T.C. SAĞLIK BAKANLİĞI SİYAMİ ERSEK GÖĞÜS KALP VE DAMAR CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİ Şef : Op. Dr. Ilgaz Doğusoy AÇIK KALP CERRAHİSİ SONRASI GELİŞEN TORASİK KOMPLİKASYONLAR Uzmanlık Tezi Dr. Murat HANÖZÜ İstanbul-2006 2 İÇİNDEKİLER : 1. İÇİNDEKİLER 2 2. TEŞEKKÜR 3 3. KISALTMALAR 5 4. GİRİŞ ve AMAÇ 7 5. GENEL BİLGİLER 8 5.1 Kalp Akciğer Makinası 8 5.2 Akciğer Fonksiyonlarında Mekanik Değişim 9 5.3 Kardiyopulmoner Bypass ( KPB ) 12 5.4 KPB Sonucu Ortaya Çıkan İnflamatuar Değişiklikler 13 5.5 KPB'nin Organlar Üzerine Olan Etkileri 15 5.6 Erken Dönem İzlem 17 5.7 Morbidite 19 5.8 Temel Oksijenasyon ve Alveolar Ventilasyon Kavramları 24 5.9 Ventilatörden Ayırma Ve Ekstübasyon 25 5.10 Mortalite 26 5.11 Plevral Mayi 28 5.12 Solunum Fonksiyon Testleri 31 6. MATERYAL ve METOD 36 7. BULGULAR 38 8. TARTIŞMA 48 9. SONUÇ 57 10. KAYNAKLAR 58 3 TEŞEKKÜR Prof. Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi uzmanlık eğitimim süresince, bilgi ve deneyimleri ile beni yönlendiren, mesleki, insani ve etik tecrübelerinden çok şey öğrendiğim, bizlere her zaman destek olan değerli Şefim Op. Dr. Ilgaz Doğusoy’a, Hastanemiz Başhekim’i Prof. Dr. İbrahim Yekeler’e, Uzmanlık eğitimim süresince bilgi ve deneyimlerinden istifade ettiğim, anlayışlarını ve yardımlarını hiçbir zaman esirgememiş olan Şef Muavinlerim Op. Dr. Tamer Okay ve Doç. Dr. Muharrem Çelik’e, Göğüs Cerrahisi eğitimim süresince kendisi ile çalışmaktan mutluluk duyduğum, tezimim hazırlanmasında her konuda yardımlarını esirgemeyen Op. Dr. Mehmet Yıldırım’a, birlikte çalışmaktan onur duyduğum Op. Dr. Murat Yaşaroğlu, Op. Dr. Oya Uncu İmamoğlu, Op. Dr Bülent Aydemir, Op. Dr Sezai Çelik, Op. Dr Hatice Coşgun Demirbağ, Op. Dr. Alper Fındıkçıoğlu, Op. Dr.Güven Olgaç’a, Kalp ve Damar Cerrahisi şefleri; Doç.Dr. Ergin Eren, Doç. Dr. Azmi Özler, Op. Dr. Serap Aykut Aka, Doç.Dr. Sabri Dağsalı, Doç.Dr. Murat Demirtaş, Doç. Dr. Fuat Bilgen, Prof. Dr. Sertaç Çiçek, Prof.Dr. M.Salih Bilal’e, şef muavinleri; Op. Dr.Atilla Kanca, Op. Dr. Remzi Tosun, Op. Dr. Murat Akçar, Op. Dr. Fikri Yapıcı ve Doç.Dr. Hakan Gerçekoğlu’na, tüm başasistan ve uzmanları’na, Anestezi ve Reanimasyon Klinik Şefi Dr Sevim Canik ve Prof.Dr. Zuhal Aykaç’a, tüm şef muavinlerine, tüm başasistan ve uzmanları’na, Tüm kardiyoloji şef ve şef muavinlerine, Radyoloji şef ve şef muavinine, 4 Beraber çalışmaktan ve tanımaktan dolayı mutlu olduğum asistan arkadaşlarım Dr.Nilay Çavuşoğlu Yalçın, Dr.Alper Tabur, Dr.M. Hakan İlter, Dr. Gökhan Güneren, Dr.Elif Suner, Dr. Zeynep Paçin, Dr. Recep Ustaalioğlu, Dr. Utkan Tiyekli, Dr. Tuba Koç, Dr.Didem Güngör, Dr.Rüçhan Anbar, Dr.Cemalettin Tunçkaya’ya, Kalp cerrahisi tüm asistan arkadaşlarıma, Servis sorumlu hemşiremiz Güngör Güldalı’na ve hastanemizin değerli hemşirelerine, çalışan tüm personel ve görevlilerine, Desteklerini her zaman en yakından hissettiğim sevgili eşime ve aileme en içten teşekkürlerimi sunarım. Dr. MURAT HANÖZÜ Ocak 2006 5 KISALTMALAR AAA :Abdominal Aort Anevrizması ARDS :Akut Solunum Distres Sendromu AVR :Aort Valve Replasmanı BT :Bilgisayarlı Tomografi CC :Kros-Klemp CL :Akciğer Komplians CO :Kardiyak Output DM :Diyabetes Mellitus EF :Ejeksiyon Fraksiyonu EKG :Elektokardiyografi FEV1 :1.saniye Zorunlu Ekspirasyon Volümü FRC :Foksiyonel Rezidüel Kapasite İMA :İnternal Mammaryan Arter KAH :Koroner Arter Hastalığı KBY :Kronik Böbrek Yetmezliği KOAH :Kronik Obtrüktif Akciğer Hastalığı KPB :Kardiyopulmoner Bypass KVC :Kardiyovasküler Cerrahi LİMA :Sol intermamariyan Arter LMCA :Sol Ana Koroner Arter LV :Sol Ventrikül 6 MI :Myokard Enfarktüsü MVR :Mitral Valve Replasmanı PAP :Pulmoner Arter Basıncı PaO2 :Parsiyel Oksijen Basıncı PaCO2 :Parsiyel Karbondioksit Basincı PTCA :Perkutan Transluminal Koroner Anjiografi RİMA :Sağ İntermamariyan Arter RV :Rezidüel Volüm SpO2 :Oksijen Saturasyonu SVG :Safen Ven Greft SVH :Serebrovasküler Hastalık TBP :Total Bypass Süresi 7 4. GİRİŞ VE AMAÇ Açık kalp cerrahisinde kardiyopulmoner bypass'ın (KPB) kullanılmaya başlamasıyla pek çok kardiyak patolojiye müdahale edilebilmiş, teknolojik gelişmeye paralel olarak cerrahi teknik, preoperatif teşhis ve postopoperatif dönemdeki bakım, tedavi olanaklarının artması ile kompleks lezyonlar opere edilebilmiştir. Kardiyopulmoner bypass’ın sağladığı büyük avantajların yanında, peroperatif yapılan ve fizyolojik olmayan işlemlerden dolayı solunum, dolaşım ve pek çok organa olan yan etkileri vardır. Bu yan etkiler, postoperatif morbidite ve mortalitede etkili olmaktadırlar. Kardiyak operasyonlar sonrası gelişen postoperatif en önemli komplikasyonlardan biri pulmoner disfonksiyon sonucu gaz alış-verişindeki baskılanmadır. Postoperatif pulmoner fonksiyonların azalmasına pek çok faktör etki eder. Bunlar; preoperatif faktörler, median sternotomi, akciğerlerin iskemik periyotla söndürülmesi, kan transfüzyonu, plevranın açılması, internal mammariyan arter (IMA) çıkarılması olarak sayılabilir. Çalışmamızda kalp akciğer makinesi kullanılarak opere edilen hastalarda, gelişen torasik komplikasyonlar prospektif olarak değerlendirdik. Olguların preoperatif, peroperatif ve postoperatif dönemleri incelenerek torasik komplikasyonlar değerlendirildi. Erken dönemde uygun müdahalelerle morbitide ve mortalitenin azaltılması amaçlandı. 8 5. GENEL BİLGİLER Pennock ve ark. 1977’de kardiyopulmoner bypassın (CPB) akciğer problemlerinde önemli rol oynadığını söylemiştir(1). CPB sırasında akciğer kollaps sebebiyle risk altındadır. Bu mekanik değişimlerin etkisi hastanın akciğer rezervlerine bağlıdır. Akciğer ise, ekstrakorporal dolaşım süresi boyunca kan bileşenlerinin aktivasyonu nedeni ile aşırı risk altındadır. Bu risk kapiller leak sendromu, akut solunum yetmezliği ve ekstrakorporal dolaşım ile bypass’ın metabolik fonksiyonlarından kaynaklanıyor olabilir(2). 5.1 KALP AKCİĞER MAKİNASI Kalp akciğer makinesi ile ilgili ilk düşünce 1813 yılında Gallois tarafından ortaya atılmıştır. İlk yapay kalp akciğer makinesi de Von Frey ve Gruber tarafından 1885 yılında yapılmıştır. Kalp akciğer makinesi; polikarbonat, teflon, polietilen, poliuretan, silikon ve paslanmaz çelik gibi sentetik ve materyallerden yapılmıştır. Akım yolunda türbülansı ve başlangıç volümünü (priming) en aza indirecek, kan örneği almaya ve mayii vermeye yarayacak yolları olacak şekilde birçok giriş ve çıkış bölmeleri ilave edilmiştir. Bir kalp akciğer makinesinin temel bölümleri Tablo_1’de gösterilmiştir. Buna ilave olarak kardiyopleji için ayrı bir sistem olarak pompa, rezervuar, ısı değiştiriciden oluşan bir sistem de bulunabilir. 9 Tablo_1: Kalp_Akciğer Makinesinin Temel Bölümleri 1.Venöz kanüller, 2.Venöz rezervuar, 3.Oksijenatör, 4.Isı değiştirici, 5.Pompa, 6.Arteriyal filtre, 7.Artriyal kanül, 8.Aspiratör ve ventler, Bugünkü kalp akciğer makineleri; birbirinden ayrı bu temel bölümlerin bir tüp sistemiyle birbirlerine bağlanmasıyla oluşturulmaktadır. Bu sistem perfüzyoniste rahatça takip etme ve problemleri çözme imkanı sağlıyorsa da bunun yanında kanın sentetik materyale daha fazla temas etmesine, muhtemel hava giriş yerleri ve kontaminasyon ihtimalini de arttırmaktadır. 5.2 AKCİĞER FONKSİYONLARINDA MEKANİK DEĞİŞİM 5.2.1 Atelektazinin patofizyolojisi Atelektazi kardiyak cerrahiden sonra en sık görülen akciğer komplikasyolarındandır ve olguların %70’ini oluşturur. KPB sırasında, akciğerler perfüze olmaz ve fonksiyonel rezidüel kapasitesinin (FRC) azalmasına neden olur. Akciğerler KPB sonuna doğru tekrar genişlediğinde çeşitli derecelerde pulmoner atelektazi alanları gözlenir. Bu radyografi ile 10 gözlemlenebilen mikroatelektaziler akciğerlerde kollapsa neden olur. Atelektazinin orta derecelerinde, subsegmental ve segmental bölgeler sıklıkla görülür. FRC’ in kötüye gitmesi; atelektaziye, akciğer kompliyansı (CL) azalması ve alveolar arteryel oksijen gradienti ile ilişkilidir. 5.2.2 Atelektazide Predispozan Faktörler Kronik bronşit ve sigara tiryakilerinde trakeobronşial ağaçta kolumnar epitelyal metaplazisi gelişebilir. Antegrad cilial mukus ve debris temizliği bozulduğunda, surfaktan üretimi azalır. Obesite FRC kaybına yol açar ve CPB öncesinde ve sonrasında atelektazi oluşumuna sebep olur. Ekstravasküler akciğer sıvısındaki artış, pulmoner ödem ve küçük hava yollarında kollapsa neden olur. Mekanik havalandırma sırasında anestezi ile kısmi felç olan hastada diafragma pasif olarak yer değiştirir akciğerin gaz akışında hipoventilasyona sebep olur. Nefes alımı mekanik aletlerle sağlanan ventilasyon işleminde, hastada mikroatelektazi görülmesine sebep olur. Çocuklarda ve yetişkinlerde, surfaktan azalması atelektaziye yol açar(2). Mandelbaum ve Giammona (3) KPB sırasında akciğerin yüzey gerilimi ve surfaktan miktarını azalttığını göstermiştir. Alternatif olarak hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda da KPB sırasında pozitif basınçlı ventilasyonun CL’yi azaltmakta ve KPB sonrasında süreçte intrapulmoner şantı arttırdığını göstermişlerdir (4). Surfaktanın klinik kullanımı, prematüre bebeklerde hyalin membran hastalığı tedavisinde ve yetişkinlerde ARDS tedavisinde kullanılır. Macnaughton ve Evans (5), CPB’a giren yetişkinler üzerinde ve Halsam ve arkadaşları domuzlar üzerinde yaptıkları araştırmalarda, surfaktanın engellenmesinin akciğer fonksiyonlarını olumsuz yönde etkilediğini saptamışlardır(6). 11 KPB boyunca, kalp sol alt lob üzerinde hareketsizdir. Bronşial sıvıda, emme kateteri, ana bronşlara direkt olarak nüfuz eder, sağ bronşial kuruluğuna yol açar. Plevral boşluk açıldığında kan ve sıvı içeri girip yanında bulunan akciğeri sıkıştırır. Koroner revaskülarizasyona giren hastalarda LİMA disseksiyonu ile sol plevral boşluğa girilebilir. Bu faktörlerle % 60 – 70 oranında KPB sonrasında, sol alt lob atelektazisi olarak görülür(7). 5.2.3 Akciğer Atelektazisinin Etiyolojisi; Atelektazinin etiyolojisinde rol oynayan birçok faktör vardır. Bunlar; Preoperatif faktörler: Sigara tiryakiliği, kronik bronşit (mukus hücre hiperplazisi, surfaktan azalması) Obesite (FRC azalması) Kardiyojenik akciğer ödemi İntraoperatif faktörler: Diyafram paralizisine bağlı pasif ventilasyon Monoton ventilatör model KPB Faktörleri: Surfactan inhibisyonu –plazma, akciğer distansiyonu, akciğer iskemisi Ekstravasküler akciğer sıvısında artış Kalbin sol alt lob üzerinde hareketsiz kalması Bronşial suction-sağ bronşial drenajın tercih edilmesi, mukozal hasar Plevral boşluğun açılması 5.2.4 Pnömotoraks ve Hemotoraks Açık kalp cerrahisi sırasında, cerrahlar sternumu açarken, plevral kavitenin intakt olup olmadığını tam olarak görebilmeleri için anestezistler akciğerleri söndürür. Bu, kronik 12 obtrüktif akciğer hastaları ve aşırı şişirilmiş akciğeri olan hastalar için önemlidir. Buna rağmen sternum testere ile açılırken veya perikard ve timus diseksiyonu sırasında plevral kavite açılabilir. İMA çıkarılması sırasında plevra tamamen açılabilir. Bu gibi durumlarda toraks dreni sıvı, hava ve kan çıkışını sağlamak için diyafram üzerine yerleştirilir. 5.3 KARDİYOPULMONER BYPASS Kardiyopulmoner bypass (KPB) bazı organ ve sistemlerde geçici disfonksiyon sekeli bırakmasına karşın, açık kalp cerrahisinde (KVC) klinik kullanıma girmesi ile konjenital ve edinsel birçok kardiyak lezyonun cerrahi endikasyon sınırları genişlemiş, kalp cerrahisinde çığır açmıştır. Bu sistemde kalbin pompa ve akciğerin gaz değişim fonksiyonu geçici olarak hastanın damar sistemine bağlanan bir pompa oksijenatör ile sağlanmaktadır. KPB, cerrahın hareketsiz ve kansız bir ortamda daha rahat çalışabilmesini kolaylaştırılmakla beraber, arteryal kan akımının geçici olarak pompa oksijenatörden sağlanması, kan akımı gaz değişimi, kanın içinde dolaştığı nonendotelyal yüzey ile etkileşimi ve sonuçta retiküloendotelyal sistem fonksiyonlarında oluşturduğu etkiler nedeniyle kısmen veya tamamen insan fizyolojisinde değişikliklere yol açar. Klinik olarak nörolojik, renal, hematolojik ve gastrointestinal sistem fonksiyonları olmak üzere pek çok sistemi etkilenmektedir. Özellikle ventrikül fonksiyonları düşük olan ve diabetes mellitus (DM), kronik böbrek yetmezliği, kronik obstriktif akciğer hastalığı (KOAH), serebrovasküler hastalık (SVH) gibi ilerleyici ve kronik karakterde ki hastalıkları olan kişilerde post-operatif (post-op.) dönemde mortalite ve morbiditeyi olumsuz yönde arttırır. 