T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE SÜRYANİLER VE SÜRYANİLERİN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ: İDİL ÖRNEĞİ DOKTORA TEZİ Hazırlayan Gökhan SARI Tez Danışmanı Doç. Dr. Canan Ateş EKŞİ Ankara-2011 ONAY Gökhan SARI taraf›ndan haz›rlanan “GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE SÜRYANİLER VE SÜRYANİLERİN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ: İDİL ÖRNEĞİ” başl›kl› bu çal›şma 20.04.2011 tarihinde yap ›lan savunma s›nav› sonucunda oybirliği ile başar›l› bulunarak jürimiz taraf›ndan Uluslararas› İ lişkiler Ana Bilim Dal›’nda Doktora tezi olarak kabul edilmiştir. Sertaç BAŞEREN Prof. Dr. (Başkan) Haydar ÇAKMAK Prof. Dr. Mehmet Emin ÇAĞIRAN Prof. Dr. Mesut Hakk› CAŞİN Prof. Dr. Canan Ateş EKŞİ Doç. Dr. ÖNSÖZ Son yıllarda sosyal bilimler literatüründe ve Türkiye’de en çok ilgi duyulan konulardan birisi olan etnisite (etnik grup, etnik kimlik, kültürel kimlik ve azınlık) ve azınlıklar kavramı ile bu kavramlarla ilintili Türkiye’nin uluslararası nitelik kazanan sorunları akademik platformlarda en fazla gündeme gelen konulardan biri olmaktadır. Türkiye ve halkını inceleyen yerli ve yabancı akademisyen sayısı da çeşitli sebeplerden dolayı da her geçen gün artmaktadır. Objektif yaklaşımlar yanında siyasi gerekçelerle ortaya atılan birçok iddia, gri kalan bu konuları daha da anlaşılmaz bir sarmala dönüştürmektedir. Türkiye’nin uluslararası toplumla ilişkilerine ve konumuna da etki eden bu durumun aydınlığa kavuşturulması, ulusal bir sorun olarak objektif araştırmalara ihtiyaç duyar niteliktedir. Türkiye'de daha çok Hristiyan kimliği ile tanınan Süryaniler, dünyadaki dağılımları göz önüne alındığında sayısal olarak dikkat çekici bir rakama ulaşmasalar da taşıdıkları kimlik ve bulundukları coğrafyalardaki konumları itibariyle dikkate alınması gereken bir topluluktur. Özellikle Ermeni meselesi kapsamında uluslararası bir yalnızlığa itilmeye çalışılan Türkiye için Süryanilerin konumu, daha da önemli bir hal almaktadır. Süryani kavramı ve kökeni her ne kadar antropolojik ve etnografik bir konu olsa da günümüzde siyasal bir tartışmanın özünü oluşturması açısından bu araştırma içinde öncelikle ele alınması gereken bir konumdadır. Batı Süryanileri ile Doğu Süryanilerinin buluştuğu noktada, en eski Süryani yerleşim yerlerinden biri olan Şırnak’ın İdil ilçesinde, Süryanilere yönelik olarak yürütülen alan araştırmasını da kapsayan doktora tezim, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalına sunulmuştur. ii Yapmış olduğum çalışmalarda bana eşlik eden tüm dostlarıma, bu çalışmada benden her türlü desteklerini esirgemeyen, bilgi ve deneyimleriyle beni yönlendiren tez danışmanım Doç. Dr. Canan Ateş EKŞİ'ye ve saygıdeğer hocalarım Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK, Prof. Dr. Sertaç BAŞEREN ve Prof. Dr. Çınar ÖZEN’e teşekkürlerimi sunuyorum. Bunun yanında tez çalışmam süresince beni yalnız bırakmayıp cesaretlendiren sevgili eşim Yeşim ve canım kızım Ece’ye, tez çalışmama başladığımda varlığı bile olmayan ama şimdi kocaman olan oğlum Efe’ye sabırlarından dolayı çok teşekkür ederim. iii İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ........................................................................................................... i İÇİNDEKİLER ............................................................................................... iii SİMGELER VE KISALTMALAR................................................................... xi TABLOLAR .................................................................................................xiii ŞEKİLLER ...................................................................................................xiv HARİTALAR .................................................................................................xv GİRİŞ ..............................................................................................................1 BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE 1.1. KAVRAMSAL OLARAK ETNİSİTE (ETNİKLİK) ...................................11 1.1.1. Etnisite ve Etnik Gruplar ....................................................................11 1.1.2. Etnik ve Kültürel Kimlik ......................................................................17 1.1.3. Etnik ve Kültürel Sınırlar ....................................................................20 1.1.4. Kuramsal Olarak Etnisite ve Etnisite Teorileri ...................................21 1.1.4.1. İlkselci (Primordialist) Yaklaşım ..................................................21 1.1.4.2. Yapısalcı (Construction) Yaklaşım ..............................................23 1.1.4.3. Araçsalcı (Instrumentalist) Yaklaşım...........................................24 1.1.4.4. İcracı (Transactional) Yaklaşım ..................................................25 1.2. AZINLIK KAVRAMI VE KRİTERLER ....................................................27 1.2.1. Kavramsal Olarak Azınlık ve Tanımlaması........................................27 1.2.2. Azınlık Kavramının Tarihsel Gelişimi .................................................31 1.2.2.1. Birleşmiş Milletler (BM) Çerçevesinde Azınlıkların Korunması ...33 1.2.2.2. Avrupa Konseyi Çerçevesinde Azınlıkların Korunması ...............35 1.2.2.3. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT/AGİK)Çerçevesinde Azınlıkların Korunması ............................................................................37 1.2.2.4. Avrupa Birliği (AB) Çerçevesinde Azınlıkların Korunması...........40 iv 1.2.3.Azınlık Ölçütleri ..................................................................................44 1.2.4.Azınlık Türleri .....................................................................................45 1.2.5.Azınlık Hakları ....................................................................................48 İKİNCİ BÖLÜM SÜRYANİLER VE SÜRYANİLİK 2.1. SÜRYANİLER VE SÜRYANİLİK KAVRAMLARINA ETİMOLOJİK YAKLAŞIM ...................................................................................................52 2.1.1. Süryani Kelimesinin Anlam Yönünden İncelenmesi ..........................53 2.1.2. Süryani Kelimesinin Kökeni Yönünden İncelenmesi .........................56 2.1.3. Süryani Kadim Tabiri .........................................................................61 2.2. SÜRYANİ KİMLİK ARAYIŞLARI VE KİMLİK TANIMLAMALARI .........62 2.2.1. Süryani Kimlik Arayışları ...................................................................62 2.2.2. Etnik Yaklaşım Çerçevesinde Kimlik Tanımlamaları .........................65 2.2.2.1 Süryanilerin Arami Kökenli Olduğu İddiası...................................66 2.2.2.1.1. Kilise Eksenli Siyasal Söylem .............................................67 2.2.2.1.2. Filolojik Yaklaşım Kapsamında Süryani Kimliği ..................69 2.2.2.2. Süryanilerin Asurî Kökenli Olduğu İddiası...................................72 2.2.2.2.1. Milliyetçilik Eksenli Siyasal Söylem ....................................73 2.2.2.2.2. Arkeoloji ve Coğrafya Temelli Süryani Kimliği ....................78 2.2.2.3. Süryanilerin Kökeni İle İlgili Diğer İddialar ...................................81 2.2.3. Dinsel Yaklaşım Çerçevesinde Süryani Kimliği .................................84 2.3. SÜRYANİ GELENEĞİNDEN GELEN KİLİSELER VE SÜRYANİLER İLE İLİŞKİLİ OLAN TOPLULUKLAR..................................................................90 2.3.1. Nasturiler ...........................................................................................93 2.3.2. Melkitler (Melkoye) ............................................................................95 2.3.3. Maruniler ...........................................................................................97 2.3.4. Keldaniler ..........................................................................................98 2.3.5. Süryani Katolikler ............................................................................101 2.3.6. Süryani Protestanlar ........................................................................104 v 2.3.7. Hindistan Süryanileri .......................................................................104 2.4. SÜRYANİ KILISESINDE ÖRGÜTLENME VE HIYERARŞIK YAPI .....109 2.4.1. Episkoposluk ...................................................................................111 2.4.1.1. Patriklik .....................................................................................111 2.4.1.2. Mafiryanlık (Mafiryono-Catliklik) ................................................114 2.4.1.3. Metropolitlik (Matranlık) ............................................................114 2.4.1.4. Episkoposluk(Başrahiplik).........................................................115 2.4.2. Papazlık ..........................................................................................116 2.4.3. Diyakozluk .......................................................................................117 2.5. SÜRYANİLERDE İBADET VE İNANÇ ESASLARI .............................117 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TARİHSEL VE KÜLTÜREL ARKA PLAN 3.1. OSMANLI HÂKİMİYETİNE KADAR SÜRYANİLER ............................122 3.1.1. Hristiyanlık ve Süryaniliğin Doğuşu .................................................123 3.1.2. Antakya Kilisesinin Ortaya Çıkışı ....................................................124 3.1.3. Konsüller ve Anlaşmazlıklar ............................................................125 3.1.3.1. İznik Konsülü (MS 325) ............................................................127 3.1.3.2. İstanbul Konsülü (MS 381) .......................................................127 3.1.3.3. Efes Konsülü (MS 431) ............................................................128 3.1.3.4. Kadıköy Konsülü (MS 451) ......................................................128 3.1.4. Müslüman İdaresine Giren Süryaniler .............................................131 3.1.4.1. Haçlı Seferleri ve Süryaniler .....................................................134 3.1.4.2. Selçuklular Dönemi ...................................................................135 3.2. OSMANLI HÂKİMİYETİNDE SÜRYANİLER .......................................137 3.2.1. Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi ..................................................139 3.2.1.1. Değişen Düzen ve Yeni Hukuk .................................................142 3.2.2. Millet Sistemi içinde Süryaniler ........................................................145 3.2.3. Osmanlı Devletinde Misyonerlik ve Süryaniler ................................148 3.2.3.1. Katolik Misyonerler ...................................................................153 vi 3.2.3.1.1. Papalık Misyonerleri ve Keldani Kilisesinin Ortaya Çıkışı .154 3.2.3.1.2. Fransız Katolik Misyonerleri ve Süryani Katolik Kilisesi....157 3.2.3.2. Ortodoks Misyonerler................................................................158 3.2.3.3. Protestan Misyonerler ve Süryaniler .........................................160 3.2.3.3.1. İngiliz Protestan Misyonerleri............................................161 3.2.3.3.2. ABD Protestan Misyonerleri .............................................163 3.2.3.3.3. Alman Protestan Misyonerleri...........................................166 3.2.3.4. Misyonerlik Faaliyetlerinin Süryaniler Üzerindeki Etkileri ..........167 3.2.3.4.1. İç Çatışmalar ve Bölünmeler ............................................170 3.2.3.4.2. Kimlik Sorunu ...................................................................172 3.2.3.4.3. Entegrasyon ve Adaptasyon ............................................173 3.2.3.4.4. Toplumsal Çatışma ve Türk Düşmanlığı ..........................174 3.2.4. Birinci Dünya Savaşında Süryaniler ................................................176 3.2.4.1. Sevr, Azınlıklar ve Süryaniler ....................................................181 3.2.5 Osmanlı Dönemi Süryani Sorunsalı ve İsyanlar ...............................183 3.2.5.1. Bedirhan Bey Olayı ...................................................................184 3.2.5.2. Nasturi İsyanları ........................................................................186 3.3. CUMHURİYET DÖNEMİNDE SÜRYANİLER ......................................190 3.3.1. Millî Mücadele Dönemi ....................................................................192 3.3.2. İnkılaplar ve Uygulamaları ...............................................................196 3.3.3. Lozan Antlaşması ve Süryaniler ......................................................197 3.3.2.2. Patriklik Merkezinin Türkiye’yi Terk Etmesi ...............................205 3.3.2.3. İkinci Dünya Savaşı ve Varlık Vergisi .......................................206 3.3.2.4. 6-7 Eylül Olayları ve Kıbrıs Sorunu ...........................................208 3.3.2.5. 1980’den Günümüze ................................................................210 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ERMENİ MESELESİ IŞIĞINDA SÜRYANİLER 4.1. KISACA ERMENİ MESELESİ .............................................................213 4.1.1.Ermeni Meselesini Hazırlayan Sebepler...........................................216 4.1.2.Tehcir Kanunu ve Uygulaması .........................................................217 vii 4.1.3. Ermeni Meselesine Yönelik Görüşler ..............................................219 4.1.3.1. Atatürk’ün Ermeni Meselesine Bakışı .......................................220 4.1.3.2. Türkiyeli Ermeniler ....................................................................222 4.1.3.3. Türkiyeli Süryaniler ...................................................................223 4.1.3.4. Batı’nın Ermeni Meselesine Bakışı ...........................................224 4.1.3.5. Ermeni Meselesinin Bugüne Gelişinde Türk Aydını ..................225 4.2. ERMENİ-SÜRYANİ İLİŞKİSİ ...............................................................226 4.2.1. Misyonerlik Faaliyetleri ....................................................................229 4.2.2. İhtilaflı Mal ve Araziler .....................................................................230 4.2.3. Propaganda ve Dünya Kamuoyu ....................................................231 4.3. ORTAK PAYDA: SOYKIRIM ...............................................................235 4.3.1.Tarihsel Olarak Süryanilerin Maruz Kaldığı Katliamlar .....................238 4.3.2. Sözde Süryani Soykırımı (Seyfo) ....................................................240 4.3.2.1. Soykırım Etkinlikleri ..................................................................245 4.3.2.1.1. Konferanslar, Seminerler ve Toplantılar ...........................246 4.3.2.1.2. Sözde Soykırım Anıtları ....................................................248 4.3.2.1.3. Legal ve İllegal Örgütlenmeler ..........................................249 4.4. ERMENİ SÜRYANİ ETKİLEŞİMİ .........................................................251 4.4.1. Psikolojik Yönden Etkileşim.............................................................253 4.4.2. Maddi Yönden Etkileşim ..................................................................255 4.4.2.1. Tanıtım, Tanınma, Tazminat, Toprak, (4T planı) ......................256 4.4.2.2. Mevzuat Yönünden ...................................................................257 4.4.3. Tarihsel Etkileşim ............................................................................258 4.4.4. Dinsel Yönden Etkileşim..................................................................258 BEŞİNCİ BÖLÜM DÜNYADA SÜRYANİLER VE TÜRKİYE AÇISINDAN ÜLKESEL KONUMLARI 5.1. SÜRYANİ GÖÇÜ VE DİASPORA .......................................................261 5.1.1. Göç ve Göçün Nedenleri .................................................................262 viii 5.1.1.1. Göçün Kuramsal Nedenleri .......................................................263 5.1.1.2. Göç ve Göçmen Psikolojisi .......................................................264 5.1.1.3. Süryani Göçünün Nedenleri ......................................................266 5.1.1.3.1. Ekonomik Sebepler ..........................................................269 5.1.1.3.2. Siyasi Sebepler ................................................................271 5.1.1.3.3. Güvenlik ve Terör .............................................................272 5.1.1.3.4. Sosyo-Kültürel Sebepler ...................................................274 5.1.2. Göçten Dönüş ve Yeniden Yerleşim ...............................................276 5.1.3. Göçün Önlenmesine Yönelik Tedbirler ............................................279 5.2. SÜRYANİ ORTODOKS KİLİSESİ'NİN DÜNYADAKİ YAPILANMASI 282 5.3. SÜRYANİLERİN DEMOGRAFİK DAĞILIMLARI ................................287 5.3.1. Amerika ...........................................................................................291 5.3.2. Avrupa .............................................................................................293 5.3.2.1. Avrupa Birliği ............................................................................294 5.3.2.2. Almanya....................................................................................300 5.3.2.3. İngiltere .....................................................................................301 5.3.2.4. Hollanda ...................................................................................304 5.3.2.5. Belçika ......................................................................................305 5.3.2.6. Fransa ......................................................................................305 5.3.2.7. İsveç .........................................................................................308 5.3.3. Asya ................................................................................................309 5.3.3.1. Ortadoğu Ülkeleri ......................................................................309 5.3.3.1.1. Irak ...................................................................................311 5.3.3.1.2. Suriye ...............................................................................314 5.3.3.1.3. İran ...................................................................................316 5.3.3.2. Hindistan...................................................................................316 5.3.4. Avustralya .......................................................................................320 ALTINCI BÖLÜM TÜRKİYE SÜRYANİLERİ VE TÜRKİYE’DEKİ DURUMLARI 6.1. DEMOGRAFİK YAPI VE KİLİSE TEŞKİLATLANMASI ......................323 ix 6.1.1. İstanbul Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler .....................................326 6.1.2. Mardin Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler.......................................329 6.1.3. Turabdin Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler ...................................332 6.1.4. Adıyaman Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler .................................333 6.2. TOPLUMSAL İLİŞKİLERİ ...................................................................334 6.2.1. Süryani-Müslüman İlişkileri..............................................................334 6.2.2. Süryanilerin Diğer Hristiyanlarla İlişkileri .........................................338 6.2.2.1. Süryani-Süryani Katolik İlişkileri ................................................340 6.2.2.2. Süryani-Nasturi İlişkileri ............................................................343 6.2.2.3. Süryani-Keldani İlişkileri...........................................................344 6.2.2.4. Süryani-Süryani Protestan İlişkileri ...........................................345 6.2.2.5. Süryani-Rum İlişkileri ................................................................346 6.3. SOSYO-KÜLTÜREL DURUMLARI .....................................................347 6.3.1. Aile ve Evlilik ...................................................................................348 6.3.2. Süryani Dayanışması: Vakıflar ve Dernekler ...................................349 6.3.3. Süryaniler ve Eğitim Kurumları ........................................................352 6.3.4. Süryani Basın-Yayın Organları ve İletişim .......................................355 6.4. EKONOMİK DURUMLARI, SÜRYANİ MESLEK VE SANATLARI .....358 6.4.1. El Sanatları......................................................................................359 6.4.1.1. Telkâricilik ve Kuyumculuk ........................................................359 6.4.1.2. Diğer El Sanatları......................................................................360 6.4.3. Bağcılık ve Şarapçılık ......................................................................360 6.4.4. Taş İşçiliği ve Süryani Mimarisi .......................................................361 6.5. SÜRYANİLER VE SİYASAL HAYAT ..................................................363 6.5.1. Siyaset, Seçimler ve Süryaniler .......................................................364 6.5.2. İllegal Örgütlenmeler ve Terörizm ...................................................365 6.5.2.1. Süryani Örgütleri .......................................................................367 6.5.2.1.1. Beth Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü-BYDÖ ................369 6.5.2.1.2. Asurîstan Kurtuluş Partisi-GFA.........................................373 6.5.3. Etnik Milliyetçilik Çerçevesinden Süryaniler ....................................373 x 6.6. SÜRYANİLERİN TOPLUMSAL HAYATTA KARŞILAŞTIKLARI SORUNLAR................................................................................................377 6.6.1. İsim Verme ......................................................................................378 6.6.2. Din Değiştirme (İrtidâd ve İhtida) .....................................................379 6.6.3. Saldırı ve Gasp ...............................................................................380 6.6.4. Din Eğitimi .......................................................................................380 6.6.5. Gelir ve Gayrimenkuller ...................................................................381 6.6.6. Nüfus Cüzdanlarında Din Hanesi ....................................................383 6.6.7. Yabancı Düşmanlığı (Ksenofobi) .....................................................383 6.6.8. Sorunlara Yönelik Çözüm Çabaları .................................................384 6.7. İDİL SÜRYANİLERİ ÖRNEĞİNDEN TÜRKİYE SÜRYANİLERİ ..........386 6.7.1. Araştırma Alanı Olarak İdil ..............................................................386 6.7.2. İdil İlçesinin Sosyo-Kültürel Durumu ve Süryaniler İçin Önemi ........388 6.7.3. Anketin Uygulanması ......................................................................390 6.7.4. Anket Sonuçlarının Değerlendirilmesi .............................................391 6.7.4.1. Kişisel ve Genel Bilgilerin Değerlendirilmesi .............................391 6.7.4.2. Süryaniler ve Süryanilik Hakkında Bilgilerin Belirlenmesi .........393 6.7.4.3. Süryanilerin Türkiye Cumhuriyeti İçindeki Konumlarının Belirlenmesi ...........................................................................................397 6.7.4.3. Türkiye Cumhuriyetinin Bugüne Gelişinde Süryanilerin Etkileri 402 SONUÇ .......................................................................................................408 KAYNAKÇA................................................................................................419 EKLER ........................................................................................................456 ÖZET ..........................................................................................................469 ABSTRACT ................................................................................................471 xi SİMGELER VE KISALTMALAR AB Avrupa Birliği ABCFM American Board of Commissioners for Foreign Mission ABD Amerika Birleşik Devletleri a.g.e. adı geçen eser AGİK Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı AGİT Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı a.g.m. adı geçen makale a.g.t. adı geçen tez AİHS İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme AK Avrupa Konseyi ASALA Armée Secrétr la Libération de l'Arménie Bkz. Bakınız BM Birleşmiş Milletler BYDÖ Beth Nahrin Yurtsever Devrimcı Örgütü çev. çeviren ECOSOC Ekonomik ve Sosyal Konsey Ed. Editör EMBNET Ethnic Minority Business Network Fy/Cy Fikri veya cevabı yok GFA Gabo D'Furqono D'Othur GKK Geçici Köy Korucuları haz. hazırlayan JCAG Justice Commandos against Armenian Genocide MS Milattan Sonra MSHS Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesidir NGOs Non-Government Organisations (Hükümet Dışı Kuruluşlar) s. sayfa UNESCO United Nations Educational, Scientific and Cultural xii Organization (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) UNHCR United Nations High Commissioner for Refugees (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) UP Ulusal Program vd. ve diğerleri yy. yayın yeri yok/yayımcı yok 4T Tanıtım, Tanınma, Tazminat, Toprak xiii TABLOLAR Tablo 1. 1906 ve 1914 Osmanlı Nüfusunun Dinlere Göre Dağılımı…… 178 Tablo 2. Güneydoğu'da Süryani Nüfusu Tablosu…………………………. 269 Tablo 3. Karşılaştırmalı Dünya Süryani Mevcudu (Antakya Süryani Kilisesi Geleneğinden Gelen Cemaatler)……………………….. 288 Tablo 4. Ortadoğu’daki Hristiyanların Mezheplere Göre Dağılımı……… 309 Tablo 5. Hindistan’da Süryani Geleneğinden Gelen Kilise ve Cemaat Sayısı………………………………………………………………. Tablo 6. Mardin'in İlçelerinde Yaşayanların 1891 Yılında 318 Dini Özelliklerine Göre Sınıflaması…………………………………… 330 Tablo 7. 1980-2001 Yılları Arasında İdil ve Turabdin’de Süryani Nüfusu……………………………………………………………… 388 Tablo 8. 1985-2000 Yılları Arasında İdil’in Köylerinde Süryani Nüfusu.. 388 xiv ŞEKİLLER Şekil 1. Süryani Ortodoks Kilisesi ve Bölünmeler………………………… 92 Şekil 2. Hindistan Süryani Geleneğinden Gelen Kiliselerin Oluşum Diyagramı……………………………………………………………. 107 Şekil 3. Süryani Kilise Hiyerarşisi…………………………………………... 111 Şekil 4. Patriklerin Tarihi Görev Çizelgesi………………………………… 113 Şekil 5. 1 Nisan 2005 Süryani Bahar Festivali Davetiyesi Kapak Sayfası………………………………………………………………... 272 Şekil 6. Turabdin Metropolitliğinin Antetli Kağıt Örneği…………………… 332 xv HARİTALAR Harita 1. Dünyada Yoğunluğuna Göre Süryani Geleneğinden Gelen Toplulukların Dağılımı……………………………………………… 289 Harita 2. Türkiye Metropolitlikleri…………………………………………….. 325 GİRİŞ " Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez, ama her söylediğini düşünür." (A r i s t o t a l e s ) Sosyologlar tarafından toplum ve insanın etkileşimi, insanların neden ve nasıl bir toplum içinde düzenli yaşadıkları, bireylerin, grup ya da kurum üyelerinin nasıl yaşadıkları ele alınarak incelenirken, antropologlar tarafından insan toplulukları arasındaki farklılıkların nedenleri ele alınmaktadır. Uluslararası ilişkiler kapsamında ise bu sürecin devletin politikalarına etkisinin ne olduğu sorunsalı öne çıkmaktadır. Bu sebeple konuyu ele alabilmek için öncelikle sosyolojik ve antropolojik incelemelerden faydalanılması gerekmektedir. Ayrıca özellikle göç kavramına maruz kalmış toplulukların davranış kalıplarını ortaya koyması ve bu kapsamda birbiri ile yakından ilişkilendirebileceğimiz Ermeni meselesi ışığında yurt dışındaki Süryanileri anlayabilmemiz adına politik psikoloji de önem kazanmaktadır. İnsanlık tarihi göz önüne getirildiğinde, bugün için saf bir ırktan bahsetmek neredeyse mümkün değildir. Bu gerçekten hareketle; ulus devletler dâhil tüm devletler için homojen bir toplum yapısından ziyade heterojen bir toplum yapısından bahsetmek daha akılcı görülmektedir. Toplumu oluşturan kitlelerin kendilerini farklı görüp böyle adlandırması da bu anlamada olağan görülmektedir. Fakat toplum içindeki bu farklılıkların devlet yapısına etkileri ve devletlerarası ilişkilere etkileri genellikle karanlık kalan veya dolaylı olarak değinilen konulardan olmaktadır. İnsan topluluklarında, ait olduğu grubun farklılıklarını üstünlük, kendi grubu dışındakilerin farklılıklarını aşağılama şeklinde bir değerlendirme eğilimi vardır. Toplumsal çatışmalara veya çıkar çatışmalarına sebep olmadığı sürece sorun olmayan ve folklorik nitelik taşıyan farklılıklar üzerine yapılacak akademik ve bilimsel çalışmalar aynı zamanda olası çatışmaları da engelleyebilir niteliktedir. 2 Antropoloji ile uluslararası ilişkiler arasındaki etkileşim; antropolojinin topluluk kimliğine yönelirken elde ettiği bulguların ulus ötesinde yarattığı etki açısından düşünülmelidir. Yani antropolojinin yöneldiği topluluk kimliğine yönelik köken araştırmalarının sonuçları,1 ulus kavramının ötesine geçerek uluslararası bir etki yaratabilmektedir. Bu yönü ile uluslararası ilişkiler ile antropoloji bilimi etkileşim halindedir. Bu bağlamda Türkiye'deki topluluklara yönelik yapılan antropolojik ve sosyolojik çalışmalar bizim çalışmamızın tabanını teşkil edecek, Ermeni meselesi çalışmamıza ışık tutacak ve yaptığımız alan araştırması da kalan boşlukları doldurarak Süryaniler üzerine daha önce yapılan çalışmaların farklı bir yönünü ortaya koymuş olacaktır. Çalışmamızda ele aldığımız Süryanilerin, Türkiye’nin ulusal ve uluslararası konumuna etkilerinin incelenmesi açısından bir başlangıç niteliğinde değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Türkiye’de azınlıklar, etnik grup, etnisite gibi kavramların bir tabu yaklaşımı içinde ele alındığı görülmektedir. Bu yaklaşımdan kaynaklanan insanların birbirini, sorunlarını, ihtiyaçlarını ve beklentilerini anlayamadıkları, birbirlerine ithamlarda bulundukları da görülmektedir. Bir sarmal haline gelen bu toplum içi yabancılaşma ve ötekileşmenin tarihsel, toplumsal ve siyasal nedenlerinin olduğu da bilinmelidir. İç içe yaşayan topluluklar, bazı siyasal amaçlar doğrultusunda birbirlerinden uzaklaşmıştır. Bu durum insan hayatını zenginleştiren 'kültürel farklılıklara' ideolojik ve siyasal anlamlar yüklenerek, çoğu zaman bir grubun yaşaması için diğerinin öteki’, ‘yabancı’ ve giderek ‘düşman’, dolayısıyla engel olarak algılanması sonucunu doğurmuştur.2 Bu süreçte, diğer ideolojik 1 Sibel Özbudun, Şafak Balkı, Antropoloji: Kuramlar/Kuramcılar, Ankara, Dipnot Yayınları, 2005, s.9. 2 Prof. Safran’ın araştırmasına göre, “Osmanlı Devleti’nin yıkılışında azınlıkların büyük etkisi vardır.” önermesini, Ortadoğu Teknik Üniversitesi öğrencilerinin yüzde 77’si , Gazi Üniversitesi öğrencilerinin yüzde 83’ü desteklemiştir. Her iki grubun yüzde 9’u bu görüşe katılmadığını bildirmiştir. Bkz. Mustafa Bülbül, Türkiye’nin Süryanileri, İstanbul, Tasam Yayınları, 2005, s.21. 3 ve siyasal aygıtlarla birlikte din, en önemli etken olmuştur.3 Türkiye gibi dinlerin, dillerin, yolların buluştuğu coğrafyalarda farklılıkların özellikle dış etkilere açık olması bu onu, bu konularda hassas yapmaktadır. Süryaniler için emik (içerden bakış) veya etik bakış (dışarıdan bakış) açısından “din”, Süryani kimliğini belirleyici ana argüman olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan kimlik belirleme sürecini, azınlık psikolojisi ve devlet politikaları da etkilemektedir. Özellikle göç sonrası karşılaşılan yeni ortam bu duruma katalizör etkisi yaratmaktadır. Süryaniler için durum, bu kapsamda düşünülmelidir. Devletler açısından etnisite ve azınlık kavramları ulusal bütünlüğe karşı bir tehdit olarak algılanmaktadır. Devletleri bu şekilde düşünmeye zorlayan çeşitli nedenler vardır. Bunların başında etnik karşıtlıkların millet olgusuna darbe indirmek üzere kışkırtıldığı ve düşmanlıklar yaratıldığı endişesidir. Bu durum devletleri etnisite gibi kavramlar üzerine yapılan çalışmalara karşı temkinli olmaya zorlamaktadır. Aslında etnisite üzerine yapılan çalışmaların amacı “farklı kültürlerin birbirlerini anlayarak bir arada yaşamalarını kolaylaştırmak ve kültürel farklılıkları yönetmek için stratejilerin geliştirilmesine yardımcı olmak” olmalıdır.4 Bu amaç dışındaki uygulamalardan kaynaklanan sorunlar, devletleri kısmen haklı bir konuma taşımaktadır. Devletleri bu şekilde düşünmeye iten gelişmelerden birisi de 'etnik bağların', 'etnik farklılıkların' ve 'etnik çatışmaların', ekonomik modernleşme ve kültürel dünyevileşme çerçevesinde önemini yitireceği beklentisine rağmen; ne gelişmiş modern toplumda bireyin bağımsızlaşmasıyla birlikte bölgesel etnik gruplar çökmüş (liberal beklenti), ne de etnik çatışmaların 3 Devletlerin siyasal sürekliliklerinin devam etmesinde dinin üstlendiği rol yeni bir durum olmayıp sadece Ortadoğu’ya özgü de değildir. "Toplumun dirliği, esenliği ve güçlü bir devlet olgusu için" din ile devletin içiçeliğinin gerekliliği Hobbes ve Makyavel tarafından da vurgulamışlardır. Bunun yanında A. Comte da "şu veya bu şekilde bir ruhbanlığın bulunmadığı bir toplumun kendini idame ettirmesine de, gelişmesine de imkân yoktur" diye yazmıştır. Bkz. Nur Vergin, "Din ve Devlet İlişkileri: Düşüncenin 'Bitmeyen Senfoni'si", Türkiye Günlüğü, Sayı 29, 1994, s. 11. 4 Klaus Roth, "Folklor and Nationalism: The German Example and Its Implications for the Balkans", Ethnologia Balkanica, Publisher Waxmann Verlag, Issue 2, s. 76. 4 yerini rasyonel çıkar çatışmaları almıştır (Marksist beklenti). Yani etnisite tüm dünyada sosyal ve siyasal alandaki en önemli sorunlarından birisi haline gelmiştir.5 Ayrıca azınlık konumunda olan etnik grupların devlet ile ilişkisi ve geçmişte yaşanan olumsuz gelişmelerin etkisi de yadsınamamaktadır. Bu çalışmamızda, kimlik kargaşası içinde olan ve bugün akademik camiada dahi tanımlanma çelişkisi yaşayan Süryanileri, tarihi perspektif içinde Anadolu topraklarında yaşadıkları etkileşim ve bu etkileşime bağlı olarak dünyaya dağılmışlıklarını, Ermeni meselesi ışığında ele alarak, Türkiye’ye etkilerinin ne olduğunu ortaya koymaya çalıştık. Bu tez çalışmasının asli amacı, mümkün olduğunca bilimsel veriler ışığında, Hristiyanlığı ilk kabul eden topluluk olan Süryanilere yönelik, özellikle 1980 sonrasında Ermeni diasporasının etkisine girerek millî bir kimlik ve millî bir devlet yaratma gayesi çerçevesinde yapılmış olan çalışmaları, hem Süryaniler hem de Türkiye’ye etkileri açısından ele alarak, verilen karar ve izlenen politikaların belirlenmesine esas bilimsel bir taban oluşturmaktır. Süryaniler üzerine yapılan mevcut çalışmalara baktığımızda; Süryanilerin kökeni ve tarihi üzerine yapılan yayınlar,6 Süryanilerin dini ve 5 Wolfram Stender, "Etnik Uyanışlar", Varlık, çev. Yeşim Tükel, Sayı 120, 2001, s. 18-23. Bu tür yayınlar daha çok Süryaniler tarafından yapılmış ve konuyu ele alırken dinsel temaları ön plana çıkaran bazen siyasal nitelik de taşıyan yayınlardır. Bu özelliği taşıyan örnek çalışmalar için bkz Cebrail Aydın, Tarihte Süryaniler, İstanbul, Cilt I, Sıralar Matbaası, 1964; Aziz Günel, Türk Süryaniler Tarihi, Diyarbakır, Oya Matbaası, 1970; Hanna Dolapönü, Tarihte Mardin, İstanbul, Hilal Matbaası 1972; Yakup Bilge, Süryaniler: Anadolu’nun Solan Rengi, İstanbul, Yeryüzü Yayınları, 1996; Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, İstanbul, Zvi-Geyik Yayınları, 2001; Gabriyel Akyüz, Mardin İli’nin Merkezinde ve Civar Köylerinde ve İlçelerinde Bulunan Kiliselerin ve Manastırların Tarihi, İstanbul,yy. 1998; Hans Hollerweger, Canlı Kültür Mirası Turabdin, çev. Sevil Gülçur, Avusturya, Linz: Trauner Press, 1999; Muzaffer İris, Bütün Yönleriyle Süryaniler, İstanbul, Ekol Yayımcılık, 2003; Kenan Altınışık, 5500 Yılın Tanıkları Süryaniler, Altan Matbaacılık, İstanbul, 2004. Ayrıca batılı gezgin veya bürokratların Süryaniler üzerine yazdıkları yazılar da bu kapsamda ele alınabilir. Bkz. Austen Henry Layard, Ninova ve Kalıntıları, çev. Zafer Avşar, İstanbul, Avesta, 2000; W. A. Wigram ve T. A. Wigram, İnsanlığın Beşiği: Kürdistan'da Yaşam, çav. İbrahim Bingöl, İstanbul, Avesta Yayınevi, 2004. Bu gruba bilimselliği tartışmalı olan Süryanilerin baskı altında olduğu temasını tarihsel sürece taşıyan çalışmalara örnek olarak Surma Hanım, Ninova ve Yakarışı Doğu Asur Kilisesi Gelenekleri ve Patrik Mar Şamun'un Katli, İstanbul, Avesta Yayınları, 1996; Gabriele Yonan, Asur Soykırımı Unutulan Bir Holocaust, çev.Erol Sever, İstanbul, Pencere Yayınları, 1999; Hacer Yıldırım Foggo, Kırmızı Püskül: 1843-1846 Nesturi Katliamı, İstanbul, Chiviyazıları, 2002; Fr. Hyac. Simon des Fr. Precheurs, 1915: Bir Papazın 6 5 Süryani din adamları üzerine hazırlanan yayınlar7 ve Türkiye Süryanilerinin durumları ve kültürü üzerine hazırlanan yayınlar8 olarak gruplandırılabilir. Süryaniler üzerine yapılan çalışmalar özellikle daha çok Süryanilerin dinsel niteliğini ön plana çıkarır niteliktedir. Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde devamlı önüne çıkarılan Ermeni meselesinin önemi ortadayken, uluslararası arenada ısıtılmaya başlanan Süryani meselesinin bilimsel anlamda ele alınması ve Türkiye’ye etkilerinin neler olduğunun bilimsel olarak ortaya konulması bugün üzerimize düşen bir görevdir. Türkiye’de yaşayan ve bugün bir “mozaikten” ziyade “ebru” görünümü içindeki tüm topluluklar gibi Süryanilerin de bu sanatsal tablonun bir rengi olarak tabloda görülmesi ve bilinmesi ayrıca önem arz etmektedir. Sosyal bir konu olan Süryaniler, Göle’nin dediği gibi “İçinde yaşadığımız toplumsal tarihten ve buna gösterdiğimiz kişisel duyarlılıklardan bağımsız” değildir.9 Bu konuyu ele alırken sıradan, toplumsal sorunlardan bağımsız ölçütlerle ele almaya çalışmamıza rağmen tarafsızlığımız sorgulanabilir niteliktedir. Tüm bunlara rağmen içinde yaşanılan toplumun sorunlarına duyarlı, bir bilimsel yaklaşım içinde girilmeye çalışılmıştır. Günlüğü, çev. Mehmet Baytimur, İstanbul, Peri Yayınları, 2008 verilebilir. Ayrıca bu gruba tarihsel ve siyasal niteliği sebebiyle Stefan Andersson, Asurlar, çev. Erol Sever, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1992; Erol Sever, Asur Tarihi, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1993; K. P. Matiyef (Bar Matay), Asurlar ve Modern Çağda Asur Sorunu, çev.Vahap Kelat, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1996; Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi çev. Nurettin Hiçyılmaz, İstanbul, Doz Yayınları, 2005 gibi yazarların eserleri de dâhil edilmelidir. 7 Bu konudaki çalışmalar ayrıca Hıristiyanlık içindeki dinsel ayırımlara yönelmiştir. Yakup Bilge, Süryaniler: Anadolu’nun Solan Rengi, İstanbul, Yeryüzü Yayınları, 1996; Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, İstanbul, Zvi-Geyik Yayınları, 2001; Mehmet Çelik, Ortadoğu Mozayiği Süryaniler-Nasturiler Elazığ, Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Yayınları, 1996; Mehmet Çelik, Süryani Tarihi, Ankara, Cilt I, Ayraç Yayınları, 1996; Muzaffer İris, Bütün Yönleriyle Süryaniler, İstanbul, 2003; Kenan Altınışık, 5500 Yılın Tanıkları Süryaniler, İstanbul, Altan Matbaacılık, 2004. 8 Süryanilerin “Türk” veya “Türko-semitik” olduklarını açıklamaya çalışan Günel, Türk Süryaniler Tarihi, Diyarbakır, Oya Matbaası, 1970; Mehlika Aktok Kaşgarlı, Mardin ve Yöresi Halkından Türko-Semitler, Kayseri, Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1991; Midhat Sertoğlu, Süryani Türklerinin Siyasi ve İçtimai Tarihi, İstanbul, Baha Matbaası, 1974; Aziz Koluman, Ortadoğu’da Süryanilik (Dini-Sosyal-Kültürel Hayat), Ankara, ASAM Yayınları, 2001, Süryanileri kaybolan değer olarak gören Yakup Bilge, Süryaniler: Anadolu’nun Solan Rengi, İstanbul, Yeryüzü Yayınları, 1996; B.Murat, Öztemir, Yezidiler Ve Süryaniler, İstanbul, Ekin Yayınları, 1988; Yelda, İstanbul’da ve Diyarbakır'da Azalırken, İstanbul, 3. Baskı, Belge Yayınları, 1996 v.b. siyasi amaçlı olarak değerlendirilebilecek çalışmalardır. 9 Nilüfer Göle, Mühendisler ve İdeoloji, İstanbul, Metis Yayınları, 1998, s.7. 6 Süryanilerin kim olduğu konusu, esasında meselesinin en önemli ve ilk ayağını oluşturmaktadır. Konumuz anlamında Süryani kimliğinin kökeni, siyasal bir anlam ifade ettiği için çok önemlidir. Kökenin bağlandığı noktaya göre konu farklı şekiller alabilmektedir. Diğer taraftan Süryani kelimesi ile kimlerin kast edildiği de ayrı bir sorun olarak görülmektedir. Mesela, Süryani denildiği zaman bazen Keldaniler, bazen Nasturiler, bazen Asurîler kastedilirken bazen de bunun tam tersi olarak, Asurî denildiğinde de diğerlerinin kastedildiği görülmektedir. Bu çalışmada temel olarak ‘planlama-yönelme’, ‘toplama’, ‘değerlendirme-analiz’ ve ‘sonuç’ döngüsü olacak şekilde dört safhalı bir yöntem izlenmiştir. Başlangıçta sorun ve soruna yönelik çözüm kanalları belirlenerek hazırlanan plana göre literatür taramasına başlanmış, Süryaniler ile ilgili tezler, kitaplar, makaleler, haberler, internet portalları gibi tüm bilgi kanallarından konuya ilişkin bilgiler toplanmış, yapılan değerlendirme sonrası konularına göre tasnif edilmiştir. Tasnif edilen kaynaklar konu gruplarına göre incelenerek yapılan değerlendirme ve analiz sonucunda elde edilen bulgular teze aktarılmıştır. Elde edilen bulgular ve niceliksel bilgiler konunun bütünlüğüne yeterli olmayacağından nitel veriye gereksinim duyulmuş ve bu amaçla tez çalışmasında alan araştırması yapılmaya karar verilmiştir. Alan araştırmasında anketin dışında sözlü tarih yöntemi olarak mülakat ve gözlemsel bulgular da değerlendirmeye alınmıştır. Alan araştırması Temmuz 2005-Ağustos 2007 yılları arasında yapılmış olup bu çalışmada sunulan bilgiler sadece, söz konusu süre içerisinde elde edilen bilgilerle sınırlı değildir. Başlangıcı 2005 yılı olmakla beraber günümüze kadar devam eden süreçte mevcut ilişki etik bir süreçte devam edegelmiştir. 7 Alan araştırmasına, görev ilişkisi ile başlanmış olması sebebiyle başlangıçta grubun, lider görünümündeki kişiler ile temas edilmiş, daha sonra diğer kişiler ile temas kurulmaya çalışılmıştır. Görev ilişkisi ile sürecin başlamış olması, önceleri grup ile ilişkilerde tereddüt doğurmuş fakat ilerleyen süreçte ilişkiler samimi bir platforma taşınmıştır. Ayrıca ankete verilecek cevaplarda samimiyeti ve gerçek düşünceleri temin edebilmek için anket uygulaması öncesinde Öğündük köyünden lise mezunu bir kişi ile birlikte çalışılmış, anket uygulamasının bir kısmı onun vasıtasıyla yapılmıştır. Böylece anketin geçerlilik ve güvenirliği arttırılmaya çalışılmıştır. Bazı dinî liderler ile görüşme yapılırken kamera ve kayıt cihazının kullanılmasını istememeleri, kendilerinin bir endişe içinde olduklarını hissetmeme neden olmuştur. Ayrıca kendilerinin güvendikleri kişiler eşliğinde görüşmeler yapılarak düşüncelerin objektif dile getirilmesine çalışılmıştır. Başlangıçta karşılaşılan bu sorun ilerleyen süreçte aşılarak görüşmeler daha rahat olarak yapılmıştır. Çalışmamızı desteklemek için uyguladığımız anket soruları önce “Microsoft Excel” programı ile incelenmiş, daha sonra da elde edilen bulguların güvenirliği, Sonar Danışmanlık ve Araştırma Limited Şirketi vasıtasıyla yeniden değerlendirilmiştir. Alan araştırmaları göreceli bir süreç olması sebebiyle, elde edilen bilgilerin de yanıltıcı olma ihtimali vardır. Alan araştırmalarıyla elde edilen bilgilerin doğruluğu ve güvenilirliğinin kişilere göre göreceli olması, her kültürün kendi içindeki belirli oranda farklılığı ve değişkenliği, araştırmacıların da farklı kültürlerden geliyor olması, alan araştırmalarını bilimsellik adına zorlamaktadır. Ancak alan araştırmalarının aşamalarının açık bir şekilde anlatılması ve hangi koşullarda yapıldığının belirtilmesi elde edilen bilginin güvenilirliğini arttırmaktadır.10 Bu kapsamda yapılan görüşmeler daha çok onların kendi mekânlarında (manastır, kilise, köy, ev) 10 E. Paul Durrenberger, " Ethnography ", ed. David Levinson ve Melvin Ember, Encyclopedia of Cultural Anthropology, New York, Vol. 2, Henry Holt and Company, 1996, s.418. 8 günübirlik olacak şekilde sohbet ortamında yapılmıştır. Önceleri çekinceli olarak sorulara verilen tereddütlü yanıtlar ilerleyen zamanlarda samimi bir şekil almıştır. Bu sohbet anlarında, kendilerini baskı altında hissettiklerinden dolayı nadir olarak kamera, ses kayıt cihazı, defter ve kalem kullanılmıştır. Görüşmelerde elde edilen bilgi ve bulgular görüşme sonrasında yazıya geçirilmiştir. Ayrıca alan araştırması sırasında, bölgede yaşayan Süryani olmayan gruplarla Süryaniler hakkında da görüşmeler yapılmıştır. Ancak bu görüşmelerde dikkatimi çeken hususların başında bölgede yaşayan grupların birbirleri hakkında yeterli bilgilerinin olmadığı gibi çoğu hurafelere dayanan bilgilere itibar ettikleri ve hatta kendileri hakkında da yeterli bilgilerinin olmadığıdır. Alan araştırmalarında araştırmacıların karşılaştığı en önemli sorunlardan birisi dil (lisan) olsa da bölgedeki grupların hepsinin ortak kullandığı dilin Türkçe olması sebebiyle, araştırma esnasında iletişim dili olarak kullandığım Türkçe bir sorun yaratmamıştır. Tezimiz altı bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde kuramsal ve kavramsal çerçevenin oluşturularak özellikle etnisite ve azınlık kavramları üzerinde durulmuştur. İkinci bölümünde Süryani ve Süryanilik kavramlarına etimolojik çerçeveden başlayarak yaklaşılmış, bu kavramlar üzerine inşa edilen siyasi söylemlerin temeli ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Ayrıca Süryani geleneğinden veya ekolünden gelen diğer topluluklar ele alınarak Süryaniler ile olan ilişkileri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Üçüncü bölümde tarihsel ve kültürel arka plan, üç dönem olarak ele alınarak, bugün sorun olduğu düşünülen konuların geçmişi mümkün olduğunca tarihsel sıraya uygun olarak ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. 9 Dördüncü bölümde Ermeni Meselesinin gelişimi penceresinden Süryani meselesine bakılarak, aralarındaki ilişkinin seviyesi neden sonuç ilişkisi içinde belirlenmeye çalışılmıştır. Beşinci bölümde dünyadaki Süryanilerin göç ve göçle ortaya çıkan demografik değişimi ele alınmış ve bu kapsamda göçün ortaya çıkardığı toplumsal travma belirlenerek Türkiye’ye etkileri incelenmeye çalışılmıştır. Son bölümde Türkiye Süryanilerinin ülke içi kilise yapılanması, diğer toplumlar ile ilişkileri, sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasi durumları ele alınarak karşılaştıkları sorunlar ve çözüm yöntemleri belirlenmeye çalışılmıştır. Ayrıca tezin bu bölümünde, İdil ilçesinde uygulanan anket sonuçları aktarılarak konunun emik yönü yansıtılmaya çalışılmıştır. BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE ‘’Her insan kendi görüş sahasının sınırlarını, dünyanın sınırları olarak kabul eder.’’ (Arthur Schopenhauer) Dünyada bilim adamlarının etnisite konusuna ilgisi 1950'lerden sonra artmaya başlamış olmasına rağmen, bu ilgi Türkiye'de ancak 1990'lardan itibaren artmaya başlamıştır. Diğer taraftan azınlık kavramı ise 16’ncı yüzyılda siyasi gerekçelerle Katolik veya Protestanlar için dinî nitelikte kullanılmaya başlamış ve zamanla “millî azınlık” kavramı ön plana çıkmaya başlamıştır.1 Osmanlı devletinin yönetim sistemi olan “millet” kavramını oluşturan dinî topluluklar Osmanlı siyasetinin zayıfladığı son dönemlerde Batılı devletlerin siyasi metası olmuş ve bu topluluklar aynı zamanda uluslaşma sürecinin de çekirdeğini oluşturmuştur. Birbirinden ayrı düşünülmesi neredeyse imkânsız olan etnisite ve azınlık kavramları, çalışmamızdaki kavramsal ve kuramsal çerçevenin özünü oluşturmaktadır. Etnisite ve azınlık konusu, Türkiye açısından Ermeni meselesi çerçevesinde şekillenen dış boyutlu ve etnik ayrılıkçı terör eylemleri çerçevesinde şekillenen iç boyutlu akademik çalışmalar olmak üzere iki boyutta da ele alınabilir. Son yıllarda akademik çalışmalardaki artışa rağmen, Türkiye'deki etnik gruplara ve etnik sorunlara yoğunlaşan yayınlar, daha çok akademik camia dışındaki kişiler tarafından yapılmakta ve bu durum pek çok sorunu da beraberinde getirmektedir. Konunun hassas 1 Bu konuyu örnekleyen çalışmalar için bkz. Nuri Bilgin, Cumhuriyet, Demokrasi ve Kimlik Sorunu, İstanbul, Bağlam Yayınları, 1997. 11 olması ve istismara açık olması, Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumu da göz önüne alındığında ciddiyet ile ele alınması gerektiği anlaşılmaktadır. Etnisite somut bir kavram gibi algılansa da kimi zaman içinde yaşadığı toplum tarafından, kimi zaman devlet tarafından, kimi zamansa dil, din, hukuk, siyaset, ekonomi tarafından belirlenen soyut ve akışkan bir kavram olarak da karşımıza çıkmaktadır. 1.1. KAVRAMSAL OLARAK ETNİSİTE (ETNİKLİK) Özellikle heterojen bir toplum yapısına sahip ülkelerde tanımlanması zor bir kavram olan etnisite (etniklik), genelde topluluklar arasında kimi zaman dil, kimi zaman din, kimi zaman dış görünüş, kimi zamansa geçim biçimi şeklinde tezahür eden farklılıklarla ilgilidir. Bu liste tarihsel, toplumsal ve siyasal koşullara bağlı olarak da uzatılabilir.2 Bu gruplar arası farklılıklar, herhangi bir gruba üye olma ve ortaklık için her isteyenin o gruba üye olamayacağını da beraberinde getirmektedir. 1.1.1. Etnisite ve Etnik Gruplar Alışılageldik biçimde kullandığımızda insan olmanın iki hali; ya “biri” olmak ya da “öteki” olmak3 olarak algılanan etnisite teriminin kökeni Grekçe “ (ethnos)” kelimesi olup, bu dönemde ethnos kelimesi ile kesin bir siyasallıktan çok dil, din, gelenek ve kan bağını da içeren gevşek bir birliktelik türünü ifade etmek için kullanılmış4 ve bütün kullanımlarında “genos” ile birlikte var olmuştur. Grekler için “Genos” genellikle akrabalık anlamında kullanılırken “ethnos” ise Grek olmayanları tanımlamak için kullanılmıştır. Genos terimi ethnos'tan daha fazla aynı soya dayalı gruplar için kullanılmıştır. 2 Ethnos terimi ise Grekçe “yapılaşmamış”, “kabilesel” Thomas Hylland Eriksen, Kültür Terörizmi: Kültürel Arınma Düşüncesi Üzerine Bir Deneme, çev. A. Önder Otçu, İstanbul, Avesta, 2001, s.29. 3 Hakan Aytekin, “Aynı Ağacın Altında Buluşmak”, I’nci Uluslararası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007. 4 Sibel Özbudun, Kültür Hâlleri, Ankara, Ütopya, 2002, s.316. 12 anlamında kullanılmış ve çevresel halklara gönderme yapmıştır. İlk anlamı, "birlikte yaşayan insan grubu, topluluk" olan ethnos kelimesi, Homeros'tan sonra "ulus, halk" anlamında kullanılmaya başlanmıştır. İlerleyen süreçte etnisite; yabancı, barbar halklar için kullanılmaya başlanmıştır. İncil'in içinden doğduğu, Yeni Ahit'i yazanlara göre, ta ethnê, Yahudi veya Hristiyan olmayan halkları, yani kafirleri ve paganları kastetmek için kullanılmıştır.5 İngilizce'de de “ethnic”; (etnik) Hristiyan ya da Musevi olmayan, diğer bir ifade ile yine “kafir” ya da “pagan” olanları işaret etmek için kullanılmıştır. Etnik terimi bu durumda daha çok “dinsel ötekiliğe” işaret edecek biçimde kullanılmıştır.6 Kafir ya da pagan anlamını 14’üncü yüzyıldan 19’uncu yüzyılın ortalarına kadar koruyan terim, bu dönemden itibaren giderek ırksal bir nitelikte kullanılmaya başlanmıştır. 1950'lerden itibaren ise hızla yaygınlaşmaya başlayan etnik grup, etnik cemaat, etnik kimlik, etnisite gibi kelimeler genel anlamda göçmenleri işaret etmek için kullanılmıştır.7 Terim daha sonra akademik kullanımda genel olarak ortak kültürel mirası paylaşan bir grubu göstermek için kullanılmıştır.8 Ethnos kökünden türeyen terimlerin tarih içinde geçirdiği değişim kapsamında; bu kelimenin biyolojik ve soya dayalı farklılıklardan çok, kültürel farklılıkları ifade etmek ve bir siyasallıktan ziyade bir tür beşeri birlik biçimi ile kendinden farklı olanı, yani “ötekini” ifade etmek için kullanıldığını söyleyebiliriz.9 Etnisite, siyasi iktidara ya da maddi bir mülkiyete doğrudan sahip olmaktan daha çok mitlere, belleğe, değerlere, sembollere ve bunların iktidar ve maddi mülkiyete yüklediği 5 Henry George Liddell, Robert Scott, A Greek-English Lexicon, Oxford, Trustees of Tufts University, 1940, (Erişim) http://artfl.uchicago.edu , 11 Ekim 2008. 6 Stephen Cornell, Douglas Hartmann, Ethnicity and Race-Making Identities in a Changing World, London, Pine Forge, 1998, s.16; Elizabeth Tonkin, Maryon McDonald, Malcolm Chapman, History and Ethnicity, London ve New York, Routledge, 1989, s.13. 7 Thomas Hylland Eriksen, Etnisite ve Milliyetçilik: Antropolojik Bir Bakış, çev. Ekin Uşaklı, İstanbul, Avesta, 2004, s.4. 8 Anthony D. Smith, Millî Kimlik, çev. B. Sina Şener, İstanbul, İletişim Yayınları, 1994, s.42-43; C. F. Marden, "Azınlıklar Sosyolojisine Giriş", Ed. O. Türkdoğan, Etnik Sosyoloji-Türk Etnik Sosyolojisi, İstanbul, Timaş, 1997, s. 34. 9 Suavi Aydın, Kimlik Sorunu, Ulusallık ve Türk Kimliği, Ankara, Öteki Yayınevi, 1998, s.53; Anthony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, çev. S. Bayramoğlu ve H. Kendir, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2002, s.46. 13 anlamlara ilişkin bir fenomendir.10 Etnik ideolojinin, insanları kan bağına dayalı kültürel açıklamalar yoluyla ikna etmeye çalışmasına rağmen, dayanışmanın temelinde kan bağının bulunması gerektiği düşüncesi aslında o kadar da evrensel değildir.11 Keza Smith bu kapsamda, etnisiteyi dışsal nitelikleri ön planda olarak yorumlamakta ve tarihselliği en önemli nitelik olarak değerlendirmektedir.12 Etnisite ile ilgili birçok kişi tarafından da kabul edilen “kolektif isim, ortak soy miti, ortak tarih, ortak kültür, belirli bir bölge/mêkan/toprak parçası ile özdeşleşme, dayanışma duygusu” gibi kavramlar her zaman bu kavram içinde nitelendirilebilecek tüm topluluklarda aynı zamanda ve bir arada bulunamayabilir.13 Bu özelliklerden hangilerinin, hangi zamanlarda daha belirgin veya baskın olabileceği topluluktan topluluğa farklılık gösterebilmektedir. Bu özelliklerin varolma veya etkinlik dereceleri de gerek aynı etnik grupta gerekse farklı gruplarda zamana, mêkana, gruplar arası ilişkilere ve diğer toplumsal koşullara göre değişebilmektedir. 10 Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.53-55. Eriksen, Kültür Terörizmi:, s.64. 12 Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.46. 13 1. Kolektif İsim: "Etnik toplulukların kesin bir işareti ve simgesi"olan isimler, topluluklara 'öz'lerini hatırlatır ve topluluklar bu isimlerle kendilerini diğerlerinden ayırır. Bu isimler grubun kendisi tarafından veya başkaları tarafından da verilmiş olabilir. 2. Ortak Soy Miti: Bir etnik grup üyeleri için "etnik bağlam ve duygudaşlığın temelini oluşturan anlamlar bütününün anahtar öğeleri yaradılışa ve soya ilişkin mitlerdir". "Bir soy miti; neden birbirimize benziyoruz?" Neden bir topluluk halindeyiz? Sorularına yanıt vermek durumundadır. Burada dikkat edilmesi gereken mitlerin bilimsel gerçek gibi sunulması hatasıdır. 3. Ortak Tarih: Ortak bir tarihsel anlayış, birbirini izleyen kuşaklar ortak birikime eklenmesini ve deneyimlerin birleştirilmesini sağlar. Böylece 'paylaşılan bir bellek' üzerine topluluklar inşa edilmiş olur. 4. Ortak Kültür: dil, din, görenekler, gelenekler, kurumlar, yasalar, folklorik öğeler, mimari, giyim, beslenme, müzik ve sanat, hatta ten rengi ve fiziksel görünüş de farklılıkları gibi toplulukların benzerlik veya farklılıkları ortaya çıkar. 5. Belirli Bir Bölge/Mêkan/Toprak Parçası ile Özdeşleşme: Etnisitenin veya bir etnik grubun kendisini özdeşleştirdiği bir toprak parçası, ülke ya da 'anavatan' her zaman vardır. Bu anavatan, üzerinde yaşanılan yer olabileceği gibi bellekteki uzak bir yer de olabilir. Bir toprak parçasının anavatan olması için hem 'özdeşlik' hem 'tanınma' olmalıdır 6. Dayanışma Duygusu: Tehlikeli zamanlarda topluluk içindeki sınıfa, cinsiyete, gruba ve bölgeye dayanan bölünmeleri en aza indirecek güçlü bir aidiyet ve etkin bir dayanışma duygusu da olmalıdır. Detaylı bilgi için Bkz. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.46-58. 11 14 Bir grubu diğer gruplardan ya da çoğunluktan ayırt etmek ve farklılığını belirlemek için hafızasında yer bırakacak tehcir gibi toplumsal olaylar yaratılması bu bakımdan önemlidir.14 Ermeni meselesi ile gündeme gelen ve Süryaniler tarafından da son dönemde dillendirilmeye başlanan tehcir ve buna bağlı sözde soykırım iddialarının nedeni bu kavram içinde mütalaa edilebilir. Bu açıklamanın yanında, etnik kimlik ve etnik grubu biçimlendiren ve sürekliliğini sağlayan etmenler ise; yerleşiklik ve nostalji, kurumlaşmış din ve devletlerarası savaş olarak adlandırılabilir.15 Bu kavramlardan “Yerleşiklik ve Nostalji” ile kaybedilmiş bir geçmişe duyulan özlem ifade edilmektedir. Nostalji bazen uzun yıllar önce ataların göç edip geldiği bir uzak coğrafyaya ya da şu anda yaşanılan coğrafyanın eski ve aslında bilinmeyen ama mitlerle yeniden yaratılan veya “hayal edilen” yaşam biçimine yönelik olabilir. Bu yaklaşım, geçmişi; özlenen ve paylaşılan bir öyküde birleştirmek için “Asur” kimliğinin ön plana çıkarılmaya çalışılmasının nedeni olarak düşünülebilir. Dinin temel kaide ve söylemlerinden doğan tarikat veya yeni inanış kalıpları, zamanla belirli bazı etnik gruplarla özdeşleşmektedir. Yani Süryani denildiğinde teolojik anlamda farklı ritüelleri olan Hristiyan topluluğun akla gelmektedir. Zamanla din ile kimliğin bir topluluk adı altında birleşerek oluşturduğu etno-dinsel gruplar, “Kurumlaşmış Din” kavramı içinde açıklanmaktadır. Süryaniler için bu, çok yönlü bir anlam ifade etmektedir. İlerleyen bölümlerde detaylı açıklanacak olmakla beraber Süryaniler ile ilişkilendirilen tüm toplumların ayrışma nedeni ve hatta Süryani ismi üzerine yapılan değerlendirmelerin de kaynağı, bu yaklaşım içinde ele alınabilir. 14 15 Suavi Aydın, Kimlik Sorunu, Ulusallık ve Türk Kimliği, s.55. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.58-68. 15 Ayrıca “Devletlerarası Savaş” sırasında üretilmiş destan, balad, ilahî vb. sözlü ürünler, savaş sonucunda topluluk dağılsa bile bu sırada üretilen kahramanlık mitleri, düşmanlıklar daha sonraki zamanlarda topluluğun dayanışma duygusunu güçlendirir. Bu anlamda Nasturi isyanı ve Levi’lerin Irak’ta yaptıkları16, kahramanlaştırılarak dayanışma duygusu güçlendirilmeye çalışılmaktadır. Etniklik; iktidar, sosyal eşitsizlik ve çıkar sorunlarının da etkisinde olan, aynı zamanda ötekini algılayış ve yargılayış biçimidir. İnsanların etnisitelerinin özelliklerine yönelik vurguları veya inkârlarındaki değişkenlikten dolayı sosyal bilimlerde “kaygan kimlik ya da bağlamsal etnisiteden” de söz edilir.17 Bu yaklaşımın yansıması, Süryanileri kökeninin Asurî veya Arami olduğu yönündeki iddiaların altında yatan siyasal gerekçelerde aranmalıdır. Bir kişi veya grup, durup dururken, kendini diğerlerinden ayırmak için kendini kimliklendirme gereği duymaz. Bu gereksinim yerel şartlara ve karşılaşmalara bağlıdır. Bir başka deyişle, doğanın kendi işleyişinin değil, insanların eylem ve özdeşleştirilmelerinin bir ürünü olan etnisite, temelde bir grup özelliği değil, bir ilişki boyutudur ve toplumsal bir sözleşmeyle oluşturulur.18 Süryanilerin göç sonucu karşılaştıkları yeni ortam, doğal olarak kendilerini kimliklendirme için ortam yaratmıştır. Etnik grubu tanımlamada üç temel yaklaşım vardır. Bir grubun kendisini, kendi değerleriyle algılayışı olan emik yaklaşım, o grubun dışarıdan, yani başkaları tarafından algılanışına işaret eden etik yaklaşım ve bu iki 16 Colonial Office, The National Archives, “The Situation In Regard To The Iraq Levies”, Memorandum, C.P. 204 (32), Copy No 43, 12th June 1932, Catalogue Reference:CAB/24/231. ayrıca 30 Ekim 1920 tarihinde Şigago Fransız konsülü tarafından Süryani cemaati kilise lideri Paul Newey‘e gönderilen mektupta; 1916-1917 yıllarında Türk askerlerine karşı yapılan muharebelerde üstün hizmet göstermeleri ve ordudaki hizmetlerinden dolayı savaş bakanı adına Kurmay Başkanı General H. Penet tarafından ödüllendirilen Süryani-Keldani subaylarının isimleri verilmektedir. Bkz. (Erişim) http://www.edessa.com , 11 Aralık 2007. 17 Gerd Baumann, The Multicultural Riddle: Rethinking National, Ethnic, and Religious Identities, New York-London, Routledge, 1999, s.21. 18 Baumann, a.g.e., s.59-63; Eriksen, Etnisite ve Milliyetçilik:, s.25-27. 16 unsur arasında etkin bir denge kuran bir uzlaşma alanının varlığıdır. Doğrudan kültür kimliğiyle ilişkili olan emik yön, kişilerin kendini hangi gruba dâhil olarak algıladığı ve kendilerini ne olarak hissettiği noktasında tamamen öznel bir yüklemdir. Etik yön ise, başkalarının bu grubun varlığına dair yerleşik ve yaygın kanaatlerini kapsar.19 Etik bakış, ülkenin etnik yapısının değerlendirilmesinde önem taşımasa da, çoğunluğun bakışı olarak etnik gruplar arası ilişkilerde etkindir. Özellikle, devlet politikalarının belirlenmesinde etkin olabilen etik bakış, ayrıca grupların kimlik değişiminde de rol oynayabilir. Etnisite, genellikle dil, din, ırk ve/veya soyun karışımı, sonrasında grup içinde bölüşülen etkinlikler ve kimlik sonucu ortaya çıkan ortak köken ve kültür olarak da tanımlanabilir. Kurumsal koşullara bağlı olarak pek çok biçim alabilir ve yoğun olarak politik ve ekonomik kurum, olay ve süreçlerle bir sarmal halindedir. Hem “kurgu”lanan hem bir “temele dayanan”, hem “maddi” hem de “sembolik” olan etnisite ve etnik grup "bireyin kendisini kendisi gibi olan diğerlerinden biri" veya kendinden farklı olan "öteki"lerin dışında biri olarak görmesini sağlayan "sosyal kimlik oluşumu"na karşılık gelmektedir. Bunun yanında etnisite "ilişkiler içinde ortaya çıkan sosyal sınıflandırmalarla" da ilgilidir. 20 Etnisite ve etnik grupları her yerde aynı olguymuş gibi görmek yanlış bir değerlendirmedir. Değişen koşullar, değişik etnik grupların veya etnisite modellerinin oluşmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, etnik grupların, 19 Suavi Aydın, "Türkiye'de Etnik Yapı", Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, İletişim Yayınları, Cilt 12, 1996, s. 496; Suavi Aydın, Kimlik Sorunu, Ulusallık ve Türk Kimliği, s.54-55. 20 Milton J. Yinger, "Ethnicity", Annual Review of Sociology, Oiho,Department of Sociology and Anthropology, Vol.11, 1985, s. 151-180; Charles C. Ragin, Jeremy Hein, "The Comparative Study of Ethnicity: Methodological and Conceptual Issues", ed. John H. Stanfield ve Rutledge M. Dennis, Race and Ethnicity in Research Methods, London, Sage Publications, 1993, s.254-272; Steve Fenton, Etnisite: Irkçılık, Sınıf ve Kültür, çev. Nihat Şad, Ankara, Phoneix Yayınları, 2001, s.9.; Eriksen, Etnisite ve Milliyetçilik; Suavi Aydın, "Türkiye'de Etnik Yapı", Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, İletişim Yayınları, Cilt 12, 1996, s. 496-497; Suavi Aydın, Kimlik Sorunu, Ulusallık ve "Türk Kimliği, s. 55-56; Abdurrahim Özmen, “Tur Abdin Süryanileri Örneğinde Etno-Kültürel Sınırlar”, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2006, s.54. 17 paylaştıkları kadar ayrıldıkları kültürel özellikleri vardır.21 Burada dikkat edilmesi gereken, dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan, farklı tarihsel ve toplumsal koşulları paylaşan, farklı konumlarda bulunan ve farklı sebeplerden dolayı etnik grup olarak nitelendirilen toplulukları, belirli bazı ölçütlere sıkıştırmak ve tüm grupları bir bakış açısıyla açıklamaya çalışmak hatalı olacaktır. Etnik grupların analizinde, içinde bulunan toplumsal koşullara göre tüm yaklaşımlardan (primordialist, araçsalcı ya da yapısalcı gibi) yararlanmak daha açıklayıcı olacaktır.22 1.1.2. Etnik ve Kültürel Kimlik Bir taraftan küreselleşmenin diğer taraftan değer yargılarındaki değişimin etkisi ile ortaya çıkan kültürel değişim23; ırk, dil, din birliği ve bir olma ülküsü gibi kimlik tanımlamalarını da yeniden ele almayı zorunlu kılmıştır. Etnik kimlik teşekkül ettirilirken ortaya konan kriterler ne kadar önemli olursa olsun hatta bu din bile olsa24, sonsuza kadar devam edeceği iddiasında bulunulamaz.25 Tarihsel süreçte kendi dönemlerine damgasını vurmuş Hunlar, Hititler, Sümerler, İskitler gibi etnik gruplar bugün "kimlik" olarak silinmiştir. Bu isimlerle anılmış olan bu topluluklar tabii ki yok olmamışlardır. Sadece kimlik olarak yok olmuşlardır. Süryani kimliğini tanımlarken bu gerçek göz önünde tutulmalıdır. Etnisite kavramını ele aldığımızda etnik kültürden de bahsetmek gerekir. Kültür etkileşimdir. Bu sebeple o kültürün çevresindeki kültürlere de bakılması gerekmektedir.26 Hiç bir kültür diğer kültürlerden bağımsız olarak 21 Fenton, a.g.e., s.15. Özmen, a.g.t., s.58. 23 Fredrik Barth, Ed. Etnik Gruplar ve Sınırları: Kültürel Farklılığın Toplumsal Organizasyonu, çev.A. Kaya ve S. Gürkan, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2001, s.28. 24 Eliot, dinin kültürel kimliği tanımlamadaki önemini “Kültür aslında, herhangi bir toplumun dininin vücut bulmuş şeklidir.” diyerek açıklamaktadır. Bkz. Thomas Stearns Eliot, Kültür Üzerine Düşünceler, çev. Sevim Kantarcıoğlu, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1987, s.20 25 Baumann, a.g.e., s.137. 26 Barth, a.g.e., s.11; Malory Nye, "A Place for Our Gods: Tradition and Change among Hindus in Edinburgh", Religion and Ethnicity: Minorities and Social Change in the Metropolis, ed. Rohit Barot, Kampen-Hollanda, Kok Pharos, 1993, s. 123 22 18 düşünülemez. Doğal olarak tüm kültürler diğer kültürlerle etkileşim halinde bulunmaktadır.27 Bireyin gruba aidiyetini belirleyen de bu etkileşimin sonucu olarak kendinden daha çok başkalarıdır. Bu süreç dışlama veya kabul şeklinde olabilir.28 Bu nedenle etnik kimliklerin oluşumundan ziyade “bu kimliklerin oluşum koşullarını anlamaya çalışmak" daha çok önem taşımaktadır.29 Bu düşünce doğrultusunda konuyu ele aldığımızda 'kimliklerden' daha çok 'kimliklendirmelerden' söz etmek daha açıklayıcı olacaktır.30 Bugüne gelene kadar Süryanilerin yaşadığı coğrafyadaki toplumların geçişkenliği ve etkileşimi göz önüne alındığında Süryani kimliklendirmesindeki teorileri anlamlandırmak daha kolay olacaktır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi etnik kimlikler genellikle değişmeye, yeniden tanımlanmaya ve doğruluğu tartışılmaya mahkum soy, kültür ve dil gibi özellikler etrafında tartışılmaktadır. Etnik değerler ve kolektif kimlikler, koşullar değiştikçe şekil ve içerik bakımından değişebilirler. Etnik kimliklerin inşası bazen başarılı bir şekilde gerçekleşmekle beraber başarısızlıkla da sonuçlanabilmektedir.31 Bugün bu anlamda Süryani kimliği üzerine Asurî kimliği giydirilmeye çalışıldığı, özellikle Süryani kilisesi tarafından da dile getirilmektedir. İnsan toplumsallaşırken, diğer insanlarla paylaştığı kültür sayesinde bağ kurmaktadır. Aynı kültürü paylaşan insanlar arasındaki bu uyum, “kimlik” denilen öğe ile sağlanmaktadır. Kimlik, bu bakımdan kültürden ayrı değil, ona bitişiktir. Bu süreçte adlanma ilk adımdır. Yani kimlik, çıkış noktasında ve sosyal yaşamda tezahür ediş biçimleriyle, kişisel ve kazanılan bir şeydir.32 27 Barth, a.g.e., s.11-12. Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, çev. Aysel Bora, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2000, s.26. 29 Barth a.g.e., s.32. 30 Özmen, a.g.t., s.60. 31 Fenton, a.g.e., s.34. 32 Eriksen, Kültür Terörizmi:, s.12. 28 19 Kimlik kavramı ulusal sınırları aşarak cemaatlere, halklara, dil gruplarına, hatta cinsel gruplaşmalara, kurgusal ya da somut küçük gruplara doğru boyutunu küçültürken çoğullaşmaktadır. Bütün bu çeşitliliğe rağmen kimliğin iki temel bileşeni vardır: “tanımlama ve tanınma” ile “aidiyet”.33 Kendini tanımlama ve toplumsal tanınma ihtiyacı insana özgü bir ihtiyaçtır. Etnik kimlikler, kendi kabulleri dışında dayatma ile verilmiş kimlikler de olabilir. İnsan psikolojisinde toplumun beklentilerine göre kendine kalıp yaratma ve yarattığı kalıp içinden bakma eğilimi vardır. Yani biz toplumun olmamızı istediği kişiler oluruz. Bu nedenle, 'dışlama' ve 'dâhil etme' gibi sosyal süreçlerle belirlenmiş olan etnik kimlikler, her zaman olumlu bir yapı oluşturmazlar veya aynı sürecin aktörleri olan farklı gruplar için farklı anlamlar taşıyabilecekleri gibi farklı etkilerde de bulunabilirler.34 Tüm kimlikler, kendi kökenlerinin doğal olduğunu ve bunun kan bağı ilişkisi içinde anlaşılması gerektiğini iddia ederken sık sık üyelerinden de bağlılık talep etmektedirler.35 Süryaniler için bu yaklaşım, bir taraftan Asurî diğer taraftan da Arami kökenine dayandıranlar için farklı anlamlarda değerlendirilmelidir. Kimlik, “ben” ile “öteki”nin karşılıklı ilişkisinin somut yansımasıdır. Asla sabit ya da istikrarlı olmayan kimlik, "öteki”nin kimliğini tanımlayan farklılıklara cevap olarak değişir. Yani, kimlikler, birbirleriyle bir "farklılık" ilişkisi içindedirler ve bu ilişkiyi tanımlayan farklılıklar sistemindeki değişime uygun olarak değişirler. Kimliklendirme bu anlamda Asurî-Süryani ilişkisi içinde düşünülmelidir. Diğer taraftan bütün devletlerin yaratmak istediği resmî kimlik ile o devlet içinde yaşayan etnik grupların kendi kimliklerini koruma arzusunun daima çatışma halinde olduğu ve bu durumun bazen göçleri de beraberinde getirdiği göz ardı edilmemelidir. 33 Suavi Aydın, Kimlik Sorunu, Ulusallık ve Türk Kimliği, s.11-12. Özmen, a.g.t., s.62. 35 Eriksen, Kültür Terörizmi:, s.23. 34 20 1.1.3. Etnik ve Kültürel Sınırlar Etnisiteyi anlamak için etnik grupların kendilerini tanımlamakta kullandıkları giyim, yaşam, dil, mutfak, müzik, ritüel, dinsel inanışlar ya da bir grubu diğerlerinden ayırdığı düşünülen sembolik içerikli düşünsel tasarılar gibi kültürel kaynakların/sınırların doğasına bakmak gerekir.36 Etnik sınırlar bir grubun kendi üyeleriyle diğer gruplar arasında çizilen sınırlardır.37 “Ben” ve “öteki” arasındaki farklılık ise grup üyeleri ve diğer gruplar tarafından çizilerek biçim alır.38 Sınır, tanımı gereği bir topluluğun nerede başlayıp nerede bittiğine işaret eder. Sınırların bazıları ırksal, dilsel ya da dinsel olabilir ama tüm sınırlar ve herhangi bir sınırın tüm bileşenleri bu denli nesnel biçimde ortaya çıkmaz. Daha çok bu sınırların, kendilerini gözlemleyenlerin zihinlerinde varolduklarını düşünmek olasıdır. Bu durumda sınır, yalnızca sınırın karşı yakalarında yer alanlar tarafından değil, aynı yakada yer alan insanlar tarafından da oldukça farklı terimler çerçevesinde algılanabilir. Süryani kimliğinin sınırları bu anlamda transparan bir nitelik taşır. Sınırlar bir grup insanın diğer insanlarla ya da gruplarla girdikleri ilişki sonucu oluştuğu için, grubun ilişkisi değişip geliştikçe sınırlar da değişir. Bu nedenle de sabit sınırlardan söz etmek mümkün değildir. Sembolik anlam ve görünümlerinin dışında nesnel açıdan baktığımızda da sınırların göçler ya da teknoloji yoluyla delinmedik hiçbir yerinin kalmadığı görülür.39 Süryaniler için yıllara yayılarak devam eden göç, dayandığı sebepler ve karşılaştığı kültürel ortama bağlı olarak değişik seviyelerde etnik ve kültürel sınırları etkilemiştir. 36 Simon Harrison, "Cultural Boundaries", Anthropology Today, No. 15, 1999, s.10-14. Barth, a.g.e. 38 Harrison, a.g.m., s.10-12. 39 Eriksen, Kültür Terörizmi:, s.19-20. 37 21 Etnik ve kültürel sınırlar, etnik grupları ve kültürü niteleyen bileşenlerin (tarih, ekonomi, dil, din, akrabalık, cinsiyet, folklor vb.) tümünden oluşur. Ancak, söz konusu bileşenler ya da öğeler her zaman grupları birbirlerinden kesin çizgilerle ayıran etkenler değildirler. Bu öğelerin konumlarının, her kültürde her zaman aynı veya benzer olduğunu düşünmek yanlıştır. Türkiye’de yaşayan Süryanilere baktığımızda; herhangi bir Süryani’yi toplum içinde ayrıştıracak (dinî kıyafetleri ile dolaşan ruhanîler hariç), sınırlarını belirleyecek görsel bir tema dikkat çekmemektedir. Daha çok sınırlar din yani ibadet ve aşiret yapısı ile belirginleşmektedir. Kültürün bu coğrafyasal birleştiriciliği Süryanileri de toplumun diğer grupları ile iç içe geçişken hale getirmiştir. Kısaca Süryanilerin etnik ve kültürel sınırları daha çok ibadetlerini yerine getirmedeki dindarlık çizgisi ile veya kendini yakın gördüğü aşiret yapısı içinde şekillenmektedir. 1.1.4. Kuramsal Olarak Etnisite ve Etnisite Teorileri Teorisyenler tarafından etnikliğin tanımından yola çıkılarak belirli sınırlar içinde çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Etnisite ile ilgili karşılaşılan temel sorulara aranan cevaplara göre oluşturulan bu teoriler; ilkselcilik (primordializm), yapısalcı lık (constructionism), araçsalcılık (instrumentalism) ve icracılık (transactionalism) olarak dört temel düşünce akımı içinde gruplandırılabilir. Bu teorilerin Amerika ve Avrupa’nın şartları esas alınarak ortaya çıkmaları sebebiyle Türkiye’nin de bulunduğu diğer coğrafyalarda aynı girdiler ile aynı çıktıların elde edilebileceği düşüncesi bizi yanılgılara düşürebileceği de akılda tutulmalıdır. Süryanilere yaklaşım bu gerçek göz önüne alınarak olmalıdır. 1.1.4.1. İlkselci (Primordialist) Yaklaşım Daha çok milliyetçi söylemler içinde yer bulan ve özellikle 1970'lere kadar en önemli yaklaşım kabul edilen ilkselci yaklaşımın, üç temel argümanı 22 vardır. 40 Kan bağı ile gelen etnisite, etnistenin değişmezliği ve etnisitenin ilkselliğidir. Kan bağı ile gelen etnisite ile; atalarınız kimlerse ya da kim oldukları varsayılıyorsa siz de onlardansınızdır. Çünkü, siz fiziksel ve kültürel özelliklerinizi onlardan almışsınızdır. Kısaca etnisite, atalara ait ilksel kan bağlarından kaynaklanmaktadır. Ayrıca bir etnik grubun üyelerini üye olmayanlardan ayıran kimliğin sabit ve değişmez olmasıdır. Eğer siz Arabistan'da doğmuşsanız, Arapsınızdır ve siz grup üyeliğinizi başka bir grupla değiştiremezsiniz. Ortak atalar tarafından belirlenen ortak biyolojik ve kültürel köken, grubun tüm üyeleri tarafından ortak payda olarak kabul edilmektedir. Buna göre, etnisitenin belirlenmesinde soy ve kültürel bağlar gibi ilksel faktörlere vurgu yaptığı için “ilksel” olarak nitelendirilmektedir.41 İlkselci düşünce biçiminde; sosyobiyolojik bakış açısı ile etnisitenin belirlenmesinde akrabalığın (çekirdek aile, geniş aile, etnik grup açılımı) önemine ve kültür birliği ile de ortak kültüre (örneğin ortak bir dil, ortak bir din) vurgu yapılmaktadır. Kültür birliğine göre aynı ülkede olup farklı soylardan geldiklerine inanan bazı gruplar, ortak biyolojik bağları olmamalarına rağmen ortak bir etnik kültür oluşturabilmektedirler.42 Bu yaklaşım bugün Süryanilerin yaşadıkları coğrafyadaki etkileşen topluluklar anlamında homojen bir ırktan bahsetmenin zorluğu nedeni ile eleştirilebilmektedir. Diğer taraftan Keldani, Maruni, Yakubi, Melkit, Nasturi, Asurî gibi kavramların bugün aynı etnik grup içinde bir araya getirilmeye çalışılması, etnisitenin değişmezliği kavramı ile de bir paradoks doğurmaktadır. Bu anlamda söz konusu yaklaşımın Süryaniler için geçerliliği tartışmalıdır. 40 Ufuk Şimşek, “Milliyetçilikler ve Milletin Oluşumu Üzerine Bir İnceleme”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 13, Sayı 2, 2009, s.82-84. 41 Pierre van den Berghe, The Ethnic Phenomenon, Elsevier, New York, 1981’den aktaran Özmen, a.g.t., s.64. 42 Berghe, a.g.e., s.64. 23 1.1.4.2. Yapısalcı (Construction) Yaklaşım Özellikle 1970’li yıllardan itibaren önem kazanan bu yaklaşımın üç temel argümanı vardır. Birincisi, “etnisitenin inşa edilebilirliği”dir. Buna göre, etnisite sosyal olarak inşa edilen bir kimlik, yaratılan bir şeydir ve daha çok toplum tarafından inşa edilmektedir. Etnik sınıflandırma kuralları toplumdan topluma değişir ve bu nedenle aynı birey, farklı bir toplumda farklı bir etnik sınıflamaya tabi tutulabilir. Örnek olarak Avrupa’ya Türkiye’den göç etmiş olan Süryaniler dahil tüm grupların bulundukları bu ülkelerde “Türk” olarak adlandırıldıkları sıkça karşılaşılan bir durumdur. Bu örnekten hareketle, grupların etnik kimliğinin, bulundukları ortama göre de şekillendiği çıkarımında bulunulabilir. Diğer taraftan etnisitenin toplum tarafından sosyal inşası için örnek olarak Asurî kimliğinin ortaya çıkışı ele alınabilir. 1900’lü yılların başı ile birlikte öne çıkarılan Asur kimliği, sosyal koşulların yeni etnik grup ya da etnik kimlik yaratabileceğinin bir göstergesi olarak da kabul edilebilir. 43 İkincisi, “etnisitenin dinamikliği”dir. İnşa edilmiş kimliğin bir uzantısı olarak etnik sınırlar esnek veya değişken olması nedeniyle etnisite dinamiktir. Üçüncüsü, “etnisitenin tepkiselliği”dir. Etnik kimlik, toplum tarafından belirlenir ya da inşa edilir. Yani etnisite toplumdaki yapısal değişmelere verilen bir tepkidir.44 Yapısalcı ekole getirilen 'etnikleştirme teorisi' denilen bir bakış açısına göre; hükümetler, kiliseler, okullar, medya, yerliler ve diğer göçmenler gibi yabancılar, bireyleri belirli etnik gruplardan ayırmaya referans olur veya önyargı, ayrımcılık, düşmanlık gibi yaklaşımlar etnikleştirme sürecini belirler. Kısaca bu görüş, güç şartların aynı grup 43 Philip Q. Yang, Ethnic Studies: Issues and Approaches, New York, State University of New York Press, 2000, s.47-56. 44 William Yancey, Eugene Erikson ve Richard Juliani, "Emergent Ethnicity: A Review and Reformulation", American Sociological Review, Vol. 41, No.3, 1976, s.391-403. 24 üyelerini birleşmeye zorladığını, grup yaratılmasına yardımcı olduğunu iddia eder. kimliği ve dayanışmanın 45 Bu yaklaşıma ait diğer bir bakış açısı ise, göçmenlerin gelenek ve kültürlerine, sevgi ve gururdan kaynaklanan sembolik sadakat ile bağlı olduklarıdır. Sembolik etnisite olarak adlandırılan bu durum, “olunan etniklik”ten daha çok “hissedilen etniklik” olarak da tanımlanmaktadır.46 Nagel, etnisitenin iç güçler (örneğin, etnik grupların kendileri tarafından devredilen, yeniden tanımlanan ve yeniden inşa edilen etnik sınırlar) ve dış güçlerin (örneğin, sosyal, ekonomik, politik süreçler ve yabancılar) birleşimiyle sosyal olarak inşa edildiğini; etnisitenin birey kimliği ve grup örgütlenmesinin kararlı bir şekilde değişen özeliğinin bir dinamiği olduğunu ileri sürmektedir.47 Bu yaklaşım kapsamında bugün Süryaniler ile etnik bağları olan gruplara yönelik Asur kimliği altında yeniden inşa edilmeye çalışıldığı ve bunun konjenktürel değişime bağlı tepkisel bir hareket olarak yeni bir dinamik kimlik oluşturduğu sonucu çıkarılabilir. 1.1.4.3. Araçsalcı (Instrumentalist) Yaklaşım Araçsalcı ekole göre etnisite, kaynaklara ulaşmak için bir araçtır. Aynı zamanda fayda ve kâr ile ilişkilidir. Etnisite, sınıf ve milliyet gibi grubun 45 Jonathan Sarna, "From Immigrants to Ethnics: A New Teory of Ethnicization", Ethnicity, Issue 5, 1978, s.370-378. 46 Herbert Gans, "Symbolic Ethnicity: The Future of Ethnic Groups and Culture in America" Making Sense of America: Sociological Analyses And Essays, Oxford-İngiltere, Rowman&Littlefield Publishers, 1999, s.164-189. 47 Joane Nagel, "Constructing Ethnicity: Creating and Recreating Ethnic Identity and Culture", Social Problems, No. 41, 1994, s.152-168. 25 menfaatlerini yükseltmek için politik bir araç olarak görülmektedir. Aynı zamanda bu yaklaşıma göre etnik gruplar da birer menfaat grubudurlar.48 Bu yaklaşım, etnik üyeliğin maliyet ve yararlarının rasyonel hesaplar üzerine temellendiğini iddia ederler. Buna göre etnisite bir tercihtir. Yani bazı insanlar, yararlı olduğu için bir etnik üyeliği tercih ederken, kimi insanlar da, bazı dezavantajlar içerdiği için bir etnik kimliği inkâr eder ya da gizlerler.49 Söz konusu yaklaşım etnisiteyi kaynaklara ulaşmada bir araç olarak değerlendirmektedir. Bu durum bazen grup üyeleri tarafından etnisitenin seçilebilir bir nitelik taşıdığı anlamındadır. Kişilerin menfaat ilişkisi bu seçenekte önemli bir rol oynar. Bu menfaat beklentisi her zaman tek başına etnik tercih üzerinde etkisini sürdürmez. Sık sık diğer sosyal faktörlerle birlikte işlev görür. İnsanlar genellikle, kayıplarını en aza indirmek ve kârlarını en üste çıkarmak üzere bir etnik grup ile ilgili bir kurumu tercih ederler ya da kaçınırlar. Kişisel ilgiler de bir oranda etnik tercihi belirler. Kendilerini bazen Süryani, bazen Ermeni, bazen Asurî, bazen de Türk olarak niteleyenlerin gerekçesi bu şekilde açıklanabilmektedir. 1.1.4.4. İcracı (Transactional) Yaklaşım İcracı yaklaşım, etnisitenin sosyal koşulların bir ürünü olduğunu ileri sürmektedir. Bu yaklaşım, ilgisini etnik grupların farklılaşmasını sağlayan kültürel özelliklere değil, etnik gruplar arasındaki ilişkilere çevirmiştir. İcracı yaklaşım, ortak kültürün paylaşılmasının etnik grubun oluşum sürecinde belirleyici bir unsur değil, tam tersine bir ürünü olduğunu savunmaktadır. Bu yaklaşım taraftarlarına göre, herhangi bir etnik grubun ortak kültür oluşturmasının 48 temel nedeni, grubun farklı çevresel faktörlerle Eugeen E. Roosens, Creating Ethnicity: The Process of Ethnogenesis, Newbury Park, California, Sage Publications, 1989, s.13.; Fenton, a.g.e., s.131. 49 Michael Hechter, "Racional Choice and the Study of Race and Ethnic Relations", Theories of Race and Ethnic Relations, ed. John Rex ve David Mason, Cambridge, Cambridge University Press, 1986, s.264-279. 26 karşılaşmasıdır. Bunun sonucunda farklı yaşama biçimleri ve davranış kalıpları gelişmektedir. 50 Bu yaklaşım içinde etnisiteye baktığımızda etnik sınırların zamanla değişebilir nitelikte olduğu görülebilir. Sınırların dağılmasının birkaç özgün biçimi vardır. Etnik sınırlar bir şemsiye kimlik olarak daha küçük ve dışlanmış grupları kapsayacak şekilde genişleyebilir, büzülebilir, kendi içinde değerlendirmeye bağlı olarak seviye değiştirebilir veya yok olabilir. Yok olma tabiri ile sadece bir ırkın kısa vadede yol olması değil, aynı zamanda uzun vadede asimilasyon ile de yok olabileceği kast edilmektedir.51 Ayrıca icracı yaklaşıma göre, grup üyelerinin kendi kimliklerini açık olarak sergilemek amacıyla kullandıkları giysi, dil, yerleşim tarzı veya genel yaşam tarzları ile temel değerler olarak ele alınabilen ahlaki standartlar etnik kimliğin kültürel unsurlarını oluşturmaktadır.52 Yukarıda açıklanan etnisite teorileri açısından Süryani kavramını değerlendirdiğimizde; her ne kadar tartışmalı bir konu olsa da emik bakış açısı ile Süryanilerin kendilerini ilkselci teori kapsamında ele alınarak kan bağına dayalı ırksal bir yaklaşımın öne çıkarıldığı görülür. Buna mükabil Asur kavramı ile Süryani, Keldani, Maruni, Nasturi gibi farklı kimlikler yapısalcı bir yaklaşım ile yeniden bir kimlik altında inşa edilmeye çalışılmaktadır. Yani Asur kimliği; dinamik ve tepkisel bir süreç ile inşa edilmeye çalışılmaktadır. Diğer taraftan kendilerini çeşitli beklentiler ile Süryani kimliği içinde veya dışında bir kimlik ile tanımlamaya çalışanlar ancak araçsalcı teori ile açıklanabilmektedir. Yani menfaatlerine göre kimlik belirleyebilmektedirler. Son olarak da icracı teori ile bugün kendini Asuri olarak adlandıranların bir kısmının çevresel faktörlerin etkisi ile bugün bu kimlik altında toplanmaya çalıştığı şeklinde değerlendirmek mümkündür. 50 Barth, a.g.e. s.13-15. Yang, a.g.e., s.47-56. 52 Barth, a.g.e. s.17-18. 51 27 Sonuç olarak etnisite teorilerinin Süryaniler ile ilişkisi açıklanmış olmakla birlikte kavramsal bütünlüğü anlayabilmek için azınlık kavramının da açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Zira azınlık kavramı, özellikle son yıllarda etnisite veya etnik grup kavramlarıyla birlikte anılmaya başlanmış, hatta birbirinin yerine dahi kullanılır olmuştur.53 1.2. AZINLIK KAVRAMI VE KRİTERLER Dünya üzerinde hâlen 600’den fazla dil grubu ve 5000 kadar da etnik grup bulunması, homojen olarak nitelenebilecek ülkelerin sayısının neredeyse yok denecek kadar az olması, her ülke içinde bir veya daha çok azınlığı karşımıza çıkarmaktadır.54 Bu durum azınlık kavramının özellikle son yüzyıl boyunca dünya siyasetini ve dolayısıyla uluslararası hukuku oldukça meşgul eden konulardan birisi olmasına ve karşımıza daha çok bir sorun olarak çıkmasına neden olmuştur. Gerek devletler, gerek uluslararası kuruluşlar ve gerekse hükümet dışı kuruluşlar (NGOs) azınlık konularıyla ciddi bir etkileşim içindedirler.55 Ayrıca etnisite ve azınlık kavramları, “ben kimim?” ve “benim konumum ne?” sorularındaki ilişkisellik gibi ardışık olarak birbirinin içine girmiş durumdadır. 1.2.1. Kavramsal Olarak Azınlık ve Tanımlaması Son yıllarda azınlıklara ilişkin oluşturulan uluslararası sözleşmelerde ve uluslararası organların bağlayıcı nitelikte olmayan kararlarının çoğunda azınlık tanımı yapılmaktan kaçınılmaktadır. Tanıma yer veren kimi belgeler 53 Aytekin Yılmaz, Etnik Ayrımcılık, Türkiye, İngiltere, Fransa, İspanya, Ankara, Vadi Yayınları, 1994, s.20. 54 Erol Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı, Ankara, Asil Yayın Dağıtım, 2004, s.6. 55 BM’in azınlık konuları üzerine yaptığı foruma, 40 ülke temsilcisi katılırken 90 NGO’nun katılması, NGO’ların azınlık konularına olan ilgi ve sonucunda da etkisini göstermesi adına önemlidir. Bkz. Office of the United Nations High Commissioners For Human Rights, “United Nations Forum on Minority Issues” 15 ve 16 Aralık 2008, (Erişim) http://www2.ohchr.org/english/bodies/hrcouncil/ minority/inaugural_session.htm , 17 Aralık 2008. 28 ise devletlerden yeterince onay almadıkları için bağlayıcı hale gelememişlerdir. Devletlerin bu konulardaki hassasiyeti ve farklı algılayışları, şüphesiz ki tanım oluşturulmasını engelleyen esas unsurlardır.56 Azınlıklar konusu ulus, ulusçuluk, ulusal egemenlik, etnik grup, etnisite, kendi kaderini tayin hakkı, yurttaşlık ve insan hakları gibi kavramlarla doğrudan ilgilidir. Kuşkusuz azınlıklar sorununun, hukuk düzenine yansıdığından çok daha önemli tarihsel, siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel ve ideolojik boyutları da vardır.57 Azınlık kavramı yerli ve yabancı kaynaklarda birbirinden farklı şekillerde tanımlanmakta ve farklı anlaşılmaktadır. Türkçe sözlükte kavram “bir topluluk herhangi bir nitelik bakımından ayrı ve ötekilerden sayıca az olanlar ya da bunların bu durumu, çoğunluk karşıtı, ekalliyet…Bir ülkede egemen ulusa göre ayrı soydan ve sayıca az olan topluluk…”58 şeklinde; Büyük Larousse’de “Bir ülkede egemen çoğunluktan soy, din, dil vb. bakımlardan ayrılan küçük topluluk..”;59 Ana Britannica ise “İçinde yaşadıkları toplumdan kültürel, etnik ya da ırksal özellikleri bakımından farklı olan topluluklar…”60; Uluslararası İlişkiler Sözlüğüne göre ise; “içinde yaşadıkları toplumda, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan gruptan, din, dil, etnik köken v.b. açılardan farklı özellikler gösteren topluluk…” olarak tanımlanmaktadır.61 Tanımlardan da görüleceği üzere azınlık kavramının sadece “sayı” ile ilgili bir durum olmadığı bu kavramın kültürel, tarihi ve sosyolojik hatta psikolojik yönü olduğu görülmektedir. 56 Yücel Acer, “Azınlıklar ve Hakları: Biraz da Hukuk Konuşsun”, Usak Stratejik Gündem, (Erişim) http://www.usakgundem.com,17 Kasım 2009. 57 Gökçen Alpkaya, “Uluslar arası İnsan Hakları Hukuku Bağlamında Azınlıklara İlişkin Bazı Gelişmeler”, TODAİE İnsan Hakları Yıllığı, Cilt 14, 1992, s.145. 58 Türkçe Sözlük, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayını, 1974, s. 78-79 59 Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt II, Gelişim Yayınları,1986, s.1139 60 Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt III, Ana Yayıncılık, 1987, s.118 61 Faruk Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul, Der Yayınları, 1996, s. 68. 29 Azınlık; dinsel, dilsel, mekânsal ve kültürel olarak kendilerini farklı gören ya da diğerleri tarafından öyle kabul edilen topluluk 62 veya en basit tanımı ile çoğunluğa göre az olma durumu olarak ifade edilirken soy, din, dil ve ırk gibi belirleyici özelliklerin çevresinde şekillendiği 63, sosyolojik ve hukuksal çerçevede64 de tanımlanabileceği görülmektedir. Sosyolojik açıdan azınlık, bir toplulukta sayısal bakımdan az olan, başat olmayan ve çoğunluktan farklı özelliklere sahip olan gruptur. Bu tanım azınlığın kapsamı bakımından geniş bir yoruma yol açmaktadır. Buna göre, çeşitli etnik, dinsel ve dilsel grupların yanı sıra eşcinseller, travestiler, kadınlar, evsizler, özürlüler, yabancı işçiler vb. azınlık olabilirler. 65 Hukuksal açıdan bakıldığındaysa, azınlıklara ilişkin uluslararası belgelerde açık bir tanımın yer almadığı görülür66. Bunun nedeni, teknik zorluklardan çok, bir azınlığı tanımanın oldukça hassas bir konu olması, devletlerin 'hukuki' bir tanımla kendilerini bağlamaktan çekinmeleri ve siyasal vurgusunun çok güçlü olmasıdır. Yani azınlıklara ilişkin tüm bu tanımlamalara rağmen kavramın sosyolojik ve hukuki boyutları arasındaki karşıtlıklar da, üçüncü bir boyut olarak azınlık kavramının uluslararası politikayı ilgilendiren siyasi boyutunu ortaya çıkarmaktadır.67 62 Hakan Aytekin, “Aynı Ağacın Altında Buluşmak”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007. 63 Eyüp Kaptan, Lozan Konferansı’nda Azınlıklar Sorunu, İstanbul, Harp Akademileri Basımevi, 2002, s.46. 64 Azınlık kavramının hukuksal olmadığını iddia edenler de bulunmaktadır. Bkz. Dilek Kurban, “Uluslar arası Azınlık Hakları İlkeleri Çerçevesinde Türkiye’de Süryaniler”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007. 65 Baskın Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, Ankara, İmaj Yayıncılık, 2001, s.67. 66 BM İnsan Hakları Komisyonu'na bağlı "Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması AltKomisyonu" tarafından kabul gören iki azınlık tanımı vardır: Francesco Capatorti'nin 1978’deki tanımı ve Jules Deschenés'in 1985'te yaptığı tanım. Capatorti'nin tanımını kapsayacak şekilde Deschenés'in azınlık tanımı; "Bir devletin, sayısal olarak azınlık oluşturan ve o devlette egemen konumda bulunmayan, nüfusun çoğunluğundan farklı etnik, dinsel ya da dilsel özelliklere sahip, birbirleriyle dayanışma duygusu içinde, üstü örtülü de olsa varlıklarını sürdürmek için ortak bir istekle yönlenmiş ve amacı çoğunluk ile fiili ve hukuki eşitlik elde etmek olan bir grup vatandaşıdır.” Bkz. Naz Çavuşoğlu, Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları, İstanbul, Su Yayınları, 2001, s.25-26. 67 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.122. 30 Tüm olumsuzluklara rağmen azınlıkların tanımlanabilmesi için bir takım çabalar söz konusu olmuş ve en azından bir çerçeve ortaya konulmuştur.68 Azınlık tanımına ilişkin mevcut hukuksal durumun üç yönü vardır. Birincisi, başka yönleri oluşmamış olsa da hukuksal bir azınlık tanımı kapsamına dâhil olabilecek gruplar, etnik, din ya da dil özeliklileri ile farklılık arz eden gruplardır. İkinci olarak ise, tanımın diğer unsurları oluşmadığı için bu niteliklerinden birini ya da birkaçını gösteren kesimin kendiliğinden ve mutlaka azınlık tanımı içerisine girdiği söylenemez. Üçüncü olarak ise, basit ifadesi ile ortada üzerinde uzlaşılmış hukuki bağlayıcılığı olan bir azınlık tanımı bulunmadığından uluslararası hukuk, devletlere herhangi bir topluluğu “azınlık” olarak tanıma yükümlülüğü getirmemektedir. 69 Azınlık kavramında da etniklik kavramının tanımında yaşanan benzer sıkıntılar yaşanmaktır. Bununla birlikte, azınlık olgusu kavram olarak daha somut bir kavramdır.70 Bu kapsamda bir grubun azınlık sayılabilmesi için: 1. Toplumun çoğunluğunu oluşturanlardan farklı olan ve onlardan ırk, din ve dil gibi noktalarda ayrılan bir grubun varlığının olması; 2. Irk, din, dil gibi öğelerle birbirine bağlanan ve çoğunluktan ayrılan azınlık belirli bir sayıda olması; 3. Söz konusu azınlık grubun ülkede başat konumda olmaması; 4. Azınlık kavramı içine girmek için söz konusu ülkenin yurttaşı olunması; 5. Söz konusu grubun devleti parçalama niyeti içinde olmaması; 6. Ortak ayırıcı özellikleri olan ve sayıca azınlıkta olan söz konusu 68 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar , s.67. Acer, a.g.m. 70 Levent Ürer, Azınlıklar ve Lozan Tartışmaları, İstanbul, Derin Yayınevi, 2003, s.12. 69 31 grupta bu özelliklerini ve niteliklerini korumak ve sürdürmek isteği şeklinde oluşmuş bir ‘azınlık bilinci’nin olması; 7. Çoğunluğun da kendisini azınlık olarak görenleri, aynı şekilde azınlık olarak görmesinin gerekli olduğu şeklinde belirli kriterler var olması gerektiği iddia edilmektedir.71 1.2.2. Azınlık Kavramının Tarihsel Gelişimi Tarihsel süreçte azınlıkların ortaya çıkışı modern ulus-devletlerin ortaya çıkışına paralel 72 yani Vestefalya Antlaşması ile beraber olduğu kabul edilmektedir.73 Bu dönemde bahse konu azınlıklar sadece dinî gruplardır. Ulusal grupların azınlık olarak kabul edilip koruma kapsamına alınması, 1815 tarihli Viyana Kongresi ile gerçekleşmiştir74. Bu bağlamda azınlık haklarının, uluslararası hukukun ürettiği ulusdevletin doğmasıyla ve ulus-devletin etnik, dinsel, dilsel ve kültürel bakımdan homojen bir ulus yaratma çabası ile ilişkili olduğu iddia edilebilir.75 Ulus-devletler; milliyetçilik ideolojisi ve bu çerçevede kullanılan ortak hukuk, ortak resmî dil, ulusal eğitim, ulusal ordu, zorunlu askerlik gibi araçlarla homojen bir toplum yaratmaya çalışırlar.76 Diğer taraftan bu devletlerin bünyesindeki azınlıklar da kimliklerini koruma duygusu ile devletin bu politikası ile çatışma halinde bulunmaktadırlar. 71 Baskın Oran, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, İstanbul, 2.Bas., 1991, s.41-42. Kurubaş, a.g.e., s.3 73 Ayşe Füsun Arsava, Azınlık Kavramı ve Azınlık Hakları’nın Uluslar arası Belgeler ve Özellikle Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara, Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, 1993, s. 1; Jennifer Jackson Preece, Ulusal Azınlıklar ve Avrupa UlusDevletler Sistemi, çev. Ayşegül Demir, İstanbul, Donkişot Yayınları, 2001, s. 70; Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.118-119. 74 Preece, a.g.e., s. 73-76, 82. 75 Yasemin Özdek, Uluslar arası Politika ve İnsan Hakları, Ankara, Öteki Yayınevi, 2000, s. 290. 76 Kurubaş, a.g.e., s. 6-7. 72 32 Dünya tarihinde azınlıkların korunması ve ayrımcılığın önlenmesine ilişkin devletlerarası çalışmalar 1550'lerde başlamıştır.77 Azınlık hakları ise ilk defa 1849 yılında Macar Danışma Meclisi tarafından oluşturulmuştur. Fakat azınlıkların bir politika aracı olarak kullanılmaya başlaması, 19’uncu yüzyıl ile olmuştur. Bu dönemin karakteristik görünümü ise sadece belirli grupların belirli devletlerin siyasi çıkarları doğrultusunda kullanılması şeklindedir.78 Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da başlayan azınlık koruma rejimi, savaş sonrasında oluşturulan Milletler Cemiyeti döneminde bazı önemli yenilikler getirmiş ve ilk defa azınlıkların korunması bir uluslararası örgütün denetimi ve güvencesi altına alınmıştır. 1930'lardan itibaren devletler arasında tekrar başlayan düşmanlıklar, azınlıkları tekrar gündeme getirmiş ve sorunların sebebi yine azınlıklar olarak görülmeye başlanmıştır. 79 İnsan haklarının İkinci Dünya Savaşı sırasında inanılmaz boyutlardaki ihlâli, uluslararası toplumu tekrar insan hakları ve buna bağlı olarak insan merkezli düzenlemeler yapmaya yöneltmiştir. Bu kapsamda savaş sonrası yapılan antlaşmalar daha çok bireysel insan haklarına yönelik olmuştur. Fakat bireyler dışında azınlıklara yönelik düzenlemeler yeterince ele alınamamıştır. Çünkü savaş sonrasında uluslararası kamuoyu, azınlıklar ve azınlık haklarının farklı grupların farklılığını ortaya çıkardığından dolayı, azınlıklar konusunda çekimser bir yaklaşım içine girmiştir. Azınlık hakları, 1960'lı yıllardan itibaren kısmen, 1980’li yıllardan itibaren de önemli ölçüde yeniden uluslararası hukuk belgelerine girmiştir.80 Soğuk Savaşın iki cepheli çatışmacı dönemine kadar azınlık hakları, bireysel insan hakları çerçevesinde görülmeye devam etmiştir. Soğuk Savaş sonrası değişen konjonktür -özellikle Avrupa’da etnik temelli savaşların ortaya çıkması- yeni açılımlara ve azınlıklar konusunun yeniden ön plana 77 Suavi Aydın, "Azınlık", Antropoloji Sözlüğü, ed. Kudret Emiroğlu ve Suavi Aydın, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 2003, s.539. 78 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 122. 79 Arsava, a.g.e., s. 16; Kurubaş, a.g.e., s. 41; Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.126-127. 80 Özdek, a.g.e., s. 307-308. 33 çıkmasına neden olmuştur. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği gibi örgütlerin de gündemlerinde yer bulan azınlıklar konusu günümüzde de önemli gündem maddeleri içindedir. 1.2.2.1. Birleşmiş Milletler (BM) Çerçevesinde Azınlıkların Korunması Milletler Cemiyeti azınlık tanımını yaparken esas aldığı coğrafi sınırlandırmadan farklı olarak Birleşmiş Milletler, azınlık haklarını genel insan hakları sistemi içinde algılamış ve evrensel geçerliliği olan bir azınlık hakları kavramını geliştirme gerekliliği duymuştur.81 BM Şartı'nın 1, 13, 62 ve 76’ncı maddeleri ile azınlıkların korunması bireysel insan haklarıyla sınırlı tutulmuş, ayrımcılık yasağı getirilmiş fakat azınlıkların kimliklerini korumalarını sağlayacak haklardan söz edilmemiştir. BM'nin başlangıçtaki temel kaygısı; devlet egemenliği ile bireylerin evrensel nitelikteki kişisel, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel hakları, kısacası genel insan haklarına yönelik olmuştur. Bu nedenle eşitlik ilkesine ve ayrımcılığın önlenmesine özel bir önem vermiştir.82 BM bünyesinde "Ekonomik ve Sosyal Konsey"e (ECOSOC) bağlı olarak 1946 yılında kurulmuş olan "İnsan Hakları Komisyonu"na ayrımcılığın önlenmesi ve azınlıkların korunması görevleri verilmiştir. 1947 yılında 26 uzmandan oluşturulan "Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu"na azınlıkların korunması ve ayrımcılığın önlenmesi için görevler verilmeye başlanmıştır. Böylece BM içerisinde azınlıklar konusu ele alınmaya başlanmıştır. 83 BM çerçevesinde azınlıklarla ilgili ilk önemli belge, her ne kadar dolaylı bir biçimde de olsa ‘bir grup olarak’ azınlıkların, sadece fiziksel açıdan ele alındığı -yani fiziksel soykırımın yasaklayarak var olma hakkının tanındığı- 1948 tarihli "Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması 81 Çavuşoğlu, a.g.e., s.25-26. Kurubaş, a.g.e., s. 46. 83 Çavuşoğlu, a.g.e, s.26. 82 34 Sözleşmesi"dir. Sözleşme, dolaylı bir biçimde azınlıkların varılma hakkını tanımaktadır. Ancak, sözleşme, varılma hakkını sadece fiziksel açıdan ele almıştır. Yani fiziksel soykırımı yasaklamış kültürel soykırımsa sözleşmede yer almamıştır. BM tarafından benimsenen diğer önemli bir belge de; etnik ya da ulusal köken nedeniyle her türlü ayrımcılığı yasaklamış olan 1965 tarihli "Her Türlü Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Sözleşmesidir." BM sistemi içinde azınlıkların korunmasıyla doğrudan ilgili en önemli belge ise 1966 yılında BM Genel Kurulu tarafından kabul edilerek imzaya açılan, 1976 yılında yürürlüğe giren “Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi”dir (MSHS). Bu Sözleşmenin azınlıklarla ilgili 27’nci maddesiyle azınlıkların korunması bakımından çok önemli bir adım atılmış; "etnik, dinsel ya da dilsel azınlıkların bulunduğu devletlerde bu azınlıklara mensup bireyler, kendi gruplarının diğer üyeleriyle birlikte, kendi kültürlerini yaşamak, kendi dinlerini açıkça ifade etmek ve uygulamak ve kendi dillerini kullanma haklarından yoksun bırakılamazlar" denilerek sadece fiziksel değil aynı zamanda kültürel hakları garanti altına almış ve insan hakları şemsiyesi altında değerlendirilen azınlık hakları, ilk kez belirli bir azınlık kapsamında olmasa da genel anlamında ayrı bir kategori olarak uluslararası hukukta yer almıştır.84 BM sözleşme kapsamında taraf devletlerin Sözleşme hükümlerine uyup uymadıklarının denetimi için oluşturulan "İnsan Hakları Komitesi”ne rağmen, ihlâl durumunda ilgili devlete yönelik Komitenin ciddi anlamda yaptırım gücünün bulunmaması, Komitenin etkinliğini zayıflatmaktadır.85 1990'lardan sonra BM bünyesinde azınlıklara yönelik yürütülen çalışmalarda önemli bir gelişme olamamakla birlikte 18 Aralık 1992 tarihinde BM Genel Kurulu'nda hukuksal bir bağlayıcılığı olmasa da 84 Arsava, a.g.e., s.19-21. Zeki İnanç, Uluslararası Belgelerde Azınlık Hakları, Ankara, Ütopya Yayınevi, 2004, s.3032; Kurubaş, a.g.e., s. 52;Çavuşoğlu, a.g.e, s.100-105. 85 35 "Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Mensup Bireylerin Hakları Bildirgesi" kabul edilmiştir.86 BM çerçevesinde azınlıklara ilişkin hükümlere yer verilen son belge 1993 tarihli BM Dünya İnsan Hakları Konferansı sonunda ilan edilen "Viyana Bildirgesi ve Eylem Programı”dır. Yine hukuki bağlayıcılığı olmayan bu belge ile bir önceki bildirgenin esasları teyit edilmiş ve azınlıklara mensup kişilerin haklarının korunması için daha etkin mekanizmaların geliştirilmesi çağrısında bulunulmuştur.87 Son iki yıl içindeki BM’nin azınlıklara yönelik faaliyetlerine baktığımızda dünyanın çeşitli yerlerinde azınlıklara yönelik ırkçı ve şiddet nitelikli eylemlere yönelik hazırlanan rapor ve görüşlerin88 dışında önem arz eden bir karar alınmamış olduğu görülmektedir. 1.2.2.2. Avrupa Konseyi Çerçevesinde Azınlıkların Korunması Azınlıklar konusunda Avrupa Konseyi çerçevesinde yapılan düzenlemelerde BM çerçevesinde yapılanlara paralel bir biçimde azınlık hakları ilk etapta insan hakları bağlamında ele alınmıştır. Avrupa Konseyi tarafından yapılan ilk düzenleme, 1950'de imzalanan ve 1953'te yürürlüğe giren “İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesidir(AİHS). AİHS'nin 14’üncü maddesinde yer alan ayrım gözetmeme ilkesi, azınlıkların korunması bakımından önem taşımaktadır. Bu ilke çerçevesinde din, dil, renk, etnik köken gibi ölçütlerin 86 İnanç, a.g.e., s.28-30; Orijinal metni için bkz. “Declaration on the Rights of Persons Belonging to National or Ethnic, Religious and Linguistic Minorities”, (Erişim) http://www2.ohchr.org/ english/law/minorities.htm , 11 Mayıs 2009. 87 Erol Kurubaş, “Avrupa Birliği’nin Azınlıklara Yaklaşımı ve Avrupa Bütünleşmesine Etkileri”, Liberal Düşünce, Ağustos 2001, s. 125. 88 Office of the United Nations High Commissioners For Human Rights, “Independent Expert on Minority İssues” (Erişim) http://www2.ohchr.org/english/issues/minorities/expert/index.htm, 11 Mayıs 2009. Türkiye, AİHS'ye 1954 yılında taraf olmuş 1987 yılında, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na bireysel başvuru hakkını tanımış, 1989 yılındaysa Avrupa İnsan Hakları Divanı'nın yetkisini kabul etmiştir. 36 yanı sıra, ulusal bir azınlığa mensubiyet ölçütü de getirilerek bu durumlarda hiçbir ayrım gözetilemeyeceği hükme bağlanmıştır. 89 Doğu Bloğu ülkelerinin katılmasını takiben Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı kapsamında kabul edilen Kopenhag Belgesi’nde ulusal azınlıkların korunmasına ilişkin taahhütleri benimseyerek doğrudan azınlıklar ile ilgili belgeler ve güvenceler oluşturma yolunu tercih etmiştir. Bu bağlamda, “Avrupa Konseyi Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu)”, 1991 yılında Azınlıkların Korunması İçin Avrupa Sözleşmesi Tasarısını hazırlamıştır.90 Avrupa Konseyi çalışmalarını sürdürmüş ve bugün yürürlükte olan “Bölgesel Diller ve Azınlık Dilleri Koruma Antlaşması” ve “Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi”ni kabul etmiştir. 91 Avrupa Konseyi tarafından 5 Kasım 1992'de kabul edilen ve 1 Mart 1998'de yürürlüğe giren, Bölgesel Diller ve Azınlık Dilleri Koruma Antlaşması, Konsey bağlamında azınlıklar konusunda yapılan ve bağlayıcılığı olan ilk belge niteliğindedir. Türkiye’nin taraf olmadığı bu Antlaşma 21 ülke tarafından onaylanmıştır. Antlaşmanın yargısal bir denetim mekanizması bulunmayıp sadece taraf devletlere düzenli olarak “Avrupa Konseyi Genel Sekreteri”ne rapor sunma yükümlülüğü getirilmiştir.92 1 Şubat 1995'te kabul edilen ve 1 Şubat 1998'te yürürlüğe giren Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi, sadece ulusal azınlıkların korunmasına münhasır ilk çok taraflı ve bağlayıcı nitelikli uluslararası belgedir.93 Daha çok siyasal niteliklidir.94 Konsey, 4.11.2000 89 Kurubaş, a.g.e., s. 55. Kurubaş, a.g.e., s. 63. 91 Kurubaş, a.g.e., s. 63. 92 İnanç, a.g.e, s. 35-36; Sultan Tahmazoğlu Üzeltürk, "Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı ve Türkiye", Ulusal, Ulusalüstü ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları, s.155-171. 93 40 ülke tarafından onaylanmış, 4 ülke imzalamış fakat hâlâ onaylamamıştır. Türkiye bu sözleşmeyi imzalanmamıştır. Bkz. Tülin Yanıkdağ, “Azınlık Kavramı ve Azınlık Hakları” Bilgesam, 20 Nisan 2010, (Erişim) http://www.bilgesam.org , 22 Nisan 2010. 90 37 tarihinde kabul ettiği AİHS’ne Ek 12 No.lu Protokol ile de ayrımcılığı bir kez daha yasaklamıştır.95 Avrupa Konseyi yukarıda bahsedildiği üzere azınlıklarla ilgili konuları, hukuki olmaktan ziyade siyasi olarak kabul etme eğilimindedir ve bazı davalarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bazı şikâyet konularında da Bakanlar Komitesi, bunların devletlerin yetki alanına girdiği yönünde kararlar almıştır.96 1.2.2.3. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT/AGİK) Çerçevesinde Azınlıkların Korunması AGİK'te azınlıkların korunması yönünde ifadelere, 1975 yılında "Helsinki Nihai Senedi"nde yer verilmesi dışında, AGİK çerçevesinde 1989 yılına kadar önemli bir yer işgal etmemiştir. 