uygulandığı görülmektedir. Selçuklu Devri savaşlarını kategorize ettiğimizde Türkmen Bey’lerinin birbirinin üzerine yaptıkları sürpriz baskınlar, Şehzadelerin tahtı elde etmek için sultanın kuvvetlerine yaptığı sürpriz baskınlara da rastlanılmaktadır. 1.1.1. Sürpriz Baskınlarda Rol Oynayan Unsurlar Çabukluk savaşın ruhudur. Savaşlardaki çabukluk ilkesi zamana bağlı olarak farklı unsurları da yanına alarak şekillenmiştir. Kimi zaman at ve ok ile kimi zaman da top ve silahlarla bütünleşmiştir. Savaşlardaki gizlilik ve çabukluk ilkesi, baskını besleyen en önemli iki unsurudur. Nitekim her ikisi de hükümdar ya da komutanda büyük bir enerji meydana getirirken, orduda da büyük bir hizmet ciddiyetinin oluşmasına katkıda bulunur. Baskının yapısında sert’lik ilkesi hâkimdir. Yumuşaklık ve gevşek ilkelerle baskın yapmanın neticesi başarısızlıktır.42 İyi bir lider, tüm engellere rağmen savaşın tabiatında olan gizlilik faktörünü göz ardı etmeden gerekli hazırlıkları yapar. Bu yönüyle dağ ile su arasındaki savaşı emsal olarak ele aldığımızda, su zayıf sanılan yapısının tersine karşısına çıkan her engeli aşmasını, aşındırmasını, yıpratmasını bilir. Ve böylece kocaman bir kütleyi delip geçer. Bu başarısının altında gece-gündüz durmaksızın çalışması, farklı yollara başvurması yatmaktadır. Buradan zafer kazanma 41 42 Işın Demirkent, Haçlı Seferleri Tarihi, İstanbul, Dünya Yay. 1997, s. 29-30, İlhan, 1999: 133. Clausewitz, 1984: I, 172, 174. 17 yeteneğinin düşmana göre değişen koşullara ayak uydurmamaktan geçtiği sonucuna varılabilir.43 Buraya kadar yazdıklarımıza bakılarak baskının baştan savma bir faaliyet olmadığını rahatlıkla söylenebilir. Aksine baskının belli bir kuralı ve bu kuralın gerçekleşmesini sağlayan esaslar vardır. Ayrıca baskına yardımcı unsurlar olarak adlandırılan ve baskının başarıyla neticelenmesini sağlayan etkenler de vardır. Bu etkenleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz. 1.1.1.1. Coğrafya’nın Sağladığı İmkân ve Avantajlar Çevre ve zemin, muharebelerin hazırlanması, cereyanı aşamasında önemli bir etkiye sahiptir. Dağdaki muharebelerin sonucu, ovadaki muharebeden tamamen farklıdır. Dağdaki muharebe bir plan dâhilinde hazırlanmayı, gizlenmeyi, çetin bir çabayı gerektirirken; düz bir saha da daha farklı çalışmalar gerektirir.44 Çevre ve zemin üç şekilde harp faaliyetleri üzerinde etkili olur. Bunlardan birincisi askeri birliklerin geçişine engel olmaktır. İkincisi ise birliklerin görüşüne engel olmak ve son olarak da düşman ateşine karşı bir örtü vazifesi görmesidir. Elbette ki bu durumların her iki taraf için de farklı bir önemi vardır. Keza söz konusu durumları avantaj veya dezavantaj olarak da kullananlar vardır. Coğrafya, kendisini çok iyi tanıyana saklanmak, pusu kurmak ve açık hedef olmaktan kurtulmasını sağlarken; bilmeyenler için oldukça tehlike arz etmektedir. Bu nedenle coğrafya'yı tanımayan komutanlar, kılavuzlardan yardım almak zorundadırlar.45 Irmakların, vadilerin ve tepelerin sağladığı avantajlardan azami ölçüde yararlanmak, âdeta Türk savaş taktiğinin bir parçası haline gelmiştir. Türkler, savaşta kendilerine avantaj sağlayacak stratejik yer ve mevkileri düşmana 43 Sun-Tzu, 2001: 31 Clausewitz, 1984: II, 84-85. 45 Sun-Tzu, 2001: 79. 44 18 kaptırmamaya büyük özen göstermişlerdir. Bu nedenle savaş meydanına düşmandan önce gelmeyi ve stratejik mevkileri tutmayı hiçbir zaman ihmal etmemişlerdir.46 Böylece savaştan önce dar geçitlere pusular ve tuzaklar inşa etmekteydiler. Yapılan bu çalışmalar sonunda, savaştan önce gayet rahat davranılır ve bilinçli olarak savaşa hiç niyetli değilmişçesine düşmana sık sık barış teklifi götürülürdü. İşte Türklerin daha önceki tavırlarıyla çelişen bu son hareketleri, düşmanlarına büyük bir cesaret verir ve hazırlanan tuzağa düşmesine neden olurdu.47 Bu duruma en güzel örnek olarak Selçuklu Devri savaşlarından Dandanakan, Malazgirt ve Miryakefalon savaşları verilebilir. 1.1.1.2. Savaş Araç ve Gereçlerinin Sağladığı Avantajlar 1.1.1.2.1. At At ve Türkler başlangıçtan beri birbirini tamamlayan iki unsur olarak algılana gelmiştir. Tarihte elbette ki çeşitli medeniyetlerde atı kullanmışlardır. Kimi zaman ulaşımda ve kimi zaman da savaşta kullanıldığına şahit olduğumuz at; ancak Türklerle beraber bir önem kazanmıştır.48 At’ın Türk kültür hayatındaki yerinin belirlenmesinde Mete’nin önemi büyüktür. Mete, dağınık Hun kuvvetlerinin tek çatı altında birleştirerek milli bir ruhun oluşmasını sağlamıştır. Hiç şüphesiz ki bu ruhun gelişmesi atın savaş aracı olarak kullanılmaya başlamasıyla mümkün olabilmiştir. “… Mete, hiçbir prensibe dayanmayan ve sürü halinde akın yapan, Hun atlı birliklerini; savaşın hızlı ve çevik manevra üniteleri haline getirmiştir ...” 49 46 Koca, 2003a: II, 99. Ahmet Özdal, Türklerin Savaş Sanatı: Aldatıcı Taktikler ve Farklılaşan Stratejiler, İstanbul, Doruk Yay., 2008, s.26. 48 Keza “… yiyeceği, giyeceği ve bütün varlığı ile at sürülerine dayanan sosyal bir hayat tarzı Türklerle atı özdeş kılmıştır …” Çünkü at sırtında geçen bir hayat, baş döndüren bir sürat, yayladan kışlağa ve kışlaktan yaylağa doğru sürüp giden bir kovalamaca, Türklerin günlük ve olağan hayatlarıdır. Türk’ün ömrünün günlerini toplasan atı üzerinde geçen günlerinin yeryüzünde oturarak geçirdiği günlerden daha çok olduğunu görürsün”. el-Câhiz, Türklerin Faziletleri, haz. Ramazan Şeşen, İstanbul, Yıldız Yay., 2002, s.84, Ögel, 1988: 1-2. 49 Ucuzsatar, 1986: 77. 47 19 Atlı birlikler, birbirinden ayrılmaz bir gövde gibi ve işbirliği ile işleyebiliyorlardı. Atlı birliklerin temelindeki bu duygu, onları bir arada tutan en güçlü öğedir. Nitekim bunu yitirdikleri an, kendileri de yok olurlardı.50 Türkler, götürmüşlerdir. Orta Öyle Asya ki dışında Orta ve gittikleri Yakın coğrafyalara Doğu’ya atlarını inerek da buralarda hâkimiyetlerini tesis eden Selçukluların atları, kısa sürede İslam dünyasının her yerinde “ Türkmen atı” adıyla anılmaya başlanmıştır. Askerî gücünün büyük bir kısmı süvarilerden oluşan Anadolu Selçuklu ordusunda atın büyük bir öneme sahip olduğu şüphesizdir. Süvariler sayesinde Selçuklu ordusu hızlı hareket edebilen çevik bir yapıya sahip olmuştur. Nitekim rüzgâr kadar süratli Türk atları ve bu atlar üzerinde dört bir tarafa ok atabilen savaşçılardan bahseden birçok kayıt bulunmaktadır. Bu kayıtlar, Türk tarihinin her döneminde olduğu gibi Anadolu Selçukluları döneminde de ata büyük önem verildiğini, ulaşım ve nakliye aracı olmasının yanında, başlı başına bir savaş aracı olarak da kullanıldığının en açık göstergesidir.51 Bu kaynaklardan biri olarak Bizanslı tarihçi Niketas Khoniates, Türk süvarilerinin ata binmesini şöyle tasvir etmektedir; “… Bir Türk şöyle yapar: atının şiddetle koşmasını sağlamak için şiddetle mahbuzlar, kendisi iki eliyle yayını kavrayarak geriye doğru ok atar. Arkasından onu geçmek üzere gelen ise, onu geçer ama ölmekte, onu yakalamak isteyen kendisi yakalanır ve birdenbire izleyen izlenen olur…”52 Anadolu Selçuklu hükümdarları Bizans imparatorları ile olan münasebetlerinde kendilerinin ve Türk milletinin çıkarını düşünerek hareket etmişlerdir. Özellikle otlak bulma da sıkıntı çeken Türkmenlerin Bizans 50 Ünlü Arap düşünürü el-Câhiz Türklerde bu durumu şöyle izah etmiştir: “… Türkler bu husus’da daha makbul tesire, daha derli toplu, daha sağlam bir etkiye sahiptir. Zira Türk’ün yaptığı hamle katii, azmi kesin olsun, kararı bölünmüş ve kafası dağınık olmasın diye atını yolundan sapmamayı, saptığı zaman hızla koşmayı öğretmiştir. Aksi takdirde atını bir iki defa döndürmesi gerekir. Böyle olmazsa, atı yolunu bırakmaz ve koşmaktan vazgeçmez. Türk böyle yapmakla kafasına doğacak zararlı fikirlerden, hayatı sevmek ve düşmanla karşılaşmak korkusu dolayısıyla azmini kırmak gibi bir hataya düşmekten ümidini kesmek istemiştir…” el-Câhiz, 2002: 82. 51 Koca, 2005: 130. 52 Niketas Khoniates, Hıstorıa, (Ioannes ve Manuel Komnenos Devirleri), çev. Fikret Işıltan, Ankara, TTK Yay., 1995, s. 122. 20 topraklarına sık sık baskın düzenlediklerini görmekteyiz. Bu baskınlarda yukarıda bahsedildiği gibi temel vurucu güç atların olağan çabukluk ile kullanılmasıdır. Konya Selçuklu Sulta’nı II. Kılıçarslan, bir kere Bizans arazisine sürekli akınlar yapmanın kendisine servet ve Türklere fayda getireceğinin farkına varmıştır. Diorylaion (Eskişehir) ovası Türkler için çok büyük bir öneme haizdi. Çünkü Türkler bu ovada yazın koyun ve sığır sürülerini otlatırlardı. Fakat burada İmparator tarafından şehir kurularak içerisine bir Bizans garnizonunun yerleştirilmesi Türkleri kızdırmıştır. Bu nedenle büyük gruplar halinde Dorylaion civarına gelip Bizans imparatoru üzerine sık sık sürpriz baskınlar düzenlemişlerdir. İmparatorluğun baskınlara karşı önlem almasına rağmen yine de baskına uğramışlardır. 53 Baskın faaliyetinin başarıyla sonuçlanmasında en önemli etken hızdır. Türklerde bu etkenin at sayesinde doldurulduğunu görmekteyiz. Atları kullanmadaki maharetler birçok alanda olduğu gibi sürpriz baskın olayında da başarı getirmiştir. Türk sosyo-kültürel hayatının bir parçası olarak at, tarihsel süreçte birçok başarıların elde edilerek yeni yerlerin fethedilmesine ve nihayet büyük devletlerin kurulması zemin hazırlamıştır. 1.1.1.2.2. Ok ve Yay Ok, yay vasıtasıyla uzaklara atılabilen bir çubuktur. Ok'un Türk icadı olduğu, yapılan kazılarda elde edilen bulgulardan anlaşılmaktadır. Aslında ok, başlı başına bir silah değil, yayla kullanılan bir savaş malzemesi idi. Ama öteden beri başlı başına bir silahmış gibi anıla gelmektedir. Türkler ok yapmakta ve atmakta mahirdiler.54 Türk savaşçıları, yayı ve oku, daha ziyade uzaktan yaptıkları savaşlarda veya taktik gereği geri çekilme sırasında kullanmaktaydılar. Onlar oklarını özellikle, at üzerinde dörtnala giderken, 53 54 Khoniates, 1995: 121-122. Ok ve Yayın yapımı: Okun gövdesi ağaçtan yapılırdı. Bu gövdenin baş tarafına “temren” denilen bir uç eklenirdi. Talim olunca temren olmazdı ve bu oka temrensiz ok denirdi. Temren, okun hedefe saplanmasını sağlardı. Temren , demir , kemik,… teferruatlı bilgi için bkz. Mustafa Kalkan, Orta Asya Türk Devletlerinde Ordu ve Savaş Stratejileri, İzmir, Kaynak Yay., 1995, s. 96-98, Okkar, 2010: 100. 21 önlerinde, arkalarında ve yanlarında bulunan hedeflere isabetli bir şekilde atmaktaydılar.55 Türkleri yakından tanıyan Arap komutanı Hümeyd Türklerin bu becerileriyle ilgili olarak, ”… Arkasındaki insana önündeki insan gibi okunu isabet ettirir. Türk’ün ikisi yüzünde, ikisi kafasının arkasın da olmak üzere dört gözü vardır…” 56 şeklinde malumat vermiştir. Türk Süvarileri, ok ve yayı asli silah olarak seçmiş, kavimler üzerinde üstünlük sağlamışlardır.57 Ayrıca ok ve yay Türklerin hayatlarına o derece nüfuz etmiştir ki, bunlar Selçuklular zamanında birer hâkimiyet sembolü haline gelmiştir. Türk yaylarının en önemli özelliği, son derece sert, sağlam ve dirençli olmalarıdır. Bilindiği gibi bir yay ne kadar sert ve dirençli olursa, başka bir deyişle germekte zorlanılırsa, ok daha fazla mesafelere gidebilmekteydi. Türk tarihi kayıtlarına göre, Selçuklu devri savaşçılarının ok menzilleri takriben 1600 metre civarında olduğu bilinmektedir. Söz konusu mesafe göz önüne getirildiğinde okun özellikle muharebe savaşlarındaki önemi anlaşılabilmektedir. Bu denli bir öneme haiz olan ok ve yay’ın bir tek olumsuz tarafı bulunmaktaydı. Her ne kadar ustalıkla kullanılırsa kullanılsın yay özellikle yağışlı havalarda işleyemez duruma gelirdi. Yağmurda yayın üzerindeki zamk erimekte, kiriş ise gevşemekteydi. Bu durum ise yayın kullanılmasını imkânsız hale getirmekteydi. Çoğu kez bu tür olumsuzluklar savaşı bırakmayı zorunlu kılmaktaydı.58 Ok ve yay, Türk tarihinin her döneminde olduğu gibi Anadolu Selçukluları döneminde de orduda kullanılan en yaygın ve etkili silahlardan biri olmuştur. Öyle ki, bazı kaynaklara göre, Anadolu’yu asırlardır Samani ve muhtelif İslâm devletlerine karşı müdafaa etmeyi başaran Bizans’ın, Selçuklu akınları karsısında duramayarak Anadolu’yu Türklere terk etmek zorunda kalmasının temel sebeplerinden biri, Türk okçularıdır. Çünkü o döneme kadar yakın savaş tekniklerine alışmış olan Rum ve Ermeniler, Türk okçuları 55 Koca, 2005: 138, Said Arif Terzioğlu, Türk Ordusu, Ankara, y.y., 1963, s. 1.2 el-Câhiz, 2002: 83. 57 Muharrem Kesik, “Anadolu Selçukluları’nda Savaş Geleneği Hile ve Taktik” Eskiçağdan Moderm Çağ’a ORDULAR- Oluşum, Teşkilât ve İşlev-, Ed. Feridun M. Emecen, İstanbul, Kitabevi, vd. Yay., 2008, s. 250, Terzioğlu, 1963: 15. 58 Koca, 2005: 139, Özdal, 2008: 63, Terzioğlu, 1963: 11, Okkar, 2010: 100-101, Kesik, 2008: 250. 56 22 karşısında etkisiz kalmışlardır. Bu konuyla ilgili Bizans kaynaklarında muhtelif bilgiler bulunmaktadır.59 Anadolu’ya yapılan ilk Selçuklu harekâtı olarak da bilinen 1016-1021 tarihli akında Çağrı Bey komutasındaki Oğuz Türkleriyle Ermeniler ilk defa karşılaşmışlardır. Urfalı Mateos’un kaydına göre; Vaspuragan Ermeni Kralı Senacherim’in (Senekerim) Selçukluları karşılamak üzere oğlu David’i göndermiştir. İki ordu korkunç bir muharebe’ye tutuşur. Savaşın çetinliği bir tarafa, o zamana kadar bu tür cins Türk atlı askeri görmemiş olan Ermenilerin duyguları bir tarafa. Nitekim kısa süre sonra Ermeni askerleri Türkmenlerin kadın gibi uzun saçlı olduklarını, ok ve yay kullanmaktaki ustalıklarını görmüşlerdir. Büyük bir şaşkınlığa uğramışlardır. İşte bu şaşkınlıklarının bir sonucu olarak tedarikli davranmamış ve Türk okları karşısında perişan olmuşlardır. Sapuh (Shapuh) isimli bir Ermeni generali “geri dönmeyi ve düşmanın elinde gördükleri silahlara mukavemet edebilmek için, oklara karşı başka elbiseler (zırhlar) giymeyi” teklif etmiş ise de David, önce bu teklife itibar etmemiş daha sonra her ne kadar kabul etse de kuvvetlerini çekmek zorunda kalmıştır. Bu olayın Kral Senacherim üzerinde uyandırdığı etki korkunç olmuştur. Kayıdlara göre Selçuklu Türkmenleri hakkında bilgi verilen Kral, dünyanın sonunun Türk okçularının eliyle olacağı düşüncesine kapılarak kendini hayattan soyutlamış ve yemeden içmeden kesilerek kehanetler ile zaman geçirmeye başlamıştır. Anadolu’ya yapılan akınlar hızlanınca Ermeni Kralı’nın Türk okçuları karsısında duyduğu korkuyu, zamanla Bizans da hissetmeye başlamıştır.60 1.1.1.3. İhanetler ve iç Desteklerin Sağladığı İmkânlar Selçuklular, siyaset meydanlarında uygulayamadıkları “hile’yi savaş meydanlarında mükemmel bir biçimde icra etmişlerdir. Ayrıca her zaman 59 60 Erkan Göksu, Türkiye Selçuklularında Ordu, Ankara, TTK Yay., 2010, s. 300. Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi(952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli(1136-1162), Çev. Hrant D. Andreasyan, 3.bs., Ankara, TTK Yay., 2000, s. 48-50. 23 hava şartlarının ve coğrafya’nın kendilerine sağladığı imkânları savaş hilelerinin tertibinde ustalıkla kullanmışlardır. Savaşta hile ve kurnazlık yolları bilinmelidir. Kutadgu Bilig’de ifade edildiği üzere savaşlardan önce düşmana karşı hile ve hud’aya başvurulmalıdır. “… Düşman bu hile ağına düştüğü için, utancından yüzü kızarsın ...” Daha sonra da ihtiyatlık ve uyanıklık öne çıkmaktadır. Savaşlarda ihtiyatlı ve uyanık davranan daima başarılı olur şeklinde atıf yapılmaktadır.61 Her baskının temelinde az da olsa hile vardır. Savaşta komutanların kurnazca hareketler, çeviklik ve hileyle düşmanlarını nasıl aldattıklarını görmek ancak savaşların kazanılması ile mümkündür.62 Türkler düşmanı aldatma konusunda oldukça ustadırlar. Belli bir askeri gelenek çerçevesinde gelişen bu beceri savaş sırasında yapılan bazı gösteri veya seslenmelerle icra edilmekteydi. Mesela, savaş esnasındaki mızrak çevirme davranışı iki farklı anlama gelmekteydi. Birincisi saf değiştirmeyi işaret ederken ikincisi de savaşın bittiği anlamına geliyordu. Büyük Selçuklu Devletini kuran Tuğrul Bey, Selçuklu hâkimiyeti altında İslam dünyasının siyasi ve dini bütünlüğünü sağlamayı amaçlayarak, 1055 yılında Bağdat üzerine yürümüştür. Bu arada Bağdat’ın Türk kökenli komutanı Arslan Besasîri ise Selçuklu tâbiiyetini kabul etmeyerek Kuzey Irak’ta kimi faaliyetler göstermeye başlamıştır. Besasîri özellikle Mısır Fatımiler’inin ve bölge halkının desteği ile Selçuklulara karşı mücadele edebileceğini düşünmekteydi. Tuğrul Bey ilk olarak Besasîri’nin üzerine Kutalmış ve bağlı beylik Musul Emiri Kureyş’i göndermiştir. Ancak Besasîri’nin bölgedeki rüşvet ve propaganda faaliyetleri savaş meydanında da etkisini göstermiştir. Savaş esnasında Kureyş’in süvarilerinden bir kısmı mızraklarını ters çevirerek Besasîri’nin safına geçmişlerdir. Bu değişiklik diğer 61 62 Yusuf Has Hâcip, Kutadgu Bilig, çev. Reşid Rahmi Arat, Ankara, TTK Yay., 2003, s. 176. Kalkan, 1995: 13, Güney, 2007: 11. 24 Selçuklu kuvvetlerini de etkilemiştir. Kısa sürede kuvvet kaybına uğrayan Selçuklu beyleri mücadeleyi kaybedip geri çekilmek zorunda kalmışlardır.63 Yine Türklerde, kökü çok eskilere dayanan bir anlayışa göre Tuzekmek hakkı diye, karşı tarafın ordusunun içinde bulunan hasımlarına tuzekmek göndermek de savaşın seyri üzerinde etkili olmuştur.64 Bunun somut bir örneğini Celâleddin Mengüberti’in 1228 yılında gerçekleştirdiği Gürcistan seferinde görmekteyiz. Gürcülerin kırk bin kişilik bir ordu ile kendisine taarruz etmek üzere hazırlık yaptıkları haberi üzerine Celâleddîn Mengüberti harekete geçerek Mindar ovasında ordugâh kurdu. Oluşturulan savaş meclisinde devlet adamları ve komutanlar, dengelerin eşitsizliğini, savaşa girmenin uygun olmayacağını belirtmelerine rağmen Celâleddîn Mengüberti savaş kararı almıştır. Cesur ve dirâyetli bir komutan olan Celâleddîn’i bu savaşta zafere yaklaştıran bir Türk geleneği olmuştur. Ermeni, Alan, Sabar, Laz ve Kıpçak kuvvetlerinden oluşan Gürcü ordusunun sağ kolunda Kıpçak bayraklarının dalgalandığını gören Sultan, Kıpçaklara tuz-ekmek göndermiştir. Böylece onlara tuz-ekmek hakkını hatırlatmış ve Türk geleneklerinin gücünden yararlanarak yirmi bin kişilik Kıpçak kuvvetlerinin savaş meydanını terk etmesini sağlamıştır.65 Benzer bir örneğe Malazgirt savaşında da rastlamaktayız. Bizans ordusunda yer alan Uzlar ve Peçenekler, konuşmaları ve kıyafetlerinden soydaşları olduklarını anladıkları Selçuklu tarafına geçmişlerdir. Bu olayda şüphesiz atalarının tuz ve ekmeği paylaşmanın etkisi vardır. 63 Ali Sevim, Sıbt İbnü’l Cevzi’nin Mir’atü’z Zaman fi Tarihi’l-Ayan Adlı Eserindeki Selçuklular ile Bilgiler I. Sultan Tuğrul Bey Dönemi, Belgeler, XVII/22, Ankara, TTK Yay., 1999, s. 12-13. 64 Eski Türk inanışına göre, aynı sofrada bulunmak, tuzu ve ekmeği paylaşmak kişiler arasında sağlam bir bağ oluşturmakta, bir hukuk meydana getirmekteydi. Türk halkı arasında tuz-ekmek hakkına riayetsizlik hoş karşılanmayan bir davranıştır. Aynı sofrada tuzu, ekmeği paylaşan kimselerin birbirilerinin hukukunu gözetmemeleri nankörlük olarak kabul edilirdi. Türk karakterinin oluşmasında doğal olarak toplum hayatının, geleneklerin, örf ve âdetlerin etkisi vardır. Bu mânevî etkinin sonuçlarını askerî alanda da görmek mümkündür. Şükrü Elçin, “Tuz-Ekmek Hakkı Deyimi Üzerine” Reşid Rahmi Arat İçin, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Seri I, sayı A2, Ankara, 1966, s. 164-165. 65 Koca, 2005: 204. 25 1.1.2. Sürpriz Baskın Çeşitleri: Baskınlar daha evvelde belirttiğimiz gibi uygulama biçimi başta olmak üzere yer ve zaman olarak da farklılık göstermektedir. Bu farklılıklar uygulanan yöntemi de haliyle etkilemiştir. İşte bu nedenle havanın durumu başta olmak üzere ordugâh, su baskını ve yine ganimet baskını gibi çeşitli şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bunların hemen hemen hepsi temelde aynı amaç için tertip edilmiş olsa da uygulamaları farklılık göstermektedir. Türkler, tarihi süreçte kazandıkları deneyimleriyle, baskının her çeşidini başarıyla ifa etmeye çalışmışlardır. 1.1.2.1. Gece Baskını Eski Türkçe gece baskınına dair terimlere rastlanmaktadır. “Tutgak” olarak bilinen ve gece baskın düzenlemekle vazifeli birliklerin varlığı bilinmektedir. Bu birlikler, düşmana karşı gece baskın ve akınlar düzenlemek için teşkil edilmiştir. Bu ayrımı en ince ayrıntılarına kadar irdeleyen Prof. Ögel, Kutadgu Bilig’den de alıntı yaparak, gündüz keşif kıtalarıyla, gece baskıncı karakollarının birbirinden tamamen farklı olduğunu belirtmiştir.66 Türkler savaş sırasında gece harekâtına önem vermekteydi. Bu önemi Yusuf Has Hacib’in düşüncelerinden de anlamaktayız.67 İnsan beşer bir varlık olarak kendi denetimi dışında gerçekleşen olaylardan daima çekinmiştir. Genelde doğa olayları olarak tabir edebileceğimiz bu olayların kontrolünün imkânsız olması sıkı bir denetimi beraberinde getirmiştir. Gece gerekli görüş mesafesini önlediği ve ses ile nesnenin anlam bütünlüğünü bozduğu için bu tür tehlikelerden sayılırdı. Gece baskını genelde bu nedenle görünürde olan ilk doğal olay olması hasebiyle ilk savaşlarda başvurulan bir yöntem olmuştur. Düşmanın fark etmesine fırsat 66 "XI. yüzyılda bu gece nöbetçileri için şöyle demiştir: Tugtak; gece düşmanın gözcülerini veya ileri karakollarını yakalamak için çıkarılan atlı bölüklerdir…” Ögel, 1991: VI, 106. 67 "Gayret et, düşmanı rahat bırakma, mümkün ise gece baskını yap, zira gece karanlığı içinde kuvvetin az veya çok olduğunun farkına kim varacak", Yusuf Has Hâcip, 2003: 176. 26 vermeden yeteri kadar yaklaşıp, ani olarak hücum edilirdi. Bu çaba karanlık sayesinde çoğu kez başarı ile sonuçlanmaktaydı. Hun Hakanı, Çin ordusunun çok azalmış ve yorulmuş olduğunu bir savaşta 50.000 atlı alarak, Çin ordusunun önünü kesmek ve hücum etmek ister. Savaş başlar ve karşılıklı olarak her iki ordu da çok kayıplar verir ancak Hun Hakanı gece, Çin ordusunun önüne derin bir hendek kazdırır. Daha sonra Çin ordusunun arkasından ani olarak bir baskın başlatır. Büyük bir karışıklık ve panik içine düşen Çin ordusun da kaçışmalar başlar. Ve birçok asker söz konusu çukura düşer ve neye uğradığını şaşırır. Asker daha fazla mukavemet gösteremez ve teslim olur. Başkomutan ise esir olmuştur. Bu kaynakta da görüldüğü gibi tuzak sayesinde düşman ordusunda karışıklık çıkarılarak kısa sürede kesin sonuç alınmıştır.68 Türklerde uygulanan gece baskınlarının zaman ve uygulanış biçimleri de önemlidir. Daha öncede belirttiğimiz gibi Türkler, gece seferleri sırasında yağmurun yağmasından daima korkmuşlardır. Çünkü yay kirişlerinin ıslanması sonucunda savaşı kaybede biliyorlardı. Bunun için bu tür baskınların daha ziyade havanın açık olduğu günlerde yapılmasının daha doğru olduğuna kanaat getirmişlerdir. Bu nedenle “… Dolunaylı gece savaş zamanı …” olarak idrak edilir hale gelmiştir. Baskından önce havaya bakılır ay ve yıldızlar var ise hareket edilir, ayın batmasıyla beraber geri dönülürdü. Bu durum ay ışığında yapılan pratik savaş gereğidir.69 Karahanlılar da, gece hareket ederek düşmanı ordugâhlarında basan askere “akıncı” denilmektedir. Anlaşıldığına göre savaşı bir hamlede kazanmak isteyen beyler, bu amaçla akıncı yetiştirmekte ve savaş alanlarına yönlendirmektedirler.70 Selçuklular, bu tip birlikleri, baskın harekâtı için özel bir şekilde eğitmiş ve donatmış olmalıdır. Fakat kaynaklarda bu birlikler hakkında daha fazla 68 Ögel, 1981: II, 112, Kalkan, 1995: 170-171 Ögel, 1988: 90, Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilatı, Ankara, TTK Yay., 2002, s. 209. 70 Genç, 2002: 208. 69 27 bilgiye rastlanılmamıştır. Ancak çağdaşları özellikle Selçuklu ordusunda meşaleciler olarak belirtilen bir sınıfın varlığına dikkat çekmektedirler. Bu bilgiden yola çıkarak Selçukluların, gece harekâtına oldukça önem verdikleri anlaşılmaktadır.71 Yine aynı şekilde Türkmen birlikleri tarafından Manuel’in ordusuna 1164 yılında düzenlenen gece baskınları72 bu meyanda önemli bir kanıt mahiyetindedir. Öyle ki Artuk Bey komutasındaki akıncı birliği Musul Beyi Mervanoğlu ve Maaddilerin üzerine şafak söktüğü sırada hücum ederek onları bozguna uğratmışlardır.73 Türklerin gece baskını konusunda oldukça tedbirli davrandıkları görülmektedir. Ordugâhlarda özellikle geceleri alınacak emniyet tedbirleri de çok önemliydi. Bu amaçla alınan tedbirlerin başında parola gelmekteydi. Türkleri parolaya “im” kelimesini kullandığı anlaşılmaktadır. Kaşgarlı, parolayı birbirleriyle karşılaşan iki birliğin tanışıp çarpışmamaları için konulmuş işaret olara tanımlamaktadır. Ona göre ayrıca gece iki kişi (asker) karşılaştığı zaman biri öbürüne parolayı sorar, sorulan adam parolayı bilirse, onu kendi tarafında olduğunu anlar ve serbest bırakır. Bilmez ise vurur. Nitekim “parolayı bilirse er ölmez” atasözünün kökeni de buradan gelmektedir.74 71 Necati Ulunay UCUZSATAR, Türklerde Harp Sanatı Taktik ve Strateji(M.Ö 220-M.S 453), İstanbul, Derin Yayınları, 2007, s.207-208., Genç, 2002: 208, Koca, 2003a: II, 99. 72 İbnü’l Esir, Bizans İmparatoru Manuel’in Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan ve Türkmenlerin üzerine çıktığı seferi şöyle anlatmaktadır: “Bizans İmparatoru bu sene çok sayıda askerle II. Kılıç Arslan ile İbn Danişmend’in elindeki İslam ülkelerini zapt etmek için Kostantiniyeden yola çıktı. Bunun üzerne o yöredeki Türkmenler büyük bir kitle halinde toplandılar: … Türkmenler, geceleyin rum ordugahının çevresine baskın düzenliyorlar, sabah olunca da Rumlar kimseyi görmüyorlardı. Rumlardan çok kişi öldü. Öldürenlerin sayısı on binleri buldu.” İbnü’l-Esir, 1987: XI, 255. 73 Arapların 477(M. 1084) yılında Mervan oğlu, Fırat kıyılarına kadar Musul’da hüküm sürüyorlardı. Bu adam Maaddi’lerin ordularına güvendiği için gerekleştirdiği tarzda sultana itaat etmiyordu. Sultan Melikşah, emir Artuk’a haber göndererek Türkmen ordularını toplanmasını ve harbe hazırlanmasını emretti. Mervan oğlu bndan haber alınca Maaddilerin büyük emri Kureyş oğlu Şerefüd-devle’den yardım istedi. Bunlar toplandılar, Âmidin çivarına geldiler, Artukta buraya geldi. Şeref-üd- devle, Türkmen ordusunun büyüklüğünü görerek Artuk’a şu haberi göderdi.: “ bende Mervan oğluda sultanın bendeleri olduğumuza göre bu muharebe neden vuku buluyor? Siz geri gidin, bizde geri gidelim ve arada sulh olsun. .. Artuk razı oldu ise de, Türkmenler hiddetlendiler ve “ganimet almadan boş ellerle geri mi döneceğiz? Dediler. Bunlar gece yarısı atlarına bindiler ve şafak sökünce Maaddilere hücum ederek birçoklarını öldürdüler, geride kalanları kaçtı. Şerefüddevle için ümit kalmadığından Amid’e, mervan oğullarının yanına kaçtı. Ebû’l-Ferec Tarihi, 1945: I, 329330. 74 Genç, 2002: 207-208. 28 1.1.2.2. Ordugâhlara ve Konaklama Merkezlerine Düzenlenen Baskınlar Sefer zamanında gece ordugâh kurulurken dikkatli hareket edilirdi. Yusuf Has Hacip’e göre; “Kumandan sefer sırasında ordugâh kurarken son derece dikkat etmeli ve askerini toplu bir halde tutmalıdır. Ayrıca karargâh kurulan yerin, otuna ve suyuna da dikkat edilmelidir. Bu tedbirleri almada ihmalkâr davranırsa düşmanın baskınından zarar görülür". şeklindeki izahı ordugah baskına uğramamak için gerekli tedbirlerin alınması gerektiği vurgulanmaktadır.75 el-Cahiz; “İnsanlar bir vadiye varıp geçmek için vadinin geçidine ve köprüsüne hücum ettikleri sırada, Türk hayvanını mahmuzlayıp ileri sürer, sonra diğer taraftan bir yıldız gibi doğar. İnsanlar bir sarp yokuşa varınca diğerleri yolda gittiği halde, Türk yolu bırakıp yokuş yukarı dağa tırmanırdı. Sonra dağ keçisinin inemeyeceği yerden aşağıya sarkar. İndiği yerleri görerek onun kendisini tehlikeye attığını zannedersin. Türkler ve Horasanlılar atlı süvaridirler. Ordunun en mühim vazifesi, atlılara ve süvarilere düşer. Onlar bir noktada ordunun mihverleridir.” 76 Türklerin bu karakterleri ordularının konakladığı yerleri seçerken gerekli koşulları da belirlemekteydi. Nitekim Düşmanın ulaşamayacağı mahalleri, vadileri veya yamaçlara konaklayıp varılması imkânsız doğal setler sağlamaktaydılar. Ayrıca aynı kanaatte olan düşman kuvvetlerinin konakladığı mahallere kolaylıkla ulaşıp gerekli zamanda vurucu darbeler indirirlerdi. Ordugâhlar genelde bir ordunun evi olarak tasvir edilebilir. Nitekim gün boyu yol alan veya savaşan ordunun yeme içme vb. ihtiyaçlarının yanında dinlenebilmesi için gerekli şartların oluşturulduğu yerlerdir. Bu nedenle ordugâhlardaki askerler daha rahat hareket ederler. Ayrıca dinlenme ve uyuma başlı başına bir problemi de beraberinde getirmektedir. Uyuma, hantallaşma, adaptasyondan kopma gibi sonuçlara yol açmaktadır. Uykunun 75 76 Yusuf Has Hâcip, 2003: 175. el-Câhiz, 2002: 85-87. 29 ölümün yarısı olduğuna dair Anadolu’da halk arsında yaygınlaşan inanışta buradan kaynaklanır. Savaş havasından kopmuş ve uyumakta olan bir orduyu olası baskınlara karşı korumak tarihin her evresinde oldukça önemli bir mesele olmuştur. Bu hassasiyetine rağmen ordugâhlar esasında kocaman bir ordunun yerle bir edileceği bir alanı da işaret etmektedir. Nitekim yukarıda bahsettiğimiz olumsuzlukları çok iyi analiz edebilen bazı kumandanlar doğal engelleri akli becerilerle alt edip beklenmedik anda düşmana saldırabilmekteydi. Böylece kendisini bir başkasına karşı soyutlamış olarak algılayan asker karşısında bir anda düşmanı gördüğünde şaşkına döner ve panik halinde kaçmaya başlar. Çoğu kez şaşkınlıkla ve bilinçsiz bir şekilde kendi safındaki askerlere bile zarar vermeye başlar. Emir Atsız’ın Mısır seferi sırasında uğradığı ordugâh baskını bu noktada dikkate şayandır. “…Bedrü’l-Cemâlî, seher vakti ordusuyla Kahire'nin dış tarafına doğru harekete geçer. Bu arada Atsız ise önlerinde davul zurna bulunan kalabalık ordusuyla onu karşılar. Atsızın ordusunu gören Bedrü’l-Cemâlî onunla başa çıkamayacağı kanısına kapılır. Bununla birlikte o, Bedr b. Hazım komutasındaki iki bin atlıdan oluşan birliğini Atsız’ın kuvvetlerinin arka tarafında pusuya geçer vaziyette yerleştirmiştir. Çok geçmeden bu atlı kuvvetler, pusulardan harekete geçerek Atsız’ın ordusuna ait yüklü katırları başta olmak üzere, askerlerin de çadır ve otağlarını ele geçirmişlerdir …” 77 Bu olaydan da anlaşıldığı üzere ordugâhların gerek konaklarken ve gerekse saldırıya uğrarken şekillendiği bir askeri düzenleri bulunmaktadır. Bu düzende meydana gelebilecek en ufak bir değişiklik veya gevşeklik anlatıldığı üzere düşmana fırsat vererek üstün konuma geçmesine vesile olacaktır. Bu tür olaylara mahal bırakmamak için özellikle ordugâh etrafına süvari, okçu ve atlı birliklerin konuşlandırılması esastır. Böylece doğal bir set yaratılmış 77 Ali Sevim, Sıbt İbnü’l Cevzi’nin Mir’atü’z Zaman fi Tarihi’l-Ayan Adlı Eserindeki Selçuklular ile Bilgiler Sultan Alp Arslan Dönemi, Belgeler, XX/24 , Ankara, TTK Yay., 1999, s. 20-21. 30 olmaktaydı. Buna karşı ordugâhlara pusu kurmak başta olmak üzere, öncüler ve artçı birliklerden seçilirdi. Zorlu doğa koşullarında yaşamayı becerebilen bir milletin mümessili olarak ortaya çıkan ve köklü bir askeri geleneğin taşıyıcıları konumunda bulunan Selçuklularda ordugâh baskınlarına büyük önem verilmiştir. 1.1.2.3. Öncü ve Artçı Birliklerine Düzenlenen Baskınlar Düşman birliklerinin öncü ve artçı birliklerine düzenlenen baskınları da öncü birlikleri yapmaktaydı. Bu birlikler muharebeye esas şeklini veren ve taktik planlarının uygulanmasını güvence altına alan temel kuvvetlerdi. Esasında bu birlikler, daha çok keşif amacıyla hazırlanmışlardır. Savaş öncesinde savaş mahalli ve iklim özellikleri başta olmak üzere düşman birliklerine dair hemen hemen tüm bilgilere ulaşılmaktadır. Elde edilen bu bilgiler neticesinde düşmanın güç ve niyetleri açığa çıkarılmakta, ona göre plan, taktik, strateji yapılmaktaydı. Kutadgu Bilig’de bu birliğin önemini “… Öncü ve keşif kollarını ayırmalı; ihtiyatlı olmalı, göz ve kulağı uzaklara çevirmelidir …”78 şeklinde vurgulamıştır. Eğer hareket geriye doğru yapılacaksa hemen artçı birlik teşkil edilirdi. Bu birlik, merkez ordu çekilinceye kadar arazinin esas kısımlarının savunulmasını sağlamakla birlikte düşmanın niyet ve önlemlerini erkenden görerek merkez orduyu yönlendirmek gibi önemli bir vazifeyi yerine getirmekteydi. Bu nedenle artçı birlik mensuplarının yetenekli, zeki ve uyanık olmaları gerekmektedir.79 Türk ordusu yola çıkmadan önce, seçilmiş öncü bir kuvvet bölüğü, daima ordunun önünden hareketle, geçilecek yolların güvenliği ve pusu olup olmadığını öğrenmek amacıyla görevli bulunuyordu. Türklerin bu öncü 78 79 Yusuf Has Hâcip, 2003: 175. Clausewitz, 1984: II, 31, 32, 35. 31 birliğine öncü ve kılavuzlar anlamında kullanılan “yezek” adını verdikleri anlaşılıyor. 80 Öncü birliklerinin düşmanın askeri faaliyetini önceden öğrenebilmek ve gerekli tedbirleri zamanında alabilmek için gözetleme kuleleri vardır. Gözetleme kuleleri ile bu kulelerde görev yapan nöbetçilere “kargu” denilmekteydi. Gözetleme kuleleri ordunun bir bakıma ileri karakolları mahiyetindeydi. Kuleler için genellikle çevreye hâkim, tepeler seçilmekteydi. Kaşgarlı Mahmut’un tasvirinden anlaşıldığı kadarıyla kuleler minare biçiminde yapılmaktaydı. Düşmanın ordusuyla ilgili bilgilere bu kulelerden yakılan ateşlerle verilen işaretler yoluyla ulaşılmaktaydı. Bu işaret geceleri yakılan ateş, gündüz ise ateşten çıkan duman şeklindeydi. Böylece, binlerce kilometre uzaklardaki düşmanın hareket haberi çok kısa bir sürede merkez karargâha ulaşabilmekteydi.81 Öncü birlikler şüphesiz yalnızca keşif yapan ve daha sonra da geriye doğru kaçan birlikler değillerdi. Bu birlikler kimi zaman “düşmanın gücünü denemek” maksadıyla taarruz savaşı da yapmaktaydılar. Gerekli koşullar sağlandığında baskın dahi yapmakla da görevliydiler. Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan da Malazgirt savaşı öncesi Bizans’ın üzerine öncü bir kuvvet göndermiştir. Yezek öncüleri olarak adlandırılan bu birlikler Bizans topraklarının içlerine kadar ilerleyebilmişlerdir.82 Büyük Selçuklu Devletinin kurucularından olan Çağrı Bey, Dandanakan Savaşından bir yıl önce Gazneli ordusunun savaş gücünü ölçmek için, Ulya-âbâd denilen yerde Gazneli ordusunun üzerine öncü birliğiyle saldırı düzenlemiştir.83 80 Ayrıca XI. yüzyılın sonlarında eserini yazmış olan Kaşgarlı Mahmut “yezek”’ süzcüğünü iki manada kullanmıştır. Birincisi, askerin önde giden bölüğü olup ikincisi ise keşif karakolu manasına gelmektedir. Alman tarihçi Brockelmam da “yezek” kelimesini “öncü atlı küçük birlik” olarak yorumlamaktadır. Yezek’in kılavuzlardan farkı ise “ordunun önünde, çok yetenekli küçük atlı keşif birlikleri olmasıdır., Ögel, 1991: VI, 101-104. 81 Koca, 2003a: II, 89-90. 82 Ögel, 1991: VI, 104, Genç, 2002: 205. 83 Koca, 1997: 73. 32 1.1.2.4. Dağ ve Akarsu Geçitlerinde Ordunun Geçişi Sırasında Düzenlenen Baskınlar En etkili saldırı beklenilmeyen anda yapılan saldırıdır.84 Bunun için farklı hareket sahaları bulunmaktadır. Bu sahalardan en önemlisi nehir geçitleridir. Nitekim zorlu tabi engellerin ordunun geçişini imkânsız kıldığı durumlarda, nehir yatakları geçişin tek yolu haline gelmekteydi. Stratejik olarak bölgeyi çok iyi analiz etmiş, değerlendirmiş bir kumandan bunu çok iyi bilir ve gerekli hazırlıkları yapardı. Türk yurdu olarak adlandırıla gelen, Orta Asya ve Kafkaslar bahsi geçen tabi engellerin sık sık görülebildiği yerlerdir. Bu nedenle Türklerin yapmış oldukları savaşlarda bu taktiğe başvurmaları kaçınılmaz olmuştur. Nehirden geçişin tehlikeli bir durum olduğunun farkına varan komutanlar, ordunun en kısa sürede nehir yatağını terk etmesi için gerekli tedbirleri almaktaydılar. Nehir baskınlarında esas olan düşmanı nehrin ortasına geldiği anda harekete geçmektir. Böylece düşman ordusunda bir kırılmaya sebebiyet verilecektir.85 Artık nehrin içindeki ordunun geriye dönüşü zorlaşmış olup ordunun tümü üzerinde bir şaşkınlık yaratılmıştır. Bazen düşman akarsu boyundan yürüyüşü veya geçişin tehlikeli olacağını anlayarak güzergâh değiştirir. Bu değişiklik planlanan su baskınının ifasını önler. Bu nedenle önce akıncı birlikler yaptıkları ufak taarruzlarla düşman kuvvetlerinin planlarından dönmesini sağlarlar. Nehirden geçmeye zorlanan düşmana asıl darbe o anda vurulur. Düşman ordusu, suyu geçerek öncü birlikleri vurma düşüncesine kapılınca öncü birlikler kaçıyormuş gibi davranarak suya girer ve düşmanı suyun içine çekerdi. Suyu geçen düşman az sayıdaki öncü birliklere saldırınca, önceden nehrin diğer tarafında gizlice mevzilenen kuvvetler harekete geçerdi. Düşman kuvvetleri tuzağı fark etseler bile büyük bir kısmı geri çekilmeden rahatlıkla yok edilirdi.86 84 Sun-Tzu, 2001: 108. Sun-Tzu, 2001: 187. 86 Kalkan, 1995: 147-148. 85 Bunun en iyi 33 örneği Selçukluların, Birinci Haçlı seferi sırasında Haçlıların üçüncü kolunu teşkil eden Almanlara yaptıkları baskında görülmektedir. Su- nehir baskınlarının örneklerine Sultan Alp Arslan’a karşı şehzade Kutalmış’ın baş kaldırışı sırasında yaşanılan olaydan hareketle Selçuklu hanedan üyeleri arasındaki taht kavgalarında da rastlanıldığı kanısına varılmaktadır. Kutalmış gizlendiği yere (el-Milh vadisi) su bağlayarak kocaman vadinin sular altında kalmasını sağlamıştır. Böylece bir bataklık haline gelen vadide Alp Arslan’ın geçemeyeceğini düşünür. Fakat Alp Arslan bataklığı geçmeyi başarıp Kutalmış’ın üzerine saldırmıştır.87 1.1.2.5. Ordunun Silah ve Erzak Konvoyuna Yapılan Baskınlar Savaşlarda ganimet hırsı vardır; ama bu unsur sadece askerleri daha iyi bir şekilde savaşmaya sevk etmeye yaramaktaydı. Ganimet hırsı kontrol edilemediği sürece tehlikeye dönüşebilirdi. Büyük komutan ve liderler, bunu çok iyi bildikleri için savaş öncesi bazı yasaklar koymaktaydılar. Tarihte ganimet için yapılan fakat yine ganimet hırs yüzünden kaybedilen savaşların sayısı oldukça çoktur. Türkler bu tehlikenin boyutlarını çok iyi bildikleri için disiplinsiz askerlere ölüm cezasına kadar varan cezalar vermişlerdir. Aksi takdirde ordu yağmaya dalacak ve geçici zafer sevinci bir süre sonra acı çığlıklar arasında kaybolup gidecekti. 88 Askerlik tarihinin büyük komutanlarından olan Cengiz Han da bu tehlikenin boyutlarına dair şöyle bir izahatta bulunmuştur: “Düşmanı yenmek için ganimet üzerinde durmayalım, Kazandığımız takdirde ele geçen mal nasıl olsa bizimdir, onu kendi aramızda paylaşabiliriz. Düşman bizi geri 87 Sadrüddîn Hüseynî( Ebû’l-Hasan Ali ibn Naşır ibn Ali); Ahbâr’üd-Devleti’s-Selçukiyye, çev. Necati Lügal, Ankara, TTK Yay., 1943, s. 21-22, İbnü’l-Esir, 1987: X, 48-49. 88 Kalkan, 1995: 181-182. 34 çekilmeye mecbur ederse; hücuma başladığımız yere kadar ricat ederek mevzi alalım ve bu yerde mevzi almayanları idam edelim.89 Türkmenlerdeki otlak ve yaylak hayranlığının bazı olumsuz sonuçlar doğurduğuna da şahit olmaktayız. Ahlat’a göç eden Harzemli Türkmenler, Erzurum yolunda Tuğtap mevkiine geldikleri zaman karşılarına cennet bahçesi gibi yaylalar çıkar. Bu yaylalardaki otlaklarının bolluğu, çamlıklarının güzelliği Türkmenleri mağrur etmiş ve aldatmıştır. Hep birlikte ağırlıklarıyla atlarının takımlarını yere indirmiş, silahlarını çatmış, başlarını istirahat yastığına dayamış ve tatlı uykularına dalmışlardır. Tam da bu sırada ansızın Moğol askerleri saldırıya geçmiştir. Moğol askerleri için bulunmaz nimet olarak adlandırılabilecek bu olay sonunda, Harezm Türkmenleri tamamen yok olmaktan son anda kurtulmuş dağlara kaçmışlardır.90 Kimi zaman çok büyük fedakârlılar yapılarak kazanılan savaşların sonunda ganimet paylaşımı konusunda anlaşmazlık yaşanılmıştır. Nitekim Celâleddin Harezmşah’ın 1221 yılında Cengiz Han tarafından üzerine gönderilen 30 bin kişilik orduyla çarpışarak kazandığı savaşın sonundaki kavga bu meyanda güzel bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Moğollar, Celâleddin Harezmşah’a karşı bir üstünlük sağlayamazlar ve yenilirler. Celâleddin Harezmşah’ın ordusunda, kazanılan bu başarının akabinde ganimetin paylaşılmasında sorun yaşanır. Bu nedenle bazı beylerin Celâleddin Harezmşah’ın komutasından atılma kararı alınır. Öte taraftan bu yenilgiye hayli öfkelenene Cengiz Han bütün ordusuyla Celâleddin üzerine tekrar yürümeye karar vermiştir. Giderek güçten düşen Celâleddin Harezmşah, Moğol orduları karşısında tutunamayarak yenilgiye uğrar.91 89 A. TEMİR, Cengiz Han, Ankara, y.y., 1989, s. 39. İbni Bibi, Anadolu Selçuklu Devletleri Tarihi, Çev. M. Nuri Gençosman, Ankara, Uzluk Basımevi, 1941, s. 172. 91 Faruk SÜMER, “Büyük Türk Kahramanı Celâleddin Harizmşah” Resimli Tarih Mecmuası, III. cilt, sayı, 25-36, 1952, s.1208 90 35 1.1.2.6. Geçit Tutma (Geçitte İmha yâda Baskın) Geçit tutma, dar boğazlarda uygulanabilen bir taktikti. Coğrafi olarak dağlık bir yapıya sahip olan bölgelerin bazı noktaları, ordulara istediği yöne doğru hareket etme imkân vermemektedir. Bu durumda mecburi olarak geçilen kilit noktalar yani geçitler kullanılacaktır. Geçitler ise her an tuzak kurmaya müsait bölgelerdi. Bu tür arazilerde kimi zaman zayıf birliklerin koca bir orduyla başa çıkabildiği görülmüştür. Büyük orduların engebeli arazilerde denetim ve idaresi zordur. Oysa daha küçük ve sistemli birlikle rahatlıkla yönlendirilebilir, planlar daha etkili ifa edilebilirdi. Türklerin yaşadığı coğrafya geçit taktiğine oldukça uygundu. Selçuklu tarihinde ise bu taktiğin en güzide örneği ileride değinileceği üzere Miryakefalon (1176) savaşıdır. Yine Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud’un ( 1284 -1296) Moğollara tabii olduğu dönemde, kardeşi şehzade IV.Rükneddin Kılıç Arslan’ın, başkaldırışı sırasında başvurduğu baskın da iyi bir örnektir. IV. Rükneddin Kılıç Arslan, cihangirlik sevdasıyla hareket edip uç bölgelere çekilmiş ve organize olarak güç teşkil etmek istemiştir. Bu maksatla ilk olarak Kastamonu’ya gelip, bölgeye hâkim olmuştur. Bu durum karşısında tedirginleşen Sultan Mesud ise yanına Tacik askerleri ve Giray’ın komutasında üç bin kişilik Moğol kuvvetlerini de alarak yola çıkmıştır. Sultan ilk olarak asilerin kuvvet derecesini anlamak için keşif birlikleri çıkarır. Yaptıkları tahkikatta IV.Rükneddin Kılıç Arslan kalabalık bir kuvvet toplamış olduğu anlamıştır. Bu arada IV.Rükneddin Kılıç Arslan'ın öncü kuvvetleri, türlü hokkabazlıklar ve harp oyunlarıyla Sultanın ordusunu yol keserek, ansızın baskın yaparak şaşırtıyor, boğaz mevkiine çekmeye çalışıyordu. Esasında bu tehdidin farkında olan Sultan Mesud, Moğol askerleriyle geçit noktasına vardığı zaman Giray daha önce dört yüz kişilik bir kuvvetle bölgeye konuşlanmıştı. Bu nedenle Giray önce keşif kolu ile bu dar geçitten geçerken her tarafı boş ve ıssız bulmuştu. Hâlbuki geçidin başka tarafında pusuya yatmış olan IV. Rükneddin Kılıç Arslan ve birliği, onun bütün hareketlerini 36 mükemmel bir surette gözetledikleri gibi arkadan gelmekte olan Sultan alayının yaklaşmakta olduğunu da görmektedirler. Moğollar ve sultan askerleri geçidin ortasına ulaştığında her iki taraftaki ormanlarda pusuya yatmış olan IV. Rükneddin Kılıç Arslan'ın atlı ve yaya binlerce ordusu, davul ve bayraklar ile bir anda görülüp bir baskın gerçekleştirmişlerdir.92 1.1.2.7. Çeşitli Yöntemlerle Müstahkem Yerlere Girme Büyük kent merkezlerinin oluşmasından evvel saraylar ve tahkimli küçük kentlerden oluşan kaleler sadece belli sınır dâhilinde oturanları korumaktaydı. Buralarda yaşayan soylular tehlikeye düştüklerini anladıkları an, zaman kazanmak ve daha uygun bir anı beklemek için saraylarına kapanırdı. Karşıdaki kuvvet ne derece büyük olursa olsun söz konusu engeli aşmak kolay değildi.93 Türk askerleri ise bu kalelerle ilk defa Avrupa önlerinde karşılaşmıştır. Askeri hareketleri başarıyla sonuçlanan Hunlar, en nihayetinde surlarla karşılaşıyorlardı. Çünkü Hunlar bu tarihe kadar yaşadıkları coğrafyada Çin Seddi’nin dışında başka bir set görmemişlerdi. Düz arazide kazanılan zaferler Roma surlarında bitiyordu ve Hun birlikleri çaresiz olarak geri çekilmek zorunda kalıyordu. Sonunda çözüm olarak ayaklı kuleler geliştirilmiştir. Böylece etrafı surlarla çevrili şehirlerde ele geçirilmeye başlanmışlardır. Bu kuleler son derece büyük ve yüksek bir şekilde yapılmaktaydı. Yapılan kuleler Hun askerlik tarihinin bir inkişafıdır. Asırlarca steplerde at koşturup tarihi stratejileri ile düşmanlarını dize getiren Hunlar, şimdi de günün şartları gereği ilerleme kaydetmişlerdi.94 92 Aksaraylı Kerimeddin Mahmud, Mûsameret-al Ahyar, çev. M.Nuri Gençosman, Ankara, Recep Ulusoğlu Basımevi, 1943, s. 243. 93 Kalelerin bu statüleri ticaretin önem kazanması ve haliyle ulaşımım gelişmesiyle beraber değişmeye başlamıştır. Artık kaleler, irtibat yolları üzerinde de inşa edilmeye başlandı ve bu yollar üzerinde gidip gelen her şey için rahat birer istasyondurlar. Yolları tehlikeli kılan etkenlerin başında akıncılar gelir. Önemli bir nakliye kervanı böyle bir tehlikenin yaklaşması halinde, katarın olabildiğince hızla ilerlemesi veya çabucak dönerek yakın bir kaleye sığınması başvurulan yollardandır. Muhtemel akıncı veya yağmacı hücumlarına karşı bir karakol görevi üstleniyordu. Clausewıtz, 1987: III, 134, 138, Clausewıtz, 1987: III, 134, 138. 94 Kalkan, 1995: 165. 37 Aynı durum Türklerin İslam Medeniyeti dairesine girdikleri ve ön Asya’ya yerleşmeye başladıkları X. yy.dan itibaren de yaşanmıştır. Bu dönemde Mâverâü’n-nehir, Horasan ve Ön Asya’nın muhtelif bölgelerine yerleşen Türkler; kısa zaman içinde bölgenin siyasi, askeri ve kültürel yapısına uyum sağlamışlardır.95 Kale ve surlarla çevrili şehirleri kuşatmada, savaşın özelliği değiştiği için farklı silahlar kullanılmaktaydı. Bu silahların başında günümüzün topu olan “mancınık ve arrâde” gelmekteydi. Ayrıca, kale ve şehir kuşatmalarında “delik açıcı (nakkâb, nakb-zen), neft atıcı (t.kara yağ, neffatan, kârura),tahta kule (köşk encir, burc, dabbâba), çarh, balyoz, merdiven tünel kazma aletleri” gibi silahlar da kullanılmaktaydı. Kale kuşatma silahlarının en büyüğü, hiç şüphesiz mancınık idi. Mancınığın küçüğüne ise “arrâde” denmekteydi.96 Burgu yaylı ya da karşı ağırlıklı mancınıklar, kuşatma topları öncesindeki tüm kuşatmalarda kullanılmışlardı. Tarih yazarları hep kuşatılan şehirlerdeki insanların, kale duvarlarını titreten mancınık gülleleri nedeniyle nasıl korku ve dehşet içerisinde kaldıklarını anlatmaktadır.97 Bizans, Ermeni ve Gürcü Krallıklarıyla mücadele eden Selçukluların, Tuğrul Bey döneminden itibaren Alp Arslan, Melikşah ve diğer Selçuklu hükümdarları döneminde de birçok şehir ve kale kuşattıklarında mancınık ve arrâde’yi kullanıldıkları görülmektedir.98Tuğrul Bey, Malazgirt Kalesini düşürebilmek için Bitlis’ten büyük bir mancınık getirtip, kalenin önüne kurdurmuştur. Aşağı yukarı 55 kilo taş fırlatabilen bu mancınığı, ancak 400 95 Göksu, 2010: 341. Mancınıklar, kuşatılacak müstahkem mevkiye, yani kalenin veya şehrin önüne, öküzlerle çekilen arabalar üzerinde getirilmekte idi. Taşınma sırasında birbirinden ayrılmış olan mancınığın kısımları, savaş sırasında tekrar monte edilmekteydi. Daha sonra germe, bükme veya çekme suretiyle bir direğin mihveri etrafında dönmesiyle işleyen veya dengeli bir hareketle büyük bir güçle taş, ok ve neft gibi sair cisimler fırlatan savaş aletidir. Ayrıca mancınıklar, ok, taş, neft gibi tahrip amacı taşıyan maddelerin yanı sıra akrepler, veba ve diğer bulaşıcı hastalıkları taşıyan fareler, at ve insan ölüleri gibi şeyleri düşman mevzilerine atmak için de kullanılmıştır. Koca, 2005: 145, Göksu, 2010: 347, Özdal, 2008: 101., Koca, 2005: 144. 97 Kuşatan taraf çoğu kere yeraltından lağım kazmak suretiyle de içeriye nüfuz etmeye çalışırdı. Salâhaddîn’in birlikleri bir kuşatma esnasında 60 arşın uzunlukta ve 4 arşın eninde bir tümel açmaya muvaffak olunca bunu kullanmaya lüzum bile görmediler. Çünkü kaleyi savunan Franklar korkuları sebebiyle direnişi bırakıp barış yolunu seçmişlerdi. Ebû’l-Ferec Tarihi, 1945: II, 448, Kalkan, 1995: 102. 98 Göksu, 2010: 353-356. 96 38 kişi kullanabilmekteydi. Bu mancınığı gören kale savunucuları, büyüklüğünden dolayı dehşet içinde kalmışlardır. Daha da önemlisi, bu mancınıkla yapılan ilk atışta, üç Bizans muhafızı birden öldürülmüştür.99 Selçuklu ordusunda surlara tırmanmak için yüksek merdivenler bulunurdu. Aşağıdaki askerler şiddetli ok yağmurlarıyla kale savunucularını yıldırır, aynı anda askerler de surlara merdiven dayayarak, yukarı çıkarlardı. Sultan I. İzzeddin Keykâvus, Antalya kuşatmasında daha önce kullanılan dar merdivenler yerine, on kişinin tırmanabileceği oldukça yüksek ve “nerdibân-ı ferah” olarak adlandırılan geniş merdivenler kullanmıştır.100Bu sayede Antalya’nın düşmesi daha çabuk olmuştur. Bu geniş merdivenler daha sonra diğer kuşatmalarda da kullanılmıştır. Aynı şekilde Sultan Salâhaddîn, Kudüs kuşatmasında daha farklı bir metoda başvurmuştur. Surların üzerindeki Franklara, uzaktan oklar attırılıp, mancınıktan taş fırlatılmıştır. Bu durum Frankların hep savunma durumunda kalmalarına neden olmuştur. Dolayısıyla rahatça sur diplerine yaklaşan duvar sökücüleri iyi bildikleri yöntemlerle surları yıkmayı başarmışlardır.101 99 Koca, 2005: 145. İbni Bibi(el-Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Ca’ferî er-Rugedi,), El-Evâmîrü’l-Alâ’iyye Fi’lUmûri’l-Alâi’yye, haz. Mürsel Öztürk, I.cilt, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay., 1996, s. 162, 164165. 101 İbnü’l-Esîr, 1987: XI, 432. 100 39 1.2. KORKU VE PANİK Korku olgusunu tek bir cümlede tanımlamak, kuşkusuz çok zordur. Buna rağmen korkuyu, irade ve mantıkla kontrol altına alınamayan, insanın içini daraltan bir yakın tehdit hissi olarak açıklayabilmemiz mümkündür. Savaş bir şiddet kullanma alanı olduğu için doğasında tehlike ve haliyle korku vardır. Öyle ki korku, tehlike karşısındaki bir insanın doğal reaksiyonudur. Fiziksel bir tehdide karşı gösterilen bir eylem olan korku, insanda adrenalini artırarak şaşkınlık meydana getirir. Böylece insanın düşünme, karar verme ve harekete geçme yeteneklerini etkiler102. Bu durum şüphesiz bir asker ve haliyle de ordu için de geçerlidir. Savaş meydanında aşırı korku oluşur ise, asker karşı karşıya bulunduğu durumun üstesinden gelemeyeceğini ve bu nedenle zarar göreceğini düşünerek endişeye kapılır. Ani dehşet duygusu, büyük korku panik’i tetikler. Böylece zihni faaliyetlerin kontrollünü imkânsız kılar. Paniğe kapılan kişi gayesini kaybederek, gerçekleri değerlendirme kabiliyeti yitirmiştir. Bu nedenle askerlik vasfını yitirir. Kısaca ifade edersek; panik ortaya çıkınca düşünce ve mantık tamamen durmakta, asker kaçmaktan başka davranış gösterememektedir.103 Korku ve panikle mücadele için, öncelikle korkunun savaş alanının bir gerçeği olduğu bilinmelidir. Savaşta, esas olan, korkuyu kontrol edebilmektir. Çünkü korku doğaldır. Önemli olan korkuyu yenebilmektir. Korku, tehlikelerle karşı karşıya gelmeye hazırlıklı, eğitilmiş, istikrarlı ve dengeli askerler tarafından yenilebilir. Aslında cesur asker korkusuz asker değil; korkuyu yenebilen askerdir.104 Bir ordunun en büyük düşmanı, komuta kademelilerin uyumlu bir şekilde çalışmamasıdır. Ordu, insanların yapay biçimde bir araya gelmesinden oluşur. Bu nedenle doğası gereği oluşmuş kopukluğun 102 J. Krishnamurti, Korku Üzerine, çev. Atina Tatlıer, İstanbul, Ayna Yayınları, 2000, s. 35, Eslen, 2003: 30. 103 Eslen, 2003: 35-36. 104 Korkak bir asker ise savaşta yarardan çok zarar getirir. Nitekim Yusuf Has Hacib’in de belirttiği gibi, “Harp’te korkak kimselere lüzum yoktur. Korkak insanlar kadınlara benzer. Korkak kimseler orduyu bozarlar; ordu bozulursa, askerler birbirini ifsat ederler.” Yusuf Has Hâcip, 2003: 171, Eslen, 2003: 31, 36. 40 giderilmesi gerekir. Bu kopuklukları en iyi giderebilen lider korkuyu yok ederek cesur bir ordunun komutanı olur. Bir savaşçının en önemli özelliği, sahip olduğu sıra dışı disiplin ve üstlerine olan itaatidir. Bu açıdan bakıldığında, rekabet, cesaret, korku ve çatışmanın hüküm sürdüğü bozkırlardan çıkma bir liderin, maiyetindeki savaşçılar yerleşik halkların savaşçılarına bu özellikleriyle hiç benzemezler.105 Jordanes’e göre, Avrupa’da Atilla’nın şöhreti o kadar artmıştı ki herkesi korku sarmıştı. “Atilla Kavimleri sarsmak maksadıyla arz yuvarlağının dehşeti olarak dünya’ya gelmişti. Daimi tehditler savurmuştur. En küçük hareketi müthiş bir hiddete sebep olmuş ve Romalıları harple tehdit etmiştir. Bu suretle ordularını harekete geçirmeden birçok emeline nail olmuştur.”106 Ayrıca Avrupa’yı dize getiren bu korku, yapılan katliamlarla değil uygulanan taktiklerle kazanılmıştır. Avrupalı “barbar” kelimesini duyduğu zaman titrerdi. Oluşturulan bu korku asırlarca devam etmiş küçük çocuklar “barbar Türkler” geliyor diye korkutulmuşlardır.107 Buna rağmen yapılan korkutma faaliyetlerinin toplumun tamamını sarsmasına, sayı itibarı ile az tutularak halkta infiale yol açmamasına dikkat edilirdi. Çünkü yapılan hareketlerin kitlelere yönelmesi birlik şuurunu doğurabilir ve bir süre sonra yapılacak asıl saldırıda şiddetli bir direnç ortaya çıkarabilirdi. Bilindiği gibi savaş kelimesi ilk anda asker ve ölüm anlamını çağrıştırmaktadır. İnsanların ne şekilde öldürüldüğü büyük önem taşımayan savaşlara rağmen, halka katliam yapıldığında durum farklılaşır. İnsanlar korkuya kapılıp bu ölümleri şaşaalı ve titrercesine ağızdan ağza dolaştırırlardı. Oysa sayısı fazla tutulmamak kaydıyla birkaç insan kasıtlı olarak parçalanarak öldürülürdü. Bundaki temel amaç ise insanlarda korku yaratarak halk arasında bulunan düşman ordusunun cesaretini kırmaktır.108 105 Antoine Henri Jomini, Savaş Sanatının Ana Hatları, Çev. Selma Koçak, İstanbul, Doruk Yay. 2002, s.29.. 106 Gyula Nemeth, “Atilla ve Hunları”, Türkler, I. cilt, Ankara, Yeni Türkiye Yay., 2002, s. 897 107 Şerif Baştav, “Avrupa Hunları”, Türkler, I.cilt, Ankara, Yeni Türkiye Yay., 2002, s.876-878. 108 Clausewitz, 1984: I, 158. 41 Türkler savaşa, önce düşmanın maneviyatını bozmakla başlıyorlardı. Bu hususta en çok başvurdukları yöntem “korkutma” idi. Çünkü savaşın gidişi ve sonucu üzerinde korkunun çok büyük etkisi vardı. Bu nedenle, daha sefere çıkmadan önce kendileri hakkında korkunç rivayetler yayarak düşmanlarının korkmasını sağlıyorlardı. Bu faaliyet düşmanla karşılaşıp, yüz yüze gelince daha başka şekillerde devam ediyordu.109 Türkler, küçük gruplar halinde, beklenmedik zaman ve yerlerde yaptıkları sürpriz saldırılarla; düşmana maddi kayıplar verdirmekle beraber etrafa korku ve dehşet salan farklı sesler çıkararak, düşmanın kalplerinde büyük korkular yaratmışlardır. 110 Tüm bunlara rağmen korkutma taktiğini Türklerden daha iyi bir şekilde uygulayan milletlerde vardı. Bunlardan biri de Moğollardır. Moğollar bu taktiği gerçek anlamda uyguluyor, geçtikleri yerde taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmıyorlardı. Oluşturulmuş olan korkunun da etkisiyle Anadolu, uzun süre Moğol hâkimiyetinde kalmıştır.111 Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, korku ve panik yaratmada son derece usta olan Türkler, bazen kendilerinin tedbirsiz ve ihmalleri yüzünden büyük korku ve panik haline düşmüşlerdir. Selçuklu devri savaşlarında bunların en iyi örnekleri Micingert (1202) ve Alaşehir (1211) savaşlarıdır. Bunun yanında Moğolların, Selçuklu Anadolu’sunda oluşturdukları korku sayesinde bir tek ok bile atmadan kazandıkları Kösedağ savaşı (1243) korkunun savaşların seyrine etkisini ortaya koyan güzel bir örnektir. 109 Koca, 2003a: II, 100. Koca, 2003a: II, 100. 111 Jean- Paul Roux, Moğol İmparatorluğu Tarihi, çev. Aykut Kazancıgil- Ayşe Bereket, İstanbul, Kabalcı Yay., 2001, s. 256-257, 300-301. 110 42 1.2.1. Korku ve Panik’i Yenmenin Çareleri 1.2.1.1. Moral Değerler Moral değerler savaşın en önemli unsurlarından biridir. Her ne kadar kitaplarda moral değerler ile ilgili pek fazla bilgi yer almasa da savaşı oluşturan diğer bütün faktörler gibi harp sanatının teorisine dâhildir. Savaşlardaki manevi değerlerin inanılmaz etkisini en iyi tarihin yaşanmış savaşlarında görmemiz mümkündür. Bu hareketin yaratmış olduğu korku düşmanın oluşması muhtemel manevi direncini kırıyordu. Bunu en iyi örneğini Haçlılarla yapılan mücadelelerde görmekteyiz. Nitekim küçük öncü birliklerin sistemli politikaları neticesinde iaşe sıkıntısı çeken Haçlı birlikleri bu nedenle fizik ve moral bakımdan zayıf düşmüştür. Doğal olarak da Türk askeri karşısında yenilgiye uğramışlardır. Çoğu savaşın arifesinde sergilenen güç gösterisi düşman birliklerindeki savaşçı ruhu çökertir ve işleyemez hale getirirdi.112 Peki, ama moral değerleri tüm bunlara karşı yüksek tutmak mümkün müdür? Bu durumun en önemli öğelerinden biri hiç şüphesiz orduda maneviyattır. Maneviyat demek, orduda akla, bilgiye, şuura dayanan bir inanış kuvveti demektir. Böyle bir inanış kuvvetine sahip ordu, düşman karşısında her vakit yenilmez bir kütle, kolaylıkla aşılamaz, zapt olunamaz bir kale vücuda getirir. Bu nedenle maneviyatsız orduları dümensiz ve kaptansız bir gemiye benzetmemiz bundandır. Nasıl ki böyle bir gemi fırtınalı korkunç deniz dalgalarının merhametsiz tesirlerine mukavemet edemeyerek batarsa maneviyatsız ordu da, harpte maruz kalacağı tabii olan sarsıntılardan etkilenerek çabukça dağılıp mağlup ve perişan olacaktır.113 112 Robert Greene, Joost Elffers, 33 Stratejide Savaş, Çev. Füsun Doruker, İstanbul, Altın Kitapları, 2007, s.123. 113 Hilmi Erbuğ, Orduda Mânevi Kuvvetler, İstanbul, Gnkur. Yay., 1944, s. 3, 28. 43 1.2.1.2. Cesaret Herhangi bir tehlikeyi soğukkanlılıkla karşılamak, onu bütün bir güç ve istekle yok etmek için savaş alanına atılmaya cesaret denir. Herhangi bir muhitte bu vasfı gösteren insanlara cesur veya gözü pek denmektedir. Çünkü asker, herkesin bilhassa tehlike hissettiği, korktuğu bir zamanda o tehlikeyi ve korkuyu yok etmek için mücadele sahasına atılmak mecburiyetinde bulunan bir insandır. Hayatta esasen korku asıldır. Hiçbir insan tasavvur edebilir miyiz ki, nihayet neticesi ölüme varacak büyük bir tehlike karşısında kalsın da korku hissetmesin.114 Cesaret korku karşısında hâkim bir vaziyette sergilenince korku sebepleri ikinci planda kalır. Çünkü cesareti besleyen hırs, vatan sevgisi, coşkunluk gibi duygusal damarlar korku duygusunu bastırabilmektedir. Bu nedenle cesaretin aynı zamanda duygusal bir hareket olduğunu da anlamış bulunmaktadır.115 Serbest bırakıldığında daima fırlamaya hazır halde bulunan bir yay olarak tasvir edebileceğimiz cesaret, ordunun en önemli moral gücüdür.116Napoleon, savaşta ancak cesur komutanların şanslı olabileceklerini söylemiştir.117 Türklerin savaş meydanlarında sergilemiş oldukları cesaret şüphesiz savaşların kazanılmasında önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü Türklerin yiğitlik, ustalık, zorluğa dayanıklılık ve coşku gibi doğal karakteristik nitelikleri bulunmaktadır. araştırmacı ve Onların devlet bu meyândaki adamı kabiliyetleri, tarafından kaleme birçok komutan, alınarak adeta resmedilmiştir.118 Ayrıca savaşçıları cesaretlendirmek ve savaş havasına 114 Erbuğ, 1944: 76. Erbuğ, 1944: 80, Clausewitz, 1984: I, 101 116 Ayrıca Yusuf Has Hâcip bu durumu çok iyi izah etmiştir: “Ordudan evvel ekseriya komutan yenilir. Ruhen yenilmeyen cesaretli bir komutan sonunda mutlaka zaferin yolunu bulur. Cesur ve gözü pek olmalıdır, korkak kimse düşmanı görünce, hastalanarak, yatağa düşer. Cesur dediğin haysiyet sahibi olur; haysiyetli insanlar ölürken, vuruşarak ölür. Orduları yarıp delmek için, sebatlı bulunmalı, askeri coşturmak da kesin kararlı olmalıdır. Ordu komutanı bu faziletlere sahip olursa, düşmanı vurur ve onun şöhretini yere serer. Cesur ve dayanan asker düşmanı ezer.” Yusuf Has Hâcip,2003: 171-174. 117 Clausewitz, 1984: I, 162. 118 Gerek Napoleon’un ” Türkler mağlup edilemez” sözü ve gerekse de Avusturyalı Mareşal Montecuccoli’nin “Türkler ölmesini biliyorlar, ben de ölmesini bilen bir milletin yenilmeyeceğini 115 44 sokmak için borazanlar öttürülür, topluca savaş türküleri söylenir, nakkareler, davullar, davlumbazlar ve kösler çalınırdı. 1.2.2. Savaşlarda Korku ve Panik’e Sebep Olan Olaylar 1.2.2.1. Çetr’in (Saltanat Şemsiyesinin) Yere Düşmesi Çetr, Sultanların kabullerinde, seyahatlerinde, sefer sırasında başının üzerinde tutulan hükümdarlık şemsiyesidir. Çetr, savaşta Çetirdâr adı verilen bir görevli tarafından bir mızrak üzerinde havada küçük bir kubbe şeklinde açılarak, ata binmiş olan sultanın başı üzerinde taşınırdı. Bir hâkimiyet ve hükümdarlık sembolü olan çetr, hükümdara özgü bir renk mahiyetindeydi.119 Sultanı karşılamaya çıkanlar, çetri görür görmez, saygı alâmeti olarak derhal atlarından iner, saygı duruşuna geçerlerdi. Böyle bir siyasi ve manevi üstünlüğün sembolü olan çetr’in savaşta, yere düşmesi veya düşmanın eline geçmesi bozgun anlamına gelmekteydi. Bu durumu gören askerler, çetrin yere düşmesinin sebebi ne olursa olsun, korku ve panik halinde kaçışmaya başlamaktaydılar. Bu olay ordunun dağılarak savaşın kaybedilmesine neden olmaktaydı. Bu yüzden savaş sırasında Çetr’in bulunduğu yer oldukça önemliydi. Türk tarihinde oldukça ender rastladığımız bu tür olaylardan en talihsiz olanı Anadolu Selçuklu hükümdarı II. Süleyman-Şâh’ın Gürcistan seferinde yaşanmış olanıdır.120 Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in 1064 yılında vefat etmesiyle, Sultan Alp Arslan’a karşı saltanat mücadelesine girişen hanedan üyelerinden Kutalmış da çetr kullanmaktaydı. Her ikisi arasındaki savaş sırasında, Alp bilecek kadar tecrübeliyim” şeklindeki. Ünlü tarihçi Hammer “Tarih Türklerden çok şey öğrendi. Onları yaptıkları medeniyetin süsüdür.” Arap edebi Cahız, “10 milletten 10 yiğidin kuvveti bir Türkün kadar olmaz” Geniş bilgi için bkz. İbrahim Kafesoğlu, “Türk Ordusu” Türk Kültürü, sayı 22, 1964, s. 9. 119 İpek atlas veya altın sırmalı kadifeden yapılırdı. Tuğrul Bey’in çetr’i kırmızı idi. O, üç bin süvari ile Nişabur’a geldiğinde başının üzerinde kırmızı renkli ipek kumaştan yapılmış bir çetr bulunuyordu. Aydın Taneri, Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Döneminde Hükümdarlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayatı- Teşkilatı, Ankara, Ankara Ünv. D.T.C.F. Yay., 1978, s. 59, Erdoğan Merçil, Selçuklularda Hükümdarlık Alâmetleri, Ankara, TTK Yay., 2007, s. 110. 120 Merçil, 2007: 110, 115, Koca, 2005: 210, Kesik, 2008: 263. 45 Arslan’ın komutanlarından Sungurca hücuma, geçerek, Kutalmış’ın çetr’ini ele geçirerek bayraklarını yere düşürmüştür. Bundan sonra Kutalmış’ın ordusu bozguna uğrayarak dağılmıştır. Çünkü bu olay Kutalmış’ın ordusunda savaşı kaybettikleri hissi uyandırarak korku ve panik duygularına sevk etmiştir.121 Çetr’in söz konusu maneviyatı kimi zamanda tek başına çok büyük korkuların yaşanmasına da sebep olmaktaydı. Nitekim Sultan Sencer’in kendisine tabii Gazne Sultanı Behrâmşâh ile yaşadığı bir olay bu duruma dair güzel bir örnektir. Sultan Sencer’e, Gazne Sultanı Behrâmşâh’’ın kendisine itaatten ayrıldığı ve halka zulmedip mallarını gasp ettiği yönünde haber gelmiştir. Sultan Sencer ise burayı ele geçirmek ya da hesap sormak maksadıyla harekete geçmiştir. Sultan Sencer, Gazne’ye yaklaşınca Behrâmşâh elçiler gönderip yalvarıp yakarır, yaptığı hatadan dolayı affını ister. Bunun üzerine Sultan Sencer ona eğer huzuruna gelir ve tekrar itaat ederse affedeceğini bildirir. Behrâmşâh bu teklifi kabul eder. Ertesi gün Sencer bir alay ile beraber onu karşılamaya çıkmıştır. Behrâmşâh ise elMukarreb ile birlikte Sencer’e doğru ilerlemiştir. Bir anda Sultan Sencer’in alayını ve başındaki çetr’i gören Behrâmşâh geldiği gibi geri dönerek hızla uzaklaşmaya başlamıştır. El-Mukarreb atının dizginine yapışarak, davranışının çirkin olduğunu söylese de Behrâmşâh Sultan Sencer’in kendisini yakalayarak cezalandıracağını ve ülkesini ele geçireceğini zannederek kaçmaya devam etmiştir. Sonuçta Sencer, rahatlıkla 1135 tarihinde Gazne üzerine yürüyüp şehri ele geçirmiştir.122 Bir hâkimiyet sembolü olarak orduda büyük bir manevi duygu yaratan çetr’in daima havada durması, hükümdarın tüm dirayetiyle ayakta olduğunu ve galibiyete yaklaştığı mesajını vermek maksadını taşımaktadır. Bu nedenle ordunun her ferdi büyük bir istekle savaşır. Çetr’in düşmesi mevcut havanın 121 Taneri, 1978: 59, Mehmet Altay Köymen, Alparslan ve Zamanı, II. cilt, Ankara, 4. bs., Ankara Ünv. D.T.C.F. Yay., 1983, s.20, Merçil, 2007: 83. 122 İbnü’l-Esîr, 1987: XI, 36. 46 dağılması yenilginin ilk nüvesidir. Telaş, tedirginlik, dikkat dağılması ve nihayet kaçma eylemi başlar. 1.2.2.2. Kös, Davul ve Borazan Sesleri Kös ve davul hükümdarlık sembolü ve merasim alâmetlerinden biri olmakla beraber; daha çok bir savaş aleti ve alâmeti olarak da kullanılmıştır. Göktürk, Selçuklu ve Osmanlı gibi büyük cihan devletlerinde, kös ve mehter (Birkaç çalgı aleti ile birkaç davul’un bir arada çalınması) başta olmak üzere oluşturulan yüksek sesli ve ritmik çalgının birçok sebebi bulunmaktaydı. Şüphesiz bunlardan en önemlisi hükümdarın önderlik ettiği protokolü daha görkemli ve şaşalı göstermekti. Ordu sefere çıktığında ise, sefer boyunca yani ordunun yürüyüşü sırasında çalınan kös ve davullar, askerleri coşturup savaş için motive ederken düşmanlara korku salmakta idi. Ayrıca çalgıdaki her vuruş şekli savaşın seyri ve şekli hakkında adeta gizli bir işareti de ihtiva etmekteydi. Nitekim ordu hareket halinde iken çalınan davul savaş işareti anlamına gelir gerekli hazırlıkların yapılmasının sinyallerini verirdi. Aynı şekilde hücumun hızlı veya yavaş olması, birliklerin bir arada veya dağılması da ancak davullardan çıkan seslerden anlaşılan şifrelerle sağlanabilmekteydi. İletişimin yeterince gelişmediği bu dönemde bu tür uzaktan belirli ve düzenli bir şekilde haberleşmeyi sağlayan unsurların ehemmiyeti inkâr edilemez. Savaş meydanlarındaki ses ve kalabalık nedeniyle davulların sayısında artış yapılarak sesin daha gür çıkması sağlanmaktaydı. Dolayısıyla savaşların büyüklüğü ile davul veya mehterin sayısı doğru orantılıydı. 123 Çin kaynakları Çinlilerin, meydan savaşından çekindikleri Türkleri korkutmak maksadıyla cephe gerisinde yüksek ses veren davullar çaldıklarını 123 Ögel, 2000: VIII, 100, Kesik: 2008: 258. 47 dile getirmektedir.124 Bu durum Türklerin kullanmakta ustalaştıkları tekniğin komşuları tarafından da kullandığını göstermektedir. Babürnâme de “Adamların azlığına bakmayarak, tanrıya tevekkül edip, davul çalarak düşmanın üzerine yürüdük. Nara sesi duyunca, bizim harekete geçtiğimizi anlayarak, karşı durmaktan vazgeçip kaçma yolunu tuttular.” Şeklindeki izahat sesin insan psikolojisi açısından önemini ortaya koymaktadır. Davul sesi harp narası ve baskın ile ancak gerekli etkiyi yaratabilmekteydi. Söz konusu sesin düşman askeri üzerinde yarattığı etki kısa sürede düşüncesizce kaçmasına neden olmaktaydı.125 Türk tarihi alanındaki değerli araştırmalarıyla tanınan Abdülkadir İnan’ın da ifade ettiği gibi Orta Asya Türk Tarihi, savaşçılık, muhariple kültürün hep birlikte harman olduğu bir çağdır. Oğuzlar ve Göktürklerle başlatılan bu süreç Selçuklular ve Osmanlılar ile devam etmiştir.126 Büyük Selçukluların bu alandaki maharetleri, Anadolu Selçuklu komutanlarınca geliştirilerek daha da sistemli bir hale getirildiğini görmekteyiz. Selçuklu komutanları sürpriz baskın veya saldırılar karşısında dağılmış olan birliklerini, tehlike geçtikten sonra bir tepenin üzerinde “ toplanma borusu veya davulu çaldırmak” suretiyle geri çağırmaktaydılar. Toplanma borusunun veya davulunun sesini duyan birlikler, tehlikenin geçtiğini anlayıp, borunun veya davulun çalındığı yerde tekrar toplanmaya başlamaktaydılar. 