13 5.4 KPB SONUCU ORTAYA ÇIKAN İNFLAMATUAR DEĞİŞİKLİKLER İnflamasyon, vücudun çeşitli infeksiyonlar ve zararlı etkilere karşı geliştirdiği hücresel ve hümoral immün sistemi içeren kompleks koruyucu bir mekanizmadır. Bu yanıtta immün sistem dışında trombin, kompleman (C)sistemi, sitokinler, nötrofiller, adhezyon molekülleri ve diğer inflamasyon mediatörlerinin aktiflenmesi ve birbirleriyle etkileşimleri önemli rol oynarlar. Koaugülasyon, kompleman, fibrinolitik sistem, kinin – kallikrein kaskadını içeren “Humoral amplifikasyon sistemi” olarak adlandırılan homeostazisin sağlanmasında temel olan bu sistemler zinciri, KPB sonrası gelişen sistemik inflamatuar yanıtın parçalarını oluşturmakta ve klinik uygulamada karşımıza “whole body inflammatory response- tüm vücudu etkileyen “inflamatuar yanıt” olarak çıkmaktadır. Bu etkileşim sonucu oluşan; ekstrasellüler sıvı artışı, mikrovasküler permeabilite artışı, endotel hasarı, lökositoz, trombosit fonksiyon bozukluğu, koagülapati ve ateşle karakterize bu duruma “ perfüzyon sonrası sendromu” adı verilir(8). Yapılan araştırmalarda bu sendromun sebep olduğu inflamasyon yanıtın başta akciğerler olmak üzere miyokard, beyin, böbrekler, GİS gibi birçok organ üzerine istenmeyen etkilere sebep olduğu gösterilmiştir. KPB başlangıç safhasında komplemanın alternatif yolla aktivasyonu sonucu “anaflatoksinler” denilen C3a, C5a fragmanlarının seviyelerinin yükseldiği tespit edilmiştir. .C5 fragmanının aktivasyonuyla klasik ve alternatif yolda ortak inaktif C5b-9 kompleksi aktiflenir. Bu kompleks ise araşidonik asit metabolizmasını aktifler ve bu yolla meydana gelen ürünler granülosit aktivasyonuna sebep olur. Tüm bu mekanizmalar lökosit aktivasyonuna ve oluşan metabolitlerin başta akciğerler ve çeşitli organlarda birikimiyle disfonksiyon gelişiminden sorumludur. Hemolitik aktiviteye bağlı kompleman elemanlarından immünglobulin seviyelerinde düşme saptanmıştır. Kinin-kallikrein kaskadı işlevini koagülasyon sistemiyle beraber 14 yürüttüğünden Fa-XII, Fa- XI, pre-kallikrein ve yüksek molekül ağırlıklı kininojen kontakt sitem adıyla da bilinir. Dokuların negatif yüklü yüzeylerle (KPB elemanları) temasıyla oluşan Fa- XII otoaktivasyonu 2 serum proteazı Fa- XIIa ve Fa- XIIf oluşumunu sağlar. Fa- XIIa, Fa- XIa`yı aktifleyerek intrinsik koagülasyon mekanizmasının ilerlemesini sağlar. Fa- XIIa pre-kallikreinden kallikrein ve yüksek molekül ağırlıklı kininojenden bradikinin olşumunu gerçekleştirir. Kallikrein direkt nötrofilleri aktifleyen majör mediatörlerdendir ve pozitif “feed-back” etkisiyle Fa-XII`yi aktifleyerek vazodilatasyon ve vasküler permeabilite artışına neden olan bradikinin salınımını arttırır. KPB boyunca fibrinoliz artarak devam eder. Fibrin ve fibrinojen yıkım ürünleri; fibrin formasyonu, trombosit fonksiyonları ve endotelyal hasarında rol oynarlar(8). KPB sorası görülen sistemik inflamatuar yanıtta belirleyici “humoral amplifikasyon sistemi” çeşitli hücreler ve vazoaktif maddeler üzerinden etkisini gerçekleştirir. Bu mekanizmada nötrofiller içerdiği granüllerdeki sitotoksik maddeler ve enzimler nedeniyle öldürücü hücrelerdir. Nötrofil elastaz, katepsin-G, lizozim ve miyeloperoksidaz etkileri en bilinenlerdir(9). KPB`ta seviyelerinin artarak post-op. 24 saatte bazal değerine döndüğü yapılan çalışmalarda görülmüştür(10). Sigara içen kişilerde amfizem gelişiminden de sorumlu tutulan nötrofil elastaz en etkili olanlardır. Ayrıca nötrofillerde enzimatik reaksiyonlar sonucu oluşan serbest O2 radikalleri kompleman sistemini ve direkt nötrofilleri aktive ederler ve bilinen en sitotoksik maddelerdir. Monositler pro ve anti-inflamatuar etkili birçok mediatörün salınımından sorumlu olup bu inflamatuar yanıtta aktif rol oynarlar. “Doku faktörü” perfüzyon hatlarında ve insizyon sahasında etkili olup ekstrinsik yol üzerinden koagülasyonu tetikleyerek prokoagülan etki gösterir. Dokuya sabit inflamatuar mast hücreleri kalp, akciğerler ve cilt olmak üzere perivasküler boşluklarda yaygın yerleşmişlerdir. Aktive olduklarında vasküler endotelyal, vasküler düz kas ve inflamatuar hücreler olmak üzere bir çok hücreyi etkileyen pro- 15 inflamatuar etkili mediatörlerin hücrelerinin inflamasyon ve (histamin, TNF, IL-4) salınımına neden olurlar. Mast proliferatif hastalıkların patogenezinde rol oynadığı bilinmektedir. Bazofiller de mast hücreleri gibi inflamasyon çeşitli basamaklarında görevli histamine benzer potent mediatörler depolayan yoğun metakromatik sitoplazmik granüller içerirler. Bu granüllerde matür bazofiller PNL`lere farklılaşırlar ve inflamasyon süreci boyunca dokulara infiltre olurlar(11). Hücresel immünite ve inflamasyon arasındaki bağlantıyı sağlayan sitokinler endojen polipeptidler olup vücutta birçok hücre tipi tarafından üretilmektedir. KPB sonrası gelişen akut akciğer hasarı üzerine yapılan son çalışmalar sistemik inflamatuar sitokinler (TNF ve IL6 ) ve endotoksin üzerinde yoğunlaşmaktadır. Özellikle endotel hasarında etkin rol oynayan TNF aktive monositler, lenfositler ve Kupffer hücrelerince üretilen bir akut faz reaktanıdır. Salınımını C5a fragmanı, IL - 1, gram negatif bakteri ürünü endotoksin ve gram pozitif bakteri ürünleri gibi birçok mekanizma stimüle eder. KPB sırasında aortik kros-klemp alındıktan sonra seviyelerinde anlamlı bir atış saptanmış ve deksametazon tedavisi ile bu artışın önlenebildiği tespit edilmiştir. TNF gibi akut faz reaksiyonu modülatörü olan IL-6, endotel hücresi, lenfosit, monosit gibi aktive olmuş birçok hücre tipi tarafından üretilir. Özellikle sepsiste, septik şok erken dönemlerinde, yanıklar ve elektif operasyonlar sonrasında serumda saptanmıştır. KPB sonrası post-op. 4. saatte görülen ateş, negatif nitrojen dengesi, vasküler permeabilite artışı, karaciğerde üretilen akut faz reaktanlarının sentezi IL-6 seviyeleriyle orantılı olarak seyretmiş ve bu tablo IL-6 salınımına bir yanıt olarak değerlendirilmiştir(8). . 5.5 KPB’ IN ORGANLAR ÜZERİNE OLAN ETKİLERİ Kalp cerrahisi sonrası mortalite ve morbiditenin en önemli nedeni perioperatif (periop.) myokard hasarıdır. KPB süresince anormal perfüzat kompozisyonu, persistan ventriküler 16 fibrilasyon, inkomplet revaskülarizasyon, akut koroner oklüzyon, yetersiz myokard perfüzyonu, ventriküler distansiyon, ventriküler kollaps, koroner emboli, katekolaminlerin salınımı, grefte bağlı problemler, aortik kros klemp, reperfüzyon hasarı nedenleridir. KPB’ ta her türlü myokard koruma yöntemine karşı belli derecede myokard hasarı görülebilir. Ventrikül fonksiyonu normal ise tolere edilebilir ancak düşük ejeksiyon fraksiyonuna sahip ventrikül myokard hasarından etkilenir (12). KPB’ ın akciğer fonksiyonları üzerine etkileri yukarıda bahsettiğimiz üzere kompleman aktivasyonuyla oluşur. Aktive nötrofiller, pulmoner vasküler permebealiteyi arttırıp pulmoner ödem gelişmesine yol açarlar. Alveolar surfaktanın kompozisyonundaki değişiklikler ve daha az etkili alveolar stabilite sonucu atelektaziler gelişir ve KPB sonrası ilk 48 saat içinde etkisini sürdürür. Fonksiyonel rezidüel volüm ve pulmoner kompliyans azalır. Fizyolojik şantlar ve alveolo-arteryal Oksijen farkı artar (13). Beyin de etkilenen organların başında gelir. KPB sonrası çeşitli nörolojik ve kognitif testlerde başarısızlıkla kendini gösteren, nöro- davranışsal disfonksiyon olarak tarif edilen bu durum erken postoperatif dönemde % 30-60 arasında görülür. Karotis arter hastalığı, asendan aortada mevcut ateroskleroz bu riski arttıran en önemli etkendir. Renal kan akımında ve glomeruler filtrasyon hızında azalma, renal vaküler rezistansta ise artma görülür. Nonpulsatil kan akımı, katekolamin seviyesinde artma, inflamatuar mediatörler, makro- mikro embolilerin böbreğe ulaşması neden olarak gösterilebilir. Gastrointestinal sistem (GİS) komplikasyonu gelişiminde kan akımındaki azalma sorumlu tutulur. En sık, gastrointestinal kanama, intestinal obstriksiyon, mezenter iskemi ve pankreatit görülebilir. Komplikasyon görülme sıklığı yaş, uzamış kros klemp ve KPB süresi, redo operasyonlar, düşük kardiyak output ile orantılı olarak artar (13). Hormonal etkiler; KPB sonrası vücutta çeşitli stres hormonları ve vazoaktif maddeler görülür. Öncelikle insülin, renin ve prostaglandinlerin salınımı etkilenir. Bu hormonlar ise 17 katekolamin deşarjına neden olur. KPB boyunca hipoglisemi görülür. Ayrıca tiroid hormonlarının dönüşümünü etkilenir ve T3 seviyesi düşer. Plazma protein sistemleri ve kanın şekilli elemanlarında çeşitli değişiklikler saptanmıştır. KPB boyunca trombositler aktive olurlar. Trombositlerin diskoid yapıları bozulur, agregasyona uğrarlar, içerdikleri alfa granülleri salarlar. Alfa granüller kemotaksiye, koagülasyon ve kapiller permebealite artışına neden olurlar. Tromboksan A2 sentezi ve salınımı da trombositler tarafından olur. Bu da güçlü vazokonstriktör ve trombosit agregasyonuna neden olur. Sonuçta trombosit sayısı % 30- 50 oranında düşer. Lenfosit sayısı düşer. İmmunoglobulinlerin sentezinde değişiklikler, B- hücre fagositoz yeteneğinde azalma gibi sebeplerle postoperatif erken dönemde infeksiyon riski artar. Standart revaskülarizasyon tekniklerinde in situ sol internal mammarian arter (LİMAsol internal torasik arter) ile koroner arter anastamozu ve çoğu merkezde diğer damarların revaskülarizasyonu için safen ven greftleri (SVG) kullanılmaktadır. 5.6 ERKEN DÖNEM İZLEM Kardiyovasküler cerrahi (KVC) sonrası, KPB ve hipotermi sonucu oluşmuş patofizyolojik değişiklikler, özel eğitim almış yoğun bakım hemşirelerinin görev aldığı, moniterizasyon ve elektrofizyolojik takip olabilen, hemodinamik ve mekanik girişimlerin yapılabildiği özelleşmiş KVC yoğun bakım ünitelerinde izlenmelidir. Yoğun bakım ünitesine gelen hasta anestezi ve hipoterminin etkisi altında mekanik ventilasyona bağlıdır. Ayrıca sistemik dolaşımı etkileyen bir veya iki ilaç desteği alabilir. Hastanın kalp hızı ve ritmi, arteryel, santral venöz, pulmoner arter ve pulmoner arter wedge basınçları, kardiyak outputu (KO), idrar outputu, mediyastinal ve toraks drenajı, vücut ısısı, parsiyel oksijen satürasyonu (SpO2), end- tidal Karbondioksit tansiyonu (ETCO2) 18 parametreleri takip edilmeli ve kaydedilmelidir. Akciğerlerin pozitif basınçlı ventilasyonu amaçlı endotracheal tüpün pozisyonundan ilk göğüs filmi ile emin olunarak, hastaların bilateral akciğer sesleri oskülte edilmelidir. Hastanın şuur durumu ve konforu değerlendirilip, supin toraks röntgeni ve 12 derivasyonlu elektrokardiografi (EKG) çektirilmelidir. Hastaya bağlanan cihazlar ile; 1- Pulmoner arter kateteri ile pulmoner arter basıncı (PAP) ve sol ventrikül (LV) doluş basıncı, KO ve vücut ısısının ölçümü yapılır. 2- Periferik arter kanülü ile sistemik kan basınç eğrisi sürekli moniterize edilerek, analiz için arteryel kan alımında kolaylık sağlanmaktadır. 3- Pulse oksimetri veya düzenli aralıklarla arteryel kan gazı incelemesi (ventilatör ayarlamaları sonrasında mutlaka alınması gereklidir) sonucu ETCO2 ve SpO2 takibi yapılabilir. Plevral ve mediyastinal drenaj ve idrara çıkım miktarına dayanılarak volüm kaybı değerlendirilir. Günümüzde Anestezik, KPB, myokard koruması teknolojisindeki ilerlemeler sayesinde hastalar çoğunlukla yoğun bakım ünitesinde post-op. ilk birkaç saat içinde ekstübe edilebilmektedir. Eğer kardiyovasküler ilaç dozu düşük tutulabilirse pulmoner arter kateteri post-operatif 12-24. saatlerde; periferik arter kateteri ise kardiyovasküler fonksiyon yeterli ve arter kan gazı alınma sıklığı günde bir düzeyine inerse çıkartılabilir. Hasta mobilize edilip aşırı bir diürez miktarı veya üriner retansiyon riski yoksa idrar sondası; sekiz saatlik drenaj miktarı 100 ml’ nin altında ise drenler de alınabilir. Post-operatif kardiyopulmoner destek ihtiyacını azaltan intra-operatif takip stratejileri sonucunda hastalar pre-operatif vital fonksiyonlarına daha önceki yıllara göre daha hızlı kavuşmaktadırlar. Fast-tracking, hastanın yoğun bakım ünitesinde veya postanestezi bakım ünitesinde kalış süresini azaltarak daha düşük moniterizasyon düzeyli servis şartlarına erken ve emniyetli bir şekilde biran önce ulaştırılabilmesini sağlama çabasıdır. Erken ekstübasyon şu şartlarda 19 uygulanmaktadır: şuur açık, nörolojik olarak intakt, kooperasyonu tam, rahat, hemodinamik durumu problemsiz, normotermik, spontan ventilasyonu uygun kriterlerde, normal koagülasyon, minimal drenaj durumu, dengeli elektrolit ve asit-baz durumunun olmasıdır. Kardiyak postoperatif rehabilitasyona hasta henüz yoğun bakım ünitesindeyken başlanmalıdır. Erken mobilizasyon, aile eğitimi, diyet eğitimi, cinsel eğitim, hastane dışı egzersizleri önemlidir. Eksiksiz bir rehabilitasyon programı uygulamak amaç olmalıdır. 