UNITE 1=SOSYAL POLİTİKA KAVRAMININ ANALİZİ SOSYAL POLİTİKA KAVRAMI:Sosyal politika,sosyal içeriğe sahip konuları ele alan bir bilim dalıdır. 19. yüzyılda Batı Avrupa’da gerçekleşen Sanayi Devrimi’nin yarattığı büyük zenginliğe karşılık, bu zenginliği yaratan ancak yeterli pay alamayan işçilerin içine düştüğü derin sefaletin sonucu doğmuştur. Liberal ekonomi,kapitalizminin doğurduğu olumsuz sonuçlar üzerine çareler üretmeye yönelik,kapitalizmi muhafaza ederek onun yarattığı sorunları giderecek politikaları kapsar. Sosyal Politikanın Tarihsel Arka Planı Sanayi Devrimi Öncesi:Ortaçağ Avrupasında üç toplumsal sınıf bulunmaktadır. Bunlar; “savaşanlar, dua edenler ve çalışanlar”dır. İlki, doğuştan kazanılmış pek çok hakka, geniş topraklara sahip, bu topraklar üzerinde yaşayan köylüleri çalıştıran ve koruma karşılığında vergi alan “aristokratlar” yani “soylular”dır. İkinci sınıf, “kilise mensupları-din adamları”dır. Üçüncü sınıf ise, Ortaçağ’da tek ve gerçek üretici olan, buna karşılık üretilenden en az pay alan “köylüler”dir. Köylüler; aristokratlar ve din adamları tarafından cahil, kirli ve günahkâr olarak görülen ve sürekli aşağılanan bir sınıftır. ***Orta Çağ Avrupası, durgun bir ekonomik ve demografik yapıya sahiptir.Ekonominin büyük ölçüde tarıma dayalı olmasının yanı sıra üretim, feodal düzen içinde sınırlı bir tüketim için yapılmaktadır. Bu dönemde üretimin, bireysel, küçük işletmeler tarafından ve sınırlı miktarda yapılmasının yanı sıra, iş bölümünün olmaması verimliliğin düşük kalmasına neden olmuştur. Tarımda kullanılan üretim tekniklerinin geri olması, insan ve hayvan gücü dışında enerji kullanılmaması,üretimin talebe bağlı ve sınırlı miktarda kalmasına yol açmıştır. Orta Çağ’da sanayi benzeri üretim; kasaba ve kentlerdeki küçük iş yerlerinde (atölyelerde) lonca sistemi içinde yürütülmüştür. Sanayi Devrimi ve Sonrası: Sanayi Devrimi,İngiltere’de başlayan zamanla batı Avrupa’ya oradan da bütün dünyaya yayılan dünyayı yeniden şekillendiren büyük bir devrimdir. Sanayi Devrimi’nin düşünsel temelleri Fransız Devrimi ile birlikte atılmıştır. Devrim kapitalist sistem için temel bazı kazanımlar sağlamıştır. *** Sanayileşme sürecinde tarım önemli bir rol üstlenmiştir. Tarımda Orta Çağ’dan kalma üretim yöntemleri değişirken, küçük ölçekli işletmeler, yerini büyük ölçekli tarımsal işletmelere bırakmış, tarımda yeni üretim teknolojilerinin uygulanması tarımsal üretimde verimliliğin artmasına, üretimin sürekliliğine ve sanayinin ihtiyaç duyduğu birikimin tarımdan elde edilmesine neden olmuştur. *** Sanayi Devrimi, sermaye sahiplerinin refahını artırırken, toplumun diğer temel sınıfını oluşturan işçilerin ücretleri giderek düşmüş, işçiler uzun çalışma saatleri,kötü çalışma koşulları ve her an açlık anlamına gelen işsizlik tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Düşen ücretlerle birlikte azalan aile gelirleri, ailede yalnızca bir kişinin çalışarak aile geçimini sağlamasına yetmediği için, kadın ve çocukların da emek piyasasına girmesi söz konusu olmuş, çocukların çalışma hayatına girmesi ileçalışma yaşı da giderek küçülmüştür. Özetle, Sanayi Devrimi yeni sosyal sınıflar, yeni menfaatler ve yeni sosyal sorunlar yaratarak sosyal tatminsizliklere ve protesto hareketlerine yol açmıştır. SOSYAL POLİTİKANIN TANIMI VE AMACI Politika, en basit tanımıyla kurallar bütünüdür. Sosyal politikayı oluşturan kavramların anlamları, sürekli ve köklü bir şekilde değişmiştir. Bu nedenle eksiksiz,tam ya da pür bir sosyal politika tanımı yapmak zordur. Sosyal politika, dar ve geniş anlamda tanımlanabilir. Dar Anlamda Sosyal Politika:İlk kez 19. yüzyılın ikinci yarısında(Sanayi Devrimiyle bırlıkte) Almanya'da Profesör Wilhelm Heinrich tarafından hazırlanan bir eserde kullanılan sosyal politika kavramı, özellikle Sanayi Devrimi sürecinde gün ışığına çıkan işçi sorunlarıyla birlikte önem kazanmıştır. &- Dar anlamda sosyal politika, başlangıçta, kapitalist düzen içinde emek ve sermaye sahipleri arasındaki bu adaletsizliği ve mücadeleyi barışçı yollarla sona erdirmek, ekonomik ve toplumsal hayatın, kısacası düzenin devamını sağlamaya yönelik politikalar olarak ortaya çıkmıştır. Geniş Anlamda Sosyal Politika: Sosyal politikanın,sosyal eşitlik ve sosyal adalet sağlayıcı bir işlev ve nitelik kazanması için bu politikaların sosyoekonomik haklar gibi hukuki bir temele oturması gerekmektedir. &- Geniş anlamda sosyal politika, işçi sınıfının korunması ve işveren sınıfı ile çelişkilerinin azaltılması gibi geleneksel (dar kapsamlı) sosyal politika sorunlarını içermekle birlikte, bunun ötesinde korunmaya gereksinimi olan tüm sosyal grupları kapsamına almaktadır. Burada işçiişveren ilişkilerinin ötesinde, tüm sosyal sınıfların ve toplum kesimlerinin birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerinin düzenlenmesi hedef alınmaktadır. Bunlar, toplum politikasının (yoksullukla savaş,konut politikası, sağlık ve eğitim politikası, servet, gelirler ve gelir dağılımı politikası gibi) en ağırlıklı bölümünü oluşturmaktadır. 3. Kuşak Sosyal Politikalar:Sosyal dışlanma, ayrımcılık, kadın, genç, çocuk, yaşlı, eski hükümlü, göçmen, özürlü, çevre ve tüketici haklarının korunması 3. kuşak sosyal politikalar olarak günümüz dünyasında önem kazanmıştır. SOSYAL POLİTİKANIN NİTELİĞİ VE BAZI ÖZELLİKLERİ Sosyal politikanın hedefleri, toplumun en üst düzeydeki amaçlarıyla çakışmaktadır. Sosyal politikanın bu hedefleri; sosyal gelişme, sosyal barış, sosyal adalet, sosyal denge, sosyal bütünleşme, sosyal demokrasi olarak sıranabilir. ***Sosyal politikanın ulusal düzeydeki bu araçları, yasal düzenlemeler, kurumsal düzenlemeler ve sosyal planlama olmak üzere ele alınmaktadır.Sosyal politikanın uluslararası düzeydeki araçları ise uluslararası sosyal politika tanımında somutlaşmaktadır. Uluslararası sosyal politika; “ekonomik ve toplumsal bakımdan gereksinmesi olan kişi ve kümeleri korumak, piyasa ekonomisi kurallarının doğurduğu ve küreselleşmenin derinleştirdiği uluslararası barışı tehdit eden eşitsizlik ve güvencesizlikleri azaltmak ve ortadan kaldırmak amacı güder. ***Sosyal politikanın en önemli finansman kaynaklarının başında devlet bütçeleri bulunur. Bu nedenle ülkelerin izlediği sosyal politikaların kapsamı ve niteliği büyük ölçüde genel devlet bütçesinin zenginliğine ve devlet bütçesinden sosyal politikalara ayrılan finansman payına bağlıdır. Devlet bütçesinin büyük bir kısmı halktan alınan vergilerden oluşur. Sosyal Politikaların Bazı Özellikleri Sosyal Politika Bir Stratejidir.Strateji, hizmet ve programları biçimlendiren belirli kurallar, yönetmelikler,prosedürler ve amaçlardan oluşur. Sosyal Politika Kolektiftir.Kolektif kelimesi sosyal politikanın tanımında kullanılmaktadır. Çünkü sosyal politika insan gruplarının, kurumların, vergi ödeyenlerin, tüketicilerin eylemlerini etkiler. Politikalar, meslek elemanlarını, program ekip üyelerini ve yöneticilerini,programdan yararlanacak olanları, yasa çıkartanları, belirli bir eylem yönüne yöneltir. Sosyal Politika Sosyal Sorunlarla İlgilidir.Sosyal sorunlar, sosyal politikanın sınırlarını çizer. Sosyal politikanın karmaşıklığının en önemli sebebi, yaşanan yoksunluklar ve sosyal sorunların dinamikliğidir. Jansson bu yoksunluk türlerini ve içeriklerini şu biçimde ifade etmiştir: 1) Materyal kaynak yoksunluğu: Yetersiz gelir, yetersiz beslenme, yetersiz konut, yetersiz çevre, 2) Gelişimsel yoksunluk: Çeşitli ruh hastalıkları, gelişimsel yetersizlikler,krizler, bireyin gelişimine olanak sağlamayan işler, 3) Fiziksel yoksunluk: Çeşitli fiziksel hastalıklar, alkol ve madde bağımlılığı,kötü beslenme, sakatlık, 4) Kişiler arası ilişki yoksunluğu: Ruhsal çatışmalar, olumsuz ebeveyn çocuk ilişkisi, yalnızlık, yetersiz serbest zaman etkinlikleri, 5) Fırsat yoksunluğu: Eğitimsizlik, sosyal hizmetlere ulaşamama, tıbbi hizmetlere ulaşamama, iş olanaklarına ulaşamama, yaşamını sürdürecek becerilere sahip olamama (çalışma beceri ve bilgilerine sahip olamama). 6) Bireysel haklar yoksunluğu: Vatandaşlık haklarına sahip olamama (seçme,seçilme, fikir özgürlüğü), çalışma ve gelişme açısından eşit haklara sahip olamama, hizmetlere ulaşma açısından eşit haklara sahip olamama,kurumsal yaşama bağımlı olmak ve güvenceden yoksun olmak. ***sosyal politika, sosyal sorunların ortaya çıkışında önemli rol oynayan yoksunlukların giderilmesiyle ilgilidir. Bu yoksunluklar maddesel kaynak yoksunluğu, gelişimsel yoksunluklar, fiziksel yoksunluklar, kişiler arası ilişki yoksunluğu, fırsat yoksunluğu ve bireysel haklar yoksunluğu olarak sınıflandırılabilir. Bu yoksunlukların ortaya çıkardığı sosyal sorunlar, sosyal hizmetin temel ilgisi kapsamındadır. Sosyal Politika Sosyal Eşitliğe Yönelir.Sosyal sorunlar nüfus içerisinde tesadüfi olarak dağılmaz. Belirli özellikteki insanlar belirli ayrımcılıkları, yoksunlukları diğerlerine göre daha sık yaşarlar. Örneğin; kadınlar genellikle erkeklere göre daha az ücret alırlar, ciddi düzeyde bozuk olan ruh sağlığı bozuk olan insanların iş bulmakta güçlük çekiyor olmaları muhtemeldir. Yine yoksulluk içindeki insanlar diğerlerine göre, fiziksel ya da toplumsal sorunlarla karşılaşır. Sosyal Politika Çelişkili Bir Süreçtir.Politika tercihi, inançlar ve politik uzlaşmalara dayalıdır. Sosyal politika süreçlerine katılanların kültürel, ekonomik, politik ilgi ve görüşleri farklılaştıkça politika tercihlerindeki çelişkiler de artar. Politika oluşturma, politikadan etkilenecek amaçları farklı insan ve kurumlar arasında karşılıklı uzlaşma sürecidir. Çelişkiyi yaratan temel sebeblerden önemli bir tanesi de kaynakların kıt olmasıdır. Sosyal politika için kullanılacak kaynaklar her zaman için sınırlıdır. Güç Gerçekleri Sosyal Politika Çıktılarını Biçimler.Sosyal politika oluşturulurken karar alma süreçlerinde toplumsal ya da ekonomik alanlarda güç sahibi olanlar, stratejik komite, kurul ya da karar alma noktalarını kontrol edenler hangi konuların öncelik alacağına karar verirken insiyatif sahibi olurlar. Sosyal Politika Farklı ve Kesişen Alanlarda Oluşturulur.Sosyal politika farklı kaynaklardan yararlanarak üretilir. Sosyal politika sadece yasal alanlarda oluşturulmaz. Sosyal politika yasal alanlar dâhil olmak üzere,hükûmet, ulusal ve uluslararası kuruluş ve toplum alanlarında oluşturulur. Sosyal politikaların önemlice bir kısmı yasal alanlarda tasarlanır. SOSYAL POLİTİKANIN KAPSAMI VE İLGİ ALANLARI Sosyal politika kimleri kapsar? Bu bilim dalına konu olan politikaların kapsamına; birey olarak kişiler değil, aynı koşullar altında, aynı gereksinimleri duyan ve aynı nitelikleri taşıyan kişilerden oluşan kesimler girer. Sosyal politikaların kapsamına hangi kesimlerin girdiğinin belirlenmesi gerekir. Sosyal politikaların kapsamı, günümüze dek uzanan dönem içinde sürekli olarak genişlemiştir. Yeni bir bin yıla girerken sosyal politikanın yeni hedefleri aşağıdaki gibi ifade edilebilir: Karşılaşılabilecek ekonomik, mesleki, sosyal nitelikteki her türlü riske karşı güvence veren sistemlerin yaratılıp, işletilmesi, Gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi, Yoksulluk ile olumsuz çevre ve barınma koşullarıyla savaşılması, Çocuklar ile yaşlıların bakım ve gözetimi, Tüketici olarak aldatılmanın ya da yanıltılmanın engellenmesi, Ayrımcılığın önlenilmesi, Engellilerin toplum ve çalışma yaşamına entegre edilebilmelerine yardımcı olunması, Sosyal dengelerin korunması amacıyla ekonomik ve mesleki örgütlenmelerin desteklenerek sendikaların, tüketici örgütlerinin,kooperatiflerin ve endüstri ilişkileri sistemlerinin güçlendirilmesidir. ***Sosyal politikaların kapsamındaki sürekli genişleme, konularının da zamanla çoğalmasına yol açmıştır. Sosyal adalet, insan hakları ve sosyal refahın geliştirilmesine kendini adayan sosyal hizmet ile sosyal politikanın hedefi temelde aynıdır. Sosyal hizmetin, sosyal politikaların oluşumuna katılımı, yukarıda ifade edilen hedefleri gerçekleştirebilmek açısından son derece önemli. ÜNİTE 2=DÜNYADA SOSYAL POLİTİKANIN TARİHSEL GELİŞİMİ 18. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan Sanayi Devrimi ve 19. yüzyılda gelişen buhar gücünün çok geniş alanlarda kullanılması, hemen her ülkede köklü değişikliklere zemin hazırlamıştır. Sanayileşme doğrudan ya da dolaylı etkili olduğu toplumların geleneksel yapılarını, ekonomik işleyişlerini, sosyokültürel davranış kalıplarını etkilemiş ve değiştirmiştir. Sanayi Devrimi’yle birlikte bazı sorunlar ortaya çıkmıştır: İnsanların makinalara bağımlı kalması, aşırı uzmanlaşma, yabancılaşma, kafa ve kol emeğinin birbirinden uzaklaşması gibi... SOSYAL POLİTİKANIN DOĞUŞUNU HAZIRLAYAN ETMENLER Sanayi Devrimi; buhar, elektrik, gaz gibi keşfedilen yeni enerji güçlerinin, üretim sürecine uyarlanması ile birlikte 18. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de başlamıştır.İnsani olmayan çalışma şartları ve sermayenin emeği istismar etme olaylarına karşı hareket eden ve bazı ülkelerde yavaş yavaş bir sosyal politikanın ortaya çıkmasına katkıda bulunan faktörler: >>Ekonomik Faktörler : 18. yüzyılın sonlarından itibaren o zamana kadar mevcut olan sanayinin, makinenin üretim hayatına girişi ile beraber değişmesi ve küçük sanayi ve zanaattan büyük sanayi hayatına geçiş ve bunun sonunda işçilerin büyük fabrikalar ve şehirlerde toplanması çok geçmeden emeğin korunması gereğini ortaya çıkarmıştır. Uzun çalışma saatleri, sefalet ücretleri, çalışma yerlerinin sağlıksız olması, çocuk ve kadınların gruplar hâlinde fabrikalara girişi gibi olaylar her tarafa sanayileşmenin derecesine göre bir tepki doğurdu. “Yeni üretim rejiminin arkasından getirdiği suistimaller, kamu makamlarının çocuklar, kadınlar ve nihayet yetişkin işçiler lehine gittikçe daha aktif müdahalesine neden oldu.” **1776 yılında Adam Smith liberal doktrine vücut veren ve kısaltılmış adı ile “Milletlerin Serveti” adlı eserini yayınlarken, İngiltere’de Sanayi Devrimi başlamış ve önemli birkaç aşama da geçilmiş durumdaydı.Sanayi Devrimi’nden önce İngiltere’nin en önemli sanayii, uzun müddet yün sanayisine dayanıyordu. **Sanayi Devrimi asıl buhar kuvvetinin makinaya aktarılması ile bütün neticeleri ile doğmuştur. 1615-1680 tarihleri arasında Fransız Salomon de Caus ve Denis Papin’in buhar üzerindeki çalışmaları 1769 tarihinde James Watt’ın keşfettiği kondansör sayesinde büyük bir ilerleme kaydedilmiş oldu. **Makinelerin gelişip yayılması, başlangıçta uzun çalışma süreleri, düşük ücretler,işsizlik, küçük yaşta çocukların çalıştırılmaları gibi sonuçlarla işçiler için uygun olmayan bir durum yaratmıştır. Kömürü ve demiri, limanları ve ulaştırmaya elverişli nehirleri bol bir ülke olan İngiltere’de başlamış bulunan modern sanayi gelişmenin çalışma şartları bakımından ortaya çıkardığı anormal durum, yine bu ülkede ilk defa sosyal politika tedbirlerinin doğmasına fırsat vermiş, yani büyük sanayi, sosyal politikaları yaratmıştır. >>Politik Faktör :Bir ülke demokratik ilkeleri benimsediği ölçüde ekonomik bakımdan zayıf nüfusları koruyucu sosyal politikaları geliştirmek zorunluluğu hisseder. İngiltere’nin demokrasiyi ilk kabul eden ülke olduğu hatırlanacak olursa, 1802 tarihinde fakir ve kimsesiz çocukların korunmasıyla ilgili kanunla başlayan ilk sosyal politika tedbirlerinin İngiltere’de tesadüfen doğmamış olduğu anlaşılır. >>Doktrin Faktörü:Geniş toplum kesimlerinin durumlarındaki kötüleşme toplumsal sınıflar arasında huzursuzluk ve sürdürülmesi imkânsız bir sosyal düzen oluşturmuştur. Liberallerin emek faktörünü, diğer üretim faktörleri gibi değerlendirmeleri, artan huzursuzluğa karşı duyarsızlıkları, toplumsal başkaldırıya ve muhalefet hareketlerine yol açmıştır. Böylece Sanayi Devrimi yeni sosyal sınıflar, yeni menfaatler ve yeni sosyal sorunlar yaratarak sosyal tatminsizliklere ve protesto hareketlerine yol açmıştır.Sanayi Devrimi ile birlikte ortaya çıkan ve bir bütün olarak sosyal politikanın bütününün ve/veya farklı boyutlarının gelişmesine ve kurumsallaşmasına katkıda bulunan sosyal protesto ve muhalefet hareketlerinin önde gelenleri şunlardır 1.Ütopik Sosyalistler:Ütopik Sosyalistler; Fransız Devrimi’nin getirdiği eşitlik, hürriyet ve adalet gibi fikirlerden etkilenerek ideal topluma ulaşmayı amaçlamışlardır. Ütopik Sosyalistlere göre; “ideal toplum; herkesin barış ve güvenlik içinde yaşayacağı bir toplumdur. Bu toplumun dayanacağı temel prensip “iş birliği” olacaktır.” Onlara göre; uygulanmakta olan sistem üretim yöntemleri açısından, plansız, bu nedenle müsrif, dağıtım yöntemleri açısından ise haksız ve merhametsizdir. Mevcut sistem azınlığın zengin, çoğunluğun ise yoksulluk içinde bulunmasına neden olmaktadır.Yaşanan sorunların ortadan kaldırılması ise ancak parlamenter sistemle mümkün olacaktır. **Ütopik Sosyalistler, üretim araçlarının ortak kullanımına dayanan bir ekonomik sistemi hedeflemişlerdir. Bunun için sosyalleştirme yolunu seçmişlerdir. Onlara göre; üretim ekonomik planlamaya dayanacak, yaratılan servet üreticiden ihtiyaçlarına uygun olarak dağıtılacaktır. 2. Hristiyan Sosyalistler:Hristiyan Sosyalistler; kapitalist sistemin yarattığı kötülükleri ortadan kaldırmayı, yoksulluk ve zamansızlık nedeniyle dinden uzaklaşan işçileri tekrar kilisenin etki alanı içine almayı amaçlamışlardır. Onlara göre; kapitalizm Hristiyanlıkla bağdaşmamaktadır. Emeği ve emekçiyi bir insan olarak değil, üretim sürecindeki bir mal gibi gören kapitalizm, Hristiyanlığın insanlığın yüceliği prensibini ihlal etmiştir. Bu nedenle husumete ve rekabete değil, kardeşliğe ve iş birliğine dayanan bir ekonomik sistem Hristiyanlık idealleri ile daha bağdaşık olacaktır. Bu düzende hizmet arzusu, kâr arzusunun yerini alacaktır. 3. Anarşizm:Anarşizm, 19. yüzyıldaki en aşırı sosyal protesto hareketi olarak dikkat çekmektedir. Kapitalizm ve devlete kesinlikle karşıdır. Anarşistlere göre; devlet ne kadar demokratik olursa olsun özünde tahakkümcü ve özgürlük karşıtıdır. Anarşizm ideolojisinin temelini, bireyin üstünlüğü görüşü oluşturur. Anarşizm; gücünü baskıcı otoriteden alan siyasi, sosyal, ekonomik ve dinî bütün kurumlara karşıdır. Bu kurumların başlıcaları devlet, kilise, mülkiyet ve ailedir. Bu kurumlar ortadan kalkmadıkça tam bir hürriyete kavuşulamayacaktır. 4. Sendikalizm:Fransa’da 19. yüzyılın son on yılı içinde “sendikalizm” adı altında yeni bir sosyal hareket doğmuştur. Bu hareketin kurucuları; anarşizmin başarıya ulaşmaması karşısında hayal kırıklığına uğramış Fransız anarşistlerdir. **Sendikalizm gerçek anlamda proleter bir harekettir. Sendikalizme, biçim ve içerik kazandıran Fernand Pelloiter’dir. Ona göre devrim eski dünyanın yıkılmasını hedeflemekten çok yeni bir dünyanın kurulmasıyla ilgili bir süreçtir. **Sendikalizm mücadelede ana rolü işçiler tarafından yalnızca işçi çıkarlarına hizmet etmek amacıyla oluşturulmuş bir örgüt olan sendikalara vermiştir. Sendikalar da bu mücadele için boykot, sabotaj ve grev gibi eylem yöntemlerini kullanmalıdır. Grev, özellikle de genel grev, devrimci mücadelenin en önemli aracıdır. **Sendikalizm felsefesine genel grev kavramını getiren Georges Sorel’dir. Sorel’e göre, genel grev bir sosyal felsefe anlamını taşımakta ve dinamik bir kuvveti göstermektedir. Sorel’in iddiasına göre; işçilerin kurtuluşu, yapacakları bir ihtilalle yani genel grevle, kapitalizmi yıkarak işçi sınıfını hürriyete kavuşturacak düzeni kurmalarından geçmektedir. İşçilerin kurtuluşu böyle bir sosyal efsaneye sahip olurlarsa ve kurtuluş gününe inanırlarlarsa mümkün olacaktır. Sorel’e göre kapitalizm ancak şiddet yoluyla yıkılabilecektir. 5. Marksist Sosyalizm:Karl Marx ve Friedrich Engels, toplumun ve tarihin değişmez kanunlarını bulmak için kaçınılmaz geleceğini tanımlamak için “Bilimsel Sosyalizm” olarak bilinen sosyalizm türünü ortaya koymuşlardır. **Marx “Kapital” adını taşıyan kitabında kapitalizmin ayrıntılı analizini yapmış,Marksizmin temel ilkesi olan “emek-değer teorisi”ni bütün ekonomik değerlerin emek tarafından üretildiği düşüncesine dayandırmıştır. Marx’a göre; toplum gittikçe ve büyüyerek iki ayrı kampa doğrudan doğruya birbirinin karşısına geçmiş “burjuvazi” ve “proletarya” olmak üzere iki büyük sınıfa ayrılmıştır. **Marksist düşüncenin temel amacı, sınıfsız bir toplum oluşturmaktır. Bu görüşe göre; sınıfsız bir toplum yapısında bir sınıfın diğer sınıfları hâkimiyet altına alması söz konusu olmayacaktır. SANAYİ DEVRİMİ ÖNCESİ SOSYOEKONOMİK YAPI **İlk Çağda bütün toplumlarda, çalışarak bir mal ya da hizmet üretmek özgür insanlar için aşağılaştırıcı bir durum sayılmıştır. **Çalışma kavramına ilk olumlu yaklaşımlar Orta Çağ’da Hristiyanlık felsefelerinden kaynaklanmaktaydı **Din temelli bu anlayışa göre “hayırseverlik ve gönüllü hizmetler” Tanrı sevgisini çalışarak ifade etmenin yollarıdır. Yine bu dönemde çalışmak, “bireyin sahip olduğu doğal bir hak ve mal edinme aracı, çalışmadan para kazanmak “uygunsuz ve lanetlenmiş bir yaşam biçimi” olarak görülürdü. **Çalışmanın daha anlamlı bir yaşam biçimi olarak görülmeye başlanması 15. yy.’da protestanlığın gelişme dönemlerine rastlar. Protestanlığın kurucusu Martin Luther’e göre çalışmak Tanrı’ya bir hizmet yoludur ve Tanrı’ya inanan herkesin yapması gereken bir uğraştır. **Çalışmak ve din arasındaki bu güçlü bağlantılardan sonra Rönesans Döneminde, çalışmanın ‘doğaya hâkim olmanın aracı ve insanı hayvandan ayıran “bilinçli” bir etkinlik olarak kabul edildiği görülmektedr SANAYİ DEVRİMİ SONRASI SOSYOEKONOMİK YAPI >>El İşinden Zihinsel İşe Yönelme:Tarih boyunca insanlar ya bedenleriyle, kas güçleriyle ya da zihinsel güçleriyle çalışmışlardır. Günümüzde de durum böyledir. İnsanlar içinde yaşadıkları topluma, bulundukları yöreye, elde ettikleri olanaklara, beceri, yeti ve yeteneklerine göre, yaşamlarını kas ya da zihinsel güçle çalışarak sürdürürler. Genel olarak kırsal bölgelerdeki insanlar kas gücüyle; kentlerdekiler zihin gücüyle çalışır. Kas gücüyle çalışan insan, zihinsel çalışmaya, zihin gücüyle çalışan insan da kas gücüne gereksinim duymaktadır. >>Sanayileşmenin Mekanizasyon Aşaması :Sanayileşmenin ilk aşaması olan mekanizasyon döneminde faal nüfusun büyük bir kısmı sanayide çalışmaktaydı. Makinelerin hazırlanması, yönetimi, uygulamaya geçişi ve kontrolü tamamen insana bağlıdır. **Sanayileşmiş Batı ülkelerinin bu ilk döneminde, yavaş yavaş, bir yandan nitelikli iş gücüne, diğer yandan yaratıcı üretken insanlara ihtiyaç duyulmaya başlandı.Sanayide çalışan insanları en azından, okuma, yazma, hesap olarak belirlenen minimum bir eğitimden geçirmek gerekiyordu. Bunun yanında bu insan kitlelerine,çalışacağı sanayi dallarına göre belirli mesleki formasyonun da verilmesizorunluluğu vardı. Bu dönemde, aydınların, kâşiflerin, bilim adamlarının önemi anlaşılmaya başlandı. Sanayi sürekli yeni icatlara ihtiyaç duyuyordu. Her icat üretimin artmasına, dolayısıyla ekonomik gelişmelere neden oluyordu. Bugün batı medeniyetlerini yaşadığı sanayi ötesi toplum aşamasında, yaratıcı, üretken, nitelikli iş gücüne duyulan ihtiyaç, bütün insanlık tarihi boyunca görülmemiştir. >>Otomatizasyon Aşamasına Geçiş :Bu dönemde, artık makineler otomatik olarak kendi kendilerini hazırlamakta, yönetmekte, uygulamakta, üretime geçmekte ve kontrol edebilmektedir. Özetle bu aşamada, çok basit işleri eskiden insanlar yerine getirirken, otomasyon sayesinde artık makineler yerine getirmektedir. **Sanayi Devrimi’nin başlangıcında işçi sayısı durmadan artmaktaydı. Sanayi ötesi toplumlarda işçi azalmakta bunun yanında beyaz yakalıların iş gücü içindeki oranları yükselmektedir. >>Hizmetler Sektörü:Otomatizasyon döneminde makinelerin, makineleri üretmeye başlamasıyla birlikte, insanlara sembollerle ve insanlarla ilgilenme fırsatı doğdu. Sembollerle ve insanlarla ilgili faaliyetler zihinsel faaliyetlerdir. Bir insanın, zihinsel faaliyetlerde bulunması için eğitilmiş, nitelikli, yaratıcı ve üretken olması gerekmektedir. Zihinsel faaliyetlerle ilgilenen kişiler genellikle hizmet sektörü içinde sınıflandırılır. Hizmet sektörünün bünyesi son yıllarda, özellikle (sibernetik) bilgisayar tekniğinin bürokratik amaçlarla kullanılmasıyla birlikte çok değişmiştir. Böylece geleneksel hizmet sektöründe çalışanların sayıları hızla azalırken, araştırma, yaratıcılık, sanat, bilim gibi alanlarda faaliyet gösterenlerin oranları yükselmektedir. ***Sanayi Devrimi’nden sonra hizmetler sektöründe çalışanların sayısı artmış ve çalışma hayatımızın yapısı değişmiştir. Bu değişimleri şunlardır=> 1. Hizmet sektöründe çalışanların sayısı çok hızlı bir şekilde artmaktadır. 2. Hizmet sektöründe çalışanlar kentlidirler. Kırlar onlar için sadece birer dinlenme yeri veya şehre yakın bulunan, yerleştikleri alanlardır. İş,eğlence yerleri, ticari kolaylıklar ve kültürel olanakların bulunduğu yerler kentlerdir. Hizmet sektörünün büyümesi ve kentleşme birbirine bağlı olarak değişmektedir. 3. Hizmet sektöründe çalışanlar bir ürün veya hizmeti fazla oranda ve en iyisini üretirler. Bolluk toplumunun savunucular, modern kentlilerin bütçelerini iyi kullandıklarını savunmaktadır. 4. Hizmet sektöründe çalışanlar beden işçisi değillerdir. Formasyonları nedeniyle işlerinin konusu, insani ihtiyaçları uygun hâle getirmek için maddeyi değiştirmezler. İşleri, bazı istisnalar hariç, saf manevi alanda da değildir. Fakat onlar için üretmek de söz konusu değildir. Rolleri satmak, organize etmek, taşımak, yönetmek, hizmet etmek ve eğlendirmektir. **Tüm bu gelişmelere parelel olarak bir başka ekonomik devrim ise, bilgi toplumunun ortaya çıkmasıdır. 1445 sonrasında Gutenberg’in matbaa makinesinin, 1642’de Fransız matematikçi Pascal’ın ilkel dijital bilgisayarı yapmasının uzantısı olarak, 17. yüzyılda C. Babbage’in ve W. Schickard’ın hesap makinesini yaratması, 19. yüzyılın ikinci yarısında G. Boole’nin matematiksel düşünce sistemlerine katkıları, daha sonraları transistörlerin ve karmaşık bilgisayarların ve nihayet 1972’de chip ve mikroelektroniğin ortaya konulması bilgi teknolojisi dönemlerinin en belirleyici olanlarıdır. KAPİTALİZM VE SOSYAL REFAH DEVLETİ Ekonomik açıdan, 1929 Ekomik Krizi, liberal kapitalist anlayışın başarısızlığının en önemli kanıtıdır. Ekonomik ve sosyal sorunların varlığı, bunların çözümlenmesinde devlet müdahalesini zorunlu kılarken, I.ve II. Dünya Savaşları da devletin ekonomik ve sosyal konulardaki etkinliğinin artırılmasına yönelik düşünceleri güçlendirmiştir. Keynezyen ekonomik politikalarla desteklenen bu düşünce, devletin ekonomik yapıya müdahalesini zorunlu kılmış, devlete müdahaleci bir rol vermiştir. Bu ekonomik yaklaşım, kapitalist sistemin kurumlarını korurken, hem ekonomik hem de sosyal hedefleri olan sosyal nitelikli bir devlet anlayışının ortaya çıkmasına neden olmuştur. ****Devlet müdahalesi liberal kapitalizmin yetersiz ve kötü sonuçlarını dört aşamada ortadan kaldırmıştır: >Anayasa ve kanunlarla üretim ve bölüşüm ilişkilerinde özellikle emeğin çalışma koşullarına asgari ve azami sınırlar getirilerek, örgütlenme özgürlüğü sağlanarak, sosyal sorunlara çözümler üretilmiştir. Buna göreartık dileyen dilediği ile dilediği içerikte bir sözleşme yapamayacak,kanunların emredici hükümlerine uymak zorunda kalacaktır. Bu anlayış,çalışma hayatında daha insanca bir düzenin oluşturulabilmesini sağlamış,böylece kadınlar, çocuklar, çalışma hayatının acımasız çarkları arasında ezilmekten kurtulmuşlardır. >Devlet kurumlar oluşturarak işçi sınıfını zora sokan piyasa mekanizmasının yol açtığı sorunlara müdahale etmiştir. Piyasaları düzenleyen ve aksaklıkları gideren, böylece devletin düzenleyici rolünü gerçekleştiren çok sayıda kurum oluşturulmuştur. >Devlet kamu girişimciliği yolu ile özel sektörün çoğunlukla ekonomik nedenlerden dolayı yatırım yapmadığı alanlarda yatırımlar yaparak,işveren sıfatı ile piyasaya müdahalede bulunmuştur. >Kanunlarla çalışanlara sosyal haklar getirilmiş, iktidarların çalışma hayatına keyfi müdahaleleri önlenmiştir. **1970’li yıllarda yaşanan ekonomik kriz ile birlikte Altın Çağ sona ermiştir.1980’li yılların başından günümüze kadar ekonomiye yön veren neo-liberal politikalar, devletin ekonomiye müdahalesininin azaltılmasını, özel sektör ve serbest piyasa ekonomisini, sosyal harcamaların kısıtlanmasını savunan bir düşünce olarak sosyal politika alanını ve uygulamalarını olumsuz etkilemiştir. (ÜNİTE-3) Yeni Türk Devleti'nin kurulmasıyla birlikte,ülkenin sanayileşerek kalkınabileceği görüşü benimsenmiş, ulusal sanayinin kurulmasına ve korunarak geliştirilmesine yönelik çabalar başlamıştır.Bu yönde izlenilecek bir politikanın belirlenebilmesi amacıyla 1923'te İzmir'de İzmir İktisat Kongresi düzenlenmiştir.Kongre'de ülkenin her yöresine yayılmış olan yabancı sermayeye son verilmesi ve bunun yerine kurulacak ulusal sanayinin geliştirilmesi için izlenilecek politikalar sorgulanmıştır.Bu çerçevede,1927'de Teşvik-i Sanayi Kanunu hazırlanarak yürürlüğe konulmuştur. CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEMDEKİ SOSYAL POLİTİKALAR **İmp. 19.yüzyılın ortalarından başlayarak,Batı Avrupa ülkelerinden yaklaşık 100 yıl sonra sanayileşmeye başlamıştır. **Osm.imp.'da sanayileşme hareketleri yabancı sermaye ile işletmeler tarafından başlatılmıştır. **Ülkemizde,önce Ereğli maden ocaklarında çalışan işçilerin korunmasını öngören politikalara pozitif hukuk kuralları ile işlerlik kazandırırken,Batı Avrupa ülkelerinde daha çok çalıştırılma yaşı ile çocuk ve kadın iş gücü kullanımının sınırlandırılması ve çalışma süreleri gibi alanlar öne çıkmaktadır. **Ülkemizde politikalar daha çok üst yönetimlerin iradeleriyle yönlenip, biçimlenmiştir **Batı Avr.ülkeleriyle Sanayi Devrimini yaşamadan sanayileşmeye başlayan ülkemiz arasında bazı benzerlikler de vardır.=>Örn;sosyal nitelikli politikalara önce işçi statüsü altında çalışanlar konu olmuşlardır. Özetle=>Cumhuriyet öncesi dönemde,ülkedeki siyasi,ekonomik ve sosyokültürel koşullar sosyal politikaların oluşup,gelişmesine imkân tanımamıştır. 1.Tanzimat'a Dek Süregelen Dönem **Sosyal koruma gereksinimi;İmp.un küçük yerleşim merkezlerinde yaşayan kalabalık ailelere ve tarıma dayalı kapalı ekonomik yapısı içinde büyük ölçüde aile üyeleri,akrabalar,komşular arasında karşılanabilmiştir.Zekât,fitre,adak,kurban,kefaret, sadaka,bağış vb. yardımların da bu alandaki gereksinimlerin karşılanmasında önemli bir payı olmuştur. **Hükümdarların,hanedan üyelerinin,yöneticilerin,varlıklı ailelerin girişim ve bağışlarıyla kurulan vakıfların ve özellikle de salt sosyal yardım amacı olan avarız vakıflarının,korunma zorunluluğu içinde olan yoksullar,dullar,sakatlar,yetimler,öksüzler,hastalar ve kimsesiz yaşlılar yönünden önemli bir boşluğu doldurduğu bilinmektedir. **Bu dönemde,ekonomik ve mesleki yaşam üzerinde,Osm.İmp.'da esnaf örgütlerinin büyük rol oynadığı görülür.Esnaf örgütleri önceleri daha çok İslamiyet kurallarına dayalı biçimde yapılanarak esnaf zaviyeleri,fütüvvet olarak adlandırılmıştır.Faaliyet alanlarına ekonomik yapı ve işleyişe ilişkin konuların girmesi esnaf zaviyelerini,dinsel niteliği olan tarikatlardan ayırmaktaydı (Ahilik kurumu) 2.Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemi **Batı Avr.