127 Meşhur Haçlı kaynağı Albertus, 1101 yılında Merzifon yakınında Haçlılar ile Türkler arasında yapılan savaşı anlatırken, Türk ordugâhında davullar ve borazanlar çalınarak askerlere komut verildiğini kaydetmiştir.128 124 “615 yılında bir Çin generali, gece çok davul çaldırıyordu. Böylece Türkleri, Çin ordusunun çok kalabalık olduğuna inandırmak istiyordu.” Anlaşılan davullar, birlik sayısına göre düzenleniyordu. Gece çok davul kullanmakla, Türkleri şaşırtma yolunu seçiyorlardı. Ögel, 2000: VIII, 102. 125 Ögel, 2000: VIII, 110. 126 Ögel, 2000: VIII, 109, 113. 127 Koca, 2005: 212. 128 Kesik: 2008: 258-259. 48 Önceleri atalarının tasarrufunda bulunan ve Ortadoğu’nun en zengin ticaret merkezlerinden olan Kuzey Suriye’yi ele geçirmek isteyen Sultan I.İzzeddin Keykâvus savaş öncesi ve savaş sırasında hücum davulu çalma, çaldırma konusunda bir hayli uzmanlaşmış bir birlik yaratmıştır. Sultan I. İzzeddin Keykâvus, asıl hedefe, yani Halep ve Şam şehirlerine yönelmiştir. Bu arada öncü birliklerinin mağlup olmasına hiddetlenen hükümdar sabaha kadar askerlerin tam teçhizatlı bir şekilde beklemelerini emretmiştir. İbni Bîbî savaş öncesi Türk ordusunun durumu hakkında; “askerlerin tamamen silahlanıp saf saf dizildikleri, Sultanın bayraktarının harekete geçtiği, davul ve zurna seslerinin gök kubbeyi çınlattığı…” şeklinde malumat vermektedir.129 Kanaatimizce gök kubbeyi çınlatan bu sesler, düşman ordusunun da yüreklerine korku salmıştır. 1.2.2.3. Miğferin veya Kesilmiş Başın Mızrak Uçunda Dolaştırılması Savaş meydanında, askerlerin şevkini artırmak, moral vermek amacıyla farklı yollara başvurulmaktaydı. Bunlardan belki en tesirli olanı düşman ordu komutanının kesik başını ya da miğferinin130 mızrak ucuna geçirilerek savaş birlikleri arasında dolaştırılmasıdır. Nitekim söz konusu olan bir birliğin ya da ordunun değil, bir devletin en yüksek temsilcisinin kafası ya da miğferidir. Dolayısıyla bu durum manevi olarak düşman tarafına ne derece yıkım etkisi yapmakta ise kazanan tarafa da o kadar zafer ve güven duygusu aşılamaktaydı. Söz konusu manzara ile karşılaşan düşman askerlerinin komutanlarının öldüğünü ve başsız kaldıklarını düşünerek paniğe kapılmaları kaçınılmaz olmuştur. Savaş meydanlarında zaman zaman kuvvetten çok kimi kurnazlıklara başvurulduğu da görülmektedir. 131 Böyle bir hileye Bizans İmparatoru Manuel, 1146 yılında Selçuklu Sultanı Mesud üzerine yürüdüğü Konya seferinde başvurmuş fakat inandırıcı 129 İbni Bibi, 1986: I, 212. Miğfer(tulga/tuğulga), savaşçının başını korumak için giydiği demir başlık olup, Orta Asya ve İran kültürü bölgesine aittir. Anadolu Selçukluları döneminde askerlerin miğfer kullandıklarına dair birçok kayıt bulunmaktadır… Daha teferruatlı bilgi için bkz, Göksu, 2010: 338. 131 Koca, 2005: 214. 130 49 olamamıştır. Benzer hareketlere Anadolu Selçuklu tarihinde ikinci bir dönüm noktası olarak görünen Miryokefalon zaferinde de rastlanılmaktadır. Söz konusu savaşlarda başvurulan yöntemlere ait örnekler daha sonraki bölümde geniş olarak ele alınarak teferruatlı bilgi verilecektir. 1.2.2.4. Kamp Ateşleri Yakmak Savaş sanatında ve tekniğinde son derece usta olan Türkler; girdikleri savaşlarda çeşitli yöntemlere başvururlardı. Sayılarının fazla ve güçlerinin çok üstün olduğu hissini vermek için, geceleri “kamp ateşi” yakarak düşmanlarının gözünü korkutmaya ve yıldırmaya çalışırlardı. Çünkü onlar düşman kuvvetinin gözünün ne kadar korkutulur ve yıldırılırsa, kendilerine o kadar az direneceklerini düşünmekteydiler. Kamp ateşi yakmak, düşmanı yanıltmak için yapılan faaliyetlerden biridir. 132 Anadolu’da küçük gruplar halinde faaliyet gösteren Türkmen savaşçıları özellikle Bizans ordularına karşı bu yola başvurmuşlardır. Anna Komnena bu konuyla ilgili olarak: “… Kurnazlık konusunda pek yaratıcı olan Türkler, İmparatorun kendileri üzerine ilerlemekte olduğunu öğrenince, dehşete düştüler ve hemen pek çok sayıda ateşler yaktılar; böylece, ateşleri görecek kişilere, orada büyük bir ordu varmış izlenimi vermeye çalıştılar. Bu ateşler neredeyse göğü tutuşturmakta ve deneyimsiz nice kişiyi yılgınlığa düşürmekte idi…” ifadelerine yer vermiştir.133 Aynı şekilde Anadolu Selçuklu Sultanı Şahinşah, 1116 yılında Konya üzerine bir sefer düzenleyen Bizans imparatoru Aleksios’a karşı da bu yöntemi uygulamıştır. 1.2.2.5. Kale Burcuna Bayrak ve Sancak Çekmek Bayrak veya sancak hâkimiyet ve hükümdarlık sembolüdür. Bayrak bir ruhtur, binlerce yıldan beri elde taşınmış, eve asılmış, mezara dikilmiştir. Türkler 132 kendi hallerinde bayraklarının yerin derinliklerinden, göğün Koca, 2005: 219. Anna Komnena, Alexiad(Malazgirt’ten Sonrası), çev. Bilge Umar, İstanbul, İnkılâp Kitapevi, 1997, s. 480. 133 50 sonsuzluklarına kadar uzanıp, yüceliğini ay ve güneşe kadar ulaştığını; bayraklarının şimşek, yıldırım ve rüzgârla ilişki kurduklarını düşünmüşlerdir. Bu bayraklar genel’de kırmızı olmuştur. Al-bayrak ya da kızıl bayrak olarak geçmiştir. Destanlarda “kızıl savaş bayrağı göklerde yükselirken; dibinin çalı olduğu toprakta, tozlarını göklere savuruyorlardı” şeklinde geçmiştir. Türkler savaşta, bayrağı ile birlikte harekete geçiyordu.134 Bu da orduya büyük bir moral ve cesaret vermekteydi. Sultan Alparslan, Malazgirt savaşına başlamadan önce şöyle dua etmiştir: “Ey Tanrım İslam’ın sancaklarını yükselt, ona yardımını eksik etme, …”135 Selçuklularda da hükümdarın maddi hâkimiyet sembollerinden biri bayraktır. Ancak bayrak yalnız hükümdarlara mahsus değil, hanedan mensuplarının, devletin büyük memurlarının, komutanlarında bayrakları vardı. Hakanlık sancağı, tuğu, kösü ve davulları, hanedanın malıdır. Bayrakta davul gibi orduda, bir “signal” alâmet ve işaret düzenini oluşturuyordu. Yani gece davulla, gündüzde bayrakla haberleşiyordu. Savaş ve sefer söz konusu olduğunda ise kaynaklarda zafer sembolü olarak geçmektedir. Özellikle kale ve şehir kuşatmalarında burca sancak dikilmesi veya çekilmesi fetih ve teslim alma işaretiydi. Bu faaliyet ya mücadele sonucu savaşçılardan birinin kale burcuna çıkmasıyla ya da teslim olmaya zorlanan savunucuların bunu kabul etmesiyle gerçekleşirdi. I. İzzeddin Keykâvus Suriye seferi sırasında Ra’ban kalesini şu şekilde feth etmiştir. Kuşatma sırasında Ra’ban kalesine saltanat bayrağını dikmiştir. Halk dalgalanan bayrağı görünce, büyük bir korkuya kapılarak aman dilemiştir ve kalenin itibarlı kişileri aşağıya inerek I. İzzeddin Keykâvus’un elini öpmüşlerdir.136 I.Gıyâseddin Keyhüsrev, Anadolu Selçuklu Devletini bir kara devleti halinden kurtarmak ve tabii sınırlara ulaştırmak istiyordu. Ayrıca Anadolu ticaretini dış dünyaya açmak da ekonomik politikaları arasındaydı. Bu 134 Ayrıca bayrak “ tuğ” olarakta geçmektedir. Ögel, 1991: VI, 1-2, 40, Ahmet Temir,“Eski Türklerde Sosyal Teşkilat ve Askerlik ile İlgili Sözler” Türk Kültürü, sayı 22, Ankara, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yay., 1964, s. 33. 135 Merçil, 2007: 125. 136 Merçil, 2007: 123- 124, Ögel, 1991: VI, 79. 51 gayelerle stratejik öneme sahip Antalya’yı kuşatmıştır. Şehrin hâkimi Aldobradini isimli bir İtalyan’dır. Bu şahıs Kıbrıs Franklarından yardım alarak bütün gücüyle şehri savunmaya gayret etmiştir. Buna karşı Selçuklu ordusu da kararlı bir şekilde şehri tâciz etmeye devam etmiştir. Sultan askerlerinden kale duvarlarına merdiven koymalarını ve gruplar halinde surlara çıkmalarını istemiştir. Yavlak Arslan isimli cesur bir sipahi surlara çıkmayı başararak Sultan’ın sancağını kalenin en yüksek yerine dikmiştir. Bu olay Selçuklu askerlerine büyük moral ve cesaret vermiş; hemen hücuma geçerek kale kapılarını açıp şehre girmişlerdir. 137 Çetr’de bahsettiğimiz gibi savaş sırasında bayrağın yere düşmesi orduda korku ve panik yaratmaktadır. Bunların örnekleri Selçuklu devri savaşlarında nadir de olsa görülmektedir. Bunun en iyi daha öncede bahsettiğimiz gibi, Kutalmış ile Sultan Alparslan arasında geçen taht kavgası savaşında cereyan etmiştir. 138 137 İbni Bibi, 1986: I, 118, Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye: Siyasi Tarih Alp Arslan’dan Osman Gazi’ye (1071-1328), İstanbul, 7. bs., Boğaziçi Yay., 2002, s. 284. 138 Merçil, 2007: 124. 52 II. BÖLÜM SELÇUKLU HÜKÜMDAR VE BEYLERİNİN YAPTIKLARI SÜRPRİZ BASKINLAR Kaynaklarda, ilk dönem Selçuklu hükümdarlarının askeri faaliyetlerini içeren bilgilerin pek az olması nedeniyle, sürpriz baskın taktiğinin ilk uygulamalarına ait bilgiler Tuğrul ve Çağrı Beyler döneminden ileriye götürülememiştir. Fakat daha evvel izah edildiği üzere Orta Asya askeri kültür deneyimi ile Selçuklu hükümdarlarının Cend, Maveraünnehir, Harezm ve Horasan dolaylarındaki faaliyetlerinde sık sık benzer taktikleri kullanmış olmaları muhtemeldir. Bu basit uygulamaların Devlet teşkilatındaki askeri nizamın sağlanması ile daha pratik şekle büründüğünü Çağrı ve Tuğrul Beyler dönemindeki savaşlardan anlamaktayız. 2.1. DANDANAKAN SAVAŞINDAN ÖNCE YAPILAN SÜRPRİZ BASKINLAR 2.1.1. Nesâ Savaşı 2.1.1.1. Savaşın Sebepleri Tuğrul ve Çağrı Beyler, Harezm’de müttefiklerini kaybettikten sonra çok yönlü tehdit ve tehlikelere maruz kaldıkları için 1035 yılı ilkbaharında beraberlerinde 900 atlı ve ailelerinden oluşan bir taife ile Ceyhun Nehrinden geçerek Dih-i Gumbedân çölü yolundan Merv’e geçmişlerdir. Buradan Gazneli hükümdarı Sultan Mesud’tan izin almaksızın Horasa’nın Nesâ139 139 Selçuklu Beyleri yerleşim yeri olarak Horasandaki Nesâ çevresini tercih etmelerinin nedeni ise; bu çevrenin geniş otlaklarıyla Türkmenlerin göçebe hayat tarzlarına son derece elverişli bir bölge olmasıdır. Ayrıca Selçuklu beylerine bağlı olmayan Türkmenlerin yaşadıkları yerler ile her zaman kolayca temas sağlanabilecek bir komundaydı. Koca, 1997: s.65, V. Mınorsky, “Nesâ” , İ.A. , IX. cilt, İstanbul, Milli Eğitim Yay., 1964, s.198. 53 şehri çevresine gelip yerleşmişlerdir. Nesâ şehrini, kendilerine verilmesi taleplerini Gazneli Devleti’nin Horasan sâhib-i divan Reisi Sûri’den, Sultan Mesud’a iletilmesi için yardım istemişlerdir. Nesâ’nın kendilerine yurt olarak verilmesinden sonra, kendilerine tâbi olacaklarını, fitne fesat çıkaran taifelerle savaşıp uzaklaştıracaklarını da belirtmişlerdir. Olası huzursuzluk ya da itaatsizlik olaylarına karşı önemli beylerinden birinin rehin olarak saraya göndermeye hazır olduklarının da altı çizmişlerdir.140 Bu yöndeki talepler, Sultan da dâhil olmak üzere bütün Gazneli devlet adamları arasında heyecan ve hatta dehşet uyandırmıştır. Nitekim Irak Türkmenlerinin bir yıl önceki dehşet uyandıran ayaklanmaları devlet adamlarının hafızalarından henüz silinmemiştir. Ayrıca 1025 tarihinden itibaren devleti meşgul etmeye başlamış ve zaman zaman müşkül durumlara da sokmuş olan Türkmenler meselesinin kapanmakta olduğu sırada tecrübeli ve meşhur beylere sahip Selçuklu Türkmenlerinin Horasan’da görünmeleri, Devletin daha büyük bir tehlikenin eşiğinde olduğunun da işareti sayılmaktaydı. Kısaca ifade edilecek olursak; Gazneli Devlet erkânı, Selçuklu Türkmenlerini Irak Türkmenlerinden daha tehlikeli bulmaktaydı. Şüphesiz bunun en büyük nedeni kendi devletini kurmaya yönelik istekleri oluşturmaktaydı. Tuğrul ve Çağrı Beylerin bu cüreti karşısında son derece sinirlenmiş olan Sultan Mesud, hemen Türkmenlerin üzerine yürüyüp, kuvvetlenmelerine fırsat vermeden Horasan’dan çıkarılmasını istedi.141 Sultan Mesud’un emri ile Selçuklular üzerine gönderilecek Gazneli ordusunun başına Hâcip Beytoğdu’nun bulunduğu on kumandan tayin edilmiştir. Fillerle takviyeli 17 bin kişilik bu ordu Nesâ’ya hareket etmiştir. Bu durum Selçuklu Beyleri için sürpriz olmamıştır. Keza başından beri tekliflerinin kabul edilmeyeceğini bilmekteydiler. Bu nedenle aşağıda 140 Koca, 1997: 66, Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi: Kuruluş Devri, I.cilt, Ankara, Güven Matbası, 1979, s.198. 141 Ahmet bin Mahmud; Selçuk-nâme, I.cilt, haz. Erdoğan Merçil, İstanbul, Tercüman Gazetesi Yay., 1977, s.7, İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1972, s. 22-23, Erdoğan Merçil, Gazneliler Devleti Tarihi Ankara,, TTK Yay., 1989, s. 63, Mehmet Altay Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara, TTK Yay., 1998, s. 42, Koca, 1997: 66. 54 belirtileceği üzere gerekli tedbirleri alarak savaşa hazırlanmışlardır. Sonunda iki ordu 1035 yılı Haziran’ının da Nesâ yöresinde karşılaşmıştır.142 2.1.1.2. Savaşın Seyri Savaşın başlamasından kısa süre sonra Gazneli ordu düzeni, Selçukluların pusu maksadıyla boş bıraktıkları çadırlar ve hayvanlara, ganimet elde etmek için saldırmaları sonucu bozulmuştur. Ayrıca tecrübesiz kumandanlar, savaşan askerlerinin susamasıyla beraber meydana yakın mesafedeki suya ulaşmak için askerleri merkez kumandandan habersiz geri çekmişlerdir. Söz konusu davranışlarla Gazneli ordusu savaş düzeninin bozulduğunu gören Selçuklular, pusudan çıkarak hücum etmişlerdir. Bu hücum Gazneli kaybetmesine ordusunun sebep kesin olmuştur. yenilgisine Böylece ve ustalıkla bütün ağırlıklarının kurdukları pusular sayesinde Selçuklu Beyleri, Gazneli birliklerine sürpriz baskınlar yaparak birer birer saf dışı bırakarak büyük bir başarı kazanmışlardır.143 Savaşta uygulanan baskını İbnü’l Esir şu şekilde açıklamaktadır. “ … İki ordu Haziran-Temmuz 1035 ‘te Nesâ’da karşı karşıya geldiler ve savaşa tutuştular. Ortalık kızıştı, sonunda Selçuklular mağlup oldu, malları yağmalandı. Bu arada ganimet yüzünden Mes’ûd’un askerleri arasında anlaşmazlık çıktı ve birbirine girdiler. Selçuklular mağlup olunca Çağrı Bey onlara; şimdi Gazneli kuvvetleri atlarından inip endişesiz bir şekilde istirahat çekilmişlerdir. Takip edilmediklerinden de emindirler. Eğer hemen onların üzerine yürürsek belki de amacımıza ulaşırız dedi. Bunun üzerine geri dönüp birbirleriyle çekişmekte ve savaşmakta olan Gazneli kuvvetlerine yetiştiler, üzerlerine ani bir hareket ve baskınla saldırıp ağır bir darbe indirdiler, birçok 142 Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah, Câmiu’d-Düvel: Selçuklular Tarihi 1, Horasan- Irak, Kirman ve Suriye Selçukluları, Yay. Ali Öncül, İzmir, Akademi Kitapevi, 2000, s. 9. Koca, 1997: 66-67, Merçil, 1989: 63, Köymen, 1979: I, 217. 143 Sadrüddîn Hüseynî, 1943: 4, Koca, 1997: 67, Merçil, 1989: 63, Köymen, 1979: I, 217. 55 kişiyi öldürüp esir ettikleri gibi Gaznelilerin kendilerinden aldığı malları ve esirleri kurtardılar...”144 Selçukluların zafer kazanmasındaki esas âmil Gazneli ordusunun tedbirsizliği ve doğru düzgün kumanda edilememesidir. Ayrıca Gazneli ordusunun Selçuklu Türkmenlerinden korkması da oldukça etkili olmuştur. Öyle ki, Selçukluların Nesâ ya 900 atlıdan ibaret ve perişan bir kuvvetle geldiklerini düşünen Gazneliler, kısa sürede çevreden katılımlarla Selçuklu ordusunun 10.000 yükselmesi üzerine hayrete düşmüşlerdir. 2.1.2. Serahs Savaşı 2.1.2.1. Savaşın Sebebi Sultan Mesud, Nesâ savaşından sonra Selçuklularla yaptığı anlaşma gereği, Selçuklu beylerini kendilerine tâbii kılarak, onları daha yakından kontrol edebileceğini umuyordu. Ama bu tâbilik meselesinin kısa sürede sözden ibaret olduğu açık bir şekilde anlaşıldı. Zira Selçuklu Beyleri tâbilik şartlarından hiçbirini yerine getirmediler. Mesela, Sultan Mesud’un nezdinde rehin bulundurma şartına uymadılar. Üstelik Sultan Mesud’un tâbilik sembolü olarak kendilerine gönderdiği “hilatlar” ile alay ettiler, külahları ayakaltına attılar.145 Selçuklu Beyleri bu davranışlarıyla, şüphesiz tamamen Sultan Mesud’un hükmü altına girmeyi kabul etmediklerini, yani bağımsız olduklarını göstermek istemişlerdir. Yeni katılımlarla146 gittikçe çoğalan Selçuklular, zamanla Gazneliler tarafından kendilerine tahsis edilen bölgelere sığmadılar. Ocak 1036 da Ferâ, Cuzcân ve Serahs’a akın ve yağma faaliyetlerinde bulunmaya başladılar. Ayrıca Gazne Sultanına başvurarak Merv, Serahs ve Bâverd gibi şehirlerin 144 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 364-365. Sadrüddîn Hüseynî, 1943: 4, Koca, 1997: 69, Kafesoğlu, 1972: 24. 146 Nesâ savaşının kazanılması Selçukluların prestijini çok arttırmıştır. İşte bunun neticesi olarak kendilerine birçok soydaşları iltihak ediyorlardı. Ceyhun ve Balhan dağı açık olduğundan bilhassa o taraftan Türkmenler akın akın gelerek Selçuklulara katılıyordu. Bu yüzden toprak sıkıntısı çekilmeye başlanmıştır. Daha teferruatlı bilgi için bkz. Köymen, 1998: 44. 145 56 de bazı hizmetler karşılığında147 kendilerine verilmesini istediler. Aksi takdirde savaşmak azminde ve kararında olduklarını bildirdiler.148 Selçukluların savaşma azmi ve kararlılığını vurgulayan bu düşünceler Gazneliler için ayrıca oldukça sert bir nota idi. Zaten birkaç kez mağlup olmuş Gazneli askerlerinin kalplerini korku kaplamıştı. Bunun üzerine vezirler ve ileri görüşlü devlet adamları toplanıp durumu Gazne’de bulunan Sultan Mesud’a bildirdiler. Sultan Mesud, Türkmenleri Horasandan bu defa tamamıyla çıkarmak için büyük bir ordu hazırlattı. Orduyu, Hâcib Sübaşı kumandasında Selçuklular üzerine sevk etti. Gaznelilerin kendilerine karşı savaş hazırlıklar yürüttükleri haberini alan Selçuklu beyleri, obaların bütün ağırlığı ile kadınları ve çocukları çölün içine göndererek kendi savaş taktiklerini rahatça uygulayabilecekleri bir ordu meydana getirdiler. Kısaca ifade edecek olursak, ağırlıksız ve manevra kabiliyeti yüksek bir ordu meydana getirdiler.149 2.1.2.2. Savaşın Psikolojik Cephesi ve Savaşın Seyrine Etkisi Sultan Mesud adına orduyu idare eden Hâcib Sübaşı, esasında korkak biriydi. Bir süre bu durumunda etkisiyle Herat'ta otururken Çağrı Bey, ansızın Merv’e bir baskın düzenleyip şehri yağmalamıştır. Sübaşı, Çağrı Bey'in üzerine yürüdü ise de fazla mukavemet gösterememiştir. Çağrı Bey'in Cüzcân hâkimini öldürmesi, Gazneli ordusu nezdinde bir yıkım yaratmıştır. Buna karşı Selçuklu askerlerinin ise alınan başarılar nedeniyle cesaretleri ve ümitleri artmıştır.150 147 Gazneli devletine maaşlı asker olarak hizmet etmek, Horasan’da asayişi temin etmek ve verilecek benzeri vazifeleri yapmak… bkz. M. Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1976, s. 10. 148 Köymen, 1976: 10, Alptekin Coşkun “Büyük Selçuklular”, DGBİT, VII. Cilt, İstanbul, Çağ Yay., 1989, s. 101, Koca, 1997: 69, Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Ankara, TTK Yay., 2000, s.46. 149 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 366, Sadrüddîn Hüseynî, 1943: 6-7, Koca, 1997: 70, Kafesoğlu, 1972: 24. 150 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 366, Ahmed bin Mahmud, 1977: I, 17. 57 Nisan 1037 yılının cuma günü Merv’de Çağrı Bey adına hutbe okunmuştur. Subaşı ise bu arada oyalanıp vakit kazanıyor ve bir yerden diğerine dolaşıp duruyordu. Gaznelilerin oyalama siyasetini fark eden Selçuklular, yeniden küçük guruplar halinde akın ve yağma faaliyetlerine başladılar. 20-30 parçaya ayrılmış birlikler halindeki Selçuklu kuvvetleri 1037 yılı sonbaharından 1038 yılı ilkbaharına kadar Cuzcân, Tâlikan ve Fâryâb’dan Rey’e kadar her tarafta akınlar tertip etmişlerdir. Anlatıldığına göre Hâcib Sübaşı’nın bu baskınlardan haberdar oluncaya kadar iş işten geçiyordu.151 Bu baskınlar vesilesiyle aldıkları Rey şehri, Selçuklu akınlarının ne derece etkili olduğunu göstermesi açısından da önemlidir. Gazneli ordusunun Horasan’da uzun müddet kalması, ülkenin yağmalanması erzak ve yiyecek sıkıntısına yol açarken, sürekli kan dökülmesi askerlerin moralini bozmuştu. Kısaca büyük bir ordu yıpranmaya başlamıştı. Selçuklulara gelince, onlar azıcık bir şeyle yetindiklerinden yiyecek meselesine fazla önem vermiyorlardı. Bu yüzden de Hâcib Sübaşı savaşmaya mecbur kaldı ve Çağrı Bey’in üzerine yürüdü. Bu durumda Sultan Mesud’un, bir an önce Selçuklu beyleri ile meydan savaşına gidilmesi yönündeki isteği de etkiliydi. Nihayet iki ordu Haziran 1038 yılında Serahs kapısında karşılaştı. Selçuklular ilk karşılaşmada gruplar halinde, Gazne ordusunu hırpalayıp sür’atle geri çekiliyorlardı. Sabahtan akşama kadar süren şiddetli savaşta Hâcib Sübaşı’nın askerleri sebat göstermedi. Çok kötü bir hezimete uğrayarak rezil ve perişan bir vaziyette Herat’a gittiler. Çağrı Bey’in büyük gayretleri neticesinde Selçuklular savaşı kazanıp Horasan’a hâkim olmuşlardır.152 Sonuç itibariyle kendilerinde Gazneli ordusuna karşı koyacak gücü gören Selçuklular, akın ve baskınlarla önce Gazneli ordusunu yıpratıp savaş cesaretini kırarak korkutmuşlardır. Asıl meydan savaşında da bu durumdan yararlanarak büyük başarı elde etmişlerdir. 151 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 366-367, Köymen, 1976: 11; 1979: I, 246. İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 367, Sadrüddîn Hüseynî, 1943: 6-7, Ahmed bin Mahmud, 1977: I, 20-21, Koca, 1997: 70, Köymen, 1976: 11, Turan, 1999: 99. 152 58 2.1.3. Dandanakan Savaşı 2.1.3.1. Savaşın Sebebi Sultan Mesud, ordusunun arka arkaya iki defa yenilmesinden sonra durumun son derece ciddi olduğunu anlayarak Selçukluların daha fazla güçlenmesine mani olmak için kısa sürede harekete geçmiştir. Bu maksatla 300 savaş fili ile destekli, sayısı atlı - yaya 50 bini bulan kuvvetiyle Selçuklular üzerine yürümüştür. Siyasi kavrayışı zayıf olan Sultan Mesud, daha evvel askeri kabiliyeti yüksek bazı komutanları sudan sebeplerle görevden almış, kimilerini de öldürtmüştür. Sultanın bu yanlış tutumu, hassa ordusundan birkaç bölüğün, kendisinden ayrılarak Selçuklu saflarına geçmesine de neden olmuştu. Bununla beraber ayrıca Selçuklu saflarına geçmenin fırsatını kollayan birçok komutan ve askerler de bulunuyordu.153 Tüm bu nedenler, Gazneli ordusunda büyük bir huzursuzluk yaratmıştır. Şüphesiz bu durum da meydan savaşı yapacak bir komutan için hiç de iyi bir başlangıç değildi. Diğer taraftan, Selçuklu Beyleri Gazneli ordusuyla bir meydan savaşı yapmak için gerekli tedbirleri almışlardı. Onlar her zaman yaptıkları gibi, savaşta rahat hareket etmek maksadıyla savaşma güçlerini engelleyecek faktörlerden kurtulmak için obalarının ağırlıklarını, kadın, çocuk ve yaşlılarını düşmanın ulaşması zor bir sahaya göndermişlerdir. Bu durum aynı zamanda düşmanın eline geçince çok büyük maddi ve manevi kayıplarla sonuçlanacak olası bir olaydan da kurtulmaya yönelik bir adım olarak düşünülebilir. İşte Dandanakan savaşı öncesinde Selçuklu Beylerinin bu maksatla seçtikleri yer Balhan dağları etekleridir. Neticede mobilize olmuş yaklaşık 16 bin civarındaki Selçuklu kuvvetleri savaşmaya hazır bir duruma gelmiştir.154 153 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 367, Muhammed b. Ali b. Süleyman er-Râvendi, Râhat-üs-Sudûr ve Âyetüs- Sürûr, I. cilt, çev. Ahmet Ateş, Ankara, TTK Yay., 1999, s. 99, Koca, 2005: 60-61. 154 Koca, 2005: 60-61, Köymen, 1998: 52. 59 2.1.3.2. Savaştan Önce Gazneli Ordusuna Yapılan Baskınlar, Korku ve Panik Hali Kaynaklardan anlaşıldığına göre Selçuklu Beyleri başlangıçta bir meydan savaşını göze alamadılar.155 Sultan Mesud’un ilerlemesi karşısında Selçuklular, yıpratma savaşı yapmak üzere dağınık bir şekilde çöllere çekilmişlerdir. Bu birliklerin Gazneli ordusu tarafından sahrada takip edilmesi imkânsızdır. Çünkü çölde harekete alışık olmayan Gazne ordusu gerekli takibi yapamayacaktır. Daha sonra Sultan Mesud Kasım 1039 yılında Selçuklular tarafından boşaltılan Nişabur’a girmiştir. Ancak harap olmuş şehirde kıtlık hala hüküm sürmektedir. Gazneli kumandanları Nişabur’da ot dahi bulamadığı için ordunun isyan etmesinden korkup esasında Nişabur’dan pek de farklı olmayan Serahs’a doğru harekete geçmişlerdir. Serahs’a geldikleri zaman sıkıntılarının biteceğini sanan Sultan Mesud, ordusunun perişanlığını görünce çok şaşırmıştır. O daha sonra kesin bir kararlılıkla Merv’e gitmeye karar vermiştir. Selçukluların yer yer düzenledikleri ara hücumlar ve yıpratıcı baskınlar, sahrada yol alan Gazneli ordusunun çok ağır kayıplar vermesini sağlamıştır. Selçuklu kuvvetleri ayrıca sahrada Sultan Mesud’un karargâhının bulunduğu yere yakın nehrin yatağını değiştirmiş, su tedariki için açılmış kuyuları bozarak Gazneli ordusunun zor durumda kalmasına neden olmuşlardır.156 155 Sultan Mesu’dun hareketlerini adım adım takip eden Çağrı Bey, daha önce de bahsettiğimiz gibi Ulya- âbâd denilen yerde Gazneli ordusunun üzerine bir saldırı düzenlemiştir. Amacı Gazneli ordusunun savaş gücünü ölçmektir. Ama bu hareketinde başarılı olamamıştır. Bu başarısızlık Selçukluların durumunu hiç etkilemedi, ama Sultan Mesud’un kararlılığı karşısında endişeye düşen Selçuklular, bundan sonra bir durum değerlendirmesi yapmak ve hareket tarzlarını belirlemek üzere Selçuklu Beyleri, Serahs şehrinde bir araya gelerek bir kurultay topladılar. Onlar bu toplantıda kendi aralarında uzun uzun tartıştılar. Çağrı Bey, bir meydan savaşı verilmesi kararındaydı. Çünkü o, son çarpışmada Gazneli ordusunun çok hantal olduğunu, bundan dolayı savaş yeteneğinin zayıf bulunduğunu tesbit etmiştir. Üstelik bu ordunun Sultan Mesud’un sert ve hoşgörü tanımaz tavrı yüzünden savaşmakta isteksiz olduğu da, onun gözünden kaçmamıştır. Bu şekilde Gazneli ordusunun durumunu tesbit etmiş olan Çağrı Bey, son derece hareketli olan Selçuklu birlikleriyle bir meydan savaşında kesin sonuca gidebileceği fikrindeydi. Çağrı Bey bu fikrinde ısrar edince, Başta Tuğrul Bey olmak üzere diğer Selçuklu Beyleri ona katılmak zorunda kaldılar. Koca, 1997: 74, Köymen, 1998: 49-50. 156 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 368, er-Râvendi, 1999: I, 99, Müneccimbaşı, 2000: I,10, Sadrüddîn Hüseynî, 1943: 10, Koca, 1997: 74, Kafesoğlu, 1972: 26, Köymen, 1998: 52, Çoşkun, 1989: VII, 103, Merçil, 1989: 74, Adnan Nur Baykal, Türklerin Strateji Serüveni, İstanbul, Sistem Yay, 2008, s. 36. 60 Selçuklular, Gaznelilere karşı 1039 yılının ilkbaharında başlattıkları yıpratmaya dönük faaliyetlerini 1040 yılının ilkbaharına kadar sürdürmüştür. Bu zaman zarfında Sultan Mesud, vezirinin tavsiyesi üzerine Selçuklu Beyleriyle anlaşmaya çalışmışsa da karşılıklı güvensizlik nedeniyle olumlu sonuç alamamıştır. Fakat daha sonraları Gaznelilerin düştükleri çıkmazdan kurtulmak için Selçuklularla mütareke akdine yanaştıkları ve savaşmaktan vazgeçmeye yönelik hareketler sergiledikleri anlaşılmaktadır. Savaşın çok uzamasından dolayı bir ara Selçuklu beylerinin maneviyatı bozulmuş ve yılgınlık içine düşmüşlerdir. Hatta onlardan bazıları iş işten geçmeden bir an önce Horasan’ın terk edilmesini istemişlerdir. Amacına ulaşma hususunda sarsılmaz bir inanca sahip olan Çağrı Bey, “başlanılan işin sonunun getirilmesi”, gerektiğini söyleyerek, yılgınlık içinde olan Beyleri savaşın devamı konusunda ikna etmeyi başarmıştır. Selçuklu Beyleri, bu uğraş sonunda yeni bir mücadele azmi ve cesaretiyle bütün kuvvetlerini Merv yöresinde toplamışlardır. Savaşın başından beri uyguladıkları vur-kaç taktiği ile madden ve manen çökertilmiş olan Gazneli ordusu nihai sona yakın bir duruma getirilmiştir. Daha önce bahsedilen malum sıkıntıların yanında özellikle savaşın gittikçe uzaması Gazneli askerleri arasında memnuniyetsizlikle karşılanmaktaydı. Sultan Mesud belki de tüm bu olumsuzlukların da etkisiyle giderek asabi bir kişiliği bürünmüştür. Sultanın bu beklenmedik davranışları, başta devlet adamları ile komutanlar olmak üzere tüm askerler üzerinde sadakatte zaafa neden olmuştur.157 2.1.3.3. Devlet Kuran Savaş: Dandanakan Zaferi Bir yıl süren kovalamadan sonra Gazneli ordusunun yeteri kadar yıpranmış olduğu kanaatine varan Selçuklu Beyleri, Merv yakınlarındaki Dandanakan hisarı önünde meydan savaşını kabul etmişlerdir. Saflar halinde savaşa başlayan Gaznelilere rağmen, Selçuklular bölük bölük saldırıya 157 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 368, Köymen, 1998: 52, Koca, 1997: 75, Turan, 1999: 105, Merçil, 1989: 75. 61 geçmişlerdir. Bu saldırılar ile Gazneli ordusuna ani ve şaşırtıcı darbeler vurduktan sonra hızla geri çekilen bölüklerin yerini arkada bekleyen istirahat halindeki bölükler almaktaydı.158 Nihayet Selçuklu askerlerinin yıldırım gibi saldırıları ve oğuz okçuların ordunun ileri kanatlarını ok yağmuruyla şaşkına çevirmeleri Gazne saflarını bozmaya yetmiştir. Bu arada 370 kişiden oluşan bir bölük, savaş cereyan ederken, Gazneli ordusundan ayrılıp Selçuklular tarafına geçmiştir. Hâlbuki bunlar, Gazneli ordusunun vurucu gücünü oluşturan en güvenilir birlikleriydi. Artık Gazneli ordusunda büyük panik başlamıştır. Çünkü ordu bir taraftan çökerken, bir taraftan da çözülüyordu. Bu durum, Selçuklu beylerinin zafer umutlarını artırıyor ve onları cesaretlendiriyordu. Son derece hareketli olan Selçuklu birliklerinin durmadan tekrarladıkları vurma ve geri çekilme taktiği üç gün boyunca sürmüştür. Nihayet, susuzluk, yorgunluk, açlık ve mevcut fikir ayrılıkları içinde bitkin bir halde bulunan Gazneliler, Çağrı Bey’in saldırısı ile bozguna uğramışlardır. Savaşı kaybettiğini anlayan Sultan Mesud, yanında kalan 100 kadar has adamıyla birlikte Gazne şehrine doğru kaçmıştır.159 Selçuklular, coğrafyanın kendilerine sağladığı avantajları çok iyi kullanıp, düşmanının hareket yapısı, psikolojik ve ruh halini çok iyi analiz edip ona göre strateji belirlemişlerdir. Bu sayede piyade, süvarileri ve fillerle desteklenmiş çağın en ihtişamlı ve gözde Gazneli ordusunu madden ve manen çökerterek büyük bir yenilgiye uğratmışlardır. Böylece Selçuk Bey’le başlayan, oğlu Arslan Yabgu ile devam edip torunları Tuğrul ve Çağrı Beyler zamanına dek devam eden yüzyıllık 158 Öte yandan İbnü’l Esir, tam bu sırada bir hadise vukû bulduğunu kaydeder: Mesud’un mahiyetindeki bir grup asker arasında su yüzünden anlaşmazlık çıktı ve birbirlerine girdiler. Hadise büyüdü, hatta birbirleriyle savaşmaya ve birlerinin mallarını yağmalamaya başladılar. Bunun üzerine askerler arasında Mesud’a karşı bir soğukluk meydana geldi. Mesud’un yanından ayrılmak ve onu kendi haline bırakmak için birbirlerini teşvik etmeye başladılar... bkz. İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 368. 159 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 369, Koca, 1997: 75-76, Kafesoğlu, 1972: 26, Köymen, 1998: 53, Turan, 1999: 105, Merçil, 1989: 76, Erol Güngör, Tarihte Türkler, İstanbul, Ötüken Yay., 2000, s.80, Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi: Selçuklular ve Anadolu Beylikleri, II.cilt, Hayat Yay., şy., 1964, s.29. 62 mücadele, zaferle sonuçlanarak, Büyük Selçuklu Devleti adını verdikleri devlet kurulmuştur. 2.2. ANADOLU ÜZERİNE DÜZENLENEN SEFER VE AKINLARDA YAPILAN SÜRPRİZ BASKINLAR Üçüncü bölümde bahsedildiği üzere Selçuklular, Mâverâünnehir'e geldiklerinde Karahanlı, Gazneli, Samanoğulları Devletlerinin, İran ve Mâveraünnehir hâkimiyeti için birbirleriyle mücadele halinde oldukları bir ortamla karşılaşmışlardır. Henüz devlet kuramamış olan Selçuklular, bu devletlerarasında zamanla siyasi bir kuvvet olarak tanınmış, devletlerarası politik ilişkilerde kısa sürede rol almaya başlamışladır. Bir yandan da siyasal nüfuz kazanmaları, bu devletleri Selçuklulara karşı olmaya itmiştir. Bu arada Türkmen kitlelerinin nüfusunun giderek artması Selçuklu Beylerini yeni yurt ve meralar aramaya sevk ediyordu. Buna ek olarak Batı ve Doğu Karahanlı hükümdarlarının baskıları Çağrı ve Tuğrul Beyleri yeni bir durum değerlendirmesi yapmaya yöneltmiştir. Gelinen noktada Mâverâünnehir'de varlıklarını koruyamayacakları anlamış bulunuyorlardı. Tüm bu faktörler Tuğrul Bey'in obalarının ağırlıklarını, kadınları, çocukları alarak geçilmesi uzak çöllere çekilerek düşman saldırısından korunacak bir pozisyon almasına; Çağrı Bey'in ise batı istikametinde ilerleyerek Doğu Anadolu'ya160 bir keşif seferi yapmasına neden olmuştu. Söz konusu sefer ile 160 Doğu Anadolu, tarih boyunca birçok topluluğa ve çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapan bir bölgedir. Burada çoğunlukta yaşayan topluluk ise Ermenilerdir. Kendisini "Hayk" olarak isimlendiren bu topluluğun yaşadıkları coğrafya "Armenia" olarakta anılmıştır. X. yüzyılın son çeyreğine girilirken Doğu Anadolu Bölgesinde merkezleri Ani, Kars ve Van olmak üzere üç Ermeni krallığı ortaya çıkmıştır. Ermeniler, Doğu Anadolu bölgesinde tabii krallıklar şeklinde olsa da sürdürdükleri hâkimiyetlerini, Bizans İmparatoru II. Basileios'un bölgeyi ilhak politikasını başlatması üzerine Bizans'a devretmek zorunda kalmışlardır. Buna göre, Anadolu’ya Selçuklu akını başlamadan önce bu yerler Bizans tarafından ilhak edildiğinden her ne kadar Türkler bölgede Ermenilerle çatışmaya girse de bölgeyi Ermenilerden değil Bizans'dan almış olacaktır. Bu arada Bizans’da iç karışıklar içinde bulunuyordu. Sarayda menfaat esasına göre kurulan grupların yersiz müdahaleleri yüzünden sarsılan imparatorluk, ordu iyice ihmal etmiş, bilhassa eyaletlerdeki askeri birlikleri parasız ve yiyeceksiz bırakmıştır. Mehmet Ersan, Selçuklular Zamanında Anadolu’da Ermeniler, Anakara, TTK Yay., 2007, s.1, 6. 63 ayrıca Selçukluların oldukça bozulmuş olan ekonomik durumlarını elde edilecek ganimetler sayesinde düzeltilmesi planlanmaktaydı161 1016-1021 yılları arasında Çağrı Bey bu keşif seferini gerçekleştirmiştir. Sefer sonucunda elde edilen bulgular oldukça önemlidir. Çünkü yeni bir Türk devletinin kurulup inkişafında son derece önem arz eden Anadolu coğrafyasının keşfine zemin hazırlamıştır. Çağrı Bey: “Biz buralardaki güçlü devletlerle yani Karahanlı-Gazneli devletleriyle mücadele edemeyiz, ancak Horasan, Azerbaycan ve Doğu Anadolu’ya gidip oralarda hükümran olabiliriz, zira oralarda bize karşı koyabilecek hiçbir kuvvete rastlamadım.”162 demiştir. Çağrı Bey, başta Anadolu'da büyük bir siyasi güç'ün olmamasına dikkat çekerek toprakları ile ikliminin gelecekte kendilerinin yerleşmelerine oldukça uygun olduğu kanaatine varmıştır. Bu kanaatini de Tuğrul Bey ile paylaşmıştır. İşte daha sonraları Horasan'da devlet kuracak olan Selçukluların, Anadolu topraklarına akınlar düzenlemelerine giden sürecin başlangıcı da bu keşif seferinde saklıdır. Çağrı Bey’in Anadolu toprakları hakkındaki ümit verici bilgiler üzerine, Türkmenistan’dan Horasan’a gelmiş olan Türkmen kitleleri, batıya doğru akmaya başlamışlardır. Bir Bey veya komutanın etrafında toplanarak, Anadolu’yu kendilerine yurt yapmak için akınlara başlamışlardır. Bu akınlar, Büyük Selçuklu Devletinin kurulmasından sonra da devlet kontrolünde ve belli plan dâhilinde yürütülmüştür.163 161 Koca, 1997: 53, Kafesoğlu, 1972: 16. Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi: Selçuklular Dönemi( Başlangıştan 1086’ya Kadar), Ankara, TTK Yay., 1988, s.21. 163 Mehmet Tanju Akad, Bir Savaş Nasıl Kaybedilir? Selçuklu, Osmanlı Tarihinde Askeri Hatalar, İstanbul, Kitap Yay., 2009, s. 9, Turan, 1999: 112-113. 162 64 2.2.1. Sultanların Yapmış Olduğu Sefer ve Akınlar 2.2.1.1. Çağrı Bey'in Anadolu’ya Keşif Seferi Çağrı Bey 1016 yılı başında 3 bin kadar seçme süvarisi ile Anadolu topraklarına doğru yola çıkmıştır. Çağrı Bey, Selçukluların hareketini titizlikle gözleyen Gazneli Devleti'nin bir boş anını yakalayarak Horasan'dan geçmiştir. Sonra da Irak-ı Acem üzerinden Azerbaycan topraklarına ulaşmıştır. Burada Samanoğullarından Emir Ahmed bin İsmail zamanında Horasandan getirilmiş Türkmen kuvvetlerini de kendi birliklerine katmıştır. Yatağından çıkan bir sel gibi Anadolu'ya giren Çağrı Bey, Ani Ermeni krallığı topraklarına kadar sırayla Vaspurakan Krallığı, Şeddat Oğulları ve Gürcü Krallığı topraklarını geçerek oldukça geniş bir alanı kapsayan akın hareketinde bulunmuştur.164 Türklerin Vaspurakan'a girdiklerini kaydeden çağdaş müellif Urfalı Mateos, diğer Ermeni ve Süryani müellifler gibi Türkleri, Hristiyanlar üzerine gönderilmiş Allahın birer gazabı olarak nitelendirmiştir. Türklerin görünüşleri ve kıyafetleri, Bizans ve Ermenilerin taktilerine benzemeyen savaş taktikleri Vaspurakan halkı ve askerlerini telaşa düşürerek derin bir panik havası yaratmıştır. 165 Çağrı Bey, Vaspurakan'da tahrip akınlarını geliştirdikten sonra Van Gölünün kuzey havzasına gelmiştir. Kral Senacherim (Senekerim), bu haberi alınca başkumandan Şabuh'a derhal tedbirler almasını ve Türkler üzerine yürünmesini emretmiştir. Senacherim büyük oğlu David'i de Sabuh'un yanına vermiştir. Ancak ilk defa karşılaştıkları Türklerle nasıl savacaklarını bilemeyen Ermeni askerleri, kılıçlarla Türklerin üzerine yürüdükleri zaman arkalarında mevzilenmiş Türk askerlerinin oklarına maruz kalarak büyük kayıplar vermişlerdir. Buna rağmen David kılıcına fazla güvenerek saldırıdan vazgeçmemiştir. Başta Türkleri gerilettiğini sanarak bir çember içine düşme 164 Kafesoğlu, 1972: 16, Koca, 1997: 54, Köymen, 1998: 33. Urfalı Mateos, 2000: 48-49, Ali Sevim, Genel Çizgileriyle Selçuklu-Ermeni İlişkileri, Ankara, TTK Yay., 1983, s. 11. 165 65 durumuyla karşılaşınca Başkumandan Şabuh, David'i omzuna vurarak zorla savaştan döndürmüştür. Çağrı Bey bundan sonra bu bölgede ciddi bir kuvvetle karşılaşmadı ve birçok sahayı ele geçirdi. Vaspurakan Krallığının batı parçasını Selçuklular adına hâkim olmuştur. Buradan bol miktarda ganimet toplayarak Gürcülerin oturdukları Nahcivan bölgesine yürümüştür. Bu topraklara giderken de Şeddat oğulları arazisinden geçerek Gürcü arazisine ulaşmıştır.166 Çağrı Bey, Gürcüler üzerinde geniş bir yağmaya giriştiği sırada bu toprakları korumakla görevli Bizans’ın Gürcü asıllı kumandanı Liparit, emrinde 5 bin kişilik kuvveti olduğu halde karşı koymaya cesaret edemeyerek kaçmıştır. Böylece bütün bölge kolayca hâkimiyet ve denetim altına alınmış olunuyordu.167Çağrı Bey daha sonra, Dovin şehrinin güneyindeki Nik bölgesine yürümüştür. Bu bölgedeki Beçni kalesinin Bizans kumandanı Vasak Pahlavuni, muhtemel tehlikenin farkında olduğundan Selçuklu akıncılara karşı etraftan kuvvet toplamaya başlamıştı. Fakat çok kısa süre içinde Selçuklu öncü kuvvetlerini Beçni civarında görmeleri sonucu şok olmuşlardır. Tam olarak askeri kuvvetlerini toplayamayan komutan, yine de 5 bin kişilik kuvvetle karşı koymaya çalışmıştır. Söz konusu kuvvetlerle Vasak Pahlavuni, bir köy kilisesini muhasara eden Türkmenlerin üzerine baskın yapıp ağır kayıplara uğratarak geri çekilmeye mecbur etmişti. Bu mağlubiyet aynı zamanda Türkler belirli aralıklarla geri çekilerek düşmanı asıl merkez kuvvete çekmeye dönük planının bir parçasıydı. Ve elbette ki Vasak Pahlavuni bu çekilmenin gerçek nedenini bilmiyordu. Sadece vurulan her bir darbenin kendisini zafere götüreceği heyecanıyla hareket ediyordu. Böylece Vasak Pahlavuni’nin ordusu bozguna uğratılmıştır. Çağrı Bey, Van Gölü havzasından sonra Nahçivan ve Nik bölgelerini de istilâ ve akınlarla denetim altına almış oluyordu.168 166 Urfalı Mateos, 2000: 48-49, Kafesoğlu, 1972: 16, Ersan, 2007: 20. Vardan, “Türk Fütuhat Tarihi”(Vakayiname’den), çev. Hrant Der Andreasyan, Tarih Seminerleri Dergisi, s. 1/2, 1937, s. 173, Sevim, 1988: 20, Köymen, 1998: 33, Ersan, 2007: 20-21. 168 Sevim, 1988: 21, Vardan, 1937: 173-174, Kafesoğlu, 1972: 16. 167 66 Daha sonra Ani Ermeni krallığının topraklarına giren Çağrı Bey, belki de uzun yolculuğun yaratmış olduğu yorgunluğun da etkisiyle ilk başarısızlığını almıştır. Artık yeteri kadar ganimet elde etmiş olan Çağrı Bey, geri dönmeye karar vermiştir. Geldiği güzergâhı takip ederek tekrar Mâverâünnehr'e dönmüştür. Sonuç olarak, henüz siyasi bir teşekkül haline gelmemiş Selçuklular, bulundukları bölgenin siyasi ve demografik özelliklerini çok iyi analiz ederek kendileri için daha rahat yeni bir sahanın gerekliliğine karar kılmışlardır. Bu sahanın keşfinde Selçuklu Sultanlarının gayreti ve yetenekleri yadsınamaz. Bu yetenek ve gayretler Türk savaş taktikleri ile birleşince girişilen mücadelelerde tez zamanda sonuç elde edilmiştir. 2.2.1.2. Sultan Tuğrul Bey’in 1054-1055 Yılları Arasında Anadolu’ya Seferi Sultan Tuğrul Bey, başkenti Nişabur’dan Rey’e taşıdıktan sonra bazı Selçuklu Bey ve komutanlarını Anadolu’nun fethiyle görevlendirmiştir. Bunların Anadolu’da geniş alanlarda akınlarda bulunması, özelliklede İbrahim Yınal ve Kutalmış’ın Pasinler ovasında Bizans ordusuna karşı kazandığı zafer Sultanı heyecanlandırmış, Anadolu’nun fethine bizzat katılma gereği duymuştur. Temel amacı Anadolu’yu kendisine açacak kilit noktaları birer birer ele geçirmekti. Ayrıca Pasinler savaşından sonra Bizans ile yapılan barışta tam bir anlaşma sağlanamaması, Tebrizli Ravvadi Vasudân’ın, Dovin ve Genceli Abu’l Asvâr’ın kendisine itaatte sorun yaratmaları da diğer önemli sebepler arasındadır.169 Sultan Tuğrul Bey, sefer hazırlıklarını tamamlayıp 1054 yılında Azerbaycan’a gelmiştir. Tebriz de, Tebrizli Ravvadi Vasudân’ın, Dovin ve Genceli Abu’l Asvâr’ın direnişlerini kırarak itaat arz ettirip kendi adına hutbe 169 Ebû’l-Ferec, 1945: I, 306, Claude Cahen, Türklerin Anadolu’ya İlk Girişleri (XI Yüzyılın ikinci yarısı), çev. Yaşar Yücel-Bahaeddin Yediyıldız, Ankara, TTK Yay. 1992, s.11, Ersan, 2007: 23, Koca, 1997: 97. 67 okutturduktan sonra Anadolu’ya yönelmiştir. Van gölü civarından Anadolu’ya girip Bargiri (Muradiye)’yi zapt etmiştir. Daha sonra Urfalı Mateos’un da ifede ettiği gibi, “ateş fışkıran kara bulut gibi” hareket ederek Erciş’i feth etmiştir. 170 Bundan sonra Sultan Tuğrul Bey, müstahkem bir mevki olan Malazgirt kalesini kuşatmıştır. Urfalı Mateos bu kuşatmayı şu şekilde izah etmiştir: “….Tuğrul Bey Mandzgert şehrine girdi. Ertesi gün, şafak sökülünce Sultan, hücum borusunun çalınmasını emretti. Bu boru sesleri aksedince bütün ordu tarafından yükselen bağrışlar, Hristiyan halk üzerinde korkunç bir manzara hâsıl oldu ve bunu nasıl tarif etmelidir? Ama yine de onlar tek bir insan gibi müttefiken hareket edip şiddetli hücumlara göğüs gerdiler”.171 Böylece Sultan Tuğrul Bey kaleyi düşürmek için yaptığı bütün hücumlar netice vermedi. Hatta Pağeş (Bitlis)’ten büyük bir mancınık getirtti. Bu mancınık kurulunca şehir halkı yine dehşet içine düşmüştür. Ama mancınık, kale savunucuların baskı altına alınmasında bile fayda vermedi. Bu başarısızlığın başlıca sebebi, Türk ordusunun kuşatma savaşına alışık olmaması idi. Bu arada sürpriz bir olay yaşandı; kaleden çıkan bir Frank askeri, kendisine barış için gelen elçi intibahı vererek mancınığın önüne kadar gelip koynunda gizlediği neft ile mancınığı yakmıştır. Bu beklenmedik olayında yarattığı şok Selçuklu ordusu üzerinde moral yıkıcı bir etki yapmıştır.172 Bundan sonra Sultan Tuğrul Bey ordusunu üç kısma ayırdı. Birinci kısmı kuzeye yönlendirerek; Kafkaslar, Canik Ormanları, Tercan, Hanzit ve Erzincan’a kadar akın yapmakla görevlendirdi. İkinci kısmı Çoruh-Kelkit vadisi ötesindeki memleketlerin fethiyle görevli kılarak kendisinin de başında bulunduğu üçüncü kısımla Kars’a oradan da Pasinler ovasından hareketle Erzurum’a doğru yönelmiştir. Bu arada Ügümi’ye kadar ilerleyen Sultan’a, mukavemet edecek bir Bizans kuvveti çıkmamıştır. Böylece Doğu Anadolu’da 170 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 454, Urfalı Mateos, 2000: 100, Turan 1999: 131. Urfalı Mateos, 2000: 100-101. 172 Urfalı Mateos, 2000: 100-101, Ebû’l-Ferec, 1945: I, 306, Koca, 1997: 97. 171 68 geniş akınlar yapan Sultan Tuğrul Bey, yeteri kadar ilerlediğine ve ganimet elde ettiğine kanaat getirerek geri dönmeye karar vermiştir.173 Dönüşte tekrar güneye inen Sultan Tuğrul Bey Malazgirt’i kuşatmıştır. Uğradığı ilk yenilginin intikamını almak istiyordu. Kale savunucuları, beklenmedik bu kuşatmada büyük korku ve ümitsizlik içine düşmüşlerdir. Kış ayının yaklaşması kuşatmanın kısa sürmesine neden olmuştur. Geri dönüşü sırasında da Adilcevaz’a bir baskın yaparak bu kaleyi feht etmiştir. Sultan Tuğrul Anadolu’dan ayrıldıktan sonrada Selçuklulara bağlı kuvvetler Anadolu’nun muhtelif yerlerine düzenledikleri akınlara devam etmiş, hatta akınların arttığı görülmüştür.174 Yukarıda belirtilen olaylar dâhilinde, Sultan Tuğrul Bey Büyük Selçuklu Devletini kurmakla ve geliştirmekle beraber şüphesiz bir vatan kurma harekâtının da öncüsüdür. Oğuz kitlelerini Anadolu’ya doğru sevk edip, onların yeni yurtlarına yerleştirilmesi için bey ve komutanlar görevlendirmesinin yanında Anadolu seferine çıkması ile ileride kurulacak bir yurdun temelini atmıştır. 2.2.1.3. Sultan Alp Arslan’ın 1064-1071 Yılında Anadolu Seferleri Sultan Tuğrul’un ölümü üzerine 1063’de Büyük Selçuklu İmparatorluğu tahtına geçen Alp Arslan, ilk iş olarak Tuğrul Bey’in yarıda bıraktığı işleri tamamlamayı düşünmüştür. Bu nedenle Anadolu’ya sefer ve akınları düzenlemiştir. Nihayet 1064 Şubat’ında ordusuyla Azerbaycan üzerinden Aras civarındaki Marend (Merend) kentine gelmiştir. Burada kendisini Anadolu’ya sık sık akın yapan “Tuğtekin” adlı bir Türkmen Bey’i karşılamıştır. Tuğtekin, yaptığı akınlar ve Anadolu’ya giden yollar hakkında önemli bilgiler 173 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 454, Ernst Honigmann, Bizans Devletlerinin Doğu Sınırı(363'den 1071'e kadar), çev. Fikret Işıltan, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay, 1970, s.179, Mükrimin Halil Yinanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, İstanbul, Burhaneddin Matbaası, 1944, s. 48, Turan, 1999: 131, Kafesoğlu, 1972: 36-37, Koca, 1997: 98. 174 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 454, Honigmann, 1970: 180, Sevim, 1983: 15, Kafesoğlu, 1972: 36-37, Koca, 1997: 98, Ersan, 2007: 24. 69 vermiştir. Bu bilgiler Sultan Alp Arslan’ı Anadolu’yu fethe daha da teşvik etmiştir. Kısa süre sonra Nahçıvan’a gelen Sultan Alp Arslan, ordusunu iki kola ayırmıştır. Birinci kısım oğlu Melihşah ve veziri Nizâmü’l-Mülk idaresinde, Doğu Anadolu’daki sınır kaleleri üzerine hareket etmiştir. Kendisin de başında bulunduğu ikinci kısım ise Gürcü topraklarına175 doğru yönelmiştir. Sultan Alp Arslan’ın Gürcü topraklarına yöneldiğini öğrenen kral Bagrat, korkusundan Selçuklu ordusunun karşısına çıkmaya cesaret edememiş, kurtuluşu kaçmakta bulmuştur. Gürcü topraklarındaki bu başarısının yanında, oğlunun Doğu Anadolu akınlardaki başarılarından çok memnun olan Sultan Alp Arslan, ordularını birleştirerek Anadolu’nun fethinde önemli bir kilit nokta olan Ani şehri ve kalesi üzerine yürümüştür.176 Sultan Alp Arslan’ın Ani’ye gelişi bazı kaynaklarda zikr edilir. Örneğin Mateos, “… İranlıların ejderi olan Sultan… ”177 şeklinde izah etmiştir. Bu müstahkem şehir, sarp ve yüksek kayalar üzerine kurulu olup üç tarafı Arpaçayı nehri ile çevrilidir. Ayrıca karaya bağlı diğer tarafta ise su dolu bir hendek bulunuyordu. Halk bu tarafta kurulan bir köprü ile şehre girip çıkmakta idi. Bu yüzdende buranın silah kuvveti ile düşürülmesi son derece güçtü. Şehri çevreleyen surların görünüşü bile, kuşatanları korkutmaya yetiyordu. Şehrin bu yapısı Ortaçağ koşullarında muhasara ve fethini şüphesiz güçleştirmekteydi. Sultan Alp Arslan şehri 1064 yılında, su dolu hendeğin bulunduğu taraftan kuşatmıştır. Mancınık ve okçu birlikleriyle öncelikle şehrin kale savunucularını büyük bir baskı altına almıştır. Daha sonra kaleyi düşürebilmek için hücum üstüne hücum düzenlemiştir. Bu arada Sultan Alp Arslan, müdafilerin harp taktiğine başvurmuştur. Mesela Sultan, saman ve toprak dolu çuvalları yığdırarak bunların üzerinden kaleye neft attırmış, 175 Amacı, bölgedeki Gürcü ve Ermeni gücünü kırarak, Anadolu’ya yapacağı fetih faaliyetlerinde arkasını emniyet altına almaktı. Koca, 1997: 135 176 İbnü’l-Esîr, 1987: X, 49-50, Kafesoğlu, 1972: 43, Köymen, 1998: 257. 177 Urfalı Mateos, 2000: 119. 70 tahtadan bir köşk yaptırarak buradan savaşmıştır. Buna karşılık, sağlam ve yüksek surların sağladığı avantajları iyi bir şekilde değerlendiren Bizans birlikleri ile Ani halkı ise, olağanüstü bir direniş göstererek bütün saldırıları püskürtmeyi başarmıştır. Sultan Alp Arslan değişik harp taktiklerini uyguladı ise de kuşatmanın gereğinden fazla uzaması maneviyatını sarstı ve bir ara kuşatmayı kaldırmayı düşündü. Diğer taraftan kale savunucuların durumu daha da kötüydü. Bizans komutanları, hayatlarını ve Bizans hazinesini emniyete almak için düşürülmesi daha güç olan iç kaleye çekilmişlerdir. Böylece başsız kalan Bizans birliklerinin manevi kuvveti kırıldı ve savunmayı bırakarak kaçmaya başladılar.178 Bu durum şehir halkı arasında büyük korku ve panik yarattı. Böylece Sultan Alp Aslan’ın aradığı fırsat kendiliğinden ortaya çıkmış oldu. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen Sultan Alp Arslan son darbeyi vurmak için şiddetli bir hücum başlattı. Selçuklu birlikleri surları aşarak şehre girdiler. Kısa sürede şehre hâkim olan Selçuklu birlikleri, iç kaleyi de düşürerek, Ani şehir ve kalesinin fethini tamamlamıştır. 179 Bu başarı ile Anadolu’ya yapılan Türk akınları, akından fethe dönüşerek yeni bir gelişme safhasına girmiştir. Sultan Alp Arslan, Ani şehrinin ve kalesinin güvenliğinden sorumlu bir komutan tayin ederek Anadolu’da ilk Selçuklu askeri teşkilatının çekirdeğini oluşturmuştur. Artık buradan Anadolu’nun derinliğine yapılacak akınlarda ve fetihlerde, Selçuklu akıncılarının geri emniyeti büyük ölçüde sağlandığı gibi gerektiğinde yeterli desteği de alabileceklerdi. Bu gelişme Hristiyan dünyasını, başta Bizans olmak üzere, büyük bir şaşkınlığa düşürmüştür. 178 Bazı kaynaklar bu sürpriz gelişmeyi yani Alp Arslan’ın kaleye girişini farklı şekilde kayd etmiştir; “Allahın bir lûtfu olarak durup dururken surlardan bir parçanın yıkılmasına ya da surların deprem sebebiyle yıkılması,” fethe giden sürecin belirleyici etmeni olmuştur. Bu durum sonucunda, Alp Arslan, orduları yıkılan surlardan içeri girdirerek şehri zapt etmiştir. İbnü’l-Esîr, 1987: X, 51-52, Ali Sevim, Sıbt İbnü’l Cevzi’nin Mir’atü’z Zaman fi Tarihi’l-Ayan Adlı Eserindeki Selçuklular ile Bilgiler I Sultan Alp Arslan Dönemi, Belgeler, XIX/23 , Ankara, TTK Yay., 1999, s. 9-10, 179 Urfalı Mateos, 2000: 119-120, İbnü’l-Esîr, 1987: X, 51-52, Ebû’l-Ferec, 1945: I, 316, Kafesoğlu, 1972: 43, Koca, 1997: 136, Turan, 1999: 155, Köymen, 1998: 257-258. 71 Bundan sonra Sultan Alp Arslan, Kars kralı Gagik’i huzuruna çağırarak itaat etmesini istedi. Ani’nin akıbetini bilen Kral, itaat etmediği takdirde başına neler gelebileceğini tahmin ettiğinden itaati kabul etmek zorunda kalmıştır.180 Birçok akın ve baskınla ele geçirdiği kaleler ile esir ve ganimetlerin ele geçirildiği bu büyük sefer sonucunda, Sultan Alp Arslan Ermeniler ve Gürciler’den aldığı meskûn bölgeleri, atadığı bey ve komutanlara teslim ederek İsfahan’a dönmüştür.181 Afşin, akınını Marmara sahiline kadar genişlettikten sonra Bizans’ın başkentinin önlerine kadar gelmiş, sonra da Bizans’ın durumu öğrenip Sultan Alp Arslan’a bildirmişti. Ebü’l Ferec bu durumu şöyle kayd etmiştir; Afşin Bey, “Bizans’ın kendini müdafaaya muktedir olmadığını, yapılacak mücadelelerin çok kolay olacağını, tecrübelerine dayanarak anlattı. Bu sözler Sultana cesaret verdi, oda Roma diyarına karşı o derece sür’at ve sevinç içinde hareket etti ki, mallarını taşıyan develerin birçoğu sür’at yüzünden yolda helak oldu.”182 Afşin’in bu önemli istihbaratından sonra durum değerlendirmesi yapan Sultan Alp Arslan 1070 yılında Azerbaycan üzerinden Bizans ülkesine girmiştir. Öncelikle Sultan Tuğrul Bey’in alamadığı Malazgirt kalesini ele geçirmiştir. Ani’den sonra, doğunun üç müstahkem mevkilerinden biri olan Malazgirt’in düşmesi oldukça önemliydi. Sultan daha sonra ise Erciş’e yönelip fethetmiştir. Telhum bölgesindeki kaleleri de ele geçirerek Urfa önlerine kadar ilerlemiştir. Ancak, bütün imkânlarını kullanmasına rağmen burayı ele geçiremeyip Suriye’ye yönelmiştir. Halep’i alarak Şam’a doğru ilerlemeye başlamıştı ki, Bizans imparatorunun büyük bir ordu ile Doğu Anadolu’ya yöneldiğini 180 öğrenmiştir. Bunun üzerine zaman kaybetmeden Urfalı Mateos, 2000: 122, Koca, 1997: 137-138, Kafesoğlu, 1972: 44. Vardan, 1937: 177, Yinanç, 1944: 59. 182 Ebû’l-Ferec, 1945: I, 320. 181 süratle 72 Anadolu’ya dönmüştür. Bundan sonra Anadolu’da devlet kurma aşaması olan, 1071 Malazgirt savaşı gerçekleşecektir. 183 Sonuç olarak Sultan Alp Arslan zamanında Anadolu’nun çok geniş bir bölgesi, Türk akınlarına maruz kalmıştır. Bu akınların yayılması güneyde de bir hareket üssünün teşkilini gerekli kılmıştır. Yine önceki dönemde görülen yağma hareketi devam etmekle birlikte, Ani ve Malazgirt gibi büyük Bizans şehirleri fethedildikten sonra, artık Anadolu bir yurt olarak benimsenmeye başlanmıştır. Akıncılar Malazgirt savaşından sonrada kesin olarak Anadolu’yu yurt olarak benimsemişler ve Anadolu da kalmaya başlayarak mahalli devletler kurmuşlardır. 2.2.2. Hanedan Üyelerinin Yaptıkları Sefer ve Akınlar Bizans imparatoru Konstantinos Monomakhos 1042-1052 yıllarında, Ermeni ve Gürcileri baskı altında tutmak, Türkmen akınlarını da durdurmak maksadıyla harekete geçmişti. Bu maksatla bir yandan Ani’ye, bir yandan da Şeddâdilerin merkezi Dovin’e kadar ordusunu sevk etmişti. Bizans’ın bu harekâtına karşı Sultan Tuğrul Bey, İbrahim Yınal ile birlikte Irâk-ı Acem fütûhatında bulunan Kutalmış’ı büyük bir orduyla Azerbaycan’a göndermiştir. Bu harekâta Musa Yabgu'nun oğlu Hasan’da katılmıştır. İbrahim Yınal Dicle kıyılarına kadar olan sahayı fethederken, Kutalmış’da Aras Irmağını aşarak Ermeni ve Gürcü memleketlerine girmiştir. Öte yandan Musa Yabgunun oğlu Hasan ise 1048 yılında, Vaspurakan bölgesinde akınlarda bulunduğu sırada Gürcü kralı Liparit kumandasındaki Bizans-Ermeni-Gürcü ordusu tarafından pusuya düşürülerek şehit edilmiştir.184 183 Urfalı Mateos, 2000: 138-139, Ebû’l-Ferec, 1945: I, 320, Honigmann, 1970: 140-141, Turan, 1999: 169-180, Köymen, 1998: 263, Cahen, 1992: 23. 184 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 414, Turan, 1999: 121, Yinanç, 1944: 44-45, Kafesoğlu, 1972: 34, Ersan, 2007: 23. 73 Hasan’ın şehit edilmesinden sonra Sultan Tuğrul Bey’in emriyle İbrahim Yınal ve Kutalmış beraber harekete geçmişlerdir. Urfalı Mateos’un bu harekati, “Allahın gazabının bir alâmeti olan felâket İran’dan üzerimize gelmeye başladı. İki kumandan sultanın divanından çıkıp, muazzam bir orduyla Ermenistan’a karşı yürüdüler”185 şeklinde ifade etmiştir. Bu Türkmen Beyleri, Eylül 1048’de Pasinler ovasında Hasan-kale önlerine gelmişlerdir. Ayrıca Liparit idaresinde, bütün Gürcistan ve Abhaz kuvvetlerinden oluşan takviyeli 50 bin kişilik Bizans ordusu da Pasinler ovasına gelmiştir. İki ordu Hasan-kale önlerinde korkunç bir savaşa tutuşmuştur. Uzun müddet, galip taraf anlaşılamamıştır. Ancak yavaş yavaş Bizans ordusu geri çekilmeye başlamıştır. Selçuklular dağılmakta olan Bizans ordusunu çevirerek mağlup etmiştir. Esir edilen on binlerce asker ve çok sayıda kumandan arasında Gürcü kralı Liparit de vardı. İbrahim Yınal, başta Liparit olmak üzere, esirleri ve ganimetleri Sultan Tuğrul Bey’e götürürken, kalan akıncılar da Van gölü kıyılarından Trabzon’a kadar olan sahalara yayılmışlardır. Bizans imparatoru ise bu büyük bozgundan sonra Tuğrul Bey’le anlaşma yapmaya mecbur kalmıştır.186 2.2.3. Bey ve Komutanların Yaptıkları Sefer ve Akınlar Arslan Yapgu’ya bağlı Türkmenler, Çağrı Bey’in Anayolu’yla ilgili olarak Tuğrul Bey’e verdiği olumlu rapordan sonra, Sultan Mahmut ve Sultan Mesud’un takibinden kurtulabilmek için birkaç defa Anadolu’ya gelip akınlarda bulunmuşlardır.1028 de yapılan seferde pek çok kayıp vermelerine rağmen, önce Azerbaycan’a, oradan da Diyarbakır’a ve nihayet Bizans’ın ilhak ettiği Ermeni bölgesini içine alan geniş bir sahada yayılmışlardır.187 185 Urfalı Mateos, 2000: 85. İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 414-415, Urfalı Mateos, 2000: 85-86, Kafesoğlu, 1972: 35, Turan, 1999: 121-122, Yinanç, 1944: 47, Türk Zaferleri Serisi, No:1, Selçuklu’lar Döneminde Anadolu’ya Yapılan Akınlar(1049 Pasinler-1071 Malazgirt Zaferleri), Gnkur. ATASE, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1981, s.5, Honigmann, 1970: 178. 187 Turan, 1999: 119, Ersan, 2007: 21. 186 74 Gazne de Sultan Mahmut tarafından hizmetine alınan Türkmenlerin başbuğlarından Yağmur Bey’in Gazne valisi tarafından öldürülmesi üzerine, sayıları on bini geçen Türkmenler, Kızıl Boğa, Buka, Anasıoğlu, Dana, Göktaş ve Oğuzoğlu Mansur gibi Beylerin komutası altında birleşerek Gaznelilere karşı mücadeleye girişmişlerdir. 1036 yılında Gaznelileri mağlup eden bu Türkmenlerin önemli bir kısmı yine Azerbaycan’a gelerek daha önce gelmiş olan soydaşları ile birleşmişlerdir.188 1038 yılında bu Yabgular, Anadolu’ya tekrar akın hareketinde bulunmuşlardır. Birçok hıyanet ve felaketlere uğrayan bu Yabguların189 idaresinde sayıları 15 bini bulan Türkmenler 1042’de Urmiye’de toplanıp Ermeni Vaspuragan (Van Gölü) havzasına girmişlerdir. Burada Türkmenler birkaç kol halinde harekât etmişlerdir. Bir kısmı Ermeni prensi Haçik’i öldürüp, Erzurum’a kadar olan sahada “kartal gibi süratli” dolaşarak ilerlemiştir. Diğer Türkmen kitlesi ise Diyâr-ı Bekr istikametinden Mervâniler arazisine, Meyâfâkirin (Silvan), Mardin bölgesine ve Cizre’ye kadar ilerlemiştir. Nihayet diğer Türkmen kitlesi ise Sincar, Nûsaybin ve Hulvan hâvalisine kadar ilerlemiştir.190 Tüm bu seferleri İbnü’l Esir’in, “… Ermeni diyarına gidip oraları yağmaladılar ve halkını esir almaya başladılar, o kadar esir almışlardı ki en güzel cariyenin değeri beş dinardı. Erkek kölelere kimse bakmıyordu…” şeklindeki ifadesinden yapılan akın hareketlerinin 191 sonuçlarını görebilmekteyiz. Bahsettiğimiz bu Yabgular bir takım mücadelelerden sonra tekrar Rey’e dönmüşlerdir. 188 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 294- 295, Yinanç, 1944: 38. 1041’de Kızıl Boğa ölmüştür. Tuğrul Bey başkent Rey’den bunlara İslam ülkelerine akın etmemelerini ve Azerbaycan’a dönerek orada yaylak ve kışlak kurmaları ve orada Bizans’ gaza yapacak olan emirlerin maiyetine girmelerini hakkında emir gönderdi. Bunlar başlıca yukarıda ismi geçen Buka, Anası-oğlu, Mansur ve Göktaş Bey’lerin kumandanları altında oldukları halde Sultanın bu yeni emrine itaat ederek Anadolu’ya akını genişletmişlerdir. Ayrıca bu Türkmen Yabguları, Azerbaycan’a geldiklerinde Selçukluların vassalı olan Erran (Arran) bölgesine girip, Şeddâdiler ile birlikte Ermeni topraklarına birlikte akın yaptıklarını bazı kaynaklar kaydetmiştir. Urfalı Mateos, 2000: 68-71, Yinanç, 1944: 43, Kafesoğlu, 1972: 34 . 190 Urfalı Mateos, 2000: 76-77, Ebû’l-Ferec, 1945: I, 295-296, 303, Turan, 1999: 119-120, Kafesoğlu, 1972: 30, Yinanç, 1944: 43-44, İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 298-299. 191 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 301. 189 75 Sultan Tuğrul Bey 1054-1055 yılları arasında Anadolu’ya yaptığı sefer ve akınları tamamlayıp ayrıldıktan sonra Selçuklu Bey ve komutanları yer yer akınlar düzenlemeye devam etmişlerdir. Mesela Samuk (Sabuk, Sebük) komutasındaki Selçuklu birliği 1055 yılında Muş bölgesine akınlarda bulunmuştur. Samuk komutasındaki Selçuklu birliği ile mücadeleye girişen Bizans’ın Muş bölge valisi savaşta hayatını kaybetmiştir. 1057 yılında ise Ahlât’ı ele geçirmiştir.192 Bir Türkmen grubu da Pasinler ovasında yayılmıştır. Tarihçi Aristakes bu akınları şu şekilde izah etmiştir; “...İmparatoriçe Theodora zamanında Selçuklu kuvvetleri yaz-kış demeden Ermenilerin yaşadığı bölgelere saldırılar düzenlediklerin, keşif için gönderdikleri casuslar vasıtasıyla meskûn mahalleri öğrenip geceleyin ansızın baskınlar yaptıklarını, ganimetlerle çekilmekteydiler ..."193 şeklinde nakletmiştir. Ügümü şehrinin alınmasını bu konuda çok iyi bir örnek olarak gösterir. Kaynağın verdiği bilgiye göre; bir Selçuklu kuvveti Pasinler Ovasına yayılmış, Hasankale muharebesinin cereyan etiği yerde (Ciranis Dağı eteği) Ügümi şehrine akın düzenlemiş ve bu akın sırasında şehir kül yığını haline getirilmiştir.194 Dinar adında bir Bey’in komuta ettiği Selçuklu akıncıları,1057 yılında Erzurum’un Bayburt havalisini istila ettikten sonra Kemah ve Şebinkarahisar’a kadar ulaşmışlardır. Bundan sonrada Erzincan üzerinden Malatya’ya inmişler, bölgenin en zengin şehirlerini birer birer ile geçirerek yağmalamışlardır. Şehrin servetini toplayan Türkmenler 10 gün kaldıktan sonra Malatya'nın Hanzit bölgesinde karargâh kurmuşlardır. Fakat Bizans’ın takibi dolayısı ile oradan Sasun dağlarından aşarak, Muş’a varmak üzere hareket eden Dinar Bey, Ermeni prenslerin bir gece baskınına uğrayarak şehit düşmüştür. Başsız kalan Türkmen birlikleri ise dağılmışlardır.195 192 Turan, 1999: 151, Honigmann, 1970: 180, Ersan, 2007: 25. Ersan, 2007: 26. 194 Honigmann, 1970: 181, Turan, 1999: 151. 195 Urfalı Mateos, 2000: 107-108, Ebû’l-Ferec, 1945: I, 312-313, Turan, 1999: 151-152, Yinanç, 1944: 53. 193 76 Anadolu akınlarına, 1059 yılında Selçuklu ve Türkmen Beyleri tarafından devam edilmiştir. Sâlâr-ı Horasan (Yakuti?) komutasında bir Selçuklu akıncı birliği, Doğu Anadolu’dan Güney-Doğu Anadolu bölgesine inerek Urfa çevresini ele geçirmiştir. Samuh (İslam kaynaklarında Sanduk) komutasındaki başka akıncı birliği de Doğu Anadolu’dan Orta Anadolu bölgesine ilerleyerek Sivas’ı ele geçirip yağma etmiştir. Hatta buranın hâkimleri yani Bizans’a bağlı Ermeni komutanları Selçukluların geldiğini haber alınca hiçbir mukavemet göstermeden kaçmıştır. Bu durum Bizans’ın nasıl zayıf ve müdafaasız bir durumda bulunduğunu gösterir.196 Sultan Tuğrul Bey, son Bağdat seferine çıkmadan önce, 1062 de Azerbaycan’a gelmiş, bölgenin işlerini düzenlemiş ve Anadolu akınlarını inceleyerek bazı kumandanları yine sefer yapmakla görevlendirmişti. Bundan sonra Sâlârı Horasan, İsuli (Anasıoğlu?), Yusuf ve Cencem197 komutasındaki Türkmenler 1062 yılının Eylülünde Bizans arazisi sayılan Telhum, Bagin, ve Argin bölgelerini istila etmişlerdir. Ancak Bizans kuvvetleri saldırıya geçince fazla tutunmayıp geri dönmüşlerdir.198 Sultan Alp Arslan'ın, Doğu Anadolu’dan ayrılmasından sonra, görevlendirdiği Bey ve kumandanlar Anadolu akınlarına devam etmişlerdir. Hatta bu kuvvetler, Sultan Alp Arslan zamanında Anadolu topraklarının derinliğine nüfuz ederek, daha cüretkâr bir hale gelmişlerdir. Özellikle Sâlâr-ı Horasan, Gümüş-tigin, Afşin ve Ahmed-şah gibi Selçuklu Beyleri Doğu Anadolu’dan başlayarak Güney-Doğu Anadolu bölgesine kadar uzanan geniş bir akın harekâtında bulunmuşlardır. Bu cüretkâr komutanlardan Sâlâr-ı Horasan, ilk olarak 1066/1067 yıllarında Telhum'u kuşatarak, şehrin kuvvetli mukavemet göstermesi üzerine de Siverek üzerine yürümüştür. Burada 200 kişiden oluşan Bizans’ın Frank 196 Koca, a.g.e., 1997, s. 99, Honigmann, 1970: 183, Turan, 1999: 153, Sevim, 1988: 36, Yinanç, 1944: 53-54. 197 Bu isimler değişik şekilde söylenmesine rağmen bütün kaynaklarda aynıdır. Ancak haklarında bilgi yoktur. 198 Urfalı Mateos, 2000: 113-114, Ebû’l-Ferec, 1945: I, 216, Turan, 1999: 153-154, Yinanç, 1944: 55. 77 askerleri tarafından geri püskürtülmüştür. Daha sonra yardımcı kuvvet alarak Siverek, Nisibin (Nsepin) bölgelerine gelen Sâlâr-ı Horasan, halkı vahşetle kılıçtan geçirip buraları yağmaladıktan sonra Urfa tarafına yürümüştür. O sırada Urfa’da bulunan Antakya Dük’ü Ermeni Bekh’i de mağlup etmiştir. Aynı yıl içinde Urfa’yı üç defa kuşatmasına rağmen, Bizans, adına savaşan Ermeni, Frank ve Rumların mukavemeti karşısında sonuç alamayan Sâlâr-ı Horasan, bölgedeki başka kaleleri ele geçirmiş, aldığı esir ve ganimetlerle geri dönmüştür.199 Diğer taraftan Gümüştekin, 1066 yılında beraberinde Afşin, Ahmed ve diğer bazı beyler ile Ergani ve Telhum havalisine gelmiş ve burada bazı kaleleri ele geçirmiştir. Fırat’ı geçerek Hısn-ı Mansur ( Adıyaman) bölgesine yağmalamıştır. Urfa Dukası Arvantos, 10 bin kişilik bir Bizans kuvvetiyle baskın yapmak için takibe koyulmuştur. Fakat Hoşin kalesi civarında, Gümüştekin tarafından ağır bir mağlubiyete uğratılmıştır. Gümüştekin aldığı ganimetlerle Ahlât’a dönmüştür. Ahlât civarında Afşin ile Gümüştekin’in arası açılmış, Gümüştekin, Afşin tarafından öldürülmüştür.200 Afşin, Alp Arslan’ın gazabından korktuğu için sür’atle Fırat nehrini geçip karargâhını Kilikya’nın şimalinde, Amanos dağları arasında kurup, buradan geniş bir istila hareketine girişmiştir. Ordusundan büyük bir taife Dulûk ve Ra’ban’ı feth ederken, diğer bir kısmı da 1067 Ağustosunda Antakya dukalığı arazisine girip istila ve yağmaya başlamıştır. Antakya halkı büyük korku ve panik içinde dağlara ve kalelere kaçmıştır. Afşin ise Malatya civarında Bizans ordusunu mağlup edip, Tohma vadisini takiben Kayseri’ye gelerek, şehri yağma ve tahrip etmiştir. O zamanki vakanüvisler bu yıkıcı akınları şöyle anlatmıştır: “Her şeyi yağmaladılar, yaktılar, yıktılar. Hatta büyük ve namlı Vasilios’un kilisesine saldırdıktan sonra kutsal emanetleri dahi yağmaladılar. Geride kıymetli tek bir şeyi bırakmadılar ve halkının birçoğunu kılıçtan geçirdiler.” Bu izah yapılan akınların çok yıkıcı olduğunu 199 Urfalı Mateos, 2000: 125-127, Honigmann, 1970: 187, Köymen, 1998: 259, Ersan, 2007: 32. Urfalı Mateos, 2000: 134-135, Köymen, 1998: 259, Turan, 1999: 161, Honigmann, 1970: 139, Türk Zaferleri Serisi, 1981: 9-10. 200 78 ortaya koymaktadır. Kayseri’yi ele geçiren Afşin, Toros’lar üzerinden hareket üssüne geri dönmüştür. Diğer taraftan Ahlât’ı kendilerine hareket üssü edinen Er-basgan ve Sanduk gibi beyler ise Anadolu üzerine akınlarda bulunmaya devam etmişlerdir. 201 Anadolu’nun bu kadar yoğun bir şekilde Türkmen istilası altında kalmasından ve Ani’nin ele geçirilmesinden sonra, Ermeniler kafileler halinde Kapadokya ve Kilikya topraklarına göç etmişlerdir. Bütün bu gelişmeler üzerine vahameti gören Bizans İmparatoru Romanos Diogenes, 1067 yılında harekete geçmiştir. İmparator, Kayseri üzerinden Kuzey Suriye’ye hareket edip, 1068 yılında Menbic'i ele geçirmiştir. Amacı, Selçuklu Beylerinin bu akınlarda üs olarak kullandıkları Halep'in Anadolu ile irtibatını kesmektir. Ama onun bıraktığı boşluktan yararlanmasını bilen Afşin, Ahlât üzerinden Orta Anadolu’ya şiddetli bir akın yapmıştır. Bu akında Afşin, Emirdağ civarındaki Amuriyye’i (Amorium) zapt ve tahrip etmiştir. Bu duruma çok hiddetlenen İmparator, Kuzey Suriye'den süratle dönüp, Afşin’in yolunu kesmek istediyse de, bu teşebbüsünde başarılı olamamıştır. 202 Selçuklular 1069 yılında Afşin, Ahmed-şah ve Sanduk gibi komutanların önderliğinde Anadolu’ya akınları genişleterek artan bir hızla devam ettirmişlerdir. Şiddetli akınlar, Türkleri yok etmek maksadıyla sefere çıkan Bizans imparatoru Romanos Diogenes'in, planlarını bozmaktaydı. Diogenes, beklenmedik yerlerde ansızın ortaya çıkan Selçuklu akıncıları nedeniyle sık sık yön değiştirmeye mecbur kalıyordu. Kayseri üzerinden Harput’a yönelen İmparator, bu arada Selçuklu akıncılarının Malatya’da bulunduğunu ve Bizans komutanını yendikleri haberini almıştır. Hatta Selçuklu kuvvetlerinin Konya’yı da ele geçirdiklerini öğrenmiştir. Seferi yarıda kesip geri dönen İmparator, tüm uğraşına rağmen onları yakalayamamıştır. 201 Ebû’l-Ferec, 1945: I, 317, Honigmann, 1970: 117, Köymen, 1998: 259-260, Turan, 1999: 161162, Koca, 1997: 138, Kafesoğlu, 1972: 49, Yinanç, 1944: 60-61, Cahen, 1992: 19, Türk Zaferleri Serisi, 1981: 10, Kriton Dinçmen, 600’lü Yıllardan 1461’e - İslâm-Türk ile Hristiyan – Bizans Dünyası arasındaki etnik, dini, siyasi ve sosyo-ekonomik ilişkiler açısından bir dörtleme-, İstanbul, Arıon Yay., 2004, s. 36-37. 202 Urfalı Mateos, 2000: 137, Honigmann, 1970: 118-119, Köymen, 1998: 260. 