97 Sadece başka konularla birlikte insan hakları ve temel özgürlükler çerçevesinde gündeme gelmiştir.98 AGİK, 1989'da ilan ettiği "Viyana Kapanış Belgesi" ile daha önceki belgelerde geçen ulusal azınlıklara ilişkin hükümleri hayata geçirmek için çaba gösterileceğini belirterek tekrar konuyu ele almıştır. Bu belge, katılımcı devletlere, ulusal azınlıklara mensup kişilerin korunması için gerekli bütün önlemleri alma, taraf oldukları uluslararası belgelerin gereklerini yerine getirme, azınlıklara karşı her türlü ayrımcılıktan kaçınma 94 İnanç, a.g.e., s. 34-35; Kurubaş, a.g.e., s. 67-72; Naz Çavuşoğlu, "Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme", AÜSBF İnsan Hakları Merkezi Dergisi, Cilt III, No:3, Kasım 1995, s. 30-35; Mehmet Semih Gemalmaz, İnsan Hakları Belgeleri (Bölgesel Sistemler), Alkım Yayınları, İstanbul ,1999, s. 401-415. 95 Durmuş Tezcan, M.Ruhan Erdem, Oğuz Sancaktar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Adalet Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2004, s.39. 96 Birsen Erdoğan, “Uluslararası Hukukta Azınlık Haklarının Korunması: BM ve Avrupa Sistemlerinin İncelenmesi”,Türkiye’de İnsan Hakları, Ankara, TODAİE, 2000, s. 242; Hasan Tunç, “Uluslararası Sözleşmelerde Azınlık Hakları Sorunu ve Türkiye”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt VIII, Sayı I-II, Haziran-Aralık 2004, (Erişim) http://www.hukuk.gazi.edu.tr/ editor/dergi/8_10.pdf, 22 Mayıs 2007. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, 1994 "Budapeşte Konferansı"yla kurumsal bir yapıya kavuşturularak "Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı" (AGİT) adını almıştır. 97 "Conference for Security and Co-operation in Europe 1975 Summit, Final Act", 1 August 1975, Helsinki, (Erişim) http://www.osce.org , 26 Temmuz 2005. 98 Kurubaş, a.g.e., s. 72. 38 ve onların insan hakları ve temel özgürlükler çerçevesindeki meşru çıkar ve özlemlerini kolaylaştırma zorunluluğu getirmiştir. Ayrıca, katılımcı devletlerin, ulusal azınlıkların etnik, kültürel, dilsel ve dinsel kimliklerini koruyacak ve bu kimliklerin geliştirilmesini sağlayacak ortamı yaratarak, azınlıklara mensup bireylerin haklarını özgürce kullanmalarına saygı göstermelerini istemiştir.99 29 Haziran 1990 tarihli "AGİK İnsani Boyut Konferansı Kopenhag Toplantı Belgesi (Kopenhag Bildirisi)"nin 30-40’ıncı maddeleri azınlıklarla ilgilidir. Azınlık haklarının korunmasının gerekçesi, 30’uncu maddenin son paragrafında şöyle açıklanmaktadır: "Katılan devletler… evrensel kabul görmüş insan haklarının bir parçası olarak, ulusal azınlıklara mensup bireylerin haklarına saygının, katılan devletlerde barış adalet, istikrar ve demokrasinin sağlanması için vazgeçilmez bir unsur olduğunu yeniden teyit ederler." Kopenhag Belgesi, önceki belgelerde azınlıklara ilişkin eşitlik temelindeki mevcut hakları yineleyerek, bir ulusal azınlığa mensubiyetin kişinin bireysel seçimiyle ilgili bir konu olduğunu ve bunun herhangi bir olumsuz sonuç doğurmayacağını, ulusal azınlıklara mensup bireylerin etnik, kültürel, dilsel ya da dinsel kimliklerini özgürce ifade etme, koruma ve geliştirme, kendi iradeleri dışında herhangi bir asimilasyona maruz kalmadan kendi kültürlerini yaşatma ve geliştirme hakkına sahip olduklarını vurgulamıştır. Kopenhag Belgesi'nin kabulünden sonra Türkiye yaptığı yorum beyanıyla, ulusal azınlık kavramının ikili ya da çok taraflı uluslararası belgelerle statüleri belirlenen grupları kapsadığını, Kopenhag Belgesi düzenlemelerinin anayasa ve iç mevzuata göre uygulanacağını açıklamıştır.100 21 Kasım 1990'da Paris'te yapılan AGİK Zirvesi'nde "Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı" kabul edilmiştir. Paris Şartı'yla, AGİK'in insan ve azınlık haklarıyla ilgili düşünceleri iyice netliğe kavuşturulmuştur. 99 Kurubaş, a.g.e., s. 57-58; Preece, a.g.e., s.141-142. İnanç, a.g.e., s. 37-38; Kurubaş, a.g.e., s. 75; Özdek, a.g.e., s.220-221. 100 39 19 Temmuz 1991 tarihli "Ulusal Azınlıklara İlişkin Uzmanlar Toplantısı Raporu (Cenevre Raporu)", Kopenhag Belgesi'nde ortaya atılan ilkeleri ve yükümlülükleri geliştirmektedir. Bu rapora göre, ulusal azınlıklar içinde yaşadıkları devletin ve toplumun ayrılmaz bir parçası ve her devletin ve toplumun zenginleşmesini sağlayan unsurlar olarak görülmektedir. Raporun getirdiği önemli yenilik ise, her tür farklılığın zorunlu olarak ulusal azınlıkların ortaya çıkmasına yol açmayacağının kabul edilmiş olmasıdır.101 Bu bağlamda, AGİK/AGİT'in ulusal azınlıklar konusunda belirlediği siyasal ilkelerin AK tarafından da benimsendiği, Kopenhag Belgesi'nin ve Cenevre Raporunun, Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesine kaynaklık ettiği görülmektedir. 1993 tarihli "AK Viyana Zirvesi”nde, AGİK düzeyindeki taahhütlerin benimsenerek, bu taahhütlerin AK içinde hukuksal yükümlülüklere dönüştürülmesi gereği üzerinde durulmuş, Çerçeve Sözleşme'nin hazırlanmasına da bu bağlamda karar verilmiştir.102 Günümüzde, azınlık hakları, ulusal egemenlik ve ülke bütünlüğü kavramlarıyla sınırlandırılmaktadır. Etnik, dinsel, dilsel ya da kültürel azınlık kimliklerine bağlı olarak kendi kaderini tayin hakkının kabulü de söz konusu değildir. Azınlıkların, uluslararası politikanın öznesi haline gelirken uluslararası hukukun öznesi olmadaki yetersizliği eleştirilmektedir.103 Bu anlamda azınlık haklarının bugünkü çerçevesi, sadece bir grup insanın haklarını düzenlemenin ötesinde bir işlev yüklenmiş ve küreselleşme sürecinde yeniden yapılanan uluslararası sistemde, ulus-devletlerin coğrafi olarak düzenlenmesine hizmet eder bir nitelik taşımaya başlamıştır.104 Öte yandan azınlık haklarının korunmasında ulusal ve 101 Tunç, a.g.m. Kurubaş, a.g.e., s. 76-77; Özdek, a.g.e., s. 221-224. 103 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 135-137; Özdek, a.g.e., s. 227-228. 104 Kurubaş, a.g.e., s. 89; Özdek, a.g.e., s.315-316. 102 40 uluslararası hükümet dışı kuruluşlar da giderek önemli birer aktör olarak ön plana çıkmaya başlamışlardır.105 1.2.2.4. Avrupa Birliği (AB) Çerçevesinde Azınlıkların Korunması 1992 yılında imzalanıp Kasım 1993'ten itibaren yürürlüğe giren Maastricht Antlaşmasına kadar Topluluğun kurucu antlaşmalarında insan hakları ve temel özgürlüklere ilişkin doğrudan getirilmiş bir hüküm bulunmamaktaydı. Ayrımcılıkla mücadele konusu dahi yalnızca ekonomik ilkeler çerçevesinde algılanmaktaydı. Maastricht Antlaşmasının 6’ncı ve 128’nci maddeleri ile getirilen düzenlemeler sonrasında AB’nin azınlık politikaları yeni bir döneme girmiştir.106 1997’de imzalanan Amsterdam Antlaşması ile de uygulanabilirliği oldukça sembolik bulunan yaptırımlarına rağmen ayrımcılığın önlenmesi bağlamında dolaylı olarak azınlıklarla ilişkili kararlar da alınmıştır.107 Avrupa Birliği, insan hakları, temel özgürlükler ve ayrımcılığın önlenmesine yönelik olarak kurucu belgelerinde yer verdiği hukuki düzenlemelerin yanı sıra uluslararası alanda yapılan diğer çalışmalara da destek vermekte ve bu çalışmalara çeşitli düzeylerde katılmaktadır. Bunlardan Avrupa Konseyi bünyesinde kabul edilen İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesine, Birliğin 1993'ten itibaren destek verdiği yukarıda belirtilmişti. Benzer bir biçimde, bir önceki bölümde sözü edilen AGİK/AGİT sürecinde uygulamaya konan İnsani Boyut Mekanizmasına katılımı da içeren "Yeni Bir Avrupa için Paris Şartı", Avrupa Komisyonu 105 başkanı tarafından imzalanmış, böylelikle söz konusu Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 138. Jonathan Davidson, Symposium on Race and Ethnicity: A Global Enquiry; Session on Racial and Ethnic Integration in the European Union, Tufts Unisity, Medford 2 Mart 2001, (Erişim) http://www.eurunion.org/news/speeches/2001/010302jd.htm, 15 Mayıs 2004. 107 Gabriel Toggenburg, “A Rough Orientation Through a Delicate Relationship: The European Union's Endeavours for (its) Minorities”, European Integration online Papers (EIoP), Vol 4, No 16, 2000, (Erişim) http://eiop.or.at/eiop/texte/2000-016a.htm, 15 Nisan 2005, s.20 106 41 mekanizmaya Birlik düzeyinde katılım sağlanmıştır.108 Öte yandan Avrupa Birliği'nin Komisyon aracılığıyla BM, AGİT ve Avrupa Konseyi ile yürüttüğü kurumsal ilişkileri de mevcuttur. Avrupa Komisyonunun BM İnsan Hakları Merkezi, AGİT Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu, AGİT Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiseri ve Avrupa Konseyi'nin Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu ile yakın çalışma ilişkileri vardır.109 Avrupa Konseyinin 1993 yılında kabul ettiği ırkçılık ve yabancı düşmanlığıyla mücadeleyi de içeren bir eylem planı çerçevesinde yürütülen çalışmalara, Avrupa Komisyonu aktif olarak katılmaktadır.110 Özetle, Avrupa Birliği'nin kurucu belgelerinde doğrudan azınlıkların korunmasına ilişkin bir düzenleme bulunmamakta, bu konuyla dolaylı olarak ilişkili hükümlere de ancak insan hakları ve ayrımcılığın önlenmesi çerçevesinde rastlanmaktadır. Birlik, daha çok BM ve AGİT bünyesinde konuya ilişkin olarak yürütülen çalışmaları desteklemekte fakat ağırlığını başta ayrımcılığın önlenmesi olmak üzere ırkçılık ve yabancı düşmanlığıyla mücadele ile temel hak ve özgürlüklerin korunması üzerine koymaktadır. Avrupa Birliği organları nezdinde azınlık konularına yönelik faaliyetlere baktığımızda azınlıklara ilişkin çalışmaların her ne kadar tavsiye niteliğinde de olsa Avrupa Parlamentosunda yoğunlaştığı görülmektedir. Avrupa Parlamentosunun doğrudan doğruya azınlıkları ilgilendiren çalışmaları ilk 16 Ekim 1981 tarihli tavsiye niteliğindeki "Bölgesel Diller ve Kültürler Topluluk Şartı ve Etnik Azınlıkların Hakları Topluluk Şartına Dair Avrupa Parlamentosu Kararı” 111 ile başlamıştır.112 108 Avrupa Komisyonu, "Avrupa Birliği ve İnsan Hakları Politikasının Dış Boyutu: Roma'dan Maastricht'e ve Ötesi", Avrupa Birliği ve Dünyada İnsan Hakları, Avrupa Birliği Bülteni, Ek 3/95, Brüksel-Lüksemburg, 1996, s 28. 109 Avrupa Komisyonu, "Avrupa Birliği ve İnsan Hakları Politikasının Dış Boyutu: ", s 28. 110 Avrupa Komisyonu, "Avrupa Birliği ve İnsan Hakları Politikasının Dış Boyutu: ", s.30. 111 "Kuijpers Kararı" olarak da bilinilmektedir. “Resolution on the Languages and Cultures of Regional and Ethnic Minorities in the European Conımunity”, Official Journal of the European Communities, No. C 318, 1987, s. 160; Toggenburg, a.g.m. 112 “Resolution on a Community Charter of Regional Languages and Cultures and on Charter of 42 Killilea Raporu113 gibi doğrudan azınlıklara ilişkin olarak alınan kararlarının yanı sıra insan hakları, ayrımcılığın önlenmesi ve yabancı düşmanlığına karşı dolaylı olunması gibi azınlıkları ilgilendiren diğer kararlar da bulunmaktadır.114 Ayrıca Avrupa Parlamentosunun spesifik azınlık gruplarına ilişkin olarak aldığı birçok tavsiye kararı da vardır. Fakat alınan kararların büyük bir çoğunluğu Avrupa Birliği dışındaki azınlıklara ilişkindir.115 Bu kararlara ilaveten yine çoğunlukla AB ile bütünleşme sürecindeki aday ülkelere yönelik olarak genellikle kınama niteliğinde alınan, fakat azınlıkları dolaylı olarak ilgilendiren kararlar da mevcuttur.116 Azınlıklara yönelik yapılan çalışmaların özellikle Avrupa Parlamentosu bünyesinde yoğunlaşması, Parlamentodaki grupların genel siyasi eğilimleriyle doğrudan alakalı bulunmaktadır. AB'nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonunda azınlıklara yönelik çalışmalar, öncelikli olarak seyrek kullanılan diller ve başta aday ülkeler olmak üzere üçüncü ülkelerde yaşayan azınlıklar bağlamında yürütülmektedir.117 Ayrıca Komisyon tarafından etnik azınlıkların iş yaşamına daha etkin biçimlerde entegrasyonunu amaçlayan "Etnik Azınlık İş Ağı"nın (EMBNET - Ethnic Minority Business Network) oluşturulduğu ve böylece Rights to Ethnic Minorities”, Official Journal of the European Communities, No. C287, 1981, s. 106. 113 Toggenburg, a.g.m, s. 6. 114 "Resolution on the Role of Public Service Television in a Multi-media Society", Ofîicial Journal of the European Communities, No. C 320, 1996, s. 180;"Resolution on Human Rights in the World in 1997 and 1998 and European Union Human Rights Policy", Official Journal of the European Communities, No. C 98 ,1999, s. 270; “Resolution on Racism, Xenophobia, and Anti-semitism and on Further Steps to Combat Racial Discrimination”, Official Journal of the European Communities, No. C 98 ,1999, s. 488. 115 Toggenburg, a.g.m., s. 8; Eren Polatoğlu, “Azınlık Hakları Yönünden AB Hukuku”, Türkiye ve Siyaset, Temmuz/Ağustos 2001, s. 79. 116 Kurubaş, a.g.m., s. 135. 117 Ayrıca 1997'de de konuya ilişkin bir Komisyon raporuna göre AB'nin özellikle genişleme sürecinde sorun teşkil edebilecek azınlıklar konusunun Komisyon için önemi vurgulandıktan sonra, halen birlik içinde 40 milyondan fazla insan tarafından 30’dan fazla azınlık dilinin konuşulduğuna dikkat çekilmiştir. Commission of the European Communities, Protecting Language Proves A Challenge for EU Officials, Brussels, April 1997, (Erişim) http://europa.eu.int/comm/dg10/eur_dial/ 97i2a4s0.html, 20 Haziran 2005. 43 etnik azınlıklara mensup girişimcilerin yaşadıkları sorunlara AB düzeyinde çözüm arandığı görülmektedir. 118 AB'de azınlıklar karşısındaki bu tutum değişikliğinin başlangıç noktası, 1993 yılı Haziran ayında Kopenhag'da toplanan Avrupa Birliği Hükümet ve Devlet Başkanları Zirvesi sonuç kararlarında Birliğe katılacak ülkelere yönelik olarak getirilen kriterler olmuştur.119 Amsterdam Antlaşmasıyla birlikte Kopenhag Kriterleri de Antlaşmaya dâhil edilerek Müktesebatın bir parçası halini almıştır. Fakat kriterlerin azınlıklara ilişkin kısmı antlaşmaya dâhil edilmemiştir. Azınlıklara ilişkin hükümler dışında, Kopenhag Kriterlerinin yer aldığı söz konusu paragrafta ise; Birliğin temelini oluşturan ilkeler olarak özgürlük, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü belirtilmiş, azınlıklara ilişkin bir ifadeye yer verilmemiştir. Dolayısıyla bu kriterler, Topluluk Müktesebatına dâhil olmuş hükümler ölçüsünde hukuki, Müktesebat dışında kalan hükümler bakımından da siyasi olarak nitelendirilmektedir.120 Aday ülkelere yönelik değerlendirme süreci, 1998’de Komisyonun rutin bir etkinliği haline gelerek bu tarihten itibaren yıllık olarak "Düzenli İlerleme Raporları" şeklinde yayınlanmaya başlamıştır.121 Bu durum yine 1998'den itibaren Katılım Ortaklığı Belgelerinde de devam etmiş, azınlıklara ilişkin hükümler, bazı ülkeler için kısa, bazıları için de orta vadede öncelikler arasında yer almıştır. Esasında Avrupa Birliği düzeyinde azınlıklar konusunda; azınlıkların korunması ve azınlık kriterlerinin ne olduğuna yönelik mutabakat yoktur. 118 “EMBNET - The Ethnic Minortiy Business Network” (Erişim) http://europa.eu.int/comm/ enterprise/entrepreneurship/craft/craft-minorities/minorities-embnet.pdf, 20 Haziran 2006. Toggenburg, a.g.m., s. 17-18. 120 Toggenburg, a.g.m., s. 18. 121 Regular Reports for Each Candidate Country", (Erişim) http://europa.eu.int/comm/enlargement/ report_11 00/index.htm, 20 Haziran 2005. 44 Bundan dolayı Birlik ve üye ülkeler içinde hukuki olarak kabul görmüş belirli azınlık grupları mevcut değildir. 122 1.2.3.Azınlık Ölçütleri Bir azınlık grubunu tanımlamada başvurulacak ölçütler objektif ve sübjektif ölçütler olmak üzere ikiye ayrılabilir. Objektif ölçütlerden birincisi, farklılıktır. Azınlık, nüfusun geri kalanından ırksal, etnik, dinsel, dilsel ya da kültürel açıdan farklılıklar göstermelidir. Irksal farklılık günümüzde büyük ölçüde önemini yitirmiştir. 123 İkinci objektif ölçüt ise sayıdır. Azınlık, farklı özelliklerini koruyabilecek ve sürdürebilecek yeterli sayıya sahip olmalı ama nüfusun geri kalanından sayısal bakımdan az olmalıdır. Bu azınlığın ülkedeki coğrafi dağılımı önemli değildir. Ülke genelinde sayıca az olan bir grubun ülkenin belirli bir bölgesinde yoğunlaşarak, çoğunluğu oluşturması bir şeyi değiştirmez.124 Üçüncü objektif ölçüt ise, başat olmama konusudur. Azınlık grupları nüfusun geri bulunmalıdırlar. kalanı karşısında Örneğin; Güney egemen Afrika olmayan bir Cumhuriyeti'nde konumda "Apartheid" döneminde nüfusun % 20'sini oluşturan beyazlar değil, büyük çoğunluğu oluşturan siyahlar azınlık konumunda olmuşlardır. Objektif ölçütlerden dördüncüsü, azınlıkların vatandaş olmasıdır. Bu durumda yabancı işçiler, göçmenler, uyruksuzlar (haymatlos) ve mülteciler gibi gruplar hukuksal bakımdan azınlık kapsamının dışında kalırlar. Sosyolojik azınlık olarak adlandırılan bu gruplar geçici bir süre için bir başka 122 İbrahim Alper Arısoy, “Avrupa Birliği ve Azınlıklar”, İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2002, s.XII. 123 Remzi Altunpolat, “Uluslar Arası Hukuk Açısından Lozan Barış Antlaşması'nın Siyasal Hükümler Işığında Türkiye'de Azınlıklar Sorunu: Tarihten Güncelliğe”, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2005, s.9-10. 124 Altunpolat, a.g.t., s.9-10. 45 devletin ülkesinde bulunmakta ve uluslararası hukukun bu gruplara tanıdığı statüye bağlı haklardan yararlanmaktadırlar.125 Azınlık tanımındaki sübjektif ölçüt, azınlık bilincidir.126 Azınlık tanımlarında yer alan dayanışma duygusu bunu gerektirmektedir. Azınlık grupları, farklı niteliklerini ve geleneklerini koruma isteğine sahip olmalıdır. Yoksa söz konusu grubun asimile olmak istediği anlaşılır ve ona azınlık denemez.127 Dayton Law School azınlığı; “renk ve dil gibi ayırt eden kültürel ve fiziksel özellikler”, “eşitsiz davranışlara maruz kalan bir kitle”, “kişisel seçim olmadan ortaya çıkan bir gruba mensubiyet”, “ikinciliğin bilinciyle güçlü grup dayanışma duygusu”, “ırksal farklılık ile etnik, dinsel ve cinsel anlamda grup içi evliliklerin yüksek olması sonucu grubun kendi içine kapanıklığı” olarak beş kategoriye ayırmaktadır.128 1.2.4.Azınlık Türleri Uluslararası ilişkilerde geleneksel realist yaklaşımların en yaygın olduğu dönem Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasıdır. Bu dönemde daha çok siyasi gerekçelerle Avrupa’da birçok azınlık ortaya çıkarılmıştır. Oluşturulan bu tabloya baktığımızda; nüfusunun % 25'inin azınlık olarak adlandırılmış olduğu görülmüştür.129 Her biri kendine özgü şartlara sahip olan bu "azınlık durumları"ndan yola çıkılarak yapılan genellemeler sonucunda da azınlık türleri ortaya çıkmıştır.130 125 Altunpolat, a.g.t., s. 9-10. Kurubaş, a.g.e., s.17-19. 127 Alpkaya, a.g.m., s.153-157. 128 Richard T. Schaefer, “What is a Minority Group?” Racial and Ethnic Groups, 1993, Dayton Law School, (Erişim) http://academic.udayton.edu/race/01race/minor01.htm, 20 Haziran 2010, s. 5-10. 129 Martyn Housden, "Ewald Ammende and the Organisation of National Minorities in Inter-war Europe", German History, Vol 18, Issue 4, 2000, s. 443-452. 130 Arısoy, a.g.t., s.7. 126 46 Azınlıklar onları başat toplumdan ayıran kimlik özelliklerine göre etnik azınlıklar, dinsel azınlıklar, dilsel azınlıklar ve ulusal azınlıklar olarak tasnif edilmektedirler.131 Etnik azınlıkların, kendilerine özgü karakteristik özellikleri vardır. Çeşitli kültürel, tarihsel ve topraksal bağlardan oluşan fakat belirli bir siyasal niteliği bulunmayan kimlik özelliklerine sahip olması, grup mensuplarının aynı kökenden gelmesi, grup içinde sosyal ilişkilerin organize edilmesi etnik azınlıkların karakteristik özelliklerini oluşturmaktadır. Bir etnik azınlığın belirlenmesinde o gruba özgü ortak dil, ortak kültür, ortak tarih, ortak kader ve ortak gelecek gibi bir takım karakteristik özelliklere bakmak gerekecektir. Burada dikkat çeken nokta, etnik azınlıkların genellikle aynı zamanda dil ve din azınlıkları olmalarıdır. Çünkü dil ve din azınlıkları da ortak bir kültür ve tarihe sahiptir ve kader birliği oluştururlar.132 Brötanlar, Katalanlar, Basklar, Frizyanlar, Ladinler etnik azınlıktır. Dinsel azınlıklar, 16’ncı yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda dinsel azınlıkların en eski azınlık türü olduğu söylenebilir. Bununla birlikte 1789 Fransız Devrimi'nden itibaren egemen ideolojinin değişerek, dinin yerini milliyetçiliğin almasıyla dinsel azınlıklar ulusal azınlıklara dönüşmüşlerdir.133 Azınlık türlerinden üçüncüsü olan dilsel azınlıkların asıl belirleyicisi, adından da anlaşıldığı üzere grupların kullandıkları dillerdir. Dilsel azınlıkların saptanmasında nüfus yoğunluğu, göç, işsizlik, dilin gelişmişlik derecesi, grubun dilbilgisi, okul dili, kitle haberleşme araçlarının varlığı, azınlığın büyüklüğü, etnik bir partinin siyasi varlığı, siyasi güç ve özerklik, resmî dilin statüsü gibi çok çeşitli faktörler dikkate alınmaktadır. Aslında, 131 Kurubaş, a.g.e., s.21; Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, Ankara, 5.Baskı, Turhan Kitabevi, 1998, s.182. 132 Kurubaş, a.g.e., s.21-22. 133 Kurubaş, a.g.e., s.22. 47 dilsel farklılık kültürel farklılığın temel öğesini oluşturmaktadır. O nedenle genellikle dilsel azınlıklar, aynı zamanda etnik azınlıklara ya da ulusal azınlıklara tekabül etmektedirler.134 Avrupa’da bazı gruplar, örneğin İtalya’daki tüm etnik gruplar, etnik değil dilsel azınlık olarak kabul edilmektedirler. Katalanlar, İtalya’da dilsel azınlık iken İspanya’da ulusal grup olarak görülebilmektedir. Dördüncü azınlık türü ise, ulusal azınlıklardır. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra uluslararası hukuk terminolojisine girmiş olan ulusal azınlık kavramı, bir devlet ülkesinde yaşayan ve orada çoğunluğu oluşturan bir ulusal grupla aynı kökenden gelen grupların, bir başka devlet ülkesinde azınlık durumunda olmasını ifade eder. Ulusal azınlıklar, etnik azınlıkların gösterdiği özelliklerin yanı sıra, siyasal karar alma mekanizmalarına katılma iradesine de sahiptir. Bir devletin ülkesinde çeşitli ulusal azınlıkların yaşaması mümkündür. Ulusal azınlıklar aynı zamanda etnik ve dilsel azınlıklardır. Ama etnik ve dilsel azınlıklar her zaman ulusal azınlık değildirler. Ulusal azınlıkları diğer azınlıklardan ayıran en önemli özellik, toplum olma konusundaki siyasal iradeleridir.135 Cristoph Pan, ulusal azınlık kavramı için azınlık grubunun bir devletin sınırları içinde geleneksel bir biçimde yerleşmiş olması, bu devletin geriye kalan nüfusundan sayıca az olması, bu devletin vatandaşı olması, etnik, dilsel veya kültürel varlıklarının devletin diğer vatandaşlarının bu alandaki varlıklarından farklı olması, azınlık grubunun, kendine has bu özelliklerini koruma isteğine sahip olması gibi özelliklerinin olması gerektiğini ileri sürmektedir.136 Tüm bunlara rağmen ulusal azınlık kapsamına kimlerin gireceği konusunda henüz uluslararası alanda standart bir görüş ve uygulama yoktur. Örneğin Almanya, Çerçeve Sözleşmeyi imzalarken bulunduğu bildirimde, 134 Kurubaş, a.g.e., s.22-23. Arsava, a.g.e., s. 53-59; Kurubaş, a.g.e., s. 21-23; Erol Anar, Öte Kıyıda Yaşayanlar Azınlıklar,Yerli Halklar ve Türkiye, İstanbul, Belge Yayınları, 1997, s.15 136 Cristoph Pan, “Das Nationalitâten problem als die Alte Frage im Neuen Europa” Minderheiten, 1997 yılı Nisan ayında İtalya'nın Güney Tirol Bölgesinin Meran Şehrinde Avrupa Halk Partisi'nin (EPP) düzenlediği "Azınlıklar" konulu sempozyum, s. 12.’den aktaran Arısoy, a.g.t., s.13. 135 48 Sözleşmenin "ulusal azınlık" kavramını tanımlamadığına dikkati çekerek, Sözleşme ilkelerinin hangi gruplar için uygulanacağına kendisinin karar vereceğini açıklamış ve yurttaşlığı azınlık olmanın bir ön koşulu olarak değerlendirmiştir.137 Keza Almanya ülkesindeki Danimarkalılar, hukuken ulusal azınlık olarak kabul etmemiştir. Aynı şekilde İtalya’daki Almanlar ve Fransızlar da hukuken öyle tanınmasalar da ulusal azınlıktır. Etnik azınlıkları ulusal azınlıklardan ayıran temel unsur, bir etnik azınlığın akrabalarının tarih içinde veya şimdi devlet olarak var olup olmadığıdır. 1.2.5.Azınlık Hakları Azınlık hakları ise, “bir ülkede yaşayan azınlık bireylerine devlet tarafından tanınan ve topluca (grup olarak) kullanılabilen özel insan hakları” olarak tanımlanmaktadır.138Azınlık hakları çoğulcu ve demokratik toplumlarda eşitlik ilkesinin tam ve etkili bir biçimde gerçekleştirilmesi için herkese tanınan genel haklar (negatif haklar) dışında, dezavantajlı gruplara tanınan özel hakları, yani pozitif hakları da içerir. Uluslararası belgelerde belirlenen ve evrensellik kazanan azınlık hakları üç temel hak biçiminde ortaya çıkar.139 Bunlardan birincisi, azınlık grubu olarak var olma hakkıdır (hayat ve fiziksel varlık hakkı). Bu bağlamda azınlıkların fiziksel varlıklarının korunmasını yani soykırıma, etnik temizliğe uğratılmamaları gibi fiziksel varlıklarının ortadan kalkmasına yol açacak herhangi bir saldırıya karşı korunmalarını içermektedir. Bu hak doğal olarak bütün bireylerin en temel haklarını temsil eder. Azınlık haklarının ikincisi, eşitlik ve ayrım gözetilmemesi hakkıdır. Aslında bu hak da temel insan hakları belgelerinde yer almaktadır. Ama bu 137 Council of Europe, “Framework Convention for the Protection of National Minorities", List of Declarations Made with Respect to Treaty No. 157, (Erişim) http//conventions.coe.int/Treaty/EN/ DeclareList. asp?, 31 Temmuz 2002. 138 Baskın Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, İstanbul, TESEV Yayınları, 2004, s.22. 139 Altunpolat, a.g.t., s.21-22. 49 belgelerdeki çeşitli sınırlamalar sonucu bu haklar ihlâl edilebildiğinden ya da sınırlandırılabildiğinden azınlıklara yönelik uluslararası belgelerde de bu haklara yer verilmektedir. Azınlık haklarının üçüncüsü, azınlık kimliğinin tanınması ve kimlik unsurlarının yaratılması ve geliştirilmesi hakkıdır (dinsel, dilsel ve kültürel özerklik hakkı). Aslında ilk iki hak genel insan hakları bağlamında ele alınabilecek haklarken, bu hak azınlık haklarının temelini oluşturmaktadır. Bu genel azınlık hakkı, azınlık mensuplarının asimilasyonunu yasakladığı gibi, onların kimliklerini oluşturan öğelerin tanınmasını ve desteklenmesini içermektedir.140 Azınlıklara tanınan haklar, her ne kadar onların çoğunluk içinde kimliklerini korumalarına ve geliştirmelerine imkân tanıyorsa ve bu alanda pozitif ayrımcılık söz konusuysa da, bu haklar toplumsal bütünleşme politikalarının uygulanamayacağı anlamına da gelmemektedir. Gerçi bazı yazarlar tarafından bizatihi bu hakların böyle bir işlev göreceği de düşünülmektedir.141 Diğer taraftan azınlık hakları, azınlıklara da görevler yüklemiştir. Azınlıklar, vatandaşı oldukları devlete sadakat göstermek ve vatandaşlık ödevlerini yerine getirmek, kendilerine verilen hakları kötüye kullanmamak yani egemen eşitliğe, ülkesel bütünlüğe ve siyasal bağımsızlığa aykırı olarak bu hakları kullanmamak zorundadırlar. Öte yandan, azınlıklar bu hakları kullanırken, ulusal mevzuata, başkalarının haklarına ve özellikle çoğunluğun ve diğer azınlıkların haklarına saygı göstermeleri gerekmektedir.142 140 Alpkaya, a.g.m., s.153-160,163; Kurubaş, a.g.e., s. 24-25; Javaid Rehman, “Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları", Ulusal, Ulusalüstü ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları (Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Lozan Antlaşması), haz. İbrahim Kaboğlu, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Yayını, 2002, s. 99-109. 141 Kurubaş, a.g.e., s. 27. 142 Alpkaya, a.g.m., s.169; Kurubaş, a.g.e., s. 27. 50 Bu çerçevede etnik, dinsel veya dilsel azınlık özelliklerini bünyesinde barındıran Süryaniler için ulusal azınlık tanımlamasını yapmak mümkün değildir. Ayrıca Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası her hangi bir metinde de böyle bir statü ile tanımlanmadıkları için Türkiye’deki Süryanilere ilişkin azınlık statüsünü dile getirmek pek mümkün değildir. Çünkü azınlık kavramının oluşabilmesi için sosyolojik yönü kadar hukuksal yönünün de olması gerekmektedir. Yani her etnik grup aynı zamanda azınlıktır demek yanlış bir yaklaşım olmaktadır. Zira Türkiye’de 17’den 47’e kadar çeşitli ad ve nitelikte etnik gruplardan bahsedilebildiği143 halde azınlık olarak sadece kabul edilen dört gayrimüslim etnik grup bulunmaktadır. Süryanilerin, etnisite ve azınlık kavramları ile ilişkisi ve bu kavramlar çerçevesinde daha geniş değerlendirilmesi ilerleyen bölümlerde yapılmaya çalışılacaktır. 143 Peter Alford Andrews, Türkiye’de Etnik Gruplar, çev. Mustafa Küpüşoğlu, Ant Yayınları, İstanbul, 1992, s.53; Cemal Şener, Türkiye’de Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar, Etik Yayınları, İstanbul, 2004, s.20-21. İKİNCİ BÖLÜM SÜRYANİLER VE SÜRYANİLİK “İnanç, görmediğimize inanmaktır. Bunun mükâfatı da inandığımızı görmektir.” (Saint Augustinus) Farklı toplumların yaşamı sürdürme biçimlerinin benzerlikleriyle birlikte farklılıkları, “kültür” kavramıyla ifade edilir. 1 Kültür, bir yandan tüm insanların paylaştığı ortak bir ürün, diğer yandan insanların içinde doğduğu belirli bir toplumun tarihsel ve çevresel yapısıyla şekillenen, insan toplulukları arasında farklılıklara da işaret eden özgün bir üründür. Kitle iletişim araçları, göç, ticaret, sermaye yatırımları ve sınır ötesi politikalar gibi değişen global şartların da etkisiyle, herhangi bir sosyal grubu veya özel bir kültürel örüntüyü, sosyal veya kültürel anlamda diğerlerinden bağımsız olarak analiz etmek pek mümkün görünmemektedir. Dünyada keşfedilmemiş bir yerin kalmadığı ve sınırların geçirgenleştiği gerçeğinden hareketle günümüzde saf, tamamen kendine özgü bir kültürün kalmadığı kabul edilebilir. Her kültürün içinde sosyoekonomik ve ekolojik koşullardan kaynaklanan farklılıkların, dil, din ve akrabalık biçimleri gibi ayırt edici özelliklerinin de bulunduğu bilinmektedir. Bu benzerlik ve farklılıklar çerçevesinde kültürlerden herhangi birine, diğerinin kökünü oluşturduğu, daha üstün veya daha aşağı olduğu şeklinde bir değer yüklenmemelidir. Süryaniler de bu yaklaşım çerçevesinde ele alınmalı ve Süryanilere ait ayırt edici özellikler ortaya konulmalıdır. 1 Tim Ingold, "Introduction to Culture", Companion Encyclopedia of Anthropology, London and New York, Routledge, 1998, s. 329. 52 2.1. SÜRYANİLER VE SÜRYANİLİK KAVRAMLARINA ETİMOLOJİK YAKLAŞIM İnsan zihnini en fazla meşgul eden konulardan biri olan kimlik, bir sorun olarak özellikle ulus devletlerin ve milliyetçiliğin öne çıktığı son yüzyılda önem kazanmış, küreselleşme ile birlikte evrensel hukuk anlayışı ve insan haklarının daha da önemsenmesiyle, günümüzün en önemli uluslararası sorunlarından biri haline gelmiştir. Kimlik, soyut ve göreceli tanımlanabilen bir etikettir. Bir insanın veya grubun birden fazla kimliği olduğu gibi birden fazla kimlik belirleyenleri de olabilir. Kültürleri belirlemek için ele alınan değerler, ne tüm kültürler için genellenebilir ne de aynı kültür için değişmeden sabit tutulabilir. Kimliği belirleyen dinamiklerin çeşitliliği ve değişkenliği; tarihsel süreçlerin, sosyal ve ekonomik koşulların değişkenliği ile paralellik göstermektedir. Daha önceleri dinsel kimlik, toplumlar için ön planda iken 18’nci yüzyıldan sonra ulusal kimlikler, günümüzde ise etnik kimlikler giderek öne çıkmaya başlamışlardır. Özellikle siyasal amaçlarla gündeme taşınan kimlik konusu "bireyin kendisini kendisi gibi olan diğerlerinden biri" veya “kendinden farklı olan ötekilerin dışında biri” olarak görmesini sağlayan sosyal kimlik oluşumuna karşılık gelmektedir.2 Bunun yanında etnisite ilişkiler içinde ortaya çıkan sosyal sınıflandırmalarla da ilgilidir.3 Kimlik; sosyal, siyasal ve tarihsel gelişimi olan bir olgu olup her toplum kendi kimliğini tanımlarken üzerinde yaşadığı coğrafyayı, onun siyasi kültürel zeminini, ilişki içinde oldukları coğrafyanın siyasi-kültürel farklılıklara sahip topluluklarıyla nasıl bir etkileşim içinde olduklarını göz önüne alarak kendini 2 Fenton, a.g.e., s.9. Thomas Hylland Eriksen, Etnisite ve Milliyetçilik: Antropolojik Bir Bakış, çev. Ekin Uşaklı, İstanbul, Avesta, 2004. 3 53 tanımlar. Toplumların kimliklerini ifade etmede dayandıkları öğelerin başında ise din, dil ve etnisite gelmektedir. Kimlik belirlemeye örnek olması açısından; Fransız Katolik misyonerlerinin etkisi ile bir Nasturi, Katolik olduğunda Keldani olarak isimlendirilmekle kalmaz, etnik açıdan başkalaşmış sayılır. Aynı şekilde Amerikan Presbiteryenlerinin çalışmaları neticesinde Presbiteryan olan bir Nasturi kendi milletinden daha çok Amerikan olarak nitelendirilmektedir. Diğer taraftan Hindistan Malabar Nasturi Kilisesine bağlı olan Hintli Hristiyanlar, Nasturi olarak da kabul edilmektedirler.4 Dolayısıyla bugün çeşitli kültürler içinde yaşayan Süryaniler, kimliklerinin tehdit altında olduğunu hissetmekte ve Süryaniler arasında bir kimlik bunalımı göze çarpmaktadır. Süryani ismi üzerine başta İsveç olmak üzere yurt dışında ciddi tartışmalar yaşandığı ve bu tartışmaların Süryaniler arasında bölünmelere neden olduğu da görülmektedir.5 Bu çerçevede Süryanilerin kimlik tanımlaması, hem emik hem de etik bakış açısı ile ele alınarak elde edilen bilgiler sunulmaya çalışılacaktır. 2.1.1. Süryani Kelimesinin Anlam Yönünden İncelenmesi Çok tartışılan konulardan biri olan Süryani (Suroyo) kelimesinin etimolojik anlamda kökeni konusunda ileri sürülen tezlere bakmadan önce literatüre baktığımızda Araplar ve Türkler tarafından “Süryani” olarak adlandırılan topluluğun kendilerine “ ܣܘܪܝܝܐSūryāyē” Suryoyo (Suryoye, Suroyo, Suryaya, Suraya, Surayi veya Sutrayi) olarak adlandırdığı, İngilizce literatürde Syrian, Syriacs olarak adlandırıldıkları6, Süryanilerin yaşadığı 4 H.H. Austin, Baqubah Refugee Camp, London, The Faith Press, 1920, (Erişim) http://www.aina.org/books/brc.htm, 21 Mayıs 2009, s.46. 5 Atman, a.g.e., s.144-147. 6 Burada dikkat edilmesi gereken nokta Süryanilere batılı kaynaklarda Assyrians yani Asuri olarak adlandırma eğilimi giderek artmaktadır. Ayrıca Syriac veya Syrian kelimesi İngilizce de Suriyeli kelimesi ile eş anlamlıdır. “Syria”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Syrian, 20 Haziran 2009; William A. Shedd, “The Syrians of Persia and Eastern Turkey”, Bulletin Of The American Geographical Society, Vol. XXXV, No. 1, 1903, (Erişim) http://www.jstor.org/ pss/197537, 21 Mayıs 2009, s.1. 54 bölgelerdeki Kürtler tarafından da gayrimüslim anlamında “Fılla”, bazen “Sıryan”7 olarak adlandırılmakta ve gene Araplar tarafından İsa’nın doğduğu köy olan Nasıra’ya atfen “Nasrani” olarak da adlandırıldığı görülmektedir.8 Tarihi süreç içinde çeşitli isim değişikliklerine uğrasalar da son yirmi asırdır “Süryani” kelimesinin kullanıla geldiği, Hristiyanlık sonrasında yaygınlık kazandığı ve Hristiyan olan Yukarı Mezopotamya halkına atfen kullanıldığı ve bu halk için, “Asur”, “Arami”, “Süryani”, “Keldani”, Maruni”, “Nasturi” vs. kelimelerin de kullanıldığı görülmüştür. 9 Asurî kelimesi Süryanilere atfen kullanılabilmektedir. Tartışmalı bir konu olan Asurî kelimesi, Nasturilere atfen kullanıldığı gibi bazen de Süryani, Nasturi, Yakubi, Keldani, Maruni, Melkit gibi grupları içine alan bir çatı kimlik anlamında da kullanılabilmektedir. Bülbül’e göre ise “Asurlu” kelimesi ile İsa’dan önceki Yukarı Mezopotamya’da yaşayan halkın geneli ifade edilmektedir.10 Ayrıca İngilizce Assyrian kelimesi ile Asur İmparatorluğu, Ortadoğu’da etnik bir grup, Ortadoğu’daki coğrafi ve kültürel bir bölge, dinî anlamda Doğu Asur Kilisesi, Doğunun Kutsal Sinodunun Asur Kilisesi, Asur Evanjelik Kilisesi, Asur Pentekostal Kilisesi, Süryani Katolik Kilisesi, Süryani Ortodoks Kilisesi, Keldani Katolik Kilisesi kastedilebilmektedir.11 İngilizce “Syrian” kelimesi ile Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşları, Asurlu (Assyrians) olarak da bilinen Aramice (Aramaic) konuşan Hristiyanları, Helenistik dönemde Selefkos İmparatorluğunun etnik Yunanlıları da kast 7 Aziz Koluman, Ortadoğu’da Süryanilik (Dini-Sosyal-Kültürel Hayat), Ankara, ASAM Yayınları, 2001, s.44. 8 Gürbüz Erginer, “Etno-Kültürel Sınırlar Turabdin Süryaniler Örneğinde”, Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri, Ankara, 2007, s.28. 9 Üçüncü Antakya Patriği Mor İğnatiyos Nurani’nin, M.S. 107 yılında Roma’ya yazdığı mektubunda görüldüğü gibi “Antakya Süryani Kilisesi’ deyimini kullanmıştır. Bkz. Kenan Altınışık, 5500 Yılın Tanıkları Süryaniler, İstanbul, Altan Matbaacılık, 2004, s.4. 10 Bülbül, a.g.e., s.30. 11 “Assyrian”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Assyrian , 12 Nisan 2006. 55 edilebilmektedir. Ayrıca “Syriac” kelimesi ile Suriyeli veya Süryaniler kastedilebilmektedir. Syriacs veya Syrian kelimeleri; Keldani (Katolik) Kilisesi ve Doğu (Asur) Kiliseleri mensuplarını, Süryani Ortodoks ve Süryani Katolik Kilisesi mensuplarını, Marunileri, Melkitleri, Suriyeli Hristiyanları (Syriac Christians) ifade etmek için de kullanıldığı görülmektedir.12 Biz çalışmamızda “Syriac” kelimesini Süryanilik anlamında kullanmayı tercih ettik. 543 yılından sonra Yakup Baraday’ın ismine ithafen Süryanileri “Yakubiler” olarak da adlandıranlar bulunmaktadır.13 Fakat Süryaniler bu kavrama pek sıcak bakmamakta ve bu adlandırmaları red ederek kendilerinin ilk Hristiyanlar olduklarını ve diğer Ortodoks kiliselerden farklılıklarına işaret ederek kendilerini 'Süryani Kadim' olarak tanımlamaktadırlar.14 Süryani Kilisesi bu isimlendirmenin Süryani Ortodoks Kilisesi’ni aşağılamak için rakip Ortodoks kiliseler veya oryantalist tavırlı Katolik bilim adamları tarafından ileri sürüldüğünü iddia ederek bu isimlendirmeyi red etmekte15 ve Süryani isminin; Subariler, Sümerler, Akadlar, Babiller, Asurlular, Kenaniler, Amuriler, Aramiler, Kendaniler, Fenikeliler, Tedmurlular ve Abgar uygarlıklarının devamını belirten bir isim olduğunu beyan etmektedir.16 Farklı isimlerin kullanılması etnik anlamda ilişkisel nedenlere dayanırken dinsel anlamda farklı grupları nitelemek için kullanılmaktadır. Biz çalışmamızda bundan sonraki bölümlerde aidiyet anlamında, Süryani Kadim (Batı Süryani) Kilisesini kastederek Süryani kelimesini kullanacağız. Zira 12 “Syria”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Syriacs, 12 Nisan 2006. Urfa Monofizit piskoposu Jacob Baradaeus'un (ö. 579) anısına Jacobitler, yani Yakubîler olarak ifade edilmektedir. Bkz. George C. Anawati, “Factors And Effects Of Arabization and Islamization in Medieval Egypt And Syria”, Islam And Cultural Change in The Middle Ages, ed. Speros Vryonis, Wiesbaden, 1975, s.20. 14 Aziz Günel, Türk Süryaniler Tarihi, Diyarbakır, Oya Matbaası, 1970, s.35; Altınışık, a.g.e., s.25; Özmen, a.g.t., s.170 15 Nihat Durak, “Süryani Ortodoks Kilisesi”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları, 2005, s.199. 16 Süryani kilisesinin Antakya patriği Moran Mor İğnatiyos I. Zekka İvas'ın 1992 yılında yayınladığı mesaj için bkz. Özmen, a.g.t., s.171. 13 56 Süryani adı en doğal kullanılan isim olarak da kabul edilmektedir.17 Böyle olmakla beraber Süryani Kadim (Batı Süryani) Kilisesi ile ilişkili olan Doğu Süryani (Nasturi) Kilisesi, Süryani Katolik Kilisesi, Keldani Kilisesi, Melkit Kilisesi, Maruni Kilisesi ve Süryani Protestan Kilisesi kendi adlandırmaları ile ele alınacaktır. 2.1.2. Süryani Kelimesinin Kökeni Yönünden İncelenmesi Bugün Süryani tabiri ile -çeşitli ırklara mensup olmalarına rağmenAntakya Kilisesi orijinli bir Hristiyan mezhebi ve kilisesi taraftarlarının adı kastedilmektedir. Bu tabirin kökü kesin olarak bilinmemekle beraber Süryani kelimesinin kökeni konusunda ileri sürülen iddialara bakmak yararlı olacaktır. Süryani (Suroyo) ismine ilişkin ilk iddia Pers kralı Keyhüsrev’in (Kyrus; Süryanicede Syrus veya Sirus) isminden kaynaklandığı yönündedir. Keyhusrev’in (MÖ.559-529) Babil’i alarak burada bulunan İbranileri esaretten kurtardığı ve Filistin’e dönmelerine izin verdiği için kendisi bir kurtarıcı olarak görülmüştür. Bundan dolayı İsa’nın Hristiyanlığı yayarken ona inanan İbranilerin İsa’yı da Keyhusrev (Sirus) gibi kurtarıcı olduğunu düşünen ve İsa’ya inanan halka Sorin (Süryani) ve konuştukları Aramca diline de Syrusça (Süryanice) denilmeye başlandığı ileri sürülmektedir.18 Bu yaklaşım, Süryani Ortodoks Kilisesi tarafından tercih edilmektedir. Süryani ismi ile ilgili diğer bir görüş ise bugünkü Lübnan’ın güney sahilinde bulunan Sur kentinin isminden doğduğu yöndedir. İsa’nın 12 havarisi de Sur kenti ve çevresinden olması dolayısı ile halk dilinde bunlara “Suriin” ve bu havarilerin yaydıkları inanca inananlara da “Surîn” denilmeye 17 Shedd, a.g.m., s.1 İgnatius III. Yakup, Antakya Süryani Ortodoks Kilisesi, çev. Melek Sevinç, Hollanda, yy., 1985, s.2; Mehmet Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, İstanbul, Cilt I, Yayıncılık Matbaası, 1987, s.1; Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni ve Türkiyeli Süryaniler, İstanbul, 1991, s.22; Durak, a.g.e, s.188. Bazı tarihçiler bu görüşün tarihi dayanaklarının yeterli olmadığı görüşündedirler. Bkz. V.Diakov ve S.Kovalev, İlkçağ Tarihi, Cilt I, çev. Özdemir İnce, Ankara, Ö Yayınları, 1987, s.211; Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s.27. 18 57 başlanmıştır.19 Süryani kelimesinin gene aynı kent isminden doğduğunu iddia eden diğer bir görüşe göre; Yunanlılar Sur bölgesinde ticarete başladıklarında, buranın sakinlerine kentin isminden doğan “Sür(yan)” demişler ve adlandırma bu bölgede yaşayan halklar için kullanılır olmuştur.20 Bazılarına göre ise Yunanlıların bölgeye hakim olan Asurluların ülkesi anlamında bu coğrafyaya verdikleri “Surya” adından gelmektedir.21 Bazı dilbilimciler tarafından savunulan bir görüşe göre ise Babillilerin Fırat’ın kuzey kesiminde “Suri” adını vererek kurdukları şehrin adından geldiğini ve bu adın zamanla Akdeniz ve Fırat arasında kalan bölge ve halkına atfen kullanılmaya başlandığıdır. Onlara göre “Suri”, Suriye anlamında Babil dilinden gelmektedir.22 Süryani ismi ile ilgili iddialardan farklı olarak Tvedtnes, Süryani ismi ile Asurî ismi arasındaki ilişkiyi incelemiş ve iddia edildiği gibi Süryani adının, Yunanca Asurî kelimesinin telaffuzundan kaynaklanmadığını her iki kelimenin tamamen ayrı olduğunu Süryani kelimesinin “Hurri” kelimesinden doğduğunu ve eski Mısır’da “Hurriler” için kullanılan bu kelimenin Koptikler (Kıpti) tarafından “Suri” olarak telaffuz edildiğini ve Süryani isminin buradan geldiğini iddia etmektedir.23 Suriye ismi ile ilgili diğer bir iddia ise; bölgeyi ele geçiren Kilikos'un kardeşi Suros isminden ve bu isimden de Süryani kelimesinin türediğidir.24 Yani Yukarı Mezopotamya halkı kurdukları Süryani adlı mezhebe inananların 19 Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, s.1; Assad Assad, “Süryani İsmi Üzerine”, Bahro Süryoyo, Södertalja, Nisan 1988, s.46.; Mehmet Çelik, Süryani Tarihi, Ayraç Yayınevi, Ankara, 1996, s.1516; Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni, s.22-23; Durak, a.g.e, s.188; Mor Iğnatius Yakub III, Süryani Ortodoks Kilisesi Genel Tarihi, çev. Melek Sevinç, Hollanda, yy., 1985, s. 2; R. Salahi Sonyel, The Assyrians of Turkey Victims of Major Power Policy, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yay., 2001, s. 3. 20 Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, s.197. 21 Bu görüşleri ileri sürenlerin başında yer alan Patrik Mor İgnatius Afram I, Abrahom Gabriel Savmo, Ferid İlyas Nüzha, İshak Saka, Filip dı-Türrazi,Patrik Mor İgnatius Yakub III, Patrik Zekka I, Iwas, Aziz Günel gibi Süryani müelliflerinin bu görüşlerini dayandırdıkları herhangi bir somut belge bulunmamaktadır. Bkz. Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, giriş bölümü dipnotları. 22 Assad, a.g.m., s.46. 23 John A. Tvedtnes, "The Origin of the Name 'Syria'”, Journal of Near Eastern Studies, The University of Chicago Press, Vol. 40, 1981, s.139-140. 24 Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, s.1; Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni, s.25; Durak, a.g.e, s.188 58 kendilerini, kendi ırklarından olmasına rağmen putperest olarak kalan diğerlerinden ayırmak için kullanmışlardır. Bu görüşe göre Suriyeli ile Süryani adları aynı halk için kullanılmıştır. Günel’e göre Suriye adını Selefkoslar kullanmaya başlamış ve Aramilerin yaşadığı ülkeye “Suriye” ve halkına da “Suriyeli yani Süryani” demişlerdir.25 Yani Süryani adı, Büyük İskender dönemine kadar uzatılarak, Suriye bölgesindeki ulusu nitelemek için kullanılmıştır. Böylece yerli Aramileri kapsayan etnik bir terim olarak siyasi/coğrafi bir nitelikte değerlendirilmektedir.26 Araştırmacıların bir kısmına göre; Süryani kelimesi Asurcadan türemiş ve daha sonra Yunancanın etkisiyle bazı değişikliklere uğramıştır. Bununla birlikte onlar kendilerini Hristiyanlaştıran söz konusu elçilere nispetle ve yine kendilerini, aynı ırktan geldikleri putperest Aramilerden ayırmak için, Süryaniler olarak isimlendirmişlerdir. Bu yüzden Arami kelimesi Sabii ve Putperest terimlerinin, Süryani kelimesi de Nasrani ve Mesihi kelimelerinin eş anlamlısı olarak kullanılmaya başlanmıştır.27 Buraya kadar kısaca değindiğimiz görüşler içinde daha fazla öne çıkan iki görüş vardır. Bunlardan birincisi Süryani adının Arami kralı “Suros”tan kaynaklandığını diğeri ise “Asur”dan kaynaklandığını savunur. Bu iki görüşü önemli ve tartışılır hale getiren ulaştıkları sonuç ve Süryanilere etkileridir. Süryani adının Arami kralı “Suros”tan kaynaklandığını iddia edenler28, kralın egemenliği altındaki ülkeyi “Surisiyin” (daha sonra “s” harfi düşerek 25 Günel, a.g.e., s.30. Bu görüşe karşı çıkanlar, Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında dinde bir bölünme olmadığını, dolayısıyla Süryani isminin mezhebi temsil etmesinin mümkün olmadığını sonraki dönemlerde mezhepsel bölünmeler meydana geldiğini ileri sürmektedirler. Bkz. Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, s.197. 26 Çelik, Süryani Tarihi, s.16. 27 Kadir Albayrak, Keldanîler Ve Nasturîler, Vadi Yayınları, Ankara, 1997, s.41. 28 Kaynaklarda bu konuda da bir netlik yoktur. Bu konudaki tartışmalar için bkz. Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, giriş bölümü; Tarihçiler Suros’un Antakya ve civarının kurucusu olduğunu iddia ederler. Bkz. Assad, a.g.m., s.45; Çelik, Süryani Tarihi, s.15; Mehmet Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”, Avrupa Birliği, Türkiye ve Süryani Göçü Konulu Sempozyum, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Araştırmaları Ve Uygulamaları Merkezi, 26-27 Mayıs 2005. 59 “Suriyin”) olarak adlandırmakta29 ve Süryani adının Hristiyanlığı kabul eden Aramilerce ve sonrasında bu dinî kabul eden halklar tarafından da kullanıldığını, dolayısıyla Süryani halkının Arami çoğunluğundan oluştuğunu dile getirmektedirler. Bu görüş sahipleri bu adın Hristiyanlıkla birlikte önem ve yaygınlık kazandığını, Yukarı Mezopotamya Aramilerinin bir kısmı Hristiyanlığı kabul edip kendilerini putperest (paganist) soydaşlarından ayırmak30 için “Suryoye” veya “Surin” adını kullandıklarını belirtirler.31 Buna göre diğer Mezopotamya halkları da bu adı kullanarak Arami çoğunluğa katılmıştır. Bu halkın konuştuğu Süryanicenin (Suryoyo) de Aramca’nın lehçesi olduğuna vurgu yapılarak Arami ile Süryani kelimelerinin aynı şeyi ifade ettiği, sadece Arami adının süreç olarak daha geçmişe dayandığı ileri sürülmektedir.32 Süryani adının Asur kelimesinden kaynaklandığını iddia edenlerin bir kısmı Hz. İbrahim'in sülalesinden gelen Dadanoğlu Asur veya Asurî'den türemiş olduğunu iddia ederken33 diğer bir kısmı bu adın özellikle Hristiyanlıktan sonra kullanıldığını ve tüm Mezopotamya halklarının kaynaşmasına dayandığını ileri sürmektedir. Onlara göre “Süryani ve Suriye” adları, “Asur ve Asurya” adlarından kaynaklanmıştır. Asurlular kendilerini “Athur” olarak adlandırırken Aramlar “Athur” kelimesini “Aşur”, Yunanlılar da “Asur” olarak kullanmışlardır.34 Yunanlıların alfabesinde “ş” harfi olmamasından kaynaklanan bu durumun sonucunda Asur halkını nitelemek için “y” ve “n” harflerini getirerek yukarı Mezopotamya halkına ithafen “Asuryan” ve ülkesine “Asurya” demişlerdir. Yunanlıların kullandığı ve giderek yaygınlaşan bu kullanım Aramca konuşan halkın diline yerleştiğinde Aramca dil kurallarına göre tekrar değişime uğramış “-yan” eki yerine aynı halkı nitelemek için “-yo” eki getirilmiştir. Böylece “Asuryan”; “Asuroyo” şeklinde 29 Bülbül, a.g.e., s.29. Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 25. 31 Mehmet Çelik, Ortadoğu Mozayiği: Süryaniler-Nasturiler, Elazığ, Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Yayınları, Sayı IV, 1996, s.13-15. 32 Assad, a.g.m., s.45; Altınışık, a.g.e., s.4. 33 Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, s.2; Çelik, Süryani Tarihi, s.16; Durak, a.g.e, s.188. 34 Mihoyel Rabo, Ktobo Dı Makesbonos Zebne (tıbkı basım), 1899, s.748’den aktaran Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni. 30 60 telaffuz edilmiş ve ilerleyen süreçte de baştaki “A” harfi düşerek “Suroyo” şeklini almıştır.35 Yunanlılar yukarı Mezopotamya’ya “Asurya” ve bu bölge halkına da “Asuryalı” derlerdi.36 Asur isminin bu kadar öne çıkmasında, Asurluların hem siyasi hem de kültürel yönden baskın olması ile açıklanabilir. Asur ve Babil İmparatorluklarının yıkılması ile Yunanlılar, tüm bölge halkından bazen Asuryalı bazen de Süryani (Suriyeli) olarak söz etmektedirler.37 Daha sonraki coğrafi gelişmelerle birlikte Yunanlılar bu iki ismi birbirinden ayırmaya, Dicle nehri kıyısında yaşayanları Asurlu, batı tarafında yaşayanları da Süryani olarak adlandırmaya başlamışlardır.38 Bugün dahi Batılı yazarlar Süryani halkını nitelemek için Asurlu (Assyrian) veya Suriyeli tabirlerini kullanırken, kilise tarihçileri Süryani (Syrian) tabirini kullanmayı tercih etmektedirler. Aynı coğrafyada bile bu ikilem dikkat çekmekte olup İran ve Irak’ta Asurî olarak adlandırılan bu halk Suriye ve Türkiye’de Süryani adıyla anılmaktadır. Aynı şekilde tarihçi ve yazarlar Süryanilerin kullandığı dili nitelemek için bazen Süryanice (Syriac), bazen Suriye dili ve bazen de Aramca tabirlerini kullanmayı tercih etmektedirler. Ayrıca bugün özelikle Batılı eserlerde karşımıza çıkan Doğu ve Batı Süryanileri ifadesinden; Doğu Süryanileri ile kökenleri tarihi Urfa Kilisesine dayanan ve Asur ırkından olan Nasturiler; Batı Süryanileri ile de tarihi 35 Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, s.2; Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni s.26-27; Bülbül, a.g.e., s.29; Durak, a.g.e, s.188; Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 28-29. 36 Herodotos, Herodot Tarihi, çev.Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1991, s.357.; Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 28-29. 37 1617 yılında İngiliz hukukçu ve doğubilimci John Selden, Suriye adının Asuri adının bozulmuş biçimi olduğunu ileri sürmüştür. John Selden, De Diis Syris Syntagmata II, William Stansby, London, 1617, (Erişim) http://books.google.com.tr., 22 Mart 2006. 38 El-Keldanî, Matran Evgin Menna, Delîlü'r-Râğibîn fi Luğati'l-Aramîyyin, (Yer ve Tarih yok) 487-488’den aktaran Kadir Albayrak, a.g.e, s.23-30. 61 Antakya Kilisesine dayanan ve Arami ırkından gelen Süryaniler kastedildiği görülmektedir. 39 Ayrıca literatürde sıklıkla karşımıza çıkması bakımından burada kısaca değinmenin faydalı olacağını düşündüğümüz ve konumuzu oluşturan Süryanilere atfen kullanılan “kadim” tabirinin de açıklanması uygun olacaktır. 2.1.3. Süryani Kadim Tabiri Bir kısım Süryani, kendilerini tanımlarken Ortodoks inançlarını öne çıkarırken bir kısmı da sadece dinî yönü ağır basan bu yaklaşıma karşı çıkmaktadırlar.40 Onlara göre ‘Süryanilik’ Hristiyanlıktan önce gelmektedir. Çünkü Süryanilik bir etnik kimlik olduğu gibi, onların diğer Hristiyanlarla aralarındaki farklılıklarına, dolayısıyla kendi dinsel ‘özgün’lüklerine vurgu yapmaktadır. Diğer Süryanilerle aralarındaki dinsel farklılıkları belirtmek ve kendilerinin orijinalliklerini vurgulamak için ‘kadim’ sıfatını kullanmaktadırlar.41 1782 yılında, az sayıda episkopos tarafından patrik seçilen Mihayel Carve’nin, seçime katılmayan episkoposlar tarafından gayrimeşru ilan edilmesi üzerine Mihayel Carve'nin liderliğindeki bir grubun, Roma Katolik Kilisesi'ne bağlanması ve 1845'te Osmanlı İdaresince tanınması üzerine, geleneksel Antakya Patrikliği'ne bağlı kalanlar, kendilerini Katoliklerden ayırt etmek için ‘kadim’ tabirini kullanmaya başlamışlardır.42 Kilise tarafından kullanılan ‘kadim’ ile nitelenen Süryaniler, tezimizin konusu olan Süryaniler ile aynı topluluktur. 39 Çelik, Ortadoğu Mozaiği, s.14-15.; Çelik, Süryani Tarihi, s. 16; Sonyel, The Assyrians of Turkey Victims of Major Power Policy, s. 7. 40 Tamil halkının kendilerini tanımlarken Tamil ulusundan ziyade Müslüman tanımlamasını tercih etmektedirler. Irak’taki Asurilerin de en az üçte birinin kendilerinin Asuri olarak tanımlanmasını istemedikleri ve Arap Hıristiyanları tanımını tercih ettikleri ileri sürülmektedir. Bkz. Şener Aktürk, “Perspectives on Assyrian Nationalism”, AINA, (Erişim) http://www.aina.org/articles/poan.pdf, 11 Mart 2010. 41 Erginer, a.g.m., s.38. 42 Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta, Fakülte Kitabevi, 4. Basım, 2002, s.35-36; Günel, a.g.e., s.35 62 2.2. SÜRYANİ KİMLİK ARAYIŞLARI VE KİMLİK TANIMLAMALARI Toplulukların oturduğu temeller, birinden diğerine farklı bir görünüm arz edebilir. Farklılıkların kaynağı etnik, dinsel, dilsel, siyasi, sınıfsal ve ideolojik olabilir. Bu farklılıkların kaynağı ne olursa olsun Süryani kimliğine yönelik netleşmiş bir yaklaşım yoktur. Bu durumun nedenlerinden biri Süryanileri tanımlayacak genel kabul görmüş bir isimlendirmenin de bulunmayışıdır.43 İsimlendirmeden yola çıkarak bir diğer tartışmalı konu ise Süryanilerin kökenine ilişkindir. Süryani olarak adlandırılan bu halkın kimlik arayışları neden sonuç ilişkisi içinde ele alındığında; ulus devletlerin ortaya çıkışı, Süryanilerin yaşadığı bölgelerdeki yükselen milliyetçi akımlar, değişen koşullar, iletişim teknolojisindeki gelişmeler, Süryani göçü ve karşılaşılan sosyo-kültürel ortam, arkeolojik çalışmalar, siyasi ve ekonomik beklentiler kimlik arayışlarının nedeni olarak ileri sürülebilir.44 2.2.1. Süryani Kimlik Arayışları Ulusçuluğun yükseldiği 19’uncu yüzyıl ile birlikte Süryaniler de kendi kökenlerine ilgi duymaya başlamıştır. Fakat kökenleri ile ilgili tartışmalar Süryanilerin Avrupa ve Amerika’ya göç etmeleri sonrasında olmuştur. Göç ile birlikte dünyanın çeşitli ülkelerine dağılan Süryaniler, kendilerini çok farklı bir kültür ve sosyal ortam içinde bulmuş, buralarda bazı sorunlarla karşılaşmışlar ve kendilerini tanımlayan ideolojileri ve Süryani kimliğini tekrar 43 Örnek olarak Keldanilere baktığımızda 15’nci yüzyılda Kıbrıs’a kaçan Doğu Süryanilerine etnik bir kimlik bulmak çabasıyla M.Ö. Mezopotamya’daki en eski topluluklardan biri olan ve Tevrat’ta çok sözü edilen Keldanilerle kurulan bağlantıya atfen verilen isim, bugün bu grubun etnik kimliğini tanımlamada karışıklıklara neden olmaktadır. Bkz. Jakop Gabriel, “Süryani Toplulukları Arasında İletişim ve Bir Sivil Toplum Deneyimi”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007. 44 Süryaniliği din ve mezhep olarak tanımlayanların oranı Öztemiz tarafından 200 kişiye uygulanan ankate katılanların beşte birine denk düşmektedir. Irk diyenlerin oranı ise beşte dörtten fazla idi. Yanıt vermeyenler ile yanıt olarak "anlamadım" veya "bilmiyorum" diyenler göz ardı edildiğinde, katılımcıların hepsi Süryaniliği bir ırk olarak görmektedir. Bkz. Mutay Öztemiz, “II. Abdülhamit'ten Günümüze Sosyolojik, Siyasal ve Hukuki Açıdan Süryaniler”, İstanbul, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007, s.337. 63 gözden geçirme gereği duymuşlardır. Her ne kadar gittikleri yerdeki topluluklar ile aynı dini paylaşmış olsalar da mezhepsel farklılık kendilerini farklı hissetmelerine neden olmuş45 ve sonuçta da 1970'li yıllardan itibaren asimile olmamak için Süryaniler arasında kimlik arayışları ve kimlik tartışmalarına neden olmuştur.46 Tartışmalara konu olan görüşlerin bir kısmı Batılı siyasal stratejistler tarafından ortaya atılmış ve daha sonra özellikle Avrupa’daki Süryani gençleri arasında taraftar bulmuş ve kabullenilmiştir. Ortaya atılan görüşler çoğunlukla Süryanilerin Arami-Asurî kökenli olduğu ekseninde şekillenmektedir. Türkiye'den daha fazla yurt dışında gündemde olan kimlik tartışmaları daha çok Arami/Asurî kökeni üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu tartışmalarda bireyin dininden ziyade etnik kökeni daha fazla önemsenmektedir. Konunun tarafları ise savundukları görüşe göre ilerici (Asurî) veya tutucu (Arami) olarak da nitelenmektedir. Arami görüşünü savunan ve tutucu olarak nitelenen kesim; Türkiye ve Suriye'de var olan sosyal yapıları sürdürmek isteyen, genelde orta yaş ve üzeri kitle olarak görülmektedirler. Diğer taraftan Asurî görüş yanlıları ise daha çok genç kesim olarak görülmektedir. ‘Asurîcilik’ Suriye'den gelen kentli Süryani Ortodokslar arasında daha yaygın kabul görürken, ‘Aramicilik’ ise daha çok Türkiye'den göç etmiş olan Süryaniler arasında kabul görmektedir.47 Ayrıca kimlik tanımlamaları ile köken iddiaları arasında bir ilişki olduğu da ileri sürülebilir. Bu anlamda “The Middle East Council of Churches” tarafından yapılan bir araştırmada Nasturilerin 45 Süryaniliği, mezhebî bir anlayış olarak da değerlendirenler vardır. Bkz. Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”. 46 Sabri Atman, Asurlar-Süryaniler, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1997, s.9-10, 47-48. 47 H.L. Murre ve Van Den Berg, "Religieuze en Etnische İdentiteit van Syrisch- Orthodoxen uit Turkije en Syrië in Nederland," Der. Frishman, J.-Jenner, K.D.- Wiegers, G.A. Godsdienstvrijheid en de religieuze identiteit van joden, Moslims En Christenen: Verwachting En Realiteit, Kampen-Hollanda, Uitgeverij Kok, 2000, (Erişim) https://openaccess.leidenuniv.nl/bitstream/ 1887/7873/ 1/3_907_011.pdf, 11 Şubat 2009, s.153-154, 64 yüzde 58’inin desteklemektedir. kimliklerini Asurlu olarak belirtmesi bu yaklaşımı 48 Arami/Asurî tartışması çoğunlukla Avrupa'daki Türkiyeli Süryani Ortodoks göçmen topluluklar arasında yaşanmakta ve sorun; ilerici/tutucu ya da izole/asimile karşıtlığından öte kuşak çatışmasına da dayanmaktadır. Her iki kuşak arasındaki çatışmanın taraflar yönünden amacı kilise kimliği yerine etnik kimliği vurgulamak olduğu düşünülmektedir. Zira dinî kimliğin azalması, etnik kimliğin artması için ortam doğurmaktadır. Bölgenin eski etnik gruplarla özdeşleştirilmesi, Süryanileri; Suriye, Irak ve Türkiye gibi ülkelerdeki Arap ve Türklerden ayırmaktır.49 Ayrıca özellikle son 30 yıl içindeki iletişim ve teknoloji alanındaki gelişmeler ile globalleşme etkisi altında sınırların geçişkenliği toplulukların birbiri ile ilişki kurmasını kolaylaştırmıştır. Özellikle Süryanice yayın yapan televizyon kanallarının açılması ve internetin devreye girmesi, bu topluluklar arasındaki iletişimi güçlendirmiştir. Süryanice çıkarılan dergi ve yerel radyolar, Süryanice ve Süryani tarihi üzerine yapılan konferans ve toplantılar Süryanilerin kimlik arayışlarında ve Süryani milliyetçiliğinin oluşumunda etkili olmuştur.50 Tüm bu gelişmeler sonucunda, Süryani halkının menşei konusunda üç görüş ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisi topluluğun kökenini Aramilere (kilisenin dâhil olduğu eski oluşum veya yeni oluşuma karşı olanlar) dayandıran görüş, ikincisi Asurîlere (yeni oluşum) dayandıran görüş ve üçüncüsü ise tüm etnik grupların karışımı ile ortaya çıkan sentezci görüştür. Bu konuda da ileri sürülen tezlerin bilimselliği tartışmalı olmakla beraber politik ve ideolojik düşünceleri dile getirmesi ve Süryaniler arasında da çatışmalara sebep olması sebebiyle bu görüşlerin incelenmesi çalışmamıza ışık tutacaktır. 48 Andersson, a.g.e., s.20. Murre ve Berg, "Religieuze en Etnische İdentiteit”, s.154-155. 50 Gabriel, a.g.m. 49 65 2.2.2. Etnik Yaklaşım Çerçevesinde Kimlik Tanımlamaları Etnisiteyi ve kültürün tanımı yapılırken ileri sürülen biyolojik soyun (ırk) kimlik belirlemede etkisine istinaden51 Süryaniler de biyolojik olarak Asur veya Arami soyundan geldikleri yönünde çeşitli iddialar ileri sürmektedirler. Esasında Nasturiler ile Süryaniler arasında başlayan mezhepsel karşıtlığın etnik kimlikte yansıması olan Asurî-Arami zıtlaşmasının gerisinde siyasi, dinî, ekonomik ve kültürel nedenler yatmaktadır. Genel çerçevesi ile kendilerini Süryani olarak tanımlayanlar, asıllarını Aramilere dayandırmakta; buna karşın kendilerini Asurî olarak adlandıranlar, Süryani, Arami, Süryoya, Turoye, vb. hepsinin aynı halk grubundan geldiklerini ve bunlar için ortak tanımlamanın Asurî olduğunu söylemektedirler.52 Burada vurgulanması gereken bir nokta ise etnik merkezli Süryani kimlik arayışlarının gerisinde siyasi beklentilerin olduğudur. Özellikle diaspora Süryanilerinin bu beklentileri, ‘vatan’ ve ‘soykırım’ kavramları etrafında şekillenen bir birlik ve kimlik oluşturma çabaları olarak nitelenebilir. Tarihsel süreç içinde Süryaniler kendi etnik kimlik temelleri üzerinde baskın bir politik, gösterememişlerdir. ekonomik Nitekim ve sosyal Hristiyanlığın örgütleme yayıldığı ilk becerisini dönemlerden günümüze kadar dinî motifli bir tanımlama içinde bulunmuşlardır. Etnik temelli bir yapılaşmaya gidememelerinin nedenlerinden biri olarak bulundukları coğrafyalarda demografik açıdan yeterli olamamaları ve kalan gruplar ile sıkı bir işbirliğine gidememeleri gösterilebilir. Süryanilere göre bu durumun sebebi ötekilerle bir alıp veremediklerinin olmaması ve içsel bir cemaatin yarattığı örgütsel konumlarının devamını istemeleridir.53 51 Baumann, a.g.e., s.19-20. Atman, a.g.e., s.48. 53 Nesrin Elveren, “Süryanilerde Yaşam Pratikleri (Mardin Örneği)”, Aydın, Adnan Menderes Üniversitesi, Fen-Edebiyet Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2005. 52 66 Diğer taraftan Süryanilerin kendilerini tanımlarken “Tanrıdan en çok korkan millet” olarak tanımlamaları da göz ardı edilmeyecek bir gerçeği karşımıza çıkarmaktadırlar. Süryaniler tarih boyunca kendilerini bir inancın savunucuları olarak görmüşlerdir. İnançlarına yönelik herhangi bir saldırı olmadığı zamanlarda çok fazla ön plana çıkmamışlardır. Genel olarak inançları çerçevesinde yaşamayı tercih ederken siyasi anlamda öne çıkan bir görüntüleri olmamıştır.54 Süryaniler siyasi kimlikten çok, dinî kimliklerini ön planda tutmalarından dolayı, tarih boyunca bir-iki küçük prenslikten başka önemli devlete sahip olmamışlardır. Bu durum ancak etnik kimlik tanımlamalarına ihtiyaç duydukları göçe kadar siyaseten bir mücadele içine girmemelerinin nedenini açıklamaktadır. Yukarıda kısaca değinilen bu etnik iddiaların bugün Süryanilerin uluslararası siyasetteki mücadelelerine açıklama getirmesi sebebi ile daha detaylı ele alınmasında fayda vardır. 2.2.2.1 Süryanilerin Arami Kökenli Olduğu İddiası Süryanilerin Arami kökünden geldikleri iddiası daha çok kilise çevrelerinde taraftar bulmakta ve Aramice dil ile bugünkü konuşulan Süryanice arasında bağ kurarak köken milliyetçiliği yapılmaktadır. Süryanilerin Arami55 olduğunu iddia edenlerin dayanak noktasını Süryanilerin konuştuğu dil (Aramca) oluşturmaktadır.56 Gerçi etnik bir kimliği tanımlamak için etnik grup ve dil arasında bire bir ilişki olmadığı,57dilin tek 54 İbrahim Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat 19. yüzyılda Mardin Süryanileri, Ankara, Beyan Yayınları, 2008, s.61. 55 Ârâmî kelimesi kuzey Mezopoyamya'nın dağlık bölgelerinde göçebe olarak yaşayan halka, daha alçak havzalarda oturan komşuları Keldânîler tarafından verilmiş ve Dağlılar anlamına gelen bir terimdir. Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, İstanbul, Chivi Yazıları/Mjora yayınları, 2003, s.28; Günel, a.g.e., s.30; Durak, a.g.e, s.189; Çelik, Süryani Tarihi, s.17-18. 56 Midhat Sertoğlu, Süryani Türklerinin Siyasi ve İçtimai Tarihi, Baha Matbaası, İstanbul, 1974, s.65-67. Ayrıca Sertoğlu, bu iddiasını temellendirmek için ortaya koyduğu fikirlerde Süryanilerin aslen Türk ırkından olduğu, bunun gerekçesi olarak da Brakisefal (yuvarlak kafalı) oldukları iddiasını dile getirmektedir. Bkz. Sertoğlu, a.g.e., s.84, 37-39, 63.; Murat Fuat Çıkkı, Naum Faik ve Süryani Rönesansı, haz. Mehmet Şimşek, İstanbul, Belge Yayınları, 2004. 57 Fenton, a.g.e., s. 12. 67 başına belirtici bir rolü bulunmadığı58iddia edilse de dilin kimlik belirlemede önemi inkâr edilememektedir.59 Bugün Süryanice, Türkiye’de Mardin (Midyat) bölgesi, Şırnak, Hakkâri (Beytüşşebap) bölgelerinde; İran’da Urmiye bölgesi ile Kuzey Irak, Suriye ve Lübnan’daki Süryanilerle öteki bazı küçük topluluklarca konuşulmaktadır. Ayrıca bu ülkelerden Avrupa ve Amerika’ ya göç eden Süryanilerin bir kısmı da bu dili günlük kullanmaktadır. Süryanice geniş bir alanda kullanılıyor gibi düşünülse de günümüzde kullanımı hem az hem de bölgesel farklılıklar göstermektedir. Türkiye’de daha çok Aramicenin bir lehçesi olan ‘Turoyo/Troyo’ kullanılmakla beraber Süryanice, giderek kilise duvarları içine hapsolmaya başlamış bir din diline dönüşmektedir.60 Yani Süryani topluluğunu tanımlayan kriterlerden ‘din’ ve ondan sonra gelen ‘dil’ başat rol oynamaktadır. Ayrıca Süryani kelimesinin Hristiyanlık ile iç içe geçmişliği kilisenin Süryaniler için önemini ve birleştiriciliğini karşımıza getirmektedir. 2.2.2.1.1. Kilise Eksenli Siyasal Söylem Süryanilerin Arami kökünden geldikleri şeklindeki görüş, daha çok dinî inançlarını ve kurumlarını yaşatmak isteyenlerin benimsediği görüştür. Irak ve İran'dakilerin aksine, Suriye ve Türkiye'deki gerek halk, gerekse kilise ve din adamları büyük ölçüde bu görüşü kabul etmektedirler. Çünkü Kilisenin, bilimsel anlamda ‘ulus’ ve ‘ulusal’ kavramlarına karşı olduğu, onlar için önemli olan kilise ritüellerinin ve Hristiyanlığının devam ettirilmesi düşüncesinin olduğu değerlendirilmektedir. 61 58 Anthony D. Smith, National Identity: Ethnonationalism in Comparative Perspective, Harmondsworth, Penguin Books, 1991, s.52-53. 59 Fenton, a.g.e., s.12-13. 60 Bülbül, a.g.e., s. 15; Abdurrahim Özmen, “Süryaniler Örneğinde Etkinleştir(İl)me ve Etnik Kimlik Görünümleri”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi, Canan Seyfeli, Ankara, Cilt III, Orient Yayınları, 2005, s.163. 61 Feyyaz Kerimo, Naum Faik ve Süryani Rönesansı, haz. Mehmet Şimşek, İstanbul, Belge Yayınları, 2004, önsözü. 68 Hem Süryani hem de birçok Yunan kaynağında, Süryanilerin Arami olduğu üzerinde durulmaktadır. Süryani adının, Aramilerin başka bir adı olduğu yönündeki tez, oldukça kabul görmektedir.62 Süryani edebiyatında, Süryanilerin Arami kökenli olduğuna vurgu yapılarak; dördüncü yüzyılda yaşayan ünlü Süryani şair ve tanrıbilimci Efrem, Edessa'lı (Urfa) Bardaisan için "Aramilerin filozofu" demekte,63 Aram-Nahrain'dan "memleketimiz" diye bahsedilmekte,64 Suruçlu Mor Yakup ise (MS.451-521), Efrem için "Bu bütün Aramilerin şanlı baş tacı olan Efrem …." diye yazmaktadır.65 Diğer taraftan Yunan tarihçisi Posidonius “Kendilerine Arami diyen Suriyelileri biz (Yunanlılar) Süryani olarak adlandırırız…” demektedir. 66 Bu iddialardan daha da önemlisi, Akdeniz'den Dicle'nin diğer yanına kadar uzanan bölgenin halklarının çoğunluğunun Süryanilerin, Arami halkının devamı olduğunu yönünde inanışa sahip olmalarıdır.67 Süryanilerin Arami kökenli olduğunu iddia edenler, “Hristiyanlık inancı” temelinde daha çok inanca dayalı bir toplum modeli oluşturmayı ön plana çıkarmaktadırlar.68 Süryanileri etnik köken olarak Aramîlere dayandıran görüş “muhafazakâr görüş” veya “tarihi geleneksel görüş” olarak da dillendirilmektedir. Kısaca Süryanilerin Arami kökenli olduğu yönündeki bu görüş, daha çok kilise taraftarları arasında kabul görmektedir. Süryanileri değerlendirirken, içine düşülen ikilemden birisi Süryanilerin kendilerini bazen dinsel yönü önde olacak, bazen de etnik yönü önde olacak 62 Kemal Özbay, Süryaniler, Kadim Süryaniler ve Türkiye’deki Durumları, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Yayın Tarihi Enstitüsü, Baha Matbaası, 1975, s.13. 63 C.W. Mitchell, S. Ephraim's Prose Refutations of Mani, Marcion and Bardaisan, London, Cilt II, Williams and Norgate Publishing, 1912, s.225. 64 Sidney H. Griffith, "Julian Saba, 'Father of the Monks' of Syria," Journal of Early Christian Studies, 2, 1994, s.201-203. 65 Joseph P. Amar "A Metrical Homily on Holy Mar Ephrem by Mar Jacob of Sarug", Patrologia Orientalis, Vol. 47, Fasc., 1, No. 209, 1995, s.37,48. 66 Ian G.Kidd, Posidonius, The Commentary, Cambridge, Vol.II, Cambridge University Press, 1999, s.955 67 Theodor Nöldeke , "Ασσυριοσ Συριοσ Συροσ", Hermes. Zeitschrift für Classische Philologie, 5, Berlin, 1871, s.460’den aktaran Öztemiz, a.g.t., s.61. 68 B.Murat, Öztemir, Yezidiler Ve Süryaniler, İstanbul, Ekin Yayınları, 1988, s.40-41., Bülbül, s.30. 69 şekilde tanımlamalarıdır. Bazen de diller ele alınarak tanımlanabilmektedir.69 Yani tanımlamada ele aldığınız kritere göre çok çeşitli gruplandırmalar yapmak mümkündür. 2.2.2.1.2. Filolojik Yaklaşım Kapsamında Süryani Kimliği Etnik kimlik tanımlamalarında önemli bir rolü olan dil, kültürün ürünü ve aynası olabileceği gibi, aynı zamanda kültürün yeniden üretilmesinde etkili olabilmektedir. Bu nedenle, özellikle ulus-devletlerin inşa süreçlerinde dil üzerinde çok durulur. Tek bir ulus ve dil oluşturmak için, bir yandan egemen bir dil oluşturulurken, diğer yandan bu egemenliği zedeleyebilecek başka dillere baskı uygulanmaktadır.70 Süryanice kimlik tanımlamada üstlendiği rol kadar kimlik oluşturmadaki rolü ile de çok önemlidir. Bilimsel ve politik zeminde Süryanilerin kökenine ilişkin mutabakat sağlanan en önemli nokta bu toplulukların tamamının Aramice’nin diyalektlerini konuştukları ve dolayısıyla Sami dil grubu içinde değerlendirildikleridir.71 Süryani diline kısaca değinecek olursak; Sami dil grubunun Batı grubu içindeki kuzey kolunda Kenanca ile birlikte yer alan Aramice72 bugünkü Süryanicenin kaynağını oluşturmaktadır.73 Sami dilleri ailesinden olan Süryanicenin zamanla Batılı ve Doğulu olmak üzere iki farklı söyleyişi oluşmuştur.74 Yani bugünkü Süryanice, Doğu grubunda yer alan Mandaice, Babil Talmudu Aramicesi ve bütünüyle Arami dilinin en önemli 69 Albert Habib Hourani, Minorities In The Arap World, London-İngiltere, Oxford University Press, 1947, s.1-2. 70 Michael C. Corballis, İşaretten Konuşmaya: Dilin Kökeni ve Gelişimi, çev. Aybek Görey, İstanbul , Kitap Yayınevi, 2003, s.10-12. 71 Özmen, a.g.t., s.169. 72 Eyyüp Tanrıverdi, "Süryani Dili", Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Cilt II, Orient Yayınları, Ankara, 2005, s.1. 73 Daha geniş bilgi için bkz. Andrews, a.g.e., s.229; Gabriele Yonan, Asur Saykırımı Unutulan Bir Holocaust, çev. Erol Sever, İstanbul, Pencere Yayınları, 1999, s.21; Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 59; Özbay, a.g.e., s.16; Öztemir, a.g.e., s.36. 74 Muzaffer İris, Bütün Yönleriyle Süryaniler, İstanbul, Ekol Yayımcılık, 2003, s. 38; Günel, a.g.e., s. 37-65. 70 temsilcisi75 veya Aramcanın Hristiyanlık sonrası dönemi76 olarak kabul edilebilir. Süryanicenin Doğu ve Batı olarak ayrışmasının nedeni ise daha sonraki bölümlerde açıklanacak olan mezhep çatışmalarına bağlı bölünmelerden kaynaklanmıştır. V. yüzyılda gerçekleşen Efes ve Kadıköy konsülleri sonrasında Süryaniler; Batı Süryanicesine yönelirken, Nasturiler; Doğu Süryanicesini yönelmişlerdir. VII. Yüzyılda Arapçanın etkisi ile zayıflayan Süryanice zamanla küçük bir halk topluluğunun dili haline dönüşmüştür. 77 Emevi egemenliğine kadar Yakubiler ve Nasturiler arasında liturji dili Süryaniceyken bu dönemden sonra Süryanicenin yerini daha çok Arapça ve yıllar içinde baskın kültürlerden etkilenerek farklı diller almaya ve Süryanicenin lehçeleri kiliselere hapis olmaya başlamıştır.78 Günümüzde Şam'ın kuzeyinde ve Mardin bölgesinde konuşulan Arami lehçeleri giderek daralan bu dil coğrafyasının günümüze ulaşabilmiş kalıntılarıdır.79 Dilin bu şekilde asimilasyona uğraması Süryani Hristiyanlar arasında, millî bir bütünlük kurulması yönündeki çabaların gelişmesini de engellemiştir.80 Süryaniler, modern Aramiceyi anadili olarak kullanmasa da, Süryanice, kilisede kullanılmakta ve topluluğu birleştiren bir etken görevi görmektedir. Süryanicenin Doğu lehçesi, bugün ağırlıklı Irak ve İran'daki Doğu Kilisesi ve Keldani Katolik Kilisesince kullanılmaktadır. Batı lehçesi ise, özellikle Suriye, Türkiye ve Lübnan'da etkin olan Süryani Ortodoks, Süryani 75 Tanrıverdi, a.g.m., s. 2-3. Gabriele Yonan, a.g.e., s.21. 77 Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s.60-61. 78 Dil en bağımlı ve kırılgan kültürel kategorilerden biridir ve belirli büyük dil grupları dışında, diğer pek çok dilsel oluşumlar büyük ölçüde verili bir alandaki dinsel ve siyasal etkileşimlerin ürünüdürler. Bkz. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.52-53. 79 A. H. Hourani, Minorities in the Arab World, London, Oxford University Press, 1947, s.11. 80 Suavi Aydın, Kudret Emiroğlu, Oktay Özel, Süha Ünsal, Mardin: Aşiret-Cemaat-Devlet, İstanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2000, s.80. 76 71 Katolik ve Maruni Katolik Kilisesi'nde kullanılmaktadır.81 Ayrıca İsveç, Almanya, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde ve Amerika'da göçmenler tarafından da kullanılmaktadır.82 Süryanice bir din dili olup günümüzde günlük yaşantıda kullanımı çok az olmasına rağmen Süryani kiliselerinde çeşitli lehçelerde kullanılmaya devam etmektedir. Süryani alfabesi konusunda da, Batı ile Doğu arasında fark görülmektedir. En eski Süryani alfabesi83, Estrangelo (yuvarlak) olarak tanınmaktadır. 8’inci yüzyılda, Estrangelo’ya dayanılarak, Süryani Ortodoks ve Maruni olmak üzere Batı Süryani kiliselerinde kullanılan Serto (işlek yazı) adıyla yeni bir alfabe geliştirilmiştir.84 Birkaç yüzyıl sonra ise, Doğu Süryanileri arasında da, Madnhaya (Doğulu) yeni bir alfabe kullanılmaya başlanmıştır. Avrupalı yazarlar arasında, bu alfabe “Nasturi” veya “Keldani” alfabesi olarak da tanınmaktadır.85 Aramice, Hristiyanlar dışında bazı Yahudiler arasında da kullanılmaktadır. 86 Bu konu biraz tartışmalı olmakla beraber, Süryanicenin Arami dilinin devamı olduğunu söylemek; kökenlerini dil üzerinden Aramilere dayandıranların gerekçelerinin anlaşılmasını sağlar. Arami dili ve alfabesini bugün Süryanicenin kaynağı olarak görmek, Süryanileri de Arami köküne bağlamak için yeterli olmasa da geçerli bir neden olarak kabul edilmelidir. Süryanicenin özellikle kilise litürjisinde ve ayinlerde kullanılması kilise taraftarlarının Arami kökenine ilgi duymalarının sebebi olarak yorumlanabilir. 81 Sebastian Brock, "An Introduction to Syriac Studies", Der. J.H. Eaton, Horizons in Semitic Studies: Articles for the Student, Birmingham, Dept. of Theology, University of Birmingham, 1980, s.13. 82 Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 61; Tanrıverdi, a.g.m., s. 6. 83 Bu alfabe 22 ünsüz harften oluşmakta ve genellikle sağdan sola doğru yazıldığı da belirtilmektedir . Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, Cilt 29, s. 23. 84 12’nci yüzyıla kadar aralıksız kullanılan ‘Estrangelo’ yazısı, daha sonra sadece konu başlıklarını süslemede ve süs yazısı olarak kullanılmaya devam etmiştir. 9’uncu yüzyıldan itibaren ortaya çıkan ve Batı Süryanicesi olarak da adlandırılan diğer bir yazı ise ‘Serto’ yazısıdır. Koluman, a.g.e., s.11,23; Elveren, a.g.t.; Altınışık, a.g.e., s.12. 85 Brock, a.g.m., s.14-15. 86 Crawford Howell Toy ve George A. Barton, “Semitic Languages”, The Jewish Encyclopedia, (Erişim) http://www.jewishencyclopedia.com/view.jsp?artid=466&letter=S#1559, 11 Nisan 2009. 72 Sonuç olarak Süryanilerin dinî niteliklerinin ağır basması, Süryanicenin Arami dili kökenli olması, Süryani kimliğinin kilise çevresinde şekillenmiş olması Süryanilerin kökenini Aramilere dayandırma tezini güçlendirmektedir. 2.2.2.2. Süryanilerin Asurî Kökenli Olduğu İddiası Süryanilerin kökeninin Asurî ırkına dayandığını iddia edenlerin çoğunluğuna göre tüm eski Mezopotamya halkları (Akkadlar, Asurlar, Babilliler, Kenanlılar, Fenikeliler, Aramiler vb.) Sami kökenlidir.87 Bundan dolayı eski Mezopotamya halklarına “Ön Süryaniler veya Protosüryan” olarak da adlandıranlar vardır.88 Süryani kelimesi, Hristiyanlıktan sonra yaygınlık kazanmasına rağmen, Asurlu kelimesi Hristiyanlıktan önce de vardır ve tüm Mezopotamya’da yaşayan halkları içine almaktadır.89 Dolayısıyla Süryani kelimesi daha çok Hristiyanlıktan sonraki dönemdeki Asur halkı ile ilişkilidir. Süryanilerin kendilerini Asurluların torunu saymalarının nedenlerinden biri kullandıkları adların köken olarak benzerliği ve ortak yaşam bölgeleridir.90 Ayrıca Asur ile Süryani ilişkisini etimolojik anlamda ilişkilendirenler olduğu kadar karşı çıkanlar da vardır.91 Aralarındaki ilişkiyi ortak kelime 87 Asurlar bugünkü Irak’ın kuzeyi ile lokalize edilen ve Doğu Toroslar’ın güneyini kapsayan bölge merkezi olmak üzere M.Ö.2004-612 yılları arasında hüküm sürmüş bir kavimdir. Selahaddin Mihotuli, Arya Uygarlıklarından Kürtlere, İstanbul, Koral Yayınları, 1992, s.118; Asurluların Sâmî kavimlerden olduğunu iddia edenler için; Sami, Kamusu'l- A’lam, İstanbul, 1306,11/ 3874’den aktaran Kadir Albayrak, a.g.e, s. 35. Asurluların Sami kavimlerden olmayıp Orta Asyalı kavimlerle Sâmî kavimlerin karışmasından meydana gelen yeni bir ırk olduğunu iddia edenler için. Bkz. Şemsettin Günaltay, Yakın Şark, Elam ve Mezopotamya, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1987, s.289-290; Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.28; Orta Mezapotamya bölgesini kapsayan bölgede yine Sami soyundan gelen etnik unsurlardan oluşan bir kavim olduğunu iddia edenler için Bkz. Mihotuli, a.g.e., 1992, s.118 88 Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, Mardin, Kırklar Kilisesi Yayını, 2005, s.16. 89 Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni, s.10. 90 Yavuz Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler: Kuruluştan Tanzirnat’a Kadar Sosyal, Ekonomik ve Hukuki Durumları, Ankara, Turhan Kitabevi Yayınları, 2001, s.62. 91 Bu görüşe göre benzerlik sadece Suriye'nin eskiden Asur'un egemenliği altında olması ile ilişkilidir yoksa köken ilişkisi bulunmamaktadır. Bunun bir göstergesi de Aramîler Asuriceyi değil, Asuriler Aramîceyi konuşmasıdır. Bkz. John Joseph, "Assyria and Syria: Synonyms?", Journal of Assyrian Academic Studies, Vol. XI, No. 2, s.37-43. 73 köklerine ve kelime anlamlarına bağlayarak Süryaniler ile Asur arasında ilişki kurulmaya çalışılmaktadır.92 Diğer taraftan bu ilişkinin coğrafi konumdan kaynaklandığını da ileri sürenler vardır.93 Süryani adının Asurî adından türediğini savunan birçok bilim adamı olmasına karşın, bu saptama Süryanilerin Asurî olduğunu kanıtlamak için yetmemektedir. Asurî tezini ileri süren araştırmacıların, bu etimoloji dışında yeterli ikna edici kanıtı bulunmamaktadır. Bu açıklamalar yanında siyasal-coğrafya ilişkisi içinde Süryanilerin Asur kökenli olduğuna ilişkin iddiaları özellikle Süryani göçü sonrası gelişen milliyetçilik akımları ekseninde ve 19’uncu yüzyıldan itibaren yapılan arkeolojik kazılar sonrası elde edilen bulgulara dayandıran coğrafya temelli görüşler çerçevesinde incelemek mümkündür. 2.2.2.2.1. Milliyetçilik Eksenli Siyasal Söylem Aralarındaki kristolojik ve mariyolojik farklılıklara rağmen Asurî kelimesinin Antik Asur İmparatorluğu ile ilişkilendirilmesi Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra batılı misyonerler tarafından ileri sürülmüş ve birçok Nasturi tarafından da bu kimlik hevesle kabul edilmiştir.94 Nasturi, Keldani ve Süryanilerden karma bir Asur ulus kimliği ve devleti yaratma fikri çerçevesinde şekillenen bu iddia, 19’uncu yüzyılda Protestan misyonerler tarafından Osmanlı coğrafyasının Türkiye-Irak-Suriye bölgelerinde ve İran`da icra edilen faaliyetlerinin bir sonucudur. Bu fikir ilk defa 19’uncu yüzyılda Musul`da İngiltere adına çalışan arkeolog Austen Henry Layard tarafından ortaya atılmış ve siyasi gerekçelerle de İngiliz-Fransız-Amerikan ve Rus 92 Richard N. Frye, "Assyria and Syria: Synonyms", Journal of Assyrian Academic Studies, Vol. XI, No. 2, s.30-36; Simo Parpola, "Assyrian Identity in Ancient Times and Today", Journal of Assyrian Academic Studies, (Erişim) http://www.nineveh.com/parpola_eng.pdf, 11 Nisan 2009, s.14. 93 Frederic Macler, “Syrians (or Arameans)”, ed. James Hastings ve John A. Selbie, Encyclopedia of Religion and Ethics Part 23, Edinburgh, T&T Clark,1994, s.164-167. 94 Richard N. Frye, “Assyria and Syria: Synonyms”, The Journal of Near Eastern Studies, Harvard University, (Erişim) http://www.aina.org/articles/frye.htm, 11 Nisan 2009. 74 misyonerleri tarafından kullanılmış ve zamanla Süryaniler tarafından da kabul görmeye başlamıştır.95 Bu ideoloji ile dinî ayrılıklar ikinci plana itilerek, ırkî temellere dayalı bir grup kimliği aşılanmaya çalışılmıştır.96 Türk ve Arap milliyetçiliğine bir tepki olarak ortaya çıktığı da söylenmektedir.97 İdeolojik olarak “Asurîzm”, Asurî milliyetçiliğine atfen kullanılmaktadır.98 Asurîzmin amacı, bugün Aramice konuşan Hristiyanların bir kısmını Asurî milleti adı altında birleştirmektir. Raif Toma’ya göre Asurîzm, sadece Süryani vatanseverliğini değil aynı zamanda “Pan-Mezopotamyacılık” olarak da tanımlanmakta ve bütün Mezopotamya halklarını birleştirme amacı gütmektedir. Arap Milliyetçiliğinin karşılığı olarak da değerlendirilen Asur Milliyetçiliğinin değişkenleri mezhep ve etnik milliyetçiliktir.99 Bu ideoloji, Birinci Dünya Savaşından bugüne kadar çok defalar gündeme gelmiş olan “Asurî Üçgeninde” (Kuzey Irak’taki Ninova-Musul bölgesi) bir devlet yaratma amacındaki politik bir harekettir. 100 Türkiye'deki Hristiyanlar tarafından fazla rağbet görmeyen Asurîzm ve Asur kavramı, özellikle yurt dışında Nasturiler ve Keldaniler101 arasında rağbet görmektedir. Türkiye’deki Süryanilerin bu konuya fazla ilgi göstermemelerinin sebebi, devlet ile olan ilişkilerini bozmak istememek ve ibadetlerini sorunsuz yerine getirmek olarak açıklayabiliriz. Türkiye Süryanileri, devletle olan ilişkilerini; “devlet olmazsa işimiz çok zor. Devlet bozulmadığı 95 sürece devlete karşı gelmek günahtır” diye Bülent Özdemir, 19. Yüzyılda Mardin Süryanileri, İstanbul, Beyan Yayınları, 2008, s.417-423 Kadir Albayrak, a.g.e., s. 71. 97 Andersson, a.g.e., s.13. 98 Asurizm ideolojisini, Batının Ortadoğu’ya müdahalesinin bugüne yansıyan bir problemi ve Batı’nın yarattığı bir ürün olarak değerlendirenler de vardır. Muhammed Shamsadi, “Unholy spiritual product of the West”, Aramnahrin Sitesi, (Erişim) http://www.aramnahrin.org/English/Article_Zaman_ 16_11_2006.htm, 02 Eylül 2009. 99 “Assyrianism”, Wapedia, (Erişim) http://wapedia.mobi/en/Assyrianism, 02 Haziran 2010. 100 Arther Ferrill, The Origins of War: From the Stone Age to Alexander the Great, Boulder, CO, Westview Press, 1997, s.70; “Assyrianism”, Wapedia, (Erişim) http://wapedia.mobi/en/Assyrianism, 02 Haziran 2010. 101 Özellikle Irak’ın Kuzey bölgesinde bulunmaktadırlar. 150.000 kadar Nasturi Dohuk – Zaho, Amediya, bölgesinde, 15.000 Keldaniler kadar Keldani ise Türkiye sınırına yakın bölgelerde yaşamaktadırlar. “Irak'ın Nüfus Yapısı, Federasyon Fikri” Diplomatik Gözlem, (Erişim) http://www.diplomatikgozlem.com/haber_oku.asp?id=378, 11 Temmuz 2009. 96 75 açıklamaktadırlar.102 Ayrıca Türkiye Süryanilerinin konuya getirdikleri diğer bir açıklamada; “Namazımızda, Türkiye Cumhuriyetine dua ederiz. Ayrıca inancımızda devlete bağlı kalmak farz kabul edilmiştir.” denilmektedir.103 Bu ifadelerden devlet ile olan bağlılıklarına ulvi bir anlam yükledikleri sonucu çıkarılmaktadır. Ayrıca “Asurî” ismi ile birlikte dinî kimliklerinin yerine etnik kimliğin ön plana çıkacağı ve dolayısıyla esas kimliklerini kaybedecekleri ve hatta dinlerini de kaybedecekleri endişesi de bu düşüncenin oluşmasında önemli bir etkendir.104 Her ne kadar bilimselliği tartışmalı da olsa milliyetçi söylemlerin kaynağını felsefe ve mantık bilimine bağlayanlar da vardır. Nesim Doru Süryanilerin felsefede; daha çok Yeni-Platonculuğa ve mistisizme yönelmelerini muhafazakâr düşünce yapılarının gelişmesine, Nasturilerin ise daha çok mantık bilimine ilgi duymalarının devrimci ve yorumlarında daha özgür olmaları sonucunu doğurduğunu ileri sürmektedir.105 Yukarıda dile getirildiği gibi bu isimlendirmeden amaçlanan şey, Doğu Hristiyanlığı içerisindeki dinî ayrılıkları ikinci plana iterek, ırki temellere dayalı bir grup kimliği aşılamaktır. Grant’a göre Asurî kimliğine Nasturilerin daha fazla sahip çıkmasının nedenleri ise “Nasturi teriminin beğenilmemesi ve 431 yılında genel kiliseden aforoz edilmiş olan Nastur'un kötü ününün bir mirasçısı olarak görülmek istemeyişlerindendir.”106 Asur kelimesi ile Süryani milliyetçiliği arasındaki ilişki “Hellen” kelimesi ile Yunan Milliyetçiliği arasındaki ilişkiye de benzetilebilir. Süryanileri Asur 102 Erginer, a.g.m., s.29. Öğündük köyünde 08 Mayıs 2007 günü papaz M. T. ile Öğündük Köyünde ve Mardin Deyru’lzafaran Manastırı Metropoliti S. Ö. ile İdil’de 06 Haziran 2007 tarihinde yapılan görüşme. Bkz. İncil, Pavlus’tan Romalılara Mektup, 12-13. 104 Martin Tamke, Daheim und in der Fremde: Beiträge zur Jüngeren Geschichte und Gegenwartslage der Orientalischen Christen, Hamburg, 2002, (Erişim) http://books.google.com.tr/, 11 Temmuz 2009, s.146. 105 Nesim Doru, Doğu’dan Batı’ye Köprü Süryaniler:Felsefe ve Çeviri Geleneği, Ankara, Dipnot Yayınları, 2007, s.19; C.A. Kadir, İskenderiye ve Süryani Düşüncesi, çev: Kasım Turhan, İstanbul, Cilt I, İnsan Yayınları, 1990, s.149. 106 Asahel Grant, Nastûrîler Ya da Kayıp Boylar, çev. Meral Barış, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1994, s.66. 103 76 kimliği altında birleştirme düşüncesinin siyasal gerekçeleri ise şu şekilde özetlenebilir: a. Hayali kurulan Asur ülkesinin yeniden teşkili için Nasturiler, Keldaniler ve Süryanilerin birlik oluşturması, b. Aynı Asurî kökenden geldikleri düşüncesinden yola çıkarak tarihi krallıklarına duyulan özlem ve bu özlemin gereği olarak tek ülke ve tek ulus yaratma arzusu, c. Güçlerini tek ulus, tek halk, tek dil ve tek kimlikte birleştirdiklerinde mevcut psikolojik ve mezhepsel engellerin ortadan kalkacağı inancı, d. Bir kimliğin kendilerini çoğunluk,107 çok kimliğin ise Hristiyan olmayan gruplar karşısında azınlık yapacağı, e. Asurî, Keldani ve Süryani kimliklerinin sadece bir geçiş süreci için kullanıldığı,108 f. Özellikle 1960’larda Ortadoğu’da yaşayan Nasturilerin Arap ve Müslüman olmayanları tehdit eden Arap milliyetçiliği ile Kuzey Irak’ta Irak hükümeti ile Kürtler arasında kalmalarından kaynaklanan kitlesel göçün yarattığı olumsuz etki,109 g. Göç ile beraber Süryanilerin karşılaştıkları farklı sosyo-ekonomik ve siyasal yapıya ayak uydurma çabalarına toplumun eski kurum ve geleneklerinin cevap verememesi, 107 Bir arada düşünüldüğünde 3.3 milyon nüfusa ulaştıkları değerlendirilmektedir. “Assyrian people”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org, 05 Mart 2009. 108 George Habash, "What do the Assyrian Want?", AINA, UK, 1999, (Erişim) http://www.aina.org/ articles/habash.htm , 05 Mart 2009. 109 Aprim Shapera, “A Forgotten History”, Current Affairs, London, (Erişim) http://www.bethsuryoyo.com, 05 Mart 2009. 77 ğ. Özellikle batıdaki Süryani aydınlarının ve kurumlarının yeni bir ideolojik söylem oluşturma arayışı olarak değerlendirebiliriz.110 Dolayısıyla kimlik bunalımı yaşayan geniş bir kitle oluşmuş ve bu kitle Asur kimliği etrafında yeni bir yapılanmaya yönelmiştir. Süryanilerin Asur kökenli olduğunu iddia edenler siyasal bir toplum ideolojisi111 ile konuya yaklaşmakta ve Süryanilerin Ortadoğu’da demokratik hak ve özgürlüklerini elde etme yönünde siyasal örgütlenmeye yönelmesi fikrini ön plana çıkarmaktadırlar.112 Özellikle Avrupa’da doğan, büyüyen ve eğitim alan genç Süryani kuşağı arasında taraftar bulan bu görüş113 “muhafazakâr görüş” olarak da nitelendirilen geleneksel kilise görüşüyle, yani Arami kökene dayandırılan görüşle çatışma halindedir. Bu görüş Süryani toplumuna en fazla rahatsızlık veren bir oluşuma ortam hazırlamaktadır. Politik ve ideolojik kaygılarla ortaya çıkan bu görüşün menşei batılı stratejistlerdir. Son yirmi yılda Süryanilere ait yazılı medyada bu konu ile ilgili olarak yazılan yazılarda işlenen tema “dünyada sayıları yüz binlerle ifade edilen halklar devlet kurarken Süryanilerin bunu başaramamasının nedeni olarak, aynı halk olmasına rağmen Süryani, Keldani, Nasturi, Asurî adları altında bölünmüş oldukları ve tarihin inkâr edemeyeceği Asur kimliği etrafında birleşirlerse bir devlet teşekkülü için önemli bir nüfus sayısına ulaşacak olmalarıdır.”114 Bu düşünce Süryanilerin Asurî kökenli olduğu iddiası 110 Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 31. Asur ismi üzerinden yapılan siyaset bazen tarafları karşı karşıya bazen de bir araya getirmektedir. Asuri Evrensel Birliği (Syriac Universal Alliance-SUA) ile Avrupa Süryani Birliği(European Syriac Union-ESU)’nın 10 Ekim 2005 yılında Süryani ismi üzerine vardıkları mutabakat, diasporadaki Asuri kelimesi üzerinden siyaset yapanları rahatsız etmiştir. “A disastrous decision of SUA- where are standards and values?”, Aramnahrin, (Erişim) http://www.aramnahrin.org/English/SUA_ESU_8_ 10_2005. htm, 05 Mart 2009. 112 Öztemir, a.g.e., s.40-41; Bülbül, s.30. 113 Bu görüşün taraftarları kendilerini; 19. yy.da Batı’nın milliyetçilik akımlarından etkilenmiş, tarihi Asur medeniyetinin ortak tarihi mirasına sahip, doğu Hristiyankilisesi mensubu, Süryani dilini kullanan etnik bir grup olarak tanımlamaktadırlar. Bkz. “Assyrian Church of the East”, Global Security, (Erişim) http://www.globalsecurity.org/military/world/iraq/religion-christian-assyrian.htm, 05 Haziran 2009. 114 Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”. 111 78 için siyasal gerekçe yaratmakta, genç ve idealist Süryanilere sadece heyecan vererek aynı zamanda onlara siyasal bir bilinç de aşılamaktadır.115 Aslında günümüzde heyecanla yürütülen birçok etnik kimlik eğilimli hareketten biri olan Asurîzm hareketi, Ortadoğu bölgesi için çok da alışıla gelmedik bir hareket değildir. Bu tarz etnik kimlik hareketlerindeki yoğunluğu, Glazer; “etnik devrim” olarak adlandırmaktadır. 116 Kısaca Asurîzm ideolojisi sahipleri kendi kökenlerini Hristiyanlık öncesine kadar götürmekte ve öncelikle siyasal bir toplum oluşturma düşüncesi ile kendilerinin Asurluların devamı niteliğinde olduklarını ve Süryani yerine Asurî isminin kullanılması gerektiğini savunmaktadırlar.117 Bu görüş taraftarları ise Nasturiler ağırlıklı olacak şekilde Avrupa ve Amerika’da yaşayan Keldani, Süryani ve kendini bu grup içinde gören Hristiyan azınlıklar olarak karşımıza çıkarken, Türkiye’deki Süryaniler tarafından şimdiye kadar pek kabul görmemiştir. 2.2.2.2.2. Arkeoloji ve Coğrafya Temelli Süryani Kimliği Jeopolitik anlamında coğrafyanın; strateji, ekonomi, kültür ile ilişkisi küresel politikanın belirlenmesinde nasıl önemliyse, kimlik belirlemede de o kadar önemlidir.118 Süryaniler; M.Ö. 3000’lerden başlayarak Subariler, Sümerler, Akadlar, Babiller, Asurlular, Kenaniler, Amuriler, Aramiler, Kendaniler, Fenikeliler, Tedmurlular ve Abgarlar’ın yaşadığı, Süryanilerin Beth-Nahrin, Arapların Cezire veya Beyn-el-Nahrayn olarak adlandırdıkları, bugün Mezopotamya olarak bilinen Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki bölgeyi 115 Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”. Andersson, a.g.e., s.15. 117 Öztemir, a.g.e., s.40-41. 118 Suat İlhan, Dünya Yeniden Kuruluyor, İstanbul, Ötüken Yayınları, 1999, s.43-50 116 79 kendi vatanları dayandırmaktadırlar. olarak görmekte ve köklerini bu coğrafyaya 119 Coğrafi konum ile etnik köken arasındaki bu ilişkiyi daha özel hale getirecek olursak, Süryaniler açısından bu ilişki Doğu-Batı veya Asurî-Arami şeklinde tezahür etmektedir. "Doğu Süryanileri" tabiri ile kökenleri tarihi "Urfa Kilisesi"ne dayanan ve Asur soyundan gelen Nasturiler, "Batı Süryanileri" tabiri ile de tarihi "Antakya Kilisesi'ne dayanan ve Arami soyundan gelen Süryaniler kastedildiği ileri sürülmektedir.120 Batı Süryanileri, coğrafi olarak Diyarbakır, Antakya, Maraş, Urfa, İstanbul, Mardin ve Suriye'de yaşayanları tanımlamak için; Doğu Süryanileri ise İran, Irak, Suriye ve Hindistan coğrafyasında yaşayanları tanımlamak için kullanılmıştır.121 Tarihi olarak doğu-batı şeklinde bölünme zaten Antakya Süryani Kilisesinin ilk kurulduğu dönemlere kadar gitmektedir. O dönemde Pers Hükümdarlığı’nın sınırları içinde yaşayan Süryaniler doğu kilisesini, Roma İmparatorluğunda yaşayanlar ise batı kilisesini oluşturuyordu.122 Kristolojik tartışmalar ile başlayan Doğu ve Batı Süryanileri ayrımı tarafların karşı karşıya kaldıkları tehditler ve bu tehditlerin sonucu olarak sığındıkları coğrafyaların da kendi kültür ve millî kimliklerine yapmış olduğu etki ile daha da derinleşmiştir.123 Sonuçta, Doğu Süryanileri Hakkari’nin dağlarında kendilerini izole ederek kültürlerini korurken, diğer taraftan giderek kilise etkisi 119 Gabriyel Akyüz, Diyarbakır’daki Meryem ana Kilisesi’nin Tarihçesi: M.S. 3. Yüzyıl, Mardin, Kendi Basımı, 1999, s.32; Altınışık, a.g.e.,; Erginer, a.g.m., s.31. 120 Sarıkçıoğlu, a.g.e., s.35-36; Günel, a.g.e., s.35; Mehmet Çelik, Antakya Süryani Kilisesi (Kuruluş Dönemi), İstanbul, Cilt 1, Yaylacık Matbaası, 1987, s.3. 121 George A. Maloney, "Eastern Churches", New Catholic Encyclopedia, Cilt V, Washington, 1967, s.16; Suriye’de bulunanlar bazen Batı, bazen de Doğu Süryanileri içine dâhil edilmektedirler. Bunun sebebi Suriye’de her iki gruba ait cemaatin bulunmasıdır. Bkz. Kaşgarlı, a.g.e., s. 10; “Süryani Tarihinde Bölünmeler”, (Erişim)http://www.msxlabs.org/forum/din-ilahîyat/16123-hiristiyan-kokenlidin-ve-akimlar suryaniler-suryanilik.html, 05 Mart 2009. 122 Altınışık, a.g.e., s.23. 123 Süryaniler M.S. 489 yılında “Batı ve Doğu” olarak ikiye ayrılmıştır. Bkz.Gabriel Akyüz, Nusaybin’deki Mor Yakup Kilisesi ve Nusaybin Okulu, Mardin, Resim Matbaacılık, 1998, s.21 80 altında cahil ve saldırgan bir yapıya dönüşmüştür. Buna mukabil Batı Süryanileri, diğer kültürler içinde asimilasyona uğramışlardır.124 Doğu Süryanilerinin bu izole ve içine kapanık yapısı, milliyetçilik akımlarından daha fazla etkilenmesine ve aşiret yapısının etkili olmasına neden olmuştur. Bu durum Batı Süryanilerinde Doğu’nun tersi olacak şekilde yapılanmıştır. Bu gelişmelere paralel olarak özellikle Nasturiler, 19’uncu yüzyılda Mezopotamya’da yapılan arkeolojik kazılar sonrasında elde edilen bulgulara dayanarak yaşadıkları coğrafya ile Asur devleti arasında doğrudan bir ilişki kurmuşlardır.125 Bunun sonucunda da Asurî isimlerini etnik bir kimlik olarak benimsemişler ve kiliselerinin ismini Doğu Asur Kilisesi olarak da değiştirmişlerdir. Süryaniler ise Nasturiler ile aynı ismi paylaşmamak için Asurî ismi yerine Arami ismini kullanmayı tercih etmişlerdir. Batı Süryanileri de Mardin ve Urfa bölgesinde yapılan arkeolojik kazılarda Aramilere ait olduğu değerlendirilen bulgulara istinaden köklerinin Aramilere dayandığını ileri sürmektedirler.126 Sonuçta coğrafyadan yola çıktığımızda Nasturileri ve Keldanileri Doğu; Süryanileri (Yakubi-Kadim) Batı grubu içinde değerlendirmek mümkündür. 124 Batı Süryanileri içinde Turabdin bölgesi hariç olmak üzere Süryanicenin yerini daha çok Arapça veya başka diller almıştır. Hatta Batı Süryanilerinin bu durumundan dolayı onlara “Arap Hıristiyanları” ifadesinin kullananlarda vardır. Bkz. Peter BetBasoo, “Assyrian Nationalism: A Mechanism For Survival”, Assyria Online, (Erişim) http://www.aina.org/aol/peter/survival.htm, 05 Mart 2009. 125 Bu iddiaya karşın Jakop Gabriel; “Yazı ve kültürel kalıntılar açısından, Süryanilerle Asurlular arasında bilimsel bir bağ kurulamadığını iddia etmektedir. Bkz. Gabriel, a.g.m. 126 En eski Süryani yazıtları olarak ileri sürülen M.S. 2 nci yy. dönemine kitabeler, Süryani geleneği Harran da pagan kültürüne dayandığını göstermektedir. Bkz. Şinasi Gündüz, “Harran Süryani Geleneği ve Bilim Mirasına Katkısı”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007; Aramîlerin Hıristiyanlığı kabul etmeden önce, bu bölgenin sakinleri oldukları hususunda sadece Urfa ve Tur-Abdin civarında yüzellinin üzerinde kitabe, mozaik, rölyef, mezar taşı v.b. kültürel kalıntılar bulunmuştur. Burada bulunan kitabelerden bölgenin adının da Beyt Aramoyo (Aramîlerin Ülkesi) olduğu tespit edilmiştir. Bkz. Şükran Yaşar, “Abgar Hanedanlığı’nın Etnik Yapısı ve Ermeni İddialarının Tahlili” Belgelerin Işığında Ermeni Meselesi Semineri, Balıkesir-2003, s.70 vd.’den aktaran bkz Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”. 81 Doğu Süryanileri kendilerini Asur medeniyeti ile ilişkilendirerek Asur kimliği etrafında birleşmek istemektedirler. 2.2.2.3. Süryanilerin Kökeni İle İlgili Diğer İddialar Bazı tarihçiler ise Süryanilerin kökeninin önceliksiz olarak tüm Mezopotamya halklarının kaynaşmasına dayandırmaktadırlar.127 Sentezci görüş olarak da adlandırılan bu görüşe göre Süryanilerin kökenini sadece Aramilere veya Asurlulara dayandırma çabaları Mezopotamya’nın tarihi göz önüne alındığında manidar görülmemektedir.128 Çünkü aynı dili konuşan, benzer örf ve adetleri ile yaşayan, aynı özellikleri gösteren129 ve hatta tanrılarının bile aynı adı paylaştığı130 bu halklar, Hristiyanlık ile birlikte de aynı dine de sahip olmuşlardır.131 Mezopotamya; doğudan gelen Arîler, güneyden göç eden Samîler ve kuzey kökenli Ural-Altay kavimleri gibi çok çeşitli toplulukların karşılaştıkları bir tiyatro sahnesi gibidir.132 Bu yaklaşımı biraz daha derinleştirirsek Asurluların dahi orta Asyalı Subarilerle Samilerin karışmasından doğmuş melez bir kavim olduğu da iddia edilmektedir. Asurluların zamanla kendi dillerini kaybederek Samileştikleri133 ve bu nedenle birbirleriyle kolayca anlaşabildikleri ileri sürülmektedir.134 Asurlular; Yunanlılarca Suriyeli olarak, Barbarlarca Asurlu veya Keldaniler (Khaldealılar) olarak adlandırılmış olması, Mezopotamya gibi bir coğrafyada 127 Emanuel Aydın, “Süryaniler”, Öz Hikmet, Mardin, Sayı 6, 1955, s.133; Hanna Dolapönü, “Süryaniler”, Öz Hikmet, Mardin, Sayı 6, 1955, s.133 den aktaran Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni; Mardin Metropoliti Dolapönü (1885-1969); “Süryanilerin Aramî, Asuri, Keldani, Fenikeli, Kenani ve Hintlilerden oluştuğu yönündeki iddia için bkz. Hanna Dolapönü, Zafaran Fidanlığı, Mardin, Hikmet Basımevi, 1955. 128 Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni, s.10; Durak, a.g.e, s.190. 129 Kadir Albayrak, a.g.e., s.54. 130 Samuel Noah Kramer, Tarih Sümer'de Başlar, çev. Muazzez İlmiye Çığ, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1990, s.122; Kadir Albayrak, a.g.e., s.51. 131 Günel, a.g.e., s.82. Asurluların Sami halklar topluluğuna mensup olup köklerini Babillilere kadar uzandığını iddia edenler vardır. Bkz. K.P. Matfiyef (Bar Mattay), Asurlar Modern Çağda Asur Sorunu, çev.Vahap Kelat, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1996, s.19 132 Kadir Albayrak, a.g.e., s.43. 133 Günaltay, a.g.e., s.289-290. 134 Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 37. 82 isimden yola çıkarak bir topluluğu nitelemenin ne kadar zor olacağını göstermektedir.135 Bu zorluğa bir de çeşitli nedenlerden dolayı toplulukların birbiri içine girmiş olması da eklendiğinde homojen bir toplumdan bahsetmek imkânsız hale gelmektedir. Örneğin; Süryanilerin tarihte Ermeniler ve bazı Süryanileşmiş Arap toplulukları ile karıştıkları ve bu dönemde Hristiyanlığı kabul eden bu Arap topluluklarının kendilerini, Süryani olarak kabul ettikleri de iddia edilmektedir. 136 Sentezci görüş dışında dile getirilen diğer bir dikkat çekici bir iddia ise Grant gibi bazı seyyah ve araştırmacıların Süryanileri -daha ziyade Nasturileri- İsrail ile ilişkilendirip kayıp İsrail kabilelerinden geldiklerini137 ileri sürmeleridir.138 Etnik anlamda Aramileri Yahudiliğin bir kolu olduğu görüşü ile Süryanileri Aramilere bağlamak139, Keldanileri ise Yahudilerin "On Kayıp Boyu"nun torunları olduğunu ileri sürmek140 ve hatta alfabelerinin de benzer olduğu iddiası ile Süryaniler ile Yahudilerin de Arami kökenli olduğu yönündeki iddialar141 bilimsel olarak ciddiye alınamayacak nitelikte bir iddia olarak görülmektedir. 135 Herodotos, Herodot Tarihi, çev.Müntekim Ökmen, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1991,s.345. VI. y.y da Suriye’de, El-cezire’de, Mezopotamya’da bulunan Bekir, Tağlip, Rebîa, İyâd, Beni Kelp (Kelb), Beni Lahm, Beni Cüzâm ve Beni Gassam (Gassaniler), Tenuh, İbâd kabileleri Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra kendilerini Süryani olarak nitelendirmişlerdir. Ayrıca Asurlu, Ermeni ve Nebatlı’lardan Hıristiyanlığı kabul eden ve Suriye topraklarında oturanlar için Suriyeli anlamında Süryani adıyla anılmaları bu etnik yapılandırmaya konu olan halkların çeşitlendirilmesini de genişletmektedir. Bkz. Tümer ve Küçük, a.g.e., s. 274; Levent Öztürk, “İslamiyet’in Yayıldığı Coğrafya’da Yaşayan Hıristiyanların Tarihine Genel Bakış” Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları, 2005, s.13-15; Bülbül, s.31. 137 Gabriel Qussani,"The Modern Chaldeans and Nestorians, and the Study of Syriac among Them." Journal of the American Oriental Society, Cilt 22, 1901, (Erişim) http://www.suryaniler.com/ makale-havuzu.asp?id=387, 10 Kasım 2009, s. 80. 138 Qussani, a.g.m., s. 81. 139 Kaşgarlı, a.g.e., s.11 140 Grant, a.g.e.; Baselie Nikitine, "Nesturiler", İslam Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt IX, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1993, s.209. 141 Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s.21. 136 83 Süryanilerin kökenini Orta Asya halklarına dayandıranlar da vardır. Onlara göre Aramiler, Orta Asya halklarındandırlar.142 Yani, zımnen de olsa Süryanileri Turanî ırklara dayandırmayı hedeflemektedirler. Süryaniler arasında taraftar bulmayan bu görüş, bilimsel verilerden çok, Türkiye’nin iç politik gelişmelerinden beslendiği değerlendirilmektedir.143 Ayrıca bazı Batılı stratejist ve bilim adamları tarafından 1985’den sonra cılız da olsa Süryanileri Kürtlerle ilişkilendirme çabaları da ortaya çıkmıştır. Bu görüşe göre, tüm Mezopotamya halkları bir mozaiktir. Dolayısıyla ortak kültüre, ortak kadere, ortak dünya görüşüne sahip halkların birlikteliği de kaçınılmazdır. Süryaniler arasında taraftar da bulmayan bu görüş, PKK terör örgütünün özellikle Avrupa kamuoyunda Hristiyan olmanın sağlayacağı avantajı değerlendirmek amacıyla yapılmış olduğu görülmektedir.144 Soy bağı ilişkisi içinde ileri sürülen tüm bu görüşlere karşın yapılan araştırmalara göre etnisite, insanın doğuştan sahip olduğu bir 'ilksel' özellik değil, toplumsal ilişkiler sonucu oluşan bir özelliktir. Bu nedenle siyasal, dinsel ve sosyo-ekonomik ilişkilere bağlı olarak sürekli değişim içindedir. Aynı şekilde etnik ve kültürel kimlikler de değişim içindedir. Bu etiketlemeler, dışlama ve kabul etme eylemleriyle belirginleşip sorun haline gelebilmektedirler.145 Sonuçta Süryanileri belirli kriterler ışığında topluluk içi veya dışından topluluğa yönelik bir kökenle ilişkilendirip etiketlemek mümkündür. Kişinin yaşamını belirleyen şey, kişinin kendine ait olarak 142 Koluman, a.g.e., s.20. Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”. 144 Teröristbaşı Öcalan 1996`da Papa 2. Jean Paul`a bir mektup göndererek, `Ben Hıristiyanlığa Müslümanlıktan daha yakınım. Türkler Anadolu`daki Hıristiyanlığı yıkmış kişilerdir` diyerek yardım istedi. Papa ise, `Kürt halkının trajedisini sessizlik içinde geçiştiremeyiz` cevabı için bkz. Selda Öztürk Kay, “Vatikan`ın Kürtleri -2-“, Yeni Çağ, 19 Aralık 2008; Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”. 145 Harald Eidhem, "Toplumsal Bir Damga Olarak Etnik Kimlik", Etnik Gruplar ve Sınırları: Kültürel Farklılığın Toplumsal Organizasyonu içinde, ed. Fredrik Barth, çev. A. Kaya-S. Gürkan, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2001, s.41-62. 143 84 benimsediği kültüre göre yaptıkları ve takındıkları tutumdur. İşte bu nedenle, Süryani kimliği bir algı ya da algının araç olduğu bir kültür meselesi olarak değerlendirilmesi daha uygun olacaktır.146 2.2.3. Dinsel Yaklaşım Çerçevesinde Süryani Kimliği Kimlik tanımlamada ortaya konan kriterlerden en önemlilerinden biri olan din faktörü, özellikle doğuya doğru gittikçe diğer pek çok ölçütten daha baskın olmaktadır.147 Bu nedenle etnik ve kültürel kimliklerinin şekillenmesinde ve gruplar arası ilişkilerde din, belirleyici bir role sahiptir. Keza, Süryanilik kavramında da dinsel faktörlerin daha fazla öne çıktığı görülmektedir. Hindistan’da bulunan Antakya Süryani Kilisesine mensup Hint kökenlilerin de Süryani Kilisesi mensupları arasında gösterilmesi bu görüşü destekler niteliktedir.148 Huntington’un medeniyetleri, din eksenli tasnifi de bize özellikle önümüzdeki 15 yıl içinde insanların kendilerini tanımlamada din faktörünü daha da öne çıkaracaklarını düşündürmektedir.149 Zira etnisite ve dinî grubu nitelerken her iki kavram özdeşleşerek etno-dinsel bir tasnifi ortaya çıkarabilmektedir. Süryaniler için de böyle bir tasniften bahsetmek uygun görülmektedir. Benzer durum Süryaniler dışında Ortadoğu'daki Dürziler ve kısmen de Kıptiler için söylenebilir.150 Etnisite ile özdeşleşmiş dinsel mitlerin ve sembollerin yayılması ve korunması görevlerini daha çok rahipler üstlenmişlerdir. Süryanilerde de durum benzerdir. Süryani rahip ve din görevlileri yeni kuşaklara kültürel mirası aktarmaya çalışırken bir taraftan da kendi topluluklarının tarihçiliği 146 Baumann, a.g.e., s.20-21. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.291. 148 Meydan Larousse, Cilt 11, İstanbul, Meydan Yayınları, 1981, s.670-671. 149 National Intelligence Council, Mapping The Global Future, Report of the National Intelligence Council’s 2020 Project, Washington, 2004, s.79. 