T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI OKMEYDANI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ KLİNİĞİ ŞEF: DR. ÇİÇEK BABUNA PROSTAT KANSERİ TANISINDA REKTAL MUAYENE, PSA VE TRUS SONUÇLARININ TRUS-BİYOPSİ SONUÇLARI İLE KARŞILAŞTIRILMASI UZMANLIK TEZİ DR. ESRA YILDIZHAN İSTANBUL, 2006 ÖNSÖZ Asistanlık eğitimim süresince bilgi ve deneyimleriyle bize ışık tutan, yol gösteren, iyilik, sabır ve hoşgörü dolu yüreğiyle bizi anne şefkatiyle kucaklayan, emeğinin karşılığını ödeyemeyeceğimiz saygıdeğer hocam Dr. Çiçek BABUNA’ya sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Hastaneye geldiğim ilk günden itibaren zevkli ve sıcak bir çalışma ortamı oluşturan, birlikte çalışmaktan mutluluk duyduğum, hem mesleki hem sosyal açıdan bizlere destek olan ablalarım Dr.Güler ÖZARPACI, Dr.Suzan ÖNOL, Dr.Birsen DOKGÖZ, Dr.Aslı ERTÜRK ve Dr.Özlem UYGUN’a teşekkürü borç bilirim. Radyoloji Kliniğinde saygı, sevgi ve özveriyle çalışan tüm asistan arkadaşlarıma, teknisyen, hemşire ve yardımcı sağlık personeline teşekkür ederim. Hastanemizde çağdaş ve huzurlu bir çalışma ortamı sağlayan başhekimimiz Dr.Hayri ÖZGÜZEL’e teşekkürlerimi sunarım. Rotasyoner asistan olarak bulunduğum sürece mesleki eğitimime katkıda bulunan 3.Dahiliye Klinik Şefi Dr. Necati YENİCE’ye, Nükleer Tıp Klinik Şefi Dr. Tevfik ÖZPAÇACI’ya, Radyasyon Onkolojisi Klinik Şefi Dr. Mustafa ÜNSAL’a ve çalışma imkanı bulduğum doktor arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunarım. Hayatım boyunca desteklerini hep yanımda hissettiğim fedakar anne ve babama, sevgili kardeşlerime, asistanlığım süresince beni candan destekleyen, yaşamı paylaştığım sevgili eşime sonsuz teşekkürler…. 2 İÇİNDEKİLER I.GİRİŞ VE AMAÇ 2 II. GENEL BİLGİLER.......................................................................................3 A. PROSTAT GLANDININ MORFOLOJİSİ 1. Embriyoloji 4 2. Anatomi 5 3. Prostatın Zonal Anatomisi 6 4. Prostatik patolojiler ve US görünümleri 8 B. PROSTAT KANSERİ 1. Histolojik Dereceleme 2. Klinik Evreleme 10 13 14 3. Prostat Kanserinde Tanı 15 a. Parmakla Rektal İnceleme b. PSA c. Transrektal Ultrasonografi 4. TRUS ile normal prostat anatomisi 5. Prostat kanserinin ultrasonografik görünümü C. TRUS EŞLİĞİNDE YAPILAN BİYOPSİLER 17 17 21 22 24 27 III. GEREÇ VE YÖNTEM 31 IV.OLGULARDAN ÖRNEKLER 34 V. BULGULAR 40 VI. TARTIŞMA 44 VII. SONUÇ 48 VIII. ÖZET 49 IX.KAYNAKLAR 50 3 GİRİŞ VE AMAÇ Prostat kanseri günümüzde erkeklerde en sık görülen organ kanseridir. Akciğer kanserinden sonra ikinci sırada ölüm nedenidir. Otopsi çalışmalarına göre 50 yaş civarında bir erkekte prostat kanseri bulunma riski %30-50 iken bu oran 80 yaşında %80’e ulaşmaktadır(1). ABD’de yapılan bir araştırmaya göre 50 ve üstü yaş grubunda her 10 erkekten birinde klinik önemi olan prostat ca saptanmaktadır. Yaş arttıkça insidansı artan bu hastalık için yılda yaklaşık %30’lara varan bir mortalite prevalansı saptanmıştır. Yaşla bağımlı olarak artan insidans sonucunda 75 yaş üstü grupta prostat kanseri ABD’de erkeklerde kanserden en sık ölüm nedeni olmaktadır(2). Prostat kanseri tanısında en sık ve ilk kullanılan yöntem parmakla rektal muayenedir(PRM). Ancak PRM ile prostat kanseri tanısı koyabilmek oldukça güç olduğundan hastalık ancak ileri evrelerde yakalanabilmektedir. Tanıdaki bu gecikmeler sonucu tedavi çok daha güçleşmekte hatta imkansız hale gelmektedir. Tanıda geç kalınmasını önlemek amacıyla PRM’ ye ek olarak tümör belirleyicileri(PSA) ve radyolojik yöntemler (Transrektal Ultrasonografi) kullanılmaktadır. Transrektal Ultrasonografi(TRUS) ilk defa 1957 yılında Wild ve Reid tarafından uygulanmış, 1967 yılında Watanabe ve arkadaşları sayesinde klinik uygulamaya girmiştir. Günümüzde prostat hastalıklarının tanısında ilk uygulanan radyolojik yöntem haline gelmiştir. Bunda TRUS’un kolay uygulanabilir ve ucuz oluşu yanında klinik ve labaratuar yönden prostat kanseri şüphelenilen olgularda biyopsiye rehberlik sağlaması, kanser tanısı almış olguların evreleme ve takibinde kullanılması da önemli rol oynamaktadır. Bu yöntemlerin farklı kombinasyonlarının kullanıldığı karşılaştırmalı çalışmalarda, hiçbir yöntemin tek başına prostat kanseri tanısında yeterli olmadığı görülmüştür. Ancak elde edilen sonuçlar, üç yöntemin de kanser şüphesi taşıdığı durumlarda, kanser saptama oranının yükseldiği ve yöntemlerin duyarlılığının arttığı yönündedir. Ayrıca benign nedenlere bağlı yükselen serum PSA düzeylerinin, kanser araştırmasında neden olduğu yanlış pozitif sonuçları ortadan kaldırmak ve duyarlılığı arttırmak amacıyla, serbest PSA(sPSA) ve PSA dansitesi(PSAD) kullanılmaktadır. Bizim çalışmamızda prostat kanserinin tanı, evreleme ve takibinde TRUS ve TRUS eşliğinde biyopsinin aldığı rol ve doğruluk oranı saptanmaya çalışılmıştır. 4 GENEL BİLGİLER PROSTAT GLANDININ MORFOLOJİSİ A-Embriyoloji: Prostat glandı, embriyonik hayatın 12. haftasından itibaren, endodermden köken alan ürogenital sinüsten gelişir. Verumontanumun her iki yanında, ürogenital sinüsün posteriorunda oluşan küçük epitelyal tomurcuklar, prostatı oluşturmak üzere mezenkime penetre olur. Mezodermal kökenli olan çift mezonefrik ve paramezonefrik kanallar, ortak ürogenital katlantıdan gelişirler ve genitoüriner sistemin gelişiminde rol oynarlar. Her iki Müller kanalı, eşlik eden wolf kanalının lateralinde birleşir. Birleşen kaudal uç, Müller tüberkülü denilen küçük bir şişlik olarak ürogenital sinüsün posterioruna projekte olur. Müller tüberkülünden prostatik utrikulus gelişir. Prostat gelişimi, fötal testislerden salgılanan androjenik hormonların etkisi altındadır. Prostatik epitel ve stroma endodermden gelişirken, vas deferensin intraprostatik kısmı ve ejakülatüar kanal Wolf kanalından gelişir(3). Doğumdan 6-7 hafta sonrasına dek glandda belirgin duktal hiperplazi ve duktal epitelde skuamöz metaplazi oluşur. Bu değişiklikler fötal dolaşımda bulunan maternal östrojenlere bağlanmaktadır. Bu süre sonunda puberteye dek prostat boyutlarında yavaş fakat devamlı bir artış gözlenir. Pubertede ise gland boyutları altı ay gibi kısa bir zamanda iki misline katlanmaktadır. Bu hızlı boyut artışının ana nedeni glandüler dokudaki testesterona bağımlı hiperplazidir. Sonuçta stromal elemanların prostattaki oranı azalmakta ve prostat erişkin formunu almaktadır. Böylece prostat yaklaşık 18-20 gr. ağırlığa ve 3x2,5x2,5 cm (transvers x antero-posterior x sagittal) boyutlara ulaşır. B-Anatomi: Erkek genital sisteminin en büyük aksesuar bezi olan prostat, kemik pelvis boşluğunda, tepesi aşağıda, tabanı yukarıda, prostatik üretranın etrafını saran koni şeklinde bir organdır(Resim 1). Tabanı mesane boynuyla, tepesi ise membranöz üretra ile devamlılık gösterir. Prostatın anterior, posterior ve iki adet inferolateral olmak üzere dört yüzü vardır. Posterior yüz, rektum ampullasından, prostatik kapsül ve Denonvilliers fasyası aracılığıyla ayrılırken, her iki vesikula seminalis ve duktus deferensin ampullası ile komşuluk yapar. Anterior yüz dar ve konveks olup simfizis pubisten 2 cm kadar uzakta bulunurken, aradaki boşluk zengin ven pleksusu (Santorini pleksusu) ve gevşek bağ dokusuyla doludur. Anterior yüz iki adet puboprostatik ligaman yardımıyla pubis kemiğine tutunurken, inferolateral yüzlerin levator ani kasıyla komşuluğu vardır. Arada prostatik kılıflarla sarılı olan zengin ven pleksusu (lateral pleksus) bulunur. 5 Resim 1 : Prostat anatomisinin şematik görünümü Pelvik pleksustan kaynaklanan kavernöz sinüs periprostatik kılıf içinde, prostat kapsülü dışında, prostatın posterolateralinde, saat 5 ve 7 düzeylerinde lokalizedir. Membranöz üretrada ise saat 3 ve 9 hizasında ürogenital diyafragmayı perfore eder ve korpus kavernozuma girer. Bu sinirler yolları boyunca prostata dallar verirler. Sinirlerin prostata giriş bölgeleri transkapsüler tümör yayılımı açısından düşük dirençli yerlerdir(4). Sinirle beraber bulunan vasküler yapılar damar sinir paketini oluşturur. Kapsül ile damar-sinir paketi arasındaki mesafe prostatik apekste en kısadır(5). Prostatın fibromuskuler elemanlarıyla, mesane boynunun müsküler elemanları ilişki halindedir. Fibromusküler stroma periferde prostatik kapsülü oluşturur. Prostat ayrıca zengin ven pleksuslarını da içine alan ince bir kılıfla çevrilidir. Bu prostatik kılıfın anteriorda puboprostatik ligaman ile, inferiorda transvers perine kasının derin fasyasıyla devamlılığı vardır. Bu fasya posteriorda Denonvillier fasyasıyla birleşir. Denonvillier fasyası rektumu, prostat, vesikülo seminalisler ve mesane tabanından ayıran güçlü bir fasyadır(6). Üretra bazisten gland içine girer ve koninin tepe(apeks) bölümünden ön yüze yakın olarak prostatı terk eder(Resim 2). Baziste gland üst konturunda, duktus ejakülatoriusların prostata giriş yerlerine ait impresyonlar bulunmaktadır. Duktus ejakülatoriuslar, duktus deferens ve vesikülo seminalislerin birleşmeleriyle oluşur. Yaklaşık 2 cm uzunlukta olan ejakülatuar duktlar orta hattın solunda ve sağında bazisten gland içine girerler(Resim 3). Daha sonra verumontanuma doğru uzanarak bu lokalizasyonda üretraya iki orifisle açılırlar. 6 Resim 2 : TRUS’de Verumontanum kaudalinden alınan transvers Resim 3 : TRUS’de sagittal imajda kesitte üretra(ok), BPH nedeniyle daha posteriorda izleniyor., ejakülatuar duktus görülüyor(siyah ok). *; belirginleşmiş periprostatik damarlar Prostatik üretranın verumontanumun üzerindeki parçasına proksimal, altında kalan parçasına ise distal prostatik üretra adı verilir. Proksimal prostatik üretra, verumontanumun(Resim 4) altında kalan distal bölümü ile 35 derecelik bir açı yaparak birleşir. Proksimal prostatik üretra çevresinde düz kaslardan oluşan preprostatik(internal) sfinkter yer alır. Distal prostatik üretra çevresinde sınırlı sayıda çizgili kaslar yer almaktadır. Bu çizgili kaslar postprostatik(eksternal) sfinkter ile apeks seviyesinde birleşirler. Resim 4 :TRUS’de transvers imajda verumontanuma ait triangüler şekil izleniyor. Prostat arterlerini internal pudendal, inferior vezikal ve middle rektal arterlerden almaktadır. Prostatik venler ise özellikle yanlarda ve baziste belirgin olan bir venöz pleksus oluşturmaktadır. Bu venöz pleksus yapısına derin dorsal penil veni de alarak internal iliak venlere açılır. Lenfatik drenaj daha çok prostatı posteriordan terk eden efferent lenfatiklerle sağlanmaktadır. Bunların bir bölümü inferior vezikal arteri takip 7 ederek eksternal iliak lenf nodlarıyla birleşirler. Prostat ön bölümüne ait az miktardaki efferent lenf damarı ise mesanenin lenfatiklerine karışır. Prostat kapsülü içerisinde posterolateralde inferior hipogastrik(pelvik) pleksustan gelen sinir lifleri yer almaktadır. Sempatik lifler hem glandları hem de preprostatik sfinkteri, parasempatik lifler ise anterior fibromuskuler stromayı innerve eder. Fibromuskuler yapının orijini detrüsor kası olduğu için prostatik üretranın üriner sfinkter fonksiyonuna katılımını sağlar(7) . Prostatın detaylı anatomik araştırmasından sonra McNeal prostatta morfolojik, patolojik ve fonksiyonel beş ayrı bölge tanımlamıştır(8,9) (Resim 5). Resim 5 .Prostatın zonal anotomisi A. Prostat orta kesimden alınan koronal kesit .B.Orta hattan alınan sagittal kesit. C.Prostat lateral kesim ve seminal vaziküllerin sagittal kesiti. D. Prostat tabanından aksiyal planda alınan kesit. Ejakülatuar kanallar periüretral glandüler alanda ve üretranın posteriorunda görülüyor. E. Daha çok periferal zonu ve üretral ve periüretral glandüler zonu içeren prostat apeksinin aksiyal kesiti. 8 1-)Anterior fibromuskuler stroma: Kalın bir konnektif doku olup prostatın ön yüzünü kaplar. Orijini detrüsör kası olup mesane boynundan başlayarak prostatik üretranın ön yarısını sarar. Apekste, bu düz kaslar dış sfinktere lifler verir. Bu tabaka prostatik üretranın ön yüzünde bir sfinkter oluşturur. Anterior fibromuskuler stroma prostat hacminin üçte birini oluşturur ve glandüler yapı içermez(8). 2-)Periferik zon(Pz): Prostatın apikal, lateral ve posterior kısımlarını saran en büyük parçasıdır. Total glandüler dokunun %75’i burada bulunur. Karsinomların %75-80’i bu zondan çıkmaktadır. Prostat apeksinde prostat kapsülü incedir ve prostat kanserlerinin yayılımı açısından zayıf bir anatomik bölgedir(8). 3-)Santral zon(Cz): Glandüler fonksiyon yapan diğer %25’lik bölümdür. Prostat kanserlerinin %510’u bu zondan kaynaklanır. Vezikülo seminalisler ve duktus deferensler, prostat tabanında santral zona girerek birleşirler ve ejakülatör kanalları oluşturup santral zon içine ilerleyerek verumontanumdan üretraya açılırlar(8). 