79 Böylece İmparator'un, büyük ümitlerle çıkmış olduğu ikinci seferi de başarısızlıkla sonuçlanmıştır.203 Afşin yine Alp Arslan’ın emriyle Denizli dolaylarında geniş bir akın hareketinde bulunduktan sonra ilerleyerek Marmara sahiline ulaşmış, hatta Bizans başkenti önlerine kadar gelmiştir. Ama en ufak bir harekette bulunamamış sadece Bizans’ın durumu hakkında bilgi edinmiştir. Bundan sonra Azerbaycan’a dönen Afşin, Bizans’ın içinde bulunduğu durumu Sultan Alp Arslan’a bildirmiştir.204 Görüldüğü gibi, bu akıncı kuvvetlerin hareketleri, ilk bakışta düzensiz çeteler tarafından maksatsızca yapılmış gibi görünse de bu akınlar hakikatte başı-boş olmadığı gibi, esasta belli bir plan dâhilinde gerçekleşmiştir. Kendilerine yeni bir yurt edinme mecburiyeti ile savaşan Türkmenler, bu akınları, eski Türk harp usulüne uygun tarzda, düşmanı yormak, direnme noktalarını hırpalamak, ahaliyi yıldırmak şeklinde gerçekleştiriyorlardı. Böylece korku ve panik havası yaratarak gelecek istilayı kolaylaştırmış olmaktaydılar. Neticede söz konusu seferler sonucu Anadolu’nun bir Türk yurdu haline getirilmesi gibi mutlu bir tarihi sonuca ulaşılmıştır. 203 Turan, 1999: 168, Hongmann, 1970: 117. Ebû’l-Ferec, 1945: I, 320, Ahmed bin Mahmud, 1977: 89, Kafesoğlu, 1972: 49, Köymen, 1998: 262-263. 204 80 2.3. ANADOLU’NUN FETHİNDE UYGULANAN DÜZENLİ SÜRPRİZ BASKINLAR 2.3.1. Malazgirt Savaşı 2.3.1.1. Savaşın Sebebi ve Orduların Hazırlığı Bizans imparatoru Romanos Diogenes, Türklerin Anadolu’da giriştikleri saldırılara kesin olarak son vermek; Doğu Anadolu’ya Azerbaycan ve İran içlerine kadar ilerlemek amacıyla büyük bir sefere çıkmaya karar vermiştir. Bu maksatla büyük bir savaş hazırlığına başlamıştır. Sultan Alp Arslan, Halep’ten Şam’a yürüdüğü sırada, İmparator Romanos Diogenes'in büyük Bizans ordusuyla doğu Anadolu’ya ilerlediği haberini almıştır. Bunun üzerine Sultan Alp Arslan, hazinelerini veziri Nizamü’l-mülk’e teslim ederek arkadan acele asker yetiştirmesi talimatıyla, Tebriz’e göndermiştir. Çünkü o ana kadar Bizans’la karşılaşma ihtiyacını duymayan ve daha ziyade Anadolu’nun fütuhat bakımından olgunlaşmasını bekleyen Sultan, artık Bizans’ın çıkarabileceği son ve en kalabalık kuvvet ile hesaplaşma zamanın geldiğine inanmıştır.205 4 bin kişilik hassa birliği ile Azerbaycan’daki Hoy şehrine gelen Sultan Alp Arslan, burada hazırlığına başlamıştır. Sultanın ordusu seçkin kumandanların idaresinde, çoğu bozkır muharebe usulünce yetişmiş, ok atmakta mahir ve seri manevra kabiliyetine sahip süvarilerden kurulu idi. Ayrıca çetin akınlarda iyice pekişmiş Türkmen Bey206 ve birlikleri çoğunlukta idi. Bu Türkmen Beyleri birer birer gelip, birlikleriyle kendisine katılmışlardır. Böylece kısa sürede hazırlığını tamamlayan Sultan, mükemmel teçhizatlı 10 205 Urfalı Mateos, 2000: 142, Kafesoğlu, 1972: 51, Köymen, 1998: 264, Radi Dikici, Şu Bizim Bizans(330-1453), İstanbul, Remzi Kitabevi Basımevi, 2007, s. 303. 206 Gevherâyin, Sav-tigin, Ay-tigin, Sanduk ve Afşin, gibi komutanları başta geliyordu. Ayrıca, Artuk, Tutak, Dimlacoğlu Muhammed, Arslan-taş, Duduoğlu, Saltuk, Çavlı, Çavuldur, Caka(Çağa), Mengücek ve Gümüş-tigin Danişmend Gazi gibi Selçuklu ve Türkmen Beylerininde birlikleriyle Sultan Alp Arslan’a katılmış oldukları kuvvetle muhtemeldir. Faruk Sümer-Ali Sevim, İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı, Ankara, TTK Yay. 1998, s. 61, Kafesoğlu, 1972: 55, Koca, 1997: 144, Sevim, 1988: 59. 81 bin kişilik bir kuvvetle Anadolu’ya doğru hareket etmiştir. Yolda başka kuvvetlerin de katılmasıyla Selçuklu ordusu Anadolu’ya geldiğinde, atlı ve süvari olmak üzere toplam 40 bin kişiyi bulmuştur. Başında bulunan komutanından en küçük rütbeli askerine kadar bu ordunun her kademsinde tam bir uyum vardı. Aynı uyum ve birlik İslam dünyasında da hâkimdi. Nitekim İslam ülkelerinin her tarafında camilerde okunan hutbelerde Sultan Alp Arslan’ın zaferi için dua ediliyordu. Buradan da anlaşılıyor ki bu savaş sadece Selçuklu Türklerin değil bütün İslam dünyasının savaşıydı.207 Bütün ordunun amacı düşman ordusunu yenmek, Anadolu'yu Bizans’ın elinden alarak bir Türk yurdu haline getirmekti. Diğer taraftan, İmparator Romanos Diogenes, Bizans’ın bütün kaynaklarını kullanarak yüz bini aşan bir ordu meydana getirmiştir. Ordu başta; Rumlar olmak üzere Ermeni, Gürcü, Abhaz, Rus, Alan, Frank, Hazar, Uz(Oğuz), Peçenek, Kumanlar(Kıpçak) gibi içinde Türklerinde bulunduğu çeşitli kavimlerden oluşmaktaydı. Bu yüzden ordu da tam bir birlik olmadığı gibi beraberlik ruhuyla hareket edecek bir ülkü de taşımıyordu. Çünkü aynı dinden olan Ermeniler ile Rumlar esasında can düşmanıydılar.208 Hazırlıklarını tamamlayarak Sivas’a gelen İmparator Romanos Diogenes, Sultan Alp Arslan’ın Suriye’den ayrıldığını öğrenince bir harp meclisi toplayarak, burada uygulayacağı planları görüşmüştür.209 Görüşmeler 207 Sadrüddîn Hüseynî, 1943: 34, İbnü’l-Esîr, 1987: X, 71, Sevim, 1999: XIX, 38, Erdoğan Merçil, Türkçe Selçuknâmeye Göre Malazgirt Savaşı, Tarih Enstitüsü Dergisi (Sayı 2'den ayrı basım), İstanbul, Edebiyat Fakültesi Matbaası, 1971, s. 32, Kafesoğlu, 1972: 53-54, Sümer-Sevim, 1998: 7, 13, 25, 33, Koca, 1997: 144, Köymen, 1998: 264-265. 208 Bu orduyu da Anadolu kıt’alarının yığınak yeri olan Sakarya’nın kıyısına çekerek, burada yeniden tertip ve tanzim ederek harekete geçirmiştir. Ordunun muhasara aletleri arasında 1.200 kişi tarafından kullanılan muazzam bir mancınık bulunuyordu. Ağırlığı 3 bin araba tarafından taşınmaktaydı. Urfalı Mateos, 2000: 142, Sevim, 1999: XIX, 38, Kafesoğlu, 1972: 52, SümerSevim, 1988: 13, 24, Köymen, 1998: 265, Koca: 1997: 144, Dikici, 2007: . 303, Türk Zaferleri Serisi, 1981: 18, Merçil, 1971: 32, Baykal, 2008: 62, Muammer Yılmaz, Muhteşem Türk Zaferleri, İstanbul, Türdav Yay., 2009, s.11 209 Onun gururunu okşamakta menfaat uman genç ve tecrübesiz komutanlar, Selçuklu Devletinin merkezine yürümeyi teklif etmekteydiler. Buna karşı tecrübeli ve ihtiyatlı kumamdanlar ise memleketten uzaklaşmanın tehlikeli olacağını, ancak Erzurum’a kadar gidilebileceğini, lüzumlu tedbirler alındıktan sonra da Sultanı oraya çekmenin, hatta etrafı tahrib ederek, Türk ordusunun iaşesini güçleştirmenin uygun olacağını ileri sürüyorlardı. İmparator Romanos Diogenes tecrübeli ve ihtiyatlı komutanların tavsiyelerini dinlemeyip, İran içlerine dalmak niyetiyle Erzurum’a gelmiştir. Koca: 1997: 144, Köymen, 1998: 265. 82 sonucunda Erzurum’a gelen İmparator, burada kendisine olan güveni dolayısıyla ordusunu bir kaç parçaya bölmüştür. Frank ve Uz'lardan oluşan 10.000 kişilik bir kuvveti Norman Roussel kumandasında öncü olarak Ahlât’a sevk etmiştir. Bir kısmını ise hem Abhazlara yardım hem de ordusuna erzak temin etmek için kuzey’e göndermiştir. Geri kalan kuvvetlerle de Malazgirt’e yürümüştür.210 Öte yandan, Ahlât üzerinden Muş’un Rahva (Zehra) ovasına gelen Sultan Alp Arslan, Malazgirt’in ilerisindeki yüksekliklere sırtını verip, yanındaki ırmağın (Murat) kenarına yerleşerek, stratejik mevkileri tutmuştur. Irmakların, vadilerin ve tepelerin sağladığı avantajlardan azami ölçüde yararlanarak birliklerinin bir kısmını pusuya yatırmıştır. Bizans imparatoru ise, Selçuklu ordusunun karşısında, hiçbir stratejik avantajı olmayan bir meydanda karargâhını kurmuştu.211 Artık, Bizans ordusu ile Selçuklu ordusu karşı karşıya gelmiş bulunuyorlardı. Sultan Alp Arslan adet gereğince Bizans karargâhına bir elçi heyeti göndermiştir. Zaferi kazanacağından emin olan İmparator, Sultanın anlaşma isteğini müzakerelere onun ancak muharebeden Selçuklu kaçındığı başkenti Rey’de şeklinde başlana anlayarak, bileceğini 212 söylemiştir. 2.3.1.2. Bizans’ı Büyük Bozguna Götüren Sürpriz gelişmeler Bizans’ın öncü kuvvetleri Ahlât önüne geldiği sırada, İmparator da Malazgirt’e gelerek Malazgirt kalesini ele geçirmiştir. Buna karşılık, Selçuklu ordusunun öncü birlikleri komutanı olan Sanduk, hiç beklenmedik bir anda 210 Urfalı Mateos, 2000: 142, Sevim, 1999: XIX, 38, Steven Runcıman, Haçlı Seferleri Tarihi, çev. Fikret Işıltan, I.cilt, Ankara, TTK Yay., 1986, s. 48-49, Kafesoğlu, 1972: 52, Sümer- Sevim, 1988: 13, 24, Köymen, 1998: 265, Koca: 1997: 144, Dikici, 2007: . 303, Sevim, 1988: .54, 56, Türk Zaferleri Serisi, 1981: 18, Merçil, 1971: 32, Baykal, 2008: 62, Yılmaz, 2009: 12. 211 Sadrüddîn Hüseynî, 1943: 34-35, Sevim, 1988: 59, Türk Zaferleri Serisi, 1981: 21, Yılmaz, 2009: 12-13. 212 Sümer-Sevim, 1988: 8, Kafesoğlu, 1972: 54-56. 83 Ahlât önlerinde göründü ve burada karşısına çıkan Bizans ordusunun ağırlıklarına ani bir baskın yaparak yenmiştir. Böylece Selçuklu ordusu ilk zaferini kazanmıştır. Bu beklenmedik yenilgi Malazgirt’te bulunan Bizans imparatoru ve ordusu üzerinde moral bozucu etti yapmıştır.213 Bizans orduları geceyi büyük korku ve panik içinde geçirmişlerdir. Selçuklu ordusu, ay ışığının olmadığı 25 ve 26 Ağustos gecesinde korku ve dehşet uyandırabilmek için; davul ve boru çalmak, savaş türküleri söylemek, korkunç naralar atmak, etrafa tehditler savurmak ve kendileri hakkında korkunç hikâyeler yaymak gibi faaliyetlerle bulunmuşlardır. Diğer taraftan da, aynı gece Türk okçuları, düşman karargâhına kadar sokularak aralıksız ok hücumlarıyla düşman ordularını takatsiz düşürmekte idiler. Nihayetinde perşembe günü cuma sabahına kadar Bizans askerleri uygusuzluk, koku ve şaşkınlık içinde bırakılmıştır.214 Sadece kitle savaşı yapabilen bu ağır hareketli Bizans ordusunun çeşitli zümreleri arasında tam bir anlaşma olmadığı için, Uzlar daha sonrada Peçenekler kendileri karşılaştıklarında, gibi oğuz kıyafet ve soyundan olan konuşmalarından Selçuklu Türkleriyle soydaşları olduğunu anlayarak daha savaşın başında kardeşlerinin tarafına geçmişlerdir. Böylece savaşın başlangıcında Bizans ordusunun sağ ve sol kolunun büyük bir kısmının gitmesi, Bizans ordusunun maneviyatını ve gücünü kırmıştır. Selçuklu ordusunun maneviyatını ve gücünü ise son derece yükseltmiştir.215 Bu sürpriz olayların Bizans ordusu üzerinde yılgınlık havası yaratarak, savaşın seyrini üzerinde etkisi büyük olmuştur. 213 İbnü’l-Esîr, 1987: X, 10, 71-72, Sümer- Sevim, 1988: 19, 25, 34, 52, Turan, 1999: 179. Koca, 1997: 144, Kafesoğlu, 1972: 54, Köymen, 1998: 266, Dikici, 2007: 304, Turan, 1999: 182, Türk Zaferleri Serisi, 1981: 22. 215 Urfalı Mateos, 2000: 143, Köymen, 1998: 273, Baykal, 2008: 62. 214 84 2.3.1.3. Türklüğün ve Anadolu’nun Kaderini Tayin Eden Savaş Taraflar, 26 Ağustos Cuma günü sabahtan itibaren ordularını savaş düzenine sokmaya başlamıştır. Bizans İmparatoru, ordusunu düz bir hat üzerinde sağ kol, sol kol, merkez ve ihtiyat kuvvetleri olmak üzere dört kısım halinde tertiplemişti. Merkez kuvvetin başında kendisi yer almıştır. Sultan Alp Arslan ise ordusunu iki kısma ayırmıştır. Bir kısmını daha önce bahsettiğimiz gibi savaş meydanın yanındaki tepelerin arkasına gizlice pusuya yatırken, değer kısmını da kendisinin de başında bulunduğu merkez, sağ ve sol kol olmak üzere üç gruba ayırmıştır.216 Sultan Alp Arslan daha sonra cuma namazını ordusuyla beraber kıldıktan sonra beyaz bir elbise giymiştir. Türk âdeti gereğince atının kuyruğunu kendi eli ele bağlayarak,217 okunu ve yayını bırakıp, kılıç ve topuz almıştır. Bundan anlaşılıyor ki, Sultan Alp Arslan, bütün büyük Türk kumandanları gibi en önde savaşacaktır. Bu durum ise şüphesiz askerlerine moral kaynağı olacaktır. Bundan sonra Sultan Alp Arslan ordusuna kısa bir nutukta218 bulunmuştur. Bu nutuk Selçuklu ordusunu birden coşturmuştur. Tarihte kayda değer, büyük kitleleri sevk ve idare etmesini bilen büyük adamlar kesin neticeyi almak istedikleri anda emrindekilerin psikolojilerine uygun nutuklar irad ederler, onları coştururlar. Böylece tarihin yetiştirdiği en büyük adamlardan biri olan Sultan Alp Arslan da aynı şeyi yapmıştır. Düşman ordusunun sayıca üstün olmasına rağmen, daha az sayıdaki Selçuklu ordusunun manevi gücünü ortaya koymaktaydı. Bunu yaparken de zemin, 216 Köymen, 1998: 272. Türkler, yapacakları bir seferden ve girişecekleri bir savaştan geri dönmemek ve bu teşebbüslerinde mutlaka bir başarıya ulaşmak için atlarının kuyruklarını bağlarlardı. Bu hususta bkz. Sümer- Sevim, 1988: 9. 218 Alp Arslan şöyle hitap etmektedir. "Biz ne kadar az olursak olalım onlar(Bizanslılar) ne kadar çok olursa olsunlar, bütün Müslümanlar minberlerde bizim için dua ettiği şu saatte, kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur, gayeme ulaşırım; ya da şehit olarak cennete giderim. Sizlerden beni takip etmeyi tercih edenler takip etsin, ayrılmak isteyenler ise gidebilir. Burada ne emreden bir Sultan ve ne de emir alan bir asker vardır. Zira bugün bende ancak sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan gaziyim. Beni takip edenler ve nefislerini ulu tanrıya adayanlardan şehit olanların cennete gidecekler, kalanların dünya nimetlerine gark olacaklardır. Ayrılanların öteki dünya’da ateş, bu dünya da alçaklık beklemektedir" diyerek konuşmasını tamamlamıştır. SümerSevim, 1988: 14. 217 85 zaman ve şartlara uygun hitabelerde bulunmasını bildiğini nutuk’unda açıkça göstermektedir. 219 Böylece Sultan Alp Arslan askerlerinin üzerinden korku ve panik havasını silerek moral yönünde kuvvetli bir birlik ruhu yaratmıştı. Artık başta Sultan Alp Arslan olmak üzere, bütün komutan ve askerlerin moralleri yüksek ve zafere ulaşacakları hakkındaki inançları tamdı. Savaş Alp Arslan’ın işareti ile başlamıştır. Savaşın ilk saatlerinde herhangi bir sonuç alınacak gibi değildir. Çünkü savaş tam şiddetlendiği sırada kopan fırtına, savaş meydanını toz duman içinde bırakmıştır. Sultan Alp Arslan’ı çok korkutan bu fırtına uzun sürmemiştir ve çarpışmaya olağanüstü hızla devam edilmiştir. 70 ila 200 kişilik müstakil gruplardan oluşan Selçuklu birlikleri, Alp Arslan’ın emri ile korkunç naralar ile ileri atılarak, yıldırım hızıyla Bizans ordusunun safları üzerine oklarını boşaltıp sonra da aynı süratle geri çekiliyordu. Görevini tamamlayan birlikler, geri çekilirken de aynı ustalıkla ve isabetle oklarını düşman saflarının üzerine atmaya devam ediyordu. Geri çekilen birliklerin yerini durmadan yeni birlikler alıyordu. Böylece Bizans ordusu durmadan yıpratılarak şaşkın ve korku içinde bırakılmıştır.220 Bundan sonra Alp Arslan’ın emri ile bu birlikler yavaş yavaş geri çekilmeye başladılar. Bunu kaçış sanan imparator, karşısında savaşacak ordu safları bulmak üzere ilerledi. Fakat bu gelişmenin içinde büyük bir tehlikenin gizlenmekte olduğunu kısa zamanda anlamıştır. Zira akşama doğru, başında imparatorun bulunduğu Bizans ordusu pusuların kurulduğu yere çekilmiş bulunuyordu. Bizans ordusu pusudaki kıtaların ani hücumlarıyla birden şaşkınlığa düşüp, ağır bir zayiata uğramıştır. Sanki Bizanslıların başında kıyamet kopup gökten afet indi. Çünkü aniden Selçuklu ordusunun çemberi içinde ok yağmuruna maruz kalınca dehşete düştüler, yani büyük korku ve panik hali içende ne yapacaklarını bilemeyen Bizans ordusu geri hattına çekilmeye başlamıştır. Bu arada İmparator sağ ve sol cenahı yardıma 219 Köymen, 1998: 270, Sümer- Sevim, 1988: 35, Yılmaz, 2009: 15. Köymen, 1998: 272, Salim Koca, Türkiye Selçukluları Tarihi, II. cilt, Çorum, 2003-b, Karam Araştırma Yay., s. 27-28, Yılmaz, 2009: 16. 220 86 çağırmak istedi. Fakat bu kolların dağılmış, kalanların ise çökertilmiş olduğunu gördü. Daha öncede bahsettiğimiz gibi savaşın başında Bizans ordusunun sağ ve sol kollarında bulunan Türklerde, çarpışma başlar başlamaz Selçuklu tarafına geçmişlerdi ve kalanlarda çökertilmiştir. Bu hadise Bizansları büsbütün şaşırttı ve cesaretlerini kırdı. Yedek birliklerin komutanı Andronikos Dukas ise zamanında davranıp Selçuklulara saldırmayı göze alsa, belki tuzağın tamamlanması mümkün olmayacak ve ordu kaçma imkânı bulacaktı. Andronikos Dukas, İmparatorun o anda geri çekilme harekâtını bozgun ve kaçış manasına geldiğini zannetti. Hatta İmparatorun öldüğünü düşünerek korku ve panik halinde birlikleriyle kaçmıştır. Bu şaşkınlık içinde imparator, karargâhına ve hazinelerine doğru çekilmeye başlaması tam bir dağılışa sebep oldu. Bununla beraber İmparator, bizzat kahramanca dövüşmekten de sakınmadı. Savaşın tam ortasında esir düşünceye kadar elinde kılıcıyla çarpışmaya devam etmiştir. Nihayet savaş sırasında atı öldürülen ve ayrıca elinden de yaralanan imparator, nafile teslim olmak zorunda kalmıştır.221 Cuma günü öğleden sonra başlayan savaş, akşama kadar bitmişse de, takip gece de devam etmiştir. Bütün kaynaklarda belirtildiğine göre, savaş çok şiddetli olmuş, Bizans askerlerin büyük bir kısmı öldürülmüş, başta imparator ve birçok kumandanlar esir edilmiştir. Böylece Tarih boyunca ilk defa bir Bizans İmparatoru Müslüman bir hükümdarın eline esir düşmüştür. Sonuç itibariyle tezimizin başlığını teşkil eden sürpriz baskın, korku ve panik faaliyetlerini Sultan Alp Arslan’ın büyük ustalıkla ve en açık şekilde uygulandığını görüyoruz. Türk savaş taktiğini, yani yalandan yenilgi hissi vererek geri çekilme ile Bizans ordusu pusu kurulan yere çekip, önce yarım bir çember içene alınarak daha sonrada tam kuşatma altına alınıp imha edilmiştir. Neticede Türk tarihinin en parlak ve en büyük zaferini 221 Ebû’l-Ferec, 1945: I, 321, Turan, 1999: 183-184, Köymen, 1998: .272, Sümer- Sevim, 1988: 21, 53, Dikici, 2007: 306, Sevim, 1988: 66-67, Koca, 2003b: II, 23-24, Baykal, 2008: 62-63, Yılmaz, 2009: 16. 87 kazanılmıştır. Malazgirt zaferi, özellikle Anadolu’nun fethinde ve Türk vatanı haline gelmesinde önemli bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Çünkü bu zaferden sonra Anadolu’nun kapıları ardına kadar Türklere açılmıştır. Daha doğrusu Anadolu, bu zaferden sonra Türk fatihlerinin ayakları altına serilmiş, savunmasız bir ülke haline getirilmiştir. Selçuklu ve Türkmen Beylerine Anadolu’nun fethi emri verilmiştir. Zira Sultan Alp Arslan’ın emrinden sonra Selçuklu ve Türkmen Beyleri, Sultan’ın açtığı yoldan ilerleyerek, sistemli bir şekilde Anadolu'nun fethine koyulmuşlardır. 2.3.2. Antakya’nın Fethi 2.3.2.1. Antakya’nın Fethinin Sebebi Antakya şehri, Bizans’ı dış istilâlara karşı koruyan önemli müstahkem şehirlerinden biri idi. Malazgirt savaşından sonra Bizans’ın savunma sistemi tamamen çökünce, bu şehir Ermeni Philaretos tarafından ele geçirilmiştir. Philaretos’un idaresi son derece sert ve acımasızdı. Bu yüzden Philaretos, en yakınlarının bile desteğini yitirmişti. Bunun üzerine Philaretos’un oğlu Barsam kendisini ve Antakya halkını babasının baskısından kurtarmak için Süleyman-şâh’tan yardım istemiştir. Hatta Barsam222 İznik’e gelerek Süleyman-şâh'a Antakya'yı alması için teşvik etmiştir.223 Süleyman-şâh, tarihin önüne çıkardığı bu fırsatı kaçırmak istemedi ve Antakya üzerine bir sefer yapmaya karar verdi. Bu düşünce ile kısa sürede hazırlıklarını 222 tamamlayarak ordusu ile harekete geçmiştir. Seferden Barsam’ın İznik’e gidişi bir rivayete ya da kaynağa göre şöyle anlatılır; 1084 yılı içinde Philaretos’un Urfa’ya kumandan olarak bıraktığı oğlu Barsam ile arası açılmıştı. Babası tarafından tutuklanan ve Antakya kalesine hapsedilen Barsam, Antakya şehrinin şahnesi olan İsmail adında bir Müslüman ile anlaşarak babası aleyhine onunla birleşmiş ve Philaretos’un bir düğün münasebetiyle şehirde bulunmamasından yararlanarak hapisten kaçmış ve iznik’e gitmişti. Barsam burada Süleyma-şâh ile Antakya’nın kendisine teslimi hususunda anlaşmıştır. Anna Komnena, 1997: 194, Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Ankara, TTK Yay. 2000, s. 108. 223 Urfalı Mateos, 2000: 14, İbnü’l-Esîr, 1987: X, 128, Komnena, 1997: 194, Turan, 2002: 71, Merçil, 2000: 108. 88 dönünceye kadar devleti ve ülkeyi koruması için İznik’teki yerine akrabası olan Ebû’l-Kasım’a bırakmıştır.224 2.3.2.2. Antakya’nın Fethinde Sürpriz Baskın Süleyman-şâh, hareketinin özellikle Antakya şehrinin sahibi Philaretos tarafından duyulmasını istemiyordu. Çünkü kendisini Antakya’ya davet eden Barsam yanında bulunuyordu. Ayrıca o, ancak sürpriz bir baskınla Antakya şehrini düşürülebileceği kanaatindeydi. Böylece kale savunucularının hazırlanmasına ve yardım almalarına fırsat vermek istemiyordu. Bunun için ordusunu sadece geceleri sapa yollardan dinlendiriyordu. Nihayetinde Süleyman-şâh, yürütüyor, gündüzleri hiç dikkat çekmeden 12 gün içinde Antakya surlarının önüne gelmiştir. Süleyman-şah Antakya surlarının önüne geldiğinde vakit gece idi. Aldığı tedbirler sayesinde gelişi tam sürpriz olmuştur. Şehrin sahibi Philaretos, bu sırada ordusu ile Urfa’da idi ve Süleyman-şah’ın hareketinden tamamen habersiz bulunuyordu.225 Şehir halkı tatlı uykularını uyurken, bir grup Selçuklu askeri, gece karanlığından yararlanarak, ip merdivenler vasıtasıyla burçlara çıkıp, surların içine girdi ve şehrin giriş kapısını açtı. Selçuklu ordusu226 açılan bu kapıdan “dalgalar halinde” Antakya’ya girdi. Selçuklu askerlerinin savaş naraları, kalenin askerlerini ve şehir halkını büyük korku’ya sevk ederek panik halinde sokaklara dökmüştür. Süleyman-şâh, askerlerine halkın arasına karışmamalarını, özellikle halkın malına ve canına dokunmamalarını emretti. İdaresinden memnun olmayan şehir halkı, Selçuklu askerlerinin canına ve malına dokunmadıklarını görünce, herhangi bir direnişte bulunmadı; hepsi 224 Karışıklığa ve bağımsızlığa yol açabilecek herhangi harekete fırsat vermemek içinde, Ebû’lKasım’a bütün valiler üstünde emir verme yetkisi tanırken, Kapadokya’ya, Batı Anadolu’ya beyler tayin ederek dönünceye kadar her birinin kendi bölgesini korumasıyla vazifelendirmiştir Koca, 2003b: II, 45, Turan, 2002: 71. 225 Komnena, 1997: 194, Urfalı Mateos, 2000: 161, Honigmann, 1970: 121, Turan. 2002: 72, Koca, 2003b: II, 46. 226 Urfalı Metaos, Süleyman-Şah’ın 300 askerle şehre girdiğini kayd ederken, Salim Koca’da Michel le Syrien’den istifade ederek 3 bin atlıdan ibaret olduğunu belirtmiştir. Urfalı Mateos, 2000: 161, Koca, 2003b: II, 46. 89 evlerine çekildi. Kısa sürede Antakya muhafızlarının direncini kıran Süleyman-şâh, şehre tamamen hâkim oldu. Bu ilk direnişten sonra Selçuklu ordusuna karşı koyamayacaklarını anlayan şehrin ve kalenin muhafızları ise, kaçarak iç kaleye sığındılar ve burada savunma tedbirleri aldılar. Süleymanşah’da bu defa kaleyi kuşatıp içeridekilerin dışarı ile bağlantısını tamamen kesti. Ayrıca teslim olmaları halinde hayatına dokunulmayacaklarını bildirdi. Selçuklular tarafından iaşelere el konulması üzerine zor durumda kalan Philaretos adamları, kendilerine de aman verildiğini görünce 1085’te kaleyi teslim ettiler. Süleyman-şâh da sözünde durup aman vererek, hepsini serbest bırakmıştır. 227 Sonuçta Ortaçağın önemli bilim ve kültür merkezlerinden biri olan Antakya şehrinin ve kalesinin fethi, 1085 yılında şiddetli bir savaş olmadan, sürpriz bir baskınla tamamlanmış oldu. Şehrin ve Kalenin eski sahibi Philaretos ise, bu oldubitti karşısında şaşkınlıktan herhangi bir tepki gösterememiştir. 2.3.3. Miryokefalon Savaşı 2.3.3.1. Savaşın Sebebi Selçuklu-Bizans ilişkileri, 1162 yılında imzalanan anlaşmanın sonucunda 13 yıl boyunca dostane ilişkiler şeklinde sürdürülmüştür. Bu sürede devlete bağlı Türkmen kitleleri, Bizans sınırlarında özellikle Eskişehir yörelerinde yoğun bir şekilde çoğalarak, Denizli, Kırkağaç, Bergama ve Edremit’e değin akınlarda bulunup kaleleri tahrip etmişlerdi. Bu durum esasında Sultanı da memnun ediyordu. Çünkü Sultan II. Kılıç Arslan, bu akınların kendisine servet ve Türklere fayda getireceğinin farkında idi. Öte yandan Bizans İmparatoru Manuel, 13 yıllık barış döneminde Batı ile meşgul olduğu için Anadolu’daki olaylar ile ilgilenememişti. İmparator 227 Urfalı Mateos, 2000: 161, Aksarayi, 1943: 114, Turan, 2002: 72, Koca, 2003b: II, 46, Ali Sevim – Yaşar Yücel, Türkiye Tarihi, I.cilt, Ankara, 1990, s. 79. 90 Sultan II. Kılıç Arslan ile yapmış olduğu anlaşmanın işe yaramadığını görmüş ve batı’daki meseleleri bitirdikten sonra bu akınları durdurmak maksadıyla harekete geçmiştir. Bir yandan da Türkmenlerin yıktığı Eskişehir’deki kalelerin tahkimatını yaptırmaya çalışıyordu, ama buna mani olmak isteyen Türkmenler baskınları bu durumu güçleştirmiştir.228 Sultan II. Kılıç Arslan ise İmparator’a, bir elçi göndererek “Daha önce yapılan barış anlaşmasının yenilenmesini” önerdi. Fakat Bizans İmparatoru Manuel, “Bizans’a yöneltilen Türkmen akınlarının durdurulması, aldıkları yerlerin geri verilmesini, Bizans’a sığınan Danişmentli emiri Zunnûn ile şehzade Şahinşah’ın, daha önceki idare bölgelerinin iadesi vb.” şartıyla buna razı olacağını Sultana bildirmiştir. Bu şartları kabule yanaşmayan Sultan, akınlara hız vermek için yeni kuvvetler sevk etmiş ve Denizli yörelerine kadar olan Bizans topraklarını ağır bir şekilde tahrip ettirmiştir. İmparator ise, Bizans kuvvetlerinin eşliğinde, önce şehzade Şahinşah’ı daha sonrada Zünnun’u Anadolu’ya gönderme girişiminde bulundu ise de Sultan II.Kılıç Arslan’ın aldığı önlemler karşısında başarılı olamamıştır. Şahinşah ve Zunnûn yeniden Bizans’a kaçmak zorunda kalmışlardır.229 Bu gibi başarıların neticesinde oldukça telaşlanan İmparator, Türkleri Anadolu’da imha etmek amacıyla büyük bir savaş hazırlığı içerisine girdi.230 Bizans İmparator’u, hazırlıklarını tamamlayıp sayısı yüz bini aşmış olan ordusuyla 1176 yılı baharında Eskişehir istikametinde harekete geçirmiştir. İmparatorun niyeti Konya üzerine yürümekti. Fakat Eskişehir’e 228 Niketas, 1995: 121-122, Ioannes Kınnamos’un Historia’sı (1118-1176), Haz. Işın Demirkent, Ankara, TTK Yay., 2001, s. 211-212, Turan, 2002: 205-206 Koca, 2003b: II, 173, Ebru Parman, Ortaçağda Bizans Döneminde Frigya(Phrygıa) ve Bölge Müzelerindeki Bizans Taş Eserleri, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yay., 2002, s. 18-19. 229 Niketas: 1995: 122- 123, Koca, 2003b: II, 175, Turan, 2002: 206-207, Baykal, 2008: 112. 230 Bu karardan sonra İmparator Manuel, hemen sefer hazırlıklarına başlamıştır. Bunun için, Bursa ile Balıkesir arasında bulunan Rhyndakos(Kocasu=Kirmasti çayı) mevkiinde karargâh kurdurup, bütün ordu birliklerinin burada toplanmasını emrettirmiştir. İmparator bunun yanında, ordusunu daha da kuvvetlendirmek için, büyük paralar harcayarak; Frank, Macar, Sırp Peçenek ve Kuman Türkleri arasından asker toplamıştır. Hatta Haçlı prensi Baudouin’i da yardıma çağırmıştır. Ordusunun yükünü “çok miktarda katır ile 3000’den fazla araba “ taşımaktaydı. Niketas, 1995: 123, Kinnamos, 2001: 214-215, Turan, 2002: 208, Koca, 2003b: II, 177, Baykal, 2008: 114, Yılmaz, 2009: 22, Bilge Umar, “ Myrıokephalon Savaşının Yeri: Çivril Yakınında Kûfi Çayı Vadisi”, Belleten, LIV/ 209, 1991, s. 99. 91 gelince, birden yolunu değiştirerek, Denizli yönünde harekete geçmiştir. İmparatorun bundan maksadı, Sultan II. Kılıç Arslan’ı yanıltarak onun hazırlanmasına ve tedbir almasına fırsat vermemekti. Hâlbuki ordusu için en uygun hareket, Afyon-Akşehir yoluydu.231 Diğer taraftan, İmparator Manuel’in faaliyetlerini dikkatlice izleyen Sultan II. Kılıç Arslan, ülkesini korumak ve savunmak için hemen hazırlıklara başlamıştır. Ordusunu Konya'da toplayıp eksiklerini tamamlamış ve doğudaki Türk hükümdarlarından yardım istemiştir. Sultan II. Kılıç Arslan Batı uçlarında bağımsız hayat yaşayan dinamik Türkmen kuvvetleriyle takviyeli ordusu ile harekete geçmiştir.232 2.3.3.2. Bizans Ordusuna Yol Boyunca Yapılan Sürpriz Yıpratma Faaliyetleri Bizans ordusu, Eskişehir’den itibaren Selçuklu öncü kuvvetlerinin sürpriz baskınlarına ve gerilla taktiğine maruz kalmıştır. Sayıları 5 veya 10 bini bulan bu öncü Türkmen grupları Bizans ordusuna sık sık sürpriz baskınlar düzenleyerek, kayıplar verdirdiği gibi, ordusunun geçeceği güzergâhlarda otları ve ekinleri yakarak; kuyu, sarnıç, çeşme ve pınarlara hayvan leşleri atarak ordunun iaşe temini güçleştirmişlerdir. Nitekim bütün bu faaliyetler, kısa sürede etkisini göstererek Bizans ordusunda salgın hastalıklara neden olmuştur.233 Bizans ordusu, Eskişehir’den Denizli yöresine gelmiş ve buradan da doğuya, yani Konya istikametine yönelerek, Dinar’a gelmiştir. İmparatorun niyeti Göller bölgesinden Konya’ya yürümekti. Fakat İmparator burada da yolunu değiştirerek, yani tarihi hatasını yaparak, kuzey-batı istikametinde ilerlemeye başlamıştır. Homa (Gümüşsu) üzerinden Çivril yöresine yönelmiştir. Bir ara “50 bin kişilik büyük bir Türkmen kütlesi” Bizans 231 Niketas, 1995: 123, Kınnamos, 2001: 214-215, Turan, 2002: 208, Koca, 2003b: II, 177. . Niketas, 1995: 124, Turan, 2002: 208, Koca, 2003b: II, 178. 233 Niketas, 1995: 124, Turan, 2002: 208, Koca, 2003b: II, 178. 232 92 ordusunun yüklerini taşıyan kafilesi üzerine bir baskın yaparak çok miktarda ganimet almayı başarmıştır.234 Bizans ordusu ile aynı zamanda savaş bölgesine gelmiş olan Sultan II. Kılıç Arslan, gönderdiği elçi ile Türk-İslam geleneklerine uygun olarak barış teklifinde bulunmuş ve İmparatorun bütün şartlarını kabul edeceğini bildirmiştir. İmparator barış teklifini kabul etmemiştir.235 2.3.3.3. Bizans’ın en Uzun Günü: 17 Eylül 1176 İmparator Manuel, ordusunu 1176 yılının Eylül ayında ön bir tedbir almadan Çivril’den itibaren Kûfi236 Çayının aktığı dar ve uzun vadiye sokmuştur. Bu geçitten geçerken de ordusunu büyük ağırlıkların yükünden kurtarmadığı gibi kuşatma aletlerini taşıyan arabaları bile bu geçide sokmuştur. İmparatorun maksadı, Kûfi Çayı vadisini süratle geçip, Akşehir’e ulaşmak ve oradan da Konya üzerine yürümektir. Sultan II. Kılıç Arslan, süratle Kûfi Çayı Vadisinin etrafındaki yamaçlara bütün Bizans ordusunu kuşatacak şekilde okçu birlikleri yerleştirmiştir. İleriye gönderdiği birliklerde vadinin en dar yeri olan Çivril geçidini tamamen kapatmıştır. Artık Bizans ordusu tamamen bir fare gibi kapana girmiş bulunuyordu.237 Kûfi Çayı Vadisinin tabanı çok dar olduğu için Bizans ordusu ancak konvoy halinde ilerleye bilmekteydi. Ordu tamamen vadiye girince, yamaçlarda mevzilenmiş olan Selçuklu birlikleri tarafından müthiş bir ok 234 Koca, 2003b: II, 179, Yılmaz, 2009: 23. Sultan barış teklifini ikinci kez tekrarladığında ise Bizans’ın yaşlı ve tecrübeli kumandanları, Türk süvarisinin kudretinden, düşmanın bütünüyle tuzak haline getirdikleri ülkenin kolay geçilmezliğini ve orduyu müşkil duruma sokan salgın hastalıkların göz önünde bulundurup kabul etmemesini istemişlerdir. İmparator bu komutanlarını dinlemediği gibi, kibirli bir tavırla “cevabını bizzat Konya’da vereceğini belirterek” Selçuklu elçisini bir kez daha geri çevirmiştir. Niketas, 1995: 124, Koca, 2003b: II, 179-180, Parman, 2002: 19, Dikici, 2007: 346, Baykal, 2008: 115. 236 Savaşın cereyan ettiği yer olan Kûfi Çayı Vadisi, iki tarafı dik, sarp ve uçurumlu yamaçlardan oluşmaktaydı. Arazinin bu özelliği, vadinin çıkış yeri olan Tribritze(Çivil) geçidine kadar devam etmekteydi. Vadinin ortasında Miryokefalon(Bin Kelle) kalesi bulunmaktaydı. Vadinin çıkışından sonra yayvan tepeler arasında geniş düz vadiler yeralmaktaydı. Niketas, 1995: 124. 237 Niketas, 1995: 124, Koca, 2003b: II, 181, Baykal, 2008: 115, Yılmaz, 2009: 23, Umar, 1991: 99100. 235 93 yağmuruna tutulmuştur. Selçuklu birliklerinin ani baskını karşısında Bizans ordusu, karmaşaya düşerek otlar gibi birden darma dağın olmuştur. İlk olarak Bizans ordusunun sağ kolu çökmüştür. Bu büyük başarı ve üstünlük Selçuklu ordusunu son derece cesaretlendirerek, dev gibi Bizans ordusunu imhaya başlamışlardır. Bizans İmparatoru Manuel, adeta şok geçirmiş ve ne yapacağını bilememiştir. 238 Selçuklu askeri tarafından, yeğeninde kesilmiş başı mızrak uçuna takılarak savaş meydanında gezdiriliyordu. Bu manzarayı gören İmparator Manuel, daha ağır bir şekilde sarsılıp bir put gibi yerinde donup kalmıştır. Belli bir zaman sonra, İmparator Manuel, kendini biraz toparlayarak geçidi açmak için hücuma geçti ise de başarısızlığa uğramıştır. Çünkü Bizans ordusunun ağırlıklarını taşıyan yük arabaları, İmparatorun önünde adeta yolu kaplayan duvar gibiydi. Türkler, şaşırmış düşmanı resmen doğruyorlardı. İmparatorun kalkanı ve miğferi parçalanmıştı. Akşam olup karanlık basınca, İmparator Manuel ve kalan ordusu başını ellerinin içine alıp devem eden tehlikeyi göz önünde bulundurarak şaşkın şaşkın kalakalmıştır. Vadi cesetlerle dolmuştu. Bir ara kaçmağa uğraşan imparator kendi askerleri tarafında hakarete uğramıştır. Artık kurtuluş çaresi bulamayan imparator, Sultan II. Kılıç Arslan’a sulh teklifinde bulunmuştur. Gece karanlığında Sultanla giriştiği müzakere sonucunda; Selçuklulara karşı inşa ettirdiği Eskişehir ve Uluborlu’nun doğusundaki Sublaion müstahkem mevkilerini yıktırmayı ve savaş tazminatı olarak 100 bin altın ödemeyi kabul etmek zorunda kalmıştır.239 Görüldüğü gibi, Sultan II. Kılıç Arslan, Bizans ordusunu, dar ve sarp bir yer olan Miryokefalon (Kumdanlı) vadisinde pusuya düşürerek, yaptığı büyük 238 Eğer Bizanslılar önden yürüyen birliklerle, arada aralık bırakmadan sıkı sıkıya bağlı kalmak, bir yumruk gibi birleşerek Türklerin hücumunu ok atışlarıyla karşılamak zahmetine katlansalardı, bunları(yani öncü kuvetlerini) izleyen birliklerde her halde sık Türk safları arasından, pek zarara uğramadan geçebileceklerdi. Ama Türklerin gittikçe artan sayıda ve bütün güçleriyle sarp ve yüksek tepelerden aşağıya doğru yürüyüş halinde bulunmaları Bizanslıları aşırı korku ve panik'e sevk ettiğinden hiçbir şey düşünememişlerdir. Niketas 1995: 125. 239 Niketas, 1995: 125-129, Turan, 2002: 208-209, Koca, 2003: 181-183, Sevim-Yücel, 1990: I, 98, Baykal, 2008: 115, Yılmaz, 2009: 23. 94 sürpriz baskınla, Bizans ordusuna ağır bir darbe indirerek imha etmiştir. Böylece Malazgirt’ten sonra Bizans’a karşı ikinci kez büyük bir zafer kazanılmış olup, Anadolu’nun bir Türk yurdu olduğu kesinleşmiştir. 