150 Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.153-154. 147 85 görevlerini üstlenmişlerdir.151 Dolayısıyla din adamları da kimlik belirlemede önemli bir rol üstlenmişlerdir. Erken Hristiyanlık döneminde kilisenin dinsel birlikteliği, sınıfsal engellerin ve etnik bölünmelerin aşılmasına yardımcı olmasına rağmen, kısa bir süre sonra otorite kavgaları etnik sembol ve bağlarla dinsel söylemleri de kullanarak çeşitli tarikatlar ve mezhepler olarak ortaya çıkmıştır. Yeni oluşumlar mevcut durumun devamını isteyenler tarafından daha çok 'sapkın' olarak değerlendirilmiş olmalarına rağmen, bazı etnik gruplar tarafından sahiplenilmiş ve sonuçta çeşitli etno-dinsel gruplar oluşmaya başlamıştır. Süryanilerin Hristiyanlığı kabulünden bugüne kadar mezhepsel ayrılıklar ile oluşan bu tarz etno-dinsel gelişimine burada kısaca değinmek uygun olacaktır. Hristiyanlık, doğuşundan sonra yayıldığı coğrafyadaki yerli kültürlerden etkilenerek farkIı farkIı yorumlara ve ihtilaflara neden olmaya başlamıştır. Başlangıçta kilise kurumlaşmadığından, farklı görüşler kilise yöneticisi ya da kişi ile sınırlı kalıyor, fikir sahibi ölünce de tartışma sona eriyordu. Dindeki bu tür görüş ayrılıkları yerel olarak giderilmeye çalışılıyordu.152 Fakat Hristiyan kilisesi içinde ilk ciddi Kristolojik (İsa'nın doğasına ilişkin) tartışma, Hristiyanlığın Roma Devleti’nin resmî dinî haline gelmesinden sonra, Yahudi asıllı Hristiyanlar ile Pavlos'un önderliğindeki putperest asıllı Hristiyanlar arasında yaşanmıştır. Ciddi tartışmalara sebep olan bu konuyu bir çözüme kavuşturmak, tartışmalara son vermek ve dinsel bütünlüğü sağlamak için 325 yılında İznik Konsülü toplanmıştır.153 İznik Konsülü ile başlayıp devam eden konsüllerde her ne kadar dinsel bütünlüğü sağlamak amacı güdülmüş olsa da bu konsüller sonucunda yeni taraflar yaratılmış, yeni ihtilaflar doğmuş ve sonuçlarında bölünmeler yaşanmıştır. 151 Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.61-64. Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 80. 153 Çelik, Ortadoğu Mozayiği Süryaniler-Nasturiler, s.35, 141. 152 86 Daha sonraki bölümlerde konsüller daha detaylı ele alınacak olsa da dinsel kimlik tanımlamalarının esasını teşkil etmesi sebebiyle burada konsüllerden kısaca bahsetmek uygun olacaktır. İznik Konsülü ile başlayan anlaşmazlık sonrasında ilk ciddi bölünmeler 431 yılında I. Efes Konsülü ile olmuştur. Bu konsülde Nastur (Nestorius)’un aforoz edilmesi ile Nasturizmin temelleri; 451 yılında Kalkedeon (Kadıköy) Konsülü sonrasında ise ulusal kimlikli yerel Süryani, Ermeni, Kıpti ve Habeş Kiliselerinin temelleri atılmıştır. Bu iki konsülde alınan kararlar Hristiyan dünyası içinde önemli ayrışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Nastur’un öğretileri bu konsülde reddedilmiş olmasına rağmen, Merkez Urfa olmak üzere doğuya doğru gidildikçe görüşleri Hristiyanlar arasında iltifat görmüştür. Bu görüşlerin Süryaniler tarafından benimsenmesiyle Süryaniler ilk defa ciddi bir bölünme yaşamışlardır. Nastur’un kurmuş olduğu bu mezhebe intisap edenlere Nasturiler veya Doğu Süryanileri denmiştir. Ancak bu bölünmeler dinsel konulardaki tartışmaların sonucunda gerçekleşmiş gibi görünse de dinî tartışmalar tek neden olarak ele alınmamalıdır. Bu bölünmelerde dinî olduğu kadar kültürel, ekonomik ve politik etkenler de oldukça etkili olmuştur.154 Doğu Kilisesi içinde önemli gelişmelerin yaşandığı dönemlerden birisi de Batı kaynaklı misyonerlik faaliyetlerin yaygınlık kazandığı 1800'lü yılların ortaları olmuştur. Süryaniler, ilk başlarda Batı ile işbirliği yollarını aramış ve misyonerlerin gelişi önceleri, kurtuluş için tek yol olarak görülmüştür. Bununla birlikte misyoner faaliyetlerinden en çok zararı Süryaniler görmüş ve misyonerlerin faaliyetleri sonucunda Süryani cemaati kendi içinde bölünmeler yaşamıştır. Kısa süre içinde misyonerler, Süryaniler tarafından bir rakip olarak değerlendirilmiştir. Bu durumun belki de en önemli delili Katolikleşmiş Süryanilerin, diğerleri tarafından "Mağlubin" (Arapça yenik) olarak adlandırılmasıdır. Ayrıca Mihayel Carve’nin Katolik mezhebine geçerek Papa tarafından Katolik Patriği unvanı verilmesiyle 1782 yılı sonrasında ortaya çıkan “Katolik Süryaniler”den kendilerini ayırmak isteyen 154 Münir Yıldırım, Yunanistan ve Ortodoks Kilisesi, Ankara, Andaç Yayınları, 2005, s.38-65. 87 Ortodoks Süryaniler; kendilerine yukarıda açıklandığı üzere “Süryani Kadim” tabirini kullanmaya başlamışlardır.155 Diğer önemli bir gelişme ise 16’ncı yüzyılda Nasturilik inancından ayrılarak Katolikliği kabul eden Nasturilere Papa tarafından Keldani adı verilmesidir.156 Nasturi kilisesinde ayrılığı ortaya çıkaran temel sebep, patrik seçimlerinde 15’inci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan patrikliğin verasetle amcadan yeğene geçmesi usulü olmuştur. 1551'de ölen patriğin yeğeni Simon Denho’nun patrik seçilmesini kabul edenlerle etmeyenler arasında ortaya çıkan ihtilaf sonrasında Katolik misyonerlerinin de etkisi ile Nasturi kilisesi bölünmüş ve Keldani kilisesi ortaya çıkmıştır.157 İsa’dan sonra tek kilise olarak başlayan, dinî ve idari yönden bir bölünme olmadan Antakya, Kudüs, İskenderiye, Roma ve İstanbul kiliseleri tarafından yönetilen Hristiyanlık,158 giderek ulusal bir nitelik kazanmaya başlamıştır. 5’inci yüzyıl ile özerk bir şekil almış olan Süryani Kilisesindeki bölünmelerin159nedeni, dinsel öğreti ayrılıkları kadar Bizans ve Sasani devletlerinin siyasi müdahaleleri olarak da gösterilmektedir.160 Süryani kilisesi içindeki bölünme ve ayrılıklar batılı kiliselerin misyon çalışmaları sonucunda devam etmiş ve kopan tüm gruplar arasında düşmanlıklar ortaya çıkmıştır. Tüm bu bölünmeler ve ayrılıklar sonrasında başlıca; Süryani Ortodoks Kilisesi (Antakya Patrikliği), Süryani Nasturi Kilisesi, (Doğu ve Asur’un kilisesi), Süryani Maruni kilisesi (Antakya patrikliği), Süryani Keldani kilisesi (Babil Patrikliği), Süryani Katolik kilisesi, Süryani Melkit kilisesi, (Rum 155 Günel, a.g.e., s. 35. Kadir Albayrak, a.g.e., s. 107. 157 Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.119-122. 158 Pavlus döneminde Sinagog’dan ayrılmış gevşek biçimde örgütlenmiş yedi kilise oluşmuştur. Bkz. Aytunç Altındal, Üç İsa, Alfa Yayınları, İstanbul, 2004, s. 100. 159 Bar Yacqup Cabdalke Nasturi ve Süryani (Yakubi) kiliseleri dışındaki tüm Süryani kiliselerinin emperyalist, işgalci devletler eliyle kurulduğunu iddia etmektedir. Yuhanun Bar Yacqup Cabdalke, Süryani Kadim Kilisesinde Reform Sorunları Üzerine: Uyarılar, Eleştiriler, Polemikler, çev. Vahap Kelat, İsveç, Nsbin Yayınevi, 1996, Giriş. 160 Bertil Persson, “Asurilerin Bağlı Olduğu Dini-Mezhepsel Kiliselerin Geçmişi Üzerine Tarihi Yorum”, Nsibis, 1989, s.11’den aktaran Bilge, a.g.t., s.58. 156 88 Ortodoks ve Rum Katolik patriklikleri) ve Süryani Protestan kiliseleri ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan bu kiliseler arasındaki mezhepsel farklıklar asıl kimlik belirleyicisi olarak da ön plana çıkarılabilmektedir.161 Bundan amaç etnik tanımlamada ortaya çıkan boşluğun dinsel niteliklerle doldurulmaya çalışılmasıdır.162 Kökenler konusunda ileri sürülen yukarıdaki tüm tezlerin geçerli yönleri bulunmaktadır. Fakat nedenleri ne olursa olsun Mezopotamya gibi bir coğrafyada tek bir etnik kökene bağlı kimlikten bahsetmek pek de mümkün değildir. Bu çerçeveden bakıldığında Süryanileri, Asur ve Aramilerle olduğu kadar Mezepotamya’da yaşamış diğer medeniyet ve topluluklarla da ilişkilendirmek mümkündür.163 Fakat Süryanilerin belirgin yönünü din, yani Hristiyanlık oluşturduğundan dolayı kimlik tanımlamasını dinî yönden ele almak daha doğru olacaktır.164 Bu anlamda mezhepsel olarak zamanla Süryani kimliğinden ayrılarak farklı adlarla adlandırılan topluluklar her ne kadar bir kimlik altında buluşturulmaya çalışılsa da bu pek mümkün görülmemektedir. Sonuç itibariyle Süryani kimliği, Hristiyan dinî inancı içinde erimiş olan homojen ve endogamik bir özel yaşamla örülmüş,165 tarihi Antakya Süryani geleneğinden gelen, Yakup Baraday’ın izinden giden ve kendilerini “kadim” olarak da adlandıran, dinî yönü ağır basan etno-dinsel bir topluluktur. Dinsel yönünün ağır basmasının nedeni; azalan nüfuslarının da etkisiyle tamamen 161 Yakup Bilge, “Süryanilerin Kökeni ve Türkiyeli Süryaniler”, İstanbul, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,1990, s.58. 162 Gabriel, a.g.m. 163 Süryaniler, eski Mezopotamya kültürünü taşıyan ve inancı bakımından Hristiyanolan bir topluluktur. Bkz. HristiyanKökenli Din ve Akımlar-Süryaniler (Süryanilik), (Erişim) http:// www.msxlabs.org/forum/din-ilahîyat/16123-hiristiyan-kokenli-din-ve-akimlar-suryaniler-suryanilik. html, 10 Kasım 2009. 164 Süryani isminin özel bir adı temsil etmediğini hıristiyanlığın ortaya çıkmasından önce bir ırk, hıristiyanlığın doğuşu ve yayılmasından sonra da bir mezhebi temsil ettiği iddia edilmektedir. Bkz. Suavi Aydın, Kimlik Sorunu, Ulusallık ve Türk Kimliği, s.15-48, Günel, a.g.e., s.31-38; Koluman, a.g.e., s.25. Ayrıca Süryani Ortodoks kilisesi, her ne kadar resmi yayınlarında Aramî yanını desteklese de etnik yerine dini kimliğe vurgu yapmaktadır. Bkz. Murre ve Berg, "Religieuze en Etnische İdentiteit”, s.153. 165 Elveren, a.g.t., s.35. 89 kilise ve manastır çevresinde örgütlenmelerinden kaynaklanmaktadır. Başlangıçtaki aynı din içinde mezhepsel ayrıma dayanan bu dinsellik, zamanla Süryani grupların tabi oldukları siyasal ve diğer dinsel gruplar tarafından da beslenmiş ve yeniden üretilmiştir. Bu tasnifin yapılması özellikle Türkiye-Süryani ilişkisi açısından önemlidir. Türkiye Süryanileri, 19’uncu yüzyılın milliyetçi ve etnik temelinden hareketle siyasal örgütlenme rüzgârlarına kapılan birçok cemaatten farklı olarak kendilerini bu oluşumlardan uzak tutmak istemişlerdir. Süryaniler de her topluluk gibi bir kimliğe sahip olmalarına rağmen bu kimliklerini milliyetçi bir tema üzerinde geliştirerek, ne siyasi bir oluşuma yön vermişler ne de mevcut egemen kültürü yadsımışlardır. Türkiye’de yaşayan Süryaniler kendilerine empoze edilmeye çalışılan ayrılıkçı ve çatışmacı fikirlere itimat etmemişlerdir. Süryanileri, belli bir alt kültür kategorisine sokulma çabalarına rağmen söz konusu toplumun bu tür sığ ve dar bir tanımla tanınmak ve tanımlanmak istemediği görülmektedir. Diğer bir ifade ile ötekilerce, Süryanileri tanımlama, kategorize etme çabalarına karşılık, Süryanilerin kendilerine yönelik yapılan değerlendirmelerden farklı bir yaklaşım içinde dinî ibadetlerini yerine getirecek cemaatsel bir özgürlük ve bu kapsamda sınırlı bir talep penceresinden bu konuya yaklaştıkları gözlemlenmektedir. Zira Türkiye’deki Süryaniler kendilerini Türk ve Hristiyan kimlik sınırlarına, Arap ülkelerindekiler ise Arap ve Hristiyan kimlik sınırları içine dâhil etmektedirler. Yani bulundukları coğrafyanın çoğunluktaki kimlik tanımlamaları ile ilişkisel bir tanımlamayı tercih ettikleri görülmektedir. 166 Burada belirtilmesi gereken bir diğer konu ise Antakya Süryani Kilisesi geleneğine bağlı çoğunluğu Hindu asıllı inananların oluşturduğu, Hindistan Süryani Ortodoks Kilisesi'nin durumudur. İlerleyen bölümlerde daha detaylı 166 .”Süryanilik” ve “Hıristiyanlık” geçmişte (hatta bugün bile) öylesine özdeşleştirilmiştir ki; Mardin ve civarında yaşayan Süryaniler, toplum içinde Süryani kimlikleriyle değil Hristiyankimlikleriyle tanınırlar. Melih Duygulu; “Süryanilerde Müzik Kültürü”, Geçmişten Günümüze Midyat Sempozyumu Midyat, 19-21 Haziran 2003. Ayrıca Türkiye’deki sıradan bir Keldani kendisine kim olduğu sorulduğunda Türk ve Hristiyantanımlaması yapmaktadır. Nsibin Dergisi Sorumlusu Jan BetŞawoce'nin 1 Şubat 1995 tarihli mektubundan aktaran Kadir Albayrak, a.g.e., s. 140. 90 açıklanacak olsa da Süryani kilisesini din çerçevesinde ele aldığımızda bu kapsam içinde değerlendirmemiz gereken bu kilise, sahip olduğu cemaat sayısı ile önemli konumdadır. Türk dış politikası adına Türkiye Süryanileri vasıtasıyla ulaşılacak Hindistan Süryanileri, bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. 2.3. SÜRYANİ GELENEĞİNDEN GELEN KİLİSELER VE SÜRYANİLER İLE İLİŞKİLİ OLAN TOPLULUKLAR Kristolojik antlaşmazlıklar sonucu Hristiyanlar arasında başlayan ayrılıklar sonucunda bugün dünyada en fazla inananı olan Katolik, Ortodoks ve Protestan mezhepleri içinde Süryaniler, Ortodoks Hristiyanlar içinde yer almaktadır. 1054 yılından itibaren Katolik Roma’dan tamamen yollarını ayıran Doğu Hristiyanlığına Ortodoks denilmiş167 ve Bizans kiliselerine verilen ad olarak kabul edilmiştir. Ortodoks kiliseler, 787 yılından sonra alınan hiçbir kararı doğru kabul etmez ve Papa’lık gibi hiç bir yüksek otoriteyi de tanımazlar. Katolik mezhebindeki yanılmaz insan anlayışına karşıdırlar. Hz. İsa’nın Aziz Petrus’a verdiği yetkilerin Papa’ya aktarıldığına da katılmazlar.168 Doğu Hristiyan dünyası ayin usullerine göre; İskenderiye Ayin Usulü, Antakya Ayin Usulü, Ermeni Ayin Usulü, Keldani Ayin Usulü ve Bizans Ayin Usulü olmak üzere beş ana gruba ayrılırlar.169 Süryaniler bu tasnif içinde Antakya ayin usulünü uygulayan Antakya Kilisesi’nin mensuplarıdır. Süryaniler, Pavlos’un şekillendirdiği Hristiyan teolojisine sadık, I. ve II. Efes konsüllerinin itikadî ve idari kararlarına bağlı kalmışlardır.170 Buna mukabil Kadıköy Konsülü’nün almış olduğu idari ve itikadî kararları reddetmektedirler. İtikatlarının merkezini; “İsa-Mesih’te tek tabiat” ilkesi teşkil etmektedir. Bu noktada Ermeni Ortodoks ya da Gregoryen 167 Yunanca “Orthos” doğru, “Doksa” ise inanç demektir. Yani Ortodoks, doğru inanç, kilise doktrinine uygun inanç demektir. Bkz. Meydan Lauresse Ansiklopedisi, Sabah Yayınları, İstanbul, Cilt 16, s. 204 168 Hakan Alkan, Fener Rum Patrikhanesi, Günce Yayınları, Ankara, 1999, s.12-13. 169 Maloney, a.g.m., s. 16 170 Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”. 91 Kilisesi, Kıpti ve Habeş Ortodoks (Mısır) kiliseleriyle mutabık olmakta, ancak Katolik Roma ile başta Fener Patrikhanesi olmak üzere diğer Ortodoks Kiliselerden ayrılmaktadırlar.171 İsa’nın tabiatı ve Meryem’in Tanrı Anası (Theotokos) konusunda ortaya çıkan antlaşmazlığa göre Süryaniler başta Diyofizitler (Nasturilik) ve Monofizitler olarak iki ana gruba ayrılmışlardır. İnsan İsa ve Mesih arasında bir birliği öngören ve insanın sadece bir kişi olmadığını fakat aynı zamanda bir doğa olduğuna ve Meryem’in Tanrı anası olduğuna inanan Ermeni, Kıpti ve Habeş kiliseleri ile doktriner olarak aynı olan Süryani Kilisesi, litürjisi ve bağımsız hiyerarşisiyle farklılık göstermektedir.172 Süryani kilisesinden Kristolojik ayrılıklar ile farklılaşan bu kiliseler, Osmanlı Devleti ‘millet’ sistemi içinde her birini ayrı bir millet olarak tanımlamıştır.173 Fakat zamanla ortaya çıkan milliyetçilik akımları bu milletleri ayrı ayrı etkisi altına almıştır. IV. yüzyıldan itibaren başlayan Kristolojik tartışmalar çerçevesinde ana kiliseden ayrılarak farklı yapılaşma içine girmiş olan bu grupların incelenmesi, Süryanilerin bugün veya gelecekte etkileşim içinde olacağı grupların belirlenmesi adına önemlidir. Süryani kilisesi ile ilişkili olan kiliseleri çeşitli şekillerde ele almak mümkündür. Doğu-Batı, Monofizit-Diofizit, Uniat-Uniat olmayanlar,174 Kadıköy Konsülünü tanıyan ve tanımayanlar gibi. Genel olarak Süryani Kilisesi ifadesi ile kastedilen dinsel hizmet ve ayinlerde Süryani geleneğine bağlı olan kiliselerdir. Bu kapsamda Süryani Kilisesi ve bu kilise ile ilişkili olarak kabul 171 Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”. A. H. Hourani, Minorities in the Arab World, London, Oxford University Press, 1947, s.3-5. 173 Canan Seyfeli, “Osmanlı Devlet Salnamelerinde Süryaniler (1847-1918)”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları, 2005, s.57-67, 98-127. 174 Hristiyanlıkta kendi ayin biçimlerini, dillerini koruyan ama Papa'nın otoritesini kabul eden Ortodoks ve Doğu Ortodoks kiliselerine Uniat kiliseler adı verilir. Bu kiliseler, kendi inanç biçimlerini, ibadet biçimlerini ve ibadet dillerini korurlar ancak piskoposları Papa tarafından onaylanmak zorundadır. Dünyadaki Uniat Kiliseler; Keldani Kilisesi, Maruni Kilisesi, Melkit Kilisesi, Kıpti Katolik Kilisesi,Süryani Katolik Kilisesi, Malabar Katolik Kilisesi, Ermeni Katolik Kilisesi, Rum Katolik Kilisesi, Arnavutluk Katolik Kilisesi, Gürcü Katolik Kiliseleridir. “Doğu Katolik Kiliseleri”, Wikipedia, (Erişim) http://tr.wikipedia.org/wiki/Uniat, 21 Ocak 2007. 172 92 edilebilecek kiliseler; 175 - Batı Süryani Usulünü uygulayan; Süryani Ortodoks Kilisesi (Kadıköy konsülünü kabul etmeyen Antakya ve tüm Doğu Ortodoks kilisesi), Malankara Ortodoks Süryani Kilisesi (Otosefalus; Kadıköy konsülünü kabul etmeyen Hindistan Doğu Kilisesi), Katolik Kilisesi altındaki Batı Süryani Kilisesi (Süryani Katolik Kilisesi, Maruni Kilisesi, Süryani-Malankara Katolik Kilisesi), Malankara Mor Thoma Süryani Kilisesi, Malabar Bağımsız Süryani Kilisesi, Süryani Melkit Kilisesi (Rum Ortodoks ve Rum Katolik Patriklikleri) ve Süryani Protestan kiliseleri ile, 37-43 Süryani Ortodoks Kilisesi 451 Melkitler 431 Nasturiler Maruniler 7. yy 1724 Melkit Katolikler 19.yy Süryani Protestanlar 1782 Süryani Katolikler 1445 Keldaniler Şekil 1. Süryani Ortodoks Kilisesi ve Bölünmeler176 - Doğu Süryani Ayin Usulü uygulayan; Doğu Kilisesi veya Nasturi Kilisesi ile bu kilise ile aynı ayin usulü içinde olan Doğu Asurî Kilisesi, Katolik kilisesi altındaki Doğu Süryani Ayin Usulü uygulayan Keldani Katolik Kilisesi, Süryani-Malabar Katolik Kilisesi de akla gelmektedir. Kenan Altınışık’ın tasnifini (Şekil 1) ele alarak bu gruplara kısaca değinmenin faydalı olacağını değerlendirmekteyiz. Özellikle etnik kimlik inşa etme gayreti içinde olanların 175 Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s.97. Altınışık, a.g.e., s.24. Hindistan Süryanileri daha çok Saint Thomas Hıristiyanları olarak da bilinirler. 176 93 dayandıkları temel tezleri anlamak ve bu ilişkinin Türkiye açısından değerlendirmesini yapmak adına bu toplulukların bilinmesi önem arz etmektedir. 2.3.1. Nasturiler Aslında Doğu Kilisesi olarak MS 43 yılında coğrafi sebeble başlayan ayrılık 5’nci yüzyılla birlikte kristolojik nedenlerle kalıcı bir şekil almıştır. “Doğu Süryanileri” olarak da adlandırılan Nasturilerin kökeni, tarihi Urfa kilisesine dayanır.177 Hz. İsa'da iki tabiat olduğu görüşünü savunan Nastur’un öğretisini gizlice kabul eden Nizip Piskoposu Barsumas'ın halefi Babeus açık bir şekilde Nasturilik taraftarı olduğunu açıklaması sonrasında Babeus'un başpiskoposluğa getirilmesi Doğu'da kurumsal anlamda Nasturi kilisesinin ortaya çıkışı olarak kabul edilmektedir.178 Ağırlıklı olarak İran’da Urmiye gölünün etrafında geçilmesi zor ve ulaşılması imkânsız olan Büyük Zap Suyu'nun kaynağı boyunca ve bunun bazı kolları etrafında Aşağı ve Yukarı Tiyari, Tuhup, Valto, Tal, Diz, Baz ve Cilo isimlerinde büyüklü küçüklü sekiz aşiret halinde179 yaşayan Nasturiler’in buraya ne zaman yerleştikleri konusunda yeterli bilgi olmamakla beraber 10’uncu yüzyıl öncesinde Nasturi Patriğinin bölgede görüldüğünden bahsedilmektedir.180 5’nci yüzyıla kadar Süryaniler ile aynı itikadî çizgide yer alan Nasturilerin etnik kökenlerine ilişkin çok farklı iddialar da vardır.181 8’inci yüzyıla kadar İran'ın batısında değişik patriklik merkezlerine sahip olan Nasturiler, bu tarihten sonra patriklik merkezleri Bağdat, Urdu, Merage ve Moğol saldırılarından sonra Kuzey Irak'ta Alkosh yakınlarında 177 Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, s. 3. Austen Henry Layard, Ninova ve Kalıntıları, çev. Zafer Avşar, Avesta Yayınevi, İstanbul 2000, s. 174; Yonca Anzerlioğlu, Nasturîler, Ankara, Tamga Yayıncılık, 2000, s. 29. 179 Hatip Yıldız, “Bedirhan Bey ve Nasturiler”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Cilt 1, Ankara, Orient Yayınları, 2005, s. 164. 180 Qussani, a.g.m., s. 80. 181 Bazı seyyah ve araştırmacılar, Nasturilerin İsrail kabilelelerinden geldiklerini dile getirerek İsrail ile ilişkilendirmeye çalışmaktadırlar. Bkz. Qussani, a.g.m., s. 80. 178 94 Rabban Hürmüz Manastırı'na taşınmış ve 16’ncı yüzyıla kadar da bu manastır patriklik merkezi olarak kullanılmıştır. Bir zamanlar Hristiyan âleminin en kudretli kiliselerinden birine sahip olan Nasturiler, zaman geçtikçe dinî hassasiyetlerini giderek kaybetmişlerdir.182 Bir kısım Nasturi’nin Katolikliği kabul edip Keldani adı altında, Nasturi patrikliğinden ayrılmasının ardından, Nasturi patrikhanesi bir ara Osmanlı sınırları dışında Mor Yuhannan Manastırı'na, ardından da 1779'da Hakkâri civarında Kudsaniş'e taşınmıştır.183 Patrik Mar Simon'un 1918 yılında öldürülmesinden sonra Musul’a, Irak'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra da ABD'ne taşınmış ve bugün Doğu Asur (Nasturi) Patrikhanesi hâlâ Chicago'dadır.184 Süryanilerden yönetimsel olarak biraz daha farklı bir görünüm sergileyen Nasturi köyleri, “Melik (Malik)” adı verilen kişi tarafından idare edilmekte ve dinî hiyerarşik yapının başında da Patrik (veya Katalikos) bulunmaktadır.185 Nasturi Patrikleri, "Mor Şamon" unvanını kullanırken Süryani Patrikleri "Mor Igantiyos" unvanını kullanmaktadırlar.186 Osmanlı döneminde Nasturiler çoğunlukla Tuhup, Tiyari gibi aşiretler altında yaşamışlardır. Bu aşiretler bazen politik olarak Kürt aşiret liderlerinin egemenliğinde, bazen de Kürt köylüleri Nasturilerin idaresi altında 182 Suavi Aydın, “Doğu ve Batı Hıristiyanlığı Arasında Son Hesaplaşma: Modernleşme ve Doğu Hıristiyanlığı Üzerinde Misyon Faaliyetleri”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Cilt III, Orient Yayınları, Ankara, 2005, s. 117. 183 17. yüzyılın ortalarında bir dönem Osmanlı sınırları dışında Khosrowa'ya taşınmışsa da sonrasında tekrar Kudsaniş’e geri taşınmıştır. Bkz. Helen H.L. Murre-Van Den Berg; "The Patriarchs Of The Church East From The Fifteenth to Einteenth Centuries", Hugoye: Journal of Syriac Studies, Vol 2, No 2, July 1999, (Erişim) http://syrcom.cua.edu/Hugoye/Vol2No2/HV2N2Murre.html, 12 Eylül 2009. 184 Surma d Bayt Mar Samcun, Doğu Asur Kilisesi Gelenekleri, çev. Meral Barış, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1993, s.16 185 Malik, Arapçada olduğu gibi Süryanice'de de kral anlamına gelmektedir. Kalıtsal bir özelliğe sahip olan ve 15’nci yüzyıldan itibaren babadan oğula geçen maliklik için patriğin onayının alınması gerekiyordu. Bu uygulamada patriklerin bekâr olma zorunluluğu sebebiyle, amcadan yeğene geçme sistemi benimsenmiştir. Bu uygulama bazen piskopos ve metropolitler için de geçerli olmaktaydı. Bkz. Qussani, a.g.m., s. 80; Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, Södertälje-İsveç, Nsibin Yayınevi, 1995, s.74; Surma Hanım, Ninova ve Yakarışı Doğu Asur Kilisesi Gelenekleri ve Patrik Mar Şamun'un Katli, Avesta Yayınları, İstanbul, 1996, s.57. 186 Qussani, a.g.m., s. 80; Kadir Albayrak, a.g.e., s.84. 95 da yaşamışlardır.187 Hatta bazı Kürt köylerinin reislerinin seçimleri o bölgede hâkim olan Nasturi Melikleri tarafından yapıldığı da iddia edilmektedir.188 1840’lı yıllara kadar ciddi bir sorun olmadan ve çıkan sorunları da kendi aralarında çözen Nasturi ve Kürtler, misyonerlerin faaliyetleri sonrasında kronik sorunlarla baş başa kalmışlardır.189 Daha sonraki bölümlerde daha detaylı açıklanacak olan misyonerlerin faaliyetleri, süreklilik arz eden KürtNasturi çatışmalarına sebep olduğu gibi, uzun vadede Nasturileri Osmanlı Devleti’ne karşı isyana kadar da götürmüştür.190 2.3.2. Melkitler (Melkoye) Süryani Melkit Kilisesi (Rum Ortodoks ve Rum Katolik Kilisesi), İstanbul kilisesine bağlı olduğundan dolayı “Melkoye” Kral yanlısı anlamında bu ismi kullanmaktadır.191 Melkit Kilisesi 541 yılında Antakya Patriklik merkezinden bağımsız bir patrikliğe kavuşmuştur. Ayrıca XVIII. yüzyıl başlarında kendi kiliseleri içinde gelişen olaylardan dolayı bir grup Süryani, Papa’ya bağlanarak 1824’te ‘Rum-Katolik Kilisesi’ adıyla kendilerine bir patriklik merkezi kurmuştur. Melkit Kilisesine Rum Ortodoks Kilisesi de denilmektedir.192 Melkitler zamanla Antakya ayin ve geleneklerini terk ederek İstanbul Ortodoksluğunu benimsemeye başlamış ve Melkit adı giderek 187 Martin Van Bruinessen, Ağa, Seyh, Devlet, çev. Banu Yalkut, İstanbul, İletişim Yayınları, 2003, s.172. 188 Surma d'Bait Mar Shimun, Ninova’nın Yakarışı, çev. Meral Barış, İstanbul, Avesta Yayınları, 1996, s.64-65. 189 William Chauncey Emhart, George M. Lamsa, The Oldest Christian People, Newyork, The Macmillan Company Press, 1926, s. 85-86 190 Nikitin, Nesturiler, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1964, s. 209; Aziz S. Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, çev. Nurettin Hiçyılmaz, İstanbul, Doz Yayınları, 2005; Cihangir İleri, “Osmanlı Devletindeki Nasturilerin Genel Durumu ve Nasturi İsyanları”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları, 2005, s.155. 191 Melkit adı, imparator taraftarı anlamında gelmektedir. “Malk” Süryanice´de kral anlamına gelen bir sözcüktür. Süryanice karşılığı “Malkoyo”´dur. Arapça “Malkiyyun”, halk dilinde “Milkiyyun”. Ayrıca Ortodoks kiliseler Kadıköy Konsülü kararlarını kabul etmedikleri halde Melkit kilisesinin Kadıköy Konsülünü kabul edenler arasında zikredilmesinin sebebi daha sonraları İstanbul ile Roma kilisesi arasında ayrılık olması ve İstanbul Kilisesinin Roma’dan ayrıldıktan sonra kendisi için Ortodoks ismini kullanmasıdır. Altınışık, a.g.e., s.23. 192 Bilge, a.g.t., s.84; Canan Seyfeli, “Osmanlı Devlet Salnamelerinde Süryaniler (1847-1918)”, s.105106. 96 sadece Bizans Kilisesine tabi olanlar için kullanılmaya başlanmıştır.193 Melkit adı hem Roma merkezli Katolikler ve hem de İstanbul merkezli Doğu Hristiyanları için kullanılmaktadır. Bununla beraber çoğunlukla Doğu geleneğinden gelen Katolikler için kullanılmaktadır. Bu ad Suriye, Filistin, İsrail, Anadolu, Ürdün, Lübnan, Irak, İran ve Mısır´da yaşayan ve bugün hepsi de Arapça konuşan Hristiyanlar için kullanılmalıdır. İstanbul merkezli Doğu Kilisesi inananları ise yalnızca 'Ortodoks' veya ‘Rum’ olarak da adlandırılırlar.194 Melkit Kilisesi’nin başı olan Patrik, "Antakya, İskenderiye, Kudüs ve Tüm Doğu Patriği" unvanına sahiptir.195 Bu unvanına rağmen Papa, Patriğin üstüdür. Zira piskoposlar tarafından Patrik seçimi sonucu Roma’daki Ruhban Okulu’na bağlı Doğu Topluluklarıyla İlgili Bölüme (Congregation for Eastern Rite) sunulması gerekir. Seçim geçersizse, Patriğin atanma işi Papa’ya kalır. Patrik, Papa´nın rızası olmadan görevinden çekilemez.196 Melkit Patrikhanesi’nin yetki alanı içinde: Patrik vekili tarafından yönetilmekte olan Şam´da Patrikhane, Sur ve Halep’de iki metropolitlik, Şawran, Borsa, Şama ve Horus bölgesindeki iki başpiskoposluk, Sidon, Beyrut (Jebayl ile birlikte), Tripoli, Aqre, Furzil (Zaşle ile birlikte), Baqac / Bekaa, Paneas ve Baalbek, Kudüs ve İskenderiye’deki sekiz piskoposluk tarafından yönetilmektedir. Melkitlerin 20’nci yüzyıl başında toplam sayısının yaklaşık 130.000 kadar olduğu tahmin edilmektedir.197 193 Pierre Dib, History of the Marunite Church, Translated into English by Seely Beggiani, Beirut, 1971, s.47-48’den aktaran Ramazan Işık, “Maruni Kilisesi”, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe Ve Din Bilimleri Bölümü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2003, s.67. 194 Fortescue, a.g.e., s.2-3. 195 “Doğu” tabiri o zamanki Doğu Roma eyaleti (Praefectura Orentis) anlamına gelir ve Konstantinopel´in yükselişinden önceki dönemde patrikhanenin yetki alanı içine giren bölgeyi ifade eder. Bkz. Fortescue, a.g.e., s.8. 196 Fortescue, a.g.e., s.9. 197 Fortescue, a.g.e., s.10. 97 Diğer yandan Rum Ortodoks (Melkit) Kilisesi bireylerinden bir bölümü başka bir anlaşmazlık yüzünden Roma Papalık Kürsüsü’ne bağlanmışlardır. Bu topluluk, 1724 yılında “Rum Katolik” ismiyle, kendilerine ait bir Patriklik Merkezi kurmuştur.198 2.3.3. Maruniler Süryani Ortodoks kilisesinden ayrılan diğer bir grup da Maruniler olmuştur.199 Maruni kilisesi, başlangıçta Melkit kilisesi bünyesinde olmasına rağmen Haçlı seferleri sonrasında Lübnan’daki Mor Maruni Manastırı rahipleri, Kadıköy Konsül kararlarını reddetmeye devam ettiler ve bunun üzerine Maruniler, Melkit Kilisesinden ayrılarak “Maronit Patrikliği” adı verilen bağımsız bir patriklik kurdular.200 Bu Patriklik 13’üncü yüzyılda Papalığa bağlanmıştır.201 1736 yılındaki kilise-devlet antlaşması sonrasında Roma kilisesi ile Marunileri daha da yakınlaşmış ve Roma Katolik Kilisesine tabi bir mezhep olarak görülmüşlerdir. 202 Lübnan’daki en büyük Hristiyan mezhebi olan Maruniler,203 yedinci yüzyıldan beri kendilerini Hristiyan evrenselliği, Yunan-Roma kültürü ve Arami kavimsel varlığına dayandırarak ayrı bir kimlikle tanımlamaktadırlar.204 Marunilerin kökenine ilişkin değişik görüşler de vardır. Kimine göre Maruniler, Fenike kökenli kimine göre de Arap kökenlidirler.205 Maruniler ise kendilerini, Arap olmayan Lübnanlıların üstün soyundan gelen, batıya yönelmiş Hristiyanlar olarak görmekte ve üstelik Ortadoğu’da 198 Altınışık, a.g.e., s.24; Bülbül, a.g.e., s.35. Maruni adının Aziz John Maron’a atfen veya Suriye’nin Mar Marun Manastırının bu öğretinin merkezi olduğuna dair farklı adlandırmalar vardır. Bkz. Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, çev. Nurettin Hiçyılmaz, İstanbul, Doz Yayınları, 2005, s.202, Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s.94; Kirsten E. Schulze, Martin Stokes, Colm Campbell, Ortadoğu’da Milliyetçilik, Azınlıklar ve Diasporalar, çev.Ahmet Fethi, İstanbul, Sarmal Yayınevi, 1999, s.216 200 Matti Moosa, The Maronites in History, New York, Second Edition, Gorgias Press, 2005, s.103. 201 Altınışık, a.g.e., s.23. 202 Bülbül, a.g.e., s.22. 203 Lübnan devlet başkanlarının bir kaçı hariç kalanları Maruni kökenlidir. Bkz. Maronite League Website, (Erişim) www.maronite-league.org, 14 Mart 2010. 204 Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 94. 205 Ramazan Işık, a.g.t., s.24. 199 98 bir azınlık olarak zulme ve tehdide uğradıklarını düşünmektedirler.206 Fransa ile yakın ilişki içinde olan Maruniler’de milliyetçilik olgusu 17’nci yüzyılda ortaya çıkmıştır.207 Maruniler, ayinle ilgili kitaplarda Arapçayı kabul eder, fakat Süryani harfleriyle yazarlar. İbadetlerde Süryaniceyi kullanırlar. Günümüzde Maruniler; Dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olmalarına rağmen, Suriye ve Lübnan’daki Katolik cemaatini, Maruniler teşkil etmektedirler. Marunilerin sayısı, Suriye ve Lübnan’da yaklaşık 400.000, Mısır’da ise 15.000 civarında olduğu değerlendirilmektedirler.208 2.3.4. Keldaniler Nasturi Kilisesinden ayrılarak ortaya çıkan Keldani Katolik Kilisesi (Babil Patrikliği),209 Süryani Katolik Patrikliği’nin ortaya çıkmasında olduğu gibi, Nasturiler arasındaki idari anlaşmazlıklardan ve bu anlaşmazlıkların Katolik misyonerler tarafından istismar edilmesi sonrasında ortaya çıkmıştır.210 Veraset ile patrik seçimi konusunda 1551'de başlayan sorun, Nasturi kilisesinden kopanların Papalığın desteğini alarak konumlarını 206 Schulze vd., a.g.e., s.219. Schulze vd., a.g.e., s.216 208 “Maruniler” Dünya Dinleri, (Erişim) www.dunyadinleri.com/maruniler.html , 14 Mart 2010. 209 Keldânîler; devirlerinde krallıkta, ilimde ve özelilkle astrolojide şöhret kazanmış bir topluluk olup, Babil, Asur ve Cezire denen Fırat ve Dicle arasındaki bölgede yaşamışlardır. "Keldanî” ismi, etimolojik yönden Ârâmîce (Süryanice) kökenli Keldi fiilinden türetilmiştir. Keldi kelimesinden türeyen Keldanî ismi Süryanice'de, müneccim, astrolog anlamındadır. Bütün bunlar Keldani teriminin hangi dilden ve hangi kökten geldiğinin açıkça belli olmadığını göstermektedir. Kesin olan tek şey, Keldani teriminin semitik diller ailesine ait olduğudur. Ayrıca Babil'de oturan kavimin de adıdır. Eskiçağlar için Mezopotamya'da yaşayan bir etnik kökeni ifade eden Keldanî tabiri, 16. yüzyıldan sonra ise mezhebi bir grubu ifade etmek için kullanılmıştır. Halk tarafından Keldanî, Kaldanî, Kildanî, Geldanî, Gildanî ve Güldanî şeklinde de adlandırılmaktadır. Bkz. el-Matran Evgin Menna'l-Keldanî, Delîlu'r-Râğİbîn fi Luğati'l-Ârâmiyyîn, (Tarih ve Yer yok), 338’den aktaran Kadir Albayrak, a.g.e., s.23-30,163; Koluman, a.g.e., s. 56. 210 Papa III. Julius 20 Şubat 1553'de Sulaka'nın Musul Patriği olduğunu ilan etmesiyle, Keldanî Katolik Kilisesi resmen doğmuştur. Ayrıca 18’inci yüzyılda Musul’da Papa’nın onayını almış bir patrik varken Diyarbakır’da yine Papa tarafından başka bir patrik atanması, Papa’nın Doğu Hristiyanlarına güvenemediği ve aralarındaki her türlü ihtilaftan faydalandığı düşüncesini ortaya çıkarmaktadır. Bkz. Aziz S. Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi,s.70, 278; Kadir Albayrak, a.g.e., s.107,113. 207 99 güçlendireceklerine inandırılmaları geri dönülemez bir hal almış211 ve 1778'den sonra Musul merkezli İlyas taraftarları, Roma'ya itaati kesin olarak kabul etmeleri ile Keldani Kilisesi oluşmuştur.212 Bundan sonra Kudşanis merkezli Nasturi Patrikliği eski yapısına geri dönerken, Musul'da Keldani Patrikliği ortaya çıkmıştır. Bu olaylarla, Keldani ve Nasturiler arasındaki ayrım kesinleşmiş ve bu tarihten sonra da birçok ihtilafla iç içe yaşamışlardır. 1552’de temelleri atılan Keldani Kilisesi, 1890 yılında da kurulmuştur. Böylece Papalık statüsüne bağlı, merkezi Bağdat'ta bulunan Babil Patrikliği adı altındaki bu kiliseye “Kaldeli” anlamında Keldani Kilisesi ve mensuplarına da Keldaniler denilmeye başlanmıştır.213 Roma Kilisesine bağlı olmalarına rağmen kendi gelenek, dil ve ayin yöntemlerini muhafaza etmelerinden dolayı Roma Kilisesi tarafından zaman zaman Katolik inançları da sorgulanmaktadır.214 Bazı tarihçiler Keldani tabiri ile Hititleri, Aramileri ve Süryanileri de kast etmektedir. Bunun tam tersi olarak; Süryani denildiğinde de diğerlerinin kastedildiği görülmektedir. Bazı kaynaklar Keldanileri, Asurlular olarak tanımlarken bazıları da onları Asurlular ile komşu ve onlarla savaşan bir kavim olarak nitelemektedirler.215Ayrıca birçok eserde Nasturiler için "Chaldeen non Unis" (Papalığı tanımayan Keldaniler) şeklinde bahsedilmektedir.216 Nasturiler bu adlandırmayı kabul etmemektedirler. 211 Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, Södertälje-İsveç, Nsibin Yayınevi, 1995, s.69. Wigram, a.g.e., s.69. 213 Kadir Albayrak, a.g.e., s.97-107. 214 Bu uyguladıkları eski geleneklerden dolayı Roma kilisesi tarafından Katolik inançları da sorgulanmaktadır. Bkz. Eugene Tisserant, Hulâsatün Tarihiyyetün li'l-Kenîseti'l-Keldaniyye, çev. Süleyman Saiğ, Musul, 1939, s.124’den aktaran Kadir Albayrak, a.g.e., s.107. 215 William Ainger Wigram, The Assyrians and Their Neigbours, London, G.Bell&Sons, 1929, s.5.; Heredotos, Heredot Tarihi, çev. Müntekim Ökmen, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1991, s.36; Molitor, a.g.e., s.9.; İbrahim Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi Ve Süryani Kiliselerinde Bölünme: Keldanî Ve Süryani Katolik Patriklikleri”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları, 2005, s.272. 216 Gabriel Rabo, “Kilisede Halay İstanbul Keldanileri”, (Erişim) http://f16.parsimony.net, 11 Ekim 2003. 212 100 Birinci Dünya Savaşı'ndan beri de çoğunlukla kendilerini ‘Asurlu’ olarak adlandırmaktadırlar.217 Papa'nın hâkimiyetini kabul eden Nasturilere, Keldani denilmesinin etnik sebeplere dayandığını iddia edenler olduğu gibi daha çok coğrafi sebeplere bağlayan görüşler de mevcuttur. Buna göre; Keldani adlandırması Nasturilerin dinî liderleri olan patriğin eski Kaide'de (Keldanilerin yaşadığı bölge) olmasından ileri gelmektedir.218 Keldaniler’in kökenine yönelik kesin bir şey söylemek mümkün olmamakla beraber219 Doğu Hristiyanlığı içerisindeki ayrı bir mezhep olarak görülmektedirler.220 Geçmişten günümüze Keldanilerin en fazla yaşadıkları yer Irak olmuştur. 1903 yılı istatistiklerine göre 80.645 Keldani’nin, Osmanlı topraklarında yaşadığı ve diğer ülkelerde yaşayanlarla bu halkın nüfusunun 110.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir.221 Dinî ritüellerinde, Doğu Kilisesi özelliklerini devam ettiren Keldanilerin dünyada kendilerine ait 22 mitranlık (yönetim) bölgeleri bulunmaktadır. Osmanlı Devleti zamanında Keldaniler; Diyarbakır, Mardin, Musul, Siirt, Maraş, Urfa, Bitlis, Van, Hakkari, Halep, Zaho, Süleymaniye, Kerkük, Gevaş, Beytüşşebap, Akra, Alkoş, Cizre, Midyat, Savur, Telket, Zibar ve Bağdat'ta yaşamışlardır.222 Bugün ise dünyada Irak, Türkiye, İran Suriye, Lübnan, Ürdün, Mısır, Cezayir gibi 217 R. A.A. Janin, Les Eglises Orientales et Les Rites Orientaux, Paris, 1955, s.410’den aktaran Kadir Albayrak, a.g.e., s.78. 218 Bertil Nelhans, Asuri, Aramî, Kildani, Süryani Adlandırmalarının Dünü Bugünü Üzerine, Södertälje-İsveç, Nsibin Yayınları, 1990, s.33; Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi Ve Süryani Kiliselerinde Bölünme:”, s.273. 219 John Joseph, The Nestorians and Their Muslim Neighbors: A Study of Western Influence on Their Relations, New Jersey, Princeton University Press, 1961, s.3,5; Mehmet Taplamacıoğlu, Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Ankara, yy., 1966, 76; Kadir Albayrak, a.g.e., s.30. 220 Kadir Albayrak, a.g.e., s.70. 221 Baselie Nikitine, “Kildaniler”, Nsibin Dergisi, İsveç, Sayı 48/2, Haziran 1992, s.3.; Kadir Albayrak, a.g.e., s.133. 222 Vital Cuinet, La Turquie d'Asie: II. Geographie, Administrative, Statistique, Descriptive et Raisonnee de Chaque Province de l'Asie - Mineure, İstanbul, Isis Press, 2001; Qussani, a.g.m., s. 81; Kadir Albayrak, a.g.e., s.117. 101 ülkelerin yanında göçlerle Rusya, Fransa, İsveç, Almanya, Avustralya, Norveç, Finlandiya, ABD’de Keldaniler yaşamaktadır.223 Bugüne kadar Yuhanna Sulaka’dan (1551), Emmanuel III. Delly (2010) kadar 23 Katolik Keldani Patrik görev yapmış olup, Keldani Patriğinin yetki alanı içerisinde Türkiye, Suriye, Mısır, İran, Irak ve Lübnan'daki Keldaniler girmektedir.224 Türkiye’de 1980 Genel Nüfus Sayımlarında; yaklaşık; 10 bin Keldani olduğu ve bu sayının 2000’li yıllarda yaklaşık 4-5 bin kadar olduğu değerlendirilmektedir.225 Özellikle Keldani ve Nasturi din adamlarının, Batı’nın etkisinde kalarak 1919 yılında Cezire’de Fırat ve Dicle nehirleri arasında Türkiye, İran ve Irak topraklarının belli kısımlarını kapsayan Hristiyan özerk devlet kurma talepleri de olmuştur. Asur imparatorluğunun yeniden hayata döndürülmesi hayal edilerek ortaya atılan talep, Keldani Patriği aracılığıyla bir Amerikan araştırma kurumuna iletilmiştir.226 Sayısal olarak yeterli olmayan nüfusları ve destekleyen batılı ülkelerin, başka yönlere kayan çıkarları, bu talebi hayalden öteye geçirmese de bugün çeşitli sebeplerle dünyanın farklı yerlerine göç etmiş olan Keldaniler ve Nasturiler için bu hayal, kimliklerini asimilasyona karşı korumada ve bir arada olmalarında önemli bir etkendir. Bu amaçla Asur kimliği etrafında kurulacak bir devletin hayali hâlâ canlı tutulmaya çalışılmaktadır. 2.3.5. Süryani Katolikler Süryani Katolik Patrikliği, 1782 yılında bugün kendilerini tanımladıkları isimleriyle, Süryani Kadim Patrikliği içinde meydana gelen bölünme sonrasında ortaya çıkmıştır. Süryani Katolik Patrikliği’nin ortaya çıkışının nedeni, patrik olma mücadelesi ve Katolik misyonerlerin çalışmaları 223 Joseph Kunda, "The Chaldeans", President of Chaldean Culture Society, Melbourne, Australia, November 1992, s.4; Koluman, a.g.e., s.59. 224 Kadir Albayrak, a.g.e., s.219 225 Cemal Şener, Türkiye’de Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar, s.175. 226 Andersson, a.g.e., s.17; Kadir Albayrak, a.g.e., s.143 102 olarak açıklanabilir. Süryaniler (Kadimler-Yakubi), Süryani Katolik Patrikliği’nin ortaya çıkışını ve cemaat arasında kesin bölünmeyi, 1782 yılında Mihail Carve ile başladığını227 iddia ederken; Süryani Katolikler, Endravus Akhican (Abdulgal Ahican)'ın 1656 yılında Halep'in Katolik Süryani Piskoposu olarak atanmasıyla bir cemaat olarak ortaya çıktıklarını kabul etmektedirler.228 Süryanilerin, Katolik inancını benimsemeye başlamaları hususunda farklı görüşler ileri sürülmektedir. Bazı kaynaklarda Halep'te yaşayan Süryaniler arasında 1762'den itibaren Katolik misyonerlerin etkili olduğu belirtilmektedir.229 Yakup Bilge, XVII. yüzyılın ortalarında Süryani Ortodoks Kilisesi’nden ayrılan bir grubun Süryani Katolik Kilisesi’ni kurduğunu belirterek, “Kabbusi”230 rahiplerinin özendirmesiyle Halep Süryanilerinden bir bölümünün 1656 yılında Endravus Akhican’ı metropolit seçtiklerini ve 1662 yılında da onu patrik ilan ettiklerini, ayrıca 1773 yılında da Papa’ya bağlandıklarını belirtmektedir231 Ayrıca bu süreç öncesinde Mardin ve çevresinde de Katolikleşen Süryaniler bulunmasına ve Katolikliği kabul eden bu Süryanilerin bir kısmının Maruni Patrikliği’ne bağlı olduğu görülmesine rağmen, Süryani Katolik nüfusu sayısal olarak ciddi bir miktara ulaşmamıştır.232 Devam eden Katolik 227 Süryani Kadimlere göre, 1782 yılında yapılan patriklik seçimi sırasında ortaya çıkan ihtilâf sonucu Patrik seçilemeyen Mihayel Carve, Suriye'deki Katolik Misyonerler vasıtasıyla Papa tarafından, daha önce Süryani Ortodoks Kilisesinden değişik sebeplerle ayrılmış olan Süryanilere Patrik olarak atanması sonucu Süryani Katolik patrikliği ortaya çıkmıştır. Bkz. Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.98. 228 Vartanuş A. Çemre, "Ermeni Katolik Kilisesi'nin Kurucularından Melkon Tazbazyan'ın Hayatı (1654-1716)", Tarih ve Toplum, Cilt 31, Sayı 184, Nisan 1999, s. 37-43; Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s.36; Durak, a.g.e., s. 197; İshak Armale, Türkiye Mezopotamyasında Mardin, çev. Turan Karataş, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1993, s. 32. 229 Molitor, a.g.e., s. 55. 230 İkinci derece Katolik tarikatı olan Paris Kapusin Cemiyeti misyonerleri 1621 yılından itibaren Osmanlı topraklarımdaki İstanbul, Rumeli, Kıbrıs, Suriye, Filistin ve Irak’ta manastırlar inşa etmişlerdir. Bkz. M. Hidayet Vahapoğlu, Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okullar (Yönetimleri Açısından), Ankara, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1990, s.18. 231 Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s.95-96. 232 Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 36. 103 misyonerlerinin çalışmaları ile Süryani Katolik Kilisesi mensuplarının sayısı zamanla artmış olsa da ciddi bir rakam oluşturmamışlardır. Süryani Katoliklerin Patriklik merkezi 1830'larda Patrik Petrus Carve zamanında Sinod kararıyla Halep'e taşınmıştır. 1850'de Süryani Katolikler, hem Süryani Kadimlerden yeni ayrılan bir kısım Piskoposların hem de Katolik Misyonerlerin kışkırtmalarıyla Deyru’l-zafaran'ı patriklik merkezi yapma girişiminde bulunmuşlarsa da Süryani Kadimlerin tepkisi üzerine başarısız olmuşlardır.233 Patriklik merkezi olarak bir dönem Meryem Ana Kilisesi kullanılmıştır234. Süryani kaynaklarında verilen bu bilgilere rağmen, Devlet salnamelerinde XIX. Yüzyıl boyunca Süryani Katoliklerin patriklik merkezi olarak Halep geçmektedir.235 Birinci Dünya Savaşı sonrasında ise, Türkiye’nin cumhuriyet idaresine geçmesiyle birlikte Rusya ve İngiltere’ye yakınlığı sebebiyle Beyrut’a taşınmıştır.236 Süryani Katolikler, Osmanlı sınırları içinde 1846-1880 tarihleri arasında Diyarbakır, Urfa, Şam, ve Bağdat'ta murahhaslıklar; 1881-1886'de İstanbul, Diyarbakır, Beyrut, Mısır ve İskenderiye, Urfa, Cizre'de patrik vekilliği; Mardin ve civarında patrik vekilliği; Musul, Bağdat, Humus, Hama, Şam, Mamurati'l-aziz ve Bucak'da serpiskoposluk; Adana ve Siverek'de piskoposluk şeklinde teşkilatlanmışlardır. 1887 yılında yukarıdakilerden farklı olarak Deyr-i Zor ve Midyat'ta da patrik vekilleri ihdas edilmiş, Siverek ve Adana'da bulunan piskoposluklar ise patrik vekilliğine dönüştürülmüştür. 1892 yılından sonra da Süryani Katoliklerin temsilcilik bulundurdukları yerler arasına Basra da katılmıştır. Devlet salnamelerinde 19’uncu yüzyılın sonuna Kilise temsilcilerinin dini sorunları tartışıp görüşmek ve karara bağlamak üzere toplandığı meclistir. Yavuz Ercan, Osmanlı İmparatorluğunda Bazı Sorunlar ve Günümüze Yansımaları, Ankara, Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, 2002, s.14-15 234 Gabriel Akyüz, Mardin İlinin Merkezinde Civar Köylerinde Ve İlçelerinde Bulunan Kiliselerin Ve Manastırların Tarihi, İstanbul, Resim Matbaacılık, 1998, s. 81-84. 235 Salnâme-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, Def’a 1 , Sene 1263 ve sonraki salnâmeler. Bkz. Özcoşar, a.g.t., s.75; Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi Ve Süryani Kiliselerinde Bölünme:”, s.293. 236 Sarıkçıoğlu, a.g.e., s.330. 233 104 kadar Süryani Katoliklerin, görülmemektedir. bu teşkilât yapılarında bir değişiklik 237 Süryani Katolikleri, diğer Katoliklerden ayıran Süryani geleneklerini devam ettiriyor olmalarıdır. Roma’nın baskılarına rağmen bu geleneklerini bugüne kadar devam ettirmişlerdir. Bu konunun en bariz göstergesi başta Patrik olmak üzere ruhanîlerin Süryani unvanlarını kilise hiyerarşisi içinde kullanmaya devam ediyor olmalarıdır. Keza Patrik, "Süryani Katolik Milleti Antakya Patriği Ignatiyos” unvanını kullanmaktadırlar.238 2.3.6. Süryani Protestanlar Süryani Protestanlığını, misyonerlik faaliyetinden ayrı düşünmek pek mümkün değildir. Özellikle XIX. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı ve İran topraklarında faaliyet gösteren Amerikalı ve İngiliz misyonerler, Protestanlığı yayma gayretlerini daha çok Hristiyan halka yöneltmişlerdir.239 Protestan misyonerlerinin gayretleri ile 1852 yılından itibaren Protestan mezhebine geçen Süryaniler, oluşturmuşlardır 240 Protestan Süryaniler adı ile ayrı bir cemaat . Fakat misyonerlerin gayretlerine kıyaslandığında her ne kadar Süryani Protestan Kilisesi kurulmuş olsa da Süryaniler arasında Protestanlık fazla yayılmamıştır.241 2.3.7. Hindistan Süryanileri Hindistan Süryanileri denildiğinde; Misyonerlik faaliyetleri kapsamında Hindistan’a giderek buraya yerleşen aslen Hint kökenli olmayan Süryaniler ile 237 Salnâme-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye Def’a 1, Sene 1263 ve 1299'a kadar tüm salnameler; Salnâme-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye Def’a 37, Sene 1299'ten Def’a 43, Sene 1305'e kadar tüm salnameler; Salnâme-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, Def’a 43, Sene 1305, s. 349-350; Salnâme-i Devleti Aliye-i Osmaniye, Def’a 48, Sene 1310, s.884’den aktaran Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.109. 238 Salnâme-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, Def’a 53, Sene 1315, s. 609’den aktaran, Özcoşar, a.g.t., s.74. 239 Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.76. 240 Koluman, a.g.e., s.23. 241 Gabriele Yonan, a.g.e., s.32-33. 105 Hint kökenli olup Hristiyanlığı kabul ederek Süryani kilisesine bağlı olan Süryaniler akla gelmektedir. Süryani kilisesindeki ayrılıkların Hindistan’daki cemaate yansıması ile buradaki cemaat içinde de bölünmeler olmuştur. Hristiyanlığın Hindistan'a yayılmasına baktığımızda; değişik iddialar karşımıza çıkmaktadır. Mar Thomas tarafından 52 yılında Hristiyan öğretisine yönelik çalışmalara başlandığı, III. asırda Doğu Suriye’den şimdiki İndus Nehri civarındaki ülkelere ve IV. asırda Malabar’a242 kadar Süryaniliğin indiği ileri sürülmektedir. Bununla beraber Hindistan’da Hristiyan varlığı hakkında 530 yılından önceye ait yeterince teyit edici bilgi bulunmadığı da belirtilmektedir. Ayrıca 325 yılında İznik Konsülü'ne katılan İranlı Yuhanna'nın metinlere "Bütün İran ve Büyük Hindistan Kiliseleri" adına imza atmasından yola çıkarak bu tarihlerde Hindistan’da Süryani varlığına işaret edilmektedir. VIII ve IX. yüzyıllarda Süryani kilisesine bağlanan birçok Hintli’den de bahsedilmektedir.243 Sayısal olarak Süryani Kilisesine bağlı Hint kökenli Süryaniler, Hint kökenli olmayanlara göre daha fazladır. Hindistan’a giden ilk Süryanilerin; Nasturi, Keldani veya Süryani mi? olduğu farklı kaynaklarda değişik şekilde dile getirilmektedir.244 Öncesi 242 “Malabar” kelimesi, Hindistan'da günümüzde Kerala olarak bilinen ve Hindistan'ın Arap Denizi boyunca uzanan güneybatı sahillerini içine alan bölgeler için kullanılmaktadır. Belli başlı şehirleri Cannanore, Tellicheri, Calicut (Kozhikode), Quilon, Mangalore, Kottayam, Cochin ve Palghat'dır. Malabar'm eski şekli olan Male kelimesi "biber yetişen yer" anlamına gelmektedir. bkz. Ernest R. Hull, “Malabar”, Catholic Encyclopedia, (Erişim) http://newadvent.org/cathen/09558a.htm, 15 Nisan 2008. Ayrıca Malabar Kilisesi’nin Roma ile birlikteliğini devam ettirmekle beraber, Hint inanışlarından etkilendiği ve litürjilerinde Batı Süryanilerini (Nesturileri) taklit ettiği değerlendirilmektedir. Malayalam yerli dilini litürji dili olarak kullanmaktadırlar. Bkz. Kadir Albayrak, “Hindistan Malabar Süryani Kilisesi”, Süryaniler ve Süryanilik, Haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları, 2005, s.231,241. 243 Kadir Albayrak, a.g.m., s.213-222. 244 Güney Hindistan’daki mahalli Hint Kilisesi (Malabar kıyıları) temelde Nasturi olmasına rağmen Katolik misyonerlerin 17’nci yüzyıl başında bunlara yönelik misyonerlik faaliyetlerine daha güçlü karşı koyabilmek için monofizit kiliseye katılmıştır. Urfa'lı Süryaniler (Doğu SüryanilerKeldaniler)’den 400 kadar kadın, erkek, çocuk ve din adamlarından oluşan bir grubun IV. yüzyılda Malabar kıyılarına vardıkları ve bunların Hindistan’daki ilk Süryani gruplar oldukları ileri sürülmektedir. Bunlar aslında etnik bakımdan Yahudi kökenli Hıristiyanları. Ayin dilleri Süryanice, ayin usulleri Keldani Ayin Usulü ve idari olarak Doğu Süryani Patrikliği'ne bağlıydılar. Bunlar önceden beri Malabar'da yaşayan Hıristiyanlar'la birçok noktalarda kaynaşmışlar. Bunlar Kana'dan gittikleri için "Knanaya Hıristiyanları" şeklinde adlandırılmaktadır.Elçilerden Mor Thomas tarafından birinci asırda kurulmuş olan Malankara Ortodoks Süryani Kilisesi 354 yılında Antakya Süryani Patrikliğine bağlanmış ve 150 yıllık bir kesinti dışında 1912 yılında yapılan mafiryanlık seçimlerine 106 hakkında yeterince bilgi olmasa da Hindistan’daki Katoliklik sürecinin Hindistan’a çıkan Portekiz ve İngiltere gibi misyonerlerin çalışmaları sonucunda oluştuğu bilinmektedir. Zamanla sayısı artan Hindistan’daki Süryanilere Batılılar, baskı uygulayarak Papalığın otoritesini tanımaya zorlamışlardır. Fakat bu otoriteyi kabul etmeyen Malabar Hristiyanlarının bir kısmı, iç kesimlere kaçarak litürjilerini uygulamaya devam etmişlerdir. Portekizliler Malabar'a girdikten sonra başlayan bu süreç sonunda; Malabar Hristiyanları adeta paramparça olmuş, Doğu Süryanilerinin bir kısmı Antakya Süryani Kilisesiyle kalmayı tercih ederken, bir kısmı da Roma Katolik Kilisesi ile birleşerek Katolik Keldani Kilisesine dahil olmuştur. Diğer bir grup Süryani ise Hindistan Ortodoks Süryani Kilisesini teşekkül ettirmişlerdir. 19’uncu yüzyılda da Anglikan Kilisesinin etkisiyle Marthomitler de Süryanilerden ayrılmıştır. Sonuçta Hindistan'daki Süryaniler çok daha fazla alt gruplara bölünmüştür.245 Süryani Ortodoks Kilisesi, Katolik misyonerlerine karşı bir hareket olarak 1855 yılında yeniden misyonerlik faaliyetlerine yönelmiştir. Bu misyon hareketi sonucunda Malankara Ortodoks Süryani Kilisesi, akabinde de Malabar’da bağımsız Süryani Kilisesi kurulmuştur. 1876 yılında ise bu kiliseden ayrılan bir grup Mor Thoma Süryani kilisesini, 1886 yılında İngiliz Anglikan Kilisesinin misyon faaliyetleri sonucunda da bir grup Süryani, Süryani Anglikanlar kilisesini kurmuşlardır. 1930 yılında Süryani Ortodoks kilisesinden kopanlar Papa’ya bağlanarak Malankara Katolik Kilisesi adını almıştır. 1961 yılında Mor Thoma Süryani kilisesine bağlı bir grup “Hindistan’da Mor Thomas Evangelistleri” adıyla yeni bir kilise kurmuşlardır.246 kadar genel olarak Malabar Kilisesi, Antakya Süryani patrikliğine bağlı kalmış, 1912 yılında Hindistan Süryani cemaati iki gruba ayrılsa da 1964 yılında tekrar birleşerek günümüzdeki Malankara Süryani kilisesini oluşturmuştur. Bkz. Bkz. Arnold Toynbee, Hıristiyanlık ve Dünya Dinleri, çev. Mehmet Aydın, Din Bilimleri Yayını, Konya 2000, s.43-44; Kadir Albayrak, a.g.m., s.222-226; Durak, a.g.e., s.208. 245 Kadir Albayrak, a.g.m., s.225-228. 246 Bertil Persson, Asurilerin Bağlı Olduğu Dini-Mezhepsel Kiliselerin Geçmişi Üzerine Tarihi 107 Roma otoritesini kabul etmiş olanlar 1662'de Syro-Malabar Kilisesini ve Roma'nın yetkisini kabul etmeyenler de 1665'te de Süryani (Yakubi/Kadim) cemaati oluşturmuştur. Buradaki Süryaniler (Yakubi/Kadim) de Batı Süryani dilini kullanmakta ve Antakya tarzı ayinleri kabul etmektedirler. 18’inci yüzyılın sonlarına doğru bazı Hristiyanlar, Anglikan kilisesinin etkisiyle Protestanlığı seçmişlerdir. Bu kilise bugün Mor Thomasçılar adıyla anılmaktadır. 1930'larda bir grup Süryani'nin Roma ile yeniden birleşmesi sonucunda Süryani Malankara Kilisesi adıyla bilinen cemaat meydana gelmiştir.247 Hindistan’daki Süryani geleneğinden gelen kilise ve cemaatlerin oluşum diyagramı da Şekil 2’de verilmiştir. Şekil 2. Hindistan Süryani Geleneğinden Gelen Kiliselerin Oluşum Diyagramı248 Özetleyecek olursak Hindistan Aziz Thomas Hristiyanları Hinduizm'in kast yapısına göre en üst tabakadan sayılmakta ve kendilerine bazı imtiyazlar tanınmaktadır. Yani Kerala'daki Aziz Thomas Hristiyanları Doğu Süryani Kilisesi'nin kilise gelenekleriyle bulundukları yerin sosyo-kültürel çevrenin iç içe geçmesinden oluşmuştur. Buna göre onlar kültürel bakımdan Yorum, “Nsibis”, 1989, s.13-14’den aktaran Bilge, a.g.t., s.86. 247 Kadir Albayrak, a.g.m., s.229-231. 248 “File: St Thomas Christians Divisions”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/File: St_Thomas_ Christians_divisions.svg, 15 Nisan 2010. 108 Hindu, dinsel bakımdan Hristiyan, tapınmada ise Judeo-Syro-Oriental bir yapı gösterdiği ileri sürülmektedir.249 Buraya kadar Süryanileri etno-dinsel bir topluluk olarak ele alarak Süryaniler ile bağlantılı olan ve aynı kilise geleneğinden gelen topluluklar aktarılmaya çalışılmıştır. Sebebi ne olursa olsun farklı isimlerle adlandırılan ve Süryani geleneğinden gelen tüm bu toplulukları genel olarak ele alacak olursak; a. Süryani Kadim veya Ortodokslar (Batı Süryaniler), b. Nasturiler (Pers İmparatorluğu veya Doğu Süryani Kilisesi'ne ayrılan Doğu Süryaniler), c. Keldaniler veya Doğu Süryaniler, d. Rum Ortodoks Melkitler veya Süryani Melkitler (Antakya, Suriye ve Lübnan’da yaşayan Rum Ortodokslar) (Mısırlı ve Kadıköy Konsülü'nü kabul eden Süryaniler), e. Rum Katolik Melkitler, f. Maruniler (Haçlı Seferleri'nin bir sonucu olarak 1181'de Roma Katolik Kilisesi'ne katılma kararı alan Süryaniler), g. İslam dinine giren Süryaniler,250 249 Kadir Albayrak, a.g.m., s.248; Farlex, “Saint Thomas Christians”, The Free Dictionary, (Erişim) http://encyclopedia.thefreedictionary.com/Saint+Thomas+ Christians, 15 Mayıs 2007. Süryanice "Rumoye" olarak adlandırılır. 250 Türkiye'de 'Mhalmoye' adı verilen grubun menşei ile ilgili çeşitli iddialar ortaya atılmaktadır. Bu iddialardan biri de bilimselliği tartışmalı olan bu grubun Süryani kökenli olduğudur. Geniş bilgi için bkz. İhsan Çetin, “Mihalmilerde Etno-Tarih ve Kimlik Analizleri.”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007; “Süryani Tarihinde Bölünmeler”, http://www.msxlabs.org/ forum/din-ilahîyat/16123-hiristiyan-kokenli-din-ve-akimlar-suryaniler-suryanilik.html(15Nisan 2008). Ayrıca Diğer Ortadoğu ülkelerinde de Müslümanlaşan bir Süryani kitlesinden bahsedilmekte olması 109 h. Kendi ayin usulü ve adetlerini muhafaza etmekle beraber, Roma Katolik Kilisesi ve Papa'nın otoritesini kabul eden Katolik Süryaniler, i. Protestan misyoner faaliyetleri sonucu Protestanlaşan Süryaniler, j. Hristiyanlık dinini benimsemeyen Sabii Süryaniler251 ve, k. Çoğunluğu Hindu kökenli olanların oluşturduğu Antakya Süryani Kilisesine bağlı olan Malabar Süryanileri olarak ayrılmışlardır. 2.4. SÜRYANİ KILISESINDE ÖRGÜTLENME VE HIYERARŞIK YAPI Yaklaşık 2000 yıldır farklı imparatorluk, devlet ve aşiretlere tabi olarak yaşayan Süryanilerde toplumsal karar mekanizmalarının ağırlıklı olarak dinsel kurumların, yani kilise ve manastırların elinde bulunduğu görülmektedir.252 Bu anlamıyla kiliseler sadece dinî bir örgütlenme olarak değil, sosyal örgütlenmenin de belkemiğini oluşturmaktadırlar. Başlangıçta yoksullara yönelik bir teşkilatlanma gibi görülen ilk kilise hiyerarşisinde, din adamlarının statüsü yoktur. Kiliselerde mekân ve statü, ikinci yüzyıldan itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Başlangıçtaki kilise görevlileri daha çok kilisenin bakım ve temizliği için görevlendirilmişlerdir. Fakat zamanla kıdemlileri ’prisebiter’ adı altında rahipleşmiştir. Kıdem olarak prisebiterlerden daha sonra gelen gözeticilere de ’episcope’ denmiştir. Kendilerini yoksul ve hastalara adayanlar, ’diyakoz’ adı altında çoğalmış ve genellikle erkek kardeş anlamında ’frer’ ve kız kardeş anlamında ’sör’ adıyla anılmışlardır. Süreç içinde episcopiler önem kazanmış ve kilisenin başına geçene ’episcopos’ (piskopos) denmiştir. Kilise sayısının artması ile beraber mantıklı görülebilir. Fakat sayısı hakkında verilebilecek bilimsel bir veri söz konusu değildir. Aynı iddianın tersi olarak Süryanileşen diğer halklar ve Müslümanlardan da bahsedilmektedir. Bkz.Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s.20, 340-348. 251 Sadece Irak’ta varlıklarını sürdüren küçük bir grup dışında çeşitli topluluklar içinde yok olmuşlardır. Bkz. Durak, a.g.e, s.194; Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s.19-20. 252 Süryanilerde dinin neden tüm toplumsal karar alma mekanizmaları üzerinde etkili olduğu konusu bu çalışmanın ilerleyen bölümünde anlatılmıştır. 110 bu kiliselerin başındakiler bir araya gelmiş ve evrensel kilise yapısı ortaya çıkmıştır. Kilise içinde yukarıdan aşağıya doğru oluşan hiyerarşi ile de kilise hiyerarşisi oluşmuştur. Bu örgütlenme zamanla genişleyip güçlenince göksel (ilahî) güç, yersel güçlere üstün gelmeye başlamıştır. Kutsal Roma İmparatorluğu da böyle bir süreç sonucunda kurulmuştur.253 Mardin bölgesi Süryanilerinde de toplumsallığın her alanında din, başat bir durumdadır. Kilisenin sosyal yaşamdaki bu etkinliği nedeniyle Süryani dinsel hiyerarşisine yakından bakmak uygun olacaktır. Kilise kurumunu yöneten ruhban sınıfı, Süryani Kilisesi’nde hiçbir dönemde bir kast sistemi haline gelmemiştir. En yüksek din görevlilerinden – piskoposluk, manastır baş rahipliği vb.- köy papazlığına kadar bütün dinî görevler, toplumun tüm bireylerine açıktır. Bu görevlerin hiç biri, bugün herhangi bir kesimin tekelinde değildir.254 Süryanilerin kilise örgütlenmeleri; dışarıdan müdahaleyi kabul etmeyen bir takım dinî ritüellerin, klasik Süryani inancının ve tarihte bu inanca yapılan müdahalelerin etkisiyle içine kapanık bir yapıdadır. Şehir merkezinde kilisenin kendine ait bu yapısı ve hiyerarşisi Süryani toplumun etkileyen en önemli öğedir. Kırsal kesimde ise kilisenin bu örgütlenme ve hiyerarşisine bölgenin genel özelliği olan aşiret yapısına benzer geniş aile örgütlenmeleri etkili olabilmektedir.255 Süryani din adamlarının yetkilerini Hz.İsa’dan aldıkları düşüncesinden dolayı Süryaniler, kendi din adamlarına büyük hürmet ve itaat göstermektedirler. Süryani kilisesi içindeki örgütlenme, din adamlarının arasındaki hiyerarşik yapıya göre düzenlenmiştir. 253 Erginer, a.g.m., s.33. Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.139. 255 Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.205. 254 111 KİLİSE HİYERARŞİSİ Episkopos Papaz Patrik Horepiskopos (Başpapazlık) Mafıryan Papaz Diyakos Arhedyakon Başdiyakos Mürettip Metropolit Mürennim Episkopos Okuyucu Şekil 3. Süryani Kilise Hiyerarşisi Bu hiyerarşik yapı genel anlamda Şekil 3’de görüldüğü üzere episkoposluk, papazlık ve diyakozluk olarak üç sınıfa ayrılır.256 Kilise hiyerarşisi içinde olmasa da mahalle ve köylerde muhtarın karşılığı olarak kocabaşlar da dinî yetkileri olmasa bile idari yetkilere sahiptirler. 2.4.1. Episkoposluk Episkoposluk sınıfının ilk şartı rahip olmaktır. Bu sınıftaki rütbeler, coğrafî -idarî anlamda belirlenen- bölgelerde; dinî, idarî ve sosyal konularda yönetim, yetki ve sorumluluğu gösteren unvanlardır.257 Episkoposluk sınıfı; patrik, mafiryan, metropolit ve piskopos rütbelerini içermektedir. 2.4.1.1. Patriklik ‘Patrik’ kelimesi, Yunanca Patriarkhis (Patriyarkis) kelimesinin Arapçalaşmış şekli olup, “en üst dinî lider ve komutan” kavramını ifade etmektedir.258 Patriklik makamı, hem dünyevî hem de dinî otoriteyi temsil 256 Samuel Akdemir, Dini Kurallarımız, İstanbul, Baha Matbaası, 1972, s. 80. Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s.39. 258 Levent Öztürk, İslam Dünyasında Hıristiyanlar, İstanbul, İz Yayınları, 1988, s.64.; Ahmet 257 112 etmekte, Kilisenin başı ve en yetkili ismidir. Süryaniler; patrik, marfiyan ve metropolitlere ‘efendimiz’259 diye hitap ederken Süryani Patriği, "Tüm Doğu ve Süryani Yakubî Kiliseleri ile Antakya Havari Patriği Kadasetli Mor İgnatiyos" unvanını kullanmaktadır. Patrik unvanını taşıyan dünyadaki 28 patrikten biri olan Antakya Süryani Patriği,260 bu makamının yanında kullandığı “İgnatiyos” unvanı, 1293'te Patrik Mor Vahab'ın, 107 yılında Roma'da öldürülen Antakya Piskoposu İgnatiyos'un adını kullanmasından sonra gelenek haline gelmiştir.261 Patriklik, Süryani Ortodoks cemaatinde en yetkili ve sonrası olmayan makamıdır. Doğu Hristiyanları arasında Patrik unvanının, Roma Katolik Kilisesi'ndeki Papa kelimesinin karşılığı olarak kullanıldığını ve onun temsil ettiği misyonu yüklendiğini söyleyebiliriz.262 Belki de bu sebepten dolayı bazen "Doğunun Papası" unvanı da kullanılmıştır. İlk patrik olan Mor Petrus’tan günümüze, (Şekil 4) 121 patriğin başkanlık ettiği Süryani kilisenin şu andaki patriği 1980 yılında bu göreve seçilen 122’nci patrik olan Moran Mor İğnatiyos I. Zekka Iwas’dır.263 Taşğın, “Anadolu'nun Yok Olmaya Yüz Tutan Zenginliklerinden: Süryaniler”, VI. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Genel Konular Seksiyon Bildirileri (İçel 18-22 Haziran 2001), Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2002, s. 205-227. 259 Süryaniler, papazlara ise ‘babamız’ diye hitap ederler. Bkz. Bülbül, a.g.e., s.84. 260 “Patrikler”, Vikipedi-Özgür Ansiklopedi, (Erişim) http://tr.wikipedia.org/wiki/Patrik, 11 Temmuz 2010. 261 Oswald H. Parry, Six Months In A Syrian Monastery, London, Horace Cox, 1895, s.317. 262 Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s. 86-87. 263 1963 yılında Mor Severiyos unvanı ile Musul Metropolitliği’ne takdis edilen Zekka Iwas, 1969 yılında Bağdat ve Basra Metropolitliği’ne atandı. Yine aynı yılda “İrak Kültür Akademi” üyeliğine ve “Irak Süryani Lisanı ve Kültürü Akademisi” başkanlığına getirildi. İsveç Şark Enstitüsü tarafından fahri doktorluk unvanıyla onurlandırıldı. Viyana’daki Pro’oriente teşkilatının şeref üyeliğine seçildi. 1980 yılına kadar Süryani Ortodoks Kilisesi adına Dünya Kiliseler Birliği Merkez Komitesi üyeliğini yaptı. 11 Temmuz 1980 tarihinde Patrik III. Yakup’un vefatı dolayısıyla boşalan ‘Patriklik Makamı’na “Ignatiyos” ünvanı alarak seçilmiştir. Bkz. Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, Bar-Hebraeus Verlag, Losser Glanerbrugstr, Holland, 1984, s.15,31; Durak, a.g.e, s.198. 113 Şekil 4. Patriklerin Tarihi Görev Çizelgesi264 Antakya Süryani Ortodoks Kilisesi’nin ilk patriklik merkezi Antakya olup tarihi boyunca önem arz eden altı yerde patriklik merkezi oluşturulmuştur. Antakya patriklik merkezi olarak Mor Petrus (Şemun) tarafından MS 37-43 yılları arasında kurulmuştur. 518 yılına kadar Antakya’da kalan patriklik merkezi daha sonra geçici olarak Halep, Urfa, Diyarbakır, Harran (Urfa’nın çevresindedir), Rakka (Halep civarında) gibi birçok yerlere ve manastırlara taşınmış, 969’da Malatya’ya yerleşmiş, 1058’de Diyarbakır’a alınmıştır. 1293 yılına kadar hem Diyarbakır hem de Deyru’l-zafaran Manastırı merkez olarak kullanılmış, 1293 yılında Patrik lğnatiyos Bin Vahip döneminde patriklik merkezi sürekli ve resmen Deyru’lzafaran’a taşınmıştır. 1932 yılında Humus metropoliti Efrem Barsavm döneminde önce Suriye’nin Humus şehrine ve daha sonra 1959’da Patrik Iğnatıyos III. Yakup döneminde Suriye’nin başkenti Şam’a taşınmıştır. Bugün Antakya Süryani Ortodoks Kilisesi’nin patriklik merkezi hâlâ Şam’dadır.265 264 Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, s.5. Çizelgenin aslı Deyr’ulzafaran manastırı patriklik kürsüsünde asılıdır. Ayrıca açılımı için bkz. “Antakya Elçisel Kürsüsünün Kuruluşundan Bu Güne Kadar Görev Almış Yasal Patriklerin Listesi”, (Erişim) http://www.suryanikadim.org/, 15 Ekim 2009. 265 Koluman, a.g.e., s.42; Evgin Kaplan, Elçilerin Göbeği Antakya Kilisesi, Mardin, yy., 1982, s.6-7, 29; Meryem Ana Süryani Ortodoks Kilisesi Bülteni, İstanbul, İstanbul Metropolitliği, Sayı 5, 1994, s.3’den aktaran Durak, a.g.e, s.201; Patriklik idari bürosu Bab Tuma’da, Patrik ise Şam’a 20 km. 114 2.4.1.2. Mafiryanlık (Mafiryono-Catliklik) Mafiryanlık makamı VI. yüzyılda ortaya çıkmıştır.266 Mafiryan, Süryanilerin yaşadığı Aşağı Mezopotamya, İran ve daha ötesindeki ülkelerde patriğin bütün yetkilerine sahiptir. Patriğin bir astı, metropolitin bir üstüdür.267 Kilise hiyerarşisinde, mafiryanlık sadece bir kişiye verilirdi. Aynı anda iki mafiryan olmazdı. Ancak zaman içinde mafıryanlığın yetki alanı dâhilindeki bölgelerde Süryanilerin etkinliğinin azalması ile birlikte zamanla bu rütbe önemini kaybetmiştir. Osmanlı döneminde bu rütbe Kudüs metropolitlerine verilen onursal bir unvan haline gelmiştir.268 Günümüzde, mafiryanlık görevi, Hindistan Süryani Ortodoks Kilisesinin uhdesinde bulunmaktadır.269 2.4.1.3. Metropolitlik (Matranlık) İdari bir kavram olarak kullanılan metropolitlik genellikle birkaç piskoposluğu içine alan idari bölgeleri ifade etmekte ve Yunanca şehir (mitropolitis) kelimesinden gelmektedir. Metropolitlik bölgesine abraşiye de denilmektedir. Büyükşehir episkoposu anlamındadır.270 Antakya Süryani Ortodoks Kilisesi hizmetlerini, dünya üzerindeki 40 metropolitlik ve vekilliği vasıtasıyla yerine getirmeye çalışmaktadır. Hizmet ihtiyacına göre ihdas edilen metropolitliklerden en sonu Adıyaman ilinde uzaklıktaki Mor Afrem Manastırı’nda ikamet etmektedir. Bkz. “Syriac Orthodox Church” Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Syriac_Orthodox_Church, 20 Mart 2010. 266 Bu kelimenin Süryanice'si “mafiryono”dur ve “semereli” anlamına gelir. Yine mafiryan anlamında kullanılan bir başka kelime olan "Catlik" ise, “genel” anlamında Yunanca bir kelimedir. Mafiryan, “Katolikos” olarak da adlandırılır. Bkz. Zeki Demir, Süryani Kilisesi ve Kilisesinin Kutsal Yedi Gizi, İstanbul, Resim Matbaacılık, 2002, s.47; Durak, a.g.e, s.195. 267 Demir, a.g.e., s.47. 268 Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, Nsibin Yayınevi, s.39. 269 Durak, a.g.e, s. 195-196. 270 Patrik İğnatius Efrem I. Barsavm, Saçılmış İnciler: Süryanilerin Yazınsal Tarihi, çev. Zeki Demir, İstanbul, yy., 2005, s.499. 115 açılmıştır.271 Bu metropolitlik ile birlikte Türkiye’deki metropolitlik sayısı dörde ulaşmıştır.272 Türkiye’deki metropolitliklerde görev yapanların hepsi Türkiye doğumlu ve Türkiye vatandaşı olmasının yanında dünyadaki diğer metropolitliklerde de Türkiye doğumlu metropolitler görev yapmaktadır.273 Metropolitler kutsama ayininden sonra piskoposluk bölgelerine göre Grekçe unvanlar kullanırlar. Bunlardan birkaçı şöyledir: Antakya piskoposları “Ignatiyos, Urfa piskoposları “Severiyos”, Diyarbakır piskoposları “Timoteos”, Mardin piskoposları “Baseliyos”, Kudüs “Atanasiyos ve piskoposları Filüksinos”, “Grigoryos”, Musul Halep piskoposları piskoposları “Diyonosiyos” unvanlarını alırlar. Kullanılan diğer unvanlar da şunlardır; Julios, Kurillos, Nikolaus, Malatios, Silvanos, Dioskoros, Ostatheos, Theofilos, Justinos, Klemis, Titos, İvennis Yulios, Kurillos vd.274 Bu unvanların yanında halkın kullandığı hitaplar da vardır. Mardin bölgesinde Süryaniler, Metropoliti 'Matran' diye adlandırmakla birlikte kendisiyle konuştuklarında 'Seyyidna' diye hitap etmektedirler. 2.4.1.4. Episkoposluk(Başrahiplik) Metropolitin bir alt rütbesi olan episkoposluk, hem ruhanî hem de idari bir görevi ifade etmektedir. Piskoposlar, yetki alanları içinde patrik ve metropolitin temsilcisi olarak cemaat işlerini yürütmekle görevliydiler. 271 “Türkiye'de 4. Süryani Metropoliti” (Erişim) http://www.suryaniler.com/#, 28 Mart 2007; “Süryani ruhani lider Mardin'de” Sabah Gazetesi, (Erişim)http://arsiv.sabah.com.tr/2006/12/11/gnd116.html, 11 Aralık 2006. 272 “Monofizit“, (Erişim) http://tr.wikipedia.org/wiki/Monofizit, 13 Nisan 2006. 273 Almanya Metropoliti Mor Diyonosios İsa Gürbüz 1966 yılında Midyat’ta bağlı Keferze köyünde doğmuştur. Öğrenimini 1987 yılına kadar türkiyede yapmış ve 1987-88 yıllarında askerlik görevini de Türkiye’de yapmış olup 1997 yılından beri Almanya Abraşiyesi’nin ruhani liderliğini yürütmektedir. Bkz. “Almanya Metropoliti Mor Diyonosios İsa Gürbüz”, Röportaj, İDEM, Ekim 2005, (Erişim) http://www.reyono.net/default.aspx?s=10&b=7, 21 Mayıs 2009. 274 Mehmet Şimşek, “Süryani Ortodoks Kilisesi Hiyerarşi”, Deyrulzafaran Manastırı, (Erişim) http://www.deyrulzafaran.org/turkce/manastir/haberdetay.asp?id=220&kategori=TANITIM, 13 Mayıs 2006. 116 Süryanilere ait piskoposluk bölgeleri, 19’uncu yarısından itibaren metropolitliğe dönüşmeye başlamışlardır. yüzyılın ikinci 275 2.4.2. Papazlık Papazlık sınıfı; papaz ve horepiskoposluktan (Başpapazlık) oluşmakta olup rahiplikten farklı olarak evlilik yasak değildir. Papazlık müessesesinin ilk rütbesi episkoposluk, ikinci ve son rütbesi horepiskoposluktur (başpapazlık). Episkoposluktan horepiskoposluğa terfi yetkisi, metropolitin elindedir.276 Horepiskopos olup evlenmeyerek rahip olarak kalanlar ise patrikliğe kadar ilerleyebilirler 277. Müslümanlarda imamın karşılığı olarak Süryanilerde ibadet görevlerini yerine getirtmekle görevli olan papazlar, Osmanlı Devleti döneminde bulundukları mahallenin mülkî ve belediyeye ilişkin işlerinde kadının temsilcisi olarak kabul edilmekteydiler.278 Günümüzde ise resmî olarak köyün idarecisi ve sorumlusu muhtar olmakla birlikte, Süryani köylerinde Papazlar her konuda söz sahibi olarak da görülmektedirler. Osmanlı döneminde Patrik veya bölgenin bağlı olduğu metropolit ve piskoposlarca atanan papazlar için aynı zamanda bölgenin mülki amirlerinden de izni alınması gerekirken bugün böyle bir uygulama bulunmamaktadır. 279 Mardin bölgesinde Süryaniler, Papazlara 'Kaşo' ya da 'Ebuna' diye hitap etmektedirler. Bu kategorilerde yer alabilmek için, Diyakozluk basamaklarından geçmiş olmak gerekmektedir. Diyakozluk sürecinde evlenen 275 kişinin ulaşabileceği en son ruhanî rütbe papazlıktır. Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s.39. Koluman, a.g.e., s. 75. 277 Günel, a.g.e., s.309; Akdemir, a.g.e., s. 80. 278 M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Cilt II, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1993, s. 235. 279 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 998 Numaralı Divân-ı Hümayûn Defterleri Katalogu Gayr-i Müslim Cemaatlere Ait 8 No'lu Defter 1236-1274, s. 23’den aktaran Özcoşar, a.g.t.,62. 276 117 Horepiskoposluk rütbesi, daha çok kendisini cemaatine tam anlamıyla kabul ettirmiş ve cemaat dışı çalışmalarında üstün meziyetleri bulunan papazlara verilen bir unvandır. Rahip olanlar; idari ve dinî anlamda etkinliği güçlü olan diğer hiyerarşi basamaklarına çıkabilir. 2.4.3. Diyakozluk Diyakozlar, kiliselerde papaz yardımcısı olarak görev yaparlar ve kendi içinde sırasıyla okuyucu (quroyo), mürennim (mzamrono), mürettip (afudyaqno), başdiyakoz (İncili şemmas) ve arhedyakon (Başdiyakozların başkanı) olarak ayrılırlar.280 Diyakozlar, manastırlarda eğitim görmüş ancak papazlık ve rahiplik eğitimlerine devam etmemiş kişilerdir. Bu gruptan şemmaslar, ruhanîler ile siviller arasında bir sınıfı oluşturmakta ve özellikle Tanzimat sonrası eyalet ve sancaklarda kurulan meclislerde, Süryani Kadim cemaatini temsilen şemmaslar görev yapmıştır. 2.5. SÜRYANİLERDE İBADET VE İNANÇ ESASLARI Kudüs bölgesi dışında Hristiyanlığı ilk benimseyen topluluk olan Süryaniler,281Tanrı'daki üç sıfatı (Ataallah, Kelamallah, Ruhallah) ayrı ayrı mütalaa ederek bu üç sıfatın bir cevherde toplandığını ve bir birlik oluşturduğunu kabul ederler.282 Monofizit görüşü savunan Süryani Ortodoks Kilisesine göre Baba (Tanrı) ile Oğul, birdir. Hz. İsa'da insan ve Tanrı tabiatı birleşerek tek tabiatı oluşturur. Hz. İsa, Tanrı olarak insan gibi doğmuş, belli bir süre yaşadıktan sonra ölmüş ve yeniden dirilmiştir. Yani Hz. İsa hem Tanrı hem de insandır ve doğal olarak Hz. Meryem, Tanrı'nın anası (Teotokos) olarak kabul edilmektedir.283 280 Günel, a.g.e., s. 309. Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.17. 282 Tümer ve Küçük, a.g.e., s. 305; Günel, a.g.e., s.303; Koluman, a.g.e.,s.69; Tümer, a.g.m., s.127. 283 Günel, a.g.e., s. 303; Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 84. Kadir Albayrak, a.g.e., s.68. 281 118 Süryani geleneğine bağlı tüm kiliseler için geçerli (resmî) kutsal kitap formu, “Pşitto” olarak bilinen Süryanice çeviridir. Eski Ahit bölümü, doğrudan özgün İbranice metinden, Yeni Ahit bölümü de aynı şekilde özgün Yunanca metinden çevrilmiştir.284 Süryani inancında kâinatta görünen ve görünmeyen varlıklar vardır. Melekler ve şeytan inancı vardır.285 Ölüm ve kıyamete, cennet ve cehenneme, şeytanın insanın düşmanı olduğuna ve irade hürriyetine inanırlar.286 Süryanilerde de Katolik ve Ortodokslarda olduğu gibi yedi sakrament (gizler-ayin) kabul edilmektedir. Gregoryan Ermenilerde altı ve Protestanlarda iki olarak kabul edilen bu sakramentlerden Süryaniler tarafından kabul edilen sakramentler, kendi içinde zorunlu ve zorunlu olmayan şeklinde ikiye ayrılırlar. Zorunlu olanlar; vaftiz (arınma), murun287(konfirmasyon), kurbono (kutsal yemek) ve yevbe (itiraf), zorunlu olmayanlar ise; ruhbanlık (diyakozluk), hasta yağı (son yağlama) ve evliliktir. Bu gizler kilise için zorunluluktur. 288 Süryani Ortodokslara göre günah, Tanrı'nın emirlerine karşı gelmektir. Asli ve şahsi olmak üzere ikiye ayrılır. Asli günah, Hz. Âdem'in şahsında 284 Sebastian Brock, Süryani Geleneğinde Kutsal Kitap, çev. Circis Bulut, İstanbul, Zafer Matbaası, 2000, s. 23. 285 Akdemir, a.g.e., s. 5. 286 Tümer ve Küçük, a.g.e., s. 305; Tümer, a.g.m, s. 127. 287 Eski Yunanca kökenli bir kelimedir. Güzel kokulu bitkilerden oluşan kutsal esans manasına gelmektedir. Süryani inancında İsa Mesih'in ölümünü simgeler. Süryani kiliselerinde “Murun”, vaftiz olan kişiye hayatında yalnızca bir defa, vaftiz olduktan sonra, zorunlu olarak sürülür. Bu ritüelde, imanlı kişinin ruhsal ve iman gücünün arttığına, şeytanın karşısında daha güçlü olduğuna, yeniden doğduğuna inanılır. “Murun”, (Erişim) http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=murun, 10 Haziran 2010. 288 Ortodoks ve Katoliklere göre sakramentlerin sayısı yedi olup; vaftiz, evharistiya, kuvvetlendirme, evlilik töreni, ruhbanlık sırrı, günah itirafı ve tövbe, hasta yağı, Protestanlar için sadece vaftiz ve evharistiya’dır. Bkz. Patrik İğnatius Efrem I. Barsavm, Saçılmış İnciler: Süryanilerin Yazınsal Tarihi, çev. Zeki Demir, İstanbul, yy., 2005, s.96-98; Tümer ve Küçük, a.g.e., s.179-180, 293-294; Nihat Durak, “Süryani Ortadoks Kilisesinde İbadet”, İstanbul, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2000, s.90; M. Hadi Tezokur, “Süryanilerde Namaz”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları, 2005, s.305; Ali Ekber Türkoğlu, “Geçmişte Ve Günümüzde Antakya’da Hıristiyanlık”, Adana, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006, s.95-109. 119 Allah'a karşı işlenen, irsi olarak bütün insanlara geçen günah olup Hz. İsa'ya iman etmekle ve vaftiz olmakla silinir.289 Ayrıca günah itirafı Süryanilerde ruhanîlere yapılır. Günahın büyüklüğüne göre kilise gibi yerlere yardımlar şeklinde maddi; namaz veya oruç gibi manevi cezalar verilir.290 Süryani Ortodoks Kilisesinde namaz, çok önemli olup Hristiyan dininin ilkelerine inanmış bir kimsenin Tanrı'ya taparken; O'na niyaz ve şükranlarını sunması, nimet ve rahmetlerini dilemesidir.291 Süryanilerde namaz; dördü (sabah, öğle, akşam, gece yarısı) mecburi (farz); üçü (kuşluk, yatsı, ikindi) sünnet olup bunlardan sabah, öğle, ikindi kilisede topluca kılınır.292 Kıble, “Doğu” olup namazlar secdelidir (Pazar ve bayram günleri hariç).293 Namazda rekat, kıyam, kıraat ve secde esaslarına uyulmaktadır.294 Günümüzde, dünya Hristiyanları arasında ibadetleri secdeli Hristiyan topluluk yalnızca Ortodoks Süryaniler ve Ermeni Gregoryen Kilisesi’dir. İslam’dan farklı olarak rükusunun olmamasıdır. Ayrıca Müslümanlar gibi cenaze namazı da kılarlar. Süryani Ortodoksların ayin kitabı Anafura’dır.295 Süryanilerde çeşitli zorluk ve uzunlukta birçok oruç vardır. Bunlar; Şubat, Mart, Nisan aylarında kırk gün süre ile öğleye kadar bir şeyin yenilmediği “Büyük Oruç”, Haziran başında perhiz olarak üç gün tutulan “Havariler Orucu”, Şubat ayında üç gün süre ile oruç ve perhizden oluşan “Ninova Orucu”, Ağustos ayının onundan on beşine kadar devam eden beş günlük perhizden oluşan “Meryem Ana Orucu”, Aralık ayının on beşinden yirmi beşine kadar on gün süre ile tutulan İsa'nın doğuş bayramı orucu olan “Noel Orucu”dur.296 Süryaniler, yılda toplam 172 gün oruç tutarlar. 297 289 Akdemir, a.g.e., s. 18. Tümer ve Küçük, a.g.e., s. 306. 291 Akdemir, a.g.e., s. 86. 292 Günel, a.g.e., s. 312; Günay Tümer, “Günümüzde Doğu Hıristiyanlığı”, Asrımızda HıristiyanMüslüman Münasebetleri, İstanbul , Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, 1993, s. 127. 293 Akdemir, a.g.e., s. 86; Tümer ve Küçük, a.g.e., s. 305; Günel, a.g.e., s. 312; Durak, a.g.t, s.77. 294 Tezokur, a.g.m., s.316. 295 Bülbül, a.g.e., ss.70-71. 296 Tümer ve Küçük, a.g.e., s. 306; Tümer, a.g.m., s. 128. 290 120 Süryanilerde kutsal yerlerin ziyaret edilmesi geleneği olmakla beraber, zorunlu kılınmamıştır. "Sourutho Kadişto" olarak adlandırılan ziyaretler, Kudüs’e yapılmakla beraber manevi değerine inandıkları kilise ve manastırlara da ziyaretler yapılmaktadır. Bu kapsamda Mardin ve Midyat bölgesindeki onlarca kilise ve manastır, Süryaniler için önem arz ettiklerinden dolayı sıklıkla ziyaret edilmektedirler.298 Varlığı tartışmalı olmakla beraber, Süryanilerde de MS 51 yılına kadar Musa Yasası’nı tamamlaması için sünnet bir zorunluluk olarak görülmesine rağmen bu tarihten sonra sağlık sebebi hariç sünnet uygulaması görülmemiştir.299 Haç çıkarma (İstavroz) Süryanilerde de diğer Ortodoks inancını paylaşanlar gibi sağ elin işaret parmağıyla ya da sağ elin üç büyük parmağını birleştirilmesi ile önce alına, sonra göğüse, daha sonra da sol ve sağ omuzlara götürülerek yapılır.300 Süryani Ortodoks İnanç sisteminde ölüm sonrasında insanın karşılaşacağı durumlar; ölüm, dirilme, duruşma ve sonsuz ceza olarak kategorize edilmektedir.301 Günahkar doğan bebeğin günahlarından arındırılması içinde vaftiz uygulaması yapılmaktadır. Vaftiz uygulamasının özellikle Türkiye Süryanileri açısından yöresel bir uygulama olan kirvelik ile özellikle Mardin yöresinde özdeşleştiği görülmektedir. Vaftizde ‘Karibo ya da Kirve’ denilen vaftiz babalığı Müslüman geleneği olan kirvelik ile sosyal yönden benzer özellik göstermektedir. İdil bölgesinde Müslüman Kürtler ile kirve olan ve ailesel dostluklarını sıklıkla dile getiren Süryanilerle yaptığım görüşmelerde; sadece Müslüman Kürtler değil görev icabı orada bulunan 297 Koluman, a.g.e., s. 72. Durak, a.g.t., s.78.; Akyüz, a.g.e., s. 30-32. 299 Altınışık, a.g.e., s.21. 300 Tezokur, a.g.m., s.312. 301 “Süryaniler'de Ölüm Gelenekleri-2”, (Erişim) http://www.msxlabs.org/forum/din-ilahîyat/16123hiristiyan-kokenli-din-ve-akimlar-suryaniler-suryanilik.html, 13 Nisan 2007. 298 121 devlet görevlilerinden de kirveliklerinin olduğu ve görevleri bitmesine rağmen kirvelik vasıtasıyla irtibatlarının hâlâ devam ettiğini dile getirmektedirler. İnanç ve ibadet yönünden çok farklılık göstermese de ritüel ve litürji açısından diğer Ortodoks kiliselerden farklılaşan Antakya Süryani Kilisesi, kendine inananlar ile ayrı bir yapı sergilemektedir. Bulunduğu coğrafyanın sosyo-kültürel yapısında da etkilenerek içselleştirdiği davranış kalıpları, özellikle Mardin bölgesinde toplum tarafından kabullenilmişken diğer göç edilen ve sosyo-kültürel olarak farklı toplumlar içindeki Hristiyan mezhepleri tarafından dışlayıcı bir etki ile de karşılaşmaktadırlar. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TARİHSEL ve KÜLTÜREL ARKA PLAN “Dünden öğren, bugünü yaşa ve yarından umut et.” (Anonim) Herhangi bir topluluğu incelerken o topluluğun tarihinin yadsınması, incelenen topluluğun pek çok özelliğinin de yadsınmasa neden olur. Zira toplum bilincini şekillendiren en önemli unsur, geçmiştir.1 Bu gerçekten hareketle Süryanilerin etno-kültürel sınırlarını daha iyi anlayabilmek için yaklaşık iki bin yıldır içinde yaşadıkları bölgenin tarihi ile birlikte Süryani tarihine de kısaca bakmak gerekmektedir. 3.1. OSMANLI HÂKİMİYETİNE KADAR SÜRYANİLER Süryani tarihini çeşitli safhalara ayırarak irdelemek mümkündür. Süryani tarihinin MS 33 yılına kadar olan dönemi, Süryanilerin Hristiyanlık öncesi dönemidir. Süryanilerin bu dönemini; M.Ö. 2400 yılına kadar olan tarımsal kültürün ön plana çıktığı “ortaya çıkış” dönemi, bu tarihten M.Ö. 612 yılına kadar ‘şehir devletleri’ dönemi, imparatorlukların kurulması ve sınıfsal tabakalaşmanın olduğu dönem, MS 33 yılına kadar devam Hristiyanlaşmanın başladığı dönem şeklinde tasnif edilebilir. 2 eden Gerçi bu dönemde, bugünkü anlamda Süryanilik olmadığından dolayı, ‘Asur veya Arami Tarihi’ olarak kabul etmek daha doğru olacaktır. Süryanilerin kökeni bu dönemlere kadar uzatılsa da konumuz gereği, Hristiyanlık sonrasındaki Süryani tarihine bakmak daha anlamlı olacaktır. 1 İlber Ortaylı, Son İmparatorluk Osmanlı (Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek 2), İstanbul, 2. Baskı, Timaş Yayınları, 2006, s.31. 2 BetBasoo, a.g.m. 123 3.1.1. Hristiyanlık ve Süryaniliğin Doğuşu Hristiyanlık, Filistin ve çevresinde doğmuş, vahiy ve kutsal kitaba dayanan, özde tek tanrılı olmakla beraber, sonradan teslise yer vermiş ilahî kaynaklı bir dindir3. Hz. İsa’nın doğduğu yıllarda, Filistin ve çevresi Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altında yer alıyordu4. Hristiyanlığın temelleri aslında, Yahudiliğin evrensel olma özelliğini yitirip milli bir hüviyet kazanması ve din adına sömürülen aşağı kastlara mensup insanların, kurtuluş için bir Mesih beklemeye başlamaları ile atılmıştır. Bu bekleyiş dönemi, MS 30 yılında Nasaralı İsa’nın gelişi ile yeni bir dinin doğuşu olarak şekil almıştır. Hz. İsa’nın Hristiyanlık dinini tebliğinden itibaren uzun süre homojen olarak devam eden Hristiyanlık, İsa’nın ölümünden sonraki dönemlerde örgütlü bir kilise yapısına dönüşmüştür. İlk kilise mensupları kendilerini Yahudi olarak görmüş5 ve başkaları tarafından Nasaralı İsa (Jesus)’ya ithafen ‘Narsan’ veya ‘Nasara’ olarak da adlandırılmışlardır.6 Süryaniler, MS 38 yılında Hristiyan inancını kabul ettiklerinde Antakya'yı merkez edinmiş bir topluluk halinde idiler. Havari Petrus (Saint Piere), arkadaşı Thomas, onun kardeşi Aday ve onları takip eden Agay ve Mara, Hristiyanlığı Süryanilere öğretirken yoğun olarak Süryanilerin7 yaşadıkları Mezopotamya bölgesinin de Hristiyanlaştırılmasında önemli rol oynamışlardır.8 3 Tümer ve Küçük, a.g.e., s.260-261. Tümer ve Küçük, a.g.e., s.267-268. 5 Christopher Knight ve Robert Lomas, The Hiram Key: Pharaohs, Freemasons and the Discovery of the Secret Scrolls of Jesus, Rockport, Massachusetts- USA, Element Books, 1998, s. 45. 6 Antakya’da ortaya çıkan İslam kaynaklarında belirtildiğine göre M.S. 20-30 yıllarında Hıristiyanlara hitaben “Nasran” veya “Nasara” tabirleri kullanmıştır. Yunanca “Hıristo” kelimesinden gelen Hıristiyan, Mesih’e bağlı demektir. Ayrıca, Hz. İsa’ya sonradan, “Tanrı tarafından üzerine kutsal yağ (Meyrun) sürülmüş” anlamına gelen “Mesih” lakabı verilmiş ve dolayısıyla Hıristiyanlara “Mesih’i’ de denmektedir. Hıristiyanlık başlangıçta, bir Yahudi “Mesih’i Hareket”i iken sonradan İsa’nın havarileri arasına giren Pavlus’un yorumlarıyla değişik bir yorum kazanmıştır. Bkz. Koluman, a.g.e., s.28-32. 7 Tümer ve Küçük, a.g.e., s. 303; Günel, a.g.e., s. 31; Kadir Albayrak, a.g.e.,s. 68; Koluman, a.g.e.,s. 21. 8 Koluman, a.g.e., s. 21; Kadir Albayrak, "Keldaniler", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Ankara, Cilt XXV, 2002, s. 208. 4 124 3.1.2. Antakya Kilisesinin Ortaya Çıkışı Antakya, Hristiyanlığın Kudüs dışına yayılmasından sonra bugünkü yapısının oluşmasında etkin rol oynayan üç büyük merkezden (Roma, İskenderiye ve Antakya) birisidir. Hatta Hristiyanlığın ilk kilisesi olması sebebiyle birincisi olarak da kabul edilmektedir.9 Bu süreç Kudüs’ten sonraki elçisel döneme denk düşmektedir. 10 Hz. İsa’dan sonra cemaati, ilk ana kiliseyi Kudüs’te oluşturmuştur. Antakya’da da yeni dini kabul eden kimselerin olduğunun duyulması üzerine Barnabas Antakya’ya gönderilmiş, Barnabas da Pavlos’u buraya getirterek11 misyon çalışmalarına hız vermiştir. Sonrasında, Antakya’da İbrani kökenli Hristiyanlarla, putperestlikten Hristiyanlığa geçen halk arasında anlaşmazlık çıkınca, Petrus, putperest kökenli Hristiyanlara Efudyos’u, Yahudi asıllı Hristiyanlara ise İğnatius Nurani’yi başkan olarak atamıştır12. Petrus’a dayandırılan Antakya Kilisesi, MS 41 veya 42 yıllarında ilk defa İsa’nın izleyicileri anlamında Hristiyan (Khristianoi) ismini kullanan kilisedir.13 Nitelik ve yapısı itibarıyla bakıldığında Antakya Kilisesi, Yahudi kökenli ve putperest kökenli (Süryani) Hristiyanları çatısı altında birleştiren bir kilise olmuştur. Antakya Kilisesi, yönetimsel açıdan da Doğu Hristiyanlığının merkezi haline gelmiştir.14 9 Roma İmparatorluğu siyasi yönden sevk ve idareyi, Roma, Antakya ve İskenderiye gibi üç büyük başkentten yürütürken, kilise de ruhani yönetimi bu üç büyük başkentte kurulu "üç kürsü" merkezinden yapıyordu. Antakya Kürsüsü'nün yetki alanı Asya ve bütün doğu Hıristiyanlığını kapsıyordu. Süryani kaynaklarına göre, Antakya Kürsüsü'nün ilk Patriği Aziz Petrus, ikincisi Afudyos, üçüncüsü ise İğnatis Nurani'dir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Yusuf Beğdaş, "Süryani Kilisesi ve Antakya Kürsüsü", Heto Dergisi, İstanbul, Sayı 3, 2000, s. 11-12. 10 Altınışık, a.g.e., s.20. 11 Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 74. 12 Çelik, Süryani Tarihi, s.52. 13 Addai, The Teaching of Addai, California, Scholars Press, 1981’den aktaran bkz Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”; Edward Gibbon, Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş Ve Çöküş Tarihi, çev. A.Baltacıgil, İstanbul, Cilt II, Bilim Felsefe Sanat Yayınları, 1987, s.293.; Çelik, Süryani Tarihi, s. 34; Koluman, a.g.e., s.28-29. 14 Altınışık, a.g.e., s.21. 125 Antakya Kilisesi, Efudyos’un, 68 yılında İmparator Neron döneminde öldürülmesinden sonra ‘Genel Kilise’ unvanını almış ve bağımsız bir episkoposluk haline gelmiştir.15 Kudüs’ün 70 yılında Titus tarafından yıkılmasından sonra Antakya Kilisesi, Hristiyan âleminin lideri olmuştur. Bundan sonra Antakya Kilisesi’nin lideri, bölgenin en büyük dinî lideri olarak Suriye Piskoposu unvanını kullanmaya başlamıştır.16 Antakya Kilisesini bu dönemde diğer kiliselerden ayıran husus; her ırk ve cinsten insanı bağrında toplayan bir kilise görünümünde olmasıdır.17 Antakya Kilisesinin bu görünümü, Asurluların Hristiyanlığa girmesiyle kısa zamanda Antakya Süryani Kilisesi şekline dönüşmüştür.18 Antakya Süryani Kilisesi, Hristiyanlığın özellikle doğuya doğru yayılmasında önemli rol almıştır. Hristiyanlığın bu coğrafyaya yayılmasında misyonerlik faaliyetlerinin etkinliği kadar kültürel ve coğrafi yakınlık da etkili olmuştur.19 Bu Kilise sayesinde Suriye, Lübnan, Anadolu ve Mezopotamya’da Hristiyanlık hızla yayılmıştır.20 İkinci yüzyılın sonlarına gelindiğinde Sur, Sayda, Kayseri, Beyrut, Cubeyil, Efes, Kapadokya, Bergama, Sardiş ve Leodikiya şehirleri ‘Episkoposluk’ statüsünü kazanmıştır. III. yüzyılın sonunda ise Suriye, Fenike, Arap vilayetleri, Filistin, Kilikya, Kapadokya, Kıbrıs, Mezopotamya ve İran toprakları üzerinde Antakya Süryani Kilisesine bağlı 12 metropolitlik ve 137 Piskoposluk oluşmuştur.21 3.1.3. Konsüller ve Anlaşmazlıklar Başlangıçta özde tek bir inanış şekli olarak başlayan Hristiyanlık içinde teolojik 15 olarak ortaya çıkan anlaşmazlıkları çözmek için konsüller Altınışık, a.g.e., s.22; Mehmet Çelik, Süryaniler ve Diyarbakır, İstanbul, Chivi Yazıları, 1. Bas., 2003, s.35. 16 Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s.75; Mehmet Çelik, Süryani Tarihi, s.53-54. 17 Çelik, Süryani Tarihi, s. 60. 18 Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 75. 19 Cebrail Aydın, a.g.e., s.38. 20 Çelik, Süryani Tarihi, s.61. 21 Çelik, Süryani Tarihi, s.63. 126 toplanmıştır. İlk konsüller Hristiyanlığın inanç esaslarını belirlemek ve Hristiyan kiliseleri arasındaki hiyerarşik düzeni sağlanmak maksadıyla toplanmış olmasına rağmen ana kiliseden kopmalara neden olmuştur.22 Konsüller sonrasında başlayan bölünmeler yaklaşık beşer yüzyıllık aralarla devam etmiştir. 5’inci ve 6’ncı yüzyıllarda Süryani Hristiyanlığı Grek ve Latin Hristiyanlığından kopmuştur. 11’inci yüzyılda Grek Ortodoksluğu Roma Katolikliğinden ayrılmış ve son olarak da 16’ncı yüzyılda Batı Hristiyanlığı kendi içinde Katoliklik ve Protestanlık şeklinde ayrı bir bölünme yaşamıştır.23 Anlaşmazlıkların başlangıcı teolojik (kristolojik) nedenlere dayansa da zamanla siyasi nedenler daha fazla öne çıkmaya başlamıştır.24 Önem arz eden siyasi nedenlere baktığımızda; - Devletin kiliseyi örgütleme ve kurumsallaştırma çabası, - Kiliselerin dinî liderlik mücadeleleri (özellikle İskenderiye ve İstanbul Kiliselerinin Doğu Hristiyanlığın önderliği için mücadeleleri), - Devletin özellikle Kadıköy Konsülü sonrasında kilise sorunlarına müdahil olması ve partizanlık yapması, - Devletin kiliselere halk tarafından kabul görmeyen kişiler ataması, - Devletin bölge halkına karşı güç kullanması ve katliamlar yapması, 22 Yıldırım, a.g.e., s. 43. Süryani Hıristiyanlığı kendi aralarında diofizitler (Nesturiler) ve Monofizitler (yani Kadıköy Konsülünü kabul etmeyen Ermeniler, Habeşliler ve Mısır Kıptileri) olarak ikiye ayrılmışlardır. Son bölünme 19’uncu yüzyıldaki Protestan misyoner faaliyetlerinin Doğu kiliseleriyle ilgili bölgelerde yoğunluk kazanması dışında Doğu Hıristiyanlığını etkilememiştir. Bkz. Tümer, a.g.m., s.123-124. 24 Abraham Yohannan, The Death of A Nation, New York-London, The Knickerbocker Press, 1916, s.59-61. 23 127 - Devlete karşı oluşan tepkinin dil, kültür ve düşünce farklılıklarının da etkisi ile ulusçuluk algısını ortaya çıkarması,25 - Doğu ile batının ayrı toplumsal çıkarları ve çatışan eğilimleri karşımıza çıkmaktadır.26 3.1.3.1. İznik Konsülü (MS 325) Konstantin'in Roma imparatoru olmasına ve MS 313 yılında yayınladığı Milan Fermanına kadar Hristiyanlık, Roma İmparatorluğunun baskısı altında varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Milan Fermanı ile Hristiyanlar, Roma vatandaşları arasında sayılmışlar ve Roma İmparatorluğu, Hristiyanlığın bir din olarak seçilmesine izin vermiştir. Arius’un ‘Baba ve Oğul’ üzerine olan görüşlerine inananların çoğalması sonrasında giderek artan huzursuzluğu önlemek için Konstantin, MS 325 yılında İznik'te ilk Hristiyan "Genel Konsülünü" toplamıştır.27 İznik Konsülü ile Hristiyan âleminin iman esasları belirlenmiş ve kiliselerin hiyerarşisi; Roma, İskenderiye ve Antakya olarak düzenlenmiştir. 3.1.3.2. İstanbul Konsülü (MS 381) İznik Konsülü sonrasında da devam eden teolojik tartışmalar ve mezhepleşmeler, yeni bir konsülün toplanması ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Böylece İstanbul’da MS 381 yılında toplanan konsülde, İznik Konsülü kararları teyit edilmiş28 ve daha da ileri gidilerek İmparator Birinci Theodosius (379-395) bu konsülün aldığı kararları sert bir biçimde uygulayarak, sapık 25 Çelik, Süryani Tarihi, s.270 Grzegorz Leopold Seidler, Bizans Siyasal Düşüncesi, çev. Mete Tunçay, Ankara, V Yayınları, 1986, s.32. 27 Çelik, Süryani Tarihi, s. 109; Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 82; Mehmet Aydın, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Nüve Kültür Merkezi, Konya, 2005, s. 713. 28 Çelik, Ortadoğu Mozayiği Süryaniler-Nasturiler, s.35, 141 26 128 kabul edilen Arius taraftarlarını ya öldürtmüş ya da sürgüne göndermiştir.29 Ayrıca İznik Konsülü sonrasında etkinlik alanını oldukça genişletmiş olan Antakya Kilisesinin konumu, İstanbul Konsülü’nde de onaylanmış ve kilise hiyerarşisine İstanbul da dâhil olmuştur. 3.1.3.3. Efes Konsülü (MS 431) MS 431'de toplanan Efes Konsülü, Hristiyanlığın parçalanmasına ve liderlik çekişmelerine ev sahipliği yapmıştır.30 Bu konsül ile birlikte birbirine zıt Doğu-Batı, Süryani-Yunan, Semitik-Bizans, Diofizit-Monofizit ve NasturiOrtodoks şeklinde kutuplaşmalar ortaya çıkmıştır.31 3.1.3.4. Kadıköy Konsülü (MS 451) Bu konsüle kadar olan süreçte konsüllerin toplanmasının nedenleri daha çok teolojik öğreti ayrılığına dayanmaktaydı. Yani bugün Hristiyanların Baba (Allah), Oğul (İsa) ve Kutsal Ruhtan oluşan üçlü bir inanış sistemi bu konsüller sürecinde yaşanan bu teolojik tartışmaların bir ürünüdür. İznik Konsülünde; doğmuş ve doğrulmuş olmakla birlikte Tanrılığı kabul edilen Hz. İsa kavramı, İstanbul Konsülü’nde; Kutsal Ruhun Baba ve Oğul gibi Tanrı olduğu kavramı, Efes Konsülü’nde; İsa’nın ilahî ve beşeri iki tabiata sahip bir ‘insan’ ve ‘Baba’ ile aynı cevherden olduğu ile Meryem’i ‘Tanrının Anası’, ‘Tanrıyı doğuran (Teokotos)’ kavramları Hristiyan inanış sistemleri içine girmiştir. Fakat devam eden tartışmalar üzerine Kadıköy (Kalkedon)’de yeni bir konsül toplanmasına karar verilmiştir. 451 yılında toplanan Kadıköy Konsülü sonrasında Efes Konsülünde (MS 431) kabul edilen Monofizit görüş ret edilerek Diofizit görüş 29 Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 83. Kadir Albayrak, a.g.e., s. 68. 31 Aziz S. Atiya, A History of Eastern Christianity, London, 1968, s.247; Kadir Albayrak, a.g.e., s.75. 30 129 benimsenmiştir.32 Böylece Kadıköy Konsülü ile birlikte Hristiyan âleminde hem inanç hem de kilise disipliniyle alakalı çok önemli kararlar alınmış, Doğu Hristiyanlığı Batıdan kopmuş ve Antakya Süryani Ortodoks Kilisesi parçalanıp doğu kiliseleri arasında bağımsız bir patriklik haline dönüşmüştür. Hristiyanlık Ortodoks (gerçek inanç)33 ve Katoliklik (evrensel) olarak ikiye bölünmüştür.34 Kadıköy Konsülü, aldığı itikadi kararlarla İstanbul Patrikliği ile Roma Kilisesinin birbirine düşman olmasına neden olmuştur. Aynı zamanda Antakya Süryani Kilisesi, Mısır'da Kıpti Kilisesi, Habeşistanlı Hristiyanlar ve Ermeni Kiliseleri Konsülün kararlarını tanımayarak kendi kiliselerini kurmuşlardır.35 Buna karşılık Roma ve İstanbul merkezleri, Konsülün kararlarının arkasında durarak Hristiyan dünyasının liderliğine yükselmiş ve Katolik (Batı) mezhebini oluşturmuşlardır. 36 32 Monofizitizm: Monos=tek, physis=tabiat kelimelerinden gelen ve tek tabiat anlamındaki bu görüşe göre İsa'daki insani tabiatın ilahî tabiat içerisinde yok olduğunu ve dolayısıyla onda yalnızca bir tek ilahî tabiatın bulunduğunu savunan Kristolojik doktrindir. Buna göre kelam İsa ile birleşmeden önce de İsa Tanrı idi ve Meryem'den doğan çocuk (İsa) tam bir insan ve tam bir tanrıdır. Dolayısıyla da Meryem Theotokos (Süryanice"Yaldath Alaha" veya "Yaldath misiho") yani Tanrı'nın annesidir. İsa'da bulunan Tanrılık ve insanlık özellikleri değişmeksizin birleşmişlerdir ve birbirinden ayrılamazlar, dolayısıyla haç üzerinde acı çeken İsa'nın sadece insani doğası değil aynı zamanda da tanrısal doğasıdır. İskenderiye ekolüne mensup olan Cyrill tarafından savunulan Monofizit görüş M.S. 431 Efes Konsülünde kabul edilmiş. Fakat M.S. 451 Kadıköy Konsülünde Monofizit görüş reddedilerek Diofizit görüş kabul edilmiştir. Diofizitizm: İsa'nın şahsında birbiriyle birleşmez, ayrılmaz iki tabiatın, yani tanrısal ve insani tabiatın bulunduğunu savunan Kristolojik akımdır. Süryani Ortodoks, Ermeniler ve Kiptiler haricinde diğer Hıristiyanlık mezheplerinin çoğu tarafından kabul edilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Gündüz Şinasi, Din ve İnanç Sözlüğü, Ankara, Vadi Yayınları, 1998, s. 98-99, 266; Aziz S. Atiya, A History of Eastern Christianity, London, 1968, s.254; Kadir Albayrak, a.g.e., s.68; Kadir Albayrak, a.g.m., s.217. 33 Bu ayrım sonrasında siyaset kilise üzerinde egemen bir duruş sergilemeye başlamış ve Kadıköy konsülü kararlarını kabul etmeyen -özellikle Antakya Süryani Kilisesi- baskı altına alınmış ve bunlara karşı katliamlara girişilmiştir. Bkz.Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s.186-187. Ayrıca Arius’ın benzerliğini iddia ettiği “Tanrı-İsa” ilişkisine “aynılık” görüşü ile karşı çıkan Athanasios'un temsil ettiği inanışın izindekilere “Ortodoks” denmiştir. Mehmet Çelik, Fener Patrikhanesinin Ökümeniklik İddiasının Tarihi Seyri (325-1453), İzmir, 2000, s.15; Mehmet Çelik, Siyasal Sistem Açısından Bizans İmparatorluğunda Din- Devlet İlişkileri I, İzmir, Akademi Kitabevi Yayınları, 1999, s.15. 34 Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s.178-186. 35 Yıldırım, a.g.e., s. 45-47; Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 86; Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.75; Canan Seyfeli, İstanbul Ermeni Patrikliği, Ankara, Andaç Yayınları, 2005, s.5-14. 36 İstanbul Merkezi, 1054 yılından sonra İstanbul Patriği Mihael Cerularius ve Roma Papası Cardinal Humbert döneminde aldığı bir kararla Katolik merkezinden ayrılarak Ortodoksluğa geri dönmüştür. Alınan kararda dikkat çekici husus Roma’nın ekonomik ve siyasi sebepler ile dini kullanmasıdır. Bkz.Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s.186. 130 Kadıköy Konsülü sonrasındaki gelişmeler de Süryaniler açısından önem arz etmektedir. Çünkü bu kararları tanımayan Antakya Süryani Kilisesi taraftarlarının çıkardığı ayaklanmalar İmparatorluk tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştır.37 Devam eden zulüm ve baskı sonucunda ise Süryaniler, Roma’nın rakibi olan Sasani İmparatorluğu’nun himayesine girmeye başlamışlardır.38 Bu gelişme üzerine dinin siyasete bulaştırılmasının bir örneği olarak İmparatoriçe Teodora, monofizitleri elden kaçırmak üzere olduğunu ve bunun kendisi için siyasi bir zafiyet yaratacağını anlayınca, siyasi koz olarak Yakup Baraday’ı İskenderiye Patriği Teodosius'a takdis ettirilerek Monofizitlerin başına geçirmiş ve Süryanileri yanına çekmeye çalışmıştır.39 Yakup Baraday’ın gayretleri ile tekrar toparlanan Süryani Kilisesi, bu başlamıştır. 40 sefer kendi içinde kristolojik kavgalarla parçalanmaya Yakup Baraday’ın Süryani Kilisesini toparlamak için gayretleri ve şahsının etrafında birleşen taraftarlarına atfen Yakup Baraday’ın izinden gidenlere "Yakubi" de denilmektedir.41 Gerçi Süryani kilisesi bu şekilde isimlendirmeyi kabul etmemekte “kadim” tabirini tercih etmektedir.42 Dolayısıyla tekrar bir canlanma dönemine giren Süryani Kilisesi; bu baskı ortamının doğurduğu ulusçuluk duygusu ile dönemin konjentründen faydalanarak güçlendiği ve sonucunda da Musul'un batısından Ruhâ'ya doğru, Diyâru Rabîa, Halep, Hıms ve Hama’ya kadar bir etki alanı yarattığı söylenebilir.43 Keza zamanla Tekrit de Süryanilerin merkezi olmuştur.44 37 Çelik, Süryani Tarihi, s.247-248; Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 85. William Dalrymple, A Journey in the Shadow of Byzantium: From The Holy Mountain, London, Flamingo Publishing, 1998, s.462; Zeynep Gül Küçük, “Mardin Ve Çevresinde Süryaniler”, Adana, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2008, s.17. 39 Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 378; Çelik, Süryani Tarihi, s.300-301; Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 18; Mehmet Aydın, a.g.e., s. 718. 40 Aziz Suryal Atiya, Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri: Yakubi, Nasturi, Maruni, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1995. 41 Antakya SüryaniKilisesi taraftarları Yakup Baraday’ın şahsına hürmetlerini dile getirirken kendilerine “Kadim” sıfatının kulanılmasını tercih etmektedirler. Bkz. Çelik, Süryani Tarihi, s. 319; Mehmet Aydın, a.g.e., s. 720; Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 378. 42 “Süryani Kilisesindeki Ayrılıklar” (Erişim) http://www.suryanilik.com/suryanilik/suryani klisesindekiayriliklar.html , 11 Mayıs 2009. 43 Bizansın Süryanileri baskı altında tutma ve sömürme politikasına karşı toplumsal harekette kilise 38 131 Süryaniler yedinci yüzyılda da etkinliklerini devam ettirmişler, 629'da Bizans İmparatoru Heraklius’un Pers işgalini sonlandırması, sonrasında da bölgede devam eden Müslüman işgali ile Süryani tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır. 3.1.4. Müslüman İdaresine Giren Süryaniler Müslümanlar, bölgeye geldiklerinde Hristiyan Kilisesini temsilen Monofizit Antakya Süryani Kilisesi mensupları ile daha çok Güney Arabistan’ın sahil şeridinde, Gassan ve Şam havalisinde; Suriye’de çoğunluğu temsil eden Melkaiye Kilisesi mensupları ile özellikle Mısır ve Suriye’de; İran’da yayılma imkânı bulan Nasturi Kilisesi mensupları ile Hire’de, Filistin’de, Suriye’nin Güneyinde ve Necran’da karşılaşmışlardır.45 Bir iddiaya göre ilk karşılaşma Hz. Muhammed döneminde olduğu yönündedir. Bir iddiaya göre de Hz. Muhammed’in Bursa kentinde Nastura adında bir rahiple görüştüğü46 ve ayrıca hicretin ikinci yılında Hz. Muhammed tarafından hazırlatılan ahitnamede iki defa Süryanilerden bahsedildiği belirtilmektedir.47 İslam fethinden önce, Süryanilerin biri Antakya'da diğeri İskenderiye'de olmak üzere iki merkezleri bulunuyordu. Bunların her ikisi de millî özellik taşıyordu. Mısır Süryanileri Kıptî Kilisesi olarak, Suriye Süryanileri de Antakya Kilisesi olarak görev yapıyordu. 48 Coğrafi sebeplerden İslamiyet’in ilk yıllarında Süryaniler çoğu yerde tarafından sahip çıkılması sonucunda başlamıştır. Bkz. Gibbon, a.g.e., s.293-294. 44 George C. Anawati, “Factors And Effects Of Arabization And Islamization in Medieval Egypt And Syria”, Islam And Cultural Change In The Middle Ages, ed.Speros Vryonis Jr., Wiesbaden, 1975, s.20-23; Levent Öztürk, “İslamiyet’in Yayıldığı Coğrafya’da Yaşayan”, s.26. 45 Elveren, a.g.t.,; Levent Öztürk, “İslamiyet’in Yayıldığı Coğrafya’da Yaşayan”, s.11-33. 46 Hamidullah Muhammed, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul, İrfan Yayıncılık, 1993, s.58. 47 Gabiel Akyüz, Osmanlı Devletinde Süryani Kilisesi, Mardin, 2002, s.14, 21,32; Mehmet Şimşek, “Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi Patrikhane Nizamnamesi” SBArD (Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi), Dicle Üniversitesi Yayınları, Yıl:III, S.:6, Eylül 2005, s.726. Bu görüşün tersi için bkz. Mehmet Azimli, “Müslüman-Süryani İlişkilerine Giriş”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları, 2005, s.41-42. 48 Levent Öztürk, “İslamiyet’in Yayıldığı Coğrafya’da Yaşayan”, s.33. 132 Hristiyanlığın tek temsilcisi durumundaydılar. Özellikle Bizans İmparatorları Mauricus ve Phokas dönemlerinde gördükleri zulümden bunalmış olan Süryaniler, İslam ordusunun MS 636 yılında Bizans'ı yenerek Suriye'yi alması sonrasında karşılaştıkları Müslümanların yönetim altında, kendileriyle aynı dinden olan Bizanslılardan hiç görmedikleri derecede özgürlüğe sahip olmuşlardır.49 Müslümanların, Süryani Hristiyanlara karşı hoşgörü ve hatta koruyucu nitelikte olduğu dile getirilmektedir.50 Tabii bu hoşgörü, İslam’a ve işgalcilere müdahale etmeyip, vergilerini ödedikleri sürecedir. Ayrıca, 'Ehli Kitab' olmaları da kendilerine Müslümanların sıcak bakmasına sebep olmuştur.51 Süryaniler ile Müslümanlar arasındaki iyi ilişkiler özellikle Halife Ömer zamanında daha da gelişmiştir.52 Süryanileri Bizans baskılarından kurtardığı için Halife Ömer’e “Faruk” (Süryanice’de kurtarıcı anlamına gelen Foruqo) adını vermişlerdir.53 Süryanilere gösterdiği yakınlıktan dolayı Mor Gabriel Manastırına onun ismine atfen “Deyru’l-Umur” adı verilmiştir. 54 Süryanilerin Müslüman idaresinden memnuniyetlerinin bir göstergesi de 975 yılında, 49 Bizans’ın ülkede "mezhep birliği"ni sağlama düşüncesiyle İstanbul Kilisesi'ne Ekümenik statü vermeye çalışması ve sonrasında Doğu Hıristiyanlığı ile içine girdiği çekişme sonrasında Bizans şiddette yöneltmiş ve Doğu hiristiyanlarına yönelik yapılan bu katliamlar, Süryanileri yok olma noktasına kadar getirmiştir. Bkz. Mehmet Çelik, Fener Patrikhanesi'nin Ökümeniklik İddiasının Tarihi Seyri (325-1453), İzmir, Akademi Kitabevi, 2000, s.31; Çelik, Süryani Tarihi, s.322-328; Mehmet Aydın, a.g.e., s. 721; Aziz Suryal Atiya, Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri: Yakubi, Nasturi, Maruni, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1995, s.26. 50 Müslümanların bölgenin fethi sırasında ve daha sonraki dönemde Hıristiyanlara karşı iyi davrandığını sadece Müslüman müellifler değil, Süryani müellifler de teyit ederler ve hatta Müslümanların daha insaflı olduğunu ve kendi dindaşı olan Bizanslılardan daha iyi olduklarını dile getirenler mevcuttur. Bkz. Muhammed, a.g.e., s.920; Azimli, a.g.m., s.43-44. 