4-)Periüretral glandüler zon(Pgz): Verumontanumun üst köşesinden sonraki üretranın ön tarafını sarar. Hem glandüler hem de nonglandüler elemanlar taşır. Bu bölüm retrograd ejakülasyonu önleyen bir sfinkterdir. Ana komponenti preprostatik üretrayı saran düz kas sfinkteridir. Bununla üretra arasında çok ince periüretral glandlar vardır(8). 5-)Transizyonel zon(Tz): Proksimal ve distal üretranın birleştiği bölgede küçük bir grup glanddan oluşur ve tüm prostatın %5’inden azını oluşturur. BPH’ın tümü buradan kaynaklanır. Prostat kanserinin %10-20’si transizyonel zondan çıkar. BPH geliştikten sonra kapladığı alan artar. Komşuluğundaki santral ve periferik zonlardan cerrahi kapsül adı verilen fibromüsküler doku adı verilen bir doku ile ayrılır. Glandüler prostatın her alanda duktusları örten epiteli, sekretuar görünümde olup histolojik olarak asinüslere benzer. Tüm duktus ve asinuslarda hücrelerin soluk gözlenmesi sitoplazmalarındaki küçük, berrak vakuollere bağlıdır. Tüm duktus ve asinus hücreleri immunohistokimyasal yöntemle prostat spesifik antijen (PSA), prostatik asit fosfataz (PAP) ile aynı nitelikte boyanma özelliği gösterir(8, 10). PROSTATİK PATOLOJİLER VE US GÖRÜNÜMLERİ A-) Bening Prostat Hipertrofisi(BPH): Henüz BPH gelişmemiş normal bir yetişkinde prostatik gland ortalama 18-20 gr ağırlığındadır. BPH sonucunda prostat zamana bağlı olarak büyümektedir. 40 yaş civarındaki hastalarda yaklaşık %8 oranında görülen hastalık, 60 yaş civarında %50’ye ve 90 yaş civarında ise yaklaşık %90’lara çıkmaktadır. BPH sonucunda hastalarda üriner obstrüksiyona bağlı prostatizm şikayetleri oluşmaktadır. Semptomlar genellikle mesaneden idrar akımının obstrüksiyonuna bağlıdır ve idrar akım gücünde azalma, mesanenin eksik boşalması, sık sık işeme, zorlanma, sıkışma ve gece idrara 9 kalkmadır. BPH’nin ilk dönemlerinde düşük olan prostatizm şikayeti oranı 50-60 yaş grubunda %50’lere ulaşmaktadır. Yapılan bir çalışmada klinik olarak prostatizm semptomları göstermeyen fakat patolojik incelemede BPH tespit edilmiş olguların ortalama prostat ağırlığı 33 gramdır. Oysa prostatizm semptomları nedeniyle operasyon uygulanmış hastalarda ortalama prostat ağırlığı 52 gr’a yükselmektedir(8). Örneğin 50 ila 70 yaşları arasında prostatın iki misli büyümesi 10 sene alırken, 70 yaş üzerinde bu süre 100 sene olarak hesaplanmıştır. Böylece BPH kendi kendini sınırlayan bir proses olarak ortaya çıkmaktadır. İleri BPH sonucunda prostatik gland nadiren (%4 gibi bir oranda) 100 gr’ın üzerine çıkmaktadır. Normalde prostatta %45-60 oranında bulunan stromal elemanlar, BPH’nin erken dönemlerinde artmaktadır. Yine BPH sonucunda transizyonel zonda (%95 oranında) ve periüretral glandüler zonda (%5 oranında) nodüler proliferasyonlar oluşmaktadır(6). Bu nodüller morfolojik olarak beş ana grupta incelenmektedir; 1. Muskuler nodül(nadir görülür) 2. Fibromuskuler nodül 3. Stromal nodül 4. Fibroadenomatöz nodül 5. Fibromyoadenomatöz nodül(en sık rastlanan form) Mc Neal ve arkadaşları BPH’ni üç evrede incelemektedirler(4); Birinci ve ikinci evrelerde transizyonel zonda ve periüretral glandüler zonda nodüller oluşmakta ve prostatın ağırlığı artmaktadır. Bu evrelerde gland ağırlığındaki asıl artış transizyonel zonda oluşan diffüz büyüme nedeniyle olmaktadır. Üçüncü evrede ise oluşmuş bu nodüllerde büyüme ve belirgin glandüler proliferasyon gözlenmektedir. Genellikle 70 yaş üzerinde görülen üçüncü evrede ilk iki dönemin aksine prostat içindeki glandüler doku oranı artmaktadır. BPH’nin sonografik görünümü: Histopatolojik değişikliklere bağlıdır ve çeşitli görünümlerde olabilir. Transizyonel zonda, periüretral glandüler dokuda veya her ikisinde birden sınırlanabilen nodüler oluşumlar veya diffüz genişleme şeklinde ortaya çıkabilir(11,12). Tipik sonografik görünüm iç glandda periferal zona oranla hipoekoik genişleme şeklindedir. Normalde dış gland ile aynı ekostrüktürde izlenen iç gland BPH’nin türüne ve evresine göre değişik ekolar verebilmektedir. Muskuler yapılardan zengin hiperplazi hipoekojen görünürken, glandüler yapılardan zengin hiperplazi hiperekojen izlenmektedir. İç gland barındırdığı değişik morfolojideki nodüller sonucu heterojen ekostrüktürde izlenebilir. (Resim 6) 10 Resim 6 : Bening prostat hiperplazisinin tipik görünümü. TRUS’de transvers planda alınan imajda cerrahi kapsül(siyah oklar) ile birbirinden ayrılan hiperplastik hipoekoik iç gland(H) ve ekojenik periferal zon(PZ) görülüyor. Cerrahi kapsülde corpora amylacea’da kalsifikasyonlar izleniyor. Diğer sonografik görünümler içinde kalsifikasyonlar, yuvarlak hiperekoik nodüller, kistik dejenerasyonlar ve duktal dilatasyonlar yer alır(Resim 7). İleri yaşlarda prostatta endojen ve eksojen nedenlerle oluşan kalsifikasyonlara sıkça rastlanmaktadır. Cerrahi kapsülde sıklıkla rastlanan bu tür kalsifikikasyonlar sayesinde zonal ayrım ve anatomik lokalizasyon kolaylaşmaktadır. Fakat bu kalsifikasyonlar aşırı derecede yoğun olursa oluşturdukları akustik gölgeler bazen dokunun ekostrüktürünü değerlendirmeyi zorlaştırabilir. Resim 7 : TRUS’de bening prostatik hiperplazinin atipik görünümü B-) Prostat ve Veziküla Seminalis Enflamasyonları: Prostatit görünümleri sıklıkla kanseri taklit etmekte ve TRUS’de tanı güçlükleri oluşturabilmektedir. Sonda takılması gibi medikal işlemler sonucu oluşan prostatitler daha çok iç glandı tutmaktadır. Eğer prostatit medikal işlemler nedeniyle oluşmadıysa hastalık sıklıkla periferik zonu tutmaktadır. Akut ve kronik olarak iki evrede incelenen prostatit olgularında prostatitin evresine göre değişik sonografik görünümler oluşabilmektedir. 11 1-)Kronik prostatit: Klamidya veya mikoplazma gibi spesifik ajanlarla ilişkili olabilen kronik prostatit eğer etiyolojik faktör bulunamazsa prostadini olarak adlandırılır. Sonografik olarak duktus ejakülatoriuslarda kalsifikasyonlar, seminal veziküllerde distansiyon, periprostatik kapsülde kalınlaşma ve düzensizlikler yanında periprostatik venöz yapılarda dilatasyon, periüretral glandlarda irregülariteler ve değişik ekojenitelerde fokal kitlesel lezyonlar saptanabilmektedir. Kronik granülomatöz prostatit sonografik olarak prostatik karsinomu taklit edebilmektedir. Kronik granülomatöz prostatitte diffüz olarak büyüklü küçüklü hipoekoik alanlar görülebildiği gibi periferik zonda soliter hipoekojen lezyonlar da görülebilmektedir. Mesane kanseri nedeniyle BCG tedavisi almakta olan hastalar granülomatöz prostatit gelişmesi açısından riskli hastalardır(13). TRUS, neoplazilerin ekarte edilmesinde kullanıldığı gibi tedaviye dirençli kronik prostatit vakalarında ajan patojenin tespiti amacıyla aspirasyona kılavuzluk ederek materyal alınmasında ve tedavi amacıyla steroid ve antibiyotik verilmesi gibi prosedürlerin de gerçekleştirilmesini sağlamaktadır. 2-)Akut prostatit: Bu vakalarda fizik muayenenin ve prob insersiyonunun aşırı ağrılı olması TRUS uygulanımını kısıtlamaktadır. Uygulanabilen vakalarda ise saptanabilecek hipoekojen alanlar karsinomu oldukça iyi taklit etmektedir. Fakat akut prostatit klinik olarak rahatlıkla tanınabildiğinden bu durum tanıda önemli bir problem oluşturmamaktadır. Akut prostatitlerde TRUS ve eşliğinde yapılabilecek girişimlerden özellikle tedaviye dirençli vakalarda faydalanılabilmektedir. Örneğin enfeksiyöz ajan saptanabilmekte veya abse oluşumu gibi lokal komplikasyonlar kolaylıkla tanınabilmektedir. Abse saptanmışsa aspirasyon veya intralezyoner antibiyotik uygulanmasıyla tedavide de hastaya yardımcı olunabilmektedir. PROSTAT KANSERİ İnsidans: Prostat kanseri, erkeklerde en sık tanı konulan kanserdir ve kansere bağlı ölümlerde akciğer kanserinden sonra ikinci sırayı almaktadır. ABD’de 1995 yılında yaklaşık 244.000 yeni prostat kanseri tespit edilmiş ve 44.000 kişi prostat kanseri nedeniyle kaybedilmiştir(14). Yeni tarama yöntemlerinin yaygın olarak uygulanması klinik önemi olmayan prostat kanserlerinin klinik prostat kanserlerine dönüşemeden teşhisine imkan vermesi ile son 10 yılda prostat kanserlerinin insidansında artış saptanmıştır(15-16). Prostat kanserlerinin yaklaşık %95’inde tanı 45 ile 89 yaşları (ortalama; 72 yaş) arasında konulmaktadır. Prostat kanseri insidansı yaşla birlikte artmaktadır. Erkeklerde 39 yaşın altında prostat kanseri gelişme oranı 1/10.000 iken, 40 ile 59 yaşları arasında bu oran 1/103, 60 ile 79 yaşları arası ise 1/8 dir(15-17). Otopsi çalışmalarında yaşı 50’nin üzerinde olan erkeklerin yaklaşık %30’unda, yaşı 80’in üzerinde olan erkeklerin %60-70’inde insidental prostat kanseri tespit edilirken, yaşam boyunca erkeklerin %10’unda klinik olarak prostat kanseri gelişmektedir(18). Prostat kanseri insidansları ırklar arasında büyük 12 farklılıklar gösterir. Klinik olarak insidans en düşük uzakdoğulu erkeklerde, en yüksek ise iskandinav erkeklerinde bulunur. Siyah ırkta prostat kanseri insidansı beyaz ırka göre 1.3 kat daha fazla olup, kanser daha erken yaşta tespit edilmekte ve daha yüksek mortalite oranına sahip olmaktadır(19). Siyah ırkta yeni tanı konulan prostat kanserlerinde PSA değeri beyaz ırka göre daha yüksektir. Bütün evrelerde 5 yıllık sürvi siyah ırkta %62 iken beyaz ırkata %72 dir (18). Etyoloji: Epidemiyolojik çalışmalar prostat kanserinin muhtemel etiolojisinde en az 4 faktörün etkili olabilecegini göstermektedir. Bunlar genetik yatkınlık, hormonal etki, enfeksiyon, diet ve çevresel faktörlerdir. Prostat kanseri için bir takım risk faktörleri öne sürülmüştür. Bunlar; kesin risk faktörleri(yaş, aile hikayesi, ırk), olası risk faktörleri(diyetle alınan yağ, hormonlar) ve potansiyel risk faktörleri(vazektomi, kadmium, vitamin A, vitamin D) olarak sayılabilir(20). Risk Faktörleri: a)Yaş: Prostat kanserlerinin %95’i 45-89 yaşlar arasında görülür. Tanı sırasında ortalama yaş 72 olarak belirlenmiştir(21). b)Irk: Kanserle ilgili epidemiyolojik çalışmalarda, ırk faktörünün, kültür, diyet ve çevresel faktörler gibi etkenlerden ayırt edilebilmesi güçtür . Yapılan otopsi çalışmalarında okkült prostat kanseri prevalansında ülkelerarası ve ırklar arası belirgin farklılık saptanmıştır. Prostat kanseri ABD’deki zencilerde beyazlara oranla %70 daha fazla gözlenmektedir(21). Kuzey Amerika ve Kuzeybatı Avrupa’da daha fazla, Asya, Afrika ve Güney Amerika’da daha az gözlenmektedir . c)Diyet: Yüksek yağ ve kırmızı et tüketiminin prostat kanseri riskini arttırdığı öne sürülmüştür(21,22). Bazı çalışmalar yüksek kalsiyum seviyelerinin prostat kanseri gelişim riskini arttırdığını göstermiştir. Ancak diğer çalışmalarda aradaki bağlantı net gösterilememiştir. Likopen içeren domates, greyfurt, karpuz gibi sebze ve meyvelerin, vitamin E, D ve selenyum prostat kanseri riskini azalttığı gösterilmiştir. d)Ailesel Faktörler: Birinci derece yakınında prostat kanseri gelişen erkekte prostat kanseri gelişme riski 3-4 kez artmaktadır. Birinci dereceden iki yakınında prostat kanseri mevcutsa bu risk 5-6 kat artmaktadır(8, 21). e)Hormonal: Östrojenlerin prostat kanseri gelişiminde önemli rolü olmadığı, prostat kanseri tedavisinde östrojenin etkisini LH süpresyonu üzerinden yaptığı bilinmektedir. Serum testesteron düzeylerinin belirlendiği kontrollü çalışmalarda, prostat kanseri ile seks steroid hormonları arasında belirgin ilişki gösterilememiştir (21) . f)Diğer: Vazektomili hastalarda prostat kanseri riskinin arttığı, bazı çalışmalarda prostat kanserine yakalanma yaşının 35’e indiği gösterilmiştir. Düzenli fiziksel aktivitenin de kansere yakalanma riskini azalttığı gösterilmiştir. 13 Prostat kanserleri latent prostat kanseri olarak tanımlanan, düşük histolojik gradeli ve biyolojik olarak agresif olmayan kanserlerdir. Ayrıca benign patolojiler nedeniyle transrektal rezeksiyon yapılan olguların patoloji spesmenlerinde prostat kanserine rastlanmakta ve bu vakalar insidental prostat kanseri olarak tanımlanmaktadır. Prostatla ilgili herhangi bir semptomu olmadan başka bir nedenle yapılan kemik veya lenf nodu biyopsilerinde saptanan prostat kanserine de okkült prostat kanseri denmektedir. Bu olgular dışındakileri klinik prostat kanseri oluşturur. Burada kanser tanısı klinik ve laboratuar değerlendirmeler sonucunda ortaya çıkan, prostat kanseri şüphesiyle yapılan prostat biyopsileriyle konur(8,23). PROSTAT KANSERLERİ EPİTELYAL TÜMÖRLER STROMAL TÜMÖRLER SEKONDER TÜMÖRLER Adenokarsinom Rabdomyosarkom Mesaneden direkt invazyon Saf duktal Leiyomyosarkom Kolon adenokarsinomundan invç. Müsinöz Metastaz (akciğer ca,melanom) Transizyonel hücreli karsinom Lenfoma Nöroendokrin karsinom Tablo 1: Prostat kanseri sınıflandırılması Prostat kanseri ile ilişkili olduğu düşünülen proliferatif lezyonlar iki grupta sınıflandırılırlar(8,10): 1-)Atipik adenomatöz hiperplazi(adenozis): Karsinomlara sitolojik benzerliği ve sıklıkla karsinomlarla birarada izlenmesi bu lezyonların malign potansiyeli olduğunu düşündüren faktörlerdir(8,9). 