2.4. ANADOLU’NUN SAVUNMASINDA UYULANAN SÜRPRİZ BASKINLAR Daha öncede bahsettiğimiz gibi Bizanslılarla Selçukların arasındaki mukavemet, Anadolu'ya yapılan ilk Türk akınlarıyla başlamıştır. Türklerin Anadolu topraklarını yurt edinmek için ilk önce akınlarla yıpratma faaliyetine başvurmuşlar ve faaliyetler sonucunda da yavaş yavaş fetih hareketine girişmişlerdir. Neticede Anadolu Selçuklu Devletini kurulmuştur. Bizans daima Türkleri Anadolu'dan atmak için büyük ordularla hareket geçmiştir. Ama Bizans'ın hantal ordusu, Türk akıncı süvarilerinin savaş taktik ve faaliyetleri karşısında tezimizin kapsamında da anlatıldığı gibi daima yenilgiye uğramıştır. Nihayet Bizans, Türkleri Anadolu'dan atmak için, Avrupa'dan yardım istemiştir. Bu duruma dünden razı olan Batı Avrupa görünürde Bizans'a yardım bahanesi ile bütün Doğu'yu ele geçirmek için geniş bir Haçlı Seferi harekâtı başlatmıştır.240Bizans, Anadolu'ya gelen Haçlıların niyetini kısa sürede anladıktan sonra tek başına Anadolu Selçuklu Devletine saldırmaya başlamıştır. Ermeniler ise Türk akınları sonucunda 240 Bizans İmparatoru Mikhael,askeri bakımdan düştüğü güçsüzlüğü gidermek üzere, 1074 yılında papalığın aracılığıyla Avrupa’dan Türklere karşı ücretli asker yardımı istemiştir. Bunun üzerine Papa Türklere karşı acil Haçlı seferi çağrısında bulunmuştur; ama bir Haçlı seferi gerçekleştirilememiştir. Papadan yardım isteği ikinci defa İmparator Aleksios tarafından 1091 yılında, Peçenek-Çağrı Bey müttefik güçlerinin İstanbul’u ele geçirmek maksadıyla Bizans’ı sıkıştırmaya başladıkları sırada yapılmıştır. Haçlı seferi propagandalarının en yoğun olduğu zamana denk gelen bu acil yardım isteği, Papanın Hıristiyanlık dünyasını hareket geçirebilmek için kullandığı en önemli bahanelerden biri olmuştur. Çünkü 11. yüzyılın sonuna doğru batı toplumunda oluşan uygun ortam sayesinde Papa, artık Doğu’ya karşı harekete geçme fırsatını nihayet yakaladığını düşünmüştür. Bizans, askeri bakımdan gücünü çok yitirmişti. Batı, İstanbul Patriğine boyun eğdirebilir, aynı zamanda yüzyıllardan beri bütün Akdeniz çevresine hâkim bulunan İslam gücünü kırıp, özellikle yarım asırdan beri Anadolu’ya yerleşmekte olan Türkleri buradan söküp atarak bu topraklara bizzat sahip olabilirdi. Gerçekten de 1096 yılında başlayan birinci Haçlı Seferinin orduları–her ne kadar Bizans zapt edemedilerse de- daha Kudüs’e varmadan ve henüz varacağı da belli değilken, Avrupalıların önce Urfa’da(10 Mart 1098), sonra Antakya’da (3 Haziran 1098) Haçlı devletleri kurmaları onların bu maksatlarını açıkça ortaya koymuştur. Demirken, 1997: 2, Turan, 2002: 99. 95 güney ve güneybatıya gelerek Prenslikler kurup, Anadolu Selçuklu Devletinin zayıf olduğu dönemlerden faydalanarak, genişleme siyaseti izlemişlerdir. Böylece kuruluş ve genişleme aşamasında bu büyük devletlerin saldırısına maruz kalan Anadolu Selçuklu Devleti, aşağıda anlatacağımız gibi bu saldırıları Türk savaş taktik ve faaliyetleriyle önlemeye çalışmıştır. 2.4.1. Bizans Üzerine Uygulanan Sürpriz Baskınlar Amacı Boğazı aşıp İstanbul’u almak olan Ebû’l Kasım,241 Bizans sahillerine akıncı birlikler göndermiştir. Bizans İmparatoru Aleksios’u bu durum son derece telaşlandırarak, Bizans donanmasını Kios üzerine, kara ordusunu da İznik üzerine göndermiştir. İznik’e gelen Bizans ordusu şehri kuşatmıştır. Ebû’l Kasım, İznik’i kararlılıkla savunarak, zaman zaman surların dışına yaptığı ani hücumlarla Bizans ordusuna büyük kayıp verdirmiştir. Neticede şehrin düşürülmesini engellenmiştir.242 Sultan I.Kılıç Arslan (1092) tahta geçince ilk iş olarak Bizans’a kaptırılmış olan yerleri geri almak olmuştur. Bu maksatla beylerbeyi Muhammed İlhan komutasındaki bir orduyu harekete geçirmiştir. Ulubat yöresini ele geçiren Beylerbeyi, İmparator Aleksios’un kayıklarla gönderdiği Bizans ordusunu, Ulubat gölünün çıkışında kurduğu pusuya düşürüp büyük bir baskın yaparak imha etmiştir. 243 Anadolu Selçuklu Sultanı Şahinşah, 1116 yılında Konya üzerine bir sefer düzenleyen Bizans imparatoru Aleksios’a karşı yanıltma ve korkutma faaliyetleri uygulayarak mani olmaya çalışmıştır. Bizans ordusu İmparator’un rahatsızlığı sebebiyle oldukça yavaş hareket etmiştir. Bu nedenle sürekli Selçuklu komutanlarının tâcizlerine maruz kalmıştır. Bu arada 500 kişilik bir birliği Kamytzes komutasında öncü birliğini Selçuklulara karşı göndermiştir. 241 Süleyman-şâh’ın Antakya seferine çıkarken İznik’te yerine vekil olarak bırakmış olduğu akrabası Ebû’l Kasım, Süleyman-şâh’ın ölümünden sonra Selçuklu tahtında meydana gelen boşluğu doldurmuştur. Bizans ile yapılan Dragos çayı anlaşmasını bozarak, Bizans’a saldırmıştır. Koca, 2003b: II, 61. 242 Komnena, 1997: 197, Turan, 2002: 84, Koca, 2003b: II, 61. 243 Komnena, 1997: 207-209, Koca, 2003b: II, 65-66, Turan, 2002: 97. 96 Aleksios, ondan Türklerle karşılaştığı zaman saldırıda bulunmamasını, sadece durumları hakkında bilgi vermesini istemişti. Fakat İmparatorun sözünü dinlemeyen Kamytzes, Türk akıncıları ile karşılaşınca hemen saldırıya geçmiştir. Üzerine gelen birliğin Bizans ordusu olduğunu sanan Türk Beyleri, dağınık bir vaziyette çeşitli istikametlere kaçmaya başlamışlar. Çünkü çok sayıdaki düzenli Bizans askeri karşısında başarılı olamayacaklarını biliyorlardı. Sonra kısa bir sürede saldırıda bulunan ordunun asıl Bizans ordusu olmadığını öğrendiler ve bunun üzerine Selçuklu Beyleri, “toplanma davulu” çaldırmak suretiyle dağılan birliklerini geri çağırdılar. Kısa sürede toplanan Selçuklu Beyleri, hemen saldırıya geçerek Kamytzes’i kuşatmışlardır. Bu olaylar karşısında şaşkına dönen Kamytzes hiçbir mukavemet gösterememiştir. Birliği imha edilmiş ve kendiside esir düşmüştür.244 Bizans İmparatoru, gönderdiği birliğin Selçuklu beyleri tarafından imha edilmesi üzerine hızla harekete geçmiştir. Nihayet Akşehir’in Eber gölü civarında iki ordu karşı karşıya gelmiştir. Saflar halinde başlayan savaşta öncelikle Sultan’ın kalabalık Bizans ordusu ordusu bozulmaya karşısında başlamıştır. kuvvetlerini Sultan fazla Şahinşah, yıpratmamak maksadıyla dağlara çekilmiştir. Türkler geceleyin dağların yamaçlarında pek çok ateş yakıp naralar atarak Bizans ordusunu psikolojik olarak yıpratmaya çalışmışlardır. Böylece attıkları korkunç naralar ve çıkardıkları tüyler ürperten çığlıklarla Bizans ordusunun içine büyük bir korku salmışlardır. Ayrıca Sultan Şahinşah, gündüz Bizans ordusuna hiç saldırmamış, gece olunca da birden ortaya çıkıp Bizans ordusunu ok yağmuruna tutmuştur. Neticede dehşet içinde kalmış olan İmparator, kurtuluşu kalan ordusuyla beraber kaçmakta bulmuştur.245 Danişmendlilerin Karadeniz bölgesinin sahile yakın yerlerini tamamen ele geçirmesi üzerine, Bizans İmparatoru Loannes, 1139 yılında Orta ve Doğu Karadeniz bölgesine sefer düzenlemiştir. Kastamonu üzerinden Kintesi’ne (Kundu), gelip bir süre burada konaklamak zorunda kalmıştır. Ama 244 245 Komnena, 1997: 207-209, Koca, 2003b: II, 65-66, Turan, 2002: 97. Komnena, 1997: 494-495, Koca, 2003b: II, 106. 97 burada birden Selçuklu ve Danişmendli beylerin ani baskınlarına maruz kalmıştır. İmparator, Türk beylerinin her baskınında başarısızlığa uğramış ve büyük kayıplar vermiştir. Nihayet Bizans ordusu, bu darbeler ile kayıp vererek Niksar önlerine kadar gelmiştir. Bu sürpriz baskınlarla yeteri kadar yıpranmış olan Bizans ordusu, Danişmendli-Selçuklu müttefik orduları ile bir meydan savaşına tutuşmuştur. Bu savaşta Danişmendli ve Selçuklu ordularının daha şiddetli saldırılarına maruz kalan İmparator ordusunun üzerindeki kontrolü kaybetmiştir.246 Türk akıncılarının sürekli Batı Anadolu’da Bizans topraklarına saldırmaları ve fetih hareketlerinde bulunmaları İmparator Manuel’i rahatsız etmiştir. İmparator Manuel 1146 yılında, doğrudan başkent Konya’yı hedef alarak Türkleri Anadolu’dan atmak için büyük bir ordu ile harekete geçmiştir. Arka arkaya üç defa Selçuklu engellerini aşarak Konya önlerine gelip şehri kuşatmıştır. Sultan I. Mesud hem içerde hem şehrin dışında savunma tedbirleri almıştır. Dışarıdaki Selçuklu ordusu pusular kurup baskınlar yaparak Bizans ordusuna büyük zarar veriyordu. Bir ara Türk çemberi içinde kalan Bizans askerleri arasında korku ve panik havası yaşanmıştır. Manuel askerlerin cesaretini arttırmak için “Sultan esir oldu işte size miğfer” diye bir askerin miğferini mızrak ucunda sallattırdı. Selçuklu ordusu bunun sahte bir davranış olduğunu çok geçmeden anladı ve askerler üzerinde olumsuz bir etkisi olmadı. İmparator Manuel çemberi kırarak kaçmayı başardıysa da dönüş yolunda defalarca baskın ve saldırılara maruz kalmıştır. Böylece büyük bir iddia ile giriştiği sefer başarısızlıkla neticelenmiştir.247 İmparator Manuel, 1159 yılında Çukurova’daki Ermeniler üzerine düzenlediği seferden İstanbul’a dönerken Selçuklu birliklerinin baskınına uğramıştır. Bu birlikler Selçuklu ülkesinden geçerken Karaman (Larende) ve Kütahya’da havalilerinde Türkmenler tarafından pusuya düşürülmüştür. Çünkü 246 247 Bizans ordusunun, İstanbul’a varma hususundaki aceleciliği, Niketas, 1995: 22-23, Koca, 2003b: II, 121. Kınnamos, 2001: 38-41, Niketas, 1995: 36, Koca, 2003b: II,126-130, Turan, 2002: 180-181. 98 disiplinsiz ve akılsızca hareketleri baskınlara davetiye çıkarmaktaydı. Baskına uğrayan Bizans birliklerinin pek azı İstanbul’a dönebilmiştir.248 Görüldüğü gibi Bizans saldırıları, Selçukluların yapmış olduğu sürpriz baskınlarla, korkutma faaliyetleri ile engellenmiştir. 2.4.2. Haçlılar Üzerine Uygulanan Sürpriz Baskınlar 2.4.2.1. I. Haçlı Seferi ve Sultan I. Kılıç Arslan’ın Anadolu Savunması (1096-1101) İstanbul’a gelen Haçlı ordusunu249 sur dışında bile disiplin altında tutması mümkün değildi; keza bunlar her tarafı yağmalıyor, civardaki köşkleri soyuyor, durmadan hırsızlık yaparak sorun çıkarıyorlardı. Bu yüzden imparator fikrini değiştirdi ve bütün Hacıları 6 Ağustosta gemilerle Anadolu yakasına geçirmiştir.250 Haçlılar, Anadolu yakasına geçtikten sonra İzmit ve İznik istikametinde ilerleyerek, bölgeyi vahşi bir şekilde kana ve ataşe boğdular. Bunun üzerine Sultan I.Kılıç Arslan, Malatya’nın fethine giderken İznik’te bıraktığı kardeşi Davud, İzmit yakınlarında Kırk-geçit çayı kenarında Haçlı öncülerini topluca pusuya düşürdü. Haçlılar daha ne olduğunu anlamadan birden bire ağaçların arasında üzerlerine oklar yağmaya başladı. Türk okçuları önde atlıları hedef aldılar. Yaralanıp yere düşen ve birbirlerine giren atlar binicilerini sırtlarından atarken Türkler hücuma geçti. Şövalyelerin çoğu Türklerin hücumuna direnmeye ve cesaretle savaşmaya çalıştılarsa da, orduyu kaplayan paniği 248 Niketas, 1995: 75, Kinnamos, 2001: 140-141, Koca, 2003b: II, 162. Papa II. Urbanus, 1095 yılı sonbaharında topladığı Clermont Konsili sırasında din adamları ve halktan oluşan büyük bir kalabalığa hitap ederek Haçlı Seferleri çağrısını yapmıştır. Çağrı üzerine Pierre l'Hermite adında bir keşiş, hemen harekete geçmiştir. 20 Mayısta Pierre l’Hermite idaresindeki 20 bin kişilik ordu Köln’den yola çıkarak, Macaristan’dan üzerinden Edirne’ye ve oradan da 1 Ağustos 1096 tarihinde İstanbul’a gelmiştir. Görünüşleri ve davranışları ile başta İmparator Aleksios olmak üzere başkent halkını dehşete düşüren Haçlılara, şehir surlarının dışında bir yerde kamp kurmalarına izin verilmiştir. Fakat İmparator Aleksios Batı’dan böyle bir yardımda bulunduğuna çok pişman olmuştur. İmparator, Haçlılara iyi davrandı; yol boyunca yaptıkları çirkin hareketleri affettiğini bildirdi. 250 Demirkent, 1997: 15, Dikici, 2007: 318, Cecıle Morrısson, Haçlılar, Ankara, Dost Kitabevi Yay. 2005, s.29, Işın Demirkent, Tarih Boyunca İznik, Ankara, İş Bankası Kültür yay. 2004, s. 25. 249 99 önleyemediler. Çok kısa bir sürede dehşet içine düşmüş bulunan bütün Haçlı ordusu çılgınca kaçmaya çalıştı ise de Türkler hemen hemen hepsini imha etmiştir.251 Kontların ve düklerin kumandasında Haçlı Seferi’ne çıkan büyük bir kütle, 1096 sonbaharından itibaren birbiri ardınca İstanbul’a gelmeye başlamışlardır.252 1097 yılı başlarında sayıları 100 bini bulan ve Anna Komnene’nin ifadesine göre “sayıları kumsaldaki kum tepelerinden, gökteki yıldızlardan çok” olan Haçlı ordusunu, İmparator sağladığı gemilerle Anadolu yakasına geçirdi. Haçlı ordusunun ilk hedefi Anadolu Selçuklu devletinin merkezi İznik olmuştur. İznikte’ki Selçuklu kuvvetleri, surlardan hemen bir çıkış hareketi yaparak Haçlı ordusunu püskürtmeye çalıştı ise de pek başarılı olamayıp tekrar surların gerisine çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu sırada Malatya muhasarasıyla meşgul olan Sultan I. Kılıç Arslan kuşatmayı kaldırıp İznik önlerine geldi. Ancak çok kalabalık olan Haçlı ordusuna karşı bir şey yapamayacağını görünce geri çekildi. Hayatlarını kurtarmaktan başka çareleri kalmayan İznik halkı, gizlice Bizans imparatoru ile temasa geçerek şehri teslim etmiştir. Böylece İznik halkı, Haçlı saldırısından kurtulmuş oldu.253 Sultan I. Kılıç Arslan’ın, sayıca çok büyük ve askeri gücü yüksek Haçlı orununu yenmesi imkânsızdı. Bunun için yıpratma muharebesine karar veren Sultan, coğrafi sahanın da kendisine sağladığı avantajı kullanarak; Haçlıların geçtiği güzergâhlara sürpriz baskınlar düzenleyerek, bölgedeki iaşe kaynaklarını tahrip ederek Haçlıları madden ve manen çökertecekti. Ayrıca Danişmendli Gümüştekin ile Kayseri Selçuklu Beyi Hasan’ı süratle yardıma çağırmıştır. 251 Runciman, 1986: I, 101-103, Komnena, 1997: 307, Koca, 2003b: II, 75, Demirkent, 1997: 15-18, Turan, 2002: 99, Dikici, 2007: 318. 252 Lorraine dükü Godefroi de Bouillon’un kumandasındaki Fransızlardan oluşan grup,. İtalya Normlarının reisi Bohemund, Toulouse kontu Raymond de Saint-Gilles’in kumandasındaki GüneyFransızlarının oluşturduğu grup, Kuzey- Fransızlardan oluşan dükü Robert ile eniştesi Blois kontu Etienne ve kuzeni Flandre kontu II. Robert’in müşterek idaresinde yola çıkan gruplardır. Demirkent, 1997: 26. 253 Komnena, 1997: 305, 323, 326-327, Kafesoğlu, 1972: 90, Demirkent, 199: 27, Runciman, 1986: I, 137-138, Demirkent, 2004: 28-32, Erer, 1948: 23. 100 Bizans kumandanı Tatikios’un rehberliğinde Anadolu içlerine doğru yürüyüşe geçen Haçlılar, Eskişehir (Dorylaion) üzerinden güneye dönüp Akşehir, Konya, Ereğli yoluyla Antakya’ya geçmeyi planlamaktaydılar. Sultan I. Kılıç Arslan, Haçlıların Eskişehir’e doğru ilerlediğini haber alınca derhal Eskişehir’in kuzeybatısındaki Sarısu ovasına gelmiştir. Bu ovanın alçak tepelerinin arkasına ve vadilerin içine ordusunu pusuya yatırmıştır. Haçlı ordusu da karargâhını Sultanın ordusunun pusu kurduğu mevziiye kurmuştur. Ertesi sabah Türklerin, aniden hücuma geçerek karargâhlarına sardırmaları Haçlıları şaşkına çevirmişti. Burada Haçlıları şaşırtan başka bir hususta, Türklerin savaş taktikleri olmuştur. Önce okçu birlikleri sonra atlıların arka arkaya saldırıları Haçlıları şaşkına çevirmiştir. Çünkü Türkler hareket kabiliyeti fazla ve çok hızlı koşan atlara biniyorlardı. Dalga dalga ilerleyen Türk atlıları, kaçarken de saldırıdaki kadar iyi nişan alabiliyorlardı. İnce zırh giyiyor, hafif kalkan taşıyorlardı. Haçlılar ilk defa karşılaştıkları bu muharebe taktiği ile şaşırıyor, Türklerin haykırmaları ile titriyorlardı. Tüm bu saldırılara rağmen sayıca üstün olan Haçlılar tamamen mağlup edilememiştir.254 Eskişehir (Dorylaion ) de Haçlı yürüyüşünü engelleyemeyen Sultan I. Kılıç Arslan, artık gerillâ savaşı yapmaya başlamıştır. Haçlıların geçeceği bölgeleri boşaltmış, tarladaki ürünleri yaktırmış, kuyulara ve pınarlara hayvan leşleri atıp her türlü yiyeceği imha etmiştir. Böylece Haçlıları açlığa ve susuzluğa mahkûm etmiştir. Sultan I. Kılıç Arslan’ın Haçlılara hazırladığı bu sürpriz yıldırma ve yıpratma taktiği son derece başarılı olmuştur. Türk birliklerinin zaman zaman sürpriz hücumları, yol boyunca yiyecek, içecek 254 Runciman, 1986: I, 142, Demirkent, 1997: 34-35, Kafesoğlu, 1972: 90, Koca, 2003b: II, 80, Turan, 2002: 100-101, Ebru Altan, “Haçlı Ordularının Anadolu’da Geçtiği Yollar, Belleten, LXV, sayı 243, Ankara, TTK Yay., 2002, s.573, Güney Kırpık, “Haçlıların Anadolu İstilası Sırasında Selçuklu Savaş Teknik ve Taktikleri(1097-1170)”, On Birinci Askeri Tarih Sempozyumu Bildirileri I , Ankara, Genelkurmay Basımevi, 2009, s. 101. 101 sıkıntısı çeken Haçlılarda salgın hastalıkların baş göstermesi sonucun da Haçlı ordusunun sayısı bir hayli azalmıştır.255 Haçlı ordusu, ağustos ayı ortasında Selçuklu halkının dağlara çekilip tamamen boşalttığı Konya’ya vardılar. Burada yağmalanacak fazla bir şey bulamayan Haçlılar Ereğli’ye doğru yollarına devam ettiler. Ereğli yakınında Sultan I.Kılıç Arslan, Danişmendli Gümüştekin ve emir Hasanın giriştikleri yeni bir hücumu geri püskürtmüşlerdir. Burada Haçlı ordusu ikiye ayrılmıştır. Bunlardan bir kısmı Toros dağlarından Çukurova’ya inerken, diğer kısmı da Maraş üzerinden kendileri için daha uygun görünen Anti Torosları aşıp Antakya’ya gitmiştir. Oradan da Kudüs’e yürüyüp, 15 Temmuz 1099 Kudüs'ü ele geçirmişlerdir. 256 Nihayetinde başından beri Haçlılara karşı amansız mücadele veren Sultan I. Kılıç Arslan, her ne kadar Haçlı ordusunu imha edemediyse de uyguladığı sürpriz taktiklerle, madden ve manen yıpratarak “akıl ve insanlıktan mahrûm vahşi hayvanlar” gibi hareket eden Haçlılara, Türk halkı ve ordusunu ezdirmemiştir. Ereğli’den sonra Haçlı ordusunun peşini bırakmış ve bu orduyu bir daha takip etmemiştir. Haçlılar Kudüs’ü almakla büyük ölçüde amaçlarına ulaştılar. Fakat I. Haçlı seferi henüz tamamlanmadı. Çünkü Kudüs’ün düşmesi Avrupa’da büyük bir sevinç ve heyecan yarattığı gibi Kudüs’ü ellerinde tutmak ve burada hâkimiyetlerini güçlendirmek için iki yıl sonra Doğu’ya doğru tekrar harekete geçtiler. Bu yüzden 1101 yılında üç büyük ordu Anadolu’ya gelmiştir.257 Batı’dan gelen bu yeni tehlikeden zamanında haberdar olan Anadolu Selçuklu Sultanı I.Kılıç Arslan, hızlı bir şekilde hazırlıklara başlamış ve Danişmend’li beyliğinden müşterek hareket etmek için teklifte bulunmuştur. Ayrıca Doğu Anadolu ve Kuzey-Suriye’deki Türk beylerine de mektuplar 255 Runciman, 1986: I, 144, Demirkent, 1997: 37, Kafesoğlu, 1972: 91, Koca, 2003b: II, 81, Altan, 2002: 574, Turan, 2002: 102, Kırpık, 2009: 102. 256 Runciman, 1986: I, 146-147, Demirkent, 1997: 37, Koca, 2003b: II, 81, Kafesoğlu, 1972: 91, Altan, 2002: 573-574, Turan, 2002: 102, Kırpık, 2009: 103-104. 257 Runcıman, 1987: 15, Demirkent, 1997: 61-62, Kırpık, 2009: 106. 102 yazarak yardım etmelerini istemiştir. Böylece Sultan I.Kılıç Arslan kısa sürede ordusunu toparladıktan sonra 1101 Haçlı ordusuna gerilla taktiklerini tüm acımasızlığıyla uygulamıştır. 258 3 Haziran 1101 tarihinde birinci büyük Haçlı ordusu, Niksar kalesine kapatılmış olan Bohemund’u kurtarmak için Niksar’a doğru hareketle, İzmit Eskişehir-Ankara-Çankırı yollarını takip etmiştir. Normalde, Haçlıların Ankara’ya kadar yolculukları çok iyi geçmişti. Ancak, Çankırı yönünde ilerlemeye başlamalarıyla sıkıntılar başlamıştı. Selçuklu birlikleri, Haçlı ordusunun öncü ve artçı birliklerine düzenledikleri sürpriz baskınların yanında mevcut açlık ve susuzluk sıkıntısı da Haçlı ordusunu yol boyunca yıpratmıştır. Nihayet Haçlı ordusu 2 Ağustos Cuma günü Amasya yakınlarındaki Merzifon ovasına gelmiştir. Ovada yürüyüşlerine devam eden Haçlılar üzerine, birden bire Sultan I. Kılıç Arslan, Gümüştekin, Rıdvan, Belek ve Karaca’nın kumandasındaki süvariler tepelerden aşağıya savaş naraları atarak hücuma geçmişlerdi.259 Haçlılar, Türk atlıların yıldırım hızıyla geldiğini görünce, şok olmuşlar ama yine de kendilerini savunmak için toparlanıp bir kamp oluşturmuşlardır. Kampın çevresine arabaları ve diğer bazı eşyalar yığarak bir siper oluşturmuşlardır. Ama Türklerin süratle bu kampın etrafını sarıp rüzgâr gibi at koşturması ve yağmur gibi ok atmasına fazla dayanamadılar. Böylece sürpriz baskınla bu Haçlı ordusu tamamen imha edilmiştir.260 Bundan sonra, birbirini takip eden, Nevers Kontu II. Guillaume’nun idaresindeki Fransızlardan oluşan ikinci Haçlı ordusu, Ankara’ya gelmişti. Fakat Ankara’da, birinci ordunun o sırada nerede olduğunu hiç kimse bilmiyordu. 258 Bu durumda önceki orduya yetişmek artık mümkün Runciman, 1987: II,18, Demirkent, 1997: 64, Erer, 1948: 42. Sultan I. Kılıç Arslan, bir aydan beri zor koşullar altında ilerleyen Haçlı ordusunun oldukça güçten düştüğünü anlamış ve bunlarla savaş için bu ovanın en uygun yer olduğunu kararına varmıştır. Bu sebeple ordusunu, ovayı kuşatan tepelere yerleştirmiş, Haçlılar ovaya girer girmez de hücuma geçmiştir. Demirkent, 1997: 66-68 260 Runciman, 1987: II, 18-19, Komnena, 1997: 346, Demirkent, 1997: 66-68, Turan, 2002: 105, İlhan, 1999: 132-133, Morrısson, 2005: 39, Altan, 2002: 576, Kırpık, 2009: 107. 259 103 görünmüyordu. Bunun üzerine daha kuzeye yürümeyi tehlikeli bulan Kont, güney’e Kulu ve Cihanbeyli üzerinden Konya’ya giden en kestirme yola sapmayı tercih etti. Böylece Konya’dan Akdeniz kıyısına inebilir ve Antakya’ya daha kolay ulaşabilirdi. Öte yandan bu durumu öğrenen Sultan I.Kılıç Arslan, Danişmendli Bey’i ile beraber derhal harekete geçti. Nevers ordusunu Konya’ya varmadan önce yolda yakaladı. Üç gün boyunca Haçlılar üzerine hücum eden Türk birlikleri, yine de yürüyüşlerini engelleyememiştir. Sultan I. Kılıç Arslan, Haçlıların daha bir zor şartlar altında bir süre ilerleyip kuvvetten düşmesine ve ancak bundan sonra onlarla savaşa tutuşmaya karar verdi. Daha önce yaptıkları gibi, Haçlıların önü sıra gerilla taktiğini uygulamışlardır. Türk birliklerinin yıpratma faaliyetlerinin yanında aldıkları önlemlerle yiyecek ve içecek sıkıntısı yaşayan Haçlılar, Ereğli’ye geldiklerinde düzenlenen sürpriz baskınla bozguna uğratılmışlardır.261 Apuitania dükü IX. Guillauma ve Bavyera dükü IV. Welf’in idaresindeki üçüncü ordu ise imparatorun tavsiyesine uyarak, 1097’deki Haçlı ordularının takip ettiği yoldan ilerlemekteydi. Akşehir’e kadar Bizans arazisi içindeki yürüyüşleri çok rahat geçmişti. Ama Selçuklu topraklarına girdikten sonra zorluklar başladı. Haçlılar özellikle su ve yiyecek sıkıntısı çekmekteydiler. Çünkü etrafta sağlıklı olarak yiyecek hiç bir şey yoktu. Türklerin uyguladığı bu taktiğe çok öfkelenen Haçlılar, bunun üzerine yol boyunca Türklere ait bulunan bütün şehirlere saldırarak, yakıp yıkarak Ereğli’ye doğu yürümüşlerdir. Sultan I. Kılıç Arslan ise tüm kuvvetlerini, yaz mevsimi boyunca suyu kurumayan Ereğli ırmağı kenarındaki çalılıklar arkasında pusuya yatırdı. Nasıl olsa su ihtiyacı yüzünden Haçlılar buraya gelecekti. 5 Eylülde Haçlılar, Ereğli ırmağının aktığı Akgöl ovasına ulaştılar. Suyu gören herkes ırmağa doğru koştu. Fakat ırmağın karşı kıyısında pusu kurmuş olan Türkler, birden 261 Runciman, 1987: II, 21-23, Demirkent, 1997: 70, Turan, 2002: 105, İlhan, 1999: 133, Erer, 1948: 44-45, Altan, 2002: 577, Kırpık, 2009: 109. 104 bire ortaya çıkıp yağmur gibi ok yağdırmaya başladılar. Haçlılar daha neye uğradıklarını anlamadan Türkler hücuma geçti. Atlı birlikler kısa sürede Haçlıları çember içine alıverdi. Haçlılar bu şiddetli hücuma karşı koyamadılar. Atlı veya yaya, pek çoğu ırmak yatağı kenarından kaçmaya veya çalılıklar arasında saklanmaya çalıştı. Ama hepsi Türk okçularına hedef oldu. Savaş alanındakilerin ise hemen hepsi Kılıçtan geçirildi. Haçlı kumandanı Apuitania dükü Guillaume ise 400 kişilik atlı kuvvetiyle kaçmıştır.262 Sonuçta Sultan I. Kılıç Arslan, 1101’de Avrupa’dan büyük kitleler halinde Anadolu’ya gelen Haçlıları, Türk savaş taktik ve faaliyetleriyle imha etmiştir. 2.4.2.2. II. Haçlı Seferi ve Sultan I. Mesud’un Anadolu Savunması(1147-1148) Musul-Halep Atabeyi “İmâdeddin Zengi, topraklarını ikiye bölen Urfa Haçlı Kontluğunu 1144 yılında ortadan kaldırması üzerine Doğu’daki Haçlı devletleri zor duruma düşmüştür. Hatta Kudüs kraliçesi Melisende, Papa III. Eugenius’ya başvurarak Batı Hristiyanlık dünyasından yardım istemiştir. Bunun üzerine Avrupa’da yeni bir Haçlı seferi düzenlemek için Papalar harekete geçmiştir. Özellikle bu görevi, çok yetenekli ve etkili bir hitabı olan Fransızların başrahibi Bernard üstlenmiştir. Bernard, Fransa ve Almanya’nın belli başlı şehirlerini gezerek hükümdarları, soyluları ve halkı yeni bir Haçlı seferi için çağrıda bulunmuştur. Bu çağrı sonucunda Krallar bu sefere iştirak ederek; Fransa Kralı VII. Louis, 70 bin civarında ordusuyla, Alman İmparatoru III Konrad ise 200 bin civarında ordusuyla 1147 yılında Batı’dan Doğu’ya doğru hareket geçmiştir. 263 Eylül 1147 yılında İstanbul önüne ulaşan Alman İmparatoru III Konrad, ordusunun 262 gücüne ve kendisine son derece güvenerek Anadolu Runciman, 1987: II, 23-24, Demirkent, 1997: 71, Turan, 2002: 105, İlhan, 1999: 134-135, Erer, 1948: 44-45, Kırpık, 2009: 110 263 Koca, 2003b: II, 136-138, Demirkent, 1997: 101, Altan, 2002: 558-559, Turan, 2002: 183-184, Erer, 1948: 44-45. 105 topraklarından geçmek için İznik-Eskişehir-Akşehir-Konya Ereğli hattını takip ederek, kısa sürede Kilikya’ya ulaşmayı planlamıştır. Diğer taraftan, Haçlı ordusunun İstanbul’a gelişini öğrenmiş olan Sultan Mesud, bu orduları kendisi için uygun yerde karşılamak üzere hazırlıklara girişmiştir. Konrad, Bizans kumandanı Stephanos’un rehberliğinde Eskişehir’e doğru harekete geçmişti. Ancak Sultan Mesud tarafından Eskişehir yakınlarındaki Sarısu çayının kenarında pusu’ya düşürülmüştür.264 Bizans Tarihçi Kınnamos, Haçlıların düşürüldüğü bu pusu sonucunda, korku ve panik’den büyük bir ordunun nasıl imha edildiğini şu şekilde izah etmiştir; “ … Dorlaion’a (Eskişehir) kadar Almanları hiçbir tatsızlık engellemedi. Buraya vardıklarında yani Sarısu’ya vardıklarında Mamplanes adındaki bir Türk, küçük bir kuvvetle bunların güçlerini anlamak ve durumlarını öğrenmek için artçı birliklerine hücum etti. Türkler ilk defa karşılarına çıktığında, düzensiz şekilde ilerleyen Almanlar, büyük bir kargaşa içinde onlara saldırdılar. Türkler geri dönüp kaçar gibi yaptılar; fakat Alman atlıları yorulunca ve ordugâhtan uzaklaşınca, Türkler hızla geri dönüp tekrar saldırılar. Aynı şey sık sık tekrarlandı ve bu saldırı Almanları müthiş bir korkuya düşürdü. Önceleri karşı konmaz hayvanlar gibi saldıranlar, nasıl korkak ve sefil hale düştükleri için hiçbir şey yapacak ve planlayacak halleri kalmadığını görmek mümkün oldu…”265 Böylece Alman İmparatoru Konrad’ın ordusu imha edildi. Canını zor kurtaran İmparator, çareyi kaçmakta bulmuştur. İstanbul’a Alman Haçlı ordusundan sonra başında Kral VII. Louis’in bulunduğu Fransız Haçlı ordusu geldi. Kral VII. Louis, İstanbul’da fazla kalmayarak 1147 yılında İznik’e geldi. Bura da Alman Kralı Konrad’ın başına gelenleri öğrenince, Konrad’ın takip ettiği yolu kullanmaktan vazgeçerek Ege sahillerine doğru yola çıktı. Balıkesir, Bergama ve İzmir üzerinden Efes’e gitmiştir. Fransız Haçlı ordusu, Efes’te bir süre dinlendikten sonra Menderes vadisi boyunca Denizli istikametinde ilerlemeye başlamıştı ki, Selçuklu 264 265 Koca, 2003b: II, 136-138, Demirkent, 1997: 101, Turan, 2002: 183-184. Kınnamos, 2001: 64. 106 ordusu Menderes vadisinin karşı tarafında birden ortaya çıkarak, Haçlıları ok yağmuruna tuttu. Haçlı ordusu, bu sürpriz saldır karşısında bir hayli kayıp vermek suretiyle sarsıldı. Bu yüzden Kral VII. Louis, Selçuklu ordusunun üzerine yürümeye cesaret edemeyerek, ordusunu ok menzilinin dışına çekip, ağır kış şartlarında yürüyüşüne devam etmiştir. Selçuklu ordusu, Haçlı ordusunun peşini bırakmayarak uzun menzilli oklarla Denizli kadar devamlı taciz etmiştir. Denizli-Antakya arasındaki engebeli araziyi aşan Fransız Haçlı ordusunun, denizi uzaktan görmeleri bir anda çektikleri sıkıntıyı ve Türkleri unutmalarına neden olmuştur. Dağınık bir şekilde dağ yamaçlarından sahile doğru koşmaya başladılar. Bu arada kendilerini adım adım takip eden Selçuklu ordusunun aradığı fırsat doğmuştur. Dağınık bir şekilde olan Haçlı ordusuna aniden sürpriz baskın yaptılar. Savaş düzeni bozulmuş olan Haçlılar, müthiş bir korku ve paniğe kapılıp, ne yapacağını bilemediklerinden imha edildiler. Ancak Kral Louis, akşam karanlığından yararlanmak suretiyle canını zor kurtarabildi.266 Kral Louis, Selçuklu darbesinden geriye kalan ordusunu Antakya’da topladı. Bu defa da yerli Rumların ihanetiyle, Türkler tarafından tekrar baskına uğratıldılar. Böylece Fransız Haçlı ordusu da tamamen imha edilmiş oldu.267 Görüldüğü üzere Sultan Mesud’da, Haçlılara karşı Anadolu'yu sürpriz baskınlar yaparak savunmuştur. 266 Niketas, 1995: 46-47, Runciman, 1987: II, 225, Demirkent, 1997: 107-108, Koca, 2003b: II, 140141, Turan, 2002: 185, Dikici, 2007: 338, Altan, 2002: 580, Erer, 1948: 54. 267 Turan, 2002: 185, Koca, 2003b: II, 140-141, Demirkent, 1997: 109. 107 2.4.2.3. III. Haçlı Seferi ve Sultan II. Kılıç Arslan’ın Anadolu Savunması Salâhaddin Eyyubi’nin ünlü Hattîn seferi sırasında Kudüs Haçlı Krallığına son vermesi (1187-1189), yeni bir Haçlı seferi için Batı dünyasını tekrar harekete geçirmiştir. Papanın çağrısı üzerine Alman İmparatoru bizzat sefere çıkmıştır. Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa 27 Nisan 1190 tarihinde, Edirne üzerinden Çanakkale Boğazına gelmiştir. Buradan da Anadolu yakasına geçtikten sonra güneye doğru ilerleyerek, Alaşehir üzerinden Denizli’ye kadar ulaşmıştır. Yorgun, bitkin ve aç durumda Uluborlu’ya kadar gelen Haçlı ordusu, burada Türkmenlerin sürpriz baskınına uğramıştır. Türkler burada Haçlı ordusu üzerine davul ve boru sesleriyle birlikte baskın yaparak, ele geçirdikleri ganimetlerle birden ortadan kaybolmaktaydılar. Neticede Haçlı ordusu Uluborlu tarafından dağ ve geçitlerden ilerlerken Türkler tarafından bir hayli kayıplara uğratılmışlardır. Haçlı ordusu, muhtemel Türkmen saldırı korkusu ve açlık, susuzluktan bitkin bir halde Akşehir’e ulaşmıştır. Burada Selçuklu Melikleri, Kutbeddin Melihşah, Muhiddin Mesud ve muhtelemen Gıyâseddin Keyhüsrev’in başında bulunduğu Selçuklu kuvvetleri birden Haçlı kuvvetlerinin karşısına çıktı. Fakat Selçuklu kuvveti pek başarılı olamadı. Bunun üzerine Konya’ya çekildiler. Haçlı ordusu Konya’ya girdi ve şehri yağmaladı. Birkaç gün burada dinlendikten sonra Karaman’a gitmişlerdir. Daha sonra Toros dağlarını aşarak Silifke Ovasına ulaşmışlardır. Burada da bir sürpriz olayla karşılaşmışlardır. Nitekim nehri geçip Silifke’ye ulaşma arzusunda olan İmparator’un nehrinde boğulmasıyla bir haçlı seferi daha sona ermiştir.268 Yukarıda da anlattığımız gibi, Anadolu Selçuklu Devleti 11. yüzyılın sonu ile 12 yüzyıllarda Haçlı tehdidi ile karşılaşmıştır. Anadolu Selçuklu Sultanları, bu tehdit karşısında, sürpriz baskın, gerilla taktiği, korku ve panik 268 Runciman, 1987: III, 12-13, Demirkent, 1997: 149-152, Koca, 2003b: II, 208-209. Turan, 2002: 220-224, Altan, 2002: 581. 108 faaliyetlerini en başarılı şekilde uygulayarak önce Haçlı ordusunu yıpratmışlar, sonrada ortadan kaldırmışlardır. Nihayetinde Haçlı ordularını büyük bir kuvvet olmaktan çıkarmak suretiyle hem Anadolu’yu hem de Ortadoğu İslam ülkelerini büyük bir tehdit ve tehlikeden kurtarmışlardır. Böylece Türk tarihinin en mükemmel ve en başarılı vatan savunmasını yapmışlardır. Bu başarılardan sonrada Batı dünyası Anadolu’nun bir Türk yurdu olduğu gerçeğini kabul ve tescil etmiştir. Nitekim Batı dünyası Anadolu’yu bundan böyle “ Türkiye" adıyla anmaya başlamıştır. 2.4.3. Ermeniler Üzerine Uygulanan Sürpriz Baskınlar Genelde baskın yaptıktan sonra dağlara sığınan ve meydan savaşından uzak duran Ermenilere karşı zafer kazanmanın yolu; yağma için ovalara akın yaptıklarında onları gafil avlamaktan geçiyordu. 269 Çukurova’da bulunan Ermenilerin, I. Haçlı Seferinin yarattığı ortamdan yararlanarak Türklere saldırmaları ve topraklarını genişletmeye çalışmaları üzerine Türkler de karşı saldırılara geçmişlerdir. Bunlardan biri de, 1107 yılında 12.000 kişilik bir Türkmen kuvvetinin Çukurova bölgesinde Anazarba yöresine yaptığı akındır. Bu Türk kuvvetleri, Ermenilere ait arazileri tahrip ve yağma ettikten sonra Kong-Vasil’in memleketinde270 Berdus (Pertus) denilen mıntıkaya gelmişlerdir. Bunu haber alan Ermeni Prensi Kogh-Vasil, dayısı Bedros ile birlikte Türklere saldırmış ise de Keysun’a çekilmek zorunda bırakılmıştır.271 Haleb valisi Emir Seyfettin Savar, 1136 yılında Lâzikiye Bölgesine yaptığı ani bir baskından sonra kuzeye doğru harekâtına devam ederek Keysun ve Maraş civarına kadar uzanıp bol miktarda ganimetle dönmüştür. 1138 yılında da Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud, önce Keysun bölgesinde 269 Özdal, 2008: 128. Keysun ve Ra’ban, bkz. Ersan, 2007: 68. 271 Urfalı Mateos, 2000: 232-233, Ersan, 2007: 68-69. 270 109 sonra’da Maraş’ta faaliyette bulunup, çevreyi talan edip esirler aldıktan sonra geri dönmüştür.272 Bu dönemde ayrıca Gerger273 Ermenilerinin, eşkıyalık yaparak etrafa zarar verdiği görülüyor. 1119 yılında Zaid Kalesi’nin yakınlarındaki Bula(m) Köyü ve Malatya havalisine gizlice baskınlar düzenleyip talan eden Gerger Ermenileri, Türkleri de öldürmekteydi. Belek Gazi 1121 yılında, bundan haberdar olunca Ermenileri arkasına düşüp onları ortadan kaldırmaya karar verdi. Bu maksatla, dağların karla örtülü olduğu sırada Fırat üzerinden Gubus’a doğru uzaklaşıyor gibi göstermekle Gergerleri aldatıp üzerlerine baskın yapmıştır. Artık Gerger Ermenileri Türklerin hâkimiyetine girmişti. Fakat üç yıl sonra Belek Gazi’nin ölümüyle beraber Gerger Türklerin elinden çıkmıştır. Fırat Nehri boyunca genişlemeye gayret eden Artukoğlu Kara Aslan, 1149 yılında Gerger’e bir akıncı birliği gönderdi. Burada karargâh kuran Artuklu askerleri, bir gece manastırın civarında bulunan Tegenkar denilen müstahkem mevkie baskın yapıp ele geçirmişlerdir. Böylece Kara Arslan, eşkıyalar ve Haçlılarla işbirliği yapan Ermeni Gerger halkını tekrar Türklerin hâkimiyeti altına almıştır. Bu tarihten itibaren sakin bir hayat süren Gerger Ermenileri, Moğol istilası döneminde yine Türkler aleyhinde faaliyetlerde bulunmuşlardır. 