51 İslam Devleti'nin yönetimi altında kilise yönetimin sorumluluklarını yerine getirmesi karşılığında özerk bir yönetim halinde olduğunu söylemek de mümkündür. Bkz. Aziz Suryal Atiya, Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri,, s.28. 52 Gabriyel Akyüz, Deyrulzafaran Manastırı Tarihi, Mardin, Resim Matbaacılık, 1998, s. 34-37; Koluman, a.g.e., s. 41; Mehmet Aydın, a.g.e., s. 721. 53 Çelik, Ortadoğu Mozaiği: Süryânîler-Nasturiler, s.36; Doru, a.g.e., s.92. 54 634 yılında Rum kumandanı Harkel Urfa'yı işgal ederek Süryani kilisesine yönelik uyguladığı baskı sonrasında Mor Gabriyel’in İslam ordusunu desteklemesi ve bu yardım karşılığı olarak İslam ordusu başkumandanı Hattaboğlu Ömer'in Mor Gabriyel'e mühür ve imzasıyla tasdikli verdiği Ferman ile sağladığı imkanlar Mor Gabriyel manastırını uzun bir süre saldırılardan korur. Bu itibarla, manastıra İslam Ordusu başkumandanı olan Hz. Ömer'in adına izafeten Deyr-el-Ümer adı verilir. Bir başka rivayette ise Deyr-el-Umur denilmesi, Süryanicede sakinlerin barındığı yer anlamına gelen Umro kelimesi kökenli olduğudur. Bkz. Hanna Dolapönü, Deyr-el-umur Tarihi, çev. Cebrail Aydın, Mardin, Hikmet Aynaz Matbaası, 1961, s. 12. 133 Suriye'nin kısa bir süre Bizans hâkimiyetine girmesi üzerine, Patriklik merkezlerini Müslümanların olmalarıdır.55 Ayrıca hâkimiyetinde Müslüman idaresi olan Malatya'ya taşımış altında olmalarına rağmen İslamlaştırma politikasına uğramamış olmaları ve günümüze kadar Hristiyan varlıklarını sürdürmeleri de bu konuda ileri sürülebilecek bir iddiadır.56 Diğer taraftan Süryani dili de Arapçayı etkilemiştir.57 Süryanilerin İslam egemenliğinde en parlak periyodu, Abbasiler dönemindedir. Bu dönemde 215 tabip, 63 çevirmen, 40 filozof ve mantıkçı, 15 astronomi bilgini, 10 matematikçi, 7 gökbilimci, 5 kimyager, 4 eczacı, 1 coğrafyacı, 1 soy bilimi bilgini, 1 laborant, 1 teleskopçu olmak üzere toplam 363 Süryani bilim ve kültür adamının adı Süryani kaynaklarında geçmektedir.58 Aynı dönemde, Arapçanın önem kazanmasına kadar Süryanice de önemini korumuştur. 59 Bu ilişkinin diğer yönü de Müslümanların Süryanilerden elde ettiği kazanımlardır. Süryaniler, Müslüman Araplar için Helen kültürü ile aralarında bir köprü görevi görmüşlerdir. Ayrıca Süryanilerin ekonomik güçleri ve ticaretteki başarıları, Müslüman Araplara dolaylı fayda sağlarken diğer taraftan verdikleri cizye vergisi ile de doğrudan fayda sağlamıştır.60 İslam egemenliği altına girdiklerinde Süryanilerin göreceli yüksek olan eğitim seviyeleri, onların Bağdat’taki Abbasi Sarayında önemli noktalara gelmelerini ve sonucunda da Helen kültürünün Arap dünyasıyla tanışmasında rol 55 Çelik, Ortadoğu Mozaiği: Süryaniler-Nasturiler, s.37. J. Roldanus, De Syrisch Orthodoxen in Istanbul, Kampen, Hollanda, Uitgeversmaatschappij J.H. Kok, 1984, s.23-24. 57 Ba'uth / Yakarış, Cehennem, Teşbih, Salat gibi Süryanice asıllı bazı kelimeler ile Hıristiyanlıkla ilgili bazı terimlerde Arapça'ya geçmek suretiyle Müslümanlar'in düşünce dünyasına girmiştir. Bkz. Doru, a.g.e., s.116. 58 Doru, a.g.e., s.93. 59 Aziz Suryal Atiya, Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri, s.28-29. 60 Roldanus, a.g.e., s.22-23. 56 134 oynamıştır. Bu nedenlerle 7’nci yüzyıldan 10’uncu yüzyıla kadarki dönem, Süryaniler için parlak dönemlerinden biri olarak sayılmaktadır.61 3.1.4.1. Haçlı Seferleri ve Süryaniler Türklerin Anadolu'ya girmeye başlaması sonrasında Türkler, özellikle Batı Hristiyan dünyası için tehdit olarak algılanmışlardır. Bu düşünceden yola çıkarak 1096 yılında başlayan ve 1291 yılına kadar devam eden Haçlı Seferleri düzenlenmiştir. Bu seferler, daha çok başarısız ve yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Özellikle Birinci Haçlı Seferi, Müslüman-Hristiyan ayrımı yapılmadan tam bir yağma düzeni içinde gerçekleşmiştir.62 Haçlılar, Mezopotamya’da karşılarına çıkan Süryanileri de diğer dinsel gruplar gibi görmüş ve onlara da birçok zararlar vermişlerdir.63 Haçlıların Ortadoğu'ya müdahalelerine kadar geçen süre içinde Süryaniler, İslam yönetimi altında en parlak dönemlerini yaşarken Haçlı Seferlerinin başlaması ile bu huzurları bozulmuştur. İlişkilerin değişen doğası sonucunda Doğu Kiliseleri ve Hristiyan cemaatlerin durumu eskiye göre oldukça kötüleşmiştir.64 Zira Süryani Ortodoksların sayısını bu dönemde azaltan en büyük etken, Müslümanlar değil, Batıdan gelen dindaşları olmuştur.65 Ayrıca Doğu ile Batı Kiliseleri ve Katolik Süryanilerin Papalık ile sürekli temasları, Haçlı Seferleri döneminde başlamıştır.66 Bunu takip eden dönem içinde de Katolik ve Protestan misyonerlik faaliyetleri giderek yoğunlaşmaya başlamıştır.67 61 Aziz Suryal Atiya, Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri, s.27-28. Sever, a.g.e., s.209. 63 Ahmet Taşğın, “Avrupa’ya Süryani Göçü: İsa’nın Doğulu ve Batılı Çocuklarının Karşılaşması”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007. 64 Aziz Suryal Atiya, Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri, s.26-27. 65 Roldanus, a.g.e., s.31-32. 66 Aziz Suryal Atiya, A History of Eastern Christianity, London, 1968, 289’den aktaran Kadir Albayrak, a.g.e., s.102. 67 Taşğın, “Avrupa’ya Süryani Göçü: İsa’nın Doğulu ve Batılı Çocuklarının Karşılaşması”.; Roldanus, a.g.e., s.29-30. 62 135 Haçlı Seferleri başladığında Türk ve Süryani ilişkilerinin olumlu bir atmosferde olduğu görülmektedir.68 Bu olumlu havanın Haçlı Seferleri ile bozulmuş olması ve Haçlıların Süryanilere yönelik kötü ve acımasız yaklaşımı, bugün bile çoğu Süryani tarafından kötü hatıralar olarak anılmaktadır.69 Bu görüş dışında Haçlı-Süryani ilişkisini olumlu değerlendiren yazılar da vardır.70 Haçlı Seferlerinin bir yönü de karşılaştıkları toplulukların değerlerini ve kaynaklarının bir kısmını, dönüşlerinde Batı’ya götürmeleri oluşturmaktadır.71 Böylece Batının Doğuya yönelik politikasında ve kendi devrimini yaratmasında, dolaylı olarak Süryanilerin de katkısının olduğunu söylemek yanlış olmaz. Yalnız bu durum Süryaniler adına çok fazla önem arz etmemektedir. Çünkü daha sonra meydana gelen Süryani göçünde Batı’da kendilerine yönelik bir bilgi birikiminin olmaması bunun bir göstergesi olarak düşünülebilir. 3.1.4.2. Selçuklular Dönemi Bizanslıların baskılarından bezmiş olan Süryaniler, Selçukluları bir kurtarıcı gibi görmüş ve Alparslan'ın Malazgirt zaferini sevinçle karşılamışlardır.72 Hatta savaş meydanlarında Türklerle savaşan Bizans ordusunun saflarından çekilerek Bizans ordusunu yalnız bırakmışlardır.73 Selçuklular da Süryanilerin kendisine yönelik yaklaşımlarını, Süryani Kadim 68 Birinci Kılıç Arslan’ın 1096 yılında Malatya kuşatması buna güzel bir örnektir. Bu kuşatmada Malatya Hıristiyanları ve özellikle Süryanileri, şehri Türklere teslim etmek istemişlerdir. Gerçi bu girişim kendilerine pahalıya mal olmuştur. Metropolitleri şehrin valisi tarafından öldürmüş, Bizans İmparatoru Birinci Alexis tarafından da İstanbul’daki Süryani kiliseleri yıktırıp bu kiliselere mensup Hıristiyanlara, akla gelmeyecek zulümler yaptırılmıştır. Bkz. Koluman, a.g.e., s.47 69 1964 yılında Dönemin Papa'sı Papa VI. Paul ile İstanbul Patriği Athenagoras karşılıklı olarak aforozları kaldırmış olmalarına rağmen iki kilise arasındaki bu yumuşama halka yansımamıştır. Çünkü Yunan halkı bugün dahi IV. Haçlı seferlerinde Katoliklerin yaptığı 1204 yılındaki Haçlı Soygununu affetmemektedirler. Bkz. “Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi’nin İman İlkeleri” (Erişim) http://toplum vetarih.blogcu.com/sur-yani-kadim-ortodoks-kilisesi-nin-iman-ilkeleri/3415814, 11 Aralık 2008. 70 Dore d Dahwonoye, Seryoye Madenhoye w Macerboye; Doğu ve Batı Süryanileri’nin Altın Çağları, çev. Murat Kara, Södertalje-İsveç, Nsibin Yayınevi, 1994, s.22. 71 Elveren, a.g.t. 72 Sever, a.g.e., s.174. 73 Sertoğlu, a.g.e., s.79; Bülbül, a.g.e., s.59. 136 Kilisesi topraklarından 74 ödüllendirmiştir. elde edilen kazançtan vergi almayarak Ayrıca bu dönemde Selçuklu sarayında yönetici veya hekimlik gibi görevlerde yer alan Süryaniler, sarayın önemli bir kesimini oluşturmaya başlamışlardır.75 Sonuçta Selçukluların Anadolu'ya gelişlerinden sonra, Süryaniler tam bir emniyet ve güvene kavuşmuşlardır. Selçuklulardan büyük itibar gören Süryaniler, Bizans ve Bizans'ın Rum Ortodoks Kilisesi'nin baskılarına karşı Selçuklu hükümdarları tarafından himaye ve destek görmüşlerdir.76 Selçuklu sultanlarının Süryani patrikleri ile kurdukları samimi dostluklar, Selçuklu-Süryani ilişkilerindeki o olumlu hava, bugün dahi sıklıkla dile getirilmektedir. Özellikle I. Kılıç Arslan dönemi Selçuklu Devletinin hükümranlığı altındaki en iyi olan dönemdir. I. Kılıç Arslan, Süryani halkı tarafından hami ve kurtarıcı olarak tanınmıştır. Onun ölümünde bütün halk yas tutmuştur. Sadece I. Kılıç Arslan değil, diğer Türk beylerinin çoğundan da aynı derecede memnun olduklarını, tarihçilerin aktardığı Artuklulardan Gazi Belek’in 1124 yılında ölümüne Müslümanlar kadar üzüldüklerinden anlamaktayız.77 Aynı şekilde Süryaniler arasında ilmi ve şöhreti ile ün kazanan Patrik Mor Mihayel Rabo'nun II. Kılıç Arslan ve diğer Türk yöneticiler hakkında eserlerinde övgü ile bahsetmesi, Süryanilerin Türk yönetiminden ne kadar memnun kaldıklarının diğer bir göstergesi olarak kabul edilebilir.78 Gerçi Haçlı Seferleri sonrasında yaşanan olumsuz hava Selçuklu-Süryani ilişkilerini de olumsuz etkilemiştir. 74 Mehmet Şeker, Anadolu’da Bir Arada Yaşama Tecrübesi, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2000, s.34; Bülbül, a.g.e., s.59. 75 Sever, a.g.e., s.200-201, 245. 76 Koluman, a.g.e., s.60; Bülbül, a.g.e., s.59. 77 Günel, a.g.e., s.333; Şeker, a.g.e., s.64; Bülbül, a.g.e., s.60-61. 78 İsmail Hami Danişmend, “Süryani Mikail Vakayinamesi”, Türklük, No. 1, 1939, s.73; Çelik, Ortadoğu Mozaiği: Süryaniler-Nasturiler, s.37. 137 Anadolu Selçuklu Devleti, İlhanlı darbesiyle tarihteki misyonunu tamamlarken, yaklaşık yüzyıl süren belirsizlik ve beylikler dönemi de Yavuz Sultan Selim'in Turnadağ Savaşı ile sona ermiş, Anadolu'ya Osmanlı tuğrası damgasını vurmuştur. Bu döneme kadar yani Selçuklu idaresi süresince Süryani Ortodoks Kilisesi, yirmi metropoliti, yüz üç piskoposu, Mezopotamya ve Suriye'de milyonlarca inananı ile gücünün zirvesine ulaşmıştır. Haçlılar, Memluk ve Moğol akınları ile bu dönem çeşitli dalgalanmalar yaşasa da 1401 yılındaki Timur saldırısı sonrasında Süryaniler için düşüş dönemi başlamıştır.79 3.2. OSMANLI HÂKİMİYETİNDE SÜRYANİLER Osmanlı Devleti, üç kıta üzerinde 10-50 derece kuzey enlemleri ile 1060 derece doğu boylamları arasındaki saha ve genişlik itibariyle bir kıta görünümünde olan coğrafyada, çok çeşitli din, dil, mezhep, ırk gibi farklı özelliklere sahip olan bir halkı bünyesinde barındıran bir imparatorluktur.80 Osmanlı, orta çağ ve modern zamanlarda İslam, Hristiyanlık ve Museviliği de tanıyan ve güvence altına alan tek siyasi organizasyondur.81 Osmanlı Devleti, vatandaşı olan herkese, geniş bir hoşgörü içinde inanışlarını serbestçe yaşama imkânı vermiştir.82 Osmanlı idaresi din farkına bakmadan herkese kanunlar çerçevesinde vatandaşların 79 zarar muamele görmemeleri yapmış, için hatta elinden Müslüman geleni olmayan yapmaktan da Durak, a.g.e, s.196. Geniş Bilgi için bkz. Şinasi Altundağ, “Osmanlı İmparatorluğunun Vergi Sistemi Hakkında Kısa Araştırma”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı 2, s.189; Ziya Kazıcı, “Osmanlı Devletinde Dinî Hoşgörü”, Köprü, Üç Aylık Fikir Dergisi, Kış 99, Sayı: 65 (Erişim)http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=411, 22 Mayıs 2018. 81 İbrahim Özcoşar, “Osmanlı Devleti'nde Millet Sistemi ve Süryani Kadimler”, Geçmişten Günümüze Nusaybin Sempozyumu, Mardin, 2004, s. 1. 82 Ülkenin egemenlik sahası içerisinde Müslümanların dışında Rumlar, Yunanlılar, Bulgarlar, Pomaklar, Sırplar, Hırvatlar, Karadağlılar, Bosnalılar, Arnavutlar, Macarlar, Polonyalılar, Çingeneler, Ermeniler, Gürcüler, Süryaniler, Kildaniler, Araplar (Maruni, Melkit vs), Yahudiler, Romenler, Türkler (Gagavuzlar), Kıptiler, Habeşler bulunuyordu. Ulaşım ve iletişim teknolojisinin günümüzün sınırlarına bile ulaşmadığı çağlarda bu kadar etnik ve dini farklılıklara sahip gayr-ı Müslim toplulukların idaresi Osmanlı yönetiminin hoşgörüsü ve müsamahası ile mümkün olmuştur. Bkz. Said Öztürk, “Osmanlı Hoşgörüsü”, (Erişim) http://www.akademiktarih.com, 10 Nisan 2008. 80 138 çekinmemiştir.83 Bu anlamı ile Osmanlı döneminde Süryanileri anlayabilmek için öncelikle Osmanlı Devletinin yönetim sistemini anlamak gerekmektedir. Osmanlı politikası, fetih esasına dayanan çok toplumlu bir devlet olarak varlığı; genişlemeye ve kozmopolit toplum yapısını yönetecek bir idare yapısına sahip olmayı zorunlu kılmaktaydı. Çok sayıda yerel, aşiretsel, dilsel ve dinsel grubun bir karışımından oluşmuş Osmanlı toplumundaki tüm bu grupların kendine yeten kapalı yapısı, 19’uncu yüzyılda Batı'nın Osmanlı devletine müdahaleleri ile değişmiş84 ve “millet” sistemi olarak anılan Osmanlı toplum yönetim yapısı kökten yıkılmıştır. Teokratik bir idare şekline sahip olan Osmanlı Devleti, azınlıklara dinî bir politikayla yaklaşmış ve onları ‘Müslüman olmayanlar’ şeklinde sınıflandırmıştır. Müslüman olmayanlara tanınan statü ise, iki yönlü olmuştur. Birincisi, hem Müslim hem de gayrimüslimlerin yararlandığı hukuk sistemi, ikincisi de sadece gayrimüslimlerin yararlandığı imtiyazlar sistemidir.85 Başlangıçta bir politika olarak başlayan kapitülasyonlar ve verilen imtiyazlar zamanla batılı devletler tarafından Osmanlı Devletine karşı kullanılan kozlara dönüşmüştür. Osmanlı Devletinin verdiği bu imtiyazlar zamanla geri dönülemez bir hal almış ve Osmanlı’nın sonunu hazırlayan önemli etkenlerden biri olmuştur. Osmanlı hükümetinin hâkimiyeti altında olan çeşitli etnik dinî topluluklar, 1888 yılında ayrı olarak kayda geçirilmiş ve 1906-1907 nüfus sayımında Bulgarlar, Protestanlar, Yunan ve Ermeni Katoliklerine ek olarak Maruniler, Süryaniler, Keldaniler ve hatta Samaritanlar gibi eski etno-dinsel gruplar da yeni milletler olarak kayda geçirilmiştir. Gerçi Süryanilerin yaşadıkları bölgeler, 16’ncı yüzyılda Yavuz Sultan Selim’in Doğu Anadolu ve 83 Fairfax Downey, Kanuni Sultan Süleyman, çev. Enis Behiç Koryürek, İstanbul, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1975, s. 99; Kazıcı, a.g.m. 84 Hourani, a.g.e., s.23-26. 85 Azmi Süslü, “Atatürk Ve Azınlıklar”, Uluslararası İkinci Atatürk Sempozyumu, Ankara, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, 9-11 Eylül 1991, s.138; Kazıcı, a.g.m. 139 Mısır seferleri sonucunda Osmanlı sınırları içine katılmıştır. Böylece Osmanlı sınırlarındaki gayrimüslim topluluklar içinde Süryaniler de yerini almıştır. Osmanlı kayıtlarında Süryani tabirine ilk defa Yavuz Sultan Selim'in Kudüs Ermeni Patrikliği’ne verdiği fermanda rastlanmakla beraber millet statüsü içine alınması biraz zaman almıştır.86 Diğer taraftan Yunan Ortodoks, Ermeni ve Yahudi milletleri sıralamada başta gelmeyi sürdürmüştür. Kilise hiyerarşisinde bulunan otoriteler tarafından; dinî sembollerin resmî olarak öne çıkarılması ve etnik kimlik duygusunun ikincilleştirilmesi, etnik duyguyu yok etmemiş, ondan ayrılmaz hale gelmiş olan dinî kimlikle birlikte güçlendirmiştir. Şartlara göre bu kimliklerden hangisi önemli görünmüşse gruplar onu vurgulamaktan çekinmemiştir. 19’uncu ve 20’nci yüzyılda, Avrupa etkisi altında etnodinsel kimlikler, ulusal kimliklere dönüşüm göstermiştir.87 Giderek güçlenen etnik kimlik, Osmanlı Devleti içerisinde Güneydoğu Anadolu, Suriye, Lübnan, Filistin ve Irak’a kadar geniş bir alana yayılmış olan Süryanileri de kısmen etkilemiştir. Ayrıca, Osmanlı Devleti, Süryani Kilisesini (Kadim) resmen 1847'de tanımış ve 1850'de Mardin'de, yeni patriklik merkezi inşaatına başlanmıştır.88 3.2.1. Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi Osmanlı Devleti, Müslim ve gayrimüslimler arasında yoğun ilişkilerin yaşandığı bir devlet olmuştur. Bu ilişki, hukuki, sosyal ve ekonomik açıdan bir uyum ve düzeni gerekli kılmıştır. Bu düzen İslam Hukukuna göre oluşmuştur. Osmanlı Devleti'nde kamu hukukunda halk iki ana gruba; Müslümanlar ve zimmiler olarak ikiye ayrılmıştır. 89 Zimmiler, İslam devleti tarafından zimmet 86 Ercan Yavuz, Kudüs Ermeni Patrikhanesi, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1988, s. 15, 33-34. H. Kemal Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914): Demografik ve Sosyal Özellikleri, çev. Bahar Tırnakçı, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2003, s.59-83. 88 Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 289. 89 Zimmi, kendi dinlerini değiştirmeden bir İslam devletinin korumasından yararlanan, Müslüman olmayan ehl-i kitap kişilere zimmi denir. İslam hukukuna göre gayrimüslimler, egemenliklerini kabul 87 140 adı verilen bir anlaşmaya dayanarak korunan toplulukları oluşturmuştur.90 Dar’ül Harb’de yaşayan ehl-i kitap, haraç ve cizye ödeyerek İslam egemenliğini kabul edenler, zimmi olarak kabul edilmiştir.91 Zimmiler, mezhep ya da dinlerine göre gruplandırılmış ve bu gruplara ‘millet’ adı verilmiştir. Osmanlı Devleti’nin egemenliği altındaki bu toplulukları, din ya da mezhep esasına göre örgütleyerek, yönetmesine de ‘millet sistemi’ denilmiştir.92 Ancak millet tabiri günümüzdeki anlamıyla, İngilizce karşılığı olan ‘nation’ manasında ırkî bir aidiyeti değil, dinî bir aidiyeti ifade etmektedir. Doğu milletlerinde bu kavramı bugünkü ‘nation’ anlamında kullanmak, Osmanlı’nın son dönemlerinde, özellikle 19’uncu yüzyıldan itibaren başlamıştır. Cemaat sözcüğüne eş olarak kullanılan93 bu kavram ile ettikleri İslam devletiyle yaptıkları anlaşma sonucunda zimmi tebaa statüsüne kavuşurlar. Bu sayede bazı siyasi ve inançla ilgili haklar için farklı uygulamalar dışında, Müslümanlarla eşit haklara kavuşurlar. Zimmiler kısıtlanmış bir yaşam sürerler. Sınıfsal konumları nedeniyle ayrıcalık taşıyan belirli bir grup gayrimüslim dışında geri kalan tebaaya belirli kısıtlamalar uygulanmaktadır. Örneğin; ibadetlerini yerine getirirken serbest davranamaz ve Müslümanları rahatsız edemez, Müslümanların yaşadığı yerlerde kilise dışına haç çıkarılamaz, yüksek sesle ayin yapılamaz ya da çan çalınamaz gibi kısıtlamalar mevcuttur. Müslümanlara göre vergileri daha fazladır. Giyim tarzları ve dış görünüşleri Müslümanlardan farklı olmak zorundadır. Örneğin; şapka ve ayakkabılar Rumlarda siyah, Yahudilerde mavi, Ermenilerde kırmızı olmak zorundadır. Bu zorunluluk, iki kesimi birbirinden ayırt etmeyi sağlamak için getirilmiştir. Gayrimüslimlerin oturduğu bir mekâna bir meclise bir Müslüman girdiğinde ayağa kalkıp saygı göstermek zorunludur. Osmanlılarda Müslümanlar "Milleti-i hâkime" (Hâkim Millet), gayrimüslimler ise "Milleti-i mahkûme" (Mahkûm millet) olarak adlandırılmışlardır. Müslümanlar, zımmilere yani kendilerine belirli şartlar altında zimmetlenmişlere Tanrı adına söz vermişlerdir. Devletin egemenliğini kabul ettikleri sürece canları, malları, ırz ve namusları korunacak ve onlara dokunulmayacaktır. Bunun karşılığında da devlete 'cizye' ve 'haraç' denilen vergileri ödemektedirler. Bkz. Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu: 1839-1914, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1989, s. 8; Toktamış Ateş, Osmanlı Toplumunun Siyasal Yapısı, Filiz Yayınları, İstanbul, 1991, s.147; Yahya Koçoğlu, Azınlık Gençleri Anlatıyor, İstanbul, Metis Yayınları, 2001, s.13. 90 İslam devleti ile ehl-i kitap arasında yapılan iki taraflı sözleşmeye zimmet adı verilmektedir. Bkz. Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s.7-8. 91 “Dar’ül Harb”, Müslümanlarla gayrimüslimler arasında sulh akdedilmemiş memleket, kafirlerin ve onların gayri-islami hükümlerinin hâkim olduğu yerdir. “Haraç”, zimmi toprak sahiplerinin fetihten önceki topraklarından yararlanmayı sürdürebilmeleri için verdikleri vergidir. “Cizye”, ergin, vücut ve akılca sağlam, vergi verebilecek güçte olan gayrimüslim erkeklerden askerlik hizmetine karşılık alınan vergidir. Bkz. Pakalın, a.g.e., s.509; Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s.26-27. 92 İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi”, Türkler, Ankara, Cilt 10, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 217. 93 Cevdet Küçük, “Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi”, Yeni Türkiye Dergisi, Ankara, Cilt 38, Ermeni Özel Sayısı II, 2001, s. 211. 141 Müslüman bir devlet olarak Osmanlı devlet otoriteleri ile gayrimüslim topluluklar arasındaki düzenlemeler tanımlanmıştır.94 Kuran’ı Kerim’de din anlamında kullanılan ‘millet’ kavramı,95 Osmanlı'da da dinî toplulukları karşılayan bir terim olarak kullanılmıştır. Millet sistemi oluşturulurken etnik köken dikkate alınmaksızın, sadece din unsuruna bakılarak bir gruplandırmaya gidilmiştir. Bu sistem içinde fert; etnik ve lisan aidiyetine göre değil, din ve mezhep aidiyeti esasına göre bir cemaate bağlıdır. Türkler, Araplar, Arnavutlar gibi Müslüman topluluklar "Millet-i İslamiye"yi oluştururken, Müslüman çoğunluğun yanı sıra ‘Rum Milleti’,96 ‘Ermeni Milleti’ ve ‘Yahudi Milleti’ de bulunmaktaydı.97 Temelinde İslami esaslara bağlılık yatan ve Osmanlı Devleti'nin yöneticileri tarafından yönetim kolaylığı sağlama amacıyla Fatih Sultan Mehmet zamanından başlayarak geliştirilen millet sistemi, başlangıçta Rum Kilisesi'ne yönelik özerkliklerle başlamış ve zamanla diğer gayrimüslimleri de ihtiva eden bir yapıya dönüşmüş, her millet kendine ait yargılama, maliye, eğitim ve hayır kurumlarıyla, vakıflara sahip olmuştur.98 Gayrimüslimler ile Müslimler arasında vergi dışında bir fark bulunmuyordu.99 Ayrıca millet 94 Benjamin Braude, “Millet Sisteminin İlginç Tarihi”, Osmanlı, Ankara, Cilt 4, Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 245. 95 Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devletinde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, İstanbul, Risale Yayınları, 1996, s.17. 96 Örnek olarak “Rum milleti” kavramı ile etnik bir gruptan ziyade Ortodoks kelimesi ile eşanlamlı olarak dili ve ırkı ne olursa olsun Hıristiyanlık dininin Ortodoks mezhebine dâhil olan Sırp, Rum, Bulgar gibi herkes kastedilmiştir. Ayrıca aynı etnik kökenden olmamalarına ve birbirinden bağımsız kilise örgütlenmelerine sahip olmalarına rağmen, bazı kiliseler dahi tek bir millet olarak değerlendirilmiştir Bkz. Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s.9; Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi”, s. 218. 97 Koçoğlu, a.g.e., s.11. 98 Gülnihal Bozkurt, Alman - İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s. 10; Cevdet Küçük, "Osmanlılarda Millet Sistemi ve Tanzimat", Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt 4, İletişim Yayınları, 1985, s.1010-1011; Ortaylı, "Osmanlı İmparatorluğu'nda Millet", s. 996-1001. 99 Bu konuda birçok belge ve kanunname maddesi bulunmakta olup örnek olarak; 7 Receb 972 (9 Şubat 1565) tarihli bir hükümde Divriği’ye bağlı bir Hristiyanköyünde Müslüman iki sipahinin zimmilere haksızlık ettikleri ve köylülerden fazla para aldıklarının tespiti üzerine tımarlarının alındığı,99 21 Cemaziyülevvel 972 (25 Aralık 1564) tarihli başka bir hüküm de Çorum’da Veled adındaki sipahinin reayaya zarar vermek ve onlara haksızlık etmek suretiyle yetkilerini aşması üzerine yaptığı haksızlığa uygun bir ceza olarak kendisinin İstanbul’a gönderilmesi ve kürek cezası ile cezalandırılması emredildiği örnek olarak verlebilir. Bkz. Kazıcı, a.g.m. 142 sistemi içindeki Hristiyanlar arasındaki farklılıklar da Osmanlı’nın son dönemlerinde giderek dikkat çekici bir hal almaya başlamıştır.100 Osmanlı İmparatorluğu'nun güçlü olduğu dönemde iyi işleyen millet sistemi devletin zayıflaması, devletin ideolojik olarak Sünni İslam ideolojine yönelmesi101 ve milliyetçilik akımlarının da etkisiyle dağılmayı ve parçalanmayı hızlandıran en önemli nedenlerden biri haline gelmiştir.102 3.2.1.1. Değişen Düzen ve Yeni Hukuk Osmanlı topraklarında yaşayan Hristiyan gruplar lehine yapılan ilk antlaşmalar "Kapitülasyon Antlaşmaları"dır. Bu antlaşmaları 1615 tarihinde Avusturya ile yapılan ve Osmanlı'daki tüm Katoliklerin dinsel haklarının başka bir ülkeye verildiği ikili antlaşmalar izlemiştir. Daha sonra 1774 yılında Rusya ile yapılan "Küçük Kaynarca Antlaşması" ile Ortodoksların korunması hakkı başka ülkelere verilmiştir.103 Gerileme ve çöküş döneminde başka ülkelere kendi halkının korunması yönünde verilen bu haklar çöküş sürecini hızlandırmıştır. Diğer taraftan batılı devletlerin baskısından kurtulmak ve çağa ayak uydurarak çöküşü durdurmak için de bazı temel düzenlemeler yapılmıştır. Bu amaçla ilan edilen Islahat Fermanı'ndan sonra başlayan bu dönem, gayrimüslimlerin hukuksal statüleri bakımından önemli gelişmelere sahne olmuştur. Osmanlı tebaası olan her bir millet için, onları yeniden düzenleyen 100 Benjamin Braude, Christians and Jews In The Otoman Empire, Ed. Benjamin Braude, Bernard Lewis, New York-ABD, Vol.II, Holmes &Meier Publishers, 1982, s.5. 101 18. yüzyıldan itibaren devletin resmi ideolojisinde Sünni İslam’ın ön plana çıkmaya başlaması ile gayrimüslim halk kendini dışlanmış ve yabancı görmeye başlamıştır. Çoğu gayrimüslim halk, hukuk sorunlarını artık kendi cemaati içinde, kendi rahibine, papazına, hahamına danışarak çözümlemeye başlamıştır. Giderek dini cemaatler kendi hukuk ve eğitim sorunlarını da çözümlemeye başlayınca, gayrimüslim halkın günlük yaşamında devlet kurumları yerine, dini cemaatlerin kendi yaşamlarındaki önemi ortaya çıkmaya başlamıştır. Bkz. Sina Akşin, Türkiye Tarihi, Osmanlı Devleti 1600–1908, ed. Ayla Ödekan, Hüseyin G. Yurdaydın, Metin Kunt, İstanbul, Cilt III, Cem Yayınları, 1988, s.63. 102 Gülnihal Bozkurt, Alman - İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s. 10. 103 Arsava, a.g.e., s. 3. 143 birer "nizamname" hazırlanması gündeme gelmiştir.104 Buna göre 25 Nisan 1861’de Rum Ortodoks Patrikliği Nizamnamesi, 18 Mart 1863’de Ermeni Patrikliği Nizamnamesi, 22 Mart 1865’te Yahudi Milletinin Nizamnamesi ve 12 Mart 1878’de de Protestan Cemaatinin Nizamnamesi hazırlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu amaçla kurulan komisyonlar tarafından her millet için ayrı ayrı hazırlanan bu nizamnamelerle dinî, adli, siyasi birçok konuda yeni düzenleme yapılmıştır.105 1869 yılında çıkarılan "Tabiiyet-i Osmaniye Kanunnamesi" ile ilk kez bir İslam ülkesinde gayrimüslimler, Müslimler gibi vatandaş sayılmış ve hukuksal statülerindeki boşluklar ortadan kaldırılmıştır. Artık tarihsel, hukuksal ve dinsel Müslüman-zimmi ayrımı hukuken ortadan kalkmış, zimmiler de Osmanlı Devleti'nin vatandaşı sayılmışlardır.106 Gayrimüslimlerin Osmanlı Devleti içerisindeki hukuksal statülerinde meydana gelen gelişmelerde asıl dönüm noktasıysa "1876 Kanun-i Esasi"dir. Kanun-i Esasi ile din temeline dayalı millet sisteminden, din farkı gözetmeyen Osmanlı vatandaşlık sistemine geçilmiştir.107 İlk Osmanlı Parlamentosunda, padişah tarafından atanan üyelerden oluşan "Heyet-i Ayan" kanadındaki 38 kişiden 11'i, seçimlerle meydana gelen "Meclis-i Mebusan"ın ise 115 üyesinden 46'sı gayrimüslimlerden oluşmuştur. 1864 yılında gayrimüslimlerin Müslimlerle eşit şartlarda yerel yönetimlere katılmalarını sağlamak amacıyla "Vilayet Nizamnamesi" çıkarılmıştır. Gayrimüslimler, söz konusu nizamnameyle oluşturulan vilayet, sancak ve kaza merkezlerindeki idare meclislerinin hepsinde temsil edilmişlerdir. Yine bu nizamnameyle vilayet, sancak ve kazalarda kurulan 104 Cengiz Güleç, “Azınlıklarını Kaybeden Türkiye: Biz ve Ötekiler”, Dosya Azınlıklar, (Erişim) www.kurtulushareketi.org/files/publications/journal/kurtulus_10_06.pdf, 10 Temmuz 2009, s.59. 105 Pakalın, a.g.e., s.13; Gülnihal Bozkurt, "Türk Hukuk Tarihinde Azınlıklar", AÜHFD, Cilt 43, Sayı 1-4 (Ocak-Aralık 1993), s. 52-53; Ali Güler, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Azınlıklar, Ankara, Tamga Yayıncılık, 2000, s. 22-24, 51; Ürer, a.g.e., s. 136-140; İlber Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2000, s.61-63. 106 Gülnihal Bozkurt, Alman - İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s. 150. 107 Ürer, a.g.e., s.186. 144 hukuk ve ceza mahkemelerinde gayrimüslimler de yer almaya başlamıştır. Ayrıca taşrada, gayrimüslimlerden sorgu hâkimliği yapanlar da olmuştur.108 25 Ekim 1917 tarihli "Hukuk-u Aile Kararnamesi"yle, gayrimüslimlerin özel hukuk alanında kendi hukuklarına tabi olmalarına ilişkin uygulama değişmeye başlamıştır. Bu kararnameyle aile hukuku, her bir din grubu için ayrı ayrı kendi dinsel hukuk kurallarının düzenlendiği tek bir metinde birleştirilmiştir. Kararname, devletin yargı birliğini sağlayarak, cemaat (kilise) mahkemelerinin aile hukuku alanındaki yetkilerini kaldırmıştır. Fakat bu kararname, 19 Haziran yürürlükten kaldırılmıştır. 1919'da Damat Ferit hükümeti tarafından 109 Tüm bu yapılan düzenlemelere rağmen Osmanlı bünyesindeki toplulukların çoğunluğu yapılanları tatmin edici ve yeterli bulmamıştır.110 Bu düzenlemelerden en fazla rahatsız olanların başında ise dini liderler gelmiştir. Çünkü dini liderlerin yetki ve idare sistemlerinde önemli değişiklikler olmuştur. Bu değişiklikler cemaatler için olumlu olarak görülse de kilisenin toplum üzerindeki etkisi zayıfladığından dini liderler tarafından hoşnutsuzlukla karşılanmıştır. Bir kısım Müslüman tarafından da karşı çıkılan bu düzenlemeler, gizi gizli düşmanlıkları da ortaya çıkarmaya başlamıştır. 111 Ayrıca bu dönemde zaman zaman Osmanlı idaresinin, gayrimüslimlere yönelik bazı olumsuz davranışları da bu süreci olumsuz yönde etkilemiştir.112 Gerçi uygulamada gayrimüslimler aleyhine kötü olan düzenlemelerin bir kısmı daha sonra yapılan değişikliklerle giderilmeye çalışılmıştır. Fakat bu 108 Gülnihal Bozkurt, Alman - İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s. 83-85; Güler, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Azınlıklar, s.27-30; Cevdet Küçük, "Osmanlılarda Millet Sistemi ve Tanzimat", s. 1023-1024. 109 Gülnihal Bozkurt, "Türk Hukuk Tarihinde Azınlıklar", s. 141-142 110 Joseph V. Hammer , Büyük Osmanlı Tarihi, İstanbul, Cilt 9, Üçdal Neşriyat, 1993, s. 484; Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi 1838'den 1995'e, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1998, s.1066. 111 İlber Ortaylı, Batılılaşma Yolunda, İstanbul, MK Yayınları, 2007, s.12-30. 112 Örneğin 19. yüzyılda Mezopotamya'nın pek çok yöresinde Nasturiler ve Yakubiler yerlerinden edildiği iddia edilmektedir. Bkz. Aziz Suryal Atiya, Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri, s.34-35. 145 gelişmeler, toplumun kalanında giderek artan bir öfkeye neden olmuştur. Sonuçta yapılan ve yapılması planlanan tüm reformlara karşın, 1830’lardan sonraki isyanlar ve bağımsızlık hareketleri önlenememiş, Balkanlar dışında Cezayir ve Mısır'da da Osmanlı egemenliği son bulmuştur. 3.2.2. Millet Sistemi içinde Süryaniler Her ne kadar millet sistemi ile her kompartımanın genel yapısı korunarak gayrimüslimlerin Müslümanlardan ayrı tutulmasına çalışılmışsa da aynı hassasiyet gayrimüslimlerin kendi içinde değerlendirilmesinde gösterilmemiştir.113 Süryaniler de bu anlamda bağımsız bir cemaat olarak değerlendirilmemiş, küçük bazı Hristiyan kiliseleriyle birlikte bazen Ortodoks Rum Patrikhanesi, bazen de Ermeni Gregoryen Kilisesi içinde ele alınmışlardır.114 Süryanilerin bu kiliseler ile olan bağlılığı organik bir bağlılık değildir. Daha ziyade devlet ile olan ilişki ve yükümlülüklerde aracılık şeklindedir. Başlangıçta Süryanilerin yaşam alanları çevresinde şekillenen güç merkezlerinin batıya, yani İstanbul’a doğru kayması sonucu, Süryaniler periferide kalmış ve Ermeni Kilisesi üzerinden algılanır olmuşlardır.115 Bugüne kadar devam eden bu durum, önceleri Süryaniler adına önemli bir sorun yaratmazken, Osmanlı’nın son dönemlerine doğru Süryaniler de kendi kiliseleri vasıtasıyla temsil edilme çabası içine girmeye başlamışlardır. 113 Gerek yerleşim alanları, gerekse kıyafetleri açısından gayrimüslimler, Müslümanlardan farklı tutulmuşlardır. Gayrimüslimlerin oturduğu binaların, Müslümanların oturduğu binalardan yüksek olmaması kuralı getirilmiştir. Bkz. Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1996, s.10-20. 114 1665 yılında İstanbul Ortodoks Rum kilisesi ile Ermeni Gregoryen Kilisesi arasında bazı Hristiyan kiliselerinin hangi patrikliğe bağlı olduğu konusunda anlaşmazlık çıkmıştır. İstanbul Ortodoks Rum Patrikhanesinin bu mücadele başarılı olduğunu daha sonraki 1733, 1734, 1839 ve 1850 tarihli belgelerde görülmektedir. Çünkü bu belgelerde Gürcü, Habeş, Kıpti ve Sırp kiliseleriyle beraber Süryani Kilisesinin de Rum Patrikhanesine bağlandığını görülmektedir. Ancak 1821 tarihli başka bir belgede Mardin’de oturan Süryani Patriğinin devlete başvurusu, İstanbul Gregoryen Ermeni Patriği aracılığıyla yapılmıştır. Ayrıca bazı resmi kayıtlarda Süryani Kiliselerinin Ermeni Patrikhanesine bağlı olduğu kayıtlıdır. Bkz. Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, s.242. 115 Taşğın, “Avrupa’ya Süryani Göçü: İsa’nın Doğulu ve Batılı Çocuklarının Karşılaşması”. 146 Sadece Süryaniler değil, Habeş ve Kıpti Kiliseleri de Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerini Ermeni Patrikliği vasıtasıyla yürütmüşlerdir.116 Yavuz Sultan Selim, Mısır seferinde Osmanlı Devleti topraklarına dâhil ettiği yerlerde yaşayan Süryanileri, 9 Kasım 1517 tarihinde Kudüs’e girdiği sırada Memlûk Sultanlığı’na karşı Osmanlıları desteklemek şartıyla Ermeni Patriği Serkis’e, verdiği fermanla Ermeni Patrikhanesi’ne bağlamıştır.117 Ermeni Patrikliği’ne bu kiliselerin bağlanmasının sebebi İstanbul’da patriklerinin olmaması ve bundan dolayı işlerinin Ermeni Patrikhanesi’ne havale edilmesidir. Bu fermana göre Ermeniler eskiden beri bazı şartlarla kendilerinde olan kilise, manastır ve diğer kutsal yerleri, eskiden hangi şartlarla ellerinde bulunduruyorlarsa, aynı şekilde ellerinde bulundurmaya devam edecekler, hiç kimse onlara karışmayacaktır.118 Gerçi bazı kaynaklarda Deyru’l-zafaran merkezli Süryani Kadim Patrikliği’nin 1783 yılında İstanbul Ermeni Patrikliği’ne bağlandığı ve bu tarihten önce Süryani Patriği’nin Babıali ile aracısız ilişki kurduğunu da belirtmektedir.119 Süryaniler, Ermenilerden ayrı, bağımsız bir kilise olmak için 19’uncu yüzyılın sonuna kadar Osmanlı hükümetlerine başvurularına devam etmiş olmasına rağmen, tam olarak ne zaman bağımsız bir kilise oldukları kesin olarak bilinmemektedir. Osmanlı Salnamelerinde; Süryani Kadim Patrikliği’nin ancak 1890'lı yıllardan sonraki kayıtlarda, Ermeni Patrikhanesi defterinden ayrı olarak zikredildiği belirtilmektedir. Ayrıca 1895 sonrasında patriklere verilen fermanlarda ise; Süryani Kadim Patrikliğinin Deyru’l-zafaran 116 Eryılmaz, a.g.e., s. 34. Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler:, s. 230-231; Stanford J. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, çev. Mehmet Harmancı, İstanbul, E yayınları, 1982, s.95,128. 118 Eryılmaz,a.g.e., s.41-42. Ayrıca Yavuz’un Ermenilere verdiği fermanın metni için bkz. Ercan, Kudüs Ermeni Patrikhanesi, s. 15-17. 119 Seyfeli, a.g.m., s. 69. 117 147 merkezli Osmanlı Süryani Kadim Kilisesi olarak bağımsız Patriklik haline geldiği belirtilmektedir.120 Ermeni Patrikliği vasıtasıyla hizmetler yürütülürken doğal olarak 1863 tarihli Ermeni Patrikliği Nizamnamesi Süryanileri de etkilemiştir. Her ne kadar nizamnamede Süryaniler hakkında hiçbir madde bulunmamasına rağmen, bu tarihten sonra da Süryanilerin, Ermeni Patrikliği’ne bağlılığı konusunda resmî anlamda bir değişiklik olmamıştır. Ancak Süryanilerin çabaları sonucunda bu bağlılık sadece resmî yazışmalarla sınırlı kalmıştır. Osmanlı millet sistemi içinde yetkilerini kullanma yönünden Süryani Patrikleri121 ile Ermeni Patriğinin arasında bir farklılık olmamış ve bu konuda bir sıkıntı yaşanmamıştır.122 Yalnız patriğin Osmanlı makamlarınca resmen tanınması gerekmekteydi. Bunun için de öncelikle cemaat tarafından seçilmiş olmak gerekmekteydi. 19’uncu yüzyılın ortalarından itibaren patrik onayı için İstanbul’dan ferman alınmasına kadar giden girişimler, Süryanilerin bağımsız bir millet olarak tanınması yönündeki girişimler olarak kabul edilmektedir.123 Bu çabaların bir sonucu olarak Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi Patrikhane Nizamnamesi 18 Mart 1914’de onaylanmıştır. Nizamname ile patriğin ve diğer ruhanilerin seçim, görev özellikleri ile vergi, yardım konularını düzenlenmiştir.124 Süryani patrikleri, kendilerine verilen bu yetkiler çerçevesinde; kendilerine veya cemaatlerine yönelik yapılan herhangi bir haksızlıktan dolayı 120 Talip Atalay, "Lozan Antlaşması Öncesi ve Sonrasında Süryani Eğitim Kurumları", Khuka, Diyarbakır, Dicle Üniversitesi, Cilt VIII, Sayı 1, Mart 2005, s. 64. 121 Osmanlı Yönetiminde Süryani patriklerinin seçimi, tayini, yetkileri, taltifleri, maaş ve seyahatleri için bkz. Mustafa Çiçek, “Tanzimat Sonrasında Osmanlı Devletinde Süryani Cemaati”, Sakarya, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya, 2003, Bölüm III. 122 Ali Aktan; "Osmanlı Belgelerine Göre Kayseri'deki Gayrimüslim Tebaanın Durumu", III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Kayseri, Nisan 2000, s. 8-30. 123 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Gayr-i Müslim Cemaatlere Ait 9 No'lu Defter 1255-1328, s. 69-70.; Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Gayr-i Müslim Cemaatlere Ait 10 No'lu Defter, s. 41.; Başbakanlık Osmanlı Arşivi, GM 9, s. 105’den aktaran Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.73. 124 Mehmet Şimşek, “Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi Patrikhane Nizamnamesi” SBArD (Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi), Dicle Üniversitesi Yayınları, Yıl:III, S.:6, Eylül 2005, s.726-745; Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, İstanbul, Kent Yayınları, 2. Baskı, 2006, s.299-314. 148 yerel idarecilere veya başkente şikâyette bulunabilmekteydiler.125 Süryani patriklerine verilen bu yetkiler yanında, cemaatin patrikten şikâyetçi olduğu durumlarda ise Süryani cemaati, patrik ile ilgili sorunlarını Osmanlı mahkemelerine taşıyabilmekteydi.126 Ayrıca önemli bir makam olan metropolitlerin de görevlerine başlamaları için patrik tarafından bunun takdis edilmesi ve padişah tarafından da bunun onaylanması gerekmekteydi. Metropolitlere verilen onay beratları, patriklere verilen berattan farklı olarak yetkileri ve yetki alanlarını belirtilmekteydi.127 Fakat diğer taraftan Süryani kilisesine “millet statüsü” verildiği konusunda da net bir bilgi bulunmamaktadır.128 Sonuçta Süryaniler, 19’ncu yüzyıla kadar Osmanlı idaresinde İstanbul Ermeni Patrikliği’ne bağlı olarak dinî ibadetlerini sürdürmüşlerdir. Süryaniler tarafından 19’ncu yüzyıla kadar bu konuda ciddi bir serzenişin olmamasını Süryanilerin dinî ibadetlerine olan eğiliminin siyasetten daha ağır basması, İstanbul’da kendilerini temsil edecek yetkili bir organının olmaması olarak açıklamak mümkündür. 3.2.3. Osmanlı Devletinde Misyonerlik ve Süryaniler Hristiyanlık dininin yayılması anlamında misyonerlik,129 Süryaniler için 125 Kırklar Kilisesi Arşivi, No: 31, 10 Muharrem 1283 tarihli belge; Gülnihal Bozkurt, Almanİngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s.29-30. 126 Mardin Şer'iye Sicili 251, Evasıt-ı Saferü'l-Hayr 1127’den aktaran Özcoşar, a.g.t., s.54. 127 Başbakanlık Osmanlı Arşivi.,GM8, s.70’den aktaran Özcoşar, a.g.t., s.61. 128 Bazı araştırmacılar, 1882 yılında “millet” statüsü verildiğini iddia ederken, bazıları da “millet” statüsü verilmediğini idda etmektedirler. Bkz. Andrews, a.g.e., s.296; Çerme, a.g.e., s. 31. 129 Latince "missio" dan gelen misyon sözlükte "görev ve yetki”, misyoner ise görevli kişi anlamına gelmektedir. Temeli kilise öğretilerine dayanan ve teolojik anlamının yanı sıra kilise tarafından resmen vaaz için görevlendirmeyi ifade eden misyon terimi; 16. yüzyıldan itibaren Cizvitlerce daha özel bir anlamda kullanılmaya başlanmıştır. Bu yüzyıldan itibaren misyon ve misyonerlik; sömürge bölgelerinin Hıristiyanlaştırılması bağlamında kullanılmıştır. Katolik kilisesinin Hıristiyanlığın yerliler arasında yayılmasını sağlamak amacıyla görevlendirdiği kilise temsilcilerine misyoner, bunların gittikleri ülkelere ise misyon ülkeleri denilmiştir. Misyon ve misyonerlikle alakalı olarak evangelizm, christanization ve conversion gibi terimler de kullanılmakta olup misyonerlerin yaptıkları işler için “HristiyanMesajına şahitlik”, “Mesajın ilanı” ve “Şahadet” (Martyria) gibi kavramlar da kullanılmaktadır. Bkz. Diyanet İslam Ansiklopedisi, Misyonerlik Maddesi, İstanbul, Cilt 30, 2005, s. 193; Tuncer Günay, Misyoner Örgütleri ve Misyoner Faaliyetleri , Ankara, ATO Yayınları, 2004, s. 150. 149 birinci yüzyılda Barnabas ve Pavlos dönemine kadar uzanır. Zamanla Antakya Kilisesi, Hristiyan âleminin lideri ve misyonerlik faaliyetlerinin merkezi konumuna gelir.130 Başlangıçta misyonerlik faaliyetlerinin lokomotifi durumunda olan Süryaniler, diğer mezheplerin güçlenmesi ile aynı zamanda bu mezheplerin misyonerlik hedefi durumuna gelir. Dolayısıyla misyonerlik başlangıçta Süryanilerden dışa doğru131 iken zamanla dıştan Süryanilere doğru olacak şekilde yön değiştirmiştir. Bu değişim daha çok siyasi amaçlarla olmuştur. Coğrafi keşifler ardından, uzak mesafeli ticaretin artması ve nihayet sanayi inkılâbıyla birlikte ortaya çıkan pazar arayışları misyonerliğe yeni bir çehre kazandırmış, zaman içinde Avrupa sömürgeciliğinin önemli araçlarından biri durumuna gelmiştir. Osmanlı Devleti de geniş coğrafyası sebebiyle bir yandan batı emperyalizminin iştahını kabartırken diğer yandan 16’ncı yüzyıl başlarından itibaren giderek artan bir şekilde yoğun misyonerlik çalışmalarına sahne olmuştur. Misyonerlerin Osmanlı topraklarına ilgi göstermelerinin nedenlerine baktığımızda: - Hristiyanlar içinde kutsal öneme sahip Kudüs ve çevresinin Osmanlı Devleti sınırlarında bulunması; - Sömürgeci devletleri cezbeden Osmanlı Devleti’nin yer altı zenginlikleri; - Uzakdoğu’ya en kısa yoldan ulaşacak kilit noktaların Osmanlı topraklarında bulunması; 130 Çelik, Süryani Tarihi, s. 35. Antakya Süryani kilisesi, önceleri Anadolu ve Lübnan’da misyon faaliyetleri yürütürken zamanla faaliyetlerini doğuya yöneltmiş ve başta Urfa olmak üzere Mezopotamya, Ermenistan, Arabistan ve Hindistan’a kadar uzatmıştır. Bkz. Çelik, Süryani Tarihi, s. 38.; Gibbon, a.g.e., s.519. 131 150 - Osmanlı topraklarında çok sayıda Hristiyan toplulukların yaşaması ve bunların davetkâr tavırları; - Osmanlı Devleti’nin Hristiyan dünyasının Orta ve Uzakdoğu’ya yönelik yayılmacı politikalara engel olan varlığı; - Osmanlı Devletinin idari ve siyasi yönden zayıflığı; - Tanzimat sonrası ortaya çıkan hukuki ve siyasi ortam olarak saymak mümkündür.132 Sebep bu olmakla beraber Osmanlı Devletine yönelik yürütülen misyonerlik faaliyetleri iki dönem olarak ele alınabilir: - 1820-1860 tarihleri arasını içine alan birinci dönem; gezici misyonerlerin teşkilatlanma çalışmalarını başlattıkları ve hitap edecekleri milliyet ve toplulukları tespit ettikleri, İncil'e ve İncil'i öğretme gayesine bağlı kaldıkları dönemdir. - 1860’dan sonraki ikinci dönem ise; hedefin belirlendiği, misyonerlik organizasyonlarının daha netleştiği, eğitim faaliyetlerinin ağırlık kazandığı dönemdir.133 Misyonerlik faaliyetlerinin birinci döneminde Osmanlı’daki Müslümanlar üzerinde başarılı olamamışlar, faaliyetlerini azınlık cemaati olan Ermeniler ve Süryaniler üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Dünyadaki aktif misyonerlik faaliyetleri 19’uncu yüzyılda en üst seviyesine ulaşmıştır. Osmanlı topraklarında sosyal ve siyasi ağırlıkları olmayan küçük gruplar halinde faaliyet gösteren misyonerler, ciddi bir çalışma azmiyle zaman içinde önemli bir güç olmuşlardır. Etkinliklerini bu 132 Vahapoğlu, a.g.e., s.17; Azmi Özcan, Ş. Tufan Buzpınar, “Tanzimat, Islahat ve Misyonerlik 18581880”, İstanbul Araştırmaları, İstanbul, İstanbul Araştırmaları Merkezi, Sayı 1, Bahar 1997, s.6365. 133 George White, Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları, çev. Tarık Yüksel, İstanbul, Endürün Yayını, 1995, s.29. 151 kadar fazla arttırabilmelerinin nedenlerinden biri de özellikle Tanzimat sonrasında elde ettikleri siyasi ve hukuki haklar olmuştur.134 Bu hakları kullanarak temsil ettikleri Fransa, İngiltere ve Rusya gibi çıkar gruplarının politik amaçlarına hizmet etmişlerdir.135 Osmanlı Devleti'nin içine düştüğü zafiyet, cemaatlerin birbirleri ile ve devletle olan ilişkilerinin bozulması, çağın gereği olan sosyal kuruluşların devlet tarafından yeterince tesis edilemeyişi, Osmanlı topraklarını adeta misyonerlerin mücadele sahası haline getirmiştir. Başlangıçta ülkesi üzerindeki Hristiyan cemaatleri, batının bu tür misyonerlik faaliyetlerinden koruyan Osmanlı Devleti, gücünün giderek azalması ile bu koruyuculuğunu da kaybetmeye başlamıştır. Misyonerlik faaliyetleri Osmanlının eğitim, kültür, siyasi ve sosyal yapısında etkili olmuştur. Ayrıca Batılı devletler tarafından yönlendirilen bu faaliyetler aynı zamanda bir dereceye kadar Osmanlı Devleti'nin tarih içindeki seyrine de yön vermiştir.136 Zira Şâkir Paşa, 25 Ekim 1895 tarihinde cereyan eden Bitlis ve Muş olaylarında "misyonerlerin" önemli rol oynadığını, bu olayların arkasında Amerikan Misyoner Okulu'nun büyük etkisi olduğunu dile getirerek,137 misyonerlerin Osmanlı tarihine nasıl olumsuz bir yön verdiğini de gözler önüne sermektedir. Gayrimüslimlerle Müslümanlar arasındaki ilişkilerin bozulmasında ve Süryani dinî kimliğinin dönüşümünde önemli bir faktör olarak misyonerlik faaliyetleri, 16’ncı yüzyıldan itibaren giderek artan bir emperyalist politika çizgisinde gelişmiş ve uzun vadede Osmanlı Devleti’nin meşruiyetine en önemli tehditlerden biri olmuştur.138 Kültür ihracı olarak da görülebilecek bu 134 Hans-Lukas Kieser, Doğu Vilayetleri'nde Misyonerlik, Etnik Kimlik ve Devlet 1839-1938, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 69. 135 Gabriele Yonan, a.g.e., s.31. 136 Erdal Açıkses, Amerikalıların Harput'taki Misyonerlik Faaliyetleri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2003, s. VII; Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.375-430. 137 Ali Karaca, Anadolu Islahâtı ve Ahmet Şâkir Paşa (1838-1899), İstanbul, Eren Yayıncılık, 1993, s.66. 138 Selim Deringil, İktidarın Sembolleri Ve İdeoloji: II. Abdülhamid Dönemi (1876-1909), çev. Gül Çağalı Güven, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2007, s.119. 152 faaliyetler uzun dönemde toplumsal yapının da değişmesine neden olmuşlardır. Amerikan, İngiliz, Fransız ve Rus çıkarlarına bağlı olarak faaliyet gösteren misyonerler daha ziyade kendilerine ait bir tebaa yaratmak gayreti içine girmişlerdir.139 Amaçlarının tahakkuku için zaman zaman azınlıkları da Osmanlı yönetimine karşı kışkırtmışlardır.140 Osmanlı Devleti gelişmeleri görmesine rağmen çaresizlik içinde141 kendine daha büyük bir tehlike olarak gördüğü Katolik misyonerlere karşı Alman, Amerikan ve İngiliz destekli Protestan misyonerleri kötünün iyisi olarak tercih eder bir görüntü sergilemiştir.142 Fransa, İngiltere, Rusya ve ABD gibi batılı devletler,143 destekledikleri sosyal yardım kuruluşları aracılığıyla Osmanlı Devleti ve İran sınırlarında yaşayan Hristiyanları kendi çıkarları doğrultusunda nüfuzları altına alma gayreti içinde olmuşlardır. Bu girişimleri sonucunda, Süryanilerin bir kısmı Katolik, bir kısmı Rum ve bir kısmı da Protestan mezheplerini kabul etmişlerdir.144 Gerçi misyonerlik amacı ile gelip burada din değiştirerek Süryani kilisesine bağlanan misyonerlere de rastlanmaktadır.145 Aslında misyonerlerin asıl hedefi Müslümanlar gibi görünmüş olsa da aslında hedef Hırsitiyanlar olmuştur. En fazla etkilenenler Hırsitiyanlar ise; Ermeniler ve Süryaniler olmuştur. Misyoner faaliyetleri sonucunda Süryaniler, tekrar bölünmeler yaşamışlardır. 139 Özdemir, 19. Yüzyılda Mardin Süryanileri, s. 389. White, a.g.e., s.36. 141 Mim Kemal Öke, Ermeni Sorunu, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1991, s. 73. 142 Özdemir, 19. Yüzyılda Mardin Süryanileri, s. 390. 143 Salahi R. Sonyel, “Büyük Devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu Parçalama Çabalarında Hristiyan Azınlıkların Rolü”, Belleten, Cilt XLIX, Sayı 195, Türk Tarih Kurumu, Aralık, 1986, s.652. 144 Gabriele Yonan, a.g.e., s.31. 145 Kapusen kilisesinde görevli Salvador isimli, tıp alanında uzman bir misyoner, Süryani Kadim Kilisesine geçmiştir. İtalya vatandaşı olan bu misyoner kilisesiyle beraber tabiiyetini de değiştirmiş, Osmanlı tabiiyetine geçmiştir. Bkz. İshak Armale, Türkiye Mezopotamyasında Mardin, çev. Turan Karataş, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1993, s. 36. 140 153 3.2.3.1. Katolik Misyonerler Osmanlı sınırlarında misyonerlik faaliyetleri ilk kez Papalığın girişimleriyle Katolik misyonerler tarafından başlatılmıştır. Bunda Doğu Akdeniz ticaretinde İtalyan ve Fransızların genel rolü ve Kanuni zamanında kapitülasyonlarla verilen imtiyazların etkisi büyüktür.146 Daha ziyade Osmanlı’nın genişlemesini önlemeye yönelik olarak da ele alınabilen Katolik misyonerlik hareketi, 1587'de Papa olan V. Sikst zamanında başlamıştır. Osmanlı sınırlarındaki Ermeni, Nasturi ve Süryaniler üzerinde maddi ve manevi nüfuz elde etmek için yapılan bu misyonerlik faaliyetleri, Fransa Kralı V. Lui döneminden itibaren giderek yoğunluk kazanmış ve kısmen de başarılı olmuştur.147 Gerçi 18’nci yüzyıl Süryani Katolikliği adına pek anlamlı bir yüzyıl olmamıştır. 148 Fransa öncülüğünde ve himayesinde149 başlayan Katolik misyon hareketi,150 giderek yoğunlaşmış ve Fransız misyonerlerini 1750’den itibaren İtalyan Dominikler izlemiştir.151 Fakat Süryani Katolik Patrikliği, Patrikliğin Roma ile birleşmesi sonrasında 146 1830 yılında, padişahça ayrı millet statüsü verilerek Suavi Aydın, "Anadolu Hıristiyanlığında Dönüşüm Misyoner Faaliyetlerinin Doğu Hıristiyanlığı Üzerindeki Etkisi ve Modernleşme", Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi, 25-28 Ekim 2000, Ürgüp/Nevşehir, s. 73-88. 147 Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s. 269-275. 148 Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anadolu'daki Amerika, 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğundaki Amerikan Misyoner Okulları, İstanbul, Arba Yayınları, 1989, s. 86; Çerme; "Ermeni Katolik Kilisesi'nin…", s. 37-43. 149 Fransa’nın himayesine olan özlem ve Fransız hayranlığındaki abartıyı anlamak uzun yıllar ortak kaderi, iyi ve güzeli paylaştıkları insanları, hatta bu insanlar içinde köklerini dahi aynı cevherden aldıkları Süryanileri (Kadim-Yakubi) düşman ilan ederek Osmanlı devleti aleyhine düşmalıktaki kararlılık, misyonerlerin başarısı olarak zikredilebilir. Örnek olması adına bir Süryani Katolik Mardin Papazının; “Bizim Fransa, yaşlı bir Mardin ruhbanının kendisi uğruna çarmıha gerildiğini öğrenince alkışlayacak onu. Buralara gelip kendisi yüzünden kalbine derin yaralar alan bu yaşlı ruhbanın yaralarını göğsüne iliştireceği bir 'Legion d'Honneur' (Fransa'nın önemli bir devlet onur nişanı. Fransa için önemli işler yapanlara verilir) madalyası ile kapatacaktı.” demesi insanlık adına da düşündürücüdür. Bkz. Fr. Hyac. Simon des Fr. Precheurs, 1915: Bir Papazın Günlüğü, çev. Mehmet Baytimur, İstanbul, Peri Yayınları, 2008, s. 57. 150 Osmanlı bu Hıristiyanları, Katolik misyonerlerin faaliyetlerden koruyabilecek güçte olmaması ve bu misyonerlerin Osmanlı sınırlarındaki Katoliklerin hamisi konumuna gelmiş olan Fransa'dan da destek almaları bu süreci hızlandırmaktaydı. Fransa'nın bu desteğinin sebebi dini duygulardan ziyade Doğu Hıristiyanları arasında kendi emperyalist düşüncelerine destek olabilecek bir Katolik grup oluşturma çabasına dayanmaktaydı. Bkz. Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi Ve Süryani Kiliselerinde Bölünme:”, s.269. 151 Gabriele Yonan, a.g.e., s.31-32. 154 tanınmıştır.152 Her ne kadar Osmanlı yönetimi altında yaşayan Müslüman ve Hristiyan halk misyonerlik hareketlerinden rahatsız da olsa Osmanlı üzerinde devam eden politikaların ve kaybedilen siyasi gücün sonucu olarak Katolik Patrikliği’ni tanımak zorunda kalmıştır.153 Osmanlı Devleti'nin Katolik mezhebini resmen tanıması ile en azından Osmanlı'nın uyguladığı millet sistemi çerçevesinde bağımsız olacaklarını düşünen Katolik cemaatler, Papa'ya bağlılıklarını bildirmekle beklentilerinin aksi olarak bağımsızlıklarını kaybetmişlerdi. Bundan sonra bu Katolik cemaat her türlü işlerinde, Papalığın müdahalesi ile karşılaşmışlardır. Bu durum Keldani ve Süryani Katolik Kilisesi cemaatini zaman zaman Osmanlı Devleti ile karşı karşıya getirmiştir. 154 Katolik misyonerler özellikle Nasturiler ve Ermeniler olmak üzere155 Süryaniler üzerinde de etkili olmuştur. Nasturiler üzerine yoğunlaşan misyon hareketleri sonucunda “Keldani Kilisesi”, Süryaniler üzerine yoğunlaşan misyonerlik faaliyetleri sonucunda da “Süryani Katolik Kilisesi” ortaya çıkmıştır. 3.2.3.1.1. Papalık Misyonerleri ve Keldani Kilisesinin Ortaya Çıkışı Esasında Katolik misyon hareketinin başlangıç noktası Papalık’dır. Katolik dünyasının lideri durumundaki Papa, rakipleri olarak gördüğü Doğu Hristiyanlarını kendi denetimi altına almak için yönlendirdiği Katolik misyonerler, Süryanilerin yaşadığı bölgelerde çalışmalarına 16’ncı yüzyılda başlamıştır.156 Aslında 5’inci yüzyılda başlayan fakat 16’ncı yüzyıldan itibaren yoğunlaşan bu misyonerlik hareketleri, bir taraftan etki alanını geliştirmek 152 J. Roldanus, De Syrisch Orthodoxen in Istanbul, Kampen, Hollanda, Uitgeversmaatschappij J.H. Kok, 1984, s.31-32. 153 Eryılmaz,a.g.e., s.71. 154 Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi ve Süryani Kiliselerinde Bölünme:”, s.271-272. 155 Çemre, a.g.m., s. 37-43. 156 Heikki Palva, Dün'den Bugüne Doğu ve Batı Süryanileri, Södertalje-İsveç, Nsibin Yayınevi, 1990, s. 53. 155 isteyen Papa’nın diğer taraftan hami arayışında olan grupların kesişim kümesinin bir ürünüdür. Her ne kadar Katolik misyonerlerin hedefinde gene Müslümanlar olsa da sonuçta mezhep/din değiştirenler çoğunlukla Hristiyanlar olmuştur. Daha çok tarikatlar aracılığı veya "Kaasıt" adı verilen Papa temsilcileri vasıtasıyla misyon hareketini yürütmeye çalışan Papalık;157 bu amaçla Cizvit, Fransiskan ve Kapusen tarikatlarını Osmanlı topraklarına yönlendirmiştir.158 Tarikatlar dışında Roma Katolik misyonerlik hareketine en büyük desteği de Fransa vermiştir. Katoliklerin, Süryanileri hedef alan misyonerlik faaliyetlerinin ilki, 1552’de Mardinli Musa’nın Roma’ya Papa III. Julius ile uzlaşmak için gittiğinde gerçekleşmiştir. Bu dönemdeki çabalar sonucunda, Diyarbakır ve yöresinde yaşayan Süryaniler, Katolikliği kabul etmişlerdir.159 Ana gayeleri Roma ile Bizans Kiliselerini birleştirmek olan Katolik misyonerleri, Doğu Hristiyanlarından kısmen Ermeniler üzerinde başarı sağlarken, Süryaniler üzerinde pek başarılı olamamışlardır. Katolik misyonerlik çalışmaları, Süryaniler arasında tepki ile karşılanmıştır. Katolik olan Süryaniler,160 Katolik olmayan Süryaniler tarafından Arapçada yenik anlamına gelen “Maglubin” diye adlandırılmışlardır. Katolik mezhebinin Nasturiler tarafından kabulü ise 1553 yılına dayanır. Fransiskan misyonerleri Nasturi Patriği ile irtibata geçerek, ihtilaflı bir seçimle gelen Patrik Yuhanna’yı Papa’nın onayıyla Katolik mezhebini kabul edecek olursa konumunu güçlendirebileceğine inandırdılar. Bunun üzerine Patrik Yuhanna Roma'ya giderek 1553'te Katolik mezhebini kabul etmiştir. Sonuçta Nasturilerin iç sorunlarını da fırsat bilerek etkili misyon faaliyetlerini 157 Ebubekir Hazım Tepeyran, Hatıralar, İstanbul, Pera Yayınları, 1998, s.374-375. Işık, a.g.t., s.105; Suavi Aydın, “Doğu ve Batı Hıristiyanlığı Arasında Son Hesaplaşma: Modernleşme Ve Doğu Hıristiyanlığı Üzerinde Misyon Faaliyetleri”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Cilt III, Orient Yayınları, Ankara, 2005, s. 108. 159 “Misyonerlik Faaliyetleri”, (Erişim) http://www.suryanilik.com/suryanilik/misyonerfaaliyetleri. html , 11 Mart 2009. 160 İbrahim Özcoşar, “19. Yüzyılda Mardin Süryanileri”, Kayseri, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2006, s.274. 158 156 Nasturilere yönelten Katolik misyonerlerin bu çalışmaları sonucunda bugüne kadar devam eden bir cemaat; “Keldaniler” ortaya çıkmıştır.161 Katolikliğe rağmen eski örf ve adetlerine bağlı kalan Keldaniler,162 Osmanlı Devleti tarafından 19’uncu yüzyılın ilk yarısında "Nasturi Katolikler" olarak isimlendirilmiş163 ve 1844 yılında da “millet” statüsü verilmiştir.164 Ancak daha sonra Katolik mezhebinin resmen tanınması ve İstanbul'da bir Katolik Patrikliği’nin ihdasıyla birlikte, Süryani Katolikler’de olduğu gibi, İstanbul Katolik Patrikliği’ne bağlı sayılmışlar165 ve bu bağlılıktan dolayı, bazı belgelerde Keldaniler için "Keldani Kadim Ermeniler" ifadesi kullanılmıştır.166 Roma’ya bağlanma sonrası başta patrik seçimleri olmak üzere Süryani Katolik patrikliğinde olduğu gibi hemen her konuda Papa’nın baskısıyla karşı karşıya kalmışlardır.167 Bu durum bazen Keldanileri Osmanlı idaresi ile bazen de Osmanlı idaresini diğer devletler ile karşı karşıya getirmiştir.168 161 Layard, a.g.e., s. 184-185. Nasturilerin, Keldani Kilisesi adı altında Katolik mezhebine geçmesine rağmen eski adet ve geleneklerinden vazgeçmediklerini; kendi eski formlarını, dua ve törenlerini, festivallerini, kronolojilerini, kutsal kitaplarındaki eski dillerini kullanmaya devam ettiklerini, hatta Roma ile bir mücadele halinde oldukları görülmektedir. Bkz. Layard, a.g.e., s.184-185. 163 İbrahim Yılmazçelik, XIX. Yüyılın İlk Yarısında Diyarbakır, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995, s. 116. 164 Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s.42. 165 Salnâme-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, Def’a 1, Sene 1263, s. 102’den aktaran Özcoşar, a.g.t., s.71. 166 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühime Kalemi Evrakı, Dosya No:636, Gömlek No1.’den aktaran İbrahim Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi Ve Süryani Kiliselerinde Bölünme:, s.273-277. 167 Patrikler, patrik seçimlerinde hemen sonra veya en azından patriklik süresi içinde bir kez Roma'ya gitmek zorunda kalıyorlardı. Bu patrikliklerinin meşrulaşması, papa tarafından tanınma zorunluluğunun bir sonucuydu. Patriklerin Roma'ya yaptıkları bu ziyaret, Roma'daki Osmanlı sefirleri tarafından da takip ediliyordu. Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Yıldız Mütenevvi Maruzat, Dosya No:45, Gömlek No:81’den aktaran Özcoşar, a.g.t.,87. 168 Bu konuda en dikkat çekici örnek 1900 yılında patriklik seçiminde Papa’nın müdahalesi ile seçilen Emmanuel Efendi’nin patrikliği Osmanlı idaresi tarafından kabul edilmemesi üzerine Fransa’nın baskıları sonucu Osmanlı devletince kabul edilmekle kalmıyor, bu olaylardan 6 yıl sonra Osmanlı padişahı Keldanî Patriği Emmanuel Efendi'ye Mecidî Nişanı ihsan ediyordu. Bkz. Maruzatı, Dosya No:25, Gömlek No: 29’den aktaran Özcoşar, a.g.t.,90.; R. Rabban, "Chaldean Rite", New Catholic Encyclopedia, Washington, Vol. III, 1967, s.428. 162 157 3.2.3.1.2. Fransız Katolik Misyonerleri ve Süryani Katolik Kilisesi Aslında Fransız misyonerlik faaliyetlerini, Roma’nın misyonerlik faaliyetlerinden ayırmak pek mümkün olmasa da Fransız misyonerlerinin siyasi gerekçeler ile 19’ncu yüzyıldan itibaren daha fazla ön plana çıktıkları, Protestan ve Ortodoks misyonerlik faaliyetleri ile de bir yarış içinde oldukları görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin Hristiyan tebaasını, Katolik misyonerlerin faaliyetlerden koruyabilecek güçte olmaması ve bu misyonerlerin Osmanlı sınırlarındaki Katoliklerin hamisi konumuna gelmiş olan Fransa'dan da destek almaları bu süreci hızlandırmıştır. Fransa'nın bu desteğinin sebebi dinî duygulardan ziyade Doğu Hristiyanları arasında kendi emperyalist düşüncelerine destek olabilecek bir Katolik grup oluşturma çabasına dayanmaktadır.169 Özellikle eğitim ve yardım kurumları üzerinden yürütülen misyonerlik faaliyetlerine baktığımızda, Fransa’nın kendi himayesinde bulunan 260 okul ve 354 müessesenin (kilise, manastır, yetimhane, hastane vs.) misyonerlik amacıyla kullanıldığı ve bunların tanınması için Osmanlı Devleti’ne baskı yaptığı görülmektedir.170 Tüm bu gelişmelere rağmen misyonerlerin, Süryaniler üzerinde istedikleri etkiyi yaratamamasının nedeni, Süryanilerin bu misyon hareketini, kendi kimliklerine ve çıkarlarına yönelik bir saldırı olarak görmeleridir. Ancak Süryanilerin tüm tepkilerine rağmen, Katoliklerin ısrarlı çabaları,171 Katolikliğin Süryani cemaati arasında da yayılması ve 1782'de Süryani 169 Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.99. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Yıldız Parekende Evrakı Adliye ve Mezahip Nezareti Salnâme-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, Def’a 2, Sene 1317, Matbaa-i Amire, s. 1194’den aktaran Özcoşar, a.g.t., s.275. 171 1838'de Mardin'e iki Kapusen rahip gelmiş, 1841'de de İspanya ve İtalya Kapusenleri, Urfa ve Mardin'de kendi misyonlarını kurmuşlardır. 1850'de Midyat'ta faaliyet göstermeye başlayan Katolikler burada da bir Katolik Kilisesi inşa etmişlerdir. Nikola Kestles isimli bir rahip 1870 yılına kadar Mardin'de çalışan bir başka Katolik misyonerdir. Kapusen rahipleri tarafından 1884 yılında, Süryani Katolik Patrikhanesinin hemen altındaki geniş meydanda bir kilise inşa edilmiştir. Bkz. Kieser, a.g.e., s. 94; İshak Armale, Türkiye Mezopotamyasında Mardin, çev.Turan Karataş, İsveç,Nsibin Yayınevi, 1993, s. 36. 170 158 Katolik Patrikliği’nin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Osmanlı Devleti'nin Katolik mezhebini resmen tanıması aslında Süryanilerden bağımsız olarak gelişmiştir. Osmanlı Devleti'nde Katolikliliğin resmen tanınması II. Mahmut döneminde, Ermeni Gregoryenler ile Katolik Ermeniler arasındaki mücadelelerle ilgilidir.172 Misyonerlik faaliyetleri sonrasında Süryani Kadimler ile Süryani Katolikler arasında ciddi sorunlar yaşanmıştır. Süryani Katolikler ile ilgili sorunlar, Osmanlı devletince “millet sistemi” içinde çözülmeye çalışılmıştır. Bu dönemde Süryaniler iki cemaat olarak ele alınmış, Süryani Kadimler (Yakubi) İstanbul Ermeni Patrikliği’ne, Süryani Katolikler ise Katolik Patrikliği’ne bağlanmışlardır. Ancak iki cemaat arasındaki sorunlar çözülmemiş ve devlet sık sık müdahale etmek zorunda kalmıştır.173 3.2.3.2. Ortodoks Misyonerler Osmanlı-Rus ilişkilerinde Küçük Kaynarca Antlaşması dönüm noktası olmuştur. Bu Antlaşma ile İstanbul Beyoğlu'nda bir kilise yapma hakkı elde eden Rusya, bu tarihten sonra Ortodoks dünyasının hamiliğine soyunmuştur.174 Bu hamilik, Yunanistan'ın bağımsızlığında da etkili olmuştur. Rusya’nın Osmanlı üzerinde etkinliğini artırma çabalarını Avrupalılar önlenmek için gayret göstermiş olmasına rağmen Rusya, (Katoliklere karşı kutsal yerlerde Ortodoksları desteklemek şeklinde) Ortodoksların hamiliği sıfatını devam ettirmiştir. Bu mücadele aslında 172 Tomas Çemre, “Osmanlı İmparatorluğunda Misyoner Faaliyetler”, Yaba Edebiyat, Ocak-Şubat 2004, s.1047’den aktaran İbrahim Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi Ve Süryani Kiliselerinde”, s.271. 173 Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde Süryani cemaatine ait tek defter olan "Süryani Kadim Yakubî Defteri" inde "devlet-i âliyem reayasından Diyarbekir eyaletinde vaki nefs-i Diyarbekir ve Cebel-i Tur'da ve Mardin ve Musul ve Haleb-i Şehabe ve Şam-ı Şerif ve Bağdad'da bulunan Süryani milleti iki sınıf olarak bir sınıfı Yakubî Süryani sınıf-ı diğerine dahi yalnız Süryani tabir olındığından bahisle işbu iki sınıfın Süryani Yakubîsi Ermeni Murahhası ve beratlarında münderiç olan yalnız Süryanisi, Katolik murahhası idarelerinde olub birbirlerine tabiyet ve müdahale vaki olmamak " şeklinde ifade edilmektedir. Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Gömlek No:15’den aktaran Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.104. 174 Eryılmaz,a.g.e., s.45. 159 Rusya'nın Ortodoksların hamiliği sıfatını kullanarak Osmanlı üzerinde etkin olma çabalarından başka bir şey değildir.175 Osmanlı topraklarında çalışan Rus misyonerler, diğer devletlerin misyonerlerinden farklı olarak, bir devlet kurumu gibi tüm yönleriyle Rusya devletine bağlı olarak faaliyet yürütmüşlerdir. Rus veliahtlarının bu cemiyetlerin kuruculuğunu yapmış olması, devlet ile olan ilişkisini gösteren güzel bir örnektir.176 Rus misyonerleri faaliyetlerini daha çok Suriye, Cebel-i Lübnan, Beyrut ve Kudüs bölgelerinde yürütmüştür.177 Rus misyonerleri Ermeniler ve Rumlar dışında Nasturiler ile de ilişki içinde olmasına rağmen178 Süryani Kadimlerle -her ne kadar Ortodoks olsalar da- ciddi bir ilişkiden ve etkileşim içine girmemişlerdir.179 Bu durumun sebebini Süryani Kadimlerin Rusların direkt ilgi alanına girmeyen bir coğrafyada yaşamaları olarak değerlendirilebilir. Fakat Nasturi isyanlarında da görüleceği üzere Hakkâri ve İran’daki Nasturilere yönelik ciddi bir Rus misyoner hareketi yürütülmüştür. Bu çalışmaları Rusya adına yürüten deneklerden biri de ‘Kyrill ve Method Kardeşliği’ misyonudur. Politik amaçlarla kurulmuş olan bu misyonerlik kuruluşu, birkaç yıl sonra Kuzeybatı İran’ı istila edecek olan Rus alaylarının da öncüsü konumunda olmuştur.180 Nasturileri, Rus misyonuna yaklaştıran en önemli sebep ise bağımsızlık, korunma ve özerkliktir. Nasturiler bu kavramların Rusya himayesinde sağlanabileceği düşünmüşler ve Rusları, 175 Şamil Mutlu, Osmanlı Devleti'nde Misyoner Okulları, İstanbul, Gökkubbe Yayınları, 2005, s. 7778. 176 Mutlu, a.g.e., s. 79. 177 Mutlu, a.g.e., s. 84-94. 178 Özellikle 19. yüzyılın sonlarında Rusya ile Nasturîler arasında anlaşmalar imzalanmıştır. Bkz. Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 297. 179 Rus Sefareti, Diyarbakır Silvan civarında, Kürt aşiretlerin Süryanilere karşı yağma hareketlerinde bulunduklarına dair Osmanlı makamlarına şikâyette de bulunmasına, Kırklar Kilisesi'ndeki Süryani Kadim Patriği Divanında Rus Kraliyet Ailesi'nin de resimleri bulunmasına rağmen Süryani Kadimler ile Rusya arasındaki ilişkinin boyutlarını açısıdan yetersizdir. Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühime Kalemi Evrakı, Dosya No:637, Gömlek No: 17’den aktaran Özcoşar, a.g.t.,s.295.; Parry, a.g.e., s. 60. 180 Gabriele Yonan, a.g.e., s.35-36. 160 diğer misyonerlerden kendilerine daha yakın görmüşlerdir. Sonuçta özellikle İranlı Nasturiler arasında ciddi bir kitle, Rus Ortodoks Kilisesine geçmiştir. 3.2.3.3. Protestan Misyonerler ve Süryaniler Güçlü Avrupa devletlerinin Osmanlı topraklarındaki Hristiyanlarla ilgilenmelerindeki asıl sebebin siyasi olduğunu daha önce belirtmiştik. Amaç siyasi olunca Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale etmek için hamisi olunacak bir kitlenin bulunması önem kazanmaktaydı. Fransa, Katolikleri; Rusya, Ortodoksları himaye ederken bu yarışta İngiltere’nin de himaye edeceği bir kitleye ihtiyaç vardı. Himaye edecek hazır bir topluluk olmadığına göre Protestan bir toplum yaratmak amacıyla başlayan İngiliz misyonerlik hareketi, 1842 yılında Kudüs'te resmî olarak ilk Protestan kilisesinin açılışı ile ciddi bir seviyeye ulaşmıştır. Amerikan ve Alman misyonerlerinin de desteklediği Protestan misyoner hareketi ile himaye edilecek bir Protestan toplum oluşturulmuştur.181 Protestanlar, 1850 yılında cemaat olarak Osmanlı Devleti tarafından resmen tanınmış olsa da182 millet statüsüne kavuşmaları 1878 yılında Protestanlarla ilgili bir nizamnamenin kabul edilmesiyle olmuştur. Bu nizamnameye rağmen Protestan cemaati, millet sisteminde sahip olunan hakların tamamına sahip olamamıştır. 183 Tanzimat dönemine kadar Osmanlı Devleti’nin “Protestan Sorunu” yoktur. Bu sorun ABD misyonerleriyle ortaya çıkmıştır. Protestan misyoner hareketine karşı diğer cemaatlerin cephe almasına rağmen, ABD ve İngiltere’nin baskıları karşısında Osmanlı Devleti, Protestanların ayrı bir “millet” olduklarını tanımak zorunda kalmış ve böylece Protestanlar kendi kiliselerini kurmuşlardır.184 181 Eryılmaz, a.g.e., s.74-75; Cihangir İleri, “Türkiye`de Nasturi Sorunu”, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2000, s.50. 182 Kieser, a.g.e., s. 85. 183 Düstur, Cezire-i Rabi', Matbaa-i Amire 1296, s.652-654’den aktaran İbrahim Özcoşar, a.g.t., s.92. 184 M. Cevat Eren, “Tanzimat”, Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi, Eskişehir, Cilt XI, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1997, s.725. 161 Protestan Süryaniler ağırlıklı olarak Mardin ve Diyarbakır’da, az sayıda da Beyrut’ta bulunmuştur.185 Süryani Protestanlar kendilerine has bir kilise örgütlenmesine gitmemişler, daha çok Protestan olmalarında etkili olan misyoner kuruluşu ile irtibat halinde olan kiliselerde örgütlenmişlerdir. Süryani Protestan cemaatinin yapısı da aynı olmuştur. Osmanlı sınırları içindeki 1740 yılından itibaren görülen ilk örgütlü Protestan misyonerleri kısaca “Moravya Kilisesi (Moravian Church veya United Brethern)” olarak anılan “Brethern's Society for the Furtherance of the Gospel Among the Heathen” isimli misyonerlik kuruluşudur.186 Bu cemiyeti “Bristish East India Company” ile “Church Missionery Society of Church Of England” gibi İngiliz kökenli, “American Board of Commissioners for Foreign Mission (ABCFM)” gibi ABD kökenli cemiyetler takip etmiştir.187 Sonuçta Osmanlı topraklarında küçük bir grup Süryani Protestanlığı seçerek Süryani Protestan Kilisesini kurmuştur. Protestan inancında ruhban sınıfı olmayışından dolayı Süryani Protestanlarının bağlı bulunduğu bir patriklik yoktur. Günümüzde göçler sonrası Süryani Protestan cemaati sayısında ciddi bir azalma olmuştur.188 3.2.3.3.1. İngiliz Protestan Misyonerleri Dünyanın en büyük sömürge devleti olan İngiltere, 17’nci yüzyılın ortalarında sömürgecilik faaliyetlerini misyonerlik kapsamında geliştirmek istemiştir. Bu amaçla 1649'da kurduğu “Misyonerlik Cemiyeti” adlı derneğin 19’uncu yüzyılın sonuna gelindiğinde şube sayısı yedi bine ulaşmıştır.189 185 Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 37. Ömer Turan, "Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Türkiye'de Protestan Misyonerlik Faaliyetleri", Osmanlı, Ankara, Cilt 2, Yeni Türkiye Yayınları, 2000, s. 204. 187 Diyanet İslam Ansiklopedisi, Misyonerlik Maddesi, Cilt 30, İstanbul 2005, s. 196. 188 Durak, a.g.e, s.196. 189 Hasan Tahsin Fendoğlu; "Amerika Birleşik Devletleri'nin Misyonerleri ve Osmanlı Devleti", Türkler, Cilt 14, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 189. 186 162 Hindistan yolu üzerindeki Osmanlı Devleti, İngiltere için stratejik öneme sahip olmasından dolayı bu topraklar üzerinde rakipleri olan Fransa, Rusya gibi ülkelerin aksine etkileyebileceği topluluklardan yoksun olması, İngiltere’yi kendine münhasır bir topluluğu yaratmaya yöneltmiştir. İngiltere, bu amaçla Osmanlı topraklarında Protestan bir cemaat yaratmaya çalışmıştır.190 Bu cemaati oluşturmak için de Amerikan kökenli misyoner örgütlerini desteklemeye başlamış ve 1804 yılında ilk Protestan kuruluşu olan "Bible Society" İstanbul'da açılmıştır. Bunu 19’ncu yüzyıl sonuna kadar değişik alanlarda çalışan 20'den fazla İngiliz kökenli misyoner cemiyetinin Osmanlı topraklarında faaliyeti izlemiştir.191 İngiltere ve Amerikan destekli yürütülen ve Süryanilere yönelik 19’uncu yüzyılda ivme kazanan bu misyonerlik çalışmaları sonunda, Ermeniler ile birlikte Nasturiler ve Keldaniler de etkilenmişlerdir. Bu etkileşimin bugüne kadar yansıyan ve o dönemde İngiliz arkeolog ve diplomat Layard tarafından ortaya atılan, söz konusu toplulukların etnik kökenlerin Asur medeniyetine dayandığı tezi, zamanla diğer Süryanilerin de bu kimliği sahiplenmesi ile ikinci bölümde detayları verilen ve günümüzde bile Süryani cemaatleri için önemli bir sorun olan, "Asurî Milliyetçiliği” ortaya çıkmıştır.192 Süryanilerin İngiliz misyoner hareketinden elde ettiği tek olumlu sonuç, matbaadır. Patrik IX. Petrus döneminde İngiltere’den getirilen matbaanın Süryani aydınlanma dönemini başlattığı ileri sürülmektedir.193 Ayrıca Patriğin İngiltere’ye giderek getirdiği matbaa yanında pek etkili bir işlev yürütmemiş olsa da “Süryani Patrikliği Eğitim Topluluğu (The Syrian Patriarchate Education Society)" adıyla bir kuruluş oluşturulmuştur.194 190 Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 277. Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 277; Mutlu, a.g.e., s.235-238. 192 İbrahim Özdemir, a.g.t., s.298. 193 The Ancient Syrian Church in Mesopotamia, Published for the Syrian Patriarchate Comittee, London, 1908, s.3-7; Gabriyel Akyüz, Deyrulzafaran Manastırı’nın Tarihi, s.41-42. 194 Parry, a.g.e., s. 13; Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 38. 191 163 Burada İngiliz misyoner teşkilatının asıl amacının ne olduğunun anlaşılması adına İngiliz Misyoner Teşkilatı Başkanının; "Biz İngilizlerin müreffeh ve saadet içinde yaşamamız için Müslümanların arasına nifak tohumlarını ekmemiz lazımdır, onların içinde ihtilaf kıvılcımlarını tutuşturmalıyız. Biz Osmanlı Devleti'nin her tarafına fitne sokarak, onu yıkacağız. Böyle yapmazsak İngilizler gibi bir millet nasıl müreffeh olur…"195 ifadesi çok söze gerek bırakmadan İngiliz misyoner faaliyetlerinin amacını bize göstermektedir. 3.2.3.3.2. ABD Protestan Misyonerleri ABD'nin Osmanlı Devleti ile ilk ilişkileri "Garp Ocaklarının" Akdeniz'deki ABD gemilerine saldırılarıyla başlamış196 ve 19’uncu yüzyılda ticari anlaşmalarla devam etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’na ayak basan ilk Amerikalı misyoner teşkilatı "American Board of Commissioners for Foreign Mission (ABCFM)" teşkilatıdır. İlk misyonerler ise 15 Ocak 1820'de İzmir'e gelen Pliny Fisk ve Levi Parsons adlı kimselerdir.197 1830 yılında da ABD'ye en çok kayrılan ülke statüsü verilmesi ile Osmanlı topraklarında kapitülasyonlardan en çok yararlanan ülkelerden biri konumuna gelmiştir. ABD, kendisine verilen imtiyazlar sonrasında ticari ilişkilerinde simsar olarak daha çok Süryanileri ve Ermenileri kullanmıştır. Diğer yandan bazı Amerikalı iş adamları Babıali'nin misyonerlerin faaliyetlerden rahatsız olabileceği ve ticari ilişkilerinin zedeleneceği endişesinden dolayı misyonerik faaliyetlerine karşı bir tutum takınmışlardır.198 Başlangıçtaki ilişkiler, nitelik olarak daha çok 195 İhsan Süreyya Sırma, Sömürü Ajanı ve İngiliz Misyonerleri, İstanbul, 12. Baskı, Beyan Yayını, 1993, s.112. 196 Hasan Tahsin Fendoğlu, Modernleşme Bağlamında Osmanlı-Amerikan İlişkileri, Beyan Yayınları, İstanbul, 2000, s. 178. 197 Kocabaşoğlu, a.g.e, s.16; Bilal N. Şimşir, “Ermeni Propagandasının Amerikan Boyutu Üzerine”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Erzurum, 8-12 Ekim 1984, Ankara, 1985, s.92. 198 Mim Kemal Öke, Unutulan Savaşın Kronoloji: Kore, 1950-53, İstanbul, Boyut Yayınları, 1990, s.45. 164 ticari de olsa küçük ölçekli olduğundan dolayı bu durum fazla önem arz etmemiştir.199 ABD ve misyonerleri, diğer devletlere göre Osmanlı topraklarına geç girmesine rağmen faaliyetlerini çok yönlü yürüterek din, eğitim, ekonomi, kültür gibi konularda diğer misyoner kuruluşlara göre daha büyük başarı göstermişlerdir. Amerikan misyonerlerinin çalışmaları,200 1810'da Boston'da kurulan Amerikan Board misyonerlerinin 1819'da Türkiye'yi programlarına almasıyla önemli bir gelişme göstermiştir. 201 Amerikan Board'ın Süryanilerin yaşadığı bölgelerle ilgisi 1836'da Horatio Saouthgate'yi Türkiye, İran, Suriye ve Mısır'da misyonerlik girişimleri için daha fazla olanak olup olmadığını araştırması için görevlendirilmesiyle başlatılmıştır. Daha sonra Mardin'deki Süryani Kadimlere yönelik yürütülen misyon faaliyetlerinin sonucuna baktığımızda ise bu girişim ve çabaların anlamlı sonuç elde edemediği görülmektedir.202 1850'de Musul, 1857'de Diyarbakır ve 1858'de Mardin'de açılan istasyonlar203 ile tekrar canlanan Amerikan misyonerliği, bu defa Mardin ve Diyarbakır'da bazı Süryanilere Protestanlığı benimsetmiştir. 1852-1860 arasında Protestanlığı kabul eden Diyarbakırlı Şemmas Saliba ve Mardinli Şemmas Cercis Hedaye, kendi bölgelerinde Süryani Protestan cemaatinin ilk piskoposları olmuşlardır 204. Amerikan misyonerleri 1840'lara kadar yaptıkları çalışmalar sonucunda, Osmanlı topraklarında kendileri için en önemli kaynağın Ermeniler olduğu kanaatine varmış olmalarına rağmen, kurdukları "Asur Misyonu" ile de Nasturilere ve kısmen de Süryanilere yönelmişlerdir. 199 Orhan Ateş, “Misyonerlik Faaliyetlerinin Ermeni Boyutu”, Kütahya, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2002, s.46. 200 Kocabaşoğlu, a.g.e., s. 16. 201 Gülbadi Alan, “Merzifon Amerikan Koleji ve Anadolu'daki Etkileri”, Kayseri, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2002, s.21-22. 202 Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 37. 203 Suavi Aydın, "Anadolu Hıristiyanlığında Dönüşüm Misyoner Faaliyetlerinin Doğu Hıristiyanlığı Üzerindeki Etkisi ve Modernleşme", Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi, 25-28 Ekim 2000 Ürgüp/Nevşehir, s. 79. 204 Gabriel Akyüz, Mardin İli'nin Merkez ve Civar Köylerinde, s.101-102. 165 Çalışmaların Ermeniler üzerinde yoğunlaşması sebebiyle Süryanilere olan ilgi zayıflamış205 olsa da Mardin'de yapılan çalışmalardan Süryaniler de çok etkilenmişlerdir. Manastırının Bunun yakınındaki en köylerde anlamlı bile örneği; Deyru’l-zafaran Protestanlaşan Süryanilere rastlanmaya başlamasıdır. 206 Burada dikkat edilmesi ve ders alınması gereken bir konu da Amerikan misyonerlerin etki edecekleri kitlenin dilleri dâhil olmak üzere, önem arz eden konulara hakim olmaları ve işlerindeki ciddiyettir.207 1860 yılından itibaren ABCFM Osmanlı misyonu; Doğu Misyonu, Batı Misyonu, Merkez Misyonu ve Avrupa Türkiyesi Misyonu olarak dörde ayrılmıştır. Yeni kurulan Doğu Misyonu, Musul, Diyarbakır ve Mardin'de bulunan şubeleriyle; eski Asur Misyonu ile Arapkir, Bitlis, Erzurum ve Harput'ta faaliyet göstermiş olan Kuzey Ermeni Misyonunun birçok şubesini de kapsıyordu.208 ABCFM'nin Mardin'deki misyonerlik faaliyetleri 1917'de ülkeyi terk edinceye kadar devam etmiştir.209 Protestan okullarında çocukların, Osmanlı Devleti’nin aleyhine olan fikirlerle zehirlendikleri, okulların asıl amacının memleketin ve hükümetin çıkarlarına aykırı olduğu, tebaa arasındaki huzuru ve manevi birliği yok etmeye yönelik faaliyet gösterdikleri, Osmanlı idaresi tarafından bilinmesine rağmen210 kapitülasyonlar ile yapılan antlaşmalardan dolayı hiç bir şey yapılamamıştır. 1845-1904 yılları arasında Amerikan misyoner okullarının 205 Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 37. Mardin Şer'iye Sicili. 270, 20 Muharrem 1297’den aktaran Özcoşar, a.g.t., 205; Grattan Geary, Through Asiatic Turkey: Narrative of a Journey from Bombay to the Bosphorus, S. Low, Marston, Searle & Rivington, London, 1878, s.159-160. 207 1832 yılında İstanbul'a gelen Amerikalı Misyoner William G. Schauffer (1798-1883) Süryanice ve Keldanîce dilleri yanında başka birçok dili de bilmektedir. Elias Riggs (1810-1901) de Keldanîce ve Süryanice biliyordu. Rigs, daha 20 yaşındayken Keldanî grameri üzerine bir kitap yayınlamıştır. Hatta Amerika misyonunun Süryanilere yönelik faaliyetlerinin de artması üzerine 1837'de Süryanice yayın yapan bir matbaayı da devreye sokmuşlardır. Bkz. Kocabaşoğlu, a.g.e., s. 43; Açıkses, a.g.e., s. 54. 208 Kieser, a.g.e., s. 91. 209 Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 285. 210 İlknur Haydar Polatoğlu, Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar, Ankara, 1. Baskı, Kültür Bakanlığı Yayını, 1990, s.191. 206 166 sayısı; 1845 yılında 34 misyoner, 7 okul ve 135 öğrenci iken, 1904 yılında bu sayı 187 misyoner, 465 okul ve 22867 öğrenci sayısına ulaşmıştır.211 1913’de ise bu sayı 163 kilise ve 450 okula ulaşmıştır.212 Osmanlı-Amerikan ilişkilerinin belirlenmesinde önemli rol oynayan misyonerlerin Amerikan dış politikasına etkisinin Amerikan diplomatlarından daha fazla olduğu iddia edilmektedir.213 Böyle olunca İngiliz ve Amerikan misyonerlerinin yönlendirmesiyle Amerikan Devleti tarafından Osmanlıya uygulanan baskılar sonucunda, 15 Kasım 1847 günü Padişah tarafından yayınlanan bir kararname ile Protestanlık, bağımsız bir dinî topluluk (millet) olarak tanınmıştır. 214 3.2.3.3.3. Alman Protestan Misyonerleri 19’uncu yüzyılda paylaşım ve ekonomik yayılmacılık mücadelesini Osmanlı coğrafyasında sürdürmek isteyen devletlerden bir diğeri de Alman İmparatorluğu’dur. Diğer devletlere göre daha geç girdiği bu coğrafyada Almanya, diğer Avrupalı devletlerden farklı olarak faaliyetlerini Osmanlı devletini kendine müttefik yapma yönünde yoğunlaştırmıştır.215 II. Abdülhamid tarafından Alman İmparatoru II. Wilhelm'e 1898'de Protestanlarla birlikte Katoliklerin hamiliği sıfatı verilmiştir. Böyle olmasına rağmen Amerikan, Fransız ve İngiliz misyonerlerine göre Alman misyonerler, beklendiği kadar etkin olamamışlardır.216 211 Rakamlar arasında pek fark olmadığı için genel sayılar verilmiştir. Ayrıntılar için bkz. Roger Reed Trask, “The Relations of the United States and Turkey 1927-1939”, Pennsylvania–ABD, The Pennsylvania State University, A Thesis in History, Submitted For The Degree of Doctor of Philosophy, 1959, s. 9; Polatoğlu, a.g.e., s. 101; Vahapoğlu, a.g.e., s. 73. 212 Robert Daniel, American Philantrophy in the Near East 1820-1960, Athens, Ohio University Press, 1970, s. 94. 213 Öke, Unutulan Savaşın Kronoloji:, s.46. 214 Leland James Gordon, “American Relations with Turkey 1830-1930”, An Economic Interpretation, Philadelphia, University of Pennsylvania Press, 1932, s. 228. 215 Mutlu, a.g.e., s. 96-97. 216 Mutlu, a.g.e., s. 101. 167 Daha çok Ermenilere yönelik faaliyetlerine ağırlık veren Alman misyonerlerin, Süryanilere yönelik çok ciddi bir çalışmasından bahsetmek mümkün değildir. Daha çok Urfa, Van, Diyarbakır ve Urmiye'de faaliyetlerini yoğunlaştıran Alman misyonerler, Urfa'da Süryani çocukları için bir erkek okulu açmasına rağmen, Süryaniler üzerinde ciddi bir etki yaratamamış, faaliyetleri Mardin'e dahi ulaşmamıştır.217 3.2.3.4. Misyonerlik Faaliyetlerinin Süryaniler Üzerindeki Etkileri Misyonerlik faaliyetlerinin etkileri, baktığınız noktaya göre değişebilen göreceli bir durumdadır. Misyonerlik faaliyetleri, Osmanlı Devleti ve Süryaniler için olumsuz olarak değerlendirilirken, aynı durum misyonerlerin çalışmaları sonucunda mezhep veya din değiştirmiş olanlar ile misyonerler için olumlu olarak değerlendirmek gerekir. Nasıl ki savaşın neticesi mağlup için travma, galip için zafer ise; süreçten olumlu ve olumsuz etkilenenlerin olması da kendi doğası gereğidir. Özcoşar’a göre misyoner çalışmalarının Süryaniler üzerindeki etkileri; çözülme-çatışma, kimlik sorunu, dünyaya açılma ve modernleşme şeklinde değerlendirilmektedir. 218 Buna göre Süryanileri öncesinde bir arada tutan en önemli ve hayatî unsur kilise teşkilatlanması olmasına rağmen, misyonerlik çalışmaları en çok bu kilise teşkilatlanması üzerinde etkili olmuştur. Katolik misyonerler tarafından Halep ve Musul’da başlatılan bu süreç, 18’inci yüzyılın ikinci yarısından itibaren Süryani cemaatini ciddi şekilde etkilemeye başlamıştır.219 Protestan misyonerlerin çalışmaları, Katolikler kadar kesin çizgilerle olmasa da, benzer sonuçlar doğurmuş ve bu konuda özellikle 18’inci yüzyılın ortalarında çalışmaya başlayan Amerikan misyonerleri etkili 217 Gabriele Yonan, a.g.e., s.33-37. İbrahim Özcoşar, 19. Yüzyılda Misyonerlik Faaliyetlerinin Süryani Kadimler Üzerindeki Etkileri, Mevzuat Dergisi, Yıl 11, Sayı 133, Ocak 2009,(Erişim) http://www.mevzuatdergisi.com, 28.02.2009. 219 Hirmis Aboona, “How And When Catholicism Was Imposed on National Churches of Mesopotamia?”, (Erişim) http://www.atour.com.education/20010303.html, 10 Ocak 2004; Molitor, a.g.e., s. 55. 218 168 olmuştur.220 Protestan misyonerleri başlangıçta Süryanilere yaklaşırken Katoliklere karşı onları destekler bir nitelikte yaklaşmışlardır. Ancak zaman içinde, Protestan Evangalist kiliselerini kurmaya başlamalarıyla birlikte Katolikler gibi onlar da Süryaniler tarafından tehdit olarak algılanmaya başlanmışlardır.221 Gerçi Protestanların Süryani toplumuna yönelik yarattığı menfi etki, Katolikler kadar olmamıştır. Protestan misyonerlerin çalışmaları, aynı zamanda Süryanilerin kendilerine ve ritüellerine bakışını da etkilemiştir. Örneğin; manastır ve kiliselerde ayin sırasında, içeriğinden ziyade varlığı ile önemli bir yeri olan değerli taşlarla bezeli İncil’in yerine misyonerlerin getirdiği halk diline çevrilmiş İncil’in gelmesi, geleneksel ritüellerine duyulan güveni yıkmış ve Doğu kiliseleri için bir çeşit dinî travma etkisi yaratmıştır.222 Bu değişim basit gibi görülse de kiliseye olan inancın sarsılmasına, dolayısıyla kilisenin birleştirici konumu yerine alternatiflerin aranmasına sebep olmuştur. Sonuçta milliyetçilik fikrinin Süryani toplumu içinde doğmasına ortam yaratmıştır. Her ne kadar misyonerlerin bazı faaliyetleri doğrudan milliyetçilik duygusuna yönelik olmasa da anadiller konusunda yapılan çalışmalar, okullaşma ve okuryazarlığın artması, yabancı dil öğrenimi ile batıya ve batılı düşüncelere açık hale gelme gibi faaliyetler, milliyetçiliği dolaylı olarak körükleyen faaliyetler olmuştur.223 Milliyetçiliğe misyonerlerin en önemli etkisi, Süryani kimliği üzerine giydirilmeye çalışılan Asurî kimliği ile olmuştur. Mezopotamya’da yaşayan Hristiyan halkların kökeninin Asurîlere dayandırılması iddiası, zamanla misyonerler tarafından da ele alınmış, Amerikalı ve İngiliz misyonerleri ve bilim adamlarının başını çektiği bir grup tarafından da konu bilimsel bir 220 Kocabaşoğlu, a.g.e., s. 16. Aziz Surya Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi Mezopotamya’da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri Yakubî, Nasturî, Maruni , Södertalje-İsveç, Nsibin Yayınları, 1995, s.38. 222 Kieser, a.g.e., s. 78-79. 223 Suavi Aydın, “Anadolu Hıristiyanlığında Dönüşüm Misyoner Faaliyetlerinin Doğu Hıristiyanlığı Üzerindeki Etkisi ve Modernleşme”, Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi, 25-28 Ekim 2000, Ürgüp/Nevşehir, s. 79. 221 169 tabana oturtulmaya çalışılmıştır. Keza 1840’lardan itibaren Ruslar da bu konuda çalışmalar yapmaya başlamışlardır.224 19’uncu yüzyılda ortaya atılan bu düşünce 20’nci yüzyılda Süryani çevrelerince de dile getirilmeye, Nasturiler, Keldaniler, Maruniler, Süryani Katolikler, Protestan Süryaniler arasında inanç farklılıkları yerine bir kimlik altında, Asurî kimliği altında toplanmaya davet edilmeye başlanmıştır.225 Patrik Efram Barsavm gibi bazı din adamları ise bu duruma karşı çıkarak Asur kavramının bir İngiliz oyunu olduğunu ve Süryanilere dinlerini de kaybettireceğini ileri sürmüşlerdir.226 Başlangıçta çok önemli olarak görülmeyen bu Asurî kimliğine yönelik gelişme, Birinci Dünya Savaşı sonrasında kiliseye karşı bir bayrak gibi milliyetçilerin kullandığı bir argüman olmuştur.227 Misyonerler bir taraftan toplumsal gelişimi sağlayarak modernleşmenin yolunu açarken aynı zamanda Hristiyan unsurların siyasallaşmasının da yolunu açmışlardır. Misyonerlik faaliyetleri Osmanlı toplumunu birbirine bağlayan düzene yönelik etkisinden dolayı sadece Süryaniler için değil aynı zamanda toplumun geneli için de bir tehdit olmuştur. Müslim-gayrimüslim ilişkisinde oturmuş olan düzen sarsılmış ve ayrılık tohumları, toplumları karşılıklı olarak hızla kutuplaşmaya yöneltmiştir. Sonuçta; 13’üncü yüzyıldan itibaren kapalı bir toplum özelliği gösteren Süryaniler, misyonerlik faaliyetleri sonrası kendilerine has bir modernleşme süreci yaşamış ve dünya ile iletişime geçmeye başlamışlardır. Misyoner faaliyetlerinin bu olumlu etkisinin yanında, cemaatin bölünmesi, “kilisenin” etkinliğini kaybetmesi gibi sonuçlar da Süryanileri olumsuz yönde etkilemiştir. 224 19’uncu yüzyılda Safony Skoleski, R. Ticmen, Y.E. Lalayan ve S. Figin gibi yazarlar, Nasturî kilisesi ve Asurların etnik kökeni, tarihi ve sosyo-ekonomik yapısına dair çalışmalar yapmışlardır. Bkz. Matfiyef, a.g.e., s. 14-15. 225 Çıkkı, a.g.e., s. 67. 226 Ali Rıza Bayzan, “Süryaniler, Yine ABT’nin Kuşatması Altında”, Yeni Mesaj Gazetesi, (Erişim) http://www.yenimesaj.com.tr/index.php?haberno=&tarih=2004-03-15, 11 Ekim 2004. 227 Atman, a.g.e., s.10-11. 170 Süryanilere yönelik misyonerlik faaliyetleri günümüzde de devam etmektedir. Bunun en dikkat çekici örneklerinden birisi kuşkusuz 24.1.1971’de Almanya’da kurulan ilk Süryani kilisesinin papazı Bıtrıs Öğünç’ün 20.01.1991’de Roma Katolik kilisesine geçmesi ve bu olaydan 14 yıl sonra 9.6.2005 tarihinde ise yeniden Süryani Kilisesine dönmüş olmasıdır.228 Geçmişte bu gibi olayların sık sık olması ve hatta din adamlarının bile bu şekilde mezhep değiştirmesi229 Süryaniler için en önemli kimlik belirleyeni olan dinin bile ne kadar etkiye açık olduğunu da göstermektedir. Konumuz gereği Süryaniler açısından konuya baktığımızda; misyoner çalışmaları Süryanileri iç çatışma ve bölünmeler, kimlik sorunu, diğer toplumlarla entegrasyon, toplumsal çatışma ve Türk düşmanlığı şeklinde etkilemiştir. 3.2.3.4.1. İç Çatışmalar ve Bölünmeler Süryani kimliği tanımlanırken din ve mezhep kavramları ön plana çıkarılmaktadır. Dolayısıyla Süryanileri bir arada tutan en önemli unsur doğal olarak kilise teşkilatlanması olmaktadır. Geçmişte belirli dönemlerde bu teşkilat yapısı içinde özellikle patriklik mücadelelerinde çatışmalar yaşansa da genel olarak birleştirici unsur yine bu teşkilatlanma olmuştur. Misyonerlik çalışmalarının da en önemli etkisi bu teşkilat yapısına yönelik olmuştur. Protestan misyonerler, Süryanilerin diğer misyoner örgütler ile olan çatışmalarından faydalanmışlardır. Başlangıçta insani yardım çerçevesinde teşkilatlanmaya değiştirmeye 228 başlayan başlayarak Protestan Süryanileri misyonerler kendi zaman içinde mezheplerine tavır sokmaya Papaz resamet belgesi için bkz. Elena Ucan, Aziz Grigo ve Ranja Ucan, Ein Pfarrer verläßt seine Mutterkirche, Zürich, 2001, s.121. 229 Gabriel Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”, Avrupa Birliği, Türkiye ve Süryani Göçü Sempozyumu, çev. Edip Bayındır, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi, 26 Mayıs 2005. 171 başlamışlardır.230 Protestanların bu çalışmaları sonucu ortaya çıkan çözülme, Katoliklerin sebep olduğu kadar derin ve uzun süreli olmamıştır. Protestanlaşma, Süryani cemaati tarafından tepki görürken, kilise hiyerarşisi ve bunun yanında sivil idareciler tarafından da tepki görmüştür. Bey ve ağa olarak adlandırılan birçok idarecinin gelirlerine negatif yönde etki eden bu durum, bu idarecileri de hoşnut etmiyordu. Bu konuda bazı çatışmalar ve sorunlar yer yer kendini göstermeye başlamıştır.231 Bedirhan Bey’in isyanı bu konuda ortaya çıkan en ciddi sorun olmuştur. 1840'lara kadar bölgedeki Nasturiler ile Kürtlerin ilişkileri dostane olmasına rağmen, bu ilişkiler bölgedeki misyonerler ve yabancı diplomatların müdahaleleri sonrasında bozulmuştur. Özellikle batılı kaynaklar, misyoner ve batılı diplomatların Nasturi ve Kürtleri birbirine düşürüp, bu vesileyle bölgede Osmanlı aleyhine bir ortam oluşturma çabalarına dair entrika örnekleriyle doludur.232 Misyonerlik çalışmalarının diğer önemli bir etkisi de Süryani cemaati üzerinde yaratmış oldukları anlayış değişikliğidir. Daha önce belirtildiği gibi misyonerlik faaliyetleri sonrasında ortaya çıkan yeni anlayış ve bakış açısı, Süryaniler için anlamsızlaştırmış dinle ve eş anlam kilisenin taşıyan geleneksel birçok ritüeli ritüellerine ve sembolü duyulan güven yıkılmıştır. Katolik misyonerlerin faaliyetleri de benzer şekilde Süryani kilise anlayışına şüphe sokmuştur. Bu şüphe Süryani toplumunu bir arada tutan Kilisenin Süryani toplumundaki yerinin sarsılması ile sonuçlanmıştır. Bu 230 Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 38. Örneğin;1879’da Midyat’ta Protestan Süryaniler vergilerini, eski sosyal yapılarından bağımsız ödemeye kalkışınca Süryani ağaları Midyat’taki Amerikan misyon evini basmışlardı. Doğal olarak bu baskın, hukuki ve diplomatik birtakım sorunlara sebep olmuştu. Benzeri bir çatışma Dargeçit’te Protestan Süryaniler kilise açmak için müracaatta bulununca, yerli Süryani (Kadim) cemaati Protestan rahibin evini basmış, evin çocuğunu öldürmüş ve 200 koyununu da çalmışlardı. Bkz. Kieser, a.g.e., s. 237; Suavi Aydın, "Anadolu Hıristiyanlığında Dönüşüm Misyoner Faaliyetlerinin Doğu Hıristiyanlığı Üzerindeki Etkisi ve Modernleşme", Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi, 25-28 Ekim 2000, Ürgüp/Nevşehir, s. 80. 232 Celilê Celil, XIX. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu'nda Kürtler, çev. Mehmet Demir, Ankara, ÖzgeYayınları, 1992, s. 137; Joseph, a.g.e., s. 51. 231 172 sürecin sonunda da toplumu bir arada tutacak yeni gerekçelerin aranmasına yani Süryani milliyetçiliğinin ilk fitilinin yakılmasına neden olmuştur. 3.2.3.4.2. Kimlik Sorunu Süryani kimlik tanımlamasında karşımıza çıkan en önemli kavram olan Hristiyanlık, bugün bile Süryanilik kavramı ile iç içe geçmiş durumdadır. Türkiye’nin çoğu bölgesinde hâlâ Süryani kavramı yerine, sıklıkla Hristiyan kavramının kullanılması tercih edilmektedir.233 Hristiyanlık ile bu kadar iç içe geçmiş bir topluluk olan Süryanilerin, etnik bir kimlik arayışları da misyonerlik faaliyetlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Dinî gerekçelerle faaliyetlerini yürüten misyonerlerin bazı siyasi hareketleri, dinî yönlerinin önüne geçecek kadar abartılı bir hal almıştır. Siyasal bir görünüm sergileyen bu misyonerlik faaliyetlerinin en önemli temaların başında milliyetçilik gelmektedir. Misyonerlerin amaçları bu olmasa bile milliyetçilik duygusunu körükleyen; Süryani dilleri üzerine yaptıkları çalışmalar, en ücra noktalara kadar yaygınlaştırılan misyoner okulları, matbaanın kullanılması ve basılan yayınlar, öğrenilen yeni diller vasıtasıyla batı düşünce sisteminden etkilenme gibi eylemleri en belli başlıları olarak sayılabilir.234 Bu kapsamda daha önce belirtildiği gibi Süryanilerin Asurî kökenli oldukları yönündeki iddia ile Asurî şemsiyesi altında şekillenen yeni milliyetçilik anlayışı; ABD, İngiliz misyonerleri ve Ruslar tarafından da desteklenmeye başlamıştır. Bu gelişme üzerine birçok bilim adamı da bu tezi destekler nitelikte çalışmalar yapmışlardır.235 Süryanilerin Hz. İsa'dan önce de var oldukları ve Mezopotamya coğrafyasındaki medeniyetlerin bir ürünü oldukları konusunda bir fikir birliği varsa da misyonerler, daha çok siyasal nitelikte değerlendirilebilecek 233 Duygulu, a.g.m. Aydın, Suavi; "Anadolu Hıristiyanlığında Dönüşüm Misyoner Faaliyetlerinin Doğu Hıristiyanlığı Üzerindeki Etkisi ve Modernleşme", Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi, 25-28 Ekim 2000, Ürgüp/Nevşehir, s. 79. 235 Matfiyef, a.g.e., s. 14-15. 234 173 amaçlarla bu konuyu abartılı bir şekilde sunmuşlardır. Başlangıçta Nasturi ve Keldanilere yönelik başlayan bu süreç, kısa zamanda Süryanileri de içine almıştır. Bu iddia çerçevesinde Nasturiler, Keldaniler, Maruniler, Süryani Katolikler, Protestan Süryaniler arasında inanç farklılıkları yerine milli birlik eksenli bir süreç başlatılmıştır.236 Süryani aydınlar arasında da kabul gören bu yeni yaklaşım, zaman içinde Süryani-Asurî kutuplaşması şekline dönüşmeye başlamış, kilise ile kendini milliyetçi olarak tanımlayan yeni bir grup arasında çatışma ortaya çıkmıştır.237 Sonuçta Süryaniler Batının ilmi çalışmaları çerçevesinde fikri olarak da bölünmeye başlamışlardır. 3.2.3.4.3. Entegrasyon ve Adaptasyon Misyon faaliyetlerinin etkilerinden biri de Batı medeniyetinin kapılarını Süryanilere açmış olmasıdır. Misyonerler, Osmanlı sınırlarında modernleşmeyi halka yayarak aynı zamanda onların politikleşmesine de sebep olmuşlardır. Süryanilerin idari anlamda modernleşme çabaları 1912'de Süryani Kadim Milleti Nizamnamesinin hazırlanmasıyla sonuçlanmıştır. Diğer Hristiyan cemaatler kadar olmasa da Süryani Kadimler üzerinde de modernleşme; idari, politik, ekonomik ve kültürel alanlarda etkili olmuştur. Süryanilerin diğer Hristiyan cemaatler kadar bu süreçten etkilenmemesinin bir sebebi de Osmanlı sınırlarında hiçbir zaman dikkate değer ekonomik bir güç oluşturmamış olmaları ve Batılılar tarafından da bu anlamda işbirliği yapılacak bir zümre olarak görülmemiş olmalarıdır. Süryani Kadimlerin 12’nci yüzyıldan sonra, içine girdikleri dar kalıpların aşılmasında ve eski kültürlerini hatırlayıp, yenileşme faaliyetine girişmelerinde, bu sürecin önemli bir etkisi görülür. Bu kapsamda Süryaniler 236 237 Çıkkı, a.g.e., s.67. Atman, a.g.e., s.10-11. 174 için en ciddi modernleşme hamlesi, 19’uncu yüzyılda Deyru’l-zafaran’da kurulan matbaadır.238 3.2.3.4.4. Toplumsal Çatışma ve Türk Düşmanlığı Misyonerlerin çalışmalarının bir diğer sonucu da Osmanlı Devleti açısından baktığımızda toplumsal çözülmenin bir yönünü oluşturmasıdır. Müslüman halkla Hristiyan halk arasında benzerlikleri ortadan kaldıran misyonerlik faaliyetleri, yıllardır aynı coğrafyanın insanı olmuş bu topluluklar arasındaki ayrılıkları derinleştirmiştir. Sonuçta da toplumsal çatışmalar kaçınılmaz olmuştur. Toplumsal çatışmayı ortaya çıkaran iki önemli faktör vardır. Bunlardan ilki mağduru oluşturmak, diğeri de sebebi yaratmaktır. Taraflardan biri ‘hak etmediği bir mağduriyete’ sahip olduğu yönünde propagandaya maruz bırakılırken aynı zamanda diğer taraf kötülenerek bu mağduriyetin sebebi olarak gösterilmektedir. Böylece körüklenen düşmanlık çatışmaya doğru sürüklenmektedir. Misyoner örgütler de bir taraftan dinsel görevlerini yaparken, diğer taraftan da Ermeniler, Araplar, Arnavutlar, Yunanlılar ve Bulgarlar arasında bağımsızlıktan mahrum bırakıldıkları yönünde menfi propaganda yapmışlardır. Bu kapsamda Türklerin son derece adaletsiz bir yönetim gösterdikleri ve imparatorluktaki diğer ulusları ezdikleri yönünde yapılan bu menfi propaganda sonucunda taraflar karşılıklı kutuplaştırılmıştır. Bu propagandanın ülke dışındaki yarattığı sonuç ise, bugüne kadar devam eden kötü Türk imajı ve Türk düşmanlığıdır.239 Misyonerlerin etkili çabaları 238 Ahmet Taşğın, “Süryanilerin Basın-Yayın Faaliyetine İlişkin Resmi Yazışmalar”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Cilt IV, Orient Yayınları, Ankara, 2005, s. 33. 239 ABD'de yayınlanan gazetelerde yer alan Ermenilere yardım ilanları, 1894 olayları sırasında Amerikan Misyonerlerinin tahriki gibi konular buna örnek gösterilebilir. Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Hariciye Nezareti Siyasi Kısım (HR. SYS), Dosya No: 2834, Gömlek No:31’den aktaran İbrahim Özcoşar, “19.Yüzyılda ABD Misyonerlerinin Mardin Süryanilerine Yönelik Faaliyetleri”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 18, Güz -2006, s.148; Açıkses, a.g.e., s.117. 175 sonucunda zaten Balkanlardaki gelişmeler ile zedelenmeye başlamış olan Türk imajı, giderek olumsuz bir surete bürünmüştür. “Konuşulmaz Türk (unspeakable Türk)”, “korkunç Türk (Terrible Türk)”, “Türk barbarlıkları (The Turkish Barbarities)”, “Bulgaristan’daki mezalim (The Atrocities in Bulgaria)”, “binlerce insan vahşice katledildi (Thousands of People Brutally Murdered)” gibi gazete başlıkları ve terimler bu çabalar sonucunda ortaya çıkmış ve sadece icat edildiği ABD de değil, tüm Batıda yoğun olarak kullanılmıştır. Osmanlı-ABD ilişkisi genelde samimi olarak sürdüğü halde bu propagandalar sonrası ilk defa, 1894 yılından itibaren ABD kamuoyu Türk düşmanı kesilmiştir.240 Özellikle Hristiyanlara yönelik yapılan bu propaganda sonrası taraflar arasındaki düşmanlık kışkırtılmıştır. Tarafların birisinin korunması diğerinin ise cezalandırılması ile aradaki düşmanlık kronikleştirilerek çatışmalar yaratılmıştır.241 Ermeni meselesindeki misyonerlik boyutunun özü de budur. Ayrıca devlet otoritesine karşı koyulması ve kendilerinin misyonerler tarafında korunacağı yönünde yapılan propagandalar da etkili olmuş ve yer yer isyanlar vuku bulmuştur. 1840’larda Hakkari’ye gelen misyonerler buradaki Nasturileri kışkırtmışlardır. 242 devlete karşı vergi vermeme konusunda Bundan dolayıdır ki Osmanlı Devleti’nin zayıfladığı dönemlerde azınlıkların Osmanlı’ya karşı ayaklanmalarında ve onların devletten ayrılarak birer bağımsız devlet olmalarında sözü edilen misyoner okullarının da payı büyüktür. Emperyalist bir zihniyet ile yola çıkmış olan bu misyonerlerin düşüncesini anlatma adına bir örnek verecek olursak; Eli Smith ve Harrison Gray Otis Dwight adlı iki Amerikan Board misyoneri Anadolu'da yaptıkları "Researches in Armenia" isimli araştırmaları sonucunda yazdığı kitapta 240 Trask, a.g.t., s.1, 11; Gordon, a.g.m., s. 16. Amerikan misyonu 1894'te Ermeni olayları sırasında sığınma yeri olması da iddiamızı destekler niteliktedir. Bkz. Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 282. 242 M. Abdulhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, Boğaziçi Yayınları, s.342, 346-347, 449-462, 480. 241 176 Smith, Müslümanların Protestanlaştırılmasının olanaksız olduğunu belirttikten sonra "... ancak Hristiyanlar arasında çalışmak suretiyle, düşman topraklarının ta kalbine kolayca girme olanağına kavuşmuş oluyoruz" diyerek243 aslında Osmanlı topraklarının içten fethedilmesine yönelik çalışmalarının yöntemini ortaya koymuştur. 3.2.4. Birinci Dünya Savaşında Süryaniler 19’uncu yüzyıl sonu ile 20’nci yüzyıl başları Osmanlı İmparatorluğu için çöküşün hızlandığı, toplumsal huzursuzluğun başladığı, toprak kayıpları ile özgüvenin yitirildiği yıllar olması yanında, dinin siyasete çok fazla karıştığı bir dönem olmuştur. Diğer taraftan yine aynı dönem, dünya siyasetine Osmanlı İmparatorluğunun toprak bütünlüğü anlayışının yerine, parçalama siyasetinin ve hatta yok etme siyasetinin geldiği yıllar olmuştur. 244 Osmanlı İmparatorluğu yeniden eski günlerine dönme hayali ile Birinci Dünya Savaşında kendine taraf ararken Osmanlı Devleti'ni saflarına katmak istemeyen İtilaf devletleri, Birinci Dünya Savaşı başladığında Osmanlı topraklarına yönelik askerî hazırlıklarına hız vermişlerdir. Fransa, gizli antlaşmalarda payına düşen Suriye'de faaliyetlerini artırırken, İngiltere de Mısır'da ve Basra Körfezi'nde çalışmalarını yoğunlaştırmış, Rusya ise Kuzey İran topraklarını kullanarak Türk sınırına yakın Türk topraklarına karşı saldırılara başlamıştır. Fakat Rus saldırıları daha çok çeşitli vaatlerle Türkler aleyhine kışkırtılmış olan Türk-İran sınır bölgelerinde yaşayan Ermeni, Nasturi, Keldani ve Kürt aşiretler vasıtasıyla yapılmakta ve bölgede ilan edilmemiş bir savaş başlatılmıştır.245 Savaşın başlaması ile de Doğu Anadolu topraklarına karşı saldırıya geçen Rusların yanında Ermeniler dışında gönüllü 243 Eli Smith, Researchs In Armenia, Boston, 1833, s.335’den Kocabaşoğlu, a.g.e., s.38. Ziya Enver Karal, Osmanlı Tarihi, (1789-1856), Ankara, Cilt V, Baskı V, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1988, s.203. 245 ATASE Arşivi, Kls. 1488, Ds. 32, Fhr. 3/1-15’den aktaran İsrafil Kurtcephe, “Birinci Dünya Savaşında Bir Süryani Ayaklanması”, OTAM (Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi), Sayı 5, 1993, s.293. 244 177 olarak Nasturiler, Keldani246 ve bazı Kürt grupları Türk ordusuna karşı savaşa katılmışlardır. 247 Gerçi Osmanlı imparatorluğu Birinci Dünya Savaşına girmeden birkaç ay önce, 14 Ağustos 1914’de Doğu Süryani Patriği (Nasturi) Mar Şimun, Van Mutasarrıfı tarafından şehre davet edilerek şikâyet ettikleri konuların çözümleneceği konusunda teminat verilmiş ve ayrıca mali, dinî ve idari konularda da birçok vaatlerde bulunulmuştur. Fakat Patriğin İran’da bulunan Rus askerî yetkilileri ile görüşmesi ve onlardan aldıkları güvence ile de savaşta Osmanlı Devleti aleyhine bir tutum almışlardır.248 Diğer taraftan zaten savaş öncesinde bölge halkı olan Hristiyan ve Müslüman topluluklar arasındaki sosyo-ekonomik farklılıklardan kaynaklanan bir Hristiyan Müslüman çatışması da bölgesel olarak devam etmektedir.249 Birinci Dünya Savaşı sonunda tüm bölge halkı ve öncelikle Hristiyan unsurlardan Ermeniler, Nasturiler, Keldaniler ile daha az olmakla beraber Süryaniler de zarar görmüştür. Savaş sonunda en büyük eziyeti ise her zaman olduğu gibi çoğunlukla masumlar çekmiştir. Savaşın başında Osmanlı politikasında sayısal azlıklarından dolayı (Tablo 1’de görüldüğü üzere Süryaniler, Ermeni nüfus içinde veya diğerleri içinde telakki edilmişlerdir.) doğrudan İttihatçılar için öncelikli tehlike olarak algılanmayan Süryani ve Nasturilere yönelik politikalar daha çok yerel yetkililerin ve güçlerin (vali ve mutasarrıflar, askerî yetkililer ve özellikle Teşkilat-ı Mahsusa) inisiyatifinde şekillenmiştir.250 246 Nezzal, Selman, El-Ekalliyatu Gayru’l-Müslime Fi’l-Irak”, El-Müntalik, Sayı 80-81, NisanTemmuz, 1991’den aktaran Kadir Albayrak, a.g.e., s.145. 247 Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul, Belge Yayınevi, 2. Baskı, 1987, s. 605. 248 Nikitine, "Nesturiler”, s.210; Muzaffer İlhan Erdost, Şemdinli Röportajı, İstanbul, Onur Yayınları, 1987, s.39. 249 Bilge, a.g.t., s.90. 250 Sonyel, “Büyük Devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu Parçalama”, s.7. 