ülkelerinden yaklaşık 100 yıl daha geç ve daha güç koşullar altında kurulmaya çalışılan sanayi;yurt dışından ithal edilen mallarının ucuzluğu,çeşitliliği ve çokluğu nedeniyle rekabet edilememesi,sanayileşmiş ülkelere tanınan kapütülasyon ayrıcalıkları,yerli sanayinin korunup,desteklenmesine yönelik önlemlerin alınamayışı ve Batı Avr.ülkelerinin Osm.İmp.üzerindeki ekonomik denetimi yüzünden hızlı ve yaygın bir gelişme gösterememiştir Dilâver Paşa Nizamnamesi (1865) >>Tanzimat ve Meşrutiyet Döneminde iş ilişkileri ve iş yaşamını düzenleyen geleneklerin göreneklerin yerini,pozitif hukuk kuralları almış,art arda yürürlüğe konulan bir kaç nizamname ile ilk yazılı hukuk kurallarına işlerlik kazandırılmıştır bu alandaki ilk örn,Dilâver Paşa Nizamnamesidir >>Maden işletmelerinde işçi statüsüyle çalışanların iş ilişkileri ve yaşamlarının korunmaları hedefleniyordu >>İşçilere yatacak yer sağlanılması,çalışma saatlerinin günde 10 saat olarak belirlenmesi,işçi alacaklarına öncelik tanınması,işten çıkarılacaklara önceden haber verilmesi,iş kazası ve hastalıklara karşı bazı önlemler alınması nizamnamedeki hükümlerdendir. **Meaddin (maden) Nizamnamesi (1869) >>Maden işletmelerinde;zorunlu çalışmayı kaldıran,işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini genişleten ve iş kazası sonucu ölen işçilere parasal bir ödemede bulunulmasını öngören nizamname **Kızılay ve Darülaceze gibi toplumda özel olarak korunması gereken kesimlere yönelik sosyal yardım amaçlı ilk dernekler de yine bu dönemde kurulmuştur. **Osmanlı İmparatorluğu’na kuruluşundan itibaren teokratik ve monarşik bir devlet anlayışı hâkim olmuştur.II.Meşrutiyet siyasi bakımdan yeni bir dönemin başlangıcı olmuş,ardından parlamenter sisteme geçilmiş,ancak gerçek anlamda demokratik bir yapı oluşturulamamıştır. **Mecelle (1877) >>Ülkemizin ilk medeni kanunudur. >>İşçi ile işveren arasındaki iş ilişkilerini,sözleşme serbestisi ilkesine dayalı olarak liberal bir yaklaşımla irdeleyen hükümlere yer verilmişti. >>İcarei Ademi bölümünde işçi, ecir (işçi) nefsini kiraya veren kimse' olarak tanımlanıyordu >>Kira sözleşmesi,eski Roma Hukuku'nda olduğu gibi eşya kirası ve insanın iş gücünün kirası olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuştu. >>Ücretlerin ayni olarak ödenmesini yasaklayan,günlük çalışma sürelerinin gün doğuşundan,gün batışına dek uzayabileceğini öngören hükümlere de yer verilmişti. NOT:Mecelle'nin kapsamı ve hükümleri ülkenin hızla değişerek gelişen yeni koşulları karşısında kısa sürede yetersiz kaldı. **Ülkemizde bilinen ve belgelenmiş olan ilk işçi kuruluşu,1871'de kurulan Ameleperver Cemiyeti’dir. **1895'te Tophane fabrikası işçilerince Osmanlı Amele Cemiyeti kurulmuş,daha sonra kapatılan bu cemiyetin üyeleri 1908'de Osmanlı Terakk-i Sanayi Cemiyetini kurmuşlardır. **I.Meşrutiyet'in ilanını (1876) izleyen yıllarda gözlenen bazı grevler ve gösterilerle ülkemizdeki ilk işçi eylemleri de başlamıştır. **Osm.İmp.’da toplu iş ilişkileriyle ilgili ilk hukuki düzenleme Meşrutiyet sonrası artan grevler sonucunda ortaya çıkmıştır. **20.yüzyıl başlarına gelindiğinde,II. Meşrutiyet ilanının yarattığı özgürlük ortamı içinde işçiler,yine dernekler çatısı altında örgütlenmeyi sürdürmüşler ve özellikle İmp.un yaşadığı ekonomik bunalımlar nedeniyle ödenemeyen ücretlerini alabilmek için topluca işi bırakma eylemlerine yönelmişlerdir. =>>Ta'til-i Eşgal Kanunu (1909)>20.yüzyıl ortalarına dek sürdürülecek olan giderek çoğalan ve sertleşen işçi eylemlerini yasaklamak üzere yürürlüğe konulmuştur. =>>Cemiyetler Kanunu (16.8.1909)>Kamuya yönelik hizmetleri yerine getiren kurumlar dışında çalışan işçilerin örgütlenme hakkının hukuki çerçevesinin belirlenmesi yönünden önem taşımış,örgütlenme hakkı konusunda dönemin siyasi koşullarının etkisi ile sınırlı bir liberalizm benimsemiştir. **19.yüzyıl sonlarında,özellikle kamu görevlilerinin sosyal güvenlik gereksinimlerini karşılayabilmek amacıyla bazı yardım sandıkları kurulmuş ve bu sandıkların düzenlenmesini öngören hukuki düzenlemeler hazırlanarak yürürlüğe konmuştur. **Askerî Sefain Tekaüt Sandığı,Sivil Memurlar Emekli Sandığı (1881),Seyri Sefain Tekaüt Sandığı (1890)=>Yaşlılık sigortası işlevi bulunan bu sandıkların ilk örnekleridir **Askeri Fabrikalar Nizamnamesi ve Amele Tahririne Mahsusu Nizamnamesi (1889) **Meşrutiyetin ilanından sonra,daha çok kamu görevlilerine yönelik yardım ve biriktirme sandıkları; Tersane-i miriye'ye Mensup İşçi ve Sairenin Teka-üdiyeleri Hakkında Nizamname (1909) ,Askerî ve Mülki Tekaüt Sandığı Nizamnamesi (1909),Hicaz Demiryolu Memur ve Müstahdemlerine Yardım Nizamnamesi (1910),Şirket-i Hayriye Tekaüt Sandığı Nizamnamesi (1917) **Osm.İmp.Dönemi’nde sanayileşme süreci,Batı ülkelerinde olduğu gibi çocuk ve kadın işçilerin yoğun biçimde kullanımına yol açmamıştır. NOT:Ancak yine de örn;Bursa ipek Fabrikası,İzmir,Kula,Uşak,Halı Fabrikaları,Kazlıçeşme ipek,Reji (tütün) Fabrikaları çalıştırdıkları çok sayıda kadın işçi ile dikkat çeker. NOT:Balkan,1.Dünya ve Ulusal Kurtuluş Savaşı nedeni ile savaşa katılan erkeklerin boşalttığı iş alanlarının doldurulmasına gereksinim duyulması ve ekonomik sıkıntılar,kadınların çalışma alanının genişlemesine yol açmıştır. Özetle=>Osm.İmp.'da 19.yüzyıl sonlarına doğru sanayileşmenin,artık sendikaların kurulabileceği ekonomik ortamı oluşturabilecek düzeye geldiği ve işçilerin dernekler (cemiyetler) çatısı altında biraraya gelerek örgütlenmeye başladıkları görülür;kamu görevlilerinin gereksinimlerini karşılamak amacıyla da sandıklar kurulmuştur. CUMHURİYET DÖNEMİNDEKİ SOSYAL POLİTİKALAR 1920-1945 Dönemi **İlk İş Kanunu olarak kabul edilen 151 sayılı Ereğli Havza-i Fahmiyesi Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik Kanun (10.9.1921)=>Büyük çoğunluğu yabancı sermayenin elinde bulunan Ereğli Kömür Madenleri'ndeki işçilerin çalışma koşullarını düzenlemeyi amaçlamıştır. **Bu dönem Türkiye sosyal politika uygulamaları bakımından sınırlı bir gelişme göstermiştir. **Bu dönemde demokrasi tam olarak yerleşmemiş,çoğulcu demokrasinin benimsenmesine karşılık tek parti sistemi geçerli olmuştur. **1923'te İzmir İktisat Kongresi’nde benimsenen görüş doğrultusunda sanayileşmede liberal politika izlenmiş,1932'den sonra devletçi politikalar uygulanmaya başlanmıştır. NOT:1929'da yaşanılan yüzyılın en büyük ekonomik bunalımı,ABD başta olmak üzere daha çok liberal ekonomi politikalarını izleyen sanayileşmiş ülkelerde etkili oldu;Türkiye'yi çok etkilemedi.=>Ekonomik bunalım,o döneme dek kurulduğu ve artık bozulmayacağı düşünülen dengeleri değiştirmiş,devletin ekonomik ve sosyal yaşam içindeki yerini güçlendiren politikalara yönelinmesine yol açmıştı. **Türkiye'de;1930'lu yıllara gelindiğinde,ulusal sanayinin özel kesimin önderliğinde yeterince gelişip, yaygınlaşamadığı ortaya çıkmıştı. **1929 Ekonomik Bunalımı sonrasında çeşitli ülkelerde izlenilmeye başlanılan karma ekonomi modeli Türkiye için bir esin kaynağı oldu.Böylece özel teşebbüsün yanında bizzat işveren olarak devlet dokuma,çimento,kağıt,cam,maden,şeker gibi sanayi alanlarına girerek ülkemizde kamusal ağırlıklı bir ekonomi politikası izlenmeye başlandı.=>İşçilerin ülke genelinde yaygın olarak çoğalmasına yol açtı. **Umumi Hıfsızsıhha Kanun=>Yetişkin işçilerin yanı sıra ilk kez kadın,genç ve çocuk işçileri çalışma yaşı,süreleri,işin nitelik ve koşulları yönünden koruyan kanun **1580 sayılı Belediyeler Kanunu’nda ilk kez kimsesizlerle sakatlara yardım ve iş yerlerinde sağlık denetimlerinin yapılması konularında yerel yönetimlere (belediyelere) yükümlülükler getiren hükümlere yer verilmekteydi.(1930) **Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun (1935) **3008 sayılı İş Kanunu >>Ülkemizde bireysel iş ilişkilerini ilk kez özel olarak düzenlemiştir. >>Uygulama alanı başlangıçta dar tutulmuştu. >>10 ve daha yukarı sayıda işçi çalıştıran iş yerlerini kapsıyordu. >>Grev ve lokavt yasaklanmıştı >>Günlük normal iş süreleri 8 saat olarak belirlenmiş,işe alma ve işten çıkarma özel düzenlemelere bağlanmıştı. >>Ücretlerin korunması ile işçi sağlığı ve güvenliği yönünden işyerleriyle ilgili bazı özel hukuki düzenlemeler de getirilmişti >>İş ve iş gücü sağlama hizmetlerine kamusal bir nitelik kazandırılmış,sosyal sigorta kollarının kademeli olarak yürürlüğe konulması öngörülmüş ve bu kanun hükümlerinin uygulanabilmesi doğrultusunda o dönemdeki adı ile İktisat Bakanlığına bağlı bir İş Dairesinin kurulması hükme bağlanmıştı. **Uluslararası Çalışma Örgütü Kadının Maden Ocaklarında ve Yer Altında Çalıştırılmamasına ilişkin 45 sayılı Sözleşmeyi onaylanarak ulusal mevzuatımıza katmıştır.(1937) NOT:3008 sayılı İş Kanunu'nda da bu yönde bir yasaklayıcı hüküm bulunmaktadır 1945-1960 Dönemi **Bu dönemde liberal politika benimsenmiş,ancak 1954 yılından itibaren ekonomik nedenlerle bu politikadan uzaklaşma eğilimi başlamıştır.(Bu durumun ortaya çıkmasında; özel sektöre dayalı sanayinin genişleyen talebi karşılayamaması ile dönemin siyasi ve sosyal koşulları önemli rol oynamıştır) **1954'ten sonra KİT'lerin sermayeleri artırılmış,yeni KİT'ler kurulmuş, kamu sektörünün nitel ve nicel olarak genişletilmesi yoluna gidilmiştir.(Devlet işveren konumunu dönem boyunca sürdürmüştür.) **Kurumsal alanda ilk olarak İşçi Sigortalar Kurumu kurulmuştur. **İş ve İşçi Bulma Kurumu ile Çalışma Bakanlığı oluşturulmuştur.(1946) **Sosyal güvenlikle ilgili çeşitli kanunlar çıkarılmış,iş mahkemeleri kurulmuş,Basın ve Deniz İş Kanunları çıkarılmıştır. **1951'de çıkarılan bir yönetmelikle asgari ücretin belirlenmesine ve uygulanmasına başlanmıştır. **BM'e girme,ILO bünyesinde tam delegasyonla temsil edilme arzusu ve çok partili hayata geçiş sonucu oluşan baskı siyasi iktidarın,işçilerden kuvvetli bir baskı gelmeden örgütlenmeye izin vermesine neden olmuştur. **Cemiyetler Kanunu (5.6.1946)=>Sınıf esasına göre cemiyet kurma yasağı kaldırılmıştır 5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkındaki Kanun (20.2.1947)=> Sendikaya üye olma ve önceden izin almaksızın sendika kurma özgürlüğü getirmiştir. NOT:Sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkını sadece 3008 sayılı İş Kanunu'nda tanımı yapılan işçi ve işverenlere tanımıştır. NOT:Sendikaların faaliyetleri ve 5018 Sayılı Yasa'nın Uygulama Şeklini Gösteren Talimat ile gelirleri sınırlandırılmıştır. NOT:Sendikaların bir taraftan idari makamlar tarafından dernekler gibi diğer taraftan Çalışma Bakanlığı'nca sıkı bir biçimde denetlenmesini öngörmüştür.=>Devletin kısıtlı bir örgütlenme hakkı tanıma arzusunda olduğunu,işçi–işveren ilişkilerini yine elinde tutmak istediğini açıkça ortaya koymuştur. **Türkiye'de 1945-1950 arasında hızla oluşup,gelişmeye başlayan sosyal nitelikli politikalar,1950'lerde duraksamakla birlikte 1960'larda yeniden ivme ve etkinlik kazanmaya başlamıştır. 1960-1980 Dönemi **1961 Anayasası'nda,Türkiye Cumhuriyeti'nin nitelikleri arasında sosyal hukuk devleti ilkesine de yer verilmişti. 46.madde:Tüm işçiler ve işverenler için sendika kurma hakkı tanınarak,özgür sendikacılığın temel ilkeleri benimsenmişti. 47.madde:İşçi sendikalarına,üyelerinin iktisadi ve sosyal durumlarını korumak ve düzeltmek amacıyla toplu iş sözleşmesi yapma ve greve gitme hakkı verilmişti. **O döneme dek süregelen grev ve lokavt yasağı da kaldırılmıştı. **(15 Temmuz 1963)->274 sayılı Sendikalar Kanunu,(15 Temmuz 1963)->275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi,Grev ve Lokavt Kanunu ile (9 Haziran 1965)->624 sayılı Devlet Personeli Sendikaları Kanunu hükümleri toplu iş ilişkilerinde yeni ve hareketli bir dönemin başlamasına yol açtı **506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile daha önce çeşitli tarihlerde kurulmuş olan sigorta kolları kapsamları da genişletilerek bir araya getirilmişti.(1964).MEY AK (Memur Yardımlaşma Kurumu), YAK (İşçi Yardımlaşma Kurumu),OYAK (Ordu Yardımlaşma Kurumu) gibi Sosyal Güvenlik Sistemi'ni finansal yönden güçlendirecek kurumların kurulması da gözardı edilmemişti. **Sosyal güvenlik şemsiyesi altında yer alamayan bağımsız statüler altında çalışanlar ise, 1497 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu’nun yürürlüğe konulması ile sigorta güvencesine kavuşturulmuş ve sosyal güvenliğin kapsamı daha da genişlemiştir.(1971) **931 sayılı İş Kanunu,ülkemizde yürürlüğe giren ikinci İş Kanunu olmuştur.(1967) **1475 sayılı İş Kanunu,25 Temmuz 1971 günü kabul edilerek,1 Eylül 1971 günlü Resmî Gazete'de yayınlanmış ve aynı gün yürürlüğe girmiştir.=>Üzerinde çeşitli zamanlarda,çeşitli kanunlarla,çeşitli değişiklikler yapılmış olmasına karşın,2003'e dek bireysel iş ilişkilerini düzenleyen temel kanun olma niteliğini korumuştur. **Anayasa'da yapılan bir değişiklikle kamu görevlilerinin sendikalarını kurma ve üye olma hakları verilen askerî muhtıranın ardından yürürlüğe konulan 624 sayılı Kanun ile geri alınmıştır.(1971) **Anayasadaki düzenlemeler doğrultusunda 1963'ten itibaren Beş Yıllık Kalkınma Planları dönemin yatırım politikaları üzerinde etkili olmuştur.Planlar,kamu sektörü için emredici,özel sektör için teşvik edici ve caydırıcı olmayı amaçlamış,tüm kalkınma planlarında sanayide hızlı büyüme öngörülmüştür. >>>>>Her iki dönemde de ekonomik,siyasi ve sosyokültürel koşullar sosyal politika uygulamalarının yetersiz kalmasına neden olmuştur. GÜNÜMÜZ SOSYAL POLİTİKA UYGULAMALARI **12 Eylül 1980 Harekâtı ile siyasi partiler kapatılmış,sendika ve konfederasyonların bir bölümünün faaliyetleri durdurulmuş,grev ve lokavt yasaklanmıştır. **1980-1983 döneminde toplu iş ilişkileri 27.12.1980 tarihinde yürürlüğe giren 2364 sayılı Süresi Sona Eren Toplu İş Sözleşmelerinin Sosyal Zorunluluk Hâllerinde Yeniden Yürürlüğe Konulması Hakkındaki Kanun ile düzenlenmiştir. **7.11.1982'de yürürlüğe giren 1982 Anayasası çalışma hayatı ile ilgili düzenlemeler bakımından 1961 Anayasası’ndan farklı özellikler göstermiştir.=>1961 Anayasası işçi-işveren arasındaki ilişkilerde işçi tarafına ağırlık vererek biçimsel eşitlik düşüncesinden uzaklaşırken,1982 Anayasası koruma ilkesi yerine düzenleme ilkesini ön plana çıkarmıştır. **Kamu görevlileriyle ilgili hukuki düzenleme 13.8.2001'de yürürlüğe giren 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikalar Kanunu ile sağlanmıştır. **1982 Anayasası’nda sosyal ve ekonomik hakların sınırı; Devlet sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini,ekonomik istikrarın korunmasını gözeterek mali kaynakların yeterliliği ölçüsünde yerine getirir şeklinde belirtilmiştir.(m.65) **Türkiye'nin onayladığı uluslararası sözleşmelere aykırı hükümler içeren 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu kabul edilmiştir.(5.5.1983) **4857 sayılı İş Kanunu özellikle esneklik konusunda önemli düzenlemeler getirmiş,İş ve İşçi Bulma Kurumu yeniden yapılandırılmış,kadın ve özürlülere yönelik bazı düzenlemeler yapılmıştır (22.5.2003) **Ekonomik yapı ve yaşamda karşılaşılan sorunların kronikleşmesi,ekonomi politikalarına sürekli bir güncellik kazandırmakta,sosyal politikalar yeterince öne çıkarak gereğince önemsenmemektedir. Ünite 4=SOSYAL POLİTİKANIN HEDEFLERİ SOSYAL ADALET HEDEFİ:Sosyal adalet çalışma koşullarının iyileştirilmesi doğrultusunda 1919da ILO, çalışanların sendikal haklarının genişlemesinde, çalışma şartlarının düzenlemesinde,çalışanların sosyal güvenliklerinin geliştirilmesinde önemli katkılarda bulunmuştur. Bunun yanı sıra 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa Konseyi tarafından 1950 yılında onaylanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve 1961 yılında kabul edilen Avrupa Sosyal Şartı çalışma hayatı ile ilgili ayrıntılı düzenlemeleri beraberinde getirmiştir . **sosyal adaletin üç unsuru olduğu belirtilmektedir. Birincisihukuki adalet olup bireyin topluma olan borcu ile ilgilidir.İkincisi, paylaşılan adalettir ve insanların birbirlerine olan borçlarıyla ilgilidir. Üçüncüsü ise dağıtıcı adalet olup toplumun bireye olan borcuyla ilgilidir. Dağıtıcı adalet diğer iki adalet unsurunu da kapsayan niteliği ile toplumsal kaynakların adil dağılımının sağlanması ve bunun sorgulanması sorunsalı üzerine odaklanmıştır ve büyük ölçüde sosyal hizmetin temel amacı olarak işlev görmektedir. **Sosyal adalet, siyasal amaçlar çerçevesinde, özellikle farklılığın kabul edildiği bir yapıda izlenen ve eşitlikçi bir anlayış temeli üzerine inşa edilen sosyal, ekonomik ve çevresel sosyal politikalar bütünüdür. **sosyal adaletin 3 unsuru Olduğu belirtilmektedir. Birincisihukuki adalet olup bireyin topluma olan borcu ile ilgilidir. İkincisi, paylaşılan adalettir ve insanlarınbirbirlerine olan borçlarıyla ilgilidir. Üçüncüsüise dağıtıcı adalet olup toplumun bireye olan borcuyla ilgilidir. **Sosyal haklar bir ülke halkının her alandaki yaşam düzeyini yükseltmek ve geliştirmek için devlet tarafından alınması gerekli maddi ve maddi olmayan nitelikteki önlemler bütünüdür. **Sosyal haklar, ekonomik açıdan zayıf ve güçsüz olanların korunmasını amaçlar. Bu tür haklara anayasa ve yasalarında yer veren, bunlarıyerine getirmek için çaba sarf eden devlet, sosyal devlettir..Bu anlamda sosyal devlet,bireylere sadece klasik özgürlükleri sağlamakla yetinmeyip, aynı zamanda onların insan gibi yaşamaları için zorunlu olan ihtiyaçların karşılanmasını da gerçekleştiren devlettir.Dolayısıyla, sosyal devlet vatandaşlarını koruyabilmek için ç ok sayıda görev üstlenir ve müdahalede bulunur . **Çağımızın demokrasi yaklaşımı, sadece kamusal hak ve özgürlükleri içermekle kalmayıp, ekonomik ve sosyal hakları da benimsemiş, çoğulcu ve katılımcı bir nitelik kazanmıştır. Bu çerçevede sosyal devletin dört temel niteliği bulunmaktadır. Bunlar; saptama , değer yargısı , amaç ve tutum şeklindedir. Saptama, eşitsizliklerle ilgilidir. Değer yargısı, adaletsizlik ve doğrudan bireyden kaynaklanmayan eşitsizliklerle ilişkilidir. Amaç,olabildiğince eşitsizlikleri azaltmak, tutum ise devletin müdahalesi anlamındadır. BÜTÜNLEŞME HEDEFİ:Genel olarak bütünleşme, bir sosyal sistemin bireylerinin birbirleriyle olan ilişkilerini ilgilendirir. Sosyal politikanın önde gelen hedeflerinden biri de, toplumsal çözülmeleri önleyerek, bir bütünleşme süreci içinde toplum varlığını sürdürmektir. Sosyal bütünleşmenin sağlanamadığı toplumlarda, bireyler ve sosyal gruplar birbirlerine ve toplumun tümüne karşı yabancılaşırlar ve toplumsal çözülmeler başlar. Bu ise parçalanmaya yol açar. Bu durumda sosyal politika önlemleri uygulanmazsa, sosyal farklılıklar büyür, sınıf farkları, sınıf hareketleri ve savaşımları, toplum düzenini, hukuk düzenini tehdit ederek sarsar. İşte, sosyal politika, sosyal dengeyi, sosyal barışı, sosyal adaleti sağlayıcı politikalar geliştirilmesi ve uygulanması ile sosyal bütünleşme hedefini gerçekleştirmeye çalışır. **sosyal bütünleşmenin sağlanmasında, sendikalar ve kooperatifler gibi kendi kendine yardım kuruluşlarının ve sosyal güvenlik kurumlarının gelişmesi, büyük önem taşımaktadır. **Sosyal açıdan dışlanmış birey, geçimini sağlamaya yetecek bir gelir elde etme olanağından yoksun kalmakta, üretim ve iş gücü piyasasına katılımda sorunlarla karşılaşmakta ve yaşamını sürdürmek için gerekli olan kaynaklara erişememektedir. Dışlanmanın kökeni, genel olarak onlarbiz ayrımında biçimlenen ötekileşme sürecinde yer almaktadır. **Son yıllarda ekonomik krizlerin etkisiyle, ülkemizde de sosyal dışlanma sorunu belirginleşmiştir. Bu kavram,yaşamını devam ettirmek için bir ekonomik ve sosyal güvenceye sahip olmayan bireylerin durumunu belirtmek üzere kullanılmaktadır. Herhangi bir nedenle sosyal güvenliğin dışında kalan işsizler, yaşlılar, çocuklar ve gençler bu kapsamda yer almaktadırlar. **Ekonomik kriz büyüdükçe söz konusu bireylerin sayısında da önemli artışlar meydana gelmektedir. Bu soruna çözüm arayışları, Batı toplumlarını fazlasıyla meşgul etmektedir. **AB'ye üye ülkelerde, Asgari Gelir Güvencesi , Toplumla Yeniden Bütünleştirme Ücreti gibi adlar altında yeni sosyal koruma mekanizmaları oluşturulmuştur. Bu mekanizmalarla, doğrudan devlet bütçesiyle finanse edilen fonlardan, yaşamını devam ettirmek için hiç bir geliri olmayanlara veya var olan geliri yoksulluk sınırının altında bulunanlara her ay belirli bir para yardımı yapılmaktadır. BARIŞ HEDEFİ Sosyal Barış Hedefine Katkısı:Sağlık, eğitim ve konut başta olmak üzere birçok sosyal hizmetin sosyal adalet ve sosyal denge ilkesi çerçevesinde sosyal gruplar arasında dağılımının sosyal barışı olumlu yönde etkileyeceği, sosyal çatışmaları en aza indirgeyebileceği ve sosyal bütünleşmeyi artırabileceği açıktır. Sosyal barış; hoşgörü, uzlaşma, demokratik ilke ve yöntemlere bağlı kalarak çelişki ve çatışmalara belirli çözümler bulunmasına dayanır. **sosyal barış hedefinin amacı, toplumun değişik kesimlerinde doğabilecek uyuşmazlıkları ve menfaat çatışmalarını barışçı yöntemlerle çözümlemeye yardımcı olmak ve böylelikle sosyal gerilimleri azaltmak ve bunun yerine sosyal huzuru sağlamaktır. Çalışma yaşamında sınıflar arasındaki eşitsizliklerin ve dolayısıyla çatışmaların şiddetlendiği kapitalist ekonomilerde, çatışmanın barışçı yollarla çözümlenmesi, iş barışının ve sosyal barışın sağlanması sosyal politikanın temel bir amacıdır ve sosyal denge hedefine katkı sağlar niteliktedir.. **19. yüzyılın başında ABD'de yaygınlaşan toplum merkezleri sosyal politikaların oluşumuna ışık tutan ilk sosyal kurumlardandır. Bu merkezler, çalışan çocukların korunması ve ulusal sağlık programlarına ilişkin yasaların hazırlanmasında önemli rol oynamıştır. Örnekleri verilen bütün bu kurumlarda sürdürülen iyileştirme faaliyetleri bireyleri sosyalleştirmeye ve sosyal politikanın sosyal barış hedefini gerçekleştirmeye yöneliktir. **Sosyal hizmet kurumları ve sosyal hizmet uzmanları toplumda birey ve grupların sosyal normlara uyma derecelerini artırma yolları ararlar ve sosyal kontrolü sağlayarak sosyal barışa katkıda bulunurlar. Bu niteliği gereği sosyal hizmet kurumları ve dolayısıyla uzmanları, bir ölçüde normatif ve karar verici bir konuma sahiptirler. Örneğin İngiltere'de sosyal hizmet uzmanları korunmaya muhtaç çocuk, yaşlı ve engelli bireylerin korunması ile ilgili görevleri ve yetkileri aracılığıyla yasal bir kurum gibi çalışmaktadırlar. GELİŞME HEDEFİ Sosyal gelişme hedefi, kalkınmanın dengeli olmasını, ekonomik gelişme sağlanırken bu gelişmenin sosyal sorunları da çözecek bir şekilde yönlendirilmesini ifade etmektedir. Bunun anlamı ekonomik refahı, sosyal refaha dönüştürecek, ekonomideki üretim artışını sosyal refah artışına çevirecek politikaların uygulamaya konulmasıdır. Sosyal Gelişme Hedefine Katkısı:Sosyal politikanın sosyal gelişme hedefi, toplumun bir bütün olarak faydalandığı sosyal hizmet düzeyini yükselterek bunların yaygınlaşmasını sağlamak anlamındadır. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), yoksulluğu insani gelişme için zorunlu olan fırsatlardan (yaşam boyu sağlık, yaratıcı bir yaşam, ortalama bir yaşam standardı, özgürlük, kendine güven, saygınlık) yoksun olma biçimindetanımlayarak, kavramın sadece parasal bir içerikle sınırlandırılmasını engellemiştir). Sosyolojik açıdan da ele alındığında, yoksulluğun temelinde yer alan yoksunluklar gıdadan, yaşanan konutun niteliklerine, gelir ve servet farklılıklarına, kamusal hizmetlerden yeterince faydalanamama gibi geniş bir yelpazede yer alan hususları kapsadığı gibi, bu yoksunlukların neden olduğu sosyal ilişkilerdeki dışlanmayı, marjinalleştirme süreçlerine kadar olan durum ve koşulları da içermektedir. Dolayısıyla, yoksulluk parasal bir gelire sahip olmamanın dışında, bireylerin insanca yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli asgari sosyal olanaklara sahip olup olmamaları bakımından da ele alınabilmektedir. **Yoksullukla mücadelede belli başlı sosyal politika alanları arasında istihdam politikalarının dışında sosyal güvenlik politikaları, asgari ücret düzenlemeleri,çocukların, gençlerin, kadınların, yaşlıların, engellilerin ve ailelerin korunması,ayrımcılığın engellenmesi yer almaktadır. **Sosyal hizmetin kişi, grup ve toplulukların yapı ve çevre koşullarından doğan veya kendi denetimleri dışında oluşan yoksulluk ve eşitsizlikleri gidermek amacıyla düzenlenen hizmet programlarını kapsayan bir alan olduğu ve herhangi bir nedenle sosyal ve ekonomik muhtaçlıkla karşılaşan bireylere ve gruplara psikososyal açıdan destek olmayı hedeflediği dikkate alındığında, küresel bir sorun durumuna gelmiş yoksullukla küresel düzeyde mücadelede ve izlenecek politikalarda önemli bir yere sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim, sosyal hizmetin faaliyet alanlarından biri de yoksulluktan kaynaklanan sorunları çözümlemektir. SOSYAL DENGE HEDEFİ Sosyal denge, toplumu oluşturan sınıflar, sosyal gruplar, coğrafik bölgeler ve sosyal hizmetlerden yararlanan kesimler arasında kurulması gereken geniş yelpazeli bir dengeyi ifade etmektedir. Sosyal denge; toplum kesimleri arasındaki güç, toplumsal refah ve hizmet dengesinin kurulmasını içermektedir. Toplumdaki ekonomik ve sosyal dengesizliklerin azaltılmasına yönelmektedir. Sosyal Denge Hedefine Katkısı: Sosyal politika, sosyal denge hedefi bağlamında kaynakların nereye ne ölçüde yönlendirileceğine karar verilmesini sağlar. Sosyal hizmet uzmanları giderek bu süreçte daha fazla yer almaya başlamışlardır 16-17 Şubat 1998 tarihinde BM, OECD ve Dünya Bankası'nın ortaklaşa düzenlediği konferansta 21. yüzyıl için sosyal kalkınma hedefleri belirlenmiş ve bu hedefler doğrultusunda herkesin sosyal hizmetlere erişiminin sosyal denge çerçevesinde gerçekleştirilmesi esası üzerinde durulmuştur. ÜNİTE=5 **Kavram olarak sosyal güvenlik ilk defa,sosyal güvenlik sistemlerini 19.yüzyılın son çeyreğinde oluşturmaya başlayan gelişmiş Avrupa ülkeleri yerine bu sistemi daha sonraları kuran ABD’de (1935 tarihli Sosyal Güvenlik Kanunu ile) kullanılması ilginç bir gelişmedir. **Sosyal güvenlik;bir dizi kamu önlemiyle hastalık,doğum,iş kazası,işsizlik,iş göremezlik, yaşlılık,ölüm gibi nedenlerle ortaya çıkabilecek ekonomik ve sosyal rahatsızlıklara karşı, toplumun kendini korumasıdır. **Sosyal güvenlik politikalarının temelini ekonomik,sosyal ve fizyolojik risklerin bireyler üzerindeki etkilerini giderme çabaları oluşturmaktadır. **Sağlıkla ilgili olup sosyal güvenlik programı çerçevesine giren asgari yararlanımlar:Genel pratisyenlik bakımı (bazı ülkelerde ev ziyaretlerini de kapsar),yataklı ve ayakta bakım veren uzman bakımı,temel ilaçlar,doğumla ilgili hizmetler ve gerektiğinde hastane hizmetleri. Sosyal güvenlik sistemlerinin sağlamış olduğu sosyal güvenlik garantisinin iki boyutu bulunmaktadır: Soyut boyutunu=>Tehlikeye maruz kalındığı zaman bu durumdan kurtarılma garantisi sağlanması ve bu garantiye sahip olmanın sağladığı “yarından emin olma duygusu” Somut boyutunu=>Tehlikenin zararı ile karşılaşan kişi ve ailesine gelir transferi yapılması veya ilave harcamalarının karşılanması Örn;Sosyal güvenlik kapsamında olan sağlıklı bir kişi ve ailesi için hastalık sigortasınca sağlanan soyut garanti;hastalandıkları zaman tedavi masraflarının karşılanacağının teminat altına alınması somut garanti ise tedavi ile ilgili masrafların karşılanmasıdır **Dar anlamda sosyal güvenlik;çalışanların çeşitli sosyal risklerle karşılaşmaları halinde ortaya çıkan gelir kesilmesini telafi etmeye yönelik tedbirler. **Geniş anlamda sosyal güvenlik;nedeni ne olursa olsun insanların gelirlerinin kesilmesinin yanı sıra bir gelire sahip olsalar bile bu gelirin yetersizliğine bağlı olarak ortaya çıkan yoksullukla mücadele **Sosyal güvenlik sistemlerinin amaçlarının bir bütün olarak yoksullukla mücadeleyi kapsayacak şekilde genişletilmesi özellikle 1990’lı yıllardan sonra daha geniş kapsamlı bir anlama sahip olan sosyal koruma kavramının kullanılmasına yol açmıştır. Sosyal Güvenlik Tehlikeleri ve Kapsamı ILO,1952 tarih ve 152 sayılı “Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Sözleşmesi”nde,sosyal güvenlik tehlikelerini 9 başlık altında toplamıştır.Bu tehlikeler,yol açtıkları zararlar ve sosyal güvenlik sistemlerinin sağlamış olduğu koruma garantisi: 1.Hastalık (tedavi edici sağlık hizmetleri temini) 2.Hastalık (gelir garantisi temini) 3.Analık (tedavi ve gelir garantisi) 4.İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları (tedavi ve gelir garantisi (sürekli gelir bağlanması/günlük ödenek verilmesi)) 5.Malullük (gelir kesilmesini karşılamaya yönelik aylık bağlanması ve kişilerin kendi ihtiyaçlarını karşılaması veya yeniden iş hayatına dönmesini sağlayacak iyileştirme ve rehabilitasyon hizmetleri) 6.Yaşlılık (yaşlılık (emeklilik) aylığı) 7.Ölüm (ölen kişinin sağlığında geçindirmekle yükümlü olduğu eş,çocuk ve anne babasının geçim garantisini sağlamaya yönelik gelir) 8.İşsizlik (işsizlik ödeneği) 9.Aile Gelirinin Yetersizliği (çocuklar için belirli yaşa kadar çocuk parası gelir ödemesi) Sosyal Güvenliğin Araçları Bir ülkede sosyal güvenliğin sağlanmasına yönelik yöntemler; >>Sosyal Sigortalar:Fizyolojik,ekonomik ve sosyal riskleri karşılamak için geliştirilen önlemler toplamıdır.Amacı;ulusal gelirin bir bölümünün yeniden dağılımını sağlamaktır. Finansmana katkı ve katılım zorunluluğunun bulunduğu,primlere dayalı programlardır. >>Sosyal Hizmetler:İnsanların kendi bünye ve çevre şartlarından doğan veya kontrolleri dışında oluşan maddi ve manevi sosyal yoksunluklarının giderilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanmasında,insanların kendilerine daha yeterli hâle gelmelerinde ve başkalarına bağımlı olma hallerinin önlenmesinde,aile ilişkilerinin güçlenmesinde, birey,aile,grup ve toplumların sosyal işlevlerini başarıyla yerine getirmelerine yardımcı olmak;insanların yaşam standartlarının iyileştirilmesi ve yükseltilmesini sağlamak amacıyla gerçekleştirilen koruyucu-önleyici,iyileştiricirehabilite edici, değiştirici-geliştirici nitelikteki sistemli ve düzenli faaliyet ve programlar bütünüdür. **Kamu sosyal güvenlik harcamaları kapsamında hizmete çevrilerek sunulan sosyal güvenlik garantisinin en çok bilinen ve yaygın uygulamalarından birini Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından kimsesiz çocuklar,özürlüler ve yaşlılara yönelik hizmetler oluşturmaktadır. **1921'de Himaye-i Etfal Cemiyeti olarak kurulan ve 1935'te Çocuk Esirgeme Kurumu adını alan Kurum aracılığıyla kimsesiz muhtaç çocuklarla,özürlülere,kadınlara,yaşlılara sosyal koruma garantisi sağlanmıştır >>Sosyal Yardımlar (Primsiz sosyal güvenlik rejimi):Çeşitli nedenlerle,temel ihtiyaçlarını asgari düzeyde dahi karşılayamayacak derecede gelir kaybına uğramış veya tamamen gelirsiz duruma düşmüş veya başından beri gelirsiz durumda olan muhtaç bireylerin yaşamsal ihtiyaçlarını,en kötü ihtimalle asgari düzeyde karşılamaları ve insanca yaşayabilmelerini;tekrar üretken ve gelir elde eden bir konuma gelinceye kadar sağlayan bir uygulama ve hizmetler bütünüdür.Genellikle vergiler ile finanse edilmektedir. DÜNYA’DA SOSYAL GÜVENLİĞİN YAPISI VE ÖRGÜTLENMESİ **Sanayi Devrimi ile modern anlamda sosyal güvenlik sistemleri ortaya çıkmıştır. **Sanayileşmeden önce sosyal güvenlik ilkel,bir tür doğal sosyal güvenlik anlayışında, kurumsallaşmamış,kamusal girişimden yoksun,dinsel boyutları ağır basan,oldukça dağınık, dar kapsamlı ve sınırlı,güçsüz,bu nedenlerle de etkisizdi. Bilinen en eski sosyal güvenlik sistemi örneğini Eski Mısır’da Yusuf Peygamber’in organize ettiği rivayet edilmektedir=>Yusuf Peygamber’in yedi bolluk yılında çok geniş stoklar yaptığı ve izleyen yedi kıtlık yılında bunların dağıtımını yaptığı;böylece tasarrufla harcama arasında etkili bir denge kurarak, yaşam standartlarında olası derin değişmeleri önlediği belirtilmektedir. **Daha sonraları Eski Roma,Yunan ve Mısır’da İ.