5.7 MORBİDİTE 5.7.1 Kardiyak Sorunlar 1-Peroperatif Miyokard Enfarktüsü (Mİ) : KVC sonrası mortalite ve mordibitenin en önemli nedenidir. 2-Geçici Sol Ventrikül (LV) disfonksiyonu : Post-op. ilk 24 saatte ventrikül disfonksiyonu görülebilir. Sıklıkla post-op. 2. saatte görülür ve 4-5. saatlerde en ağır haline ulaşır. Belirgin fonksiyon geri kazanımı 8 ila 10. saatlerde başlar ve 24 ila 48. saatlerde tamamlanır. 3-Düşük Kardiyak Output Sendromu : KVC sonrası kardiyak performans; kardiyak indeks (CI) 2.2 L/min/m2’ nin üzerinde ve kalp hızı 100/dak. altında olması ile karakterizedir. CI; 2.0-2.2 L/min/m2 ise sınırda, bu değerin altında ise düşük olarak kabul edilir ve tedavi gerektirir. Değerlendirmede organ perfüzyonunun klinik belirtileri de çok önemlidir. Postoperatif düşük CO’ un en sık rastlanan nedeni azalmış LV preload (ön-yük)’ dur. 4-Hipertansiyon ve Sınırda Kardiyak Output ile seyreden Vazokonstriksiyon 5-Normal Ventrikül Sistolik Fonksiyon ve Düşük Kardiyak Output 6-Aritmiler : Kardiyak cerrahi sonrası gelişen en sık ritm anomalisi sinüs taşikardisidir. Nedenleri; düşük kardiyak debi , anemi, ağrı, heyecan, ateş ve beta bloker 20 kesilmesidir ve tedavisi altta yatan nedene yönelik olmalıdır. En sık ikinci aritmi tipi ventriküler ektopik vurulardır. Miyardiyal iskemi, hipokalemi, hipomagnezemi, hipoksi veya septomatik ilaç verilmesi gibi altta yatabilecek sebepler araştırılmalıdır. 5.7.2 Mediyastinal Kanama KVC sonrası ciddi postoperatif kanama (10 ünite üzerinde kan transfüzyonu gerekmesi) sıklığı %3 ila 5’ dir. Bazı merkezlerde kan ürünlerinin %25’ i kalp cerrahisi servislerine ayrılmıştır. Kanamaya bağlı re-operasyona alınan hastaların yarısında yetersiz cerrahi kanama kontrolü neden iken, diğer yarısında trombosit disfonksiyonları özellikle de koagülasyon defektleridir. KPB sonrası kanamaya, yetersiz cerrahi kanama kontrolü, rezidüel heparin etkisi, trombosit disfonksiyonu (ameliyat öncesi aspirin ya da GPIIb, IIIa inhibitörü gibi ilaç kullanımı), pıhtılaşma faktör eksikliği, hipotermi ve postoperatif hipertansiyon yol açar. Trombosit düzeyi hemodilüsyon ile aniden pre-operatif değerlerin yarısına düşer. KPB’ a başlanmasından birkaç dakika sonra kanama zamanı uzar, trombosit agregasyonu bozulur. Kanama zamanı çoğunlukla KPB sonrası 2 ila 4. saatlerde normale döner. Çoğunlukla trombosit ve geçici trombosit sayılarının normale dönmesi birkaç günü alabilir. Geçici trombosit disfonksiyonunun mekanizması tam aydınlatılmamakla beraber trombositlerin ekstrakorporeal oksijenatörün suni yüzeyleriyle karşılaşması ve hipotermi olarak düşünülmektedir. Pıhtılaşma Fa- II, V, IX, X ve XIII’nin plazma seviyeleri hemodilüsyona bağlı düşer ve ancak bu düzeyler bile etkin pıhtılaşma için yeterlidir ve postoperatif 12. saatte normal düzeylere döner ve sonrasında görülen kanamanın sebebi olarak fibrinoliz gösterilir. KPB’ta plazminojen ve fibrinojen düzey düşüşlerinin sebebinin tüketim değil hemodilüsyon olduğu saptanmıştır. 21 5.7.3 Solunumsal Değişiklikler Solunum sistem problemleri en sık rastlanılan morbidite çeşididir. Sternotomi ve özellikle torakotomi sonrası hissedilen ağrı hastanın derin nefes alma ve öksürme eforunu ciddi düzeyde azaltır. Göğüs drenleri sebebiyle duyulan ağrı da hastanın normal solunum fonksiyonlarını etkiler. Frenik sinir zedelenmesi diafragmatik disfonksiyona sebep olur. Daha sık olarak, anestezi altında, paralize edilmiş, mekanik ventilasyondaki hastada abdominal muhteva (gastrointestinal intralüminal hava veya sıvı ve ödemli barsaklar) diafragmanın sefalik deplasmanına sebep olur. Yükselmiş sol kalp doluş basıncı alveolar ödem ve bazı hastalarda artmış kapiller geçirgenlik oluşabilir. Bu sebeple hasta genel anestezi altındayken anestezist tarafından oro veya nazogastrik tüp yerleştirilmesi önemlidir. KPB kullanılan kardiyak cerrahi girişimler sonrası yaklaşık %70 oranda görülen atelektazi, en sık rastlanan pulmoner komplikasyondur. KPB sırasında akciğerler genelikle perfüze edilmez ve kollabe olmalarına müsade edilir. Akciğerler reekspanse edildiğinde değişik derecede atelektazi kalır. Mikroskopik olabileceği gibi daha sık orta düzeyde (subsegmental ya da segmental) atelektazi görülmesi mümkündür. Atelektazilerin büyük bölümü sol alt lobda gelişir. Sebebi KVC sırasında kompresyona maruz kalması, körlemesine yapılan aspirasyonlarda sıklıkla sağ ana bronkusa girilmesi ve LİMA preperasyonu sırasında sıklıkla sol plevranın açılmasıdır. KPB sonrası sürfaktan düzeylerinde değişiklik belirlenmiştir(2). Torakotomi sonrası akciğer ve toraks duvar kompliyansı ciddi düzeyde azalır. Maksimum düşüş postoperatif 3. gündür ve 6. güne dek azalarak devam eder. Göğüs duvar mekaniğindeki bu değişiklikler zorlanmış ekspiratuvar volüm (FEV1) ve fonksiyonel rezidüel kapasiteyi (FRC) de etkiler. FEV1 ' deki değişiklikler 6 hafta devam edebilir. Akım ve hacimlerdeki bu değişikliklere ek olarak azalmış inspiratuvar güç ve koordinasyonsuz kemik toraks ekspansiyonuda görülür. Tüm bunların sonucu olarak solunum sayısı artar, tidal volüm 22 azalır. Atelektazi ve akciğer hacmindeki azalma sonucu ventilasyon perfüzyon denklemi bozulur ve şanta sebep olur. Fizyolojik şantlar ve alveolo-arteryel O2 farkı artar(14). Kliniğe arteryel parsiyel O2 basıncı (PO2) ve hemoglobin (Hb) satürasyonunun düşmesi şeklinde yansır. KPB sonrası akciğer sıvısında artış olduğuna dair ciddi bir kanıt yoktur. Artmış kapiller geçirgenlik genellikle artmış kardiyak dolum basınçlarına bağlı gelişir. 5.7.4 Postoperatif Oligüri Ve Renal Yetersizlik Kalp cerrahisi öncesinde iv. kontrast madde kullanılmış ise kan üre azotu (BUN) ve kreatinin düzeylerinde yükselmeye yol açar ve renal fonksiyonları bozar. KPB sonrası postoperatif renal disfonksiyon ihtimali %30 oranındadır(14). 5.7.5 Postoperatif Gastrointestinal Disfonksiyon KPB' in GİS etkileri minimaldir. Çalışmalar komplikasyon oranının %0,6- 2,1 arası olduğu bildirmektedir. Komplikasyonsuz elektif bir girişim sonrası hastalar postoperatif 2448. saatlerde beslenmeye başlar. GİS traktüsü inceleyen sınırlı çalışmada, soğuma ve ısınma evrelerinde hepatik, pankreatik kan akımlarında hafif, gastrik pH' da ise orta derecede bir düşüş saptanmıştır. Karaciğer fonksiyon testlerinde geçici bir yükseliş ve hiperamilazemi görülebilir.Ciddi GİS komplikasyonları genellikle iskemiktir ve düşük kardiyak outputla ilişkilidir(16). 5.7.6 Postoperatif Ateş Postoperatif ateş beklenen bir durumdur. En sık nedeni %70 hastada gelişebilen atelektazi olup plöroperikardit ve filebitin sonucu da görülebilir. Vücut ısısı 38°C' nin üzerinde seyreden ve filebit veya perikardiyal veya plevral sürtünme sesi alınmayan hastadaki ateşin sebebi olarak atelektazi ilk akla gelmelidir. 38.5°C' nin üzerinde seyreden ateş halinde 23 kan, balgam ve idrar kültürleri alınmalıdır. Lökosit formülü ve sayımı yanında tele röntgenogram da alınmalıdır. 5.7.7 Nörolojik Ve Nörofizyolojik Disfonksiyonlar KVC sonrası oluşan nörolojik sorunlar sonuçları negatif etkilemektedir. %30-60 oranında görülen nörokognitik hasar oluşumunda KPB ile ilgili faktörleren en fazla suçlanan, serebral embolizasyon , iskemik hipoperfüzyondur. Karotis arter hastalığı , ascendan aortada ateroskleroz bu riski artıran en önemli etmendir(14). Serebral hipoperfüzyon sonucu nöronların aktiviteleri bozularak, ödem gelişimine ve bunun sonucunda geçici davranışsal bozukluklar ve geç uyanma tablosuna yol açabilmektedir. Hava, aterosklerotik debris, yağ damlacıkları küçük serebral damarlarda tıkanma yol açarak nöronal nekroza yol açabilir. Hastaların %2’ sinde ölüm veya sekel bırakan stroke, %3’ ünde serebral infarktüse bağlı minör, geçici fonksiyonel bozukluk görülmektedir(17). 5.7.8 Sternal Yara Enfeksiyonu Ciddi bir komplikasyon olan sternotomi sonrası derin sternal enfeksiyon, %0.5-4 arasında görülür. Sternal yara enfeksiyonu gelişiminde birçok faktör rol oynamaktadır. Bunlar arasında obezite, DM, pnömoni, uzamış mekanik ventilasyon (özellikle trakeostomi yoluyla), acil ameliyatlar, mediastinal hematom geliştiren postoperatif kanamalar, erken reeksplorasyon sayılabilir(18). 24 5.8 TEMEL OKSİJENASYON VE ALVEOLAR VENTİLASYON KAVRAMLARI Mekanik ventilasyonun amacı arteryel oksijenizasyon ve CO2 eliminasyonunu sağlamaktır. Kan oksijenizasyonun yeterliliğini parsiyel oksijen pasıncı (PaO2) düzeyinin direkt ölçümü, periferik arteryel hemoglobin satürasyonunun sürekli monitorizasyonu pulse oksimetre ile değerlendirilir. Oksijen saturasyonu ( SpO2 ) % 90 ve üzeri kabul edilir bir düzey olsa da sınırda PaO2 değerleri ile de bu sağlanabilir. Bu ilişkiyi O2-Hb dissosiyasyon eğrisi gösterir. Bu sigmoid eğrinin omzu PO2' nin 65 mmHg civarlarına rastlar. 65 mmHg altındaki değerler ciddi hemoglobin O2 desatürasyonuna işaret eder. Hipotermi ve derin respiratuvar alkaloz durumunda eğri sola kayar ve dokulara O2 verilmesi güçleşir. Hasta ameliyathaneden yoğun bakıma veya postanestezi odasına transfer edilirken %100 O2 solutulur. Atelektazi ve O2 toksisitesini engellemek amaçlı kademeli olarak FiO2 0.4 düzeyine çekilmelidir. Arteryel kan CO2 tansiyonunu (PaCO2) düzenleyen alveolar ventilasyonun devamlılığı için mekanik ventilasyon kullanılır. Alveolar ventilasyon, tidal volüm ve solunum sıklığının ayarlanır. Genel olarak ventilatör 6-8 L/dak' lık ekspirasyon dakika hacmine ayarlanır. Tidal volüm 8-10 L/kg' ın altına düşürülmesi alveolar hipoventilasyon ve atelektaziye sebep olur. Orta derecede hipokarbi (PaCO2 30-35mmHg) cerrahi sonrası dönem için yeterlidir. Ancak daha derin bir solunumsal alkalozdan, hipokalemi ve oksijenhemoglobin eğrisinin sola kaymasına (dokulara düşük oksijen sunumu) sebep olacağından, kaçınılmalıdır. Hipokarbi en iyi şekilde solunum sayısının azaltılması ile düzeltilir. Hiperkarbi : Cerrahi sonrası hiperkarbi dakika ventilasyonunun yetersiz olduğunu gösterir. Bu problem öncelikle solunum sayısının, bazı durumlarda ise tidal volümün arttırılması ile düzeltilebilir. Hasta ventilatörden ayırt edilirken gelişen hiperkarbi, opioid analjezisine (yeterli analjezinin bir yan etkisi) veya metabolik asidoza (genellikle aşırı diüreze bağlı) 25 kompansatuvar oluşan hipoventilasyonu işaret eder. Derin hiperkarbi durumlarında mekanik ventilasyondaki hastada hipoksemi hatta hipotansiyon, tansiyon pnömotoraks veya hemotoraksa bağlı gelişebilir. Bundan şüphe ediliyorsa akciğerlerin oskültasyonu ve bir toraks grafisi ile konfirmasyon gerekir. Katekolamin deşarjı, taşikardi ve pulmoner hipertansiyona yol açar. Hasta CO2 ve O2 sunumunu arttıramazsa venöz hemoglobin desatürasyonu ve metabolik asidoz oluşur. Çoğu merkezde sıcak hava ile pasif hasta ısıtılması (örneğin Bear Hugger) tercih edilir. Vücut ısısı artınca hipotermide baskın olan vazokonstriksiyona ve hipertansiyon hali vazodilatasyon, taşikardi ve hipotansiyona dönüşür. Isınma esnasında volüm replasmanı ile kan basıncında ani oynamalar oluşması önlenebilir. Hatta stabil bir kan basınç düzeyi elde edilmesi için vazopressör (örneğin: norepinefrin) uygulanması bile gerekebilir. 5.9 VENTİLATÖRDEN AYIRMA VE EKSTÜBASYON Kardiyovasküler sistem stabilleşerek FiO2 0,5, PaO2 90 mmHg, PEEP 5 cmH2O altında olduğunda hastanın tolerasyonu da dikkate alınarak, verilen ventilatör desteğinin azaltılması düşünülebilir. Hasta aynı zamanda uyanık, normatermik olmalı ve aktif kanaması olmamalıdır. ETCO2 ve SpO2 takibiyle ventilatörden ayırma işlemi çok daha güvenilir ve hızlı bir şekilde yapılabilir. Mekanik destek kademeli olarak 0' a doğru düşürülür. PEEP ve basınç desteği azalarak ekstübasyon öncesi hasta T- piece' e alınır ve spontan olarak oksijenize hava solutulur. 