178 Tablo 1.1906 ve 1914 Osmanlı Nüfusunun Dinlere Göre Dağılımı251 Dinler 1906 Müslüman 1914 15.518.478 15.044.846 Rum 2.833.370 1.792.206 Ermeni 1.140.563 1.294.831 Bulgar 762.754 14.908 Yahudi 256.003 187.073 Protestan 53.880 - Diğerleri 332.569 186.152 20.897.617 18.520.016 TOPLAM Süryaniler diğer gruplara kıyasla bir bölgede yoğunluk oluşturmamakta, en yoğun oldukları bölgelerde bile bölge nüfusunun %6’sını geçmeyecek yoğunlukta yaşamaktaydılar. Süryaniler, aynı mezhebi paylaştıkları Ermeniler ile karıştıklarından dolayı Ermenilere yönelik hareketlerden istemeden de olsa etkilenmişlerdir. Diyarbakır, Musul, Ma'mûret-ül-azîz, Halep ve Bitlis Süryanileri, merkezin özel emri olmamasına rağmen kısmen sürgüne konu olmuşlardır. Diyarbakır'da yaşayan 4.000 civarındaki Süryani (Kadim) ise Talat Paşa'nın tüm uyarılarına rağmen sürgüne dahil edildiği iddia edilmektedir.252 Süryanilerin trajik bir durum ile karşılaşmaması için çaba sarf edenler sadece devletin resmî görevlileri değil aynı zamanda yerel liderlerden de bu 251 Ali Rıza Bayzan, “Soykırım Teslisi, Ermeniler’den Sonra Rum /Pontus Ve Süryani /Nasturi Soykırım Söylemleri” 2023 Dergisi, Sayı 64, 2006, s. 25-26. 252 Talat Paşa, Diyarbakır valisini, bila-tefrîk-i mezheb tüm Hristiyanlar "hakkında katliamlar tertip olunduğu" yönünde uyardığı ve "Ermeniler hakkında ittihaz edilen tedabir-i inzibatiye ve siyasiyenin diğer Hristiyanlara” kat'iyyen uygulanmaması gerektiğini emrettiği belirtilmektedir. Bkz Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dâhiliye Şifre Kalemi (BOA.DH-ŞFR) 55.273 (28 Ağustos 1915) ve BOA.DH-ŞFR 87.40 (4 Mayıs 1918), BOA.DH-ŞFR 57.112 (25 Ekim 1915), BOA.DH-ŞFR 58.147 (28 Kasım 1915), BOA.DH-ŞFR 54.406. (12 Temmuz 1915)’den aktaran Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin Şifresi: İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği (1913-1918), İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, s.349-351. 179 konuda hassas olanlara rastlanmaktadır. Mardin bölgesinde Savur Şeyhi Fethullah bunlardan biri olup 1914 yılında Hristiyanlara yönelik eylemleri önlemek için gösterdiği çabalardan dolayı onun anısına Deyru’l-zafaran Kilisesi duvarında Hristiyan din adamlarının arasında resmi asılmıştır.253 Bir diğer karşımıza çıkan somut kaynak da Mardin'in Gül Mahallesinde bulunan Mor Petrus ve Pavlus Kilisesinin dış kapısı üzerinde yapılış tarihi olarak 1914 yılının yazılı olmasıdır.254 Buna göre en azından o tarihte Süryanilere yönelik bir baskı, tecrit olmadığı veya en azından ibadethane yapımında bir sorun ile karşılaşmadıkları düşünülebilir. Ayrıca Birinci Dünya Savaşı sırasında patriklik merkezi Mardin'den Deyru'l-Zafaran Manastırı'na taşınarak255 savaşın etkilerinden korunmaya çalışılmış olmasına rağmen işgal edilme riski ile zaman zaman karşılaşmış fakat bu durumlarda da devletin üst makamlarından gelen özel emirlerle durum kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. 1915 yılında bölge genelinde yaşanan trajediden bu manastır ve Süryanilerin korunmaya çalışılması, Süryaniler tarafından bugün bile şükranla anıldığı söylenmektedir. 256 Savaşın patlak verdiği yıllarda, 1914-1915 yıllarında patriklik görevini Patrik vekili Ethenesiyos Tuma Kaser (1908-1912), Patrik İğnatiyos 2’nci Abdulmesih (1915), Patrik Abdullah (1906-1915) yürütmüştür.257 O yılları en iyi anlatacak olan bu patriklerin hatıralarıdır. Savaşın sonuna baktığımızda ise ortaya çıkan dünyadaki konjektürel değişim, Süryanilere etnik milliyetçilik olarak yansımış ve dönemin hegomon güçleri tarafından Süryani kimliği, Süryanilerin barışını bozacak nitelikte şekillendirilmiş 253 ve bulundukları coğrafyada kanlı bir savaşın içine Celal Başlangıç, “Kilisede bir şeyh var!”, Radikal Gazetesi, 30 Ekim 1999, (Erişim) http://www.radikal.com.tr/1999/10/30/yasam/kil.html, 11 Mayıs 2009. 254 Gabriel Akyüz, Mardin İli'nin Merkezinde, Civar Köylerinde, s.75-76; Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 453. 255 Durak, a.g.e, s.198. 256 Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, Bar-Hebraeus Verlag, Losser Glanerbrugstr, Holland, 1984, s.35. 257 Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, s.32, 34. 180 sürüklenmelerine neden olmuştur. Özellikle bu süreç Nasturiler için daha üzücü bir şekil almıştır. Nasturiler ve Keldaniler, kendilerine bir vatan kazandıracağı ümidi ile müttefiklerin yanında yer aldıkları bu savaşta258 Türklerle yaptıkları muharebelerin bir kısmını kazanmış olmasına rağmen, tarafı oldukları Rusya’nın ve İngiltere’nin kendilerini yüz üstü bırakmasıyla aldatılmış ve kandırılmış olduklarını görmüş,259çok acılar çekmiş ve 1918 yılında da Nasturilerin çoğunluğu Rusya’ya göç etmiş veya Irak ovalarındaki İngilizlerin “çadır şehirlerinde” yaşamaya başlamışlardır.260 Nasturi ve Keldaniler’e yönelik 1917 yılında İngiliz Yüzbaşı Gracey’in, Urmiye’de “bizim sizin özgürlüğünüz için savaştığımızı unutmayın”261 sözleri, sanki İngilizler’in o bölgedeki insanlar için geldiği ve borçlu olanın Nasturi ve Keldaniler olduğunu ima eder niteliktedir. Aynı şekilde gene İngiliz belgelerinde 1914-1918 yılları arasında Rusların teşviki ile Türk hükümetine karşı ayaklanmaları sonrasında Rusların kendilerinin korunmamasından dolayı Süryanilerin Irak’a kaçtığını belirtmektedir. Yine aynı belgede Nasturi/Süryanilerden oluşturulan Levi kuvvetlerinin sadece Irak da değil Kıbrıs ve Suriye dâhil Ortadoğu’da birçok yerde İngiliz emelleri için kullanılmasına rağmen İngilizleri beklentilerinin bitmesi ile Nasturi/Süryanilerin yüzüstü bırakıldığı aktarılmaktadır.262 Sonuçta birçok acıları geride bırakarak biten savaştan yenik çıkan Osmanlı Devleti'ni fiili varlığı 30 Ekim 1918 tarihli "Mondros Mütarekesi" ve 258 Stephan Thernstrom (Ed.), “Assyrians”, Harvard Encyclopedia of American Ethnic Groups, USA, Harvard University Press, 1994, s. 161. 259 Robert DeKelaita, “The Origins and Developments of Assyrian Nationalism”, Chicago-USA, University of Chicago, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, http://www.aina.org/books/oadoan.pdf , 12 Haziran 2010, s.20. 260 DeKelaita, a.g.t., s.20. 261 Joel E. Werda, The Flickering Light of Asia, Chicago, Second Edition, 1990, s. 88. 262 Memorandum by The Secretary of State for Foreign Affairs, “Future of The Assyrians in Iraq and Syria”, 26 Temmuz 1946, Copy No.38, CP.(46) 304. 181 daha sonra 10 Ağustos 1920'de imzalanan "Sevr Antlaşması" ile son bulmuştur. 263 3.2.4.1. Sevr, Azınlıklar ve Süryaniler Çok uluslu imparatorlukların yaşadığı bu çözülme sürecinde ve özellikle büyük sınır değişikliklerinin yaşandığı Birinci Dünya Savaşı'nın ardından azınlıklar önemli bir gündem maddesi haline gelmiştir. İngilizlerin gayretleri sonunda sözde Asur (Nasturi, Keldani, Maruni vb.) meselesi (temsilen heyet katılmamış olsa da) resmî olarak ilk defa Sevr ile uluslararası bir görüşmede gündeme gelmiştir.264 Dolayısıyla Osmanlı’yı fiilen bitiren 10 Ağustos 1920’de imzalanmış olan Sevr Antlaşma’sının azınlıkları ve Süryanileri ilgilendiren ilgili bölümlerine göz atmak uygun olacaktır.265 433 maddeden oluşan Antlaşma'nın dördüncü bölümünün 140151’inci maddeleri, azınlıkların korunmasına ayrılmıştır. Öncelikle Antlaşma’nın 140’ncı maddesi, 141’inci, 145’inci ve 147’nci madde hükümleri bu konuda öne çıkmaktadır.266 263 Ürer, a.g.e., s. 199. Matfiyef, a.g.e., s.113. 265 Sevr Antlaşması için bkz. Paul C. Helmreich, Sevr Düzeni, Büyük Güçler, Maşalar,Gizli Anlaşmalar ve Türkiye’nin Taksimi, çev. Şerif Erol, İstanbul, Sabah Kitapları, 1996. 266 Antlaşma'nın 141’inci maddesi Türkiye'de oturan herkesin; doğum, milliyet, soy, dil ve din ayrımı yapılmaksızın hayat ve özgürlüklerinin korunacağı, her inancın, dinin ya da mezhebin gereklerini özgürce yerine getirme hakkına sahip olacakları, buna yönelik herhangi bir müdahalenin cezalandırılacağı belirtilmiştir. 142’nci maddesi, 1 Kasım 1914'ten itibaren Türkiye'de bir terör ortamının olduğundan dolayı Müslümanlığa geçenlerin (ihtida) kendi isteğiyle İslamiyet'i benimsediğine ilişkin gerekli işlemleri yerine getirmedikçe Müslüman sayılmayacağını ve ayrıca Osmanlı Devleti'nin, 1 Kasım 1914'ten sonra Türkiye'deki toplu öldürmelerden dolayı sorumlu kabul edileceği belirtilmiştir. Sevr Antlaşması'nın 145’inci maddesi, bütün Osmanlı uyruklarının kanun önünde eşit olduklarını, soy, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin aynı medeni haklarla siyasal haklardan yararlanacaklarını, özellikle devlet hizmetlerine ve görevlerine kabul edilme, yükseltilme ve çeşitli iş kollarında çalışma bakımından bir engel sayılmayacağını ifade etmiştir. 147’nci maddesi tüm Osmanlı uyrukluların giderlerini kendileri karşılamak kaydıyla her türlü hayır ve eğitim kurumu, dinsel ya da sosyal kurumlar kurmak, yönetmek ve denetlemek hususunda eşit haklara sahip olacakları, kendi dillerini özgürce kullanmak ve kendi dinlerini uygulamak hakkına sahip oldukları ifade edilmiştir. Antlaşma'nın 149’uncu maddesindeyse, Osmanlı Devleti'nin Türkiye'deki bütün soy azınlıklarının kilise ve okul konularında özerkliğini 264 182 Hiçbir zaman uygulanamayan ve kâğıt üzerinde kalan bu antlaşmada, Ermenistan kurulması açıkça ifade edilirken, yakın gelecekte bir Kürt devleti kurulabilmesi için de hükümler bulunmaktaydı. Ancak Süryaniler veya Nasturiler için bağımsız bir devlet söz konusu bile edilmemiştir Sevr Antlaşması’nın sadece 62’nci maddesinde adı geçen Süryaniler/Nasturiler,267 bir millet olmadıkları ya da bir millet olmanın niteliklerini taşımadıkları yolundaki İngiliz ve Fransız görüşleriyle bir kez daha hayal kırıklığına uğramışlardır. Sevr Antlaşması, Lozan Antlaşması ile hükmünü yitirmişse de bugün ortaya atılan iddiaların büyük çoğunun Sevr ile örtüşmesi de düşündürücüdür. Süryaniler, Sevr Antlaşmasından ve Lozan Antlaşmasından azınlıklar olarak değil de daha ziyade kurucu asli unsur şeklinde yararlanmışlardır. tanımayı ve saygı göstermeyi üstleneceği, bu çerçevede Müslüman olmayan soylara kilise, okul ya da adalet konularında, başka sultanlarca verilmiş olmak üzere tüm ayrıcalıkları ve bağışıklıkları teyit ederek gelecekte de destekleyeceği hükmü yer almıştır. 150’nci maddesi ile Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan bütün azınlıkların inançları ya da dinsel uygulamalarına saldırı niteliğindeki tüm davranışları engellemeyi ve onların bu haklarını güvence altına almayı Osmanlı İmparatorluğu'nun garantisi altına konulmuştur. Nihayet 151’inci maddede, Müttefik Devletlerin garantörlüğü öngörülmüştür. Buna göre, Antlaşma'nın azınlıklarla ilgili hükümlerinin yerine getirilmesini güvence altına almak için Osmanlı Devleti'nin alması gereken önlemleri, Milletler Cemiyeti Konseyi ile birlikte inceledikten sonra, Müttefik Devletlerin saptayacağı karara bağlanmıştır. Bkz. Deniz Bozkurt, Karşılaştırmalı Lozan ve Sevr Barış Antlaşmaları, Ankara, Umay Kültür Sanat Merkezi Yayınları, 1998, s. 7-8; Ürer, a.g.e., s. 201-202; ayrıca bkz. Taha Akyol, Medine'den Lozan'a, İstanbul, 3. Baskı, Milliyet Yayınları, 1997, s. 129-136. 267 Sevr Antlaşması’nın 62. Maddesi: Fırat’ın doğusunda ileride saptanacak Ermenistan’ın güney sınırının güneyinde ve 27. Maddenin II/2. ve 3. fıkralarındaki tanıma uygun olarak saptanan Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin yerel özerkliğini işbu antlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak altı ay içinde İstanbul’da toplanan ve İngiliz, Fransız ve İtalyan Hükümetlerinden her birinin atadığı üç üyeden oluşan bir komisyon hazırlayacaktır. Herhangi bir sorun üzerinde oy birliği oluşamazsa bu sorun komisyon üyelerince bağlı oldukları hükümetlerine götürülecektir. Bu plan Süryani-Keldaniler ile bu bölgelerin içindeki öteki etnik ve dinsel azınlıkların korunmasına ilişkin tam güvenceleri de kapsayacaktır; bu amaçla İngiliz, Fransız, İtalyan, İranlı ve Kürt temsilcilerden oluşan bir komisyon incelemelerde bulunmak ve işbu antlaşma uyarınca Türkiye sınırının İran sınırı ile birleşmesi durumlarında Türkiye sınırında yapılması gerekebilecek düzeltmeleri kararlaştırmak üzere bu yerleri ziyaret edecektir. Seha L. Meray ve Osman Olcay, Osmanlı İmparatorluğunun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr Antlaşması, İlgili Belgeler), Ankara, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1977, s.67-68. 183 3.2.5 Osmanlı Dönemi Süryani Sorunsalı ve İsyanlar Nasturi isyanı olarak adlandırılan isyanların konumuz ile alakası hem Süryani geleneğinden gelerek Doğu Süryanileri olarak adlandırılmalarından hem de isyana Nasturiler ile beraber Süryanilerden de katılanların olmasından kaynaklanmaktadır. Bu isyanlar sonrasında kendilerine tenkil harekâtı uygulanan bu kitle, kendilerine soykırım uygulandığı iddiası ile günümüzde uluslararası bir platform oluşturma gayreti içine girmişlerdir. Nasturi isyanlarının 1917 yılına kadar olan bölümü, Rusya ile ilişkili gelişirken; bu tarihten sonrası ise daha çok İngiltere ile ilişkili gelişmiştir. Sınırlara yakın yerlerdeki etnik grupların düşmanın geri bölgelerinde çeşitli eylemlerde kullanılması, yeni bir strateji olmayıp Rus ve Osmanlı’nın sıklıkla birbirine karşı uyguladığı bir yöntem olmuştur. Fakat bu stratejinin mağduru da doğal olarak yine bu kitle olmuş, taraftarı olduğu devletin başarısızlığında da karşı taraf tarafından hain olarak nitelendirilerek cezalandırılmışlardır.268 Bazen de “ihtimal” bile bu grupların cezalandırılmasına vesile olmuştur.269 Diğer önemli bir gelişmede bölge ileri gelenleri ve aşiret ağalarının özellikle Tanzimat sonrası oluşan ortamdan hoşnutsuzluğu ve misyonerlerin etkisi ile Hristiyanlara karşı ortaya çıkmaya başlayan bir nefrettir. Toplumsal kutuplaşma önce bölgesel aşiret kavgaları, sonrasında isyanlar ve bu ortama müdahil olan yabancı ülkelerin çevresinde şekillenmiştir. Tenkil hareketi ve o döneme ilişkin ileri sürülen sözde soykırım iddiaları ileri bölümlerde ele alınacak olup burada Bedirhan Beyin isyanı ile Nasturi isyanlarına değinmek uygun olacaktır. 268 David Gaunt, Massacres, Resistance, Protectors: Muslim-Christian Relations in Eastern Anatolia during World War I, New Jersey, Gorgias Press LLC, 2006. 269 Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin Şifresi: İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği (19131918), İstanbul, İletişim Yayınları, 2008, s.349-351. 184 3.2.5.1. Bedirhan Bey Olayı Başlangıçta Müslüman halkla uzun süre barış içinde yaşayan Nasturiler, İngiliz ve Rusların kışkırtmaları sonucu yanlış bir tutum içine girmiş ve ilk taşkınlık hareketi 1843 yılında Hakkâri bölgesindeki Nasturi aşiretlerden biri olan Tiyari aşiretinden gelmiştir. Cizre Beyi Bedirhan'ın emirlerini dinlemeyerek gönderdiği adamların hepsini öldürmesi ile başlayan bu iki toplum arasındaki çatışmalarda misyonerlerin faaliyetleri de son derece önem taşımıştır.270 Bedirhan Bey’in Tiyari aşireti başta olmak üzere Nasturilere yönelik harekâtını Osmanlı Hükümeti durdurduğunda, 1843'te Tiyari ve 1846'da Tuhup’da bazı Nasturiler için iş işten geçmiştir.271 Ayrıca Bedir Bey’in Nasturi Tiyari aşiretinin üzerine yürümesi, Müslüman halkla Nasturilerin mücadelelerini başlatan en önemli sebeplerden birini oluşturmuştur. Daha çok Nasturiler ile anılan Bedirhan Bey isyanı, Batı’ya sıçrayarak Süryanileri de etkilediği ileri sürülmektedir. Osmanlı belgelerinde 1848'de Bedirhan Bey'in esir aldıkları arasında Nasturiler ile birlikte Süryanilerin de olduğu, Diyarbakır ahalisinden toplanıp eski yerlerine iade edildiğinden söz edilmektedir. Aynı dönemlerde Mardin ve çevresinde gayrimüslim nüfusun önemli bir kısmının 'firar' etmesinin de bu olaylarla bağlantılı olabileceği ileri sürülmektedir.272 Bedirhan Bey’in isyanının en önemli nedeni olarak Tanzimat sonrası yapılan düzenlemelerin kendi bölgesindeki hâkimiyetine zarar 270 Bedirhan Bey, bölgede uzun yıllar devlet adına hizmet gören, yöneticilik yapan ve Cizre tarihinde "Azizi" veya "Azizan" lakabıyla anlatıla bir aileden gelmektedir. II.Mahmut döneminde Redif askerî teşkilatı kurulunca, diğer bölgelerde olduğu gibi, bu bölgede de Bedirhan Bey "Redif Miralayı" (Redif Albayı) olmuştur.Tanzimat'ın ilk yıllarında Güneydoğu Anadolu'yu ve Diyarbakır'ı doğrudan ilgilendiren önemli gelişmelerden biri Bedirhan Bey ayaklanmasıdır. O sıralarda iyi anlaşılmayan ve bu yüzden de büyük sıkıntılara yol açan bu ayaklanma günümüzde de birçok yanlış yorum ve değerlendirmelere başlıca konu olmaktadır. Bkz. Hatip Yıldız, a.g.m., s.161-183. 271 İleri, a.g.m., s.155. 272 İbrahim Özcoşar, "Süryani-Müslüman İlişkileri", der. İbrahim Özcoşar, Makalerle Mardin IV: Önemli Simalar Dini Topluluklar, Mardin, Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi, 2007, s.204. 185 vereceği endişesidir.273 Diğer taraftan bu düzenlemelerle etkinliklerini arttıran misyoner faaliyetlerinin bölgedeki Müslümanlar ve güç sahiplerini tedirgin etmeye başlaması da isyana yönelik ortamı hazırlamıştır.274 Bu gelişmelere Nasturi Tiyari aşiretinin bazı Müslüman köylerine saldırması, Hakkâri Beyi Nurullah'a karşı gösterdikleri itaatsizlik ve vergi vermekten kaçınmaları da eklenince, Bedirhan Bey Nasturiler üzerine yürümüştür.275 Aslında, Bedirhan Bey'in Nasturilere karşı harekâtına sebep olan sorunlar, Kürtler ve Nasturiler için yeni değildir. Geçmişte de yaşanan benzer sorunlarda, genellikle tarafların aşiret reisleri bir araya gelerek sorun çözülüyordu. Fakat misyonerlerin tek taraflı etkisi, tarih içinde oluşmuş güç dengesini bozması ve özerk feodal iktidar sahiplerinin kendilerini tehdit altında görmesi ile ciddi sorunlar ve isyanlar çıkmaya başlamıştır.276 Patrik Mar Şemun'un öldürülmesi ile de karşılıklı kin ve şiddet eskisinden farklı olarak geri dönülemez bir hal almıştır. 1843 ve 1846 yıllarında Bedirhan Bey’in Nasturilere yönelik harekâtı sonrasında Nasturi taifesinden yaklaşık 20.000 erkek, kadın ve çocuğun öldüğü ileri sürülmektedir.277 Bedirhan Bey'in yakalanması üzerine Ermeni Patrikliği, İstanbul dışındaki tüm kiliselere 9 Aralık 1847 tarihinde Peder Matteos imzalı bir genelge göndererek, bütün Ermenilerin Sultan'a ve onun güçlü devletine şükran duymalarını emretmiştir.278 Bu durum soykırım iddiaları ile bir paradoks yaratmaktadır. Sonuçta, Bedirhan Bey'in Nasturiler üzerine düzenlediği iki askerî harekât, İngiltere, Fransa ve Rusya gibi Avrupa devletlerinin tepkisine neden olmuştur.279 Bu tepkiler üzerine Osmanlı Devleti Bedirhan Bey'i cezalandırma yoluna gitmiş, Osman Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetlerine yenilerek 273 Hatip Yıldız, a.g.m., s. 163-164. Martin van Bruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet, İstanbul, İletişim Yayınları, 2004, s. 222. 275 Hatip Yıldız, a.g.m., s. 166-168. 276 Gabriele Yonan, a.g.e., s.40. 277 Hatip Yıldız, a.g.m., s.174. 278 Yakup Hıdırşah, Mezopotamya'da Hristiyan(Süryani, Nasturi, Keldani, Ermeni) Katliamı ve Kürtler, Belgesel İnceleme, Hannover, 1997, s.41-44. 279 Hıdırşah, a.g.e., s. 35. 274 186 esir düşen Bedirhan Bey, önce İstanbul'a ve oradan da Girit adasına gönderilmiştir.280 Bölgede devam eden bu istikrarsız ortam, başta Nasturiler olmak üzere Keldani ve Süryanileri olumsuz etkilemiştir. Bu olaylar, Osmanlı’ya yönelik dış müdahalelere zemin hazırladığı için de önem arz etmektedir.281 3.2.5.2. Nasturi İsyanları 19’uncu yüzyılın sonunda Osmanlı Anadolusu’nun doğusunda çoğunluğu Van ve Hakkâri bölgesinden olmak üzere yaklaşık 110.000 Nasturi’den, yarı göçebe olarak yaşayan yaklaşık 35.000'inin sebep olduğu Nasturi ayaklanmaları, diğer ayaklanmalarda olduğu gibi daha çok Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu siyasal, sosyal ve ekonomik durumun bir sonucudur.282 Bu isyanlar, Türkiye'nin Misak-ı Millî sınırları içinde bulunan Musul, Kerkük ve Süleymaniye bölgelerinin kaybetmesinde önemli bir etken olmuştur. Bir taraftan Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ile bağımsızlık mücadelesine girişen topluluklar Nasturiler için örnek oluştururken, diğer taraftan Fransız, İngiliz ve Rus kışkırtmaları sonucunda, Nasturiler 1843 yılından itibaren isyanlar çıkarmaya başlamışlardır.283 Özellikle Müslümanlar ile Hristiyanlar arasına sokulan nifak, Avrupa devletlerinin propagandaları sonucunda büyürken, zayıflayan Osmanlı devleti ise bu gelişmelere tedbir alamaz bir hale gelmiştir.284 1840'lara kadar olan çatışmalar, bazı Nasturi aşiretleri arasındaki iç çatışmalar şeklinde seyretmiştir. Fakat 1876 yılından sonra yavaş yavaş Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün korunmasına yönelik düşüncelerin değişmesi ile birlikte, 280 Hatip Yıldız, a.g.m., s.174,183. İhsan Şerif Kaymaz, “Aldatılan Bir Halkın Trajedisi: Asuriler (Süryaniler)”, Akademik Ortadoğu, Cilt I, Sayı 2, 2007, s.119. 282 İleri, a.g.t., s.20. 283 İleri, a.g.m., s.151. 284 İleri, a.g.m., s.143-146,151-152. 281 187 Nasturiler Osmanlı devletine karşı kullanılabilecek bir aktör durumuna gelmiştir.285 Bu nedenle İngiltere, Fransa ve Rusya'nın devlet politikalarının Nasturi ayaklanmalarını başlatan en önemli dış sebep olarak zikretmek yanlış olmayacaktır.286 Zaten bu politikanın sonucu olarak önce Müslüman ve Hristiyan liderler arasına düşmanlık girmiş, 1846 senesinden itibaren de olaylar çıkmaya başlamıştır.287 Osmanlı devleti gelişmeler karşısında 1891'de, II. Abdulhamid tarafından kurulan ve bölgenin sosyal, siyasi ve iktisadî hayatına yeni bir çehre kazandıran yeni bir askerî yapılanmaya gitmiş ve Hamidiye Alayları oluşturmuştur. Fakat gerek Nasturi isyanlarına yönelik gerekse bölgede asayişi sağlamak amacıyla kurulmuş olan bu alaylar hem müslümanlara hem de gayrimüslimlere yönelik kabul edilemeyecek davranışlar sergilemişlerdir. Nasturi isyanları da dâhil olmak üzere bölgedeki isyanlara karşı ve bozulan asayişin yeniden teşekkülü için kullanılan bu alaylar, çok fazla tenkit edilmişlerdir.288 Birinci Dünya Savaşı’na kadar pek ciddi bir olay olmasa da bölgedeki istikrarsızlık devam etmiş, Osmanlı Devleti'ne karşı ilk ciddi Nasturi isyanı Birinci Dünya Savaşı'nda olmuştur. Daha önce belirtildiği gibi 1914'te Osmanlı İmparatorluğu daha I. Dünya Savaşı'na girmeden önce, Nasturi Patriği Mar Şimun, Van mutasarrıfı (dönemin valisi) tarafından bu şehre 285 İleri, a.g.m., s.149. İleri, a.g.m., s.146. 287 Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Osmanlı Ermenileri (1856-1880), çev. Şinasi Orel, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1986, s.89’den aktaran İleri, a.g.e., s.148. 288 II. Abdülhamit’in adına atfen ‘Hamidiye Alayları’ olarak anılan ve özellikle ülkenin doğusunda her biri 1200 kişiden oluşan ve bölgedeki Kürt aşiretlerden teşekkül ettirilmiş olan 36 tane alay kurulmuştur. Hamidiye Alaylarının kuruluş sebepleri arasında artan Ermeni isyanlarına karşı önlem almak olmasına rağmen, sadece Hristiyanlar değil Müslümanlara karşı da zaman zaman kabul edilemeyecek davranışlar içine girmişlerdir. Bunun yanında Milli Aşireti gibi bazı aşiretlerin Hristiyanlara karşı koruyucu bir tavır içinde oldukları da söylenmektedir. Rus Kazak Alayları’ndan esinlenerek oluşturulun Hamidiye Alayları'nın kuruluş amacı hakkında; bazı yazarlar Ermeni ayaklanmalarını bastırmak, bazı yazarlar ise Rusya'ya karşı Kürt aşiretlerini tampon yapmak, bazısı ise göçebe Kürtleri kontrol altına almak amacıyla teşkil edildiklerini dile getirmektedirler. Bayram Kodaman, "Hamidiye Hafif Süvari Alayları II. Abdulhamid ve Doğu Anadolu Aşiretleri", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, İstanbul, Sayı 32, Mart 1979, s. 427, 441; Şevket Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, Ankara, Cilt 2, Diyarbakır Belediyesi Yayınları, 1990, s. 740; Ali Karaca, Anadolu Islahâtı ve Ahmet Şâkir Paşa (1838-1899), İstanbul, Eren Yayıncılık, 1993, s. 43, 174. 286 188 davet edilerek Osmanlı devletine bağlılığını devam ettirmek maksadıyla birçok vaatte bulunmasına rağmen Rus yetkililerin tekliflerini tercih eden Patrik,289 10 Mayıs 1915'de Osmanlıya karşı seferberlik ilan etmiştir. Bu ayaklanmadaki Nasturi lideri, bir süre Urmiye Osmanlı konsolosluğu yapmış olan Petros Ağa’dır. Savaş sırasında Nasturiler, Rus Kazak subaylarının komutasında Türk ordusuna karşı savaşmışlar290 ve bunun yanında Müslüman halka yönelik katliamlar yapmışlardır.291 Nasturilerin isyanda başarıya ulaşamayacaklarını anlamaları üzerine İran tarafına geçerek Ruslara sığınmışlardır.292 Bolşevik İhtilali'ne kadar Rusya'da barınan Nasturiler, 1918 yılındaki savaşta da Türkler, Kürtler ve İranlılardan kaçarak Irak’taki İngiliz kuvvetlerine sığınmışlardır.293 1917 yılına kadar daha çok Rusya etkisinde hareket eden Nasturiler, Rus devrimi sonrasında çekilen Rusya’nın ardında ortada kalınca bir müddet kendi başlarına Osmanlı Devleti ile mücadeleyi denemişler, başarısız olunca da ülkeyi terk etmişlerdir.294 Bu tarihe kadar Rus kışkırtması ile isyan eden Nasturilerden bahsederken bu tarihten sonra Rusların boşluğu daha çok İngilizler tarafından doldurulmuş ve Nasturiler İngiliz emellerine alet edilmeye başlanmıştır. İngilizler, Nasturilerle daha çok Hindistan’ın ve yolunun güvence altına alınması,295 Musul petrollerinin kaybedilmemesi, 296 Rusya’nın 289 Baselie Nikitine, Kürtler, Deng Yayınları, İstanbul, 1991, s.210; Erdost, a.g.e., s.39; Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni, s.110. 290 Gabriele Yonan, a.g.e., s.235. 291 Rıfat N. Bali, "II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye'de Azınlıklar-1 Yirmi Kur'a İhtiyatlar Olayı", Tarih ve Toplum, Sayı 179, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998, s.4-18; İleri, a.g.e., s.157. 292 Erdost, a.g.e., s.39. 293 Selman Nezzal, "El-Ekalliyattı Ğayru'l-Müslitne fi'l-lrak"', El-Müntalik, Sayı 80-81, NisanTemmuz, 1991, s.177-178’den aktaran Kadir Albayrak, a.g.e., s.147. 294 İleri, a.g.e., s.158. 295 Bayram Kodaman, II. Abdulhamid’in Doğu Anadolu Politikası, İstanbul, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları: 67, Seri:4, Sayı: A.21, s.155. den aktaran İleri, a.g.e., s.152-153. 296 Bazı Nasturilerin, Musul sorunun görüşüldüğü İstanbul Konferansı sırasında çıkardıkları ve ancak 28 Eylül 1924'te bastırılmış olan bu isyan da bize Musul ile Nasturi isyanları arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Mete Tunçay, T.C.'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Ankara, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1992, s.111-112. 189 kontrol altında tutulması açısından ilgileniyorlardı.297 Tabii aynı zamanda bölgede hamisi olacakları bir Protestan toplumu yaratılmaya çalışılmaktaydı.298 İran'a kaçan Nasturilere sahip çıkan İngilizler, onları İran'dan Irak'a naklederek Bakuba kampına yerleştirmişlerdir. Musul'un İmadiye bölgesini kendilerine vereceğini vaat ettikleri Nasturilerden oluşturulan taburlar ile Osmanlı ile mücadeleye devam etmişler, fakat bunda da arzu ettikleri başarıyı sağlayamamışlardır.299 Daha sonra Osmanlı topraklarına geri dönmek için çok mücadele eden Nasturiler, bu amaçlarında da başarılı olamamışlardır. Hatta 1928'de ilan edilen af kapsamına Nasturiler alınmayarak Türkiye'ye girmeleri halinde cezalandırılacakları yönünde beyanlar verilmiştir.300 Paris Barış Konferansına iştirak eden Nasturi delegasyonu, sınırları Musul, Urmiye, Diyarbakır, Urfa’yı içine alacak, başlangıçta otonom ama sonrasında bağımsız olacak bir Asurî-Keldani devleti kurma yönündeki taleplerini Avrupalı devletlere iletmişlerdi.301 İngiliz, Fransız ve Rusların ihanetine uğrayan Irak’taki Hristiyanlar 1950'deki kanlı olaylar nedeniyle Bağdat'a göç etmişlerdir. 1978'de çıkarılan bir yasayla, Irak'ın yalnız Araplara ve Kürtlere ait olduğunun ilan edilmesinden sonra da Keldaniler ve Nasturilerin büyük bölümü, nüfus kayıtlarına Hristiyan Arap olarak kaydedilmelerine ses çıkarmamışlardır. 297 İleri, a.g.e., s.149. Mayewski, Van-Bitlis Vilayetleri Askeri İstatistiki, çev. Binbaşı Sadık Bey, İstanbul, 1930, s.104-105’ den aktaran İleri, a.g.e., s.149. 299 İleri, a.g.e., s.158. 300 Joseph Yacoup, The Assyrian Question, Chicago, Alpha Graphic, 1986, s.11-12;Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 114. 301 Suat Akgül, Musul Sorunu ve Nasturi İsyanı, Ankara, Berikan Yayınları, 2004, s.81. 298 190 Böylece Keldani, Nasturi, Süryani, Ermeni ve Türkmen azınlıkların varlığı ortadan kaldırılmıştır.302 Son olarak da Ağustos-Eylül 1924’te Hakkâri bölgesinde keşif gezisi yapan Hakkâri Valisi başkanlığındaki heyete yönelik Nasturi saldırısına ve 13 Şubat 1925’te patlak veren Şeyh Said İsyanı’na bir grup Midyat Süryanisinin de katıldığı yönünde iddialar vardır. Bu olaylar sonrasında Süryani Patriği İlyas Şakir, durumu düzeltmeye yönelik bazı girişimlerde bulunmuşsa da 1925 yılının sonlarında gittiği Halep’ten geri dönmemiştir.303 Bu olay Cumhuriyet dönemi Süryani göçlerinin başlangıcını oluşturmuştur. 3.3. CUMHURİYET DÖNEMİNDE SÜRYANİLER Osmanlı Devleti yıkılıp yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ülke içerisinde yüzyıllardan beri yaşayan gayrimüslim unsurların statüsünün belirlenmesi cumhuriyeti kuran kadroların en ciddi sorunları arasında yer almıştır. Osmanlı Devleti döneminde millet sistemi aracılığıyla "zimmi" olarak nitelenen ve mensup oldukları dinleriyle birbirinden ayrılan topluluklar Cumhuriyet yönetimi ile birlikte "azınlık" olarak isimlendirilmeye başlanmıştır. Gerçi Cumhuriyetin ilanı sonrası, ulus devletin inşası kapsamında tüm Müslümanlar ile ülke içinde yaşayan tüm vatandaşlar "Türk" kimliği ile tanımlanmışlardır. Lozan Antlaşması ile Türkiye’de yaşayan gayrimüslimlere azınlık statüsü verilmiştir. Fakat Süryanilerin Lozan’da azınlık statüsü alıp almadığı tartışmalıdır. Aslında Türkiye’deki Süryanilerin sorunlarının büyük bir çoğunluğu bu tartışma çerçevesinde şekillenmektedir. Bu durumları ile Türkiye’deki azınlık statüleri tartışmasız olan Ermeni, Rum ve Yahudilerden ayrılmaktadırlar.304 302 Andersson, a.g.e., s.31. Dolapönü, a.g.e., s.168-169. 304 Daha sonra 18 Ekim 1925 tarihinde imzalanmış olan Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması ve Ekli 303 191 Diğer taraftan özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran kadro ile Süryanilerin (Yakubi/Kadim) ilişkisi diğer Hristiyan unsurlardan (Rum, Ermeni, Nasturi, v.b.) farklı olmuş ve Patriklik, savaş sonrası özellikle Mardin bölgesinde işgale karşı bir duruş sergilemiştir.305 Cumhuriyet döneminde Nasturiler ile devam eden sorunlar, Nasturilerin Doğu kilisesi adı ile de anılıyor olmasından dolayı bazen Süryani problemi gibi algılanmıştır. Ayrıca Asurî kavramının içine, Süryanilerin de sokulmaya çalışılması, bu durumu daha karışık hale getirmektedir. Nasturiler ile karıştırılan Süryaniler, birkaç küçük hadise dışında Osmanlı idaresine bağlı kaldıklarına, üstelik yaşadıkları bölgelerde Batılı devletlerin misyonerlerini bile istemediklerine dair bilgiler mevcuttur. Süryaniler’in devlet ile olan ilişkileri daha çok itaatkâr ve uyumlu bir görüntü içinde olmuştur.306 Tüm bu gelişmelere rağmen Cumhuriyet döneminde, patriklik merkezlerinin yıllardır var olduğu toprakları terk ederek Suriye’ye taşınmış olması,307 Süryanilerin zaman zaman yaşadıkları topraklarda arzu ettikleri huzuru bulamadıkları yönünde yorumlara da neden olmaktadır. Protokol ile Ermeni, Rum ve Yahudiler’e Bulgarlar da eklenmiştir. Bkz. Kader Özlem, “Bulgaristan Türklerinin Tarihsel Perspektiften İncelenmesi”, TÜRKSAM, (Erişim) http://www.turksam.org/tr/ yazdir431.html#_ftn25, 11 Kasım 2010. 305 Mardin şehrinin İngilizlere bağlanması yönünde çalışmalarda bulunan Binbaşı Noel bu amaçla geldiği Mardin'e Süryani Patrikliğiyle görüşmüş olmasına rağmen Süryani Patriği III. İlyas'ın Mardin'de Osmanlı egemenliğinin devamı için İstanbul'dan gelen Fehim Efendi ile birlikte İstanbul’a müracaatlarının önüne geçememiştir. Bkz. Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s.350. 306 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dâhiliye İdare, Dosya: 123, Gömlek: 4; Rahime Sezgin ve Murat Uçar,” Süryaniler... Azınlık mı, değil mi?”, Aksiyon, Sayı 378, 02 Mart 2002, (Erişim) http://www.osmanli.org.tr/dosyaara.php?bolum=4&id=289, 25 Ağustos 2009. Bu iddianın tersi görüşü savunan ve Süryanilerin de bir dönem devlet taleplerini olduğunu ileri sürenler de vardır. Bkz. Kadir Albayrak, Keldaniler ve Nasturiler, s.118-144. 307 Patrik III. İlyas Şakir, Hindistan’da bulunan Süryani cemaatini ziyaret etmek için 1932 yılında Hindistan’a gidince orada vefat eder. Patrik III. İlyas Şakir’in vefatından sonra patriklik merkezi, metropolitlerin oy birliğiyle Suriye’nin Humus kentine taşınır. 1959 yılında da Başkent - Şam’a nakledilir ve halen patriklik merkezi Şam’da bulunmaktadır. Bkz Koluman, a.g.e., s. 97. 192 3.3.1. Millî Mücadele Dönemi 19 Mayıs 1919 yılında Atatürk’ün Samsun’a çıkışı ile başlayan millî mücadele dönemi, Süryaniler için Osmanlı’dan yeni Cumhuriyete geçiş anlamındadır. Bu anlamda, milli mücadele dönemi Süryaniler için hem Osmanlı hem de millî mücadele kahramanları ile ilişkili bir dönemdir. Daha çok Süryani Patriği III. İlyas Şakir çevresinde şekillenen milli mücadele dönemi, çeşitli spekülasyonlarına rağmen Süryanilerin bugünkü statülerinin belirleyicisi olmuştur. Millî mücadele döneminde Süryani Patriği, Patrik III. İlyas Şakir’dir.308 Patriğin Osmanlı Devleti ile olan iyi ilişkileri309 yanında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile de yakın ilişki içerisinde olmuştur. Patrik ile Atatürk’ün ilişkisini siyasi ilişkiden ziyade samimi dostluk ilişkisi şeklinde yorumlayanlar da vardır.310 Millî Mücadele döneminde aslında devletçi politikalar izleyen Süryaniler, işgale karşı bir pozisyon sergilemişlerdir. Bu konuda 8 Mayıs 1919 günü Türkiye'ye gelen Fransız işgal kuvvetleri komutanı Franchet de Esperey azınlıkların ruhanî liderlerini çağırarak isteklerini sorduğunda toplantıda hazır bulunan Süryani Patriği III. İlyas'ın "600 yıldan fazla oluyor ki Türk yurttaşlarımızla beraber kardeşçe yaşadık. Türklerin nimetleri kanımızın her zerresinde dolaşmaktadır. Türklerden ne isteyebiliriz? Türklerin kaderi bizim kaderimizdir." diyerek toplantıyı terk etmesi, Süryanilerin her zaman kıvanç duyduğu değerli bir anı olarak aktarılmaktadır.311 308 1932 yılında vefat eden Patrik III. İlyas Şakir, Türklüğü ile övünerek her an ve her yerde daima savunucusu olmuş, yüce devlet ve hükümetin ricalinin teveccühünü kazanarak saygı duyulan bir şahıs olmuştur. Bkz.Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, s.43. 309 Patrik III. İlyas Şakir Osmanlı Devleti ile olan iyi ilişkileri ve hizmetlerinden ötürü 1919 yılında Padişah Vahdettin tarafından nişan ile ödüllendirilmiştir. Bkz. Günel, a.g.e., s.187-188. 310 Koluman, a.g.e., s. 97. 311 Mardin eski Belediye Başkanı ve Milletvekili Dr. Aziz Uras Bey'in notlarından aktarma için bkz. “Amerikan Belgesinde Adı Geçen Ağa Petros Süryani Değil, Nasturidir”, Milliyet Gazetesi, 19 Kasım 1977, (Erişim) http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Arsiv/1977/11/19, 11.05.2009; Koluman, a.g.e., s. 61. 193 Ayrıca Irak'taki İngiliz siyasi hakimi Binbaşı Noel, yanında kumandan ve danışmanları olduğu halde Mardin'e geldiğinde; şehri teslim etmeleri için şehrin ileri gelenlerine yaptığı çağrıya, Süryani Patriği III. İlyas Şakir, Mardin halkı adına; "Biz Türk'üz. Türk idaresinden başka herhangi bir idareyi istemiyoruz. Aksi halde yek vücut olarak, can'en ve malen mücadeleye hazırız” diyerek işgale karşı durmuştur.312 Bu söylemin böyle olmadığını iddia edenler de vardır.313 Urfa’da Fransızlarla bazı Süryanilerin işbirliği yaptıkları yolunda söylentiler çıktığında ise, Patrik III. İlyas Şakir Efendi, Urfa’da yaşayan Süryani toplumu başkanlığına şu bildirgeyi göndermiştir: “Osmanlı uyruğundan olduğumuzu unutmayınız. Ne yazık ki Urfa’daki Süryanilerin bir kısmının Fransızlar ve Ermenilerle birleşerek Türklere karşı çarpışmalara katıldıklarını üzüntü ile öğrenmiş bulunmaktayız. Bu iş patrik efendinin ve bütün Süryanilerin isteğine aykırı olduğundan kutsal değerlerimizin korunuşu ve büyüklerimizin sözlerine saygı duyarak Türkler aleyhindeki çarpışmalara katılmaktan geri durmanızı bildiririz. Ayrıca bu uğurda pek çok fedakârlıkta bulunmanızı sizlere öneririz.”314 diyerek Süryanilerden işgal kuvvetleri yanında olanlara karşı bir tavır da sergilemiştir. 1920 yılında TBMM’nin açılışında Ankara garında Atatürk’ü karşılayanlar arasında olan Patrik III. İlyas Şakir’e ithafen; “Süryani Patriği III. İlyas’ın Millî Mücadele yıllarında müstevlilere karşı bu yurdun evladı olarak 312 Dolapönü, a.g.e., s. 103; Koluman, a.g.e., s. 62; Ali Bulaç, “Patrik İlyas Efendi Meselesi”, Zaman Gazetesi, 17 Aralık 2008, (Erişim) http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=771036&title=patrikilyas-sakir- efendi-meselesi, 11 Mayıs 2009. 313 Binbaşı Noel’in teklifine cevap için müddet istendiği ve Süryanilerin de katılığı bir istişare sonunda karar alındığı, kararın tüm böle temsilcilerinin ortak kararı olduğu ve İlyas Şakir Efendi'nin "akıl verdiği"ni değil, söz konusu karara "katıldığını” belirtmektedirler. Bkz. Latif Öztürkatalay, Mardin ve Mardinliler, İstanbul, Kendi Yayını, 1995, s.30. 314 Gabriyel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s. 445. 194 takındığı mücadeleci tavır Millî Mücadele kahramanlarından olduğunu göstermiştir.” şeklindeki sözlerini yansıtan bilgiler bulunmaktadır.315 Görüldüğü üzere Nasturi cemaatinin aksine genel olarak Süryaniler Osmanlı Devleti’ne sadık kalmışlar ve Avrupalı devletlerin oyununa gelmemişlerdir. Gerçi bir kısım Süryani’nin Cizre ve Midyat bölgesinde kısa süreli bir başkaldırışları olsa da önem arz edecek bir konuma gelmemiştir.316 Sonuçta Nasturiler, Batılı devletlerin verdikleri sözlere inanarak devlete başkaldırmışlar ve bunun olumsuz sonuçlarını da uzun yıllar yaşamak zorunda kalmışlardır. Diğer taraftan Patrik İlyas Şakir’in İtilaf devletleri nezdinde girişimlerde bulunmasına rağmen arzu ettiği sonucu elde edememesinden sonra Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti ile sıcak ilişki içine girdiği doğrultusunda iddialar da vardır. Bu iddiaya göre Paris Barış Konferansı’na Musul’daki Dominiken Mektebi’nde eğitim gördüğü için önce Katolik olan, ancak daha sonra Ortodoksluğa geçen Suriye Metropoliti Severios Efram Barsavm başkanlığında bir heyet göndermiş, fakat Süryani heyeti bu konferansta ciddiye bile alınmamıştır.317 Bu gelişmeler üzerine Patrik III. İlyas Şakir, cemaati için en akıllıca tavrın, Kemalistlerle uzlaşmak olduğu sonucunu çıkarmış ve ilk iş olarak Süryani Kadim erkeklerinin Millî Mücadele’ye katılmasını emretmiştir. Bu askerlerin ailelerinden gelen 70-75 kişilik bir kadın 315 Gabriyel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s. 454-456; Dolapönü, a.g.e., s. 102; Mardin İl Yıllığı, Mardin, 1967, s. 87. 316 İsrafil Kurtcephe, “Birinci Dünya Savaşında Bir Süryani Ayaklanması”, OTAM, Sayı:5, Ankara, 1993, s.291-296, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/821/10429.pdf 317 Konferans sonrası Fransız Dışişleri Bakanlığı’nın raporlarındaki “Doğu’da bol olan entrikacı papazlardan biri”, “Türkler ve Almanlara yaptığı riyakârlıkları unuttu”, “Suriye’deki tüm entrikacılar gibi hararetle ve yüksek sesle konuşarak baskı yapabileceğini zannedenlerden”, “Endişeye gerek yok, Emir Faysal kendi rolünü emniyete aldıktan sonra bu küçük Hristiyantopluluğunu hakir görecek ve uzaklaşacaktır. İşte o gün onlar bizim sunacağımız himayeden mutlu olacaklardır” gibi ifadelerden Fransızlar’ın Ortodoks Süryanileri pek ciddiye almadıkları sonucu çıkarılabilir. Öte yandan, Barsavm, Diyarbakır, Harput, Bitlis, Van ve Urfa vilayetlerini kapsayan özerk bir yönetimden yana olduğu için de Fransız çıkarlarıyla uymuyordu. Sonuçta Barsavm, “büyük bir hayal kırıklığına uğradığını, orada halkının başına gelen felaketleri açıklamasına rağmen, konferansa katılan delegelerin hiç birinin gözyaşı akıtmadığını ve hatta delegelerin bize acımadıklarını görünce, orada taştan heykellere konuşma yaptığımı hissettim” diyerek büyük devletlerin 1915 konusundaki ikiyüzlü tavrını doğrulamıştır. Bkz. Mor Iğnatiyos I. Afrem Bet-Barşawmo, Tur-Abdin Tarihi, İsveç, Nsibin, s.5’ten aktaran Talip Atalay, “Lozan Antlaşması Öncesinde ve Sonrasında Süryani…”, s.63-69. 195 grubu da Diyarbakır’daki bir kilisede dikimevi açarak orduya katkıda bulunmuşlardır.318 Bu iddianın ne kadar doğru olduğu bilinmemekle beraber yine Binbaşı Noel yazmış olduğu bir raporda; Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Hristiyanlardan savaş sırasında en az zarar görenlerin Süryaniler olduğu belirtilmektedir. Noel, Süryanilerin Osmanlı Devleti ile iyi ilişkiler kurduklarını ve Ermeni tehciri kararı alındıktan sonra Süryanilerin bu kararın dışında tutulduğunu da raporuna eklemiştir. Ayrıca Noel, Diyarbakır’da yaşayan Süryanilerin Osmanlı yönetiminin devamından yana olduklarını hatta Mardin ve Diyarbakır’da Süryanilere ait kiliselerde Osmanlı yönetimi ve padişah için dualar edildiğini de raporunda belirtmektedir.319 Noel’in bu raporu hazırlamadan önce özellikle Mardin ve Midyat bölgesindeki Süryaniler ile yaptığı görüşmelerden Süryanilerin baskı altında olmadığı yönünde bilgiler aldığını belirtmektedir.320 20 Mayıs 1919 tarihli bir belgeden anlaşıldığı üzere; Noel’in Midyat’ta görüştüğü Süryani ve Keldani muallim ve murahhasların genel olarak Osmanlı Hükümeti’ne karşı sadakat beyanında bulunduklarını ve hatta görüştüğü kitlenin hemen hepsinin hükümet lehine cevaplar verdiği belirtilmektedir.321 Ayrıca yöredeki aşiret reisleri, Keldani ve Süryani rahipler toplanarak Osmanlı Devleti’ne bağlılık yemini etmişler ve Meclis-i Mebusan’a çektikleri telgrafla bölgedeki bölücü faaliyetleri protesto etmişlerdir.322 Sonuç olarak Süryanilerin millî mücadele döneminde İtilaf devletlerinin karşısında yer aldığını söyleyebiliriz. 318 “Amerikan Belgesinde Adı Geçen Ağa Petros Süryani Değil, Nasturidir”, Milliyet Gazetesi, 19 Kasım 1977, (Erişim) http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Arsiv/1977/11/19, 11 Mayıs 2009; Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Cilt IV, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1994, s.491; Deniz Bayburt, “Milli Mücadele Dönemi’nde Süryaniler”, Akademik Bakış, Cilt 3, Sayı 6, Yaz 2010, s.54. 319 Bülent Özdemir, Süryanilerin Dünü Bugünü: I. Dünya Savaşı’nda Süryaniler, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2008, s. 112. 320 Yaşar Ertürk, Büyük Oyunun Eski Perdesi Doğu Güneydoğu ve Musul Üçgeni (1918-1923), İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayınları, 2. Baskı, 2007, s. 308. 321 ATASE, İstiklal Harbi Kataloğu: 30, G: 33, B: 33-1, 33-2’den aktaran Bayburt, a.g.m., s.53. 322 Yaşar Akbıyık, “Kurtuluş Savaşı’nda Güneydoğu Anadolu’da Bölücülük Faaliyetlerine Karşı Tepkiler”, XII. Türk Tarih Kongresi: Bildiriler, Cilt IV, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1994, s. 1312. 196 3.3.2. İnkılaplar ve Uygulamaları Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışından itibaren inkılaplar Süryaniler tarafından heyecan ve sevinç ile takip edilmiştir. Patrik III. İlyas Şakir, Meclis’in açılışına katılmış ve ilan edilen inkılaplar için de tebrik telgrafları gönderilmiştir. Şapka devriminden sonra bugün bile Süryani papazlarının fötr şapka giymesi323 inkılaplara olan inançlarının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. 1928 yılında Harf Devrimi’ne geçildiği tarihte, Hindistan seyahatinde bulunan Patrik III. İlyas Şakir, Süryanilerin bütün yazışmalarını yeni harflerle yapmalarını isteyen bir telgraf çekmiştir.324 Hatta Süryaniler kilise litürjisine Türkçeyi sokmuşlar, ayinde okunan ilahî ve duaların bir kısmını Türkçeleştirmişlerdir. Bugün bile ayinde okunan bazı dua ve ilahîlerin Türkçe olması, Süryani Cemaatinin inkılaplara olan bağlığının içtenliğini ve ayrıca devlet kanunlarına riayeti göstermesi adına da önemlidir.325 29.11.1934 tarihinde cemaat reisi dışındaki din adamlarının mabet ve ayin dışında dinî kıyafet giymelerini kaldıran kanun çıktığında, önce patrik vekili Horepiskopos Abdullahad, sivil kıyafetle sokağa çıkmıştır. Atatürk, Patrik III. İlyas'a yaptığı yardımlardan dolayı teşekkür etmiş ve talimatlar vererek Süryanilere her türlü kolaylığın sağlanmasını emretmiştir.326 Deyru’l-zafaran Manastırının en parlak zamanın Türkiye Cumhuriyeti anayasasının laiklik ilkesi ile teminat altına alındığı dönem sonrası gösterilmesi,327 inkılaplar ile yaşanan devrim sürecinin Süryaniler üzerinde pozitif etki yaptığını göstermektedir. 323 Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s. 456. Sertoğlu , a.g.e., s.81- 82. 325 Günel, a.g.e.,s.59-60. 326 İris, a.g.e., s.172. 327 Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, s.35. 324 197 Diğer taraftan 1934'te çıkarılan ‘Soyadı Kanunu’ gibi bazı inkılaplar ve kanunların Süryaniler de hoşnutsuzluk yarattığı da bir gerçektir. Soyadı kanununa ilişkin bazı nüfus memurlarının keyfi davranışları, azınlıklara kendi isteklerine göre soyadı vermeleri ve bazı gazetelerin kışkırtıcı propagandaları328 ve sonrasında devlet dairelerine gayrimüslim alınmaması yönünde çıkarılan kanun,329 Süryaniler tarafından hoş karşılanmamıştır. Ulu önder Atatürk’ün yakın dostu, Atatürk’ten taltif ve takdir gören sayın Patrik III. İlyas Şakir dönemine kadar patriklik merkezi Deyru’l-zafaran Manastırındayken, Patriğin ölümü sonrasında yerine patrik seçilen Patrik Efram Barsavm döneminde;330 1932'de Humus'a, 1957'de de Şam'a taşınması, devletin sahip olduğu bir değeri kaybetmesi olarak da görülebilir. Kısaca, Cumhuriyetin ilk yıllarında Süryanilerle devlet arasındaki ilişkiler genelde olumlu bir seyir izlerken331 daha sonraları zaman zaman olumsuz gelişmeler de yaşanmıştır. 3.3.3. Lozan Antlaşması ve Süryaniler Lozan’a giden Türk tarafı, “azınlıklar” konusunu çözümü gerekli önemli başlıklar içinde ele almıştır.332 Bunun sebebini gayrimüslim azınlıklara ilişkin tarihsel travmalar ile oluşan önyargı olarak belirtmek yanlış olmayacaktır. Bu anlayış ile başlayan Lozan Konferansı, 21 Kasım 1922 4 Şubat 1923 tarihleri ile 23 Nisan 1923-24 Temmuz 1923 tarihleri arasında 328 Koçoğlu, a.g.e., s.15. 1926 tarihinde 788 sayılı Memur Kanunu'nun 4. maddesi memur olabilmeyi Türk olma zorunluluğuna bağlamıştır. Bu hüküm, 1965 yılında 'T.C. vatandaşı olmak' diye değiştirilmiştir. Bkz. Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve "Türkleştirme" Politikaları, İstanbul, İletişim Yayınları, 2006, s.119. 330 Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, s.20. 331 Sertoğlu, a.g.e., s. 80; Günel, a.g.e., s. 322. 332 Ankara Hükümeti, konferansa giden heyete 14 maddelik bir talimat vermiştir. “Başbakanlık Kararı” bu talimatın 8 ve 9’uncu maddeleri Gayrimüslimlerle (Azınlıklarla) ilgilidir. 8’nci madde, “Kapitülasyonlar kabul edilemez, mütarekelerin kesilmesi lazım gelirse yapılır”, 9’uncu madde ise “Ekalliyet” (Azınlıklar); Esas mübadeledir” şeklinde idi. Ali Güler, Sevr'den Kopenhag'a Parçalanan Türkiye, Ankara, Ocak Yayınları, 2000, s.16. 329 198 toplam 8 aylık bir sürede tamamlanmıştır. Azınlıklar konusu her ne kadar konferans iç tüzüğünün 5’inci maddesi gereğince “Yabancılar ve Azınlıklar Komisyonu”nda görüşülmesi planlanmış olsa da Lord Curson’un müdahalesi ile birinci komisyonda ve ilk defa 12 Aralık 1922 tarihinde toplanan “Arazi ve Askerlik Komisyonu”nda ele alınmıştır. Sonuçta, Lozan Konferansı'nda azınlıklar konusu, birinci komisyonunun beş ve azınlıklar alt komisyonunun ise on altı toplantısında görüşülmüş ve hararetli tartışmalara neden olmuştur.333 15 Aralık 1922 günü Başkan Montagna’nın; “birinci komisyondaki genel görüşmeler sırasında azınlıkların korunmasına ilişkin Avrupa antlaşmalarında kabul edilen ilkelerin, antlaşmalara temel olarak alınacağı, daha önceden bildirilmişti." diyerek oturumu açması üzerine Rıza Nur Bey, "Türkiye'de din azınlıkları bulunduğunu, fakat soy azınlıkları (minorites de race) bulunmadığını, böyle olunca Türk Temsilci Heyeti'nin soy ya da dil azınlıklarının korunması ilkesini kabul etmediğini" belirtmiştir.334 15 Aralık 1922 tarihli 3 sayılı tutanağa ek olarak Komisyona sunulan "Müttefik Temsilci Heyetlerince Azınlıkların Korunmasına İlişkin Tasarı"da kavram, değişik maddelerde şu şekilde idi: "...din ve dil bakımından etnik azınlıklardan olan kimselerin..." (Madde: 4); "din ya da dil azınlıklarından olan Türk uyrukları..." (Madde: 6); "din ya da dil bakımından etnik azınlıklarından olan Türk uyruklarının..." (Madde: 7); "...bu azınlıkların...", (iki kere) "... azınlıkların ...", "...azınlıklara..." (Madde: 8); "Hristiyan ya da Musevi dininden Türk uyrukları..." (Madde: 9); "...Müslüman olmayan Türk uyruklarına..." (Madde: 11). Üçüncü tutanağa Ek olarak Komisyona sunulan 18 Aralık 1922 tarihli "Türk Temsilci Heyetinin sunduğu tasarı " ise toplam sekiz maddeden 333 Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar-Belgeler, Takım I, C. I, Kitap II, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1993, s.150. 334 Meray, a.g.e., s.205-208. 199 oluşuyordu. Bu tasarının tamamında kullanılan konu ile ilgili kavram "Müslüman olmayan (gayrimüslim) azınlıklar" şeklinde idi.335 Müttefik heyetinin başlangıçtaki azınlıklara ilişkin tutumu Türk heyetinin kararlı tutumu karşısında zayıflamış ve 23 Aralık 1922 oturumundan itibaren Türk görüşünün kabul edildiği görülmüştür. Yapılan bazı konuşmalarda, bu tarihten sonra "azınlıklar" terimi yerine "Müslümanolmayan azınlıklar" kavramı kullanılmaya başlanmıştır.336 Fakat antlaşma maddelerinin hiçbir yerinde, gayrimüslimlerden anlaşılması gerekenin kimler olduğu açıkça belirtilmemiştir. Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş antlaşması niteliğinde olup çok büyük önem taşımaktadır. Azınlıklar konusu, Lozan Barış Antlaşması'nın, "Siyasal Hükümler" başlığını taşıyan I. Bölümünün, "Azınlıkların Korunması" başlıklı III. Kesimi'nde 37-45. maddelerinde düzenlenmiştir. Lozan Antlaşması’nın maddeleri irdelendiğinde gayrimüslim azınlıklara haklar tanındığı görülmektedir. Gayrimüslim azınlıklara ilişkin önem arz eden maddelere baktığımızda; 337 -38/3. maddesinde belirtilen bütün Türk uyruklarına uygulanan dolaşım ve göç etme özgürlüğünden tam olarak yararlandırılacağı, -39/1. maddesinde Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık (medeni) haklarıyla siyasal haklardan yararlanacağı, -40. maddesinde hukuk ve uygulama bakımından öteki Türk uyrukları ile aynı işlem ve garantilerden yararlanacağı, hayır kurumu, dinsel, sosyal kurumlar, her türlü okullar, öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve 335 Meray, a.g.e., s.161-167. Meray, a.g.e., s.201-202,213; Erol Dora, “AB’ye Katılım Sürecinde Süryaniler ve Çok kültürlülük”, Avrupa Birliği, Türkiye ve Süryani Göçü Konulu Sempozyum, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Araştırmaları Ve Uygulamaları Merkezi, 26-27 Mayıs 2005. 337 Dora, a.g.m. 336 200 denetlemek hakkı, burada kendi dillerini serbestçe kullanma ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmada eşit hakka sahip oldukları, -41. maddede önemli oranda bulundukları il ve ilçelerdeki ilkokullarında anadillerinde eğitim hakkı, -41/2. maddesinde bütçeden pay alma hakkı, -42/1.maddede aile ve kişisel durumlar konusunda gelenek ve göreneklerine uygun çözüm hakkı, -42/2. maddede din kurumlarına saygı, kuruluşları için gerekli kolaylıkların gösterilmesi, -43/1. maddesinde inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı davranışta bulunmaya zorlanamayacakları, hafta tatillerinde herhangi bir resmî işlemi yerine getirmeye zorlanamama hakları bulunduğu belirtilmiştir.338 Lozan Antlaşması’nda yukarıda açıkladığımız üzere sadece gayrimüslim azınlıklar kabul edilmiş, bu azınlıklar tek tek sayılmamış olmakla beraber Lozan Antlaşmasının imzalanmasından sonra Türkiye, Antlaşmadan doğan azınlık haklarını sadece Ermeni, Rum ve Yahudiler için uygulamaya koymuş, diğer gayrimüslim gruplar ise azınlık kavramı dışında telakki edilmiştir. Durum böyle olmakla beraber Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 24 Ocak 2003 tarihinde çıkarılan yönetmelik ile cemaat vakıfları sayılırken Lozan’da azınlık olarak tanınan Rum, Ermeni ve Yahudiler dışındaki Bulgar, Gürcü, Süryani ve Keldanilere ait vakıfların da cemaat vakıfları içinde sayması bazı soru işaretlerini doğurmaktadır. Bazı kesimlerce Süryani ve 338 Naz Çavusşoğlu, Uluslararası insan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları, Bilim Yayınları, İstanbul, 1999, s. 67; Dora, a.g.m. 201 Keldanilerin de Türkiye Cumhuriyeti tarafından azınlık olarak kabul edildiği şeklinde yorumlanmaktadır.339 Süryanilerin azınlık statülerindeki bu belirsizlik, yeni bir durum değildir. Çünkü Osmanlı döneminde de azınlık olduklarına ilişkin net bir durum da yoktur. 1890 yılına kadar Osmanlı nezdinde Ermeni milletine tabi olan Süryaniler, 1897'den itibaren salnamelerde kendi adlarıyla, yani Süryani Kadim Patrikliği başlığı altında kayıt altına alınmaya başlandığı görülmektedir.340 Ancak Lozan Antlaşmasıyla birlikte Süryanilerin yine belirsiz bir statüye büründükleri görülür. Bu belirsizlikte, Lozan Konferansı'nın ikinci bölümünün başladığı gün, 23 Nisan 1923'te Süryani Kadim Kilisesi Patriği III. İlyas Şakir'in Kudüs seyahatinden döndükten sonra Ankara'ya gelip Mustafa Kemal'le görüşmesi ve Nasturiler konusunun gündemde olduğu bir sırada, Süryanilerin azınlık statüsü istemediklerini açıklamasının payı olduğu ileri sürülmektedir. Süryanilerin Misak-ı Milli hudutları dâhilinde bir ekalliyet olduğunu söyleyen İlyas Efendi, “yegâne arzularının iyi günde de kötü günde de ebediyen çoğunlukla yaşamak” olduğunu belirtmiştir. “Cemaatinin şimdiye kadar hiçbir hususta rencide edilmediğini” beyan ederek her fırsatta Türkiye’ye olan bağlılıklarını dile getirdiğini belirtmiştir.341 339 Dora, a.g.m.; Funda Keskin, "Azınlıklar Konusu"in Yaşayan Lozan, Ed. Çağrı Erhan, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2003 s. 251; Oran, Türkiye'de Azınlıklar:, s. 54-55; Emre Öktem, ” Türkiye ve Avrupa'da İslam, Devlet ve Modern Toplum Türkiye’deki Gayri Müslim Cemaatlerin Durumu”, Konrad Adenauer Vakfı, http://www.konrad.org.tr/index.php?id=703, 11 Mayıs 2010. “Cemaat Vakıfları”, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü, (Erişim) http://www.vgm.gov. tr/02_VakiflarHakkinda/004_CemaatVakiflar/cemaat.cfm, 11 Ağustos 2010. 340 Seyfeli, a.g.m., s.74-75. 341 Lozan görüşmelerinde azınlıklar ve Musul sorunu konularında da yeni Türkiye hükümetinin görüşüne destek vermiş, tercihini Müslüman-Türklerle birlikte, aynı hukuki statüde ve milletin bir parçası olarak yaşamak yönünde kullanmış, Süryani Kadim Cemaati olarak Lozan'da azınlık statüsü istemediklerini açıklayarak, katılımcı ülkelerin Türkiye'deki Hıristiyanların Avrupa'nın vesayeti altında yaşamak istedikleri yönündeki tezlerinin çürütülmesini sağlamıştır. Bkz. Yeni Gün Gazetesi, Ankara, 5 Şubat 1923; İleri Gazetesi, İstanbul, 09 Şubat 1923; Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s.363-364; Lozan’da Süryanilerin gayrimüslim azınlık statüsünde telakki edilmemelerinin sebepleri olarak da Osmanlı Millet Sistemi’nde Ermeni, Rum ve Musevilerin en büyük dini gruplar olarak kabul edilmeleri ve küçük gayrimüslim toplulukların “Altı topluluk patriği” olarak ifade edilen Ermeni Patrikliği üzerinden devlet ile ilişki kurmuş olmaları gösterilmektedir. Diğer bir sebep ise İçişleri Bakanlığı’na ait bir genelgenin varlığına dayandırılmaktadır. Adı geçen grupların isimleri bu 202 Nitekim Lozan görüşmelerinde İnönü de bu konuyu; Keldaniler ve özellikle Diyarbakır Vilayetindeki Asurilerin dıştan yapılan kışkırtmalara hiçbir zaman kapılmadan, Türk yurttaşlarıyla tam bir anlaşma içinde yaşadıklarını belirterek vurgulamıştır.342 Aynı sonucu farklı nedenlerle anlatan Andrews’e göre bunun bir nedeni de Süryanilerin o dönemde bir kilise teşkilatına sahip olmamalarıdır.343 Kendisi de Süryani olan Aziz Günel ise konuyu emik bakış açısı ile ele alarak; “Süryaniler kendilerini azınlık saymazlar, çünkü yabancı ülkelerden gelme olmadıklarına göre, dış ülkelerde de, kendi ırk ve mezheplerinde kurulmuş bir devletleri yoktur. Bundan dolayı Süryaniler kendilerini, Türk Süryanileri olarak bilirler, Türklükleriyle övünür, şeref duyarlar” demektedir.344 Süryanilerin Lozan’da azınlık olarak tanınmamasının hukuken geçersiz olduğu iddiası ile bu konuya şiddetle karşı çıkanlar vardır. Çünkü onlara göre azınlık hakları, bireysel haktır ve bir bireyin hakkından o bireyin mensubu olduğu grubun lideri/temsilcileri (patriği, metropoliti) feragat edemez.345 Bu durumun hukuksal bir geçerliliğinin olmadığını iddia edenlere göre dar bir yorum ile ‘azınlık’ kavramı ile üç tarihsel gayrimüslim grup; Ermeniler, Museviler, Rumlar kastedildiği belirtilmesine rağmen sadece gayrimüslim değil Müslimlerin de Lozan’da azınlık haklarından faydalandırılması gerektiğini söylemektedirler. Bu iddiayı savunanlara göre bunun üç sebebi vardır. Tarihsel sebep, grupların etnik veya dilsel değil din ve mezhep temeline göre tanımlanması anlamına gelen “millet sistemi”; siyasal sebep, Hristiyan grupların Avrupa ülkeleri tarafından koruma altına alınmış olmasının genelgede geçmediği için ve Süryani hakları akraba bir devlet tarafından takip edilmediği için gayrimüslim statüsünde kabul edilmemişlerdir. Ayrıca Süryanilerin kırsal bölgelerde yaşıyor olması nedeniyle haklarını arayamamış olmaları da dikkate alınmaktadır. Bkz. Ömer Ergün, “Lozan’daki Azınlık Anlayışı ve Süryaniler”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi, Canan Seyfeli, Ankara, Cilt II, Orient Yayınları, 2005, s. 251-252. 342 Meray, a.g.e., Takım I, C.I, Kitap I, s.347. 343 Peter Alford Andrews, Türkiye'de Etnik Gruplar, çev. Mustafa Küpüşoğlu, Ant Yayınları, İstanbul, 1992, ss.284-285. 344 Hasan Güneri, "Azınlık Vakıflarının İncelenmesi", Vakıflar Dergisi, Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Sayı 10, 1973, s.80. 345 Dora, a.g.m. 203 onları çoğunluk açısından “öteki” haline getirmesi, ideolojik sebep ise 1923’te kurulan Cumhuriyet idaresinin de dağılabileceği korkusundan doğan tahammülsüzlüktür.346 Yine bu görüş taraftarlarına göre Lozan’ın hiçbir maddesinde, azınlıkların yalnızca Rum, Ermeni ve Yahudilerdir diye belirtilmediği vurgulanarak, Süryanilere ilişkin azınlık olmadıklarına dair görüş ve uygulamalar da tamamen Lozan Antlaşması’nın lafzına ve ruhuna aykırı olduğu ve durumun sebebinin sadece politik bir tavırdan kaynaklandığı ileri sürülmektedir.347 Fakat Lozan görüşmelerinde Osmanlı’daki millet sisteminde ilk akla gelen gruplar olan Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler dışında kalan Asurî, Keldani ve Nasturi kavramlarının da geçtiği görülmektedir.348 Hatta bu gruplara yönelik ortaya atılan bazı talep ve iddialar söz konusu olduğunda Türk Heyeti'nin büyük bir tepki gösterdiği ve Batılı diplomatların bu toplulukların haklarının garantiye alınması konusunda ısrar etmesi sonucunda da belirtilmektedir. Rıza Nur’un tepki göstererek toplantıyı terk ettiği 349 Lozan’da kimi iddiaya göre azınlık haklarının Süryaniler tarafından istenmediğinden, kimi iddiaya göre de en azından alt komisyonlarda bile olsa Nasturi ve Keldaniler’den bahsedilirken Süryanilere ilişkin bir bahsin veya Süryaniler ile ilişkili bir maddenin bulunmaması büyük devletlerin kendi çıkarları ile Süryanilerin taleplerinin örtüşmemesinden kaynaklandığını iddia edenler vardır. Bu iddia çerçevesinde Süryaniler, tarihsel ve siyasi nedenlerden dolayı azınlık kavramı içerisinde değerlendirilmemiştir. Tarihsel 346 Oran, Türkiye’de Azınlıklar:, s.36-37. Dora, a.g.m. 348 Meray, a.g.e., s.277-282; Pazarcı Lozan’da azınlıkların kimler olduğundan bahsederken gayrimüslimler olduğu konusunda muatabakata varırken bu gayrimüsmileri tek tek sayarak Rum, Musevi, Ermeni, Nesturi, Asuri ve Bulgar olarak nitelemektedir. Lozan’da görüşmelerde bu grupların geçmesi bunların azınlık olarak kabul edildikleri anlamında değildir. Burada Pazarcı’nın Lozan’da bu gruplar hakkında talepler olduğu şeklinde yorumlamak daha doğru olacaktır. Yoksa bu grupların azınlık olarak kabul edildiği anlamında değildir. Ayrıca Süryani kelimesi ise hiç geçmemektedir. Dolaysıyla Lozan’da gayrimüslimler genel olarak azınlık kabul edilmiştir. Süryanilere yönelik bir talepise hiç dile getirilmemiştir. Bkz. Pazarcı, a.g.e., s.196. 349 Meray, a.g.e., s.280; Ürer, a.g.e., s.224.; M.Cemil Bilsel, Lozan, İstanbul, Sosyal Yayınlar, Cilt II, 1998, s.272, 282. 347 204 neden olarak; Osmanlı’nın millet sistemi içinde Süryanilere, Ermeni kilisesi üzerinden bakması ve doğrudan azınlık olarak kabul etmemesi gösterilmektedir. Ayrıca bu anlayışın Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde de devam ettiği düşünülmektedir. Siyasi neden olarak da 1920 ya da 1930'larda İçişleri Bakanlığı'nın gizli bir genelgesinde azınlık olarak Nasturiler, Keldaniler ve Süryanilerden bahsedilmemiş olması gösterilmektedir.350 Bu konuya farklı bir pencereden bakan bazı akademisyenlere göre; Lozan’da azınlıklar kavramı dar anlamında gayrimüslimler için kullanılmıştır. Bunun nedeni ise Türkiye Cumhuriyeti’nin savaşın galibi olarak masaya oturması ve azınlıklar konusunda ortaya koyduğu iradeye bağlanmaktadır. Buna göre Lozan’da kabul edilen azınlık haklarından bahsederken bunun sadece gayrimüslimlere genişletilebilecek bir değil, yelpazede Türkiye'de çeşitli oturan hakları herkese da ihtiva kadar ettiği söylenmektedir.351 Lozan Antlaşması, Sevr'de azınlıklara ilişkin kabul edilen bazı aşırılıkları da ortadan kaldırmıştır. Ermenilerin geriye dönüşü ile ilgili hususlar Sevr’de varken Lozan’da bahsedilmemiştir. Ayrıca Sevr’de soy, dil ve din azınlıklarından bahsedilirken Lozan’da sadece dinsel azınlıklar ve bu kapsamda gayrimüslim azınlıklardan bahsedilmiştir. Ayrıca daha önceden kilise, okul ve adalet gibi konularda verilmiş olan ayrıcalıklar Sevr’de ele alınmışken, bu ayrıcalıkları tanıma zorunluluğu Lozan'da ortadan kaldırılmıştır.352 Süryaniler’in azınlık kapsamında değerlendirilmemesi gerektiğini düşündüren önemli bir neden de hukukun kaynaklarından olan örf ve adet hukukudur. Bireyin dışında toplumca istenmiş olmak ve toplumsal yaşamı kolaylaştırmak amacıyla bugüne kadar benimsenmiş olan şeylerin gelecekte 350 Ömer Ergün, “Lozan’da Azınlık Anlayışı ve Süryaniler”, Süryaniler ve Süryanilik, der. Ahmet Taşğın - Eyüp Tanrıverdi - Canan Seyfeli, Ankara, Cilt II, Orient Yayınları, 2005, s.251. 351 Oran, Türkiye’de Azınlıklar:, s.62-67. 352 Oran , Türk Dış Politikası (Kurtuluş Savaşı'ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar), Cilt I:1919-1980, der. Baskın Oran, İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 238. 205 de benimsenmesine yönelik olarak diğer kaynaklar tarafından doldurulamayan boşluk; örf ve adet hukuku tarafından doldurulmaktadır.353 Uluslararası hukukta örf ve adet kurallarının aynı tutum ve davranışların hukuk kuralı olduğu inancı ile belirli süre tekrarlanması neticesinde ortaya çıktığı gerçeği dikkate alındığında, gerek Türkiye’nin Lozan Antlaşmasının azınlıklara ilişkin hükümlerinin Süryanileri kapsamadığına ilişkin değerlendirmesine gerekse Süryanilerin kendilerini azınlık olarak kabul etmemelerine herhangi bir itirazın gelmemiş olması bu konuda hukuksal bir dayanak oluşturmaktadır. Sonuç olarak, Lozan Antlaşması'nda Süryaniler hiç anılmadığı gibi; Süryaniler, Keldaniler, Nasturiler spesifik olarak da azınlık kabul edilmemişlerdir. Keza bir çok Süryani tarafından da kendilerinin azınlık statüsü içinde olmadığı dile getirilmektedir. Bu yönüyle de oluşan kabul örf ve adet hukuku kapsamında Süryanilerin azınlık olmadığı yönündedir. 3.3.2.2. Patriklik Merkezinin Türkiye’yi Terk Etmesi Cumhuriyetin ilanından sonraki ilk yıllara nazaran 1930’lu yıllar azınlıklara yönelik giderek artan olumsuz bir ortam doğurmaya başlamıştır. Bu ortam doğal olarak Süryanileri de etkilemiştir. Patrik İlyas Şakir’in önemli miktarda Süryani cemaatinin yaşadığı Hindistan’ın Malabar bölgesindeki Kerela eyaletinde 13 Şubat 1932 günü vefat etmesinden sonra 1933 yılında Patriklik Merkezi, Mardin’den Suriye’nin Humus şehrine taşınmıştır. Bu nakle ilişkin; “Süryani cemaatinin isteği”, “görülen lüzum üzerine” gibi resmî ifadelerin yanında iki önemli nedenden bahsedebiliriz. Birincisi yeni Patrik Severios Efram Barsavm’ın Suriye Metropolitliğinden patrik seçilmesi ve ikincisi Türkiye’de kendilerini mutlu ve huzurlu hissetmemeleridir. Başlangıçta geçici olarak Türkiye’yi terk eden patriklik makamı, Atatürk'ün ölümü ve İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçilmesi ile kalıcı 353 Yasemin Işıktaç, Hukukun Kaynağı olarak Örf ve Adet Hukuku, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2004, s.19-35 206 olarak Suriye’ye yerleşmiştir.354 Tam bu dönemde Fransa’nın Suriye’de Ermeni, Süryani ve Kürtlere yönelik yaptığı çalışmalar da bu sürece önemli bir etki yapmıştır.355 Konunun zamanlamasına ve Fransa’nın bu bölgede bugüne kadar devam eden ilgisine bakıldığında, gelişmelerin kendiliğinden oluştuğunu söylemek ise fazla iyimser bir yaklaşım olacaktır. Gelişmeleri etkileyen önemli bir faktör de yaklaşan savaş ve 1940 yılında Balkanların işgali sonrasında güvensizliktir. 356 ortaya çıkan azınlıkların geneline yönelik Sonuçta 1930’lu yılların başları Süryaniler için huzur dolu iken 1932’den sonra İkinci Dünya Harbine doğru giderek artan bir huzursuzluk ve buna bağlı göçler karşımıza çıkmıştır. 3.3.2.3. İkinci Dünya Savaşı ve Varlık Vergisi İkinci Dünya Savaşı yıllarında 12 Kasım 1942 tarihinde resmî gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 4305 sayılı kanunla konulan olağanüstü servet vergisi yani "Varlık Vergisi Kanunu"; savaş yıllarında Türkiye'de enflasyonun artması, karaborsacılığın yaygınlaşması ve bu sayede aşırı kazanç sağlayan bir zümrenin ortaya çıkması sonrasında, bu kazançların vergilendirilmesi amacıyla devlet tarafından konan vergidir. Her ne kadar genel ifadeler ile adlandırılmış olsa da daha ziyade azınlıkları hedef alan bu kanun ile sermayenin Türkleştirilmesi amaçlandığı ileri sürülmektedir.357 Fakat Avrupa ülkelerinde bu kanuna yönelik gelen eleştiriler358 ve İkinci Dünya Savaşı'nın kritik günleri içinde olunmasından dolayı, Türkiye bu durumdan etkilenmemek için 15 Mart 1944 tarih ve 4530 sayılı "Varlık Vergisi Bakayasının Terkinine Dair Kanun" ile o tarihe kadar 354 Koçoğlu, a.g.e., s.17. CHP’li İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Cumhurbaşkanlığı’na yazdığı 23 Haziran 1938 tarihli rapor için Bkz.Oral, a.g.m., s. 289. 356 Rıfat N. Bali, "II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye'de Azınlıklar-1, s.4-18. 357 Faik Ahmet Barutçu, Siyasi Anılar 1939-1954, İstanbul, Milliyet Yayınları, 1977, s.263; Zeynep Aydın , “Lozanda Farklı Kökenlilere Tanınan Haklar”, Bianet, İstanbul, 2004, (Erişim) http://bianet.org/bianet/kultur/46222-lozanda-farkli-kokenlilere-taninan-haklar,11 Mayıs 2009. 358 Rıdvan Akar, Aşkale Yolcuları: Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, İstanbul, Belge Yayınları, 2000, s.67. 355 207 tarh edilmiş, ancak tahsil edilememiş vergilerin silinmesiyle "Varlık Vergisi" uygulaması ortadan kalkmıştır. Varlık Vergisi kanunu ile toplam 314.900.000 lira vergi tahsil edilmiştir. Toplam tahsilat, 394 milyon lira olan 1942 devlet bütçesinin %80'i kadardır. Bu vergi ile ilişkili diğer önemli bir gelişme ise, bu kanundan sonra 1935 yılında yapılan nüfus sayımında, gayrimüslimlerin Türkiye nüfusuna oranı %1,98’den, varlık vergisi uygulaması sonrasında önemli miktarda göç vererek 1945 yılında %1,56'ya, 1955 yılında da %1,08'e kadar düşmüş olduğudur.359 12 Kasım 1942 yılında yürürlüğe konulan Varlık vergisi, her ne kadar dünyayı saran iktisadi bunalım gerekçesi ile alınmış olsa da uygulamadaki dengesizlikten ötürü eleştirilmektedir. Yüksek gelir grubundan yüksek vergi alarak toplumsal denge sağlanmaya çalışılmış olsa da eleştirinin asıl noktasını, inanışların bu tasnif içine dâhil edilmiş olmasıdır. Yani Müslümanlar, gayrimüslimler, sonradan Müslüman olanlar/dönmeler, ecnebiler gibi tasniflerin vergi matrağı belirlenirken kriter olarak alınması, eleştirinin en önemli nedenidir.360 Bir diğer eleştiri konusu da vergiyi ödeyemeyenlere yönelik yaptırımlar hususunda olmuştur. Belirtilen süre içinde vergisini ödeyemeyeler bedeni yeterliliklerine göre genel hizmetlerde veya belediye hizmetlerinde çalıştırılmıştır.3611400 kişi bu amaçla çalışma kamplarına gönderilmiştir. Bu uygulama kısa dönemde yarattığı gelire rağmen, uzun dönemde hükümetin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin saygınlığına gölge düşüren bir uygulama 359 Rıdvan Akar, "Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları", Modernleşme ve Çokkültürlülük, İletişim Yayınları ve Helsinki Yurttaşlar Derneği Dizisi, İstanbul, 2001, s. 22-23; Erol Anar, Öte Kıyıda Yaşayanlar Azınlıklar,Yerli Halklar ve Türkiye, İstanbul, Belge Yayınları, 1997, s. 90-91; Varlık Vergisi ile ilgili ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz. Ayhan Aktar, V a r l ı k V e r g i s i v e "Türkleştirme" Politikaları, İstanbul, İletişim Y., 2006, s.135-244; karşıt görüş için bkz.Arslan Başer Kafaoğlu,Varlık Vergisi Gerçeği, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2002; Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki azınlık politikaları için ayrıca bkz. M. Çağatay Okutan, Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004; Ahmet Yıldız, "Ne Mutlu Türküm Diyebilene", Türk Ulusal Kimliğinin Etno-Seküler Sınırları (1919-1938), İstanbul, 2. Baskı, İletişim Yayınları, 2004; “Varlık Vergisi”, (Erişim) http://tr.wikipedia.org/wiki/ Varl%C4%B1k_Vergisi, 11 Mayıs 2010. 360 Rıdvan Akar, Varlık Vergisi-Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği, İstanbul, Belge Yayınları, 1992, s.482; Faik Ökte,Varlık Vergisi Faciası, İstanbul, Nebioğlu Yayınevi, 1951, s.48,72,73. 361 Rıdvan Akar, Varlık Vergisi-Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği, s.52,53. 208 olmuştur.362 Bu uygulamanın bir diğer olumsuz etkisi de Türkiye’deki azınlık nüfusunun ülkeyi terk etmesi ile ortaya çıkan yatırımlardaki azalma olmuştur.363 Varlık vergisine yönelik eleştiriler yanında şartların o dönemde bu kanunun çıkarılmasını gerektirdiğini düşünenler de vardır.364 Aslında Varlık Vergisi ağırlıklı olarak İstanbul’da uygulamaya konulmuştur. Mardin ve Midyat bölgesinde Süryanilerin Varlık Vergisinden etkilendiği yolunda ciddi bir tespit bulunmamaktadır.365 Varlık vergisinden Süryanilerin etkilendiğine dair yeterli bilgiye sahip olmasak da eğer etkilenme olmuşsa bile önem arz edecek seviyede olmadığı değerlendirilmektedir. 3.3.2.4. 6-7 Eylül Olayları ve Kıbrıs Sorunu Çok partili siyasal hayata geçilmesi ile azınlıkların yaşamında da olumlu gelişmeler olmuştur. Azınlıklar 1950 seçimlerinde çoğunlukla Demokrat Parti'yi (DP) desteklemişlerdir. Bu dönemde Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerinin temsilcileri DP listesinden TBMM'ye girmişlerdir. DP'nin, özellikle İstanbul'da oy potansiyeli nedeniyle azınlık cemaatleriyle kurduğu sıcak ilişkiler 1955'te Kıbrıs sorununun patlak vermesine kadar sürmüştür. 366 Kıbrıs sorunu ülkenin iç politikasına damgasını vurmuş, 6 Eylül 1955'te Selanik'te Atatürk'ün evine bomba konulduğu yolundaki haberin basında yer alması üzerine, İstanbul ve İzmir'de, başta Rumlar olmak üzere, gayrimüslim azınlıklara yönelik saldırılar başlamıştır. 6 ve 7 Eylül tarihlerinde azınlıkların mallarının, işyerlerinin, kiliselerinin ve okullarının hedef alındığı yıkım ve yağmalamalar yaşanmıştır. "6-7 Eylül Olayları" olarak tarihe geçen bu tahrip eylemleri sonrasında birçok gayrimüslim, 362 Rıdvan Akar, Varlık Vergisi-Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği, s.73. Rıdvan Akar, Varlık Vergisi-Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği, s.90-94; Ökte, a.g.e., s.210. 364 Rıdvan Akar, Varlık Vergisi-Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği, s.95. 365 Öztemiz, a.g.t., s.174-175. 366 Koçoğlu, a.g.e., s. 25. 363 209 özellikle de Rumlar Türkiye'yi terk etmişlerdir.367 Duruma hakim olamayan hükümet 7 Eylül’de sıkıyönetim ilan etmiş, olaya sebep veren ve karışanlar hakkında tutuklamalar olmuş, zarar görenlerin zararları tazmin edilmeye çalışılmıştır.368 Bu olayların bir provokasyon olduğu ve siyasal iktidarın bu olayların gelişmesine göz yumduğu iddia edilmiştir. 6-7 olayları kadar Kıbrıs’daki gelişmeler de gayrimüslimlere yönelik olumsuz ortam doğmasına neden olmuştur. 1964 yılında yaşanan Kıbrıs bunalımı sonrasında başlayan bu gerilimden özellikle Rumlar olmak üzere369 Süryaniler de etkilenmiş, bazı bölgesel tedhiş hareketlerine muhatap olmuşlardır. Bu durum bir kısım Süryani’nin daha iyi ve huzurlu hayat şartları aramak için göç etmesine sebep olmuştur. Tüm bu gelişmelerin olumsuz etkisi özellikle Türkiye’de yaşayan Ermeni, Rum olmak üzere tüm gayrimüslimlere yönelik olmuştur. Fakat Süryaniler diğer gayrimüslimler kadar bu olaylardan etkilenmemişlerdir. Bu sonucu Mardin bölgesindeki kilise ve manastırın bakım, onarım ve inşaat faaliyetlerinin bu yıllar içinde devam ediyor olmasından da anlamak mümkündür.370 Zaten olayların İstanbul ve İzmir ağırlıklı olması, oralardaki 367 Yelda, a.g.e., s.22. Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti, İstanbul, Phoenix Yayınları, 2004, s.433-439. 369 Rıdvan Akar, "Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları", s. 24; Rıfat N. Bali, "Cumhuriyet Döneminde Azınlıklar Politikası", Birikim, Sayı: 115, Kasım 1998, s. 83-85; Keskin, a.g.e.,s. 256258; Sevin Toluner, "Lozan Azınlıkların Korunması Rejimi ve Batı Trakya Türkleri", Cumhuriyet'in 75.Yıl Armağanı, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1999, s. 219-247. 370 Mardin’in Midyat ilçesinde bulunan ve bugün ibadete açık olan Süryani Ortodoks cemaatine ait Mor Ahısnoyo Kilisesi 1960 yılında eski yıkıntılarından faydalanılarak onarılmış, 1960 yılında çan kulesi yapılmış olan Anıtlı Köyü Meryem Ana Kilisesi, 1957 yılı tarihli çan kulesi olan Yemisli Köyü Mor Kuryakos Kilisesi,1936 ve 1958 tarihli onarımlar gören Gülgöze Köyü Mort Smuni Kilisesi, 1968 yılında eskisinin yanına yapılmıs olan Yemisli Köyü Mor Esayo Kilisesi, 1968 yılında yapılan Balaban Köyü Mor Esoyo Kilisesi, 1965 yılında yapılan Odabası Köyü Mor Abrohom Kilisesi, 1958 yılında Günyurdu’ ndaki Süryani cemaatinin insa ettirdiği kilise ve aynı köydeki Mor Bobi kilise 1969 yılında ile Mor Aho Kilisesinin 1958-1974 tarihlerinde gördüğü onarım, 1955 yılında eski temeller üzerinde yeniden insa edilen Üçköy Mor Melke Manastırı, Ermeni Katolik Cemaatine ait Mor Yusuf Kilisesi 1950 yılında onarım görmüş, 1998 yılına kadar çeşitli defalar onarım ve eklentileri yapılan Altıntaş Köyü Mor İzozoel Kilisesi ile devletin yardımlarıyla 1956 yılında yapılmıs olan Mor Sarbel Kiliseleri bize cumhuriyet yıllarında Süryaniler yönelik bir baskının olmadığının da bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Bkz. Gabriel Akyüz, Mardin İli'nin Merkezinde, Civar Köylerinde, s. 121-154; Hollerweger, a.g.e., s.145297; Daha geniş bilgi için bkz. Ayduslu, a.g.t., s.128,133,162,164, 166,173, 180,181, 184, 368 210 Süryani sayısının o yıllarda fazla olmaması da bu Süryanilerin bu olaylardan fazla etkilenmemelerinin diğer nedenidir. 3.3.2.5. 1980’den Günümüze Günümüz Türkiye’sinde Süryanilere yönelik değerlendirmeler tezin ilerleyen bölümlerinde detaylı ele alınacağından dolayı burada kısaca değinecek olursak Türkiye siyasi hayatında önemli bir dönüm noktası olan 1980 ihtilalinden başlanması uygun olacaktır. 1980 ihtilalinin Süryaniler için iki yönü bulunmaktadır. Bunlardan birincisi dönemin ideolojik çatışma ortamında kendilerini tehdit altında görmeleridir. O dönemde Türk-İslam fanatikleri için azınlık ve Hristiyan olmaları nedeniyle düşman olarak görülmüşlerdir.371 Diğer taraftan 1980 sonrasında giderek artan terör olaylarının yaşandığı coğrafyada bulunmaları ve iki ateş arasında kaldıklarını düşünmeleridir. Her iki süreç sonunda Batı’ya doğru bir Süryani göçü başlamıştır. Örneğin 1980 yılında Mardin’de 18.700 Süryani yaşarken, bu sayı 2001’de 1975’e düşmüş, bugün için ise Türkiye genelinde yaklaşık 10-15 bin Süryani’nin kaldığı tahmin edilmektedir. Sonuçta, günümüz Türkiye’sinde Süryanilere yaklaşım daha çok konumsal, araçsal ve siyasal içeriklerle yüklü olmuştur. Siyasi iktidar, Süryanileri bölgedeki etnik dengeler ve Hristiyan Batı ile ilişkiler çerçevesinde değerlendirmiştir. Batı dünyası ise daha çok dinselliği ön plana çıkararak bu tür grupları Türkiye’ye karşı bir baskı aracı olarak gündemine almıştır. Bölgedeki Kürtler, Süryanileri dinsel olarak dışlamakla birlikte zamana ve siyasi konuma göre bazen kendileri gibi “mazlum” bir topluluk, bazen maddi bir kaynak olarak görmüşlerdir. Türkiye’de yaşayan Arap kökenliler ise Süryanileri, Kürtlere karşı birlikte hareket edebilecekleri kültürel ortaklıklar 185,186,192, 203. 371 Rıdvan Akar, "Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları", s. 25. 211 olarak değerlendirmişlerdir.372 Kısaca Süryanilerle kurumsal veya toplumsal ilişkiler dinî, siyasi, ekonomik nedenlerden dolayı çoğu zaman istikrarlı olmamıştır. 372 Özmen, “Süryaniler Örneğinde Etkinleştir(İl)me”, s. 165. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ERMENİ MESELESİ IŞIĞINDA SÜRYANİLER " Tarih, ders almasını bilmeyen toplumlar için, tekerrürden ibarettir." (A n o n i m ) Süryaniler, ülkemizde bin yıldır yaşayan, en sorunsuz Müslüman olmayan grup olma özelliği taşımasına rağmen, son yıllarda özellikle yurt dışında yaşayan Süryanilerin de dâhil olduğu, Türkiye aleyhine bir tavır değişikliği gözlemlenmektedir. Osmanlı da olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde de sorunsuz bir topluluk özelliği gösteren Süryaniler, Ermeni meselesinin bir parçası olmaya başlamışlardır. Bazı Süryani papazları neşretmiş oldukları kitap veya broşürlerde, Süryanilerin Hristiyanlığı kabul etmelerinden sonra devlet kurmaya hiçbir zaman teşebbüs etmedikleri ve hatta bunu düşünmediklerini de beyan etmektedirler. Ayrıca siyasi hayatla uyumlu bir yaşam sürdüklerini dile getirmektedirler. Tüm bu söylemlere rağmen Ermeni meselesi içine dâhil edilmeye çalışılan Süryanilerin, bu kapsamda da incelenmesi gerekmektedir. Ermeni meselesi ile Süryanileri hatta Kürtleri ilişkilendirme gayretleri de yeni bir oluşum değildir.1 Ermeni meselesinin günümüze kadar uzanan hikâyesinde Türkiye devleti adına ders alınması gereken birçok olay yaşanmıştır. Durum böyle olmasına rağmen yavaş yavaş hazırlanan Süryani soykırımı iddialarına karşı geçmişten ders alınmamış gibi duyarsızlık gösterildiği değerlendirilmektedir. 1975’li yıllara kadar habersiz olduğumuz Ermeni meselesindeki gelişmeler, 1 Türk diplomatlarına yapılan eylemler sonrasında Türkiye Burchard Brentjes, The Armenians, Assyrians & Kurds:Three Nations, One Fate?, CaliforniaABD, Rishi Publications, 1997, s.16, 133-136. 213 gündemine düşmüştür. 1975 yılından sonra ise böyle bir olay yaşanmadığı iddia edilerek, konu görmezden gelinmeye çalışılmıştır. Bu söylemin başarısız olması üzerine karşılıklı bir katliam “mukatele” söylemi ortaya atılmıştır. Daha sonra rakamlar üzerinden geliştirilen söylemler de haklı olunan davanın anlatılmasında yetersiz kalmıştır. Ermeni meselesinde bugün, haklı veya hukuki olunup olunmadığı değil, siyaseten konunun ne aşamada olduğu daha önemli görünmektedir. Diğer taraftan soykırım söylemleri genişletilerek Rum ve Süryani soykırım söylemleri de Ermeni meselesi ile ilişkilendirilmeye çalışılmaktadır. Gelişmelerin bu şekilde seyrine yönelik Türkiye’nin proaktif bir politika oluşturması zorunlu görülmektedir.2 Ermeni meselesinin mağduriyet söylemi üzerine inşa edildiği görülmektedir. Bunun en önemli nedeni Batılı devletlerin ve Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu ile yaşadığı tarihsel travmalar olarak görmek mümkündür. Avrupa ülkeleri, yüzyıllar önce yaşadıkları savaş yenilgilerinin etkisi ile kendilerini mağdur olarak görmekte ve hâlâ çocuklarını Türk korkusu ile yetiştirmektedirler. Diğer yandan Ermeniler, kendi varlık ve kimlik tanımlamasını aynı mağduriyet üzerine kurmuşlardır. Nesilden nesile aktarılan bu düşmanlık, bu olayları hiç yaşamamış olan üçüncü nesilde ciddi, ütopik Türk düşmanlığı yaratmaktadır. Fakat burada atlanmaması gereken savaşın taraflarından biri için zafer, diğer tarafı için mağduriyet yarattığıdır.3 Yani savaşın kaybeden tarafı olarak Ermeniler, mağduriyet psikolojisi ile hareket etmektedirler. 4.1. KISACA ERMENİ MESELESİ Anadolu’daki varlıkları MÖ 6’ncı yüzyılda başladığı ileri sürülen Ermeniler,4 tarihleri boyunca iki kez krallık, bir kez de monarşik bir süreç 2 Avrasya İncelemeleri Merkezi, “Ermeni Soykırım Sorunu - Tarihsel İhmaller Ve Değişen Türk Diplomasisi”, Günlük Bülten, Sayı: 390, 9 Nisan 2010, (Erişim) http://www.avim.org.tr/bultentekli. php?haberid=18903, 25 Ağustos 2009. 3 Abdülkadir Çevik, Politik Psikoloji, Ankara, Dost Kitapevi Yayınları, 2007, s.68-69. 4 Ermeniler Anadoluya Balkanlardan gelen Trakya-Frigya kabilelerinin bir kolu idiler. Ermeni ismi ilk defa M.Ö. 6. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bölgeleri ellerine geçeren Aramo-Frigyalılara Persler Ermeni 214 yaşamışlardır. M.Ö. 95’te kurulan Büyük Ermeni Krallığı, Romalılarca; MS 1080’de kurulan Kilikya Krallığı, Memluklularca sonra erdirilmiştir. Selçukluların Anadolu’ya geliş tarihlerinden 19 yıl önce Van yöresindeki son bağımsız monarşik Ermeni yönetimi de 1045 yılında Bizanslılar tarafından ortadan kaldırılarak varlıklarına son verilmiştir.5 Türklerin Anadolu’ya gelişi ile başlayan Türk-Ermeni ilişkisi, Fatih’in 1461 yılında Ovakim’i İstanbul’a getirterek verdiği haklar ile devam etmiş, Yavuz Sultan Selim zamanında “millet” statüsü verilmesinin ardından da Ermeniler, Osmanlı toplum hayatının her zerresine girmişlerdir.6 18’inci yüzyıla kadar sorunsuz devam eden bu birliktelik, bu tarihten sonra giderek artan bir sorun haline gelmiştir. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması'yla Rusya, 1856 Paris Antlaşmasıyla Rusya'nın yanı sıra İngiltere, Fransa, Avusturya ve Prusya, Osmanlı Hristiyanlarını himayeci devletler konumuna gelmişlerdir. 3 Mart 1878 Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması ile ilk defa Rusya tarafından siyasi gündeme sokulan Ermeni meselesi, 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşmasıyla, uluslararası bir mesele halini almıştır.7 Beş yüz yıl birlikte huzur içinde yaşamış olan Ermeniler, Türkler ile ilk kez II. Abdülhamit döneminde, 1894 ve 1895’de ciddi bir kriz yaşamışlardır.8 Bu kriz, Batı literatürüne Ermeni katliamı olarak geçmiş ve ABD Senatosu 3 Aralık 1894’de Ermeni katliamı ile ilgili ilk kararı kabul etmiştir.9 ismini takmışlardır. Ermeni kelimesi buradan kaynaklanmaktadır. Bkz. İrfan Işık, Birlikte Olduğumuz Halklar, İstanbul, Sorun Yayınları, 2000, s.101. 5 Ercan Çitlioğlu, Ölümcül Tahterevalli- Ermeni Ve Kürt Sorunu, Ankara, Destek Yayınları, 2.Basım, Kasım 2007, s.85. 6 Shaw, a.g.e., s.95,128. 7 Karaca, a.g.e., s.37-38; Altınok, a.g.e., s.12. 8 Ağustos 1894'te Sasun İsyanı, 30 Eylül 1895'te Bab-ı Ali yürüyüşü, 24 Ekim 1895 Zeytun İsyanı Ermenilerin devam eden eylemleri olmuştur. Bkz. Nejat Göyünç, “Osmanlı Devleti'ndeki Ermeniler Hakkında”, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, (Erişim) http://www.osmanli.org.tr, 25 Ağustos 2009. 9 Gordon, a.g.m., s. 24-34. 215 Ermeniler ile Türk halkı arasındaki en sorunlu dönem Birinci Dünya Savaşı sırasında gerçekleşmiştir. İsyanlar, katliamlar ve göçlerin olduğu bu dönem her iki taraf içinde acı dolu olmuştur. Bu döneme yönelik Türk Hükümeti eleştirilirken aynı zamanda Türk hükümetinin verdiği sözleri tuttuğu da belirtilmektedir.10 Lozan Barış Antlaşması’ndan 1970'lere gelinceye değin Ermeni meselesi bir daha gündeme gelmemiştir. 23 Ocak 1973'te Santa Barbara'da bir Ermeni’nin Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir‘i öldürmesiyle mesele yeniden gündeme gelmiş ve günümüze kadar da devam etmektedir.11 Ermeni meselesini 1878 Berlin Antlaşmasından bu güne gelinceye kadar geçen 120 yılı aşkın süre içinde, beş dönem olarak ele almak mümkündür. Birincisi emperyalist ülkelerin kışkırtmaları ile oluşturulan yapay Ermeni meselesi çerçevesinde Birinci Dünya Savaşı öncesinde Türklere yapılan Ermeni suikastları, kundaklamalar ve isyan hareketleri dönemidir. Bu dönemi de kendi içinde üçe ayıranlar vardır.12 İkincisi, Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı yıllarında cephe gerisinde ihanet ettikleri Türk halkına Ermeni çetelerince hunharca yapılan katliamlar dönemidir. Üçüncüsü, Lozan Konferansında umduklarını bulamayan Ermenilerin eski Osmanlı yöneticilerine karşı yürüttükleri eylemler dönemidir. Dördüncüsü 1970’lerin başından itibaren özellikle yurt dışındaki diplomatları hedef alan Ermeni terörüdür.13 Beşincisi ise, 1984 yılından itibaren Ermeni terörünün yerine PKK terör örgütünün ortaya çıkışı ile eş zamanlı olarak bugüne kadar gelen siyasi 10 National Archives, Political Intelligence Department, Foreign Office, Special I, “Settlement Of Turkey And Arabian Peninsula”, Momerandum, Catalogue Reference CAB/24/72. 11 Göyünç, a.g.m.; 1973’den 1984’e kadar Ermeni terörü, Türkiye Cumhuriyetine 34 şehit verdirmiştir. Sedat Laçiner, “ 11 Eylül Olayları (Yeni Terörizm) ve Ermeni Sorunu”, Stratejik Analiz, Cilt 2, sayı 19, Kasım 2001. 12 Birinci dönem; altı büyük devlet konsoloslarının Hariciye Nezaretine verdikleri 11 Haziran 1880 tarihli ortak notayla başlar ve 1883 yılında sona erer. İkinci dönem; 1894 tarihinde meydana gelen Sason olaylarıyla başlar ve 1897 tarihinde kesintiye uğrar. Üçüncü dönem ise, 1912’den başlayarak (1914 yılında patlak veren) I.Dünya Savaşını da içine alan dönemdir. Bkz. Salih Altınok, Belgeleriyle 19 ve 20. Yüzyıl Başlarında Ermeni Sorunu, Ankara, 3. Baskı, Bizbize Yayınları, 2007, s.19. 13 Azmi Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler (Temel Kitap), Ankara, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayını, 1995, s.302. 216 eylem dönemidir. Bugün Süryani (Asur) meselesi bu siyasi eylem döneminin bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde Türkiye’de Ermenilere ait çoğu İstanbul olmak üzere 33 kilise, 1 hastane, 2 yetimhane, 3 tane vakıf, 20 tane anaokulu, ilköğretim ve lise düzeyinde okulları vardır. İstanbul’da kurdukları derneklerin sayısı ise 17, İstanbul’daki mezarlıklarının sayısı 16’dır. Ermenice yayınlanan gazete ve dergilerin sayısı 11 tane olup, bunlar bülten, günlük gazete, haftalık dergi, okul dergisi, hastane dergisi, çocuk dergisi, öğrenci dergisi ve derneklerin çıkardıkları dergiler şeklinde satışa sunulmaktadır. Zamanımızda takriben 7-8 milyon Ermeni, 3 milyonu Ermenistan’da olmak üzere dünyanın pek çok bölgesine yayılmıştır.14 4.1.1.Ermeni Meselesini Hazırlayan Sebepler Ermeni birliğini ve beraberliğini sağlayan Ermeni kiliseleridir. Ermeni kiliseleri, asırlardan beri “Ermeni Krallığı” idealini yaşatan unsurlar olmuşlardır. Ermeni ayrılıkçı hareketinin bu dinsel yönü dışında, ırksal farklılıklardan kaynaklanan kültürel yönü de vardır.15 Misyonerlerin etkidiği bu iki yön, Ermeni meselesinin bugüne gelişinin en önemli nedenidir.16 Ayrıca Müslim-gayrimüslim arasındaki sosyo-ekonomik farklar ve dengesizlik de diğer önemli faktörlerdir. XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren başta Çarlık Rusya ve İngiltere olmak üzere Fransa ve Amerika, Ermenileri Osmanlı ülkesi aleyhine kışkırtarak kendi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Bu durum Anadolu’da bütün yerli Hristiyan grupların batılı devletlerin işbirlikçileri gibi görülmesine neden olmuştur. J. Roldanus'a göre, bu paranoya Birinci Dünya 14 Ermenistan İstatistik Enstitüsü’nün 2003 Nüfus sayımının sonuçlarına göre, Ermenistan’ın nüfusu 3.213.000’dir ve bunun 3.145.400’ünü Ermeniler oluşturmaktadır. Bkz.Yasin Aslan, “Ermenistan Faşist Bir Devlettir ”, Yankı Dergisi, Sayi 1052, Nisan/2007. 15 Süleyman Kocabaş, Ermeni Meselesi Nedir, Ne Değildir, İstanbul, Vatan Yayınları, 2004, s.24. 16 Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara, Üçüncü Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1985, s.29. 217 Savaşında yerli Hristiyanların tutumları incelendiğinde çok da yanlış görülmemektedir.17 4.1.2.Tehcir Kanunu ve Uygulaması Arapça asıllı bir kelime olan tehcir, "bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirmek, hicret ettirmek (immigration, emigration)" manasını taşır. Bir ‘sürgün’, bir ‘deportation’ manası yoktur. Bununla birlikte ‘Tehcir Kanunu’ diye adlandırılan kanunun asıl adı, "Savaş Zamanında Hükümet Uygulamalarına Karşı Gelenler İçin Askerler Tarafından Uygulanacak Önlemler Hakkına Geçici Kanun"dur. Bu kanuna dayanılarak gerçekleştirilen yer değiştirme uygulamasının anlatımında kullanılan ‘tenkil (nakletme)’ tabiri de batı dillerinde ‘sürgün’ anlamına gelen ‘deportation’, ‘exile’ veya ‘proscription’ gibi terimlere karşılık değildir.18 Osmanlı orduları, Doğu Cephesi’nde Ruslarla savaşırken; kendi yurttaşları olmasına karşın, kışkırtılmış ayrılıkçı Ermeni çetelerin saldırılarına uğrayarak arkadan vuruluyor, ikmal yolları kesiliyordu. Çeteler bununla da kalmıyor, eli silah tutan tüm erkeklerini askere göndermiş savunmasız köy ve kasabaları yağmalayıp yakıyor, kadın ve çocukları vahşice öldürüyor19 ve yörede yaşamakta olan Türkleri göçe zorluyordu. Bu eylemlere ek olarak Osmanlı ordusundaki Ermeni kökenli askerlerin bir bölümü silahları ile birlikte kaçarak Ruslara, bir bölümü de ayrılıkçı Ermeni çetelerine katılıyordu. 20 Osmanlı Hükümeti, cephe gerisini güvence altına alarak, savunmasız yurttaşlarını koruyabilmenin tek çözümünü, yörede yaşayan Ermenileri, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bulunan Suriye’ye topluca 17 J. Roldanus, De Syrisch Orthodoxen in Istanbul, Uitgeversmaatschappij J.H. Kok, Kampen, Hollanda, 1984, s.34. 18 “Yer Değiştirme (Tehcir)”, Ermeni Sorunu:İddialar-Gerçekler, (Erişim) http://www. ermenisorunu.gen.tr/turkce/tehcir/index.html, 25 Ağustos 2009. 19 Ermeni çetelerinin bu dönemde Rusla ile beraber yaptıkları mezalimler için bkz. Altınok, a.g.e., s.307-323. 20 Çitlioğlu, a.g.e., s.20. 218 göç ettirmekte bulmuştur.21 Gerçi Ermeniler için bu zorunlu göç ya da toplu sürgün ilk kez 1915 yılında olmamıştır. Sadece Osmanlı dönemi konuşulmakla birlikte MS 867-976 yılları arasında kendi soylarından gelen Bizans imparatorlarının elinde de zorunlu göçe maruz kalmışlardır.22 Aynı şekilde zorunlu göç uygulaması sadece Osmanlı devleti tarafından değil, gerekçesi bile makul olmayan nedenlerle, çeşitli devletler tarafından farklı topluluklara da uygulanmıştır.23 Devlet, halkın ve askerin güvenliğini sağlamak için 21 Mayıs 1915 tarihli Sevk ve İskân Kanunu çıkartmış,24 Haziran ayının üçüncü çeyreğinde tellallar vasıtasıyla ‘tehcir’ (27 Mayıs 1915 tarihli yasanın 2. maddesi25) duyurulmuş ve 1-3 Temmuz günleri arasında da uygulamaya konulmuştur.26 90 yılı aşkın bir süredir Türklerin ’planlı bir soykırım‘ uyguladıklarına temel gösterilen yasa bundan ibarettir. Kaldı ki yasa metninde ‘Ermeni’ sözcüğü bulunmadığı gibi bu uygulamalar asayiş bozan olay çıkartan, eşkıyalık ya da eşkıyalara yataklık yapan Rumları27 ve Nasturileri de içine almıştır.28 Gerçi tehcir olayının daha ziyade Ermenilere yönelik olduğu da yaygın bir inanış29olmakla beraber Süryaniler de dâhil olmak üzere sadece Hristiyanları kapsadığı da iddia edilmektedir.30 Yer değişikliğine tabii tutulan Ermeni nüfusa baktığımızda özellikle Süryanilerin yaşadığı alanlardan Musul ve Zor çevresine gönderilmek üzere 21 Çitlioğlu, a.g.e., s.21. Çitlioğlu, a.g.e., s.83. 23 Öymen, a.g.e., s.121; Çitlioğlu, a.g.e., s. 22-23. 24 Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Ankara, 1990, s.110; Uras, a.g.e., s.618. 25 Madde 2: Ordu ve müstakil kolordu ve fırka kumandanları, icabat-ı askeriyeye (askerliğin gerektirdiği kurallara) mebnî (dayanarak) veya casusluk ve hiyanetlerini hissettikleri kurâ (köyler) ve kasabat (kasabalar) ahâlisini münferiden (tek olarak) veya müctemi’an (toplu olarak) diğer mahallere sevk ve iskân ettirebilirler. 13 Receb 1333, 14 Mayıs 1331. 26 Hans Lucas Hieser, Iskalanmış Barış, İstanbul, İletişim Y., 2005, s.597. 27 Çitlioğlu, a.g.e., s.162. 28 Bâb-ı Âlî Dâhiliye Nezâreti Emniyyet-i Umûmiyye Müdîriyyeti, DH. ŞFR, 87/40, Fî Mayıs sene 1334, Devlet Arşivleri, (Erişim) http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/belge.asp?kitap=26&belge= 745#secili, 22 Mayıs 2010. 29 Öztemiz, a.g.t., s.144. 30 Hieser, a.g.e., s. 628. 22 219 18 Eylül 1915 tarihi itibariyle Diyarbakır'da 120.000, 28 Eylül 1915 tarihi itibariyle Cizre’de 136.084 Ermeni nüfusun toplandığı görülmektedir.31 Bu Ermeni nüfusu içine Süryanilerden de dâhil olanlar olmuş olabileceği akla gelmektedir. Zira kanun kapsamına sadece Ermeniler değil, Müslüman, Rum, Süryani asıllı Osmanlılar da girmiştir. Zorunlu göçe tabi tutulan Ermeniler ve Rumların geri dönüşlerini düzenleyen pek çok karar alınmış ve 1919 Şubat ayına kadar 145 bin, aynı yılın Nisan sonuna kadar 270 bin kişi eski ve yeni yerlerde iskân edilmişlerdir. Aynı sayı gayrimüslim muhacir iskânının sona erdiği 3 Şubat 1920 tarihi itibari ile 338.883’dür.32 4.1.3. Ermeni Meselesine Yönelik Görüşler Ermeni meselesine yönelik görüşlerdeki farklılığın nedeni, araştırmacıların dünya görüşlerindeki farklılıktan ve taraf oldukları grubun menfaatlerinden kaynaklanmaktadır. Siyasi görüş çerçevesinde konu ele alındığında milliyetçi kesim Osmanlı’nın gayrimüslimlere yönelik tüm iyi niyetine rağmen Osmanlı’yı en zayıf anında arkadan vurdukları için yaptıklarının bağışlanamayacağını ileri sürmektedirler. Sosyalist sol görüşü benimseyen araştırmacılar ise konuyu daha çok gayrimüslimler yönünden ele alarak, Osmanlı’nın baskıcı politikasının sonucunda gayrimüslimlerin dış müdahalelere açık hale geldiği ve bu durumun sorumlusunun Osmanlı Devleti olduğunu düşünürler. Resmî tarih tezini kabul eden ama daha liberal ya da sosyal demokrat görüşte olanların yaklaşımı ise uzlaşmacı bir yaklaşımdır.33 Diğer taraftan da araştırmacıların milliyeti çerçevesinde, ait olduğu ülkenin 31 DH. EUM. 2. Şube, nr.68/71 (Ek-XXIX); 2. Şube, nr.68/84’den aktaran “Yer Değiştirmeye Tabi Tutulan Ermeni Nüfusu”, Ermeni Sorunu: İddialar ve Gerçekler, (Erişim) http://www. ermenisorunu.gen.tr/turkce/ tehcir/yerdegistirilen.html, 25 Ağustos 2009. 32 İleri Gazetesi, 3 Şubat 1336 /1920, No: 745 Ati Gazetesinin 28 teşrinisani 1334/1918 320 No’lu nüshasında iskân edilen gayrimüslimlerin sayısı 23.594 olarak verilmektedir. Bkz. Çitlioğlu, a.g.e., s.167. 33 Öztemiz, a.g.t., s.122. 220 resmî ideoloji ve menfaatlerine göre Ermeni meselesini ele aldıkları görülmektedir. Psikolojik yönden konuya bakıldığında, mağduriyetin sebebi ne olursa olsun, sorumlu olarak devletin görülmesi, çocukluk dönemine dayandırılmaktadır. Bu kapsamda psikanalitik anlayışa göre; çocukluk döneminde otoriteyi aile temsil ederken ergenlik döneminde aile bağlarının gevşemesiyle ailenin temsil ettiği otorite liderlere ve devlete geçmektedir. Bu nedenle bebeklik ve çocukluk döneminde yaşanan sorunlar başlangıçta aile içine yönelirken ilerleyen yıllarda devlete yöneldiği kabul edilmektedir.34 Sonuçta Ermeni meselesi adına bakıldığında mağduriyet psikolojisi, kimlik bunalımının bir parçası olarak sorumluluğu dönemin devletine yani Osmanlı İmparatorluğuna yöneltmektedir. 4.1.3.1. Atatürk’ün Ermeni Meselesine Bakışı Bugünkü Türk resmî görüşü ile Atatürk’ün Ermeni meselesine35 bakışı hemen hemen örtüşmektedir. Atatürk’e göre Ermeni meselesinin “soykırım” olarak ortaya atılmasının nedeni işgal güçlerinin, işgal gerekçelerini haklı bir zemine oturtmak ve meşrulaştırmak istemeleridir. Çünkü gerek Doğu Anadolu’da gerekse Maraş’ta olsun Ermenilere yönelik bir soykırım yapılmadığını, bölgedeki batılı temsilcileri bilmelerine ve hatta bu gerçeği çeşitli kereler dile getirmelerine rağmen hem işgali meşrulaştırmak hem de ulusal çıkarlarına hizmet edecek bir Ermeni vatanı oluşturmak için Ermenilere yönelik bir katliam yapıldığı söylemini geliştirmişlerdir.36 34 Çevik, a.g.e., s.112. Atatürk’ün Ermeni Meselesine ilişkin diğer sözleri için bkz. “Atatürk'ten Ermeni Sorunu”, Ermeni Sorunu: İddialar - Gerçekler, (Erişim) http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/ataturk/ index.html, 25 Ağustos 2009. 36 Atatürk'ün Milli Dış Politikası, Ankara, Cilt I, Kültür Bakanlığı, 1994, s.242-245, 259; Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt III, haz. Ali Sevim, M.Akif Tural, İzzet Öztoprak, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, 1922, s.23,126. 35 221 Doğu Anadolu'daki yaşayan Müslüman Türk'lerin uğradığı katliamları göz önüne almasak bile,37 Ermeni katliamı olduğuna dair tüm dünyayı aldatmak için yaratılan bu kin ve hırs ürünü propagandaların sonlandırılması ve bu suretle haksızlığa uğramış Türk ulusunun, iğrenç ve alçakça bir suçlamadan arındırılması gerektiğini düşünen Mustafa Kemal Paşa, Maraş'ta, Fransız ve Ermenilerin yaptıkları katliamlar sebebiyle Müdafaa-i Hukuk şubelerine çektiği 25 Ocak 1920 tarihli telgrafında: "...Her tarafta mitingler yapılarak hükümet-i merkezî ve yabancı temsilcilerine bu zulümlere bir son verilmesi için müracaat olunmasını" istemiştir.38 Gerçi Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin kuruluşuna yol açan asıl sebep ve düşünce, gene Ermeni meselesi yani doğu illerinin Ermenistan’a verilmesi ihtimaliydi.39 1920 yılında Mustafa Kemal Paşa, Ermeni meselesi ile ilgili olarak düşüncelerini çok net bir biçimde açıklamış ve İstanbul'da bulunan İtilaf Devletleri temsilcilerine ve Amerika Yüksek Komiseri Amiral Bristol'e, gönderdiği yazıda Anadolu'da Ermenilerin öldürüldüğüne dair gerçek dışı haberleri yalanlayarak; "..Bu uydurma Ermeni kırımı meselesi ve tüm dünyayı aldatmak için yaratılan bu kin ve hırs ürünü propagandaların niteliği hakkında uygarlık ve insanlık dünyasının bir kere daha aydınlatılması ve bu suretle haksızlığa uğramış Türk ulusunun iğrenç ve alçakça bir suçlamadan arındırılması için İtilaf devletleri ile Amerika hükümetinin adalet severlik duygularına müracaat ediyoruz"40 demektedir. Ayrıca Atatürk batılı politikalardaki iki yüzlülüğü, Amerikalı gazeteci Clarence K. Streit’e 26 Şubat 1921 tarihinde verdiği demeçte; “ İngiltere’nin 37 Naci Şahin, "Ermeni Sorunu ve Birinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Doğu Anadolu'da Ermeni Faaliyetleri" Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Yayınları, Cilt VII, Haziran, 2005, s.117-141. 38 Atatürk'ün Bütün Eserleri (ATABE), Ankara, Cilt 6, Kaynak Yayınları, 2001, s.179; Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Ankara, İş Bankası Yayınları, 1999, s.129. 39 Kemal Atatürk, Nutuk, haz. Zeynep Korkmaz, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2000, s. 4. 40 Kocatürk, a.g.e., s.134-135. 222 sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkarı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz.” diyerek belirtmekte ve sorunun bu safhaya gelmesinde İtilaf devletlerinin büyük rolü olduğunu dile getirmektedir.41 4.1.3.2. Türkiyeli Ermeniler Ermeni meselesi, herkes tarafından konuşulurken aslında en önemli taraf olan Türkiye Ermenilerinin düşüncesi genelde göz ardı ediliyor gibi görünmektedir. 30 Ocak 2001 yılında Türkiye Ermenileri adına İstanbul Patriğinin yaptığı açıklama, Türkiye Ermenilerinin düşüncesini ortaya koyma adına önemlidir. Türkiye’deki Ermeni Apostolik Ortodoks, Ermeni Katolik ve Ermeni Protestan cemaatlerinin sivil temsilcilerinden oluşan 90 kişilik heyet, 30 Ocak 2001 tarihinde dünya kamuoyunun dikkatine sundukları bildiride “…yabancı ülke parlamentolarının Türkiye Ermenilerinin hamisiymişçesine davranmaları tarafımızca gereksiz bir tutum olarak algılanmaktadır. Lozan Antlaşması şartları doğrultusunda Türkiye Ermenileri bugün 540 yıllık patrikhanesiyle, 2 hastanesiyle, 57 kilisesiyle, 58 vakfıyla, 18 okuluyla, 25 korosuyla, 17 derneğiyle, 2 spor kulübü, 3 gazetesi ve 5 dergisiyle onurlu bir şekilde yaşamını sürdürmektedir. Uluslararası bir takım stratejilerini gerçekleştirmek pahasına yabancı parlamentolar tarafından yapılan bu gibi müdahaleler ülke kaderini paylaştığımız diğer tüm Türk vatandaşları gibi bizi de üzmekte ve olumsuz etkilemektedir.” demektedirler.42 Aslında bugün yurt dışında veya uluslararası platformlarda tartışma konusu yapılan ve tartışmanın iyi niyetli olduğu yönünde kaygılar taşınmasına neden olan önemli bir husus da Türkiye’deki bu Ermenilerin seslerinin dinlenmemesidir. Daha çok kendileri gibi düşünenlerin açıklamalarına itibar edilmesi, bu konudaki samimiyeti ve objektifliği tartışmalı kılmaktadır. 41 Atatürk’ün Milli Dış Politikası, s. 259. Ali Rıza Bayzan, Misyonerlerin Soykırım Oyunu, İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2006, s.207. 42 223 4.1.3.3. Türkiyeli Süryaniler Bilimsellikten ziyade siyasi bir konu şekline dönüşmüş olan Ermeni meselesine yönelik Süryaniler de çeşitli görüşler ileri sürmektedirler. Diyarbakır Meryem Ana Kilisesi Papazı Yusuf Akbulut’un Ermenilere soykırım yapıldığı hatta Süryanilere de Ermeniler ile birlikte soykırım yapıldığı doğrultudaki sözleri üzerine, kendi cemaati ile bazı Süryani din adamları da tepki göstermiştir.43 Münferit çeşitli söylemler olabilir. Fakat kurumsal söylemler veya bir cemaati temsilen söylenmiş olanlar, daha bağlayıcı ve kabul edilebilir niteliktedir. Bu anlamda bir papazın görüşüne gösterilen tepki aslında Süryanilerin genelinin soykırım söylemlerini paylaşmadığını bize göstermektedir. Fakat burada dikkat çeken konu, bu papaza yönelik davayı izlemek ve papazı desteklemek için yurt dışından önemli bir kitlenin geldiğidir. Gelen sayıdan ziyade, kimlerin geldiği bize bu konuya kimlerin sahip çıktığını göstermesi adına önemlidir.44 Aslında çeşitli ve bize ters gelen görüşler olabilir. Bazen olumlu bazen de olumsuz olarak algılanabilen bu yorumlar; bilgisizlikten veya siyasi görüşlerinden kaynaklanabildiği gibi bizim yaklaşımımızdan da kaynaklanabilir. Fakat çoğunluğun düşüncesini ve halk tabanındaki genel görüşü anlayabilmek için yerel insanlarla görüşmeler yapılması gerekmektedir. Bu kapsamda görüşlerine başvurduğumuz Süryani din adamlarından konuyu samimi bir şekilde anlatan Öğündük Papazı; 1915 yıllarında Süryanilerin de kısmen sorun yaşadığını, civar köylerden kendi köylerine saldıran Kürt aşiretler olduğunu, bölgede Ermeni ve Süryani’den ziyade Hristiyan olarak görüldüklerini, yaklaşık iki yüz kişinin öldüğünü, olayların bu getirmektedir. 43 seviyeye Fakat gelmesinin Osmanlı sebebinin devletinin Almanlar durumu olduğunu öğrenmesi dile üzerine Mardin Süryani Cemaati Başkanının, yönetim kurulunu olağanüstü toplantıya çağırarak, Papaz Yusuf Akbulut’u disiplin kuruluna sevk edeceklerini söyleyerek; “bir din adamının böyle konuşmasını prostesto ediyoruz” diye açıklamada bulunmuştur. Bkz. “Süryani papaz, ‘papaz’ oldu”, Hürriyet Gazetesi, 05 Ekim 2000; Bayzan, a.g.m., s.18. 44 Namık Durukan, “Avrupa İzledi”, Hürriyet Gazetesi, Diyarbakır, 23 Şubat 2001. 224 kendilerine dokunulmaması ve korunması yönünde emir verdiğini, Osmanlı askerinin o bölgede olması durumunda olayların o seviyeye gelmeyeceğini, çünkü 1960’lı yıllarda tekrar çevre köylerden bir saldırıya uğradıklarında bu sefer orada bulunan karakolun kendilerini koruduğunu söylemektedir. Ayrıca kendisine yurt dışından veya yurt içinden sözde soykırım üzerine bir dayatma veya bir baskı yapılıp yapılmadığı konusunda bilgisi sorulduğunda böyle bir bilgiye sahip olmadığını dile getirmiştir.45 Yine bir bölgede sevilen yaşlı bir Süryani de benzer söylemi tekrarlayarak, bazı aşiretlerin kendilerine saldırırken bazılarının da kendilerini koruduğunu, Atatürk dönemi ile huzurlu bir dönem yaşamaya başladıklarını, fakat İnönü döneminde kıtlıktan sıkıntı çektiklerini aktarmaktadır.46 4.1.3.4. Batı’nın Ermeni Meselesine Bakışı BM Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Dünya Kiliseler Konseyi, İnsan Hakları Derneği, Permanent Peoples' Tribunal gibi kuruluşlar ile Arjantin, Belçika, Kanada, Şili, Güney Kıbrıs Cumhuriyeti, Fransa, Yunanistan, Litvanya, Lübnan, Hollanda, Polonya, Rusya, Slovakya, İsveç, Uruguay, Vatikan, Venezuela gibi ülkeler sözde Ermeni soykırımının yapıldığını kabul ederken buna karşılık Birleşik Krallık (Katliamlar olarak tanımlamaktadır), Azerbaycan, Bulgaristan, Danimarka, İsrail ve Türkiye soykırım yapılmadığını ileri sürmektedir.47 Batının Ermeni meselesine bakışı konusunda Ermeni meselesini soykırım olarak kabul eden ülkelere baktığımızda, sorun zaten anlaşılmaktadır. Kendi tarihleri soykırımlarla dolu olan Avrupa ve Amerika kendi geçmişlerine bakmadan Türkiye’yi bu haksız ithamlar ile suçlamaları pek vicdani değildir. Diğer taraftan Avrupa’da Fransa gibi sözde düşünce 45 Öğündük köyünde 08 Mayıs 2007 günü Papaz M.T. ile yapılan görüşme. Midyat ilçesinde 1932 doğumlu İ.G.ile evinde 09 Mayıs 2007 günü yapılan görüşme. 47 “Soykırım Olarak Tanımlayan Kuruluşlar Ve Ülkeler “, Vikipedi: Özgür Ansiklopedi, (Erişim) http://tr.wikipedia.org , 11 Haziran 2010. 