Ö.2000 yıllarında yoksul ve muhtaçlara yardım eden kurumların varlığından söz edilmektedir. **Ortaçağ’da kilisenin oluşturduğu hayırsever kurumlar (hasta evleri,aşevleri,manastırlar vb.) yoksullara yardım elini uzatan başlıca kurumlar olmuştur. **16.yüzyıldan itibaren de,kilisenin denetimindeki yardım kurumları yanında devletin oluşturdukları da ortaya çıkmaya başlamıştır. **17.yüzyılda kilisenin özel yardım (sadaka) kurumları,sosyal koruma aracı olarak etkin bir rol oynamıştır. **18.yüzyılda felsefi düşüncelerde,o güne kadar uygulanmakta olan yardım düzenekleri konusunda önemli değişiklikler olmuştur.Montesquieu:“Sokakta dağıttığımız sadaka ile devlet yükümlülüğü yerine getirilmiş olmaz;devlet tüm vatandaşlara belli bir güvence sağlamak;yiyecek,elbise vermek ve sağlığına aykırı olmayacak bir yaşam düzeyi hazırlamakla yükümlüdür.” **1789 Fransız Devrimi,devlet ile birey arasındaki ilişkiye yeni bir bakış açısı kazandırmış, tüm dikkatler yoksulluk kavramı üzerinde toplanmış,tam istihdam,tıbbi yardım vb. konularda yeni düşünceler ortaya atılmıştır. **Kamu yardımlarından yararlanmanın bir hak olduğu 1793 tarihli İnsan Hakları Bildirisiyle de onaylanmıştır (Düşüncelerin yaşama geçirilmesi mümkün olmamış ve 19. yüzyılın başlarına kadar somut bir ilerleme sağlanamamıştır.) **Sanayi Devrimi ile toplum kısa sürede iki sınıfa bölünmüştür:çok zenginleşen kapitalistler ile tek geliri emek gücü olan yoksul işçiler.İşçilerin içinde bulundukları kötü koşullar,uzun çalışma süreleri,çok sayıda iş kazası,yetersiz ücret,yoksulluk,hastalıklar,iş ve gelecek güvencesi bulunmamasının verdiği huzursuzluklar onları sık sık başkaldırıya yöneltmiştir. Batı Avrupa’da sosyal güvenlik sistemlerinin gelişimi: 1.Klasik Dönem=>Almanya’da Bismarck’ın etkisiyle sosyal sigortaların ilk kez kabul edilmesiyle başlayan dönem 2.Birinci Dünya Savaşı’n sonraki dönemdir. **19.yüzyılın sonunda Almanya’da Bismarck,bir yandan emek gücünün yeniden üretimine olanak tanıyan,öte yandan da işçileri sistem ile bütünleştirmeyi kolaylaştıran sosyal sigorta modeli oluşturarak modern anlamda ilk adımı atmıştır **Sosyal güvenlik kurumlarının kapitalist toplumdaki ilk çıkışı,zamanla basit yardımlaşmayı aşıp,bir sendikal örgütlenmenin ilk formlarına dönüşmeye başlamış,sınıf bilincini, dayanışmasını örmüş ikinci aşama için önemli birikim oluşturmuştur. **Bismarck’ın sosyal sigortalara dayalı sosyal güvenlik yaklaşımı İngiltere’de kapitalist sistem adına bir ileri adım atarak Beveridge sistemine ulaştı.Yoksulluğun,işsizliğin,isyanın kol gezdiği İngiltere bu kez işçi sınıfına ve topluma daha kapsamlı bir iş birliği teklif ediyordu. **İşçi sınıfının kapitalist hayat tarzına karşı ilkin korunmak için oluşturmaya başladığı yardım sandıkları şeklindeki sosyal güvenlik kurumları;zamanla işçi sınıfının bilinç edindiği,sendikal örgütlenmeye dönüştüğü kurumlar olmaya başlayınca kapitalistler tarafında kontrol altına alınmak için iki köklü müdahale ile karşılaştılar:1880’lerdeki Bismarck modeli ve 1940’lardaki Beveridge modeli. TÜRKİYE’DE SOSYAL GÜVENLİĞİN YAPISI VE ÖRGÜTLENMESİ **Türkiye’de bugünkü anlamda sosyal güvenlik sistemleri özellikle 2.Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkmış ve Batı Avrupa’daki gelişmeleri izlemiştir. **Sosyal güvenlik kuruluşlarının ortaya çıkmasında,ülkenin ekonomik,siyasal ve toplumsal koşulları belirleyici olmuştur. **2.Dünya Savaşı sonrası ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum,çok partili siyasal yaşama geçiş,sanayileşmenin artması,köyden kente göçler,sosyal politikalara ağırlık verilmesine yol açmış ve bu alandaki gelişmelere ön ayak olmuştur. **Özellikle 1960’lı,70’li yıllar sosyal güvenlik uygulamaları açısından iyi bir başlangıç (bugünkü sistemimizin kökenini oluşturmuştur) **Osmanlı İmparatorluğu’ndaki sosyal güvenlik uygulamaları:Aile içi yardımlaşmalar,Dinî yardımlar,Meslek kuruluşlarının yardımlarıdır. **İmparatorluğun son dönemlerinde Darülaceze,Darüleytam ve Kızılay gibi kurumlar sosyal yardım açısından önem kazanmıştır **Tezgâh ve el sanatlarına dayalı tarım dışı alanlarda hastalık,kaza ve ölüm gibi risklere karşı güvence,Avrupa’da olduğu gibi,mevcut zorunlu esnaf birlikleri (loncalar) içerisinde oluşturulan ve “orta sandığı” ya da “teavün sandığı” denilen dayanışma sandıkları tarafından sağlanmaya çalışılmıştır. **1936'da ilk kez sosyal sigortaların kuruluşu ve sosyal sigortalara ilişkin temel ilkeler öngörülmüş ancak,Cumhuriyet’in ilanından 1945'e gelinceye kadar bir sosyal güvenlik sistemi oluşturulamamıştır. **1 Nisan 1866'da kurulan ilk işçi örgütü “Amelperver Cemiyeti” zanaat öğretme,araç gereç sağlama ve iş bulma gibi amaçları ile yetersiz de olsa bir sosyal güvenlik uygulaması kabul edilebilir. **1866'da kurulan “Askeri Tekaüt Sandığı” ilk resmî sosyal güvenlik kurumudur. **1881'de sivil memurlar için kurulan bir emekli sandığı **1890'da Seyrisefain Tekaüt Sandığı **1909'da askerî ve mülki sandıklarla Tersane-i Amirenin işçi ve memurları için emeklilik ve malüllük sandığı **1910'da Hicaz Demiryolu Memur ve Müstahdemlerine hastalık,kaza hâlleri için yardım sandığı **1917'de Şirket-i Hayriye Tekaüt Sandığı **Cumhuriyetin ilk yıllarında sosyal güvenliğe yönelik doğrudan düzenlemeler yapılmasa da çıkarılan Borçlar Kanunu (1926),Umumi Hıfzısıhha Kanunu (1930) gibi yasalarla dolaylı kimi düzenlemelere gidilmiştir. **1930 tarihli Askerî ve Mülki Tekaüt Kanunu **1933 yılında Vilayet Hususi İdareleri Tekaüt Sandığı ve İstanbul Mahalli İdaresiyle, Ankara Belediyesi Memurları Tekaüt Sandığı **1934 yılında DDY ve Limanlar İdaresinin Memur ve Müstahdemleri Tekaüt Sandığı gibi çok sayıda emeklilik ve yardımlaşma sandığı kurulmuştur **İşçiler de benzer yardımlaşma sandıkları kurmuşlardır.En önemlisi 1923 yılında Zonguldak ve Ereğli bölgelerinde maden işçilerinin kurdukları Amele Birliği ve İhtiyat ve Teavün Sandıkları olmak üzere, Samsun Tütün İşçileri Teavün Cemiyeti ile İstanbul’da elektrik fabrikası işçilerinin kurduğu Yardım ve Teavün Sandığı bu türden kuruluşlardır. **1936 tarihli 3008 sayılı İş Kanunu ile ilk kez sosyal sigortaların kuruluşu ve sosyal sigortalara ilişkin temel ilkeler öngörülmüştür ancak,Cumhuriyet’in ilanından 1945 yılına gelinceye kadar bir sosyal güvenlik sistemi oluşturulamamıştır. ****Sosyal sigortalarla ilgili ilk yasa 27 Haziran 1945 tarih ve 4772 sayılı İş Kazaları, Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortaları Kanunu'dur. **16 Temmuz 1945 tarihinde İşçi Sigortaları Kurumu Kanunu **2 Haziran 1949 tarihinde 5417 sayılı İhtiyarlık Sigortası Kanunu **1957 yılında Maluliyet,İhtiyarlık ve Ölüm Sigortaları Kanunu **1950 yılında Hastalık ve Analık Sigortaları Kanunu **Aralık 1948 tarihli “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”,6 Nisan 1949’da Bakanlar Kurulu’nca kabul edilmiş;7 Nisan 1948 tarihli Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Anayasası,9 Haziran 1949 tarih ve 5062 sayılı yasa ile onaylanmış ve Türkiye Dünya Sağlık Örgütü üyesi olmuştur=>Bu sözleşmeler Türkiye’ye sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında yükümlülükler getirmiştir. **1949 yılında çıkarılan 5434 sayılı kanunla T.C.Emekli Sandığı kurularak genel ve katma bütçeli kuruluşlardan aylık alanlarla,daha önce özel kanunla kurulmuş kimi sandıklara bağlı olanlar Emekli Sandığı kapsamına alınmıştır=>Böylece o güne kadar dağınık hâlde bulunan ve memurlara sosyal güvence sağlayan tüm yasa ve sandıklar birleştirilmiştir. **1961 Anayasası’nda sosyal güvenlik ve sağlık kavramları birer hak olarak tanımlanmış ve bu hakların sağlanmasının devletin görevi olduğu kabul edilmiştir. **5 Ocak 1961 tarihli 224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası=>Bütün sağlık hizmetlerinin finansmanının genel bütçeden karşılanmasını ve sağlık hizmetlerinin, yasal süreci izleyen herkese ücretsiz olarak verilmesini öngörmektedir.(sosyalleştirme uygulaması,1984’te tüm yurtta birçok aksaklıklarıyla birlikte tamamlanmış görünse de yasada belirtilen çoğu hedeflere ulaşılamamıştır) **12 Eylül 1978’deki AlmaAta Konferansı’nda aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Dünya Sağlık Örgütü üyesi 134 ülke,“2000 Yılına Kadar Herkese Sağlık” sloganıyla birlikte, kendi halklarını sosyal güvenlik kapsamına almayı da kabul etmişlerdir.(Bu süreç ülkemizde daha 1961’den itibaren başlatılmış ve 1978 Alma-Ata Konferansı’nda alınan kararlar bu sürecin önemine vurgu yapmıştır.) **Primli sistem açısından önemli bir gelişme=>1964'te kabul edilip 1965'te yürürlüğe giren 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu (Bu yasayla dağınık hâldeki mevzuat bir bütün hâline getirilmiştir) **1971'de kabul edilen ve esnaf,sanatkâr ve diğer bağımsız çalışanlara yönelik olan 1479 sayılı BAĞ-KUR Kanunu **ILO'nun 1952 tarihli 102 sayılı Sosyal Güvenliğin Asgari Normlarına İlişkin Sözleşmesi 29 Temmuz 1971 tarih ve 1451 sayılı kanun ile onaylanmış,Bakanlar Kurulu’nun 1 Nisan 1974 tarih ve 7/7964 sayılı kararnamesi ile yürürlüğe girmiştir. =>Sözleşmede 9 risk sayılmıştır;hastalık,analık,sakatlık,yaşlılık,işsizlik,iş kazası,meslek hastalığı,ölüm ve aile yükleri **10 Temmuz 1976 tarih ve 2022 sayılı yasayla,en geniş kapsamlı kamu sosyal güvenlik harcaması olarak bilinen “65 yaş aylığı” uygulamasının başlatılması,iyi bir sosyal güvence örneği olmuştur. **1983'te sosyal yardım hizmetlerini tek çatı altında toplamayı amaçlayan SHÇEK”in yeniden düzenlenmesi **1983'te yürürlüğe giren 2925 sayılı “Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu” ve 2926 sayılı “Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu” tarım kesiminde çalışanlara da sosyal güvenlik sağlamayı hedeflemiştir. **1986'da oluşturulan “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu (SYDTF)” **1992'de uygulanmaya başlanan “Yeşil Kart” sistemi **Birinci 5 Yıllık Kalkınma Planı’ndan bu yana söz edilen “işsizlik sigortası”nın oluşturulması konusu 25 Ağustos 1999 tarihli 4447 sayılı yasa ile hayata geçirilmiş,işsizlik sigortasına ilişkin hükümlerin yürürlük tarihi 1 Haziran 2000 olarak belirlenmiştir. ***1996-2000 yıllarını kapsayan Yedinci 5 Yıllık Kalkınma Planı’nda tüm sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında toplanması hedefine yönelik olarak “Sosyal Güvenlik Temel Yasası’nın” çıkarılması öngörülmüştür. **Resmî Gazete’de 20.05.2006 tarihinde kabul edilen 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu’nun; =>Kanunun amacı;Sosyal Güvenlik Kurumunun kuruluş,teşkilat,görev ve yetkilerine ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. =>Kurumun görevleri: >>Ulusal kalkınma strateji ve politikaları ile yıllık uygulama programlarını dikkate alarak sosyal güvenlik politikalarını uygulamak,bu politikaların geliştirilmesine yönelik çalışmalar yapmak. >>Hizmet sunduğu gerçek ve tüzel kişileri hak ve yükümlülükleri konusunda bilgilendirmek, haklarının kullanılmasını ve yükümlülüklerinin yerine getirilmesini kolaylaştırmak. >>Sosyal güvenliğe ilişkin konularda;uluslararası gelişmeleri izlemek,Avrupa Birliği ve uluslararası kuruluşlar ile iş birliği yapmak,yabancı ülkelerle yapılacak sosyal güvenlik sözleşmelerine ilişkin gerekli çalışmaları yürütmek,usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaları uygulamak. >>Sosyal güvenlik alanında,kamu idareleri arasında koordinasyon ve iş birliğini sağlamak >>Bu Kanun ve diğer kanunlar ile Kuruma verilen görevleri yapmaktır. İŞÇİ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ İşçi sağlığı ve güvenliği;İş yerinde işin yapılması sırasında,fiziki çevre koşulları nedeniyle işçilerin karşılaştıkları sağlık sorunları ve mesleleki tehlikelerin ortadan kaldırılması veya azaltılması için alınması zorunlu hukuki,teknik ve tıbbi önlemleri sağlamaya yönelik sistemli çalışmalardır. İş sağlığı;iş ortamında ruhsal veya bedensel olarak sağlığı etkileyen mevcut veya olası risk faktörlerine karşı işçinin sağlığının korunmasını,çalışma koşullarının ve üretim araçlarının sağlığa uygun hâle getirilmesini,iş ve üretim araçları ile işçi arasındaki uyumun sağlanmasını amaçlayan kuralları içermektedir. İş güvenliği;işin yapılması sırasında kullanılan araç,gereç ve maddelerin kullanım ve varlığından doğabilecek tehlikelere ve sağlığa zarar verebilecek koşullara karşı işçinin korunması için alınacak önlemleri içermektedir. İş kazası;sigortalının,işverenin otoritesi altında çalışmakta iken dışarıdan gelen,olayın niteliğine göre aniden veya makul bir süre içerisinde oluşan beklenmeyen,zarar veren ve sigortalının ruhsal ve bedensel zarar görmesine neden olan kaza **İşçi sağlığı ve güvenliği anlamında bir olayın iş kazası olarak kabul edilebilmesi için olayın işyeri ve çalışma ile bağlantısı olması gerekmektedir.(teknik,sosyal,psikolojik ve fizyolojik pek çok etken söz konusu olabilir) Ortaya çıkış nedenleri itibarıyla meslek hastalıkları;kimyasal maddelerden meydana gelen hastalıklar,mesleki deri hastalıkları,solunum sistemi hastalıkları,bulaşıcı mesleki hastalıklar ve fiziki koşullardan meydana gelen hastalıklar olarak beş grupta toplanmaktadır. 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu Aşağıda belirtilen faaliyetler ve kişiler hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz: a)Fabrika,bakım merkezi,dikimevi ve benzeri iş yerlerindekiler hariç TSK,genel kolluk kuvvetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının faaliyetleri b)Afet ve acil durum birimlerinin müdahale faaliyetleri c)Ev hizmetleri ç)Çalışan istihdam etmeksizin kendi nam ve hesabına mal ve hizmet üretimi yapanlar d)Hükümlü ve tutuklulara yönelik infaz hizmetleri sırasında,iyileştirme kapsamında yapılan iş yurdu,eğitim,güvenlik ve meslek edindirme faaliyetleri. İş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin sunulması için işveren; -Çalışanları arasından iş güvenliği uzmanı,iş yeri hekimi ve diğer sağlık personeli görevlendirir. -Görevlendirdikleri kişi veya hizmet aldığı kurum ve kuruluşların görevlerini yerine getirmeleri amacıyla araç,gereç,mekân ve zaman gibi gerekli bütün ihtiyaçlarını karşılar. -İş yerinde sağlık ve güvenlik hizmetlerini yürütenler arasında iş birliği ve koordinasyonu sağlar. -Görevlendirdikleri kişi veya hizmet aldığı kurum ve kuruluşlar tarafından iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili mevzuata uygun olan ve yazılı olarak bildirilen tedbirleri yerine getirir. -Çalışanların sağlık ve güvenliğini etkilediği bilinen veya etkilemesi muhtemel konular hakkında; görevlendirdikleri kişi veya hizmet aldığı kurum ve kuruluşları,başka iş yerlerinden çalışmak üzere kendi iş yerine gelen çalışanları ve bunların işverenlerini bilgilendirir. SOSYAL GÜVENLİK VE SOSYAL POLİTİKA İLİŞKİSİ Diğer sosyal politika tedbirlerinden farklı olarak sosyal güvenlik;gelir düzeyi,yaşı,cinsiyeti ve mesleği ne olursa olsun toplumu oluşturan bütün fertleri,doğumlarından ölümlerine kadar bütün hayatları boyunca doğrudan ilgilendiren tedbirlerden oluşmaktadır. UNITE 6=AVRUPA BİRLİĞİNDE SOSYAL POLİTİKA AB, yirmi yedi üye ülkeden oluşan ve toprakları büyük ölçüde Avrupa kıtasında bulunan siyasi ve ekonomik bir örgütlenmedir. AB'nin temelleri 1951 yılında, altı ülkenin katılımıyla oluşturulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'na ve 1957 Roma Antlaşması'na dayanmaktadır.AB devletler arası ve çok uluslu bir oluşumdur. AVRUPA BİRLİĞİ SOSYAL POLİTİKASININ TEMELLERİ Avrupa’nın bütünleşme süreci özünde, “sosyal” değil “ekonomik” bir temele dayalı olarak başlamıştır. Sürecin ilk 30 yılına ekonomik bütünleşme yaklaşımı egemen olurken, Avrupa’nın bütünleşmesinin 50 yılı aşan tarihinde sosyal boyut hepvarlığını korumuştur. Başlangıçta oldukça az olan ve yavaş bir süreç izleyen düzenlemeler 1970’li yıllardan sonra hızlanmış, Maastricht Antlaşması’ndan sonra ise belirginleşmeye başlamıştır. **Avrupa, siyasal birliğin oluşturulmasına yönelik ilk adımı 1949’da Avrupa Konseyinin kurulmasıyla atmıştır.İlk önce “Avrupa Toplulukları”adında, yan yana ama birbirinden bağımsız hukuki şahsiyete sahip ve öncelikli olarak ekonomik nitelikli çeşitli alanlarda bütünleşmeyi amaçlayan, Avrupa KömürÇelik Topluluğu (AKÇT), Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (Euratom) isimli üç ayrı topluluk şeklinde kurulmuştur. **Toplulukların organlarının birleştirilmesiyle, “Avrupa Topluluğu” (AT) ismiyle anılmaya başlamış ve AT’ye içişleri, adalet, dışişleri, güvenlik ve sosyal konular gibi alanlarda üye devletler arasında siyasal bütünleşmeye götürecek şekilde iş birliğiyapılmasını öngören maddelerin eklenmesiyle “Avrupa Birliği” şekline dönüşmüştür. **Avrupa Birliği Sosyal Hukuku ve Politikası, Avrupa Topluluklarının ilkini oluşturan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunun (AKÇT) kurucu belgesi 1951 tarihli Paris Antlaşmasından 1992 tarihli Maastricht (Avrupa Birliği Antlaşması) ile 1997 Amsterdam Antlaşmasına değin elli yılı aşan bir süre içinde oluşup gelişim göstermiştir. **AB’nin tarihinde ilk kez 1972 Paris Zirvesi’nde sosyal ilerleme ilkesi belirlenmiş ve daha sonraki yıllarda, buna Birlik içinde sosyal uyum ve bütünleşme sürecinde sosyal tarafların katılımı ilkeleri izlemiştir. **Sosyal politikaya hazırlık süreci, Avrupa Tek Senedi ve Maastricht Antlaşması sosyal protokolünü içermektedir. Bu mevzuat, Sosyal Şart tarafından geliştirilen Sosyal Eylem Programlarıyla temellendirilmiştir. Sosyal faaliyet programları, çalışma saatleri,doğum yardımı, anne-babalık izni, işçilerin kayıt ettirilmesi, Avrupa İş Konseyi ve çeşitli sağlık ve güvenlik ölçütleriyle bağlantılı olarak çeşitli alanlarda düzenlenmektedir. **Tek tip sosyal politika oluşturma amacı taşımayan Birlik, sosyal politika alanında içerik ve biçim bakımından tek bir düzenlemenin yapılmasını öngören “mevzuatı birleştirme” yerine üye devletlerin hukuk düzenlerinin birbirleri ile çelişmeyecek hale getirilmesini ifade eden “koordinasyon”nun sağlanmasıyla üye devletlerin sosyal politikalarının birbirlerine benzer hâle gelmesi amacıyla Birlik tarafından müdahaleler yapılmasını ifade eden “uyumlaştırma”nın gerçekleştirilmesi için çalışmalar yapılmaktadır. **Avrupa Birliği sosyal politikasının amacı, üye devletlerdeki tüm yurttaşların dışlanmanın olmadığı, sağlıklı bir toplumda herkes için insanca bir yaşam kalitesi ve standardını sağlamaktır. Avrupa Birliği sosyal politikasının kapsamında, işsizlere,yaşlılara özürlülere, sosyal bakımdan dışlanmış insanlara, emek piyasasında ayrımcılık ile karşılaşan kişilere ve daha birçok AB vatandaşına yaşamlarının iyileştirilmesine yönelik politikalar uygulanmaktadır. **AB sosyal politikalarının ağırlığını sosyal politikanın alt alanlarından biri olan istihdam politikaları oluşturmaktadır. AB’nin istihdamla ilgili politikaları, cinsiyet, din, ırk, yaş ve sakatlara yönelik ayrımcılık ve işsizlikle mücadele alanındaki faaliyetlerinde ilerlemeler göstererek istihdam ilişkisi açısından önemli gelişme sağlamıştır. AVRUPA BİRLİĞİ SOSYAL POLİTİKASININ GELİŞİM AŞAMALARI Birinci Dönem (1951-1970): AB sosyal politikasının birinci aşaması olarak kabul edilen kuruluştan 1970’lerin başlarına kadar olan birinci dönem, sosyal politikanın büyük ölçüde ekonomi politikalarının gölgesinde kaldığı dönemdir. Topluluğun kuruluş yıllarında ekonomik bütünleşme hedef alınmış. **Topluluğun sosyal politika konusunda iki farklı eğilimi ortaya çıkmıştır. Bu eğilimlerden ilki, sosyal yükümlülüklerin en alt düzeyde tutularak ekonomi üzerindeki yükünün azaltılması ve bu yolla genel refahın arttırılabilirliğini savunan neoliberal yaklaşımdır. **İkincisi farklı sosyal koruma düzeylerinin rekabet çarpıklıklarına yol açacağını ve sosyal politikanın sosyal barış için vazgeçilmez olduğunu savunan sosyal refah devleti yanlısı yaklaşımdır. **Bu dönemde, sosyal politika tek başına ayrı bir politika alanı olarak değil,özellikle ekonomik politikanın bir eki olarak ele alınmıştır. Bu nedenle Toplulukların ilk evresinde sosyal politika bir kenarda tutulmuş ve üye devletlere ait işler arasında görülmüştür. İkinci Dönem (1972–1992): 1972 yılında gerçekleştirilmiş olan Paris Zirvesi’nde sosyal politikanın ekonomik ve parasal birlik kadar önemli olduğu vurgulanarak 1974 yılında Sosyal Eylem Programı Bakanlar Konseyi tarafından kabul edilmiştir. **Paris Zirvesi’nde dokuz üye devlet ekonomik birliğe önem verdikleri kadar sosyal Birliğe de önem vereceklerini deklare etmek suretiyle, sosyal politika alanında yeni ve ilerici adımların atılması çağrısında bulunmuştur. Bu gelişme Avrupa sosyal politikasına yeni bir ivme kazandırılmış ve bağımsız bir Avrupa sosyal politikası oluşmaya başlamıştır. Paris Zirvesi’nin ardından 1974 yılında kabul edilen sosyal eylem planı= . Göçmen işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi, . Tam istihdama ulaşılması, . İşçilerin işletme için kazanılmış haklarının korunması, . Kadın ve erkeklere iş hayatında eşit fırsatlar yaratılması, . Toplu işten çıkarmalara karşı işçilerin korunması . İşçilerin yönetime katılması konularını içermiştir. ** Program, çalışma koşullarıyla ilgili temel olarak 3 ana alanda hareket etmiştir. Bu üç alan genel olarak; Tam istihdamın ve daha iyi istihdamın sağlanması, çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, ekonomik ve sosyal kararlarda yönetimin ve emeğin ortak katılımının artırılmasıdır. ** 1970’ler, eğitim çalışma, iş güvenliği ve sağlığı, kadın hakları, yoksulluk alanlarında oldukça çok çalışmalar yapmış, sosyal alanları hareketlendirecek birçok araştırma merkezinin ve Avrupa ağlarının kurulmasına sahne olmuştur. **1970’ler ve 1980’ler AB’de sosyal politikanın öneminin ve ekonomik bütünleşme ile eşdeğerliliğin vurgulandığı yıllar olmuştur. 1974 ve 1984 tarihli eylem programlarında kapsamlı ve etkin bir sosyal politikanın, ekonomik politikanın vazgeçilmez dayanağı durumunda olduğu görüşü dile getirilmiş. ** 1986 yılında imzalanan Avrupa Tek Senedi ile Avrupa Topluluklarını kuran Paris ve Roma Antlaşmalarında önemli değişiklikler yapılarak, bütünleşme hareketine ekonomik boyut yanında sosyal boyut kazandırılmıştır. 1984 yılında Topluluk İkinci sosyal eylem programını kabul etmiştir. İkinci Sosyal Eylem Programında= Yeni teknolojiler, İş güvenliği ve iş güvenliği maliyetinin işletmelere etkisi, Avrupa çapında işçi ve işveren diyaloğu konuları üzerinde durulmuştur. ** 1980’li yıllarda yaşanan neoliberalizm, küreselleşerek “yeni dünya düzenini” de birlikte getirmiştir. Sosyal politikanın Topluluk için ortak bir politika olmaması nedeni ile üye ülkeler arasında farklılaşan uygulamaları birbirine yakınlaştırmak için somut adımlar atılmaya başlanmış, 1986’da imzalanan Avrupa Tek Senedi, Avrupa düzeyinde sosyal diyaloğun geliştirilmesini ve topluluğun belirli bir sosyal politikasının olmasını sağlamıştır. ** 1989’da imzalanan Avrupa Sosyal Şartı, AB sosyal politikasında özellikle işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında büyük ilerlemeler kaydedilmesini sağlamıştır. (İngiltere dışındaki 11 üye ülkenin kabul ettiği işçilerin temel sosyal haklarına dair Topluluk Sosyal Şartı) Sosyal Şart’ta aşağıda belirtilen Avrupa Topluluğu tarafından garanti edilmesi öngörülen 12 temel konuya değinilmiştir= . İşçilerin serbest dolaşım hakkı . Çalışma ve adil bir ücret isteme hakkı . Daha iyi yaşama ve çalışma şartlarına sahip olma hakkı . Sosyal koruma hakkı . Yaşlıların korunması hakkı . Örgütlenme (Sendikalaşma) ve toplu sözleşme hakkı . Mesleki Eğitim hakkı . İş sağlığı ve iş güvenliği hakkı . Kadın ve erkeğe eşit muamele yapılması hakkı . İşçilerin bilgilendirilme, danışılma ve yönetime katılma hakkı . Çocukların ve genç işçilerin korunma hakkı . Özürlülerin korunması hakkı Üçüncü Dönem (1992’den Günümüze): 1990’lı yıllar AB tarihinde dönüm noktası teşkil eden gelişmelerin gerçekleştiği yıllardır. 1980’li yıllarda tek pazarın kurulması, 1989 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması ve buna bağlı olarak Doğu Blokunun dağılması, Soğuk Savaşın sona ermesi, Merkezî ve Doğu Avrupa Devletleri’nin serbest kalmaları, Almanya’nın birleşmesi gibi Avrupa kıtasındaki mevcut mimariyi tamamen değiştiren gelişmeler AT’nin AB’ye dönüştürülmesini gerekli kılmıştır. NOT=Bu dönüşüm 1992 yılında imzalanan ve 1 Kasım 1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması, diğer adıyla Avrupa Birliği Antlaşmasıyla gerçekleşmiştir. **1992 yılında akdedilen, Maastricht Antlaşması olarak da anılan,Avrupa Birliği Antlaşmasıyla; kurucu anlaşmalar olan Paris ve Roma Antlaşması ve Avrupa Tek Senedi’nin imzalanmasıyla yapılan değişiklikler Birliğe ekonomik ve sosyal boyutun yanında siyasal boyut da kazandırmıştır. Ayrıca, bu antlaşmayla Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun adı değişmiştir. **Avrupa Topluluğu’nun görevlerine ilişkin 2. maddede Topluluğun, ortak bir pazar, bir parasal ve ekonomik birlik kurarak, ekonomik faaliyetleri geliştirerek ve Topluluğun bütününde büyümeyi sağlayarak “yüksek bir istihdam ve sosyal koruma seviyesini, yaşam kalitesinin ve düzeyinin yükseltilmesini, üye ülkeler arasında ekonomik ve sosyal bütünleşmeyi ve dayanışmayı” gerçekleştirmekle yükümlü olduğunu öngörmüştür. Bu hedefe ulaşmak için AT Antlaşması, bundan böyle topluluğun faaliyetine ilişkin 3. maddede yer alan, sosyal alandaki bazı yetkileri tanımlayarak yinelemiş ve Topluluğun eylem olanakları genişletilmiştir. Bu yetkiler; Sosyal alanda bir Avrupa Sosyal Fonu içeren bir politika Ekonomik ve sosyal bütünleşmenin güçlendirilmesi Yüksek bir sağlık koruma seviyesinin gerçekleştirilmesine katkı Üye ülkelerin kültürel hayatının gelişimine katkının yanı sıra düzeyli bir genel ve mesleki eğitime katkı NOT=Roma Antlaşması’nın “Sosyal Politika” başlıklı üçüncü bölümünün başlığı “Sosyal Politika, Eğitim Mesleksel Eğitim ve Gençlik” olarak değiştirilmiştir. **Maastricht Antlaşması’ndan sonra sosyal politikanın şekillenmesi üye devletler için biraz daha bağlayıcı bir nitelik kazanmış olsa da yeterli ölçülerde değildi. Bu nedenler Yeşil ve Beyaz Kitaplar yayınlanmıştır. **Avrupa Birliği Antlaşması ile aynı tarihte yürürlüğe giren Sosyal Politika Protokolü ve Anlaşması, Avrupa Birliği Anlaşması’nın sosyal politika alanındaki en büyük katkısını oluşturur.Sosyal Politika Anlaşması birtakım sosyal hedefler belirlemiştir. Bunlar: ştirme geliştirme **1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması ile işçi sağlığı ve iş güvenliği yanında,çalışma şartları, işçilerin bilgilendirilmesi ve danışma, iş piyasasıyla ilgili fırsatlar, iş hayatında muamele konusunda kadın erkek arasında eşitlik, iş gücü piyasası dışında kalmış kişilerin entegrasyonu konularında düzenlemeler yapılmıştır. **Maastricht Antlaşması’ndan sonraki yeni Topluluk sosyal politikası, “sosyal” ve “ekonomi” kavramlarının yanı sıra, “sosyal” ve “yurttaşlık” kavramları arasında da bir bağ kurarak, iç pazarın, bir “yurttaşlık alanı” olmaksızın gerçekleşemeyeceğini ve bu yurttaşlık alanının da bir Avrupa sosyal alanı yaratılmasıyla mümkün olacağı görülmüştür. Avrupa Sosyal Politikası Yolunda Yeni Açılımlar: Yeşil ve Beyaz Kitap **1993’te yayınlanan Yeşil Kitap Avrupa Birliği’nin geleceğine ilişkin sorunlara dikkat çekerek ilgili kesimleri bu sorunların çözümüne katkıda bulunacak tartışmaya ve öneri getirmeye davet etmektedir.Yeşil Kitap’ta, istihdamın artırılması, üretim sisteminin kalitesinin iyileştirilmesi, entegrasyon ve dayanışmanın teşvik edilmesi, dışlanma ve yoksullukla mücadele,tek piyasanın oluşturulması ve serbest dolaşımın sağlanması, kadın-erkek eşitliği,sosyal diyaloğun güçlendirilmesi, sosyal ve ekonomik uyum konuları ele alınmıştır. **Avrupa Sosyal Politikası üzerine olan Yeşil Kitap, Topluluk Müktesebatı’nı ve daha fazla üzerinde çalışılması gereken alanları belirterek Birlik’teki sosyal politikanın geniş bir özetini sunmuştur. Hükûmetler, sosyal taraflar, Avrupa Parlamentosu, Ekonomik ve Sosyal Komite ve diğer organizasyonlar ve bireyler,Birliğin sosyal politikasının sonraki aşamasını hazırlamakta olan Komisyona yardım etmek için davet edildiler. Yeşil Kitap, emek piyasası, sosyal koruma ve dışlama,fırsat eşitliği ve eğitim konularında üye devletler ve sosyal taraflar için kabul edilebilir ölçüleri ve hedefleri, Birliğin yetki alanındaki geniş yelpazedeki konuları tekrarlayarak belirlemiştir. **1994’te yayınlanan Beyaz Kitap ise, Yeşil Kitaba bir yanıt niteliğindedir. Beyaz Kitapta, Birlik düzeyinde sosyal politikanın geleceğini belirleyen somut politika önerileri mevcuttur. Büyüme, rekabet ve istihdam konularını kapsayan Beyaz Kitap önceliğin istihdama verilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda, önerilen politikalar uzun dönemli istihdam yaratan iktisat politikaları ve yapısal işsizliği çözmeye yönelik aktif iş gücü piyasası politikalarıdır. Aktif politikaların uygulanmada iş gücünün eğitimi ve formasyonuna yatırım yapılmasının gerekliliği vurgulanmıştır. Avrupa Sosyal Fonu’ndan bu yatırımların sağlanabileceği belirtilmiştir. NOT=Beyaz Kitap, ortak bazı değerler üzerine kurulu, ekonomik ve sosyal sürecin el ele götürülmesi gerektiği üzerinde kanaat sağlamış ve Avrupa Sosyal Modeli’ni geliştirmeyi ve korumayı amaçlamış. Amsterdam Antlaşması:İstihdam konusu ilk defa sistematik olarak 1997 yılında Amsterdam Antlaşması’yla ele alınmıştır. 16-17 Haziran 1997 tarihinde yapılmış olan Amsterdam Zirvesi’nde istihdama ayrı bir başlık tanınmış ve bu konuda ortak bir strateji uygulanması kararlaştırılmıştır.