274 Kilikya Ermeni Prensi I. Toros, Şahinşâh’ın tahta çıktığı 1110 yılına kadar Anadolu Selçuklu Devleti’nin tahtının boş kalmasını fırsat bilerek değişik zamanlarda Türk topraklarına karşı saldırı düzenlemiştir. Buna karşı 12 bin kişilik bir Türk kuvveti de 1108 yılında Toros Dağını aşarak Anazarba mıntıkasına gelmiş, I. Toros’un ülkesini tahrip ve yağma ettikten sonra Maraş ovasına geçmiştir. Buradan hareketle Ermeni Kong Vasil’in elinde bulunan Keban yakınındaki Pertus mevkine kadar ilerlemişlerdir. Vasil, Türklere karşı 272 Ebû’l-Ferec, 1945: II, 374- 375, Turan, 2002: 174-175, Ersan, 2007: 71. Gerger Çayı, Fırat’ın batı kıyısında, bugünkü Kesertaş Köyü yakınlarındaki Nefs-i Gerger Kalesidir. XI. Yüzyılın sonlarına doğru Gerger’de, Urfa hâkimi Ermeni Toros’a bağımlı olarak Ermeni prensi Konstantin hüküm sürmektedir. Kısaca buralarda Ermeniler yaşamakta idi. Ersan, 2007: 80. 274 Ebû’l-Ferec, 1945: II, 386- 387, Turan, 2002: 188, Ersan, 2007: 81- 85. 273 110 püskürtme hareketi yapmaya çalıştı ise de başarısız olup Keysun (Göksun) deki merkezine çekilmeye mecbur kalmıştır.275 1110 yılında Konya Selçuklu tahtına çıkan Şahinşah, saltanatının ilk yıllarında bağımsız hareket eden Türkmenleri, Kilikya Ermenilerinin üzerine akınlara göndermiştir. Bu Türkmenler 1110-1111 yıllarında, Kilikya Ermenilerinin hâkimiyetinde bulunan bölgelere (Anavarza ve Maraş) akın ve yağma seferleri düzenlemişlerdir. I. Toros, yapılan çatışma ve savaştan kendilerini uzak tutmaya gayret ederken, bölgede yaşayan diğer Ermeni grupları saldırılara karşı koymaya çalışmışlardır.276 Çukurova Prensi II. Toros’un, gittikçe güç kazanmasından ve zaman zaman Selçuklu topraklarına saldırmasından dolayı Sultan I. Mesud, 1153 yılında Ermenilere karşı Bizans İmparatoru I. Manuel ile ittifak yaparak saldırıya geçmiştir. Başlangıçta büyük korkuya kapılan Erminler, dağlara çıkıp ve geçitler tutup mukavemete başlamışlardır. Geçitleri aşmakta zorlanacağını fark eden Sultan geri çekilmek zorunda kalmıştır.277 II. Kılıç Arslan zamanında II. Toros’un kardeşi Stephan, Sultanın Danişmendlilerle uğraşmasını fırsat bilerek 1156’da Selçuklu topraklarına saldırmış, Maraş’a girerek şehri yağma ve tahrip etmiştir. Bununla kalmayarak Hristiyan halkın bir kısmını esir, bir kısmını da katletmiştir. Bunun üzerine Danişmendlilerle mücadeleyi bırakan Sultan II. Kılıç Arslan, Keysun bölgesine girdi. Stephanın dehşetinden korkup dağlara sığınan Hristiyan halkı tekrar Maraş’a getirerek iyi muamelede bulunmuştur. Stephan Sultan II. Kılıç Arslan’dan korktuğu için karşısına çıkamayıp iyi geçinebilmek adına Pertus kalesini teslim etmiştir. 278 Sultan I.Rükneddin Süleyman-şâh’ın ölümü üzerine Anadolu Selçuklu tahtında vuku bulan sarsıntı üzerine Kilikya Ermeni Kralı, Selçuklu tabiiyetini bırakarak hudutlara tecavüz etmesi, Türkiye-Suriye ticaretinin aksamasına 275 Urfalı Mateos, 2000: 232-233, Turan, 2002: 151. Urfalı Mateos, 2000: 241, Ersan, 2007: 121. 277 Ebû’l-Ferec, 1945: II, 385-386, Turan, 2002: 191. 278 Urfalı Mateos, 2000: 315, Çoşkun, 1989: 250. 276 111 sebep olmuştur. Aynı zamandan Ermeniler, 1206 yılında, Türkmenleri göç sahası olan Göksu’ya hücum ederek Türklerden pek çok esir alıp, mal ve hayvanlarını yağmalamışlardır. Ayrıca Halep sınırlarına saldırmışlardır. Halep Eyyubi hükümdarı, Ermenilere karşı giriştiği savaşlarda tam sonuç alamamıştır. Bu olaylar sonucunda I. Gıyaseddin Keyhüsrev Ermenileri cezalandırmak üzere sefere çıkmıştır. 1208-1209 yılları arasında Maraş’a gelen Sultan, Haleb hükümdarını gönderdiği kuvvetleri de yanına alarak Ermeni hudutlarını aşmışlardır. Ermenilerden bir takım belde ve kaleler almışlardır. Bunlardan en mühimi Pertus kalesi idi. Kale önünde ordugâh kuran Selçuklu ordusu, kısa bir kuşatmadan sonra burayı fetih edip kale senyörü olan Ermeni Prensi Kirkor’u esir etmiştir. Böylece Ermeni Kralı II. Leon’u perişan etmiştir.279 Yine Selçuklu taht değişikliğinden yararlanmak isteyen II. Leon, Selçukluların Toros bölgesine yayılmıştır. Ulukışla, Ereğli ve Larende kalelerini işgal etmiştir. Tahta geçen I.İzzeddin Keykâvus iç meseleleri hallettikten sonra Ermeniler üzerine 1214 yılında sefere çıkmıştır. Kral II. Leon Selçuklara karşı yalnız başına karşı koyamayacağını bildiğinden Haçlılardan yardım talebinde bulundu. Fakat Haçlılardan yardım gelmedi. Bunun üzerine I. İzzeddin Keykavus pek güçlük çekmeden Karaman, Ereğli, Lârende’yi Ermenilerden geri aldı. Böylece Keykavus Ermenileri Torosların ötesine attıktan sonra, işgal olunan Antalya’nın fethine gitmiştir. 280 I.İzzeddin Keykâvus’un Antalya’yı fethi sırasında Ermenilerin Antakya’yı alması üzerine, Sultan tekrar Ermeniler üzerine sefere çıktı. I. İzzeddin Keykâvus, Maraş emiri Nusreddin’i de yanına alarak ordusuyla Kösidere yoluyla Ermeni topraklarına girdi. Ordu, Ceyhan vadisi boyunca ilerleyerek Çinçin kalesini kuşattı. Kale, mancınıklarla üç gün boyunca teslime zorlandı. Nihayet, II. Leon’un göndereceği yardımdan da ümidini kesen halk, canları ve mallarının bağışlanması karşılığında teslim oldu. 279 280 Turan, 2002: 286-287, Çoşkun, 1989: 270. Bibi, 1941: 65-66, Ersan, 2007: 167-168, Turan, 2002: 308. 112 Burada fetih hareketini bitirdikten sonra Sultan I. İzzeddin Keykavus, Kançin kalesine yöneldi. Selçuklular burada da direnmeyle karşılaşınca kaleyi kuşatıp mancınıklarla tahrip etmeye başladı. Diğer taraftan, üzerinde silahlı on kişinin yürüyebileceği merdivenler kurdurdu. Okçular, ok atışlarıyla kalede bulunan Ermenilere göz açtırmadılar ve merdivenler vasıtasıyla dört bir taraftan içeri girdiler. Bu durum karşınsa panik olan kale muhafızları, hiçbir savunmada bulunamadıklarından teker teker öldürüldüler. Sultan I. İzzeddin Keykâvus, sancağını kaleye diktikten sonra bu yerlerin korunması için memur ve komutanlar tayin etmiştir. Sonra yoluna devam eden Sultan I. İzzeddin Keykâvus, yaklaşmakta olan kralın ve ordusunun durumunu öğrenmek üzere gönderdiği öncü kuvvetinin mahsur kaldığı bir sırada ordusunu; sağ, sol ve merkez kanatlara ayırarak, korkunç çığlık ve naralar ile hücuma geçmiştir. Bu durum karşısında çok kayba uğrayan Ermeniler, çekilmek zorunda kalmışlardır. II. Leon büyük kayıplara uğradığı ve büyük komutan ve baronlarını esir verdiği bu yenilgi sonunda Sultanla anlaşma yolunu aramıştır. 1218 yılında anlaşma sağlanmıştır. Ancak Ermeni Kralları, Selçuklulardaki iç karışıklardan daima yararlanarak Selçuklu topraklarına saldırmaya devam etmiştir. Bunun üzerine fütuhat planını genişletmek isteyen Sultan I. Alâeddin Keykubad, Çukurova üzerine geniş bir sefere çıkarak Ermenileri bir alana hapsetmiştir.281 Görüldüğü gibi Selçukluların, Ermeniler üzerine saldırıları genellikle akın ve yağma şekilde olmakla beraber bazen de pusu şeklinde gerçekleşmiştir. Böylece Ermeniler önlenmeye çalışılmıştır. 281 Turan, 2002: 314-315, Ersan, 2007: 168-170. korkutulup yıpratılarak saldırıları 113 III. BÖLÜM SELÇUKLU HÜKÜMDARLARIN VE BEYLERİNİN UĞRADIKLARI SÜRPRİZ BASKINLAR KORKU VE PANİK OLAYLARI 3.1. KARAHANLI HÜKÜMDARININ YAPTIRDIĞI SÜRPRİZ BASKIN 3.1.1. Baskının Sebebi Selçuk Bey, Orta Asya’dan kalabalık bir kütle ile boyundan ayrılarak Cend taraflarına gelip yerleşmişti. Burada Müslümanlığı kabul etmesi, Selçuk Bey’in itibarını şüphesiz arttırmıştır. Ayrıca çevredeki katılımlar ve yeni göç dalgaları ile nüfusu da artmıştır. Böylece X. yüzyılın sonlarına doğru, Selçuk’un başında bulunduğu Türkmen atlıların gücü, devletlerarası mücadelede rol oynayacak kadar artmış bulunuyordu. Nihayet Selçuk Bey, Mâverâünnehir hâkimiyeti için Sâmâniler ile Karahanlılar arasında çıkan mücadelede Sâmânilerin yanında yer almıştır. Fakat 999 yılında Karahanlı’da Buhara emirliğini yapan İlig Nasr Han, Samani devletini ortadan kaldırarak Mâverâünnehri ele geçirmesi, yine burada Gazneliler hükümdarı Sultan Mahmud’un Horasan’a el koyması, Türkmen kuvvetlerinin Karahanlı Devletinin kıskacı içinde sıkışıp kalmasına yol açmıştır.282 Nihayet hükümdarlığının son yıllarında(1015-1016) İlig Nasr Han Selçukluları Mâverâünnehir’den çıkarmaya karar vererek büyük bir ordu hazırlatmıştır. Bunu duyan Tuğrul ve Çağrı Beyler, bu durumdan korkarak, 282 Hatta Türkmenlerin yaşamakta oldukları Mâverâünnehir’de mülteci durumuna düşmüşlerdir. Türkmen kuvvetleri de tek başına Karahanlılarla mücadeleye giremiyorlardı. Öte yandan Karahanlılar da son derece hareketli ve yüksek savaş gücüne sahip Türkmen atlılarıyla, çarpışmaktan çekiniyorlardı. Böylece, aradan, tarafların birbirleriyle çarpışmaya girmedikleri, daha doğrusu birbirleriyle çarpışmaktan çekindikleri 25 yıl gibi uzun bir zaman geçmiştir. Bu arada Selçuk Bey 1007 veya 1009 yılında Cend’e ölüp orada toprağa verildi. Selçuk’un Arslan, Mikail ve Musa adlarında üç oğlu vardı. Mikail Geride kalan oğullarından Mikail gayri Müslim Türk ülkelerinde cihada çıkarak bizzat kendisi savaşa girdi ve Allah yolunda şehit düşmüştür. Geri de Yabgu, Tuğrul Bey Muhammed ve Çağrı Bey Davud adlı üç çocuğu kaldı. Selçuk’a bağlı kavim ve kabileler ona itaat eder, emir ve yasaklarından dışarı çıkmazdı. İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 361-362, Koca, 2005: 39-40. 114 maiyetiyle birlikte Karahanlı hükümdarı Buğra Han’ın ülkesine iltica ederek kendilerini emniyete almak istemişlerdir. Nitekim onlar, bu düşünceyle, kendilerine bağlı birlikleri ve aileleri yanlarına alarak, Talas yöresinde oturan Karahanlı Büyük Buğra Hanın yanına gittiler. Belirli yükümlülükleri yerine getirmek şartıyla Buğra Han’ın topraklarında oturma izni istemişlerdir. Ama kendi memleketine gelmelerinden memnun olmayan hükümdar iki Beyi ele geçirip sinsi bir planla onlardan kurtulmayı düşünüyordu. Fakat bu düşünceyi fark eden Tuğrul Bey ve kardeşi Çağrı Bey, beraber Buğra Han’ın yanına gitmekten vazgeçmişlerdir. İki kardeşten biri Buğra Han’ın yanına giderken diğeri kendilerine yapılacak bir oyun ihtimaline karşı kavimlerinin yanında kalacaktı. Böylece Buğra Han’ın planı bozulmuş oluyordu.283 3.1.2. Türkmen Beylerinin Birbirinin Üzerlerine Düzenlemeye Çalıştıkları Sürpriz Baskın Yukarıda açıkladığımız gibi aralarındaki karşılıklı güvensizlik nedeniyle, Tuğrul Bey, Buğra Han ile görüşmeye giderken, Çağrı Bey ise Buğra Han’ın payitahtına iki fersah mesafede birliklerini pusuya yatırarak, gerekli tedbirleri almıştır. Öte yandan, durumu kendi lehine değerlendirmek isteyen Buğra Han, Tuğrul Bey’i hemen tutuklatarak; Çağrı Bey üzerine de bir birlik göndermiştir. Böylesi bir durum için hazırlıklı olan Çağrı Bey, üzerine gönderilen birliği kısa sürede pusuya düşürüp şiddetli bir baskınla dağıtmış ve komutanlarını da esir almıştı. Böylece Buğra Han çok değerli bir komutanının esir durumuna düşmesine de vesile olmuş oluyordu. Kurduğu tuzağın işe yaramadığını gören Buğra Han, Tuğrul Bey’i serbest bırakarak, uzlaşma yoluna gitmiştir. Buna karşı, Tuğrul ve Çağrı Beylerde ellerindeki Karahanlı komutanlarını serbest bırakıp, süratle Buğra Han’ın hâkimiyet sahasını terk ederek, Mâverâünnehr’e dönmüşlerdir.284 283 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 362, Müneccimbaşı, 2000: I, 6, Köymen, 1998: 32, Kafesoğlu, 1972: 13, Koca, 2005: 41. 284 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 362, Müneccimbaşı, 2000: I, 6, Kafesoğlu, 1972: 13, Koca, 2005: 41. 115 3.2. ŞÂH- MELİK’İN HAREZM’DE YAPTIRDIĞI SÜRPRİZ BASKIN 3.2.1. Savaşın Sebebi İlig Nasr Han’ın ölümünden sonra Buhara’ya hâkim olan Ali Tekin, Mâverâünnehir’e de hâkim olmak maksadıyla sık sık Selçuklu Beyleri üzerine saldırılarda bulunmuştur. Selçuklu Beyleri, bu saldırılar karşısında Mâverâünnehir’de fazla tutunamayacaklarını anlayıp, 1034 yılında Harezm’e gelmişlerdir. Selçuklu Beylerinin bu hareketteki yegâne masatları askeri güçlerini korumak ve geliştirmekti. Harezm bölgesi, Gazneli Devletine ait olup, merkezden gönderilen valiler tarafından yönetiliyordu. Bu sırada Harezm’de vali olarak Harezmşâh Hârûn b. Altuntaş bulunuyordu. Mâverâünnehir’de Gazneli Devleti adına topraklarını genişletmek kararında olan Altuntaş, Buhara ve çevresinin tek hâkimi olan Ali Tekin’e karşı bir ittifak cephesi oluşturma gayreti içindeydi. Bu gaye ile ilk olarak Cend hâkimi Ebu’l-Fevâris Şâh-melik ile ittifak yapmıştır. Daha sonra Selçukluları da kendisiyle işbirliği yapmaya ve tek bir el halinde birleşmeye davet etmiştir. Bunun üzerine Tuğrul ve Çağrı Beyler, Harezmşâh Hârûn Altıntaş’dan kendilerine bir zarar gelmeyeceğine inanarak ve güvenerek onun teklifini kabul etmişlerdir. Fakat müttefikleri Altuntaş, Ali Tekin ile yaptığı savaşta, aldığı yaradan kurtulamayıp ölmüştür. Altuntaş’ın yerini alan oğlu Harun ise, babasının Beylikler arasında kurmuş olduğu ittifakı devam ettirme kararında idi. Ama Harun, müttefikler arasında iş birliğini sağlayamayarak bu konuda babası kadar başarılı olamamıştır.285 3.2.2. Olayın Cereyanı Özellikle, Türkmen beylerinden Şâh-melik ile Selçuklu ailesi arasında eskiden beri sürüp gelen kadim bir kin, kan ve düşmanlık davası vardı. Kafasından öç alma duygusunu bir türlü atamamış olan Şâh-melik, 1034 285 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 364, Koca, 2005: .52, Kafesoğlu, 1972: 18, Turan, 1999: 95, Köymen, 1998: 37. 116 yılında gizlice Kızılkum çölünü geçerek, Harezm’e girmiştir. Burada Selçuklu Türkmenlerine gece ansızın baskın yaparak ağır bir darbe vurmuştur. Bu âni ve korkunç baskın karşısında korku ve paniğe kapılan Selçuklu Beyleri ancak 7 ila 8 bin arasında ölü ve çok sayıda esir bırakarak bu baskından kurtulabilmişlerdir. Maneviyatı ve itibarları çok sarsılan Selçuklu Beyleri, artık burada da tutunamayacaklarını anlayıp, Ceyhun ırmağını buz üzereden geçerek Horasan’a doğru hareket etmişlerdir.286Türk savaş taktik ve faaliyetlerinden olan gece baskını görüldüğü üzere Türkler tarafından da birbirleri üzerine ustaca uygulanmıştır. 3.3. TÜRKMEN BEY’İ ATSIZ'IN MISIR SEFERİNDE UĞRADIĞI SÜRPRİZ BASKIN(1076) 3.3.1. Savaşın Sebebi Suriye’deki Oğuz Türklerin kumandanı olan Atsız,287 tâbii olduğu Büyük Selçuklu Devleti fetih planlarına uygun olarak, Mısır’ı fethederek Fatımî Devletine son vermek istiyordu. Öte yandan bu sırada da Fatımî Devletinin geçirmekte olduğu ağır sarsıntı ve bunalım, Atsız’a gayesini gerçekleştirebilmek için mükemmel bir fırsat sunmaktaydı. Atsız’ın askeri hazırlıklara hız verdiği bir sırada; İldeniz adındaki bir Bey’in oğlu da bir miktar asker ve hazinesiyle Bedrü’l-Cemâlî’nin288 izlemelerinden kaçarak kendisine sığınmıştı. Çünkü Bedrü’l-Cemâlî Mısır ordusunun en güçlü grubu olan Türk komutanlarını öldürerek bertaraf etmişti. Böylece ailelerinin intikamını almak 286 İbnü’l-Esîr, 1987: IX, 364, Müneccimbaşı, 2000: 8, Kafesoğlu, 1972: 19, Koca, 2005: 52, Köymen, 1976: 5; 1998: 37. 287 Abak (Avak) oğlu Atsız, Melihşah zamanında yaşamış, bir Türk emiri'dir. Emir Atsız, 1071-1076 yılları arasında Ramla, Askalan ve Yafa dışında, Suriye ve Filistin’in bütün şehir ve kalelerini fet ederek buralardaki Fatimi hâkimiyetine son vermiştir. Sıra Mısır’a gelmiştir… bknz. ,W. Barthold, ”Atsız”, İ.A., II. cilt, İstanbul, Milli Eğitim Yay., 1949, s. 6. 288 Akka valisi Bedrûl-Cemâl, Ermeni kökenli olup, emrinde Ermenilerden oluşan bir özel bir alayı vardı. Fatmî halifesi, devletin merkezinde süren anarşiye son verebilmek ve tekrar düzeni sağlayabilmek için Bedrü’l-Cemâlî’yi Mısır’a davet etmiş, ordu komutanı olarak görevlendirilip, geniş yetkilerle donatılmıştır. Koca, 2011: 123. 117 için Atsız’ı bu sefere teşvik eden iki Türk Beyi bulunmaktaydı. Biri İldeniz diğeri de Atsız’ın kardeşi Mem’mun’du.289 Atsız savaş hazırlıklarını bitirdikten sonra, başta Türkmenler olmak üzere, Arap ve Kürtlerinde bulunduğu 20 bin kişilik ordusuyla harekete geçmiştir.290 3.3.2. Savaş Sırasında Yapılan Hatalar ve Büyük Bozgun Ordusu ile sahil yolunu takip ederek, Rîf şehrinin önlerine kadar gelen Atsız, süratle Mısır üzerine yürüme niyetindeydi. Fakat burada İl-deniz oğlu, “Kahire ve Mısır’a girmemize gerek yok; Rîf’i almak Mısırı fethetmektir” demesi üzerine Atsız bu düşüncesinden vazgeçmiştir. Bütün ordusunu Rîf şehrine yönelterek burayı feth etmesi ve ayrıca burada 50 gün kalması Atsız’ın aleyhine, Bedrü’l-Cemâlî’nin ise lehine olmuştur. Çünkü Bedrü’lCemâlî’ye zaman tanıyarak savunma hazırlıklarını bitirme fırsatı sunmuştur. Öte yandan ordusu ile şehre giren Atsız, daha önce ele geçirdiği şehirlerde uygulamış olduğu halkı koruyucu tedbirleri, Rîf’te uygulamamıştır. Atsız, ordusunun şehirde “namusa tecavüz, cinayet işleme ve para toplama” gibi Türk devlet gelenekleri ve ayrıca insanlık anlayışı ile bağdaşmayan çirkin faaliyetlerine göz yummuştur. Bu davranış, şüphesiz halkın büyük tepkisine yol açmıştır. Atsız’ın hatası bununla da sınırlı kalmamıştır. Rîf’ten Kahire’ye bir ulak gönderip, Bedrü’l-Cemâlî’den yüklü miktarda haraç istemiştir. Bedrü’l-Cemâlî ise bunu bir fırsat olarak değerlendirip, 150 bin dinar göndereceğini vaat ederek, Atsız’ı oyalama yoluna gitmiştir. Çünkü bu arada savaşa davet ettiği 289 İbnü’l-Esîr, 1987: X, 89, Ali Sevim, Suriye-Filistin Selçuklu Devletleri Tarihi, Ankara, TTK Yay., 1989, s.41, 290 Ayrıca bu orduya, Türkmen savaşçıların eşleri ve çocukları da katılmıştır. Bu kadın ve çocukların savaşa katılmalarında iki amaç bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi savaş sırasında Türkmen ordusuna güç katarak yardımcı olmak iken ikincisi kazanılması muhtemel savaş sonucunda ganimetten pay alabilmekti. Koca, 2011: 124. 118 Said’de bulunan kuvvetleri ile Sudanlıların kendisine katılması için zamana ihtiyacı vardı.291 Bedrül Cemal’i Kahire’ye yaklaşmakta olan Atsız’ı durdurabilmek için ileriye 12 bin kişilik bir öncü kuvveti göndermiştir. Bu kuvvet Atsız’ın karşısında ciddi bir direniş gösteremeden dağılmıştır. Böylece Kahire yolu Atsız’a tamamen açılmış bulunuyordu. Bu durum ise Mısır idaresi üzerinde büyük bir korku ve panik havası yaratmıştır. Kahire’de kendilerini emniyette hissetmeyen Halife ve Bedrü’l-Cemâlî, şehri kendi kaderiyle baş başa bırakıp gizlice terk etme niyetinde idiler. Bu durumu fark eden Kahire halkı, öfkeden çılgına dönüp, kitleler halinde halifelik sarayının önünde toplanarak, halifeyi ve Bedrü’l-Cemâlî’yi ağır bir dille protesto etmişlerdir. Fakat Halife cevaben asker ve silah sıkıntısı nedeniyle Atsız’la başa çıkmanın zor olduğunu bildirmiştir. Bu defa halk Halife’ye “Yanımızdaki savaşçıları birlikte savaşmanız için sana göndeririz. Ayrıca silahları olmayanlara da dağıtmanız için yanlarımızdaki silahları size veririz …”292 şeklinde teklifte bulunmuştur. Bu şiddetli tepkiden korkan Halife, halka Kahire’den ayrılmayacağı ve sonuna kadar Atsız ile mücadeleye edeceğine dair söz vermiştir. Halife ve Bedrü’lCemâlî vakit geçirmeden bir takım hazırlıklar yapmışlardır. Halkın da desteği ve ilave kuvvetlerle orduyu yeniden düzenleyip, gruplara ayırmışlardır. Oluşturulan ordudan sayısı 2 bin atlıyı bulan bir grubu, Atsız’ı arkadan kuşatmak üzere ileriye göndermişlerdir. Merkez kuvvetin başına da bizzat Bedrü’l-Cemâlî geçmiştir. 293 Taraflar, Kahire önlerinde karşı karşıya geldiler. Atsız’ın askerleri kendilerinden emin bir halde etrafa dağılmışlardı. Bedrü’l-Cemâlî ise bir gece baskını düzenleyerek önce Atsız ordusunun sağ kolunu çökertmiştir. Bu etkili akını Mısır ordusundaki zenci birliklerin hücumu takip etmiştir. Öte yandan, büyük gayretle hücumları savuşturmaya çalışan Atsız, tam bu sırada meydana gelen iki talihsiz olayla ağır bir şekilde sarsılmıştır. Bunlardan biri, 291 Sevim, 1999: XX, 21; 1989: 41, İbnü’l-Esîr, 1987: X, 101, Koca, 2011: 125. İbnü’l-Esîr, 1987: X, 101. 293 Sevim, 1999: XX, 21; 2008: XXIX, 10; 1989: 42, İbnü’l-Esîr, 1987: X, 101, Koca, 2011: 126. 292 119 kendisinden memnun olmayan ve sayıları 700’ü bulan294 Türkmen atlılarının ihanetiydi. Bu Türkmen grubunun savaşın en yoğun anında karşı tarafa geçmesi Atsız’ın ordusunda maneviyât kırıcı bir etki yapmıştı. Atsız bu olay karşısında hiçbir şey yapamamıştır. İkinci olay ise, Bedrü’l-Cemâlî tarafından daha önce ileriye gönderilmiş olan kuvvetin, Türkmen ordugâhını arkadan sarıp, bütün yedek atlarını ele geçirerek çadırları ve eşyaları yakmaları idi. Bu ikinci olay Atsız’ın ordusunu daha çok sarsmıştır. Türkmen savaşçıları, ordugâhtan yükselen alevler karşısında manevi bir korkuya kapılarak ne yapacaklarını, hangi cephede savaşacaklarını bilemediler. Şaşkınlık içinde darmadağın oldular. Yedek atlarından da mahrum kaldıkları için kaçamadılar ve sonunda hayatlarını kurtarmak için teslim olmak zorunda kaldılar. Ordusunun büyük bir kısmını kaybetmiş olan Atsız, kaçmak suretiyle kurtulabilmiştir. Mısır birlikleri, Atsız ve adamlarını Rem’le şehrine kadar takip ettilerse de yakalayamamışlardır.295 Sonuç itibariyle Atsız, esasında çok rahat kazanabileceği bir savaşı taktik hatası ve kendisine olan aşırı güveninden dolayı kaybetmiştir. 3.4. MİCİNGERT SAVAŞI(1202) 3.4.1. Savaşın Sebepleri Kuzey-Doğu Anadolu bölgesine hâkim olan Saltuklular, Anadolu’nun bu bölgesini Gürcü ve Trabzon Rumlarının saldırılarına karşı korumaktaydılar. Ayrıca Azerbaycan ve Türkistan'dan gelen göç ve ticaret yollarını daima açık tutuyorlardı. Öte yandan Kafkaslardaki Kıpçak Türkleri ile güçlerini birleştiren Gürcü Kraliçesi Thamara, Anadolu üzerine geniş bir istila 294 Bu saf değiştirme Atsız’a karşı öç alma duyguları içinde olan Şökli’nin babası ve oğlunun girişimleri sonucunda olmuştur. Çünkü Atsız, kendisiyle hâkimiyet ve liderlik mücadelesine girmiş olan Şöklü’yü yakalayıp öldürtmüştü. Şöklü’nün babası yaşlı olduğu içinde affetmişti. Şökli’nin babası da kaçmak suretiyle Mısıra gelip yerleşmişti. Atsız, ordusuyla Rif’te beklerken de bu durumu lehine kullanmıştır. Bedrü’l-Cemâlî, Şöklü’nün babasını Kahire’de bulundurdu. Ona Atsız ile arası bozuk olan beylere mektup yazdırıp, savaş sırasında saf değiştirme çağrısı yaptırdı. Koca, 2011: 126. 294 İbnü’l-Esîr, 1987: X, 102, Sevim, 1999: XX, 21; 1989: 42, Koca, 2011: 126-127 295 İbnü’l-Esîr, 1987: X, 102, Sevim, 1999: XX, 21; 1989: 42, Koca, 2011: 126-127. 120 hareketi başlatmıştır. Gürcü-Kıpçak müttefik kuvvetleri, ani olarak Erzurum önlerine kadar ilerleyip, surların dışındaki kadın ve çocukları esir etmişlerdir. Halk bu görülmemiş baskın karşısında şaşırmıştır. Saltuk hükümdarı Nasıreddin Muhammed, Gürcü-Kıpçak saldırısını önlemeye çalıştı ise de Kars bölgesinin elden çıkmasına mani olamamıştır. Gürcü-Kıpçak kuvvetleri, bölge halkını kılıçtan geçirerek, büyük miktarda ganimet ve esirle geri dönmüşlerdir.296 Gürcü-Kıpçak ordularının Kuzey-Doğu Anadolu üzerine yaptıkları bu geniş istila hareketi sonucunda, bölgede mevcut asayiş kalmamış bu nedenle ticaret yolları kapanmıştır. Bütün bu olumsuz durumlar karşısında, Anadolu Selçuklu Sultanı II. Süleyman-şâh, Gürcü-Kıpçak kuvvetlerini cezalandırmak maksadıyla Kafkaslar üzerine bir sefer yapmaya karar vermiştir.297 Sultan II. Süleyman-şâh, kardeşlerine, yakınlarına ve çevre meliklerine haberciler ve elçiler göndererek, onlardan adamlarını toplayıp, kısa sürede savaşa hazır olmalarını istemiştir. Ayrıca sefere katılmaları için tâbii hükümdarlara da birer mektup göndermiştir. Sultanını bu fermanına kısa sürede cevap gelmiştir. Selçuklu ülkesinin dört bir yerinden toplanıp gelen kuvvetlerin oluşturduğu büyük bir ordu toplandı. Sultan ise Sivas da hazırlığını tamamlayıp yola çıktı. Kardeşi Tuğrulşâh, Erzincan Mengücük hükümdarı Behramşâh ve diğer beylikler, birer birer birlikleriyle gelip yolda Süleyman-şâh’a katılmışlardır. Bazı Gürcü kaynakları Sultan II. Süleyman-şâh'ın ordusunun 80 bin kişi olduğunu kaydetse de bu rakam abartılıdır. Öyle ki Aksarayi’nin de 296 Koca, 2011: 282, Turan, 2002: 252. Burada şunu da belirtelim ki, bu seferin siyasi büyük ehemmiyeti yanında bazı kaynaklar hissi sebepten de bahseder. İbni Bibi’ye göre; Gürcü kraliçesi Thamara, Sultan II. Kılıç Arslan’ın şehzadeleri arasında kendisine bir eş arıyordu. Bunun için Selçuklu ülkesine ressamlar(nakkaş) yollayarak, gizlice Sultan II. Kılıç Arslan’ın oğullarının birer birer resimlerini aldırtmıştır. Bunlardan güzel bir fiziki yapıya sahip olan Süleyman-şâh’ı çok beğenmiş ve evlenme teklifine bulunmuştur. Ayrıca o, Süleyman-şâh’ı Gürcülerin hükümdarı yapacağını da bildirmişti. Bu durumu Süleyman-şâh son derece onur kırıcı bularak, Thamara’nın yanına, ancak “Gürcü ülkelerini fethetme, kilise ve manastırlarını cami ve medreseye çevirmek, çan ve zil sesi yerine ezan sesini yerleştirmek” gayesiyle gidebileceğini bildirmişti. İbni Bibi, 1941: 37; 1996: I, 91-93. 297 121 belirttiği üzere Süleyman-şâh’ın ordusu yardımcı kuvvetlerle birlikte ancak 20 bin civarındadır.298 Sultan II. Süleyman-şâh, başından itibaren zafere kesin gözüyle bakıyor, ordusuna çok güveniyordu. Hatta Gürcü kraliçe Thamara’ya kudret, gurur ve hiddet dolu bir mektup299 göndermiştir. Öyle anlaşılıyor ki bu mektupta Süleyman-şâh, rakibi üzerinde psikolojik baskı kurarak onu korkutmak istemiştir. Çünkü Türkler, daha öncede bahsettiğimiz gibi savaşa girmeden önce düşmanın maneviyatını, korkutma faaliyetleriyle bozmaya çalışmaktaydılar. Öte yandan Kars’a gelen Gürcü-Kıpçak ordusu kumandanı Thamara’da, Süleyman-şâh’ın mektubuna cevap mahiyetinde olan ve kendi tutumunu belirten bir mektup yazmıştır.300 Söz konusu mektupların ağır tehdit ve suçlamalar içermesi kaçınılmazdır.301 3.4.2. Sultan II. Süleyman-şâh'ın Ordusunda Panik ve Bozgun Sultan II. Süleyman-şâh, 1202 yılında ordusu ile Erzurum’dan Gürcü ülkesine doğru harekete geçmiştir. Pasinler ve Sarıkamış üzerinden hareketle Micingerd kalesi önüne gelmiştir. Ordusunu dinlendirmek için 298 İbni Bibi, 1941: 38; 1996: I, 93, Aksarayi, 1943: 128, Koca, 2011: 283, Turan, 2002: 253, 257, Sevim-Yaşar, 1990: I, 104. 299 Tarihi ehemmiyeti dolayısıyla bu mektubun başlıca kısımları: "Gök kubbesi altında bulanan sultanların en yücesi, Allahın gölgesi ve meleklere benzeyen ben Rukneddin, Gürcülerin hükümdarı sen Thamara'ya bildiririm ki kadıların aklı zayıftır. Sen Gürcülerin eline kılıç koyup Allahın sevdiği Müslümanları ve İslam kavimlerini öldürmeye emir verdin; benim hür milletime tâbiiyet vergisini zorladın. Şimdi bizzat ben sana ve milletine İslam’ın adaletini göstermek ve Allahın yalnız bizim elimize tevdi eylediği kılıçı bir daha kullanmamanızı öğretmek maksadıyla geliyorum. Gelişimde otağımın önünde diz çöken, Muhammed'in peygamberliğini kabul edip dinin bırakan, boşuna ümit bağladığın haçı huzurumda kıran kimselerden başkasının yaşamasına müsaade etmeyeceğim." Turan, 2002: 257. 300 O mektubunda şöyle diyordu: "Ey Rükneddin!, Allahın kudretine güvenerek ve Meryem'e niyaz edip kutsal haça ümit bağlayarak, gökleri gazaba getiren mektubunu okudum ve bunda Allahın mahkûm edeceği yaramazlığın alâmetini gördüm . Allahın adına boşuna yemin edenlerin bizzat onun tarafından yok edildiğini bilmez misin? Sen para kuvveti ile toplanan askerlerine, ben ise zenginliğime ve askerlerimin sayısına değil, kadiri mutlak olan Allah'a ve senin hakaret ettiğin salibime(haç) güveniyorum. Sana Hz. İsa'nın askerlerini gönderiyorum. Bunlar sana tânzim için değil gururunu kırmak için geliyor...." devamı için bkz. Turan, 2002: 258. 301 Koca, 2011: 286, Turan, 2002: 257-258. 122 kalenin önünde ordugâh kurmuştur. Öyle ki Micingert düzlükleri, bunca yorgunluktan sonra Selçuklu ordusuna hoş bir konaklama imkânı sunmaktaydı. Fakat Süleyman-şâh, burada askeri faaliyetlerde telâfisi mümkün olmayan bir hata yapmıştır. Keza sultan ordusu ve kendisine çok güvenip, Gürcü ordusunu da küçümsediği için ileriye bir öncü veya keşif kolu göndermemiştir. Daha öncede bahsettiğimiz gibi keşif kuvvetleri ordunun gözü ve kulağıdır. Süleyman-şâh, ayrıca Gürcü ordusunun bu kadar yakınında olabileceğini tahmin etmemiştir. Tüm bunlar, Gürcü komutanlarının savaş düzeninde olmayan Anadolu Selçuklu ordusunun üzerine sürpriz bir baskın düzenlemelerine neden olmuştur.302 Kars’tan süratle ilerleyen Gürcü komutanları, Micingerd kalesi önünde dinlenmekte olan Selçuklu ordusunun üzerine sürpriz bir baskın düzenlediler. Daha doğrusu, Gürcü komutanlarının hareketi o derece süratli ve ani olmuştu ki, Selçuklu ordusundan kimsenin onların geldiğinden haberi bile olmamıştı. Süleyman-şâh, bu şok baskın karşısında ordusunu bir türlü toparlayıp savaş düzenine sokamamıştır. Bütün ordugâhı ve ağırlıklarını bırakarak uygun bir müdafaa hattına çekilmeye mecbur kalmıştır. Fakat tam bu sırada sürpriz bir olay yaşanmıştır. Süleyman Şah’ın saltanat şemsiyesini taşıyan çetirdârın atı, ayağı bir köstebek deliğine girmesiyle aniden tökezlemiştir. Böylece Çetirdâr, saltanat çetri ile birlikte ansızın yere düşmüştür. Çetr’in yere düştüğünü gören komutan ve askerler, Sultanın başına bir musibet geldiğini düşünmüşlerdir. Bu düşünce orduda büyük bir panik havası yaratmıştır. Her ne kadar çetirdâr hemen kaldırılıp ata bindirildi ise de yanlış anlaşılma giderilememiştir. Çavuşların, kaçan askerlere geri dönmeleri için bağırmalarının yanı sıra, özellikle Süleyman-şâh’ın kimi komutanları bizzat kendi isimleriyle çağırması da mevcut hengâmeyi önlemeye yetmemiştir. Nihayet askerlerin çoğu savaş meydanını terk etmiştir. Başta Süleyman-şâh olmak üzere, bazı komutanlar yanlarında kalan birlikleriyle büyük bir cesaret göstererek mücadeleye devam 302 Burada asıl rol oynayan kuvvet Kıpçak Türkleri olmuştur. Çünkü Gürcü ordusunun savaş gücünü Kıpçak Türkleri oluşturmaktadır. Buradan da anlaşıldığına göre, Türk askeri taktiğine has olan sürpriz baskın yapmak büyük ihtimalle bu Kıpçak Türklerin fikri ve faaliyetidir. 123 etti iseler de muvaffak olamamışlardır. Süleyman-şâh kısa süre sonra artık mağlup bir komutan olduğunu anlayarak Erzurum’a çekilmek zorunda kalmıştır.303 Görüldüğü gibi Sultan II. Süleyman-şâh, kuvvetine fazla güvenmesi, gururu ve ihtiyatsızlığı sebebiyle böyle bir sürpriz baskına maruz kalmıştır. Bu baskının yarattığı korku ve panik hali, dikkatsizlikten kaynaklı başka sürpriz olaylarında yaşanmasına vesile olmuştur. Söz konusu sürpriz olaylar sonucunda Sultan II. Süleyman-şâh, mağlup olmuştur. Ayrıca burada Türk hükümdarlarının savaşlardaki rollerine de dikkat çekmek gerekmektedir. Bir savaşta hükümdarın ölmesi demek, o ordunun düşmanıyla çarpışmaya girmeden mağlup olması demektir. Bu anlayış Türk askerlerinin savaşma cesaretleri ile ilgili olmayıp, hükümdarına verdikleri değerle alakalıdır. 3.5. ALAŞEHİR SAVAŞI(1211) 3.5.1. Savaşın Sebebi Theodora Laskaris, 1204 yılında İstanbul’un Haçlılar tarafından işgalinden sonra, Batı Anadolu’da İznik merkezli bir devlet kurmuştu. Laskaris ayrıca bu tarihlerde sürgünden dönen I. Gıyâseddın Keyhüsrev’in İznik’ten geçişi sırasında bir hayli güçlük çıkarmıştır. Ama I. Gıyâseddin Keyhüsrev tahta çıkar çıkmaz ilk iş olarak Theodora Laskaris üzerine bir sefer düzenlememiştir. Çünkü daha önemli seferlerin varlığına inanarak Theodora Laskarisle bir anlaşma yaparak, seferi kendisi için daha uygun bir zamana bırakmıştır. Sultan I. Gıyâseddın Keyhüsrev daha sonra Karadeniz ve Akdeniz kıyılarına ile Ermeniler üzerine sefer düzenlemiş ve esaslı başarılar 303 İbni Bibi, 1941: 38; 1996: I, 94-95, Müneccimbaşı, 2001: II, 30, Aksarayi, 1943: 128. Ahmed bin Mahmud, 1977: II, 150, Turan, 2002: 258-259, Taneri, 1978: 60, Çoşkun, 1989, VII, 261, Kesik, 2008: 263-264. 124 elde etmiştir. Bu başarıların akabinde kendince sıranın Theodora Laskaris’e geldiğine inanmıştır.304 Bu arada da Theodora Laskaris boş durmamış, İstanbul’daki Latin’lere ve Karadeniz’deki Komnenos ailesine karşı başarılı bir mücadele vererek, Batı Anadolu’da bir hayli hâkimiyetini genişletip güçlendirmiştir. Theodora Laskaris, bu güçlü durumuna güvenerek Selçuklu Devletine yıllık vergisini ödemediği gibi emirlerine de itaat etmeme cüretini göstermiştir. Bu durumdan sadece Sultan I. Gıyâseddın Keyhüsrev rahatsız olmamış, İstanbul’daki Latin İmparatoru Henri’de rahatsız olmuştur.305 Bu arada da Haçlılara karşı koyamayarak İstanbul’dan kaçmış olan meşhur Bizans imparatoru III. Aleksios, Sultan I. Gıyâseddin Keyhüsrev’e sığınarak, tahtının damadı Laskaris tarafından gasp edildiğini iddia etmiştir. Tahtına tekrar kavuşmak için Sultan I. Gıyâseddin Keyhüsrev’den yardım istemiştir. Sultan ödemesi gereken bir vicdani borcun da etkisiyle bu duruma ilgisiz kalmamıştır. Çünkü Sultan, vaktiyle tahtını kardeşi Süleyman-şâh’a kaptırınca Aleksios’a sığınmış ve uzun süre onun sarayında kalmıştır. Bundan dolayı Sultan, Aleksios’a minnet ve şükran borçludur. Bunu üzerine sultan durumu değerlendirmek için devlet erkânını ve komutanları toplantıya çağırmıştır. Devlet adamları ve komutanlar, önce Laskaris’in uyarılmasını ve hatta korkutulmasını, daha sonra harekete geçilmesini tavsiye etmişlerdir. Sultan bu durumun pek işe yaramayacağını belirtmiş, ama yinede “uyarmak ve korkutmak için” Laskaris’e bir elçi göndermiştir. Bu uyarı netice vermeyince de Sultan sefere çıkma kararı almıştır.306 Sultan Gıyâseddin Keyhüsrev, sefer için Konya’nın Ruzbe ovasında otağını kurduktan sonra vilayetlerdeki subaşılar başta olmak üzere, uçlardaki 304 İbni Bibi, 1941: 47-48; 1996: I, 123, Turan, 2002: 287, Koca, 2011: 291. Bu gelişme Gıyâseddin Keyhüsrev ile İstanbul’daki Latin İmparatoru Henri’yi ortak paydada buluşturmuştur. Her iki komutan aralarında ittifak anlaşma yapmışlardır. Söz konusu bu ittifaka karşı, Theodora Laskaris ise Kilikya Ermeni Baronu II. Leon ile temasa geçerek onunla anlaşmıştır. İbni Bibi, 1941: 47-48; 1996: I, 123, Turan, 2002: 287, Koca, 2011: 291, Çoşkun, 1989, VII, 270. 