2-)Prostatik intraepitelyal neoplazi(PIN): Duktus-asiner hücre proliferasyonu ile karakterizedir. Yüksek dereceli PIN’lerde bazal hücre tabakasının kaybı, PIN ve prostat kanserinin benzer sitolojik özellikler göstermesi, PIN’nin premalign bir lezyon olduğunu düşündürmektedir(8,10). TRUS ile tanı konulamayan PIN’de PSA seviyesi BPH ile prostat kanseri arasında bir değer gösterir(24). HİSTOLOJİK DERECELEME Prostat kanseri değerlendirilmesinde hücre diferansiyasyon derecesi ve çekirdek anaplazisine bağlı olarak geliştirilen gradeleme sistemi kullanılır. Bunlar genellikle çeşitli derecelerde kanserden ölüm riski ile bağlantılıdır. Böylece invazifliği ve prostat kanserli kişilerin prognozunu göstermede önem taşır. Gleason gradeleme sistemi, diferansiyasyon derecesi ve prostat stroması ile glandüler dokunun ilişkisine göre 5 dereceye ayrılır(10,25,26): Derece 1: Tümör çevresi sınırlı, üniform, sıkışık ve ayrık yerleşimli bez yapılardan oluşur. 14 Derece 2: Genel olarak tümör çevresi sınırlı iken yer yer çevredeki non-neoplastik dokuya uzanımlar mevcuttur. Bez yapılar tekli ve ayrı ayrıdır. Ancak derece 1’deki kadar üniform olmayıp daha gevşek yerleşimlidir. Derece 3: Tümör non-neoplastik prostat dokusuna infiltre olmuştur. Bez yapılarının şekil ve boyutlarında belirgin farklılıklar izlenir. Derece 1 ve 2’ye oranla daha ufak oldukları izlenir. Derece 4: Bez yapıları birleşiktir. Tümör kenarlarının düzensiz, infiltran karakteri izlenir. Derece 5: Glandüler diferansiyasyon tamamiyle ortadan kalkmıştır. Ortası nekroze tümör sahaları izlenebilir(10,25). Gleason sisteminde alınan doku örneklerinde, en sıklıkla ve ikinci en sıklıkla gözlenen glandüler paternler belirlenir. Primer ve sekonder paternlerin ikisininde prognozda etkili olduğu düşünüldüğünden, Gleason skoru her iki paternin toplanmasıyla elde edilir. Dolayısıyla Gleason skoru en düşük 2(1+1) ve en yüksek 10(5+5) arasında değişir. Gleason skoru 2-4 iyi, 5-7 orta ve 8-10 kötü derecede diferansiye tümörleri gösterir(10,25) KLİNİK EVRELEME Evreleme; klinik muayene, yardımcı tanı yöntemleri ve muayene bulgularına göre yapılır. Klinik evreleme, uygun tedavinin seçimi için önemlidir. Günümüzde iki farklı evreleme sistemi kullanılmaktadır. Bunlar ABD’deki birçok klinikte kullanılan ABCD sistemi (Jewet-Withmore sistemi)(Resim 8) ile IUAC (İnternational Unıon Against Cancer ) tarafından ortaya konulan TNM sistemidir(27, 28). Bu iki temel yöntemin kriterleri tablo 2 ve tablo 3’te ayrıntılı olarak verilmiştir. Prostat bezi içerisinde kanser dokusu tespit edildikten sonra tümörün evrelendirilebilmesi için, prostat bezi içindeki kanser dokusunun boyutları ve volümü tayin edilmelidir. Daha sonra, periprostatik invazyonun değerlendirilmesi amacıyla prostat kapsülü, ejakülatuar kanallar, nörovasküler demetler, seminal veziküller, periprostatik yağ dokusu, periprostatik /iliak ve paraaortik lenf nodları, iskelet ve diğer sistemlerdeki metastazlar açısından değerlendirilmelidir(29). A1 A2 15 B1 B2 C D Resim 8: Jewet-Whitmore klasifikasyonuna göre prostat kanseri. A1-Fokal, nonpalpabl, düşük grade. A2-Diffüz infiltratif, nonpalpabl, yüksek grade. B1-1,5 cm’den küçük, palpabl. B2-1,5 cm’den büyük, palpabl. C-Extrakapsüler yayılım, seminal vezikül tutulumu. D–Lenf nodu ve/veya kemiğe metastatik yayılım. JEWET-WHITMORE SINIFLAMASI A- Nonpalpabl kanser A1 < 5% doku ve Gleason > 7 A2 > 5% doku ve Gleason > 7 B-Palpabl nodül B1 < 1,5 cm boyut B2 > 1,5 cm boyut, prostatik kapsül ile sınırlı C- Lokal invazyon C1 Tek veya her iki sulkus invaze C2 Veziküla Seminalis tabanı invaze C3 V. Seminalis ve/veya komşu yapıları aşmış D- Metastaz D1 Bölgesel lenf nodu metastazı D2 Uzak metastaz Tablo 2: Jewet-Whitmore Sınıflaması PROSTAT KANSERİNDE TANI 16 Günümüzde lokalize hastalığın küratif tedavisi mümkün iken, lokal invazif veya metastatik prostat kanserinin tedavisi sorun teşkil etmektedir. İlerlemiş prostat kanserinin tedavisi ile ilgili olarak ortaya konan tedavilerin etkinliği kısıtlıdır. Bu sonuçlar etkin bir tedavi için hastalığın erken tanısı gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Prostat kanserinde semptomlar genelikle geç dönemde ortaya çıkar ve nonspesifiktir. Serum PSA analizinin 1980’lerden sonra yaygın kullanımıyla prostat kanseri tanısında büyük artış belirlenmiştir. Rutin olarak yapılan prostat muayenesi ve PSA tetkiki asemptomatik olguları tanımakta ve prostat kanserine bağlı mortaliteyi büyük oranda azaltmaktadır(30). Prostat kanserinin genellikle prostatın periferik zonundan kaynaklanması ve bu zonun da üretraya uzak olması nedeniyle nadiren erken evrede semptom verir. Prostat kanserine bağlı semptomların varlığı genellikle hastalığın lokal ileri evre yada metastatik olduğunu düşündürür. Prostatın üretraya veya mesane boynuna doğru büyümesi obstrüktif ve irritatif semptomlara yol açar. Tümörün lokal progresyonu ve ejakülatuar kanalların obstrüksiyonu hematospermiye ve sperm volümünün azalmasına yol açar. Erektil disfonksiyon gelişen hastalarda tümörün kapsül dışına yayıldığı ve nörovasküler demeti invaze ettiği düşünülmelidir. Metastaz ile iskelet sisteminin tutulması kemik ağrısı ve kemik iliğinin tutulması ile de anemi gelişebilmektedir. Pelvik lenf nodlarının invazyonu sonucu büyüyen lenf nodlarının iliak damarlara bası yapması sonucu alt ekstremitelerde ödem gözlenebilir. Daha az sıklıkla, kanser hücrelerinin peri-üretral lenfatikler boyunca yayılımı retroperitoneal fibrozise sebep olabilir. Ektopik hormon salgılanmasına bağlı olarak paraneoplastik sendromlar ve dissemine intravasküler koagülasyon tespit edilebilmektedir(30). 17 TNM SINIFLAMASI Primer tümör (T) Tx Tümörün değerlendirilemediği olgular T0 Tümöre ait hiçbir bulgunun olmadığı olgular T1 Palpasyon yada görüntüleme yöntemleriyle klinik olarak saptanamayan olgular T1a Rezeke edilen dokunun %5 veya daha azından insidental histolojik saptanan tümör T1b Rezeke edilen dokunun %5’inden fazlasında insidental histolojik saptanan tümör T1c İğne biyopside saptanan tümör (örn. Yüksek PSA değeri nedeniyle) T2 Prostata sınırlı tümör T2a Tek lobu tutan tümör T2b Her iki lobu tutan tümör T3 Prostat kapsülünü aşan tümör T3a Ekstrakapsüler yayılım (tek veya çift taraflı) T3b Veziküla Seminalis tutulumu Bölgesel Lenf Nodülleri (N) Nx Bölgesel lenf nodüllerinin değerlendirilemediği olgular No Bölgesel lenf nodu metastazı bulunmayan olgular N1 Bölgesel lenf nodu metastazı Uzak Metastaz (M) Mx Uzak metastazın değerlendirilemediği olgular Mo Uzak metastazı olmayan olgular M1 Uzak metastaz M1a Bölgesel olmayan lenf nodülü M1b Kemik M1c Diğer bölgeler Tablo 3: TNM sınıflaması Prostat kanserinin tanısı çoğunlukla işeme bozuklukları ve metastazla ilişkili semptom ve bulgulardan çok şüpheli anamnez nedeniyle yapılan prostat muayenesi(PRM) veya yüksek serum PSA değeri ile konulmaktadır. Bundan dolayı kanser taramalarındaki yapısal değişiklikler ileri evre prostat kanserini düşündüren semptomları bulunan hasta oranını azaltmıştır(31). 18 Asemptomatik kişilerde PSA’nın tanıda kullanılması ile özellikle obstrüksiyon, retansiyon ve ağrı ile tanı konulan hasta oranı azalmış, hafif üriner semptomları bulunan hasta oranı artmıştır(31). Elli yaş üzerindeki semptomatik kişilerde PRM ve PSA’nın rutin olarak kullanılması sonucu erken tanı ve tedavi sayesinde prostat kanserinde mortalite oranı azalmıştır(32) Prostat kanserinin erken tanısında PRM, serum PSA seviyesi ve TRUS-biyopsi triad oluşturmaktadır. PRM ve serum PSA seviyesi prostat kanserinin değerlendirilmesinde ilk basamağı teşkil etmektedir(33). Bu testlerin tek veya birlikte kullanılması ile erken evredeki tadavi edilebilir prostat kanserinin tanınması mümkün olmuştur. a) Parmakla rektal inceleme (PRM): Bilinen en eski tanı yöntemidir. Erken tanıda ve tarama testi olarak kullanımını sınırlayan en önemli özelliği lokalize prostat kanseri vakalarını tanımlamadaki düşük duyarlılığıdır. Periferik zonda yerleşen tümörlerin palpasyonu mümkündür. Belli bir boyutun altında olanlar ve transizyonel zonda yerleşen tümörler PRM ile saptanamazlar. Bu nedenle PRM ile yapılan klinik evrelemenin doğruluk oranı %45-65’tir(34). TRUS ve PSA ile belirli oranlarda karsinom saptanan olguların bazılarında PRM’nin negatif olduğunun gösterilmesi önemli bir noktadır. Lee, TRUS ile tanımladığı 1,5 cm’den küçük tümörlerin %41’inin bu yöntemle tespit edilemeyeceğini saptamıştır(35). Lee TRUS ile PRM’ye oranla iki kat daha fazla kanser olgusunun tespit edileceğini söylerken, Vallancien tek başına PRM ile TRUS’a göre daha yüksek oranda tümör tespit etmiştir(35,36). PRM’nin subjektif bir değerlendirme oluşu, duyarlılığının yalancı negatiflik nedeniyle düşük oluşu, düşük pozitif prediktivitesi, günümüzde 50 yaş üstü erkeklerde yıllık kontrollerde yapılması gereken bir muayene yöntemi olmasına rağmen tek başına bir tanı yöntemi olarak kullanımını sınırlar(34). b) Prostat spesifik antijen (PSA): Prostat kanseri tanı ve takibinde kullanılan en önemli tümör belirleyicisidir. 1979 yılında Wang yalnızca prostat dokusuna spesifik bir protein bularak buna PSA adını vermiştir. PSA, kallikrein gen ailesinden olup erkeklerde prostatik epitel ve periüretral glandlardan sentezlenen 33 kilodalton ağırlığında, %93 aminoasit ve %7 karbonhidrat içeren tek zincirli glikopeptid yapıda serin proteazdır(37). PSA’yı kodlayan gen 19. kromozomda (19q13) bulunmaktadır. PSA prostat asinüsünü döşeyen epitel hücrelerinde üretilerek prostat kanal sistemine salgılanmaktadır. PSA seminal sıvı içine salgılanmakta olup burada yüksek konsantrasyonlarda bulunmaktadır ve seminal koagulumun likefaksiyonundan sorumludur. PSA serumda 3 ayrı moleküler formda bulunmaktadır: 1. Serbest (free) olarak, 2. Alfa 2-makroglobuline bağlı olarak (A2M-PSA), 3. Alfa anti-kimotripsine bağlı olarak (ACT-PSA). 19 Serumda ölçülen toplam PSA’nın %70-85 kadarı ACT-PSA’dan kaynaklanır. Serbest PSA %5-30 kadarını oluşturur ve enzimatik olarak inaktif olduğuna inanılır(38). Kompleks PSA’nın serumdan klirensinin, büyük moleküler ağırlığı nedeniyle glomerüler filtrasyona uğrayamayacağından hepatik yolla olduğu düşünülmektedir. PSA’nın serum yarılanma süresi tüm prostatik doku ortadan kalktıktan sonra 2-3 gündür. Sebest PSA’nın serumdan klirensi çok daha kısa olup 2-3 saattir ve klirens muhtemelen glomerüler filtrasyonla olmaktadır(30). Serum PSA düzeyini etkileyen faktörler: Çeşitli faktörler PSA’nın kan seviyesinde değişikliklere neden olur. Çeşitli farmakolojik tedaviler, prostat hastalıkları, ürolojik girişimler serum PSA seviyesini etkilemektedir. Alfa-1 adrenerjik blokerlerin PSA düzeyini etkilemediği kabul edilmektedir(39). BPH tedavisinde kullanılan finasterid, serum PSA düzeyini ortalama %50 oranında azaltmaktadır(40). Ejakülasyon toplam, serbest ve yüzde serbest PSA seviyelerinde artışa neden olmaktadır(41). Çeşitli ürogenital hastalıklar ve ürolojik işlemler serum PSA seviyesini etkilemektedir. Akut prostatit, subklinik prostatit ve üriner retansiyon değişik derecelerde PSA düzeyini etkiler(42). Stamey, prostat masajından sonra PSA’nın 1.92 kat arttığını ve bu artışın istatistiksel anlamlılık ifade ettiğini belirtirken, 2754 hasta üzerinde yapılan çok merkezli bir çalışmada, PRM sonrası sadece PSA değeri 20 üstünde olan hastalarda anlamlı artış olduğu ifade edilmiştir(43). Thomson ve Clejan, PRM’nin PSA’yı arttırdığını ancak artışın klinik olarak önemli olmadığını ifade etmişlerdir(44). Oesterling ve arkadaşları, rijid ve fleksibl sistoskopi işleminden sonra PSA’nın etkilenmediğini ifade ederken, Stamey PSA’da 4 kat artış olduğunu ifade etmiştir(45, 46). TRUS’tan sonra PSA’nın etkilenmediği söylenmişse de özellikle prostatitli hastalarda 1.3 kat artış olduğu gösterilmiştir(47). Yuan ve arkadaşları prostat biyopsisinden sonra PSA’nın 6 kat arttığını belirtirken, Stamey 59 kat arttığını bildirmiştir(46,48) Prostat kanseri tanısında PSA: Serum PSA değerinde üst sınır, 4.0 ng/ml olarak kabul edilir. Ancak prostat kanserli olguların %20 kadarında serum PSA düzeyi 4.0 ng/ml’den düşüktür. Serum PSA düzeyi 410 ng/ml arasında olan olguların sadece %25’inde biyopsilerde prostat kanseri tespit edilmiştir. Bu durumda, yaşa veya ırka özgü PSA, PSA dansitesi, yıllık PSA artışı(PSA velositesi), serbest ve kompleks PSA gibi yeni yöntemler geliştirilmiştir. Yaşa ve ırka özgü PSA: Genç hastalarda, radikal lokal tedaviyle tam tedavi edilebilecek organa sınırlı tümörleri, erken dönemde saptama sıklığını arttırırken, yaşlı olgularda klinik önemi olmayan tümörleri gereksiz yere tedaviden kaçınılmasını sağlar. Amerikan Üroloji Birliğinin PSA testi kullanımı ve prostat biyopsisi endikasyonlarına yönelik ‘En İyi Uygulama Politikası’na göre yaşa ve ırka özgü referans aralıkları tablo-4’te verilmiştir(49) 20 Serum PSA düzeyleri için yaşa özgü referans aralıkları Yaş aralığı(yıl Asyalı Afrika kökenli Amerikalı Beyaz 40-49. 