30- 60 dakika sonra arteryel kan gazları incelenir. SpO2 55 mmHg, pH 30, sistemik kan basıncı 20 mmHg, kalp hızında 20 vurunun üzerinde bir artış olması durumunda ventilatörden ayırma işlemine son verilir. Hastaların çoğuna endotrakeal tübü tolere edebilmeleri için düşük veya orta doz morfin verilebilir. Spontan solunum sıklığının 15 ve üzerinde seyretmesi durumunda ekstübasyonu takiben yeterli solunumu üstlenebilecektir. Trakeal ekstübasyon esnasında yapılan ve durumu zorlaştıran genel hatalar şunlardır: 26 1. Hastayı antitussif etkisi hiç olmayan benzodiazepinlerle sedatize etmek, 2. Respiratuvar depresyon korkusuyla opioid kullanımından kaçınılması. Bronkospazm : KPB esnasında ciddi bronkospazm gelişmesi nadiren görülebilir. Bazı hastalarda ameliyat sonrası akciğerlerin havalanma artışı olduğundan toraks kapatılamaz. Fülminan bronkospazmın en olası nedeni KPB esnasında aktivite olan C5a anafilatoksindir(15) . Postoperatif dönemdeki bronkospazmların sebepleri arasında; kardiyojenik pulmoner ödem, manipülasyon sonucu önceden varolan bronkospatik hastalığın agrevasyonu, sekresyonlar veya soğuk anestetik gaz, hassas kişilerde beta bloker kullanımı ve protamine karşı alerjik reaksiyon sayılabilir. Postoperatif hastada bronkospazmı çözmek için, kalp yetersizliği ekarte edilmeli ve inhalasyonla beta-2 agonistleri (terbutaline, metaproterenol, albuterol) veya inhalasyon kolinerjik ajanlar (ipratropium bromide veya glycopyrrolate) denenmelidir. İnhalasyon formunda kardiyovasküler etkileri minimaldir. Bronkodilatatör yanında özelliklerinin mükosiliyer transport ve sekresyonların temizlenmesindeki etkileri de yüksektir. Tek ajana cevapsız vakalarda beta-2 agonist ve kolinerjiklerin kombinasyonları denenmelidir. Rezistans hastalarda kısa süre sistemik kortikosteroid veya intravenöz aminophylline gerekebilir. Aminophylline bronkodilatatör etkisinin yanında, orta derecede diüretik etki, santral etkili solunum stimülasyonu solunum kaslarını güçlendirici ve pulmoner arter basıncını düşürücü etki de gösterir. Diğer yandan da aritmojenik ve kronotropik etki de göstermektedir. 5.10 MORTALİTE Hastane mortalitesi primer bypass cerrahisi için toplam % 1 ila 4 arasında değişmektedir. Yedi büyük data havuzunun incelenmesi sonucu hastane içi sonuçlar ve hasta 27 seçiminde 7 değişkenin önemli olduğu gösterilmiştir. Bunlar; ameliyatın aciliyeti, yaş, cins, önceden kalp ameliyatı geçirilmesi, LV ejeksiyon fraksiyonu, LMCA stenoz yüzdesi ve % 70 üzerinde darlık gösteren koroner sistem sayısıdır. En önemlileri ameliyatın aciliyeti, yaş ve önceden kalp ameliyatı geçirilmesi olarak gösterilmektedir. Bu majör 7 değişkenin yanında 13 ek değişkenin daha sonuçlarının önemli olduğu vurgulanmaktadır. Bunlar ise; aynı yatışta PTCA uygulanması, ameliyat öncesindeki aritmiler, konjestif kalp yetersizliği olması, mitral regürjitasyon, DM, serebrovasküler hastalık, periferik damar hastalığı, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) ve serum kreatin düzeyidir(11). Kararlı anginadan, EKG değişiklikleri ile seyreden kararsız angina, yeni subendokardiyal infarktüs, yeni Q dalgalı MI ve kardiyojenik şoka uzanan klinik spektrum içinde iskemi düzeyinin yüksekliği ve sol ventrikül (LV) fonksiyonunun düşüklüğü ile orantılı bir operatif risk oluşturmaktadır. Kararsız anginanın önemi modern myokardiyal proteksiyon teknikleri ile azalmıştır. Ancak, postinfarkt iskemi ve şoktaki hastaların operasyonları halen ciddi risk taşımakta ve Mİ sonrası bypass cerrahisinin mortalite oranı, Mİ sonrasında geçen süre ile azalma göstermektedir. Dolayısıyla MI sonrası hastalarda genel strateji akut iskeminin medikal tedavi ile kontrol altına alınması ve operasyonu elektif şartlara ertelemek olmalıdır. Koroner bypass cerrahisi çok hassas ve titiz olunması gereken bir tedavi şeklidir. Toplam mortalite oranları çok düşük tutulmaya çalışılmalıdır. Eğer ki bu değerde artış meydana gelirse mutlak olarak hasta seçimi ve risk strafikasyonundaki hassasiyet gözden geçirilmelidir. Yüksek riski öngören karakteristik özelliklerin önceden tespit edilmesinin avantajı, aynı zamanda bu sayede çok düşük riskli hastaların tanınmasının da sağlanmasıdır(11). 28 5.11 PLEVRAL MAYİ 5.11.1 Plevral Sıvının Kaynağı ve Plevral Effüzyonun Fizyopatalojisi Plevral sıvının iki ana kaynağı vardır. Bunlar pariyetal plevradaki kapillerle ve akciğerin interstisyel dokusudur. Plevral sıvının absorpsiyonu ise pariyetal plevra altındaki lenfatik kanallar aracılığı ile olur(19). Koyunlarda yapılan çalışmalarda, sağlıklı bir denekte plevral sıvının plevral boşluğa giriş hızı 0.01 ml /kg / saat olarak hesaplanmıştır. Lenfatik sistemin plevral sıvıyı absorbe etme kapasitesi ise 0.20 ml / kg / saattir(19). İnsanlarda ise günde 500 ml’ ye kadar plevral sıvının lenfatik kanallar aracılığıyla emilebileceği iddia edilmiştir(20). Plevral effüzyon, plevral sıvının sekresyonu ile absorpsiyonu arasındaki dengenin bozulması sonucu oluşur. Plevral sıvının fazla üretilmesi veya lenfatik obstrüksiyona bağlı absorpsiyonda azalma, plevral effüzyon oluşumunun temel mekanizmasıdır. Bununla beraber plevral boşluktaki hidrostatik ve onkotik basınçlarda değişikliğe yol açan, akciğerden veya başka organlardan kaynaklanan patolojiler plevral effüzyona yol açabilirler (21). Sol ventrikül yetmezliği, pnömoni ve pulmoner emboli gibi patolojiler akciğerdeki gibi interstisyel basıncı arttırarak plevral sıvı üretiminin artmasına sebep olurlar. Süperior vena kava sedromunda görülen artmış sistemik venöz basınç, plevral sıvının absorbsiyonunu azaltır. Sirozda görülen azalmış serum albümin düzeyi, onkotik basınçlarda azalmaya bağlı olarak sıvının kapillerden fazla miktarda kaçmasına ve absorpsiyonunun azalmasına yol açar. Ayrıca batında sıvı birikiminde diyaframdaki kanallar aracılığıyla, plevra boşluğa sıvı geçmesine sebep olur. Tümöre bağlı plevral efüzyonlar ise lenfatik veya bronşiyal obstrüksiyona bağlıdır. Tümörler hipoalbüminemi gibi sistemik etkileri aracılığıyla da plevral effüzyona neden olurlar. Radyasyon tedavisi ve bazı kemoterapi ilaçları (metotreksat, siklofosfamid, bleomisin ) ise plörit oluşturup, plevral sıvının absorpsiyonunu bozabilir (21). 29 5.11.2 Klinik Bulgular Plevral efüzyonda semptomlar plevrada olan inflamasyondan veya sıvı miktarının fazlalığına bağlı olarak gelişen mekanik bozukluklardan kaynaklanır. Az miktarda plevral sıvı semptoma yol açmaz. Plevral efüzyonların %15 ‘i belirti vermez(22). Semptomlardan en sık görülenler plöritik ağrı, kuru öksürük ve solunum sıkıntısıdır. Fizik muayenede palpasyon ve perküsyon en yararlı bilgi verir. Sıvının miktarı palpasyon sonucu anlaşılabilir. Sıvı akciğerin göğüs duvarından ayrılmasına yol açacak miktarda ise taktil fremitus yok olur. Perküsyonda matite sıvının fazla olduğu bölgelerde daha fazladır. Oskültasyonda ise sıvının bulunduğu tarafa azalmış akciğer sesleri en tipik bulgudur. Az miktarda sıvı bulunan durumlarda plevral sürtünme sesi de duyulabilir. 5.11.3 Radyolojik Bulgular Plevral effüzyona genellikle düz akciğer filmi ile tanı konulabilir. Kostofrenik açının küntleşmesi için 200-300 ml sıvı yeterlidir. Effüzyon, bazen atelektazi, pnömoni, plevral kalınlaşma ile karışabilir. Bu gibi durumlarda lateral akciğer filmi veya lateral dekubit filmi veya ultrason sıvının yerini ve miktarını belirleyebilir. Nadiren bilinmeyen sebeplerle sıvı subpulmonik veya intrapulmoner lokalizasyonda olabilir. Bu gibi durumlarda düz akciğer filminde bazı belirtiler olmakla beraber bariz bir sıvı görünümüne rastlanmaz. Düz akciğer filminde, diyafragma kubbesinin yüksekliği veya farklı lokalizasyonu, sol tarafta diyafragma ile mide gazı arasında 2 cm den fazla mesafe olması, plevral effüzyon lehine olup, lateral dekübit filmi gerektirir. Bilgisayarlı tomografi (BT) yaygınlaştığından dolayı akciğer filminden sonra ilk başvurulacak radyolojik tetkik oluşmuştur. BT sıvının yanı sıra akciğer ve mediastinal yapılar hakkında bilgiler verir.(23) Loküle sıvıların tanısında BT önemlidir. Ultrasonografi de loküle sıvıların teşhisinde önemlidir(23). Özellikle torasentez, plevral biyopsi veya toraks tüpü 30 yerleştirilmeden önce, effüzyonun lokalizasyonunun işaretlenmesi, plevral sıvının plevral kalınlaşmadan ayrılması çok önemlidir. 5.11.4 Laboratuar Bulgular Torasentez sonucu elde edilen plevral sıvı eksuda veya transuda olarak sınıflandırılır. Transudatif effüzyonlar genellikle artmış hidrostatik basınç veya azalmış onkotik basınç sonucu oluşur. Eksudatif effüzyonlar ise sıklıkla doku geçirgenliğinin arttığı durumlarda gözlenir. Torasentez sıvısı biyokimya, mikrobiyoloji ve sitoloji yönünden araştırılmalıdır. Yapılan tetkiklerin güvenirliğini sağlamak için torasentezde alınması gereken asgari sıvı miktarı 50 cc olmalıdır. Transuda - eksuda kırmızı beyaz hücre sayımı, ayrıştırılmış beyaz hücre sayımı, protein, glukoz, amilaz, laktikasit dehidrogenaz (LDH), PH sitolojik ayırımı için sıvının görünümü, ölçümü yapılmalıdır. Malign hastalıkların tanısı için inceleme yapılmalıdır. Tanı konulamaya durumlarda elektron mikroskopisi, immünohistokimyasal ve kanser antijenleri gibi özel tetkikler yapılabilir. Tüberküloza bağlı olduğu düşünülen effüzyonlar için adenozin deaminaz, gamma interferon, lizozim ölçümleri yapılmalıdır. Yağ ölçümleri (trigliserit ) şilotorakstan şüphelenildiği durumlarda yapılmalıdır. 5.11.5 Ayırıcı Tanı Plevral effüzyonlar etiyolojilerine göre benign ve malign olarak sınıflandırılır. Tüm plevral effüzyonların en sık görülen nedeni konjestif kalp yetmezliğidir. Effüzyon genellikle iki taraflı ve eşit miktardadır (21). Parapnömonik efüzyonlar benign efüzyonlar arasında ikinci sıklıkta görülür (24). Benign efüzyonlar arasında hepatik hidrotoraksda bulunmaktadır ve sağ tarafta plevral effüzyona yol açar . Benign plevral effüzyonların %10 unda kesin tanı konulamaz. 31 Malign plevral effüzyonlar tümör hücrelerinin plevral boşlukta bulunması ile ispatlanır. Plevral sıvının rengi ve kokusu tanı açısından önemlidir. Malign efüzyonlar çoğunlukla kanlı görünümde ve eksudatif karakterdedir. Benign effüzyonlar serum veya serözanginöz karakterde ve berraktır. Fakat serözanginöz sıvı malign bir hastalığı dışlamaz. Kötü koku anaerob bir enfeksiyonun belirtisi olabilir. Plevral sıvının hemotokriti periferik kandakinin % 50’ sinden fazla ise bu hemotoraks lehinedir. Beyaz hücre sayımı çok önemlidir. Transüda sıvısında beyaz hücre sayısı 1000/mm3 ten azdır. Hücre sayısının 10000/mm3 ü aştığı durumlarda ampiyem tanısı konur. Glukoz düşüklüğü malign plevral effüyonu bulunan hastaların %20 sinde görülür ve kötü prognoza işaret eder. 5.12 SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Solunum fonksiyon testleri basit spirometrik ölçümlerde daha karmaşık fizyolojik testlere kadar geniş bir alanı kapsar. Normal bir insanda solunum başlaması medulladaki solunum merkezinden nöral uyarının çıması ile olur. Bu uyarı çıkışı birçok kaynaktan gelen bilgilerden etkilenir. Bunlar; beynin yüksek merkezlerinde , karotis kemoreseptörlerinden (PaO2), santral kemoreseptörlerden [PaCO2, ( H)] ve haraketli tendon ve eklemlerden gelen uyarılardır. Sinir impulsları omurilik ve periferik sinirler vasıtasıyla interkostal ve diafragma kaslarının senkronize olarak çalışıp intraplevral negatif basınç oluşturmasını sağlar. Bunun sonucu meydana gelen inspirasyon ile obstruksiyonu olmayan geçmesi ve alveollerin yeterince perfüze olması ile hava yolundan havanın miks venöz kandan CO2’ in uzaklaştırılıp kanın oksijenisyonu sağlanır. Solunum sisteminin bu yollarının birinde herhangi bir bozulma normal sınırdan sapmaya ve solunum yetmezliğine neden olur. 32 Akciğerin elastik özelliği başlıca alveoler duvarlar tarafından oluşturulur. Bu duvarlar kapiller ve endotelyal tabakalara ilaveten kollajen, elastik ve retiküler lifler içerir. Alveoler epitelyumun lümen yüzündeki ince sıvı tabaka akciğer elastikiyeti için önemli yüzey gerilimi oluşturur. Akciğerlerin elastik yapısı havanın dışarı atılmasını sağlarken, fibröz iskeletide küçük hava yolarının açık kalmasının sağlar. Normal bir kişide sadece ileri derece egzersiz ile ekspiratuvar kasların çalışmasına gereksinim vardır. İnspiratuvar kaslar göğüs kafesini ve akciğerleri genişleterek normal olarak düşük hava yolu rezistansı oluştururlar. Solunum mekaniği kısaca akciğer ve göğüs duvarının elastik özelliklerine ve hava yolu akım rezistansına bağlıdır(25). Akciğerlerin şişmesi ve inmesi göğüs duvarı haraketlerine bağlıdır. Bazı faktörler toraksın haraketlerini kısıtlar ve kompliansını azaltır. Toraksın longitudinal boyutundaki artış diafragma ile sağlanır. Intra- abdominal basınç artışı gebelik, obezite, asit gibi nedenler diafragma hareketlerini kısıtlar. Bu durum genellikle vital kapasite, total akciğer kapasitesi ve fonksiyonel rezidüel kapasitede azalmaya sebep olur. Göğüs duvarının antero- posterior ve transvers boyutlarındaki değişiklikler ise başlıca interkostal kaslar ve yardımcı solunum kasları ile sağlanır. Bu da kostaların mobilitesine bağlıdır. Restriktif hastalıklar; akciğerin, plevranın, göğüs kafesinin veya onun kaslarının hastalığından kaynaklanır. Restriktif hastalıklar pulmoner konjesyon, atelektazi, pulmoner rezeksiyon, pulmoner fibrozis, ARDS ve akut veya kronik infeksiyonları içerir. Ayrıca göğüs duvar hareketlerini kısıtlayan kifoskolyoz, ankilozan spondilit, plevral effüzyon ve plevral fibrozisi içerir. Solunum kaslarının paralizisi ve zayıflık oluşturan durumlar da restriktif akciğer hastalığını oluşturur. Obstruktif hasalıklar ise kronik bronşit, astma, amfizem, bronşektazi gibi solunum yollarında obstruksiyona yol açan hastalık grubunu oluşturur. Obstruktif hastalığın en önemli 33 nedeni sigaradır. Diğer bir neden yaşlanma ve endüstriyel gelişmişliğe bağlı zararlı gazlardır. Obstruktif hastalığın değerlendirilmesinin en kolay yolu FEV1 ölçümüdür(26). Tidal volüm (TV): İstirahat halinde her inspiryum ve ekspiryumda girip çıkan hava miktarına denir. Vital kapasite (VC): Maksimal inspirasyon sonrası, maksimal ekspirasyonla çıkarılan hava miktarına vital kapasite denir. Fonksiyonel rezidüel kapasite (FRC): Normal ekspiryum sonrası akciğerde kalan tüm hava miktarına denir. Rezidüel volüm (RV): Maksimal ekspirasyon sonrası akciğerde kalan hava miktarına denir. Inspirasyon Kapasitesi (IC): Normal ekspirasyon sonrası kuvvetli inspirasyonla giren hava miktarına denir. Inspirasyon yedeği (IRV): Normal inspirasyon sonrası kuvvetli inspirasyonla giren hava miktarına denir. Ekspirasyon yedeği (ERV): Normal ekspirasyon sonrası kuvvetli ekspirasyonla çıkarılan hava miktarına denir (Şekil-1). TV FEV1 FEF%25-75 FVC TLC FRV RV ı 0 ı 1 ı 2 ı 3 Şekil-1: Spirogram ve akciğer volümleri Statik Akciğer Volumleri: Bunlar akciğerdeki hava hacimlerini ifade eder. Vital kapasite uygulaması kolay, pulmoner foksiyonunun en önemli ölçülen değerlerinden biridir. 