306 İbni Bibi, 1941: 48; 1996: I, 123, Turan, 2002: 288, Koca, 2011: 292-294. 305 125 beyler ile tabi melik ve hükümdarları gönderdiği fermanla savaşa çağırmıştır. Sultanın fermanına uyan Selçuklu beyleri, her türlü mühimmat ve mevcutlarıyla gelip, Ruzbe ovasında toplanmaya başlamışlardır. Böylece kısa sürede hazırlığını tamamlamış olan Sultan, Batı Anadolu istikametinde harekete geçmiştir. Diğer taraftan, İznik Rum İmparatoru Laskaris, Rum, Lâtin, Alman, Alan ve ayrıca Kıpçak Türklerinden oluşan büyük bir ordu toplamıştır. Ayrıca Selçuklu ordusunun yerini öğrenebilmek için de ileriye casuslar göndermiştir.307 3.5.2. Savaşın Seyri: Galibiyetten Bozguna Aşağı yukarı aynı zamanda Alaşehir önlerine gelmiş olan Anadolu Selçuklu ve İznik Rum orduları, bir meydan savaşı yapmak üzere hemen saf düzenine geçmişlerdir. Her iki ordunun da savaş düzeni, klâsik tipte; yani “merkez, sağ ve sol kol" şeklinde kurulmuştu. Her iki hükümdar da kendi merkez kuvvetlerinin başında yer almışlardır. Savaş, İznik Rum ordusunun saldırısı ile başlamıştır. Laskaris önce, Selçuklu ordusunun gözünü korkutmak için, savaş gücüne çok güvendiği Lâtin birliklerini ileri sürmüştür. Fakat kısa sürede bu birlikler Selçuklu kuvvetleri tarafından kılıçtan geçirilmiştir. Daha sonra belirli aralıklarla üzerlerine gelen Rum birlikleri, Selçuklu orduları tarafından çökertilmiştir. Böylece Laskaris’in ordusunun büyük bir kısmını, daha ilk çarpışmada savaş meydanından kaçmaya başlamıştır. Tam bu sırada silahını kuşanıp miğferini giyen Sultan I.Gıyâseddin Keyhüsrev, “dağ gibi atı” üstünde merkezden hücuma geçerek Laskaris’in üzerine atılmıştır. Sultan, tek kılıç darbesi ile onu atından yere düşürmüştür.308Laskaris’in yere düşmesiyle Selçuklu muhafızlar 307 308 İbni Bibi, 1941: 48; 1996: I, 126-127, Turan, 2002: 289, Koca, 2011: 295-296. Bizans müellifleri ise muharebenin cereyan tarzı ve sahası hakkında biraz farklı bilgiler vermiştir. Olayı şu şekilde anlatırlar: Türk ordusu Denizli ve Lâdik arasında, bugün mevcut olmayan, 126 saldırışa geçip onun öldürmeyi istemişlerse de Sultan müsaade etmemiştir. Bundan yararlanan mağlûp Laskaris ve askerleri kaçarken, Anadolu Selçuklu ordusu da onları takibe ve yağmaya başlamıştır. Bu arada ordudaki bu hareketlilik sırasında Sultan bir an yalnız kalmıştır. Sultan’ın yalnız kaldığın gören ve düşman ordusuna mensup olduğu anlaşılamayan bir Frenk askeri, derhal harekete geçerek Sultan’ın üzerine atılmış ve orada şehit etmiştir. Frenk askeri daha sonra acele ile kaçış halinde bulunan Laskaris ve askerlerine bu hadiseyi haber vermiştir. Fakat Laskaris, kendisi için âdeta imkânsız olan bu olaya inanmak istememiştir. Olayın gerçek olup olmadığını tam olarak öğrenebilmek için Frank askerleriyle birkaç adamını savaş meydanına göndererek, Sultanın cesedini getirtmiştir. Böylece Frank askerinin öldürmüş olduğu kişinin Sultan olduğu gerçeği anlaşılmıştı. Bu olay sonunda çok iyi bir fırsat yakalamış olan Laskaris, kaçan askerleriyle birlikte tekrar savaş meydanına dönüp, Sultan’ın cesedini göstermek suretiyle Selçuklu ordusuna bir sürpriz baskın yapmıştır. Bu korkunç haber ve sürpriz baskın Selçuklu ordusu üzerine şok etkisi yapmış ve ordusunun galibiyeti aniden bozguna dönüşmüştür. Büyük korkuya ve paniğe kapılan Selçuklu komutan ve askerleri, Sultanın intikamını almak şöyle dursun, bütün ağırlıklarını geride bırakarak, Konya istikametine doğru kaçmaya başlamışlardır. Bu arada ordu kaçarken bir hayli kayıp ve esir vermiştir. Böylece mağlup durumda ve kaçmakta olan Bizans ordusu, Selçuklu Antiochia şehrini muhasara ettiği sırada, gelen Bizans ordusu ile karşılaştı. Burada vuku bulan şiddetli bir savaşta Rumlar büyük zayiata uğradılar. Sultan atını imparator üzerine sürerek onu bir darbe ile yere düşürdü. Muhafızlar hücuma geçerken sultan hasmına dokunmamalarını emretti. Fakat atından düştüğü halde yaralanmış bulunan Laskaris, derhal ayağa kalkarak Sultanın atının ayaklarını kesti. Sultan atından düşürüp öldürdü. Bu durumu gören Selçuklu askerleri kaçmağa ve Bizanslılar ise taarruza başladılar. Türkler çözülerek mağlûp oldu. Nihayetinde mağlûp Bizans ordusu galip oldu. Şeklinde anlatmıştır. Fakat bu işi Laskaris’in yapması mümkün gözükmüyor. Çünkü Sultan Laskaris’i atından düşürdüğünde muhafızları yanında bulunuyordu. Ayrıca İbni Bini, Laskarisin, Sultanın öldürülmesine çok üzüldüğünü belirtir ve şu şekilde olayı nakleder; Sultan’ın cesedini gören Laskaris, ağlayıp inleyerek yüzünden kanlı yaşlar akıtmaya başladı. Emir verdi. Onu öldüren Frenk’i öldürtülüp derisinin yüzülmesini istedi… İbni Bibi, 1941: 48; 1996: I, 130-131, Turan, 2002: 289. 127 ordusunun bir anlık gafleti nedeniyle, yani Sultanın şehit edilmesiyle birden savaşın galibi haline gelmiştir.309 Görüldüğü üzere, Sultan I. Gıyâseddin Keyhüsrev'in kendisine son derece güvenmesinden dolayı, şahsi emniyetini ihmal etmesi hayatını kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Ordu ise başta savaşı kazanmış olmasına rağmen ganimet hırsını yenemediği için gaflete düşmüş ve savaşın kaybedilmesi neden olmuştur. 3.6. KÖSEDAĞ SAVAŞI(1243) 3.6.1. Savaşın Sebebi XIII. yüzyılda Dünya’yı istilâ ve tahrip eden Moğol istilâsı henüz hızını kaybetmemiştir. Anadolu Selçukluların da endişe ile takip ettiği bu istila nihayet Anadolu kapılarına dayanmıştır. Türkiye sınırlarına yaklaşmış olan Moğol ordusu kumandanlığına atanan (1241) Baycu Noyan, Babai İsyanı dolayısıyla Selçukluların zayıf düşmesini fırsat bilerek 1242 sonbaharında, Erzurum üzerine yürüyerek, şehri şiddetle kuşatıp, harap etmiştir. Böylece korkulan olmuş ve Erzurum felaketi ile Moğol tehlikesi başlamıştır. Bunun üzerine, bütün Anadolu’yu hedef alabilecek herhangi bir Moğol istila ve hareketine karşı, önlemler alınmaya başlanmıştır. Bu arada kışın başlaması ve Tatarların Mugan kışlığına çekilmesi, Selçuklulara bir hazırlanma fırsatı vermiştir. Devlet erkânı, Sultan I. Gıyâseddin Keyhüsrev’in huzurunda, toplanarak Moğol meselesini etraflıca tetkik ve müzakere etmeye başlamıştır. Bu görüşmeler sonucunda Selçukluların vassalı olan komşu Müslüman ve Hristiyan hükümdarlara elçiler gönderilip yardım istenmesi uygun bulunmuştur. Ayrıca söz konusu yardımın mümkün olduğunca çabuk olması aksi halde memleketin elden gideceğine dair önemli açıklamalarında yapılması kararlaştırılmıştır. Selçukluların Moğol istilası karşısında ittifak ve 309 İbni Bibi, 1941: 48; 1996: I, 129, Müneccimbaşı, 2001: II, 39-40, Turan, 2002: 290, Koca, 2011: 296-297, Sevim-Yücel, 1990: I, 108, Çoşkun, 1989; VII, 271. 128 müşterek bir ordu vücuda getirmek için her türlü fedakârlığı göze aldıkları görülmektedir. Nitekim bazı beylere sırf bu yardımlar karşılığında Selçuklu topraklarının dirlik olarak kendilerine vereceği taahhüd edilmiştir.310 Nihayet saltanat nâibi Şemseddin İsfahânî, milyonlarca altın ve gümüş para ile Halep, Şam başta olmak üzere diğer Eyyübi hükümdarlarının saraylarına doğru yol almaya başlamıştır. Şemseddin İsfahânî, aralarının bozuk olduğu “Sis” tekfuruna hemen harekete geçmesi için de ayrı bir hazine bırakmıştır. Sis tekfuru da yeniden kulluk ve dostluk kaidelerine riayet ettiğini belirtmiştir. Daha sonra Şam’a ulaşan Şemseddin İsfahânî, oradaki fakir halk ve kahramanların durumundan da istifade ederek kısa sürede Halep, Şam’da arzu edilen desteğe ulaşmıştır. Ancak Eyyübi meliklerinden yardım sağlanamamıştır. Sultan I. Gıyâseddin Keyhüsrev’in kış mevsiminde hazırladığı ordusunu teşkil eden başlıca kuvvetler; iktâlara bağlı sipahiler, merkez kıt’aları, Halep kuvvetleri ile ücretli Gürcü, Frank ve Kıpçak askerlerinden oluşmaktaydı. Giderek sayıları artan bu ordunun sayısı Sivas’a gelindiğinde 80 bin’e ulaşmıştır.311 3.6.2. Tarihi Hata: Büyük Korku ve Bozgun Selçuklu ordusu Sivas’ta beklerken, Baycu Noyan’un, Gürcü ve Ermenilerin de dâhil olduğu ve kimi kaynaklarda karınca ve çekirge sürüsü gibi sayısız askerlerle yürümekte olduğu haberi alınmıştır. Yüksek tecrübeli, iş bilir Selçuklu devlet adamları ve komutanları, “silah ve yiyecek maddelerinin çok olduğu Sivas’ta kalınmasını, buraya kadar gelip yorgun düşecek olan Moğol ordusuyla savaşa burada girişilmesini” 310 İbni Bibi, 1941: 215; 1996: II, 65-66, Müneccimbaşı, 2001: II, 88, Turan, 2002: 431, İbni Bibi, 1941: 215, 1996: II, 66, Müneccimbaşı, 2001: II,88-89, Ahmed bin Mahmud, 1977: II, 154. 311 129 önermişlerdir. Fakat ömründe cenk ve tehlike görmemiş; tecrübe sahibi olmayan bir takım emir ve kumandanlar bu düşüncenin gerçekleşmesine mani olmuşlardır. Öyle ki: “Biz burada vakit geçirirken Erzincan ve oraya bağlı yerlerin halkı Moğol ordusunun öldürücü kılıcına yem olmaktadır. Bizim önerimiz, Moğollarla Tebriz ve Nahcivan önlerinde karşılaşmaktır. Düştüğümüz korku ve dehşet hali devam ederse, Sivas’ın bir konak dışına çıkamayız”312 şeklindeki düşünceleri ile Sultan üzeride baskı kurmuşlardır. Nihayet neredeyse çocuk yaşta tahta geçmiş olan genç ve tecrübesiz Sultan I. Gıyâseddin Keyhüsrev, “Ordumuzun gücü, altın ve gümüşümüzün çokluğu, Sivas’a sığınıp kalmamızı gerektirmez.” diyerek orduyu harekete geçmiştir.313 Böylece Sultan daha savaş başlamadan birinci tarihi hatasını yapmıştır. Çünkü Sultan tecrübeli devlet adamı ve komutanların tavsiyesine kulak verseydi, ortalığı kasıp kavuran Moğolları şüphesiz yenebilirlerdi. Nihayet Selçuklu ordusu Sivas’tan hareketle Zara-Suşehri arasında, savunma bakımından pek de uygun bulunan Kösedağ’a314 ulaşarak konaklamıştır. Yine burada da deneyim sahibi devlet adamları ve kumandanlar devreye girip; “Yerleştiğimiz bu mevzi, düşman baskısından hiçbir endişe duyulmayacak bir yerdir. Menzillerin sağlamlığı, menzillerin geçilmezliği, hayvanlar için otun bolluğu, bulunmaz bir avantajdır. Ayrıca Derbend geçidini geçip gelmeleri durumunda askerlerimiz rahatlıkla onlara karşı koyabilir”315 demişlerdir. Kısaca ifade etmek gerekirse, devlet adamları ısrarla, ordunun silah dolu olan Sivas’a arkasını vererek mevzilenmesi ve bazı birliklerinde gönderilerek düşmanın gelişine zorluk çıkarmak için geçitlerin tutulması görüşünü ileri sürmüşlerdir. Fakat kimi tecrübesiz komutanlar yine bu duruma mani olup, ovaya inilmesi fikrini savunmuşlardır. Oysa esasında ovaya inilmeden Sivas’ın arkaya alınarak savunmada kalınmasına dair önerileri çok mantıklıydı. Selçuklu ordusundaki bu taktik 312 İbni Bibi, 1941: 216; 1996: II, 67 İbni Bibi, 1941: 216; 1996: II, 67, Müneccimbaşı, 2001: II, 89, Turan, 2002: 433, Çoşkun, 1989: VII, 305. 314 Bu yer bugünde bu isimle anılmakta olup Sivas’ın 60 km. doğusunda, Zara ilçesinin kuzeyinde yer almaktadır. Eskiden buraya Alaküh(Aladağ) derlermiş. Müneccimbaşı, 2001: II, 89. 315 İbni Bibi, 1941: 218; 1996: II, 69-70 313 130 atışmalarının sürdüğü sırada Baycu Noyan kumandasındaki Moğol ordusu da Kösedağ’a oldukça yakın olan Akşehir yöresindeki ovaya gelmiş bulunuyordu. Sultan, tecrübeli devlet adamlarının fikirlerine itibar etmeyerek ertesi gün tecrübesiz kumandanların fikriyle ovaya inmeye karar vermiştir. Dânişmendli Beylerinden olan Muzafferedin Mahmud’un oğlu komutasındaki 3 bin kişilik316 bir Selçuklu öncü birliğini, davul dümbelek sesleriyle yola çıkararak ovaya yöneltmiştir. Bu birlik sarp dere ve uçurumlardan oluşan hayvanların bile yürüyemediği dağ geçitlerinden yılanlar gibi aşağıya sarkarak Moğollara karşı saldırıya geçmişlerdir. Selçuklu öncü birlikleri her ne kadar ilk hamlede çok çetin bir savaş yapmışlarda da Moğol kuvvetlerinin sahte geri çekilmeyle dağılmışlardır. Moğolların kaçtığını zanneden Selçuklu kuvvetleri ise zafer kazandıklarını düşünmüşlerdir. Oysa Moğollar, klasik Türk taktiğini uygulayarak; Selçuklu öncü kuvvetlerini mağlup etmişlerdir.317 Bu durum ovaya inmekte olan bütün Selçuklu ordusunda büyük bir telaş ve panik havası yaratmıştır. Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev düşmanın bozgunluğu haberinin tersine çıktığını anlayınca mendilini yüzüne kapayıp ağlamıştır. Çaşniğir Mübarizüddin Çavlı ise harpten kaçmış, Sultan’ın yanına gelmiştir. Sultan vaziyeti sorunca; "Tedbirde ve düşünce zamanında kullarınızın sözlerine iltifat buyurmadınız, şimdi ise düşünecek tedbir kalmamıştır." dedi. Bunu üzerine Sultan paniğe kapılarak; "memleket idaresini sana bırakıyorum, nasıl bilir ve nasıl yapabiliyorsan öyle yap." deyip savaş alanını terk etmiştir. Daha önce saltanat çadırı ve hazinesini Tokat’a yollamış olan Sultan önce Tokat’a gitmiş ve buradan da Ankara üzerinden İstanbul’a gitme girişiminde bulunmuştur. 316 Bazı kaynaklar bu öncü kuvvetinin 20 bin kişi olduğunu, bu kuvvetin Moğollara saldırıya geçtiğini ve 3 bin kadar kayıp verdikten sonra geri kalan öncü biliğinin dağıldığını kaydeder. 317 İbni Bibi, 1941: 218; 1996: II, 69-70, Ahmed bin Mahmud, 1977: 184, Turan, 2002: 435, Çoşkun, 1989: VII, 306, Akad, 2009: 31. 131 Moğollar dağın tepesine geldiklerinde, ötede beride yer yer oturmakta olan Selçuklu askerleri feryada başladılar, ateşler yaktılar, ne Sultanın ordugâhında bir imdat, ne de yurtlarına dönmek için bir imkân buldular. Hiçbir yardım gelmeyince de yüzlerini ordugâha çevirmişlerdir. Fakat ordugâhta kimse yoktu. Sultanın bu akıl almaz hareketi üzerine dehşet içinde kalan XIII. yüzyıl dünyasının birinci ordusu, tek silah kullanmadan, çadırlarını ve mühimmatını bırakıp dağılmıştır. Öte yandan Selçuklu ordusuna rastlayamayan Moğollar, bunun bir savaş hilesi ve taktiği olabileceğini düşünmüşlerdir. Çünkü Moğollar binlerce Türk çadırını önlerinde görünce, Türklerin dağ geçitlerinde saklanıp pusu kurduklarını sandılar. Ayrıca Türklerin; bir öncü birliğinin mağlubiyetiyle muharebe meydanını düşmana bırakabilecekleri akıllarına bile gelmemişti. Nitekim Moğollar sıkıntı içerisinde birkaç gün Türk hücumunu beklediler, hiçbir ses çıkmayınca da durumu anladılar.318 Böylece öncü birliğin savaşından sonra, Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in ve askerlerinin kalbine Moğol korkusu düşmüş, daha savaş başlamadan firar etmişlerdir. 80 bin kişilik koskoca bir Selçuklu ordusu, Sultanın korkak ve yeteneksizliği, deneyimli devlet adamlarına önem verilmemesi ve taktik yanlışlıkları sebebiyle, Türk tarihinin hiçbir döneminde bir eşi daha görülmemiş, olan perişan bir duruma düşmüştür. Ayrıca 1040 yılında Dandakan’da sahte çekilme taktiği ile Gazneli ordusunun dengesini bozup imha eden Selçuklu ordusu, şimdi (1243) ise kendisi bu taktiğin kurbanı olmuştur. Artık Anadolu da Moğol hâkimiyeti dönemi başlamıştır. 318 İbni Bibi, 1941: 218-219; 1996: II, 71-72, Sevim- Yücel, 1990: I, 126, Turan, 2002: 436-437, Çoşkun, 1989: VII, 306, Akad, 2009: 31, Baykal, 2008: 152. 132 SONUÇ Türkler tarihin en eski çağlarından itibaren, değişik bölgelerde çeşitli adlarla cihanşümul devletler kurup varlıklarını günümüze kadar devam ettirmişlerdir. Şüphesiz bu başarıların altında askeri kabiliyetlerinin önemi büyüktür. Özellikle savaşlarda taktik, strateji ve korku-panik faaliyetlerinin başarıyla uygulanması zafer kazanılmasında önemli paya sahiptir. XI - XIV. yüzyıllar arasında Türk-İslam tarihi açısından önemli roller oynayan Selçuklu Devletleri; medeniyetin beşiği olarak tabir edilen bölgede hâkimiyet tesisi ederek gelişmek maksadıyla özellikle askeri uğraşlara önem vermişledir. Bu nedenle eski Türk savaş stratejilerinden de beslenen ve coğrafya’ya göre şekillenmiş sürpriz baskın, korlu ve panik faaliyetlerini ustalıkla kullanmışlardır. Hafif teçhizatlı ve manevra kabiliyeti yüksek Türk süvarilerinin başarıyla uyguladıkları bu faaliyetlerin dönemin diğer ağır teçhizatlı orduları tarafında sergilenmediği kanısına ulaşılmıştır. Aksine böylesi bir müdahaleye pek alışkın olmayan düşman birlikleri büyük hayretler içinde düşmüşler ve kısa sürede teslim olmuşlardır. Selçuklu Beylerinin herhangi bir savaş durumunda öncelikle düşmana dair bilgi elde etmeye çalıştıkları anlaşılmaktadır. Bu vesileyle gönderilen öncü birliğinin verdiği malumat çerçevesinde sefer güzergâhı hatta savaş şekli karara bağlanmaktadır. Bu nedenle planın başarıyla uygulanması için düşman adım adım izlenilmektedir. Gelen raporlarda düşman ordusunu sayı ve teçhizat bakımında durumu şüphesiz savaşta uygulanacak strateji ve taktiği belirleyen yegâne etkendi. Düşmanın güçlü olması durumunda güzergâh boyunca takip ederek sürpriz baskınlar düzenleyerek hırpalamak başvurulan en önemli yöntemdi. Bu yöntemle hırpalanan düşman savaş alanına gelene kadar yorgun düşmekteydi. 133 Bunun yanında düşmanın geçtiği güzergâhlardaki yiyecek ve içecek kaynaklarının yok edildiği ve takatten düşürüldüğü sık sık başvurulan bir diğer yöntemdir. Nitekim bu durum askerleri madden ve manen çökerterek saldırıya karşısında direncini kırmaktadır. Ayrıca birincil güdüler düşünceye hâkim olduğunda savaş stratejisi koordinasyonunu da yitirecek ve haliyle Selçuklu akın, baskınlarına karşı koyamayacaklardır. Selçukluların bu yöntemlerle ulaşmak istedikleri esas amaçları düşmanı kendi hazırladıkları plana dâhil ederek uygun yer ve zamanda mağlup etmektir. Gerek Haçlı ve gerekse de Bizans birliklerine karşı başarıyla uygulanan sürpriz baskın, korku ve panik faaliyetlerinin iki Türk hükümdarın karşılaşması durumunda da kullanıldığı anlaşılmaktadır. Belli bir askeri disiplinin mümessili olan Selçuklular aynı disipline haiz kimi Türkmen Beyleri ile girdikleri savaşlarda söz konusu faaliyetleri, ya tam olarak uygulayamamış ya da karşı tarafın önceden görerek/bilerek hazırladığı tuzağın içine düşmekten kurtulamamışlardır. Bazı Selçuklu Beyleri bizzat kendilerinin başarıyla uyguladıkları taktiklerin kurbanı olmuşlardır. Bunun elbette bir takım nedenleri vardır. Askerlerin disiplinsizliği başta olmak üzere, ganimet kapma uğraşı ve tecrübesiz kumandanların yanlış yönlendirmeleri gibi benzer birçok nedenle Selçuklu beyleri baskınlara maruz kalmış ve ağır yenilgiler de almışlardır. Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletleri dönemlerinde Türk ve Müslüman tarihi açısından oldukça önem arz eden savaşların kazanılmasında Selçuklu Hükümdarları tarafından uygulanan sürpriz baskın, korku ve panik faaliyetlerinin önemi büyüktür. Ancak bu yöntemlerin başarıyla uygulandığı savaşlar neticesinde Anadolu bir Türk yurdu olarak kalabilmiş ve daha sonraları kurulacak olan Osmanlı Devletinin sağlam temelleri atılabilmiştir. 134 KAYNAKÇA Ahmet bin MAHMUD; Selçuk-Nâme, haz. Erdoğan Merçil, cilt:I,II, İstanbul, Tercüman Yay., 1977. AKAD, Mehmet Tanju; Bir Savaş Nasıl Kaybedilir? Selçuklu, Osmanlı Tarihinde Askeri Hatalar, İstanbul, Kitap Yay., 2009. AKSARAYİ(Kerîmüd-dîn Mahmud Aksarayî); Mûsameret-al Ahyar(Selçuklu Devletleri Tarihi), çev. M.Nuri Gençosman, Ankara, Recep Ulusoğlu Basımevi, 1943. ALTAN, Ebru; “Haçlı Ordularının Anadolu’da Geçtiği Yollar”, Belleten LXV/243, Ankara , TTK yay., 2002, s. 572-579. BARTHOLD, W.; “Atsız”, İ.A., II. cilt, İstanbul, Milli Eğitim Yay., 1949. BAŞTAV, Şerif; “Avrupa Hunları”, Türkler, I. cilt, Ankara, Yeni Türkiye Yay. 2002, s.853-885. BAYKAL, Adnan Nur; Türklerin Strateji Serüveni, İstanbul, Sistem Yay, 2008. CAHEN, Claude; Türklerin Anadolu’ya İlk Girişleri (XI Yüzyılın ikinci yarısı), çev. Yaşar Yücel- Bahaeddin Yediyıldız, Ankara, TTK Yay. 1992. CLAUSEWİTZ, Carl Von; Harp Üzerine, çev. H. Fahri Çeliker, cilt: I, II, III, Ankara, Gnkur. Basımevi,1984, 1984, 1987. COŞKUN, Alptekin; “Büyük Selçuklular”, DGBİT, VII. Cilt, İstanbul, Çağ Yayınları, 1989, s. 99-163. DEMİRKENT, Işın; Haçlı Seferleri Tarihi, İstanbul, Dünya Yay., 1997. DEMİRKENT, Işın; Tarih Boyunca İznik, Ankara, İş Bankası Kültür yay. 2004. 135 DEMİRKENT, Işın; Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan, Ankara, TTK Basımevi, 1996. DİKİCİ, Radi; Şu Bizim Bizans(330-1453), İstanbul, Remzi Kitabevi Basımevi, 2007. DİNÇMEN, Kriton; 600’lü Yıllardan 1461’e - İslâm-Türk ile Hristiyan – Bizans Dünyası arasındaki etnik, dini, siyasi ve sosyo-ekonomik ilişkiler açısından bir dörtleme-, İstanbul, Arıon Yay., 2004. DİYARBEKİRLİ, Nejat; Hun Sanatı, İstanbul, MEB. Yay., 1972. EBÛ’L-FEREC, Gregory(Bar Hebraus); Ebû’l Ferec Tarihi I,II, çev. Ömer Rıza Doğrul, Ankara, TTK Yay. 1945, 1950. el-CÂHİZ, Türklerin Faziletleri, haz. Ramazan Şeşen, İstanbul, Yıldız Yay., 2002. ELÇİN, Şükrü “Tuz-Ekmek Hakkı Deyimi Üzerine” Reşid Rahmi Arat İçin, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Seri I, sayı A2, Ankara, 1966. el-RÂVENDİ(Muhammed b. Ali b. Süleyman); Râhat-üs-Sudûr ve Âyet-üsSürûr(Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alâmeti), çev. Ahmet Ateş, I. cilt, Ankara, TTK Yay., 1999. Erbuğ, Hilmi; Orduda Mânevi Kuvvetler, İstanbul, Gnkur. Yay., 1944. ERDEMİR, Hatice Palaz; “Yabancı Yazarlara Göre Türklerde Savaş ve Taktik”, Türklerler, II. cilt, Ankara, Yeni Türkiye Yay., 2002, S. 938-941. ERER, Raşid; Türklere Karşı Haçlı Seferleri, İstanbul, Ahmet Halit Kitapevi Yay., 1948. ERSAN, Mehmet; Selçuklular Zamanında Anadolu’da Ermeniler, Ankara, TTK Yay., 2007. ESİN, Emel; “Türk Sanatında At”, Türkler, IV. Cilt, Ankara, Yeni Türkiye Yay., 2002, s. 125-143. 136 ESLEN, Nejat; Tarih Boyu Savaş ve Strateji, İstanbul, Q-MatrisYayınları, 2003 ESLEN,Nejat; Tarih Boyu Savaş ve Strateji, İstanbul, Q-MatrisYay., 2003. EVOLA, Juliuos - GUENON, Rene; Savaş Metafiziği ve Sembolik Silahlar, Çev. Atilla Ataman, İsmail Taşpınar, İstanbul, İnsan Yay., 2000. FAİK, Ahmet; Askerliğin Psychologie’si, İstanbul, Milli Mecmua Matbası, 1933. GENÇ, Reşat; Karahanlı Devlet Teşkilatı, Ankara, TTK Yay., 2002. GÖKSU, Erkan; Türkiye Selçuklularında Ordu, Ankara, TTK Yay., 2010.. GREENE, Robert-ELFFERS, Joost; 33 Stratejide Savaş, çev. Füsun Doruker, İstanbul, Altın Kitapları, 2007. GÜNEY, Mesut; Savaş Aldatmaları, İstanbul, Alfa Basım Yay., 2007. GÜNGÖR, Erol; Tarihte Türkler, İstanbul, Ötüken Yay., 2000. GÜVENÇ, Bozkurt; “Barış Kültür Mü? Yoksa Barış için Kültür Mü? Cogita, sayı 3, Kış, İstanbul, 1995, s.25. HONİGMANN, Ernst; Bizans Devletlerinin Doğu Sınırı(363'den 1071'e kadar), çev. Fikret Işıltan, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay.,1970. İBNİ Bibi (el- Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Ca’ferî er-Rugedi) ”El Evâmîrü’l-Alâ’iyye Fi’l-Umûri’l-Alâi’yye(Selçuknâme) I-II, Haz. Mürsel Öztürk, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay., 1996. İBNİ Bibi, Anadolu Selçuklu Devletleri Tarihi, çev. M. Nuri Gençosman, Ankara, Uzluk Basımevi, 1941. İBNÜ’L-Esîr, El-Kâmil fi’t-Tarih, çev. Ahmet Ağırakça . Abdülkadir Özaydın, cilt: IX, X, XI. İstanbul, Bahar Yay., 1987. 137 İLHAN, Suat; Türk Askeri Kültürünün Tarihi Gelişmesi: “Kutsal Ocak”, Ankara, Ötüken Yay., 1999. JOMİNİ, Antoine Henri; Savaş Sanatının Ana Hatları, çev. Selma KOÇAK, İstanbul, Doruk Yay., 2002. KAFESOĞLU, İbrahim “Türk Ordusu” Türk Kültürü, sayı 22, 1964. KAFESOĞLU, İbrahim; Türk Milli Kültürü, 19 bs., İstanbul, Ötüken Yay., 1999. KAFESOĞLU, İbrahim; Selçuklu Tarihi, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1972. KALKAN, Mustafa; Orta Asya Türk Devletlerinde Ordu ve Savaş Stratejileri, İzmir, Kaynak Yay., 1995. Kaşgarlı MAHMUT’UN Divanü Lügat-it-Türk, çev. Besim Atalay, 1.cilt, Ankara, TTK Yay. 1985. KEEGAN, John; Savaş Sanatı Tarihi, çev. Füsun Doruker, İstanbul, Gençlik Yay., 1995. KESİK, Muharrem; “Türkiye Selçukluları’nda Savaş Geleneği Hile ve Taktik” Eskiçağdan Moderm Çağ’a ORDULAR- Oluşum, Teşkilât ve İşlev-, Ed. Feridun M. Emecen, İstanbul, Kitabevi Yay., 2008, s. 243-266. KHONİATES, Niketas; Historia, (Ioannes ve Manuel Komnenos Devirleri), çev. Fikret Işıltan, Ankara, TTK Yay., 1995. KILIÇBAY, Mehmet Ali; “Savaş ve Ekonomi”, Doğu-Batı, sayı 24, Ekim, 2003, s. 143-147. KIRPIK, Güney; “Haçlıların Anadolu İstilası Sırasında Selçuklu Savaş Teknik ve Taktikleri(1097-1170)”, On Birinci Askeri Tarih Sempozyumu Bildirileri I, Ankara, Gnkur. Basımevi, 2009, s. 93-113. 138 KINNAMOS, Ioannes; Historia(1118-1176), haz. Işın Demirkent, Ankara, TTK Yay., 2001. KOCA, Salim; Dandanakan’dan Malazgirt’e, Giresun, İleri Yay, 1997. KOCA, Salim; Selçuklu Devri Türk Tarihinin Temel Meseleleri, Ankara, Berikan Yay., 2011. KOCA, Salim; Selçuklular’da Ordu ve Askeri Kültür, Ankara, Berikan Yay., 2005. KOCA, Salim; Türk Kültürü’nün Temelleri, II. cilt, Ankara, Kültür Yay., 2003-a. KOCA, Salim; Türkiye Selçukluları Tarihi, II. cilt, Çorum, Karam Yay., 2003-b. KOMNENA, Anna; Alexiad(Malazgirt’ten Sonrası), çev. Bilge Umar, İstanbul, İnkılâp Kitapevi, 1997. KÖYMEN, Mehmet Altay, Tuğrul Bey ve Zamanı, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1976. KÖYMEN, Mehmet Altay; Alparslan ve Zamanı, II. cilt, Ankara, 4. bs., Ankara Ünv. D.T.C.F. Yay., 1983. KÖYMEN, Mehmet Altay; Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi: Kuruluş Devri, I.cilt, Ankara, Güven Matbaası, 1979. KÖYMEN, Mehmet Altay; Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara, TTK Yay., 1998. KRİSHNAMURTİ, J.; Korku Üzerine, çev. Atina Tatlıer, İstanbul, Ayna Yayınları, 2000. MERÇİL, Erdoğan; “Türkçe Selçuknâmeye Göre Malazgirt Savaşı”, Tarih Enstitüsü Dergisi (Sayı 2'den ayrı basım), İstanbul, Edebiyat Fakültesi Matbaası, 1971. 139 MERÇİL, Erdoğan; Gazneliler Devleti Tarihi Ankara,, TTK Yay., 1989. MERÇİL, Erdoğan; Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Ankara, TTK Yay., 2000. MERÇİL, Erdoğan; Selçuklularda Hükümdarlık Alâmetleri, Ankara, TTK Yay., 2007. Meydan Larousse, Büyük Lûgat ve Ansiklopedi, cilt: VII, X, XI, Meydan yayınları, İstanbul, 1969, 1972, 1972. MINORSKY, V.; “Nesâ” , İ.A. , IX. cilt, İstanbul, MEB Yay., 1964, s.198. Morrısson, Cecıle; Haçlılar, Ankara, Dost Kitabevi Yay. 2005. MÜNECCİMBAŞI Ahmed b. Lütfullah, Câmiu’d-Düvel: Selçuklular Tarihi II., Yay. Ali Öncül, İzmir, Akademi Kitapevi, 2000, 2001. NEMETH, Gyula; “Atilla ve Hunları”, Türkler, I. cilt, Ankara, Yeni Türkiye Yay., 2002. OKKAR, Remziye; “Mete Han Döneminden Selçuklulara kadar Türk Ordu Teşkilatı ve Yapısı”, On İkinci Askeri Tarih Sempozyumu Bildirileri-II, Ankara, Gnkur. Basımevi, 2010, s. 95-113. ÖGEL, Bahaeddin; Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, cilt: I, II, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1981. ÖGEL, Bahaeddin; Dünden Bu Güne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 3. bs., İstanbul, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay., 1988. ÖGEL, Bahaeddin; Türk Kültür Tarihine Giriş, Cilt: VI, VII, VIII, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay.,1991,2000, 2000. ÖZDAL, Ahmet; Türklerin Savaş Sanatı: Aldatıcı Taktikler ve Farklılaşan Stratejiler, İstanbul, Doruk Yay., 2008. ÖZTUNA, Yılmaz; Türkiye Tarihi: Selçuklular ve Anadolu Beylikleri, II.cilt, Hayat Yay., şy., 1964. 140 PARMAN, Ebru; Ortaçağda Bizans Döneminde Frigya(Phrygıa) ve Bölge Müzelerindeki Bizans Taş Eserleri, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yay., 2002. ROUX, Jean- Paul; Moğol İmparatorluğu Tarihi, çev. Aykut KazancıgilAyşe Bereket, İstanbul, Kabalcı Yay., 2001. RUNCİMAN, Steven; Haçlı Seferleri Tarihi, çev. Fikret Işıltan, cilt: I,II, Ankara, TTK Yay., 1986, 1987, SEVİM, Ali – YÜCEL, Yaşar; Türkiye Tarihi, I.cilt, Ankara, 1990. SEVİM, Ali Genel Çizgileriyle Selçuklu - Ermeni İlişkileri, Ankara, TTK Yay., 1983 SEVİM, Ali; Anadolu’nun Fethi: Selçuklular Dönemi(Başlangıçtan 1086’ya Kadar), Ankara, TTK Yay., 1988. SEVİM, Ali; İbnü’l Kalanisi’nin Zeylü Tarih-i Dımaşk Adlı Tarihi Eserinde Selçuklular ile İlgili Bilgiler, Belgeler, XXIX/ 33, Ankara, TTK Yay., 2008. SEVİM, Ali; Sıbt İbnü’l Cevzi’nin Mir’atü’z Zaman fi Tarihi’l-Ayan Adlı Eserindeki Selçuklular ile Bilgiler I. Sultan Tuğrul Bey Dönemi, Belgeler, XVII/22, Ankara, TTK Yay., 1999. SEVİM, Ali; Sıbt İbnü’l Cevzi’nin Mir’atü’z Zaman fi Tarihi’l-Ayan Adlı Eserindeki Selçuklular ile Bilgiler II. Sultan Alp Arslan Dönemi, Belgeler, XX/24 , Ankara, TTK Yay., 1999. SEVİM, Ali; Sıbt İbnü’l Cevzi’nin Mir’atü’z Zaman fi Tarihi’l-Ayan Adlı Eserindeki Selçuklular ile Bilgiler I Sultan Alp Arslan Dönemi, Belgeler, XIX/23 , Ankara, TTK Yay., 1999. SEVİM, Ali; Suriye-Filistin Selçuklu Devletleri Tarihi, Ankara, TTK Yay., 1989. 141 SÜMER, Faruk – Sevim Ali; İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı, Ankara, TTK Yay. 1998. SÜMER, Faruk; “Büyük Türk Kahramanı Celâleddin Harizmşah” Resimli Tarih Mecmuası, III. cilt, sayı, 25-36, 1952, s.1208. ŞADRÜDDÎN Hüseynî(Ebû’l-Hasan Ali ibn Naşır ibn Ali); Ahbâr’üdDevleti’s-Selçukiyye, çev. Necati Lügal, Ankara, TTK Yay., 1943. TAKIŞ, Taşkın; “Savaş Gerçeği – Barış İdeali”, Doğu-Batı, Sayı:24, Ekim, 2003, s.7-8. TANERİ, Aydın; Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Döneminde Hükümdarlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayatı- Teşkilatı, Ankara, Ankara Ünv. DTCF Yay., 1978. TAŞDELEN, Nuri; “Büyük Hun İmparatorluğu ve Bilinen Askeri Faaliyetleri,” Askeri Tarih Bülteni, Sayı 23, Ağustos, 1987, s. 14. TEMİR, A.; Cengiz Han, Ankara, y.y., 1989. TEMİR, Ahmet; “Eski Türklerde Sosyal Teşkilat ve Askerlik ile İlgili Sözler” Türk Kültürü, sayı 22, Ankara, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yay., 1964, s. 33-? TERZİOĞLU, Said Arif ; Türk Ordusu, Ankara, y.y., 1963. TURAN, Osman; Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, 8. bs., İstanbul, Boğaziçi Yay., 1999. TURAN, Osman; Selçuklular Zamanında Türkiye: Siyasi Tarih Alp Arslan’dan Osman Gazi’ye (1071-1328), İstanbul, 7. bs., Boğaziçi Yay., 2002. Türk Zaferleri Serisi, No:1, Selçuklu’lar Döneminde Anadolu’ya Yapılan Akınlar(1049 Pasinler-1071 Malazgirt Zaferleri), Gnkur. ATASE, Ankara, Gnkur. Basımevi, 1981, s. 5-31 142 TZU-Sun; Savaş Sanatı, çev. Adil Demir, 1 bs., İstanbul, Kastaş Yay., 2001, UCUZSATAR, Necati Ulunay, Türklerde Harp Sanatı Taktik ve Strateji(M.Ö 220-M.S 453), İstanbul, Derin Yayınları, 2007. UCUZSATAR, Necati Ulunay; Tarih Boyunca Türk Harp Sanatı Taktik ve Stratejisi, Ankara, Gnkur. Yay., 1986. UMAR, Bilge; “ Myrıokephalon Savaşının Yeri: Çivril Yakınında Kûfi Çayı Vadisi”, Belleten, LIV/ 209, 1991, s. 99 -104. URFALI MATEOS; Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi(952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli(1136-1162), çev. Hrant D. Andreasyan, 3.bs., Ankara, TTK Yay., 2000. VARDAN, “Türk Fütuhat Tarihi”(Vakayiname’den), çev. Hrant Der Andreasyan, Tarih Seminerleri Dergisi, s. 1/2, 1937, s. 154-244. YILMAZ, Muammer; Muhteşem Türk Zaferleri, İstanbul, Türdav Yay., 2009. YİNANÇ, Mükrimin Halil; Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, İstanbul, Burhaneddin Matbaası, 1944. HÂCİP,Yusuf Has; Kutadgu Bilig, Çev. Reşid Rahmi Arat, Ankara, TTK Yay., 2003. 143 EK-I “Kafire at saldılar, kılıç çaldılar Burması altun tuç borular çalındı Gümbür gümbür nakkâreler dögüldü Ol gün cigerinde olan yigitler belürdü Ol gün muhannesler sapa yer gözetdi Ol gün bir kıyamet savaş oldu Meydan dolu baş oldu Başlar kesildi, top gibi Şahbaz şahbaz atlar yügürdü, nalı düşdü Ala ala gönderler süsüldü Kara Polat öz kılıçlar çalındı, yalmanı düştü Üç yeleklü kayın oklar atıldı, temreni düştü Sancaklar götürüldü Çarhacılar savaşdı Kıyametün bir günü ol gün oldu Bey nökerden, nöker beginden ayrıldı” Kitab-ı Dede Korkut’tan bir savaş sahnesi 144 Ek-II “Ansızın davul ve trampete sesleri duyulmaya, sancaklar arkasından kızıllar görünmeye başladı. Daha sonra kalkan toz bulutları arasından çıkan atlılar saffı….(düşmanlar) selameti kaçmakta buldular.” Celaleddin Harezmşah’ın bir savaşı (en-Nesevi, s.101) “Kayadan berrek suyun sızdıgı gibi zırhların halkasından kan sızmaya başladı.” İbni Bibi’nin eserinde, bir savaş tasfir ettiği farsça şiirinden alıntı (İbni Bibi, I, s.94) “Bir saatten kısa zaman içinde bütün Franklar yerde ölü olarak yatıyordu ve atlar bedenlerine saplanmış oklarla kirpi gibi gibiydi. Onları bu halde uzaktan görseydin korkardın.” 1119 yılında Haçlılarla yapılan , Kan Tarlası diye anılan savaşın en dokunaklı özetlerinden biri, (ibnü’l- Kalanisi, s. 161) 145 ÖZET “Selçuklu Devri Savaşlarında Sürpriz Baskın, Korku ve Panik” adlı bu çalışmamızda Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devri savaşları esas alınarak sürpriz baskın, korku ve panik faaliyetlerinin savaşların seyrine olumlu veya olumsuz katkısı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu faaliyetlerin temeli daha önceki Türk devletlerinden gelmektedir. Türklerdeki askeri hayat tarzı, daima hareketli, çevik ve sürate dayalı bir yaşamın ürünüdür. Ayrıca savaşlarda birçok taktik ve strateji kullanılmıştır. Bu taktik ve strateji birçok savaşın kazanılmasında oldukça etkili rol oynamıştır. Nihayetinde bu taktik ve faaliyetler, önce Orta Doğu’da ve sonraları da Anadolu ile Balkan Türklüğünün temelini oluşturacak başarıları getirmiştir. Anahtar Kelimeler: 1. Savaş 2. Sürpriz Baskın 3. Korku ve Panik 4. Türk Tarihi 5. Selçuklu Devleti 146 ABSTRACT "Selcuk Era Wars Surprise Raid, fear and Panic," this study is based on the great Selcuk, and wars of Anatolian Selcuk era, fear and panic of surprise RAID just wars and tried to evict a positive or negative contribution to the Center. These activities are the foundation of the previous Turkish States. Turkish military life style, always moving, agile and are the product of a life based on sürate. It also has been used many tactics and strategy of the wars. This tactic and strategy played a role in many of the war flew quite effective. Ultimately this tactic and activities, also in the Middle East, and later before Anatolia and the Balkans will form the basis of the achievements of Turkish. Key Words: 1. War 2. Surprise Raid 3. Fear and panic 4. Turkish Date 5. Selcuk Empire