İlk kez istihdam AB’nin ortak görevi olarak kabul edilmiştir. Bu bağlamda, AB çapında istihdam politikalarının uyumlaştırılması söz konusu olmuştur. Belirlenen ortak stratejinin ana başlıklarını istikrarlı bir makroekonomik politika uygulaması, aktif iş gücü piyasası politikalarına geçiş yapılması, yapısal işsizlikle mücadele ve ücretlerin belirlenmesinde sosyal diyaloğun geliştirilmesi konuları oluşturmaktadır. **Amsterdam Antlaşması genel olarak sosyal politika ve özel olarak sosyal koruma ve sosyal içerme konusunda önemli bir yere sahiptir. Amsterdam Antlaşması ile Avrupa Topluluğu Antlaşması’na eklenen yeni 13. madde, ayrımcılığa karşı hükümlerin benimsenmesine değinmekte ve Konseyi cins, ırk, etnik köken,din ve inanç, sakatlık, yaş veya cinsel eğilim temelinde her türlü ayrımcılığa karşı mücadele etmek üzere gereken önlemleri almaya yetkili kılmaktadır. Lüksemburg İstihdam Zirvesi:1997 yılında Lüksemburg Zirvesi ile ilk istihdam politikalarının temel ilkeleri belirlenmiştir. Bu bağlamda, üye ülkelerin hepsinde İstihdam Ulusal Eylem planları hazırlanmış ve uygulanma kriterleri benimsenmiştir. Bu eylem planı 4 temel başlığa dayandırılmış= Girişimciliğin geliştirilmesi İşçilerin uyum sağlama yeteneklerinin geliştirilmesi Fırsat eşitliğinin sağlanması Bu temel hedeflere dayanan Avrupa İstihdam Stratejisi Lüksemburg Zirvesiyle resmî bir zemine oturtulmuştur.Lüksemburg’da yapılan olağanüstü istihdam zirvesinde AB’nin 21. yüzyılda gerçekleşen tek pazar hedefinin sosyal boyutlarına dikkat çekilerek, Avrupa İstihdam Stratejisi ortaya çıkmıştır. Lizbon Zirvesi: Lizbon Zirvesi’nde AB’nin, istihdamı güçlendirmeyi ve bilgi üzerine kurulu bir ekonomi çerçevesinde ekonomik reform ve sosyal uyumu gerçekleştirmeye yönelik yeni stratejisi (Lizbon Stratejisi) tanımlanarak hedefler belirlenmiştir. Lizbon Stratejisi ile Birliğin bilgiye dayalı, rekabet edebilir, gelişmiş bir iş gücüne ve sürdürülebilir kalkınmaya dayanan bir ekonomiye sahip olması, yenilikçi faaliyetlerin güçlendirilmesi, sosyal güvenlik ve eğitim sistemlerinin modernleşmesı hedeflenmektedir. **Lizbon Zirvesi’nde Birliğin hedefi “gelecek on yıl içinde dünyanın en rekabetçi ve dinamik bilgiye dayalı ekonomisi olmak, tam istihdama ulaşmak,sürdürülebilir bir ekonomik büyümeyi ve sosyal bütünleşmeyi sağlamak” olarak belirlenmiştir. **Lizbon Stratejisi'nin ara dönem değerlendirmesinden hareketle, Avrupa Komisyonu’nda 20052010 dönemi için yeni bir Sosyal Gündem açıklanarak iki temel öncelikli alan belirlenmiştir. Bunlardan biri istihdam , diğeri ise yoksullukla mücadele ve eşit fırsatlar yaratma dır.Yeni Sosyal Gündem’de tam istihdam başlığında öne çıkan konular şunlardır= . Tam istihdam hedefiyle, özellikle gençlerin ve kadınların iş gücü piyasasına katılımlarının artırılarak daha çok insanın, iyi işlere sahip olmasının sağlanması, . Endüstriyel ilişkilere yeni bir dinamizm katılarak, iş kanunlarının, yeni çalışma biçimlerinin doğurduğu ihtiyaçlara cevap verecek şekilde güncellenerek iş yerinde sağlık ve güvenlik standartlarının daha iyi uygulanması, . Sosyal diyalogun sosyal taraflar ve sektörler arasında yerel, bölgesel ve ulusal seviyede geliştirilerek sürece katkısının artırılması, . İşletmelerin sosyal sorumluluğunun teşvikine devam edilmesi, . AB iş gücü piyasası açısından işçilerin hareketliliğinin artırılması ve 2006yılının “Avrupa Hareketlilik Yılı” ilan edilmesi, . AB iş gücü piyasası açısından, çalışanların değişik AB ülkelerinde emeklilik ve sosyal güvenlik haklarının düzenlenmesi, ihtiyari olarak uygulanmak üzere uluslar üstü bir toplu sözleşme çerçevesinin hazırlanması, . Sosyal güvenlik planlarının Avrupa seviyesinde koordinasyonununsağlanması. Yoksullukla mücadele ve eşit fırsatlar yaratma başlığı altında ise, ması çalışmalarına ağırlık verilmesi ve iş gücü piyasası dışında kalan kişilere yönelik olarak 2010 yılının “Avrupa Yoksullukla Mücadele ve Sosyal Dışlanma Yılı” ilan edilmesi, ında eşit fırsatlar yaratılması, Avrupa Cinsiyet Enstitüsü'nün hayata geçirilmesi, Nice Antlaşması: Nice Antlaşması, Fransa'nın Nice kentinde gerçekleştirilen Avrupa Birliği Liderler Zirvesi sırasında Avrupa Birliği'nin kurucu Antlaşmalarının koşullarını iyileştirmek ve düzenlemek için kabul edilmiş bir antlaşmadır. 11 Aralık 2000 tarihinde Nice'de düzenlenen Liderler Zirvesi'nde Avrupa Birliği üyesi devlet başkanları tarafından Antlaşma üzerinde karara varılmış ve 26 Şubat 2001'de imzalandıktan sonra 1 Şubat 2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir. **Birlik için Avrupa Tek Senedi, Maastricht Antlaşması ve Amsterdam Antlaşması önemli değişiklikler gerçekleştirmiştir. Ancak Nice Zirvesi, genişleme perspektifi,kurumsal reforma yönelik hüküûmetler arası konferans, Temel Haklar Şartı gibi önemli konuların tartışıldığı bir platform oluşturmuştur. **Nice Antlaşması başlangıçtan beri sürdürülen evrimci ve küçük adımlarla sınırlı ilerlemeler sağlama biçimindeki geleneksel yaklaşımdan ayrılmaksızın, sosyal politika alanında kimi yenilik ve ilerlemeler getirmiştir.Nice’deki Avrupa Zirvesinde, yoksulluk ve sosyal dışlanma ile mücadele amacıyla aşağıdaki sosyal politika hedefleri belirlenmiştir. Bu hedefler= **Nice Antlaşması’yla Birliğin üye devletlerin eylemlerini desteklemesi ve tamamlaması kararlaştırılan yeni sosyal politika alanları şunlardır= ak karar alma da dâhil olmak üzere, çalışanların ve işverenlerin temsil edilmesi ve çıkarlarının topluca savunulması, koşulları, koruma sistemlerinin çağdaşlaştırılmasıdır. Avrupa Birliği Anayasası: 2005’te Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edilen Avrupa Anayasası,toplam dört bölüm ve 448 maddeden oluşmaktadır. Anayasa’nın III. Bölümünde 203-208 maddelerinde istihdam, 209-219 arasında ise sosyal politikaya ilişkin hükümler bulunmaktadır. Birliğin üye devletlerin istihdam politikalarının eş güdümlenmesini sağlamak için önlemler alması ve bunu, özellikle yönlendirici ilkeleri belirler. **Buraya kadar değindiğimiz antlaşmalarla ve oluşturulan yasal metinler sayesinde Avrupa Birliği’nde sosyal politikalar gittikçe güçlü bir konum elde etmiştir. Ne var ki AB sosyal politikası denildiğinde, sosyal politikanın birçok alt alanı olmasına rağmen, akla yalnızca istihdam ve yoksulluk temaları altında yer alabilecek sosyal önemler ve uygulamalar geldiğini görmekteyiz. Dolayısıyla AB için alt alanlarıyla kapsamlı bir sosyal politikanın var olduğunu söylemek yakın tarihte olanaklı değildir. Zira AB temelde ekonomik bir birliktir, bir ülke değildir, 27 ülkenin oluşturduğu büyük ve karar süreçleri zor bir oluşumdur. Türkiye’nin AB üyelik sürecinde olması nedeniyle bu ünitede ele alınan konuların da Türkiye’nin istihdam ve yoksullukla mücadele politikalarına etkide bulunacakları açıktır. (ÜNİTE 7)=SOSYAL POLİTİKA AÇISINDAN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI **Sivil toplum kavramının geçmişi Aristoteles’e dayanmaktadır.Aritoteles’in görüşüne göre sivil toplum; sivil ve politik olanın değil hak ile haksızlığın ayrıldığı bir toplumsal düzen olup insanlar için en uygun düzendir. **18.yüzyılda Avrupa ülkelerinde sivil toplum anlayışı burjuvaziyi temel alarak sınıflar üstü bir kurum hâlini almıştır. **Modern anlamıyla sivil toplum kavramı;günümüz endüstrileşmiş toplumlarındaki demokratik yapıda,devlet kurumlarının dışında toplumun kendi kendini yönlendirmesidir. STK’ların Tanımı ve Kapsamı **STK’lar devletin ve özel şirketlerin dışında kalan,kâr gütmeyen kuruluşlar,sendikalar, aktivist gruplar, yardım organizasyonları,meslek odaları,kadın organizasyonları, dernekler,vakıflar,dinî kuruluşlar, platformlar ve kooperatifler gibi grupları kapsar. **Sivil toplum kuruluşları karşılığı için kullanılan kavramlar:Kâr Gütmeyen Kuruluşlar (Non–Profit Organizations),3.Sektör (Third Sector),Gönüllü Kuruluşlar (Voluntary Organizations), Hükûmet Dışı Kuruluşlar (Non Governmental Organizations–NGO’s),Hayırsever Yardım Kuruluşları (Charitable Organizations) olarak sıralanabilir **STK’lar toplumun genelinin çıkarları doğrultusunda seslerini duyurarak sosyal politikayı etkilemeyi hedefler. **STK:Devletten bağımsız olarak,tamamen gönüllü birlikteliğe dayalı ve üyelerinin çıkarlarının ötesinde toplumsal yarar amaçlı çalışan,kâr amaçsız ve yasal çerçevede faaliyet gösteren kuruluşlardır Özellikleri ve Amaçları **STK’ların temel özellikleri:kurulmaları ve faaliyetleri yönünden maddi–manevi anlamda devletten bağımsız olmaları,kâr amacı gütmeyen kuruluşlar olmaları, gönüllük esasına dayalı olmaları,toplum yararına çalışmaları ve çoğulculuk, katılımcılık kültürünü geliştiren,başka bir deyişle kendi kendini yönetebilen toplum arayışı içinde olmaları arasında yer alır. **Bir topluluğun STK olarak adlandırılabilmesi için sekiz özelliğe sahip olması gerekir. STK’lar: 1.Sürekliliğe sahiptir. 2.Sadece kendi üyelerine değil, toplumun geneline de yarar sağlar.Bu hedefe devlete karşı sivil toplumun yararlarını savunarak,alınan kararları etkilemek suretiyle ulaşabilmekteler. 3.Ulusal hukuk çerçevesinde hazırlanan özel hukuksal bir biçime sahip olmalıdır. 4.Devletten bağımsızdır. 5.Kâr gütmeyen kuruluşlardır. 6.Gönüllülük esasına dayanırlar. 7.Kurulduğu ülkenin dışındaki ülkelerde de insani yardım projeleri,çevreyi korumaya,insan haklarını savunmaya yönelik girişimler gibi doğrudan eylemlerde bulunabilir. 8.Demokratik siyasal yaşamın ürünü olan yapılardır. **STK’ların amaçları;sosyal politikanın amaçlarına benzer şekilde,gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sosyal hayata ve değişime katkı sağlamaktır.Bu amaçla faaliyette bulunan STK’lar,sosyal bütünleşme,sosyal refah,gelir dağılımı,sosyal adalet,insan hakları gibi sosyal politikanın temel konuları hakkında baskı oluşturma faaliyetleri gerçekleştirerek bir anlamda sosyal politikanın amaçlarını gerçekleştiren birer araç rolünü oynamaktadırlar. **Sosyal politika açısından bakıldığında STK’lar;demokratik hakların kazanılması ve bireyler, sınıflar arası meydana gelen dengesizliği giderme süreçlerinde sosyal politika geliştirmek amacıyla faaliyet göstermektedirler. SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ SOSYAL POLİTİKAYA ETKİLERİ **STK’ların sosyal politikaya ilişkin uygulamaları içinde; sosyal yardımlar,sosyal hizmetler, bakım hizmetleri, eğitim hizmetleri,sağlık hizmetleri öncelikli olarak yer almaktadır. Devlet–sivil toplum ilişkisinin üç türde şekillenir: >>Yardımcı ilişkide;devlet tarafından yerine getirilmeyen hizmetler sivil toplum tarafından gerçekleştirilir.Devlet daha az kamusal hizmet ürettikçe ve kamu harcamalarını azalttıkça, sivil toplum örgütleri daha fazla harcamada bulunmaktadır. >>Tamamlayıcı ilişkide;sivil toplum örgütleri hizmet üretiminde devletin paydaşıdır ve genel olarak görevi,büyük ölçüde devlet tarafından finanse edilen hizmetlerin dağıtımının yerine getirilmesine yardımcı olmaktır.Devletin harcamaları arttıkça,sivil toplumun faaliyetlerine olan yardımları da artmaktadır. >>Sınırlı müdahaleci ilişkide;sivil toplum örgütleri hizmet üretimi ve kamu sorumluluğunun yerine getirilmesi amacıyla devleti sürekli teşvik etmektedir. **80’li yıllardan sonra gelişmiş batı ülkelerinde sosyal politika alanındaki devlet–STK işbirliklerinde artış görülmüştür. **Türkiye’de STK’ların toplum içindeki ve devletin karşısındaki rolü,ABD modelinden ziyadeAvrupa’daki daha az müdahaleci modeline daha yakındır Devlet-STK Görüş Alışverişi **Devletin sosyal refahın sağlanması görevini tek başına üstlenmesi,küreselleşmenin ortaya çıkması ve liberal politikaların kabul görmesiyle beraber paylaşılmış;STK’lar ve özel sektör,sosyal refahın planlanması,sunumu ve denetlenmesinde devlete yardımcı olmaya başlamıştır. **AB’deki mevcut sistemde;AB Komisyonu,Ekonomik ve Sosyal Konsey Toplantıları düzenleyerek birlik genelindeki sosyal politikaların oluşturulmasında yardımcı olmaları için üye ülkelerden STK temsilcilerini davet eder **Yeni refah yönetişimi sisteminde STK’ların yeri;merkezî devletin,oluşturduğu sosyal politikalar üzerinde görüş bildirip tavsiyelerde bulunarak politikaların planlama aşamasına ortak olabilen,aynı zamanda sosyal politikanın uygulanmasını ve denetlenmesini sağlayan organlar olarak belirlenmiştir. **Türkiye’de devletin STK’lar ile diyaloğu genellikle eşitlikçi bir nitelikte değildir. **Türkiye’de STK’lar medyada 1.sayfalarda veya haber bültenlerinde ilk sırada yer bulamamaktadır. **Sivil toplum-devlet ilişkileri STK haberleri arasında medyada en çok yer alan temadır. **Sivil toplum aktörleri arasında meslek oda ve birlikleri 35 gibi yüksek bir oranla medyada en fazla yer bulan STK’lardır. **Medyada yer alan STK haberlerinin çoğunluğunun ekonomi hakkında konular olduğu, savunuculuk ve eğitim konularının bunu takip ettiği belirtilmiştir. **Meslek odaları/birliklerinin ve işadamları derneklerinin medya kanallarında diğerlerine nazaran daha yüksek yer bulmasının sebebi ekonomiyi yakından ilgilendiriyor olmalarıdır. **AB’de sosyal politika kararları verilirken AB Komisyonunun ve Parlamentosunun ilk danıştıkları kurum olan Ekonomik ve Sosyal Konseyin benzeri bir konsey TBMM tarafından 2001'de çıkarılan “Ekonomik ve Sosyal Konsey Yasası” ile Türkiye’de de kurulmuştur. **Ekonomik ve Sosyal Konsey’in amacı;ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında, toplumsal uzlaşma ve iş birliğini sağlayacak,sürekli ve kalıcı bir ortam yaratarak,sosyal taraflara danışmak suretiyle ortak görüş belirlemektir **Sosyal diyalog;sosyal taraf olarak kabul edilen işçi ve işveren örgüt temsilcilerinin,diğer STK temsilcileri ile beraber ulusal ve yerel düzeyde ekonomik ve sosyal politikaların belirlenmesi ve uygulanmasına katılımlarının sağlanmasıdır **2005'ten bu yana AB üyelik sürecinin etkisiyle devletin STK’larla olan diyaloğu hem nitelik hem nicelik açısından artış göstermektedir. **Devlet ve STK’lar arasında karşılıklı güven,ortak yarar ve iş birliğine dayalı diyaloğun kurulması için daha fazla zaman gerekmektedir. Devlet–STK İş Birliği **Devleti–STK iş birliği,merkezî ve yerel olmak üzere iki ayrı yönü ile incelenir. **Gelişmiş refah toplumlarında STK’lar,kamu sektörünün;karar alırken,politika üretirken, yasa çıkarırken ve proje hazırlarken danışabileceği veya iş birliği yapabileceği önemli bir paydaş olarak görülmektedir. **STK–devlet iş birliğini geliştirmede önemli bir koşul,STK’ların finansmanıdır. >Dolaylı yoldan finansman;devletin,STK’lara “kamu yararına çalışan” unvanı vermek suretiyle onları vergi muafiyetinden yararlandırması veya bu kurumlara bağış yapacak tüzel veya gerçek kişilerin bağışlarını vergi matrahından düşmek **Türkiye’deki tüm vakıf ve dernekler kurumlar vergisinden muaf tutulmaktadır. >Doğrudan finansman;belirli projelerin uygulanması amacıyla STK’lara para yardımı yapılması ya da bu kurumların yaptığı sosyal hizmetlerin onlardan satın alınmasını kapsamaktadır. **Türkiye’de 2004 yılında kabul edilen Dernekler Kanunu ile devlet–STK iş birliği alanları düzenlenmiştir.Bu düzenlemelerden biri derneklerin devletle beraber proje yürütmesinin önünü açmaktadır. **Türkiye’de yerel yönetimler için merkezî bütçeden ayrılan pay 20’nin altındadır.2005 te yapılan yasal düzenlemeler (Belediye Kanunu ve İl Özel İdarelerine yönelik kanunlar gibi) sayesinde yerel yönetimlere,gerek kaynak aktarımı gerekse karar alma mekanizmaları açısından daha fazla hak tanınmıştır. **2006 yılında vakıflarla ilgili olarak yayımlanan bir araştırmaya göre Türkiye’de vakıfların 33’ü belediyelerle, 33’ü İl Milli Eğitim Müdürlükleri’yle, 29’u valiliklerle, 19 kaymakamlıklarla ve 9’unun müftülüklerle iş birliği hâlinde olduğu gözlemlenmektedir **Türkiye’de yoksullukla mücadele gibi geniş kapsamlı konularda devlet merkezli politikaların yetersiz oldukları yıllardır görülmesine rağmen devlet,sosyal politika alanında STK’larla yeterince iş birliği yapmamakta ve onlara destek olmamaktadır. Devlet–STK İş Birliğinin Avantajları Devlet–STK iş birliğinin avantajları: >>STK’lar yürüttükleri faaliyetleri,devlete oranla daha az maliyetle ve daha hızlı gerçekleştirebilmekte. >>STK’ların finansal olarak devlet tarafından desteklenmeleri,süreklilikleri ve sürdürülebilirliklerini sağlamaktadır.Doğası gereği verimli çalışamayan kamu sektörü açısından ise kamu hizmetinin STK’lar aracılığıyla daha düşük maliyetle verimli bir şekilde sunulması en önemli avantajdır. >>Devlet,kamu hizmetlerinin bir bölümünü STK’lara aktarırken özel sektörün ve kişilerin yapacağı bağışlar ve vereceği bedellerle bu hizmetin sunulmasına katkıda bulunmasını amaçlamaktadır. >>STK’lar genelde kamuya yararlı faaliyetler yapıyor olmasından dolayı kamu hizmeti alanında devletin yanında yer alarak onun yükümlülüklerini hafifletip sınırlayabilir. >>STK’lar kamu hizmeti sunma alanında verimli ve esnek çalışabilecek niteliktedir. >>STK’ların kamu hizmeti sunumunda devlet tarafından paydaş olarak kabul edilmesi durumunda devletin kaynak kullanımı gibi birçok alanda hesap verebilirliği ve şeffaflığı artmaktadır. ****STK’ların faaliyet alanının genişlemesi,toplumda temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçişi hızlandırır. Sivil Toplum Kuruluşlarının Sosyal Politikayı Etkileme Faaliyetleri **STK’ların sosyal politikaları etkilemede kullandıkları başlıca yöntem:demokratik ve hukuki yollarla savunuculuktur. **Savunuculuk;aktif bir süreçtir ve amacı karar verme yetkisine sahip olandan bir grubun çıkarları adına bir şey istemektir.Örgütlü sivil toplum bunu yaparken;lobicilik,sokak gösterileri,miting,grev,protesto,dilekçe veya oy gibi bazı baskı mekanizmaları kullanmaktadır. **STK’ların faaliyetleri arasında,toplum yaşantısında var olan sorunlar ve bunların çözümleri hakkında toplumu bilinçlendirmenin yanında siyasi otoritenin izlediği olumsuz politikalara ve piyasa ekonomisinin adaletsizliğe yol açan uygulamalarına muhalefet etmek vardır. **STK’lar uygulanan yanlış sosyal politikaların değiştirilmesi ve düzeltilmesini sağlamaktadırlar.Bu amaçla STK’lar tarafından yapılan lobi faaliyetleri;bürokratlar ve hükûmet görevlileri ile bağlantı kurmak,üzerinde durulan konulara ilişkin araştırmalar gerçekleştirmek,kararnamelerin ve yasa taslaklarının hazırlanma aşamalarında öneri sunmak,ekonomik ve siyasi alanda danışmanlık hizmeti vermek,halka dayalı lobicilik faaliyetlerinin koordine edilmesi,benzer çıkar sahipleri arasında koalisyonlar oluşturarak kolektif lobicilik çalışmaları gerçekleştirmek gibi faaliyetleri içermektedir **Günümüzdeki STK’lar,son yıllarda aile içi şiddet,düşünce özgürlüğü,işkence,kadın hakları gibi çok çeşitli konularda aktiftir **Faaliyetleri arasında toplumdaki dezavantajlı gruplara yardım etmek ve devletin bu gruplara yönelik sosyal politika oluşturma sürecine ortaklık etmek sayılabilir. UNITE 8=İSTİHDAM POLİTİKALARI ÇALIŞMA HAKKI İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23.maddesine göre, herkesin çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma koşullarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır. Çalışma hakkı, bireyin geçim olanak ve araçlarını sağladığından yaşama hakkının devamı niteliğindedir. Bu nedenle, işsizlikle mücadeleyi toplumların ve hükûmetlerin en başta gelen görevlerinden biri hâline getirmektedir. Çalışma hakkı ve işsizliğin önlenmesi insana verilen değerin de bir göstergesidir. Gelişmiştoplumlarda, istihdam yalnızca ekonomik ve bireysel açıdan değil, aynı zamanda toplumsal açıdan da önemlidir. **Çalışma hakkını benimseyen bir devlet, iş gücünün eğitiminden iş gücüne iş bulmaya, çalışma koşullarının iyileştirilmesinden işsizlik sigortasına kadar birçok uygulamayı hayata geçirmeyi hedefler. İSTİHDAM KAVRAMI İstihdam dar ve geniş anlamda tanımlanabilmektedir. Dar anlamda istihdam,yalnızca emek faktörünün kullanımı ile ilişkilidir. Geniş anlamda istihdam ise emeğin yanı sıra doğal kaynaklar, sermaye gibi diğer üretim faktörlerinin kullanımını da içermektedir. **İstihdam kavramı eksik istihdam, tam istihdam ve aşırı istihdam olarak üç sınıfta incelenir.Eksik istihdam, üretim olanaklarının tümünün kullanılmadığı bir durumu anlatmaktadır. Tam istihdam, üretim olanaklarının tümüyle kullanıldığı, aşırı istihdam ise üretim olanaklarının aşırı kullanıldığı bir durumdur. **Eksik istihdam durumunda, yani üretim olanaklarının tümüyle kullanılmadığı bir durumda, potansiyel üretim düzeyinin altında bir üretim hacmine sahip olunacağından, toplumsal refah düzeyi azalacaktır. **Kaynakların aşırı kullanımı ise sosyal maliyetleri artırma, ürün kalitesi ve miktarını azaltma potansiyeli taşımaktadır. **Tam istihdam düzeyinde, çalışma isteği ve yeteneğinde olan herkes çalışır durumda olacağından, diğer üretim faktörlerinin de tam olarak kullanıldığı varsayılmaktadır. İŞSİZLİK VE İŞSİZLİK TÜRLERİ İşsizlik, 15 ve daha yukarı yaşta olup, çalışma isteği ve yeteneğine sahip kişilerin çalışma olanağı bulamamasıdır. İş gücü, çalışanlar (istihdam edilenler) ile işsizlerin toplamından oluşmaktadır. İşsizlik oranı ise işsizlerin iş gücüne bölünmesi ile hesaplanmaktadır. İşsizlik oranı = (İşsizler / İş gücü) X 100 **İşsizlik genel olarak gizli ve açık işsizlik olarak ikiye ayrılabilir. İşsizlik türleri,işsizliği azaltmaya yönelik politikaların belirlenmesi açısından oldukça önemlidir. Gizli İşsizlik:Üretim teknolojisi sabitken, herhangi bir işte çalışan kişiler buradan alınıp başka bir işte çalıştırıldıklarında, önceki çalıştıkları iş yerinin üretim hacminde bir azalma meydana gelmiyorsa gizli işsizlikten söz etmek mümkündür. Gizli işsizlikte bir ya da birkaç kişinin yapabileceği işin çok daha fazla kişiyle yapılması söz konusudur. Gizli işsizlik özellikle az gelişmiş ülkelerin tarım kesiminde ve kamu sektöründe yaygın olarak göze çarpmaktadır. Açık işsizlik:Açık işsizlik; geçici işsizlik, yapısal işsizlik, konjonktürel işsizlik ve mevsimsel işsizlik olarak dört grupta incelenebilir. Geçici İşsizlik:İşçilerin yer ve iş değiştirmesi sonucu veya iş gücü piyasasına yeni girenlerin işe girmelerine kadar geçen sürede ortaya çıkan işsizlik türüdür. Genellikle kısa sürelidir. Yapısal İşsizlik:Bir iş gücü piyasasında talep ve arz edilen beceriler arasındaki uyumsuzluk sonucu ortaya çıkan uzun süreli bir işsizlik türüdür. Teknolojik gelişmeler, çoğu durumda aynı işin daha az işçi ile yapılmasını mümkün kıldığı için yapısal işsizliğin en önemli nedenleri arasında gösterilmektedir. Hatta teknolojik gelişmeler sonucu bazı meslekler ortadan bile kalkabilmektedir. Emeğin mesleki ve coğrafik hareketliliğini artırmak amacıyla eğitim ve bilgi sağlama işlevlerini yerine getirecek kamu politikaları uygulanamadığı durumlarda da yapısal işsizlik artmaktadır. **Geçici işsizlik ile yapısal işsizlik her ekonomide gözlenen durumlardır. Bu nedenle bu iki işsizliğin toplamı doğal işsizlik oranı olarak nitelendirilmektedir. Doğal işsizlik oranı ülkelere göre değişmekle birlikte, gelişmiş ülkeler için 1990’larda 5-6 civarındadır. Konjonktürel İşsizlik:Ekonomik faaliyetlerin ekonominin daralma veya genişleme dönemlerine bağlı olarak azalması veya artmasıdır. Ekonominin daralma dönemlerinde ekonomik faaliyetler de azalacağından piyasada yeterince iş olamayacak ve işsizlik oluşacaktır. 2009 küresel krizinin doğurduğu yaklaşık 27 milyon işsiz bu işsizlik türüne girmektedir. Mevsimlik İşsizlik:Hava şartları ve mevsim değişmeleri sonucu üretimde meydana gelen aksamaların doğurduğu işsizlik türüdür. Mevsimlik işsizlik, tarım, turizm ve inşaat gibi üretimin veya talebin doğa koşullarına bağlı olduğu sektörlerde daha etkilidir. İŞSİZLİK SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE YÖNELİK İSTİHDAM POLİTİKALARI İşsizlik sorununun çözümüne yönelik politikalar, çözümü ekonomik gelişmeye bırakan liberal yaklaşımdan, işsizliği toplumsal bir sorun olarak kabul edip devlete bu konuda ödevler yükleyen sosyal devlet anlayışına kadar uzanan farklı uçlara sahiptir. İşsizlik sorununun çözümünde bilinen en etkin yöntem ekonominin büyümesidir. **işsizlik türlerine ve işsizlikten en çok etkilenen gruplara yönelik istihdam politikalarının gündeme gelmesine neden olmuştur.İşsizliği önlemeye veya etkilerini azaltmaya yönelik istihdam politikaları aktif ve pasif istihdam politikaları olarak iki grupta sınıflandırılmaktadır. Aktif İstihdam Politikaları:Aktif istihdam politikaları, işsizlerin çalışma yaşamına dönüşlerini kolaylaştırma amacını taşır. Bu çerçevede, emeğin niteliğini yükseltmeyi amaçlayan eğitim programları, istihdam yaratma programları, bilgilendirme, işe yerleştirme, işsizliğin yoğun olarak yaşandığı bölgelerde işyerlerinin mali bakımdan desteklenmesi,girişimciliğin özendirilmesi gibi faaliyetlere odaklanır. Genellikle işsizlikten en fazla etkilenen gruplar ve bölgelere yönelik politikaları içerir. Bunlar; uzun dönemli,genç, kadın, göçmen ve özürlü işsizler gibi emek piyasasında iş bulma olasılığı daha az olan gruplardır. Bilgilendirme ve İşe Yerleştirme Hizmetleri:Emek piyasasında emek arz ve talebinin birbiri ile karşılaşması genellikle zordur. Emek arz ve talebi ile ilgili bilgilendirme, yani emek piyasası ile ilgili olarak hem işveren hem de iş arayanları bilgilendirmeye yönelik hizmetler, iş arama sürecini azaltmaya yönelik bir politikadır. Bilgilendirme hizmetleri özellikle iş gücü piyasasına yeni giren veya iş değiştirmek isteyenlere, yani geçici işsizliği önlemeye yönelik bir politikadır. **İşe yerleştirme hizmetleri işsize iş, işverene işçi bulmayı hedefleyen hizmetlerdir. İstihdam Amaçlı Eğitim Programları:Teknolojik gelişmeler nedeniyle iş gücü arz ve talebinin birbiri ile uyuşmadığı dönemlerde, nitelikli iş gücü talebini karşılamak amacıyla, iş gücüne yeni beceriler kazandıracak eğitim programları uygulanmaktadır. Özellikle yapısal işsizlikle mücadelede önemli bir araç olan uygulama, ekonominin ihtiyaç duyduğu iş veya meslek dallarında mesleki eğitim alma veya yeni beceri edinme olanağı sunar. **Mesleki eğitim kursları, özellikle herhangi bir mesleki eğitim almadan okuldan ayrılan gençlerin iş gücü piyasasına hazırlanmaları açısından önemlidir. Danimarka,İsveç ve Norveç gibi İskandinav ülkeleri herhangi bir niteliğe sahip olmadan okullarından ayrılan 20 yaşın altındaki gençleri yasal olarak izlemekte, belediyelerin atadığı danışmanlar aracılığıyla eğitim ve iş konularını kapsayan özel bir kişisel eylem planı uygulanmaktadır. İstihdam Destekleri:İstihdam desteklerinin amacı, ekonominin daralma dönemlerinde emek piyasasında iş bulma şansı zor olan gençler, kadınlar, niteliksiz işçiler, özürlüler gibi grupların istihdam olanaklarının artırılmasıdır. İstihdam destekleri, bu grupları istihdam edecek olan işverenlerin iş gücü maliyetlerinin azaltılması yoluyla uygulanır. İş Yaratma Programları:İş yaratma programları, özellikle 1980’li yıllardan itibaren hızlı bir artış gösteren uzun dönemli işsizlere yönelik olarak geliştirilmiş bir programdır. Bu programlar genellikle gençlere yönelik olup, genç işsizlerin herhangi bir kamu veya kâr amacı taşımayan özel bir kurumda geçici nitelikte çalıştırılması esasına dayanır. İşgücü maliyetleri genellikle kamu tarafından karşılanır. Girişimciliğin Desteklenmesi:İşsizlerin kendi işlerini kurmasını teşvik eden bir politikadır. Teşvik; teknik yardım, düşük faizli kredi sağlama, girişimcilik eğitimi verme, girişimciliği kolaylaştıracak hukuki ve idari düzenlemelerin yapılması (muhasebe ve vergi prosedürlerinin basitleştirilmesi gibi) ve girişimcilik kültürünün oluşturulması yollarıyla sağlanmaktadır. Bu uygulama, 1990’lı yıllarda işsizlik oranlarının yüksek olduğu Avrupa ülkelerinde yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Pasif İstihdam Politikaları:Pasif istihdam politikaları, işsizlik sigortası ve işsizlik yardımları yoluyla işsizlere gelir desteği sağlamaya yönelik politikalardır.Dolayısıyla pasif istihdam politikaları, işsiz bireylere iş bulmak yerine işsizliğin bireysel ve toplumsal maliyetlerini azaltmaya yönelik politikalardır. **İşsizlik sigortası, kendi isteği ve kusuru dışında işsiz kalmış olan kişilerin gelir kayıplarını, kısmen ve geçici bir süre için telafi etme amacını taşıyan bir sigorta koludur. Dünyada zorunlu işsizlik sigortası ilk kez 1911 yılında Birleşik Krallık’ta kurulmuştur. Türkiye’de işsizlik sigortası oldukça geç bir tarihte, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Yasası ile 1 Haziran 2000 tarihinde yürürlüğe girmiştir. **İşsizlik sigortası ile işsizlik yardımı farklıdır. İşsizlik sigortası ilgilinin sisteme primle katkı sağlaması esasına dayanırken, işsizlik yardımı devlet bütçesinden finanse edilmektedir. DÜNYADA İSTİHDAM VE İŞSİZLİK **Dünya ekonomileri 2004-2008 yılları arasında ortalama 4,5 oranında bir reel Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) büyümesi üretmiştir. Buna rağmen istihdam artışları yıllık ortalamaları 2’nin altında kalmış, işsizlik oranlarında anlamlı düşüşler görülmemiştir. **2004 yılında 6,4 olan dünya işsizlik oranı, son yıllardaki düşüş eğilimini tersine çevirerek yeniden 6,4 olarak gerçekleşmiştir. 2012 yılında dünya çapında işsiz sayısı kriz öncesi döneme göre 27 milyon kişi artarak yaklaşık 200 milyona ulaşmıştır. İşsizlik oranlarında en büyük yükseliş gelişmiş ekonomiler ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasında olmuştur. AB ülkelerinden Portekiz’de işsizlik oranı 11, İspanya’da ise 20’lerde seyretmektedir. 2011 yılında dünya ekonomisi 4 oranında büyümesine rağmen, küresel işsizlik oranını 6’dan aşağıya çekmek mümkün olamamıştr. **Ekonomik kriz yeterli düzeyde istihdam yaratamadığı gibi istihdam yaratılan alanlardaki işlerin niteliği konusunda da ciddi kaygılar yaşanmaktadır. Çalışma koşullarının ve istihdam kalitesinin bozulması, kısmi çalışma (part-time) biçimlerinde artış ve iş gücüne katılımın düşmesi gibi tehlikeleri barındırmaktadır. Bu durum bireyler, aileler ve toplumların refah düzeylerini olumsuz yönde etkilemekte, sosyal dışlanmaya kapı aralamaktadır. 2011 yılı ILO verilerine göre; 900 milyondan fazla çalışan, günlük 2 dolar olan yoksulluk sınırının altında gelire sahiptir. Bu kişilerin yaklaşık yarısı ise günlük 1,25 dolar olan aşırı yoksulluk sınırının altında gelirle yaşamaktadır. na sahip olan eğreti istihdam koşullarında çalışmaktadır. Kadınların 50,2’si bu tür işlerde çalışırken, erkeklerin 48,2’si bu koşullarda çalışır. gücü piyasasından ayrılan bu kişileri de işsiz olarak saydığımızda dünyada işsiz sayısı 225 milyona, işsizlik oranı da 6,9’a ulaşmaktadır. 15-24 yaş grubunda yer alan gençler, tüm dünyada iş gücü piyasasında en dezavantajlı konuma sahip gruptur. 2011 yılında dünyada genç işsizliği oranı 12,7 ile dünya işsizlik oranının iki katıdır. Sayılarla söylemek gerekirse, 2011 yılında dünyada 74,8 milyon genç işsizdir. TÜRKİYE’DE İSTİHDAM VE İŞSİZLİK Türkiye ekonomisi, 2001 ve 2009 bunalımları dikkate alınmadığında son 11 yılda ortalama 6,5 büyümüştür. **Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’nun Hane Halkı İş gücü Araştırması sonuçlarına göre, Türkiye’de 2011 yılında 9,8 olan işsizlik oranı dünya işsizlik oranının oldukça üzerindedir. Türkiye’de işsizlikten en çok etkilenen grup 15-24 yaş aralığında bulunan genç nüfustur. Türkiye’de genç işsizliği yetişkin işsizliğinin yaklaşık iki katıdır. **1982 Anayasası İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne paralel olarak çalışma hakkını benimsemiştir. Türkiye’nin İstihdam Yapısı ve İş Gücü Piyasasının Özellikleri Türkiye’de iş gücü piyasasının en önemli özelliği iş gücü arz ve talebinin birbirinden farklı olmasıdır. Türkiye’de sermaye artışı ve yatırımlar nüfus artışıyla birlikte artan iş gücü arzını karşılamaya yetmemektedir. TÜİK verilerine göre Mart 2012 döneminde istihdam edilenlerin; 71,1'i erkek nüfustur. 57,3’ü lise altı eğitimlidir. 62,8'i ücretli, maaşlı veya yevmiyeli, 24,8'i kendi hesabına veya işveren, 12,4'ü ise ücretsiz aile işçisidir. 57,2'si 10 kişiden az çalışanı olan iş yerlerinde çalışmaktadır. 2,8’inin ek bir işi vardır. 