46 225 özgürlüğü kavramlarını başkalarına karşı kullanırken kendi ülkesinde Ermeni soykırımı olmadığını söylemenin dahi suç sayan bir ülkenin varlığına Avrupa’nın sessiz kalması Batı’nın riyakârlığının güzel bir örneğidir. Diğer taraftan soykırımı tanıyan ülkelerin bir kısmında ciddi Türk nüfusu olmasına rağmen, soykırımı tanımış olmaları bu nüfusun sayısal olarak varlığına rağmen ya ulusal meselelere duyarsızlığı ya da siyasi etkisizliği olarak görülebilir. Sonuçta; sözde soykırımı tanıyan ülkelerin, bu kararlarının sebebi olarak, geçmişe dayanan olumsuz Türk algıları, siyasi hesapları veya ulusal çıkarları neden olarak gösterilebilir.48 4.1.3.5. Ermeni Meselesinin Bugüne Gelişinde Türk Aydını Ermeni meselesinin içinden çıkılmaz bir uluslararası sorun olarak bugüne gelmesinde, yeterince bilgili ve ilgili olmayan, başta akademisyenler olmak üzere tüm yetkililerin sorumluluğu vardır. Birçok akademisyenin özür diliyorum kampanyasına katılarak49 sözde soykırım iddialarına destek vermesinin başka bir açıklamasının olmadığını değerlendiriyorum. Belirli kaygılar ile Ermeni meselesine taraf olmaktansa konunun özünün bilinerek, bilinçli olarak konuya yaklaşılmasının gerekli olduğu görülmektedir. Genel olarak Türk toplumu, Ermeni meselesine ilişkin: - Tehcir Yasasının ne amaçla, ne kadar süre ile, kimleri kapsayacak şekilde çıkarıldığını; - Tehcir esnasında yaşananların ne olduğunu, geriye dönüşü olup olmadığını, tehcire tabi tutulanların emniyetin sağlanmasına ilişkin nelerin yapıldığını; 48 Tüm bunların yanında soykırımın ne anlama geldiğini, ne zaman Onur Öymen, Ulusal Çıkarlar: Küreselleşme Çağında Ulus-Devleti Korumak, İstanbul, 2.Bas., Remzi Kitapevi, 2005, s.58. 49 Özür diliyorum kampanyasına 28 Ağustos 2010 gününe kadar 30601 kişi katılmıştır. 226 böyle bir suçun ortaya çıktığını, soykırım suçu işleyen devletlerin bu ithama maruz kalmazken Türkiye’yi bu itham ile mahkûm etmelerinin nedenlerinin neler olduğunu bilinmediği acı bir tespit olarak karşımızda durmaktadır. Ermeni meselesine ilişkin bilinmesi gerekenlerin listesi daha da uzatılabilir. Diğer taraftan, toplumu bilinçlendirmesi gereken aydın ve bürokratların bu konudaki ilgisizliği de gaflet tanımlaması içine konulabilir kanaatindeyim. Keza 1973 yılına gelene kadar, Avrupa’daki gelişmelerden habersiz kalan Türk toplumunu bilgilendirmeye yönelik, ciddi bir girişimin olduğunu söylemek de pek mümkün değildir. Tüm bu gelişmeler olurken, Ermeni diasporasının etkin çalışmaları sadece yurt dışında değil, yurt içinde de taraftar bulmaya başlamıştır. Fakat Türk aydınlarının, Türkiye Ermenilerinin göstermiş olduğu bilince dahi ulaşmamış olmuş olması ayrıca kaygı vericidir. Ermeni meselesinin veya sözde soykırım iddialarının konumuz açısından önemi, Süryanilerin bu mesele içine çekilerek gelecekte benzer bir Süryani meselesi yaratılmaya çalışılıyor olmasıdır. Konunun diğer bir yönü ise yaratılacak bir Süryani meselesinin gelecekte Ermeni meselesine dayanak oluşturacak olmasıdır. Bu anlamda Ermeni-Süryani ilişkilerine, sürece etki eden politikalara ve karşılıklı etkileşime bakmak konumuzu pekiştirecektir. 4.2. ERMENİ-SÜRYANİ İLİŞKİSİ Osmanlı ‘millet’ sistemi içinde 19’ncu yüzyılın sonuna kadar Süryaniler; mezhepsel yakınlık, sayısal azlık ve İstanbul’da temsilciliklerinin olmamasından dolayı Ermeniler ile beraber değerlendirilmiştir. Yalnız bu beraberlik, devlet nezdindeki idari hizmetlerin yürütülmesinden öteye gitmemiştir. Bundan dolayı, Süryani menfaatleri İstanbul'da yeterince duyulmamıştır. 227 Süryaniler kendi içinde otonom bir yapıya sahiptirler. Süryaniler Ermenilerden, İsa’nın beşeri varlığının fani olmasını kabul etmeleri açısından ayrılırlar. Süryanilere göre kilise ebedidir, patrik ise Petrus’un halefidir. Süryanilere göre kilisenin dünyevi bir idarecisi yoktur. Ancak Ermeniler ile Süryaniler ‘Üçlük ve Birlik’ inancı konusunda bugüne kadar aynı itikadı paylaşmaktadırlar.50 Zaten birbirlerinin kiliselerini de kullanabilmektedirler. Osmanlı idare yapısındaki ‘millet' sistemi içinde Ermeniler ve Rumlar ayrı birer millet olarak kabul edilmişlerdir. Diğer Hristiyan Ortodoks gruplar, bu iki kiliseden birinin içine dâhil edilmişlerdir. İdari yönden Rum kilisesi içinde olmayanlar, Ermeni kilisesi içinde sayılmışlardır. Bu unsurlar arasında Ermenilikle hiç bir ilişkileri bulunmayan Hristiyanlar da vardır.51 Yani osmanlı Devleti ile ilişkilerde Batı Hristiyanları, Rum Kilisesi aracılığı ile Doğu Hristiyanları ise Ermeni Kilisesi aracılığı ile yapabilmekteydi. Osmanlı Devleti, idaresi altındaki topluluk sayısının artmasını pek istememiştir. Bunun en önemli nedeni, tanınan her yeni topluluk kendileri açısından ‘yeni bir sorun’, ‘yeni bir meşguliyet alanı’ ve bir yabancı devletin artan baskısı anlamına gelmekteydi. Bu nedenle 1882 yılına kadar Süryanileri ayrı bir millet olarak tanımamıştır.52 Süryaniler tarihleri boyunca devletle sorunsuz olarak yaşamışlardır.53 Ermeniler ise özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde olmak üzere sorunlu olmuşlardır. Ermeni-Süryani ilişkilerine bu durumun iki önemli sonucu yansımıştır. Birincisi, özellikle Birinci Dünya Savaşı yıllarında Süryanileri 50 Bülbül, a.g.e., s.25-26. Bayzan, a.g.e., s.153. 52 Suavi Aydın, “Doğu ve Batı Hıristiyanlığı Arasında Son Hesaplaşma:”, s. 122; bu tarih 1890 olarak da verilmektedir. Bkz. Canan Seyfeli, “Osmanlı Devleti'nde Gayrimüslimlerin İdari Yapısı: Süryani Kadim Kilisesi Örneği”, Süryaniler ve Süryanilik, Haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt I, Orient Yayınları, 2005, s.264. 53 Süryaniler’in tarih boyunca hep itaatkâr bir topluluk olduğu, hiç bir zaman devlet kurma sevdasına kapılmadığı, sadece yaşadıkları toprakların vatandaşları ile aynı haklara sahip olmak istedikleri belirtilirken kendileri Devletle olan ilişkilerini; "Devlet olmazsa işimiz çok zor. Devlet bozulmadığı sürece devlete karşı gelmek günahtır." diye açıklamaktadırlar. Bkz. Sezgin ve Uçar, a.g.m. 51 228 (özellikle Nasturileri) de etkilemiş olan Ermeni milliyetçiliğidir.54 İkincisi ise dönem dönem Ermenilerin kendilerine yönelik tedhiş hareketlerinden korunmak için Süryani kimliğine bürünmüş olmalarıdır. Bir de bölgesel olarak nüfusu kalabalık olan ve kendisine en yakın inanç grubu içinde olanla bütünleşme arzusu da sayılabilir.55 Bu bazen Süryaniler ve bazen de Ermeniler için iddia edilebilir. Bugün Avrupa’da kendilerini Asurî olarak tanımlayan ve Süryanilere de soykırım uygulandı diyen grubun içinde önemli sayıda Ermeni kökenli Süryani olduğu iddia edilmektedir.56 Cumhuriyet sonrasında zoraki gelişen bir diğer ilişki de soykırım söylemleri etrafında şekillenmiştir. Çünkü Ermeni soykırım iddialarının dayanak noktalarından biri olan Hristiyan olmalarından kaynaklanan bir katliama maruz kaldıkları iddiasının, Süryanilerin bu duruma katılmaması ile çürüdüğünden dolayı Ermeniler, Süryanilere onların da soykırıma uğradığı yönündeki baskılarından kaynaklanmaktadır.57 Tüm bunların dışında sorunların gerisinde veya üreticisi durumda olan Batılı devletlerin kışkırtma ve propagandaları ile de bir etkileşim doğmaktadır. Asurî kimliğinin İngiliz menşeli olarak Nasturi, Keldani ve Süryanilere adapte edilmeye çalışılması ve sözde soykırım iddialarının Ermeni ve Asur kimliği etrafında oluşturulmaya çalışılması hatırlanırsa ne demek istenildiği kolayca anlaşılacaktır. Fakat bu sorunun daha çok yurt dışı menşeli üretildiği de unutulmamalıdır. Tabii ki Türkiyeli Süryani ve Ermenilerden de bu görüşte olanlar bulunmaktadır. Ermeni Ahkâm Defterlerinde ‘Ermeni milleti kullarına bağlı Süryani taifesi’ veya ‘Ermeni yamakları’ gibi terimlerle anılan Süryanilerin 1882 yılında millet olarak tanınmalarına rağmen, kendileri adına aldıkları ilk berat 1897 tarihini taşır. Ancak, bu berat ile statülerinde önemli bir değişiklik olmamıştır. 54 Gabriele Yonan, a.g.e., s. 56. Özmen, a.g.t., s.233-234. 56 Mehmet Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, 2023 Dergisi, Sayı 64, s.7. 57 Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, s.4; Sezgin ve Uçar, a.g.m. 55 229 Süryaniler, ilk defa 18 Mart 1330/1914 tarihinde Adliye ve Mezahip Nezareti’ne başvurarak, Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi’nin Osmanlı bürokrasisindeki yerini tescil ettirmişlerdir.58 Ermeni meselesini, Süryani meselesinden ayıran temel nokta ise, bugün Ermenistan adı altında bir devletin mevcudiyetine rağmen Süryanilerin kendilerini ilişkilendirebilecekleri bir devletin olmayışıdır. Ermenistan bugün kendi anayasası içine soykırım iddialarını ve hayalini kurduğu büyük Ermenistan idealini de dâhil etmiştir. 4.2.1. Misyonerlik Faaliyetleri Ermeni-Süryani ilişkilerinde misyonerliği iki boyutta ele almak mümkündür. Birincisi soykırım iddialarının sebebi ve üreticisi olarak misyonerlik faaliyetleri59, ikincisi ise hedef olarak seçilen Süryaniler ve Ermenilere yönelik yürütülen misyonerlik faaliyetleri. Her iki açıdan da misyonerlik, hem Osmanlı Devleti hem de hedef aldığı Süryani ve Ermeniler için zarardan başka bir sonuç üretmemiştir. Nitekim 1890’lara geldiğinde, misyonerler padişah tarafından ‘toplumsal düzenin en tehlikeli düşmanları’ olarak görülmeye başlanmıştır.60 Rusya, İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri61 Ermeni ve Süryanilere yönelik yürütülen misyonerlik faaliyetlerinde, bir taraftan kendi mezheplerini empoze etmeye çalışırken, diğer taraftan da kullanabilecekleri kendilerine bağlı bir kitle oluşturmaya çalışmışlardır. Kendi ülkelerinin menfaatlerine göre kullandıkları bu kitleyi, milliyetçilik söylemleri ile Türkler üzerine yöneltirken, kendini savunmak adına misillemede bulunan Türkleri de katliam yapan barbarlar olarak empoze etmeye çalışmışlardır. Bunu yaparken de din adamları ve kilise hep bu olayların içine sokulmuştur. 25 Ekim 1895 58 Murat Bebiroğlu, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Nizamnameleri, İstanbul, Akademi Matbaası, 2008, s.195-213. 59 Bayzan, a.g.e., s.31. 60 Bayzan, a.g.m., s.10. 61 Çitlioğlu, a.g.e., s.150. 230 tarihinde cereyan eden Bitlis ve Muş olaylarında ‘misyonerlerin’ de önemli rol oynadığı görülmektedir. Şâkir Paşa, Bitlis olaylarını inceledikten sonra, bu hadiselerin arkasında Amerikan Misyoner Okulu'nun büyük etkisi olduğunu tespit etmiştir.62 Anadolu’nun dört bir yanına dağılan yüzlerce (1317 misyoner, bunlardan 223’ü Amerika’dan gelmiş olup diğer 1094’ü Ermeniler arasından seçilip yetiştirilen kişilerdir.) Amerikalı Protestan misyoner, bir yandan Hristiyanlık propagandası yaparken, bir yandan da Amerikan okulları aracılığı ile (Antep Amerikan Koleji, Harput-Fırat Koleji, Merzifon-Anadolu Koleji, Üsküdar Amerikan Kız Koleji, Kayseri Talas Koleji, Mersin-Tarsus Koleji, Rumeli Samakov Eğitim Enstitüsü v.b.) eğitim faaliyetlerinde bulunuyor ve Ermenileri kışkırtıyorlardı.63 Bu yolla Osmanlı'nın (Protestanlara sahip çıkma bahanesi ile) iç işlerine karışma imkânı bulabilmiştir. Protestanlık politikaları da Ermeni kültürünü öncelikle ele aldığı için Ermenilerin millî duygularını kolaylıkla harekete geçirebilmişlerdir.64 Misyonerlerin faaliyetleri Osmanlı dönemi ile sınırlı kalmamış, Cumhuriyet döneminde de fazla dikkat çekmeden faaliyetlerini yürütmeye devam etmişlerdir. Fakat bu misyonerlik faaliyeti süryaniler tarafından tepki ile karşılanmıştır. Süryanilerin Amerikan Protestan misyonerlerinin faaliyetlerine tepki göstermeleri sonucunda PKK terör örgütünün hedefi oldukları yönünde ileri sürülen iddialar ile misyonerler ile terör örgütlerinin aralarında bir ilişki olduğu iddia edilmektedir. Buna göre Süryaniler iki ateş arasında kalmış ve göçe yöneltilmişlerdir.65 4.2.2. İhtilaflı Mal ve Araziler Süryaniler, Ermeni Patrikliği altında Osmanlı sistemine dâhil oldukları dönemin bir sonucu olarak bazı arazi ve kilise malları konusunda Ermeniler ile ihtilaf yaşamaktadırlar. Süryanilerin bazı mallarının ve arazilerinin Ermeniler 62 Karaca, a.g.e., s.66. Çitlioğlu, a.g.e., s.150. 64 İsmet Binark, Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), Osmanlı Arşivi Genel Müdürlüğü, Ankara, 1995, s.XXII. 65 Bayzan, a.g.m., s.21. 63 231 tarafından işgal edildiğine dair Osmanlı idaresine yaptığı şikâyetler ve Osmanlı idaresinin bu konularda verdiği fermanlar bu konudaki sıkıntıyı göstermektedir.66 Gabriel Akyüz ile yapılan mülakatta da hâlâ bu konuda çözüme kavuşmamış ihtilaflı mal ve araziler olduğu öğrenilmiştir. 67 Tabii Ermeniler ile tarihsel yönü olan bu konunun yanında, Süryanilerin Avrupa ve Amerika’ya göçleri sonrası Süryanilere ait bazı mal ve arazilere geride kalan Kürtler tarafından el atıldığı iddia edilmektedir. Özellikle geri dönmek isteyen Süryanilerin bu konuda sorunlar yaşadıkları ulusal basına da yansımaktadır.68 4.2.3. Propaganda ve Dünya Kamuoyu Osmanlı Devletine ve Türkiye Cumhuriyetine yönelik menfi propaganda, her halde dünyada başka bir ülkede olmadığı kadar yoğun ve çeşitlilikte sürdürülmektedir. Bu propagandalarda Hristiyanlara zulüm yapan barbar Müslüman Türk imajı genellikle ön plana çıkarılmaktadır. Osmanlı Devletine karşı yürütülen misyonerlik faaliyetleri ile eş güdüm içinde yapılan menfi propaganda, batılı devletler için o dönemde alışılageldik bir yöntem olarak nasıl kullanıldıysa bugünde kullanılmaya devam edilmektedir. Yapılan menfi propaganda ile zayıflatılan hedef ülkeye, isteklerini daha kolay kabul ettirdiklerini düşünmektedirler. Bazen yaydıkları haberlere kendileri bile inanmasalar da özellikle Hristiyanların tehlikede oldukları yolunda uydurulan haberlerin Avrupa’da bir kamuoyu oluşturduğu da görülmektedir.69 Özellikle bin bir entrika ile Müslümanlara yapılan eziyet 66 17 Rebiüyül-ahır 1335 (1916) tarihli Ferman (Mehmet V. Reşat), 20 Cemaziyel 1182 (1768) tarihli mektup, Zilkade ayının ortaları 1152 (1739) tarihli mektup ve aynı tarihli ferman, 9 ağustos 1317(1899) tarihli arzuhal, 5 teşrin-evvel 1307 (1889) ve 15 rebiyül-evvel 1309 (1891) tarihli arzuhal, Recep ayının sonları 938 (1531) tarihli Arapça hüküm, 14 mayıs 1914 tarihli rapor için bkz. Gabriel Akyüz, Osmanlı Devletinde Süryani Kilisesi, , s.42-43, 47, 62-65, 71-72. 67 Kırklar kilisesinde 05.07 2007 günü Gabriel Akyüz ile yapılan sözlü mülakat. 68 Bayzan, a.g.m., s.19-20. 69 Altınok, a.g.e., s.118,124. 232 ortada dururken, Hristiyanlara yönelik yapılan yaygara70 kendilerince de zaman zaman kabul edilmekle beraber bugün de benzer senaryoların uygulanmaya devam etmesi toplumsal barışı tehdit etmektedir. Atatürk’ün bu konuya ilişkin ; "İngilizlerin sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda'ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkârı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı. Brest Litovks Muahedesi'nin akdini müteakip Rusların şark vilayetlerimizi tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları katliam ve tahribat kâfi derecede herkesin malumudur.'' sözü bugün Ermeni meselesinin özetlemektedir. gerisinde yatan sebebi çok güzel 71 Ermeni meselesini yurt dışında medya aracılığıyla nasıl servis edildiğinin ve toplumun yanıltıldığının bir örneği de Amerikan basınında yapılan bir çalışmanın sonucunda görülmektedir. Bu çalışmaya göre; Ermeni teröristler tarafından öldürülen Türk diplomatlarının öldürülme tarihlerinden hemen sonra Amerikan gazetelerindeki çıkan haberler değerlendirildiğinde; ya önemsiz haberler kategorisinde ya da Ermeni eylemlerini haklı gösterecek şekilde “Ermeni gruplar öldürmelerin Birinci Dünya Savaşı sırasında Türklerin öldürdüğü Ermenilerin intikamını almak için yapıldığını" veya "Türkiye'deki 1915 soykırımında öldürülen 1,5 milyon Ermeni’den geride kalanların oluşturduğu Ermeni mültecilerin 1973'te başlattığı öldürme eylemlerinin Avrupa'da 14 Türk diplomatına ulaştığı" gibi ifadelerle yer bulmuştur. 1973 yılında Türk diplomatlarına yönelik başlayan Ermeni terörist eylemlerine 1982 70 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.74; Altınok, a.g.e., s.165. “Ermeni Diasporasının Soykırım İddialarına Atatürk'ten Tarihî Cevap”, Zaman Gazetesi, 09 Mayıs 2005. 71 233 yılına kadar “terörist” ibaresini dahi verememişlerdir.72 Yine bir araştırmacının The New York Times gazetesinin 1965-1983 yılları arasında yayınlanan makaleleri üzerine yaptığı araştırmaya göre; incelendiği 242 makaleden 106'sının Ermeni meselesi ile ilgili olduğu, 106 makaleden 56 tanesinin siyasal şiddet konusu üzerinde, 50'sinin ise Ermenilere ait hatıralar ve diğer konular üzerinde yoğunlaştığını, bunların 15’inin hatıra makaleleri, 35'inin Ermeni Kilisesi, Ermeni ölümleri, Ermeniler ve Sovyet Ermenileri üzerine yazılmış olduğundan hareketle Ermeni soykırımı meselesinin, barışçıl konulara nazaran, Ermeni siyasal şiddeti içeren haberlerden çok daha fazla yer aldığı tespit edilmiştir.73 Amerikan toplumunun bu şekilde yanlış bilgilendirilmelerinin bedeli bugün ödenmeye devam edilmektedir. Diğer taraftan bugün ABD'de bulunan 18 Ermeni okulu, Ermeni sorunlarıyla uğraşan 10'u İngilizce olmak üzere yayınlanan 28 periyodik, birçok alanda faaliyet gösteren siyasi ve sosyal Ermeni organizasyonları da yapılan propagandaları, bilimsel ve kabul edilebilir hale getirmektedirler.74 Basın ve önyargı birbirini tetikleyerek giden bir sarmal gibidir. Türklere karşı oluşan önyargı Türkiye’nin etkili lobi faaliyetlerini yürütmesini de zorlaştırmaktadır. Bu önyargının yeni olduğunu söylemek de pek doğru değildir. Çünkü 1915'ten itibaren Rus Ordusu Doğu Anadolu'ya girdiğinde Ermenilerin Müslümanlara yaptığı mezalim her nasılsa ABD'ye ulaşınca, Barton, Bogos Nubar'a mektubunda, merak etmemesini, Amerikan kamuoyunun Türk'ü senelerdir vahşi ve kan dökücü bir millet olarak tanıdığını ve bu gerçeklere itibar etmeyeceklerini belirterek, Ermeni liderini teskin etmiştir.75 Türklere karşı batı kamuoyunda oluşan yerleşik ve yaygın önyargıların nedenini ise John Wake: 72 Aydemir Okay, “Türk Amerikan İlişkilerinde Ermeni Faktörü”, İstanbul, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 1992, s.158-161. 73 Zaven V.Sinanian, “Coverage of Armenian Issue in The New York Times, 1965-1983”, Armenian Review, Vol 40, 1987, s.32-33’den aktaran Okay, a.g.t., s.161. 74 Michael M. Gunter, "Contemporary Aspects of Armenian Terrorism" in International Terrorism and the Drug Connection , Ankara, Ankara University Press, 1984, s.40-41. 75 Öke, Unutulan Savaşın Kronoloji:, s.48. 234 “Bugünlerde bir gazete veya dergi alır da bunlarda Türkiye’ye ait bir haber görürseniz, bu ya terörizm ya da Türk hükümetinin insan hakları konusundaki baskı politikaları ile ilgilidir. Öyle görülüyor ki çoğumuz, 1453’te Türklerin, İstanbul’u fethetmelerini, babalarımızı ve büyük babalarımızı 1915’te Gelibolu’da mağlup etmelerini hâlâ affedebilmiş değiliz.”76 Bu tespiti İsmet İnönü’de “Türkiye aleyhine ne vakit diplomatlar siyasi ve fena bir karar vermek isterse, daha evvel Hristiyanlar hakkında bir propaganda yaparlar. Bu artık moda olmuştur.” diyerek teyit etmektedir.77 Diğer taraftan yaratılan ortak düşman kendi toplumlarındaki ihtilafların ortadan kalkmasına yardımcı olduğundan, Türklere karşı olumsuz haberlerin kabulü ve inandırıcılığı kolay olmaktadır. Önyargıların yıkılması kolay olmamaktadır. Bu konudaki önyargı Ermeni meselesinde gerçekleri dahi duymak istememelerine neden olmaktadır. Ayrıca yine bu konuda Ahmet Rüstem Bey’in Amerika’ya 24 Haziran 1914 tarihinde Türk büyükelçisi olarak atanması sonrası gelişmeler güzel bir örnek oluşturmaktadır. Asıl adı Alfred De Bilinski olan Polonya asıllı olan Ahmet Rüstem Bey, Amerika’daki Ermenilerin, İngiliz ve Fransız desteğinde Türkiye’de katliama uğradıkları yolunda Amerikan basının da süregelen propagandaları karşısında “İngiltere ve Fransa'nın Türkiye'de Hristiyanlara katliam yapıldığı yalanını Amerikan kamuoyunun önüne serdiklerini ve bu yalanı bahane ederek Türk limanlarına Amerikan savaş gemileri gönderilmesini istediklerini, Amerika dâhil birçok ülkenin kendi tarihine bakması gerektiği” yönündeki açıklamaları sonrasında istenmeyen 76 Çitlioğlu, a.g.e., s.109. İsmet İnönü, İsmet Paşa’nın Siyasi Ve İçtimai Nutukları, 1920-1933, Başvekalet Matbaası, Ankara, 1933, s.139. 77 235 kişi ilan edilerek, 18 Ekim 1914 tarihinde Türkiye’ye gönderilmesi nasıl bir önyargı ile karşı karşıya kalındığını göstermektedir.78 Diğer taraftan sözde soykırım iddiası etrafında şekillenen Ermeni meselesinin gölgesinde kalan Süryani meselesi ise çok sonraları ortaya çıkmıştır. Bunun en önemli nedeni dikkate değer bir ekonomik güç oluşturmamış olmaları ve Batılılar tarafından da bu anlamda işbirliği yapılacak bir zümre olarak görülmemiş olmalarıdır. Ayrıca bahse konu soykırım söylemi aslında Kadim Süryaniler olarak bahsettiğimiz gruptan ziyade; daha önce de bahsettiğimiz Asur kimliği etrafında oluşturulmaya çalışılan ve çoğunluğunun Nasturi ve Keldanilerin oluşturduğu topluluğa yöneliktir. Diğer yandan Dünyadaki ülkelerin sadece % 9’u etnik açıdan homojen sayıldığını79 düşünecek olursak, her toplumu azınlıklar konusunda, sorunlarla boğuşturmak ve bu konuda bir kamuoyu oluşturmanın mümkün olduğu da akılda tutulmalıdır. 4.3. ORTAK PAYDA: SOYKIRIM Soykırım iddialarının olduğu dönem Birinci Dünya Savaşı yıllarıdır. Savaş sırasında üretilmiş olan destan, balad, ilahî vb. sözlü ürünlerin yanında yaşanan acılar, travmalar da etnik biçimlendirmede önemlidir. Savaş sırasında yaratılan 'düşmanlıklar' etnik grubun yeniden tanımlanmasında büyük öneme sahiptir. Savaş ve çatışmalarla yaratılmış düşmanlıklar, grubun dışarıya karşı tutumunu belirlediği gibi, olmakta olan ya da olma olasılığı olan 'iç çatışmaların' önlenmesinde de etkili ve bütünleştiricidirler.80 Dünya üzerindeki ülkelerin iç çatışmalar ve savaşlarda verdiği kayıplar, bugün 78 Ayrıca Ahmet Rüstem Bey’in Ermeni soykırımı suçlamalarına karşı 1918'de Bern'de Fransızca olarak yayınladığı 'La Guerre Mondiale Et La Question Armenienne' (Cihan Harbi ve Türk Ermeni Meselesi) adlı kitabının önsözünde; “Ermeni meselesinde dünya kamuoyuna karşı Türkiye'yi savunmayı amaçlayan bu kitabı yazarken, her şeyden önce doğduğum, pek çok iyiliğini ve nimetlerini gördüğüm bu ülkeye bağlılık duygularını sürdürmeyi düşündüm…diyerek bir vefa örneği de göstermiştir. Bkz. Cengiz Özakıncı, Neveser, İstanbul, Filika Yayınları, 2004, s.111-115. 79 Öymen, a.g.e., s.139. 80 Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.66-68. 236 birbirlerini itham edemeyecek kadar çok olmasına rağmen81 bazı ülkelerin kendi tarihlerini görmezden gelip,82 başka ülkeler üzerinden siyaset yapmaya devam etmeleri işte bu yüzdendir. Ermeniler için birleştirici etkisi olan soykırım söylemi ile Türkiye, ilk defa ciddi bir şekilde 1970′li yılların başında karşı karşıya gelmiştir. Gelişmelerin öngörüsünden uzak bir tutum içindeki Türk siyasetinin ise bu olay ve sonrasında gelişmeleri yönlendiren bir politika izlediğini söylemek de mümkün değildir.83 Aynı realiteyi Mehmet Çelik, Ermenilerin sözde “soykırım” iddiasının arkasından Süryani, Yezidi ve Pontus soykırım iddialarının da peşi sıra getireceğini ve aynı hataların tekrar edilmemesi gerektiğini vurgulayarak Türkiye'nin, Ermeni iddiaları konusunda dünya kamuoyunu ihmal ettiğini dile getirmektedir.84 Çelik; “çeşitli sebeplerle Avrupa'ya giden Süryanilere Ermenilerin 30 yıldır siz de 'bize soykırım yapıldı' deyin biçiminde baskı yaptığını, bunun yanında kendilerine soykırım yapıldı iddiasında bulunan ve bugün Süryani sandığımız ciddi bir grubun da aslında Ermeni kökenli olduğunu” belirtmektedir.85 Tabii Süryani soykırım söylemi olarak genellediğimiz soykırım söylemi 81 içerisine Keldani veya Asur soykırımı iddiaları da dâhil “Secondary Wars and Atrocities of the Twentieth Century”, (Erişim) http://users.erols.com/mwhite 28/warstat3.htm, 25 Nisan 2010. 82 Soykırım esasında Avrupa için yeni bir kavram değildir. Din uğruna kendisi ile aynı mezhebi paylaşmadığı için 24 Ağustos 1572’de Paris’te Katoliklerin Protestanları, 1635’te halkının neredeyse tamamı katledilen Magdeburg kentinin durumu bu konuya örnektir. Saint Barthelemy Günü olarak tarihe geçen kıyım üç hafta sürdü ve 30 bin Protestan öldürülmüştür. Bkz. Kemal Tayfur, “Avrupalı Olmak”, Atlas Dergisi, İstanbul, Sayı:141, Doğan Burda Rizzoli Dergi Yayıncılık, 2004, s.129 83 Olaydan bir gün sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dışişleri Bakanı; "... Mıgırdıç Yanıkyan'ın da ifâde ettiği gibi, şayet bu tür olaylar olmuşsa, 1914-1915′lerde olmuştur. Yâni Osmanlı Devleti döneminde... Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise 1923′te kurulmuş yeni bir devlettir..." şeklinde beyanat vermiştir. Önce tarihi kökler reddedilmeye, 1975′lerden sonra "böyle bir şey yaşanmadı" söylemi, 1990′lara doğru "mukatele...", 2000′lere doğru rakamsal itirazlar, cenosit-soykırım tanımına "hukuki" yaklaşım getirme çabaları da sorunu çözmemiştir. Bkz. Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, s.4-8. 84 Mehmet Çelik, “Türkiye'nin Soykırım Çıkmazları ve Süryanilerin Soykırım İddiaları”, Konferans, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Süleymaniye Kültür Merkezi, 03 Şubat 2007. 85 Çelik, “Türkiye'nin Soykırım Çıkmazları ve Süryanilerin Soykırım İddiaları”. 237 edilmektedir. Zira bu grupların bazen doğrudan kendi adlarıyla bazen de Süryani adı altında soykırım iddialarında bulunduğu görülmektedir. Gerçi bu grup temsilcilerinden soykırım söylemlerinin hayal ürünü olduğunu iddia edenler de vardır.86 Aslında Ermenilerin, Süryanilere ‘soykırım’ konusunda baskı yapmalarının en önemli sebebi, kendi iddialarını kuvvetlendirmek içindir. Çünkü Ermenilerin; Soykırım iddialarını, kendilerinin Hristiyan olmalarına dayandırarak Süryanilerin Hristiyan de dünyasının Hristiyan olmalarına desteğini rağmen almaya sözde çalışırken bu soykırım söylemlerini paylaşmaması, Ermeni iddialarını tutarsız yapmaktadır. Ayrıca Osmanlı’nın son dönemine kadar Ermeni Kilisesi içinde değerlendirilen Süryanilerin Ermeni iddialarını paylaşmaması, Ermenileri asılsız bir iddia ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle Ermeniler için Süryanilerin de soykırıma uğradığını iddia etmeleri önem arz etmektedir. Bundan dolayı yurt dışındaki Süryaniler uzun zamandır iknaya çalışılmaktaydı. Bugün dile getirilen sözde Süryani soykırım söylemleri bu çabaların bir ürünü olarak değerlendirilmelidir. Diğer taraftan Kurtuluş Savaşında yaşadıkları travmayı hâlâ üzerinden atamamış olan ve Türkiye aleyhine tüm oluşumları desteklemeyi alışkanlık haline getirmiş olan Yunanistan da bir taraftan Ermeni soykırım iddialarına destek verirken, diğer taraftan da Rum/Pontus soykırım iddialarını ileri sürmektedir.87 Yunan Parlamentosu Türkiye’ye yönelik olarak; 1994 yılında 19 Mayıs’ı sözde Pontus soykırım günü, 1996 yılında 24 Nisan’ı sözde Ermeni soykırım günü ve 1999 yılında da 14 Eylül’ü sözde Küçük Asya soykırım günü olarak ilan etmiştir. 88 86 Keldani-Asurî Cemaati Ruhani Reisi ve Patrik Vekili Peder Francois Yakan, Aksiyon Dergisine yaptığı açıklamada 250 bin rakamının hayal, Keldani soykırımının ise bir safsatasının ürünü olarak değerlendiriyor. Bkz. Bayzan, a.g.m., s.19-20. 87 Bayzan, a.g.e., s.22; Salim Gökçen, “Dogmatik Yunan Paranoyası ‘Anadolu’da Rum Soykırımı’”, 2023 Dergisi, Sayı 64, 2006, s. 34-39. 88 Bayzan, a.g.m., s.14; Bayzan, a.g.e., s.23. 238 Soykırım söyleminin Türkiye üzerinde etkili olduğunun görülmesi üzerine, bu iddia etrafında şekillenen diğer iddiaların da ortaya atılması sürpriz olarak görülmemelidir.89 Aslında dünyada soykırım iddiasını hak edebilecek nitelikte, dünyanın gözü önünde gerçekleşmiş birçok dramatik olay varken, soykırım ithamını en az hak edecek toplumlardan biri olmasına rağmen çeşitli gerekçelerle, Türkiye’nin önüne devamlı bir soykırım iddiası konulmaktadır.90 Sonuçta bugün Türkiye aleyhine olanların buluştukları söylem veya ortak payda da “soykırım” iddiası olmaktadır. 4.3.1.Tarihsel Olarak Süryanilerin Maruz Kaldığı Katliamlar Süryaniler, Hristiyanlığı kabul ettikten sonra çok defalar zulüm ve katliamlara maruz kalmışlardır. Bu katliamlardan dolayı Süryani nüfusu ciddi zarar görmüş, bitme noktasına kadar yaklaşmıştır. Fakat diğer taraftan da bu katliamlar, Süryani milliyetçiliğinin doğmasının başlangıcı olarak da gösterilmektedir.91 586 yılında ölen tarihçi Efesli Yuhannes, yaşadığı zamana dek Bizans’ın Süryanilere yönelik üç büyük zulüm dalgasından söz etmektedir. Monofizit inancından vazgeçirmek için yürütülen bu katliamlarda Süryaniler çok acı çekmişlerdir.92 Bunlardan ilki Sasani krallarından II. Hürmüz (303-310) ve II. Şapur (310-379) zamanında, Bahreyn ve Hacer bölgelerinde uğradıkları katliamlardır. Behram (420-432) zamanında ise ikinci katliam dalgasına maruz kalmışlardır. Bar Hebraeus, bu tazyikler sebebiyle Bizanslıların Sâsânî hâkimiyetindeki Ermenistan'a saldırdıklarını ve bir müddet sonra bu baskıların 89 Selçuk Gültaşlı, “'Soykırımlar' listesine Dersim'i de eklediler”, Zaman Gazetesi, 29 Ekim 2008, (Erişim)http://www.zaman.com.tr, 25 Ağustos 2009; Kerime Cercis (Siirt) ile İstanbul’da 1918 yılında Urfa’lı bir Keldani rahip tarafından yapılan mülakat, J. Naayen ile 18 Aralık 1918 yılında Şam’da yapılan mülakat için bkz. (Erişim) http://www.christiansofiraq.com/Turkey1915-16.html ve http://www.christiansofiraq.com/ Turkey1915-16.html, 25 Ağustos 2009. 90 Çitlioğlu, a.g.e., s.22-23; Avni Özgürel, “ Uygar Batı ve İki Soykırım”, Radikal Gazetesi, (Erişim) http://www.radikal.com.tr/ haber.php?haberno=152729&tarih=15/05/2005, 15 Mayıs 2005. 91 Mehmet Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”, Avrupa Birliği, Türkiye ve Süryani Göçü Konulu Sempozyum, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Araştırmaları Ve Uygulamaları Merkezi, 26-27 Mayıs 2005. 92 J. Roldanus, De Syrisch Orthodoxen in Istanbul, Kampen, Hollanda, Uitgeversmaatschappij J.H. Kok, 1984, s.19-20. 239 durduğunu kaydetmektedir. Tüm bunların yanında Necrân'da bulunan Hristiyanların Yahûdî kral Zû Nuvâs'dan gördükleri eziyetler, diğer önemli katliam dönemidir.93 Bu üçüncü dönem içinde ayrıca bir tarihçinin belirttiğine göre İran Kralı Kubat, Diyarbakır’ı 502 yılında istila ederken şehirde yaşayan seksen bin Süryani’yi katletmiştir.94 Bu süreç, VII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bölgeye gelen İslam hâkimiyetine kadar devam etmiştir. Bu tarihten sonra başta Süryaniler olmak üzere tüm bölge Hristiyanları, Bizans’ın mezhep katliamlarından kurtulmuşlardır.95 Haçlılar döneminde yaşanan sıkıntılar ve Anadolu’nun Türkler tarafından işgali esnasında Bizans’ın zulümlerini saymazsak, 14’ncü yüzyıla kadar geçen sorunsuz dönem, Moğolların Mezopotamya'ya gelişi ile bozulmuş, Süryaniler yine kendilerini zulüm ve katliamlar içinde bulmuşlardır. Diyarbakır, Mardin, Musul, Turabdin (Midyat bölgesi) ve Tekrit gibi Süryanilerin yoğun oldukları bölgeler, kilise ve manastırlarla birlikte yakılıp yıkılmış, yakalanan Süryaniler El-Cezire ve Yukarı Mezopotamya'da katledilmiş, bu katliamdan kaçanlar da dağlara sığınmışlardır.96 Bu olayı izleyen yıllarda, bölgeden pek haber gelmemiştir. Ortodoks yazarlara göre, Moğolların saldırıları, Mezopotamya'daki Hristiyanlık için ardından iyileşemediği, öldürücü bir darbe olmuştur.97 Bu olaydan sonra Osmanlı Devletinin son yıllarına kadar huzur ve güvenlik içinde yaşamışlardır. Fakat Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla Rusların Anadolu’yu işgali, İngiliz ve Fransızların propagandası ile Osmanlı aleyhine tavır alan Nasturi ve Ermenilerin isyanı sonrasında, bazı bölgelerde Süryanilerin de bu isyanlara katıldıkları ve sonrasında bazı sıkıntılar yaşadıkları görülmektedir. 93 Levent Öztürk, “İslamiyet’in Yayıldığı Coğrafya’da Yaşayan”, s.17-19, 22, 26. Çıkkı, a.g.e., s. 45. 95 Geniş bilgi için bkz. Mehmet Çelik - Mustafa Korkmaz, Edessa’dan Urfa’ya, Ankara, Cilt II, Atılım Üniversitesi Yayını, 2004, s. 24. 96 Aziz Suryal Atiya, Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri, s.34-35. 97 J. Roldanus, De Syrisch Orthodoxen in Istanbul, Kampen, Hollanda, Uitgeversmaatschappij J.H. Kok, 1984, s.29-30. 94 240 4.3.2. Sözde Süryani Soykırımı (Seyfo) Sözde Süryani soykırımına atfen kullanılan Seyfo (Sayfo, Saypa) sözcüğü, "kılıç/kılıçtan geçirme/İslamın kılıcı" anlamına gelmekte ve Süryanice’de Ermeniler, (sayfō) olarak ifade edilmektedir. “Seyfo” kelimesi yerine büyük felaket anlamında, `meds yeghern` deyimini kullanmaktadırlar.98 “Seyfo” kelimesi 1915 yılındaki tehciri ve o dönemi kapsayan sıkıntıların bir soykırım olduğu iddialarının Süryanice’deki karşılığı olarak da kullanılmaktadır. Ayrıca “cihat” anlamında tüm Hristiyanlara yönelen bir soykırım anlamında kullanıldığı da görülmektedir.99 Osmanlı’nın millet sistemi içinde 19’uncu yüzyıla kadar homojen bir şekilde yaşamış olan Süryaniler, zamanla kendileri aleyhine bozulan sosyoekonomik dengenin ve değişen demografik yapının etkisi ile bulundukları ortamlarda diğer toplumların hedefi haline gelmeye başlamışlardır.100 Güçlünün zayıfı ezdiği bir ortamda sayısal ve fiziki güce sahip Kürt aşiretleri için Süryanilerin sahip oldukları zenginlikler, tehcir esnasında değerlendirilmesi gereken bir fırsat olarak görülmüştür.101 Tabii bu sürecin öncesinde karşılıklı yaratılan nefret ve Kürt aşiretlerinin göreceli olarak Süryanilere göre daha fakir olmaları, Süryanileri Kürt aşiretlerinin hedefi yapmıştır.102 Sözlü tarih anlatımlarında iki Hristiyan fermanından (fermana Fıleh’a) söz edilmektedir. Süryaniler, bu fermanları; ‘seyfo’ (kılıçtan geçirme), ‘qettla’ 98 Elif Görgü, “Mor Gabriel Ve Turabdin-5”, Evrensel, 06 Mayıs 2009, (Erişim) http://www.tumgazeteler.com/?a=5045522, 25 Ağustos 2009. 99 Ninib Tıglat, “Lozan Dün Bugün Yarın”, Renyo Hiro, Sayı 10, Seri No 57, Ekim 2002, s.56. 100 Jan Schukkink, “De Suryoye – Een Verborgen Gemeenschap. Een Historisch-Antropologische Studie Van Een Enschedese Vluchtelingengemeenschap Afkomstig Uit Het Midden-Oosten”, Faculteit der Sociale Wetenschappen, Vrije Universiteit, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2003, s.58’den aktaran Öztemiz, a.g.t., s.109. 101 Her ekonomik güçlük döneminde Süryani mallarını gelir seviyesini yükseltmek için el konulabilecek bir meta olarak görme anlayışının haklılaştırma yollarından birisi olarak görülebilir. Süryanilerin ‘gâvur’ olması bu tarz girişimlerin daha haklılaştırılmasının birçok durumda da dince verilmiş bir hak olarak görülmesinin ana nedeni olmaktadır. Bkz. Özmen, a.g.t., s.175-179. 102 Schukkink, a.g.t., s. 59’den aktaran Öztemiz, a.g.t., s.109. 241 (katliam) ve ‘sawqiyat’ (sürgün) olarak adlandırmaktadırlar. Süryani anlatımlarına göre ferman, her ne kadar Ermeniler için çıkarılmış olsa da Süryanilere de uygulanmıştır. Gerçi İstanbul Hükümetinin çıkarmış olduğu bu fermandan sonra Süryanilere yönelik, Süryanilerin korunmasını ihtiva eden fermanlar sonrası bölgede kalabildikleri inancı vardır. Çıkarılan bu fermanların, Süryanilerin bölgede beraber yaşadıkları diğer gruplara ilişkin yargılarının oluşmasında da oldukça önemli bir yeri vardır. Her ne kadar sonraki ferman ile Süryanilerin korunmasına ve Ermenilerden ayrılmasına yönelik gelen emirlere rağmen bölgedeki Kürtler ve Araplar için oluşan ortam bir fırsat olarak değerlendirilmiş, özellikle varlıklı Hristiyanlara yönelik daha çok gasp ağırlıklı şiddet eylemleri görülmüştür. Bu inanışı destekler bir iddiaya göre; bir kısım Süryani, köylerine karşı yapılan bu tür saldırılara karşı devletten yardım istemişlerdir.103 Süryaniler arasında da bu eylemlerin nedeni olarak Süryani nüfusunun elindeki malları ele geçirmek olduğu inancı oldukça yaygındır. Yani devletin Süryanilere yönelik bir hareketinin olmadığı aşikârdır. Yurt dışında ise bu anlatımın tersi olarak fermanın yerel Müslüman gruplar tarafından değil, devlet tarafından organize edildiği şeklinde bir inanış göze çarpmaktadır. Bülbül ise bu konuda sarayda protokol müdürü olan ve aslında Urfa Episkoposu Tematius Plus’un oğlu olan Fehim Erinur tarafından padişahın konudan haberdar edildiği, bunun üzerine padişahın oradaki Süryanilere dokunulmaması ve korunması yönünde ferman verdiğinden bahsetmektedir.104 Diğer taraftan Süryani kaynaklarının bir kısmında, soykırımın aslında 1843 yılında başladığı ve bu tarihten itibaren devam ettiği iddia edilmektedir. Buradan yola çıkılarak soykırım ile Asur milliyetçiliği arasında bir bağ kurulmaya çalışılmaktadır. Bu kapsamda Nasturi ağırlıklı bir katliam dillendirilmesi vardır. Milliyetçi söylem içine Süryaniler de dâhil edilmeye 103 Örnegin, Eksor Köyü’nün önde gelenlerinden Mansur Garburi Kano, daha önce iki üç kez saldırıya uğramış olan köylerinin savunulması için, Mardin mutasarrıfından asker gönderilmesini istemiştir. Bkz. Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s.336. 104 Bülbül, a.g.e., s.61. 242 çalışılmaktadır. Bu süreç Nasturi İsyanı ile ilişkilendirilerek Nasturilerin, Anadolu ve Irak topraklarında kalkıştıkları isyanın bastırılmasında verdikleri kayıplar, tehcire ve dolayısıyla soykırıma delil olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.105 Yani kimi kaynaklarda ağa veya aşiret reislerinin katliam yaptığı106 kimilerinde ise devletin katliam yaptığı yönünde iddialar vardır.107 Yani Süryanilerin sözde soykırıma uğratıldığını ileri sürenlerin bir kısmı suçlu olarak Kürt aşiretlerini, bir kısmı Müslümanların genelini, bir kısmı İttihat ve Terakki Partisini, bir kısmı da Almanları suçlamaktadır. Bunun devletin bir politikası olduğunu iddia edenler olduğu gibi tersini iddia edenler de vardır. Hatta Katolik Süryanilerin, Yakubi/Kadim Süryaniler tarafından baskıya maruz bırakıldığı bile iddia edenler vardır.108 Bazı Süryani kaynaklarında ise Süryani ileri gelenlerinin Süryanilerin isyana iştirakini engellemek için büyük gayret sarf ettiği, hatta bu yüzden de Osmanlı idaresi tarafından çeşitli ödüllerle ödüllendirildiği ileri sürülmektedir. 105 ATASE Arşivi, Kls. 17, Ds. 81, Fhr. 3. 10’den aktaran Kurtcephe, a.g.m., s.293. 1978 doğumlu bir katılımcı ile yaptığı görüşme için bkz.Öztemiz, a.g.t., s.142-143. 107 Bazı yazarlar ise bir taraftan bir devlet politikası olarak soykırım yapıldığı yönünde iddialarda bulunurken kendi içinde de tutarsız açıklamalarda bulunmaktadırlar. Örnek olarak Yonan; “Rusların Asurları kendi saflarında Kürtlere karşı savaşmaları için silahlanmaya zorladığı, Rus komutanların Müslümanlar arasında düşmanlık yaratan şiddet eylemleri yaptığını, bunlara bazı Asurlularında katıldığı, Müslümanların iyice kışkırtılmasından sonra Rus işgal güçlerinin 2 Ocak 1915’te Urmiye’den ayrılması ile yaklaşık 12.000 Asur’un kendilerine Müslümanların bir zarar vereceği korkusuyla Rusların ardı sıra kaçışa başladıkları ve bu kaçış esnasında tabiat şartlarından dolayı bir çoğunun yollarda öldüğü, kalanların da Müslüman halk tarafından saldırılara maruz kaldığı, buna rağmen bazı Müslümanların bunların bir kısmını koruyup gizlediği, mülteci durumundaki büyük kitlelerin bir kısmının Rus sınırından içeriye alınmayarak sınırda salgın hastalıklara kırdırıldığını..” dile getirmektedir. Yonan, bu iddialarını Alman Papazı Otto Went’in (Lerbeck) 1915 tarihli bir haberinden ve kızı Elisabeth Wendt’in Urmiye’den yollandığı mektuplara dayandırmaktadır. Diğer taraftan 27 tartışmalı belgede de Osmanlı impratorluğunun bir politika olarak Süryanileri soykırıma uğrattığını ifade ederek kendi içinde tutarsızdır. Bkz. Gabriele Yonan, a.g.e., s.201-205. 108 Bir papazın 1915 yılına ait günlüklerine baktığımızda; “Yakubiler [Süryani Ortodokslar]; aynı dinin ayrık kardeşleri Katolikleri vurmak için Mardin Türkleri ile birleştiler.”, “Yakubilerin….eski düşmanlıklarını tazeleyerek Süryani Katoliklerin oturduğu yerlere saldırdılar.”, “Yakubiler düzenin hile ve ihanetlerine karşın Katolikleri pes ettiremediler.” ifadeleri sanki Süryani Yakubilerin Süryani Katolikleri diğer bir ifade ile kendi kendilerini katliama uğrattığı veya bu olayın sanık tarafına Süryani Yakubilerin koyulduğu hissini doğurmaktadır. Ayrıca kitabın diğer bölümlerinde Mardin’de katledilen Süryani sayılarını verirken toplamı 92.232 kişinin katliama uğradığı şekline iken toplamda verdiği 157.200 kişilik rakam da kaynağın güvenirliği konusunda ciddi tereddüt yaratmaktadır. Bkz. Precheurs, a.g.e., s.51-52, 91-106. 106 243 Örnek olarak; 1915 yılında Ermenilerle birlikte Diyarbakır, Mardin, Cizre’de ayaklanan Süryanileri yatıştırmak için gösterdiği çabalardan dolayı 26 Eylül 1919’da Sultan Vahdettin ile görüşen İlyas Şakir Efendi’ye Vahdettin tarafından birinci dereceden Osmanlı nişanı verilmiştir. Süryani Kadim Patriği İlyas Şakir Efendi yine Mondros Mütarekesi sonrası Mardin ilinin İngilizlere teslim edilmemesi yönünde büyük gayret göstermiştir. Aynı dönemde Süryani Ortodoks cemaati temsilcilerinin Padişah’tan, göç ettirilen Süryanilerin geri dönüşü, okul inşası, yardım yapılaması gibi taleplerde bulundukları ve padişah tarafından da bu taleplerin kabul edildiği görülmektedir.109 Bazı Süryaniler ise sözde Süryani soykırımı söylemini dahi yeni duyduklarını dile getirerek, sözde bu iddiaların sonradan ortaya atıldığını düşünmektedirler. Bu konuda, 25 yıldan fazla Norveç'te yaşamış Eser Afacan isimli Süryani asıllı ressamın Hürriyet gazetesine gönderdiği mektupta; “kendisinin Süryani olmasına rağmen Süryanilere soykırım yapıldığını ilk defa duyduğunu, İsveç’te göçmenlik statüsü almak için uydurulan bu söylemi zamanla göçmenlik statüsü almak isteyen Kürtlerin de kullanarak kendilerini, Süryani olarak tanıttığı ve daha sonrasında bu kanalın PKK terör örgütü tarafından kullanıldığını ve aslında Süryani soykırımı diye bir şey olmadığını” söylemektedir.110 Tüm bu iddialara rağmen söylenebilecek en basit cümle, 1914-1915 yıllarının tüm Anadolu halkı için zor olduğudur. Sadece Süryaniler veya Ermeniler değil, başta Müslümanlar olmak üzere tüm Osmanlı halkı için o dönem, zorlukların ve acıların yaşandığı bir dönemdir. Karşılıklı öldürmeler olmuştur. Fakat tüm bunların bir politikanın ürünü olmadığı da çok aşikârdır. Olayların gelişimi böyle olmakla beraber, bu olayların soykırım kavramı içinde değerlendirilmesi de hukuksal olarak mümkün değildir. Çünkü 109 Geniş bilgi için bkz. Mustafa Oral, “Mardin’in Son Süryani Kadim Patriği Mar İgnatios III. İlyas Şakir Efendi”, Makalelerle Mardin IV: Önemli Simalar, Dini Topluluklar, haz. İbrahim Özcoşar, İstanbul, Mardin İhtisas Kütüphanesi Yayını, 2007, s.281-282. 110 Özdemir İnce, “’Süryani Soykırımı’na Süryani yanıtı”, Hürriyet Gazetesi, 10 Eylül 2006. 244 “soykırım” kavramı 1948 yılından itibaren uluslararası hukuk açısından bir suç niteliğine kavuşmuştur.111 Hukukun genel ilkelerine göre hiçbir suç, yasalaşmadan suç değildir ve geriye yürütülememektedir. Sözde soykırım ithamı ile karşı karşıya bırakılan Türkiye Cumhuriyeti’nin bahse konu dönemde daha oluşmamış olduğu da göz önüne alındığında, bu suçlamalar ile ithamda bulunmak dahi uluslararası hukuk açısından mümkün değildir. Bahse konu dönemde yapılan tarihi ve bilimsel incelemeler karşılıklı öldürmeler olduğu fakat bahsedildiği gibi politik bir katliamın olmadığını ortaya koymaktadır. Mukatele olarak da adlandırılan bu olaylar hakkında bir soykırım iddiasını dile getirmek; “akla” ve “bilme” aykırı olup, sadece “siyasi” nitelikli bir yaklaşım olarak kabul edilmelidir. Diğer taraftan soykırıma uğrayanlar ile soykırım iddialarının peşinde olanların da kimler olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Tabi ki o yıllarda yaşananlar Süryaniler için de kolay olmamıştır. Fakat soykırım gibi bir söylemin şartlarının oluştuğunu söylemek de mümkün değildir. Türkiye’ye yönelik olarak, Süryanilere soykırım yapıldığı iddiaları, politik amaçlarla yapılmakta ve tarihi hakikatlere uymamaktadır. Özellikle, savaş sonrasında değişik nedenlerle Amerika, Avustralya ve Batı Avrupa ülkelerine göç etmiş ve kimliklerini korumak amacıyla örgütlenerek bir diaspora oluşturmuş olan Nasturi, Keldani ve bir kısım Süryani için soykırım iddiaları, Ermeni diasporasında olduğu gibi bir varlık ve kimlik sorunu haline gelmiştir.112 Sırf 111 Soykırım kavramı, ilk kez, “soykırım suçunun önlenmesine ve cezalandırılmasına ilişkin sözleşme” ile tanımlanmış ve Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli kararıyla onaylanıp, 12 Ocak 1951'de yürürlüğe girerek, uluslararası bir sözleşmede ilk defa kullanılmıştır. TCK md. 76’daki düzenlemesi, bu sözleşmenin 2’nci maddesinden alınmıştır. Türkiye, 29 Mart 1950 tarihinde 5630 sayılı kanunla bu sözleşmeye taraf olmuştur. Bkz. Sönmezoğlu, a.g.e., s. 631. 112 Süryaniler bölgedeki Kürt aşiretleri tarafından aşiret kapsamı içine alınmakla birlikte, Ferman sırasında bu aşiretlerin çoğu kendilerine sahip çıkmamış; hatta aynı aşiret mensupları tarafından da baskıya maruz kalmıştır. Bu baskının oluşmasında Süryanilerin tabi oldukları aşiretlerin bölgedeki gücünü yitirmesinin etkisi de oldukça fazladır. Örneğin, bölgedeki çoğu Süryani ve Yezidi’nin mensup olduğu Haverka Aşireti Reisi Haco’nun Suriye’ye gitmesiyle birlikte, Süryani ve Yezidilerin diğer aşiretler, özellikle Dekşuriler, tarafından baskıya maruz kaldıkları hatta öldürüldüklerine dair sözlü bilgiler vardır ve bu bilgiler Müslümanlar tarafından da doğrulanmaktadırlar. Bkz. Bülent Özdemir, “Süryani Diasporası, Kimlik ve Soykırım İddiaları”, Tarihçi Gözüyle, (Erişim) http://tarihcigozuyle.blogspot.com.html , 21 Kasım 2006. 245 Süryani soykırımını tanıtmak ve kabul ettirmek için “Seyfo Center”113 gibi dernekler, örgütler ve web siteleri oluşturulmuştur. Sözde soykırım iddilarının Türkiye’ye yöneltilmesinin asıl nedeni olarak Türkiye’nin stratejik konumu gösterilmektedir.114 Bunun yanında Türkiye’nin Müslüman ülke olması, Şark Meselesi, Avrupa’daki Türk korkusu ve algısı, Batı ile Doğu arasındaki zihniyet farkı gibi nedenler de sayılabilir. Ermeni meselesine benzer bir süreç içinde Süryanilere yönelik tüm bu iddiaları gerçek kabul ederek bir soykırım olduğu yönünde karar alan siyasi gruplar ve kuruluşlar da vardır. İsveç’te parlamentonun en büyük grubu Sosyal Demokratlar, sözde “Ermeni ve Süryani Soykırımı” kararını kabul etmiştir. Delegelerin çoğunluğuyla kabul edilen karar metninde, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin yanı sıra, Süryanilerin de soykırıma uğratıldığı iddiasına yer verilmiştir.115 Diğer taraftan Uluslararası Soykırım Uzmanlar Kurumu da (International Association of Genocide Scholars) 2007 yılının Aralık ayında sözde Süryani Soykırımını kabul etmiştir.116 En son İsveç Parlamentosu, 11 Mart 2010 tarihinde Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ermeni, Asur/Süryani/Keldani ve Pontus Rumlarına yönelik soykırım uygulandığına dair karar almıştır.117 Sonuçta, Seyfo olarak adlandırılan bu olayların gerisinde; ekonomik, sosyal ve siyasal nedenler yattığı söylenebilir. 4.3.2.1. Soykırım Etkinlikleri Ermenilerin lobi çalışmalarını örnek alarak faaliyet gösteren kimi Nasturi, Keldani ve Süryaniler; Ermeniler kadar olmasa da giderek artan bir şekilde etkinlikler düzenlemektedirler. Çeşitli konferans, panel, seminer, toplantılar 113 İlgili derneğin web adresi için bkz.www.seyfocenter.com/ Sefa Yürükel, “Türkiye'yi Suçlayan Soykırım İddiaları Planlı”, 14 Mart 2005, (Erişim) http://www.acikistihbarat.com, 25 Ağustos 2009. 115 Osman İkiz, “Sosyal Demokratların ‘soykırım’ Kararı”, Stockholm, (Erişim) http://www.dwworld.de/dw/article/0,,4879950,00.html, 25 Aralık 2009. 116 Samuel Sawme, “Sydney’de Süryani Soykırım Anıtı” Seyfo Centre, (Erişim) http://www. seyfocenter.se/index.php?sid=10&aID=113, 25 Ağustos 2009. 117 “Türk milletvekili 'hayır' diyemedi”, ntvmsnbc, http://www.ntvmsnbc.com/id/25068340/ 114 246 icra edilirken bir taraftan da Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde sözde Süryani soykırımı anıtları açılmaktadırlar. Tüm bu etkinliklerin amacı, kendilerine yönelik bir kamuoyu oluşturmak, Avrupa’nın çeşitli parlamento ve yetkili organlarında soykırım kararı alınmasını sağlamaktır. 4.3.2.1.1. Konferanslar, Seminerler ve Toplantılar İsviçre’de, Avusturya`da, Almanya’da, İngiltere’de Belçika’da verilen konferanslar ile sözde “Süryani Soykırımı” konusu bilimsel bir zemine taşınarak, bu iddiaları kabule hazır bir toplum yaratılmaya çalışılmaktadır.118 Türkiye basınının yeni yeni farkına vardığı Süryanilerin bu etkinlikleri, yoğun bir şekilde devam etmektedir. Örnek olması açısından 2003 yılı içinde yaklaşık bir aylık bir süre içinde Süryanilerin Avrupa’da soykırıma uğradığı yönünde yürütülen etkinliklere bakacak olursak; 09.04.2003 tarihinde İsveç Parlamentosunda konferans, 11.04.2003 tarihinde Brüksel Saint-Josse Sarayında ve 12.04.2003 tarihinde Zürih Bürkli Platz’da ışıklı gösteri, 12.04.2003 tarihinde Almanya Gütersloh şehrinde ve Hollanda Enschede şehrinde, 19.04.2003 tarihinde İsveç Södertälje şehrinde, 19.04.2003 tarihinde Almanya Berlin şehrinde, 19.04.2003 tarihinde yine Berlin’de duyuru ve panel tartışması, 20-24.04.2003 tarihleri arasında Wiesbaden’de açlık grevi ve açlık grevinin son gününde kilise hizmeti, 03.05.2003 tarihinde Augsburg’da konferans yapılmıştır.119 Etkinliklerin seviyesini ve siyasi yönünü görmek adına da nerelerde yapıldığına bakmak gerekmektedir. Bu anlamıyla İngiliz, Fransız, İsveç, Hollanda, Avusturya, Belçika ülke parlamentolarında ve Avrupa Parlamentosunda yapılan bu etkinliklerin basite alınmaması gerekmektedir.120 118 Avcı, “Ermeniler`den sonra şimdi de Süryaniler...”, Milli Gazete, 28 Kasım 2005, (Erişim) http://www.milligazete.com.tr, 25 Ağustos 2009. 119 “To the Assyrian-Aramean-Chaldean-Syriac People”, (Erişim) http://f27.parsimony.net/forum 66532/messages/37.htm, 25 Ağustos 2009. 120 Bayzan, a.g.m., s.19-20; “72nd Assyrian American National Convention” Christians of Iraq, (Erişim)http://www.christiansofiraq.com/72ndconv.html;http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=6 247 Benzer sürecin Ermeni meselesinde yaşandığı düşünülürse, gelecekte Süryani meselesinin Türkiye’nin uluslararası potansiyel bir sorunu olması muhtemel görünmektedir. Diğer taraftan 1933 yılında Irak’ta Nasturi ve Keldanilere yönelik yaşanan katliam dahi bugün Süryanilerle ve dolayısıyla Türkiye ile ilişkilendirilebilmektedir. ABD’de bu katliamın yıl dönümünde yapılan etkinlikler Süryani soykırım etkinliklerine dönüşmektedir.121 Hollanda’da soykırım demeyen Türk adayın seçim listesinden çıkarıldığı, Fransa’da Ermeni soykırımı olmamıştır demeyi suç sayan düzenlemelere benzer senaryoların gelişen dönemler içinde Türkiye’nin karşısına çıkabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.122 Yürütülen bu etkinliklerin sonuçları bazı ülke parlamentolarında alınan kararlarda görülmektedir. Sözde Ermeni soykırımı olduğu yönünde karar alan ülke sayısı 21’e ulaşırken diğer taraftan Sözde Süryani Soykırımı olduğu yönünde karar alan ülkelar de giderek artmaktadır. Gelişmlere bize bu etkinliklerin ciddiye alınması gerektiğini de göstermektedir.123 101, 05 Kasım 2009; “Viyana'da SEYFO Konferansı”, http://www.furkono.com/modules.php? name=News&file=article&sid=1625, 05 Kasım 2009; Avcı, a.g.m. 121 “72nd Assyrian American National Convention” Christians of Iraq, (Erişim) http://www. christiansofiraq.com/72ndconv.html, 25 Ağustos 2009. 122 Ünal Öztürk, “Soykırım demeyen Türk adayı seçim listesinden attılar”, Hürriyet Gazetesi, 23. 05.2003, (Erişim) http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=5155636, 25.08.2009. 123 1965 yılından beri gündemde olan sözde Ermeni soykırım ile ilgili iddiaları 21 ülke kabul etti. Bu kabullerin en çok yaşandığı yıl ise 2005'tir. 2005 yılında toplam 7 ülke sözde soykırımı tanımıştır. Süryanilere de soykırım uygulandığını İsveç Parlamentosu (11 Mart 2010), Avusturalya New South Wales yerel yönetimi, New York yerel yönetimi ile Uluslararası Soykırım Bilim Adamları Derneği (IAGS) (2007) Kabul ederek bu doğrultuda kararlar almıştır. Bkz. http://riksdagen.se/templates/ R_PageExtended____21484.aspx;http://www.thelocal.se/25468/20100311/;http://www.aina.org/news/ 20100311192620.htm;http://www.fairfieldcity.nsw.gov.au/upload/hutxy19692/FINAL_Assyrian_Mem orial_ConsultationPaper.pdf;http://www.ny.gov/governor/keydocs/proclamations/proc_armenian.html; http://www.aina.org/news/20071215131949.htm, 25 Aralık 2010. 248 4.3.2.1.2. Sözde Soykırım Anıtları Soykırım etkinlikleri kapsamında dünyanın çeşitli yerlerinde soykırım söylemini desteklemek ve gündemde kalmasını sağlamak amacıyla soykırım anıtları dikilmektedir. Süryanilere ilişkin ilk sözde soykırım (Seyfo) anıtı, 15 Ekim 2005 tarihinde Paris dışındaki Sarcelles belediyesinde dikilmiştir.124 Bir diğer sözde soykırım anıtı 1914-1918 yılları ve 1933 yılında Simele (Irak)’da yapıldığı iddia edilen katliamlara atfen Amerika’nın California eyaletinin Tarzana Belediyesinde 17 Şubat 2007’de açılmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin Columbia ve Los Angeles şehirlerinde de açılmış sözde anıtlar vardır.125 En son dikilen anıt ise Avusturalya’nın Sydney kentine bağlı Fairfield semti belediyesi tarafından dikilmiştir. Süryani halkına karşı 1915’te işlenmiş bir soykırım olduğu iddiası kabul edilerek, soykırım kurbanları anısına bir anıt dikme kararı, Türkiye tarafından esefle karşılanmaktan öteye gidemediği için de126 2010 yılında sözde Süryani soykırım anıtı açılmıştır.127 Bir diğer sözde soykırım anıtı açma çalışması ise Södertälje (İsveç) belediyesince yürütmüş olmasına rağmen128 Södertälje sakinlerinin sözde 124 Sarcalles Belediyesi tarafından finanse edilen 2 metre yüksekliğindeki sözde soykırım anıtının üzerinde ‘1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun soykırımına uğramış 250 bin Asurî-Keldani ‘nin anısına’ ibarelerine yer veriliyor. Dikilen bu anıt sözde 1915 Ermeni soykırım anıtıyla aynı meydanda bulunmaktadır. Bkz. Bayzan, a.g.m., s.19-20. 125 “Assyrian Genocide Monument Unveiled in Australia” AINA, (Erişim) http://www.aina.org/ releases/20100807163306.htm;http://www.greek-genocide.org/monument_ columbia. html, 25 Aralık 2010. 126 Dışişleri: Avustralya'nın ''Asuri Soykırımı'' anıtı dikilmesine izin vermesini esefle karşıladık, Zaman Gazetesi, 18 Aralık 2009, (Erişim) http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno= 929379 &title=disisleri-avustralyanin-asuri-soykirimi-aniti-dikilmesine-izin-vermesini-esefle karsiladik, 10 Şubat 2010. 127 “Sydney’de Süryani soykırım anıtı açıldı”, Hürriyet, 9 Ağustos 2010, (Erişim) http://www.hurriyet.com.tr/dunya/15513147.asp 09 Ağustos 2010. 128 “Assyrian Genocide Memorial Wall in California”, Stockholm, 23 Şubat 2007, (Erişim) http://bethnahrain.blogspot.com/2007/02/assyrian-genocide-memorial-wall-in.html, 25 Ağustos 2009. 249 soykırım anıt dikme konusundaki ihtilafı mahkemeye intikal etmiş ve şimdilik mahkeme vasıtasıyla engellenebilmiştir.129 1965 Nisan ayında sözde katliamın 50’nci yıldönümünün anma törenleri için geniş çaplı propaganda faaliyetlerine başlanılmış ve bu tarihte New Jersey eyaletinin Emerson kasabasında İhtiyarlar Yurdu’nun bahçesine aleyhimizdeki ilk Ermeni anıtı dikilmiştir.130 40 yıl kadar geriden takip eden Süryani anıtları ile sözde Pontus soykırım anıtı131 ve devam eden bu anıtlar silsilesinin nasıl bir sona ulaşacağı da ayrı bir araştırma konusudur. Zira Hollanda, Almanya ve İsveç Asurî Federasyonları adına açıklamada bulunan Sabri Atman, başta Fransa olmak üzere, İsveç, Avusturya, Almanya ve Hollanda’da Asurî-Süryani soykırım anıtları dikeceklerini ve asıl amaçlarının Van, Hakkâri ve Diyarbakır’da dikilecek anıtlar olduğunu açıklamaktadır.132 Ermenistan’da sözde Ermeni soykırım anıtının yanına Süryani soykırım anıtı dikme çalışmaları da yoğun olarak devam etmektedir. 4.3.2.1.3. Legal ve İllegal Örgütlenmeler Soykırım iddialarını desteklemek ve organize etmek amacıyla birçok legal ve illegal dernek, merkez, örgüt, internet sitesi gibi oluşumlar teşekkül ettirilmiştir. Bu örgütlerin yoğunlaştığı ülkeler, genellikle kilise yapılanmasının ağırlıklı olduğu ülkeler olmaktadır. Bunun nedeni nüfusun buralarda yoğunlaşması veya kilise vasıtasıyla kitlelere daha rahat ulaşma imkânı sağlaması olarak açıklanabilir. Bu anlamda kilise örgütlenmesi başlangıçta Viyana merkezli iken Midyatlı İsa Çiçek'in Hollanda'ya metropolit olarak atanmasıyla, ağırlık noktası Hollanda ve civarına kaymıştır.133 Günümüzde 129 Metin Altınışık, “İsveç`te Süryani Soykırım Anıtı Mahkemece Engellendi”, (Erişim) http://www.harbigazete.com/haber_yorum/080505_seyfo.html, 25 Ağustos 2009. 130 Okay, a.g.t., s.155. 131 Yunanistan'ın kuzey batısındaki Aleksandria kentinde Cumhurbaşkanı Kostis Stefanopulos tarafından açılmıştır. Bkz. “Yunan Cumhurbaşkanı 'soykırım' anıtı açtı”, Hürriyet, 27 Mayıs 2002, (Erişim) http://hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=74561, 25 Ağustos 2009. 132 Avcı, a.g.m. 133 Mehmet Çelik, “Süryanilerin Turabdin'e Geri Dönüşü”, IV. Türkiye'nin Güvenliği Sempozyumu, Elazığ, 2004, s. 235. 250 daha çok İsveç, Belçika ve Hollanda merkezli örgütlenmeler karşımıza çıkmaktadır. Bu örgütler, 1991 Körfez Savaşı ve Türkiye'nin AB üyeliği çalışmalarıyla eş güdüm içinde, Türkiye’ye yönelik politikalar üzerine yoğunlaşmaya başlamışlardır. Süryani soykırımı olduğunu ispat etmek amacıyla oluşturulmuş en bilindik legal örgüt “seyfo centre”dır. Bunun dışında Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu (School of Oriental and African Studies-SOAS) ile Firodil Enstitüsü (Londra) ve Gomidas Enstitüsü (Londra)adlı kuruluşlar da bu iddiaları desteklemektedirler. Asurî Federasyonu, Süryani Federasyonu gibi bünyesinde birçok derneği barındıran çatı örgütlenmeleri de bu iddiaları destekler nitelikte bir görüntü çizmektedirler.134 İnternette birçok web sitesi de bu konuda yayınlar yapmaktadır. Televizyon ve diğer basılı organların da etkisi azımsanmayacak boyuttadır. Türkiye aleyhine oluşan bu legal veya illegal oluşumların bir özelliği Asur kimliği altında birleşmeye çalışmalarıdır. Bu gruplar çeşitli ülkelerde çıkardıkları dergi, gazete ve kitaplarda; anavatanlarının kurulması ve anavatana dönme çağrısı, anadil ve ulusal kültürün korunması ve birey özgürlüğünün korunması yönünde görüşlerini yaymaktadırlar. Bu görüşlerini gerçekleştirebilmek için ilk defa 1968 yılında Fransa’da yapılan 1’nci Asur Kongresi’nin ardından Dünya Asur Birliği’ni kurmuşlardır. Bu tarihten itibaren yılda bir kez düzenli olarak yapılan bu kongrenin şu anki en büyük hedefi BM İnsan Hakları Kuruluşu’nda temsil edilmektir. Çeşitli sosyal, kültürel ve siyasi taleplerinin yanında bu kongrelerin en büyük amacı Asur Devleti’nin kurulması konusudur. Kongre içerisindeki bazı gruplar, Irak’ta özerk bir Asur yönetim bölgesi isterken, bazı gruplar Kuzey Irak’ta bağımsız bir Asur Devleti’nin kurulmasını amaçlamaktadırlar. Bu grupların son dönemdeki en ciddi çabası 134 Atman, a.g.e., s.53,131. 251 1979’da Irak’ta kurulan Asur Demokratik Hareketi olmuştur. Bu hareket zaman zaman silahlı eylemlere de başvurmuştur. 135 Soykırım iddialarını destekleyen terör örgütleri ise daha çok etnik ayrılıkçı örgütlerdir. Soykırım söylemleri etrafında şekillenmiş olan terör örgütlerinin başlangıcını Ermeni Taşnak ve Hınçak örgütleri oluşturmuştur. Bu örgütler vasıtasıyla çıkarılan birçok isyanın izleri daha silinmemişken,136 ASALA ve JCAG (Justice Commandos against Armenian Genocide) adlı Ermeni terör örgütleri ortaya çıkmış ve bu örgütler ile bu defa yurt dışındaki Türk diplomatlarına yönelik eylemler başlamıştır.137 Kendilerine göre Ermeni soykırımının intikamını aldığını düşünen bu örgütler, PKK ayrılıkçı etnik terör örgütünün oluşumu ile etkinliklerini yitirmişlerdir. PKK terör örgütü bir taraftan Ermeni ve Süryani soykırımı olduğu yönünde söylemlerde bulunurken, diğer taraftan da Kürt soykırımı olduğu iddiası ile eylemler yapmaktadır. Ayrıca Süryani terör örgütü olan Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü (BYDÖ) örgütü ile de işbirliği içinde faaliyet yürütmektedir. Tezin ilerleyen bölümlerinde bu konu daha geniş olarak ele alınacaktır. 4.4. ERMENİ SÜRYANİ ETKİLEŞİMİ Süryaniler kendilerini tanımlarken “tanrıdan en çok korkan millet” olarak tanımlamaktadırlar. Süryaniler tarih boyunca kendilerini bir inancın savunucuları olarak görmüşler ve inançlarına yönelik herhangi bir saldırı olmadığı zamanlarda çok fazla ön plana çıkmamışlardır. Devlet oluşturmak veya siyaset yapmaktan ziyade kendi inançlarına yönelmiş bir topluluk görünümü çizmişlerdir. Dolayısıyla Osmanlı Devleti’ndeki millet sistemi içinde Ermenilere bağlılıkları başlangıçta bir sorun yaratmazken, 19’uncu yüzyıldan itibaren özellikle misyonerlik faaliyetleri ve Osmanlı devletindeki modernleşme hareketleriyle birlikte Süryaniler de Ermenilerden bağımsız bir millet olma 135 Matfiyef, a.g.e., s.160. Şenol Kantarcı, “Tarih Boyutuyla Ermeni Sorunu”, Bilim Ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Yıl 4, Sayı 38, Nisan 2003; Bayzan, a.g.e.,s.36. 137 Çitlioğlu, a.g.e., s.53. 136 252 çabası içine girmişlerdir. Hatta bu sebeple İstanbul’da bir merkez açmaya çalışmışlar ve 1844 yılında İstanbul Tarlabaşı’nda Meryem Ana Kilisesinin kurmuşlardır. Süryaniler, Ermeniler’den farklı herhangi bir dönemde siyasi amaçlarla ayrılıkçı bir faaliyet içinde olmadıklarını söylemektedirler. Bu söylemde devletiyle barışık Süryani tipi sunulmaktadır. Gürbüz Erkiner’in aktardığına göre bir Süryani katılımcının; “Babam tüm çocuklarının cüzdanlarına “Süryani Kadim” yazdırdı. Hristiyan değil. Çünkü Hristiyanlık Ermenileri de çağrıştırıyor. Ama onların başka emelleri de var”138 sözleri Türkiye Süryanileri’nin Ermenilere yönelik olumsuz önyargıdan etkilenmek istemediğinin bir göstergesidir. Bu durumun devamı olarak kendilerini Süryani olarak tanıtan Ermeniler de vardır. Bu kişilerin kendilerini bu biçimde tanıtmalarının ve sosyal yaşamda Süryani kimliğini kullanmalarının en önemli nedeni bölgede Süryani kimliğinin Ermeni kimliğine göre daha sorunsuz bir kimlik olmasıdır. Ermenilerin Süryani kimliğini kullanmasının ikinci nedeni ise, bölgedeki Ermeni nüfusunun yok denecek kadar az olması ve kendilerine en yakın olduğunu düşündükleri inanç grubuna bir nevi tabi olmalarındandır.139 Ayrıca anadillerini kaybederek Ermenice dâhil başka dilleri kullanmaya başlayan Nasturi ve Süryanilerden oluşan bir kesimin Paris Barış Konferansı’nda Ermeni olarak tanındığı da dile getirilmiştir.140 Ermeniler ve Süryaniler bazen aynı kiliseleri de beraber kullanmaktadırlar. Mezhepsel yakınlıktan kaynaklanan bu durumun bir diğer yönü ise, karşılıklı etkileşimlerinin oluşmasıdır. Ayrıca kimlik oluşumu kapsamında özellikle yurt dışındaki soykırım iddiaları Ermeni ve Süryanileri birbirleri ile doğal olarak etkileşim haline sokmuştur. Günümüzün teknolojik ve iletişim imkânları da bu süreci inanılmaz bir hıza ulaştırmıştır. 138 Erginer, a.g.m., s.52. Erginer, a.g.m., s.52. 140 Sonyel, The Assyrians of Turkey Victims of Power Policy, s. 134-135. 139 253 Fakat Süryaniler uzun yıllar boyunca Ermeni kilisesi vasıtasıyla resmî işlerini yürütmüş olmasına, Ermeniler gibi Ortodoks olmasına ve coğrafi olarak Ermeniler ile yakın bölgelerde yaşamış olmasına ve bazen Süryanilerin de olumsuz hareketler içine girmiş olmasına rağmen Ermenilerin içine düştüğü duruma asla düşmemişlerdir.141Ayrıca Süryaniler, Ermenilerin çıkardıkları olaylardan zarar gördükleri ve Süryanileri kendi nüfusları içinde göstermeye çalıştıklarından dolayı da şikâyet etmektedirler.142 4.4.1. Psikolojik Yönden Etkileşim Süryanilerin etniklik ve azınlık durumlarının değerlendirilmesi için bu kavramların açıklığa kavuşturulması ve bugün özellikle yurt dışında yaşayan Süryanilerin psikolojilerini anlamlandırabilmek için toplumsal psikoloji kavramlarının anlaşılması gerekmektedir. Ermeni ve Süryaniler göç sonrası gitmiş oldukları ülkelerde demografik olarak azınlıkta kalmalarından dolayı, asimilasyon tehlikesi ile karşılaşmışlardır. Bu nedenle kilise ve siyasi partilerin ilk hedefi, gerek Ermenilere gerekse Süryanilere millî bilinç kazandırmak olmuştur. Bununla birlikte bulundukları bölgelerde bir arada olmayıp daha çok dağınık bulunmaları, etnik kimlik inşasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle her iki grupta da dikkat çeken benzerlik; kullanılan temaların paralelliği, soykırım iddialarının birleştirici bir unsur olarak kullanılması ve Türkleri ötekileştirme çabaları olmuştur. Türkleri ne kadar kesin ve katı ötekileştirirlerse, etnik kimlik içine çekilme de o denli güçlü olacaktır. Çünkü etnik homojenlik, içeriye doğru uyumu, dışarıya doğru saldırganlığı talep etmektedir. 141 İlay İleri, “I.Meşrutiyet’ten Sonra Osmanlı Devletinde Azınlıklar Ve Genel Durum”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Cilt III, Orient Yayınları, Ankara, 2005, s. 99. 142 08 Mart 1893 tarihinde Başkitabet’e yazılan yazıda Süryanilerin, Ermeni Patrikhanesi tarafından yapılan müdahaleleri kabul etmeyerek hemen şikâyette bulunduklarını, patrikhanenin ise onları kendi dairesinde kabul ederek ayrı mezhepleri ve müstakil patrikleri olduğu halde onların nüfuslarını Ermeni Nüfus Defterlerine kaydederek, Ermeni nüfusunu fazla gösterdikleri belirtilmektedirler. Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi; Yıldız Esas ve Sadrazam Kamil Paşa 38/69 ve Sadaret Mühimme Kalemi Evrakı 609/36’den aktaran Mustafa Çiçek, a.g.t., s.91-93. 254 İkinci Dünya Savaşından sonra, Holocaust ile Yahudi kimliği arasında ortaya çıkan ilişki, Ermeni kimliğinin inşasında örnek alınmaya çalışılmıştır. Aynı süreç daha sonra Süryaniler için de işletilmeye çalışılmıştır. Ermeniler, 9 Ekim 1948’de Birleşmiş Milletler’de imzalanan “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması” Sözleşmesinin ardından kendilerine uygulanan tehcirin de bir soykırım olduğunu iddia etmeye başlamışlardır. Çünkü bu dönem özellikle ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerde yaşayan Ermeni diasporasının kimlik bunalımı yaşadığı, kendi kimliklerinin yok olduğu döneme denk gelmektedir.143 İşte bu dönemde özellikle diaspora Ermenilerince, Ermenistan’ın çekici görünmeyen bir vatan görünümünden doğan endişeyi gidermek için “soykırım zihinsel imgesi” ön plana çıkarılarak Ermeni kimliği güçlendirilmeye çalışılmıştır.144 Bu yaklaşımın başarılı olması Süryaniler için de çekici olmuş ve Ermeni sürecinin bir parçası olmaya başlamışlardır. Dolayısıyla bu etnik grupların kimliğinin önemli bir parçasını “mağduriyet psikolojisi”oluşturmaktadır. Başta Türkler olmak üzere “öteki”ler tarafından yok edilmeye çalışılan mağdur bir ulus imajı ve inancı, Ermeni ve Süryani kimliğini biçimlendiren en belirgin unsurdur ve bu tema, Ermeni diasporası ve yöneticileri tarafından devamlı canlı tutulmaya çalışılmaktadır.145 Yaratılacak ortak acılar ve oluşturulacak mağduriyet psikoloji ile Süryaniler bir araya getirilmeye çalışılırken diğer taraftan da mazlum topluluk olarak dünyanın ilgisi çekilmeye çalışılmıştır. Geçmişin hoş hatırlanmayan Nasturi ayaklanması, Bedirhan Bey olayı gibi olumsuz nitelikteki olayları da bu amaç uğruna ajite edilmektedir. Bu çalışmaların meyveleri 1985 yılından itibaren alınmaya başlanmış, Nasturi kimliği ile Süryani kimliği Asur kimliği altında örtüştürülerek Asur milliyetçiliği yaratılmaya çalışılmıştır. Son yıllarda kendilerinin köklerini Asur ırkına dayandıran bu grubun etrafında toplandığı 143 Kantarcı, a.g.m. Meltem Uluada, “Geçmişten Günümüze Ermeni Meselesi ve Sözde Soykırımın Uluslararası Kriterler Açısından Değerlendirilmesi”, Ankara, Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006, s.81. 145 Uluada, a.g.t., s.82. 144 255 söylem “Seyfo” olmuş ve kendilerinin Ermeniler ile birlikte Osmanlı Devleti tarafından bir soykırıma uğratıldıkları iddia edilmeye başlanmıştır.146 4.4.2. Maddi Yönden Etkileşim Lobicilik faaliyetleri ciddi maddi kaynağa bağımlıdır. 1984 ve sonrasında Ermeni lobisi çok daha iyi örgütlenmiş ve sivil faaliyetlere ağırlık vermiş olup bu amaçla propaganda ve lobicilik için kullanılmak üzere bütçeler oluşturulmuştur. Sadece propaganda için 100 milyon Dolar’a yakın bir bütçe oluşturduğu hesap edilmektedir. Üstelik bu rakama gönüllü yardımlar ve bağışlar dâhil değildir.147 Önemli bir kitle ise geçimlerini bu faaliyetler içinde yer alarak sağlamaktadır. Zira Çelik’in dikkat çektiği gibi; sözde Süryani soykırım iddialarını yüksek perdeden seslendiren ve kendilerine Asurî diyen bu kişilerin ciddi bir tahsilleri olmamasına rağmen İsveç’te dolgun ücretlerle önemli mevkileri işgal etmektedirler.148 Ermeni lobi faaliyetleri içinde olanlar ile Süryani lobi faaliyetlerini yürütenler, çoğunlukla birbirlerini etkilemekte ve ortak düşmana karşı birlikte hareket etmektedirler. Bu faaliyetler içinde olup da sadece maddi kazanım elde etmek isteyenler dışında, manevi olarak toplum içinde saygınlık görme ve statü kazanma gayesi ile çabalayanlar da vardır. Fransa ve özellikle ABD’de etkin ve güçlü olan Ermeni lobisi, Türkiye’ye karşı oluşan ittifaklar içinde yer almakta, Süryani ve Rum lobisi ile işbirliği yapmaktadır. Uluslararası politik platformlara taşıma işini ise 146 Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, s.6. Uluada, a.g.t., s.84. 148 Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, s.7. 147 256 Ermenistan devleti üstlenmektedir. diasporadan para ve yardım almaktadır. Ermenistan bunun karşılığında 149 Maddi yönden etkileşim içinde değerlendirilebilecek bir diğer konu ise her iki tarafın da kendilerine ait olduğunu düşündükleri toprakların elde edilmesine yönelik etkileşimleridir. Ermeniler, Erzurum, Van, Mamüretü'l Aziz, Diyarbakır, Sivas, Bitlis (Vilâyat-ı Sitte) illerini kendi toprakları olarak görürken Nasturiler ise kendi topraklarını Musul, Urmiye, Diyarbakır ve Urfa’yı içine alan, Batı’da Fırat, Kuzeyde Van gölü, Doğu’da Türkiye’yi İran’dan ayıran dağlar ve güneyde de Bağdat’ın kuzeyinden geçen ve Fırat ile Dicle’yi kesen hatlar içinde kalan bölge olarak görmektedir. Ayrıca İskenderun ve Şattülarap limanlarından faydalandırılmak istemektedirler. 150 4.4.2.1. Tanıtım, Tanınma, Tazminat, Toprak, (4T planı) Ermenilerin diasporada yürüttükleri tüm faaliyetlerin aslında özü, 4T planı olarak özetlenmektedir. Bu plana göre önce soykırım olduğu dünyaya aktarılarak bunun tanınması sağlanacak ve bu başarıldığında ise soykırıma uğramış ataları adına tazminat talep edilecektir. Planın son safhası ile kendilerine ait olan toprakların iade edilmesi olacaktır. Gerçekten de Ermeniler öldürüldüğünü iddia ettikleri atalarının Türkiye’de Çukurova ve çevresi, Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu, Doğu Karadeniz illerinde çok sayıda gayrimenkul gayrimenkullerin etmektedirler. bu ve arazilerinin kişilerin bulunduğunu varislerine ödenmesi ve bu arazi gerektiğini ve iddia 151 Koçaryan da Eylül 1998’de, California’da ileri gelen Ermeni örgütlerinin temsilcilerine yaptığı konuşmada da bu konuyu teyit edercesine; “Türkiye’den soykırım dolayısıyla tazminat ve gasp edilen toprakların iadesi yönünde yapılacak talepler, soykırımın Türkiye tarafından resmen kabul edilmesi 149 Uluada, a.g.t., s.91. İleri, a.g.m, s.158-159; İleri, a.g.t., s.63. 151 Uluada, a.g.t., s.86. 150 257 sonrasında ele alınacak hususlardır. Bu aşamada kesinlikle gündeme getirilmemelidir. Anadolu kökenli Ermenilerin, vatanları ile bağları canlı tutulmalıdır.” demiştir. Ayrıca 20-21 Kasım 1998 tarihlerinde Gürcistan’a gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Gürcistan devlet başkanı ile düzenlediği basın toplantısında “Batı Ermenistan’ın işgal altında bulunduğunu” belirtmiştir.152 Aynı süreç Süryaniler için işletilmeye çalışılırken, aslında toprak talebi daha çok Nasturiler için düşünülmektedir. Yalnız aynı coğrafyanın Nasturiler, Keldaniler, Süryaniler, Ermeniler ve Kürtler içinde talep ediliyor153 olması da mücadelede birliktelik sergileyen bu gruplar için bir paradoks yaratıyor gibi görünmektedir. 4.4.2.2. Mevzuat Yönünden Süryanilerin başkentle ilgili tüm resmî işlemleri daha önce açıklandığı gibi İstanbul Ermeni Patrikliği aracılığıyla yapılmıştır. Dolayısıyla bu resmî işlemlerle ilgili yazışmalar da Ermenilerle ilgili defterlere yazılmıştır. Süryanilerin beratları, Ermeni Berat Defterinde yer alırken, Süryaniler ile ilgili hükümler ise, Ermeni Atik Ahkâm Defteri ile Ermeni Ahkâm Defteri’nde yer almıştır. Süryanilere ait tek defter ise, “Süryani Kadim Yakubî Defteri” isimli ve “1251-1329” tarihli defterdir. Ancak bu defterde yazılı bir tek sayfa bulunmaktadır. Bu sayfanın konusu ise Süryanilerden ayrılan Katolikler ve geriye kalan Süryanilerin durumudur. Buna göre; Katolik Süryaniler ayrı bir cemaat olarak teşkilâtlandırılırken, geriye kalan Süryanilerin (Süryani Kadimler) Dolayısıyla 152 İstanbul Ermeni Süryaniler ile Patrikliği’ne Ermeniler bağlılıkları arasında devam tarihsel etmiştir.154 birliktelikten Uluada, a.g.t., s.91. Çitlioğlu, a.g.e., s. 74-75. 154 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 998 numaralı “Divân-ı Hümayûn Defterleri Katalogu” Gayr-i Müslim Cemaatlere Ait 8 No’lu Defter 1236-1274; 9 No’lu Defter 1255-1328, 10 No’lu Defter 1277-1324 ile Gayr-i Müslim Cemaatlere Ait 15 No’lu Defter’den aktaran aktaran Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s. 43. 153 258 bahsedilirken, Osmanlı idari sisteminde yer alma şekilleri ile daha ziyade bir mevzuat birlikteliğinden bahsedilmektedir. 4.4.3. Tarihsel Etkileşim Ortak din ve ortak coğrafyanın ürünü olarak Süryani ve Ermeniler her yönden ilişki içinde olmuşlardır. Bugün Ermenilerin kullandığı alfabe dahi Süryanice ve Süryaniler ile ilintilidir.155 Başlangıçta Süryani alfabesini kullanan Ermeniler, MS 404 yılında Daniyel adlı bir Süryani öğretmen ile Mesrop adında bir Ermeni öğretmenin katkıları ile Ermeni alfabesini oluşturmuşlardır. Ayrıca ilk defa İncil MS 436 yılında Süryaniceden Ermenice diline çevrilmiştir.156 Tarihsel olarak etkileşimleri paylaştıkları coğrafyanın ve dinin etkisi ile çok eskiye dayanmaktadır. Bu süreç, olumlu olduğu kadar da olumsuz hatıralar ile de doludur. 4.4.4. Dinsel Yönden Etkileşim Gregoryen Ermeni Kilisesi millî bir kilisedir. Ruhanî başkanına, milletinin temsilcisi anlamında Katalikoz denilir. Ermeni Kilisesinin Ermenistan’ın Eçmiyazın şehrinde birinci derecede, Beyrut’da ikinci derecede Katalikozluğu, İstanbul ve Kudüs’te ise patriklikleri vardır. İlk üç Konsülü ekümenik kabul eder. İsa’da insani tabiatın ilahî tabiat içinde eridiğini ve “tek tabiat” oluştuğunu kabul eder. Kilisenin günahları bağışlaması görüşünü ret eder. Altı tane Sakrement kabul eder, son yağlamayı kabul etmez. Ermeni Kiliselerinde vaftiz, çocuklara yapılır ve tam olarak suya daldırma veya batırma ile olur. Piskoposlar ve piskopos adayları evlenemez. Evlenmiş 155 Dahwonoye, a.g.e., s.16. Gabriel Akyüz, Mardin İlinin Merkezinde Civar Köylerinde, s.65; Bülbül, a.g.e., s.87; Mesrop Mutafyan’ın Deyru’l-zafaran Manastırında 09 Aralık 2006 günü yaptığı konuşma, Kurkmo-Mardin Süryani Ortodoks Metropolitliği Dini, Kültürel Ve Haber Dergisi, Şubat 2007, Sayı 6, s.5. 156 259 olanları yükselemez. Zina dışında boşanmaya izin verilmez. Gregoryen Ermeni Kilisesi, ikonaları eski putperest adeti sayar ve ret eder. Buna karşılık Süryani Kilisesi; Teslis’i (Üçleme’yi) üç sıfat olarak kabul eder. Ermeni Kilisesi gibi ilk üç Konsülü kabul eder. Namazda kıble doğudur. Pazar ve bayram dışındaki günlerde ibadetler secdeli ve rekâtlıdır. Süryanilerde vaftiz vardır. Vaftizi manevi, sünneti ise sıhhi bir olay olarak görürler. Ancak Tanrının ne fazla ne de eksik bir organ yaratmadığını ileri sürer ve sünnet olmayı ret ederler. Günah itirafı vardır. Günah itirafı ruhanîlere yapılır. İşlenen günaha göre maddi-manevi ceza verilir. Ayrıldıkları ve benzerlikleri olan ritüelleri ve ayin usullerine rağmen doğu kiliseleri içinde en yakın oldukları kiliselerden biri Ermeni Kilisesi’dir. Sonuçta soykırım söylemi etrafında şekillenen Ermeni-Süryani ilişkisinin çeşitli yönleri ve boyutları vardır. Keza dünya genelinde tarih boyunca uygulanan bir çok soykırım olmasına rağmen157 tarihin hiçbir döneminde soykırım yaptığı yönünde somut bilgi olmadığı halde, haksız bir şekilde sadece Türkiye’nin maruz bırakıldığı soykırım tehdidinin, uluslararası kamuoyunda bu kadar yer bulması, ancak bunun batılı ülkelerin çıkarları ile örtüşmesinden kaynaklandığı şeklinde açıklanabilir. Bu yönüyle konunun siyasi boyutu öne çıkmaktadır. Batılı devletlerin “soykırım” kavramı üzerinden Ermenileri kullanarak Türkiye’ye yönelik yaptıkları baskı ve tehditlerin Süryaniler de kullanılarak devam edeceği değerlendirilmektedir. Bu gelişmelere hazırlıklı olmak için iyi yetişmiş kadro, araştırma yapmayı sağlayacak finansman ve sivil toplum örgütlerinin aktif olması gerekmektedir. 157 Bayzan, a.g.e., s.29. BEŞİNCİ BÖLÜM DÜNYADA SÜRYANİLER VE TÜRKİYE AÇISINDAN ÜLKESEL KONUMLARI “Sırça köşkte oturan, komşusuna taş atmaz.” (Türk Atasözü) Günümüzde Süryaniler, başta Ortadoğu ve Hindistan olmak üzere Kuzey ve Güney Amerika ile Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşamaktadırlar. Dünyadaki Süryanilerin sayısını tam olarak belirlemek oldukça güçtür. Süryanilerin sayıları hakkında kesin rakamların verilememesinin en önemli nedeni, sürekli bir göç içerisinde olmaları ve Süryani kavramındaki kargaşadan kaynaklanmaktadır. Süryani kavramı içinde bazen Keldani, Nasturi, Maruni vb. gibi gruplar da değerlendirilerek sayıları yaklaşık olarak 15-20 milyon olarak aktarılırken1 bazen de etnik farklılığa bakılmadan sadece Süryani kilisesine bağlı cemaat olarak ele alınarak, Antakya Süryani Kilisesi’ne bağlı olan bütün cemaatin sayısı birlikte verilmektedir. Antakya Süryani kilisesine Hindistan’daki yaklaşık 3 milyon kilise mensubu da dâhil edildiğinde bu rakam 4,5-5 milyon olarak anılmaktadır.2 Hindistan’daki cemaat hariç bugünkü anladığımız anlamda dünyada kalan Süryani sayısı ise bu durumda 1-2 milyon arası olarak kabul edilebilir. Süryaniler çok geniş bir alana yayılmış olan demografik yapılarına rağmen, bugüne kadar kiliseleriyle, dilleriyle mevcudiyetlerini devam 1 Gabariel Akyüz, tüm bu grupların toplamının 15 milyon olduğunu ileri sürmektedir. Bkz. Gabriyel Akyüz, Diyarbakır'daki Meryem Ana Kilisesi'nin Tarihçesi, s.34; Wikipedia portalında ise bu sayı 20 milyona ulaştırılmaktadır. Bkz.” Monofizit”, Wikipedia, (Erişim) http://tr.wikipedia.org/wiki/ Monofizit , 11 Mayıs 2009. 2 Bu nüfusun üç milyona yakını Hindistan’da Kerala Eyaletinde Angamali, Malahar, Thrissur, Paravur, Erakulam, Kottayam, Koçin ve Kandanad da bulunmaktadır. Geri kalan kısmı ise, başta Ortadoğu olmak üzere Avrupa’nın, Amerika’nın çeşitli ülkelerine ve Avustralya’ya dağılmıştır. Bkz. Altınışık, a.g.e., s.7; (Erişim) http://www.suryanikadim.org, 11 Mayıs 2009. 261 ettirebilmişlerdir.3 Başlangıçta dar alanda yoğun olan nüfuslarına rağmen göç sonrası, bulundukları bölgelerde zamanla azınlık durumuna düşmüşlerdir. Diğer taraftan başlangıçtaki yaşadıkları yerlerin stratejik öneme sahip olması ve bu bölgelerde daha güçlü devletlerin bulunması, Süryanilerin kendi devletlerini kurmalarına da olanak sağlamamıştır.4 Ayrıca daha önce belirtildiği gibi Süryanilerin devlet kurmak için çaba gösterdiklerini söylemek de güçtür. Fakat özellikle 20’nci yüzyıl ile birlikte Nasturilerin devlet kurmak veya en azından özerklik elde etmek için bir mücadele içine girdikleri ve Süryanilerden bir kısmının da bu sürece dâhil olduğu görülmektedir.5 Bu gelişime bağlı olarak Ermeni meselesi örnekleminden hareket ile bir kısım Süryani’nin de mağduriyet psikolojisini ön plana çıkararak, soykırım söylemlerine dâhil oldukları görülmektedir. Göç süreci ile şekillenen bu gelişimlerin anlaşılması Türkiye’nin diğer devletler ile ilişkileri ve bu ilişkilerin gelişimi adına önemlidir. 5.1. SÜRYANİ GÖÇÜ VE DİASPORA İnsanlık tarihi ile neredeyse eş güdüm içinde gelişen olaylardan birisi olan göç olgusu, iç veya dış etkenlerle çeşitli şekillerde daima var olmuştur. Göçler, kendi isteği ile veya isteği dışında gerçekleşebilir. İsteğe bağlı göçler, daha iyi bir yaşam veya yaşam standardını yükseltmek için; zorunlu göçler ise kendi isteği dışında, kendisine dayatılan şartlardan doğmaktadır. Sosyal amaçlı ve güvenlik amaçlı yapılan göçler de vardır.6 Birçok benzer toplum gibi Süryaniler de bazen işgalci güçlerden kaçmak, bazen dinlerini yaymak/korumak maksadıyla, bazen de istemleri 3 Koluman, a.g.e., s. 24. Koluman, a.g.e., s. 26. 5 Irak'taki Hıristiyanların din adamları (Keldanî, Süryani, Asurî) Batılılar'ın etkisinde kalarak, Hıristiyanları hayalî bir vatan peşinde sürüklemeye başladıkları, 1919'da, Cezire'deki Hıristiyanlar özerk bir devlet kurmak istediklerini Keldanî Patriği aracılığıyla bir Amerikan araştırma komisyonuna iletilmiştir. Bkz. Andersson, a.g.e., s.17. 6 Muzaffer İris, “Süryanilerde Göç ve Edebiyat”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007. 4 262 dışında başka güçler tarafından zorla yaşadıkları bölgelerin dışına sürülmüşlerdir. Yani kendi istekleri ile veya istekleri dışında çeşitli göçler yaşamışlardır. İngilizlerin 1920’de yaptığı gibi her iki durumun bir arada olduğu göçler de olmuştur.7 Süryani göçünün genel karakteristiğine baktığımızda; Birinci Dünya Savaşına kadar ekonomik sebepler, Cumhuriyetin ilanına kadar siyasi ve güvenlik sebepleri, 1960’lı yıllarda işgücü ve ekonomik sebepler,8 1970’li yıllardan sonraki dönem ise ekonomik, siyasi ve güvenlik sebepleri ile yapılmıştır. Fakat 2000’li yıllardan sonra geriye doğru bir göçün de olduğu görülmektedir. 5.1.1. Göç ve Göçün Nedenleri Genel olarak göç; birisi sınırlı bir coğrafyada, ekonomik nedenlerle mevsimlik olarak gerçekleşirken, diğeri savaş, fetih, kıtlık, salgın hastalıklar, iklim değişiklikleri, ideolojik baskılar, tehcir, işsizlik vb. nedenlerle bir ülkeden bir başka ülkeye doğru yapılan geniş nüfus hareketleri şeklinde olmaktadır. Şekli ve nedeni ne olursa olsun günümüzde göç ve göçmenler konusu, yarattığı potansiyel ile batılı ülkelerinin önemli sorunlarının başında gelmekte ve bu yüzden de üzerinde çok durulan politik meta görünümündedir. 9 Göçlerin daha çok ekonomik nedenlerle oluştuğu görülmektedir. Bununla birlikte siyasi nedenlere dayanan göçler de azımsanmayacak sayıdadır. Bu tür göçler 19’uncu ve 20’nci yüzyıllarda, ulus devletlerin ve milliyetçiliğin ortaya çıkmasıyla çok daha yoğun bir şekilde görülmeye başlanmıştır. Bu göçlerin ana nedeni belirli bir toprak parçasını ülke olarak seçen ve siyasi gücü elinde bulunduran etnik/dinsel bir grubun, aynı coğrafyada yaşayan farklı etnik kökenden insanlara ve dinî gruplara 7 Matfiyef, a.g.e., s.115. Süryaniler, 1963'teki Türk-Alman İşçi Antlaşmasıyla Avrupa'ya göç etmeye başlamış, Antlaşmanın sona erdiği 1973'e kadar 7 bin, sonrasında da iltica ederek devam eden göç ile bu sayı 1977'de 20 bin nüfusa ulaşmıştır. Bkz. Çelik, “Türkiye'nin Soykırım Çıkmazları ve Süryanilerin Soykırım İddiaları”. 9 Özmen, a.g.t., s. 235. 8 263 yönelik çeşitli düzeyde ve yoğunlukta uyguladığı baskıdır. Ortadoğu'nun çok sayıda dine merkezlik etmesi, bu bölgenin çok sayıda göç hareketine sahne olmasının da nedenleri arasındadır. Dinsel, etnik ve kültürel çeşitlilik, bölgedeki savaş, göç ve çatışmaların oluşmasında önemli bir etkiye sahiptir. Karpat, Ortadoğu'dan batıya doğru olan göçün başlıca nedenini, 1860 yılından itibaren Osmanlı Devletinin toplumsal ve ekonomik koşullarındaki bozulmayı göstermektedir.10 Bu durum, aynı zamanda Doğu Hristiyanlarının göç sebeplerini de teşkil etmektedir.11 Kuşkusuz her göç, hele zorunlu olunca, içinde hüzün ve pek çok sosyal, ekonomik, kültürel etkileriyle birlikte yürek acıtıcı öyküleri de geride bırakır. Ancak, buradaki “zorunluluk” kavramı sadece organize ve fiili şiddetle, birilerini göçe zorlamak anlamında kullanılmamıştır. Zira çeşitli sosyo-politik nedenlerden dolayı bir grubun kısmen olagelen ve olası tehlikelerden korunmak için bulunduğu yerleri terk etmesi de zorunlu göç olarak algılanmalıdır. Göçün bir diğer yönü de ortaya çıkardığı çift taraflı toplumsal değişimdir.12 5.1.1.1. Göçün Kuramsal Nedenleri Göç, gidilecek yere olan mesafe, geldiği yerin ve gideceği yerin nüfus büyüklüğü, gideceği yerin soğurma kapasitesi, göçmenin cinsiyeti gibi etkenlere bağlıdır.13 Stouffer'e göre göç olaylarının sayısı; göç edilecek yerde var olan, göçmeni çeken fırsatların sayısı ile doğru orantılı ve göç edilen yerin fırsatlarının sayısı ile ters orantılıdır.14 Bu fırsatlar kavramı, Lee'nin pushand-pull factors (çekme ve itme etkenleri) yaklaşımına yol açmıştır. Onun kuramında göç, gidilecek yerde var olan çekici etkenler ve gelinen yerdeki 10 Karpat, a.g.e., s.277-291. Karpat, a.g.e., s.6. 12 Neşe Erdilek, “Süryani Kimliği, Sivil Toplum ve Hukuk”, I’nci Uluslararası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007. 13 Geniş bilgi için bkz. Ernst Georg Ravenstein, "The Laws of Migration", Journal of the Royal Statistical Society, Vol.48, No.2, 1885, s.167-227. 14 Samuel A. Stouffer "Intervening Opportunities: a Theory Relating Mobility and Distance", American Sociological Review, Issue 5, No 6, 1940, s.845-867. 11 264 itici etkenlere bağlıdır.15 Bu kavram içine, göçmenlerin geride kalanlar için bir yol açma ve örneklem teşkil etmesi de dâhil edilebilir.16 Uluslararası göç için bu etkenler, sert ve yumuşak olarak ikiye ayrılabilir. Sert olanlar krizler, silahlı çatışma, çevre ve doğal afetler gibi dramatik koşulları kapsamaktadır. Yumuşak olanlar ise, yoksulluk, toplumsal dışlama ve işsizlik gibi daha az acil sorunları kapsamaktadır.17 5.1.1.2. Göç ve Göçmen Psikolojisi Göç, kişilerin o güne kadar edindikleri bilgi ve ilişkilerin değiştiği bir olgu olmasından dolayı, göç edenler adına bir travmadır.18 Çünkü göç edenler bazen gittikleri yerlerde daha iyi imkânlar bulsalar bile göç sonrası önemli değişiklik yaşamaktadırlar. Göç, genellikle dinsel ve kültürel kimliği çok fazla güçlendirir. Bu anlaşılmayan, bilinmeyen, yabancı sayılan sosyo-kültürel ortama bir çeşit psikolojik savunmadır. Göç, yeni kimlikler meydana getirdiği gibi eski kimliklerin ve kültürlerin yeni şekillerde ve yeniden üretilmesine de neden olabilmektedir.19 Göç sonrası göçmenler, içinde yaşamaya başladıkları yeni ülkenin farklı kültürel ve sosyal özellikleriyle karşı karşıya gelerek diğerlerinin kimlik özelliklerinin baskısını yaşarlar. Göç eden kişinin şimdiye kadar alışa geldiği ilişkiler, çevresi ve dünyasının değişmesine bağlı olarak yaşadığı ani şok ve geride bıraktıklarıyla ilgili yaşadığı endişenin karmaşık duyguları içinde ciddi 15 Everett S. Lee, "A Theory of Migration", Demography, Population Association of America, Issue 3, No 1, 1966, (Erişim) http://www.ed.lu.se/edsdcourse/ced210/Niedomysl/Lee%201966.pdf, 22 Kasım 2005, s.47-57. 16 Bülbül, a.g.e., s.16. 17 Sture Öberg, "Spatial and Economic Factors in Future South-North Migration", The Future Population of the World: What Can We Assume Today?, der. W. Lutz, London, Earthscan, 1996, s.336-357. 18 İris, “Süryanilerde Göç ve Edebiyat”. 19 Karpat, a.g.e., s.10. 265 bir kimlik bunalımı geçirmeye başlar. Bu durum göçmen için, ergenlik sürecindeki travmaya benzer bir şekilde de tasvir edilmektedir.20 Göç sonrası içine girilen ortama ilave olarak, küreselleşme ve teknolojik gelişmelerin getirdiği değişim ve yenilikler de bireylerin kendini diğer toplumların yaşantılarıyla karşılaştırmalarına ve sonuçta da kendi kimliklerini sorgulamalarına neden olmaktadır.21 Bu karşılaştırmada birey kendisine evrensel olarak sunulan ve özdeşleşmesi gerektiğini sandığı kimlik özellikleriyle, kendi kimlik özellikleri arasında ne kadar ayrılık ve aykırılık varsa kendi kimliğinden o kadar fazlasını terk etme sorunuyla karşı karşıyadır. Benzer sorunları kırsal alandan büyük kentlere göç edenler de yaşanmaktadır.22 Hollinger, bu etnik uyanış hareketlerini, başka bir ülkeye göç edenlerin asimilasyon sürecinin son evresi olarak yorumlamaktadır.23 Süryaniler için göçün yarattığı şok, diğer göçmenlerden daha yoğun olmuştur. Çünkü Süryaniler, ortak dil konusunda da sorun yaşamışlardır. Kendilerini Süryani olarak tanımlamalarına rağmen geldikleri farklı ülkelerin kültürleri ve dillerinin etkisi ile birbirlerine karşı duydukları güvensizlik, karşılaştıkları kültür şokunu daha da güçlü kılmıştır.24 Göç ile gidilen yerlerde karşılaşılan farklı kültür ve sosyal çevreyle uyum sağlayamayanlar, mağduriyet psikolojisi ile etnik ve dinî kimliklerine daha fazla sarılmakta,25 kendi kimliklerini koruma iç güdüsü ile kendi ülkelerindekilerden daha sıkı bir şekilde gelenek ve göreneklerini devam 20 Abdülkadir Çevik, “Küreşelleşme Ve Kimlik”, Polis Dergisi, Sayı: 36, (Erişim) http://www.egm.gov.tr/, 15 Mart 2009. 21 RR.Rogers, Identity: Revisited in the new technological culture. Medicine and Law, Vol.19, No.3, 2000, s.381-387’den aktaran Çevik, a.g.m. 22 Çevik, a.g.m. 23 Stender, a.g.m., s. 18-23. 24 Adnan Can, “Asuri/Süryani Göçü ve Tesirleri”, Avrupa Birliği, Türkiye ve Süryani Göçü Konulu Sempozyum, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Araştırmaları Ve Uygulamaları Merkezi, 26-27 Mayıs 2005. 25 Çevik, a.g.e., s.119. 266 ettirmektedirler. Göçmenler, yabancı ya da farklı bir kültürün etkisi altında olduklarında, kimliklerinin tehdit altında olduğu duygusunu yaşarlar. Bu duygular içindeki göçmenler kimliklerini korumak amacıyla üç savunma davranışı gösterebilirler. Geleneksel kimlik özelliklerinin abartarak ortaya koymak, geleneksel kimlik özelliklerini reddedip yeni toplumun kimlik özelliklerini kabullenmek ya da yeni kültürün kimlik özellikleriyle kendi kimlik özelliklerini bütünleştirerek melez bir kimlik oluşturmak. Göçle beraber ayrılığın ruhsal acısıyla yüzleşen birey, kaybettiği değerlere sıklıkla aşırı bir yatırımda bulunur. Sonuçta bu durum genellikle bireyin geçmişini aşırı idealleştirmesiyle sonuçlanmaktadır. Duygusal açıdan gelişmemiş çocukların sadece tek bir oyuncağa bağlanması gibi göçmenler de eski özelliklerine ve anılarına bağlanırlar. Zaten var olan veya yaratılan mitolojik gerçekler ve efsaneler de kimlik oluşumuna önemli etki yaparlar.26 Bu kapsamda grup kimliği için ihtiyaç olan birleştirici öğe, dost kadar düşmanın varlığına da bağlıdır. Çünkü bireyin veya grupların içlerinde yaşattıkları olumsuz duyguların, kendilerinde yaşattığı huzursuzluktan dolayı rahatsızlıklarını, kendilerinin dışındaki bireylere veya gruplara yönelterek, rahatlama sağlamış olurlar. Diğer taraftan da kimlik belirleyenleri abartılı bir biçimde idealize edilerek, iç huzur sağlanmış olur.27 5.1.1.3. Süryani Göçünün Nedenleri Süryanilerin bugünkü durumuna baktığımızda anavatanlarının dışında dünyanın her tarafına dağıldıkları görülmektedir. Ülkemizde başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlere doğru, yurt dışında ise başta İsveç, Almanya, Fransa, Hollanda ve Belçika olmak üzere, Avrupa, Amerika ve Avustralya’ya doğru Süryani göçü olmuştur. Ayrıca Ortadoğu ve Asya ülkelerine doğru da bir göç olmuştur. 26 27 Güleç, a.g.m., s.59. Çevik, a.g.m. 267 İlk Süryani yerleşimciler görülmeye başlamışlardır. 28 19’ncu yüzyıl sonrasında Avrupa’da Dolayısıyla bu tarihten itibaren devam eden Süryani göçü, değişken bir tempoda 2000’li yıllara kadar sürmüştür. Özellikle Süryanilerin yoğun olarak yaşadıkları Türkiye’nin güneydoğundan olan bu göç sonrasında bu bölgelerde Süryani nüfusu hızla azalmaya başlamıştır. 1960'lı yıllarda Mardin nüfusunun % 90'ı Hristiyandır.29 1985 yılına gelindiğinde Güneydoğu’da 23.496 olan Süryani nüfusu, 2001 yılında 1.925'a kadar düşmüştür.30 Bu tarihten itibaren geri dönüşler başlamış olsa da ciddi bir sayısal değişim olduğunu söylemek zordur. Gabriel Rabo, 1977 yılına kadar Orta Avrupa ülkelerine göç eden Süryani sayısını 10.900, İskandinavya ülkelerine göç edenlerin ise 10.750 kişi olduğunu ileri sürmektedir. O’na göre bu rakamlar Almanya’da 8000, Hollanda’da 800, Avusturya’da 800, İsviçre’de 600, Fransa’da 600, Belçika’da 100 ve Yunanistan’da da 100’e yakın Süryani’yi içermektedir. İskandinavya ülkelerindeki dağılım ise, İsveç’te 10.000; Norveç, Danimarka ve Finlandiya’da 500’dür. İngiltere’de (Büyük Britanya) 250 civarındadır. 31 Yoğun bir göç yaşayan Süryanilerin, göçünün sebeplerinin anlaşılması, belirlenecek politikaların gerçekliğini ve geçerliğini ortaya koyması adına önemlidir. Bu kapsamda beş dönem olarak ele aldığımız Süryani göçünün hangi dönemlerde yoğunlaştığına bakılması gerekmektedir. Birinci Süryani göçü, misyonerlik faaliyetlerine bağlı olarak daha çok Amerika ve Kanada’ya yönelik olarak Birinci Dünya Savaşı öncesi yapılan göçtür. Bu göçün siyasi32 ve ekonomik33 maksatlı olarak yapıldığı da 28 Amerika”daki Süryani Kilisesine ilk defa 1907 yılında papaz atanmıştır. Avrupa’da ise 1940’ların başında Fransa’da ilk yerleşimciler görülmeye başlanmıştır. Bkz. Bülbül, a.g.e., s.62; Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 29 Öztemir, a.g.e., s.48. 30 Ahmet Taşğın, "Son Süryani Göçü", Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Cilt IV, Orient Yayınları, Ankara, 2005, s. 78. 31 Rabo, “Süryani Toplumunda Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 32 Osmanlı Devleti'nin Amerika ile imzalamış olduğu 1830 tarihli Ticaret Antlaşmasının 4. maddesinde yer alan Amerikan vatandaşlarının Osmanlı makamlarınca mahkeme edilemeyişi 268 söylenebilir. İkinci Süryani göçü; Birinci Dünya Savaşı döneminde Ermeniler ile birlikte tehcire tabi tutulan Süryanileri kapsayan göçtür.34Üçüncü Süryani göçü; İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki gelişmelere paralel, daha çok Avrupa’ya ve Ortadoğu’ya doğru gerçekleşen göçtür. Varlık vergisi35 sebebiyle Suriye ve Lübnan’a yönelik bir göç de olmuştur.36 Dördüncü Süryani göçü; 1960'lardan itibaren, yurt içinde çoğunluğu İstanbul’a, yurt dışında ise çoğunluğu İsveç, Almanya, Hollanda gibi Batı Avrupa ülkelerine gerçekleşen işçi göçüdür. 1970'lerin başında Türkiye'den Avrupa'ya giden Süryani nüfus 7.000 rakamına ulaşmıştır.37 Beşinci Süryani göçü ise, 1974'ten itibaren değişen yoğunlukta şekil alan güvenlik ve siyasi gerekçelerin ön plana çıkarıldığı, daha çok Batı Avrupa ve Amerika'ya gerçekleşen göçlerdir.38 1985 yılına kadar Avrupa’ya giden insanlar arasında Süryanilerin oranı, Çelik’e göre ancak % 5 kadar olup tamamen ekonomik sebeplere dayanmaktadır.39 Türkiye’deki ekonomik koşullar ve İslami tutuculuk, Batı Hristiyanlığındaki yüksek hayat şartlarıyla birleşince, batıya doğru önlenemez bir göçe dönüşmüştür. Bu durum zaman içinde Ortadoğu ve Türkiye’den yaklaşık 1,5 milyon Süryani’yi Batıya doğru göçe yöneltmiştir.40 Göç sonucunda ortaya çıkan demografik yapı, Süryani sayısının bölgede ciddi boyutlarda azaldığını göstermektedir. Süryanilerin kendi ülkelerinden neden hükmünden faydalanılarak misyonerlerin yürüttüğü faliyetler sonucu yapılan göçlerdir. Bkz. Davut Kılıç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkisi, Ankara, ASAM Yayını, 2000, s.262. 33 Özellikle gıda sektöründeki Süryaniler ile Müslüman halkın ticaret yapmaması, Süryanileri para kazanmak için Rusya’ye doğru göçe zorluyordu. Bu göç daha çok erkeklerin yaptığı bir göçtü. 1850’lerden sonra ise Kuzey Amerika’daki fırsatları gören Süryaniler, Latvia’dan gemilere binerek Rusya’da durmadan Kanada ve Amerika Birleşik Devletlerine gitmeye başladılar. Bkz.Eden Naby. “The Assyrians of Iran: Reunification of a ‘Millat,' 1906-1914.” International Journal of Middle East Studies , Vol 8, No 2, Nisan 1977, s. 247. 34 Erginer, a.g.m., s.53. 35 Varlık Vergisi ve etkileri için bkz. Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve "Türkleştirme" Politikaları, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006. 36 Erginer, a.g.m., s.53. 37 Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, s. 6. 38 İsmail Ayduslu, “Cumhuriyet Döneminde Mardin Ve Yöresinde Süryaniler”, Manisa, Celal Bayar Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2005, s.26-28. 39 Çelik, “Süryanilerin Turabdin'e Geri Dönüşü”, s. 235. 40 Peter BetBasoo, “Assyrian Nationalism: A Mechanism For Survival”, Assyria Online, (Erişim) http://www.aina.org/aol/peter/survival.htm, 05 Mart 2009. 269 ayrılmak zorunda kaldıklarını anlamak ve kalıcı olması amaçlanan çözümler önermek için öncelikle Süryanilerin neden göç ettiklerinin anlaşılması gerekmektedir. 5.1.1.3.1. Ekonomik Sebepler Süryanilerin farklı göç sebepleri bulunmakla birlikte, temel sebepler arasında genellikle ekonomik neden başta gösterilmektedir. İş olanakları, sosyal güvence, iyi eğitim, sağlık imkânları olarak da bu kapsam içinde düşünülmelidir. Göç potansiyeli olan kitle mevzu bahis konularda çeşitli yollarda edindiği bilgiler doğrultusunda göç edeceği ülkeyi belirlemektedir. Bu konuda özellikle önden gidenlerin geride kalanlara yol gösterdiği ve yönlendirdiği görülmektedir. Ayrıca yapılan araştırmalarda ulaşılan bir sonuca göre işsizlik, göç kararının alınmasında en önemli etkendir.41 Aslında Süryanilerin ekonomik sebeplere dayanan göçü çok daha eskilere dayanmaktadır.42 Cumhuriyet sonrası özellikle 1950'lerde başlayan, öncellikle İstanbul gibi şehirlere yönelik yapılan göç, daha çok ekonomik sebeplidir. Ancak, burada hatırlatılması gereken husus, batıdaki şehirlere sadece ekonomik yönden zayıf olanların göç etmediğidir. Aksine yöreden ilk göç edenler aslında belli bir konuda uzmanlaşmış meslek sahipleri ve çeşitli alanlarda faaliyet gösteren zengin esnaftır. Bu kitle içinde el sanatlarını değerlendirmek isteyen Süryaniler de yer almaktadır. Zengin Süryanilerin İstanbul gibi şehirlere göçüne karşın, bir kısım orta ve dar gelirli Süryani’nin ise, daha çok Avrupa ülkelerine göç etmeyi tercih ettikleri görülmektedir. 1960'ların sonlarından itibaren Batılı ülkelerde ihtiyaç duyulan işgücünü karşılamak üzere göç eden Türkler arasında, Süryaniler de yer almışlardır. Ayrıca bu insanların Hristiyan olmaları, hedef ülkeler 41 Atman, a.g.e., s.22-25. 1860’lı yıllarda orada hüküm süren çoraklık ve çekirge afetleri yüzünden, çoğunluğunu Süryanilerin oluşturduğu yaklaşık 5000 kişilik bir grup bugünkü Suriye’ye yerleşmişlerdir. Bkz. Gabriel , “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 42 270 tarafından daha rahat kabul edilmelerini sağlamıştır. Özellikle Alman-Türk İşçi Antlaşması neticesinde Süryaniler, 1963’ten itibaren önce misafir işçi ve 1973’ten sonra mülteci olarak batı ülkelerine göç etmişlerdir.43 İsveç örneğini ele alan Atman ise; 1961-1970 arası dönemi gerçek işgücü göçü, 1971-1975 arası dönemi zincirleme olan akraba göçü, 1976-1979 arasını Asur-Süryani göçü, 1979 sonrasını ise politik nedenli göç olarak değerlendirmektedir.44 Göçün başladığı 1950'li yıllardan 1980'lerin başına kadar bölgenin ekonomik koşullarının ve iş imkânının yetersizliği, çok sayıda insanın iş bulma umuduyla yurt içi veya dışına göç etmesine neden olmuştur. Göçler nedeniyle Süryani yerleşim yerlerinin büyük bir kısmı boşalmıştır. Geriye kalan köylerde ise Süryani nüfusu azalmıştır. Örneğin; Mardin, Batman ve Şırnak illerinde yerleşik Süryani nüfusundaki 1985 ve 2001 yıllarına arasındaki azalması Tablo 2’de görülmektedir. Tablo 2. Güneydoğu'da Süryani Nüfusu Tablosu45 Mardin ve çevresi Batman ve çevresi Şırnak ve çevresi Toplam 1985 2001 15.770 1.580 863 5 6.863 340 23.496 1.925 Diğer taraftan göçlerin sebebinin sadece ekonomik olarak ele alınması, bazı Süryaniler tarafından tenkit edilerek, ekonomik sebeplerin yanında etnik ayrımcılığa tabi tutulmaları, kilise kurmalarına kolay izin 43 İsa Çiçek, “Şutos ‘İtoto V-dayroto B-ar‘o D-goluto”, Kolo Suryoyo, Orta Avrupa Süryani Ortodoks Abraşiyesi Dergisi, Sayı 123, Süryani Mor Afrem Manastırı/Losser, 1999, s. 59; Kai Merten, Die Syrisch-Orthodoxen Christen In Der Türkei und In Deutschland, Hamburg 1997, s. 109’den aktaran Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 44 Atman, a.g.e., s.31. 45 Ahmet Taşğın, "Son Süryani Göçü", Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt IV, Orient Yayınları, 2005, s. 77. Yazar, 1990 yılında Şırnak'ın il yapılmasıyla, daha önce Mardin'e bağlı olan, Silopi, İdil ve Cizre ilçelerinin Şırnak'a bağlandığını belirtmektedir. Ayrıca Şırnak'ta dâhil olmak üzere toplam 7 ilin nüfusunu kitabında yayımlamıştır. 271 verilmeyişi, zorunlu din dersleri, kamu görevlerinde karşılaştıkları problemler, terör gibi nedenlerin de çok önemli olduğu ileri sürülmektedir.46 5.1.1.3.2. Siyasi Sebepler Aslında göçü, siyasi sebeplerden ayırmak neredeyse imkânsızdır. Çünkü sebep ne olursa olsun iltica etmenin şekli dahi siyasidir. Siyasi sebepler, hem iç hem de dış politika ile ilişkilidir. Dış politika adına konuya yaklaştığımızda ise uluslararası bir durum ortaya çıkmaktadır. Terörün yarattığı genel güvenlik endişesi yanında, siyasi kaygılarla Süryanilerin, terör örgütü ile ilişkilendirilmesi ve siyasi baskı ile yalnızlaştırılması da göçe neden olan sebeblerdendir. Bu durumun özellikle bölgesel olarak beraber yaşadıkları bazı Kürtler tarafından yaratıldığı ileri sürülmektedir. Çünkü böylece Süryanilere ait olan toprak ve mülklerin bir kısmının kendilerine kalacağı hesabı yapıldığı değerlendirilmiştir.47 Ayrıca Türkiye’nin Hristiyan Batı ile ilişkilerindeki olumsuzlukların Süryanilere yansıtılması da ayrı bir göç nedeni olarak değerlendirilebilir. Tüm olaylara kendi dinî kimliklerinden bakan politik bilgisi zayıf yerel idareciler ve bölge halkının, Süryanilere yönelik suçlayıcı yaklaşımları da Süryanilerin kendilerini bulundukları bölgelere yabancı hissetmelerine neden olmuştur.48 Daha önce belirtmemize rağmen, burada tekrar değinilmesi gereken bir konu da bir kısım Süryaninin, Nasturiler ile birlikte kalkıştıkları ayaklanma sonrası ortaya çıkan siyasi tablo da göçe neden olmuştur.49 Zira daha önce bahsettiğimiz gibi Nasturi isyanından sonra Osmanlı’nın bir cezalandırma harekâtı uygulayacağını düşünen Nasturi ve bir kısım Süryani ülke dışına göç etmiştir. 46 Bülbül, a.g.e., s.63. Koluman, a.g.e., s.137, 139. 48 Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni, s.132. 49 Nikitin, Kürtler, s. 210. 47 272 5.1.1.3.3. Güvenlik ve Terör Kimlik farkı gözetmeden bölge halklarının geneli için tehdit oluşturan terör, özellikle 1980’li yıllardan sonra Süryaniler’i göçe yönlendiren önemli bir sebep olmuştur. Terör ve güvenlik kaygısı ile bir kısım Süryani köylerini terk ederek daha çok yurt dışına doğru göç etmişlerdir.50 Aslında terör bir kesimin değil, bölgenin genel bir sorunudur. Zira birlikte uzun zamandır güven içinde yaşayan bölge halkı, terörün yarattığı anarşiden birlikte etkilenmiştir. Gidenler, kalanların kimliğine değil, dostuğuna güvenerek geride bıraktıklarını emanet etmişlerdir. Çoğunlukla bu durum Süryaninin Süryaniye emanet etmesi şeklinde olurken “kirve” olarak adlandırdıkları Müslümanlara da emanet etmişlerdir. Bu durum aslında konunun genellenemeyeceğini, sorunların belirli kesimler çevresinde kaldığını da düşündürmektedir. Güvenlik kaygısı ile sadece terör anlaşılmamalıdır. Bununla beraber Trablusgarp51 veya Kıbrıs savaşlarında da kendilerinin güvende olmadığını düşünen bir kısım Süryani göç etmiştir. Süryaniler, ASALA gündemdeyken Ermeni, Kıbrıs gündemdeyken Rum sayılmış ve bulundukları ortamlarda çeşitli amaçlarla bir kısım bölge insanı tarafından rahatsız edilmişlerdir. Güvenlik kaygısı yaratan bu durumun sonucunda da önce İstanbul'a, daha sonra da Avrupa'nın değişik ülkelerine göç etmişlerdir.52 Göç, giden kadar kalan için de olumsuz etki yaratmaktadır. Ayrıca Süryani cemaatindeki azalma özellikle kilise çevresinde kaygı yaratmıştır. Bir kısım Süryani din adamının göçü durdurmak yönündeki girişimleri ise pek başarılı olmamıştır. Başarısızlığın en önemli sebebi ise Avrupa'daki ekonomik ortamının cazibesidir. Şekil 5’de 1 Nisan 2005 Süryani Bahar 50 Ahmet Taşğın, "Son Süryani Göçü", Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt IV, Orient Yayınları, 2005, s. 83. 51 Trablusgarp savaşı esnasında Hıristiyanlara karşı yükselen protestolar, Hıristiyanlar arasında korkuya ve dolayısıyla göçe sebep vermiş ve kafile Kafile göçler yaşanmıştır. Bkz. Çıkkı, a.g.e., s. 27 52 Yelda, a.g.e., s.231. 273 Festivali Davetiyesi Kapak Sayfasında da anavatanda kalma yönünde yapılan vurgu görülmektedir. Çelik bu durumu; “Süryaniler, adeta bu terör ortamını kaçırılmaması gereken bir fırsat gibi görmüşlerdir.” şeklinde açıklamaktadır. Ona göre terör; hem din adamlarına karşı geçerli bir gerekçe hem de Avrupa ülkelerinde mülteci statüsünü rahat elde etmek için batılı politikacı ve bürokratları ikna için abartılmış ve genelleştirilmiş sebeptir.53 Şekil 5. 1 Nisan 2005 Süryani Bahar Festivali Davetiyesi Kapak Sayfası Burada vurgulanması gereken önemli bir konu da siyasi gerekçelerle, mülteci statüsünü almak amacıyla dile getirilen güvenlik kaygısıdır. Türkiye’de bir baskıdan kaçtıklarını dile getirdiklerinde kolayca Avrupa ülkelerinde mülteci statüsü alıyor olmalarından dolayı Avrupa’ya gidecek olanlar bu yönteme sıklıkla başvurmuşlardır. Bu konuda 1981 yılında İsveç Büyükelçisi Lars Bjarme’nin Süryanilerin herhangi bir baskı ile karşılaşmadıklarını yerinde yaptığı inceleme ve görüşmeler sonrasında açıklaması da bu konuyu teyit etmektedir.54 53 54 Çelik, “Süryanilerin Turabdin'e Geri Dönüşü”, s. 236. Andersson, a.g.e., s.127-129. 