34 Karakteristik olarak restriktif hastalığın şiddetinin artışına paralel olarak azalır. FVC, VC ile benzerlik gösterir. Fakat FVC’ de maksimal kuvvetli ekspirasyon yapılır. Hava yolu obstrüksiyonu olan hastalarda terminal hava yolları erken kapanabileceğinden distal gazlar ölçülemez ve FVC daha az olarak ölçüleceğinden dolayı VC, FVC’den daha yüksek olarak bulunabilir. FRC toplam akciğer kapasitesinin %40’ ını oluşturur. FRC akciğerin elastik özelliğindeki değişikliklere göre değişir. Elastik özelliğin kaybı amfizeme sebep olur ve FRC’ de artış görülür. Tersi olarak pulmoner ödem, interstsyel fibrozis ve diğer restriktif durumlar FRC’ de azalmaya neden olur. FRC’ nin iki kompanenti vardır. (FRC = RV + ERV ) Rezidüel volüm (RV) toplam akciğer kapasitesinin (TLC) % 25’ini oluşturur. Restriktif hastalıklarda RV normal değerlere yakın seyreder. Küçük hava yollarının hastalığında erken kapanmaya bağlı olarak FRC ve FEV normal kalırken RV yükselebilir. Obstrüktif hastalıklarda RV, VC’ de azalmayla beraber artış gösterir. Obezitede ise ERV karakteristik olarak azalır. FRC iki yolla ölçülür : 1 – Inert gaz ile dilüsyon veya yıkama tekniği, 2 – Vücud pletismografi tekniği Inert gazlar nitrojen, argon veya helyumdur. Ölçüm için akciğerlerin iyi ventile olması gerekir. Vücud pletismografi metodu ise daha pahalı e iyi ekipman gerektirir. Bu yöntemle göğüsteki bütün gazlar ölçülür. Dinamik Akciğer Volümleri ve Akım Hızları : Dinamik akciğer hacimleri akciğerlerin non –elastik özelliklerini, başlıca hava yollarının durumunu yansıtır. Spirogram FVC esnasında elektronik spirometre aracılığıyla zamana karşı akciğer hacimlerini kaydeder. Zorlu ekspiratuvar volüm 1. saniye (FEV) : Tam bir inspirasyon sonrası birinci saniyede kuvvetlice çıkarılan hava miktarıdır. Normal olarak VC ‘ nin %75’ inden fazlasını içerir. FEF 35 %25-75 FVC’ nin orta yarısında ortalama kuvvetli ekspiratuvar akım olarak ilave edilir. FVC trasesinin % 25 ile % 75 arasındaki bölümünden oluşur (Şekil -3). FEF % 25- % 75 FEV’ den daha az efora bağlıdır. Primer olarak periferal hava yollarının akım özelliklerini yansıtır. Bu nedenle FEF % 25- % 75 küçük havayolu fonksiyonlarını ölçmede kullanışlı bir testtir. 36 6. MATERYAL VE METOD Bu çalışmada, Prof. Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde ekipler tarafından 1 Ocak 2005 - 31 Aralık 2005 tarihleri arasında açık kalp cerrahisi uygulanan 1507 koroner bypass ( on pump ) , 99 kapak + koroner bypass, 14 periferik arter + koroner bypass, 85 AVR, 178 MVR, 122 Çift kapak, 127 aort cerrahisi operasyonu olan hastalar prospektif olarak, postoperatif 1.gün ile postoperatif 30. günleri arasında gelişen torasik komplikasyonları yönünden değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmede pediatrik yaş grubu ve atan kalpte (Off Pump) yapılan operasyonlar dahil edilmemiştir. Tüm hastalarda yaş, cinsiyet, hipertansiyon, diabetes mellitus, KOAH, preoperatif ejeksiyon fraksiyonu, solunum fonksiyon testleri, preop. kan gazı preoperatif klinik değerlendirme olarak alınmıştır. Preoperatif EF % 30’ altı düşük , % 30-45 orta ve % 45 üstü iyi olarak değerlendirilmiştir. Solunum fonksiyon testleri %60 altı düşük , %60-80 orta, %80 üstü iyi olarak değerlendirilmiştir. Operatif değerlendirme; KPB kullanılarak, CC (dakika ), TBP (dakika ), by pass yapılan total damar sayısı, ek kardiyak ve non – kardiyak cerrahi bir girişim yapılıp yapılmadığı, kullanılan flep ve greftlerin tipi ve sayıları, kriterleri alınmıştır. Çalışmaya dahil edilen hastalarda acil, redo vaka ayrımı yapılmamıştır. Hastalarda genel olarak standart inizyon ve median sternotomi yapılarak mediastene ulaşıldı. Bütün hastalarda KPB kullanılarak yapılan operasyonlar değerlendirmeye alındı. Bypass yapılan hastalarda opere edilecek damar sayıları ve kullanılacak greftler göz önüne alınarak LİMA , RİMA flepleri, Safen ven greftleri kullanıldı. Kardiyopulponer bypass süreleri, kros klemp süreleri kaydedildi. Hastalar postoperatif dönemde, yoğun bakım ünitesine alınarak takip edildiler. Postoperatif dönemde yoğun bakım ünitesine alınan hastalar , drenlerin alınışı (gün), yoğun bakımda ve hastanede kalış süresi (gün), torasik komplikasyonlar (postop 37 1.gün –postop 30.gün arası); Plevral efüzyonlar, atelektazi, diafram elevasyonu, pnömotoraks, hemotoraks, şilotoraks gelişip gelişmediği postop. dönemde PA AC grafileri, toraks BT, denaj karakter ve miktarı ile değerlendirildi. Erken ve geç mortalite gelişip gelişmediğine bakıldı. 6.1 İSTATİSTİK METOD İstatistiksel Değerlendirme: Bu çalışmada istatistiksel analizler GraphPad Prisma V.3 paket programı ile yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama,standart sapma) yanı sıra gruplar arası karşılaştırmalarda tek yönlü varyans analizi, alt grup karşılaştırmalarında Tukey çoklu karşılaştırma testi, nitel verilerin karşılaştırmalarında kikare testi kullanılmıştır. Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir. 38 7. BULGULAR Çalışmamız 01 Ocak 2005 – 31 Aralık 2005 tarihleri arasında KPB ile opere edilen 2132 hastadan, postop 1. gün ile 30. gün arasında torasik komplikasyon gelişen 106 hasta çalışmamıza alındı. Olguların 36’sı kadın (%34), 70’i erkek (%66) olup, yaşları 27-82 arasındaydı (m:58,55). Hastaların büyük çoğunluğu 50 yaş üzerindeydi (%79.2). Genel olgu populasyonu özelliklerine göre incelendiğinde; DM’lu olgu sayısı 37, KOAH’lı olgu sayısı 18 idi (Şekil-2). Yok Var 90 80 70 60 50 % 40 30 20 65,1 83 34,9 17 10 0 DM KOAH Şekil-2: DM ve KOAH Oranı Ejeksiyon Fraksiyonu; düşük (<%30) 3, orta(30-45) 23, iyi (>%45) 80, preop kan gazı ( PO2 ) 58-118 arasındaydı (m:83.93), preop kan gazı (PCO2 ) 23.4-46.4 arasındaydı ( m:35,37) , SFT saptandı. Olguların ; iyi ( %80>) 54, orta 24’ü AVR+MVR+ T. Devage 3, kapak ; ( %60-80 ) 40, düşük (%60<) 8 AVR+MVR 7, MVR olarak 10, MVR+T. Devage 4, olguların 77’si koroner bypass, olguların 5’i aort cerrahisi idi. 13 hastada ilave kardiyak girişim yapılmıştı; Koroner bypass+mitral eksplorasyon 1, 39 koroner bypass+ MVR+T.devage 1, koroner bypass+DOR ventriküloplasti 1, koroner bypass+ MVR 3, koroner bypass+ aort cerrahisi 2, koroner bypass+ T. Annuloplasti 2, koroner bypass+mitral ring annülopasti 2, koroner bypass+AVR 1 olarak saptandı (Şekil-3 ). Operasyon Türü Aort Op.; 5; 5% Kapak Op.; 24; 23% Koroner Op.; 77; 72% Şekil-3: Operasyon Türü Koroner bypass cerrahisi uygulanan 77 hasta da; LİMA , LİMA+Safen, Safen, LİMA+RİMA uygulandı (Şekil-4). Peroperatif olarak plevranın açılması 4 hasta dışında bütün olgularda yapıldı. Hastaların kross klemp süreleri 19-183 dakika, total bypass süreleri ise 37-226 dakika arasında gözlendi. Klinik özellikleri Tablo-1’de gösterilmiştir. 100 80 60 % 40 20 0 (-) (+) LiMA 2,6 97,4 Şekil-4: ACBG’te Kullanılan Greftler RiMA 92,2 7,8 SAFEN 9,1 90,9 40 N 106 77 106 106 106 106 106 106 106 Yaş Damar Sayısı Preop kan gazı (PO2) Preop kan gazı (PCO2) Dren Süresi Yoğun Bakımda Kalış Süresi Serviste Kalış Süresi Kross Klemp Süresi Total By-Pass Süresi Min. 27 1 58 23,4 1 1 2 17 27 Max. 82 4 118 46,4 6 123 29 183 241 Mean 58,55 2,57 83,93 35,379 1,88 7,68 7,88 78,75 119,84 SD 12,32 0,77 11,46 4,618 1,22 18,21 4,33 43,40 49,97 Tablo-1: Olguların Klinik Özellikleri Postoperatif drenlerin kalış süresi; 1-6 gün (m:1.88), yoğun bakımda kalış süreleri 1-123 gün (m:7.68), serviste kalış süreleri 2-29 gün (m:7.88) olarak gözlendi. Postoperatif komplikasyon gelişen hastalardan; plevral effüzyon 42 (%39.6), atelektazi 40 (%37.7), pnömotoraks 22 (%20.8), diafragma paralizisi 2 (%1.9) olguda görüldü (Şekil-5) .Plevral effüzyonların 27 (%64.3) sol, 8 (%!9) sağ, 7 (%16.7) bilateral olarak gözlendi. Atelektazi gözlenen olguların 29’u (%72.5) sol da , 11’i (%27.5) sağda görüldü. 1 olguda sol üst lobda gözlendi, diğer olgularda alt lob da görüldü ( Tablo-2 ). Atelektazi gelişen 6 hastaya Fiberoptik Bronkoskopi (FOB), 2 hastaya rigit bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopi işlemlerinde mevcut olan balgam ve koagülüm aspire edildi. Komplikasyonlar % 40 35 30 25 20 15 10 5 0 39,6 Ploral Effüzyon Şekil-5: Komplikasyonlar 37,7 Atelektazi 20,8 Pnomotoraks 1,9 Diyafram Paralizisi 41 Sağ Sol Bilateral Total Plevral Effüzyon 8 19,0% 27 64,3% 7 16,7% 42 100,0% Atelektazi 11 27,5% 29 72,5% 0 0,0% 40 100,0% Diyafram Paralizisi Pnömotoraks 8 36,4% 0 0,0% 14 63,6% 2 100,0% 0 0,0% 0 0,0% 22 100,0% 2 100,0% 27 72 7 106 Total 25,5% 67,9% 6,6% 100,0% Tablo-2: Komplikasyonların Lokalizasyonu Plevral effüzyon saptanan hastaların, plevral mayi karakterleri seröz 29 hastada, hemorajik 7 hastada ve serohemorajik 6 hastada tespit edildi ( Şekil-6 ). Mayi Karekteri Serohemorajik; 14,3; 14% Hemorajik; 16,7; 17% Seröz; 69; 69% Şekil-6: Plevral Effüzyonların Mayi Karakteri Resim-1: Dekortikasyon Yapılan bir Olgunun Preoperatif PA AC Grafisi Plevral effüzyonlu 42 hastanın; 30’u (%71.4) torasentez, 5’i tüp torakostomi, 3’ü dekortikasyon, 1’ine VATS cerrahi girişimleri yapıldı, 3 olguya ise cerrahi girişim yapılmadı ( Tablo-3 ) (Şekil-6). 42 Resim-2: Tüp Torakostomi Olgusu Resim-3: Dekortikasyon Yapılan bir Olgunun Preoperatif Toraks BT’si Hasta Sayısı 30 5 3 1 3 42 Torasentez Tüp Torakostomi Dekortikasyon VATS İşlem Yapılmamış Total % 71,4 11,9 7,1 2,4 7,1 100 Tablo-3: Yapılan İşlem Resim-4ve5: Mediastinal ve parankimal pencereden preoperatif Toraks BT’si İstatiksel olarak araştırmamızda şu sonuçlar çıkmıştır. Yaş Cinsiyet Erkek Kadın Plevral Effüzyon 60,02±11,8 24 57,1% 18 42,9% Tablo-4: Yaş ve Cinsiyet Ayırımı Atelektazi 58,8±12,34 29 72,5% 11 27,5% Pnömotoraks 55,23±13,56 15 68,2% 7 31,8% F:1,10 p=0,338 χ²:2,23 p=0,328 43 Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının yaş ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (F:1,10 p=0,338). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının cinsiyet dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:2,23 p=0,328). Plevral Effüzyon Atelektazi Pnömotoraks DM (-) (+) 24 18 57,1% 42,9% 26 65,0% 18 14 35,0% 4 81,8% 18,2% χ²:3,88 p=0,143 KOAH (-) (+) 35 7 83,3% 16,7% 31 77,5% 21 9 22,5% 1 95,5% 4,5% χ²:3,35 p=0,187 İyi 28 66,7% 32 80,0% 19 86,4% Orta Düşük Kapak Op. 12 2 9 28,6% 4,8% 21,4% 7 17,5% 1 2,5% 10 25,0% χ²:3,97 p=0,409 5 13,6% 0,0% 22,7% Koroner Op. Operasyon Türü Aort Op. 30 3 71,4% 7,1% 28 70,0% 17 2 5,0% 77,3% 0,0% χ²:1,76 p=0,780 İlave Kardiyak Girişim Yok Var (-) (+) 35 7 1 29 83,3% 16,7% 3,3% 96,7% 36 90,0% 20 4 10,0% 2 1 3,6% 27 96,4% 17 90,9% 9,1% 0,0% 100,0% χ²:1,12 p=0,569 χ²:0,60 p=0,739 (-) (+) (-) (+) 29 1 4 26 96,7% 3,3% 13,3% 86,7% 25 89,3% 15 3 10,7% 2 2 7,1% 1 26 92,9% 16 88,2% 11,8% 5,9% 94,1% χ²:1,49 p=0,473 χ²:0,965 p=0,617 İyi 21 51,2% 14 35,9% 19 86,4% Plevra Açılması Orta Düşük (-) (+) 16 4 1 41 39,0% 9,8% 2,4% 97,6% 21 53,8% 3 4 10,3% 3 7,5% 37 92,5% 22 13,6% 0,0% 0,0% 100,0% χ²:14,81 p=0,005 χ²:2,56 p=0,277 Yaşam Yaşıyor Ex 36 6 85,7% 14,3% 36 90,0% 19 4 10,0% 3 86,4% 13,6% χ²:0,377 p=0,828 EF LİMA RİMA SAFEN SFT Tablo-5: Komplikasyonların Predispozan faktörlerle ilişkisi 3 44 Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının DM varlığı dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:3,88 p=0,143). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının KOAH varlığı dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:3,35 p=0,187). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının EF düzeyi dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:3,97 p=0,409). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının Operasyon türü dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:1,76 p=0,780). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının İlave kardiyak girişim varlığı dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:1,12 p=0,569). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının LİMA varlığı dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:0,60 p=0,739). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının RİMA varlığı dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:01,49 p=0,473). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının Safen varlığı dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:0,965 p=0,617). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının SFT düzeyi dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmiştir (χ²:14,81 p=0,005). SFT 60 50 40 % 30 20 10 0 İyi Orta Şekil-7: SFT Değerlerinin Sınıflandırılması Düşük 45 Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının plevra açılması varlığı dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:2,56 p=0,277). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının sağ kalım dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:0,377 p=0,828). Plevral Effüzyon Atelektazi Pnömotoraks 2,6±0,93 2,61±0,69 2,53±0,62 Damar Sayısı 83,25±9,82 79,71±10,69 92,57±11,41 Preop kan gazı (PO2) 35,97±4,36 34,77±5,32 35,46±3,83 Preop kan gazı (PCO2) 1,79±1,24 1,8±1,11 2,27±1,35 Dren Süresi Yoğun Bakımda Kalış Süresi 8,31±17,65 6,51±13,12 9,05±26,43 8,41±5,05 7,74±3,92 7,58±3,85 Serviste Kalış Süresi 74±44,79 91,39±42,51 66,9±40,18 Kross Klemp Süresi 118,21±49,39 131,35±53,38 104,2±45,23 By-Pass F 0,06 6,27 0,38 1,35 0,16 0,28 1,29 0,95 p 0,942 0,004 0,687 0,264 0,857 0,76 0,285 0,393 Tablo-6: Komplikasyonların Diğer Faktörlerle İlişkisi Preop Kan Gazı1 0,501 0,038 0,002 Plevral Effüzyon/Atelektazi Plevral Effüzyon/Pnömotoraks Atelektazi/Pnömotoraks Tablo-7: Komplikasyonların Preop Kan Gazlarıyla İlişkisi PO2 PCO2 100 80 60 40 20 0 Ploral Effüzyon Atelektazi Şekil-8: Komplikasyonların PO2 ve PCO2 ile ilişkisi Pnomotoraks 46 Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının damar sayısı ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (F:0,06 p=0,942). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının preop kan gazı ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmiştir (F:6,27 p=0,004). Pnömotoraks grubunun preop kan gazı ortalamaları Plevral Effüzyon ve Atelektazi gruplarından istatistiksel olarak yüksek bulunmuştur (p=0,038 , p= 0,002). Plevral Effüzyon ve Atelektazi grupları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (p=0,501). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının postop kan gazı ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (F:0,38 p=0,687). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının dren kalış süresi ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (F:1,35 p=0,264). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının yoğun bakımda kalış süresi ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (F:0,16 p=0,857). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının serviste kalış süresi ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (F:0,28 p=0,76). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının kross klemp süresi ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (F:1,29 p=0,285). Plevral Effüzyon, Atelektazi, Pnömotoraks gruplarının by-pass süresi ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (F:0,95 p=0,393). 1.Gün Dren alınması >2.Gün Dren alınması Total Plevral Effüzyon 25 59,50% 17 40,50% 42 100,00% Atelektazi 21 52,50% 19 47,50% 40 100,00% Tablo-8: Komplikasyonların Dren Alış Günü ile İlişkisi Pnömotoraks 8 36,40% 14 63,60% 22 100,00% χ²:3,11 p=0,212 47 Toraks dreninin 1. gün alınması ile 1.günden sonra alınması arasında plevral effüzyon, atelektazi, pnömotoraks grubları arasında istatiksel farklılık gözlenmemiştir. Mayi Karekteri Seröz Hemorajik Serohemorajik 1.Gün Dren alınması 19 76,0% 2 8,0% 4 16,0% >2.Gün Dren alınması 10 58,8% 5 29,4% 2 11,8% Tablo-9: Mayi Karekteri ile Drenlerin Alınış Günü İlişkisi χ²:3,84 p=0,188 Mayi karakterleri ile toraks dreninin 1.gün alınması ile 1.günden sonra alınması arasinda istatiksel farklılık gözlenmemiştir. LİMA RİMA SAFEN (-) (+) (-) (+) (-) (+) Atelektazi+ Pnömotoraks 1 2,3% 44 97,7% 40 88,8% 5 11,2% 3 6,7% 42 93,3% Plevral Effüzyon 1 3,3% 29 96,7% 29 96,7% 1 3,3% 4 13,3% 26 86,7% p=0,998 p=0,392 p=0,427 Tablo-10: Komplikasyonlarla Kullanılan Greftler Arasındaki İlişki LİMA, RİMA, Safen ven kullanımında plevral effüzyonla atelektazi ve pnömotoraks grubları arasında istatiksel bir farklılık gözlenmemiştir. EF Seröz Hemorajik Serohemorajik 19 4 5 İyi 67,9% 14,3% 17,9% 8 3 1 Orta 66,7% 25,0% 8,3% 2 Düşük 100,0% 0,0% 0,0% Tablo-11: EF ile Plevral Mayi karakteri Arasındaki İlişki χ²:2,05 p=0,726 üç grup χ²:0,94 p=0,622 iki grup Plevral mayinin karakteri ile EF arasında istatiksel bir farklılık gözlenmemiştir. Postoperatif takip döneminde 13 hasta (%12.3) nörolojik disfonkiyon, gastrointestinal sistem kanaması , renal yetmezlik, kardiyak sorunlara bağlı nedenlerle kaybedilmiştir. 48 8. TARTIŞMA İlk kullanımdan bugüne KPB teknolojisinin ve emniyetinin önemli ölçüde artmış olmasına rağmen , postoperatif pulmoner komplikasyonlar önemli bir problem olarak hala karşımıza çıkmaktadır(27-28). KPB’ da oluşan ödemin vasküler pemeabilite artışına bağlı olarak gerçekleştiği uzun zamandır bilinmektedir(29). Ekstrakorporal dolaşım materyalinin kanla teması ile koplement (30-31) koagülasyon ,kallikrein –kinin ,trombosit ve lökositler (32) aktive olur. KPB sırasında akciğer hasarı olduğunu gösteren çalışmalardan bazısı da lökösit filtrasyonunun ekstraselüler akciğer sıvısını azalttığnın , kontrol grubuna göre PVR’ ı düşürdüğünün (28) ve postperatif oksijen gereksinimini azalttığının (28-33) göstergesidir. Bando ve arkadaşları KPB sonrası akciğerlerin histolojik incelemelerinde intravasküler lökosit agregasyonu, perivasküler hemoraji ve fokal alveol hasarı olduğunu; lökosit filtrasyonu uygulananlarda bunun olmadığını veya minimal düzeyde görüldüğünü tespit etmişlerdir(28). KPB hafif ekstravasküler akciğer sıvısı artışından ARDS’ ye benzer hayatı tehdit edici pompa akciğeri ne kadar geniş bir spektrumda akciğer hasarına neden olur. Solunum disfonksiyonu kalp cerrahisinin ilk günlerinden beri komplikasyonlarından biridir (34-35). Koroner cerrahisi KPB’ın sonrası iyi tanınan plöropulmoner komplikasyonlar oldukça sıktır(34-36). Kirklin ve arkadaşları KPB sonrası pulmoner komplikasyon oranını % 30 olarak bildirmişler fakat trakeal sekresyon ölçümü gibi non spesifik metodlar kullanmışlar(31). Hammermaister ve arkadaşları koroner cerrahi sonrası 48 saati geçen ventilasyon ugulanan hastaların oranını 8000’ den fazla hasta için %8 olarak bildirilirken (37), Taggart ve arkadaşları 129 hastada bidirmişlerdir (34). 7 hasta ile %5 olarak 49 Postoperatif hastalarda sıklıkla radyolojik olarak pulmoner atelektazi bulguları bulunur (38). Böylece alveolar- arteryel oksijen gradyentinn artması , pulmoner şant oranının artması ve sonuçta PaO2’ in düşmesi ile görülen gaz alışverişinde azalma meydana gelir(34) . Hulburt ve arkadaşları postoperatif 2. gün atelektazi oranını safen ven kullananlarda %43, İMA kullananlarda %53 olduğunu, plevral effüyon oranını ise safen ven kullananlarda %22’e İMA kullananlarda %28 olarak bildirmiş ve anlamlı fark tespit etmemişlerdir(38). Bizim çalışmamızda da postoperatif atelektazi oranları açısından İMA kullanılanlarla, safen ven kullanılanlar arasında anlamlı fark tespit edilmedi. Ekstravasküler akciğer sıvısı CFB sonrası artar(28-39-40-41). Atelektazilerin sıklıkla ödemli akciğerlerin havayolu basısı veya plevral effüzyonlar sonucu meydana geldiği söylensede (42) daha sonra yapılan çalışmada plevral effüzyonların atelektazi oluşumu ile ilişkili olmadığı gösterilmiştir(43). Koroner cerrahisi sonrası sol alt lob atelektazileri sıklıkla görülür(38-44). Bizim çalışmamızda da sol alt lob atelektazisi ( %70) en sık olarak gözlendi. Açık kalp cerrahisi sonrası erken dönem respiratuvar komplikasyonlar, anestezi, cerrahi prosedür ve özel durumların respiratuvar fonksiyonları üzerine etkileri analiz edildi. Atelektazi %50.92 , plevral effüzyon %42.87 görülmüş(45). Bizim çalışmamızdada Plevral effüzyon %39.6 atelektazi %37.7, pnömotoraks %20.8, diyafragma paralizisi %1.9 olarak gözlendi. Koroner arter cerrahisinde pulmoner fonksiyon testlerini değiştirebilecek bir çok durum söz konusudur. Bunlar arasında median sternotomi, ekstrakorperal dolaşım, iskemi süresince akciğerlerin sönük kalması, kan transfüzyonları ve bazı hastalarda göğüs duvarından İMA pedikülünün çıkarılması sayılabilir (46) . Bütün bunlar göğüs duvarı ağrısı, gerginlk, rahatsızlık ve ekstravasküler akciğer sıvısında artışa (41), ayrıca trakeobronşial yollarda sekresyon üretimi ve salınımında artışa yol açar (47). 50 Genel anestezinin kendisi rezidüel kapasitede azalmaya, inhalasyon anesteziklerinin hipoksik pulmoner vazokonstriksiyon inhibisyonuna ve kas gevşeticilerin göğüs duvarı ve diafragmanın hareketi ve bilinmektedir (48-49). Kros süresince şeklinin değişmesine neden oldukları pulmoner iskemi, hipotermi ve yüksek K konsantrasyonlu kardiyopleji solüsyonunun pulmoner mikrosirkülasyona geçmesi ile sürfaktan üretiminde ve fonksiyonlarında azalmaya neden olduğu ileri sürülmüştür (36- 50). Myokarda topikal hipotermi sağlamak için kullanılan buzlu suyun hipotermik frenik sinir hasarına bağlı olarak hemidiafragma elevasyonuna bununda atelektaziye neden olduğu bildirilmiştir.(51-52) Bogers ve arkadaşları açık kalp cerrahisi sonrası diafragma elevasyonu ve paralizi ardışık 370 hastada incelemiş komplikasyon oranı %7.2 olarak bulunmuş. Aynı taraf plevral effüzyon ve atelektazi ile korelasyon bulunmuş. Diafragma elevasyonu hastanede kalışı uzatmamış, takiplerinde %44’ü 6 ay içinde normale dönmüş, %90’ı 1 yıl içinde normale dönmüş(53). İleti bozukluğu olan hastalarda akciğer grafilerinde diafragma elevasyonu, atelektazi ve plevral effüzyon daha çok gözlenmiş (54). Topikal hipotermiye bağlı bilateral diafragma paralizisi,1 yıl içinde açık kalp cerrahisi yapılan 360 hasta prospektif olarak taranmış ve 2 hastada gözlenmiş, bu iki hastanında insüline bağlı periferik nöropatileri olduğu ve diafragma paralizisine neden olduğu belirtilmiş (55). Diafragma disfonksiyonu sıklıkla mamariakoroner bypass yapılırken pleurotomi sırasında frenik sinir yaralanmalarına bağlı gözlenmiş ve frenik sinir korunarak bu insidansın azaltılabileceği belirtilmiş (56). Diafram elevasyonu gözlemlediğimiz 2 hastamız oldu. Bu hastalara cerrahi bir müdahale yapilmadı, postop hastanede kalış sürelerinde de anlamlı bir fark gözlenmedi, bir hastamızda diabet mevcut idi. 51 Daha önceki yayınlarda plörotominin solunum fonksiyon testlerine olumsuz etki gösterdiğini söylenirken (57,58,59), sonraki yayınlarda plörotominin solunum fonksiyon testlerine, plevral effüzyon ve atelektaziye, ayrıca postop PaO2 değişikliklerine anlamlı etki etmediği gösterilmiştir (38,46,60,61). Fakat İMA kullanılanlara göre toraks travmasına bağlı daha geç düzelme meydana geldiği söylenmiştir (60). Bütün bunları gelişen ekstrakorperal dolaşım teknolojisi , hasta takip ve moniterizasyondaki gelişmeler ve artan cerrahi tecrübe etkilemektedir (36). Bizim çalışmamızda preoperatif SFT orta ve düşük olanlarda , ayrıca preop. PO2 kan gazı düşük seyreden hastalarda pnömotoraks gelişen hastalarla kıyaslandığında atelektazi ve plevral effüzyon gelişmesi istatiksel olarak anlamlı olarak gözlenmiştir. Açık kalp cerrahisi uygulanacak hastalarda preoperatif pulmoner hastalığın varlığı postoperatif morbidite ve mortaliteyi etkileyecektir. “Veterans Administration” ın koroner arter için yaptığı risk skorlamasında FEV1 <1.5 lt/sn olanlarda %11.7 mortalite oranının, bu değerin üstündekilerde ki %3.8’ lik mortalite oranına göre anlamlı derecede farklı olduğunu tespit etmişlerdir. Bu nedenle FEV1 < 1.5 lt/sn olan hastaları riskli grub olarak almışlardır (62). CPB sonrası VC, FVC, ve FRV’ ün postoperatif olarak preoperatif değerin yaklaşık 1/3’ ü oranında, TV’ ün 1/2 oranında düştüğü ve bu değişikliklerin ancak geç dönemde preoperatif değerlere yaklaştığı, ayrıca bu değişikliklerin büyük oranda göğüs duvar travmasına bağlı olduğu söylenmiştir (63). Vargas ve arkadaşları FVC’ de %26.1-36.7 arasında azalmalar tespit etmişler .