0-2.0 0-2.0 0-2.5 50-59 0-3.0 0-4.0 0-3.5 60-69 0-4.0 0-4.5 0-4.5 70-79 0-5.0 0-5.5 0-6.5 Tablo 4: Serum PSA düzeyleri için yaşa özgü referans aralıkları, PSA referans aralığı(ng/ml) Yaşa özgü PSA değeriyle standart 4 ng/ml sınır değeri karşılaştırıldığında, 59 yaşın altındaki olgularda pozitif biyopsi ve organa sınırlı hastalık saptama oranında %8 artış elde edilecektir(50). Bununla birlikte, 60 yaş ve üzerindeki erkeklerde, yaşa özgü PSA değerleriyle %21 oranında az biyopsi alınarak %4 kadar organa sınırlı prostat kanseri atlama riski ortaya çıkacaktır. PSA Dansitesi(PSAD): Yüksek serum PSA seviyesi bulunan erkeklerin %80’inden fazlasının serum PSA değeri 4 ile 10 ng/ml arasında değişmektedir(51). Bu kişilerin çoğunda PSA yüksekliği bu populasyondaki fazla BPH prevalansına bağlıdır. Benson ve arkadaşları özellikle PRM’si normal, serum PSA değeri 4-10 ng/ml arasında değişen kişilerde BPH ile prostat kanseri ayrımını yapabilmek için prostat spesifik antijen dansitesi kavramını tanımlamışlardır(52). PSAD, serum PSA değerinin TRUS ile saptanan prostat volümüne bölünmesiyle elde edilir. Yine Eşik değer olarak 0.15 düzeyinin üzerinde olması prostat kanseri, 0.15 düzeyinin altında olması ise benign hastalık lehine yorumlanır. PSA dansitesi için eşik değer alındığında, toplam PSA değeri 4-10ng/ml olan olgularda prostat kanseri saptama oranı artmaktadır(53). PSAD’de temel sorunlar TRUS ile yapılan prostat hacim hesaplarındaki hatalar, prostatta değişiklik gösteren epitel-stroma oranı ve PSA’nın yaşa bağlı olarak değiştiği gerçeğidir. PSA Velositesi (PSAV): Serum PSA’sında birim zaman içinde görülen değişimi gösterir. Bu değişim Prostat hacminin artmasına veya prostat kanserine bağlı olabilir. İlk olarak Carter ve arkadaşları tarafından ortaya atılan bu kavramdaki amaç, organa sınırlı ve nonpalpabl tümörlerde PSA’da zaman içerisindeki değişimlerin daha fazla olduğunu düşünerek bunları önceden teşhis etmektir(54). PSAV, en az 6 ay aralıklarla ölçülen 3 PSA değeri kullanılarak Carter ve arkadaşları tarafından bildirilen formülle hesaplanır(55); PSAV=1/2x[(PSA2-PSA1)+(PSA3-PSA2)] zaman 21 zaman Bu çalışmada PSAV’nin üst sınırı 0.75 ng/ml/yıl olarak alınmış ve bu değerin üstü tümör olarak yorumlanarak tümör için spesifik bir marker olacağı bildirilmiştir. Bu çalışmada prostat kanserli hastaların %72’sinde, kanser olmayan kişilerin %5’inde PSAV’si 0.75 ng/ml/yıl’dan fazla bulunmuştur. PSAV’nin klinikte kullanımındaki önemli noktalar PSA ölçümünün ne kadar ve hangi sıklıkta ölçülmesi gerektiğidir. En az iki yıl içinde yapılan, en az 3 PSA ölçümüyle hesaplanan PSA velositesinin, 0.75 ng/ml ve üzerinde olması prostat kanseri riskini öngörmede yararlı olabilmektedir. Serbest PSA: PSA’nın %5 kadarı serbest olarak bulunur. Serbest PSA düzeyi prostat kanserli hastalarda azalmaktadır(56). Serbest PSA ölçümü, toplam PSA değerlerinin normal sınırlarda olduğu olgularda, kanser saptama duyarlılığını arttırmak, toplam PSA’nın yükseldiği durumlarda ise özgünlüğü arttırmak ve yapılan prostat biyopsi sayısını azaltmak amacıyla kullanılmaktadır. Serbest/toplam PSA oranları baz alınarak yapılan çalışmalarda, %19-64 arasında negatif prostat biyopsisinin elimine edilebileceği gösterilmiştir. Eşik değer olarak %25 oranı kabul edildiğinde, toplam PSA seviyesi 4-10 ng/ml olan olgularda gereksiz biyopsi insidansı %20 oranında azalmakta ve %95 kanser saptama oranı elde edilmektedir(57). Eşik değer %20 olarak alınan başka bir çalışmada gereksiz biyopsiden kaçınma %29 olarak belirlenmiştir(58). Kompleks PSA: PSA’nın önemli bir bölümü, serumda ACT ile kompleks halinde bulunmaktadır. Prostat kanserli olgularda, ACT-PSA düzeyleri, BPH hastalarından daha fazla yükselmektedir. Kompleks PSA’nın, toplam PSA değeri 4-10 ng/ml olan olgularda serbest PSA’ya benzer bir özgüllük gösterdiği ve bağımsız bir test olarak kullanılabileceği öne sürülmüştür. c) Transrektal ultrasonografi (TRUS): Prostat kanserinin tanısında ve prostat bezinin anatomik yapısının değerlendirilmesinde TRUS önemli bir görüntüleme yöntemidir. TRUS ve beraberinde alınan prostat biyopsileri ile prostat kanserinin yüksek oranlarda tanısı mümkün olmuştur. 1955 yılında Wild ve Reid, ilk defa transrektal ultrasonografiyi kullanmışlardır. 1968 yılında da Watanabe’nin pratik uygulamaları ile etkili bir şekilde klinik uygulamaya sokulmuştur. Birçok ultrason cihazının, prostat veya rektum ultrasonuna yönelik geliştirilmiş transrektal probu bulunmaktadır. Bu probların en alt sınırı 5 MHz olmak üzere, çoğunluğu 7-8 MHz’lik problardır. Prob dizaynları da çeşitlidir. En kullanışlı prob dizaynları, uçtan görüşlü(end-viewing) transdüserlerdir. Bu problarla semikoronal ve aksiyel projeksiyonlarda multiplanar görüntü elde edilebilmektedir(59). Transrektal probların, klinik uygulamadaki en önemli sınırlamaları, boyutlarına bağlı olarak hastaya verdikleri rahatsızlık ve elde edilen görüntü planları ile anatomik prezantasyon arasındaki farklılıktır. Bu nedenle prostat ultrasonografi görüntülerinin iyi değerlendirilebilmesi için, normal anatominin iyi bilinmesi gereklidir. Saptanan lezyonun lokalizasyonunun ve yayılımının iyi anlaşılabilmesi için, en az iki planda incelenmesi gerekmektedir(60). 22 TRUS’un prostat kanseri tanısında duyarlılığı %80, özgüllüğü %60’tır. TRUS’un en önemli özelliği, PRM ile tanınamayan birçok kanser odağını tanımasıdır. TRUS ile tanımlanan şüpheli alanlardan yapılan sistematik biyopsilerle kanser yakalama insidansı artmıştır. Tek başına TRUS’un kullanımı ile normal PRM ve PSA’sı olanların %5’inde, biyopsilerle ispatlanmış karsinom olduğu saptanmıştır. TRUS nonpalpabl tümörleri ortaya çıkarmaktaysa da PSA ve PRM’si normal olgularda, prostat kanserinin erken tanısında endike değildir. Lee, prostat kanserinin tanısında TRUS’un tanısal duyarlılığının, PRM’ye göre iki kat daha fazla olduğunu savunmuştur(35). İyi prognostik özelliklere sahip tümörlerin hepsinin TRUS ile tanındığı, PRM ile ise %41’inin tanımlanabildiği belirtilmiştir. TRUS’un önemli bir özelliği de uygulayan kişinin tecrübesine bağlı olarak değişkenlik göstermesidir. Bu nedenle konu ile ilgili iyi bir eğitim gereklidir. TRUS’un pozitif prediktif değerinin %30’larda olması nedeniyle gereksiz biyopsilerin yapıldığı belirtilmektedir. TRUS tanıda tek başına yetersiz kalmaktadır. PRM ve PSA ile birlikte kullanıldığında faydalı olmaktadır. TRUS İLE NORMAL PROSTAT ANATOMİSİ TRUS ile elde edilen prostat görüntüleri, prostat glandının mikroskopik anatomisi ile ilişkilidir. Ekojeniteyi belirleyen, glandda var olan epitelyal doku ile glandüler doku oranıdır(61). Santral zon ve periferik zonun benzer mikroskopik anatomisi nedeniyle birbirinden net olarak ayırt edilebilmesi her zaman mümkün olmamaktadır. Bu nedenle santral ve periferik zonlar genelde, glandın posterior kısmında üniform bir eko paternine neden olurlar(Resim 11). Transizyonel zonlar ise, mikst eko paterni göstermekte olup proksimal üretrayı çevreleyen preprostatik sfinkter, hipoekoik olarak görülür(Resim 10A). Mesane boynu düz kaslarının, proksimal üretraya doğru incelerek uzanması ile meydana gelen, huni şeklindeki hipoekoik görünüm, “hortum işareti”(tornado sign) olarak adlandırılır. Bu işaret longitudinal planda orta hattı gösteren önemli bir işarettir(Resim 10B). 23 Resim 10 : A- Periüretral glandüler doku(oklar arası), B- Hortum işareti ‘Tornado sign’ Periprostatik yağlı planlar kolesterinden zengin oldukları için ekojen görülürler. Prostat kapsülü ise yağlı dokuya göre hipoekojen görünümdedir(Resim 11A). Ayrıca periprostatik zengin venöz yapılar da, hiperekojen yağlı doku içindeki hipoekoik tubuler yapılar olarak net bir şekilde seçilir(Resim 11B). 24 Resim 11: Normal prostat sonografik görünümleri; Transvers planlar: A-Apeks, B-Orta, C-Bazis. Longitudinal planlar: D-Orta hat, E-Orta lateral, F-Tam lateral, G,H-Seminal veziküllerin transvers plandaki görüntüleri(Campbell’s Urology) 25 Prostat tabanı üzerinde en kranial yönde görülen seminal veziküller, hastanın yaşına ve seksüel aktivitesine göre, farklı boyutlarda ve ekojenitede görülürler. Genellikle hipoekoik, lobule konturlu ve simetriktirler(Resim 11G,H). Seminal veziküllerin santral zona giriş yerleri, bu ekstraprostatik dokunun invajinasyonu şeklinde olduğundan ‘gaga işareti’(beak sign) olarak tanımlanan bir görünüme neden olur(Resim 12)(59). Resim 12: Longitudinal planda gaga işareti(beak sign)(Campbell’s Urology) PROSTAT KANSERİNİN ULTRASONOGRAFİK GÖRÜNÜMÜ Prostat kanserinin TRUS ile değerlendirilmesinde; prostat bezinin şekli ve hacmi değerlendirilmeli, boyut ve şeklinde asimetri olup olmadığı, kapsülün sınırlarında distorsiyon, kabarıklık, asimetri araştırılmalıdır. Glandın internal yapısı değerlendirilmelidir. Prostatın içerisindeki lezyon tespit edildiği zaman sayısı, ekojenitesi, lokalizasyonu, sınırlarının düzenli ya da düzensiz oluşu, kapsülde distorsiyona neden olup olmadığı, prostatik üretranın durumu, periprostatik alanlar değerlendirilmelidir. Seminal veziküllerin boyut, şekil ve simetrisi, seminal vezikül-prostat açısının simetrisi, çentiğin varlığı ve simetrisi araştırılmalıdır. Mesane tabanının görünümü, lezyonun mesane tabanında bozulma yapıp yapmadığı incelenmelidir(62). Periprostatik yağlı planlarda silinme ve LAP araştırılmalıdır. Kanser dokusu büyüklüğü ve üzerinde geliştiği prostat dokusunun özelliklerine göre ultrasonografik özellikler vermektedir. Periferik zonda BPH nedeniyle belirgin eko farklılıkları izlenmemektedir. Bu nedenle BPH gelişse de nispeten homojen kalan periferik zondaki kanser dokusu sıklıkla hipoekojen bir lezyon olarak kolaylıkla saptanabilmektedir. Bu özellikle 1 cm civarında çapı olan küçük lezyonlarda(evre B1) daha da çarpıcıdır. Oysa tümör büyüdükçe tümöral dokuyla kıyaslanabilecek normal ekoda periferik zon dokusu azaldığından tanı zorlaşmaktadır. Buna ek olarak tümöral dokunun kendi ekojenitesi de farklılaşmaktadır. Burks ve arkadaşları, birçok başka otör gibi tümör boyutları arttığında veya tüm periferik zonu kapladığında izoekojen görünüm oranının arttığını saptamışlardır. Dahnert ve arkadaşları periferik 26 zonun sadece bir yarısını tutan tümörlerde %20 oranında izoekojen görünüm saptamışlardır. Oysa aynı çalışmada tüm periferik zonu tutan kanserler %30 oranında izoekojen olarak izlenmiştir. Patolojik olarak prostat kanseri tanısı almış hastaların total prostatektomi piyesleriyle yapılan çalışmada soliter veya yaygın tümörlerin %98 oranında periferik zonu da tuttuğu gösterilmiştir(63). Hamper ve arkadaşları prostat kanseri patolojik tanılı 160 olgudan oluşan serilerinde tüm kanserlerin hipoekojen yada izoekojen olduklarını gözlemişlerdir. Bu seride tamamiyle hiperekojen prostat kanseri hiç saptanmamıştır. 11 vakada ise hipoekojen lezyonun santral ya da periferinde hiperekojen odaklar izlenmiştir. Bu hiperekojen odaklardan kaba ekoda olup daha çok lezyon periferinde veya lezyonun yakın komşuluğunda yerleşmiş olanlarının benign oldukları saptanmıştır. Bu tür benign hiperekojenik fokusların genellikle korpora amylacealar üzerine çökmüş kalsifikasyonlar olduğu patolojik korelasyonda gösterilmiştir. Toplam dört vakada izlenen santral yerleşimli ince ekojenik fokusların ise malign olduğu saptanmıştır. Patolojik korelasyonda bu hiperekojen odakların komedonekroz sonucu birikmiş intraluminal kristaloid materyallere bağlı olduğu gösterilmiştir(64). Prostat kanserinin kitle etkisi nedeniyle gland konturlarında asimetri ve kapsülde dışa itilme gözlenebilmektedir. TRUS'de ekojenitesi nedeniyle saptanmasında güçlük çekilen olgularda kanserin bu tür sekonder belirtileri dikkatle aranmalıdır. Periferik zonda yerleşmiş bir tümör öncelikle sagittal aksta büyümekte ve ancak ileri dönemde iç glanda uzanmaktadır. Bunu prostat içinde yeralan kanser penetrasyonuna dayanıklı dokularla açıklamak mümkündür. Transizyonel zonu çepeçevre saran fibröz kapsül(cerrahi kapsül) kanser penetrasyonuna karşı dirençlidir. Halbuki Periferik zon/Santral zon ayrımı çok ince bir konnektif dokuyla olduğundan kanser sagittal aksta rahatlıkla büyüyebilmektedir. Prostatı çepeçevre saran ince fibröz kapsülde penetrasyona karşı doğal bir bariyer oluşturmaktadır. Böylece kanser bir süre için intraprostatik dokuya sınırlı kalmaktadır. Periprostatik kapsülün zayıf olduğu ya da hiç olmadığı yerlerde ekstraprostatik alana yayılım daha kolay olmaktadır. Tümörün prostat apexine komşu trapezoid alana, ve duktus ejakulatoriuslarla bazis komşuluğuna yayılımı kolaylıkla olabilmektedir. Bundan başka nörovasküler yapıların kapsülü geçtiği posterolateral bölümlerden de ekstraprostatik penetrasyon daha kolay olmaktadır. Mc Neal ve arkadaşları 3 cm. çapa ulaşmış bir tümörde pratikman ekstrakapsüler invazyon oluştuğunu patolojik olarak ispatlamışlardır. 