2,3'ü mevcut işini değiştirmek veya mevcut işine ek bir iş aramaktadır. Ücretli olarak çalışanların 90,6'sı sürekli bir işte çalışmaktadır. Türkiye’de İş Gücüne Katılım Türkiye’de istihdamın en önemli sorunu, iş gücüne katılım oranının düşük olmasıdır. Türkiye’de çalışma çağındaki nüfusun yaklaşık yarısı iş gücüne katılmaktadır. Mart 2012 döneminde Türkiye’de 54,4 milyon olan çalışma çağındaki nüfusun yalnızca 26,4 milyonu iş gücüne katılmakta, 28 milyonu iş gücüne dahil olmamaktadır. **Türkiye genelinde iş gücüne katılım oranı 48,6 olarak gerçekleşmiştir. Kırsal bölgelerde iş gücüne katılım oranı daha yüksek olup, 51,2’dir. NOT= Türkiye’yi gelişmiş ekonomiye sahip ülkelerden ayıran bir diğer özellik,kadınların iş gücüne çok düşük düzeyde katılmasıdır. ** Dünyada erkeklerde iş gücüne katılım oranı 77,7 ile Türkiye’deki orana yakın iken, kadınlarda 51,6 ile Türkiye’deki oranın yaklaşık iki katıdır.Türkiye’de kadınlarda iş gücüne katılım oranı kentlerde 15,1’e düşmektedir. Bu durumun iki temel nedeni bulunmaktadır. Birincisi kentlerde okula devam eden kız çocuğu sayısının daha fazla olmasıdır. İkincisi ise kente göç eden kadınların, tarlada çalışan ücretsiz aile işçisi konumundan ev kadını konumuna geçmeleridir. **Eğitim, iş gücüne katılımı etkileyen önemli faktörlerden biridir. Özellikle kadınların iş gücüne katılımı konusunda daha belirleyici bir faktördür. 2011 yılında yükseköğrenim gören kadınların iş gücüne katılım oranı 70,8’dir. Erkeklerde bu oran 85,3’tür. Türkiye’de İstihdamın Sektörel Dağılımı Türkiye’de 2010 yılı itibarıyla istihdamın yaklaşık dörtte biri ( 25,1) tarım sektöründe, beşte biri ( 19,9) endüstri sektöründe, yarısı ( 48,6) ise hizmetler sektöründe çalışmaktadır. ** Türkiye’de iş gücü piyasasının en önemli sorunlarından biri, tarım sektörünün daralması sonucu ortaya çıkan iş gücüne diğer sektörlerde yeterli istihdam yaratılamamasıdır.1965 yılında 72’lere ulaşan tarım sektörü 2010 yılında 25’lere gerilemiştir.1965 yılında 8’ler civarında olan endüstri sektörü ise 20’lere ulaşmıştır. Öte yandan hizmet sektöründe önemli bir gelişme gözlenmiş, bu sektör 20’lerden 48’lere ulaşmıştır. Türkiye’de İstihdamın Statü Dağılımı 2011 yılı verilerine göre toplam istihdam içerisinde ücretli veya yevmiyeli olarak çalışanların oranı 61,7’ye ulaşmıştır. Bu oran 1990 yılında 33’ler dolayındadır. Tarım sektörünün daralması ile ücretli veya yevmiyeli olarak çalışanların sayısında önemli bir artış söz konusudur. ** 2011 yılında istihdamın kabaca 71’i erkek, 29’u kadındır. Ancak çalışan kadınların yaklaşık yarısı ücretli veya yevmiyeli ( 51,6) çalışırken, yaklaşık üçte biri ( 35,4) ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır.Erkeklerde ücretsiz aile işçisi olarak çalışma oranı yalnızca 4,8’dir. Türkiye’de İstihdamda Kayıt Dışılık Türkiye’de artan iş gücüne istihdam sahası yaratılamaması farklı iş gücü piyasalarının da doğmasına yol açmaktadır. Türkiye’de birincil, ikincil ve üçüncül iş gücü piyasaları bulunmaktadır. ** 2011 yılı verilerine göre toplam 24 110 bin istihdam edilenin 10 139 bini, yani 42’si kayıt dışı çalışmaktadır. ** 2011 yılında, kayıt dışı çalışma ücretli veya yevmiyeli çalışanlar ile işverenler arasında sırasıyla 25,1 ve 22,3 ile göreli olarak düşük seyrederken, kendi hesabına çalışanlarda 65,6’ya, ücretsiz aile işçilerinde ise 92,2’ye ulaşmaktadır. Tarım sektöründe kayıt dışılık 83,8’dir. Bunların çoğunu ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınlar oluşturmaktadır. Türkiye’de İşsizlik Türkiye’de 2001 krizine kadar işsizlik oranı 6,5-7,5 aralığında iken 2001’den sonra 10’lar seviyesine yükselmiş, 2012 yılında da bu seviyeyi korumuştur. İşsizlik oranı 2009 kriz yılında dünya işsizlik oranının ( 6,4) 2 katını aşarak 14’e çıkmış, resmî işsiz sayısı 3.471 bin kişiyi bulmuştur. ** Türkiye’de işsizlik özellikle gençler arasında önemli bir sorundur. Gençlerdeki işsizlik oranı dünya genç işsizliği oranının ( 12,7) yaklaşık 6 puan üzerindedir. ** Türkiye’de işsizlik sorununun göze çarpan önemli bir özelliği uzun süreli işsizlik oranlarının (6 ay ve daha uzun süre işsiz olanlar) yüksek olmasıdır. Türkiye’de İşsizliğin Türleri ve Nedenleri Türkiye’nin demografik, ekonomik ve istihdam yapısı, aynı anda birden çok işsizlik türünün var olmasına neden olmaktadır.Gizli işsizlik Türkiye’nin neredeyse tüm sektör ve kesimlerinde gözlenen yaygın bir sorundur. Ancak en yaygın olduğu yer tarım kesimidir. ** Türkiye’de tarımsal üretim mevsim koşullarına bağlı olarak yapıldığı için,özellikle kış aylarında mevsimsel işsizliğe neden olmaktadır. **Son yıllarda, (1999, 2001, 2009) yaşanan ekonomik krizler konjonktürel işsizliğe neden olmuştur. Türkiye’de İşsizlikle Mücadele ve İstihdam Politikaları Türkiye’de işsizlikle mücadele programları 1960’lı yılların başlarında, planlı dönem ile gündeme gelmiştir. 1960-1980 döneminde uygulanan ithal ikamesine dayalı büyüme modeli, ithalat yerine yerli üretim politikasının egemen olduğu,kendi kendine yeterli, sermaye yoğun, ileri teknolojiye dayalı, temel ve ara mal üretiminin belirleyici olduğu bir sanayileşme biçimini esas almıştır. ** 24 Ocak 1980 kararları ile birlikte yeni bir döneme girilmiş, ekonomiye ilişkin işleyiş piyasa kurallarına terk edilmiştir. Bu tercih, iş gücü fiyatı olan ücretin de piyasa şartlarına göre belirlenmesini beraberinde getirmiştir.Bu dönemde ayrıca ithal ikamesine dayalı büyüme modeli terk edilerek, ihracata dayalı büyüme modeline geçilmiştir. İhracata dayalı büyüme, dış ticarette rekabet olanaklarının geliştirilmesini gerektirmektedir. Rekabet etmenin ilk koşulu olarak iş gücü maliyetlerinin, yani ücretlerin aşağı çekilmesi tercihine yol açmıştır. Bugün Türkiye’de işsizlik sorununun çözümü için hem aktif hem de pasif istihdam politikaları vardr. Türkiye’de Aktif İstihdam Politikaları Türkiye’de iş ve işçi bulma faaliyetleri için 1946 yılında İş ve İşçi Bulma Kurumu kurulmuştur. İş ve İşçi Bulma Kurumu, kamu sektörüne işçi alımı için başvurulması zorunlu bir kurum olurken, özel sektör için isteğe bağlı olarak işlev görmüştür.Kurum, 2003 yılında yeniden yapılandırılarak Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) adını almıştır. İŞKUR Yasası ayrıca iş bulmak amacıyla özel istihdam büroları açılmasını da öngörmüştür. İŞKUR’un aktif istihdam politikaları kapsamında uyguladığı başlıca programlar; istihdam garantili iş gücü yetiştirme kursları, kendi işini kurmayı planlayanlara yönelik meslek edindirme kursları, meslek geliştirme kursları, özürlüleri kapsayan mesleki eğitim ve rehabilitasyon hizmetleri, hükümlülerin mesleki eğitimine yönelik çalışmalar, işsizlik sigortası kapsamında işsizlere verilen eğitimlerdir. Türkiye’de yakın dönemde aktif istihdam politikaları kapsamında ön plana çıkan uygulamalar; işverenlere sağlanan istihdam teşvikleri ve aktif iş gücü programlarının desteklenmesi amacıyla İŞKUR kanalıyla sağlanan iş bulma,danışmanlık, mesleki eğitim, iş gücü uyum, toplum yararına çalışma ve iş gücü piyasası araştırma ve planlama çalışmaları olmuştur. Ancak bu uygulamaların hem kapsamı sınırlıdır hem de kalıcı bir istihdamdır. ** Türkiye’de 2008 yılında 5763 sayılı Yasa ile istihdamın desteklenmesine ilişkin bazı düzenlemeler getirilmiştir. İstihdam paketi olarak da anılan kanun, öncelikle iş gücü maliyetlerini düşürmek ve İŞKUR kanalı ile uygulanan mesleki eğitim programları aracılığıyla iş gücü niteliğini yükselterek iş gücü talebini artırmayı hedeflemiştir. Bu amaçla, mevcut istihdama ek olarak işe alınan kadınlarla, 18-29 yaş arası gençlere ait işveren priminin sigorta primine esas kazancın alt sınırı ile kısıtlı olmak üzere, 5 yıl boyunca ve kademeli olarak İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanması öngörülmüştür. Diğer bir teşvik, işçilerin malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları işveren hissesinin 5 puanlık bölümünün Hazine tarafından karşılanmasıdır. ** İŞKUR 2009-2010 yılları için 10 bini girişimcilik, 100 bini staj eğitimi olmak üzere toplam 200 bin kişiyi kapsayacak mesleki eğitim, 120 bin kişiyi kapsayacak toplum yararına çalışma hedefi koymuştur. 2009 yılında 120 bini erkek, 93 bini kadın olmak üzere toplam 213 bin kişiye 10.113 kurs açmıştır ve bu amaçla 595 milyon TL kaynak kullanmıştır. Bu kursların en çok ilgi görenleri 108 bin kişinin katıldığı genel iş gücü yetiştirme kursları, 44 bin kişinin katıldığı toplum yararına çalışma programları ve 21 bin kişinin katıldığı istihdam garantili kurslardır. ** Bakanlar Kurulu’nun Temmuz 2009 tarihli “Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkında Karar”ı ile yeni yatırımlara verilecek yeni bir teşvik sistemi öngörülmüştür. Bu kapsamda birinci bölgede bulunan yatırımlara 2 yıl, ikinci bölgedekilere 3 yıl, üçüncü bölgedekilere 5 yıl ve dördüncü bölgedekilere 7 yıl süreyle sigorta primi işveren hissesi desteği verilecektir. Üçüncü ve dördüncü bölgede bulunup 31.12.2010 tarihinden sonra başlanılan yatırımlara ise sırasıyla 3 ve 5 yıl süreyle sigorta primi işveren hissesi desteği verilecektir. Teşvikten yararlanmak için işverenlerin SGK’ya prim borçlarının olmaması şart koşulmuştur. Türkiye’de Pasif İstihdam Politikaları Türkiye’de pasif istihdam politikaları kapsamında, işsizlik sigortası uygulaması bulunmaktadır. Türkiye’de işsizlik sigortası oldukça geç bir tarihte, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Yasası ile 1 Haziran 2000 tarihinde yürürlüğe girmiştir. ** 4447 sayılı Yasa’ya göre işsizlik sigortası, bir iş yerinde çalışırken, çalışma istek,yetenek, sağlık ve yeterliliğinde olmasına rağmen, herhangi bir kasıt ve kusuru olmaksızın işini kaybeden sigortalıların işsiz kalmaları nedeniyle uğradıkları gelir kaybını belli süre ve ölçüde karşılayan, sigortacılık tekniği ile faaliyet gösteren zorunlu bir sigortadır. ** 4447 sayılı Yasa, işsizlik sigortası bakımından Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) ile Sosyal Güvenlik Kurumunu (SGK) görevlendirmiştir. İŞKUR işsizlik sigortasının yönetiminden sorumlu iken, SGK primlerin toplanmasından sorumludur. **5510 sayılı Yasa’ya göre işsizlik sigortası primleri işçi, işveren ve devlet katkısına dayalıdır. İşsizlik sigortası primi, prime esas aylık brüt kazancın 1’i sigortalı, 2’si işveren ve 1’i devlet payı olmak üzere toplam 4’üdür. İsteğe bağlı sigortalıların işsizlik sigortası primi, 1 sigortalı ve 2 işveren payı olmak üzere toplam 3’tür. ** İşsizlik sigortası kapsamında; işsizlik ödeneği, kısa çalışma ödeneği, GSS primi ve İŞKUR kursiyerlerinin primlerinin ödenmesi, yeni bir iş bulma ve meslek edindirme, geliştirme ve yetiştirme yardımları sağlanmaktadır. **Kendi istek ve kusuru dışında işsiz kalıp usulüne uygun olarak İŞKUR’a başvuranlardan, hizmet akdinin sona ermesinden önceki son 120 gün prim ödeyerek çalışmış olmak kaydıyla, son üç yılda; ara 300 gün süre ile işsizlik ödeneğinden, sağlık sigortası hizmetlerinden, danışmanlık ve işe yerleştirme hizmetlerinden ve mesleki eğitim hizmetlerinden yararlanmaktadırlar. Kısa Çalışma Ödeneği:Kısa çalışma, en az dört hafta, en fazla üç aylık bir süreyle iş yerinde uygulanan haftalık çalışma süresinin en az üçte bir oranında azaltılarak uygulanmasıdır. Kısa çalışma hâlinde İşsizlik Sigortası Fonu’ndan kısa çalışma ödeneği ödenir. İşçinin kısa çalışma ödeneğine hak kazanabilmesi için hizmet akdinin feshi hariç işsizlik sigortası hak etme koşullarını yerine getirmesi gerekir. Mesleki Eğitim ve İş Bulma:İşsizlik sigortasından sağlanan ikinci önemli yardım mesleki eğitim ve iş bulma yardımıdır. İşsizlik ödeneği işsizliğin olumsuz etkilerini hafifletmeye yönelik geçici nitelikte bir yardım olup, sigortalı işsizlere mesleklerine uygun ve son yaptıkları işin ücret ve çalışma koşullarına yakın bir iş bulunması nihai bir hedeftir. 4447 sayılı Yasa İş-Kur’a işsizlere iş bulmanın yanı sıra, mesleki eğitim, geliştirme ve yetiştirme hizmeti görevini de vermiştir. Bu kapsamda İş-Kur bünyesinde bir kısmı istihdam garantili olan meslek edindirme kursları düzenlenmektedir. Ücret Garanti Fonu:4447 sayılı Yasa’nın ek 1. maddesi ile sigortalı sayılan kişileri hizmet akdine tabi olarak çalıştıran işverenin konkordato ilan etmesi, işveren için aciz vesikası alınması, iflası veya iflasın ertelenmesi nedenleri ile işverenin ödeme güçlüğüne düştüğü hâllerde geçerli olmak üzere, işçilerin iş ilişkisinden kaynaklanan üç aylık ödenmeyen ücret alacaklarını karşılamak amacı ile İşsizlik Sigortası Fonu kapsamında ayrı bir Ücret Garanti Fonu oluşturulmuştur. ** Ücret Garanti Fonu’nun gelirleri, işverenlerce işsizlik sigortası primi olarak yapılan ödemelerin yıllık toplamının yüzde biri ile bu primlerin değerlendirilmesinden elde edilen kazançlardan oluşur. Fonun giderleri ise ücret alacağı ile bu alacağın ödenebilmesine yönelik yapılan diğer harcamalardan oluşur. SONUÇ Türkiye’de işsizlik sorununun çözümü için tercih edilen aktif ve pasif istihdam politikalarının, hem işsizlik sorununun çözümünde hem de işsiz kalan bireylere sağlanan gelir destekleri bakımından etkili ve yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. **Türkiye’de işsizlikle mücadele için hem iş gücü arzı hem de iş gücü talebini etkilemeye dönük, somut, uygulanabilir ve kapsamlı istihdam politikalarına acilen ihtiyaç vardır. Bu kapsamda bir yandan iş gücü fazlalığını azaltmaya, öte yandan iş gücü talebini artırmaya yönelik politikaların üzerinde önemle durmak gereklidir. NOT= İşsizlik tüm dünyada önemli bir sorundur. İşsizlik sorunu Türkiye için daha ağır bir sosyo ekonomik sorundur. UNITE=9 **Çalışma ilişkileri, sanayileşmenin doğurduğu bireysel düzeydeki işçi işveren ilişkilerinden, örgütlü gruplar arasındaki toplu iş ilişkilerine geçişle ortaya çıkmıştır. **Çalışma ilişkilerini belirleyen en önemli faktör kuşkusuz ekonomik faktördür. **Ekonomik yapı ve izlenen iktisat politikaları, döneminin sosyal ve siyasal uygulamalarını, teknolojilerini, üretim ve yönetim biçimlerini, çalışma koşullarını ve düzenlemelerini ve çalışma ilişkilerini etkileyip biçimlendirmektedir. **Sanayileşmenin doğurduğu çalışma ilişkileri; odağında bölüşüm ve çalışma koşullarına yer veren, emek ve sermaye örgütleri arasındaki toplu pazarlıklara dayalı kurumsallaşmış bir ilişkiler bütünüdür. **Çeşitli ülkelerde ve çeşitli yazarlarca çalışma ilişkileri teriminin yerine değişik terimlerin kullanıldığı görülmektedir. Bunlar; endüstri ilişkileri, mesleksel ilişkiler,eşit yanlı ilişkiler, sendikal ilişkiler, toplu ilişkiler, iş ilişkileri, işçi-işveren ilişkileri ve emek sermaye ilişkileridir. **Endüstri ilişkileri kavramındaki endüstri teriminin tarım, madenler, ağır sanayi, yapımevi ve yapı, ticaret, bankalar ve taşımayı içeren en geniş anlamıyla kullanıldığı 1956 yılında Richardson tarafından vurgulanmıştır. çalışma ilişkileri kavramını oluşturan beş önemli unsurdan söz etmek mümkündür: &-Çalışanlarla işverenler arasında çalışma eyleminden kaynaklanan bir iş ilişkisinin bulunması, &-İş ilişkisinin üretim sonucu elde edilen artığın ücret ve kâr olarak bölüşümünü kapsaması, &-Çalışma koşulları ve kurallarının karşılıklı belirlenmesi, &-İlişkilerin kurumsallaşmış olması, &-Çözüm yollarının çatışmacı veya barışçı sürekleri kapsamasıdır. &-Çalışma ilişkilerinin temel konusunu, çalışan ve çalıştıran arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi, aktörleri ve bunlar arasında toplu düzeyde işleyen barışçı ve çatışmacı süreçleri, bir diğer anlatımla kurumsallaşmış ilişki ve eylem biçimleri oluşturmaktadır. çalışma ilişkilerinin ilgi alanını belirleyen konular: 1. İşçi-işveren ilişkilerini çevreleyen sosyoekonomik düzen, 2. Sendikaların özellikleri, 3. Sendikaların taktik ve stratejileri, 4. Toplu pazarlığın yapısı, 5. Devlet kontrolünün çerçevesidir. ÇALIŞMA İLİŞKİLERİNDE KURAMSAL YAKLAŞIMLAR klasik yaklaşım,sistem yaklaşımı, kurumsal yaklaşım, sosyolojik yaklaşım, Marksist yaklaşım, neokorporatist yaklaşım ve insan kaynakları yaklaşımıdır. Klasik Yaklaşım:Çalışma ilişkileri alanındaki ilk kuramı oluşturan klasik yaklaşım, İngiliz araştırmacılar Beatrice ve Sidney Webb tarafından 1897 yılında yayımlanan “Industrial Democracy” (endüstriyel demokrasi) kitabı ile gündeme gelmiştir.İşçi ve işveren sendikaları sorunlarını çözmede devlet tarafından serbest bırakılmalı, dolayısıyla toplu pazarlıklar tamamıyla bir sendikal eylem aracı olmalıdırlar. **Uzun süre yürürlükte kalan klasik model, II. Dünya Savaşı’ndan sonra artık devletin, klasik endüstri ilişkileri sisteminin çözemediği sorunlara daha yoğun bir biçimde müdahale etmesi gerektiği beklentisi ile etkisini yitirmiştir. Sistem Yaklaşımı:Sistem yaklaşımı, çalışma ilişkileri alanında en çok kabul gören, en çok tartışılan ve en çok eleştirilen kuram olma özelliği göstermektedir. Çalışma ilişkileri alanında sistem yaklaşımını ilk kez 1958 yılında “industrial relations systems” (endüstriyel ilişkiler sistemi) ile John T. Dunlop ortaya atmıştır. Endüstri ilişkileri sistemi, sosyal sistem bütününün belirli bir parçasını oluşturan bir alt sistemdir.Genel sistemle karşılıklı bir etkileşim içinde bulunan endüstri ilişkileri sistemi, iktisadi ve siyasi alt sistemlere ayrılır. Dunlop’a göre endüstri-çalışma ilişkileri sisteminin dört ögesi vardır: 1.Aktörler 2.Bağlam 3.Kurallar 4.İdeoloji ***Dunlop’a göre sistemin başlıca konusu ve “çıktısı” olan kurallar, sistemin çevresinin ve aktörlerin durumunun değişmesine koşut olarak zamanla değişebilir.Kuralların konulması ve uygulanması için dört değişik süreç bulunmaktadır: a) Devlet ve işçi tarafının karışması olmaksızın, işverenlerin tüm eylem özgürlüğüne sahip olması b) İşçi ve işverenlerin önemli sayılabilecek bir iş birliği olmaksızın, kamusal makamların başlıca rolü oynaması c) Kamu makamlarının karışması olmaksızın, işçi ya da işveren örgütlerinin ve işçilerin kuralları üretmeleri d) Her aktör kuralların konulmasında ve uygulanmasında payının ve rolünün bulunmasıdır. Kurumsal Yaklaşım:Çoğulcu yaklaşım olarak da adlandırılan kurumsal yaklaşım, Webb’lerin kaldığı yerden başlanan ve Dunlop’un sistem yaklaşımı ile siyaset biliminin çoğulculuğundan yararlanarak oluşturulan bir kuramdır. Önemli temsilcilerinden olan Alan Flanders’e göre endüstri ilişkileri, endüstrideki yapısallaşmış ve düzenlenmiş bazı ilişkileri kapsamaktadır.Temel hedef, hükûmetin müdahalesi olmadan toplumsal bütünleşmeyi sağlamak ve korumaktır. Çatışma ve düzensizlik sistemin girdisini, kurallar da çıktısını oluşturmaktadır Sosyolojik Yaklaşım:Sosyologların çalışma ilişkileri alanına ilgisi nedeniyle 1950’li yıllardan bu yana bir disiplin olan çalışma sosyolojisinin yanı sıra bir de “endüstri ilişkileri sosyolojisi”alt disiplini oluşmaya başlamıştır. Bu alana katkıda bulunan sosyologların başında C.J. Margerison gelmektedir. Margerison, Flanders’in kurumsal yaklaşımını çürütmeye çalışmıştır.Bu yaklaşıma göre, hem sistem hem de kurumsal yaklaşım, endüstri ilişkilerinin temel unsuru olan uyuşmazlık ve çatışmaların yapısı ve nedenlerini açıklamayı bir kenara bırakmış, kuralların yapılması ve kurumlar mekanizmasına gereğinden fazla değer vermiştir. Marksist Yaklaşım:Marx ve Engels Döneminde sendikaların gelişim sürecinde olması, çalışma yaşamını düzenleyen kurumların oluşmaması ve toplu pazarlık sürecinin henüz başlangıç aşamasında olması, Marksist yaklaşımın sistematik bir endüstri ilişkileri kuramı üzerinde durmasını engellemiştir. **Marksist teori için kapitalizm toplumsal süreçte yalnızca bir basamaktır.Kapitalizm öncesi ilkel komünal toplum ve feodal toplum yapılarında olduğu üzere,kapitalizm de toplumsal süreçte yalnızca bir evredir. Marksizme göre emek sermaye arasındaki çatışma, proletarya diktatörlüğü ile sonuçlanacaktır. Bu süreci üretim araçları mülkiyetinin topluma ait olduğu sosyalizm takip edecektir. Asıl amaç, sosyalizm sonrası komünist yani sınıfsız topluma ulaşmaktır. Neokorporatist Yaklaşım:Endüstri ilişkileri alanında devlet ile çıkar grupları arasındaki ilişkiyi tanımlamak için korporatizm kavramı kullanılmaktadır.P.C. Schmitter tarafından ortaya atılan neokorporatist model döneminde çıkarlar, devlet tarafından gözetilip çıkar örgütleri tarafından temsil edilmekte ve bu temsil genellikle uzlaştırma şeklinde işlemektedir. Bu dönemde artık, işçi ve işveren örgütleri arasında eşit bir rekabet söz konusu değildir. Çünkü artık, edilgen bir devlet yerine çıkarları yönlendiren ve yapılandıran müdahaleci bir devlet vardır. İnsan Kaynakları Yaklaşımı:Tekilci yaklaşım veya yeni endüstri ilişkileri olarak da adlandırılan bu yaklaşımda yönetim, sendikaları devreden çıkararak veya sendikaları ikinci plana iterek çalışanlarla dolaysız ilişkiler kurma yoluna girmektedir. Bu amaçla “toplam kalite”, “kalite çemberleri” ve “toplam kalite yönetimi” gibi yaklaşımlar kullanılmakta, bu yolla iş gücünün daha verimli, daha katılımcı, daha esnek bir şekilde yönetime katılması sağlanmaktadır. Endüstri ilişkilerinde yapısal bir dönüşüme neden olan bu değişim;Endüstri ilişkileri kurumlarının rollerini ve etkinliklerini değiştiren,Endüstri ilişkileri alanındaki kurumların önemi azalırken “birey”in önemini artıran,Geleneksel endüstri ilişkilerinde yeniden yapılanmaya neden olan bir süreç olarak değerlendirilebilir. Çalışma İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi Çağdaş anlamda çalışma ilişkilerinin ortaya çıkmasına yol açan taraflar olan işçi ve işveren, sanayi devrimi ile ortaya çıkmıştır. Çalışma ilişkilerinin kökeni incelendiğinde, kölelik ve tutsaklık dönemindeki çalışma ilişkileri ile lonca düzeni içindeki çalışma ilişkileri süreçleri karşımıza çıkmaktadır. Ortadayapılan bir iş ve o işi yapan bir kişi ve yaptıran ayrı bir kişi bulunmaktadır. Bu bağlamda temel anlamda çalışma ilişkilerinin unsurları: İş, işçi, işverendir. Çalışma İlişkilerinin Kökenini Oluşturan Çalışma Düzenleri Kölelik Düzeni:Tarihte ve özellikle milattan önceki İlk Çağ Dönemlerinde kölelik ve tutsaklık düzeni, çalışmanın ve üretimin en yaygın biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Lonca düzeni:İlk Çağların kölelik düzenine yer veren ekonomisi tarıma dayanırken, Orta Çağın bir kurumu olan loncalar ise ekonomi, zanaat ve genellikle ticarete dayanmaktaydı. Loncalar, belli meslek gruplarının oluşturdukları zanaatçı örgütleriydi. Neredeyse tüm ülkelerde ortaya çıkmış ve kendi kültürlerinin de etkisiyle farklı şekillerde gelişip büyümüş olan Loncalar, bir çeşit hiyerarşik yapılardır. Bu yapılar usta, kalfa ve çırakları barındırır. Bu nedenledir ki hiyerarşinin en üstünde yer alan usta niteliğine ulaşmış olan zanaatçılar tarafından kurulmuş olan örgütlerdir. Çağdaş İşçi Sınıfı:Çalışma ilişkilerinde kölelik düzeninin yıkılışı ve ardından da uzun yıllar hüküm sürmüş olan lonca düzeninin hâkimiyetini kaybetmesi, yerini çağdaş işçi sınıfına bırakmıştır. Çağdaş işçi ve işçi sınıfı, sanayi devrimi olarak tanımlanan ekonomik ve toplumsal dönüşüm sürecinin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Sanayi devrimi;kapitalizm, liberalizm ve makine ile birlikte İngiltere’de doğmuş ve büyümüştür. Kırsal çözülmeyi hızlandırarak emekçilerin fabrika bölgelerine göç etmelerine yol açmış ve bir bakıma şehirlerin büyüyüp gelişmesine de neden olmuştur. Böylece artık fabrikalar, yani kalabalık bir işçi grubunun birlikte çalıştığı mekânlar ortaya çıkmıştır. Çağdaş Anlamda Çalışma İlişkilerinin Geçirdiği Aşamalar Kapitalist toplumlarda, devletin rolüne ve amaçlarına bağlı olarak çalışan ve çalıştıran ilişkilerinin sanayi devriminden günümüze kadar uzanan evrimi boyunca geçirdiği niteliksel dönüşümler dört aşamaya ayrılmaktadır. Bu aşamaları içeren dönemler; “liberal ve bireyci”, “karışmacı”, “toplu iş ilişkileri” ve “neoliberal” dönemlerdir. Liberal ve Bireyci Dönem:bu dönemin en temel özelliği, sanayi devriminin başlangıç evresine denk gelmesidir. Bu dönemde, çalışma koşulları ve iş ilişkileri, iktisadi liberalizmin çalışma yaşamına yansıması olan eşitlik ve sözleşme özgürlüğü ilkeleri çerçevesinde, işçi ile işveren arasındaki bireysel iş sözleşmesine dayanmaktadır.Gülmez, Türkiye’de 1936 tarihli İş Yasası’nın kabulü öncesi dönemi,liberal ve bireyci dönem olarak nitelendirmektedir. Karışmacı Dönem:Liberal ve bireyci aşamanın aksine bu aşamada devlet, bir yandan ekonomik yönden güçsüz tarafı oluşturan işçiyi “koruyucu” bir aktör olarak çalışma yaşamına müdahale etmiş, öte yandan o zamana kadar işverenin tekelinde olan çalışma ilişkilerini “düzenleme” rolünü de üstüne almaya başlamıştır.Bu dönemde devlet “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” anlayışını terk etmeye başlamış, ilişkilerin özellikle ekonomik yönden güçsüz tarafı olan işçiyi korumak adına, çeşitli etkenlerle tümüyle işveren yararına ve tek yanlı işleyen sözleşme ilkesini sınırlandırmak ve işçi yararına düzeltmek için çalışma ilişkilerinde uyulması zorunlu asgari hukuksal bir çerçeve çizmeye başlamıştır. **Gülmez’e göre bu dönemin ayırt edici bir diğer özelliği de devletin yalnızca koruyucu ve düzenleyici bir aktör olarak değil, aynı zamanda çalışma yaşamını otoriter olan yasakçı ve baskıcı kurallardan arındıran bir aktör olarak sitemde yer almaya başlamasıdır. Türkiye’de karışmacı dönem, 1936-1963 yılları arasındaki dönemdir. Toplu İş İlişkileri Dönemi:bu dönemi bir önceki aşama olan karışmacı dönemden ayıran en temel özellik, bir bakıma yasakçı ve baskıcı iş ilişkileri anlayışından, daha özgür ve demokratik çalışma ilişkilerine geçilmiş olmasıdır. Bu dönemde emekçi gruplar kendi hak ve menfaatlerini artık işverenle aynı güce sahip kendi temsilcileri ve örgütleri aracılığıyla talep etmeye ve pazarlık yapmaya başlamışlardır. Bunun sonucunda çalışma ilişkileri, kurumsallaşmış barışçı ve çatışmacı süreçler çerçevesinde yapılan toplu pazarlıklara dayalı olmaya başlamıştır.Türkiye’de bu dönem 1963-1980 arasındaki döneme denk düşmektedir. Neo-liberal Dönem:Neoliberal anlayış, sosyal amaçlı kamu harcamaları ile verimlilik artışı üzerinde seyreden ücret artışlarını bu dönemde önemli bir sorun olan enflasyonun temel nedenleri olarak görmüş ve enflasyonu düşürüp dış rekabet gücünü yeniden kazanmak için iş gücü maliyetlerinin düşürülmesi ve refah devleti uygulamalarından vazgeçilmesi ilkelerini benimsemiştir. **1970’li yılların ortalarından itibaren endüstri toplumunun (fordist üretim modelinin) temel özelliklerini oluşturan kitle üretimi, kitle tüketimi, mavi yakalı iş gücü, büyük ölçekli fabrikalar ve aşırı iş bölümüne dayanan geleneksel üretimin yerini; yüksek teknolojiye dayalı, istikrarsız ve hızla değişen yapılara uyum gösteren endüstri ötesi toplum (post-fordist üretim modeli) almıştır. Türkiye’de 1980 sonrası çalışma ilişkilerini neoliberal dönem olarak adlandırmak mümkündür. Çalışma İlişkilerinin Tarafları İşçi:Yasal mevzuat, çalışma ilişkilerinin tarafı olan işçi sınıfı, diğer bir anlatımla bağımlı çalışanlar arasında ayrıma gitmiştir. Böylece emek gücü ayrıştırılmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda kamuda özel kanunlarla çalıştırılan emekçiler “memur” olarak sınıflandırılmış, asıl paydasından ayrıştırılmıştır. Koç’a göre,“işveren ister özel sektör ister devlet olsun, kapitalist sistemde mülksüzleşmiş (topraktan ve esnaflıktan kopmuş) tüm ücretlilere “işçi” denir. İŞÇİYİ; -1475 sayılı eski İş Yasası’nda işçi “bir hizmet akdine dayanarak herhangi bir işte ücret karşılığı çalışan kişi -4857 sayılı İş Yasası’nın yapmış olduğu tanım da benzer şekilde işçiyi, “bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişi -2821 sayılı Sendikalar Yasası da işçiyi, birkaç istisna dışında “hizmet akdine dayanarak çalışan” kişi İşveren:2821 sayılı Sendikalar Yasası işvereni, “işçi sayılan kimseleri çalıştıran gerçek veya tüzel kişi veya tüzel kişiliği olmayan kamu kuruluşları,4857 sayılı İş Yasası işvereni, iş sözleşmesine vurgu yaparak “ bir iş sözleşmesine dayanarak işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişi yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlar olarak tanımladı. Tarafların Sendikal Örgütlenme Modelleri İşçi sendikaları ile birlikte işveren sendikaları da doğmuştur. Ancak ilk işveren sendikası, işçi sendikalarına göre oldukça geç bir tarihte 1913 yılında yine İngiltere’de kurulmuştur. İşveren Sendikaları, işverenlerin çıkarlarını örgütlenmiş iş gücü talepleri ile hükûmetlere karşı korumakamacıyla kurulmuşlardır.Sendikalar, taban örgütlenme modelleri, üst örgütlenme modelleri ve uluslararası örgütlenme modelleri olarak üç kategoride gruplandırılmaktadır. -Taban Örgütlenme Modelleri: Meslek, iş kolu, iş yeri (işletme) ve genel sendikalar olarak sınıflandırılır. İşverenler yalnızca iş kolu düzeyinde örgütlenmektedir. Meslek Sendikaları:Elektrikçi, ayakkabı yapım işçileri ve şapka yapım işçileri vb. gibi belirli bir mesleğe sahip emekçilerin üye oldukları sendikalardır. İş kolu Sendikaları:Farklı mesleklere mensup, fakat aynı işkolunda çalışan işçilerin üye oldukları işçileri kapsar.Türkiye’deki örgütlenme biçimidir. İş yeri (İşletme) Sendikaları:Değişik meslekleri barındıran, bir iş yeri veya farklı işyerlerini bünyesinde barındıran, işletme düzeyinde çalışan emekçilerin üye oldukları sendikalardır. Genel Sendikalar:Meslek ve işkolu ayrımı yapmadan tüm işçileri örgütleyen sendika modelidir. -Üst Örgütlenme Modelleri:Sendika birlikleri, federasyonlar ve konfederasyonlardan oluşmaktadır. Sendika Birlikleri: Belli bir coğrafi yer ve bölgede bulunan farklı iş kollarındaki sendikaların bir araya gelmesiyle oluşan yerel, yatay örgütlerdir (Sivas İşçi Sendikaları Birliği gibi). Federasyonlar:Bir bölge veya ülke düzeyinde faaliyet gösteren aynı iş kolundaki sendikaların bir araya gelmesi ile oluşan bir üst örgütlenme modelidir. Konfederasyonlar:Ulusal düzeyde farklı iş kollarında faaliyet gösteren sendikaların bir araya gelmesiyle oluşan, merkezi düzeydeki üst örgütlenmedir (DİSK, Türk-İş, Hak-İş, TİSK gibi). -Uluslararası Örgütlenme Modelleri: Dünya çapında veya bölgesel düzeyde (örneğin yalnızca Avrupa bölgesi için) faaliyet gösteren uluslararası sendikal örgütlerdir. NOT=Türkiye’de 2009 yılında 1 milyon 17 bin memur sendikalıdır. UNITE=10 Günümüzde yaşanan önemli sosyal politika sorunları arasında işsizlik, gelir dağılımı ve adaletsizliği, yoksulluk ve sosyal dışlanma gündemdeki yerlerini korumaktadır. İŞSİZLİK Çalışma yeteneğinde, isteğinde ve çalışmaya hazır olup da gelir getireceği bir işe sahip olamama durumudur.işsizliğin en önemli nedenleri arasında; ekonomik nedenler, hızlı nüfus artışı, göç, sağlıksız kentleşme, eğitim, cinsiyet faktörü, yaş faktörü ve özürlülük durumu sayılabilir.İşsizlik, temelde ekonomik süreçlere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Buna karşılık toplumsal ve bireysel nitelikli pek çok değişken de işsizliğin nedenleri arasında etkili olmaktadır. Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri, nüfus artış hızları, göç ve kentleşme, eğitim, yaş ve cinsiyet ve özürlülük durumu da işsizliğin önemli nedenleri arasında yer almaktadır. İşsizliğin Sonuçları Sosyal Sonuçları:Artan işsizlik hem bireysel hem de sosyal düzeyde önemli sonuçlar yaratır. İşsizlikle birlikte gelirin yitirilmesi psikolojik yıkım sürecini başlatmakta ve zaman içerisinde yoksullaşmayla beraber fiziksel ve ruhsal sağlık bozulmakta ve öz güven yitirilmektedir.Güven, ümit, cesaret gibi özsel değerler yanında yetenek, bilgi ve beceri gibi işsel değerlerin de kaybı gündeme gelmekte ve problemler ağırlaşmaktadır.Bu da yeni bir işe girme başarısı ve isteği üzerinde olumsuz etki yaptığı gibi, tekrar çalışmaya başlama durumunda da benzer bir etkinin uzun bir süre daha devam etmesine yol açmaktadır . İşsizlikten en çok etkilenenlerin alt sosyo ekonomik düzeyde bulunanlar oldukları görülmüştür. Aileye İlişkin Sosyal Problemler:Özellikle ailenin gelirinin tek kişi tarafından sağlandığı durumlarda işsizlik aile içi ilişkilerin zedelenmesinden aile bağlarının kopmasına kadar pek çok probleme neden olabilmektedir. İşsizlikle birlikte birey, ailesinden ve çevresinden aldığı sosyal ve psikolojik desteği kaybetmektedir. Kendisini yalnız ve dışlanmış hissedebilmektedir. Bu dışlanmışlık duygusu bireyin diğerlerine kin ve öfke duymasına kadar gidebilmektedir. Yoksulluk:Araştırmalar, işsizliğin yoksulluk riskini artırdığı ve yoksulluğun da insanların işe geri dönmelerini güçleştirerek tam bir kısır döngüye neden olduğunu ortaya koymuştur. İşsizlik, kötü sağlık koşullarının başlıca sebeplerinden biri hâline gelen yoksulluğu yaratır. Suç:İşsiz birey, yaşadığı gelir kaybına, bireysel özelliklerine ve çevresel etkilere bağlı olarak,suç davranışına yönelebilmektedir.Kızmaz ,işsizliğin, bireyin sosyal değer ve normlara olan bağlılığına karşı çözücü bir etkisi olduğunu belirterek, bireylerin sosyal norm ve değerlere olan bağlılığını azaltıcı ve sapkın davranışları sergilemelerinde etkili olabileceğine dikkat çekmektedir. İkinci olarak ise; işsizliğin dışlanmışlık duygusunu da beraberinde getirebileceği ve bireyde bir işe yaramama gibi suçluluk duygusuna neden olarak belli bir seviyede psikolojik problemlerin oluşmasına katkı sağlayabileceği vurgulanmaktadır. İntiharlar:ekonomik problemler ve toplumla bütünleşememe intiharlar üzerinde etkili olmaktadır. Durkheim toplumların kriz dönemlerinde intiharların arttığını belirtmiştir. GELİR DAĞILIMI VE ADALETSİZLİĞİ Gelir yoksulluğu, yaşamı sürdürmek ya da asgari yaşam standardını karşılamak için birey ya da hane halkının ihtiyaç duyduğu temel gereksinimlerin karşılanabilmesi bakımından yeterli miktarda gelirin elde edilememesi durumu olarak tanımlanabilir. İnsani yoksulluk; Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından 1997 yılında yayınlanan İnsani Gelişme Raporu’nda ortaya konulan insani yoksulluk kavramı insani gelişme ve insanca yaşam için parasal olanakların yanı sıra temel gereksinimlerin karşılanabilmesi için ekonomik, sosyal ve kültürel bazı olanaklara sahip olmanın da gerekli olduğu fikrine dayanır.Aynı raporda insani yoksulluğu ölçmek için insani yoksulluk endeksi (The Human Poverty Index-HPI) geliştirilmiştir. **Gelir eşitsizliğinin Türkiye’deki boyutları, Türkiye’nin eşitsizlikte dünya klasmanında önemli yer tuttuğunu ortaya koymaktadır. Türkiye, gelir eşitsizliğinin de en yoğun biçimde görüldüğü, üst orta gelir grubundaki ülkeler arasında,eşitsizlikte beşinci ülke durumunda. İstanbul tek başına ele alındığında ise, gelirin İstanbul’daki bölüşümünün Brezilya’dakinden bile kötü olduğu görülmektedir. **Dünya Bankası verilerin göre, gelir eşitsizliğinde liderin Brezilya olduğu görülür. G.Afrika, Şili, Meksika ve Brezilya’dan sonra Türkiye, bölüşüm ilişileri en kötü diğer 5. ülke. Yoksulluğun gözle görülen yansımaları (a) kötü beslenme, (b) cehalet,(c) çeşitli hastalıklara sahip olma, (d) sağlıksız çevre koşulları (sequantelsurroundings), (e) yüksek oranda bebek ölümü, (f) kısa ömür beklentisi, (g) yetersiz gelişim (zihinsel ve diğer alanlarda), (h) suç oranlarının yükselmesi, (ı) şiddete yönelik çetelerin oluşması olarak kendisini her yerde göstermektedir. YOKSULLUK VE SOSYAL DIŞLANMA yoksulluk, insanların yeterli kaynaklara sahip olmamaları nedeniyle asgari yaşam standartına ulaşamaması ve topluma tam ve eşit katılımlarının engellenmesi durumu olarak tanımlanabilir. Yoksulların genel özellikleri sıralanırsa, bunların düşük gelirli, düşük ömür beklentili, kötü beslenen, kötü meskenlerde barınan, çok çocuklu, sakat ve hasta üyelerinin olma olasılığı yüksek ailelerdir. Ayrıca şu özelliklere sahiptirler; 1) Sosyal ve kültürel düzeylerde çeşitlilikleri deneme şans ve fırsatları ve sosyal rolleri çok sınırlıdır. Daha basit düzeydeki akraba ve komşu ilişkilerinin dışına çıkmazlar; dış dünyaya açık değillerdir. 2) Güçsüz ve çaresizdirler. Becerisiz ve eğitimsiz olduklarından kolaylıkla iş piyasasından atılacak kişilerdir. İş ve yaşam dünyalarını kontrol, durumu değiştirme, savaşma, pazarlık etme güçleri azdır. 3) Yoksunluk çekerler. Amaçları yoktur ve başarılı olmaktan vazgeçmiş,toplumdan tecrit olmuşlardır. 4) Güvensizdirler. Hastalık, iş kaybı, yasal sorunlar gibi önceden tahmin edilemeyen durumlar başlarına geldiğinde altüst olurlar. Yoksulluğun Nedenleri Bireysel sebepler; fiziksel, mental, yaşa bağlı yetersizlikler, yetersiz eğitim ve öğretimden dolayı beceri yokluğu veya eksikliği, kültürel eksiklik, yeteneksizlik,güvencesizlik, kişilik bozukluğu olarak sıralanır. Toplumsal sebepler; kişisel nedenler kadar etkilidir. Ekonomik kriz, iş olanaklarının azlığı ya da yokluğu başta gelen yoksulluk sebebidir. Özellikle makineleşme ve otomasyon sonucu iş gücü talebinin azalması teknolojik gelişme ile eski becerilerin geçersiz kalması işsizliğe ve yoksulluğa yol açar. Yoksulluk ve Sağlık:Yoksulluğun getirmiş olduğu açlık ve kötü beslenmeye dayalı bir sorundur. Çocuk ve bebek ölüm hızının yüksekliği, büyüme ve gelişme gerilikleri gibi bozukluklar yetersiz ve dengesiz beslenmenin sonucudur. Yoksul aileler gelirlerinin önemli bir kısmını gıda, yiyecek için harcarlar. Gelir düzeyi arttıkça gıda masraflarının bileşimi de değişir. Yoksulluk ve Barınma:Yaşanan ortamın kişi üstündeki etkisi çok fazladır. Özellikle ev günlük faaliyetleri, sosyal etkileşimi ve genel iyilik hâlini tayin eder. Yoksulluk; suyu akmayan, ısıtması güç, haşaratın olduğu, kanalizasyonun olmadığı, standart altı bir evde oturmak demektir. Yoksulluk ve Eğitim:Yoksul bölgelerde okulların kalitesi büyük olasılıkla düşüktür. Okuldan erken yaşta ayrılma oranı yüksektir.Eğitim eksikliği yaşamlarını, geleceklerini planlayamayan kişiler ve aileler ortaya çıkarır. Yoksulluk bu eksikliğe sebep olarak kültür ihtiyacının düşük ve basit düzeyde kalmasına neden olur. Yoksulluk ve Duygusal Gelişim:Yoksulluk çoğu kez düşük benlik saygısı, üzüntü ve her yönlü gelişim geriliğine neden olur. Kişinin erken çocukluk döneminde, aile içinde ve diğer gruplarla yaşadığı ilişki deneyimleri, kişilik gelişimi için önemli ögelerdir. Sosyal Dışlanmanın Tanımı ve Unsurları Dışlama kavramını, bireylerin ya da grupların hem belli maddi kaynaklardan dışlanması ya da toplumun diğer bazı grupları, katmanlarıyla sosyal bağlar kurmasının zorlaşması olarak anlamak mümkündür. Sosyal dışlanma, genellikle, bireylerin ve grupların yaşadığı yoksunluk veya yetersizlik durumu olarak görülmektedir. Sosyal dışlanma, birbirinden farklı gibi görünen ancak çoğu zaman iç içe geçmiş birbirlerini etkileyen ve tamamlayan unsurlara sahiptir. Bu unsurlar, 1.Çok boyutlu yoksunluk süreci, 2.Toplumla bağların kopması ve dayanışmanın bozulması, 3. Yurttaşlık haklarından yoksunluk 4. Yeterlilikten yoksunluktur. **Sosyal dışlanma, toplumun kaynakları nasıl kullandığı ve bunlardan kimlerin yararlandığına ilişkin doğrudan ekonomik politikaları ve tercihleri açıklar.Örneğin, AB sosyal dışlanmaya tematik yönünün dışında analitik bir bakış açısıyla yaklaşmıştır ve bu bağlamda sosyal dışlanma sürecini oluşturan önemli noktaları şu şekilde özetlemiştir: Gelir, vergileme ve sosyal koruma,Tüketim ve borçlanma,Eğitime erişim,İstihdam, işsizlik ve eğitim, Çalışma koşulları,Barınma ve evsizlik,Sağlık, sosyal hizmetlerden yararlanılabilirlik ve komşuluk desteği. AB Sosyal Dışlanma Göstergeleri:Yaş, toplumsal cinsiyet ve mülkiyet bozulmalarının olduğu düşük gelir oranı,gelir dağılımı, düşük gelirin kalıcılığı, sürekliliği, bölgesel uyum, uzun vadeli işsizlik oranı, hane halkında çalışmayan kişiler, okuldan ayrılmak zorunda kalanlar,doğuştan yaşam ümidi, gelir düzeyine bağlı olarak kendi sağlık durumunun tanımlanması. Sosyal Dışlanmanın Biçemleri 1. Ekonomik Alandan Dışlanma:Mal ve Hizmet Piyasalarından Dışlanma (Temel gereksinmelerden dışlanma ve gelir yoksulluğu ve tüketim toplumundan dışlanma) İşgücü Piyasasından Dışlanma (İşsizlik, eğreti istihdam ve çalışan yoksullaratipik istihdam-enformel istihdam ve çalışan yoksullar) 2. Toplumsal Alandan Dışlanma:Mülkiyetten ve Konuttan Dışlanma Sosyal Refah Hizmetlerinden Dışlanma (Eğitim, Sağlık, Sosyal Güvenlik) 3. Siyasal Alandan Dışlanma:Demokrasi, Haklar ve Yönetim, Göçmenler ve Azınlıklar Yoksulluğun ve Sosyal Dışlanmanın Önlenmesine Yönelik Sosyal Politikalar Sanayileşme, daha fazla üretim, daha fazla gelir elde etme yoksulluğu yok etmede önde gelen çözüm sayılır. **Bir ülke bütün üyelerine, hem çalışanlar hem de bağımlılarına, yetecek oranda üretene kadar yoksulluk kaçınılmazdır.Bu çözüm özellikle makro ekonomik politikalar, istihdam ve tedbirlerin alınmasını gerektirir. Vergi sisteminde yapılacak bazı düzenlemelerle gelir dağılımında adaleti sağlamak.Maddi destek ve güvencenin yanında yoksulluğun yıkıcı etkilerini hafifletmek için çözüm getirecek hizmetlerin varlığı, rehabilitasyon çalışmaları önemlidir. **Yoksulluğa bir başka deyişle ekonomik risk faktörüne karşı en önemli ve günümüzde hâlâ geçerli çözüm yolu kuşkusuz resmî olmayan sosyal destek sistemidir. **İşsizliği ortadan kaldıracak devlet politikalarının geliştirilmesi gerekir.Yoksullukla mücadele yönünde dünya çapında ülkeler birtakım politikalar öne sürmüştür. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı da sürdürülebilir insani kalkınma çerçevesinde yoksulluğu ortadan kaldırma yolunda ve sosyal dışlanmayı azaltıcı ülke stratejileri için politika öncelikleri oluşturulmuştur. Buna göre; &-İnsan odaklı gelişmeye imkân sağlayacak bir çevre yaratmak &-Herkesi kendine yeterli kılmak &-Geniş tabanlı ve eşitlik sağlayıcı büyümeyi teşvik etmek &-Temel hizmetler ve sosyal hizmetlere erişebilme yollarını açmak &-İş ve yaşamı sürdürme imkânlarını artırmak &-Kredi ve üretim imkânlarında eşitlik sağlamak &-Ulusal politika ve bütçeleri gözden geçirmek &-Sosyal gelişme için kaynakları seferber etmek &-Yoksulluğu yok etmek için ulusal amaç ve hedefler belirlemek &-Yardımı koordine etmek &-Doğal kaynakları koruma, bakım ve yeniden canlandırılmalarını sağlamak &-Cinsiyet açısından eşitliği ve kadınların topluma katılımını artırmak gerekir. UNITE 11=ÇALIŞMA HAYATINDA ÖZEL (DEZAVANTAJLI) GRUPLARA YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALARI **Ülkemizde sosyal politika “sosyal yardım” merkezli geleneksel bir yapı taşımaktadır. Bu bağlamda da yaşlılık, özürlülük, çocuk ve kadın gibi temel alanlar yoksulluk bağlamına indirgenerek ya da ilintilendirilerek konu edilebilmektedir.Ayrıca dezavantajlı gruplara yönelik hizmetlerin kurumlaşmasına dikkat edildiğinde de karşımıza yine geleneksel yaklaşımın ürünü olan “kurum temelli” hizmet anlayışı çıkmaktadır. **Dünyada ise geleneksel sosyal politikanın yerini “aktif sosyal politika”almaktadır. Bu yaklaşıma göre kamu idareleri sosyal politikanın tek aktörü değildir.Sosyal alanda önemli roller üstlenebilecek, hatta sosyal korumanın finansmanınave uygulamasına katılabilecek birçok sosyal grup bulunmaktadr. **Sosyal politikalarda ortaya çıkan bu iradi yaklaşım, bireylerin gelecekten beklentilerini artırmak için onların kapasitelerine yatırım yapılması gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Bu yeni yaklaşım, hükümetlerce sosyal yardımları azaltan, vergi gelirlerini artıran, daha geniş anlamda yoksulluğu ve sosyal dışlanmayı önleyerek uyumlu bir toplum öngören sosyal politikalara yatırım yapılmasının daha yararlı olduğu anlayışına dayanmaktadır. ÇOCUKLAR:Ülkelerin gelişmişlik düzeyi; çocuklara verilen önem, etkin aile ve çocuk politikaları uygulanması ve çocuk haklarının her alanda özümsenmiş olmasıyla yakından ilgilidir. Duygusal, bedensel ve psikososyal gelişimini tamamlama aşamasında bir birey olan çocuk, öncelikle ailenin daha sonra da toplum ve devletin sorumluluğundadır. **Çocuk, 17. yüzyılda, tanımlanan “çocuk” kavramı sayesinde, çocuk niteliğine ancak kavuşmuştur. Bugün çocuk, 0-18 yaş grubuna ait bireylerler olarak tanımlanmaktadır. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin “1. maddesine göre; daha erken yaşa reşit olma durumu hariç, 18 yaşına kadar her insan çocuk sayılır”, tanımlaması yapılmıştır. Sözleşmede; çocuk da bir birey olarak kabul edilerek hakları ve sözleşmeye taraf devletlerin yükümlülükleri belirtilmektedir.Yine Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisi'ne göre her çocuk; Şefkat, sevgi ve anlayış görme hakkına, Yeterli beslenme ve anlayış görme hakkına, Parasız eğitim hakkına, Oyun eğlence hakkına, Bir isim sahibi ve bir ülkenin vatandaşı olma hakkına, Olağanüstü durumlarda yardım görmede öncelik hakkına, Topluma yararlı olacak şekilde yetişme hakkına, Uluslararası barış ve evrensel kardeşlik bilincinde geliştirme hakkına, Bütün bunlarda, renk, ırk, dil, din farkı gözetmek için yararlanma hakkına sahiptir. **Çocukların yaşadığı sorunlar (genel olarak) sorun başlıklarına göre; kimsesiz çocuklar, yoksul çocuklar, sokakta yaşayan, çalıştırılan çocuklar, ihmal ve istismara uğramış çocuklar, tek ebeveynli çocuklar, hasta ve engelli çocuklar, ruhsal bozukluğu olan çocuklar, madde, alkol ve sigara bağımlısı çocuklar, mülteci çocuklar şeklinde belirtilebilir. Çocuk Emeğinin Tanımı ve Türleri Çocuk iş gücü “çocukları, çocukluklarından, potansiyellerinden ve onurlarından yoksun bırakan, fiziksel ve zihinsel gelişimlerine zarar veren her türlü çalışma”olarak tanımlanmaktadır. İş gücü piyasasında ise çocuklar, kolayca kontrol edilebilen ve istismar edilebilir ucuz emek olarak görülmkte.Fakat çocukların yaptığı her türlü çalışma çocuk işçiliği olarak tanımlanmaz. Bequele “Çocuk Çalıştırılmasıyla Mücadele” adlı kitabında her türlü çalışma biçiminin her zaman çocuğa zarar vermediğine değinmiştir. En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliği Tanımı; Çocukların alım-satımı ve ticareti, borç karşılığı veya bağımlı olarak çalıştırılması ve askerî çatışmalarda çocukların zorla ya da zorunlu tutularak kullanılmasını da içerecek şekilde zorla ya da mecburi çalıştırılmaları gibi kölelik ve kölelik benzeri uygulamaların tüm biçimlerini; Çocuğun fahişelikte, pornografik yayınların üretiminde veya pornografik gösterilerde kullanılmasını, bunlar için tedarikini ya da sunumunu; Çocuğun özellikle ilgili uluslararası anlaşmalarda belirtilen uyuşturucu maddelerin üretimi ve ticareti gibi yasal olmayan faaliyetlerde kullanılmasını, bunlar için tedarikini ya da sunumunu; Doğası ve koşulları gereği çocukların sağlık, güvenlik veya ahlaki gelişimleri açısından zararlı olan işi kapsar. Çocuk İş Gücü Kullanımının Nedenleri Ülkedeki ekonomik gelişme düzeyinin geri olması, küresel etmenler, eşitsiz gelir dağılımı, köyden kente göç gibi olgular yoksulluğun temel tetikleyicileri olduğundan gelişmekte olan ülkelerde çocuk emeği kullanımı daha yaygındır.Çalışan çocuklar sorununu; yoksulluk, eğitim ve sağlık sorunları, işsizlik ve sosyal güvenlik gibi ülkenin temel sorunlarından ayrı düşünmek mümkün değildir.Düzensiz kentleşme, kentsel işsizlik ve dengesiz gelir dağılımları aşırı nüfus artışı,göç, marjinal sektörlerin artması gibi gelişmekte olan ülkelerin sık sık karşılaştıkları bu sorunlar, aileleri de yakından etkilemektedir. **Çocuğun çalıştırılması yalnızca az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere özgü bir sorun değildir. Çalışan çocuk sayısı, çalışmaya başlama yaşı ve çalışma koşulları açısından daha iyi durumda olmalarına rağmen çocukların çalıştırılması olgusu gelişmiş ülkelerde de var olan bir sorundur. Çocuk İş Gücü Kullanımının Sonuçları Bequele “Çocuk Çalışmasıyla Mücadele” adlı kitabında; çocukların daha fazla risk altında olma nedenlerini şöyle açıklamıştır: İş yerinde yangın gibi bir kriz durumunda çocuklar daha az rasyonel davranma eğilimindedir. Yaşam deneyimleri, risklere karşı uygun tutum ve davranışları daha sınırlı olmaktadır. Güvenlik söz konusu olduğunda ya hiç eğitilmemişlerdir ya da aldıkları eğitim yetersizdir. Daha çabuk yorulurlar, dikkatleri çabuk dağılır ve bu yüzden yaralanma gibi olaylara daha kolay maruz kalırlar. Daha fazla denetim gerekirken, genellikle bundan yoksunlardır. Daha uysal ve ürkütülebilir olduklarından itilip kakılmaya ve sömürülmeye daha açıklardır. Kendilerine yapılması daha güç ve tehlikeli işler verilir; yetişkinlerin yapmak istemedikleri “kirli” işler genellikle çocuklara verilir. Çocuk İşçiliğinin Önlenmesine İlişkin Sosyal Politikalar Sosyal devlet ilkesi uygulanmaya çalışılarak, gelir dağılımı dengesizliklerinin asgari düzeye getirilmesi için uygulamalar yapılması, Çalışan çocukların aileleri düşük gelir düzeyine sahip kırsaldan kente göçmüş ailelerdir. Bu yüzden bölgeler arasındaki ekonomik farklılıkların azaltılması ve kırsal kesimde istihdam olanaklarının artırılması, Eğitim giderlerinin karşılanmasında zorluk çeken ailelerin tespit edilmesi ve ailelere bu konuda kolaylıklar sağlanması, Göç yaşamış çocuklara okul tarafından okula ve kent yaşamına uyum için tedbirler ve programlar geliştirilmesi, Kırsal bölgelerden göç eden ailelerin okula ve kent hayatına uyum sağlaması için okul tarafından hizmet ve programlarının geliştirilmesi, Ülkemizde kabul edilmiş yasal düzenlemelerin eksiklerinin tespit edilmesi ve dağınık bir şekildeki düzenlemelerin sistematik bir bütüne dönüştürülmesi, Kentlerin düşük gelirli ailelerinin oturduğu bölgelerinde ailelere sosyal hizmet götürülmesi ve çocuklarını çalıştıran ailelerin tespit edilmesi ve ailelerin bu konuda daha duyarlı olmaları için bilgilendirme çalışmalarının yapılması, Meslek odaları ve sendikaların bu konuda bilinçlendirilmesi, yasalara aykırı davranan iş yerlerine karşı önlemlerin alınması Düşük gelir seviyesindeki ailelerin kalabalık çekirdek aileler olduğu göz önünde bulundurularak, aile planlamasının yaygınlığını artırma amaçlı eğitimlerin verilmesi ve bu konuyla ilgili sağlık uygulamalarının ulaşılır kılınması gerekmektedir. GENÇLER:Temelde biyolojik bir kavram olarak nitelenebilecek “Gençlik” tanımı günümüz şartlarında, ekonomik, toplumsal ve kültürel yönden geniş boyutlarda değerlendirilmektedir. Gençlik çağı; çocukluğun son dönemi olan önerişkinlik (buluğ öncesiyle) başlar,erinlik (buluğ), erginlik (kemal, rüşt, adolesence), önerişkinlik dönemlerini kapsar. Bedensel, ruhsal ve toplumsal gelişme ve değişmenin olduğu yaş dilimleridir.BM Örgütü’nün tanımına göre genç, 15-25 yaşları arasında, öğrenim gören,hayatını kazanmak için çalışmayan ve ayrı bir konutu bulunmayan kişidir.Çocuklar dünyanın her yerinde, çok çeşitli alanlarda ve çok çeşitli nedenlerle çalışma yaşamına girmektedir. UNICEF çocuk ve genç emeğinin aşağıdaki durumlarda sömürüye konu olduğunu belirlemiştir: ok küçük yaşta tam gün çalışma, ratan işler, **Yapılan işin, çocuğun gelişimi üzerindeki etkisi, bu işin bir sorun yaratıp yaratmadığının belirlenmesinde ana ölçüttür. Yetişkinler açısından zararsız olan işler çocuklara son derece zararlı olabilir. Çocuğun dolayısıyla gençlerin gelişimi açısından önem taşıyıp bir işte çalışma yüzünden tehlikeye düşebilecek yönleri ise şunlardır= . Fiziksel gelişim: Genel sağlık, koordinasyon, güç, görme ve işitme dahil, . Bilişsel gelişim: Okuma yazma, sayılarla işlem yapabilme ve normal yaşam için gerekli bilgilerin edinimi dahil, . Duygusal gelişim: Yeterli öz saygı, aileye bağlılık, sevgi ve hoşgörü duyguları dahil, . Toplumsal ve ahlaki gelişim: Grup kimliği bilinci, başkalarıyla birlikte iş yapabilme ve doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilme yetisi. Çocukların ve Gençlerin Çalışma Yaşamında Korunması Genç iş gücü; yaşları en az çalıştırılma yaşı ile fiziksel, düşünsel gelişme süreci ve zorunlu eğitim süresinin tamamlandığı yaş arasında olanları ifade etmektedir. Ülkemizde T.C. Anayasası’nda yer alan ilkeler,ülkemizde çocukların ve gençlerin çalışma yaşamında korunmasına yönelik ulusal sosyal politikaları yönlendirip, biçimlendirmektedir. Bu hedef doğrultusunda getirilmiş olan ilkeler ve normlar, sosyal politikaların uluslararası kaynakları içinde de geniş bir yer tutar. **En az çalıştırılma yaşının altında bulunan çocuklar; mutlak bir çalıştırma yasağı kapsamında hiçbir statü altında ve hiçbir işte çalıştırılamazlar. Sosyal politikalar;çocuk ve gençlerin yer ya da su altında, gece dönemlerinde sürdürülen, ağır ve tehlikeli olarak nitelendirilen, akord ücret sistemlerinin, fordist üretim tekniklerinin kullanıldığı işlerde, ahlaki yönden çalıştırılmaları sakıncalı olan iş yerlerinde çalıştırılmalarının ve normal iş süresinden daha uzun süreli çalışmalar içinde yer alabilmelerinin hukuki düzenlemelerle yasaklanmasını öngörür. YAŞLILAR Yaşlılığın Tanımlanması ve Yaşlılık Döneminin Sorunları:Yaşlılık; çocukluk, gençlik, orta yaşlılık gibi hayatın bir devresidir. İnsanın doğumdan itibaren geçirdiği bu devrelerde fonksiyonları, metabolizması, psikolojisi ve sosyal ilişkileri de değişmektedir. Bu nedenle yaşlılığı bir hastalık değil, kendine özgü özellikleri olan fizyolojik bir süreç olarak kabul etmek gerekir. Yaşlılık, yaşam sürecinde gelişme ve olgunlaşmanın ardından kendine özgü fizyolojik ve ruhsal değişmelerin ortaya çıktığı son evredir. Genel olarak yaşlılık algılama, bellek ve yaratıcılık yeteneklerinin azalmasıyla kendini belli eden bir durumdur. Yaşlılık yaşam konusunda kayıpların ve çöküşün görüldüğü bir dönemdir. Yaşlılık Dönemi Sorunları Endüstrileşmeyle birlikte artan yaşlılık sorunlarının başında; sağlık sorunları,düşük gelir düzeyi, yalnızlık ve kimsesizlik, kaynaklara ulaşmada zorluk, toplumsal ayrımcılık yeteri sayıda arkadaş sahibi olamama ve yaşlı bireylere karşı işlenen bireysel ve toplumsal suçlar yer almaktadır. Bu sorunlara, kentleşme, küreselleşme ve yaşanan göçler ile teknolojide her geçen gün meydana gelen hızlı değişimlerin yaşlı bireylerin yaşamında meydana getirdiği zorluklar ve uyum sorunu, sosyal politikalardaki eksiklikler ile yaşlı istismarını eklemektedir. Yaşlılara Yönelik Sosyal Politikalar Yaşlılara yönelik sosyal politikalar denilince, dünya ölçeğinde öncelikli olarak “emeklilik sistemleri” akla gelmektedir. Bunun yanında yaşlılara yönelik çalışma hayatında karşılaşılması muhtemel sosyal dışlanma, ayrımcılık vb. sorunların giderilmesi amacıyla da sosyal politikalar söz konusu olmaktadır. 1.Emeklilik Sistemleri:Yaşlılara dönük sosyal politika uygulamasının en yaygın olanı yaşlılık (emeklilik) sigortasıdır. Yaşlılık sigortası, yaşının ilerlemesi gibi nedenlerden dolayı, fiziki gücünü kaybeden, eskisi gibi verimli çalışamayan ve dolayısıyla gelir ve kazanç kaybına uğrama tehlikesi ile karşı karşıya gelebilen kişilerin, bu sosyal risklerini karşılama ve onlara emekli aylığı bağlama amacını güden, sosyal sigortalar sisteminde yer alan bir sigorta türüdür. **Yaşlılık sigortasının iki temel amacı bulunmaktadır. Birincisi hayat süreci içinde bireylerin tüketimini kolaylaştırmak, ikincisi ise güvenliktir. Birincisinde, artık kişinin çalışmadığı durum olan emeklilik zamanlarında, kişiye bir gelir sağlanması suretiyle, kişinin tüketim ihtiyaçlarını temini amaçlanmaktadır. İkincisi ise, özellikle uzun ömürlülük durumlarında, kişiyi güvence altına almak anlamına gelmektedir. 2. Çalışma Hayatında Koruma, Ayrımcılık ve Sosyal Dışlanma:Yaşlılara yönelik sosyal politika bağlamında diğer bir konu, yaşlıların çalışma hayatında güvence altına alınmaları, ayrımcılığa maruz kalmalarının önlenmesi ve sosyal dışlanma yaşamalarına engel olunmasıdır. **İkinci husus, yaşlıların çalışma hayatında “yaş ayrımcılığı”na maruz kalabilmeleri ile ilgilidir. Yaş ayrımcılığı, kişinin kronolojik yaşından dolayı farklı muamelelere muhatap kalmasından ileri gelmektedir. Araştırmalar birçok ülkede özellikle işe alınmada bu tarz ayrımcılığın varlığını haber verir **yaşlılık dönemi, insanın elinde olmayan nedenlerle risklerin oluştuğu bir dönem olarak bilinir.Bu riskler, beraberinde başkalarına “bağımlı” olmayı getirebilmektedir. İşte yaşlılık dönemi, bu duruma açık bir örnek olarak görülebilir. BM de, II. Dünya Yaşlılık Asamblesi’ndeki hedeflerin arasında ‘’yaşlıların ekonomik yoksulluğunu ortadan kaldıracak sosyal politikaları desteklemek” suretiyle, yaşlıların yoksulluktan kaynaklanabilecek sosyal dışlanmalarının önüne geçmek istemiştir. 3. Sosyal Hizmetler ve Sosyal Yardım Sağlama:Yaşlılar ile ilgili sosyal politika ayaklarından diğer bir kesit, sosyal bakım, sosyal hizmetler ve sosyal yardımlardır. Bu üç aygıtın işlemesi için, ilk önce yaşlılığa bağlı muhtaçlığın ortaya çıkması gerekmektedir. **bakıma muhtaç duruma gelmiş yaşlılar, günlük hayatın basit ve olağan işlerini yerine getirmekten aciz, artık başkalarının yardımına ihtiyaç duyan bir hâle gelmiş olmaktadırlar. Bu bağlamda, bakıma muhtaç olan yaşlılara dönük bir uygulama olarak “evde bakım”hizmetleri uygulanmaktadır. Bu hizmet kapsamındaki yaşlı grubu, ağırlıklı olarak 65 yaş ve üstü kronik ve uzun süreli bakım gerektiren yaşlılar olmaktadır. **Bakıma muhtaç yaşlılar açısından diğer sosyal politika hizmeti, günlük-bakım (daycare) olarakbilinir. Günlük-bakım, diğer bakım türleri yanında, gölgede kalan bir bakım türüdür. Günlükbakım, bakıma muhtaç olanın, hizmetinin yerine gelmesi ve burada en az günde dört saat geçirmesi ve sonrasında eve dönmesi şeklinde işlemektedir. **Bakıma muhtaç yaşlılara dönük diğer bir sosyal bakım hizmeti, “kurumsal bakım” adı altında ele alınmaktadır. Kurumsal bakım, “korunmaya muhtaç yaşlıların sağlığının, sosyoekonomik ve psikolojik gereksinimlerinin, yetişmiş kişilerce karşılandığı, onların refah ve mutluluklarını temel alan bir hizmet türü” olarak bilinmektedir. **Yaşlılara dönük diğer önemli bir bakım hizmeti, “sosyal hizmetler” adı altında geniş bir yelpazede değerlendirilmektedir. Bu çerçevede yaşlılara dönük sosyal hizmetler, “evde yaşlı bakımı” ana ekseninde ele alınmaktadır. Bu hizmetlerin belirli bir sosyal hizmet uzmanı tarafından koordine edilmesi ve yürütülmesi söz konusudur. **Yaşlılara yönelik sosyal politikalarla sosyal denge, sosyal adalet, sosyal bütünleşme ve sosyal gelişmenin sağlanması hedeflenir.Sosyal politikalarla yaşlılar; bir gelir güvencesine sahip kılınarak, istihdam edilmelerine yardımcı olunarak, çalışma yaşamında ayrımcılığa karşı korunarak, kurumsal bakım ve gözetim hizmetleri verilerek, sağlık yardım ve hizmetlerinden yararlandırılarak, sosyal hizmetler sağlanılarak korunmaya çalışılır. KADINLAR:Toplumsal cinsiyet kavramı; 1970'li yıllarda, kadın ve erkek kimliklerinin doğal farklılıklardan ayrı olarak, toplumsal süreçlerde yüklendikleri anlam ve rollere dikkat çekmek için kullanılmıştır. **Eşitlik kavramsal olarak “ayrımcılık” üzerinden tanımlanmaktadır. Çalışma hayatı bağlamında ayrımcılık ise ILO'nun 111 sayılı sözleşmesine göre; “ırk, renk,cinsiyet, din, siyasal görüş, ulusal veya sosyal köken bakımından yapılan iş veya meslek edinmede veya edinilen iş veya meslekte muamelede eşitliği yok edici veya bozucu etkisi olan her türlü ayrılık gözetme, dışlama veya kayırmayı kapsar.’’ **Hemen her toplumda kadın ve erkeğe ilişkin değer yargıları ve beklentiler farklıdır. Kadın, aldığı eğitim ve yaptığı işten çok,” kadın ve anne” olarak toplumda yer bulur, saygınlık kazanır. Çalışan kadının bile önceliği evi ve ailesidir. Kadın için evlilik hâlâ en iyi gelecek güvencesidir. Kadınların Çalışma Yaşamında Korunması Sanayi Devrimi ile birlikte yaygın ve yoğun biçimde çalışma yaşamında yer almaya başlayan kadınların önceleri, daha çok biyolojik özellikleri göz önünde tutularak çalışma yaşamında özel olarak korunmaları öngörülmüştür. **Kadın işçilerin çalışma yaşamında analık durumları nedeniyle korunabilmelerine yönelik sosyal politikalar ve bu politikalara işlerlik kazandıran hukuki düzenlemeler ise daha sonra 19. yüzyılın son çeyreğinde uygulamaya konulmuştur. **Kadın erkek arasında sağlanılmak istenilen eşitlik hedefine, kadınların salt biyolojik ve genetik özellikleri nedeniyle korunmaları yolu ile varılamayacağı anlaşılmıştır. Böylece hukuk sistemlerinin kadın ve erkek arasında mutlak eşitliği sağlayabilecek biçimde yeniden yapılanmasına yönelik politikalara işlerlik kazandırılmaya başlanmıştır. **Kadınların korunması, sosyal politikaların uluslararası kaynakları içinde de önemli bir yer tutar. BM, UNESCO, AB, AK, OECD gibi çeşitli uluslararası kuruluşun kararları, belgeleri, pek çok ülkenin taraf olduğu sözleşmeler kadınların korunmasına yönelik ilkeler ve normlar içerir. **Çeşitli ülkelerin anayasalarında,uluslararası belgelerde cinsiyet ayrımı yapılmaksızın kadın erkek tüm çalışanlara,çalışma hayatının tüm alanlarında fırsat eşitliği yaratılmasını öngören hükümler yer almaktadır. Bu düzenlemelerin yanında ILO’ nun hazırlamış olduğu “ İstihdam ve Meslekte Ayrım Yapılmasını Yasaklayan”, “Eşit İşe Eşit Ücret”, “Analığın Korunması”, “Aile Sorunları Olan Kadınların: Çalışması” başlıklarını taşıyan yirmiyi aşkın uluslararası sözleşme ve tavsiye kararını, ayrıca Birleşmiş Milletler tarafından toplum yaşantısında ve bunun bir parçasını oluşturan çalışma hayatında kadının durumuna ilişkin öngörülen esasları içeren çalışmaları da örnek olarak göstermek mümkündür. Çalışan Kadınların Ana Sorun Alanları İş piyasasında pek çok nedene bağlı olarak yaygınlaşan kayıt dışı sektör, çalışanların her türlü korumadan yoksun olması nedeniyle iş gücü verimliliğini olumsuz etkilediği gibi kayıtlı çalışan iş yerleri için de haksız rekabet oluşturmaktadır. Kentlerde çalışan kadınların kayıt dışı işlerde yoğunlaşması: Kayıt dışı işler genelde emek yoğun mal ve hizmet üreten küçük ölçekli iş yerlerindedir. İş gücü maliyetinden kaçınmak rekabet gücünü artıran bir unsurdur. Kadınların evlilik, doğum ve çocuk, yaşlı ve hasta bakımı gibi nedenlerle işten ayrılmaları ya da işlerinin kesintiye uğraması: Kadınların analık hâllerinin korunması noktasında yasal düzenlemeler mevcuttur, ancak yine de doğum sonrası çocuk, yaşlı, hasta bakım hizmetlerinde destek mekanizmaları yaygınlaşmamıştır ve bu hizmetler pahalıdır. Doğum ya da çocuk bakımı sorunu karşısında işten ayrılan kadınlar, bu sorunun ortadan kalkması karşısında yeniden iş bulmakta zorlanmakta ya da aynı nitelikteki işlere girememektedirler. Kadınların karar mekanizmalarında yetersiz temsil edilmesi: Çalışan kadınlar kadın ağırlıklı iş ya da mesleklerde bile yüksek düzeyde yetki alanlarında temsil edilmemekte, daha çok orta düzeyli yetki alanlarında bulunmaktadırlar. Kariyer elde etmek aşamasında cinsiyetler arasında yasal düzeyde bir ayrımcılık söz konusu olmasa da uygulama düzeyinde kadının yükselmesi önünde kalıplaşmış önyargıların engelleyici olduğu bilinmektedir. Cinsel taciz: Çalışan kadınlar toplumun kadına bakış açısından dolayı cinsel tacize uğrama olasılığına sahiplerdir ve pek çok kadın açısından bu tür davranışa maruz kalma riski iş gücüne katılımlarını engellemektedir. Cinsel tacize uğrayan kadınlar bu durumun dile getirilmesi noktasında kendilerinin suçlanacağı endişesiyle çekingen davranmaktadır. Yeni TCK’nda cinsel taciz suç olarak tanımlanarak, cinsel tacizi önlemeye yönelik yasal düzenleme sağlanmış, yeni İş Kanunu’nda da cinsel taciz haklı fesih nedeni sayılmıştır. Kadınların Çalışma Yaşamında Karşılaştıkları Bu Sorunlara Karşı Geliştirilebilecek Bazı Sosyal Politikalar Gerçekleştirilebilecek bazı politika önerileri şunlar olabilir Devlet kadınların iş gücüne katılımını artırma konusunda plan ve programlar geliştirmeli ve özel önlemler almalıdır. İş gücü piyasasındaki ayrımcı uygulamalar ortadan kalkmalıdır. İstihdam piyasasındaki eşit haklar ve anneliğin korunması gerekmektedir. İş hayatında örgütlenme ve temsilde cinsler arası eşitliğin sağlanmasına yönelik plan ve programların oluşturulması önemlidir. Plan ve programların oluşturulmasında ve politikaların yapılmasında kadın örgütlerinin aktif katılımı olmalıdır. İsteğe bağlı sigorta, düzenli çalışmayan kadınlar için bir çözüm olabilir. Kadının istihdama katılımını sağlamak ve istihdamdaki yerini güçlendirmek amacıyla yerel yönetimlerle iş birliği yapılmalıdır. Kadınların çalışma hayatına ilişkin öncelikli sorunların çözümüne ulaşabilmesi için sendika ve yerel yönetimler arasında iş birliği sağlanmalıdır. Kadın Emeğinin Türkiye'deki Durumu ve Sorunları “Kadınların iş gücüne katılım oranının düşük olmasında din, gelenekler, aile içinde kadına yüklenilen rol, kadının eğitim düzeyinin yetersizliği, gelir durumu, iş yerlerinde yaşanan ayrımcı uygulamalar önemli rol oynamaktadır”. Ayrıca çocuk, hasta ve yaşlı bakımında ülkenin sunduğu kamusal hizmetlerin yetersizliği kadının iş gücüne katılım kararını önemli ölçüde belirlemekte, kadın emek arzını kısıtlamaktadır. Destek mekanizmalarının yetersizliği aynı zamanda ücretsiz aile işçiliğine de kaynaklık etmektedir. 