İMA kullanıpta telegrafide plevral effüzyon veya plevral kalınlaşma tespit edilenlerdeki azalmanın normal telegrafili hastalara göre anlamlı olarak fazla olduğunu göstermişlerdir. Solunum fonksiyon testlerindeki azalmanın en önemli sebebi olarakta plevral effüzyon ve/veya kalınlaşma ile toraks travmasına bağlamışlardır(61) 52 Bilateral İMA kullanmanın İMA ve safen ven kullanmaktan yaşam kalitesi(anginasız ve tekrar hastaneye başvuru) ve survi açısından daha avantajlı olduğu gösterilmiştir (64-65-66). Pulmoner komplikasyon koroner operasyonlardan sonra sıkça görülen komplikasyonlardandır. KOAH’lı, sigara kullanan, yeni geçirilmiş pulmoner hastalığı olan hastalarda pulmoner komplikasyon gelişme oranı diğer hastalara göre daha yüksektir. İMA çıkarma yöntemide bunda önemli bir etkendir. Bonacchi ve arkadaşları yapılan çalışmada bilateral İMA çıkarılan ve plevrası açılan ile plevrası açılmayan hastaları karşılaştırmışlar. Bu çalışmada bilateral İMA kullanmanın daha effektif bir revaskularizasyon olduğu göz önüne alınarak opere edilen 299 hastada tam arteriyel revaskularizasyon uygulanmış. İki farklı teknikle pediküllü olarak ve pedikülsüz olarak İMA çıkarılmıştır. Bu çalışmada tam arteriyel vaskularizasyon hedeflendiği için İMA boyu kısa kalmasından endişelenilerek daha pediküllü olarak çıkarılmış. Çalışmada İMA’lar pediküllü çıkarıldığı için kanama oranı daha yüksek bulunmuş bununda pedikül ile çıkarılırken İMA dallarının hemostazının iyi yapılamamasına ve daha geniş bir disseksiyon yapılmasına bağlanmıştır. Plevrası açılan hastalarda ise plevral effüzyon oranının diğer gruba göre daha yüksek olduğu istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Çalışmada plevrası açılan hastalarda uyanmadan sonraki ilk 1-2 saat içinde ağrı düzeyleri açısından diğer grupla istatistiksel bir anlam bulunamamış buna neden olarak anestezinin etkisi gösterilmiştir. Ancak sonrasında drenler alınana kadar geçen süre içinde ağrı düzeylerinin daha yüksek olduğu, bu yüksekliğin hastanın solunum fonksiyonlarını deprese ettiği gösterilmiştir. Yeterli ve etkili bir anestezi ile solunum depresyonunun azaldığı istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Yeterli diüretik tedavi ile plevral effüzyon oranının azaltılabileceği de gösterilmiştir. Plevrası açılan hastalarda torasentez oranı ve atelektezi oranı daha yüksek saptanmıştır. Bu da entübasyon süresinin uzamasına ve torasentez gibi cerrahi girişime gereksinim duyulması hastane maliyetinin artmasına neden olmaktadır (67). 53 Bizim çalışmamızda hastaların %97.6’sının plevrası açılmıştı, plevral effüzyon, atelektazi ve pnömotoraks gelişimi açısından anlamlı bir fark tesbit edilmedi. Peng ve arkadaşları nın retrospektif olarak 122 hasta üzerinde hastaların postop. Akciger grafilerine bakılarak yapılan çalışmada İMA kullanılan ve sadece safen ven kullanılan hastalar karşılaştırılmış ve plevral efüzyon oranları biribirine çok yakın bulunmuş ve istatiksel olarak anlamlı fark saptanmamış. İMA çıkarılan grupta plevral kalınlaşma oranı daha fazla gözlenmesine karşın istatiksel olarak anlamlı bulunmamış. Sonuç olarak kardiopulmoner bypass sonrası plevral effüzyon görülebileceği ve bunun cerrahi teknikten bağımsız olduğu iddia edilmiş ve plevral efüzyonun inflamasyona bağlı geliştiği öne sürülmüş (68). Boldt ve arkadaşları (69), yaptıkları çalışmada kardiyopulmoner bypas esnasında respiratörden ayrılan ve respiratöre bağlı kalan hastaları karşılaştırdıklarında, respiratöre bağlı kalan ve PEEP yapılan hastalarda solunum disfonksiyonunun daha az olduğunu saptamışlar. PEEP yapılan hastalarda akcigerlerde daha az ödem mayisi toplandığı saptanmış. H. Tulla ve arkadaşları(70) 20 koroner arter bypass hastasında, non invasive metodla ameliyat öncesi ve sonrası solunum paternleri çalışıldı. Postoperatif olarak dakika solunum sıklığı ve ortalama inspiratuvar akım azalırken, tidal volüm azalmaktadır. CO2 üretimi ve O2 tüketimide artmakta, buda ventilasyon ihtiyacını arttırmaktadır. Hastalarda hiçbirinin postoperatif 2. gün normal bir göğüs radyografisi yoktu. 16 hastanın atelektazi, kalan 4 hastanında bilateral atelektazisi vardı. 17 hastanın plevral effüzyonu vardı. Yüzeyel solunum, bozulmuş gaz değişimi ve cerrahi travma postoperatif solunumsal komplikasyonlara neden olmaktadır. Solunum disfonksiyonu koroner operasyonlardan sonra görülen en sık komplikasyondur. Ve yapılan çalışmalar göstermiştir ki, kardiyopulmoner bypass kullanılarak yapılan cerrahi girişimlerde diğer genel cerrahi girişimlerine göre daha çok solunum 54 disfonsiyonu gözlenmiş. Buna neden olarak ta kardiyopulmoner bypas gösterilmiş ve bu esnada oluşan sistemik inflamatuar yanıtın bundan birinci derecede sorumlu olduğu idda edilmiş. Buradan yola çıkarak Taggart kardiyopulmoner bypas ile yapılan ve kardiyopulmoner bypas kulanılmadan yapılan koroner cerrahi operasyonlarından sonraki solunum fonksiyonlarını inceleyen bir çalışma yapmış. Çalışmada solunum fonksiyonlarını değerlendirmek için arter kan gazı değerleri esas alınmış. Solunum disfonksiyonunun kardiyopulmoner bypasa giren hastalarda nedeninin sistemik inflamatuar yanıta bağlı olarak pulmoner interstisiuma giren makromoleküllere bağlı olduğu görülmüş. Ve solunum disfonksiyonunun maksimum olduğu zaman ise postoperatif 2.gün olarak saptanmış. Preoperatif ve postoperatif 5. gün solunum fonksiyonlarının kardiyopulmoner bypas kullanılmadan koroner cerrahi yapılan grupta daha iyi olduğu bulunmuş(34). Knapik ve arkadaşları bilateral ve unilateral İMA kullanılan hastaların hastanede kalış sürelerini kıyaslamışlar ve bilateral İMA grefti kullanılan hastalarda postoeratif solunum desteğinin daha uzun gerekli olduğu görülmüş. Ancak genç hastalarda hastane kalış sürelerinde istatiksel olarak anlamlı bir fark görülmemiş. Ekstübasyon kriterleri olarak arteriel kangazı örnekleri esas alınmış. Her iki gruptada aortik kros klemp süreleri ve kardiyopulmoner bypas süreleri benzer olarak saptanmış. Bilateral İMA çıkarılan hastaların yaş ortalaması daha düşük olarak saptanmış. Bunun nedeni olarak da arteriel greftlerin açıklığının daha iyi olması nedeniyle genç hastaların beklenen yaşam oranlarının daha yüksek olması göz önüne alınarak bu hastalara full arteriel revaskülarizasyon uygulanmış. Entübasyon süresi bilateral İMA kullanılan hastalarda daha uzun olmasına rağmen hastanede kalış süreleri açısından iki grup arasında fark saptanmamış. Bilateral İMA çıkarılan hastaların yaş ortalamasının düşük olması diğer grubun yaş ortalamasının daha yüksek olması nedeniyle extübasyondan sonra genç hastaların akciger fonksiyonlarının daha hızlı toparlayarak diğer gruba yetişmesi olarak gösterilmiştir (71). Bizim çalışmamızda plevral effüzyon, atelektazi, 55 pnomotoraks grublarının LİMA, RİMA, safen ven varlığı dağılımları açısından farklılık gözlenmedi. Kros-klemp ve total bypass süreleri açısından da plevral effüzyon, atelektazi ve pnömotoraks arasında anlamlı bir fark gözlenmedi. Singh ve arkadaşları (60) tarafından yapılan çalışmada ise İMA ve safen ven grefti kullanılan hastaların post op 1,2,4,6 ve 8. günlerdeki kangazı değerleri karşılaştırılmış ve İMA kullanılan grupta solunum fonksiyonlarının normale dönmesinin daha geç olduğu gözlenmiş. Noera ve arkadaşları 433 hasta üzerinde yaptıkları çalışmada plevrası açılmadan İMA çıkarılan ve açılarak İMA çıkarılan hastalar karşılaştırılmış. Plevrası açılmayan hastalarda kan transfüzyon oranı ve kanama revizyonu oranı daha düşük bulunurken plevral efüzyon ve hemidiafram yetersizliği hiç görülmemiş. Plevrası açılan hastalarda perikardit, postoperatif şiddetli göğüs ağrısı ve solunum yetersizliği daha fazla görülmüş(72). Bizim çalışmamızda hastaların %97.6’sının plevrası açılmışdı, plevral effüzyon, atelektazi ve pnömotoraks gelişimi açısından anlamlı bir fark tesbit edilmedi. Off-pump yapılan hastalarda ventilasyon süresinin ve hastane kalış süresinin daha az olduğunu Taggart yaptığı çalışma ile göstermiş. İMA çıkarılan hastalarda solunum disfonksiyonun nedeni olarak daha göğüs duvarı mekaniği suçlanmış, gaz değişiminin çok etkilenmediği gösterilmiş. Sonuç olarak bilateral İMA çıkarılan hastaların solunum fonksiyonları ile tek taraflı İMA çıkarılan hastaların solunum fonksiyonları arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamış ve kardiyopulmoner bypass ile yapılan ve kardiyopulmoner bypassız yapılan hastalar arasında solunum fonksiyonları açısından anlamlı bir fark gözlenmemiş(34). Kochamba ve ark tarafından yapılan çalışmada ise stabilizatör ile cerrahi yapılan ve kardiyopulmoner bypasa girilerek cerrahi yapılan 88 vakalık seride stabilzatör kullanmanın kardiyopulmoner bypasın potansiyel risklerinden koruduğu gözlenmiştir. Kardiyopulmoner bypasın pulmoner gaz değişimini olumsuz etkilediği öne sürülmüş ve neden olarak ise 56 fonksiyonel residuel kapasitede azalma, akciğer kompliansında azalma, lökösit göçüne bağlı şant oranında artma ve alveolar kapiller geçirgenlikte artma gösterilmiştir. Her iki gruptada postop dönemde pulmoner şant oranının arttığı gözlenmiş ancak stabilizasyon grubunda belirgin olarak şant daha az gözlenmiş. Stabilizasyon grubunda kompliansın azalmasına neden olarak kalbin manipulasyonuna bağlı gelişen akciğer ödemi gösterilmiştir. Bunun ise kardiyopulmoner bypasın yol açtığı sistemik inflamasyonun olmamasına rağmen ventilasyonperfüzyon dengesizliğine yol açtığı saptanmış. Stabilizasyon grubunda stroke volumun % 44 oranında kalbin manipulasyonuna bağlı olarak azaldığı saptanmış(73). Daganau ve arkadaşları Tarafından bilateral İMA kullanılan ve tek taraflı İMA kullanılan hastaların postoperatif solunum fonksiyonları karşılaştırılmış. Bilateral İMA çıkarılan hastalarda sağ alt lob atelektazi oranı daha yüksek bulunurken sol alt lob atelektazi oranı her iki grupta aynı bulunmuş. Postoperatif plevral effüzyon açısından anlamlı bir fark saptanmamış. Her iki grup arasında postoperatif kan kaybı, mekanik ventilasyon süresi, yoğun bakımda kalış süresi, hastanede kalış süresi, pnömotoraks oranı, pnömoni oranı ve yara enfeksiyonu açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamış. Uzamış kardiopulmoner bypassın postoperatif atelektazi oranını artırdığı buna kardiyopulmoner bypass esnasında alveolar epitelin yetersiz perfüzyonuna bağlı olarak surfaktan sentezinin azalması gösterilmiş. Kardiopulmoner bypass zamanları bilateral İMA kullanılan hastalarda daha uzun olarak gözlenmiş. Diyabetik hastalar hemidiafragma elevasyonu sıklığı daha yüksek olarak bulunmuş. Subklinik nöröpatinin frenik siniri hipotermiye daha duyarlı hale getirmesinin sorumlu olduğu düşünülmüş. Sonuç olarak çalışmada bilateral İMA kullanımı ile tek taraflı İMA kullanımı arasında solunum fonksiyonları açısından anlamlı bir fark yaratmadığı gösterilmiştir(74). 