3 cm.den küçük tümörlerde ise ekstraprostatik yayılım daha çok tümörün bu anatomik bariyer zayıflıklarına olan yakınlığına bağlıdır. Örneğin aynı çalışmada posterolateralde yerleşimli sadece 1 cm. çaplı bir tümörde bile %25 oranında nörovasküler demet invazyonu saptanmıştır(65). Kapsüler invazyon oluştuğunda ekstraprostatik yağlı dokuya ait düzgün hiperekojen sınır bozulmaktadır. Bu vakalarda ekstraprostatik alanda nonhomojen hipoekojeniteler izlenmektedir. Ekstraprostatik yağlı dokuda bulunan dilate vasküler yapılarda benzer görünümler vererek bazen yanıltıcı 27 olabilmektedir. Duktus ejakulatoriusları saran ince fibröz kapsül de tümöral yayıma yatkındır. Buradan tümör kranial yönde ilerleyerek seminal veziküllere ve çevre dokuya invaze olabilmektedir. Rektal tuşede zorlukla değerlendirilebilen seminal veziküller TRUS'de kolaylıkla incelenilebilmektedir. Özellikle kısmen dolu bir mesanenin oluşturduğu akustik pencere ile değerlendirme daha kolay olmaktadır. Seminal veziküllerin tutulumu birkaç değişik formda karşımıza çıkmaktadır; a)Kistik dilatasyon; seminal veziküllerin drenajının bozulmasıyla ya da direkt olarak duktus ejakulatoriusların tümöral invazyonuyla oluşur. b)Asimetri, c)Vesiküla seminalislerde hiperekojen görünüm; seminal veziküllerdeki metastatik depozitler sonucu oluşan bu görünüm oldukça önemli bir invazyon kriteridir. d)Seminal veziküllerin anterior deplasmanı; seminal veziküllerin arka konturlarının rektal duvara olan uzaklığı 1cm.den az olmalıdır. Eğer fazla ise bu anterior deplasman kabul edilmelidir. e)Seminal veziküllerin genişIemesi, f)Seminal veziküllerin Cz'ye girişleri sırasında sagittal imajlarda izlenen gaga şeklindeki hipoekojenitenin kaybı. Terris ve arkadaşları 300 vakalık çalışmalarında yukarıdaki değişimlerin normal kişilerde ancak %10 oranında görüldüğünü saptamışlardır. Normal seminal vezikülleri olan ancak intraprostatik tümörü olan olgularda ise bu oran %25'lere çıkmaktadır. Seminal vezikül tutulumu patolojik olarak ispatlanmış olgularda ise %92 oranında yukarıdaki değişikliklerden en az birinin varolduğu saptanmıştır. Yine bu çalışmada seminal veziküllerde hiperekojen görünüme sadece seminal vezikül invazyonu olan olgularda rastlanılmıştır. Seminal veziküllerde hiperekojen görünüm veya yukarıdaki diğer değişimlerden en az ikisi bulunan yüksek risk grubundaki olgularda seminal veziküllerin de biyopsisi önerilmektedir. Seminal veziküllerde sadece kistik dilatasyon ve asimetri saptanan olgularda ise biyopsi tavsiye edilmemektedir(66). Periferik zonda yerleştiğinde oldukça karakteristik görünümler veren prostat kanseri transiyonel zonda yerleştiğinde tanı güçlüklerine neden olmaktadır. BPH nodüllerinin ve kalsifikasyonlarının arasında kansere ait hipoekojen görünümlerin seçilebilmesi güç olmaktadır. Nodüllerin yarattığı asimetri ve kapsüler itilmeler bazen kanserin sekonder belirtilerinin de seçilmesini engelleyebilmektedir. Saptanan hipoekojen odaklar ise büyük bir sıklıkla BPH nodüllerine ait yanıltıcı görünümler olmaktadır. Burks ve arkadaşları yaptıkları çalışmada lezyonların nonhomojenitesi ve kontur belirsizliği arttıkça kanser riskinin de arttığını saptamışlardır. Benign lezyonlarda ise görünüm genellikle daha homojen ve iyi sınırlı olmaktadır. Lezyonu çepeçevre saran ince hipoekojen bir halo varsa benignite olasılığı daha da artmaktadır. Yine bu çalışmada benign lezyonlarda kalsifikasyonlara, kistik alanlara ve dilate glandlara çok daha sık rastlanmıştır(64). 28 TRUS ile sadece periprostatik alandaki lenf nodları görüntülenebilir. Prostat kanseri varlığında, periprostatik alanda saptanan lenf nodları, boyutlarına bakılmaksızın metastaz açısından kuşku ile karşılanmalı ve biyopsi ile değerlendirilmelidir(29,67) TRUS EŞLİĞİNDE YAPILAN BİYOPSİLER Konvansiyonel prostat biyopsileri, parmakla muayene sırasında transperineal veya transrektal olarak iğnenin glanda yönlendirilmesi ile yapılıyordu. TRUS eşliğinde ilk biyopsi, "axial rotating" prob kullanılarak transperineal olarak uygulandı(68). Transperineal biyopsilerde, katedilen mesafenin uzak olması, manüplasyonları güçleştirmekte, hastalar perine hassasiyetine bağlı rahatsızlık duymakta ve işlem uzun sürmektedir. Biyopsi sırasında, mesafenin kısa olması, hareket serbestliği, rektumun duyarlılığının az olması ve işlemin kısa sürmesi nedeniyle transrektal biyopsi tercih edilmektedir. TRUS eşliğinde biyopsi endikasyonlari: l. PRM de nodül, endürasyon ve sertlik , 2. Yüksek PSA ve/veya PSA dansitesi , 3. TRUS'da kanser şüpheli lezyon, 4. Primeri bilinmeyen kemik metastazlarında başka yöntemlerle sonuç alınamaması , 5. Transüretral prostatektomi (TUR-P) materyalinde insidental prostat kanser tanısı alan vakaların rezidif tümör yönünden değerlendirilmesi. TRUS'un çeşitli klinik endikasyonları arasında en az tartışmalı olan, prostattaki şüpheli bir lezyondan biyopsiye rehberlik yapmasıdır. Bir zamanlar prostat kanserinin çoğu palpe edilebilir ve bunlardan parmak kılavuzluğunda kolaylıkla biyopsi alınabilirken, palpe edilemeyen hastalığa doğru evre kayması, prostattan daha sistemli bir şekilde örnek alınmasını gerekli kılmıştır. Prostat biyopsisine kılavuzluk için ultrasonografi kullanılması, benimsenen bir standart haline gelmiştir. Yalnızca parmakla yönlendirilen biyopsinin duyarlılığı %74 iken, Renfer ve arkadaşları, TRUS kılavuzluğuyla birlikte kullanıldığında %14'lük bir iyileşme olduğunu göstermiştir(69). Tek başına kullanıldığında, hastalığın ultrasonografideki görünümleri ve kanserli hipoekoik lezyonları selim olanlardan ayırt etmedeki özgüllüğünün az olması nedeniyle, TRUS'un prostat kanserini saptama yeteneği sınırlıdır. Erken tümörlerin çoğu izoekoiktir ve selim prostat dokusundan iyi ayırt edilemez(70). PSA'nın kanser tanısında kullanılmaya başlanmasından sonra, palpe edilemeyen hastalık insidansının giderek artmasıyla TRUS kılavuzluğunda prostat biyopsisi tüm prostattan sistemli olarak örnek alınmasına olanak vermiştir. İlk kez Hodge, Stamey ve arkadaşları tarafından tanımlanan altılı, parasagital TRUS kılavuzluğunda biyopsi tekniği, parmakla yönlendirilen prostat biyopsisi, sadece hipoekoik lezyonlardan TRUS kılavuzluğunda biyopsi ve rastgele dört kadran TRUS kılavuzluğunda biyopsi gibi eski yaklaşımlardan daha yüksek kanser yakalama oranları sağlamıştır. Hodge ve arkadaşlarının tanımladığı ilk 29 standart, parasagital düzlemde bezin her iki taban, orta ve tepe bölgelerinden altılı biyopsi alınmasıdır (Resim 13). Resim 13: Geleneksel altılı teknik TRUS kılavuzluğunda altılı tekniğin kanser saptama oranı, PSA düzeyi 4-10 ng/ml olan hastalarda %20-30 ve PSA düzeyi 10 ng/ml üzerindeki hastalarda %50-76 arasında değişmektedir(71). Keetch ve arkadaşları, PSA düzeyleri 4-20 ng/ml arasındaki erkeklerde, prostat kanseri bulunma olasılığının yaklaşık %25 olduğunu bildirmiştir. Biyopsi sonucu negatif gelen aynı grup hastalara ikinci altılı biyopsi uygulandığında %20'sinde kanser saptanmıştır(71). PSA düzeyleri 10 ng/ml'den fazla olan hastalarda, yalancı negatif altılı prostat biyopsisi insidansı %20 ila %40 arasındadır ve birçok etmenden etkilenmektedir. Biyopsi periferik zon tümörlerini kaçırırsa, periferik zondan yeterli örnek alınmazsa ya da izole bir transizyonel zon tümorü kaçırılırsa bu hatalar oluşabilir. Uzzo ve arkadaşları altılı biyopsilerin, özellikle büyük prostat bezleri için uygun olmadığını ve tahmini hacmi 50 ml'nin üstünde olan prostatlarda ek çekirdek biyopsi alınması gerektiğini belirtmişlerdir(72). Altılı parasagital biyopsi ile prostattan alınan örneğin yeterli olamayabileciğinin gözlenmesi üzerine, laterale yönlendirilmiş biyopsi teknikleri geliştirilmiştir. İlk kez, periferik zondan alınan örnek miktarını arttırmak amacıyla biyopsi düzenlemesini laterale kaydırmayı öneren, Stamey ve arkadaşları olmuştur(73). Chang ve arkadaşları tek başına altılı biyopsi ile kanser saptama oranına göre periferik zondan alınan ek çekirdek biyopsilerle %44'lük bir artış sağlamışlardır(74). Bauer ve arkadaşları altılı biyopsi ile iki taraflı, laterale yönlendirilmiş orta ve tepe çekirdek biyopsilerin birleştirildiği, 10-çekirdek biyopsi kalıbını savunmuşlardır(Resim 14). Laterale yönlendirilmiş biyopsinin değeri çok sayıda araştırmacı tarafından da doğrulanmıştır. Eskiçorapçı ve arkadaşları, 303 hasta üzerinde yaptıkları çalışmada standart altılı biyopsilere göre, laterale yönlendirilmiş biyopsi tekniği kullanarak kanser saptama oranında %25'lik artış sağlamışlardır(75). 30 Resim 14: 10 çekirdek biyopsi protokolü Geleneksel altılı tekniğe bilateral, lateral bölge orta ve apeksten alınan biyopsiler eklenmiştir. Biyopsi tekniği; biyopsi öncesi, hasta antikoagülan ilaç kullanıyorsa kesilir. Rektal florayı da kapsayan geniş spektrumlu profilaktik antibiyotik (tercihen Siprofloksasin) ve temizleyici lavman verilir. Prostatın değerlendirilmesi ve lezyonun görülmesi için TRUS inceleme yapılır. Prob biyopsi kılavuzluğu için hazırlanır. Latex kondom ile kaplandıktan ve yeterli kayganlık sağlandıktan sonra, litotomi ve tercihen sol lateral dekübitus pozisyonunda prob rektuma yerleştirilir(Resim 15). Ekrandaki kılavuz çizgiler biyopsi alınacak zon veya lezyon üzerine getirilir. Prob sabit tutularak biyopsi iğnesi, rektum duvarı da geçilerek, prostata ilerletilir. Hedef bölgenin proksimaline getirilir ve 2 cm’lik alanda biyopsi alınacak şekilde ayarlanır. Biyopside kullanılan iğneler; tru-cut otomatik biyopsi iğneleridir. İçteki iğne, dokuyu alıp haznesinde saklarken, diştaki iğne sayesinde kesme işlemi gerçekleşmektedir(Resim 16) 31 Resim 15:Transrektal biyopsi tekniği Resim 16B : Tru-cut otomatik biyopsi iğneleri 32 GEREÇ VE YÖNTEM Ekim 2004-Mayıs 2005 tarihleri arasında hastanemiz Üroloji kliniğine prostatizm şikayetleri ile başvuran, yaşları 44 ila 83 arasında değişen hastalara TRUS ve eşliğinde biyopsi uygulanmış olup kesin patolojik tanıları elde edilmiş olan toplam 100 hasta çalışma grubumuza dahil edilmiştir. Çalışma grubumuzu klinik olarak malignite düşünülen olgular oluşturmaktadır. Klinik olarak maligniteden anormal rektal tuşe bulgularıyla ya da PSA değerlerinin 4.2 ng/ml ‘nin üzerinde olmasıyla şüphelenilmiştir. Hastalar PSA değerleri temel alınarak 3 gruba ayrılmıştır: •2,6-4 ng/ml •4,1-10 ng/ml •>10 ng/ml Bu çalışmada Toshiba Sonolayer SSA-270 cihazıyla 5 Mhz’lik biplanar(konveks-transvers+lineer sagittal) prob kullanılarak ultrasonografik prostat evalüasyonu ve sonrasında US eşliğinde transrektal prostat biyopsisi yaptık. Yaptığımız hasta hazırlığı oldukça basit olup üç ana noktada toplanabilir; a)Rektum temizliği: Tam bir kolon temizliğine gerek duyulmadan posalı yiyeceklerin kısıtlanması ve 2 gece önceden başlanarak laksatif pürgatif solüsyonların ve sabah işleme gelmeden önce kendi kendine uygulanabilen lavmanların kullanılması yeterli olmaktadır. b)Profilaktik antibiyotik: Üriner enfeksiyon ve sepsis riskini en aza indirmek için, işlemden 2 gün öncesinden başlanarak 5 gün süreyle oral kinolon(500 mg. Siprofloksasin, günde 2) kez verilmiştir. c)Mesanede idrar biriktirilmesi: Yarı dolu bir mesane seminal veziküllerin değerlendirilmesini kolaylaştırmakta ve biyopsi alınırken prostatın kraniokaudal hareketini kısıtlamaktadır. Bu amaçla hastaya işlemden 2-3 saat öncesinden itibaren idrara çıkmaması söylendi. Sonda olan olgularda ise aynı zaman diliminde sonda kapatıldı. Hastaya işlemden önce rektal mukoza etrafına kendi uygulayacağı şekilde lidokainli krem verilerek yaklaşık 5-10 dakika sonrasında işleme geçildi. Teknik: Öncelikle probun hazırlanması ve daha sonra hastaya uygun pozisyon verilmesini takiben prostatın ultrasonografik incelemesine geçildi. Hasta sol lateral dekübit pozisyonunda diz ve kalça fleksiyonuyla yatırıldı. Biyopsi dahil tüm işlemler hastanın bu pozisyonu korunarak yapıldı. Bu işlemlerden sonra prostat optimal teknik şartlarda değerlendirildi. İlk önce aksiyal planda inceleme yapıldı. Prob seminal veziküller seviyesine dek itilerek seminal veziküller büyüklük, simetri ve diğer özelliklerine göre değerlendirildi. Daha sonra prob yavaşça dışarı çekilirken zonal anatomi ve dokunun ultrasonografik özellikleri bazisten apekse kadar incelendi. 