2009 yılı TÜİK verilerine göre kentsel ve kırsal alanda toplam kadın iş gücü içinde ücretsiz aile işçilerinin oranı yaklaşık 35 iken, toplam erkek iş gücü içinde bu oran sadece %5tir. **kadınların, bir bölümü kadına özgü, bir bölümü toplumsal yapı, bir bölümü sendikalardan kaynaklanan nedenlerle sendikalaşmamaları; iş yerlerinde toplumun kadına bakış açısına bağlı olarak cinsel tacize uğrama olasılıklarının yüksek olması gibi çok sayıda birbiri içine geçmiş sorunları bulunur. ** Bu noktada belirtilmesi gereken, kadın emeğinin yaşadığı sorunların sadece Türkiye'ye özgü olmadığı gerçeğidir. Gelir grubu çok daha yüksek olan Batı Avrupa ve ABD gibi ülkelerde de kadınlar çalışma hayatında benzer sorunlarla karşı karşıya bulunmamaktadırlar. Dünya'da ve Türkiye'de Kadın Emeğinin Karşılaştığı Sorunları Gidermeye Yönelik Düzenlemeler Uluslararası alanda çalışma hayatına ilişkin cinsiyete dayalı ayrımcılığa karşı çeşitli tarihlerde BM ve ILO düzeyinde çok sayıda sözleşme kabul edilmiştir.Ayrıca AB düzeyinde cinsiyet ayrımcılığı ile ilgili Birlik Anlaşmaları'nda bazı düzenlemeler yapılmış, farklı tarihlerde direktifler kabul edilmiştir. Bunlardan ilki Roma Anlaşması'nın 119. maddesinde yer alan “eşit işe eşit ücret” ilkesidir. ** AB'ne üye ülkeler arasında başta kadın-erkek arasındaki büyük ücret farklılıkları olmak üzere sorunlar devam etmektedir.Ayrımcılığın önlenmesi ve kadın-erkek eşitliği ile ilgili uluslar arası düzenlemeler çerçevesinde, Türkiye, iç hukuk alanında, çalışma hayatını doğrudan ilgilendiren önemli değişiklikler ve düzenlemeler gerçekleştirmiştir. ** Genel olarak, kadın-erkek eşitliği ve ayrımcılığın önlenmesi bakımından Türkiye Uluslararası süreci biraz geriden takip etmektedir. Ancak buna rağmen iç hukukta bazı düzenlemeler yapılması olumlu bir gelişmedir. Bu düzenlemelerin uygulanması aşamasında ise istihdamda fırsat eşitliği, eşit işe eşit ücret ve kadın emeğinin güvencesiz ve sigortasız çalıştırılması gibi bazı temel sorunlar hâlen varlığını sürdürmektedir. UNITE 12=ÇALIŞMA HAYATINDA ÖZEL (DEZAVANTAJLI) GRUPLARA YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR II İşsizlikten en fazla etkilenen ve bu nedenle iş gücü piyasasında dezavantajlı gruplar (özel gruplar) olarak görülen gençlerin, kadınların, özürlülerin, eski hükümlülerin, uzun süreli işsizlerin ve işsizlik sigortası kapsamındaki işsizlerin iş piyasasında ihtiyaç duyulan mesleklerde yetiştirilerek istihdam edilmeleri önemli bir sosyal politika uygulamasıdır. ESKİ HÜKÜMLÜLER(19. yüzyılın sonları) Eski Hükümlü Kavramı, Eski Hükümlülerin Sorunları ve Sosyal Politikalar: Her devlet, eskiHükümlülerin sorunlarını sosyal politikalar çerçevesinde ele alırken konuya kendi ekonomik ve mali imkânları çerçevesinde yaklaşmaktadır. ** Hukuk kurallarına aykırı davranma suç fiilini oluşturmakta, bu fiili işleyenler “suçlu” ,suçlu oldukları düşünülen fakat suç işleyip işlemedikleri henüz kanıtlanmamış kişiler ve yargılama süreçleri devam edenlere Tutuklu,suç işleme davranışı kesinleşmiş ve ceza almış kişiler Hükümlü,suç işleme davranışı kesinleşmiş olmasına rağmen hakkında verilen karara itiraz edilmiş ve cezanın Yargıtay’ca kesinlik kazanmasını ya da reddedilmesini bekleyen kişiler ise Hükmen tutukludur. ** Yargı kararı ile kesinleşen hürriyeti bağlayıcı cezasını tamamlayarak cezaevinden çıkan kişi ise “eski hükümlü” olarak tanımlanmaktadır. Bir eski hükümlünün hükümlülük niteliği, işlenen suçun cezasının tamamlanmasıyla birlikte, tüm hukuki unsurları ile ortadan kalkmış, bu kişiler hukuken suçtan arınır. ** Eski hükümlüler, sayısal çoklukların, ekonomik açıdan taşıdıkları değer,sağlanabilecek psikolojik ve sosyal yararlar nedeniyle sosyal politikalara konu olmaktadırlar. Bu yönde getirilecek bir koruma sistemi, ahlaki ve hukuki bir sorumluluğun da gereğini oluşturmaktadır. Eski hükümlülerin korunması; bir ülkenin ekonomik gelişmişlik düzeyi, iş gücü piyasasının koşulları, sosyal yaklaşımları ve kurulu hukuk sistemi ile yakından ilgilidir. Eski Hükümlülere Yönelik Koruma Politikaları: Eski hükümlülere karşı toplumsal tutum ve davranışlar; ayrımcılıkla ve dışlanma ile sonuçlanabilmektedir. Ayrımcılık ve dışlanmanın yarattığı sonuç ise mağduriyettir. Bu açıdan bakıldığında eski hükümlüler özel olarak korunması gereken gruplar arasında sayılmaktadırlar. **Eski hükümlüler, işlemiş oldukları suç ve hüküm giymiş olmaları nedeniyle çalışıp gelir elde edebilecekleri bir iş bulmakta ve bulmuş oldukları işleri ellerinde tutmakta zorluk çekmektedirler. Bu kişilerin eski hükümlülük dışında, sosyal ve hukuki nitelikteki başka engelleri de bulunmaktadır. ** Eski hükümlülerin sosyal yapıları incelendiğinde; bunların genel olarak, eğitim düzeyleri düşük, aile yapıları ve sosyal ilişkileri düzensiz, sosyo-ekonomik düzeyleri yetersiz kişiler oldukları görülmektedir. Bu koşullar eski hükümlülerin istihdamını engelleyen önemli nedenlerden birini oluşturmaktadır. ** Eski hükümlülerin çalışma hayatında korunması üç aşamada ele alınabilir.İstihdam öncesi koruma işe yerleştirilmeden önce başlar. İşe yerleştirme aşamasında devam eder. İşe yerleştirilme sonrasında da sürer. Birbirini izlemesi gereken bu sürecin her aşamasındaki başarı, bir sonrakini etkiler. **Birinci aşamada hükümlü cezaevinde duygusal, düşünsel, sosyal ve mesleki yönden eğitilmeli, rehabilite edilmelidir. İkinci aşamada eski hükümlünün işe girerken korunması esastır. Üçüncü aşama ise eski hükümlülerin işe yerleştikten sonra korunmasıdır. Bu, eski hükümlünün elde ettiği işi kaybetmemesi için gereken birtakım zorlaştırıcı önlemleri içerir. Türkiye’de Eski Hükümlülere Yönelik Sosyal Politikalar:Türkiye’de özellikle eski hükümlülerin istihdam edilerek korunmalarını öngören sosyal politikalar, 1960’lı yıllarda başlamış, 1961 Anayasası ile şekillenip 1967 tarih ve 854 sayılı Deniz İş Kanunu ve 931 Sayılı İş Kanunı ile ön plana çıkmıştır. ** Türkiye’de özürlülere yönelik kota sistemi, bir başka ifadeyle işverenlere eski hükümlü çalıştırma zorunluluğunun getirilmek istenmesi, 1967 yılında yürürlüğe giren 854 sayılı Deniz İş Kanunu ile Türkiye’de ilk kez mevzuat içinde yerini almıştır.Kota sistemi, 1972 yılında “Sakat ve EskiHükümlülerin Çalıştırılması Hakkında Yönetmelik”in yürürlüğe girmesiyle uygulanabilir hâle gelmiştir. ** 2008 yılında 5763 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile 4857 sayılı Kanun’un 30.maddesi tümüyle değiştirilmiştir. Yapılan yeni düzenleme ile ilgili maddenin başlığı “Özürlü ve Eski Hükümlü Çalıştırma Zorunluluğu” olmuştur. Düzenleme ile 50 veya daha fazla işçi çalıştıran özel sektöre ait iş yerlerinde eski hükümlü ve terör mağduru çalıştırma zorunluluğu tamamen kaldırılmış. ** 25.4.2009 tarih ve 27210 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve Türkiye İş Kurumu’nca çıkarılan “Yurt İçinde İşe Yerleştirme Hizmetleri Hakkında Yönetmelik” uyarınca eski hükümlü istihdamı konusunda yeni düzenlemeleregidilmiştir. Hâlen özel sektör işverenin eski hükümlü çalıştırma zorunluluğu bulunmamaktadır. **20.12.2005 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren “Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Yönetmeliği” ile ülke genelinde kurulacak birimler vasıtasıyla suça itilen çocuk, şüpheli, sanık ve hükümlülerle suç mağdurlarına psikolojik, sosyal, eğitim, sağlık, barınma ve ekonomik içerikli yardımların yapılması amaçlanmaktadır. Bu temel amaç çerçevesinde; Adalet Bakanlığı’nın, Cezaevleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak illerde ve bazı ilçelerde kurulacak olan şube ve bürolar yoluyla cezaevlerinden çıkmış eski hükümlülerin tekrar suç işlemelerini önlemek ve topluma kazandırılmalarını sağlamak üzere üniversiteler, kurumlar ve sivil toplum örgütleri ile iş birliği ve eş güdüm içerisinde çalışılması hedeflenmektedir. ** Türkiye’de Eski Hükümlülerin İstihdamı Türkiye’de mevcut mevzuat düzenlemeleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, ilgili mevzuat her ne kadar toplumun ayrılmaz bir parçası olan eski hükümlüleri istihdamda korumak ve toplumla bütünleştirmek amacına yönelik olsa da yetersiz kaldığı görülmekte. ** Özellikle eski hükümlülerin İŞKUR’a yaptıkları iş başvurularının çok düşük düzeyde kaldığı anlaşıldı. ÖZÜRLÜLER Özürlüler 19. yüzyılın sonlarında, özel ve temel eğitim gereksinimlerinin karşılanabilmesi doğrultusunda sosyal politikalara konu olmaya başlamışlardır. 1.Dünya Savaşı’ndan sonra tıbbi ve mesleki rehabilitasyon hizmetleri, 2. Dünya Savaşı’nın ardından da istihdam edilebilmeleri bu politikalar kapsamında öne çıkmıştır. Yaşadığımız dönemde ise, sakatlara ve eski hükümlülere yönelik sosyal politikalar, sakatların istihdam edilmelerini ve iş ilişkileri ile yaşamının sakatlar yönünden özel olarak düzenlenmesini öngörür. Özürlülük Tanımları, Nedenleri ve Özürlülerin Sorunları Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi,normal bir kişinin kişisel veya sosyal yaşantısından kendi kendine yapması gereken işleri, bedensel veya ruhsal kabiliyetlerindeki kalıtımsal veya sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamayan kişileri özürlü şeklinde tanımlanmıştır. ** En toparlayıcı tanımlardan biri 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu’nun 3. maddesi c bendinde “Engelli”; doğuştan veya sonradan herhangi bir hastalık veya kaza sonucu bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle normal yaşamın gereklerine uyamama durumunda olup korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyacı olan kişiyi ifade eder” denilmektedir. Özürlülüğün Nedenleri ve Yaşadığı Sorunlar Özürlülüğün nedenlerini doğum öncesi nedenler, doğuma bağlı nedenler ve doğum sonrası nedenler olarak üç başlık altında inceleyebiliriz.Özürlülerin yaşadığı sorunlar ise şu şekilde özetlenebilir; sağlık sorunları,rehabilitasyon sorunları, eğitim sorunları, sosyal sorunlar, fiziksel çevre, ulaşım ve konut sorunları, aile ve özel yaşamla ilgili sorunlar, ayrımcı uygulamalar. Özürlülerin istihdam edilerek korunmalarını öngören sosyal politikalar, söz konusu koşullar altında geliştirilip fonksiyonel duruma getirilmiştir. Bu alandaki hukuki düzenlemeler ise önce İngiltere, Almanya ve bazı Kuzey Avrupa ülkelerinde daha sonra da Kanada ve Japonya'da yürürlüğe girmiştir. Türkiye'de Özürlülere Yönelik Sosyal Politikalar: Dünya'da olduğu gibi Türkiye'de de özürlülere yönelik gelişmeler 1980'li yıllardan itibaren hız kazanmıştır. Bu dönemden itibaren hükûmet tarafından özürlülerin ve onların sorunlarının farkına varılmıştır. ** Özürlülere yönelik hizmetlerin koordinasyonunu ve izlenmesini sağlamak amacıyla 1981 yılında “sakatları koruma millî koordinasyon kurulu” oluşturulmuştur. 1982 Anayasası'nda da özürlü kişilerin hakları güvence altına alınmıştır. Özürlüler Yasası:1 Temmuz 2005 tarihinde TBMM tarafından oy birliği ile kabul edilen Özürlüler Yasası, 7 Temmuz 2005 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Kanunun amacı; özürlülüğün önlenmesi, özürlülerin sağlık, eğitim,rehabilitasyon, istihdam, bakım ve sosyal güvenliğine ilişkin sorunlarının çözümü ile her bakımdan gelişmelerini ve önlerindeki engelleri kaldırmayı sağlayacak tedbirleri alarak topluma katılımlarını sağlamak ve bu hizmetlerin koordinasyonu için gerekli düzenlemeleri yapmaktır. İstihdam: Özürlülerin iş gücüne katılma oranındaki düşüklüğün en önemli sebepleri; eğitimli ve bir meslek sahibi olmuş özürlü kişi sayısının azlığı, toplumun özürlü kişilere önyargılı bakışı, ulaşılabilirlik sorunları, iş yerlerinde uygun ortamın yaratılamaması, işverenlere teşvik ve ceza uygulamasının etkin işlememesidir. NOT= İşe alımda; iş seçiminden, başvuru formları, seçim süreci, teknik değerlendirme, önerilen çalışma süreleri ve şartlarına kadar olan safhaların hiçbirinde özürlülerin aleyhine ayrımcı uygulamalarda bulunulamaz. Korumalı İşyerleri:Özürlülük durumları sebebiyle iş gücü piyasasına kazandırılmaları güç olan özürlülerin istihdamı, öncelikle korumalı iş yerleri aracılığıyla sağlanmaktadır. Özürlü Çalıştırma Zorunluluğu (Özel İş yerleri):İşverenler 50 veya daha fazla işçi çalıştırdıkları iş yerlerinde 3 oranında özürlü işçiyi meslek, beden ve ruhi durumlarına uygun işlerde çalıştırmakla yükümlüdürler. İşverenler, çalıştırmakla yükümlü oldukları işçileri Türkiye İş Kurumu aracılığıyla sağlayacaklardır. Kamu İş yerleri:Kamu kurum ve kuruluşları, çalıştırdıkları personele ait kadrolarda 3 oranında özürlü çalıştırmak zorundadır. 3’ün hesaplanmasında ilgili kurum ve kuruluşların (taşra teşkilatı dâhil) toplam dolu kadro sayısı dikkate alınır. Bu haktan yararlanabilmek için bu kurum ve kuruluşların açtıkları sınavlara girmek gerekir. Özürlü Maaşları:2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’da önemli sayılabilecek değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Buna göre, bakmakla yükümlü kimsesi bulunmayan ağır derecedeki özürlüler, 65 yaşını doldurmuş vatandaşlarımızın almakta olduğu aylığın 300’ünü; işe yerleştirilememiş olan, bakmakla yükümlü kimsesi bulunmayan özürlüler ile 18 yaşın altındaki özürlülerin bu özürlüye bakmakla yükümlü olan yakınları ise 200’ünü alacaklardır. GÖÇMENLER Göç, ülke ekonomilerini ve toplumların sosyal yapılarını etkileyen bir faktör olması dolayısıyla önemlidir ve incelenme konusu olarak seçilmiştir. Toplumsal bir varlık olan insan, beslenme ve barınma gereksinimlerini giderebilmek amacıyla bulunduğu bölgeyi bırakıp başka bölgelere göç etmiştir. Daha iyi yaşam koşulları, refah anlayışı, çekici eğitim olanakları, siyasal ve sosyal baskılar göçün en önemi belirleyicisi olmuştur. ** Türkiye’de ve gelişmekte olan bazı ülkelerde ise saniyeleşmenin getirdiği etkiyle beraber kırsal kesimlerden büyük şehirlere doğru yoğun bir iş gücü yaşanmış, bu iç göç ise birçok ülkenin sosyoekonomik yapısını etkilemiş, işsizlik, çarpık kentleşme, marjinal iş gücü gibi çeşitli sorunları beraberinde getirmiştir. Göç ile İlgili Önemli Kavramlar Göçmen:Göçmen; mülteci tanımında bulunan nedenlerin dışında, çoğu zaman ekonomik gerekçelerle, ülkesini gönüllü olarak terk ederek başka bir ülkeye, o ülke yetkililerinin bilgi ve izni ile yerleşen kişidir. Mülteci:Uluslararası hukukta ‘’mülteci’’ kavramı, vatandaşı olduğu ülke dışında olan ve ‘’ırkı, dini, tabiiyeti, belirli toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu’’ için vatandaşı olduğu ülkeye dönemeyen veya dönmek istemeyen kişileri ifade etmektedir. Sığınmacı:Sığınmacı, mülteci olarak uluslararası korunma arayan ancak statüleri henüz resmî olarak tanınmamış kişilere denir. Bu terim genellikle, mülteci statüsü olmaya yönelik başvurularının hükûmet ya da Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından karara bağlanmasını bekleyen kişiler için kullanılır. Göçün Nedenleri İç Göçlerin Nedenleri:Türkiye’de iç göçler genelde kırsaldan kente doğrudur. Bunda kırsal alanda eğitim, sağlık hizmetlerinin yetersizliği, kentlerde iş imkânlarının fazlalığı etkendir. Göçlerin sebeplerine genel olarak bakınca, itici ve çekici faktörler olarak iç göçlerin nedenlerini ikiye ayırabiliriz. Köylerde meydana gelen olumsuz etkenler itici faktörleri, şehirlerin sunmuş olduğu imkânlar ise iç göçler için çekici faktörlerdir. NOT= 1980’lere kadar Türkiye’de iç göçlere köylü ve toprak-ağa-devlet ilişkileri, kan davaları, istimlâk, kız kaçırma, suç, doğal afetler, dinsel baskılar,yoksul köylüler ve kentlerin çekiciliği gibi faktörler nedendir. Ekonomik Nedenler: Tarımsal etkinliklerde ekonomik verimliliğin düşük olması, toprak mülkiyetinin eşitsiz dağılımı, toprağın,toprak sahibinin ölümü vs. İtici nedenler: Tarımda makineleşme, köyde artan nüfus, yetersiz ve kötü dağıtılmış toprak, düşük verimlilik, doğal afetler, kan davaları, toprağın mirasla paylaşılması, köylerde iş imkânlarının sınırlı olması, son yıllarda ülkemizde meydana gelen terör ve güvenlik sorunu. Çekici Nedenler: Köy-kent gelir farklılıkları, daha iyi ve ileri eğitim, şehrin cazibesi, iş bulma ümidi, daha yüksek hayat standardı, ulaşım imkânları, kentlerdeki sosyal ve kültürel imkânlardan yararlanma isteği. Göçün Doğal Nedenleri:Deprem, heyelan, kuraklık, taşkın, sel, çığ gibi doğal yıkımlar göçlere neden olmaktadır. Doğal yıkımlardan zarar gören insanlar bulundukları yerleri terk ederek koşulları daha iyi olan yerlere göç ederler. Göçün Siyasi Nedenleri:Savaşlar, işgaller, devrimler, terör olayları veya dinî olaylar göçlere neden olmaktadır. Örneğin Sırplar’ın işgali nedeniyle Bosnalılar’ın bulundukları bölgeyi terk etmesi siyasi nedenli bir göçtür. Göçmenlerin Sorunları Batılı gelişmiş ülkelerdeki göçmenlerin büyük bir bölümü düşük vasıflı işlerde, düşük ücretle çalışmaktadırlar.Dolayısıyla yaşadıkları göreceli gelir dezavantajı kendilerine dönük yeni sosyal politika önlemlerinin alınmasına neden olmaktadır. ** Göçmenlerin çalıştıkları işlerin yapısı da genel olarak genel üretim düzeyinin altında, sosyal hakların zayıf olduğu ve ağır çalışma koşullarının geçerli olduğu işlerdir. Bu nedenle göçmenlerin çalışma koşullarını anlatmak için “bölümlenmiş emek piyasası” kavramı kullanılmaktadır. ** Ayrıca günümüzde göçmenlerin çalıştıkları işlerinönemli bir bölümü, enformel sektörde yer almaktadır. Bu durum göçmen işçilerin uygun çalışma koşullarına sahip olmalarını zorlaştırmaktadır. Kötü çalışma koşulları ve dar kapsamlı sosyal korumalar; meslek hastalıkları ve işsizlik gibi risklerle göçmenlerin daha fazla karşılaşmalarına yol açmaktadır. Doğrudan çalışma koşullarına yönelik haklar dışında yeteneklerin geliştirilmesi, eğitim, dil öğrenme gibi konularda uygun imkânlara sahip olma konusunda göçmenler açık bir dezavantaja sahiptirler. Dünya'da Göçmenlere Yönelik Sosyal Politikalar Uluslararası göçün, tarihsel farklılşaması göçmenlere dönük sosyal politika önlemlerini de farklılaştırmıştır. ABD, Avustralya, Kanada gibi ülkelede özellikle nitelikli göçmenler teşvik edilmiş ve koruma programlarının içeriği de bu teşviklerin içine dâhil edilmiştir. Buna karşılık niteliksiz işçilere hemen hiçbir sosyal güvence sağlanmamıştır. Avrupa'da ise daha kısıtlayıcı olmakla birlikte, eğitim, sosyal sigorta, sağlık ve istihdam imkânlarını kapsayan geniş bir sosyal yardım yelpazesi Oluşturuldu. Türkiye'de Göçmenlere Yönelik Sosyal Politikalar Türkiye'de göçmenlere yönelik düzenlemeler genellikle vatandaşlık ve çalışma izinleri kapsamında değerlendirilmektedir. Bu düzenlemelere göre Türkiye'de göçmen işçiler öncelikle kanuni izinler çerçevesinde birtakım sosyal haklara sahip olabilmektedirler. Bu sosyal haklar ise büyük oranda sosyal güvenlikten yararlanma koşulları çerçevesinde değerlendirilmektedir. Bu açıdan yasal işçiler prim ve yararlanma koşullarında bazı istisnalar olmakla birlikte, sosyal güvenlik haklarından aileleri ile birlikte yararlanabilmektedirler. NOT= Türkiye'de göç üzerinde yapılan çalışmalar daha çok Türkiye'den Batı Avrupa ülkelerine yapılan göç üzerindedir. ** Ancak Türkiye'de göçmen işçilerin önemli bir bölümü kaçak veya düzensiz işlerde çalışmaktadırlar. Genellikle ev hizmetleri, turizm veya yar basıflı işlerde olumsuz koşullarda çalışan göçmenler hakkında herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Özellikle yabancı kaçak işçilerin yarattığı sorunlar 1990'ların sonundan itibaren sıklıkla dile getirilmeye başlanmıştır. AYRIMCILIK Ayrımcılık, iş yerinde,hâkim olan sosyal ve kültürel değerlerin normlara dayandırılarak uygulandığı sistematik bir fenomendir. Bazı uluslararası sözleşmeler doğrudan ayrımcılık tanımı üzerinden yasaklar getirirken, bazı sözleşmeler eşit davranma ilkesine atfen ayrımcılık yasağının çerçevesini çizmektedir. Bunun nedeni, ayrımcılık yasağı ve eşitlik ilkesinin “ özünde aynı ve tek ilkenin olumlu ve olumsuz iki yüzünü anlatan ilkeler” olmalarıdır. Nedenlerine göre ayrımcılık iki grupta incelenebilir=İlki “ Doğuştan sahip olunan özellikler üzerinden ayrımcılıktır”. Bu ayrımcılıkta kişi; cinsiyet, ırk, yaş, renk gibi değiştiremeyeceği ve doğuştan sahip olduğu özelliklerinden dolayı ayrımcılığa maruz kalabilir. Diğeri ise “ sonradan elde edilen farklı özellikler üzerinden ayrımcılıktır”. Bu ayrımcılıkta kişi; dil, din siyasi düşünce, medeni durum,yakalanılan hastalık (AIDS gibi), meslek, fiziksel görünüm, giyim tarzı ve hayat tarzı gibi pek çok nedenden dolayı ayrımcılığa maruz kalabilir. Ortaya Çıkışı Biçimine Göre Ayrımcılık Türleri ILO ayrımcılık türlerini “doğrudan”, “dolaylı” ve “ sistematik ayrımcılık” olarak üçe ayırmaktadır.AB direktiflerinde ayrımcılık türleri olarak “ doğrudan ayrımcılık”, dolaylı ayrımcılık”, “taciz”, “cinsel taciz”, “emirle ayrımcılığa özendirme” ve “gebeliğe veya analık iznine bağlı ayrımcılık” yer almaktadır. İngiltere’de “doğrudan”, “dolaylı ayrımcılık”, “mağduriyet kaynaklı ayrımcılık” ve “taciz”, ayrımcılık türleri olarak kabul edilmektedir. Ayrıca literatürde “çoklu ayrımcılık” , “ters yönlü ayrımcılık”,“ikinci kişiler üzerinden ayrımcılık” ayrımcılık türleri arasında yer almaktadır. Doğrudan Ayrımcılık: ILO’ya göre; doğrudan ayrımcılık, kanunlar, politikalar ve/veya uygulamalarla, kişi veya grupların farklı özelliklerinden dolayı açık bir şekilde dışlanması halinde ortaya çıkar. AB direktiflerine göre ise, “Bir yetkilinin,doğrudan veya kanıtlanmaksızın, topluluk hukun düzeninin yasakladığı bir ölçüte dayanan bir önlem alması, doğrudan ayrımcılık oluşturur.” Dolaylı Ayrımcılık: Görünüşte yanlı olduğu anlaşılmayan düzenleme ve uygulamaların, sonuçları itibari ile farklı özellikleri olan gruplara (cinsiyet, dil, din,sosyal köken gibi) eşitsizlik yaratmasıdır. Uygulamaların dolaylı ayrımcılık sayılıp sayılmayacağını belirlemek ise doğrudan ayrımcılık gibi her zaman kolay değildir. Dolaylı ayrımcılık ulusal kültür ve toplumsal yaşam normlarına görede değişir. Sistematik Ayrımcılık: Belirli gruplara üye olan dezavantajlı kişilere karşı kurumsallaşmış yapılar, politikalar, uygulamalar ve gelenekler sistematik ayrımcılığı oluşturur. Dezavantajlılara yönelik farklı veya ikinci derece koşuallar, eğitim, ulaşım ve diğer hizmetlerde yetersizlikler bu tür ayrımcılığa girer. Taciz: Taciz, yıldırma hareketleri, sözlü istimar, aşağılayıcı konuşmalar, tehdit,rahatsız edici şakalar, vücut dili ile aşağılama gibi unsurları içerir. Taciz, sözel,fiziksel, görsel (sürekli bakışlar, süzmeler) veya psikolojik olabilir. AB direktiflerinde taciz, “ Bir kişinin onuruna zarar verme ve onu yıldırma, ona karşı düşmanca,aşağılayıcı, küçük düşürücü veya saldırgan bir çevre yaratma amacı taşıyan veya etkisi olan (sonucu olan) istenmeyen bir davranış” olarak tanımlanmaktadır. Cinsel Taciz: Kişinin sözlü, fiziksel veya görsel olarak aşağılayıcı, küçük düşürücü, düşmanca veya saldırgan davranışlara maruz kalması, onurunun kırılması ve bunların cinsel içerikli davranışlar olması durumunu ifade etmektedir. Emirle Ayrımcılık: Bu tür ayrımcılık ise kişi veya kişilere talimat ve emir yolu ile ayrımcılık uygulatılmasını ifade etmektedir. Gebeliğe veya Analık İznine Bağlı Ayrımcılık: Kadınların çalışma hayatında en sık karşılaştığı türlerden biridir. Çalışan kadının hamilelik veya analık izninden doğabilecek mağduriyetini engellemek amacıyla AB, 2006 yılında 2006/54 sayılı bir direktif kabul etmiştir. Mağduriyet Kaynaklı Ayrımcılık: Ayrımcılığa uğramış bir kişinin bu mağduriyeti resmî olarak mahkemeye taşıması veya örgüt içi kanallar aracılığı ile yönetime şikâyet etmesi sonrası çalıştığı kurumda ayrımcı davranışlara maruz kalmasıdır. İş Yerinde Ayrımcılık İş yerlerinde ayrımcılık, emek piyasasında eşitsizlik yaratarak, belirli grup üyelerine zarar vermektedir. İş yerlerinde ayrımcılık; çalışanların istedikleri işi elde etme özgürlüklerini kısıtlamakta, becerilerini, yeteneklerini geliştirmelerine engel olmakta ve çalışanların yeteneklerine göre ödüllendirilme fırsatlarını azaltmaktadır. İstihdamda ayrımcılık; yoksulluğu, eşitsizliği ve sosyal huzursuzluğu güçlendirmektedir. Belirli grup üyelerinin saygın iş alanlarından sistematik bir şekilde uzak tutulmaları ciddi yoksulluk ve sosyal bölünme sorunları yarattığı gibi ekonomik büyümeyi de tehlikeye sokmaktadır. NOT= İşyeri çalışmaları;toplumdaki “farklılıkları” yansıtmıyorsa küreselleşme ile giderek daha heterojen hale gelen piyasanın da farklı ihtiyaçlarına cevap vermekte zorlanacaktır. Dünya’da ve Türkiye’de Ayrımcılıkla İlgili Sosyal Politikaların Değerlendirilmesi Ayrımcılıkla en büyük mücadele ekonomik anlamda verilecek olan mücadeledir. Ayrımcılığın yoksulluğa neden olduğu ancak ayrımcılığın da temel nedenlerinden biri olarak yoksulluk olduğu görülmektedir. ** Ayrımcılıkla mücadele için devletin ürettiği sosyal politikaların başarısıda; siyasipartiler, sendikalar, sivil toplum örgütleri ve üniversiteler gibi toplumu etkileyebilecek kurum ve kuruluşların rolü önemli bir yer tutmaktadır. ** AB ve Avrupa Konseyi kapsamında kadın-erkek arasındaki fiilî eşitsizliklerin önlenmesine yönelik hukuki düzenlemeler ve sosyal politikalara bakıldığında fırsat eşitliği uygulamalarının “fırsat önceliği” ve “olumlu ayrımcılık” uygulamaları şeklinde olduğı görülmektedir. ** Türkiye, yıllardır gerek AB’ye giriş süreci içinde onayladığı hukuki sözleşmelerden doğan farklılıkları gerekse diğer uluslararası alanda onaylandığı sözleşmeleri ulusal mevzuata uyarlamaya çalışmaktadır. ** toplumdaki farklı gruplar için eşit fırsatlar yaratılmalı, bu grupların siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel ve eğitim alanında temsiliyetleri artırılmalı, “farklılıkların” yönetimi uygulama alanı bulmalıdr. UNITE 13= SOSYAL HİZMET VE SOSYAL POLİTİKA İLİŞKİSİ SOSYAL HİZMETİN TANIMI VE NİTELİĞİ: Sosyal hizmet mesleğinin odağı, bireylerin toplum içindeki işlevselliğini etkileyen birey ve çevresi arasındaki etkileşimdir. Bireyin sosyal işlevselliğini gerçekleştirmekle ilgili olarak iki yaklaşım ortaya çıkmıştır. Birinci yaklaşım sosyal koşullar, ikinci yaklaşım ise birey üzerinde yoğunlaşmıştır. Sosyal çevre üzerinde yoğunlaşan reform yaklaşımı; bireylerin uygun yaşam koşullarına sahip oldukları durumda işlevselliklerinin de gelişeceğini varsayılır. ** Kongar ’a göre sosyal hizmet mesleği iki temel kaynaktan doğmuştur. Birincisi, kapitalist kalkınma yöntemini kullanarak hızla kalkınan ülkelerin bu kalkınma sonucunda ortaya çıkan toplumsal yaralarını sarma çabalarıdır. İkincisi ise, daha soyut ve felsefi planda kalan insancıl amaçlardır ki,derinliğine bir çözümleme sonunda bunun da birinci noktaya gittiği görülmektedir. Sosyal hizmetin amacı; bir veri olarak ele alınan sosyoekonomik yapı içinde bireylerin sorunlarını çözmektir. ** Bartlett (1970: 116) sosyal hizmetin odağını, insanların başa çıkma aktivitesi ile çevreden gelen istemler arasındaki ilişki olarak tanımladığı sosyal işlevsellik olarak görmektedir. Bartlett ile fikir birliği içerisinde olan Gordon sosyal hizmetin temel odağını, yine birey ve çevresi olarak kavramsallaştıran, karmaşık yaşam durumları içerisindeki bireyler olarak görmektedir. **III. Millî Sosyal Hizmetler Konferansı(1968)’nda sosyal hizmetin, ülkemizdeki ilk tanım çalışmalarından birinin yapıldığı görülmektedir. Buna göre;“sosyal hizmet,kendi kendine yardım ve iş birliği prensibi uyarınca değişmekte olan toplum yapısı içinde kişi, aile, grup ve toplulukların ihtiyaçlarının karşılanması, sorunlarının çözümlenmesi amacıyla; kendine özgü bilimsel teknik ve metotlarla insan ilişkilerindeki becerilere dayanan düzenli çalışmaları kapsayan bir meslektir.” ** Kongar (1972)’a göre “sosyal çalışma (sosyal hizmet); insanın, doğayla ve insanla olan çelişkilerinin çözümüne yardım etmeyi amaçlayan; bu yardımı, birey,grup ve toplum düzeyinde değişme yaratma yöntemi ile gerçekleştirmeye çalışan; meslek ahlak kurallarına uyan uygulayıcılar ve bunların yardımcılarının meydana getirdiği bir kadroya sahip olan bir meslektir.” **Kut (1988)’a göre ise “sosyal hizmet mesleği, bireyin karar verme özgürlüğünü kendi yararına kullanması açısından bilinçlenmesinde ve yaşadığı çevrenin değişen sosyoekonomik koşullarına ve normatif sistemine uyum sağlayarak toplumda verimli bir unsur olması yönünden gerekli olan değişmenin yaratılmasında müdahale edebilecek bilgi, yöntem ve becerilere sahip ve hatta bu tür bir müdahaleye yetkisi olan bir meslektir.” **Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurum Kanunu (Mülga, 2828 sayılı Kanun’un) Ülkemizde 1983 tarih ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Yasası'na göre ise sosyal hizmet kişi ve ailelerin kendi bünye ve çevre şartlarından doğan veya kendi kontrolleri dışında oluşan maddi, manevi ve sosyal yoksunluklarının giderilmesine ve ihtiyaçlarının karşılanmasına, sosyal sorunların önlenmesi ve çözümlenmesine yardımcı olunmasını ve yaşam standartlarının iyileştirilmesi ve yükseltilmesini amaçlayan sistemli ve programlı hizmetler bütünüdür. ** Pincus ve Minahan (1973: 9)’a göre ise sosyal hizmet, insanların yaşam amaçlarını, stres ile baş etmelerini, özlem ve değerlerini gerçekleştirme becerilerini etkileyen insan ve çevresi arasındaki etkileşimle ilgilenir. SOSYAL HİZMETİN AMAÇ VE İŞLEVİ Sosyal Hizmetin Amacı: İnsanların problem çözme ve baş etme kapasitelerini geliştirmek, İnsanların; onlara kaynak, hizmet ve şans tanıyan sistemlerle bağlantı kurmalarını sağlamak, Bu sistemler ile etkili ve insancıl çalışmalar yapmak, Sosyal politikaların geliştirilmesine katkı vermektir. **Sosyal işlevsellik, sosyal hizmetin özgün faaliyet alanını anlamayı ve sosyal hizmeti diğer yardım mesleklerinden ayırt etmeyi sağlayan bir anahtardır. **Sosyal hizmetin dıger bır amacı;çocuklara, gençlere, ailelere, gruplara ve topluluklara sosyal yaşama katılım, gelişim ve işlevsel olma yeterliliği kazandırmaktır. Sosyal