57 9. SONUÇ Açık kalp cerrahisi uygulanan hastalarda, preoperatif dönem hasta değerlendirmesi, cerrahi teknikte, kullanılan alet ve materyallerdeki ilerleme, KPB’ ın rutin kullanıma girmesi, peroperatif ve postoperatif dönemde hasta takibindeki yenilikler rutin ve yüksek riskli cerrahinin sonuçlarını düzeltmiş, komplikasyonların daha iyi değerlendirilmesi ile morbitide ve mortalite üzerine olan etkileri azaltılabilmiştir. Açık kalp cerrahisinde, kalp akciğer pompasının solunum fonkiyonları üzerine olan etkileri, peroperatif cerrahi teknik, sternotomi, İMA çıkarılması, parietal plevranın açılması, anestezi teknikleri, entübasyon süresi, torasik komplikasyonların gelişmesine, postoperatif yoğun bakımda, serviste kalış sürelerine etkileyeceği unutulmamalıdır. Sonuç olarak preoperatif pulmoner fonksiyonlar iyi değerlendirilmelidir, çalışmamızda da görüldüğü gibi solunum fonksiyon testleri, preop kan gazları hastalarda azalmış torasik komplikasyonların görülme olasılığının artabileceği, bu hastalarda daha az travmatik davranılması, anestezi ile iyi korelasyon kurulması, postoperatif yoğun bakım döneminde takiplerinin düzenli ve dikkatli yapılması gerekmektedir. Açık kalp cerrahisinde myokard koruması yanında akciğerlerinde korunmasıyla daha iyi sonuçlar morbidite elde edileceği kanaatindeyiz. ve daha az 58 10. KAYNAKLAR 1 - Pennock J, Pierce W, Waldhausen J. The management of the lungs during cardiopulmnary bypass. Surg Gynecol Obstet 1977;145:917-927 2 - Phang P, Keough K. İnhibition of pulmonary surfactant by plasma from normal adult and from patients having cadiopulmonary bypass.J Thorac Cardiovasc Surg 1986;91:248-251 3 - Mandelbaum I, Giammona S. Extracorporeal circulation, pulmoner compliance and pulmonary surfactant. J Thorac Cardiovasc Surg. 1964;48:881-889 4 - Stanley T, Liu W-S, Gentry S. Effects of ventilatory technigues during cardiopulmonary bypass on post-bypass and postoperative pulmonary compliance and shunt. Anesthesiology 1977:46;391-395 5 - Macnaugton PD, Evans TW. The effect of exogenous surfactant therapy on lung function following cardiopulmonary bypass.Chest 1994;105:421-425 6 - Haslam PL, Baker CS, Hughes DA, et al. Pulmonary surfactant composition earlyin the development of acute lung injury after cardiopulmonary bypass; proylactic use of surfactant therapy. Int J Exp Pathol 1997:78;277-289 7 - Sladen R, Jenkins L. Intermittent mandatory ventilation and controlled mechanical ventilation without positive end –expiratory pressure following cardiopulmonary bypass. Can Anaesth Sac J 1978;25:166-172 8 - American College of Cardiology. Position report on cardiac rehabilitaton; Recommendations of the American college of cardiology on cardiovasculer rehabilitation . J Am Coll Cardiol 1986;7:451 9 - Robbins SL, Kumar V. Robbins and Kumar Basic Pathology 1990;10:366-400 10 - Peduzzi P. Eighteen-year fallow-up in the veterans affair Cooperatve Study Group. Circulation 1992;86:121-130 11 - Fuster V, Alexander RW, O’Rourke RA. Hurst’s The Heart, 2002;48:1507-1524 12 - Livesay JJ, Cooley DA, Hallman GL, Reul GJ, Ott DA, Duncan JM, Fraizer OH. Early and late result of coronary endarterectomy. J Thorac Surg 1986:92;733-807 59 13 - Lyte BW, Cosgrove DM. Coronary arter bypass surgery. In Wells SA, ed. Current problems in surgery. St. Louis: Mosby-Year Book; 1992:29:733-807 14 - Mangano CM, Hill L, Cartwright CR, Hindman BJ. Cardiopulmonary bypass and anesthesiologist,In; Kaplan JA ed. Cardiac anesthesia. Philedephia, WB Saunders Company, 1999; 1061-1100 15 - Chenoweth DE. The properties of human c5a anaphylatoxin.The significance of c5a formation during hemodialysis.Contri Nephrol 1987;59:51-71 16 - Hanks JB, Curtis SE, Hanks BB, et al. Gastrointestinal complications after cardyopulmoner bypass.Surgery 1982:92:394-400 17 - Breuer AC,Furlan AJ, Hanson MR, et al. Central Nervous System Complications of Coronary Arter Bypass Greft Surgery. Stroke 1983;14:82-87 18 - Fuster V, Alexander RW,O’Rourke RA.Hurst’s The Heart, 2002; 49:1525-1549 19 - Albertine KH, Wiener-Kronish JP, Staub NC. The structure of the parietal pleura and its relationship to pleural fluid dynamics in sheep. Anat Rec 1984;208:401-9 20 - Sahn SA, The pthophysilogy of pleural efusions. Annu Rev Med. 1990;41:7-13 21 - Sahn SA, Dieases of the pleura and the pleural space. In: Baum GL, Crapo JD, Celli BR, Karlinsky JB. Textbook of Pulmonary Dieases 6. ed. Philadelpha, Lippincott-Raven, 1998;1483-98 22 - Smyrnios NA, Jederlinic PJ, Irwın RS. Pleural effusion in an asymptomatic patient . Spectrum and frequency of causes and management considerations. Chest 1990;97:192-6 23 - McLoud TC, Flower CD. İmaging of the pleura: sonography, CT and MR imaging. AJR 1991:156;1145-53 24 - Rusch VW. Pleural Effusion: Bening and Malignat. In: Pearson FG, Deslauriers J, Ginsberg RJ, eds. Thoracic Surgery, New York, Churchill-Livingstone, 2001;1157-70 25 - Boomsma JD, Glassroth J. Mechanıcs of breathing ın Shields TW (ed). General Thoracic Surgery Vol 1. Fourth edition , Malvern, William&Wilkins 1994;p.120-128 26 - Claussen J. Assesment of Pulmonary function . In Peters RM, Toledo J (ed) Current Topics in General Thoracic Surgery. An International Series, Vol 2. Perioperative Care. Amsterdam, Elsevier, 1992;p 3-27 60 27 - Butler J, Rocker GM, Westaby S. Inflamatory response to cardiopulmonary bypass. Ann Thorac Surg 1993;55:552 28 - Bando K, Pillai R, Cameron DE, et al. Leukocyte depletion ameliorates free radical –mediated lung injury after cardiyopulmoner bypass. J Thorac Cardiovasculer Surg 1990;99:873 29 - Smith EEJ, Naftel DC, Blackstone EH, Kirklin JW. Microvasculer permeability after cardiyopulmoner bypass: An Expermental study. J Thorac Cardiovasc Surg 1987;94:225 30 - Chenoweth DE, Cooper SW, Hugli TE, Stewart RW, Blackstone EH, Krklin JW. Complement activation during cardiopulmonary bypass: Evidence for generation of C3a and C5a anaphylatoxins. N Engi J Med 981; 304-497 31 - Kirklin JK, Westbay S, Blackstone EH, Kirklin JW, Cheoweth DE, Pacifico AD. Coplement and damaging effects of cardioplmonary bypass. J Thorac Cardiovasc Surg 1983;86:845 32 - Rinder CS, Bonan JI, Rinder HN et al. Cardiopulmonary bypass inducess leukocyte-platelet adhesion. Blood 1992;79:1201 33 - Coleman SM. Leukocyte depletion reduces postoperative oxygen requirements. Ann Thorac Surg 1994;58:1567 34 - Taggart DP, El – Fiky M, Carter R, Bowman A, Wheatley DJ. Respiratory dysfunction after uncomplicated cardiopulmonary bypass. Ann Thorac Surg 1993;56:1123 35 - Ratiff NB, Young WG, Hacket DB, Mikat E, Wilson JW. Pulmonary injury secondary to extracorpereal circulation : an ultrastructural study. J Thorac Cardiovasc Surg 1973;65:425 36 - Mattay MA, Wienner-Kronish JP. Respiratory management after cardiac surgery. Chest 1989;95:424 37 - Hammermaister KE, Burcfiel C, Johnson R, Grover FL. İdendification of patients at greatest risk for developing major complications atcardia surgery. Circulation 1990;82:330 38 - Hurlbult D, Myers ML, Lefcoe M, Goldbach M. Pleuropulmonary morbidit; internal thoracic artery versus saphaneus vein graft. Ann Thorac Surg 1990;50:959 39 - Johnson D, Thompson D, Hurst T, et al. Neutrophil-mediated acute extraorpereal perfusion. J Thorac Cardiovasc Surg 1994;107:1193 lung injury after 61 40 - Bryick RJ, Kay JC, Noble WH. Extravascular lung water accumulation in patients following coronary artery surgery. Can Anasth J 1977;24:332 41 - O’Connor NE, Sheh J, Bartlett RH, Gazzaniya AB. Changes in pulmonary extravascular water volume following mitral valve replacement. J Thorac Cardiovasc Surg 1971;61:342 42 - Kollef MH, Peller T, Knodel A, Cragun WH. Delayed pleuroupulmonary complications following coronary artery revascularzation with the internal mammary artery. Chest 1988;94:68 43 - Peng MJ, Vargas FS, Cukier A, Terra-Filho M, Teixeria LR, Light RW. Postoperative pleural changes after coronary revascularization: comparision between saphenous vein and internal mammary artery grafting. Chest 1992;101:327 44 - Turnbull KW, Miyagishima RT, Coerein AN. Pulmonary complications and cardiopulmonary bypass:A clinical study in adult. Can Anesthes J 1974;21:181 45 - Quadrelli SA, Montiel G, Rancoroni AJ, Immediate postoperative respiratory complications after coronary surgery: Medicana (B Aires) 1997;57:742-754 46 - Shapira N, Zabatino SM, Ahmed S, Murpy DM, Sullivan D, Lemole GM. Determinants of pulmonary function in patients undergoing coronary bypass operations. Ann Thorac Surg 1990; 50:268 47 - Kirklin JW. Pulmonary disfunction after open heart surgery. Med Clin North Am 1964;48:1063 48 - Westbroo RR, Stuvs SE, Sesler AD, et al. Effects of anasthesia and muscle paralysis on respiratory mechanism in normal mn. J Appl physiol 1973;34:81 49 - Rehber K, Sesler AD, Marsh HM. General Anesthesia and the lung. Am Rev Respir Dis 1975;112:541 50 - McGowan FX, del Nido PJ, Kurland G, et al. Cardiopulmoner bypass sgnificantly impairs surfactant activity in children. J Thorac Cardiovasc Surg 1993;106.968 51 - Wolcox P, Bailey E, Hars J, et al. Pherenic nevre function and relattionship to atelectasis after coronary artery bypass surgery. Chest 1988;93:693 52 - Curtis JJ, Nawarawong W, Walls JT, et al. Elevated hemidiaphragm after cardiac operatons: Incidence,prognosis , and relationship to the use of topical ice slush. Ann Thorac Surg 1989;48:764 62 53 - Bogers JJ, Nienop G, Bakker W, Huysmans HA, . I diaphragmatic elevation a serous complication of open heart surgery: Scand J Thorac Cardiovasc Surg 1989;23:271-4 54 - Kido T, et al. Phereni nevre conduction after open heart surgery-electrophysological study.Nippon Kyobu Geka Gakkai Zasshi 1989 Apr;37:606-11 55 - Efthimion J , Butler J ; Bilateral diaphragm paralysis after cordiac surgery with topicel hypothermia ; Thorax. 1991 May ; 46(5) : 351-4 56 - Simkova I , Kozlovsky M etal ; Pulmonary Complicationy after heart sungery : Brastisl Lec Listy. 1997 May ; 98(5) : 258-68 57 - Jenkins SC , Soutar SA , F orsyth A, Keates JRW , Moxham J. Lung fuction after coronary artery surgery using the internal mammary artery and the saphenous vein. Thorax 1989 ; 44:209 58 - Lewis FJ, Taufic M. Closure of atrial septal defects with the aid of hypothermia: Experimental accomplishments and the report of one successful case. Surgery 1953; 33: 52 59 - Burgess GE, Cooper JR, Marino RJ, Peuler MJ, Mills NL, Ochsner JL. Pulmonary effect of pleurotomyduring and after coronary artery bypass with internal mammary artery versus saphenous vein grafts. J Thorac Cardiovasc Surg 1990; 50: 12 60 - Singh NP, Vargas FS, Cukier A, Terra-Filho M, Teixeira LR, Light RW. Arterial blood gases after coronary artery bypass surgery.Chest 1992; 102: 1337 61 - Vargas F, Cukier A, Terra-Filho M, Hueb W, Teixeira LR, Light RW. Relationship between pleural changes after myocardial revascularization and pulmonary mechanics. Chest 1992; 102: 1333 62 - Grover FL, Hammermeister KE, Burchfiel C, et al. Initial report of the Veterans Administration prreoperative risk assessment study for cardiac surgery.Ann Thorac Surg 1990; 50: 12 63 - Peters RM, et al. The Sientific Maagement of Surgical Patients Boston, Little-Brown. 1983; p349 64 - Kieffer N, Philips DR, : Trombosit membrane glycoproteins :Functions in cellular interactions. Ann . Rev Cell Biol. 1990;6:329 65 - Rhee SG, : Inositol phospholipid – spesific phospholipaze C, Interaction of Y, isoform with thyrosine kinese. Trends.Biochem.Sci. 1991;16:297 66 - Turitto VT, Baumpartner HR. Trombosit –surface interactions . In Colman RW, Hirsh JY, Marder VJ, Salzman EW. Hemostasis and Lippincott Co, pp 1987 :555-571 63 67 - Bonacchi M, et al. Respiratory disfunction after coroner bypass grafting employing, Bilateral internal mammary arteres : The infuence of intact pleura. European Journal of Cardio-Thoracic Surgery 2001;827-833 68 - Peng MJ, Vargas FS, Cukier A, Terra-Filho M, Teixeri LR, Light RW. Postoperative pleural changes after coronary revascularization; comprasion between saphaneous vein and internal mammary artery grafting. Chest 1992;101:327 69 - Boldt J, Knothe C, et al. The effects of preoperative aspirin therapy on trombosi function in cardiac surgery: Eur J Cardiothorac Surg 1992;6:598-602 70 - Tulla H, Takala J, Alhava E et al Respiratory changes after open heart surgery. Intensive Care med.1991; 17:365-369 71 - Knapik P, et al. Bilateral and Unilateral use of Internal Thoracic Artery for Myocardial Revasculrization. Chest 1996; 109:1231-33 72 - Noera G., Pensa PM, Guelfi P, Biagi B, Lodi R, Carbone C. Extrapleural takedown of the internal mammary artery as a pedicle . Chest 119:19-24 73 - Kochamba GS, Yun LK, Pfeffer AT, Sintek CF, Khonsari S. Pulmonary Abnormalities After Coronary Arterial Bypass Versus Mechanical Stabilization. Ann Thorac Surg. 2000; 69:1466-70 74 - Daganau M, Dimopolou I, Michalopoulos, et al. Respiratory Complications After Coronary Artery Bypass Surgery with Unilateral or Bilateral Internal Mammary Artery Grafting. Chest 1998; 113:1285-89