33 Bitirilen aksiyal incelemeden sonra seminal veziküller ve periüretral alanın daha iyi değerlendirilebildiği sagittal plana geçildi. Probun aşağı yukarı hareketiyle prostat incelendi. Bu incelemeler sırasında gland boyutları ölçülerek, zonal anatomide ve dokunun ultrasonografik görünümünde oluşmuş değişiklikler saptandı. Daha sonra biyopsi hazırlığına geçildi. Biyopsi için 18 Gauage, 20 cm uzunlukta trucut biyopsi iğnesi ve otomatik biyopsi tabancası kullanılmıştır. Biyopsi tabancası içindeki yay mekanizması sayesinde milisaniyeler içinde iğnenin 2.3 mm ilerleyerek doku parçası almasını sağlayan otomatik bir biyopsi aparatıdır. Sagittal planda yapılan biyopsi işlemi için makinamızda önceden programlanmış iğne trasesi ekrana yansıtıldı. Biyopsinin sagittal planda yapılmasının nedeni iğnenin prostat içindeki seyrinin bu planda kolaylıkla izlenebilmesi olup aynı olanak aksiyal planda mümkün olmamaktadır. Ekranda iğne trasesini gösteren noktaların araları 1 cm olarak düzenlendiğinden iğnenin prostat içindeki lokalizasyonu ve lezyona olan uzaklığı rahatlıkla saptanabilmektedir. Lezyon prob manüplasyonlarıyla biyopsi trasesine getirildi. Kurulu halde olan biyopsi tabancasına takılı özel iğne ataşman içinden rektum mukozası tamamen geçilinceye kadar ilerletildi. İğne rektum mukozasından elle ilerletilerek geçildi. Böylece biyopsi tabancasının kullanılması esnasında iğnenin frajil mukozada oluşturabileceği hasar ve kanama riski azaltıldı. Rektum mukozası geçilince probun tarama alanına giren iğnenin ekranda beliren görüntüsü takip edilerek lezyonun 0,5 cm proksimaline dek iğne ilerletildi. Daha sonra biyopsi tabancasının tetiği çekilerek iğnenin 2,3 cm distale ilerleyerek dokudan yaklaşık aynı boyutlarda parça alması sağlandı. Böylece TRUS’de sağlam ve patolojik olarak değerlendirilen alanlardan parça elde edildi. Bu parçalar %10’luk formalin eriyiğinde korunarak en kısa zamanda patolojik incelemeye gönderildi. Lezyon biyopsisini takiben sistematik olarak tüm loblardan biyopsi alınarak TRUS’de gözden kaçabilecek maligniteler de saptanmaya çalışıldı. Biyopsiler: volümü 50 ml’den az olanlarda, prostat her iki lob bazis, orta ve apeksten (standart altılı) ve volümü 50 ml’den fazla olanlarda ise altılı biyopsiye ek olarak apeks, orta ve her iki periferden alınmıştır. Biyopsi alınırken dikkat edilecek nokta iğnenin distal hareketi sırasında prostat kapsülü dışına çıkılmamasıdır. Periprostatik kapsül çevresinde yer alan nörovasküler yapılara ve mesane gibi komşu organlara penetrasyondan kaçınılmalıdır. Sistematik biyopsilerde malignite kriterleri taşıyan lezyonlar gözönüne alınmadan yapılacak körlemesine biyopsiler özellikle büyük prostatlarda pek de fayda sağlamayacaktır. Sistematik biyopside alınan altı biyopsi sonucunda yaklaşık 0.6 cc. volümde parça elde edilebilecektir. Bu volüm 100 cc. glandı olan bir hastada prostatın tüm volümüyle karşılaştırıldığında oldukça önemsiz kalmaktadır. Alınan biyopsiler sonucunda özellikle periferik zon ekostrüktürünü değiştirmekte ve oluşabilecek pseudokanseröz hipoekojen görünümler oldukça uzun bir süre sebat etmektedirler. Sistematik biyopsilerde malignite saptanamazsa tekrar yapılacak TRUS'de gerçek patolojileri saptamak güçleşecektir. Sonuçta yapılacak 34 biyopsilerde hata payı artacak ve defalarca biyopsi uygulanmasına rağmen hastaya tanıda yardımcı olunamayacaktır. Yapılan biyopsiler sonucunda PSA değerleri de oluşan doku hasarına bağlı olarak yükselecektir. Yine pseudokanseröz görünümler gibi PSA değerleri de haftalarla ifade edilecek zaman dilimlerinde anormal şekilde yüksek kalmaktadır. Bu nedenle takipte bu süre zarfında PSA değerleri de fonksiyonel olamayacaktır. 35 OLGULARDAN ÖRNEKLER OLGU 1: N.Y. 55 Yaş. Aksiyal kesitte sol periferik zonda mediale uzanım gösteren silik konturlu hipoekoik lezyon ve yine solda santral zonda tariflenen lezyona komşu hiperekojen nodüler lezyon izlenmektedir. Yapılan biyopsinin sonucu adenokanser olarak gelmiştir. OLGU 2: Y.Ç. 72 Yaş. Aksiyal imajda prostat konturu lobule, parankimi heterojendir. Prostat bazisinden sol periferik zona uzanım gösteren yaklaşık 26x11 mm boyutlu, nispeten düzgün sınırlı hipoekoik lezyon izlenmektedir. Biyopsi sonucu adenokanser olarak değerlendirilmiştir. 36 OLGU 3: S.K. 58 Yaş. Aksiyal imajda santral zon periferik zon oranı santral zon lehine artmış olup santral zonda BPH ile uyumlu milimetrik kistik alanlar izlenmektedir. Ayrıca sol periferik zonda yaklaşık 12x8 mm boyutlu, silik konturlu hiperekojen lezyon izlenmektedir. Prostat kanserleri içinde hiperekojen lezyonlar nadir görülen lezyonlar olup bu vakamızda lezyondan alınan biyopsi sonucu adenokanser olarak gelmiştir. OLGU 4: M.B. 75 Yaş. Aksiyal imajda prostat bazisinde sol periferik zona uzanımı bulunan yaklaşık 26x13 mm boyutunda, düzensiz konturlu, hafif heterojen iç yapıda hipoekoik lezyondan yapılan biyopsi sonucu adenokanserdir. 37 OLGU 5: L.Ö. 59 Yaş. Aksiyal imajda prostat parankimi heterojen görünümde olup üstteki resimde santral zon orta kesimde yaklaşık 8x7 mm boyutlu düzgün sınırlı hipoekoik lezyon ve alttaki resimde sol periferik zonda yaklaşık 10x7 mm boyutlu, silik konturlu hipoekoik lezyondan yapılan biyopsi sonucu adenokanser olarak geldi. 38 OLGU 6: N.K. 61Yaş. Aksiyal imajda sağ periferik zonda 19x9 mm boyutlu, düzensiz konturlu hipoekoik alan öncelikle kanseri düşündürmekle birlikte lezyondan yapılan biyopsi sonucu aktif kronik prostatit olarak gelmiştir. OLGU 7: M.K. 72 Yaş. Aksiyal imajda prostat parankimi heterojen görünümde olup parankimde en büyükleri sağ santral zonda yaklaşık 30x26 mm boyutlu ve sol santral zonda 24x25 mm boyutlu düzgün sınırlı, heerojen iç yapıda ekojen birkaç adet nodüler lezyon izlenmektedir. Periferik zonlarda net sınırlanabilen kitlesel lezyon izlenmemiştir. Parankimde yaygın kaba kalsifikasyon odakları izlenmiştir. Biyopsi sonucu aktif kronik prostatit olup fokal düşük ve yüksek grade PIN alanları da izlenmiştir. 39 OLGU 8: H.T. 66 Yaş. Aksiyal imajda santral zon periferik zon oranı santral zon lehine artmış olup parankimde yaygın milimetrik kistik alanlar izlenmektedir. Ayrıca sağ santral zonda, periüretral glandüler zona yakın yerleşimli, yaklaşık 21x15 mm boyutlu, düzgün sınırlı hipoekoik lezyon izlenmektedir. Lezyondan yapılan biyopsi sonucu kronik prostatittir. OLGU 9: S.Ş. 60 Yaş. Sagittal planda alınan kesitlerde her iki seminal vezikülde kistik dilatasyonlar izlenmekte olan hastanın prostat biyopsi sonucu kronik prostatittir. 40 OLGU 10 : Ş.B. 55 Yaş. Sagittal ve transvers planda alınan kesitlerde corpora amylacea’da kalsifikasyonlar ve sagittal imajda sağ santral zonda hipoekoik nodüler lezyon izlenen hastada patolojik tanı BPH olarak gelmiştir. OLGU 11 : H.T. 58 Yaş. Transvers ve sagittal planda alınan imajlarda santral zon periferik zon oranının santral zon lehine arttığı, santral zonun heterojenite gösterdiği BPH ile uyumlu görünüm izlenmekte olup patoloji sonucu, tanımızı doğrulamıştır. 41 BULGULAR Toplam 100 hastaya transrektal ultrasonografi eşliğinde prostat biyopsisi yapılmıştır. Olgularımızın toplam 31’inde(%31) malignite saptandı. Malign olguların hepsi adenokanser olup geri kalan 69(%69) olguda malignite saptanmadı. Serimizde ortalama prostat volümü 80.4 cc. olup saptanan en küçük ve en büyük volümler sırasıyla 10 cc. ve 113 cc. idi. Olgularımızdan 17 tanesinde PSA maligniteyi düşündürmemekteydi(PSA<4.2 ng/ml). Geri kalan 83 olguda ise PSA artmıştı. Tuşede ise olguların 51’i malign, 49’u ise bening olarak değerlendirilmişti. Yapılan TRUS’de 40 olgu malign, 60 olgu bening olarak değerlendirilmiştir. MALİGN BENİNG TRUS 40 60 PRM 51 49 PSA 83 17 Tablo 5: Her değişken için tesbit edilen malign ve bening lezyon sayıları görülmektedir. Yukarıdaki tabloda yeralan değişkenlerden PSA>4.2 ng/ml iken maligniteyi gösterdiği varsayılarak sonuçlar hesaplanmıştır. Olgularımızı malign ve bening olarak iki alt gruba ayırdığımızda ise daha değişik bulgular elde edilmiştir. a) Malign Olgular: Toplam 31 olgudan oluşan bu alt grubun yaş ortalaması 67.58 olup prostat volümlerinin ortalaması 48.54 dür. 31 olgunun 26’sında rektal tuşede maligniteden şüphelenilmiş olup 5 olguda malignite düşünülmemiştir. Bu grupta PSA değerleri 2 olguda normal olup diğerlerinde patolojiktir. Tüm malign olguların ortalama PSAD değeri 0.684 olarak hesaplanmıştır. Yapılan TRUS incelemede 31 olgudan 27’sinde malignite düşünülmüş ve parçalar bu ön tanıyla patolojiye gönderilmiştir. 4 olguda ise malignite kriteri saptanmamıştır. b) Benign olgular: Toplam 69 olguda prostat volüm ortalaması 63,15 olarak saptandı. PRM de 69 olgudan 23 tanesinde maligniteden şüphelenilmiş olup 46 olguda maligniteden şüphelenilmemiştir. PSA’ya göre olguların 51 tanesinde malignite düşünülmüş 18 tanesinde bening bulunmuştur. PSAD ortalaması 0.149 olarak hesaplanmıştır. TRUS incelemede 15 olguda malignite düşünülmüş, 58 olgu ise bening olarak kabul edilmiştir. 42 TRUS yapılan 40 olgu malign olarak değerlendirilirken patoloji sonrası 29 olguda malignite saptandı. Geri kalan 11 olguda benign olarak değerlendirildi.. Pozitif ön tanı oranı : %72.50 Negatif ön tanı oranı : %26.19 Bening lezyonlarda pozitif ön tanı oranının arttığı görülmektedir. TRUS’da 60 olgu bening olarak değerlendirilmiş ve bunlardan sadece 3 tanesi biyopsiler sonrası malign olarak tesbit edilmiştir. Pozitif ön tanı oranı : %95.0 Negatif ön tanı oranı: %5.0 Tüm değişkenlerin ön tanı oranlarının patoloji sonuçlarıyla karşılaştırılmasıyla elde edilen pozitif ve negatif ön tanı oranları aşağıdaki tabloda verilmiştir. MALİGN LEZYONLARDA : Toplam vaka Pozitif ön tanı Negatif ön tanı TRUS 40 29(%72.50) 11(%26.19) PRM 51 27(%52.83) 24(%47.05) PSA 83 30(%36.14) 53(%63.85) BENİNG LEZYONLARDA Toplam vaka Pozitif ön tanı Negatif ön tanı TRUS 60 57(%95.0) 3(%5.0) PRM 49 41(%83.67) 8(%19.51) PSA 17 16(%94.11) 1(%5.8) Prostat hacmi TRUS ile belirlenen hastalarda PSAD eşik değeri 0.15 kabul edildiğinde 31 olgunun 22 tanesinde PSA dansitesi 0.15’ten fazla olarak tesbit edildi.. Hastalar PSA değerine göre 3 grupta incelendiğinde ; PSA değeri: (2.6-4)ng/ml sadece 1(bir) hastada kanser saptanmıştır, PSA değeri: (4-10)ng/ml olan olguların sadece 8 tanesinde kanser tesbit edilmiş, PSA değeri 20 ng/ml ve üzerinde olan olguların 22 tanesinde kanser saptanmıştır. Yapılan bu çalışmada elde edilen patolojik sonuçlarla kıyaslandığında tüm vakalarda en yüksek doğru tanı yüzdesi yine TRUS ile elde edilmiştir. Aşağıdaki tabloda değişkenlerin malign ve benign vakalara göre tanı yüzdeleri verilmektedir. 43 İNCELEMEPATOLOJİK MALİNG BENİNG DOĞRU TANI YANLIŞ TANI DOĞRU TANI YANLIŞ TANI TRUS 29 (%93.54) 2 (%6.45) 60 (%95.05) 3 (%5.0) PRM 31 (%60.78) 24 (%47.05) 46 ( %66.66) 24 (%33.33) PSA 30 (%36.14) 1 (%1.20) 16 (%23.18) 53 (%76.81) Tablo 6: Değişkenlerin malign ve bening vakalara göre tanı yüzdeleri görülmektedir. Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere klinik olarak konulan öntanıların doğruluk yüzdeleri ultrasonografik inceleme ile belirgin olarak artmaktadır. Kanser saptanan 31 olgunun 13 tanesinde perinöral invazyon mevcut idi. Biyopsi yapılan 100 olgunun 17 tanesinde yüksek grade PİN bulunmaktaydı. 17 PİN olgusunun 7 tanesi kanserli hastalarımızda tesbit edilmiştir. 4 tane hastada ise düşük grade PİN olgusu tesbit edilmiştir. Prostat kanserli hastaların %96.76’sı iyi ve orta derece gleason skoruna sahipti. (Tablo 7) Gleason Skoru Hasta Sayısı Orantı 3-4 4 %12.9 5-6 17 %54.83 7 9 %29.03 9 1 %3.2 Toplam 31 100.0 Tablo 7: Prostat kanserli hastaların gleason skoruna göre dağılımı görülmektedir. 