hizmet uzmanları toplumdaki değişim, farklılık ve karmaşa üzerinde toplumda dezavantajli ve olumsuzluklara maruz kalmış birey ve gruplara hizmet sunarlar. Sosyal Hizmetin İşlevleri:Yapılan açıklamalar ışığında,sosyal hizmetin temel işlevleri aşağıdaki gibi sıralanabilir= 1. Birey ve gruplara ihtiyaç duydukları kaynaklara ulaşmalarına, 2. Sorun çözme kapasitelerini geliştirmelerine, 3. Müracaatçıların, hizmet sunanların gelişimini destekleme yolu ile örgütlerin gelişmesini teşvik etmelerine, 4. Özel ve kamu kurumlarında sosyal, sağlık ve çevresel politikaları etkileyerek destek sağlamaktır. Sosyal hizmetin bir diğer işlevi ise, devletin gelir dağılımını düzenleme aracı rolünü yerine getirmektir. Devlet barış, adalet ve denge gibi zorunlu görevlerinin yerine getirilmesi için çeşitli gruplar arasında yeniden gelir dağıtıcı harcamalar yapmaktadır. Devletin yaptığı harcamalar ve hizmetlerden faydalanma durumunda olanlar, yeniden gelir dağılımında önemli bir etkiye sahiptir. SOSYAL HİZMETİN KAPSAMI VE FAALİYET ALANLARI Sosyal hizmet müracaatçısının bir aile, örgüt, toplum ya da grup gibi bir birey ya da sosyal sistem olabileceği gerçeğiyle karmaşık bir hâl almaktadır. Sosyal hizmet uygulamasını tanımlamanın faydalı bir yolu müracaatçı sistemin boyutuyla müdahaleyi sınıflandırmaya bağlıdır. Mikro düzeydekiuygulama karı-koca,ebeveyn-çocuk ile yakın arkadaş-aile fertleri arasındaki karşılıklı etkileşim gibi birey ve onun en yakın etkileşimleri üzerine odaklanır. Kişiler arası yardım doğrudan uygulamayı ve klinik uygulama kavramları sıkça birbirleriyle değişerek mikro düzey uygulamalarında kullanılır. Makro düzey uygulaması bir örgüt,toplum, devlet ve hatta bir bütün olarak toplumla çalışmayı kapsayabilir. Açık olarak, makro -düzey uygulaması aynı zamanda kişiler arası ilişkilere de değinir. Fakat, bunlar örgütleri temsil eden ya da bir kurum komitesi veya kurum-arası iş gücü gibi bir çalışma grubuna mensup olanlardır. Mikro ile makro düzeyleri arasında mezzo uygulama vardır. Bu düzeydeki uygulama aile yaşamının biraz daha az samimi olan fakat, örgütsel ve kurumsal temsilcilikler arasında gerçekleşen ilişkilerden, kişisel olarak daha anlamlı olan kişiler arası ilişkilerle ilgilidir. Okul ya da iş yerindeki arkadaşlar, komşular ve kendi kendine yardım ya da terapi grubundaki bireyler arasındaki ilişkiler de bu düzeye dahil edilebilir. NOT=Müracaatçı sistemlerinin özelliğine göre bazı uygulama yaklaşımları bir müdahale düzeyinden daha fazlasını gerektirir ve bu nedenle sosyal hizmet uzmanının mikro, mezzo ve makro düzeylerde yetkin bir pratiğe sahip olmasını gerektirir. NOOOTTT=Sosyal hizmet mesleğine isim Jeffrey Brackett (1860-1949) tarafından verilmiştir. sosyal hizmetin başlıca faaliyet alanlarına ilişkin bir gruplandırma aşağıdaki gibi yapılabilir: ri, Bir diğer gruplandırma ise şu şekildedir: Sosyal Hizmetin Faaliyet Alanları: Aile ve Çocuk Hizmetleri Sağlık ve Rehabilitasyon ının Korunması Ruh Sağlığı şme Bilgi ve Başvuru Çalışma Yaşamında Sosyal Hizmet Suçluların Islahı Okulları Gerontolojik Hizmetler m vde Hemşire Hizmeti Okul Sosyal Hizmeti Konut Geliri Koruma ve Sürdürme Toplum Kalkınması nlama Aileye yönelik hizmetler kapsamında; sosyal hizmet uzmanları ailenin işlevlerini artıracak danışmanlık,terapi, aile yaşamı eğitimi gibi hizmetleri sunarlar. Çocuk koruma hizmetleri bağlamında; çocuk koruma, çocuk istismarını önleme, ailenin korunması, ayrı eşlerin yeniden birleşmesine yönelik hizmetler verilir. Sağlık bakımı alanında ise,hastane ortamında bakım ve rehabilitasyon gibi hizmetler yer alır. Çalışma yaşamında sosyal hizmet uzmanları genellikle danışmanlık, çalışanlar ve ailelerine ilişkin eğitim hizmetleri, işle ilgili stres ya da ailevi krizler konularında danışmanlık ve rehberlik şeklinde hizmet sunarlar. Gerontolojik sosyal hizmet, yaşlıların bakımı ve yaşlı bakımını üstlenenlere yönelik destekleri içerir. Okulda sosyal hizmet uygulamaları ise, rehberlik ve danışmanlık ile psikolojik destek gibidir. Suçlulukla ilgili sosyal hizmetler de cezaevlerindeki mahkûmlara danışmanlık, yapma ve Islah edilmelerine yöneliktir. Bilgi ve başvuru hizmetleri olarak da ilk müdahale hizmeti ve acil yardım gibi uygulamalar gerçekleştirilir. Ruh sağlığı konusundaki hizmetler ise, ruh sağlığı merkezleri ve devlet hastaneleri gibi kurumlarda gündüz tedavi programları, terapi, alkol ve hap bağımlılarının tedavisi biçimindeki uygulamalar aracılığıyla sağlanır. SOSYAL HİZMET VE SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ İLİŞKİSİ “Sosyal güvenlik sistemlerinin ortak amacı bir yandan yoksulluk ve sosyaldışlanma sorunuyla mücadele ederken, öte yandan çalışanlara güvence sağlamak ve kapsamdakilerin güvence düzeylerini yükseltir. **Sosyal güvenlik sağlıklı bireyden hastaya,çalışandan emekliye gelir transferi yoluyla gelirin yeniden dağılımını gerçekleştiren bir mekanizma niteliğindedir. Sosyal güvenlik aynı zamanda temel bir insan hakkı,devlet görevi ve bireyleri tehlikelere karşı korumayı amaçlayan bir sistem niteliğindedir. Sosyal güvenlik ihtiyacını karşılamak, sosyal devletin görevlerinden biridir. Devletin bu amaçla kurduğu ve işlettiği sistemin kapsamı, finansman yapısı,sağlanan yardımların yeterliliği gibi hususlar ile ulusal sosyal politika arasında dogrudan bir etkileşim bulunmaktadır. Sistemde sosyal sigorta primli (katkılı) rejimi, sosyal yardım ve sosyal hizmet ise primsiz(katkısız) rejimi oluşr. **Sosyal hizmetin sosyal yardımdan ayrılan en önemli özelliği, sunulan edimlerin niteliğindedir. Sosyal yardım nakdi sosyal hizmet ise hizmet ağırlıklıdır. Bir diğer anlatımla, devletin sağladığı destek ayni ya da nakdi olarak yapılıyor ise buna sosyal yardım; bir hizmet sunma şeklinde ise (koruma altına alma, bakımevi hizmeti sağlama gibi) buna da dar anlamda sosyal hizmet adı verilmektedir. Kimi durumda sosyal hizmet uygulaması kapsamında para yardımı yapılsa, sosyal hizmet esasen aile yaşamından yoksun olan çocuklar ile kendisine bakacak kimsesi bulunmayan yaşlılar gibi maddi desteğin ötesinde manevi desteğe ihtiyaç duyan birey ve gruplara yardımcı olmaktadır. SOSYAL HİZMET VE SOSYAL POLİTİKA İLİŞKİSİ Bir toplumdaki sosyal hizmetler, o toplumda var olan sosyal sorunlar ve mevcut sosyal politikalar doğrultusunda şekillenir. Bu bağlamda bir sosyal bilim disiplini olarak sosyal hizmet, sosyal politikayla yakın bir ilişki içerisindedir. Sosyal hizmetin mesleki odağı, sosyal sorunların çözümlenmesi böylelikle sosyal refah düzeyinin yükseltilmesidir. Sosyal sorunların tanımlanması, bu sorunlara neden olan gereksinimlerin belirlenmesi ve bu gereksinimlerin karşılanmasına yönelik politika ve uygulamaların hayata geçirilmesi süreçlerinde sosyal hizmet sosyal politika ile karşılıklı bir etkileşim içerisindedir. **Sosyal hizmet ve sosyal politika dokuz temel insan gereksinimini karşılamak için çalışan iki farklı disiplin ve uygulama alanıdır. Bu gereksinimler 1990 yılında İngiltere’de yürürlüğe giren Ulusal Sağlık Hizmeti ve Sosyal Koruma Kanunu’na göre şu şekilde sıralanmaktadır=> **Sosyal hizmet ve sosyal politika ilişkisi konusunda üzerinde durulması gereken önemli bir husus da ideolojilerdir. İdeoloji sosyal hizmet ve sosyal politika uygulamalarının temelinde yatan önemli bir kavramdır. İdeolojiler toplumsal düzenlemelerin temelinde yatan süreçleri anlamamıza imkân tanır. Sosyal hizmetin mesleki değerleri, birçok farklı düşünce sisteminden etkilenmiştir ve sosyal hizmet birçok farklı düşünce sistemine yön veren ideolojilerin önemi üzerinde durmaktadır. **Sosyal hizmet uzmanları, mesleki uygulamalarını yürütürken çalıştıkları kurumun politikasını da iyi bilmek durumundadırlar. Kurum politikası, kurumların kendi hizmet standartlarının neler olduğunu, kurumun yapısı ve işleyişini, sosyal hizmet uzmanı ve müracaatçının uyması gereken kuralları ve mesleki ilişki sürecinde takip edilmesi gereken prosedürün ne olduğunu ifade eder. **Sosyal politika “herkes için asgari yaşam düzeyinin güvence altına alınması”, “gelirler arasındaki ayrımın azaltılması” ve “bireylere tanınacak fırsat eşitliği ile sosyal hareketlilik olanaklarının herkese açık bulundurulması” şeklindeki üç temel düzeltici ögeyi esas alır. Temel amacı sosyal gelişme ve kalkınmanın sağlanması, sosyal bütünleşme ve sosyal barış.. sosyal politika, bu amaçlar oğrultusunda çeşitli araçlardan faydalanmaktadır. Söz konusu araçların başlıcaları; sosyal güvenlik,işsizlik sigortası, istihdam yaratıcı projeler, artan oranlı gelir vergisi ile sosyal hizmet projeleri gibidir. Bunlardan sosyal güvenlik sistemi, sosyal politikanın temel bir bileşeni ve aracıdır. ** Sosyal hizmet ve sosyal politika arasında karşılıklı bir etkileşim vardır. Sosyal hizmet, sosyal politikanın sosyal adalet, sosyal barış, sosyal gelişme, sosyal denge,sosyal bütünleşme ve sosyal demokrasi hedeflerine ulaşmasında birtakım müdahale ve uygulamalarla katkıda bulunur. NOT= Sosyal hizmet, belirtilen katkılarını gerçekleştirirken sosyal politikanın temel ilke,kural ve yöntemlerinden etkilenir. UNITE 14=SOSYAL HİZMET UZMANI VE SOSYAL POLİTİKA **Sosyal hizmet mesleğinin odağı, bireylerin toplum içindeki işlevsellik yeteneğini etkileyen birey ve çevresi arasındaki etkileşimdir. Sosyal hizmet mesleği işlevselliğini, bireyin sosyal işlevselliği ve çevresi ile etkileşimi temelinde yöntemleri aracılığı ile yerine getirmektedir. **sosyal hizmet ve sosyal politikanın yöneldiği hedef grupları ve amaçları aynıdır. Daha etkili bir sosyal hizmet uygulaması, şüphesiz, sosyal hizmet mesleğinin literatürde bir makro sosyal hizmet uygulaması olarak ele alınan sosyal politikara katılımından geçmektedir. Sosyal adaletin sağlanması, insan haklarının korunması, fırsat eşitliği vs. MAKRO DÜZEYDE SOSYAL HİZMET UYGULAMALARI Gilbert ve Specht (1974)’e göre toplum hayatında var olan kurumsal düzenlemelerin bazı sosyal fonksiyonları vardır. Bunlar üretim-dağıtım-tüketim,sosyalizasyon, sosyal kontrol, sosyal bütünleşme ve karşılıklı destektir. **Sosyal refah; aile, din, ekonomi, politika, gibi geleneksel sosyal refah kurumlarının yanında daha sonra yer alan bir sosyal kurumdur. Diğer sosyal kurumlara göre daha yeni olmasına rağmen sosyal hizmet mesleğinden daha eskidir. Sosyal refah kurumu,toplumun üyelerine yardım etmedeki kolektif sorumluluğunu ifade eden karşılıklı dayanışma mekanizmalarını içerir. NOT=sosyal refah kurumu ile en çok özdeşleştirilen meslek, sosyal hizmettir . Wilensky ve Lebeaux (1958)sosyal refahın ayırt edici yönlerini; . Formal örgütlenme, . Sosyal sorumluluk ve denetlenebilirlik, . Programların ticari amaçlara yönelik olmaması, . İnsan ihtiyaçlarını bütüncül bir yaklaşımla ele alması, . İnsanın tüketim ihtiyaçlarında odaklaşmak olarak ifade etmektedir. **Sosyal refaha ilişkin ilk sosyal düzenlemeler, 1601’de Kraliçe I. Elizabeth zamanında çıkarılan “Yoksullar Yasası’’ ile gerçekleşmiştir. Yoksullar Yasası’nın çıkışından önce, yoksulluk bireysel düzeyde ele alınmaktaydı. Bununla beraber,deneyimler ve yapılan ilk sosyal araştırmalar, bireysel düzeydeki odaklaşmanın yoksulluğa çözüm getiremediğini, toplumsal koşulların da yoksulluğun yaygınlaşmasında önemli rolü olduğunu ortaya koymuştur. İngiliz Yoksullar Yasası yoksulluğa karşı hükûmetin sorumluluğu fikrinden hareketle, geleneksel sosyal dayanışma sistemi yerine hükûmet yardımını açıklayan çeşitli statüleri içermiştir. **Modern sosyal refah kurumunun temel taşı olarak kabul edilen yoksullar yasasının en belirgin özelliği, bireylerin ekonomik refahının sağlanmasında kamunun zorunluluğu olduğu ilkesidir. **1904 ve 1909 yıllarında kurulan komisyonlar, yasanın uygulanmasından doğan olumlu ve olumsuz deneyimleri yeniden gözden geçirmişler ve gerekli değişiklikleri yapmışlardır. Özellikle 1909 yılında benimsenen ilkeler, bunu izleyen yıllarda, ulusal sigorta, sosyal yardım, sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi gibi sistemlerin ortaya çıkmasına neden olmuş, toplumun zayıf bireylerinin, nüfusun özel ihtiyaç kesimlerinin tanımlanması ve hedef gruplarının ihtiyaçlarına yönelik hizmetlerin sosyal politikanın amaç ve hedefleri içeriğinde yer alması başlamıştır. SOSYAL HİZMET UZMANININ POLİTİKA SÜREÇLERİNE KATILIMI Sosyal hizmet müracaatçısı bir aile, örgüt, grup, toplum ya da sosyal sistem olabilir. Mikro düzeyde sosyal hizmet uygulamaları eşler, ebeveynler ile çocuk ya da çocuklar arasındaki ilişkiler gibi etkileşimlere odaklanmayı gerektirirken; makro uygulamalar devlet, hatta bir toplumla çalışmayı kapsayabilmektedir. Sosyal hizmet uzmanları makro düzeydeki uygulamalarda yönetim, uygun yasaları belirleme, politika analizi yapma gibi faaliyetlerle uğraşırlar. Mikro ve makro uygulamalar arasında mezzo uygulama yer almaktadır. Bu düzeydeki uygulamalar,okul ya da iiy erindeki arkadaşlar, komşular arasındaki ilişkiler gibi hususları konu edinmektedir. Sosyal hizmet uzmanları birey, grup ve topluluklara yardımcı olurken bireyle çalışma , gruplarla çalışma ve toplumla çalışma ya da toplum örgütlenmesi yöntemlerini kullanırlar. **Bireylerle çalışma, bireyin sosyal rollerini daha iyi yerine getirmesini sağlayarak, sosyal işlevlerini geliştirmek ve düzeltmek amacıyla yaşantısına müdahale etmeyi hedefler. Bu yaklaşımda, sosyal hizmet uzmanı, karşısında işsiz bir aile reisi, engelli, yaşlı ya da suçlu bir ergen gibi çeşitli sorunları olan bireyler bulabilir. **Gruplarla çalışma ise, küçük insan grupları yoluyla, bireyde ve çevrede arzulanan değişmeleri yaparak, sorunların çözümüne yardım etme sürecidir. Sosyal hizmet uzmanı grup üyeleriyle ilişki kurmak, ilişkiyi sürdürmek ve soruna ortak çözümler üretmek üzere grubu yönlendirmek gibi işlevler yerine getirir. **1970'lerden itibaren genelci sosyal hizmet anlayışı ortaya çıkmış olup bu yaklaşım açıklanan üç yöntemi de kapsayan bir niteliğe sahiptir. Bu uygulamada, sosyal hizmet uzmanı bilgi, beceri ve değer temelinde bireyleri, ihtiyaçlarını karşılamada yetkin duruma getirmeye çalışır. NOT=Sosyal hizmet uzmanlarının sahip olması gereken belli başlı nitelikler=>sorumluluk alma yeteneği,eleştirisel düşünme,toplum kaynaklarını belirleme,harekete geçirme ve kullanma becerisi,sosyal hizmet değerlerini, etiğini ve ilkelerini kabul etme ve uygulama becerisi, insiyatif sahibi olma ve liderlikyeteneği,ekip çalışması yapabilme yeteneği, iletişim becerisi, ekonomik vesosyal adaletsizlige neden olanfaktörleri,baskı ve ayrımcılığı kavrayabilme gibidr **Demokratik ve insani ideallerden kaynaklanan sosyal hizmet, bütün insanların saygınlığı, değeri ve eşitliğine dayanan ilkelere sahiptir. İnsan hakları ve sosyal adalet, sosyal hizmet hareketinin motivasyonuna ve haklılığına hizmet etmektedir. Bu nedenle,sosyal hizmetin belirtilen işlevleri yerine getirilirken sosyal hizmet uzmanları insan hakları ve sosyal adaleti esas almaktadırlar. **Sorunların çözümü sürecinde, müracaatçı ile sosyal hizmet uzmanı arasında iş birliğine dayalı bir ortaklık gerekmektedir. Sosyal hizmete ihtiyaç yaratan soruna bağlı olarak sosyal hizmet uzmanının müracaatçıya vereceği destek ayni ve nakdi nitelikli bir katkıyla sınırlı kalırsa, sorunla başa çıkılmasında yetersiz kalabilmektedir. **Sosyal hizmet uzmanlarını zaman zaman endişelendiren ve öfkelendiren esas neden, kendi rollerinin sorunsal, kritik ve çok boyutlu olmasıdır. Sosyal hizmet uzmanlarının çokboyutlu rolleri, bazi ilişki ağlarını içermektedir. Bunlar; sosyal hizmet uzmanımüracaatçı sosyal hizmet uzmanıekip ilişkisi , sosyal hizmet uzmanı-örgüt ilişkisi , yönetici (üst-ast) ilişkisi , politikacılarla olan ilişkiler ve medya ve kamu ilişkileri biçimindedir.SHU arabulucu, eğitimci, savunucu, danışman ve politikacı. Sosyal hizmet alanında çalışan başlıca uzman bireyler şunlardır: • Yoksul bireylere yasal hizmetler sunan avukatlar, • Sosyal planlama birimlerindeki kent planlayıcıları, • Kamu sağlık kurumlarındaki doktorlar, • Duygusal dengesizliğe yönelik dinlenme-tedavi tesislerindeki ögretmenler, • Akıl hastanelerindeki psikologlar, hemşireler ve terapistler, • Akıl hastalığı kliniklerindeki psikiyatristler. **SHU görevlerini yerine getirirken uluslararası sözleşmelerde yer alan standartlardan ve ülke düzeyindeki yasal düzenlemelerden etkilenmektedirler. **Sosyal hizmet uzmanları mikro düzeyde politik kararları alırken,müracaatçılarla etkileşimlerinin niteliğini biçimlendirirler. Böylelikle de hangi hizmet birimi ya da kuruluşun katkıda bulunması gerektigini belirlerler. Bu çerçevede ihtiyaca göre çocuk refahı, ruh sağlığı, gelir temini gibi sosyal hizmetler kamu ve özel kuruluşlar tarafından sunulur. Sosyal hizmet sistemi kamu özel sektörün yanı sıra, uzman kuruluşlar, akredite kurumlar, fon sağlayıcılar ve vatandaş menfaat gruplarını da içerir. Sosyal hizmet sistemi sosyal refah kurumunun bir ögesidir ve tüm vatandaşların sağlık, egitim ve refahının artırılmasını amaçlar. Bu amacın gerçekleşmesi, sosyal refah mevzuatı ve yargı kararlarıyla ilişkilidir. **Günümüzde,küreselleşen Dünya'da sosyal politikaların kapsamı genişlemiştir. Uluslararası politikalar; küresel düzeyde artık, çevrenin korunması, doğal kaynaklar ve barış girişimleri gibi konularla ilgilenmektedir. Sonuç olarak, her aşamadaki söz konusu önemli politik, sosyal ve ekonomik faktörler bir yandan sosyal refah politikasını, öte yandan onunla ilgili sosyal sigorta, konut, sağlık, beslenme gibi kişisel sosyal hizmetleri etkilemektedir **Doğrudan hizmet uygulamacılarının politikaya ilişkin rollerinin önemi örgütler büyüdükçe ve karmaşıklaştıkça artar. Bir uygulamacının politikaya katılımı en azından iki yolla olur. Birinci olarak mesleki uygulamanın doğası, zımnen ya da saklı olarak, bir politikanın belirtecidir.İkinci olarak, kuruluş uygulamalarının dikkati çekmeyen doğası (kuruluşun neredeyer aldığı, kurumun randevu önerip önermediği, ilk görüşme düzenlemeleri)uygulamacı tarafından düşünülmeden sürdürülen şeyler müracaatçıyı ve etkileşimin doğasını belirleyebilir. Nitekim Meenaghan ve Gruber doğrudan sosyal hizmet uygulamacıları için politikaya katılım açısından üzerinde önemle durulması gereken dört noktanın altını önemle çizmiştir. 1:Hizmet kalıplarının niçin ve nasıl oluştuğunu diğer görevlilere sormak, diğer meslek elemanlarına ilişkin beklentiler oluşturmak, yapısal öneriler geliştirmek, önemli toplantılarda üye olarak roller almaktır. 2:Örgütsel görevliler tarafından, program öncesi ya da sonrası tepkilere bakılarak ihtiyaç kavramı ve değerlendirmesi yapıldığından sosyal hizmet uzmanları ihtiyacın belirteçlerinin nasıl kullanıldığını ve bunların geçerliliğini bilmek ve alternatif tasarımları geliştirmek durumundadır. 3:Problem ve amaçların çatısının kurulmasını, amaçların seçimi ve sıralanmasını, müdahalenin mümkün düzeylerinin araştırılmasını ve amaçları başarmak için alternatif seçeneklerin ortaya konmasını içerir. 4:Doğrudan sosyal hizmet uygulamacıları, kendileri gibi doğrudan sosyal hizmet uygulamacıları da dahil olmak üzere, kıt kaynakların geliştirilmesi üzerinde düşünmek durumundadırlar. Bu konuda, gönüllülerin, önceki müracaatçıların ve toplum temsilcilerinin kullanımı, kaynaklar ve doğrudan sosyal hizmet uygulamacıları için etkili rollerin oluşumunu kolaylaştırır. Sosyal Politikanın Aşamaları ve Bu Aşamalarda Sosyal Hizmet Uzmanlarının Rol ve Görevleri 1. Belirli bir alandaki politika durumunu araştırarak politika değişikliklerinin başlatılıp başlatılamayacağını ve ne zaman başlatılabileceğini kararlaştırmak (Ön aşama) 2. Dış dünyada karşılanamayan ihtiyaçları, problemleri anlamak,keşfetmek, onların önemlerini, yaygınlıklarını ve sebeplerini tanımlamak (Tarama Aşaması) 3. İhtiyaç ve sorunlara yönelecek politika ve program seçeneklerini seçilebilirlik, hizmet müdahaleleri, hizmet sunum sistemi, karar verme ve değerlendirme mekanizmaları açılarından değerlendirmek ve bunlar arasından seçim yapmak (Analiz Aşaması) 4. Hizmet sunum sisteminin niçin belirli politika amaçlarını başarmaya izin vermediğini incelemek, politika ve programları uygulamak (Uygulama Aşaması) 5. Var olan program ve politikaların etkililiklerini değerlendirmek, onları sona erdirmek, genişletmek ya da değiştirilmesi açısından yöntem ve stratejiler planlamak (Değerlendirme Aşaması) 6. Politikayı yasal zeminde kabul ettirme çabalarına yönelmek (Yasallaştırma Aşaması). **Sosyal politikanın pek çok aşamasında sosyal hizmet uzmanlarının yerine getirdikleri bu roller Jansson (1984)’ın da belirttiği gibi analitik, politik, yönetimsel ve örgütsel, araştırma ve program değerlendirme rolleri olarak da sınıflandırılabilir. Bu roller açıklanacak olursa: 1. Analitik roller, sosyal politika oluşturmanın temel bir parçasıdır. Analitik roller, politika seçeneklerini anlamaya ve bu seçenekler içerisinden uygun olanı seçmemizle ilgili roller olup tercihleri kolaylaştıran niceliksel yöntemlere olanak vermektedir. 2. Politik roller, sosyal politika oluşturmanın her aşamasında yerine getirilir.Kimi politika seçenekleri sürece katılanlar tarafından politik olarak uygun bulunmadığı için düşünülmez. Yine sosyal hizmet uzmanları, politikanın uygulanması sırasında kimi politikaların üzerinde diğerlerine göre daha fazla durabilirler. Politika oluşturmanın hiçbir modeli politik faktörlerden arındırılamaz. 3. Yönetimsel ve örgütsel roller, politikalar sadece örgütsel ekip onları uyguladığında başarılı olduğundan son derece gereklidir. Uygulama gerçekleri bu açıdan son derece önemli hâle gelmektedir. 4. Araştırma ve program değerlendirme rolleri politika oluşturma sürecinin pek çok yerinde kullanılır. Örneğin, sosyal problemlerin sıklığına ilişkin veriler toplanır. Sosyal bilim ve ilgili araştırmalar müdahale stratejilerinin oluşturulması ve değerlendirilmesinde kullanılır. **Jansson (1990) politika uygulamasını, “politikaları geliştirme, kanunlaştırma,uygulama ve değerlendirme için kavramsal çalışma, müdahale ve değerlerin açıklığa kavuşturulması” olarak tanımlamıştır. Bu tanımlama ise Wyers (1991)’in de belirttiği gibi, politika uygulamasını kimin icra ettiği ve politikaların geliştirildiği, kanunlaştırıldığı, uygulandığı ve değerlendirildiği düzeye işaret etmemektedir. Sosyal Hizmette Politika Uygulama Modelleri Josefina Fiqueira- Mc Donough’un Modeli:Figueira (1993), politika uygulamasının dört temel yöntemi olduğunu belirtmektedir. Bunlar sırası ile yasal savunuculuk, dava yoluyla reform, sosyal aksiyon ve sosyal politika analizidir. 1.Yasal Savunuculuk:Yasal savunuculuk, sosyal hizmet mesleğinin temel ilgisi olan yoksun grupların yararına olacak şekilde yasamayı geliştirmek ve ilerletmektir. Sosyal hizmet uzmanlarının lobicilikte eğitilmesi konuları üzerinde durmaktadırlar. Dear ve Patti (1981) yasal savunuculuk ile bağlantılı olarak sosyal hizmet uzmanları için yararlı olabilecek stratejilerin bir dizisini oluşturmuştur. Bu stratejiler dizisi, yasal süreçteki müdahalelere ve kanun tasarısının içeriğinin hazırlanmasıyla ilişkili. 2. Dava Yoluyla Reform: Bilindiği gibi, mahkemeler insanların sosyal refahını etkileyen önemli kararları, bireylerin özgül koşullarında alır. Alınan bu kararlar ile kamu vicdanının sosyal refah ile ilgili çeşitli konulara nasıl baktığı sosyal hizmet uzmanlarınca anlaşılabilir. Yine insanların refahına ilişkin olarak, mahkemelerce alınan olumlu örnek kararlar, diğer insanların da bu hakları elde etmelerinde ilk basamak olabilir. Böylelikle,bir dava sonucu, aynı haktan pek çok insanın faydalanması ile Sonuçlanabilir. 3. Sosyal Aksiyon: Sosyal aksiyona bağlılık, mesleğin tarihi boyunca mesleği niteleyen önemli kavramlardan olmuştur. Sosyal politikada değişiklik yaratmak amacı ile tasarlanmış statü, güç ve kaynakların dağılımını etkilemeye yönelen birey ya da grup aktiviteleri olarak tanımlanan sosyal aksiyon sosyal hizmette müdahale yöntemi olarak Amerika’da yoksulluğa karşı savaş sürecinde gelişmiştir. ** Sosyal aksiyon yönteminin başarısını onun radikal ele alışında değil yoksun gruplara artan oranda sosyal kaynak sağlamasında görmek gereklidir. Bu sonuca ulaşacak etkili stratejilerin hem içsel hem de dışsal odakları olmak zorundadır. İçsel olarak toplum kompozisyonu dayanışmanın motive edilebilmesi için anlaşılmak durumundadır.Dışsal strateji olarak diğer gruplardan destek almak, genel kamuoyundan destek almak ve resmî karar vericilerin uzlaşan güçlerini zayıflatmak sayılabilir. 4. Sosyal Politika Analizi: Politika analizi, politikanın kimleri kapsadığını,hangi yararların sunulduğunu, hizmetin sunulma biçimi ve mali destek hakkındaki referans çatısıdır. Tüm politikalar özde bu dört boyutu bünyelerinde taşırlar. Herhangi bir politikayı değerlendirirken bu dört boyutu dikkatli bir biçimde değerlendirmek gereklidir. **Politika analizi stratejisine felsefe ve uygulama bazında temel teşkil edecek ölçütler ise eşitlik, uygunluk, özerklik (self-determination) ve etkililiktir. Bu dört ölçütü yerine getiren bir politika ya da program olumlu değerlendirilme noktasındadır. Norman L. Wyers’in Modeli:Wyers (1991) göre sosyal hizmet uzmanlarının politika uygulamasına katılım biçimleri beş başlıkta incelenebilir. 1. Politika Uzmanı Olarak Sosyal Hizmet Uzmanı: Bu modelde sosyal hizmet uzmanı, politika analizini yürütür, sosyal politika formülasyonuna yardım eder ya da politika süreci ile ilgili olarak uzmanlık bilgisi ve becerisi sağlar.Bu aktiviteler, genellikle, toplum ve yasal düzeylerde yapılır. Anılan aktiviteler, sosyal hizmet uzmanlarının işidir ve iş tanımlarında açıkça yer alır. ** Jansson’ın modeline uyan politika uygulamacıları politika uzmanları olup formal eğitimleri sosyal politika ya da bağlantılı bir alandadır.İhtisasları ise mikro ya da doğrudan uygulamadan ziyade makro (indirect) uygulama alanlarıdır. 2. Dışsal Çalışma Ortamlarında Değişme Ajanı Olarak Sosyal Hizmet Uzmanı:Bu model ne sosyal politikada uzmanlaşmış bir eğitimi ne de doğrudan olmayan uygulama metodolojilerinin mutlaka kullanılmasını şart koşar. Bu modele göre, politika uygulaması politika uzmanlarınca kullanılan pek çok benzer beceriyi gerektirir. Bununla beraber bu beceriler operasyonel hâle getirilmemiştir. 3. Dâhili İş Ortamlarında Değişme Ajanı Olarak Sosyal Hizmet Uzmanı: Bu modelin odağı, örgütsel değişme üzerinedir. Çalıştıkları kuruluş içerisinde doğrudan sosyal hizmet uygulamacıları politika formülasyonu sürecini anlarlar. Değişim sürecinin başlatılması gereğini görerek diğer ekip elemanları ile bir aksiyon sistemi oluşturup örgütsel süreçleri değerlendirirler. Açık hedefler koyarak örgütsel değişme yönünde kendi ya da müracaatçıların çıkarları yönünde üst yönetime baskı yaparlar, değişme önerilerini sunarlar. 4. Politika Kanalı Olarak Sosyal Hizmet Uzmanı: Politika uygulamacısı hem politikayı uygulamaya dönüştürür hem de politika oluşturanlar için politikanın etkisini ölçen, değişme ihtiyacını gösteren ve böylelikle politika yaratan bir anten görevi görür. Esasta, sosyal hizmet uzmanları toplumsal gerçeklik içerisinde mesleki faaliyetlerini yürütürken sıklıkla insanların yaşamlarını çevreleyen politikaların onlar için ne anlama geldiğini rahatlıkla görebilir. Bu önemli nokta, sosyal hizmet uzmanlarını politika oluşturanlar için son derece hayati bir noktaya getirmektedir. 5. Politika Olarak Sosyal Hizmet Uzmanı:Bu politika uygulama modeli, farklı bir biçime sahiptir. Tanım olarak, politika uygulamacısı, politikanın şeklini alarak ona canlılık kazandırır. Bununla beraber, sosyal hizmet uzmanlarının değerleri, prensipleri ve teorik sayıltıları da hizmetin doğası ve kalitesini canlandıran fiilî politikalar hâline gelir. Bu durumda sosyal hizmet uygulaması, uygulamacının kişiselleşmiş politikalarından ayrılamaz. Sosyal hizmet uzmanı tarafından uygulamanın yürütülmesi, etki olarak politikadır. Ralph L. Dolgoff’un Modeli: Dolgoff (1981)’in de belirttiği gibi alanda çalışan sosyal hizmet uzmanları çeşitli biçimlerde politika oluşturma sürecine katılırlar. Sosyal hizmet uzmanları, örgütsel yaşam ve ideoloji boyutunda da politika oluşturma sürecine katılırlar. **Kuruluş düzeyinde doğrudan sosyal hizmet uygulamacılarının en azından iki yolla politika yarattıkları açıktır. Birinci olarak, doğrudan sosyal hizmet uygulamacıları hem formal hem de informal kuruluş politikalarının oluşturulmasına ekip elemanı olarak katkı verir. İkinci olarak, çoğu sosyal hizmet uzmanı, hiçbir örgütün, her durumla örtüşecek ve tüm ihtimalleri karşılayacak kurallar oluşturamayacağını keşfeder. ** Müracaatçılara daha iyi hizmet verebilmek için bir sosyal hizmet uzmanı mesleki nedenlerle politikaları yok sayabilir, onları atlatabilir, bozabilir. Sonuç olarak, sosyal hizmet uzmanları ön planda politika oluşturmaya zorlanırlar. Sosyal hizmet uzmanlarının özgürlük dereceleri kuruluştan kuruluşa değişmekle birlikte, bir miktar özgürlük en bürokratik ve kontrollü insana yönelik örgütlerde bile vardır. NOT= Sosyal hizmet uzmanlarının tercih ettikleri kararlar,kaynakların tahsisini ve dağılımını etkiler. ** Herman D. Stein (1974)’a göre sistemlerin devamlılığı ve sistemlerin değişimi sosyal hizmet uzmanlarının rolü olarak üst üste gelmektedir. Sistemlerin devamlılığı ve değişimi arasındaki denge, büyük ölçüde, sosyal hizmetin içinde uygulandığı toplumun gelişim dönemine bağlıdır. Sonuç olarak, ideolojik tercihler politika tercihleridir ve toplum ve mesleğin içinde bulunduğu durumdan kaynaklanır. Yine Dolgoff (1981) doğrudan sosyal hizmet uygulamasındaki sosyal hizmet uzmanları için dört sosyal politika oluşturma rolü tanımlamıştır. 1. Farklı Kararlar: Bir sosyal hizmet uzmanı, aile içi şiddeti, sosyalizasyon veya öğrenme teorileri yerine psikoanalitik terimlerle tanımlayabilir.Böylesi bir tanımlama kullanılacak yöntemleri, çabalanacak potansiyel çıktıları belirleyen bir politika tercihidir.Farklı mesleki kararların nedeni sosyal hizmet uzmanının teorik tercihleri olabileceği gibi aile öz geçmişi, önyargıları, insanı anlamaya ilişkin görüş farklılıkları da olabilir. 2. Toplam Bireysel Kararlar: Belirli bir problemle ilgili olarak insanları sınıflayan kararlar alan bir sosyal hizmet uzmanı belirli hizmetleri müracaatçılar için uygun hâle getirir. Bunun ardından, kuruluştaki diğer sosyal hizmet uzmanları benzer kararlar almaya başlar. 3. Kuruluş Uygulaması ve Toplum Politikası: Sosyal hizmet uzmanları kuruluşlarda ve daha geniş toplumlarda da politika oluşturma sürecine katılırlar. Politika uygulaması, sıklıkla kuruluşun karmaşık ve sınırlayıcı işlemlerinden etkilenir. Bir başka deyişle, doğrudan sosyal hizmet uygulaması yapan sosyal hizmet uzmanlarınca oluşturulan hangi müdahalenin hangi amaçlara doğru, hangi problem durumlarında uygulanacağına ilişkin bireysel kararlar bu konulara ilişkin olarak kuruluş politikasını ortaya koymaktadır. Tedavi planları ve tedavi teorileri, tedavi seçimleri olduğu kadar politika seçenekleridir. 4. Sosyal Aksiyon: Sosyal hizmet uzmanları, hem birey olarak hem de diğer vatandaş ve meslek elemanları ile birlikte sosyal aksiyona katkıda bulunurlar. Doğrudan sosyal hizmet uygulamacıları da (alanda çalışan sosyal hizmet uzmanları) uygulamanın doğası gereği olarak sosyal politika oluşturma süreçlerine önemli katkılar verır.