274 5.1.1.3.4. Sosyo-Kültürel Sebepler Süryani göçünü hazırlayan sosyo-kültürel sebepleri çok geniş bir çerçevede ele almak mümkündür. Fakat bu sebepleri ana hatları ile ele aldığımızda; anayasal hakların kullanılması, eğitim, parçalanmış aile yapısı, çevresel faktörler ve toplumsal yapı olarak tasnif edebiliriz. Süryanilerin bir kısmı uluslararası antlaşmalardan veya anayasadan kaynaklanan hak ve özgürlüklerin kısıtlandığını, bu haklarını Avrupa’da daha geniş kullanabildiklerini dile getirmektedirler. Bölgenin yapısının istenilen seviyede eğitime olanak vermemesi ve eğitimde giderek belirginleşen eksiklikler, Süryanilerin çocuklarını daha iyi eğitim seviyesine kavuşturacaklarını düşündükleri yerlere doğru göçe yöneltmiştir.55 Ayrıca dinî eğitim ve orta öğretimdeki zorunlu din derslerinin Süryanilere de uygulanıyor olması, Avrupalı politikacılar tarafından istismar edilmektedir. Bu durum da göçün sebepleri arasında gösterilmektedir.56 Göçün belirli ülkelere doğru yoğunlaşması; önden gidenlerin geride kalanları çekmesi (Push&Pull), çeşitli sebeplerle parçalanmış ailelerin bir araya gelme çabaları ile açıklanırken, göç daha çok ekonomik şartları uygun olana doğru yoğunlaşmaktadır. Yani yurt dışına doğru olmaktadır. Türkiye’den yurt dışına doğru yapılan Süryani göçü incelendiğinde, Türkiye’deki belirli bölgelerin yurt dışında belirli ülke ve şehirlere yöneldiği görülmektedir.57 Bu konuda İdil ilçe merkezinden yurt dışına doğru 177 55 Öztemiz, a.g.t., s.208-209. Dolapönü, a.g.e., s. 167. 57 Mardin ilinden olan göçlerin istikâmetine baktığımızda; Yeşilli İlçesi Bülbül Köyünden, Almanya ve İstanbul’a gittikleri, Ömerli İlçesi’den 1960’lı yıllarda 6–7 hane, en son 1990 yılında da bir hanenin İsveç’e göç ettiği görülür. Midyat İlçesi İzbırak Köyünden Almanya’nın Hamburg şehrine (1993 yılında), Doğançay köyünden çoğunluğu Almanya–Delmehorst olmak üzere yurt içi ve yurt dışına, Güngören köyünden en son 1987 olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerine, Yemişli Köyünden daha çok İsveç’e ve Almanya–Augsburg şehrine, Altıntaş köyünden çoğunlukla Brüksel’e, Bağlarbaşı Köyünden genellikle Hollanda–Enschede şehrine, Gülgöze Köyünden Amerika–Los Angeles’a doğru göçler olmuştur. Nusaybin ilçesi Odabaşı köyünden göç edenler genellikle İsveç–Göteborg’da yaşamaktadırlar. Dargeçit Alayurt köylüleri genellikle Almanya’ya göç etmişlerdir. Derik İlçe 56 275 ailenin göçünü incelediğimizde toplam 177 aileden 168’nin Almanya’ya yapıldığı, Almanya’da ise 90 ailenin Ahlen, 31 ailenin Bissingen, 37 ailenin Berlin, diğer 10 ailenin ise Laufen, Ausburg, Bebra, Ingelheim ve Ludwingsburg şehirlerine göç ettiği görülmektedir. Ayrıca iki ailenin Avusturya (Viyana), 7 ailenin Belçika (Brüksel)’ya göç ettiği görülmektedir.58 Belirli şehirlere yönelik yoğunlaşma da bu görüşü destekler niteliktedir. Süryanilerle yerel halk arasındaki sosyal ilişkilerde meydana gelen çatışma alanları da göçü hazırlayan sebeplerdendir. 59 Schukkink'e göre, Güneydoğu'da görülen göçün temelinde devlet, ağa, aşiret ve şeyh ilişkileri yer almaktadır ve bu ilişkiler, Süryanilerin bölgedeki hareketlerini denetleyen, sınırlandıran ve sindiren bir yapı oluşturmaktadır. Başta ekonomik olmak üzere, siyasi, dinî ve sosyal baskıdan bunalan halkın kendilerine yönelik bir hareketinden çekinen ağalar ve şeyhler, topluluğun bu öfkesini başka bir hedef olarak etnik veya dinî farklılığı olan Süryanilere, Yezidilere ya da Ermenilere yöneltmişlerdir. Bulundukları coğrafyada ekonomik olarak daha iyi şartlara sahip olan bu grupların hedef alınması sonucunda toplu göçler ortaya çıkmıştır.60 Bülbül, göçlerin sebebinin; %52’si dinsel, %30’u ekonomik, %2’si siyasal olarak değerlendirmektedir.61 Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin geneline yönelik uygulanan bir anketin sonucunda ise; göçlerin en önemli sebebinin ekonomik olduğu ve bunu eğitim ve terör konusunun takip ettiği, etnik ayrımcılığın ise en düşük öncelik verilen sorun olarak ortaya çıktığı merkezinden en son 1980’li yıllarda çoğunluğu İstanbul olmak üzere 20–25 aile göç etmiştir. Bkz. Ayduslu, a.g.t., s.108, 112, 137,154, 156, 160, 163, 171, 181, 200, 209. 58 İdil ilçesinde ileri gelen bir Süryani olan R.T. ile 11.03.2006 yılında yapılan görüşme sırasında isim ve adresleri ile birlikte tespit edilmiştir. Fakat göç tarihleri hakkında kesin bir bilgi temin edilememiştir. İdil’den göç eden bu Süryaniler ile irtibatları da devam etmektedir. 59 Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni ve Türkiyeli Süryaniler, s. 132. 60 Schukkink, a.g.t., s.80-82’den aktaran Öztemiz, a.g.t., s.209-210. 61 Bülbül, a.g.e., s.166. 276 görülmüştür.62 Bölgede yapılan sözlü tarih araştırmaları da bu tespiti teyit eder niteliktedir. 63 5.1.2. Göçten Dönüş ve Yeniden Yerleşim Süryani göçleri devam ederken, geriye dönüşler de yaşanmaktadır. Gittikleri yerlerde aradıklarını bulamayan veya vatan özlemi çekenlerin bir kısmı geri dönmektedir. Geriye dönüşlerin bir kısmını kişisel sebeplere dayandırmak mümkün olmakla beraber bir kısmı da siyasi niteliktedir. Bugün Süryaniler ile Müslümanların beraber yaşadıkları yerlerdeki Süryanilerin, aslında 1915 yılında zorunlu göçe tabi tutulup daha sonra eski yerlerine geri dönenler olduğu da ileri sürülmektedir. 64 Geri dönüş sürecinin, Avrupa Birliği müzakereleri ile ilişkili bir seyir izlediği görülmektedir.65 Sosyo-kültürel şartlardaki olumlu gelişmelerin yanında, güvenlik kaygısındaki azalma, toplumsal bilincin gelişimi de geriye dönüşlerde etken olmaktır. Bununla beraber yoğun bir geriye dönüşün olmayacağı da aşikârdır. Göç edilen yerlerde karşılaştıkları zorluklar ne olursa olsun, alışılan şartlar ve hepsinden önemlisi sahip oldukları imkânlardan vazgeçmek istemeyen yeni yetişen nesiller, geriye doğru göçün önündeki en büyük engeldir. Diğer taraftan yapılan araştırmalarda gidenlerin 62 Bir Süryani katılımcı Süryani göçüne neden olan baskıların özellikle 1980’li yıllarda başladığı ve iki ateş arasında kaldıklarını söylerken, başka bir katılımcı göçü daha çok ekonomik sebeplere bağlamakta ve özellikle Almanya’ya doğru olan göçü kast etmektedir. Başka bir katılımcı eğitim ihtiyacını karşılamak için göç edildiğini dile getirmektedir. Ağırlıklı olarak Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesinde yaklaşık 9000 kişiye uygulanan anket sonuçlarına göre; göçe, neden olan faktörler arasında %47,9 ortalama ile ekonomik nedenler en önemli göç faktörü olarak belirtilmiştir. Çocukların eğitimi ve daha iyi bir gelecek ikinci en önemli göç nedeni olarak (%20,4) belirtilmiştir. Terör (%9,0) ve kan davası (%5,8) ikincil öneme sahip göç nedenleridir. Etnik ayrımcılık en düşük öncelik verilen sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Bkz. “Güneydoğu Sorununun Sosyolojik Analizi” Teknik Rapor, Ankara, Bilgesam Yayınları, Ağustos 2009, (Erişim) http://www.bilgesam.org, 22 Haziran 2010, s.40,82. 63 Öztemiz, a.g.t., s.185,187. 64 1915 yılındaki tehcirden beş altı yıl sonra genel af kapsamında köylerine dönen Süryanilerin boşalttıkları köylerde bugün iki kesim bir arada yaşamaktadır. Bkz. Öztemiz, a.g.t., s.145. 65 Andrew Clark, “Turkey Encourages Assyrian Christians to Return under EU Pressure”, World, 8 Ocak 2005, (Erişim) http://www.christiantoday.com/article/turkey.encourages.assyrian.christians.to. return. under.eu.pressure/1922.htm, 15 Mart 2009. 277 gitme sebeplerindeki değişikliğin ve gidilen yerdeki ortama uyumun, geri dönüşü pek mümkün kılmadığını da göstermektedir.66 Bu geri dönüşün geride kalanların bir kısmı tarafından hoş karşılanmayacağı da aşikârdır. Boş köylere yerleşip artık çıkmak istemeyen komşu köylerdeki yerleşimciler, emanet olarak aldıkları bağları, tarlaları ve evleri kendi üzerlerine tapulayıp, bu emanetleri asıl sahiplerine satmak isteyen ve uzun süredir göç edenlere ait mal varlıklarını işleten bazı Süryanilerin, geri dönüş durumunda maruz kalacakları rahatsızlıklar, geri dönüşlerin önündeki engellerden bazılarıdır.67 Şırnak’ın İdil ilçesi Sarıköy’de yaşananlar bu açıklamaya güzel bir örnek oluşturmaktadır. Güvenlik gerekçesi ile Süryani göçü sonrası köye yerleştirilen Geçici Köy Korucularının (GKK) köyü terk etmek istememesine rağmen, devlet görevlilerinin zoruyla GKK’lar köyden çıkarılmışlardır. Geri dönmek isteyen Süryanilerin ve onlara eski yerlerine yerleştirmek isteyen kamu görevlilerinin mücadeleleri sonunda gerekli ortam oluşturulmasına rağmen, geriye dönen ancak 10-15 kişi olmuştur.68 Geriye dönenler ise sadece 50 yaşından daha yaşlı olanlar olup, döndükleri köylerinde de sürekli bir ikametleri söz konusu olmamıştır.69 Sarıköy’den yurt dışına göç edenlerin geri dönmelerine engel olunduğu, akrabalarının dahi ziyaret ettirilmediği, kendilerine ait mallara el konulduğu yönünde şikâyetlerinin asılsız olduğu yine bölgenin önemli Süryani köyleri olan Haberli ve Öğündük köylerinin ileri gelenlerince ve yerel idareler tarafından da yalanlanmaktadır.70 Durum böyle olmakla beraber aynı dönem içinde İsveç Parlamentosu’nda ‘sözde’ Süryani köylerine dönüşün engellendiği ve ‘sözde’ Süryani soykırımı üzerine bir önerge verildiği görülmektedir. Bu önergeye baktığımızda önergeyi veren kişinin 66 Atman, a.g.e., s.38-41. Özmen, a.g.t., s.242-243. 68 18.09.2005 tarihi itibariyle 12 hane geri dönerek köye yerleşmiştir. Fakat hane sayıları 1-2 kişi kadardır. Köye döndükten sonra köyün hemen altında nöbet tutan GKK’lar olmasına rağmen her hangi bir sorun yaşamadıkları köy muhtarı ile yapılan görüşme sonucunda tespit edilmiştir. Sarı Köy muhtarı F.T.ile Sarıköy’de 18.09.2005 tarihinde yapılan görüşme. 69 Temmuz 2005 - Ağustos 2007 yılları arasında köy ziyaretlerim ve köylüleri ile yaptığım görüşmeler; İdil Kaymakam Hasan Tanrıseven ile 21 Kasım 2005 tarihinde yapılan ropörtaj. 70 Haberli köyü ileri gelenlerinden Ş.G., ve Öğündük Köyü ileri gelenlerinden C.T.’nin 04.12.2001 tarihli beyanları ve İdil Kaymakam Hasan Tanrıseven ile 21 Kasım 2005 tarihinde yapılan röportaj. 67 278 Ermeni asıllı bir sol parti milletvekilinin olması, yurt dışında nasıl bir kampanya yürütüldüğünü ve bu kampanyayı yürütenlerin nasıl bir ilişki içinde olduğunu bize göstermektedir.71 Sonuçta Sarıköy örneği bize konuyu net bir şekilde özetlemektedir. Süryanilerin tekrar göç ettikleri topraklara dönmeleri için yapılan çabalar sonucunda; Nusaybin ilçesi Güzelsu köyüne 10 hane, Dibek’e 3 hane, Üçyol’a 7 hane, Taşköy’e 4 hane, Günyurdu’na 3-6 hane, Midyat ilçesi Elbeğendi köyüne 16 hane, Karagöl’e 4 hane, Savur İlçesi Dereiçi köyüne ise 1-2 hanenin döndüğü veya dönüş aşamasında olduğu,72 Elbeğendi köyüne ise yurt dışından 14 hanenin geri dönüş yapması beklendiği tespit edilmiştir. 2002 yılı içerisinde Üçköy'e 1 kişi, Yemişli'ye 2 aile, Midyat Merkez'e 3 kişi, Çatalçam'a 1 aile, Odabaşı'na 1 aile, Dereiçi'ne 1 kişi, Alagöz'e 1 aile dönüş yapmıştır. Aslında tersine göç eden veya dönmeye karar veren Süryani ailelerin olumlu geri bildirimleri, bu konuda kararsız olan Süryanilerin bir kısmını da geri dönme konusunda cesaretlendirecektir.73 Şimdilik az sayıda olan geri dönüşlerin bile turizmi olumlu etkilemiş olması, geleceğe yönelik beklentileri kuvvetlendirmektedir. Turizm adına konuya bakıldığında ikinci nesil Süryanilerin etnik ve soy/soplarını tanımaları ve göç etmiş birinci neslin de arkadaş/akrabalarını ziyaret etmeleri ile de kendi başına bir turizm olgusu oluşturmaktadırlar. Legacy turizm olarak da adlandırılan göç edenlerin geriye dönüşü veya göç ettikleri yerler ile devam eden bağları sonucunda ortaya çıkan bu süreç74 gerek resmî organlar gerekse sivil toplum örgütleri tarafından organize edilmelidir. 71 İsveç Parlamentosu sol parti milletvekili Ermeni asıllı Murat Artin ve Merkez Parti Milletvekili Marianne Andersson başta olmak üzere çeşitli siyasal partilere mensup milletvekillerince “Türkiye’de İnsan Hakları” başlığı altında bir önerge verilmiştir. 2000/01:U628 sayılı önerge için bkz. “Federasyondan Soykırım Önergesine Destek”, Bahro Suryoyo, Serienr 263, Argang 23, Nr 4, 2001, s.35. 72 Ayduslu, a.g.t., s.28, 184. 73 Veysi Günal, “Mardin İlinde Kültürel Çekicilikler Ve Turizm Amaçlı Kullanım Olanakları”, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2006, s.89. 74 Günal, a.g.t., s.284-285. 279 Burada değinilecek diğer önemli bir konu ise bir dönem sadece yurt dışına doğru değil, yurt içine doğru da Süryani göçünün olduğudur. 2 Nisan 1991'den 14 Nisan 1991 tarihine kadar Saddam rejiminden kaçarak Türkiye’ye göç eden 460.000 kişi Irak'tan Türkiye'ye sığınmıştır. Bunların çoğunluğu (% 53.8) Hristiyan (Keldani, Nasturi, Süryani)’dir. 20 Ağustos 1991 tarihi itibariyle Silopi Kampı'ndaki toplam 5274 sığınmacının 2838’i Hristiyan (Keldani, Nasturi, Süryani)’dır.75 Elimizde kesin bir bilgi olmamakla beraber bu sığınmacıların büyük bir kısmının Irak’a geri döndüğü, fakat bir kısmının ise Türkiye’de kaldığı veya tekrar çeşitli yollardan Türkiye’ye giriş yaptığı değerlendirilmektedir.76 Bu gelişimler esnasında bazı Avrupa ülkelerinde Süryanilerin sığınma gerekçelerinin ortadan kalktığı, Türkiye’deki şartların düzeldiği gerekçesi ile sınır dışı edilecekleri açıklamaları da Türkiye’ye geri dönüşü hızlandırmıştır.77 Diğer taraftan ise terörden dolayı göç edenlerin tekrar eski yerlerine döndürülmesi için özellikle 2004 yılından itibaren ciddi düzenlemelere gidilmiş, hak kayıplarının önlenmesi için de ciddi tazminatlar göç edenlere ödenmeye başlanmıştır.78 Durum böyle olmasına rağmen beklendiği kadar geriye dönüş olmamıştır. 5.1.3. Göçün Önlenmesine Yönelik Tedbirler Aslında ebru göründe olduğunu düşündüğümüz Türk toplum yapısı son yıllarda giderek mozaikleştirilmeye çalışılmaktadır. Aslında ister mozaik, ister ebru görünümünde olsun, bu toplumun renklerinden biri olan 75 Refet Yinanç. vd., İraklı Sığınmacılar ve Türkiye, (1988-1991), Ankara, Tanmak Yayınları, 1992, s.74-77. 76 Serap Girgin Baykal, “İSMMMO Araştırması: Gelecek arayanların Göç Haritası”, Abvizyonu, 13 Aralık 2008, (Erişim), http://www.abvizyonu.com, 22 Ekim 2010. 77 “Almanya 10 bin Süryani’yi Sınırdışı Edecek”, cnntürk, (Erişim) http://www.cnnturk.com/2006/ turkiye/08/17/almanya.10.bin.suryaniyi.sinirdisi.edecek/218984.0/ index.html, 17 Ağustos 2006. 78 27 Temmuz 2004 tarihli 5233 sayılı “Terör Ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması” hakkındaki kanun ile Bakanlar Kurulu’nun 17 Ağustos 2005 tarihli “Yerlerinden Olmuş Kişiler Sorunu İle Köye Dönüş Ve Rehabilitasyon Projesine Yönelik Tedbirler”konulu prensip kararı. 280 Süryanilerin Anadolu’daki yokluğu hissedilmektedir. Hoşgörünün beşiği, din ve medeniyetler kavşağı Anadolu Süryanisiz daha güzel değildir. Süryaniler ile birlikte tüm göçleri içine alan ‘göç’ olgusu üzerine, başlangıçta hem göç edilen hem de göç eden ülkedeki olumlu bakış, 1960’lı yılların ortalarından itibaren değişmeye başlamıştır.79 Ülke dışına doğru olan Süryani göçü artık Türkiye içinde de rahatsızlık yaratmaktadır. TBMM’de dahi gündeme gelen bu konu bir sorun olarak tespit edilmekte fakat yeterince tedbir alınmamaktadır.80 Aslında göçün nedenlerini ortaya koyduğumuzda, nedenlerin ortadan kaldırılması ile göçün önlenebileceği doğrultusunda bir çıkarım yapılabilir. Elbette nedenlerin kaldırılması göçün oluşumunu önlemede önemli bir etkendir. Yalnız bunun yanında üzerinde durulması gereken önemli birkaç hususun da burada aktarılması gerekmektedir. Bunlardan birincisi, Süryaniler her ne kadar Hristiyan olmaları dolayısıyla gittikleri yerlerde kendi dindaşları ile buluşmuş gibi gözükse de gittikleri yerlerde “Avrupa’nın Müslümanı” olarak kabul edilmişlerdir.81 Yani burada ötekileştirilirken, gittikleri yerlerde de öteki olmuşlardır. Bu konuya vurgu yapılarak, bizden biri oldukları öne çıkarılmalıdır. Süryani göçü aslında baskı veya zorlama ile gerçekleşmemiştir. Bulundukları şartların olumsuzluklarına, gidecekleri yerlere yönelik yapılan müspet propagandanın eklenmesi ile ortaya çıkan bir göçtür. Yani bir tehcirden ziyade şartların gereği olarak, Süryanilerin bir seçimi sonrası olan zoraki göçtür. Dolayısıyla göçe ortam yaratan bu sosyal şartlar, bilimsel 79 Atman,a.g.e.,s.37. Anavatan Mardin Milletvekili Muharrem Doğan, “Mardin Midyat çevresinde sayıları 10 binlerden 2 bine düşen Süryanilerin haraç isteme, köylerinden uzaklaştırılmak gibi olaylar yaşadıklarını söyleyerek, ne gibi hukuki önlem alındığını” İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu tarafından cevaplandırılmak üzere verdiği önergede sormuştur. “’Süryanilere baskı var mı?’ önergesi”, Hürriyet, (Erişim) http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=5155793 , 12 Haziran 2010. 81 Maşallah Dekak, “Türkiye'nin Gavurları Avrupa'nın Müslümanları”, AKnews, 3 Şubat 2010, (Erişim) http://www.suryaniler.com/suryani-tarihi.asp?id=641, 12 Haziran 2010. 80 281 olarak ele alınarak iyileştirilmelidir. Ayrıca bu durum sadece Süryanilere değil, toplumun geneline yönelik olmalıdır. Süryanileri göçe yönelten nedenler ortadan kaldırılmaya çalışılırken, diğer taraftan da toplumsal eğitime ve bilinçlenmeye daha fazla önem verilmelidir. Uygun şartlar yaratıldığında gittikleri yerlerde asimilasyon endişesi taşıyan Süryaniler için de geri dönüş kendiliğinden cazip hale gelecektir. Böylece özellikle yurt dışında Türkiye aleyhindeki siyasi oluşumlara iştirak etmiş olan Süryani gençliği82 de geri dönüş enerjisi ile Türkiye aleyhtarlığından Türkiye taraftarlığına döndürülebilecektir. Süryanilere ait olduğu iddia edilen veya bölge genelinde anlaşmazlık konusu olan mal, mülk ve arazilerin asıl sahiplerine verilmesi ve yasal düzenlemenin tamamlanması gerekmektedir. Bu kapsamda kadastro çalışması yapılmayan yerler ivedilikle tamamlanmalıdır. Mevcut durumda zaten devam eden legacy turizm, kültür turizm ile birleştirilerek bölgeye yönelik turizm özendirilmelidir. Göç ile gidenler, geçmişlerini araştırmak veya akrabalarını ziyaret için gelirken, yanlarında geldikleri yerlerden getirecekleri turistler ile bölgesel ekonomik bir fırsat da yaratmış olabilecektir. Bu gelişmenin başarı için de bölgenin tarihi yönü öne çıkaracak reklamlar yapılmalıdır. Bu gelişmenin teröre yönelik bir hamle de olabileceği değerlendirilmelidir. Avrupa’dan sınır dışı edilmek üzere olan Süryaniler veya diğer Türk vatandaşların ilgili ülkede hakkını aramak için NGO’lar yönlendirilmeli ve uluslararası basın bu konuda teşvik edilmelidir. Devletin de bu mücadelede kendini göstermesi, sahip olduğu vatandaşların itibarını diğer ülkeler nezdinde yükseltecek, ülkelerine bağlılığı artabilecektir. 82 Koluman, a.g.e., s. 107. 282 Geriye dönüş için yapılacak tüm çalışmalara rağmen ciddi bir dönüş olmayacağını daha önce belirtmiştik. Bu gerçekten hareketle geri dönüşün önünü açacak düzenlemeler, ülkenin uluslararası prestijini yükseltecektir. Sonuçta; göç, birey ve toplum adına maddi ve manevi olumsuz etkileri olan bir süreç olup, bu süreci olumlu hale getirmek veya durumu faydalanılabilir hale getirmek için politikalar üretilmelidir. 5.2. SÜRYANİ ORTODOKS KİLİSESİ'NİN DÜNYADAKİ YAPILANMASI Hristiyan mezhepleri, ülkelere göre farklı yoğunluklar göstermektedir. Rusya, Bulgaristan, Yunanistan gibi ülkelerde Ortodokslar; İtalya, İspanya, Paraguay, Portekiz, Vatikan gibi ülkelerde Katolikler; İsveç, Norveç, Danimarka, ABD gibi ülkelerde Protestanlar; İngiltere'de Anglikanlar diğer Hristiyan mezheplerine göre çoğunluğu oluşturmaktadırlar. Günümüzde dünyada çoğunluğu Katolik olmak üzere (%51–53) yaklaşık 1.560.000.000 Hristiyan yaşamaktadır.83 Süryani kilisesi sayısal olarak bu Hıristiyan dünyasının çok küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Süryani Ortodoks Kilisesi; Suriye, Lübnan, Irak, Türkiye, Hindistan, İsveç, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri'nde teşkilatlanmıştır. Süryani Ortodoks Kilisesi, teoride öyle olmasa bile, pratikte iki ayrı salahiyet bölgesine bölünmüş durumdadır: Patrik Moran Mor İğnatiyos I. Zekka Iwas’ın başında bulunduğu Suriye'nin başkenti Şam'daki patriklik merkezi ve Hindistan'ın Kerala eyaletinin Kottayam şehrindeki mafiryanlık merkezi. 1999 yılında vefat eden Mafiryan Mor Basiliyus II. Pavlus'un yerine yeni birisi seçilemediğinden, halen bu makam boş olarak durmaktadır.84 83 84 “Hıristiyanlık”, Dünya Dinleri, (Erişim) www.dunyadinleri.com/hiristiyanlik.html, 14 Mart 2010. Durak, a.g.e, s.198. 283 Fakat genel hiyerarşide Süryani Ortodoks Kilisesinin dinî liderliğini Patrik Moran Mor İğnatiyos I. Zekka Iwas yapmaktadır.85 Süryani toplumunda tek ve en belirgin sınıf din görevlileri sınıfıdır. Din görevlilerinin yönettiği kilise kurumu, Süryani toplumunun en gelişmiş ve yaygın kurumudur. Bu nedenle kilise ve din görevlileri, topluluğu birbirine bağlayan temel unsurlardan birisi olarak ortaya çıkar.86 Kilisenin Süryani toplumu üzerindeki bu etkisinden dolayı Süryani kilisesinin dünyadaki yapılanması, Süryani toplumunun davranış kalıplarının ortaya çıkarılması adına önemlidir. Süryaniler, göçün başlangıç aşamasında diasporada dinî ayinlerini Katolik ve Protestan kiliselerinde yapmaktaydılar. Daha sonraları kilise binalarını satın almaya başlamışlar ve bu amaçla sadece Katolik ve Protestan kilise binalarını değil, büyük salonlar ve bazı fabrika hollerini de satın alıp kendi kilise binalarına çevirmişlerdir. 1970’li yılların başlarında Batı Avrupa’daki Süryanilerin sayısı 7000 civarına ulaşması üzerine87 ilk Süryani kilisesi, Almanya’nın Augsburg şehrinde kurulmuştur.88 Bu kilise başlangıçta Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, Avusturya ve İsviçre’de dağınık olarak bulunan Süryanilere hizmet vermekteyken89 bu tarihten sonra Berlin’de ve takiben Almanya’nın dört farklı yerinde açılmıştır.90 Başlangıçta kiralama usülü ile teşkil edilen kiliseler zamanla satın alınmaya başlanmıştır. Bu anlamda ilk bina ise Avrupa’da Hollanda’nın Hengelo şehrinde, 1976 yılında 85 Diözesen der Syrisch-Orthodoxen Kirche von Antiochien”, Suryoyo Online, (Erişim) http://wwwuser. gwdg.de /~grabo/sok /diozese.htm, 25 Ocak 2010. 86 Bilge, Süryaniler: Anadolu’nun Solan Rengi, s. 86. 87 İsa Çiçek, a.g.m., s.59. 88 Avrupa’da yerel kilise cemiyetlerinin yine yerel meclisleriyle resmi kuruluşları, rahip İsa Çiçek’in Orta Avrupa için Patrik vekili olarak atanmasından sonra sağlanmıştır. Bunlar, en ilki 16 Ekim 1977’de Baden-Württemberg (Bietigheim)’da, daha sonra 1-6 Kasım 1977’de Viyana’da, Augsburg’da 14.1.1978, Berlin’de 1978 (kesin tarih belli değil) ve Hengelo’da 18 Aralık 1978’de kurulmuşlardır. Özel papazı olmayan yerel kiliseler, Köln’de 18 Aralık 1977, Füssen’de 22.1.1978, Memmingen’de (tarih verilmedi ama muhtemelen) 23.1.1978, Ochsenfurt’ta 29.1.1978, Aschaffenburg-Grossestheim’da 30.1.1978. Gießen’de 5.3.1978, Ahlen’de 17.3.1978, Gütersloh’da 18.3.1978, Wanne-Eickel ve Hamburg’da da 1978 yılında kurulmuşlardır. Kolo Suryoyo, Sayı 1, 1978, s.10-13’den aktaran Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 89 Gabriel Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 90 A.g.e. 284 satın alınmıştır.91 Bu bina, kiliseye dönüştürülerek Havari Mor Yuhanna Kilisesi adını almıştır. Viyana’da 1974 yılında alınan Mor Afrem Kilisesi ve Berlin’de 1977 yılında alınan Suruçlu Mor Yakup Kilisesi diğer mezheplerden ilk devralınan kiliselerdir.92 Atlantik ötesi inşa edilen ilk Süryani kiliseleri ise, 1927 yılında Meryem Ana Kilisesi adıyla ABD’de New Jersey (West New York)’de, yine aynı isimle Worcester’de (Massachusetts) ve 1949 yılında Central Falls’taki (Rhode Island) Mor Afrem Kiliseleridir. 93 Türk Alman Misafir İşçi İş Antlaşmasının durdurulmasıyla da Süryaniler bu sefer İsveç’e göç etmeye başlamışlardır. Orada, özellikle Stockholm’a yakın Södertelye kasabasında olmak üzere sayıları hızla artmıştır. Burada artan Süryani sayısı üzerine İsveç’te ilk kilise 1970 yılında bir papazın gelişiyle kurulmuş ve 1977 yılına kadar cemaate hizmet eden papaz sayısı 5’e ulaşmıştır.94 Bu gelişmeler üzerine 18.10.1977 tarihinde Avrupa’da 20.000'i bulan Süryani nüfusunu yönetebilmek üzerine Patrik Mor Iğnatius Yakup III. Şam'da bir Sinod toplamış ve Avrupa'da iki metropolitlik (abraşiye) kurulmuştur. Bunlardan Orta Avrupa Metropolitliği’nin merkezi Hollanda, İskandinav ülkeleri ve Büyük Britanya Metropolitliği’nin merkezi ise İsveç olmuştur. Hindistan’ın Kerala eyaletinde görev yapmakta olan Metropolit Mor Timoteos Afram Abude İsveç/Södertelye; o zaman Amerika’da görev yapan Mor Gabriel Manastırı Başrahibi İsa Çiçek ise Hollanda merkezlerine atanmışlardır.95 Böylece Süryaniler, Avrupa kıtasına kalıcı olarak yerleşmişler ve kendi ülkelerinin dışında yeni bir kimlik arayış sürecini başlatmışlardır. 91 Bu kilisenin alımı 250.000 Gulden (120.000 $)’a mal olmuştur. Kolo Suryoyo, Sayı 6, 1979, s.21; Kolo Suryoyo, Sayı 123, 1999, s.59’den aktaran Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 92 Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, s.51. 93 Gabriel Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 94 İnci Saklı, Süryani Ortodoks Kilisesi ve Onun Antik Aramî Mirası, İstanbul, Cilt 3, 2005, s.89’dan aktaran Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 95 Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, s.6; Kolo Suryoyo, Sayı 1, 1978, s. 1’den aktaran Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 285 1997’ye kadar Orta Avrupa metropolitliğinde 56 ve İskandinavya metropolitliğinde de 28 kilise kurularak özel papazlara kavuşturulmuştur.96 Orta Avrupa ve İsveç metropolitlikleri daha sonraki tarihlerde yine kendi aralarında ikiye ayrılmıştır. İsveç’teki patrik vekilliği de Södertelye’de olmak üzere, 14.6.1994’te geçici bir vekaletle ABD’nin batısında vazife yapan Patrik vekili Mor Klimis Evgin Kaplan, 11.2.1996’da yeni metropolit Mor Diyoskoros Benyamin Ataş resmedilip atanana kadar yürütmüştür. Mor Dionysius İsa Gürbüz’ün başlangıcından itibaren yönettiği diğer Patrik vekilliği, ikametgâhı Warburg’ta, yeni satın alınan Suruçlu Mor Yakup Manastırında olmak üzere 18.5.1997’de Almanya’da oluşturulmuştur. Batı dünyasının ilk Süryani metropolitliği, ABD ve Kanada’da 1952’de Doğu Kıyıları’nda (East Coast) New Jersey’de kurulan Metropolit Mor Atanasius Yeşu Samuel’in yürütmüş olduğu metropolitliğidir. Oradaki birkaç cemaat 1934 yılına kadar, Suriye ve Lübnan Metropoliti Mor Severius Efram Barsavm (sonraki Patrik) tarafından idare edilmişlerdir.97 2005 yılı itibarıyla bugün Orta Avrupa için Hollanda’da bir, Almanya’da bir, İsveç’te iki, ABD’de iki, Kanada’da bir, Avustralya’da bir, Arjantin’de bir ve Brezilya’da bir olmak üzere Süryani diasporasında sekizi batı ülkesinde toplam olarak dokuz metropolitin yürüttüğü on metropolitlik mevcuttur. Bu metropolitliklerde ruhanîleri olan toplam 143 kilise cemaati bulunmaktadır. Bu cemaatler sayısal anlamda çoğunluk sırasıyla, Almanya 49, İsveç 28, ABD 27, Hollanda 8, Kanada 6, Avustralya ve İsviçre 5’er, Arjantin ve Belçika 4’er, Brezilya 3, Avusturya 2 ve Fransa ile İngiltere 1’er cemaat oluşturmaktadırlar. Bunlarla birlikte bir papaza sahip olmayan fakat en yakın veya gezgin ruhanî ya da bir rahip tarafından dinsel vazife gören cemaatler de mevcuttur.98 Bu kiliseler ise yaklaşık olarak Almanya'da 70.000, İsveç'te 55.000, ABD'de 96 Gabriel Rabo, “Das syrische Volk, die syrische Sprache und die syrisch-orthodoxe Kirche”, Kolo Suryoyo, Sayı 109, 1996, s.93-94’den aktaran Gabriel Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 97 Gabriel Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 98 Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. Ayrıca abraşiyelerin listesini görmek için bkz. (Erişim) http://www.suryoyo.uni-goettingen.de/sok/diozese.htm, 14 Mart 2010; “Syriac Orthodox Church”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Syriac_Orthodox_ Church# Australia, 14 Mart 2010. 286 40.000, Hollanda'da 15.000, Arjantin'de 6.000, Avustralya'da 4.000, İsviçre'de 6.000, Belçika'da 6.000, Brezilya'da 4.000, Avusturya'da 3.000, İngiltere'de 800 olmak üzere yaklaşık 210.000 nüfusluk bir Süryani cemaatine hizmet etmektedir.99 Diaspora’da 2005 yılına kadar 82 kilise ve 3 manastır satın alınmıştır. İlk manastır 15.8.1981 yılında Hollanda’da alınan Süryani Mor Afrem Manastırıdır.100 İkincisi 29.3.1996’da İsviçre’deki Mor Evgin Manastırı101 ve üçüncüsü de aynı yıl 28.8.1996’da Almanya’da satın alınan Suruçlu Mor Yakup Manastırıdır.102 Bu manastırlar aynı zamanda Orta Avrupa ve Almanya metropolitlerinin ikametgâhıdırlar.103 26 kiliseyle Almanya başta olmak üzere İsveç’te 16, ABD’de 17, Hollanda’da 10, Avusturalya’da 6, Kanada’da 4, Belçika’da 3, Avusturya’da 1, İsviçre’de 1 ve Fransa’da 1 kilise mevcuttur. En son inşa edilip 15.5.2005 tarihinde kutsanan kilise Brüksel’deki Mor İzozoel Kilisesidir. 104 Avrupa’da metropolitlikler ve kilise cemaatlerinin kuruluşundan sonra Süryani Ortodoks Kilisesi yasal hakkını kullanarak diaspora ülkelerinde başlangıçta cemiyet, sonrasında ise dini, kamu hizmeti hukukuyla teşkilatlanmıştır. Hollanda’da 15.10.1981 yılından beri Losser’de Mor Afrem Manastırı, ikametgâhıyla İnanç Topluluğu olarak kabul edilmiştir. Almanya’da Süryani Ortodoks Kilisesi 1984 yılından beri merkezi Ahlen olmak üzere “cemiyet” statüsüyle kaydedilmiştir. Bunu, bütün diğer 29 yerel kilise de takip 99 Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, s.8. Önceleri bir Katolik manastırı olan Mor Afrem Manastırı 1 Milyon Gulden (400.000 $)’e satın alınmış olup bütün harcamaları ile birlikte manastır 5 Milyon Guldene mal olmuştur. Ayrıca manastırda bütün Süryani Ortodokslar için bir mezarlık ta mevcuttur. Bkz. Kolo Suryoyo, Sayı 37-39, 1984, s.27-32, 42-49, 57-62, 98-95; Kolo Suryoyo, Sayı 50, 1986, s.7-11, 16-25; Kolo Suryoyo, Sayı 123, 1999, s.47-58’den aktaran Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 101 500.000 Frank’a mal olmuştur. Bkz.Gabriel Rabo, “Mor Augin Kloster in der Schweiz eingeweiht”, Kolo Suryoyo, Sayı 125, 1999, s.197-198’den aktaran Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 102 Manastır, 1.9 Milyon DM’ye satın alınmıştır. Bkz. Gabrıel Rabo, “Patriarch weihte das Kloster Mor Jakob von Sarug in Warburg ein”, Kolo Suryoyo, Sayı 129, 2000, s.181-185’den aktaran Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 103 Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 104 A.g.e. 100 287 ederek üniter bir tüzükle kendi ikametgâhlarında cemiyetler kanunuyla kayıtlara geçmişlerdir. Kilise, “Kamusal Kurum Hukuku” statüsüne erişebilmek için çaba sarf etmektedir. Süryani Ortodoks Kilisesi Avusturya’da 25.2.1988’den beri “Din Topluluğu” statüsüne sahip olup kamusal kurum hukukuyla “Avusturya’da Süryani Ortodoks Kilisesi” adıyla kabul edilmiştir. Fransa’da da kilise, hukuksal bir statüye erişmiş ve ABD’de uzun zamandan beri Din Topluluğu olarak kabul edilmiştir. Adıyaman’da 10.12.2006 tarihinde takdis edilen Metropolit Melki Ürek ile birlikte Türkiye’deki Metropolit ve Abreşiye sayısı da dörde çıkmıştır. Ortadoğu’daki duruma baktığımızda; Şam, Humus, Halep, Cezire ve Fırat, Beyrut ve Zahle, Cebel Lübnan, Bağdat ve Basra, Musul, Kudüs, Kenaneye abreşiyeleri şeklinde teşkilatlanıldığı görülmektedir. Hindistan’daki Süryani kiliseleri ise Kürsü Kiliseleri Abraşiyesi (Samhasana Kiliseleri) ve Doğu Mafiryanlığı şeklinde teşkilatlanmıştır.105 Hindistan’da mafiryana bağlı hizmet yürüten 18 metropolitlik vardır. Sonuçta, Antakya Süryani kilisesi; 14 tanesi Avrupa ve Amerika’da, 18 tanesi Hindistan’da, 4 tanesi Türkiye’de ve 10 tanesi Ortadoğu’da hizmet yürüten metroplitlikler ile bu metropolitliklerin bağlı olduğu Hindistan’da Mafiryanlık ve Şam’da Patriklik şeklinde teşkilatlanmıştır.106 5.3. SÜRYANİLERİN DEMOGRAFİK DAĞILIMLARI Süryaniler, günümüzde daha çok Ortadoğu, Hindistan, Kuzey ve Güney Amerika’da yoğunlaşmaktadır. Ortadoğu'da Lübnan, Suriye'nin 105 Durak, a.g.e., s.205. Ortadoğu’da; Şam, Halep, El-Cezire ve Euphrates, Beyrut, Lübnan, Zahle ve Beka, Bağdat ve Basra, Musul, St.Matthew, Kudüs ve Ürdün metropolitlikleri bulunmaktadır. Türkiye’de Mardin, Turabdin, Adıyaman, İstanbul metropolitlikleri bulunmaktadır. “Diözesen der Syrisch-Orthodoxen Kirche von Antiochien”, Suryoyo Online, (Erişim) http://wwwuser. gwdg.de /~grabo/sok /diozese.htm, 25 Ocak 2010. 106 288 kuzeydoğu bölgesi olan Jazire ile batısında Şam, Humus, Hama ve Halep bölgelerinde, Kuzey Irak'ın Zaho, Dahok ve Erbil Bölgeleri, Orta Irak'ta Musul Bölgesi ve Bağdat, İran'ın Urmiye Bölgesi ve Türkiye'nin güneydoğusunda bulunan Turabdin (Mardin Midyat bölgesi)107 yaşamaktadırlar. Ayrıca Süryanilerin yoğun olarak yaşadıkları en önemli bölge Hindistan'dır. Amerika kıtası ve Avrupa’daki Süryaniler ise Ortadoğu’dan XX. yüzyıl sonlarında Ortadoğu ve Türkiye’den göç eden Süryaniler oluşturmaktadır. Süryanilerin anavatanları olan Ortadoğu'dan binlerce mil uzaktaki Kuzey ve özellikle de Güney Amerika'da önemli oranda bulunması dikkat çeken bir husustur. Kuzey ve özellikle de Güney Amerika'nın 19’uncu yüzyılın son çeyreğindeki cazibe durumu, bu bölgelere Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaşayan ekonomik gücü düşük kitleleri kendine çekmiştir. Aralarında Müslümanların da bulunduğu, birçok Hristiyan Arjantin, ABD ve Brezilya gibi ülkelere Osmanlının çeşitli bölgelerinden, 1880'lerin başında göç etmişlerdir. Ekonomik sebepli olan bu göç sonrası bir kısım göçmen dönerken çoğunluğu geri dönmemiştir. Bu göçle giden yaklaşık 400.000 civarındaki Süryani'nin geri dönmeyerek orada kaldığı değerlendirilmektedir.108 Yurt dışındaki Süryani nüfusu hakkında verilen bilgiler daha çok tahminlere dayalı olmaktadır. Rabo, kilise hiyerarşisi içinde batı metropolitlik bölgesinde yaşayan Süryani sayısını tahmini bir oranla 200.000-300.000 civarında olduğunu ileri sürmektedir. Bu sayının çoğunlukla Almanya’da 70.000-80.000, İsveç’te 55.000-65.000, ABD ve Kanada’da 15.000-40.000, Hollanda’da 15.000, Arjantin’de 3.000, Belçika’da 15.000 ve İsviçre’de 6.0007.500, Avustralya’da 5.000 ve Brezilya’da 2.500-3.500, Avusturya’da 1.0002.500, Fransa’da 1.500-2.500, İtalya’da 1.000, İngiltere’de 500-800 ve adını 107 “Turabdin” kelimesi Hıristiyanlığın yayılması ile artan keşiş ve manastırlara ithafen “Tanrı’nın kullarının veya hizmetkarlarının dağı” anlamında kullanılmaktadır. Bkz. Gabriel Akyüz, Mardin İlinin Merkezinde Civar Köylerinde, s.25-26. Kürtler tarafından bu bölge 'Tor' ve burada yaşayan insanlar da 'Tori' olarak adlandırmaktadırlar. Bkz. Erginer, a.g.m., s.27. 108 Kemal H. Karpat, "The Syrian Emigration From The Ottoman State, 1870-1914", Revue D'Historie Maghrebine, Tunus, Yıl 10, Sayı 31-32, 1983, s.287-288, 294. 289 anmadığımız diğer düşünmektedir. Avrupa ülkelerinde de 800 civarında olduğunu 109 Tablo 3. Karşılaştırmalı Dünya Süryani Mevcudu (Antakya Süryani Kilisesi Geleneğinden Gelen Cemaatler) Ülke Adı Nüfus -1-110 Irak 1.500.000 Suriye Nüfus -2-111 Nüfus -3-112 1.928.000 660.000 Ülke Adı Nüfus -1- Nüfus -2- Nüfus -3- Fransa 20.000 18.000 60.000 700.000 815.000 2.000.000 Belçika 15.000 5.000 15.000 ABD 400.000 490.000 2.300.000 Gürcistan 15.000 15.000 İsveç 120.000 48. 000 110.000 Ermenistan 15.000 206.000 Lübnan 100.000 68.000 1.200.000 İsviçre 10.000 3.000 Brezilya 80.000 98.000 2.500.000 Danimarka 10.000 10.000 Almanya 70.000 31.000 Rusya 70.000 52.000 İran 50.000 74.000 Ürdün 44.000 Yunanistan 8.000 8.000 İngiltere 8.000 9.000 9.000 50.000 Avusturya 7.000 8,000 2000 15.000 8.000 İtalya 3.000 3,000 8.000 Avustralya 30.000 38.000 400.000 Y.Zelanda 3.000 4.000 50.000 Türkiye 24.000 24.000 25.000 Meksika 2.000 2.000 240.000 Kanada 23.000 23.000 200.000 Diğer 100.000 6,250 190.000 Hollanda 20.000 12.000 Hindistan 90.000 8.000 Arjantin 2.000.000 Toplam 300.000 3.447.000 4.005,250 12.425.000 Tablo 3‘de görüldüğü üzere sayılar hakkında kesin bir hükümde bulunmak pek mümkün görünmemekle birlikte, dünya Süryani ekolünden gelen topluluğun mevcudunun %45’ini Keldaniler, %26’sını Süryani Ortodokslar, %19’unu Doğu Kilisesi mensupları, %4’ünü Süryani Katolikler, 109 Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. BetBasoo, a.g.e. 111 Assyrian Information Management, (Erişim) http://aim.atour.com/, 11 Mayıs 2010. 112 Günal, a.g.t., s.251. 110 290 %6’sını diğer Süryani cemaatinin oluşturduğu iddia edilmektedir.113 Zira tablodaki sayıların içine sadece Süryaniler değil, Antakya Süryani Kilisesi ekolünden gelen diğer topluluklar da dahil edilmesi sayılar arasında ciddi tutarsızlıklara neden olmaktadır. Veysi Günal’ın Süryani, Nasturi, Keldani, Maruni gibi Süryani geleneğinden gelen toplulukları birlikte ele alarak yaptığı kitlesel dağılım Harita 1’de görülmektedir. Sadece Süryanilerden bahsettiğimizde bu rakam Avrupa, Amerika ve Avusturalya için tahmini 200300 bin, Asya kıtası için ise yaklaşık 4 milyon olmak üzere toplam 4,5 milyon kadardır. Harita 1. Dünyada Yoğunluğuna Göre Süryani Geleneğinden Gelen Toplulukların Dağılımı114 Göçmenlerin durumları bulundukları ülkelerin sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal ve dinsel farklılıkları nedeniyle, farklı coğrafyalarda birbirlerinden faklılaşabilmektedir.115 Farklı coğrafyalara dağılmış olan Süryanilerin konumsal ve ilişkisel durumlarının, dağıldıkları ülkeler bazında incelenmesi konumuzu daha netleştirecektir. 113 Peter BetBasoo, Brief History of Assyrians, (Erişim) http://www.aina.org/aol/peter/brief.htm, 11 Mayıs 2010. 114 Günal, a.g.t., s.253. 115 Erginer, a.g.m., s.30. 291 5.3.1. Amerika İlk resmî ilişkilerin başlangıcı 1831 yılına dayanmasına rağmen ABD’ye doğru göçler, bu tarihten önce başlamıştır. ABD kayıtlarına göre, Osmanlı İmparatorluğu zamanında ABD'ye göçler 1820-1860 yılları arasında yoğunlaşmaya başlamış ve 1905-1915 arasında göç edenlerin sayısı 367.468 kişiye ulaşmıştır.116 1930’lardan önce çoğunlukla ekonomik gerekçelerle yapılan bu göç ile gidenler, daha çok Türkiye'deki alt sosyal kesimdendir. Bu sebeple çoğunluğu vasıfsız olan bu kimseler, Amerikan sosyal hayatında pek de önemli mevkilere gelememişlerdir. 1940'lardan sonra ise Türkiye'den ABD'ye gelen Türkler bir "beyin göçü" çerçevesinde bu ülkeye gelmişlerdir.117 ABD’deki Süryani varlığı ise 1850 yılına dayanmaktadır. Fakat bunların çoğu ABD’de fazla kalmayarak tekrar İran ve Türkiye’deki yurtlarına geri dönmüşlerdir. ABD’ye göç edenler daha çok Nasturi’lerdir. 1940 yılında Nasturi Patriği Mar Eshai Shimun Amerika’daki Nasturilerin sayısının 70.000 olduğunu belirtmektedir.118 Genellikle ABD’deki Nasturiler ve Süryaniler, Asur kimliğini kullanmayı tercih ettiklerinden dolayı bazen Süryanileri ayırmak pek mümkün olamamaktadır. Ancak ABD’ne göç edenler daha çok 1918’den 1970’e kadar İran, Türkiye, Filistin ve diğer Arap ülkelerinden gelen Süryani, Nasturi, Keldani, Marunilerden oluşmaktadır. ABD’deki bu topluluğun sayısının 300 bin kadar olduğu tahmin edilmektedir.119 XX. yüzyılda ABD’ye doğru yapılan bu göçlere baktığımızda; 1948 yılında İran’dan, 1960 yılında Irak’tan (özellikle Bağdat, Kerkük ve Basra illerinden), 1975-1992 yılları arasında 116 Gordon, a.g.m., s.357-358. Bu tarihten sonra 2.000 mühendis, 1.500 fizikçi ABD'nde çalışmaya başlamıştır. 1931-1940 yılları arasında 1.065; 1941-1950 arasında 798; 1951-1960 arasında 3.519; 1961-1971 yılları arasında 10.142 Türk göçmeni ABD'ne gelmiştir. Genel olarak, Türkiye’den giden bu göçmenlerin oranı, %95 gibi Hristiyan kesim ağırlıklıdır. Bkz. Harvard Encyclopedia of Ethic Groups, Massachusetts, 1980, s.993994; Gordon, a.g.m., s.303-308. 118 The Assyrian Academic Society, a.g.m. 119 Matfiyef, a.g.e., s.41. 117 292 Lübnan’dan (özellikle Lübnan’daki çatışmalardan kaçanlar) göç edenlerin oluşturduğu görülmektedir. Yine bu grup içinde 1980’li ve 1990’lı yıllarda İran-Irak savaşı, 1991 yılında Körfez Harekâtı gibi sebeplerden dolayı ABD’ye göç edenler de dâhil edilmelidir.120 Süryanilerin bir kısmı gittikleri toplumlarda önemli mevkilere gelmiş olmalarına rağmen Süryani milliyetçiliğini destekler bir tavır içine girmemiş olanlar, kendi toplumları tarafından eleştirilmektedirler. Zira Süryani ve Nasturilerin bir kısmı ABD’ni, kendilerini en çok hor gören ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapan ülke olarak görmektedirler.121 Aslında Süryani-Amerikan ilişkileri yoğun olarak misyonerlik faaliyetleri içinde olmuştur. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında ortaya çıkan olumsuz ekonomik tablo, diğer birçok topluluklar gibi Süryanileri de etkilemiştir. Bu tablonun bir sonucu olarak çoğunlukla ekonomik gerekçelerle ortaya çıkan Süryani göçü daha çok Amerika Birleşik devletlerine doğru olmuştur. Süryaniler, bu ülkede daha ziyade Chicago, Detroit and San Francisco gibi şehirleri tercih etmişler ve gruplar halinde yerleşerek farklı kiliseleri kullanmaya başlamışlardır.122 Amerika’da Ortadoğu kökenlilerin yoğunlukla yaşadığı eyaletlerden sırasıyla; Michigan’da 490,000 Ortadoğu kökenli nüfusun %23’ünü Süryani geleneğinden gelen topluluklar (Süryani, Nasturi, Maruni gibi) oluştururken bu oran diğer eyaletlerden California’da 750.000’nin % 10’ünü, 240,000’nin 175.000’nin %1’ini, %1’ini, Illinois’de 220.000’nin % 23’ünü, New Jersey’de Teksas’da 210.000’nin Pennsylvania’da %1’ni, 160.000’nin Massachusetts’de %1’ini Süryani geleneğinden gelen topluluklar oluşturmaktadır.123 Değişik kiliselere mensup 120 Bu sayının içinde Süryanilerin de olabileceğni değerlendiriyorum. Bkz. The Assyrian Academic Society, “Assyrians of Chicago”, (Erişim) http://www.aina.org/articles/chicago.htm, 12 Mayıs 2010. 121 Matfiyef, a.g.e., s.160. 122 Örnek olarak bugün Chicago’da Doğu kilisesi mensupları, Mar Gewargis, Mar Sargis ve St. John kiliseleri ile Bartlett’de St. Mary'nin kilisesinde; Keldani Kilisesi mensupları, Mart Maryam ve St. Ephraim kiliselerinde; Süryani Ortodoks kilisesi mensupları ise Villa Park’daki St. John the Baptist kilisesinde ibadetlerini yerine getirmektedir. Ayrıca Süryanilere ait Chicago’da Mar Odisho kilisesi de ibadete açıktır. Bkz. The Assyrian Academic Society, a.g.m. 123 Eyaletlerde nüfus oranları için bkz. “Demographics” Arab American Institute Foundation, 293 bu topluluk Amerikan Asurlar Birliği’nin etrafında bir birlik görünümü sergilemeye çalışmaktadırlar. Bu ülkeye olan göç ise hâlâ devam etmektedir.124 ABD’deki Süryani kiliselerinin durumuna baktığımızda; metropolitliğini Mor Clemis Eugene Kaplan’ın yaptığı Batı ABD metropolitlik vekillik bölgesine bağlı 12 kilise, metropolitliğini Mor Cyril Aphrem Karim’in yaptığı Doğu ABD metropolit vekillik bölgesine bağlı 19 Süryani kilisesi bulunmaktadır. Bunun yanında metropolitliğini Mor Titus Yeldho Pathickal’in yaptığı Malankara Süryani Kilisesine bağlı 27 kilise bulunmaktadır.125 Sosyal konumları genel olarak düşük olan Türk göçmenler karşısında, sosyal mevki sahibi olmuş Ermeni ve Süryani göçmenler,126 savundukları ideolojiler açısından Amerikan toplumunda adil olmayan bir etkiye sahiptirler. Zaten Ahmet Muhtar Bey’in de belirttiği gibi çok eskilere giden Amerika’daki Türk düşmanlığı, Türk-Amerikan dostluğunun doruk noktasına ulaştığı, ya da öyle göründüğü dönemlerde bile tekrar ortaya çıkma eğilimlidir.127 New Jersey ve Los Angeles’deki metropolitlik ve vekilliklerin dışında Malankara Süryani kilisesine bağlı New York’da da bir patrik vekilliği bulunmaktadır. Ayrıca Amerika kıta’sında Brezilya, Arjantin ve Kanada’da da patrik vekilliği bulunmaktadır. 5.3.2. Avrupa Türkiye’nin Avrupa ile ilişkileri on asır gibi uzun bir dönemi (Erişim) http://www.aaiusa.org/pages/demographics/, 22 Kasım 2010. 124 Yona Sabar. “From Tel-Kepe (“ A Pile of Stones”) in Iraqi Kurdistan to Providence , Rhode Island: The Story of a Chaldean Immigrant to the U.S.A. in 1927.” Journal of American Oriental Society, Issue 98, No 4, Aralık 1978, s. 410. 125 Detaylı bilgi için bkz. “Syriac Orthodox Church” (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Syriac_ Orthodox_Church, 22 Mayıs 2010. 126 1996-97 yılları arasında Chicago’da 390 adet Asurîlere ait işyeri olduğu bildirilmiştir. Bkz. The Assyrian Academic Society, a.g.m. 127 Bilal N.Şimşir, "Türk- Amerikan ilişkilerinin yeniden kurulması ve Ahmet Muhtar Bey'in Washington Büyükelçiliği 1920-1927", Belleten, Ankara, C. XLI, No.162, 1977, s.341. 294 kapsamaktadır. Türklerin geçmişte Avrupa ile ilişkilerindeki konumlarının, bugünkü Türkiye Avrupa ilişkilerinden farklı olmasına rağmen günümüze ışık tutması açısından önemlidir.128 Avrupalıların Türklerle ilk karşılaşması cephelerde olduğundan dolayı kafalarında şekillenen tablo da daha çok bu çerçevede olmuştur. Özellikle güç dengesinin Türkler lehine olduğu yıllar, Avrupa’nın kafasında Türk’ün bir tehlike olarak algılanmasına ve bu algının ise toplumun genlerine işlenmesine neden olmuştur. İstanbul’un fethi ile de başladığı ileri sürülen ‘Batılaşma’ süreci129 özellikle 1800’lü yıllardan itibaren, Batı Avrupa’yı model alan hızlı bir değişim sürecine dönüşmüştür.130 Bu süreç Cumhuriyet döneminde de devam etmiş olmasına rağmen Avrupa tarafından Türkler ile ilişkilerinde coğrafya, dinî ve kültürel farklılıklar bir engel olarak çıkarılarak, “uluslararası ilişkilerde negatif bir ayrımcılık” yapılmıştır ve hâlâ da yapılmaktadır. 131 Bugün Avrupa’nın çoğu yerine dağılmış olan Süryaniler, Türk ve Türkiye aleyhine olan bu mantalitenin değiştirilmesinde kullanılabilecek bir unsurken, giderek sözde soykırım söylemleri ile, mevcut yanlış algının pekişmesine ve hatta daha da kutuplaşmasına katkı sağlamaktadır. 5.3.2.1. Avrupa Birliği Türkiye; BM, AK ve AGİT gibi uluslararası örgütlere üye ve bu çerçevede çok sayıda uluslararası belgeye taraf bir devlet olarak, uluslararası alanda yükümlülük altına giren ve Batı'ya entegre olmaya çalışan 128 David Barchard, “Turkey and the West”, Royal Institute of International Affairs, Routledge&Kegan Paul, London, 1985, s.50. 129 Emre Kongar, Kültür Üzerine, İstanbul, Çağdaş Yayınları, 1982, s. 50; Osmanlı tarihinde azınlıklar sorununu İsmet İnönü’de İstanbul’un fethine dayandırmaktadır. Bkz. Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar-Belgeler, Takım I, C. I, Kitap I, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1993 s.188. 130 Şerif Mardin, “European Culture and The Development of Modern Turkey”, Turkey and European Community, ed. Ahmet Evin ve Geoéfrey Danton, Leske, Budrich Opladen 1990, s.5-6. 131 İhsan Sezal, “An Overall View of Structural Changes in Turkey: The Republican Era (1923 – 93)”, Uludağ Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, Mart 1984, s.198-199. 295 bir ülkedir. Türkiye, insan haklarının ve temel özgürlüklerin korunmasıyla ilgili uluslararası düzenlemeleri imzalayıp onaylayarak, AB'ye girmek yolundaki istek ve iradesini ortaya koymuş olmasına rağmen, Avrupa Birliği yetkili organlarının ve üye ülkelerinin Türkiye’ye yönelik olumsuz yaklaşımları devam etmektedir. Bu durum Türkiye tarafından ciddi şekilde eleştirilmektedir. Türkiye, 11 Aralık 1999'daki AB Helsinki Zirvesi'nde, AB'ye adaylık statüsünün kabul edilmesinden itibaren özellikle "Kopenhag Siyasi Kriterleri"nin tam olarak benimsenmesi için Türk mevzuatı ve bu mevzuatın uygulaması için ciddi bir çaba gösterilmiştir. Türkiye’nin bu kapsamda; 19 Mart 2001'den itibaren hazırladığı "Ulusal Program (UP)" ile Avrupa Birliğine uyum için gösterdiği çabalara rağmen132 AB, yıllık olarak yayınladığı "İlerleme Raporları" ile Türkiye'deki gayrimüslim azınlıklar ile diğer etnik ve dinsel grupların taleplerine yönelik ilave talepler dile getirmeye devam etmiştir.133 Bu raporlar ile Anayasa ve yasalarda yapılan değişiklikler 132 Avrupa Birliğinin talepleri doğrultusunda Türkiye, insan ve azınlık haklarını ilgilendiren mevzuatında reformlara girişerek 9 adet AB Uyum Paketi çıkarmıştır. Bu paketler ile AB Uyum Paketleri'nin getirdiği Türkiye'deki kültürel grupları ve azınlıkları ilgilendiren düzenlemeler şöyle sıralanabilir: İkinci Uyum Paketi ile, Basın Kanunu'nda, yasak dillerde yayın yapma konusundaki hüküm kaldırılmıştır. Üçüncü Uyum Paketi ile, 2923 sayılı "Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimiyle Türk Vatandaşarının Farklı ve Dil ve Lehçelerinin Öğrenilmesi Hakkında Kanun"da yapılan değişikliklerle, Türk vatandaşlarınca geleneksel olarak kullanılan farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesindeki sınırlamalar kaldırılmıştır. Vakıflar Kanunu değiştirilerek, cemaat vakıflarının Bakanlar Kurulu kararıyla taşınmaz edinebilmeleri sağlanmıştır. Dördüncü Uyum Paketi ile, Vakıflar Kanunu tekrar değiştirilmiş, cemaat vakıflarının taşınmaz edinebilmeleri bu kez Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün iznine bağlanarak kolaylaştırılmıştır. "Cemaat Vakıflarının Mal Edinmeleri, Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları ve Tasarrufları Altında Bulunan Taşınmaz Malların Bu Vakıflar Adına Tescil Edilmesi Hakkında Yönetmelik", 24 Ocak 2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Altıncı Uyum Paketi ile, Radyo ve Televizyon Kuruluşu ve Yayınları Hakkındaki Kanun'da yapılan değişiklikle, özel radyo ve televizyon kanallarının çeşitli geleneksel dil ve lehçelerde yayın yapmalarına olanak tanınmıştır. Nüfus Kanunu değiştirilerek, ana-babaların çocuklarına istedikleri adı koymalarına yönelik kısıtlamalar kaldırılmıştır. İmar Kanunu'nda değişiklik yapılarak, her din ve inanışa ait ibadet yerlerinin kurulmasına imkan tanınmıştır. Yedinci Uyum Paketi ile, Türk vatandaşları tarafından kullanılan dil ve lehçeleri öğrenme imkanları genişletilmiş, mevcut dil kursları içerisinde bu amaçla özel sınıf açılması mümkün kılınmıştır. Bununla birlikte, yapılan köklü reformlara rağmen, uygulamada birçok sorun ortaya çıkmış ve çok ağır bir ilerleme kaydedilmiştir. Bkz. Oran, Türkiye'de Azınlıklar:, s.98-99. 133 Zeri İnanç, Uluslararası Belgelerde Azınlık Hakları, Ankara, Ütopya Yayınevi, 2004, s. 44; Tarık Ziya Ekinci, Avrupa Birliği'nde Azınlıkların Korunması Sorunu, Türkiye ve Kürtler, İstanbul, Sümer Yayıncılık, 2001, s.89-128; Uyum yasaları ile getirilen düzenlemeler ve bu düzenlemelerin eski hali hakkında toplu bir karşılaştırma için bkz.Avrupa Birliği Uyum Yasaları, 296 sonrasında, insan hakları ve temel özgürlükleri alanında pek çok AB’ne üye devletlerdeki düzenlemelerden daha ileri düzenlemelerin Türkiye’den isteniyor olması, “Türkiye’ye neden farklı uygulama yapıldığı?” sorusunu akla getirmektedir. Türkiye tarafından zaman zaman olumsuz algılanan bu gelişmelere rağmen, Türkiye’ye 3 Ekim 2005’den başlamak üzere müzakere tarihi verilmiştir.134 Türkiye ile AB arasındaki Katılım Ortaklığı Belgelerindeki kriterlerden, bir kısmı AB üye ülkelerinin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası konusundaki tutumundan kaynaklanan, güvenlik boyutunu da içeren bazı sorunlarının bulunduğu bir gerçektir. Bunlardan Avrupa Parlamentosunda Türkiye’nin “Sözde Ermeni Soykırımı”nı tanıması konusunda bir karar suretinin kabul edilmiş olması ve Katılım Ortaklığı Belgelerinde Türkiye’deki bütün vatandaşlara eğitim, radyo-TV yayını dâhil tüm kültürel hakların tanınması yönündeki aldığı kararlar ayrıca tartışılacak konulardır. 135 Avrupalılaşma amacıyla başlatılan süreç sonunda kamu alanında ve sosyal alanda yapılan tüm düzenlemelere rağmen, yapılandan çok yapılmayana bakan AB, insan hakları gibi birçok konuda Türkiye’ye baskı yapmaya devam ederken, diğer taraftan insan hakları konusunda sicili en kötü ülke olarak Türkiye’yi göstermeye başlamış olması, yürütülen önyargılı yaklaşımın bir göstergesi olarak kabul edilebilir.136 Türkiye’nin bir mozaik olduğu ve 47 ayrı etnik topluluktan137 meydana geldiği iddialarının bazı kimselerce sahiplenilip savunulduğu günümüz Türkiye’sinde, Avrupa Birliği tarafından gündeme taşınan azınlıklar T.C. Dışişleri Bakanlığı AB Genel Sekreterliği, Nisan, 2004. 134 Dora, a.g.m. 135 Nezihi Çakar, “AB Türkiye İlişkilerinin Güvenlik Boyutları”, AGSK, AB ve NATO İlişkilerinin Geleceği Türkiye’ye Etkileri Sempozyumu, İstanbul, Harp Akademileri Sempozyum Kitabı, HAK Yayını, 11-12 Ocak 2001, s.313-317. 136 Gideon Burrows, Silah Ticareti Kılavuzu, İstanbul, Metis, 2003, s.55. 137 Peter Alford Andrews, Türkiye’de Etnik Gruplar, çev. Mustafa Küpüşoğlu, Ant Yayınları, Weisbaden 1989. Andrews’in tasnifine ilişkin bilimsel bir eleştiri için bkz. Orhan Türkdoğan, Etnik Sosyoloji, İstanbul, Timas Yayınları, 1999 s.104-115. 297 konusunda, kendi üye ülkelerindeki azınlıklara yönelik yaklaşımın nasıl olduğuna kısaca bakılmasında fayda vardır. Azınlıklar konusunda Avrupa Birliği ülkelerinin durumuna bakıldığında; AB’nin önde gelen ülkelerinden Fransa, ülkesinde 1.200.000 Alzaslı, 900.000 Breton, 300.000 Lorenli, 300.000 Katalonyalı, 200.000 Korsikalı, 200.000 Flaman ve 100.000 ila 200.000 Basklı yaşıyor olmasına rağmen ülkesinde azınlık bulunmadığını ve “Fransa’da tek bir halkın olduğu, onun da Fransız halkı olduğu” şeklinde konuya yaklaşmaktadır. İsveç, ülkedeki azınlıkların varlığını ancak üç yıl önce tanımıştır. Yunanistan, yaklaşık 70 yıldan beri ülkesindeki Makedon azınlığının varlığını kabul etmemektedir. Bugün Yunanistan’daki Makedon azınlığının okulları, kiliseleri ve hiçbir azınlık kurumu yoktur. Bu arada Atina, resmî bir caminin olmadığı tek Avrupa Birliği başkentidir”.138 Tüm bu somut göstergelere rağmen Avrupa Parlamentosunun herhangi bir kararında, bu bahsettiğimiz kendi üyelerinden söz eden veya Avrupa basınında bu azınlıklardan söz eden yazılara, yorumlara, eleştirilere de rastlanmamaktadır. Buna rağmen Türkiye ve üye olmayan bazı ülkelerdeki duruma büyük duyarlık gösteren batı ülkelerinin ve insan hakları kuruluşlarının (pek nadir istisnalar bir yana bırakılırsa), anlaşılmaz durumu Türkiye tarafından kuşku ile karşılanmaktadır.139 Gelişmeler Helmut Kohl’ün, “AB, her şeyden önce ortak değerler, özellikle Hristiyanlık ve aydınlanma çağının düşünceleri tarafından belirlenen bir kültürel birlik” olduğu yönündeki söylemini teyit eder şekilde gelişmektedir.140 Diğer taraftan Avrupa Birliği organlarından Avrupa Parlamentosu, 1980’li yıllardan itibaren 1915–1917 olaylarını soykırım olarak tanımlamakta ve Türk hükümetinden de bu kararı kabul etmesini istemektedir. Ayrıca 138 Bekir Berat Özipek, “Gayrimüslimlerin İnsan Hakları Sorununu Tartışmak: Kaygılar ve Sorular”, (Erişim)http://www.rightsagenda.org/attachments/107_gayrimuslumlerininsanhaklarisorununutartisma k.doc, 11 Haziran 2010; daha geniş bilgi için bkz. Arısoy, a.g.t., s. 74-108. 139 Öymen, a.g.e., s.145-149. 140 Ali Bulaç, Avrupa Birliği ve Türkiye, İstanbul, Eylül Yayınları, 2001, s.103. 298 Türkiye’nin soykırım iddiasını kabul etmemesinin Avrupa Birliği’ne kabulü önünde kesin engel olarak gördüğünü dile getirmektedir.141 Avrupa Parlamentosu 18 Haziran 1987’de “Ermeni Sorunu” başlıklı kararında soykırım kavramını açıkça vurgulamıştır.142 Avrupa Parlamentosu, 15.11.2000 tarihli kararı ile “Türk hükümetine ve TBMM’ne özellikle modern Türkiye devletinin kurulması öncesinde Ermeni azınlığın maruz kaldığı soykırımın kamuoyu önünde kabulü ile Türk toplumunun önemli bir parçasını oluşturan Ermeni azınlığa taze bir destek vermesi” çağrısında bulunmuştur.143 Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu tarafından 15 Aralık 2004 tarihinde onaylanan "Eurlings'' Raporu144 veya 27 Eylül 2006 tarihli Avrupa Parlamentosu kararı145 gibi Türkiye’yi açıktan soykırımla suçlayan yaklaşımlar ise Türkiye tarafından endişe ile izlenmektedir. Cumhuriyet döneminde ilk defa Lüksemburg Zirvesi sonrasında Avrupa Konferansına katılma şartları arasında zikredilen azınlık konusu içinde Türkiye’de resmi azınlık olarak kabul edilen Yahudi, Rum, Ermeni ve Bulgar dışında başka toplulukların da olduğu dile getirilmiştir.146 Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit edebilecek bir gelişme olan bu durum, AB Parlamentosunun veya Avrupa Komisyonunun gerek Süryaniler, gerekse 141 Taner Timur, 1915 ve Sonrası, Türkler ve Ermeniler, İmge Yayınları, Ankara, 2001, s.20’den aktaran Bayzan, a.g.e., s.24. 142 Ö.Faruk Gençkaya ve Burcu Gezgör, “Avrupa Parlamentosu, İnsan Hakları, Demokrasi Ve Türkiye: Başlıca Temalar Ve Etkileri”, Yeni Türkiye, Avrupa Birliği Özel Sayısı, Eylül-Ekim 2000, Sayı:35, s.646-661. 143 EU Parlament resolution on the 1999 regular report from the commission on Turkey’s progress towards accession COM(1999) 513-C5-0036/2000-2000/2014 (COS). 144 Şükrü Elekdağ, “AB’den Türkiye’ye Ermeni Engeli”, Cumhuriyet, 25 Nisan 2005, s.6. 145 Avrupa Parlamentosunun Türkiye Raporu Taslağı, Dışişleri Komisyonu'nda 4 Eylül 2006 tarihinde altıya karşı 52 oyla kabul edildi. Buna göre ilk defa Yunan parlamenterlerin girişimiyle Süryani ve Pontus soykırımlar ibareleri bir Avrupa Parlamentosu raporuna girmiştir. Rapor’un 50. paragrafı Türkiye’nin Ermeni “soykırımı”nı tanıma çağrısı yaparken paragrafın sonunda, “benzer bir yaklaşım diğer azınlıklar için de kabul edilmelidir” deniyor ve parantez içinde Pontus Rumları ve Süryani örnekleri veriliyor. Bkz. Güven Özalp, “Soykırım'ı tanıyın' şartı!”, Radikal Gazetesi, 05 Eylül 2006, (Erişim) http://www.radikal.com.tr, 05 Eylül 2006; Sema Sezer, “Fransa’daki Çöp Evler ve Tetikte Bekleyen Pontus-Süryani Soykırımları”, Stratejik Analiz, Kasım 2006, s.45. 146 S.Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türkiye, İstanbul, 5. Baskı, Beta Basım Yayım, 1998, s.375. 299 diğer gayrimüslimler hakkında aldıkları kararların, Sevr’in 36, 72, 141,142, 144 ve 147’nci maddeleri ile olan benzerliği de dikkate değerdir.147 Avrupa Parlamentosu’nda son yıllarda giderek artan bir şekilde Süryanilerin, Ermeniler ile işbirliği içinde Türkiye aleyhtarı faaliyetlerde bulundukları görülmektedir.148 Türkiye aleyhine yürütülen bu lobi faaliyetlerinin mevcut sorunu giderek daha da kronik hale getireceği değerlendirilmelidir. Süryaniler açısından Avrupa Birliği ile yaşanan bu sürece baktığımızda; hem azınlıklara yönelik kararlar içinde hem de doğrudan Süryanilere yönelik alınan kararları içinde değerlendirildikleri görülmektedir. Yani bu konu iki boyutlu olarak düşünülebilir. Keza 5.11.2003 tarihinde yayınlanan Avrupa Birliği İlerleme Raporunda da Süryanilerin azınlık haklarından, Lozan’a rağmen yararlandırılmadıkları dile getirilmiştir. 6 Ekim 2004 tarihli, Avrupa Birliği Komisyonunun son ilerleme raporunda ise gayrimüslim Süryanilerin halen okul kurma iznine sahip olmaması bir eksiklik olarak değerlendirilerek, Süryanilere yönelik doğrudan görüş belirtilmiştir.149 Türkiye’nin Avrupa Birliği süreci ve bu bağlamda bölgedeki Süryanilerin durumu ve geleceğinin bazı AB delegasyonları tarafından 147 22 Aralık 1993 tarihli kararı ile Kürtlere, 24 Ekim 1996 tarihli kararı ile İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesine yönelik, Avrupa Komisyonu’nun 08 Kasım 2000 tarihli raporunda Heybeliada Ruhban Okuluna yönelik kararları, AB Parlamentosu’nun 15 Kasım 2000 tarihli kararı ile Ermeni soykırım iddiaları için bkz. A. Hurşit Tolon, Birinci Dünya Savaşı Sırasında Taksim Anlaşmaları ve Sevr'e Giden Yol, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 2004’den aktaran Ümit Sayın, “Bayram Değil; Seyran Değil Stratejik Müttefiklerimiz Bizi Neden Parçalıyor?” Netpano, (Erişim) http://www.netpano.com/makale/?makale=289, 22 Mart 2009. 148 28 Nisan 2010’da Avrupa Parlamentosu’nda yapılan Türkiye'deki Süryanilerin hakları konferansında; “Türkiye’nin Ermenilere ve Süryanilere karşı yapılan soykırımı kabul etmesi, Türkiye’nin AB’ne girmesinin engellenmesi” odaklı konuşmalar yapılmıştır. “Avrupa Parlamentosu'nda Türkiye'deki Süryanilerin Hakları Konferansı”, ABHaber, 29 Nisan 2010, (Erişim) http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=6101, 20 Mayıs 2010; Avrupa parlamentosunda 26 Mart 2007 günü sol ve Türkiye karşıtı örgütler tarafından organize edilen konferansta Türkiye’nin üyelik öncesi Ermeni, Süryani ve Rum soykırımını kabul etmesi gerektiğini dile getirilmiştir. Bkz. “EU Conference Calls on Turkey to Recognize Assyrian Genocide”, (Erişim) http://www.aina.org/releases/ 20070403104508.htm, 03 Nisan 2007. 149 Dora, a.g.m. 300 Deyru’l-zafaran Manastırında konuşulması, Süryanilerin Avrupa Birliği tarafından önemsendiği şeklinde de yorumlanabilir.150 Süryaniler ise Avrupa Birliğine Türkiye’nin dâhil olmasına sıcak bakmakta ve üyelikle beraber bugün sorun olan çok şeyin düzeleceğini düşünmektedirler.151 5.3.2.2. Almanya Daha önceleri Orta Avrupa Metropolitliğine bağlı iken, 1997 yılında artan cemaat sayısından dolayı Warburg’da ayrı bir metropolitlik olarak kurulan Almanya Metropolitliğine 50 civarında kilise bağlıdır. Bu kiliselere ilâve olarak Yerel Yönetim Kurulları (her kilisede birer tane) ve Yüksek Yönetim Kurulu (Almanya genelinde bir tane) vasıtasıyla da Süryanilerin Almanya’daki sorunlarına çözüm bulunmaya çalışılmaktadır.152 Almanya’da Süryani toplumunun karşılaştığı ilk sorun, lisan sorunu olmuştur. Lisan sorunu ile birlikte bugün sorunlarının büyük bir kısmını aşmış gibi görünen Süryaniler için işsizlik, asimilasyon, kültürel bozulma, terör örgütlerinin tehdidi, hâlâ sorun olmaya devam etmektedir. Almanya’daki Süryanilerin yarıya yakını kendi özel işlerini yaparken, yaklaşık %30’u devlet daireleri ve özel şirketlerde çalışmaktadır. Eğitim seviyesi giderek artan Almanya Süryanileri, kendilerini kiliseye bağlı olarak 150 14 Mayıs 2007 pazartesi günü, Ankara’daki Almanya Büyükelçiliğinin başkanlığında AB ülkelerinin elçilerinden oluşan 23 kişilik bir delegasyon bölge gezisi kapsamında geldiği Deyruzafaran Manastırında, Türkiye’nin Avrupa Birliği süreci ve bu bağlamda bölgedeki Süryanilerin durumu ve geleceği konuşuldu. Bkz. “AB Delegasyonu Mardin’de” (Erişim) http://www.deyrulzafaran.org/ turkce/manastir/haberdetay.asp?id=122&kategori=HABERLER, 22 Mart 2009. 151 Can Dündar, “Süryaniler Döner mi?”, Köşe Yazıları, 11 Mayıs 2000, (Erişim) http://www.candundar.com.tr/ index.php?Did=1311, 11 Ekim 2006; Metropolit S. A. ile 04 Nisan 2007 tarihinde Mor Gabriel Manastırında yapılan sözlü mülakat. 152 Gürbüz, a.g.e. 301 görmektedir. Kiliselerinde Süryanice ibadet ederken, Süryanice dilini ve kültürlerini de korumaya gayret etmektedirler.153 5.3.2.3. İngiltere Aslında Ermeni, Nasturi veya Süryani sorunu denildiğinde iki büyük aktör Rusya ve İngiltere karşımıza çıkarmaktadır. Sorunun yaratılmasındaki etkisine rağmen sorundan belki de en az etkilenen ülke olan İngiltere, klasik İngiliz politikasını, Süryani konusunda da ortaya koymuştur. İngiltere tüm bu konularda basit bir politika izlemiştir: “Divide et impera: Böl ve yönet”. 154 Bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi İngiltere, Birinci Dünya Savaşı sırasında çeşitli vaatlerle Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırttığı Nasturi ve Süryanilere savaşın sonunda sahip çıkmamıştır. Bununla birlikte İngiltere, yeni politikalarında tekrar kullanmak üzere Süryani-Nasturiler üzerinde hesaplar yapmaktan ve yeni vaatlerde bulunmaktan da geri durmamıştır. 1914-1945 yılları arasında İngiliz hükümeti tarafından İran ve Irak’ta görevlendirilen Ortodoks bir din adamı olan Wigram’ın İngiliz politikası hakkında söylemiş olduğu şu sözler bu gerçeği teyit etmektedir: “Bizler (İngilizler) Süryanileri (Nasturileri) resmen kullandık. Onları düpedüz aldattık. Vaatlerimize kandıklarından her verdiğimiz işi yaptılar. Ama daha sonra onları düşmanın eline terk ettik ki öçlerini alabilsinler. Bu konu Cemiyet-i Akvam’da ele alındı. Alınan karar gereğince güya Süryanilere (Nasturiler) bir yurt verilecekti. Özellikle bizler onların acı çekmelerine neden olduğumuzdan parayla bile olsa böyle bir yurt bulmalıydık.” diyerek bir gerçeği dile getirmektedir.155 İngilizlerin Süryanilere yurt verme karşılığında savaşa 153 Gürbüz, a.g.e. Çitlioğlu, a.g.e., s.148. 155 Faik Bulut, Kürdistan’da Etnik Çatışmalar Dar Üçgende Üç İsyan, 2. Baskı, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2005, s. 199. 154 302 sürüklemesine rağmen, savaş sonunda bu sözlerin tutulmadığını, Nasturi Patriği Mar Eshai Shimun da şikâyet ederek dile getirmektedir.156 Bu bölge halklarının aslında hiç aklından çıkarmaması gereken bir gerçek olarak İngiltere; gerek Hindistan yolunun güvenliği, gerek Musul petrollerinin hâkimiyeti,157 gerekse Rusya ile olan mücadelesinin bir sonucu158 olarak Mezopotamya halklarına aslında hep acı getirmiştir. İngiltere, Süryanilere yönelik politikasını bilimsel çalışmalarla da desteklemektedir. İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde kurduğu Süryaniler Kürsüsünde, Süryanice dili, tarihi ve edebiyatı bölümlerinde eğitim vermektedir.159 İngiliz siyaseti gündemde tuttuğu soykırım söylemleri ile Türkiye’ye karşı elini güçlü tutmaya çalışmaktadır. Bu amaçla zaman zaman parlamentosunda sözde soykırım konulu konferanslar düzenlenmesine de kayıtsız kalmaktadır.160 Aslında Nasturileri Osmanlı’ya karşı kullanırken161, Nasturilerin başarılı olamayacağını ve çok zayiat vereceğini162 bildiği halde İngiltere’nin Nasturilere yönelik politikasının kanaatimizce ciddi sorgulanması gerekmektedir. İngiltere’nin bu politikası tüm diğer bölge halkları gibi Nasturilere de çok acı çektirmiştir. 156 “An Appeal From Mar Eshai Shimun XXI Catholicos Patriarch Of The Assyrians To All The Christian Churches”, Nicosia, Cyprus,1933, (Erişim) http://www.edessa.com/histdocs/appeal1933.htm 157 “Assyrian Genocide”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Assyrian_ genocide#cite _note-0, 22 Mart 2009. 158 Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi 1838'den 1995'e, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1998, s.1085. 159 Bu kürsünün Başkanlığını Prof. Dr. Sebastian P. Brook, yardımcılığını ise David Taylor yürütmektedir. Bkz. Altınışık, a.g.e., s. 6, 12. 160 2 Ocak 2006 tarihinde İngiliz parlamentosu’nda “Sözde Asur Soykırımını” konu alan “1915 Asur Süryani soykırımı unutulmuş soykırım” başlıklı bir konferans düzenledi. (Erişim) www.ntvmsnbc.com/news/36287.asp?cp1=1, 22 Mart 2009. 161 İngiltere, Ermeni ve Nasturiler’den teşekkül ettirdiği birlikleri Osmanlı’ya karşı kullanmıştır. Bkz. Bâb-ı Âlî Dâhiliye Nezâreti Şifre Kalemi, Tarih:1 Kânûn-ı Sâni sene 1336, DH. KMS, 50-3/17_2, Devlet Arşivleri, (Erişim) http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/belge.asp?kitap=28&belge=866# secili, 22 Mayıs 2010. 162 Assyrian Information Management, (Erişim) http://aim.atour.com, 20 Mayıs 2009. 303 İngiltere’ye hizmet eden Nasturiler, İngiliz hükümetinin en azından kendilerine karşı ahlâksal sorumluluğu olduğunu düşünmektedirler.163 Böyle düşünmeye onları iten çok neden vardır. Savaştaki işbirlikleri164 yanında İngiltere tarafından kendilerine verilip tutulmayan bağımsızlık sözleri,165 güvenliklerinin sağlanması veya kendilerine yurt verilmesi vb. daha birçok konuda İngiltere, Nasturileri kandırmıştır.166 Irak’ta 1918 yılı sonrasında da Nasturilere karşı oluşan anti sempatiden yine İngiltere sorumludur. Nasturi, Keldani ve Süryanilerden teşkil ettirdikleri Levi Kuvvetlerini bölge insanına karşı cezalandırıcı gibi kullanması, diğer toplulukların, özellikle Nasturi ve Keldanilere karşı düşmanlığının yükselmesine ve 1933 yılında Irak’ta 3000 Nasturi ve Keldani’nin katledilmesine yol açmıştır.167 İngiltere, 1942 yılına kadar da Nasturileri kullanmaya devam etmiştir.168 Günümüzde Mor Athanasius Touma Dawud Dakama’nın ruhanî liderliğinde İngiltere’deki Süryaniler, dinî hizmetlerini yürütmektedirler.169 İngiltere, Avrupa ülkeleri içinde cemaat sayısı olarak en sonlarda yer 163 Parliamentary Debates, House of Lords, 28 Kasım 1933, Vol. 90, No. 4, s. 142’den aktaran “The Assyrian Tragedy”, Annemasse, Assyrian International News Agency Books Online, Şubat 1934, (Erişim) www.aina.org, 15 Aralık 2008. 164 İran’daki İngiliz askerî görev kuvvetinin başında bulunan Albay J.JMcCarthy’nin ifadesine göre: “ 1918 yılından ateşkesten sonraki altı aylık süreye kadar Türklere karşı bize katılan Asuriler” diyerek aralarındaki işbirliğini dile getirmektedir. Bkz. Irak Yönetimi Resmi Raporu, Ekim 1920, Mareli, 1922, s.102’den aktaran “The Assyrian Tragedy”, Annemasse, Assyrian International News Agency Books Online, Şubat 1934, (Erişim) www.aina.org, 15 Aralık 2008. 165 İngiliz subayı Yüzbaşı Gracey, asurilere onların bağımsızlığı için söz vermişti. Onun bu sözlerini Paul CAUJOLE “İstihbarat servisinin emri altında faaliye yürüten Yüzbaşı Gracey, Asurileri Türklere karşı direnişte organize etmek amacıyla Van’dan karargaha gelmişti… Gelecekte Asurilerin bağımsızlığını ilanı için söz vermişti” diyerek dile getirmekte ve benzer ifadeler Baselie Nikitine’de karşılıklı mektup teadisinde dile getirmektedir. Bkz. “The Assyrian Tragedy”, Annemasse, Assyrian International News Agency Books Online, Şubat 1934, (Erişim) www.aina.org 15 Aralık 2008. 166 “The Assyrians”, (Erişim) http://www.aina.org/articles/assyrians.htm 01 Mayıs 2009. 167 “The Assyrian Tragedy”, Annemasse, Assyrian International News Agency Books Online, Şubat 1934, (Erişim) www.aina.org, 15 Aralık 2008. 168 Aralık 1942 yılında Alman ilerlemesine karşı kullanılmak üzere oluşturulan paraşüt birliklerinde Asuriler de görev almıştır. Gaby Kiwarkis, “Assyrian Paratroopers in Albania and Greece”, 04 Haziran 2008, (Erişim) http://www.assyriatimes.com/engine/modules/news/article.php?storyid=3318, 01 Mayıs 2009. 169 “Diözesen der Syrisch-Orthodoxen Kirche von Antiochien”, Suryoyo Online, (Erişim) http://www.suryoyo.uni-goettingen.de/sok/diozese.htm, 25 Ocak 2010. 304 almasına rağmen Süryanilere yönelik politikaların belirlenmesinde belki de en etkin devletlerden birisidir.170 5.3.2.4. Hollanda Süryani örgütlenmesi, 1971 yılından sonra Viyana merkezli iken, Midyatlı İsa Çiçek'in Hollanda'ya metropolit olarak atanmasıyla, ağırlıklarını Hollanda ve civarına taşımış, böylece Süryaniler için daha önemli bir ülke konumuna gelmiştir.171 15.4.2007 tarihinden beri Mor Polykarpos Avgin Aydin’ın metropolitliğini yaptığı Hollanda Süryani cemaati, Avrupa’da Almanya ve İsveç’ten sonra en fazla nüfusa sahip olanıdır. Metropolitlik merkezi St. Ephrem manastırındadır. Türkiye açısından Hollanda, kötü anıların olmadığı, birçok Türk kökenli insanın yaşadığı bir ülke olmasından dolayı aslında Türkiye’de sempatik bulunan bir ülkedir. Bundan dolayı son yıllarda Hollanda’da Türkiye aleyhine gelişen tablo Türkiye’de kafa karışıklığına neden olmakta, sebebi anlaşılamamaktadır. Keza, sözde Ermeni soykırımını tanıyan ülkelerden biri olan Hollanda’da, “soykırım” demedi diye Türk adayının seçim listesinden çıkarılması172ve sözde Süryani soykırımına yönelik yapılan çalışmalar Türkiye’den üzüntü ile izlenmektedir. Hollanda’da giderek artan bu Türk düşmanlığında en az Hollanda kadar Türkiye’nin de suçu olduğu, konuya ve oradaki Türk göçmenlere karşı duyarsız kaldığı da görülmektedir. 170 Süryani Cemaatlari sayısal anlamda çoğunluk sırasıyla, Almanya 49, İsveç 28, ABD 27, Hollanda 8, Kanada 6, Avusturalya ve İsviçre 5’er, Arjantin ve Belçika 4’er, Brezilya 3, Avusturya 2 ve Fransa ile İngiltere 1’er cemaat oluşturmaktadırlar. Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 171 Çelik, “Süryanilerin Turabdin'e Geri Dönüşü”, s. 235. 172 Ünal Öztürk, “Soykırım demeyen Türk adayı seçim listesinden attılar”. 305 5.3.2.5. Belçika Diğer birçok Avrupa ülkesi gibi sözde Ermeni soykırımını tanıyan Belçika; Raunda ve Kongo’da olan soykırımları görmezden gelirken diğer taraftan Türkiye’ye yönelik soykırım söylemleri içinde olması, kendi içinde tutarsız görülmektedir. Fakat Belçika’da yoğun bir şekilde devam eden sözde Ermeni soykırım söylemleri yanında, sözde Süryani soykırımı yapıldığı yönündeki menfi propaganda, yakın gelecekte Belçika tarafından bir de sözde Süryani soykırımının da kabul edilebileceğini göstermektedir.173 Fransa, Belçika ve Lüksemburg’daki Süryanilere hizmet veren Brüksel’deki metropolitlik Mor Severios Hazail Soumi tarafından yönetilmektedir. Belçika’da yaklaşık 1700 Süryani ailesi bulunmaktadır.174 5.3.2.6. Fransa Fransa, Katolik misyonerliği kapsamında ilgilendiği Anadolu Süryanilerini, siyasi gayeler ile Osmanlı yönetimine karşı kullanmak istemiştir.175 Osmanlı’ya karşı bazen Katolik Süryaniler veya Keldaniler vasıtasıyla baskı yapmaya çalışan Fransa’nın asıl ilgi alanını Maruniler oluşturmaktadır. Kapitülasyonlar ile Katolikler üzerinde himaye hakkı kazanan Fransa’nın himayesinde Maruniler, 1861 yılından itibaren Lübnan’da elde ettikleri kazanımlara rağmen Fransa himayesinde Beyrut, Roma, Paris ve İstanbul’da Osmanlı’ya karşı yoğun propaganda faaliyetleri yürütmüşlerdir.176 Marunilerin Fransa himayesinde çok huzurlu bir yaşam sürdüklerini söylemek pek mümkün değildir. Bunun en somut göstergesi Lübnan’ın Fransa tarafından işgaline kadar devam eden ve bugün dahi sıkıntıları süren Müslüman-Maruni çatışmalarıdır. 173 Avcı, a.g.m. “Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu Süryani Lideri İle Görüştü”, Belçika Diyanet Vakfı, (Erişim) http://www.diyanet.be/?Syf=18&Hbr=40020, 22 Mart 2009. 175 Nelhans, a.g.e., s.47. 176 Katolik Avrupa ülkelerine giden Maruni papaz ve rahipleri Müslümanların kendilerine zulüm yaptıkları konusunda duygu sömürüsü yaparak hediye topladıkları dile getirilmektedir. Bkz. Ramazan Işık, a.g.t., s.106-116 174 306 Fransa’nın gerek Marunilere gerekse Süryanilere olan ilgisi çeşitli şekillerde devam etmiştir. 1895 tarihinde “College de France” da Aramî Dili ve Edebiyatı Kürsüsü açmıştır. Ayrıca Fransa’da Inalco’da “Institue Catholique” te Süryanice kürsüler de bulunmaktadır.177 Fransa, 18 Ocak 2001 tarihinde sözde “Ermeni soykırımı” iddiasını resmen tanımış ve ayrıca soykırım olmadığı beyan etmeyi suç sayan bir karar alarak “diktatör” bir ülke görünümüne bürünmüştür.178 Fransa’nın, sadece Süryani ve Keldanileri değil Ermenileri de siyasi çıkarları uğruna kullandığı ve Ermeni çetelerinin yaptığı katliamları da böylece örtbas etmeye çalıştığı şeklinde ithamlara sebep olan bu teklifin yine siyasi hesaplar ile yapıldığı ileri sürülmektedir.179 1900’lü yıllardan başlayarak dünyanın dört bir yanından topladığı Ermeni gönüllüleri silahlandırarak Kilikya cephesine süren Fransa, bir yandan Marsilya ve Paris’te soykırım anıtları açılmasına öncülük etmekte, bir yandan da parlamentosundan “soykırımı inkâr edenlerin hapisle cezalandırılmasına ilişkin” yasalar çıkartmakta ve Kürtlerin etnik kimlikleri ile siyasal haklarının savunulması rolünden de vazgeçmemektedir. 180 Fransa’nın Ermeni soykırımı olmadığını söylemeyi suç saymasına rağmen, Cezayir Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika, 8 Mayıs 1945'te Fransız ordusunun ülkenin doğusunda giriştiği ve Cezayirlilere göre 45.000 kişinin katledildiği katliama değinerek, Paris'in bu olayın sorumluluğunu kabul etmesini ve resmen özür dilemesini istediğinde, Fransa'nın buna "resmî" 177 Altınışık, a.g.e., s. 11-12; College de France, (Erişim) http://www.college-defrance.fr/default/EN/all/his_phi_en/index.htm INALCO: Institut National des Langues et Civilisations Orientales - Paris, (Erişim) http://www.inalco.fr/, 12 Aralık 2010. 178 Sezer, a.g.m., s.42; Çitlioğlu, a.g.e., s. 46. 179 Sezer, a.g.m., s.47. 180 Çitlioğlu, a.g.e., s.191. 307 tepkisi ise, "bu konuyu tarihçilere bırakalım" demesi iki yüzlülükten başka bir ifade ile açıklanamamaktadır.181 Aslında Nasturi ve Keldaniler ile bir kısım Süryani’nin kendi içlerindeki kişisel menfaat ve siyasi beklentiler, İngiliz ve Fransızlar tarafından istismar edilmiştir. Yani bugün karşılaştıkları durumun sebebi daha çok kendilerinin hatalarıdır.182 1978 istatistiklerine göre Fransa'da 17 etnik gurup mevcuttur. Üstelik bu sayı Andrews'ün yaklaşımıyla 80'ini aşmaktadır. Söz konusu 17 gurubun genel nüfus içindeki oranı %19'dur ve bu guruplardan 16'sının nüfusu 100.000'in üzerindedir.183 Durum benimsemeyen böyle olmasına Fransa, 1992 rağmen yılında millî azınlık Anayasasının kavramını 2’nci da maddesini "Fransızca Cumhuriyetin anadilidir." şeklinde değiştirmiştir. Avrupa Konseyi çerçevesinde oluşturulan ve 11 üye ülkenin imzaladığı "Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı"na taraf olmamıştır. Fransa Anayasa Kurulu, 1991’deki kararında “Fransa halkının unsuru Korsika halkı” ifadesini anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir. Üniter bir devlet olarak millî bütünlüğünü 100 yıla aşkın bir süre önce pekiştirmiş olan Fransa'nın etnik guruplara bakışı hiç değişmemiştir. Bu zihniyette bir Fransa eleştirilmezken, Türkiye'ye yöneltilen eleştiriler ise insafsız kalmaktadır.184 181 Sami Kohen, “Gerçeğin iki yüzü...”, Milliyet, 12 Mayıs 2005, (Erişim) http://www.milliyet.com.tr /2005/05/12/ yazar/kohen.html, 22 Mart 2008. 182 Ashur Giwargis, “The Assyrian Liberation Movement And the French Intervention (1919-1922)”, Assyrian International News Agency, (Erişim) http://www.aina.org/articles/almatfi.htm, 02 Nisan 2009. 183 “Avrupa’da Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar”, Haber Akademi, (Erişim) http://www.haberakademi.net/ haberyaz.asp?hbr=2330, 22 Eylül 2009. 184 A.g.m. 308 5.3.2.7. İsveç En yoğun Süryani nüfusunun yaşadığı ülkelerden biri olan İsveç’te de diğer Avrupa ülkelerindekine benzer tablo karşımıza çıkmaktadır. İsveç’te bulunan yaklaşık 13 bin Asur/Süryani’nin yaklaşık 4 bini Södertelje’de ikamet etmektedir. Daha çok bakkal, büfe, lokanta, kahvehane gibi işyerlerini çalıştıran Süryaniler, toplumsal düzene uyum problemleri yaşadıkları için İsveç yerel idareleri ve mahkemeleri ile sık sık sorunlar yaşamaktadırlar.185 İsveç’te de Ermeni ve Süryani soykırım söylemleri bazı siyasi partiler tarafından kabul edilirken, diğer taraftan açılmaya çalışılan sözde soykırım anıtları gelecekte Türkiye-İsveç ilişkilerine gölge düşürecek nitelikte değerlendirilmelidir.186 Ayrıca İsveç’te ciddi bir Asurlaştırma hareketi yürütülmektedir. 1977 yılında Süryani, Nasturi ve Keldani göçmenler arasında çocukların katılacakları kampta giysilerinin üzerine Asur yıldızı basılmasına ilişkin çıkan antlaşmazlık, Asurlaştırma hareketinin en az 30 yıldır yürütüldüğünü göstermektedir.187 11 Mart 2010 tarihinde İsveç Parlamentosu sözde Ermeni soykırım iddilarını tanırken aynı karar içinde Süryani ve Rumların da soykırıma tabi tutulduğunu dile getirerek Süryanilerin soykırıma uğratıldığı yönünde resmi karar alan ilk ülke olmuştur. Dolayısıyla İsveç’te yaşayan Süryanilerin Türkiye aleyhine oluşumlar içine çekildiği görülmektedir. Metropolit Mor Julius Abdalahad Gello Shabo ve Metropolit Mor Dioskoros Benjamen Ataş tarafından yürütülen İsveç Süryani cemaati, İsveç 185 Andersson, a.g.e., s.10,59-71. İsveç’te parlamentonun en büyük grubu olan Sosyal Demokratlar, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin yanı sıra, Süryanilerin de soykırıma uğratıldığı kabul etmişlerdir. Osman İkiz, “Sosyal Demokratların ‘soykırım’ Kararı”, Stockholm, (Erişim) http://www.dw-world.de/dw/article/0,, 4879950,00.html, 25 Aralık 2009; Södertälje (İsveç) belediyesince dikilmesi kararı verilen sözde anıt, İsveç mahkemesi tarafından durdurulmuştur. Bkz Metin Altınışık, “İsveç`te Süryani Soykırım Anıtı Mahkemece Engellendi”, (Erişim) http://www.harbigazete.com/haber_yorum/080505_seyfo.html, 25 Ağustos 2009. 187 Andersson, a.g.e., s.113-114. 186 309 içinde siyasi ve sosyal konumlar elde etmişlerdir. İsveç Eğitim Bakanı İbrahim Baylan ve Milletvekili Yılmaz Kerimo örneklerinde olduğu gibi Süryaniler giderek İsveç’te önemli görevlere gelmeye ve söz sahibi olmaya başlamışlardır. 5.3.3. Asya Süryanilerin asıl vatanları Mezopotamya olmakla beraber Hindistan’a kadar olan geniş coğrafyaya yayılmışlardır. Etnik farklılıklarına rağmen, Süryani Ortodoks Kilisesine mensup önemli bir kitle bugün bu coğrafyada yaşamaktadır. Çoğunluğu Hindistan’da olmak üzere Türkiye, Suriye, Irak, Lübnan, İsrail ve Ürdün’de yaklaşık 4 milyon kadar Süryani yaşamaktadır. 5.3.3.1. Ortadoğu Ülkeleri Süryaniler, Ortadoğu'da Lübnan, Suriye'nin kuzeydoğu bölgesi olan Jazire ile batısında Şam, Humus, Hama ve Halep bölgelerinde, Kuzey Irak'ın Zaho, Dahok ve Erbil bölgeleri, Orta Irak'ta Musul bölgesi ve Bağdat, İran'ın Urmiye Bölgesi ve Türkiye'nin güneydoğusunda bulunan Turabdin (Mardin) Bölgesinde yaşamaktadırlar. Daha netleştirmek için Batı Süryanileri (Yakubiler/Kadim) daha çok Türkiye; Doğu Süryanileri veya Nasturileri ise Irak’ın kuzeyi, Doğu Anadolu ve İran’da; Keldaniler ise Kuzey ve Merkezi Irak’ta, Kuzey İran’da ve Doğu Anadolu’da yaşamaktadırlar. 188 Ortadoğu’daki (Tablo 4) 12,5 milyon kadar Hristiyanın yaklaşık %2’sini Süryaniler (Yakubi) oluşturmaktadır. 188 “Assyrian people”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Assyrian/Chaldean/Syriac_ people# cite_note-5, 22 Mart 2009. 310 Tablo 4. Ortadoğu’daki Hristiyanların Mezheplere Göre Dağılımı189 Din/Mezhep Nüfus Yunan (Roman) Ortodoks Nasturi (Asurî) 1.900.000 Kıpti Ortodoks 5.600.000 900.000 Ülke Suriye / Lübnan /Ürdün/ Filistin Suriye / Irak / Lübnan Mısır /Sudan Yakubi Ortodoks 225.000 Suriye / Lübnan / Irak Ermeni Ortodoks 600.000 Suriye / Lübnan /Ürdün/ Irak / Mısır Batı Latin Kilisesi 625.000 Sudan/ Suriye / Lübnan /Filistin/ Mısır Yunan-Roman Katolik Katolik Süryani 500.000 Lübnan / Suriye / Mısır 8.000 Lübnan/Suriye Ermeni Katolik 85.000 Lübnan/Suriye Kopts (Roman Katolik) Keldani 170.000 Mısır/Sudan 625.000 Irak/Suriye/Lübnan Maruni 1.150.000 Protestan 200.000 TOPLAM 12.588.000 Lübnan/Suriye Sudan/Lübnan/Suriye/Mısır Lübnan, Suriye ve Irak’taki Süryani Katoliki Protestan ve Ortodoks inançlarına ait kilise ve manastırlara baktığımızda daha çok Katolik ve Ortodoks kiliselerinin çoğunlukta olduğu görülmektedir. Lübnan’da Maronit Kilisesi ve Süryani Katolik Kilisesi faaliyet yürütürken, Suriye’nin Hama ve Homs şehirlerinde Süryani Katolik Kilisesi, Kamışlı ve Tedmur’da Süryani (Kadim) Kilisesi, Şam’da Süryani Patrikliği ve Halep’de Süryani Katolik Manastırı bulunmaktadır. Irak’da ise Bağdat, Erbil, Dohuk ve Zaho’da Süryani (Kadim) Kilisesi, Şaklava Süryani Katolik Kilisesi ve Musul’da da Mar 189 Saad Eddin İbrahim, Ethnic Conflict and State-Building in The Arab World, Oxford, Blackwell Publishers, 1998, s.233. 311 Toma Kilisesi ile Mar Arpam Kilisesi yanında Musul Metropolitliği faaliyet yürütmektedir. Ayrıca Musul’da Süryani Akademisi de eğitim vermektedir.190 5.3.3.1.1. Irak Türkiye’de özellikle Mardin ve Turabdin bölgesindeki Süryaniler ile akraba olan Kuzey Irak’taki Süryaniler, Barzani kontrolündeki bölgede yaşamaktadırlar. Kısmen de Kerkük’te Arafa ve Şerike bölgelerinde Süryani varlığına rastlanmakta olup,191 Irak’ta Erbil bölgesinde Ankawa, Armota, Batas, Darbandoki, Diyana, Harir, Hawdiyan, Hinari, Rowanduz, Seerishmi, Shaqlawa, Qalata köylerinde; Dahuk bölgesinde Araden, Armash, Avzrog, Azakh, Badarash, Bebadi, Dawodiya, Dehi, Hezany, Sarsing, Semel, Qara Wela, Umra köylerinde; Ninawa bölgesinde de Alqosh, Assur, Balawat, Bakhdida (Al-Hamdaniya or Qara Qosh), Bartella, Batnaya, Baqofah, Dashqotan, Karamles, Khorsabad, Nimrud (Kalhu), Nineveh, Sharafiya, Tel Keppe, Tel Esqof köylerinde Süryaniler yaşamaktadır.192 İngilizler'in 1920 yılında yaptığı sayımlara göre Irak'ın bütün nüfusu 2.839.282'ye ulaşmıştır. Çeşitli mezheplerdeki Hristiyanların ise, 78.892 olduğu bildirilmektedir. Ancak hükümet, 1935 yılında yaptıkları nüfus sayımında sadece Hristiyanların 90.000 kadar olduğunu söylemektedir. Irak'taki kiliselerde, doğum ve ölümlerin kaydedildiği sicillerde bu sayının 135.000'den az olmadığı ifade edilmektedir.193 Irak resmî makamlarına göre, Irak'ta nüfusun % 97'sı Müslüman, % 2'si de değişik Hristiyan gruplardır. Bu % 2'nin üçte ikisi Ortodoks, üçte bire yakını da Katolik’tir.194 190 Koluman, a.g.e., s. 106. Ahmet Dinç, Babil’de Amerikan Tangosu, İstanbul, Selis Yayıncılık, 2004, s.70. 192 “List of Assyrian settlements”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Assyrian_ settlements, 12 Mart 2010. 193 Nezzal, a.g.m., s.173 194 İslam Ülkeleri Ansiklopedisi, İstanbul, Vefa Yayıncılık, 1994, s.125. Bazı internet kaynaklarında farklı oranlar da verilmektedir. Bkz. “Relations between Chaldeans and Assyrians?”, (Erişim) http://www.christiansofiraq.com/ lugia.html, 12 Mart 2010. 191 312 Süryani nüfusunun en yoğun olduğu (yaklaşık 75.000 kadar olduğu değerlendirilmektedir) ülkelerden biri olan Irak’ta özellikle Amerikan işgali sonrasında demografik yapıda ve siyasi görünümde ciddi değişiklikler olmuştur. Irak’ın kuzeyinde güçlenen Kürt Bölgesel Hükümeti, Süryanileri siyasal yapının içine dâhil etmede gönülsüz davranmaktadır. Bu gölgede etkin olmaya çalışan; Asurî Vatansever Partisi (Assyrian Patriotic PartyAPP), Kürdistan Kominist Partisinin Kaldo Asur Organizasyonu, Keldani Demokratik Formu (CDF), Keldani Kültürel Birliği (CCA) ve Beth Nahrain Demokratik Partisi (BNDP)195 yeterince seslerini duyuramamakta ve Ortadoğu’ya model istemektedirler.196 olabilecek Çünkü bir Asurîlerin, Asurî Arap, Federasyonunu Türk ve Kürt oluşturmak Müslüman dünyasında küçük-kapalı etnik ve dinî bir azınlık olarak yaşamlarını devam ettirmeleri için birbirlerini desteklemeleri gerektiği dile getirilmektedir.197 Kuzey Irak’ta Kürt sayısı ve buna bağlı kapladıkları alandaki artış devam ederken, Kürtlerin bölgedeki Hristiyan Süryanilere yönelik saldırıları da devam etmektedir. 150 yıl önce Süryanilerle özdeşleşmiş olan Kuzey Irak (Asurî) bölgesinin bugün Kürdistan olarak anılması da bunun göstergesidir.198 İsrail Dış İşleri Bakanlığının Genel Direktörüne göre; “İsrail’in Kürtlere yardımı ve işbirliği, bölgedeki Arap olmayan diğer ülkelere karşı stratejinin bir parçasıdır.” Ayrıca Kürtlere sadece insani yardım değil, aynı zamanda askerî yardım ve destek verdiklerini de doğrulamaktadır.199 195 BNDP, bütünüyle savaşçı bir örgüttür. Üyeleri hücre esasına göre örgütlenmiştir. Irak Ulusal ve Yurtsever Cephe ile yakın ilişki içindedir. Hatta 1982 yılında bu örgüte katıldığını açıklamıştır. Bkz. Andersson, a.g.e., s.38-39. 196 Fred Aprim, “The Kurds And The Future Of Nineveh Plain (Little Assyria)”, 2006, (Erişim) http://www.fredaprim.com/pdfs/2006/KDPandNinevehPlain-Assyria.pdf, 12 Mart 2010. 197 Fred Aprim, “Assyria or Kurdistan?”, (Erişim) http://www.naba.org.uk/content/articles/ History/602_Assyria_or_Kurdstan.htm, 12 Mart 2010. 198 A.g.m. 199 A.g.m.; “Israel and the Kurds”, The Scribe Journal Of Babylonian Jewry, (Erişim) http://www.dangoor.com/72page30.html, 30 Haziran 2009, s.30. 313 Irak’ta Süryanilerin kaderi daha çok Nasturiler ile birlikte belirlenmektedir. İngiliz ve Fransız politikalarının mağdur tarafı olan Nasturiler, Keldaniler ve Süryaniler manda yönetiminin bitmesi sonrasında 1933 yılında Irak ordusu tarafından kendilerine yönelik yürütülen operasyonlarda da çok kayıp vermişlerdir. Daha sonra İran-Irak savaşı ve Amerika’nın Körfez Harekâtı, Süryaniler için hep acı anılar bırakmıştır. 1979’dan sonra Araplaştırma politikalarına maruz kalan Irak Süryanileri, 1991 yılından sonra da Kürtleştirme politikalarına maruz kalmışlardır. İçinde bulundukları asimilasyon süreci Süryanilerin bir kısmını göçe zorlamış, kalan bir kısmı da zor şartlarda200 kimliklerini korumaya çalışmışlardır. Irak’ta karşılaştıkları katliamları, yurt dışına çıktıklarında Ermeni meselesi ile özdeşleştirerek sanki 1915 yılında bir devlet politikasının kurbanı olmuş gibi içselleştirmektedirler. Avrupa ülkelerinden de bu konuda gördükleri kabul, göçmen psikolojisi ile Türk düşmanlığında buluşmalarına neden olmaktadır. Saddam sonrası Irak’ta ortaya çıkan çok sayıdaki siyasi partilerin arasında Hristiyan oluşumlar da bulunmaktadır. Hristiyanları, Irak Hükümet Konseyi içinde Asur Demokratik Hareketi temsil edilmektedir.201 Ayrıca 1983 yılında Beth Nahrin Demokratik Partisi, “Asurî Ulusal Manifostosunu” yayınlayarak özerk bir devlet talepleri olduğunu duyurmuştur.202 Irak’ta ayrıca Babel Koleji tarafından Nagm al Mashrik (Doğunun Yıldızı) ve Beth Nahrin (Mezopotamya) dergileri çıkarılmaktadır.203 200 “Martyred of the National Federation of Beth Nahrin in Mosul”, (Erişim) http://www.ankawa.com/ english/?p=147, 30 Haziran 2007. 201 Relations between Chaldeans and Assyrians?, (Erişim) http://www.christiansofiraq.com/lugia.html, 22 Mart 2009. 202 Sargon Dadesho, “The Assyrian National Question”, Modesto, California, 1987, p. 275’den aktaran Frederick A. Aprim, “The Assyrian Statehood:Yesterday’s Denial and Today’s Moral Obligation”, (Erişim) http://www.atour.com/government/docs/20030120a.html,,30 Haziran 2009. 203 “Relations between Chaldeans and Assyrians?”, (Erişim) http://www.christiansofiraq.com/ lugia.html, 30 Haziran 2009. 314 5.3.3.1.2. Suriye Suriye’yi diğer Ortadoğu devletlerinden ayıran temel özellik; Kenaniler, Akadlar, Keldaniler, Asurîler, Aramîler, Hattiler ve Mittanilerden meydana gelen bir millet olmasıdır.2041993 yılı tahminlerine göre Suriye nüfusunun % 74'ü Sünnî Müslüman, %11’i Nusayri ve % 10‘u da Hırıstiyandır. Hırıstiyanlar; Gregoryan ve Katolik Ermeni, Ortodoks Rum, Katolik Rum, Ortodoks Süryani, Protestan, Maruni, Katolik Süryani, Katolik Keldani, Ortodoks Nasturi ve Katolik Asurlulardan oluşmakta, binde bir oranında da Yahudi bulunmaktadır.205 Suriye hükümetinin 1994 yılında açıkladığı rakamlara göre ise; 31 yerleşim yerinde 19.729 Süryani yaşamaktadır. Suriye sınırları içinde; Humus bölgesinde; Fairouzeh, Ma'loula, Zaidal köylerinde ve Al Hasakah bölgesinde; Habur, Saidnaya, Tel Baz, Tel Brej, Tel Damshesh, Tel Faitha, Tell Halaf, Tel Shama, Tel Shamiram, Tel Tal, Tel Talaa, Tel Tamer, Tel Tawil, Kamışlı, Tel Goran, Abu Tina köyleri ile Şam ve Halep’de de Süryaniler yaşamaktadır.206 Suriye hem göç alan hem de göç veren bir ülkedir. Süryaniler, 1896 ve 1915 yıllarında diğer Orta Doğu ülkeleri gibi Suriye’ye de göç etmişlerdir. Süryanilerin ikinci göç dalgası, 1924 yılında Urfa (Urhoy)’dan Halep’e doğru olmuştur. Bu tarihten beri Süryaniler burada “Hay al-Suryan“ (Süryani Mahallesi)’nde yaşamaktadırlar. Bunlardan bazıları Şam’a yerleşmişlerdir.207 Bunun dışında Irak ve çevre ülkelerden de Suriye’ye göç olmuştur. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin (UNHCR) Ekim 2005 yılı istatistiklerine göre, Ekim 2003-Mart 2005 yılları arasında Suriye giden 204 Faik Bulut, Ortadoğu’nun Solan Renkleri, İstanbul, Berfin Yayınları, 2 nci Baskı, 2003, s.88. İslam Ülkeleri Ansiklopedisi, s.255. 206 “List of Assyrian settlements”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_ Assyrian_settlements , 12 Mart 2010. 207 Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. 205 315 mülteci sayısı 700.000 olup bunun %36’sı, yani yaklaşık 252.000’ini Nasturi, Süryani ve Keldaniler oluşturmaktadır.208 Sayısal azlıklarına rağmen Suriye’de kültürel alanda olduğu kadar siyasi alanda da önemli görev alan Süryaniler, bazı partilerin genel sekreterliğine kadar yükselmişlerdir. Özellikle 1950 sonrasında Suriye’deki Süryaniler kimlik arayışından ziyade Araplaşmaya yönelik bir politika izlemek zorunda bırakılmışlardır. XX. yüzyılın son çeyreğinde Avrupa’ya yönelik Süryani göçleri; ekonomik nedenlerle, Suriye üzerinde uygulanan ambargolardan dolayı ve Türkiye’den Avrupa’ya göç eden akrabaları ile bir araya gelmek amacıyla yapılmıştır. Son 10 yıl içinde göçün durması ile Suriye’deki Süryaniler tekrar hareketlenmiş ve kendilerini ispat çabalarına başlamışlardır. Süryaniler bulundukları çevrelerde iyi ilişki kurmalarının nedeni kendilerini kültüre ve bilime vermeleri, kendilerini ispat çabaları ve azınlık olmaları olarak görülmektedir.209 Bir dönem Suriye’de zayıflayan Süryanilik, XX. yüzyıl başlarında Turabdin, Mardin, Urfa ve Diyarbakır’dan gelen Süryaniler ile tekrar canlanmıştır. Mardin, Urfa ve Diyarbakır bölgesinden gelenler daha çok Kamışlı’ya yerleşmişlerdir.210 Süryaniler adına önemli bir ülke olan Suriye devletinde, ev sahipliğini 1933 yılından beri yaptığı Süryani Patrikliği ve bu patrikliğe bağlı dört 208 Rosie Malek-Yonan, “Assyrian Author Testifies Before House Committee on Condition of Assyrians in Iraq”, Assyrian International News Agency, (Erişim) http://www.aina.org/news/ 20060630140854.htm, 30 Haziran 2009. 209 Echoule Gavriye, “20’nci yüzyılda Süryanilerin Gelişimi; Süryanilerin, Suriye Devletinin Kuruluş Sürecindeki Rolü”, I’nci Uluslararası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007. 210 A.g.m. 316 metropolitlik vasıtasıyla günümüzde yaklaşık 35.000 kadar olduğu 211 değerlendirilen Süryani cemaatine hizmet verilmektedir. 5.3.3.1.3. İran İran’da nüfusun % 0,7’sini Hristiyanlar oluşturmaktadır. Hristiyan nüfusu da Ortodokslar, Gregoryanlar ve Katolik Ermeniler, Nasturiler ve Protestanlardan oluşmaktadır.212 İran sınırları içinde ise Süryanilerden ziyade özellikle Batı Azerbaycan’da Nasturi ağırlıklı bir yerleşim vardır. Yerleşim birimleri Diza, Mar Nukha, Mar Sargis, Margawar, Salmas, Sarna, Tergawar, Golpashan, Iryawa, Digala, Geogtapa, Khanishan, Ardishai, Saatlou, Abdullachand, Mawana, Qarajalu, Sipurghan, Ada, Mushawa, Shirabad köyleridir.213 Ayrıca Tahran’da önemli sayıda Nasturi ve az sayıda Süryani yaşamaktadır. Süryani, Nasturi ve Keldanilerin toplam sayısı 98.000 kadar olduğu değerlendirilen214 İran, özellikle Nasturi isyanlarında önemli bir merkez durumuna gelmiştir. Amerikan misyonerleri özellikle Urmiye bölgesinde etkin faaliyetler yürütmüşlerdir. Bölgedeki bu Nasturiler ve bir kısım Süryani Amerikan etkisine açık görünüm çizmektedirler. 5.3.3.2. Hindistan Hindistan'a dışarıdan gelen dinler içinde nüfus açısından en etkin olanlarından birisi Hristiyanlık'tır. Bugün daha çok güneybatı Hindistan'ın Malabar sahili boyunca uzanan Kerala eyaletinde yaşayan ve toplam nüfusa oranları % 3'ten az olan Hristiyanlar; Syro-Malabar Katolik kilisesi (Roma ile 211 “Diözesen der Syrisch-Orthodoxen Kirche von Antiochien”, Suryoyo Online, (Erişim) http://www.suryoyo.uni-goettingen.de/sok/diozese.htm, 25 Ocak 2010. 212 İslam Ülkeleri Ansiklopedisi, s.131. 213 “List of Assyrian settlements”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Assyrian _settlements, 12 Mart 2010. 214 Bu rakam farklı kaynaklarda 50-100 arasında değişebilmektedir. “People-in-Country Profile”, Joshua Project, (Erişim) http://www.joshuaproject.net/people-profile.php?peo3=10464&rog3=IR, 25 Haziran 2010. 317 birleşmiş Keldani ayin usulünü takip edenler), Malankara Ortodoks Süryani Kilisesi, Süryani (Yakubi) Kilisesi (her ikisi de doğu Ortodoks kilisesi olup Antakya Yakubi Kilisesi otoritesini tanıma konusunda ayrılırlar), SyroMalankara Katolik kilisesi (Roma ile birleşmiş olan Batı Süryani ayin usulüne bağlı Aziz Thomas Hristiyanları), Mor Thoma Süryani Kilisesi (Anglikan kilisesine bağlı reforme edilmiş kilise) ve çok sayıda küçük topluluklara ayrılmışlardır. Hristiyan nüfusun inanç açısından değişmesi, 16’ncı yüzyılda Portekizli misyonerlerin yerel kiliseyi Latinleştirme ve Katolikleştirme teşebbüsleri sonucu vuku bulmuştur. 215 Hindistan’daki topluluk idari yönden Mezopotamya’daki merkezi Süryani kilisesine bağlıdır.216 Hindistan’da 454 idari bölgedeki Süryani bulunmakta olup en önemli nüfus merkezleri Kerala, Karnataka, Tamil Nadu, Maharashtra’dır.217 Hintli din adamları tarafından idare edilen Süryani kilisesine bağlı 31 yönetim bölgesine ayrılmışlardır.218 Hindistan Süryani Ortodoks Kilisesi’nin ruhanî liderliğini Mafiryan Mor Baselius I.Thomas yapmaktadır.219 Hindistan’daki metropolitler patriklik seçimlerine müdahale edemezler. Her ne kadar mafiryanlık patrikliğin bir altı gibi gözükse de seçimlerde bu durum göz önüne alınmaz. Çünkü mafiryanlık, Patriğin olmadığı yerde onu temsilen bulunmaktadır. Oradaki mafiryanı yine Hindistan’daki metropolitler seçer. Aynı şekilde metropolitlerin seçimini de oradaki mafiryan yapar. Yalnız Hindistan’daki bazı metropolitler direk patriğe bağlıdır. Bunun nedeni ise; daha önce Ortadoğu’da veya Türkiye’den bir grup Süryani’nin oraya göç 215 Kadir Albayrak, a.g.m., s.243-244. Bertil Persson, “Asurilerin Bağlı Olduğu Dini-Mezhepsel Kiliselerin Geçmişi Üzerine Tarihi Yorum”, Nsibis, 1989, s.14’den aktaran Bilge, a.g.t., s.85. 217 “People-in-Country Profile”, Joshua Project, (Erişim) http://www.joshuaproject.net/peopleprofile.php, 25 Haziran 2010. 218 “Jacobite Syrian Christian Church”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Jacobite_ Syrian_Christian_Church#cite_note-0#cite_note-0, 12 Mart 2010. 219 Serdar Şirazi, “Malankara Süryani Ortodoks Kilisesi Tarihi”, İDEM, Nisan 2005, (Erişim) http://www.reyono.net/default.aspx?s=9&b=9, 12 Mart 2010. 216 318 etmesi ile orada abraşiye (metropolitlik) kurulmasından Hindistan’da bir veya iki tane buna benzer abreşiye vardır. dolayıdır. 220 Hindistan Malankara Ortodoks Süryani Kilisesi mensupları Hindistan’ın Yeni Delhi, Madras, Misur, Mehestre, Bombay, Buma, İskenderabad, Trici, Buyol, Buradagi, Kalküta, Bolay ve Feskebetnam şehirlerinde ve ayrıca Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, İngiltere, Batı Avrupa ve Körfez ülkelerinde de yaşamaktadırlar.221 Günümüzde Hindistan Hristiyanlarının sayısıyla ilgili olarak muhtelif rakamlar telaffuz edilmektedir. 1991'de yapılan nüfus sayımına göre Hindistan'daki toplam Hristiyan sayısı 19,6 milyon olup genel nüfusa oranı 2,3'tür. Bu sayının 13,8 milyonu Roma Katolik Kilisesi'ne bağlıdır. Kerala Eyaleti'ndeki Hristiyanların sayısı konusunda da farklı görüş ve rakamlar öne sürülmektedir. Kerala (Malabar)'da 9 milyon civarında Hristiyan bulunmakta, Katolikler 5 milyona varan sayılarıyla çoğunluğu teşkil etmektedir. 2001 yılı nüfus sayımına göre Hindistan’daki Hristiyan nüfusun çoğunluğu Kerala'da yaşamakta ve 32 milyonluk Kerala'nın 6,2 milyonunu, yani %20'sini Hristiyanlar oluşturmaktadır. Az sayıdaki Hristiyan Kerala Eyaleti'nin dışında kalmaktadır. Değişik mezheplere mensup Süryani Hristiyanlar ise 5 milyon civarındadır. Hindistan'da 1995 yılında toplam 19 başpiskopos, 103 piskopos ve yaklaşık olarak 15.000 papaz bulunmaktadır. Hindistan'daki İngiliz misyonerleri sayesinde oluşan Protestan Kiliseleri içinde en büyük Protestan mezhebi 1947'den beri Presbiteryen, Reforme Edilmiş Kiliseler, Kongregasyonalistler, Metodistler ve Anglikanların birliğinden oluşan Güney Hindistan Kilisesi'dir (Church of South India). Bu kilisenin tahminen 2,2 milyon mensubu vardır. Ayrıca 473.000 Metodist, 425.000 Baptist ve yaklaşık 220 Bülbül, a.g.e., s.63-65. Erwin Fahlbusch, Jan Milic Lochman ve diğerleri, The Encyclopedia of Christianity, ed. David B. Barrett, Michigan-USA, Vol. 5, Wm. B. Eerdmans Publishing, 2003, s. 285. 221 319 1,3 milyon Lutheran mevcuttur. Malankara Ortodoks Kiliseleri ve Malabar Ayin Usulünü takip edenlerin toplam sayısı 2 milyon civarındadır.222 MS I-IV. yüzyıllar arasında başlayan ve XX. Yüzyıla kadar devam eden misyonerlik faaliyetleri sonucunda bugün Hindistan’daki Süryani geleneğinden gelen kilise ve cemaat sayıları Tablo 5’de verilmiştir. Tablo 5. Hindistan’da Süryani Geleneğinden Gelen Kilise ve Cemaat Sayısı223 Hindistan Süryani Kiliseleri Cemaat Sayısı Süryani Malabar Katolik Kilisesi Süryani Malankara Katolik Kilisesi 3.000.000 500.000 Malankara Süryani Ortodoks Kilisesi 1.100.000 Ortodoks Yakubi Süryani Kilisesi 1.000.000 Bağımsız Yakubi Süryani Kilisesi 9.000 Evanjelik Aziz Thomas 110.000 Doğu Hristiyan Kilisesi (Nasturiler) 100.000 Güney Hindistan Kilisesi ve diğer Protestanlar 700.000 Toplam 6.519.000 Hindistan Süryani Ortodoks Kilisesi'nin üye sayısının bir milyon sekiz yüz bin olduğu ve bu rakamın birbiri ile çatışan iki hâkimiyet bölgesine ayrıldığı da ileri sürülmektedir. 224 222 Kadir Albayrak, a.g.m., s.247; The Malankara Orthodox Church, (Erişim) http://mosc.in/, 15 Mayıs 2009. 223 G. Barker, O'nun İzinde, Hıristiyanlık Ve Laiklik Tarihi, İstanbul, Zafer Matbaası, 1985, s.60; Kadir Albayrak, a.g.e., s.90.; Kadir Albayrak, a.g.m., s.246; The Orthodox Churches in India, (Erişim) http://members.tripod.com/~ Berchmans/kerala.html, 15 Mayıs 2007. 224 1970'lerde Hind Mafiryanlığı ve sinod "kararlarına karşı bir isyan başlatmış ve Hind-Süryani Kilisesi'nin doğrudan Şam'daki patriklik merkezince yönetilmesi gerektiği görüşünü müdafaa etmiştir. Diğer taraftan Liderliği, 1999 yılında vefat eden Mafiryan Mor Basilius II. Pavlus'un yerine, anlaşmazlıklar sebebiyle seçim yapılamadığından, boş olarak durmaktadır. Bu grubun, gelişen bir teoloji okulu, çok sayıda ashram (tekke)'ları, manastırları, hastaneleri, yetimhaneleri ve okulları vardır. Kuzey Amerika'da oluşturdukları piskoposluk bölgesinin sorumlu piskoposu, New York-Buffalo'da ikamet etmektedir. Bkz. Emanuel Aydın, Süryaniler, Viyana, 1982, s.92-93’den aktaran Durak, a.g.e, 320 Çok geniş etnik ve dini yelpaze içinde olan Hindistan halkı içinde Süryaniler, Türkiye için göz önünde bulundurulması gereken bir konumdadırlar. 5.3.4. Avustralya Avusturalya’daki Süryani sayısına ilişkin çok abartılı rakamlar telaffuz edilse de 30.000 civarında olduğu değerlendirilmektedir. Bu rakamın önemli bir kısmını Nasturilerin oluşturduğu değerlendirilmektedir. Bunun yanında Avustralya’da 2.500’ü Sydney ve civarında, 1.500’ü de Melbourne’de olmak üzere 4.000 Keldani yaşamaktadır. Bu şehirlerde birer adet de Keldani Kilisesi bulunmaktadır. Victorya’da da bir adet Keldani kültür cemiyeti bulunmaktadır.225 Bu ülkedeki Keldani sayısı da 1990’lardan itibaren hızla artmaktadır. Avustralya’daki Süryani cemaatinin dini hizmetleri Metropolit Mor Malatius Malke tarafından yürütülmektedir. Süryanilerin sayısı çok önem görülmese de Sydney kentine bağlı Fairfield semti belediyesi tarafından sözde Süryani soykırımı olduğu yönünde bir karar alarak 2010 yılında sözde Süryani soykırım anıtı açılmış olması siyasi yönden önemlidir.226 Bu kararın alınmasında Avustralya’da yaşayan 38.000 Ermeni’nin de etkili olduğu görülmektedir. Avustralya’da bu faaliyetleri daha çok Asurî Avustralya Ulusal Federasyonu (Assyrian Australian National Federation) yürütmektedir. Avustralya’daki Aborjinlerin İngilizler tarafından nasıl yok edildikleri ortadayken hiç bir bilgi ve belgeye dayanmadan sözde soykırımla Türkiye’nin itham edilmesine Avustralya hükümetinin kayıtsız kalması da sorgulanması gereken bir gerçektir. Sonuçta Süryaniler ile ilgili alınan kararların çoğunluğunun hukuksal niteliğinden çok jeopolitik nitelik taşıdığı görülmektedir. Her devletin, tarihî, s.208. 225 Kunda, a.g.m., s.5. 226 “Sydney’de Süryani soykırım anıtı açıldı”, Hürriyet, http://www.hurriyet.com.tr/dunya/15513147.asp, 09 Ağustos 2010. 9 Ağustos 2010, (Erişim) 321 sosyal, ekonomik, siyasi ve idari yapısı farklıdır. Her devlet kendi şartlarına uygun olarak bünyesinde barındırdığı azınlıklar ve topluluklara yönelik farklı politikalar geliştirmesi kaçınılmazdır. Fakat bu konuda uluslararası bir teamül oluşmamış olduğu da görülmektedir. Kanaatimizce tenkit edilmesi gereken en önemli husus, ülkelerin içsel eleştiri yapmadan başka ülkelere yönelik eleştirisel yaklaşımlarıdır. Bu konuda Avrupa’nın kendisi, birçok örnekle öncelikle eleştirilmesi gereken bir konumdadır. Bir diğer konu da azınlıkların veya toplulukların siyasi amaçlarla kullanılmasına son verilmesi gerektiğidir. Tabi bu toplulukların da bu tür siyasetlere çanak tutmaması gerekmektedir. Aslında tüm gelişmelerin bireyin çıkarına olacak şekilde ele alınmasından yola çıktığımızda ister azınlık, ister çoğunluk olsun özünde herkesin beklediği insanca bir yaşamdır. Süryanilerin de dünyadaki konumlarını göz önüne aldığımızda çoğunlukla siyasi amaçlarla ve Süryanilerin pek de yararına olmayan bir şekilde kullanılmaya çalışıldıkları görülmektedir. Bu anlamı ile Türkiye’nin zenginliklerinden olan Süryaniler, Türk toplumunun ayrılmaz bir parçası olarak geleceğe yönelik umutları, Türk toplumu ile birlikte araması ve sorunları da birlikte çözmesi en akıllıca olandır. ALTINCI BÖLÜM TÜRKİYE SÜRYANİLERİ VE TÜRKİYE’DEKİ DURUMLARI “Bin kilometrelik bir yolculuk, ilk adımla başlar.” (Çin Atasözü) Dünyanın on altıncı büyük nüfusuna sahip, toprak büyüklüğü bakımından dünyada 32'nci ve Avrupa'nın yüz ölçüm itibarıyle en büyük ülkesi konumundaki Türkiye'nin; Atlantik, Avrupa ve Avrasya kuşakları içinde özel bir konumu vardır. Türkiye, sahip olduğu jeopolitik ve jeostratejik konumu sebebi ile daima emperyalist ülkelerin ilgisini çekmiştir. Emperyalist ideolojideki devletler Türkiye’nin yer aldığı bu coğrafyada, kendilerinin kontrolünde olmayan ve kendilerine karşı tehdit olabileceğini değerlendirdikleri devletlerin oluşmaması için daima çaba sarf etmişlerdir. Genç bir cumhuriyete sahip olan Türkiye, sıkıntılı bir kuruluş sürecinin ardından dönem dönem yaşadığı sorunlara rağmen, bugün bulunduğu coğrafyada bölgesel güç konumundadır. Kuruluşunu, Lozan Antlaşmasına dayandıran Türkiye Cumhuriyeti, bu antlaşmada öngörülen gayrimüslimler dışında azınlık kabul etmeyen bir ulus devletdir. Ermeni, Yahudi, Rum ve Bulgar azınlıkların1 dışında Süryanilerin durumu tartışmalı olup, konuya ilişkin farklı görüşler somut bir şekle kavuşmamıştır. Osmanlı’nın dağılışından bugüne kadar en fazla tartışılan konulardan biri olan azınlıklar konusunda Türkiye, genel olarak olumsuz bir görüntü içine sokulmaktadır.2 Yakın zamana kadar varlıklarından çoğu Türk vatandaşının 1 2008 yılı itibariyle Türkiye’de azınlık statüsünde 89 bin kişi ve bu kişilerin kullanımında 270’den fazla ibadethane olduğu basına yansımıştır. Önder Yılmaz, “Dışişleri: Azınlık Sayısı 89 bin”, Milliyet Gazetesi, 12.12.2008. 2 Dünya azınlıkları ve tehdit altında olan halklar sıralamasında Türkiye 70 ülke içinde 39’uncu sırada gösterilmiştir. Somali 23.30 puan, Irak 22.14 puan ile ilk sıralarda yer alırken, 70 ülke içinde Türkiye 12.02 puan ile 39’ncu sırada gösterilmiştir. Geniş bilgi için bkz. Mark Lattimer, “Peoples under Threat 323 bile haberdar olmadığı Süryaniler, bugün Türkiye’nin uluslararası ilişkilerine konu olacak duruma gelmiştir. Türkiye’de yaklaşık 25.000-35.000 Süryani bulunmaktadır.3 15.000’i İstanbul’da olmak üzere Süryaniler; Mardin4, Şırnak5, Hakkâri6, Batman7, Antakya, Diyarbakır, Elazığ ve Adıyaman‘da yaşamaktadırlar.8 Türkiye’de ilk Süryani yerleşim yeri Antakya olmakla beraber, genellikle Mardin bölgesi Süryaniler için önemli bir yerleşim yeri olarak bilinmektedir. Ayrıca Turabdin olarak da adlandırılan Midyat, Cizre ve Nusaybin arasında kalan bölge, Süryani geleneğinin yaşatıldığı önemli bir bölgedir. 