44 KOMPLİKASYONLAR Kliniğimizde yapılan çalışmada transrektal ultrason eşliğinde yapılan prostat biyopsisinin morbiditesinin az olduğu ve tolere edilebilen bir işlem olduğu görülmüştür. Hastalar gelişebilecek komplikasyonlar açısından bilgilendirilmiş ve bir hafta sonra patoloji sonuçlarıyla kontrole geldiklerinde, gelişen komplikasyonlar değerlendirilmiştir. Komplikasyon olarak; rektal kanama, hematüri, idrar retansiyonu, hematospermi ve akut prostatit saptanmıştır. En sık gelişen komplikasyon rektal kanama olup 46 hastada (%46) görülmüştür. Daha sonra en sık görülen komplikasyon ise hematüri olup toplam 34 hastada(%34) izlenmiştir. Bunu 12 hastayla(%12) hematospermi takip etmiştir. Rektal kanama ve hematürinin birkaç gün içinde kendiliğinden sona erdiği görülmüştür. Toplam 7 hastada(%7) idrar retansiyonu ve 1 hastada(%1) akut prostatit gelişmiştir. Hastalarda gelişen komplikasyonlar ve oranları tablo 8’de gösterilmiştir. Komplikasyon Hasta Sayısı Rektal kanama 46 %46 Hematüri 34 %34 Hematospermi 12 %12 İdrar retansiyonu 7 %7 Akut prostatit 1 %1 45 Oran TARTIŞMA Prostat kanseri erkeklerde en sık görülen kanser türüdür. PRM, TRUS, PSA ve PSA’ya bağlı parametreler prostat kanserinin erken tanısında önemli bilgiler sağlamaktadır. Çalışmamızda; PRM, TRUS, PSA ve PSA’ya bağlı parametrelerin prostat kanseri erken tanısındaki yeri ve TRUS rehberliğinde yapılan biyopsinin sonuçları değerlendirilmiştir. Hastalarımızın tümü prostatizm şikayetiyle üroloji polikliniğine başvuran olgulardı. Hastalarımızın serum PSA değerleri araştırılmış, parmakla rektal muayeneleri yapılmış ve kanser yönünden şüpheli olgular TRUS rehberliğinde biyopsi için kliniğimize gönderilmiştir. Kliniğimizde yapılan TRUS incelemede, prostat volümü ve dansitesi hesaplanmış ve tüm hastalara biyopsi yapılmıştır. Biyopsi sonuçlarına göre, prostat kanserinin tanısında kullanılan parametrelerin öngörü değerleri karşılaştırılmıştır. İlerleyen yaşla birlikte prostat kanserinin görülme oranı artmaktadır. Çalışmamızda kanserli hastalarımızın ortalama yaş değeri 67.58 iken patoloji sonucu selim lezyonlar olarak rapor edilen hastalarımızda ortalama yaş değeri 63.10 idi. Yaşları 42-86 arasında değişen 100 hastamızda kanser yakalama oranı %31 iken yaşları 70-86 arasında değişen 30 hastamızda kanser yakalama oranı %53.33 olarak tespit edilmiştir. Prostat kanserini erken tanıda ve tarama testi olarak kullanılan parmakla rektal muayene en yaygın kullanılan tanı yöntemidir. Endürasyon, asimetri, normalden farklı kıvam, biyopsi için endikasyon oluşturmaktadır. Parmakla rektal muayene subjektif bir yöntem olup, kişiye ve tecrübeye göre duyarlılığı değişmektedir. Carter ve arkadaşları yaptıkları çalışmada kanser saptama oranını, %0.8-25.2 arasında ve pozitif kestirim değerini %6.3-50 arasında bulmuşlardır. Amerikan kanser derneği PRM’nin duyarlılığını %57.9 olarak bildirmiştir. Sadece parmakla rektal muayeneye dayanarak yapılan biyopsilerde kanser saptama oranını, Catalona ve arkadaşları %21, Metlin ve arkadaşları %17, Brawer ve arkadaşları %6 olarak bildirmişlerdir. Lee, TRUS ile tanımladığı 1.5 cm’den küçük tümörlerin %41’inin PRM ile atlandığını belirtirken(34), Vallancien tek başına PRM ile TRUS’a göre daha yüksek oranda tümör tespit etmiştir(35,36). Bizim yaptığımız çalışmada PRM’nin duyarlılığını %70 olarak tespit ettik. PRM’nin subjektif bir değerlendirme oluşu, duyarlılığının yalancı negatiflik nedeniyle düşük oluşu, düşük pozitif kestirim değeri nedeniyle tek başına bir tanı yöntemi olarak kullanımını sınırlar(34). Prostat kanseri tanısında TRUS önemli bir görüntüleme yöntemidir. TRUS’un en önemli özelliği, PRM ile tanımlanamayan kanser odaklarını tespit etmesidir. Lee TRUS’un tanıdaki duyarlılığının PRM’ye göre iki kat fazla olduğunu bildirmiştir(35). Tek başına TRUS kullanımı ile PRM ve PSA değerleri normal olan olguların %5’inde biyopsilerde ispatlanmış karsinom saptanmıştır. Amerikan kanser derneği TRUS’un 46 tanıdaki duyarlılığını %77,7 olarak bildirmiştir. TRUS’un literatürde bildirilmiş pozitif kestirim değeri %1753 arasında değişmektedir. Çalışmamızda TRUS’un duyarlılığını %72.5 ve pozitif kestirim değerini %64 olarak saptadık. TRUS’un önemli özelliği, PRM gibi uygulayan kişinin tecrübesine bağlı olarak duyarlılığının değişkenlik göstermesidir. Pozitif kestirim değerinin düşük olması nedeniyle gereksiz biyopsilerin yapıldığı belirtilmektedir. TRUS nonpalpabl tümörleri tanımaktaysa da PSA ve PRM’si normal olgularda erken tanıda endike değildir. PRM ve PSA ile birlikte kullanıldığında prostat kanseri erken tanısında faydalı olmaktadır. PSA, prostat kanseri için kullanılan en önemli tümör belirleyicisidir. PSA’nın tarama testi olarak PRM veTRUS’tan daha üstün olduğu kabul edilir. Bunun en önemli nedeni objektif bir değerlendirme olmasıdır. PSA’nın temel olarak kullanıldığı çalışmalarda, kanser olgularının sadece TRUS ve PRM kullanılarak belirli oranlarda atlanabileceği gösterilmiştir. Brawer ve arkadaşları, PSA ile yaptıkları taramada, saptadıkları kanser olgularının %37,5’inde, PRM’de anormallik olduğunu gösterirken, Catalona ve arkadaşları da aynı şekilde yaptıkları çalışmada saptadıkları kanser vakalarının %32,4’ünün PRM ve %43’ünün TRUS ile atlanabileceğini göstermişlerdir. Bizim çalışmamızda 100 prostat biyopsisi sonucuna göre; PRM ve TRUS bulguları kanser lehine olmayan ancak PSA düzeyi 4,0 ng/ml’ den yüksek olan 31 olgumuzdan 1 tanesinde(%3.22) kanser saptanmıştır. Oesterling, tPSA üst sınırını 4 ng/ml olarak alınır ve bu değerin üzerine biyopsi yapılır ise PSA’nın duyarlılığını %57, özgüllüğünün %68, pozitif kestirim değerinin %49, negatif kestirim değerinin %75 olduğunu, sınır değer olarak 10 ng/ml alınır ise duyarlılığın %23, özgüllüğün %96, pozitif kestirim değerinin %75 ve negatif kestirim değerinin %70 olduğunu bildirmiştir(76). Partin ve arkadaşları organa sınırlı kanserlerin büyük çoğunluğunun 2,8 ng/ml değeri ile tanınabileceğini öne sürerken, Oesterling ve arkadaşları 40-49 yaşlarındaki erkekler için 2,5 ng/ml ve 50-59 yaşlarındakiler için 3,5 ng/ml sınır değeri kullanmışlardır. Total PSA için kullanılan sınır değer düşürüldükçe duyarlılık artacak, özgüllük azalacak, buna bağlı olarak kanser yakalama oranı artacaktır. Fakat kanser yakalama oranı artmakla beraber gereksiz biyopsi sayısı da artacaktır(76-43). Bizim çalışmamızda PSA sınır değeri olarak 4 ng/ml olarak kabul edildiğinde; duyarlılığı %86, özgüllüğü %20, pozitif kestirim değerini%35, negatif kestirim değerini %88 olarak saptadık. Hastalarımızı serum PSA değerlerine göre 3 grupta inceledik. PSA seviyesi 2,6-4, 0 ng/ml olan grupta kanser saptama oranı %11, PSA seviyesi 4,1-10 ng/ml olan grupta %20, PSA değeri 10 ng/ml’nin üzerinde olan grupta ise %36 olarak saptandı. PSA’nın prostat kanseri tanısındaki değerini arttırmak amacıyla PSAD ve serbest/total PSA kavramları ortaya atılmıştır(55). Serbest PSA ölçümü, total PSA değerinin normal sınırlarda olduğu vakalarda kanser 47 saptama duyarlılığını arttırmak, total PSA’nın arttığı durumlarda ise özgüllüğünü artırmak ve yapılan biyopsi sayısını azaltmak amacıyla kullanılmaktadır. s/t PSA oranları baz alınarak yapılan çalışmalarda, %19-64 arasında negatif prostat biyopsisinin elimine edilebileceği gösterilmiştir. Oesterling ve arkadaşları eşik değer olarak %19 alındığında; tPSA değeri 3,0-4,0 ng/ml olan prostat kanserli hastaların %90’ına tanı konulabileceğini, eşik değer %19’dan yüksek alındığında ise; hastaların %15’inden az kısmında prostat kanserinin atlanacağını bildirmişlerdir. Catalona ve arkadaşları s/t PSA eşik değerini %22 aldıklarında; duyarlılığı %90, özgüllüğü %29, eşik değerini %25 aldıklarında; duyarlılığı %95 ve özgüllüğü %20 bulmuşlardır. PSAD, toplam serum PSA değerinin, TRUS ile ölçülen prostat hacmine bölünmesiyle elde edilir. Amaç burada da prostat kanseri tanısında PSA’nın değerini arttırmaktır. Catalona ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada, PSA değeri; 4.0-10.0ng/ml arasındaki hastalarda PSAD için eşik değeri 0,15 kabul ettiklerinde pozitif kestirim değerini %42 olarak saptamışlardır. Çalışmamızda PSAD eşik değerini 0,15 kabul ettiğimizde, literatür ile uyumlu olarak, pozitif kestirim değerimiz % 39 idi. Kliniğimizde yaptığımız bu çalışma, TRUS eşliğinde yapılan prostat biyopsisinin morbiditesinin az olduğunu ve hastalar tarafından rahat tolere edilebilen bir işlem olduğunu göstermiştir. Günümüzde kullanılan ultrasonografi cihazları ve hızlı ateşlenen otomatik biyopsi tabancaları sayesinde, TRUS eşliğinde prostat biyopsisi ciddi komplikasyonları az olan, poliklinik şartlarında uygulanabilen güvenli bir teknik haline gelmiştir. İşlem öncesinde uygulanan antibiyotikler sayesinde enfektif komplikasyonlar azalmıştır. Çalışmamızda biyopsi sonrası gelişen komplikasyonlar kısa süreli ve kendini sınırlayan şekilde olmuştur. Collins ve arkadaşları çalışmalarında, %58 hematüri, %43 rektal kanama, %28 hematospermi oranları bildirirken, Berger ve arkadaşları bu oranları, hematüri için %14,5; rektal kanama için %2,3; hematospermi için %36,3 ve idrar retansiyonu için %0,2 olarak bildirmişlerdir(77). Roger ve arkadaşları ise 405 hasta üzerinde yaptıkları bir çalışmada, komplikasyon olarak %57,6 hematüri, %18,3 rektal kanama, %65,3 hematospermi saptamışlardır(78). Bizim serimizde; rektal kanama ve hematüri gibi komplikasyonlar tedaviye gerek kalmadan birkaç gün içinde sona ermiştir. Komplikasyon oranlarımız ise %46 rektal kanama, %34 hematüri, %12 hematospermi, %7 idrar retansiyonu ve %1 akut prostatit gelişmiştir. Akut prostatit gelişen hastamızın tedavisi düzenlendikten sonra şikayetleri gerilemiştir. 48 SONUÇ Prostat kanseri erken tanı konulduğunda tedaviye çok daha iyi yanıt veren bir hastalıktır. Klinik olarak prostat kanseri tanısına giderken, TRUS öncesi hastanın mutlaka PRM ve serum PSA değerleri ile değerlendirilmesi gerekmektedir. Kanser araştırmasında PRM ile biyopsi kararı verirken tek başına kullanılmasında dikkatli olunması gereklidir. PRM subjektif bir metod olup duyarlılığı düşüktür. Belli bir boyutun altında olanlar ve transizyonel zonda yerleşen tümörler, PRM ile saptanamazlar. PRM'nin, TRUS ve PSA gibi tanı yöntemleriyle birlikteliğinde duyarlılığı artmaktadır. TRUS'de şüpheli bir lezyon varlığında, s/t PSA oranı ve PSAD normal veya yüksek olsa da mutlaka biyopsi yapılmalıdır. Biyopsi sadece şüpheli lezyona yönelik olmamalı, sistematik random biyopsi yapılmalıdır. Klasik 6 kadran biyopsi yerine perifere yönlendirilmiş 10 ila 12 kadran "core" biyopsilerde kanser yakalama oranı artmaktadır. TRUS'de şüpheli lezyon olmasa da, PRM şüpheli, PSA ve s/t PSA, PSAD gibi PSA'ya bağlı parametreleri kanser lehine olan olgularda da biyopsi yapılmalıdır. PSA değeri 4 ng/ml üzerindeki her hastaya biyopsi yapmak gerekli yöntem gibi durmaktadır. PSA değeri 4 ng/ml'den düşük olgularda, başta PRM ve PSA'ya bağlı parametreler olmak üzere malignite lehine bulgu olması, ve TRUS’inin bunu desteklemesi durumunda biyopsi kararı verilmelidir. PSAD, s/t PSA oranları daha az biyopsi, daha çok kanser bulma olanağı sağlayamamıştır. Bu parametrelerin kestirim değeri çok farklılık göstermektedir ve hepsinin kullanımının avantaj ve dezavantajları vardır. Rutinde kullanım için çok merkezli ve geniş serilerde çalışmalar devam etmektedir. TRUS rehberliğinde yapılan prostat biyopsisi; oldukça güvenilir, tolere edilebilen bir yöntemdir. 49 ÖZET Prostat kanseri günümüzde erkeklerde en sık görülen organ kanseridir. Akciğer kanserinden sonra ikinci sırada ölüm nedenidir. PRM, TRUS, PSA ve PSA’ya bağlı parametreler prostat kanserinin erken tanısında önemli bilgiler sağlamaktadır. Çalışmamızda; PRM, TRUS, PSA ve PSA’ya bağlı parametrelerin prostat kanseri erken tanısındaki yeri ve TRUS rehberliğinde yapılan biyopsinin sonuçları değerlendirilmiştir. Toplam 100 hastaya transrektal ultrasonografi eşliğinde prostat biyopsisi yapılmıştır. Olgularımızın toplam 31’inde(%31) malignite saptandı. Malign olguların hepsi adenokanser olup geri kalan 69(%69) olguda malignite saptanmadı. Kanser saptanan 31 olgunun 13 tanesinde perinöral invazyon mevcut idi. Biyopsi yapılan 100 olgunun 17 tanesinde yüksek grade PİN bulunmaktaydı. 17 PİN olgusunun 7 tanesi kanserli hastalarımızda tesbit edilmiştir. 4 tane hastada ise düşük grade PİN olgusu tesbit edilmiştir. Prostat kanserli hastaların %96.76’sı iyi ve orta derece gleason skoruna sahipti. PRM ve TRUS bulguları kanser lehine olmayan ancak PSA düzeyi 4,0 ng/ml’ den yüksek olan 31 olgumuzdan 1 tanesinde(%3.22) kanser saptanmıştır. Yapılan bu çalışmada elde edilen patolojik sonuçlarla kıyaslandığında tüm vakalarda en yüksek doğru tanı yüzdesi TRUS ile elde edilmiştir. Klinik olarak konulan öntanıların doğruluk yüzdeleri ultrasonografik inceleme ile belirgin olarak artmaktadır. 50 KAYNAKLAR 1. Whingo PA, Tong T, Bolden S. Cancer statistics 1995. CA CancerJ Clin 1995; 45:8-30. 2. Murph GP, Natarajan N, Pantes JE, et al. The national surve of prostate cancer in the United States by American College of Surgeons. J Urol 1982; 127:928--TJZ. 3. Tanagho, E.A.: Embryology of the Genitourinary System.: Smith's General Urology. Tanagho, E.A., McAninch, J.W. 13'h. ed. A.B.D.: Appleton-Lange., pp.17-29, 1992. 4. Krongrad, A., Droller, J.M. : Anatomy of the prostate. hi: Lepor, H., Lawson, R.K.(eds) Prostate Disease, p. 17-27, W .B. Saunders Company, 1993. 5. Villers, A. , McNeal, J.E., Redwine, E.A. , et al: The role of perineural space invasion in ~he local spread of prostatic adenocarcinoma. J. Urol. 142: 763-768, 1989. 6. Tanagho, E.A. : Anatomy of the lower urinary tract. hi: Walsh, P.C., Retik, A.B.,tamey, T.A., Vaughan E.D. (eds) : Campbell's Urology, 6th ed. p. 40-65, W.B. Saunders Company, Philadelphia, 1992. 7. Anafarta, K. : Urogenital organlarm anatomik ve histolojik yapisi . lginden : Anafarta, K. /~ (ed) : Uroloji, 1. Baski, s. 1-23, Güneş Kitapevi , Ankara, 1990. 8. Stamey, T.A., McNeal, J.E. : Adenocarcinoma of the prostate. In: Walsh, P.C., Retik, A.B., Stamey, T.A., Vaughan E.D.(eds) : Campbell's Urology, 6th ed. p. 1159-1221 , W.B. Saunders Company, Philadelphia, 1992. 9. McNeal, J.E. :The prostate and prostatic urethra: A morphologic study. J.Urol, 107: - 1008 , 1972 10. Mostofi, F.K., Davis, C.J. , Sesterhenn, LA.: Histopathology of prostate cancer. In: Lepor, H. Lawson, R.K. (eds) : Prostate Disease, p. 229-256, W.B. Saunders Company, 1993. 11. Lee F, Torp-Pedersen ST, Siders DB et al. Transrektal ultrasound in the diagnosisand staging of prostatic carsinoma. Radiology 1989; 170:609-615. 12. McNeal JE. The zonal anatomy of the prostate. Prostate 1981;2:35-49. 13. Bude R, Bree RL, Adler RS et al. Transrectal ultrasound appearance of granulomatous prostatitis. J ultrasound Med 1990;9:677-68014. Wingo PA, Tong T, Bolden S:Canser statistics, 1995, canser J Clin, 45:8, 1995. 14. Wingo PA, Tong T, Bolden S : Canser statistics, 1995, canser J Clin,45: 8, 1995. 15. Catalona WJ, Smith DS, Ratliff TL, et al: . Measurement of prostate-specific antigen in serum as screening test for prostat canser. New Engl J Med, 324:1156,1991. 16. Guthman DA, Wilson TM, Blute TM, et al: Biopsy -proved prostat canser in 100 conseccutiv men with bening digital rectal examinationan and elevated serum prostate-specific antigen level. Prevalence and pathologic characteristics. Urology, 42:150,1993. 17. Pienta KJ: Etiology, epidemiology and prevention of carcinoma of prostate. In Campbell’s Urology. Edited by Walsh PC, Retik AB, Stamey TA and Vaughan ED. Philadelphia: WB saunders Company. Seventh edition. Vol. 3 chapt. 80,pp 2489-2496,1997. 18. Epstein JI, Walsh PC, and Brendler CB: Radical prostatectomy for impalpabl prostate canser: The 51 Johns Hopkins experience with tumors found on transurethral resection(stage T1A and T1B) and on needle biopsy(stage T1C). J Urol,152:1721,1994. 19. Presti JC Jr, Hovey R, Bhargava V,et al: Prospective evaluation of prostatespecific antigenand prostate specific antigen density in the detection of carcinoma of the prostate: etnic variations. J Urol, 157: 907,1997. 20. Pienta KJ: Etiology, epidemiology and prevention of carcinoma of the prostate; in Walsh PC, Retik AB, Vaughan ED Jr. ,Wein AJ(eds) : Campbell’s Urology, ed 7, Philadelphia, W.B. Saunders Co. ,vol. 3 :2489-2496, 1998. 21. Begun, F.P.: Epidemiology and natural history of prostate cancer. In: Lepor, H. , Lawson, R.K. (eds) : Prostate Disease, p. 257-268, W.B. Saunders Company, 1993. 22. Mettin, C., Selinihas, S., Natarajan, N., Huben, R: Beta carotene and animal fats and their relationship to prostate cancer. Cancer 64: 605-612, 1989. 23. Narayan, P. ; Neoplasms of the prostate gland. Smith's General Urology, 13th edition, 392-408, 1992. 24. Porter, J.R., Brower, M.K. : Prostatic intraepitelial neoplasia and PSA Word J.Urol. ~/ _-,, 11:196, 1993. 25. Gleason, D.F. : Classification of prostatic adenocarcinoma. Cancer Chemother. Rep. 50: 125-128, 1966. 26. Gleason, D.F. , Mellinger, G.T. : The Veterans Administration Cooperative Urological, Research Group: Prediction of prognosis for prostatic adenocarcinoma and combined histological grading and clinical staging. J. Urol. , 111: 58-64, 1974. 27. Whitmore, W.F.JR: Naturel historystaging of prostate cancer. Uro. Clin. North Am. 11 :205-20, 1984. 28. Graham SD. :Critical assessment of prostat cancer staging cancer. 70: 269-274, 1992. 29. Rifkin MD. Staging of prostate cancer: clinical and imaging considerations. Riflcin MD, ed. Ultrasound of the prostate. 2°d edition. Philadelphia: Lippincott -Raven, 263-90, 1997. 30.Carter HB and Partin AW : Diagnosis and staging of prostat canser. In Campbell’s Urology. Edited by Walsh PC, Reik AB, Stamey TA and Vaughan ED. Philadelphia : WB Saunders Company. Eigth edition. Vol. 4 chapt. 88 pp 3055-3079,2002. 31. Gilliland F,Becher TM, Smith A, et al: Trends in prostate cancer incidance and mortalitiy in New Mexico are consistent with an increase in effective screning. Cancer Epidemiol Biol Prev, 3:105,1994. 32. Feightner JW :The early detection and treatment of prostate cancer :The perspective of the Canadian Task Force on the Periodic Health Examination. J Urol, 152: 1682,1994. 33. Bangma CH, Kranse R, Blijenberg BG, et al: The value of screning tests in the detection of prostate canser. Part 1. Results of a retrospective evaluation of 1726 men. Urology, 46:773,1995. 34. Savci,G. : Prostat kanserinde radyolojik algoritm. TRD ; 33 (3): 183-191, 1998. 35. Lee, F., Littrup, P.J., Torp-Pedersen, S.T., Mettlin, C., McHugh, T.A., Gray, J.M., et al. Prostate Cancer: Comparison of transrectal ultrasonography and digital rectal examination for screening. Radiology, 168: 394-398, 1988. 36. Vallancien, G., Prapotnich, D., Sibert, L., Comparison of the efficacy of digital rectal examination and transrectal ultrasonography in the diagnosis of prostate cancer. Eur. Urol., 16: 321-324,1989. 37. McCormack TR, Rittenhouse HG,Finlay JA, et al: Molecular form of prostate specific antigen and the 52 human kallikrein gene family:A new era. Urology, 45: 729,1995. 38. Stephan, C., Jung, K., Diamandis, E.P. et al : Prostate-specific antigen, its moleculer forms, and other kallikrein markers for detection of prostate cancer. Urology 59 : 2-8, 2002. 39. Roehrborn, C.G., Oesterling J.E., Olson P.J., et al : Hytrin Community Assessment Trial : Serial prostate-specific antigen measurements in men with clinically benign prostatic hyperplasia during a 12month placebo-controlled study with terazosin. Urology 50: 55661,1997. 40. Stenman, U.H., Alfthan H and the Scandinavian BPH study group : Effect of long term treatment with finasteride on free and total PSA in serum. J Urol, part 2, 155 : 698A, albsiract 1547, 1996. 41. Herschman, J.D., Smith D.S., Catalona, W.J. Effect of ejaculation on serum total and free prostatespecific antigen concentrations.Urology 50 : 239-43, 1997. 42. Nadler, R.B., Humphrey, P.A., Smith D.C., et at: Effects of inflammation and benign prostatic hyperplasia on elevated serum prostate-specific antigen levels. J Urol 154: 40713,1995. 43. Stamey, T.A. : Prostate Specific Antigen in the diagnosis and treatment of adenocarcinoma of the prostate . Urol., 10 : 49, 1989. 44. Thomson, R.D., Clejan, S. : Digital rectal examination associated alterations in serum prostate specific antigen. Am. J. Clin. Pathol., 97: 528, 1992. 45. Oesterling, J.E., Rice, D.C., Glenski, W.J., Brgstralh, E.S.: The effect of cystoscopy, prostate biopsy and transurethral resection of the prostate on the serum prostate specific antigen concentration. Urology., 42 : 3, 1993. 46. Stamey, T.A., Yang, N., Hay, A.R., McNeal, J.E., Freiha, F.S., Redvine, E.: Prostate specific antigen as a marker for adenocarcinoma of prostate. N. Eng. J. Med., 317: 909, 1987. 47. Tchetgen, M.N. ,Oesterling, J.E. :The Effect of Prostatitis,Urinary Retentioni Ejaculation and Ambulation on the Serum Prostate Specific Antigen Concentration.:Urol. Clin. North Am. , pp. 283-292, 1997. 48. Yuan, J.J., Coplen, D.E., Petros, J.A., Figenhou, R.S., Ratliff, T.L., Smith, D.S., Catalona, W.J.: The effect of rectal examination, prostatic massage, ultrasonography and needle biopsy on serum prostate specific antigen levels. J.Urol., 147: 810, 1992. 49. Prostate-Specific Antigen (PSA) Best Practice Policy. American Urological Association (AUA). Oncology (Huntingt). 14 (2): 267-280, 2000 50. Reissingl, A., Pointner,J., Horninger, W., et al : Comparison of different prostate-specific antigen cutpoints for early detection of prostate cancer :results of a large screening study. Urology 46: 6625,1995. 51. Catalona WJ, Richie JP, Ahmann FR, et al: Comparison of digital rectal examination and serum prostate specific antigen in the early detection of prostate cancer: Results of the multicenterclinical trial of 6630 men. J Urol,152:1506,1994. 52. Benson MC,Whang IS, Pantuck A,et al: Prostate Specific Antigen Density: Means of distinguishing bening prostatic hypertrophy and prostate cancer. J Urol, 147:815, 1992. 53. Seaman, E., Whang, LS., Olsson, C.A. et al : PSA density (PSAD) ; Role in patient evaluation and 53 management. Urol. Clin. North Am. 20: 653-63, 1993. 54. Carter HB, Pearson JD, Metter JE, et al :Longitudinal evaluation of prostate specific antigen levels in men with or without prostate disease.JAMA, 267: 2215,1992. 55. Carter HB, Pearson JD, Wacliwew, X., Walsh P.C., Epstein J.I.: PSA variability in men with BPH.J.Urol., 151:312,1992. 56. Catalona, W.J., Smith, D.S., Wolfert R et al. Evaluation of percentage of free serum prostate-specific antigen to improve specificity of prostate cancer screening. JAMA , 274: 1214-20,1995. 57. Catalona, W.J., Parin, A.W., Slawin, K. et al : A multicenter clinical trial evaluation of free PSA in the differentiation of prostate cancer from benign disease. J.Urol part 2, 157: 111, A 434, 1997. 58. Partin, A.W., Catalona W.J., Southwick, P.C. et al : Analysis of percent free prostatespecific antigen (PSA) for prostate cancer detection: influence of total PSA , Prostate volume, and age. Urology 48 (6A suppl) : SS-61, 1996. 59. Bree, R.L. ; The prostate, Diagnostic Ultrasound (icumack, Wilson, Charboneau).Volume 1, 1991. 60. Gürmen, N., Akdaş, A.; Prostatic Evaluation by Transrectal Sonography and Ultrasonically Guided prostatic biopsy. Marmara Medical Journal; 3-2: 103-105, 1990. 61. Shinohara, K., Scardino, P.T., and Wheeler, T.W.; The pathologic basis of the sonografic appearance of the normal and malignant prostate. Urol. Clin. North Am., 16: 674,1989. 62. Rifkin, M.D.,Ultrasound of the Prostate. Raven Press. New York . 101-190, 1988 63. W.F.DAHNERT;Prostatic evaluation by TRUS with histopathologic correlation:The echopenic appearance of early carcinoma, RADIOLOGY, 1986,S:97-102 64. D.D.BURKS;TRUS of benignant and malignant prostatic lesions, AJR,1986,146,S:1187-1191 65. F.LEE;TRUS in the diagnosis and staging of prostatic carcinoma, RADIOLOGY,1989,S:609-615 66. M.K.TERRIS;Invasion of the seminal vesicles by prostatic cancer, AJR,1990,155,S:811-815 67. Elliott, S.P., Shinohara, K., Logan, S.L., Carrol, P.R.: Sextant prostate biopsies predict side and sextant site of extracapsular extension of prostate cancer. J. Urol. 168: 105-9, 2002. 68. Hodge, K.K., McNeal, J.E. and Stamey, T.A.; Ultrasound-guided transrectal core biopsies of the palpably abnormal prostate. J. Urol., 142: 66, 1989. 69. Renfer, L.G., Schow, D.,Thompson, LM., et al. Is ultrasound guidance necessary for transrectal prostate biopsy. J.Urol. 154 (4): 1390-1391, 1995 70. Devonec, M.,Fendler, J.P., Monsallier, M.; et a1.The significance of prostatic hypoechoic area: results in 226 ultrasonically guided prostatic biopsies. J. Urol. 143 (2): 316-319, 1990 71. Keetch, D.W., Catalona W.J., Smith, D.S., Serial prostatic biopsies in men with persistently elevated serum prostate specific antigen values. J. Urol. 151 (6): 1571-1574, 1994 72. Uzzo, R.G., Wei, J.T., Waldbaum, R.S., et al. The influence of prostate size on cancer detection. Urology. 46 (6): 831-836, 1995 73. Stamey, T.A., Making the most out of six systematic sextant biopsies. Urology. 45(1);2-12,1995. 74. Chang, J.J., Shinohara, K., Bhargava, V., et al. Prospective evaluation of lateral biopsies of the peripheral zone for prostate cancer detection. J.Urol. 160(6 pt 1): 2111-2114,1998. 54 75. Eskicorapci,S.Y., Baydar, D.E., Akbal, C., Sofikerim, M., Gunay, M., Ekinci, S., Ozen, H., An extended 10 core transrectal ultrasonography guided prostate biopsy protocol improves the detection of prostate cancer. European Urology 45 .444-449, 2004. 76. Oesterling, J.E: Prostate Specific Antigen A Critical Assessment of the Most Useful Tumor Marker For Adenocarcinoma Of The Prostate. J. Urol., 145 : 907,1991. 77. Berger, AP., Gozzi, C.,Steiner, H., Frauscher, F., Varkarakis, J., Rogathsch, H., Bartsch, G.,Hoorninger, W., Complication rate of transrectal ultrasound guided prostate biopsy: A comparison among 3 protocols with 6, 10 and 15 cores. j.Urol.171(4):1478-1481, 2004. 78. Paul, R, Schöler, S., Randenborgh, H., Alschibaja, M., Busch, R., Hartung, R., Morbidity of prostatic biopsy for different biopsy strategies: Is there a relation to core number and sampling region to core number and sampling region. European Urology 45. 450-456,2004. 55