6.1. DEMOGRAFİK YAPI VE KİLİSE TEŞKİLATLANMASI Osmanlı idaresindeki Süryanilerin yaşadıkları bölgeler 19’uncu yüzyılda homojen bir görünüm sunmaktayken, 20’nci yüzyılın başında bu görüntü açık bir biçimde değişmeye başlamıştır. 19’uncu yüzyılın sonuna kadar Turabdin'de seksen homojen Süryani köyü varken, 20’nci yüzyıl ile birlikte kuzey-güney Midyat-Nusaybin ekseninde ve daha yüksek olan batı 2009”, State of the World’s Minorities and Indigenous Peoples, (Erişim) http://www.minority rights.org/7927/peoples-under-threat/peoples-under-threat-2009.html#table_2, 23 Mart 2010, s.218. 3 Altınışık, a.g.e., s.7; 'Süryanilerin 2001 yılına kadar Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki yerleşik oldukları yerler ve nüfusları için bakınız: Ahmet Taşğın, "Anadolu'nun Yok Olmaya Yüz Tutan Zenginliklerinden: Süryaniler", s.205-227; Tezokur, a.g.m., s. 302. 4 Yemişli (Anhel), Narlı (Ahlah), Alayurt (Arbayé), Bağlarbaşı (Arnas), Dibek (Badibé/Beth Débé), Alagöz (Békusyoné), Bahminir (Beth Man’am), Birigirya (Birguriya), Benabil (Bnebil), Bardakçı (Boté), Oğuz (Chtrako Dara), Çatalçam (Dayro du Slibo), Güzelsu (Derelya Ehwo), Girmeli (Gremira), Mercimekli (Gundeké di ‘ito Habsus), Üçköy (Harabale/Arkah), Dağiçi (Harabémechka), Gungoren (Kafarbé), Arıca (Kafro ‘Elayto), Elbeğendi (Kafro Tahtayto), Kaynak (Kanak), Dargeçit (Karboran), Dereiçi (Kelith), Eskihisar (M’aré), Günyurdu (Mor Bobo), Nusaybin (Nisibis), Barıştepe (Saleh), Sarıköy (Saré), Üçyol (Séderi), Taşköy (Arbo), Alagöz (Beth Qustan), Karagöl (Deyrkubé), Anıtlı (Hah), Gülgöze (Iwardo), Altıntaş (Keferze), Doğançay (Mzizah), İzbırak (Zaz), Yamanlar (Yardo) ilçe ve köyleri. 5 İdil (Azakh), Bohtan, Haberli (Bsorino), Yarbaşı (Esfes), Sarıköy (Ester), Cizre (Gziro), Körseli (Hassana), Ögündük (Miden), Uçarlı (Tamerzé) ilçe ve köyleri. 6 Hakkâri merkez, Yüksekova (Gawar), Şemdinli (Halana) ve Başkale ilçelerinde Süryanice adlandırmaları ile Anhar, Asheetha, Baz, Jilu, Narha, Alsan, Merdi,Zaranak, Lower Barwari, Lewin, Nochiya, Neri, Mar Isho, Bet Diwe, Shabatan, Tis, Dariyan, De Rayi, Deri Bend, Diza, Karmil, Kirdiwar, Gagawran, Kirzallan, Shwawoota, Mannunan, Bashirga, Ein D’Kandil, Darawa, Tal, Tkhuma, Qochanis köyleri bkz. (Erişim) http://maps.thefullwiki.org; http://en.wikipedia.org/wiki/ List_of_Assyrian_settlements sitelerinden 23 Mart 2010 tarihinde derlenmiştir. 7 Çukuryurt (Benkelbé), Hasankeyf (Hesno d-kifo), Danalı (Zercel) köyleri. 8 Özmen, “Süryaniler Örneğinde Etkinleştir(İl)me.., s. 164. 324 doğu Midyat-Cizre ekseninde kırktan az homojen Süryani köy kalmış, Mardin çevresinde, ise on tane homojen Süryani köy kalmıştır.9 Göçlerle birlikte bugün neredeyse homojen bir Süryani köyünden bahsetmek imkânsız hale gelmiştir. Türkiye nüfusu içindeki Süryanilerin durumuna bakacak olursak; 31 Aralık 2007 tarihi itibariyle Türkiye nüfusu 70.586.256 kişiyken buna karşılık Türkiye’de tahmini 15.000-35.000 arasında Süryani bulunmaktadır. Bu durumda Süryanilerin genel nüfusa oranı en üst sınır kabul edilse bile %0,05’i geçmemektedir. Türkiye’deki Süryani ve Süryani geleneğinden gelen cemaatlerin durumuna baktığımızda; Papalığın misyonerlik alanı olarak kabul ettiği 10 ile 40’ıncı paralel arasında yer aldıkları, dini ibadetlerini yerine getirmede en iyi 50 ülke içinde 35’inci sırada değerlendirildikleri görülmektedir. Jashua Project verilerine göre Türkiye’de 300 kadar Keldani, 5.200 kadar Nasturi ve 23.000 kadar Süryani bulunduğu tahmin edilmektedir. Misyonerlik hedefi olma açısından ise Nasturi ve Keldaniler “Özel ve Kurulmuş Kiliseler (%2-%5 arasında Evanjelik üye sayısına sahip)” içinde değerlendirilirken, Süryaniler “Formatif ve Nominal Kiliseler (%0,01-%2 arasında Evanjelik üye sayısına sahip)” içinde gösterilmektedir.10 Süryanilerin Güneydoğu’daki dinî lideri Metropolit Timoteus Samuel Aktaş kendisi ile yapılan bir söyleşide; cemaatin göçü ile boşalan birçok kilise ve manastırın olduğunu ve bunların yaklaşık 90’ının kaderine terk edildiğini, buna mukabil Turabdin’de 5 aktif manastırın olduğunu, 21 yerleşim birimindeki 25 kilisede dönüşümlü ve aktif bir şekilde ruhanî hizmet verdiğini söylemektedir. Göç nedeni ile daha çok İstanbul’a yerleşen Süryaniler için 9 Jan Schukkınk, De Suryoye – Een Verborgen Gemeenschap. Een Historisch-Antropologische Studie Van Een Enschedese Vluchtelingengemeenschap Afkomstig Uit Het Midden-Oosten, Doktora Tezi, Faculteit der Sociale Wetenschappen, Vrije Universiteit, Amsterdam, 2003, s.58’den aktaran Öztemiz, a.g.t., s.108 10 “People-in-Country Profile”, Joshua Project, (Erişim) http://www.joshuaproject.net/peopleprofile.php, 25 Haziran 2010. 325 burada toplam 7 kilisesi vardır. İstanbul Tarlabaşı’nda Süryani Ortodoks Kilisesi, İstanbul Gümüşsuyu’nda ise Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı Süryani Katolik Kilisesi bulunmaktadır.11 Ortaçağ'da Türkiye’deki Antakya Patrikliği'ne bağlı Halep, Kennesrin, Cabla, Seleukiya, Hansarta, Baltavan, Alcabul, Salamiye ve Barakusun, Beyrut, Humus, Lazkiye, Kuros kürsüleri, Sur, Tarsus, Urfa, Afamiya, Menbeç, Bosra, Aynzarba, Seleukiya İsuriya'sı, Darmsuk (Şam), Amid (Diyarbakır), Rasafa, Dara metropolitlikleri vardır. Süryani Ortodoks Kilisesi'nin on ikinci yüzyılla on dokuzuncu yüzyıl arasında Mor Matta Manastırı, Musul, Kudüs, Şam, Humus, Urfa, Diyarbakır, Mardin, Nusaybin, Maiphargat (Fargin), Ma'den (Şirvan yakınlarında bir belde), Halep, Cezire (Dicle üzerinde) ve Turabdin piskoposluk merkezleri vardır.12 Bugün Türkiye’de dört metropolitlik; Deyru’l-zafaran Manastırı (Mardin), Deyru’l-umur Manastırı (Midyat), Mor Petrus Pavlus (Adıyaman) ve Meryem Ana (İstanbul) kiliselerindeki metropolitlikler vardır. (Harita 2) Bu metropolitlikler ise, Şam’da bulunan “Antakya Süryani Ortodoks Patrikliği”ne bağlı olarak varlıklarını sürdürmektedir. Süryani Kadim cemaatinin Türkiye genel metropoliti ve 1986 yılından beri Ankara çevresi Süryani 13 Başpiskoposluğunu da üstlenmiş olan Yusuf Çetin’dir. 11 Cemal Şener, Türkiye’de Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar, s.169; Cemal Şener, “Süryaniler”, Haber Akademi, 29 Ağustos 2007, (Erişim) http://www.haberakademi. net/ default.asp?inc=makaleoku&hid=4641, 05 Ekim 2007. 12 Süryani Ortodoks Kilisesi 1998 Takvimi Bülteni, haz. Turabdin ve İstanbul Metropolitlikleri, İstanbul, 1997, s.14; A.J.Maclean, “Syrian Christians” Encyclopaedia of Religion and Ethics, Cilt XII, Edinburgh, 1980, s.173’den aktaran Durak, a.g.e, s.201. Osmanlı salnamelerinde 1885 yılında on metropolitlik, 1917-1918 yılları arasında 2 patrik vekili, 7 metropolit ve 9 metropolit vekilliğinden bahsedilmekle beraber merkezlerin sayısının savaş sonrasında yaklaşık olarak üçte iki miktarında azaldığı dile getirilmektedir. Salnameler için bkz. Canan Seyfeli, “Osmanlı Devlet Salnamelerinde Süryaniler (1847-1918)”, s.69-80. 13 İris, a.g.e., s. 153; Mehmet Aydın, a.g.e., s. 723. 326 İSTANBUL MARDİN ADIYAMAN TURABDİN ŞAM Harita 2. Türkiye Metropolitlikleri 6.1.1. İstanbul Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler Süryanilerin İstanbul ile buluşması yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. Özellikle Bizans İmparatoru Konstantin’in annesi Heleni, İmparator Jüstinye’nin eşi Teodora ve İstanbul’un ilk metropoliti Yuhanna Chrisostom (Altın Ağızlı Mor Yuhanna) Süryanilerden birkaçıdır. Günümüz İstanbul tarihine önemli izler bırakan 14 İstanbul Süryani Metropolitliği, 1950'lerde başlayan 1980'lerde hız kazanan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan gelen göç ile oluşmaya başlamıştır. 1993 yılı verilerine göre, İstanbul'da 8.000 olan Süryani sayısı, Mardin ve Şırnak illerinden yapılan göçler ile günümüzde 15.000'e yükselmiştir.15 Diğer taraftan bu göç sonrasında 12.000 kadar olan Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki Süryani sayısı gerek İstanbul’a gerekse ülke dışına olan göçlerle 2.000-3.000'e kadar gerilemiştir. 14 “Monofizit“, Wikipedia, (Erişim) http://tr.wikipedia.org/wiki/Monofizit, 05 Ekim 2009. C.Ali Aydın, “Türkiye'de Süryaniler”, Ankara, Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Uzmanlık Tezi, 1993, s.70. 15 327 Türkiye Süryanilerinin büyük çoğunluğunun yaşadığı İstanbul'daki Süryanilerin büyük bir kısmı, Mardin kökenli olup daha çok Kurtuluş, Beyoğlu, Kumkapı, Samatya semtlerine yerleşmişlerdir.16 1991 yılı verilerine göre, İstanbul'daki 1800 ailenin 1100'ü Mardin, 400'ü Diyarbakır, 200'ü Adıyaman ve Elazığ, geri kalan 100 aile de Hatay, Şanlıurfa, Malatya, Şırnak ve Hakkari'den gelmişlerdir.17 Göçle İstanbul’a gelen Süryani aileler, kendi memleketlerinden ziyade kendilerini ya İstanbul’a ait hissetmişler ya da yurt dışına gitme eğilimi içine girmişlerdir.18 Ayrıca bu ailelerin yaklaşık olarak 1600’ü Süryani Kadim Kilisesi'ne mensup, 100 kadarı Süryani Katolik Kilisesine, diğerleri ise Keldani Kilisesi'ne mensupturlar. Aileleri kentsel veya kırsal diye bir ayırıma tabi tuttuğumuzda ise; 1300 ailelik büyük çoğunluğun kentsel kökenli ailelerden oluştuğunu görürüz. 19 İstanbul'da yaşayan Süryani ailelerin büyük bir bölümünün ekonomik açıdan bir sorunları da bulunmamaktadır. İstanbul Süryanilerinin ekonomik yapılarındaki dağılım, onların yerleşim alanlarına da yansımaktadır. İstanbul'un en pahalı semtlerinden olan Anadolu Yakası'nda (Kadıköy, Moda, Feneryolu, Göztepe, Erenköy, Suadiye ve civarları) 350 kadar Mardinli Süryani aile bulunmaktadır. Yeşilköy, Florya, Avcılar ve civarlarında ise, aynı gelir düzeyinden olmak üzere 300 civarında Mardin ve Diyarbakırlı Süryani aile bulunmaktadır. Daha az pahalı sayılan semtlerden olan Bakırköy, Bahçelievler, Ataköy ve civarlarında ise, 400'e yakın her yöreden Süryani aile bulunmaktadır. Diyarbakırlı Süryanilerin çoğunluğunun bulunduğu Kurtuluş semtinde ise, 350 civarında aile ikamet etmektedir. Kumkapı, Samatya, Koca Mustafa Paşa gibi eski Bizans İmparatorluğu’nun surları içerisinde yer alan ve diğer semtlere oranla daha ucuz kabul edilen yerleşim alanlarında, 16 Bülbül, a.g.e., s.33. Tuma Bar Sawme, Dünden Bugüne İstanbul Süryanileri, Sodertalje-İsveç, Birinci Baskı, Nsibin Yayınları, 1991, s.8-9. 18 Sawme, a.g.e., s.7. 19 Sawme, a.g.e., s.8. 17 328 çoğunluğunu kırsal kesim ailelerinin oluşturduğu 200'e yakın Süryani aile bulunmaktadır. Görüldüğü gibi İstanbul Süryanilerinin ekonomik yapıları ile yerleşim alanları arasında ilişki göze çarpmaktadır. 20 İstanbul Süryanilerinin toplumsal faaliyetleri daha çok kilise çatısı altında olmaktadır. Bu kapsamda Süryani gençleri tarafından oluşturulan Doğu Gençlik (Samatya Kilisesi cemaatinden), Barış Spor (Tarlabaşı Kilisesi cemaatinden), Doğan Güneş (Kumkapı semtindeki kilise cemaatinden), Birlik Spor (Bakırköy cemaatinden) Gülgöze Spor (herhangi bir kiliseye bağlı olmayan) gibi resmî olmayan spor kulüpleri sayılabilir. 21 İstanbul Süryanilerinin kullanımında bulunan ve ayin yapılan kiliseler; mülkiyeti Süryanilere ait olan Tarlabaşı’nda Meryem Ana Kilisesi (bu kilise aynı zamanda hem Metropolitin hem de yönelim kurulunun merkezidir). Mülkiyeti Katoliklere ait olan Samatya, Yeşilköy, Bakırköy, Moda ve Büyük Ada (yazın kullanılıyor) kiliseleri, mülkiyeti Süryani Katoliklere ait olan Kumkapı Kilisesi ve Fener Rum Patrikhanesinden ayrılan ve kendilerine Türk Ortodoksları diyen Süryanilerin mülkiyetinde bulunan Karaköy Kilisesidir. Günümüzde İstanbul'da Süryani Kadim Kilisesi dışında, Süryani Katolik Kilisesi, Keldani Kilisesi de faaliyet göstermektedir. Süryani Katoliklerin İstanbul'daki merkezi, Gümüşsuyu'nda bulunan kilisedir. Bu kilise dışında, Kadim Süryanilerin kullanımında bulunan Kumkapı'daki kilise de Süryani Katoliklerin mülkiyetinde bulunmaktadır. İstanbul'daki dinî liderleri, Süryani Kadim Manastırlarında eğitim görmüş olan araştırma alanımız olan İdil'li Yusuf Sağ'dır. Birbirlerine akrabalık bağı ile bağlı bulunduklarından, Süryani Katolik ve Süryani Kadim Kilisesine mensup aileler arasında alt düzeyde bir ilişki bulunmaktadır. 20 21 Sawme, a.g.e., s.11. Sawme, a.g.e., s.15. 329 Babil Patriği adıyla da anılan Keldanilerin İstanbul'daki Merkezleri (metropolitlikleri) ise, Beyoğlu’nda faaliyet göstermektedir. Bunun dışında Kurtuluş ve Galatasaray'da ayin yapılan iki kiliseleri daha bulunmaktadır. Bu kiliselerde ayini yöneten, Metropolit ile birlikle iki papazları daha bulunmaktadır. Keldanilerin, Süryani Katolikler ve Süryani Kadimlerle resmî ilişkileri bulunmamasına rağmen, kiliseler arasında sadece medeni insan ilişkileri çerçevesinde ilişkileri bulunmaktadır. Kısacası; İstanbul’da Keldani, Katolik veya Kadim Süryaniler arasında ne kiliseler düzeyinde ne de aileler düzeyinde düzenli, ortak faaliyetler bulunmamaktadır.22 Ankara, İzmir, Mersin, Urfa, Malatya, Gaziantep ve Adana yörelerinin de bağlandığı İstanbul Metropolitliği, Metropolit Mor Filüksinos Yusuf Çetin’in başkanlığında bir horiepiskopos, beş papaz ve iki rahibin ruhanî liderliğinde Tarlabaşı'ndaki Meryem Ana Kilisesinde hizmetlerini yürütmektedir. Ayrıca kilisenin “İstanbul Süryani Ortodoks Meryem Ana Kilisesi Vakfı” adlı vakıf yönetim kurulu da aktif olarak varlığını sürdürmektedir.23 6.1.2. Mardin Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler Mardin Metropolitlik bölgesinin merkezi Mardin Deyru’l-zafaran Manastırı’dır. Sorumluluk alanı 2006 yılına kadar Adıyaman, Elazığ ve Diyarbakır illerini de kapsamasına rağmen, bu tarihte teşkil edilen Adıyaman Metropolitliği sonrasında sadece Mardin ve Diyarbakır bölgesi Süryanilerine hizmet vermektedir. Yakın zamanlara kadar Mardin’den patrik vekilliği ile 22 Sawme, a.g.e., s.18. 1959 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğüne müracaat ederek kurulmuştur. Vakıf yönetim kurulu 12 kişiden oluşmaktadır. 2001 yılından beri 11’inci dönem yönetim kurulu görev yapmaktadır. Burada vurgu yapılması gereken bir konu da vakıf yönetiminin göreve başlarken “…T.C. kanunlarına geçmişte olduğu gibi bağlı kalıp riayet edeceğimize, namus, şeref, haysiyet ve incilimiz üzerine yemin ederiz” şeklindeki yeminidir.” Bkz. “Monofizit”, Wikipedia, (Erişim) http://tr.wikipedia.org/wiki/ Monofizit, 05 Ekim 2009; http://www.suryanikadim.org/; http://www.hristiyanforum.com/forum/ suryani-ortodoks-kilisesi-f224/meryemana-kilisesi-t6251.html, 15 Kasım 2009. 23 330 yönetilirken, 9 Şubat 2003’te metropolit olarak da Mor Filüksinos Saliba Özmen atanarak, metropolitlik merkezi teşkil edilmiştir.24 Halen Mor Filüksinos Saliba Özmen’in metropolitlik görevini yürüttüğü Mardin Metropolitliği, Mardin ve Diyarbakır illerine hizmet vermektedir. 25 Süryanilerin çoğunluğu her ne kadar İstanbul’da yaşasa da Mardin‘de 2000-3000 kadar Süryani’nin yaşadığı değerlendirilmektedir. 2005 yılında 77.277 olan Mardin nüfusunun ise yaklaşık % 3’ü kadarı Süryani’dir. Süryani nüfusunun yaklaşık %57’si 30 yaş altında iken, 30-50 yaş arasını %18, 50 yaş üstü de %25’ini oluşturmaktadır.26 Ülkenin genelinde bu oran 30 yaş altı için %67 olduğuna, Mardin geneli için ise %80 olduğuna göre,27 Süryanilerin doğum hızının daha az ve/veya göç edenlerin daha çok gençler olduğu sonucu çıkarılabilir. Süryanilerin yoğun olarak bulunduğu Mardin’den dışarıya doğru olan yoğun göç, bugün çok azalmış, hatta geriye dönüşler de başlamıştır. Mardin’in 2000 yılında aldığı göç 26.083 kişi iken, verdiği göç 68.165 kişidir. Yurt dışından 744 kişi göç almıştır. Bu sayı ile Türkiye’nin 25 ilinden daha fazla göç almıştır. Toplam ülkenin aldığı 234.111 kişilik göçün % 0,3’ü Mardin’e doğru olmuştur.28 XVI. yüzyılda, yerleşmelerdeki vergi mükelleflerinin sayısını ortaya çıkarmak amacıyla yapılan sayımların bulunduğu tahrir defterlerine göre; 1518 yılında Mardin Sancağının 40.157 olan nüfusunun 12.631'i (%31,4) Hristiyan iken, bu oran verilen göçlerle çok aşağılara düşmüştür.29 Nüfusun Müslüman nüfus lehine değişimi, XVIII. yüzyılda başlamış ve diğer yıllarda da 24 Durak, a.g.e., s. 202; İris, a.g.e., s. 107-108. “Diözesen der Syrisch-Orthodoxen Kirche von Antiochien”, Suryoyo Online, (Erişim) http://www.suryoyo.uni-goettingen.de/sok/diozese.htm, 25 Ocak 2010. 26 Mardin Nüfus Müdürlüğünden alınan bilgiler. 27 “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Nüfus Sayımı Sonuçları”, Haber Bülteni, Sayı:15, Ocak 2009, (Erişim) http://www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=219, 18 Temmuz 2010. 28 A.g.e. 29 Nejat Göyünç, XVI.yüzyılda Mardin Sancağı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991, s.83. 25 331 devam etmiştir.30 1891 yılında Mardin il ve ilçelerindeki nüfusun dinî dağılımına (Tablo 6) baktığımızda merkez ve ilçelerde Müslüman nüfusun ağırlığı görülmektedir. Mardin 34.634 26.060 2.844 3.406 1.185 Cizre 12.843 10.438 1.113 1.030 Midyat 27.928 22.281 242 Sürgücü (Avine) Nusaybi 22.840 22.071 Toplam 10.657 Diğer Yezidi Yahudi Protestan Keldani Süryani Katolik Süryani Kadim Hristiyan Toplam İslam Tablo 6. Mardin'in İlçelerinde Yaşayanların 1891Yılında Dinî Özelliklerine Göre Sınıflaması31 325 560 - 266 - - 35 126 43 4.294 - - 628 - 483 142 363 - - 264 - - - 2.588 - - - 340 247 7.482 108.914 78.332 4.341 11.676 1.185 325 1.487 466 1.044 Mardin Metropolitliğinin yönetim bölgesi içinde olduğu için kısaca Diyarbakır’dan da bahsedecek olursak; Diyarbakır’da Hristiyanlığın yayılışı Mor Addai ve öğrencisi Agai döneminde olmuş ve 1034 yılında Antakya Süryani Patrikliği’nin merkezi olmuştur. 1266 yılında Patriklik merkezi Deyru’lzafaran Manastırına nakledilmiştir. Diyarbakır’da İznik Konsülü ile başlayan metropolitlik, 1933 yılına kadar devam etmiştir.32 Metropolit Abdunnur’un vefatından sonra Diyarbakır, Mardin Metropolitliğine/Patrik Vekilliğine bağlanmıştır. 33 Diyarbakır yöresinde Süryani cemaatinin nüfusu hakkında sağlıklı bir rakamdan bahsetmek pek mümkün olmamaktadır. 1869 yılında 1.434, 1876 30 Günal, a.g.t., s.65. Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s.246. 32 Çıkkı, a.g.e., s. 43. 33 Koluman, a.g.e., s. 84. 31 332 yılında 10.634, 1901 yılında 22.748, 1927 yılında 2.091 (diğer ve bilinmeyen din katogorsi içinde) olarak verilen ve birbirinden tutarsız görülen Süryani nüfusuna ilişkin bilinen net bir gerçek Diyarbakır’daki Süryani nüfusunun bugün çok azaldığıdır. Bugün Diyarbakır’da Süryani cemaatinin 4 hane kadar (yaklaşık 20 kişi) olduğu değerlendirilmektedir.34 Diyarbakır’daki bir çok manastır ve kilisenin yanında Meryem Ana Kilisesi ile Suruçlu Mar Yakup Kilisesi tarihi ve manevi değeri yüksek kiliselerdir. 2’nci yüzyılda kurulmuş olan Meryem Ana Kilisesi, Güneydoğu Anadolu’da bulunan kiliselerin en eskisi ve ilki olarak kabul edilmektedir.35 6.1.3. Turabdin Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler XVI. yüzyıl tahrir defterlerinde, günümüzdeki Midyat ilçesinin adı Tur nahiyesi olarak geçmekteydi. Merkez ilçe ve diğer ilçeler Mardin Sancağına bağlı iken, Tur nahiyesi Hasankeyf Sancağına bağlı olmuştur. Kayıtlardan Tur nahiyesinin 1526'da has vergisine tabi 16 köyün 14'ünde sadece Hristiyanların, 2'sinde ise Mahallemi olarak adlandırılan Müslüman Arapların yaşadığı anlaşılmaktadır. Daha ayrıntılı bilginin bulunduğu II. Selim dönemi tapu defterlerinde ise, Tur nahiyesinde 45 köy bulunmaktadır. Bu köylerin 16'sı tamamen Hristiyan, 1'i karışık, geriye kalan 28 köy ise Müslüman köyleridir. 36 Günümüzde Turabdin bölgesinde yaklaşık 2000 kişilik Süryani nüfusunun yaşadığı değerlendirilmektedir. Son zamanlarda hem Türkiye içinden hem de dış ülkelerden kesin ve mevsimlik geri dönüşler olduğu için çok net nüfus bilgileri vermek de pek mümkün değildir. Bu nüfusun 1200'e yakını Midyat, Dargeçit ve İdil'de, 400'e yakını Nusaybin'de, 400'e yakınının da Mardin'de oturduğu değerlendirilmektedir. Bunun dışında 34 Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.127-136. Koluman, a.g.e., s. 84; Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.140-150. 36 Günal, a.g.t., s.62 35 333 Savur'a bağlı Dereiçi (Kıllıt) köyünde 3 aile ve Ömerli ilçe merkezinde 1 aile yaşamaktadır.37 Turabdin Metropolitliğinin merkezi Midyat ilçesi ile İdil ilçesi arasında bulunan Deyru’l-umur veya diğer adıyla Mor Gabriel Manastırıdır. Bu metropolitlik; Midyat, Dargeçit, İdil ve Nusaybin ilçeleri ve köylerine hizmet vermektedir.38 14 aktif kilise ve bir manastır ile hizmetlerini yürüten metropolitliğin başında Turabdin Metropoliti Mor Timetheos Samuel Aktaş bulunmaktadır.39 Şekil 6’da da Turabdin Metropolitliğinin antetli kağıt örneği verilmiştir. Şekil 6. Turabdin Metropolitliğinin Antetli Kağıt Örneği 6.1.4. Adıyaman Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler Adıyaman Mor Petrus Mor Pavlus Kilisesi rahibi, Mor Gregorius Melki Ürek 10 Aralık 2006 Adıyaman’a metropolit olarak atanmıştır. Adıyaman Metropolitliğine; Adıyaman merkez olmak üzere, Malatya, Elazığ, Adana, Mersin, İskenderun, Antakya, Antep, Urfa, Kahta, Gerger ve Siverek bağlanmıştır.40 Metropolitliğin merkezi Mor Petrus ve Mor Pavlus Kilisesi olmuştur. Geçmişi 1701 yılına dayanan Kilise, 1978 yılına kadar aralıksız 37 Özmen, a.g.t., s. 164. Özbay, a.g.e., s.23. 39 İris, a.g.e., s. 149; Durak, a.g.e., s. 202; “Diözesen der Syrisch-Orthodoxen Kirche von Antiochien”, Suryoyo Online, (Erişim) http://www.suryoyo.uni-goettingen.de/sok/diozese.htm, 25 Ocak 2010. 40 “Mor Grigorios Melki Ürek”, İDEM:İstanbul Süryani Ortodoks Metropolitliği haber ve Kültür Dergisi, Haziran 2007, (Erişim) http://www.reyono.net/default.aspx?s=14&b=6, 22 Mayıs 2010. 38 334 olarak açık kalmış, 1978’de kilise ruhanîsinin yurt dışına çıkıp gelmemesinden dolayı 2000 yılına kadar kapalı kalmıştır. Pazar günleri 25-30 ailenin ayine katıldığı kiliseye Kahta ve Gerger’de 200-300 civarında Süryani ve Ermeni kökenli ailenin bağlı bulunduğu iddia edilmektedir.41 1800’lü yılların son çeyreğinde Adıyaman’da 50 Süryani ailesi bulunduğu göz önüne alınırsa çok ciddi bir değişim olduğunu söylemek mümkün değildir.42 Diğer taraftan 1914 yılından sonra Adıyaman’dan yaklaşık 2000 Süryani’nin Suriye’nin Halep şehrine göç ettiği de söylenmektedir. Bugün çok az kalan Adıyaman Süryani cemaatinin yerel idare ile tek sorunun ibadetlerini yaptıkları Mor Pavlus ve Petrus Kilisesinin bina ve müştemilatının yapımı ve genişletilmesine yönelik engellemeler olduğu da dile getirilmiştir.43 6.2. TOPLUMSAL İLİŞKİLERİ Toplumsal ilişkileri dar ve kesin kalıplar içine koymak mümkün değildir. Toplumsal ilişkiler; siyasal, sosyal, ekonomik, psikolojik, kültürel, dinî ve coğrafi boyutları olan dinamik ve değişken bir süreçtir. Yani toplumsal ilişki etkileşim; etkileşim de değişim demektir. Süryanilerin toplumsal ilişkileri de bu çerçevede dinamik ve istikrarsız bir değişim içinde şekillenmektedir. 6.2.1. Süryani-Müslüman İlişkileri Osmanlı hâkimiyetinin ilk yıllarında demografik yoğunluk şehirlerde gayrimüslim, kırsalda ise Müslüman ağırlıklı olacak şekilde idi. Kırsal kesimlerde daha ziyade aşiret sistemi şeklindeki yapıyı Osmanlı yönetimi, kendi idari yapısı içine dâhil etmeye çalışmıştır.44 Osmanlı Devletinin güçlü olduğu 41 dönemlerde mevcut sistemde sorun yaşanmazken, devletin Muzaffer İris, “Adıyaman ve Süryaniler,” (Erişim) http://www.deyrulzafaran.org, 08 Haziran 2008. Çıkkı, a.g.e., s. 23. 43 Adıyaman Mor Pavlus Ve Petrus Kilisesinde 29 Nisan 2007 tarihinde Diyakon A.G. ile yapılan görüşme. 44 Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 150. 42 335 zayıflamaya başlaması ile aşiret sisteminde sorunlar çıkmaya başlamıştır.45 Bazen birbiri ile bazen devlet ile de çatışan bu aşiretler, bölge genelinde kendine buyruk otonom bir görüntü çizmeye başlamışlardır. Bazen vergi toplayan, bazen de bölgesel gruplara hamilik yapan bu aşiretler için dinsel gerekçeler ikinci planda yer almakta, çıkarları bazen gayrimüslimlere bazen de Müslimlere yaklaşmalarına neden olabilmekteydi. Süryaniler, din merkezli toplumsal yapıları ve idari bir endişe taşımamaları nedeni ile özellikle 12’nci yüzyıldan itibaren, yarı kapalı bir toplum görüntüsü çizmişlerdir.46 Yani bulundukları bölgenin toplumsal dokusunun bir parçası olarak yöresel yapıya kısmen adapte olmuşlardır. Bu durum Süryanilerin, Müslüman komşularıyla sınırlı ilişki içinde olmalarına neden olmuştur.47 Süryanilerin bu özelliği iki toplum arasında kendine has bir dengenin oluşmasını da sağlamıştır. Süryaniler, 19’uncu yüzyılın başlarında Anadolu topraklarında özellikle Nasturi ve Ermenilerin taraf olduğu çatışma ortamına fazla girmemiş olsalar da, diğer bölge halkları gibi etkilenmişlerdir. Uluslararası aktörlerin Süryanilerin bulundukları coğrafyadaki hesaplarının bedeli, toplumsal huzurun bozulması olarak gelecek dönemlere de yansımıştır.48 Hristiyan unsurların kendilerine yöneltilen propagandadan etkilenerek çıkardıkları ayaklanmalar, diğer taraftan ülkenin işgal edilmesi ve Müslümanların sosyo-ekonomik düzenlerinin bozulması, zamanla karşılıklı bir düşmanlığa veya güvensizliğe dönüşmüştür.49 Bu gelişimin bir sonucu da 45 Devletin bazı muharebelere girmesinden dolayı Midyat kazasından Haco ve Yezidi taifesinde Hasene Segfen’in başkaldırmaları üzerine; Kivağ Köyü, Kefnas, Şirkine ve Bencam köylerinin halkının gece gündüz ahali fukara halkına saldırıp mallarını, eşyalarını ve hayvanlarını talan ettikleri, Kanun-evvel (Aralık) ayında Tel-Sakan muhtarı Farho ve Midyatlı Haco ile eşkıyaları iki bin kişi toplayıp İznavur’a bağlı Kınık köyüne saldırdıkları ve aynı şekilde Bavarde köyüne saldırdıkları ve bu köyleri talan ederek halkına haksızlık yaptıklarına dair Süryani cemaatinin hazırladığı ve devlete sundukları 1295 (1878) tarihli rapor için bkz. Gabriel Akyüz, Osmanlı Devletinde Süryani Kilisesi, s. 129. 46 Nelhans, a.g.e., s. 25. 47 Parry, a.g.e., s.vi. 48 Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.210. 49 Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 196. 336 bölgedeki Müslümanlar arasında taassubun, Hristiyanlar arasında ise siyasi eğilimlerin artmaya başlamasıdır.50 Süryani-Müslüman ilişkilerin psikolojik yönünü daha çok tarihi ve dinî sebepler oluşturmuştur.51 Karşılıklı ilişkiler, İnançlara dayalı ve biraz da önyargılıdır. Bu durum kısmen Müslümanlarla aynı aşiret sistemi içinde yer alarak ve biraz da çevresel faktörler ile önemini kaybetse de hâlâ devam etmektedir. Aşiretler arası ilişkilerde güç öne çıktığından dolayı; “güçlü değilsen, güçlünün desteğine ihtiyacın var” demektir. Süryani ailelerden bölgede etkinlik kurmak isteyenler de doğal olarak güçlenmek veya bölgedeki diğer güçlü aşiretler ile ittifak sağlamak zorunda kalmışlardır.52 Bu kapsamda Süryaniler, Mardin-Şırnak bölgesinde önemli bir etki sahasına sahip olan Dekşuri ve Haverka aşiretlerinden daha çok Haverka aşireti içinde yer almışlardır. Aşiret ruhunun resmî hukuki yapıya ağır basması, aşiret reisleri ve şeyhlerin ya da şeyh ailelerinin en küçük yerel birimlerden TBMM'ye kadar devletin resmî organlarında söz sahibi olmaları, Süryanileri herhangi bir sorunda resmî makamlar karşısında çaresizliğe sürüklemekteydi. Fakat giderek değişen toplumsal statü, Süryanilerin ilgi çeken ve merak edilen bir topluluk olmalarından ve yerel idareciler ile Süryaniler arasında kurulan yakın ilişkiden dolayı, geçmişten farklı olarak bölgedeki diğer topluluklar, resmî işlerinin halledilmesi için zaman zaman Süryanilerden yardım istedikleri yine Süryaniler tarafından aktarılmaktadır.53 Yani Süryaniler giderek önem kazanan bir toplumsal statüye sahip olmaya başlamışlardır. Fakat bu aşiret 50 Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 315-316. Özmen’in belirttiği gibi Süryaniler ile yürütülen komşuluk ilişkilerinde din ön plana çıkarak, her şey iyi bile olsa Süryani’nin kestiği et veya yaptığı yemek yenir mi? sorusuna konu getirilerek ilişkiler zorunlu bir sınırlamaya tabi kılınmaktadır. Bkz. Özmen, a.g.t., s. 159. 52 Gabriel Akyüz-Şabo Aktaş, Bakısyan (Alagöz) Köyü'nün Tarihçesi, Mardin, 2004, s.87. 53 Öğündük köyünde 08 Mayıs 2007 günü papaz M.T. ile yapılan görüşme. 51 337 yapısın gücünü yitirdiği anlamında değildir. Hala aşiret bağları eskisi kadar sıkı ve bağlayıcı olmamakla beraber hâlâ önemini korumaktadır. Süryaniler, aşiret sistemine mensup olmasalar da aşiret yapısından etkilenmekte, aşiretlerin bir çeşit hamiliğine ihtiyaç duymaktadırlar. Genel olarak yer aldıkları bölgenin kontrolünü elinde tutan aşiretler tarafından sahiplenilmekte ve bunun karşılığında da aşiretin verdiği kararlara riayet etmektedirler. Bölgede bir çeşit yazılı olmasa da oluşmuş toplumsal bir mutabakat vardır. Bu şekilde çoğunlukla aşiret sistemi içinde çözülen sorunlar, bazen çeşitli sebeplerle aşiret dışına taşmaktadır. Bu durumlarda çözüm resmi organlarda aranmaktadır. Bölgenin kültürel yapısını daha iyi anlamak için bölgedeki akrabalık ilişkilerinin de bilinmesi gerekmektedir. Bölgedeki Kürtlerin tümünde olduğu gibi Süryanilerde de geniş aile yapısı hâkimdir. Fakat göç nedeniyle aileler parçalanmış; bir kısmı Almanya'ya gitmiş, bir kısmı da hâlâ bulundukları coğrafyada yaşamaya devam etmektedirler. Süryani-Müslüman evlilikleri ile karşılaşmak neredeyse imkânsızdır. Aralarındaki akrabalık, kan ilişkisinden ziyade bölgede çok anlamlı olan “kirvelik” vasıtasıyla kurulmaktadır. Bazı Süryanilerin kirve oldukları Müslümanlar için yaptıkları fedakârlıkları akrabalarına yapmayacaklarını belirtmeleri,54 kirvelik kurumunun o bölgede Süryaniler için de ne kadar anlamlı olduğunu göstermektedir. Süryanilerin hayatının her yerinde ve her aşamasında din, genel şekillendiricidir. Bu yüzden Süryani tanımını yaparken, daha çok dinî kimliği üzerinde durulmaktadır. Zaten Süryani Kilisesi atlanarak bu topluluğa ulaşmak pek de mümkün değildir. Bunun en önemli nedeni, kilisenin Süryani toplumunu temsil ve bir arada tutan etkisidir. 54 İdil ilçesinde ileri gelen bir Süryani olan R.T. daha önce İdil’de Tabur Komutanlığı yapmış bir şahısın kendilerinin kirvesi olduğunu ve şuan uzakta olmasına rağmen hâlâ ilişkilerindeki sıcaklığı anlatmaktadır. Buna benzer birçok örnek 2005-2007 yılları arasında İdil merkez ve köylerinde karşılaştığım sözlü tarih hatıralarında da görülmektedir. 338 Türkiye'de Osmanlı-İslam geleneği sürdürülerek Süryanilere sadece dinsel bir grup olarak yaklaşılmıştır.55 Fakat din ne kadar belirleyici de olsa, insan ilişkilerinde tek başına yeterli değildir. Kişisel tutum ve davranışlar da atlanmayacak önemdedir. Keza Midyat’ın Yeşilli Köyü’nde neredeyse % 5’den az Süryani yaşarken muhtarlığına İstanbul’dan köyüne dönen bir Süryani kökenli vatandaşımızın seçilmesi veya Kürt etnik milliyetçiliği üzerine siyaset yapan bir partinin il genel meclis üyeliğine Süryani kökenli bir vatandaşımızın seçilmesi bunun en güzel örneğini oluşturmaktadır.56 Süryani-Müslüman ilişkileri coğrafyaya ve içinde bulundukları ortama göre de farklılık göstermektedir. Kırsaldan metropollere doğru yöneldikçe, kimliklerin daha muğlak hale gelmeye başladığı, ilişkilerde kimlikten ziyade statülerin ön plana çıktığı görülmektedir. 6.2.2. Süryanilerin Diğer Hristiyanlarla İlişkileri Türkiye’deki Hristiyanların Müslüman nüfusa göre sayısal azlıkları, özellikle dinî konularda yardımlaşmayı kendi adlarına zorunlu kılmaktadır. Mezhep birliği olması, bu süreci daha kolay hale getirmektedir. İstanbul veya Mardin’deki kiliselerin zaman zaman birlikte kullanılması bunun güzel bir göstergesidir.57 Mardin’de diğer Hristiyan mezheplerine ait din adamı olmamasından dolayı Kırklar Kilisesi, Mardin'deki tüm Hristiyan topluluğun idari ve dinî hizmetlerinin yürütüldüğü bir merkez durumundadır. 58 Süryanilerin misyonerlik faaliyetleri sonrasında kendi içlerinde ortaya çıkan mezhep farklılıklarına istinaden oluşturdukları kiliseler, aralarında 55 Özmen, a.g.t., s. 257. Elif Görgü, Mor Gabriel Ve Turabdin-5, (Erişim) http://www.tumgazeteler.com/?a=5045522 , 10 Ocak 2009. 57 Bülbül, a.g.e., s.38. 58 Mardin Merkezde yaşayan 5 Katolik aile olmasına rağmen, kilise ibadete kapalıdır. Ruhanisi yoktur. Ancak Kırklar Kilisesi Ruhanisi Gabriyel Akyüz tarafından 1-1,5 ayda bir ibadet yaptırılmaktadır. Tapusu Süryani Katolik Vakfına aittir. Bakımını 1927 doğumlu İlyas Geçkaldı yapmaktadır.Bkz. Ayduslu, a.g.t., s.85. 56 339 bazen ihtilaflara neden olmuştur. Çoğunlukla cemaatlerin kendi içinde çözdükleri bu sorun zaman zaman da Osmanlı yönetimine aksettirilerek çözüm aranmıştır. Osmanlı devletinin de bu tip sorunları çözme gayreti içinde olduğu tarihi kayıtlardan görülmektedir.59 Sorunlar genelde anlaşma yolu ile çözülmekte olup bazen aynı köyde her cemaate ait ayrı bir kilise görmek de mümkündür. Bu konuda güzel bir örnek Dereiçi Köyü’ndeki kiliselerdir. Köyde; Süryani Protestan, Süryani Ortodoks ve Süryani Katolik olmak üzere toplam üç kilise, bir de köyün üç km kuzeydoğusunda bulunan tamamen harap halde bir manastır vardır. XVIII. yüzyıl ikinci yarısındaki mezhep ayrılıklarının ve XIX. yüzyıldaki Protestan misyonerlik faaliyetlerinin bir sonucu olarak60 görünen bu durumun bir diğer yönü de hepsinin huzur içinde beraber yaşayabilmiş olduğunu göstermektedir. Günümüzde Hristiyan mezhepleri arasında giderek artan olumlu bir ilişki vardır. 1948 yılından itibaren “Kiliseler Birliği” çatısı altında Nasturi, Maruni, Keldani, Melkit ve Süryaniler arasında başlayan diyaloglar devam etmektedir. Doğu Kiliseleri tarafından “Uluslararası Ortak Teolojik Diyalog Komisyonunun” kurulması ile ise mezhep ve cemaatler arasındaki sorunların bir kısmı giderilmiştir. Diğer taraftan Roma Katolik Kilisesi ile de 1964 yılından itibaren bir diyalog süreci başlatılmıştır.61 Fakat bu süreçler ile mevcut statükonun ciddi bir değişime uğraması söz konusu değildir. Daha çok teolojik öğreti ayralıklarına neden olan anlaşmazlıkların karşılıklı 59 Süryani Kadim, Süryani Katolik, Ermeni Katolik ve Keldani Kiliselerine merbut cemaatler, mübadeleye gayri tabi şahısla; hükmiyeden emval menkullerinin, vaktiyle vergi ve tabu dairelerine vermiş oldukları defterlerdeki yazılı emlakin vakıf olduklarına dair, ne gibi evrak ve vesaik var ise ibraz edilmesi, komisyon mahsusince tetkik edilmek üzere ruhani reisliğine tebliğ edilmesi için Mardin Valisi Tevfik Hadi’den Vilayet Ser- Komiserliğine yazılan 8 teşrin-evvel 1341 (1922) tarihli tebliğat için Bkz.Gabriel Akyüz, Osmanlı Devletinde Süryani Kilisesi, s. 106. 60 Ayduslu, a.g.t., s.108. 61 “Conception of the Union in the Orthodox Patriarchate of Antioch”, http://phoenicia.org/orthodox_ antioch_union_3foot.html, 10 Ocak 2011; “Chiesa Ortodossa” http://mb-soft.com/believe/tic/ orthodox.htm, 10 Ocak 2011; “Ortodoks Kiliseleri ile Roma Katolik Kilisleri Arasındaki Uluslararası Ortak Teolojik Diyalog Komisyonu (Commissione mista internazionale per il dialogo teologico tra la Chiesa cattolica romana e la Chiesa ortodossa)”, Ravenna, 8 - 14 Ekim 2007, (Erişim) http://www.vatican.va/roman_curia/pontifical_councils/chrstuni/ch_orthodox_docs/rc_pc_chrstuni_do c_20071013_documento-ravenna_it.html, 10 Ocak 2011. 340 nedenlerini anlamaya yönelik yapılan bu çalışmaların en olumlu yönü, aralarındaki düşmanlıkları en aza indirmesi olmuştur. 6.2.2.1. Süryani-Süryani Katolik İlişkileri Mihail Carve'nin, 1782 yılında Papa tarafından Süryani Katolik Patriği olarak atanmasıyla başlayan Süryani-Süryani Katolik mücadelesi giderek bir düşmanlığa dönüşmüştür.62 Başından beri gayrimüslim cemaatler içinde Katolik misyonerlere en sert tavır alan Süryaniler (Kadim-Yakubî),63 Katolikleşmiş Süryaniler için yenilmiş anlamına gelen "Mağlubi”64 ifadesini kullanarak, mezhep değiştirenleri ötekileştirmişlerdir. Bunun sebebi olarak Ermenilerin Katolikleştirilmesinde yaşanan sürecin nasıl cereyan ettiğinin gözleri önünde olması ve aynı durumdan kaçınma isteği olabilir. Keza sorun sadece Süryani cemaati içinde değil Osmanlı sınırları içindeki tüm Ortodoks ve Katolikler arasında da ortaya çıkmaktadır. Burada değinilmesi gerekli bir nokta da, iki cemaat arasında ortaya çıkan sorunların gelişiminde sadece cemaatlerin kendilerinin değil, hamisi durumunda olan devletlerin de etkili olduğudur. Özellikle Fransa’nın Katoliklerin koruyucusu gibi Süryani Katolikleri desteklemesi, hem Süryani Kadimleri hem de Osmanlı Devleti'ni zor durumda bırakmıştır. Keza Osmanlı Devleti’nin Fransa ile yaptığı antlaşmalar vasıtasıyla Süryani Katolikleri’nin hamiliğine soyunan Fransa’nın bu tutumu, Süryanileri kendinden soğutmuştur. 65 İki cemaat arasında ortaya çıkan kutuplaşmaya rağmen ilişkilerin en yoğun olduğu nokta Deyru’l-zafaran Manastırı olmuştur. Patrik Carve, Deyru’l-zafaran'ı patriklik merkezi yaparak, meşruiyetini ispat ve etki alanını 62 William Francis Ainsworth, Travels and Researches In Asia Minor, Mesopotamia, Chaldea and Armenia, Vol. II, London 1842, s.115. 63 Hirmis Aboona, “How And When Catholicism Was Imposed on National Churches of Mesopotamia?”, (Erişim) http://www.atour.com.education/20010303.html , 10 Ocak 2006. 64 Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 36. 65 Başbakanlık Osmanlı Arşivi Divân-ı Hümayûn Defterleri, Hariciye Nezareti Mektubî Kalemi, Dosya No: 46, Gömlek No:75’den aktaran Özcoşar, “19. Yüzyılda Mardin Süryanileri”, s.167. 341 geliştirmek istemiştir. Bu kapsamda yaptığı girişimler sonucu Deyru’l-zafaran Manastırının kendi cemaati içinde kullanım hakkını 1839 yılında kazanmıştır. Tüm bu süreçte yaşanan sorunlara rağmen Deyru’l-zafaran Manastırı iki cemaatin de ortak kullandığı bir mekân olmuştur.66 Deyru’l-zafaran Manastırı ile ilgili yaşanan mekân sorunu diğer kilise ve mezarlıklara ilişkin yaşanan sorunlarla devam etmiştir. İkiye ayrılan tüm topluluklarda olduğu gibi Süryanilerin de yaşadığı bu sorun doğaldır. Süryani Kadimlerin, Süryani Katoliklerin mülk edinim ve bunları kilise olarak kullanımına sessiz kalmalarını Süryani Katoliklerin hamisi durumundaki Fransa’dan çekinmelerine bağlanmış olsa da Süryani Kadimler, kendi kilise ve mezarlıklarına yönelik girişimler karşısında sessiz kalmamışlardır.67 Süryani Katoliklerin, Süryani Kadimlere ait veya kullanımında olan kilise ve mezarlıklara yönelik hak iddiaları Süryani Kadimlerin şikâyetlerine sebep olmuştur. Osmanlı Devleti, yapılan şikâyetleri mevcut sistem içinde değerlendirerek çözüm üretmeye çalışmıştır. Ürettiği çözümlerin kalıcı olmadığını, sorunların en azından 1852 yılına kadar uzadığı görülmektedir.68 Süryani Katoliklerin Mardin'de kilise olarak kullandıkları ilk mekân Kıssis mahallesindeki kilisedir. Ayrıca 19’uncu yüzyılın son çeyreğinde Süryani Katolikler tarafından Diyarbakır Kapısında yapımına başlanan çalışma, Mor Efrem Manastırı adıyla 1884 yılında tamamlanmıştır.69 Sonuçta Katoliklerin kilise sorunu, artan cemaat sayısı da göz önüne alındığında ancak kendilerine has yeni kiliseler inşa etmeleri ile çözülmüştür. 66 Ainsworth, a.g.e., s. 116. Aboona, a.g.m. 68 Şam Şerif’te olan beş kilise (Mor Behnam Kilisesi ile Mor Musa Manastırı, Rişe Köyünde Mor Musa Kilisesi, Kal’at Candar Köyü’nde Mor Circis Kilisesi, Nabak Köyünde Mor Musa Kilisesi ve bir manastır, Karyatayn Köyünde Mor İlyan Manastırı ve bir kilise) konusunda Süryani Yakubiler ile Süryani Katolikler arasında meydana gelen ihtilafın Dar-Saadete şikâyet edilmesi ve sonunda Süryani Katoliklerin eline geçtiğine dair 21 recep 1294 (1877) tarihli ferman sureti için bkz. P.Gabriel Akyüz, Osmanlı Devletinde Süryani Kilisesi, s. 83; Bahse konu kiliselerin Süryani kadimlerin olmasına rağmen oradaki Süryanilerin Katolik mezhebine geçmesi sebebiyle İbrahim Paşa Bahri tarafından Süryani Katoliklere teslim edildiğine dair 25 mart 1302 (1884) tarihli Arapça tahkikat raporu için bkz. Gabriel Akyüz, Osmanlı Devletinde Süryani Kilisesi, s. 85. 69 Gabriel Akyüz, Mardin İli'nin Merkez ve Civar Köylerinde, s.82-90. 67 342 Patriklik merkezinin yeri de 1853 sonrasında ortaya çıkan bir başka sorun olmuştur.70 Mardin Süryani Katolik Metropoliti Anton Semheri patrik olarak seçildikten sonra patriklik merkezinin Mardin'e taşınması,71 Süryani Kadimler tarafından tehlike olarak algılanmış ve mücadelenin sertleşmesi üzerine, 1898'de Patrik Efrem Rahmani'nin patriklik merkezini Beyrut'a taşıması ile sorun çözülmüştür.72 Süryani Kadimler ile Katolikler arasında bir diğer mücadele, özellikle Osmanlı Devleti'nde yeni idari yapılanmalar sonrasında ortaya çıkmıştır. Meclislerdeki temsilci sayıları gücün unsuru olarak algılanarak, bu sayının arttırılmasına çalışılmıştır.73 İki cemaat arasındaki politik nüfuz mücadelesinde Katolikler özellikle İstanbul’da etkin olmuşlardır. Katoliklerin bu başarısının sebeplerinden biri de, Papalık tarafından aktarılan maddi imkânlardır. Maddi imkân olarak Süryani Kadimlerden daha önde olan Katolikler, elde ettikleri bu imkân sayesinde siyaseten üstünlük sağlamışlardır.74 Süryani Kadimler ile Süryani Katolikler arasında şehir merkezlerinde yaşanan çatışmalar, kırsal kesimi de etkilemiş, güç arayan Süryani aşiret 70 1869 yılında Süryani Katoliklerin merkezi Helep'ten Mardin'e taşınmıştır. 1877 yılında Mardin merkezli Süryani Katoliklerinin Patriklik merkezleri Şam'a geçmiş ve yargı alanında 4 piskopos ve 17 rahip vekili ile idare edilen 21 ruhani merkezi oluşmuştur. 1879 yılında ilk defa Süryani Katoliklerinin başkent İstanbul'da bir ruhani merkezleri, patrik vekilliği oluşmuştur. Ayrıca yıllıklarda Süryani Katolik Patrikliği Ermeni Katolik Patrikliği'nden sonra dördüncü sırada yer verilmiştir. Bu da dördüncü ayrı millet olarak kabul edildiğini düşündürmektedir. Bkz. Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, Sene 1286 (1869), 24. Defa, İstanbul: Darü’t-Tıbaat’ül-Amire, (1286/1869), s. 154-170, Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, Sene 1294 (1877), 32. Def’a, İstanbul: Halil Efendi Matbaası, (1294/1877), s. 584-599, Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, Sene 1296 (1879), 34. Def’a, İstanbul: Hacı Hüseyin Efendi Matbaası, (1296/1879), s. 254-264’den aktaran Canan Seyfeli, “Osmanlı Devlet Salnamelerinde Süryaniler (1847-1918)”, s.88-93. 71 Gabriel Akyüz, Mardin İli'nin Merkez ve Civar Köylerinde,s.84. 72 Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 37. 73 1879'da Adliye Nezaretine yapılan bir şikâyette bu konudan bahsedilmekte ve durumun akibeti sorulmaktadır. Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Divân-ı Hümayûn Defterleri, Dâhiliye Mektubî Kalemi, Dosya No: 1330, Gömlek No:62’den aktaran Özcoşar, “19. Yüzyılda Mardin Süryanileri”, s.168. 74 Bu konuda örnek teşkil eden Matran Yunus’un hikayesi için Bkz. Parry, a.g.e., s. 130-133 . 343 ve ailelerin bir kısmı çare olarak Katolikleşmeyi tercih etmişlerdir.75 Böylece bu mücadele dinî ve siyasi bir boyut kazanmıştır. Her iki cemaatin birbirleri ile mücadelelerinin bir diğer boyutu da Osmanlı Devleti tarafından bağımsız “millet” olarak kabul edilmemesinden kaynaklıdır. Ermeni Gregoryen ve Ermeni Katolik Patriklikleri de doğal olarak bu sürecin içinde olmuşlardır. 1835 yılına kadar Süryanilerin Ermeni Patrikliği’ne bağlılıkları devam etmiştir. Süryani Katolikler, İstanbul Katolik Patrikliği’ne bağlanmış olmalarına rağmen, sorun çözülmemiştir. Bir taraf cemaat kazanmak diğer taraf kaybetmemek için mücadelelerine devam etmişlerdir. Ekonomik sebeplerle din değiştirenlere rastlanması tarafları karşı karşıya getirmekte ve sık sık şikâyetlere konu olmaktaydı. Osmanlı devletince özellikle toplumsal huzur bozulduğu için din ve mezhep değiştirmeler yasaklanmıştır. Tüm bu yasaklara rağmen mezhep değiştirmeler devam etmiştir.76 Süryani Katoliklerin bugün ülkemizde sayısı çok azdır. Katolik Süryani Patrikliği Beyrut’ta bulunmakta olup, İstanbul’da Süryani Katolik Patrikliği vekilliği vardır. Bu görevi Yusuf Sağ temsil etmektedir.77 Süryani Katolikler daha çok şehirlere yerleştikleri için diğer Süryaniler ile önem arz edecek bir sorunları görülmemektedir.78 6.2.2.2. Süryani-Nasturi İlişkileri Nasturi Kilisesinin ortaya çıkışı ile başlayan Nasturi-Süryani çatışması başlangıçta çok şiddetli iken İslam hâkimiyeti ile şiddetini kaybetmiştir. Fakat 75 Gabriel Akyüz ve Şabo Aktaş, Bakısyan (Alagöz) Köyü'nün Tarihçesi, Mardin, 2004, s. 96-97. Osmanlı Devletinin, bu cemaatlerden aldığı vergilerin düzenli toplanması, ancak sorun olmadığında ve cemaat yöneticilerinin meşruiyetinin cemaat tarafından kabulünde mümkün olabilmekteydi. Fakat 1940-1943 yıllarında devam eden şikâyetlerden mezhep geçişlerinin devam ettiği de anlaşılmaktadır. Bkz. Mardin Şer'iye Sicili, s. 253 Evahir-i Safer, 1255; Mardin Şer'iye Sicili, s.253, Evasıt-ı Cemaziyelahir.; Mardin Şer'iye Sicili, s.242, Evasıt-ı Zilkade 1258’den aktaran Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.165. 77 Mehmet Aydın, a.g.e., s. 724. 78 Süryani Katolikleri Türkiye'de doğmuş olan Süryani Katoliklerin % 95'i kentte doğmuş olup, % 5’i ise ilçede doğmuştur. Katılımcılar arasında köylü kökenli Süryani Katolik yoktur. Bkz. Öztemiz, a.g.t., s.76. 76 344 teolojik öğreti ayrılığı şeklinde ortaya çıkan bu görüş farklılığı, tarafların birbirlerini heretik (sapkın) olarak nitelemeleri ile bugün dahi kilise çevrelerinde devam etmektedir.79 Doğu Süryanileri olarak da adlandırılan Nasturilerin kapalı toplum yapısı ve yaşadıkları zor coğrafi bölge, ilişkileri sınırlı yapmıştır. Nasturiler daha çok Hakkâri bölgesinde yaşamışlardır. Nasturi İsyanı sonrasında ise büyük çoğunluğu Türkiye’yi terk etmiştir. Bugün çoğunlukla Irak’ta, ABD’de ve Kanada’da yaşamaktadırlar. Doğu Süryanileri günümüzde kendilerini daha çok ‘Asurî’ olarak tanımlarlar. 1975 yılında ABD’de patriklerinin öldürülmesi ile birlikte Türkiye’deki cemaatleri patriksiz kalmıştır. 19’ncu yüzyılda Protestanlığa geçen Doğu Süryani Hristiyanlarından İstanbul’da yaşayan çok az bir grup kalmıştır.80 Bugün Nasturiler, gerek Süryaniler ile gerek diğer Süryani ekolünden gelen cemaatler ile olsun, “Asurî” kimliği etrafında birleşme gayretleri içindedirler. İlişkilerin seyri daha çok yurt dışı bağlantılı gelişmekte ve soykırım söylemleri genellikle Nasturi cemaati tarafından dillendirilmektedir. Nasturiler, bu iddialarının içine Süryani cemaatini de çekmek istemektedirler. 6.2.2.3. Süryani-Keldani İlişkileri Keldanilerin de Nasturiler gibi Süryaniler ile ilişkileri fazla yoğun olmamıştır. Geary, Süryaniler ile Keldaniler arasındaki ilişkiyi tanımlarken; birbirlerine bakış açılarının Müslümanlara bakış açılarından daha kötü olduğunu söylemektedir.81 Bunun sebebini ise Süryanilerin, Süryani Katolik cemaati ile olan sorunlarında, Keldanilerin Katoliklerden yana tavır 79 Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s. 206. Anschtz Helga, “Türkiyedeki HristiyanGruplar”, Türkiyedeki Etnik Gruplar, ed. Peter Alford Andrews, İstanbul, Ant Yayınları, 1992, ss.298-299; Bülbül, a.g.e., s.32. 81 Grattan Geary, Through Asiatic Turkey, Narrative of a Journey from Bombay to the Bosphorus, London, S. Low, Marston, Searle & Rivington, 1878, s 175-176. 80 345 aldıkları hatta destekledikleri yönündeki inançları olduğu düşünülebilir. Keldani ve Süryaniler arasındaki ilişkilere ait tek somut olay, 1862'de Nusaybin Mor Yakup Kilisesinin aidiyetine yönelik olmuş, sonuçta sorun Süryaniler lehine sonuçlanmıştır.82 Diyarbakır ve Mardin’de çok az sayıda Keldani cemaati bulunmaktadır. Batıya ekonomik ve sosyal şartlar nedeniyle göç eden Keldaniler, daha çok İstanbul'da yoğunlaşmıştır. Irak’ta yaşanan gelişmeler sonucunda Türkiye'ye doğru da göçler olmuştur. Bunların büyük bir kısmı tekrar batıya göç etmişlerdir. Türkiye Keldani Cemaati Başpiskopos Genel Vekili François Yakan’a göre Türkiye de 5000 civarında Keldani yaşamaktadır. Bunlar da çoğunlukla İstanbul’da yaşamaktadırlar. 1984 yılı itibariyle Türkiye de Keldani ve Nasturilerin toplam sayısının 7000 civarında olduğu değerlendirilmektedir.83 Keldanilerin de Nasturiler ile birlikte Asur kimliği etrafında birleştirilmeye çalışıldığı değerlendirilmektedir. Bu kapsamda kitlesel bir sayı yaratma gayretlerinin olduğu, bunun için de Süryanilerin de bu grup içine sokulmaya çalışıldığı dile getirilmektedir. Bu amaçla çeşitli dernek, örgüt ve kuruluşlar teşekkül ettirilmektedir. Bu gelişmelere gerekçe olarak ise maruz kaldıkları asimilasyona direnç gösterilmektedir. Bu kapsamda ilişkilerinin ortak düşman yaratılması etrafında şekillendiği ve karşılıklı önemli bir sorunlarının olmadığı görülmektedir. 6.2.2.4. Süryani-Süryani Protestan İlişkileri Anadolu’daki Süryani cemaatin bir kısmı 1852’den itibaren Protestanlığa girmişlerdir. Süryani Protestanlarının ruhanî lideri Diyarbakırlı Cercis 82 Hedaye’dir. Bugün Türkiye’de az sayıda Süryani Protestan Gabriel Akyüz; " Nusyabin'deki Mor Yakup Kilisesi Nusaybin’deki Mor Yakup kilisesi ve Nusaybin okulu M.S. 325 ", Geçmişten Günümüze Nusaybin Sempozumu, Nusaybin, 2004. 83 Andrews, a.g.e., s.232. Farklı kaynaklarda Türkiye’deki Keldani sayısı 300, Nasturi sayısı 5200 olarak da verilmektedir. “People-in-Country Profile”, Joshua Project, (Erişim) http://www.joshuaproject.net/people-profile.php, 25 Haziran 2010. 346 bulunmaktadır.84 Mardin merkezde sadece beş Süryani Protestan aile bulunmaktadır. Başkanlığını Selim Gül’ün yaptığı bir Süryani Protestan Vakfı bulunmasına rağmen etkin değildir.85 Sayısal olarak azlıklarından dolayı Süryaniler ile ciddi bir ilişkilerinden bahsetmekte pek mümkün değildir. 6.2.2.5. Süryani-Rum İlişkileri Süryani Hristiyanlığı, İstanbul’daki Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlı olan kiliselerden farklıdır. Bu farklılık sadece teolojik açıdan değildir, inancın duyulup yaşanmasında da fark edilebilmektedir. Rus Ortodoks, Bulgar Ortodoks gibi Ortodoks kiliselerin çoğunluğu, Fener Rum Patrikhanesinde bulunan Patrik’i tüm Ortodoksların başı olarak tanımaktadır. Ermeni Apostolik ve Süryani Ortodoks gibi bağımsız Ortodoks kiliseler, bunu kabul etmemektedir.86 Zaman zaman Rum Patrikliği, Süryanilerin kendilerine bağlanmasını istemişler ve bu yönde fermanlar da almışlardır. Ancak pratikte uygulama imkânı bulamamışlardır.87 Sonuçta, Süryani ekolünden gelen bu cemaatler bugün ciddi bir çatışma içinde görülmemekte, birbirlerinin kiliselerini kullanmakta, pek tercih edilmemekle beraber aralarında evlilikler olabilmektedir. Son kırk yıl içinde ise yurt dışında yaşayan bu cemaatlerin üyeleri, giderek Türk düşmanlığı etrafında birleşmekte, ortaya çıkarılan bu düşmanlık ve Asur kimliği etrafında da yeni bir yapılanma gayreti dikkat çekmektedir. Aslında 1876 yılına kadar götürülebilen ‘Asur’ kimliğine karşı Süryaniler de ‘Kadim’ kimliğini tesis etmeye çalışsalar da Asur kimliği yurt dışında daha baskın olarak ön planda 84 Mehmet Aydın, a.g.e., s. 724. Ayduslu, a.g.t., s.86. 86 Öztemiz, a.g.t., s.69. 87 Geniş bilgi için bkz. S.Aydın, K. Emiroğlu, Oktay Özel, Süha Ünsal, Mardin Aşiret-CemaatDevlet, Tarih Vakfı Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2001, s.294-295. 85 347 görülmektedir.88 Süryani Katolik, Süryani Protestan, Keldani, Nasturi ve Kadim Süryaniler arasında ‘Asur’ milliyetçiliğinin başlamasını 1910-1912 yılları arasında yayın yapan Şark Yıldızı adlı gazetenin neşriyatlarına dayandıranlar da vardır.89 6.3. SOSYO-KÜLTÜREL DURUMLARI Toplumsal örgütlenme, küçük topluluklarda daha çok akrabalık ilişkileri üzerine temellenmiştir. Akrabalık, kan bağı dışında evlilik ve kirvelik gibi kurgusal olarak da gerçekleşebilir. Toplumdan topluma değişmekle birlikte kültürel kuralların akrabalık ilişkileri üzerinde büyük bir etkisi olmaktadır. Ayrıca belirli bir soya dayandığı öne sürülen boy, aşiret, etnik grup vb. bağların da kültürel kurgu yönü öne çıkmaktadır. Buna rağmen biyolojik veya kurgusal olsun, grupların şekillenmesinde, grup içi ilişkilerin düzenlenmesi ve sürdürülmesinde, diğer gruplarla ilişkiler ve sınırların korunmasında akrabalık bağları ilk sırayı almaktadır.90 Süryanilerin diğer gruplarla aralarındaki sınırların en fazla netleştiği “din” konusu, Süryanilerin sosyo-kültürel durumlarının asıl belirleyicisidir. Süryanilerde kilise, din adamı ve din üçlüsü sosyal yaşamın her yerinde etkilidir.91 Durum böyle olmakla beraber evlilik, sosyal paylaşım alanları, eğitim ve öğretim kurumları, iletişim kanalları Süryani toplumunun şekillenmesinde önemli yeri vardır. Süryani geleneklerinin bölgenin genelindeki gelenekler ile benzerlikleri dikkat çekicidir. Sadece düğün törenleri değil, kılık-kıyafetten, kullandıkları lisana kadar bölgenin genel özelliğini yansıtmaktadırlar. Keza içlerinde bulunduğum iki yıl içinde sokakta Süryani’yi Kürt’ten, Kürt’ü Süryani’den 88 Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.79. Mehmet Şimşek, “1912’de Şark Yıldızı Gazetesi”, Toplumsal Tarih, Sayı 128, Ağustos 2004, (Erişim) http://www.suryoyo.uni-goettingen.de/library/1912sarkyildizi.pdf, 09 Eylül 2009. 90 Gary Ferraro, Cultural Anthropology: An Applied Perspective, Belmont, Wadsworth Thomson Learning, 2001, s.206-226. 91 Özmen, a.g.t., s.222. 89 348 ayırmanın mümkün olmadığını, geleneklerin benzer hale geldiğini, düğünlerinde, bayramlarında karşılıklı ilişki içinde olduklarını, en önemli farklılığın ise sadece kilise veya camiye yöneldiklerinde ortaya çıktığını gördüm. Türkiye’de özellikle Mardin-Midyat yöresinde Süryaniler arasında Süryanice (Turoyo)92 kullanılmasına rağmen, hemen hemen bölgedeki Süryanilerin büyük çoğunluğunun Kürtçe de biliyor olması bende sanki Kürtçe’nin bölge lisanına dönüşmeye başladığı kanaatinin oluşmasına neden olmuştur. Çünkü bölgede kullanılan baskın dil zamanla diğer dilleri etkisi altına almaktadır. İstanbul’daki Süryaniler de çoğunlukla Türkçe konuşmaktadırlar. Sonuçta Süryanicenin giderek ayin dili haline dönüştüğü, günlük yaşamdaki kullanım alanının giderek daraldığı görülmektedir. 6.3.1. Aile ve Evlilik Din temelli bir etnik grup olarak görülen Süryaniler arasında Müslümanlar ile evliliğin yasaklanmış olması, etnik kimliklerinin kaybedileceği endişesinden doğduğu düşünülebilir. Bu durum çok da istisna bir durum olarak görülmemelidir. Zira benzer süreç diğer birçok etnik grupta da görülebilmektedir. Böylece grubun varlığının nedeni olarak gösterilen ve sıklıkla ‘varsayılan ata’ üzerinden kurulan sanal akrabalık yerine, Süryaniler gerçek akrabalık bağı ile etnik kimliğin inşasını sağlamış olmaktadırlar. Süryanilerde sadece Müslümanlarla değil, birinci derece akrabalar arasındaki evlilikler de dinen yasaklanmıştır. Fakat göçle beraber ortaya çıkan demografik yapıdan kaynaklanan, evlenecek kişilerin bulunamaması 92 Semitik dil ailesine ait Doğu Aramîce'nin bir lehçesi olan “T uroyo” ( ), S urayt ( ), ) olarak da bilinmektedir. Bkz. Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s. veya Səryoyo ( 37; İris, a.g.e., s. 39; Öztemiz, a.g.t., s.82. 349 nedeni ile bu yasak, 1980'lerden sonra pek uygulanamamaya başlamıştır. Bu durum sosyal gerekliliklerin dinî adetleri değiştirici gücüne de bir örnektir.93 Durum böyle olmakla beraber hala muhafazakar kesimlerde başka dinler ile evlilik ciddi bir sorun olmaya devam etmekte ve hatta bu gerekçe ile cinayetler dahi işlenebilmektedir. Süryaniler için kutsal bir anlam taşıyan evlilik, rahipler, rahibeler, episkopos, metropolit, mafiryan ve patrikler için yasak kapsamındadır. Papazlar, papaz sıfatını almadan önce evlenebilirler. Papazın eşi öldüğünde ise, ikinci bir evlilik yapmasına izin verilmez. Ancak ruhban sınıfına dâhil olmayanlar ikinci kez evlenebilmektedirler.94 Süryanilerde çok eşlilik yasaklanmış olup, asıl olan tek eşliliktir. Bu yönüyle, bölgedeki Arap, Kürt ya da Türk aile yapısından farklılık göstermektedir. Boşanmak, zina hali dışında mümkün değildir.95 Süryaniler arasında evliliği engelleyici durumlar; ruhsal yakınlık, kan bağı ve dinî farklılıktır. Ruhsal yakınlık, sütannelik, sütkardeşlik ve vaftiz kirveliğidir. Nikâhta sağdıçlık ve tedavisi uzun veya mümkün olmayan hastalıklar da evlilik için engel teşkil etmektedir.96 Evliliği engelleyen bir diğer durum ise dinî farklılıktır. Mezhepsel farklılıkların bile önemsendiği bu durumda, Süryani ile Müslüman’ın evliliği asla kabul edilmemektedir. Ayrıca Süryaniler, resmî nikâh işleminden önce dinî nikâh kıymamaktadırlar.97 6.3.2. Süryani Dayanışması: Vakıflar ve Dernekler Süryaniler arasında büyük bir dayanışma vardır. Toplum psikolojine dayandırabileceğimiz Süryani dilenciye veya muhtacına rastlanmaması, bu olguyu doğrular niteliktedir. Bu dayanışma daha çok kilise organizasyonları 93 Özmen, a.g.t., s. 219-223. Günel, a.g.e.,s.318. 95 Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, s. 306; İris, a.g.e., s. 204. 96 Akdemir, a.g.e., s. 85; Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s. 204; Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, s. 306. 97 İris, a.g.e., s. 204; Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s. 204. 94 350 etrafında yapılmaktadır. Kilise destekli yapılan tüm bu organizasyonlar ve etkinlikler, farklı anlamlarda anlaşılabildiğinden dolayı Süryaniler bu tür faaliyetlerini yaparken biraz çekingen davranabilmektedirler. İster kilise, isterse vakıflar aracılığı ile olsun, Süryani toplumu arasındaki destek her alanda görülmektedir. Her kilisenin masraflarını karşılamak, yoksul ve düşkünlerin geçimlerini temin etmek için Süryani Kadim Vakıfları kurulmuştur. Başlangıçta Süryanilerin Lozan’da azınlıklık olarak sayılmamış olmasından dolayı, 2003 yılında başlayan uygulamaya kadar da Süryanilerin vakıfları cemaat vakıfları arasında sayılmamıştır.98 Fakat yapılan düzenlemeler ile artık resmî olarak Süryani vakıfları da cemaat vakıfları arasında kabul edilmektedir. 2005 yılı itibariyle resmiyette 9 Süryani vakfı, 3 Keldani, 75 Rum, 55 Ermeni, 18 Musevi, 2 Bulgar, 1 Gürcü ve 1 de Marunilere ait vakıf vardır.99 2008 yılında 5737 sayılı yeni Vakıflar Kanunu ile cemaat vakıfları lehine önemli düzenlemeler yapılmış olup, günümüzde 162 tane cemaatlere ait vakfın yedi tanesi Süryani Kadimlere, bir tanesi Süryani Katoliklere, iki tanesi Süryani Protestanlara aittir. 100 Genellikle kiliselere ait olan bu vakıfların önemli kabul edilebilecek gelirleri,101 arazi ve mülkleri vardır.102 98 Lozan Antlaşması'nda azınlık olarak belirlenen gruplardan Rum,Ermeni ve Yahudi dışında başka bir grup olup olmadığı tartışmalıdır. Azınlık haklarından Türkiye'deki gayrimüslimlerin hepsi yararlandırılmamaktadır. Bu konuda tüm gayrimüslimlerin azınlık haklarından yararlandırılmasını gerektiğinin iddiası için Bkz. Oran, Türkiye'de Azınlıklar:, s.54. 99 Bülbül, a.g.e., s.26. 100 Süryanilere ait vakıflar; Diyarbakır Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı, Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı, Mardin Süryani Kadim Deyrulzafara Manastırı ve Kiliseleri Vakfı, Midyat Süryani Deyrulumur Margabriel Manastırı Vakfı, Midyat Süryani Kadim Cemaatı Marborsom ve Mart Şemuni Kiliseleri Vakfı, İdil Süryani Kadim Kilisesi (Mardodo) Vakfı, Elazığ Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfıdır. Ayrıca Mardin Süryani Katolik Kilisesi Vakfı ve Mardin Süryani Protestan Kilisesi Vakfı ve Midyat Süryani Protestan Kilisesi Vakfı bulunmaktadır. Bkz. “Cemaat Vakıfları”, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü, (Erişim) http://www.vgm.gov. tr/02_VakiflarHakkinda/004_CemaatVakiflar/cemaat.cfm, 11 Ağustos 2010. 101 Deyrl umur manastırı Vakıf Baskanı İsa Gülten’in beyanına göre vakfın yıllık geliri 200–250.000 Euro kadardır. Bkz. Ayduslu, a.g.t., s.123. 102 Efram Barsavm, Zihniyetlerin Bahçesinde Deyruzzafaran Manastırı’nın Tarihi ve Mardin Abraşiyesi İle Manastırlarının Özet Tarihi, çev.Gabriyel Akyüz, ed. İbrahim Özcoşar, Hüseyin H. Güneş, Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Yayınları, İstanbul, 2006. 351 Her kilisenin bir vakıf yönetim kurulu da vardır. Bu kurullar, dört senede bir hükümetin nezaretinde yapılan seçimle yenilenir. Bu kurul Bölge Vakıflar Müdürlüğü’nün izni olmaksızın hiçbir yatırım yapamazlar. Bütün vakıf malları, o vakfın ait olduğu kiliseye aittir. Ayrıca bu kurulların üstünde "Süryani Kadim Vakfı Kebir" kurulu vardır ki bunun merkezi, Mardin'deki Kırklar Kilisesidir. Bu kurulun başkanı da Mardin Metropolitidir.103 Kilise ve manastırlar dışında, hem bu dinî merkezlerin hem de genel olarak cemaatin mülki işleri için de vakıflar kurulmuştur. Vakıflar bulundukları yerlerden yurt dışına göç etmiş bulunan kişi ve ailelerin çoğunluğunun mülklerini denetleme görevi de görürler. Son zamanlara kadar genellikle Süryanilerle diğer Müslüman gruplar arasındaki mülk sorunları, yurt dışından geri dönüşlerin başlamasıyla Süryanilerin kendi aralarında da görülmeye başlamıştır.104 Süryani vakıflarına ait sorunlar giderek uluslararası bir sorun haline geliyor olması da Türk basını tarafından dikkatle takip edilmektedir.105 Vakıfların dışında, 2003 Şubat ayında İstanbul'da kurulan Mezopotamya Kültür ve Dayanışma Derneği ve 28 Nisan 2004 tarihinde Midyat Süryani Kültür Derneği adıyla da Midyat bölgesinde kurulan dernek, Süryanilerin kültürel değerlerini yaşatmayı ve yeniden üretilmesi için çalışmalar yapmayı, bu doğrultuda projeler geliştirmeyi ve aktivitelerde bulunmayı amaçladığını bildirmektedir. Dernek yöneticileri ve kurucuları daha çok yurt dışından kesin dönüş yapanlardan oluşmaktadır.106 Merkezi Midyat'ta bulunan ve kırk altı üyesi olan derneğin yöneticileri, Süryanilerin dinsel bir topluluk olarak anılmasından ve topluluk üzerindeki kilise otoritesinden rahatsız olduklarını dile getirmektedirler. Bu 103 Koluman, a.g.e., s. 119. Özmen, a.g.t., s.194. 105 M. Halis İş, “Mor Gabriel Manastırı ilk davayı kazandı”, Hürriyet Gazetesi, (Erişim) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11714161.asp, 22 Mayıs 2010; “Manastır davası AİHM’e gidecek”, Haber Aktüel, http://www.haberaktuel.com/manastir-davasi-aihme-gidecek-haberi-204347.html. 106 Özmen, a.g.t., s.194. 104 352 yaklaşımlarından dolayı kilise ile çatışmaktadırlar. Dernek yöneticilerine göre Süryanilerin bugün bu durumda olmasında, yani kendi ülkesinde azınlık olmasında din/kilisenin rolü çok büyüktür. Ayrıca onlara göre; geri kalmışlığın nedeni de dindir ve artık dinin bir engel olarak aşılması gerekmektedir.107 Süryani vakıfları ile ilgili düzenlemelerin kendilerine sorun yarattığını ileri sürerek Katolik Süryani cemaati adına konuşan Basatemir; “Süryani topluluğu olarak Türkiye'de yaşamaktan ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan memnunuz. Biz ayrıcalıklı haklar istemiyoruz. Bize vatandaşlık haklarımız verildikten sonra artı bir şey istemiyoruz"108 demektedir. Zorunlu olarak yaşanan bu göçlerin sonucunda geride birçok mülkü ve araziyi bırakan Süryanilerin en büyük problemlerinden birinin vakıflar olduğunu söyleyen Basatemir, Süryani cemaatinin Güneydoğu bölgesinden göç etmesi ile birlikte cemaate ait birçok vakfın ve vakıf mallarının heba olduğunu belirtmektedir.109 6.3.3. Süryaniler ve Eğitim Kurumları Süryaniler, 2’nci yüzyıldan 12’nci yüzyıla kadar Mezopotamya’da üniversite seviyesinde olan 50’ye yakın okul açmışlardır.110 Bunların en meşhuru Urfa Kralları Süryani Abgarlar döneminde kurulmuş olan, İlahîyat Fakültesi olarak bilinen Süryani Urfa Okuludur.111 Aslında Süryanilerin altın çağ olarak da adlandırılan, eğitim ve kültür alanında en fazla üretken oldukları dönem, 7’nci yüzyıldan 13’ncü yüzyıla kadar süren dönemdir.112 Süryani Ortodokslar’da şu anda eğitim veren 5 manastırdan en önemlileri; Deyru’l-zafaran ve Mor Gabriel Manastırları’dır. Diğer manastırlar ise Midyat Mor Abrohom Manastırı, Barıştepe Mor Yakup Manastırı, 107 Özmen, a.g.t., s.195. Sezgin ve Uçar, a.g.m. 109 Sezgin ve Uçar, a.g.m. 110 Bülbül, a.g.e., s.32; Talip Atalay, “İlk Dönem Süryani Din Eğitimine Giriş”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt II, Orient Yayınları, 2005 s.177. 111 Bülbül, a.g.e., s.33. 112 Dahwonoye, a.g.e., s.12. 108 353 Nusaybin Üçköy Mor Melke Manastırı’dır.113 Eskiden her kilisenin yanında, bir manastır varken göçlerden sonra kilise sayıları ile birlikte bu sayı da belirgin derecede azalmıştır. 114 Süryanilerin sorunlarından en önemlileri; kaybetmeye yüz tuttukları lisanları ile kendi din ve kültürlerini kendilerinden sonra gelecek kuşaklara aktaramama endişesidir. Süryani dilini yaşatmak için manastır ve kiliselerde karşılıksız, kız ve erkek ayırımı yapmadan bütün gençlere din ve dil dersleri verilmektedir.115 Türkiye’de millî eğitim politikası gereği bu tarz eğitim resmî olarak yasak olsa da uygulamada manastırlarda eğitim verilmeye devam edilmektedir.116 1897 yılına ait verilere göre Osmanlı topraklarında bulunan toplam 55 adet Süryani okulunda eğitim verilirken bugün sadece birkaç manastırlarda eğitim verilmektedir.117 Bu durum Süryaniler tarafından endişe ile dile getirilmektedir. Diğer taraftan Avrupa Birliği görüşmeleri sürecinde de Süryanilerin, eğitim hakkı ve okul açmalarına izin verilmesi yönünde istekler, resmî-gayriresmî çeşitli ortamlarda dile getirilmeye devam edilmektedir.118 113 Midyat Mor Abrohom Manastırı günümüzde ibadete açık olup, manastır içinde mezarlığı korumakla görevli bir aile, bir rahip, iki rahibe ve üç öğrenci bulunmaktadır. Barıştepe Mor Yakup Manastırı da günümüzde ibadete açık olup, manastırda toplam üç rahip, iki rahibe ve dokuz öğrenci bulunmaktadır. Nusaybin Üçköy Mor Afrem Kilisesi dershanesinde din eğitimleri İ. D. tarafından verilmektedir. Dershanenin yaklaşık 18 öğrencisi vardır. Yine Nusaybin Üçköy Mor Melke Manastırında iki rahip, iki rahibe ve üç örgenci kalmaktadır. Manastır günümüzde ibadete açıktır. Bkz. Ayduslu, a.g.t., s.125,141, 191,193. 114 Bülbül, a.g.e., s.82. 115 Kırklar Kilisesinde, Okul Kilisesi olarak adlandırılan bir yapı da bulunmaktadır. Bu okul, M.S. 1799 yılında açılmış ve 1928 yılına kadar faaliyetine devam etmiş, ilk orta ve lise olmak seviyesinde eğitim vermiş ve 1928 yılında Metropolit Mor İvennis Hanna Gandor'un talebi üzerine kapatılmıştır. Bkz.Gabriel Akyüz, Mardin İli'nin Merkezinde, Civar Köylerinde, s.65-66. 116 Ayduslu, a.g.t., s.223; “Mardin Metropoliti Mor Filüksinos Saliba Özmen", Röportaj, İDEM, Ekim 2005, (Erişim) http://www.reyono.net/default. aspx?s=10&b=7, 11 Kasım 2009. 117 49 İbtidaiye (İlkokul), 5 Rüştiye (Ortaokul),1 İdadiye (Lise); Süryani Katoliklere ait ise sadece 5 İbtidaiye. Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının, s.158-159; Özcoşar, “Süryani Kilisesinde Eğitim”, s.201; Eryılmaz, a.g.e., s.176. 118 Süryani Kadim Cemaati "İlköğretim, ortaokul ve lise düzeyinde Süryani okullarının" açılması talebini de içeren "dil, eğitim ve yayın haklarını" kapsayan yedi maddelik bir raporu Cumhurbaşkanı ve Başbakan'a sundular. Süryaniler ve eğitim taleplerine ilişkin bkz. (Erişim) http://www.radikal. com.tr/2000/08/26/turkiye/sur.shtml;http://www.nihateri.org/html/konus3.htm, 03 Ekim 2004; http:// www.tercumangazete.com/hoku.aspx?yid=4043, 08 Kasım 2004; http:// www.suryaniler.com/ msgcontent.asp?ID=6274&GroupID=1, 12 Kasım 2004; (Erişim) http://www.suryaniler.com/okur9. asp, 01 Mayıs 2005. 354 Durum böyle olmasına rağmen Süryanilerin örgün eğitim sistemi içindeki eğitim seviyeleri, yaşadıkları bölgenin eğitim seviyesinden çok yukarıda değildir. İdil bölgesinde uyguladığımız anket sonucunda, Süryanilerin eğitim seviyesinin ilkokul ve altında olanlarının oranı % 84 kadardır. Günal’ın yapmış olduğu araştırmada bu oranın % 65-70 kadar olduğu görülmektedir.119 Süryani kilisesinin diğer topluluklardan daha fazla din merkezli eğitim faaliyetleri içinde olması, diğer birçok topluluk gibi Süryanilerin yok olmasının önüne geçmiştir.120 Süryaniler için bu denli hayati öneme sahip kilisenin, göze çarpan en önemli özelliği ise başta dinî olmak üzere, eğitimi tüm yönleriyle kendi elinde tutmasıdır. Misyonerlik ve Konsüllerin toplanmasına neden olan teolojik tartışmalar da kilisenin bir eğitim kurumu olarak şekillenmesinin temelini oluşturmuştur.121 Süryani din adamları teolojik eğitimlerini çoğunlukla manastırlarda almaktadırlar. Üniversite aşamasında yetiştirilen Süryani din ve dil öğretmenleri ise henüz bulunmamaktadır. Türkiye dışında Avrupa’da da bu konuda sıkıntı çekilmektedir. Avrupa’da bulunan Süryani manastırındaki ruhban sayısı 1984’ten itibaren 8’i rahibe olmak üzere 23’e yükseltilerek eğitim hizmetleri arttırılmaya çalışılmış olsa da eğitim konusunda Süryaniler ciddi sorunlar yaşamaktadırlar. Hollanda ve İsviçre’deki manastırlarda, genel olarak değişik ülkelerden gelen genç öğrencilere Türkiye’deki manastırlarda da olduğu gibi yaz kursları verilmektedir.122 Süryaniler, Lozan Antlaşmasında resmî azınlık olarak tanınmadığı için, Türkiye'de Ermeni okulları gibi Süryani okulları yoktur. Genelde hafta sonları 119 Uyguladığımız anket son bölümde ele alınmış olup ankete ilişkin verilen cevaplar ekte sunulmuştur. Ayrıca yapılan diğer araştırma için bkz.Günal, a.g.t., s.284-285. 120 Gerçi Midyat Süryani Kültür Derneği gibi bazı gruplar bu düşünceye karışı çıkmaktadırlar. Bkz.Özmen, a.g.t., s.194. 121 Özcoşar, “Süryani Kiliselerinde Eğitim”. 122 Saliba Özmen, “Mardin Metropolitliği ve Deyrulzafaran Manastırı’nın 2004 Yılına Yönelik Faaliyetleri”, Hujada, Arganag 27, Serienr 307, Nr 3, Mars 2004, s.31. 355 kilise ile manastırlarda din ve dil kursları düzenlenmektedir.123 Eğitim konusunda yaşanan sıkıntının nedeni; eğitim kadrosunun eksikliği kadar, mevzuatta yaşanan sıkıntılar ve Süryani nüfusundaki azalmadır. Bu nüfus azalmasından dolayı en son Mardin'de Süryanice eğitim veren okul da kapanmıştır. Aslında bu okulu maddi olarak destekleyecek Süryani nüfusunun olmaması en önemli etken olarak kabul edilebilir.124 Eğitim faaliyetleri ile alakalı bir diğer nokta da Süryanilerin bilime yaptıkları katkıdır. Süryaniler, Ortadoğu ve Akdeniz’de medeniyet ve ilmin dağılmasına büyük katkı sağlamışlardır. Ancak daha sonra kilisenin kendi içinde barındırdığı mezhepsel uyuşmazlıklar nedeniyle bu süreç yavaşlamış ve giderek kendi içine kapanan bir toplum şekline dönüşmüştür. 125 Süryanilerin bilim dünyasına yaptığı katkıları, daha çok çeviriler sayesinde olmuştur. Yunan felsefesinin Süryaniler tarafından önce Süryaniceye daha sonra Arapçaya çevrilmesi ile bu düşünce sistemi Ortadoğu’da gelişme imkânı bulmuştur.126 Yunan felsefesi böylece Atina’dan İskenderiye’ye, buradan da Süryaniler aracılığıyla Antakya’ya taşınmıştır. Antakya’dan da Tikrit ve Bağdat’a oralardan da Urfa, Harran ve hatta Çin, Hindistan’a kadar felsefenin yayılmasına öncülük etmişlerdir.127 Süryaniler tarafından yapılan bu tercümeler, Yunan filozoflarının çalışmalarının günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır.128 6.3.4. Süryani Basın-Yayın Organları ve İletişim Süryanilerin dünya üzerindeki yerleşim alanları geliştikçe aralarındaki bağı geliştirmek ve karşılaştıkları sorunları çözmek için dernek, dergi, gazete, 123 Öztemiz, a.g.t., s.318. Fazıl Hüsnü Erdem ve Mazhar Bağlı, "Modernleşme ve Ulus-Devlet Olgusu Kıskacında Süryaniler", IV. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Sivas, 15-16-17 Ekim 2003, s.152. 125 Koluman, a.g.e., s. 108. 126 Doru, a.g.e., s.94-97. 127 Doru, a.g.e., s.103. 128 Levent Öztürk, Asr-ı Saadet’ten Haçlı Seferlerine Kadar İslam Toplumunda Gayrimüslimler, İstanbul, İz Yayıncılık, 1998, s.448. 124 356 televizyon kanalı, radyo, internet portalları gibi iletişim araçları kurmaktadırlar. Zamanla siyasi nitelik kazanan bu oluşumlar, bazen birbirleri ile de çatışmaktadırlar. 1977 yılında kurulan dünyanın çeşitli ülkelerinde 29 şubesi ve 10.000 üyesi olan Asurî-Süryani Federasyonu ile Türkiye’nin güney doğusundan Mardin, Nusaybin, İdil, Midyat ve Suriye’nin Kamışlı, Haseke ve Deyru’l-zor gibi yerleşim birimlerinden göç eden Süryani Kadim, Keldani ve Ortodoks mezheplerine mensup Süryaniler tarafından kurulan Süryani Federasyonu çatışma halindedir. Süryanice dilinin kaybolmaya başlaması, öncelikle Süryaniler arasında endişe doğurmuş ve bu kapsamda çeşitli kurslar veya Süryani dilinde çeşitli yayınlar çıkarmaya çalışmışlardır. Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar ‘Hikmet’ isimli bir dergi çıkarmışlardır. Günümüzde ise daha çok Protestanlar tarafından kurulan Kitabı Mukaddes Şirketi, Kaya Basım Yayın Dağıtımı, Müjde Yayıncılık, Yeni Yaşam Yayınları, Redhouse Press, Lütuf Yayıncılık şirketleri yanında, internet üzerinden yayın faaliyetlerini sürdüren birçok siteleri de vardır.129 Tüm bu yayın organlarında yazılar yayınlayan bazı yabancı gazeteciler, akademisyenler ve siyasetçilerin bir kısmı, yeni Süryani nesillerine siyasal bilinç aşılayan görüşler aktarmaktadırlar. Bu görüşlerini; mahalli olayları genele, geçmişte yaşananları da bugüne taşıyarak yapmaktadırlar. Yani mahalli idarecilerden kaynaklanan yanlış tutum ve icraatları, Türkiye Cumhuriyeti'nin Süryanilere karşı bilinçli politikaları olarak öne çıkarmak veya 1870′li yıllardan itibaren Doğu Anadolu'da cereyan eden olumsuz olayları (Bedirhan Bey'in Nasturi isyanlarını bastırması, 1914-1915 Nasturi ayaklanmaları v.s.) bugünün Süryanileri ile ilişkilendirilmek şeklinde olmaktadır. Bu ilişkilendirilmenin başarısız olduğunu söylemek de pek mümkün değildir. Özellikle Avrupa'da doğup büyüyen Süryani gençler, duygusal plânda bu anlatımlardan fazlasıyla etkilenmektedirler.130 129 130 Bülbül, a.g.e., s.15. Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, s.6. 357 Asurî-Süryani Federasyonu; Süryanice, Arapça, Türkçe, İsveç dillerinde basılan Hujada (Birlik) adlı aylık dergi ile Süryanilerin kültürel, sosyal ve dinî faaliyetlerini konu alan Bahro Suryayo (Süryani Işığı) isimli dergiyi çıkarmaktadır. Süryani Federasyonu ise, Södertaje adlı bir dergi çıkartmaktadır.131 1900’lü yılların başından beri çeşitli ülkelerde çeşitli adlarda ve dillerde Süryanice dergiler çıkarılmaktadır.132 Türkiye’de bu işin öncülüğü Naum Faik tarafından yapılmıştır. 133 Çeşitli dillerde çıkarılan Asurî dergi ve gazeteleri içinde; Nabu Quarterly, Journal of the Assyrian Academic Society, The Assyrian Star, The Voice From the East, Nineveh, Huyodo, Bet-Nahrain, Zenda, Assyrian Quest, Assyrian Sentinal, Aghona and The Assyrian Guardian önemli olanlarıdır.134 Arjantin’de Hdonoyuto Suryoyto (Süryani Birliği) dergisi, Asurîstan dergisi; Belçika’da Renyo Hiro (Özgür Düşünce), Bahro Suryoyo ve Ülkenin Özgür Sesi gazetesi; Almanya’da Mardutho D-Suryoye adlı dergi; K.lrak Süleymaniye’de Nisa (Hedef) adlı gazete; İsveç’te Furkono (Kurtuluş), Heto (Süryani Edebiyat Dergisi) ve Huyodo (Birlik); Amerika’da “Bet Nahrin” adlı dergi; Hindistan’da "Meleye Mamurama" isimli bir günlük gazete ve dört adet dergi; Mardin Midyat Deyru’l-umur kilisesinde basılan Turabdin’in Sesi gibi dergiler sayabildiklerimizdir. Mihayel Hikmet Çakke’nin Türkiye’deki ilk Süryani matbaası ile 1913 yılında çıkarmış olduğu “Hikmet” adındaki ilk dergiden dolayı, matbaaya “Hikmet Basım Evi” adı verilmiştir. 1957 yılına kadar basıma devam etmiş olan bu matbaa, şu anda parçaları dağınık bir şekilde Kırklar Kilisesinde bulunmaktadır.135 131 Koluman, a.g.e., s. 129. Daha fazla dergi adı ve yayın yeri için http://www.edessa.com/assypubs.htm, 09 Mayıs 2008. 133 Çıkkı, a.g.e., s. 56. 134 The Assyrian Academic Society, a.g.m. 135 Koluman, a.g.e., s. 98-99. 132 bkz. Assyrian Publications, (Erişim) 358 Ayrıca İsveç'in Södertalje şehrindeki stüdyolarından 2004 yılından beri hotbird uydusu üzerinden Süryanice, Arapça, İsveççe, İngilizce ve Türkçe yayın yapan “Suroyo TV” ile 2005 yılından beri Ankawa’dan daha çok Ortadoğu bölgesine Süryanice ve Arapça yayın yapan “Ishtar TV” ise bir diğer Süryani televizyon kanalıdır. 6.4. EKONOMİK DURUMLARI, SÜRYANİ MESLEK VE SANATLARI Geleneksel sınıflama ile Süryanilerin öne çıkan sanat dallarına baktığımızda; öncelikle telkâri sanatında olmak üzere el nakısı, basmacılık, halıcılık, bakırcılık, dokumacılık, mimari ve mimari süslemeciliğinde başarılı oldukları görülmektedir. Ayrıca kuyumculuk, Süryaniler arasında sanat olduğu kadar yaygın bir iş kolunu oluşturması açısından da önem arz etmektedir. Bugün Mardin ve Diyarbakır kuyumcularının neredeyse tamamını ve İstanbul kuyumcularının çoğunluğunu Süryaniler oluşturmaktadırlar. Süryani göçünün olumsuzluklarından birisi de Süryanilerle özdeşleşmiş olan el sanatlarının yavaş yavaş yok olmaya başlamasıdır. Kültürel ve sektörel değişim de bu sanatların yok olmasına neden olmakta ve bu kültürel miras giderek kaybolmaktadır. Süryaniler tarih boyunca yaşadıkları çevrenin iktisadi hâkimiyetini genellikle ellerinde bulundurmuşlardır.136 Bugün ince el sanatları, çiftçilik, bağcılık ile uğraşan Süryanilerin çoğunun mali durumu iyidir. Mardin ve çevresinde yaşayan Süryaniler, mali durumlarının bozulmaya yüz tuttuğunu hissettikleri anda Ankara veya İstanbul'a göç etmektedirler. Bu göçmenler, İstanbul'da birçok fabrika ve işletmeler kurmuşlardır. İstanbul'daki Kent Şekerleme Fabrikası bunun bir örneğidir.137 136 Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 111. Koluman, a.g.e., s. 119-120; İsa Karataş, “Yeni Şafak’tan Irkçı Bir Haber”, Bahro Suryoyo, Serienr 263, Argang 23, Nr 4, 2001, s.33. 137 359 Piyasaya üretim yapan ve bölgede işçi çalıştıran tek Süryani köyü olan Odabaşı (Gündükşükro) köyü, pazar için pamuk üretimi yapmaktadır.138 Ayrıca nadir de olsa bölge genelinde yaygın olan sınır kaçakçılığı ile uğraşan bir kısım Süryaniye de rastlanmaktadır.139 6.4.1. El Sanatları Süryaniler el sanatları ile ünlü olmalarına rağmen bunların içinde de ilk akla gelen telkâriciliktir.140 6.4.1.1. Telkâricilik ve Kuyumculuk Bugün Türkiye için yok olmaya yüz tutan sanat dallarından biri olan telkâri sanatı; tel ile yapılan sanat demektir. Bu sanatın kaynağının Mezopotamya olduğu düşünülmekle beraber bugün en önemli telkâri merkezi, Mardin’in Midyat ilçesidir. Midyat telkâri işleri son derece zarif ve kıymetlidir. Telkâricilik alanında birbirinden değerli eserler üretmiş olan Süryani tel ustalarından bugün çok az sayıda kalmıştır.141 Terör yüzünden bazı ustaların İstanbul ya da Avrupa ülkelerine göç etmesiyle duraklama dönemine giren telkâri sanatı, bölgeye gelen huzurun ve turistik hareketliliğin artmasının ardından yeniden canlanmaya başlamıştır. Özellikle Mardin'in UNESCO gündemine gelmesi turist sayısını artırırken, telkâri sanatını da tekrar bölgeye döndürmüştür.142 138 Bilge, Süryanilerin Kökeni ve Türkiyeli Süryaniler, 1991, s.115. Öztemiz, a.g.t., s.238. 140 Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 111. 141 İris, a.g.e., s. 197; A. Vahap İş, Midyat Dinler ve Diller Kenti, İstanbul, Hedef Gazetesi ve Matbaacılık, 2006, s. 110. 142 Şeyhmus Edis, “Ustalar dönünce telkâri atölyeleri yeniden canlandı”, Zaman Gazetesi, 10 Şubat 2008, (Erişim) http://www.zaman.com.tr, 11 Şubat 2008. 139 360 Özellikle Mardin bölgesindeki Hristiyanlar tarafından yapılan kuyumculuk sanatının geliştirilmesi ve devam ettirilmesi amacıyla Mardin Erkek Sanat Okulu’nda da bölüm açılmıştır.143 6.4.1.2. Diğer El Sanatları Süryaniler, yüzlerce yıldır el sanatlarındaki hünerleri ve ustalıkları ile tanınmışlardır. Günümüzde sayıları giderek azalmakla birlikte bölgede Süryaniler ile anılan diğer el sanatlarından nalbantlık, semercilik, basma ve dokumacılık (hetmo), şapkacılık, sobacılık, hattatlık hâlâ tek tük de olsa varlıkları devam ettirilmeye çalışılan el sanatlarıdır. 6.4.3. Bağcılık ve Şarapçılık Midyat bölgesinde Süryani denildiğinde ilk akla gelen şeylerden biri olan şarap, daha çok Süryanilerin kendi tüketimlerine yönelik hazırlansa da, lezzeti ve farklılığı ile Süryaniler ile özdeşleşmiştir. Mardin Süryanilerinin yüzyıllardır hiçbir katkı maddesi kullanmadan geleneksel yöntemlerle ürettikleri şaraplarda, kendi özel bağlarında ürettikleri üzümler kullanılmaktadır. Önceleri ev, manastır ve kiliseler için sınırlı sayıda üretilen bu şaraplar günümüzde, yıllık 5 bin şişe civarında üretilmektedir. Kırmızı şarap, tarçın, karanfil, melengiç çiçeği, yanık çileği aromalı olarak üretilirken; beyaz şarabı ise, acıbadem ve yeşil biberiye aromalıdır.144 Yüzyıllarca evlerinde el yapımı olarak ve evlerine gelen misafirlere ikram etmek üzere üretmiş oldukları Süryani şarabını yaygınlaştırmak ve kendi kültürlerini tanıtmak için ‘Shilluh’ markası adı altında Midyat’ta organik şarap üretim tesisi kurmuşlardır.145 143 Mardin Valiliği, Yaşayan Tarih Mardin, İstanbul, Resim Matbaası, 1998, s. 196. “Ev Yapımı Süryani Şarabı”, (Erişim) http://www.yoresel-urunler.com/urun_detay.asp?pid=10637, 15 Mart 2008. 145 Gülden Aydın, “Organik Süryani Şarabı Shiluh”, (Erişim) http://www.hurriyet.com.tr/pazar/ 9569097.asp, 3 Ağustos 2008, http://www.hurriyet.com.tr/pazar/9569097.asp, 10 Ekim 2009. 144 361 6.4.4. Taş İşçiliği ve Süryani Mimarisi Taş işçiliği, Süryanilerin önde gelen el sanatlarından biri olup babadan oğla geçerek bugüne kadar gelmiş ve bugün Mardin’deki kültür mirasının önemli bölümünü Süryani mimarisi oluşturmaktadır. Dünyada sit alanı ilan edilen üç şehirden (Kudüs, Venedik ve Mardin) biri olan Mardin’de Süryanilerin mimari alanındaki etkisini çıplak gözle fark etmek çok kolaydır.146 Süryani ev ve kiliselerinin kapı, pencere çevreleri, sütunları ve kemerlerinde, taş oymacılığı sanatının özgün örnekleri görülmektedir.147 Günümüzde taş işçiliği sadece Midyat'ta ve Araplar tarafından yapılmaktadır. 2000 yıllarında Midyat Kaymakamlığı tarafından açılan taş atölyesinde çalışanlardan bir baş usta dışında, diğer işçilerin tümü Arap köylülerdir. Dolayısıyla göç, Süryanilerden Müslümanlara bir mesleki transfere de vesile olmuştur. Süryani mimarisinin özgün örneklerini oluşturan tarihi ve kültürel miras olarak bugünlere kalan manastır ve kiliselerden de kısaca bahsetmenin uygun olacağını değerlendirmekteyim. Süryaniler, Hristiyanlık ile birlikte tapınma ve toplanma yerleri olan kilise ve manastırları yapmaya başlamalarıyla, bu binaların mimarisinde bir yandan eski Mezopotamya tapınaklarını model almışlar, diğer yandan da Romalıların bazilikalarından etkilenmişlerdir. V. ve VI. yüzyıllarda, Doğu kiliselerinin etkisinde kalınarak yapılan Deyru’l-zafaran Manastırı ve Kırklar Kilisesi gibi kilise ve manastırlar, geometrik, bitki ve hayvan motifleri ile süslenmiştir.148 Süryani mimarisinde örnek olan ve bugün yerli yabancı birçok turistin ilgisini çeken önemli kilise ve manastırlar; Kırklar Kilisesi, Deyru’l-zafaran 146 İş, a.g.e., s. 148; İris, a.g.e., s. 194. Koluman, a.g.e., s.124. 148 Koluman, a.g.e., s.122-123; Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s.70-71. 147 362 Manastırı, Mor Gabriyel Manastırı, Meryem Ana Manastırı, Mor Yakup Manastırı ve Mor Şimuni Kilisesi'dir. Süryani geleneği ile bağlantılı en eski yapı ise Mor Yakup Kilisesi (Nusaybin)’dir. Mardin ve çevresinde bulunan; Kırklar Kilisesi (Mor Behnam ve Kızkardeşi Saro Kilisesi), Mor Mihail Kilisesi (Burç Manastırı), Mort Şimuni Kilisesi veya Manastırı, Mor Petrus ve Pavlus Kilisesi, Mor Cercis Kilisesi, Mor îliyo Kilisesi, Deyru’l-zafaran Manastırı, Mor Gabriyel Manastırı (Deyru’lumur), Meryem Ana Manastırı, Mor Yakub Manastırı, Mort Şimuni Kilisesi, Mor Barsavmo Kilisesi, Mor Şarbel Kilisesi, Mor Serkis ve Bakos Manastırı, Mor Eşayo Kilisesi, Mor Sobo Kilisesi, Mor Estefanos Kilisesi, Mor Hadbşabo Kilisesi, Mor İzozoel Kilisesi, Mor İliyo Kilisesi, Mor Yuhanon Kilisesi, Mor Yakup ve Mor Kuryakos Kilisesi, Mor Yakup Kilisesi faal durumda bulunan kilise ve manastırlardır. Bunlar dışında tarihi niteliği olup faal olarak kullanılmayan birçok kilise ve manastır da bulunmaktadır.149 Daha önce bahsedildiği gibi Turabdin’de 5 manastırlarda ve 25 kilisede aktif olarak faaliyet yürüttülmektedir. 90’a yakın kilise ve manastır ise kaderlerine terk edilmiştir. Kiliselerin boşalmasına neden olan göç daha çok İstanbul’a doğru olmuş ve İstanbul’da bugün 7 Süryani Kilisesi (İstanbul Tarlabaşı’nda Süryani Ortodoks Kilisesi, İstanbul Gümüşsuyu’nda ise Roma’ya bağlı Süryani Katolik Kilisesi bulunmaktadır.) bulunmaktadır.150 Türkiye’deki tüm Hristiyan gruplara ait toplam 270 adet kilise bulunduğu151 düşünülürse Süryani kiliseleri bu anlamda önemli bir yer işgal etmektedir. Mimari geleneklerinde olarak farklılığı ruhanîlerin ve sanatsal definlerinin ibadet yönü yanında, yerlerinin Süryani zemin veya duvarlarına oturur şekilde yapılması da Süryani mimarisine yansıyan önemli 149 Küçük, a.g.t., s.46-78. “Süryaniler/Keldaniler”, (Erişim) http://www.karacaahmet.com/Content.ASPX/17/32211/süryaniler keldaniler, 21 Şubat 2010. 151 Can Dündar, “Sayıyla Kendine Gelmek”, Milliyet, 21 06 2007. 150 363 bir özelliktir. Mesela Deyru’l-zafaran Manastırında 52 metropolit ve patriğin mezarları bu şekilde gömülüdür.152 Ayrıca ibadet yerleri genellikle yerine geldiği dinin ibadet yerlerinin üzerine yapılmaktadır. Bu kapsamda Süryani kilise ve manastırlarında karşımıza ibadethanenin içinde veya altında pagan veya şemsilere ait bölümler, ibadethaneler bize daha önce aynı yerlerin başka dinler tarafından da ibadet için kullanıldığını göstermektedir. Buna ilave olarak Süryanilerde pagan tapınaklarının üzerine kilise veya manastır inşa etmek yaygın bir gelenektir.153 Süryani mimarisine yönelik koruma çalışmaları, sadece yapıların mimari özelliklerinin korunmasını değil, bunun ötesinde, geçmişte kalan ve günümüzde de yansımasını bulan her türlü kültür öğesini de kapsayacak şekilde olmalıdır. Korunmadan kasıt sadece fiziksel bir düzenleme değil, bölgede yaşayan insan ile sosyal ve kültürel açıdan bütünleştirilmesini de içine almasıdır.154 6.5. SÜRYANİLER VE SİYASAL HAYAT 19’uncu yüzyıla kadar Osmanlı millet sistemi içindeki diğer topluluklar gibi Süryaniler de Osmanlı Devleti'nin zayıflaması ve Batı müdahaleleri ile değişmeye, sosyo-ekonomik şartlarının ötesinde, siyasi bir boyut kazanmaya başlamışlardır. Süryanileri diğer topluluklardan farklı kılan husus, bu süreçte daha çok devlet ile barışık çözüm yolları arama gayreti içinde olmalarıdır. Süryaniler, etno-kültürel haklarını elde etmek için ne ciddi siyasal bir mücadeleye ne de şiddete başvurmuşlardır. Daha çok dinî gerekçelerle 152 Koluman, a.g.e., s. 102. Gabriel Akyüz, Deyrülzafaran Manastırı Tarihi, ss.34-38. 154 Neslihan Dalkılıç ve Işık Aksulu, “Midyat Geleneksel Kent Dokusu Ve Evleri Üzerine Bir İnceleme”, Gazi Üniversitesi Müh. Mim. Fak. Dergisi, Ankara, Cilt 19, No 3, s.326. 153 364 açıkladıkları bu konuda, devlet otoritesine karşı gelmeyi günah olarak görmüşlerdir. Günümüz Türkiye’sinde Süryanilerin azalan sayıları ve siyasal güçlerinin yetersiz oluşu, dâhil oldukları demokratik siyasal yaşantıda da kendini göstermektedir. Yoğunlukla bulundukları Midyat ilçesinde bile 1970'lara kadar belediye meclisi üyelikleri ve Mardin'de 1955'lerdeki belediye meclisine seçilen iki üye dışında, günümüzde sadece genel meclis üyesi ve köy muhtarlıkları dışında herhangi bir yerel yönetimde yer almamaktadırlar. Resmî kurumlarla olan ilişkileri ise daha çok muhtarlar, ileri gelen Süryaniler ve din adamları aracılığıyla yürütülmektedir. Son yıllarda yurt dışından gelen kişi, kurum ve örgüt temsilcilerinin de bu süreç içinde yer aldıkları görülmektedir. 6.5.1. Siyaset, Seçimler ve Süryaniler Süryanilerde özellikle kırsal alanda karşımıza çıkan ataerkillik, oy verme davranışına da yansımaktadır.155 Oy verme konusundaki erkek egemen yapı, köyün genelinde ağa ya da din görevlisi, aile içinde evin reisi olarak görülmektedir. Daha çok sağ eğilimli partilere yönelen Süryanilerin bu davranışı, diğer azınlıklar gibi ‘Varlık Vergisi’ dönemindeki sol partilere olan güvensizliğe dayandırılmaktadır.156 Mutay Özdemir’in yapmış olduğu araştırmada Süryanilerin etnik milliyetçilik yapan partileri de pek tercih etmediklerini göstermektedir. Gerçi daha önce belirtildiği gibi Kürt etnik milliyetçiliği üzerinden siyaset yapan bir partinin il genel meclisinde dahi Süryanilerin bulunması,157 bazı köylerde aşiret sisteminin gereği olarak Türk milliyetçiliği yapan bir siyasi partiye de oy vermesi bize kesin sınırlamalar 155 Kırsal kesimde bu eğilimin daha yüksek olduğu görülmektedir. Bkz. Öztemiz, a.g.t., s.349. Koçoğlu, a.g.e., s.17. 157 Elif Görgü, Mor Gabriel Ve Turabdin-3, Evrensel, 06 Mayıs 2009, (Erişim) http://www. tumgazeteler.com/?a=5045522, 25 Ağustos 2009. 156 365 yapılamayacağını göstermektedir. Keza İdil’de 22 Temmuz 2007 günü yapılan 23’üncü dönem milletvekili genel seçim sonuçlarına baktığımızda Süryanilerin geçerli oyların %63’nün AKP, %11.9’nun DP, %15.6’nın CHP’ye, %2.8’nin MHP, %2.8’nin GP, %2.8’nin bağımsız olarak dağıldığı görülmektedir.158 Bu oranların ilçe merkezindeki oylarla karşılaştırmasını yaptığımızda ilçenin geçerli oylarının %47.2’sini AKP, %16.6’sını DP, %1.1’ini CHP, % 0.9’unu MHP, %0.4’ünü GP, % 32.8’ini bağımsız adayın aldığı görülmektedir. Bu oy yelpazesi içinde Süryanileri değerlendirecek olursak; Süryani oylarının ağırlıklı olarak merkez sağ partilerine yönelmiş olduğu ve ilçenin genel durumuna göre daha sağ bir görünüm çizdiği görülmektedir. Daha önceki 22’nci dönem seçim sonuçlarına baktığımızda 276 geçerli Süryani seçmenin oyunun % 50.8’ini ANAP, %22.1’ini DYP, %23’ünü MHP almıştır. Genel kanıya ve beklentiye ters düşen bu durumun gerekçesi mevcut aşiret sistemi içinde köylerin alınan kararlara genel olarak riayet etmeleri olarak değerlendirilmektedir. Bu anlamı ile belirli bir partiden yana olmak, dönemin sosyo-politik koşullarına göre değişebilmektedir. 6.5.2. İllegal Örgütlenmeler ve Terörizm Günümüzde uluslararası ilişkileri etkileyen temel aktörler; devlet, uluslararası kuruluşlar, ulusal baskı ve çıkar grupları, bireyler ve hükümet dışı örgütlenmeler (NGO) olarak belirtilirken, gayriresmî olarak oluşan terör örgütleri de gerek ulusal gerekse uluslararası nitelikleri ile giderek ilişkileri etkileyen bir konuma gelmiştir. Aynı mantık ile bugün vekâleten savaş (proxy war) olarak adlandırılan savaşta, gerek terör örgütleri gerekse hükümet dışı organizasyonlar giderek ön plana çıkmaktadır. Vekâleten savaş ile devletler, birbirlerine karşı direkt olarak uygulayamadıkları askerî etki araçlarını, başka 158 İdil ilçesi köy seçmen sayısı 15.718, ilçe merkezi 8590 olup köylerin nüfusunun %1.8’ini Süryaniler oluştururken kendi köyleri içinde bu durum %98 civarındadır. İlçe merkezinde kalan birkaç ilenin seçmen sayısının 10-15 kadar olduğu değerlendirilmekte olup kesin bir sayı verilememektedir. 366 gruplar ya da kişiler aracılığıyla kullanmaktadırlar.159 Yani savaşların aktörlerindeki değişim, çeşitli adlar ile bir araya gelen tüm toplulukların aynı zamanda tehdit olarak da anılmalarına sebep olmaktadır. Aynı şekilde oluşturdukları illegal tüm oluşumlar da başka devletler tarafından bu bakış açısı altında desteklenebilmektedir. Süryaniler, göç ettikleri ülkelerde millî benliklerini kaybetmemek, birlik ve dayanışmalarını devam ettirmek maksadıyla çeşitli örgütler kurmuşlardır. Bu örgütler 1990’lı yıllardan itibaren gelişmiş Batılı (Avrupalı) ülkeler tarafından desteklenen küreselleşme faaliyetleri kapsamında canlandırılan mikro-milliyetçilik (Türkiye için alt kimlikler yaratabilmek ve Avrupa üst kimliğine geçişi sağlamak için) akımlarının etkisinde kalarak, siyasi amaçlı faaliyetlere yönelmişlerdir. Ülkemizde yaşayan Süryanilerin tespit edilebilen yasa dışı faaliyetleri bulunmamakla birlikte, özellikle Avrupa’da yaşayan Süryaniler tarafından birçok örgüt kurulmuştur. İlk ciddi Süryani örgütü 1957 yılında Cezire’de kurulan Asur Demokratik Örgütü (ADO)’dür. Başlangıçta Süryani Hristiyanlarının haklarını savunmak amacıyla kurulmuş olan örgüt, zamanla yer altı inerek illegal faaliyetler içine de girmiştir.160 Kurulan örgütler daha çok Asurî adı altında teşekkül ettirilirken, yine kendilerini bu kimlik altında tanımlayan çoğunluğu Nasturi, Keldani ve bir kısmı da Süryani olan taraftarları bulunmaktadır. Göç ile dünyaya dağılmış olan bu kitle ile Kuzey Irak’ta giderek asimilasyona uğrayarak Kürtleşen Süryaniler arasında taraftar bulan genel görüşe göre; Yahudilerin “Arz-ı Mev’ud” kavramına benzer şekilde Fırat ve Dicle arasındaki kendi dilerinde “Beyt-ül Nahreyn” olarak adlandırdıkları, Yukarı Mezopotamya bölgesinin kendilerinin vatanı olduğundan dolayı bir gün mutlaka, bağımsız bir Süryani 159 Adrian Guelke, The Age of Terrorism and the International Political System, New York, Tauris Publishers, 1995. 160 Andersson, a.g.e., s.19,49-56. 367 devleti kurulacağını hayal etmektedirler.161 Bu hayali gerçekleştirmek için de çoğunluğu silahsız olmak üzere birçok faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Diğer taraftan Anadolu’da yaşayan ve terör eylemlerinin mağduru olan Süryaniler, bir taraftan PKK terör örgütünün diğer taraftan da Hizbullah terör örgütün baskısı ile karşı karşıya kalmışlardır. Öğündük köyü papazı bu konuyu teyit eder şekilde en rahat dönemlerinin son 2-3 yıl olduğunu söylemekte ve kendilerinin hem PKK terör örgütü hem de Hizbullah terör örgütünden zarar gördüklerini dile getirmektedir. Hatta kendisinin 1994 yılında Hizbullah terör örgütü tarafından kaçırıldığını, kendinden önce kaçırılan bir Süryani’nin ancak 7 ay sonra 137.000 mark verilerek kurtarıldığını, kendisinin ise kaçarak kurtulduğunu anlatmaktadır.162 Diğer taraftan nadir de olsa geçici veya gönüllü korucu olarak görev yapan Süryaniler de vardır. Bu konu kamuoyunda pek bilinmese de bunlardan bazıları PKK terör örgütü tarafından da vurulmuştur. Bu durumun bölgenin şartlarından veya Süryanilerin çaresizliğinden kaynaklandığı düşünülebilir. Taraf olmak istemeseler de bu çatışma ortamında bazen taraf olmak zorunda kalmışlardır.163 Genel olarak devlet yetkilileri tarafından da GKK olmayacakları düşüncesinden hareketle bu konuda çok fazla da teşvik edilmemişlerdir. Zira bölge ileri gelenlerinin aktarımları da bunu teyit eder niteliktedir.164 6.5.2.1. Süryani Örgütleri Süryaniler tarafından çeşitli kaygılar ile kurulan veya iştirak edilen çeşitli nitelikte örgütler vardır. Fakat bu örgütlerin bir kısmı 1990’lı yıllardan itibaren gelişmiş batılı ülkeler tarafından siyasi amaçlarının tahakkuku için 161 Dinç, a.g.e., s.70. Öğündük köyünde 08 Mayıs 2007 günü papaz M.T. ile yapılan görüşme. 163 Öztemiz, a.g.t., s.184. 164 Öğündük köyünde 08 Mayıs 2007 günü papaz M.T. ile yapılan görüşmede; “GKK olmak isteseler bile çevre halkının buna izin vermeyeceği”, “PKK terör örgütünün kendilerinden para istediğini” ve “1941-1994 arası doğan 18 Süryani’nin de PKK terör örgütü tarafından öldürüldüğünü” belirterek iki ateş arasında kaldıklarını vurgulamaktadır. 162 368 kullanılmaya başlanmıştır. Bu örgütlerin yürüttükleri faaliyetlerin çoğunlukla Türkiye’ye yönelik olduğu da görülmektedir. Ülkemizde yaşayan Süryanilerin tespit edilen yasa dışı faaliyetleri bulunmamakla birlikte, özellikle Avrupa’da yaşayan Süryaniler tarafından kurulan ve özellikle Türkiye’yi hedef alan legal veya illegal, ulusal veya uluslararası nitelikte birçok örgüt vardır.165 Bu örgütlerin bir kısmının Ermeni ve Yunan örgütleri ile, bir kısmının ise PKK terör örgütü ile işbirliği içinde olduğu değerlendirilmektedir. Özellikle yurt dışında teşekkül ettirilen bu örgütler, ağırlıklı olarak bir soykırım tezi 165 (1) Mezopotamya Ulusal Konseyi (MUB), (Mezopotamya Özgürlük Partisi (GHB) ve Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü-BYDO yerine kurulmuştur), (2) Asurîstan Kurtuluş Partisi (Assyrian Liberation Party-GFA) (Isveç), (3) Asurî Demokratik Partisi. (Assyrian Democratic Party-ADP), (4) Asur Demokratik Hareketi (ADH) (Assyrian Democratic Movement-ADM) (Zowaa) (Isveç), (5) Asur Demokratik Örgütü (ADÖ) (Assyrian Democratic Organisation -ADO) (Mtakasta) (Isveç), (6) Asur Yurtsever Partisi. (APP), (7) Süryani Federasyonu (SRF) (Isveç), (8) Asur Ulusal Kongresi (AUK), (10) 1. Asur Süryani Kültür Cephesi (Lübnan), (11) Asur Federasyonu (isveç), (12) Asurî Süryani Keldani Birliği (ASCU) (Isveç), (13) İsviçre Süryani Dernekleri Birliği (HSS), (14) ZAHAB (Zalgo Huyoda Ant..-Bedhnavi-Hareket Birlik Ülküsü) (K.lrak), (15) Makar(K.lrak), 16. Asurî Uluslararası Seyfo Komitesi (Assyrian International Seyfo Committee-AISC), 17’nci Asurî Amerikan Ulusal Federasyonu (Assyrian American National Federation-AANF), 18.İsveç Asurî Federasyonu (Assyrian Federation in Sweden-ARS), 19. Avrupa Asurî Federasyonu (Assyrian Federation in Europe-ZAVD), 20. Hollanda Turabdin Federasyonu (Tur Abdin Federation in Holland), 21. Hollanda Asurî Gençlik Federasyonu (Assyrische Jongeren Federatie in Holland-AJF), 22. Fransa Asurî-Keldani Federasyonu (Fédération des Assyro-chaldéens de France), 23. Birlişik Krallık Asurî Topğluluğu (Assyrian Society of the United Kingdom), 24. Avrupa Asurî Enstitüsü (Institut Assyrien d'Europe-INASE) (Bruxelles), 25. Almanya Süryani-Ortodoks Kilisesi (Diözesanrat der Syrisch–Orthodoxen Kirche von Antiochien in Deutschland), 26. Süryani Cemaati (Assyrische Gemeenschap) (Mechelen), 27. Asurî Evrensel Birliği (Assyrian Universal Alliance), 28. Asurî Ulusal Organizasyonu (Assyrian National Organization), 29. Shuraya Partisi (Shuraya Party), 30. Asurî-Keldani-Süryani Birliği (AssyrianChaldean-Syriac Union), 31. Suryani Asurî Federasyonu (Syriac Assyrian Federation), 32. Babil Asurî Kültür Kurumu (Babylon - Institute for Assyrian Kultur - EU), 33. Ermenistan Atour Asurî Birliği (Atour Assyrian Association of Armenia), 34. Rusya Asurî Federasyonu (Assyrian Federation of Russia), 35. Asurî Avusturalya Ulusal Federasyonu (Assyrian Australian National Federation), 36. Alman Asurî Topluluğu (Dutch Assyrian Society), 37. Ortadoğu Asurî Gençlik Federasyonu (Assyrian Youth Federation of Middle Europe), 38. İsveç Asurî Gençlik Federasyonu (Assyrian Youth Ferderation of Sweden), 39. Bethnahrin Özgür Kadınları (Free Women of Bethnahrin-HNHB), 40. İsveç Asurî Organizasyonu (Svenska Kommitten for Assyrier-SKA), 41. Almanya Asurî Süryani Birliği(Assyrian-Syriac Union – Germany-UASD), 42.Gürcistan Uluslararası Asurî Kongresi (International Assyrian Congress of Georgia), 43. Irak Kominist Partisi Keldani-Asurî Organizsyonu (CaldoAshor Organization Communist Party of Iraq) (Erişim) http://www.seyfocenter.com/index.php; http://www.christiansofiraq.com/protest2.html, 22 Mart 2010. 369 etrafında şekillenmişler ve özellikle 1985 sonrasında dikkat çekici bir şekilde Ermeni örgütleri ile aynı eksende söylemde bulunmaya başlamışlardır.166 Bu örgütlerden bir kısmı siyasi nitelikli eylemlere yönelirken bir kısmı sosyo-kültürel nitelikli etkinliklerle adlarını duyurmaya çalışmaktadırlar. Siyasi nitelikli olan örgütler daha çok Nasturi, Keldani, Maruni, Melkit vb. toplulukları Asur kimliği altında bir çatı altında toplayarak Türk topraklarının bir kısmını da içine alacak bağımsız bir devlet kurmak amacını taşıyanlardır.167 Bu statüdeki Shuraya Partisi168ve Asurî Demokratik Hareketi169 gibi örgütler arasında etkinliği ile öne çıkan Beth Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü ve Asurîstan Kurtuluş Partisi’nin170 daha yakından incelenmesi uygun olacaktır. 6.5.2.1.1. Beth Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü-BYDÖ Kuzey Irak; PKK, El Kaide, El Ensar, Vahhabi-Selefiler, Hizb-i İslami, Rabıta-i İslami Kürdistan gibi İslami ve Kürt milliyetçisi grupların yanında Süryani terör örgütü “Beth Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü” adındaki oluşuma da ev sahipliği yapmaktadır.171 1980’li yıllarda PKK terör örgütü ile irtibata geçerek Mardin, Diyarbakır, Antakya, İstanbul ve Malatya illerinde örgütsel çalışmalarda bulunan ve yakalanarak ceza alan ve cezaevinden çıktıktan sonra Avrupa’da örgütsel çalışmalarda bulunan Süryanilerin öncülüğünde oluşturulan Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü (BYDÖ) (Patriotic Revolutionary Organization of 166 “Milli Güvenlik Kurulunun Süryani Raporu” olarak 6 Mart 2000 tarihinde Sabahattin Onkibar tarafından yayınlandığı iddia edilerek Racho Donef tarafından İngilizce’ye tercümeden edilmiştir. (Erişim) http://www.atour.com/~assyrians/actions/20010311a.html, 12 Mayıs 2010. 167 Kendi yayın organları olarak kullandıkları Furkono dergisinin başlığı olan “Bağımsız Ve Özgür Bir Asuristan İçin” sözü dahi konuyu özetler niteliktedir. Örnek için bkz. Furkono (Kurtuluş) Dergisi (Bağımsız Ve Özgür Bir Asuristan İçin), Yıl 2, Sayı 11, 1999. 168 “Assyrianism”, Wapedia, (Erişim) http://wapedia.mobi/en/Assyrianism, 02 Haziran 2010. 169 (Erişim) http://www.globalsecurity.org/military/world/iraq/adm.htm, 02 Haziran 2010. 170 İç Güvenlik Strateji Belgesi (MGSB)-1, (Erişim) http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp? ArsivTipID=6&ArsivAnaID=29284, 31 Ekim 2005. 171 Dinç, a.g.e., s.62. 370 Beth-Nahrin-PROB) ilk eylemini, 24 Temmuz 2000 yılında Lozan’da hükümet konağını işgal ederek yapmıştır.172 Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü’nün temellerini 1990 yılında kurulan Asurî Demokratik Örgütü (Assyrian Democratic Organisation-ADO)173 adlı örgüt oluşturmuştur. ADO, 1993 yılında PKK terör örgütü ile bir antlaşma yapıp, PKK’nın bünyesine girmiş ve müşterek eylemlere de katılmıştır. BYDÖ ile PKK’nın eş güdüm içinde oluşturduğu “4 Nisan Birlikleri” adlı silahlı eylem grubu da BYDÖ ile PKK aralarındaki ilişkiyi göstermektedir. Yapılan en kanlı eylemlerin bir kısmına da iştirak eden Süryani terör örgütü mensupları, Türk kamuoyunda sünnetsiz olmalarından dolayı daha çok Ermeni oldukları yönünde kabul görmüşlerdir. Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü, 17 Eylül 2000 tarihinde Hollanda’da partileşme kararı alarak Mezopotamya Özgürlük Partisi (Gabod d’Hirutho d’Bethnahrin-GHB) adını, daha sonra 29.12.2005 tarihinde de BethNahrin Özgürlük Partisi yerine Mezopotamya Ulusal Konseyi (Mautobnutho Umtonoyo Bethanrin-MUB) kurulmuştur. 2006 yılında da Yargıtay'ın hazırladığı terör örgütleri listesine ülke bütünlüğünü tehdit eden 86’ncı örgüt olarak Beyth Nahrin Ulusal Kurtuluş Ordusu (Beth Nahrin Freedom Party) adıyla giren bu terör örgütünün Millî Güvenlik Siyaset Belgesinde de yer aldığı iddia edilmektedir.174 Terör örgütü olarak GHB’nin PKK ile ilişkisi kendi yayın organı durumunda olan bir dergide, bir terör örgütü mensubunun ağzından aktarılmaktadır.175 Aynı dergi, BYDÖ’nün siyasi olduğu kadar askerî olarak eylemlerine haklı gerekçeler sunmaya çalışırken, bir bakıma terörist örgütsel yapısını da ikrar etmektedir.176 172 Dinç, a.g.e., s.70. Asuri Demokratik Hareketi’nin internet adresi için Bkz. Assyrian Democratic Organisation, (Erişim) http://en.ado-world.org/, 12 Mayıs 2010. 174 Ahmet Dinç ve Sedat Güneç, “Yargıtay'ın Terör Listesine Süryani Örgüt de Girdi“, Zaman Gazetesi, 19 Kasım 2006, (Erişim) http://www.zaman.com.tr, , 22 Kasım 2006. 175 Renyo Hiro, Sayı 10, Seri No 57, Ekim 2002, s.62-64. 176 “Renyo Hiro Penceresinden Bakış”, Renyo Hiro, Sayı 15, Ocak-Şubat 1999, s.23-25;”1999 Yılına Girerken”, Renyo Hiro, Sayı 15, Ocak-Şubat 1999, s.26-29. 173 371 BYDÖ, yaklaşık on yıl kadar süre ile birlikte hareket ettiği PKK terör örgütü ile bu kadar uzun süre birlikte olan “tek” örgüt olarak da değerlendirilmektedir. Örgütün PKK’dan ayrıldığı ilk aylar içinde güvenlik kuvvetleri tarafından bilinen kayıtlı 19 militanı olduğu ileri sürülmektedir.177 Basında çıkan haberlerde örgütün militan sayısının 200 kadar olduğu da ileri sürülmüştür.178 Kuruluşu 2003 yılında Londra’da gerçekleşen BYDÖ, İngiltere, İsveç ve İsviçre’den gördüğü desteğin yanında İsrail ile de ilişkisi olduğu iddia edilmektedir. 2003-2004 yılları arasında silahlı eylem planlamaları yapmasına rağmen, örgütün bugüne kadar bilinen veya üstlendikleri eylemler hakkında herhangi bir somut bilgiye ise ulaşılamamıştır.179 Aslında Kürt-Süryani çatışması veya nefreti tarihin akışına ters olarak, alışılmadık şekilde PKK terör örgütü içinde bitmiştir.180 Enteresan bir şekilde iki toplumun arasındaki husumetin ayrıca efsanevi yönü de bulunmaktadır. Kürt Nevruz söylencesi “Zalim Dehak”, Asurî düşmanlığı üzerine inşa edildiği ileri sürülmektedir. 181 PKK ile BYDÖ’nün ilişkisini gösteren bir diğer konu ise BYDÖ’nün PKK terör örgütü başının yakalanışında hazırladıkları bildirinin PKK terör örgütü yayın organlarında yayınlanmış olmasıdır.182 Terör örgütünün yayın organlığını yapan başka bir gazete ise; sözde Kürdistan’ın Süryaniler ile birlikte kurtarılması sonrasında Süryanilere pay verileceğinden ve BYDÖ’nün aktif yaklaşık 200 civarında Süryani üyesinin Kuzey Irak’ta faaliyet 177 Dinç, a.g.e., s.71. Recep Bahar, “Bak şu İsveç’in yaptığına”, Yeni Mesaj, (Erişim) http://www.yenimesaj.com.tr/ index.php?haberno=2002076&tarih=2002-02-05, 22 Mayıs 2006. 179 Dinç, a.g.e., s.71. 180 Ermeni-Asuri (Süryani) soykırımının ve 24 Nisan’ın Ermeni-Asuri (Süryani) soykırım günü olarak kabul edilmesi doğrultusunda Kürdistan Ulusal Konseyi, Mayıs 1999 yılında 1’nci ulusal kongresinde karar almıştır. Bkz.“Kurdistan Informatie Centrum Nederland” Kurdistan National Congress, (Erişim) http://www.xs4all.nl/~kicadam/pers/1999/03e30699.html, 23 Eylül 2009. 181 Dinç, a.g.e., s.75-76. 182 Dinç, a.g.e., s.76. 178 372 gösterdiklerinden bahsederek, PKK ile olan ilişkilerini açıklamaktadır.183 Yakalanan veya teslim olan terör örgütü mensuplarının verdikleri bilgiler göre; 35 kişi kadar silahlı bir mevcudu olan Beth-Nahrin (GHB) (Mezopotamya Özgürlük Partisi) isimli Süryani örgütünün lojistik ihtiyaçlarının PKK terör örgütü tarafından sağlandığını ve hatta PKK terör örgütünün kıyafet ve silahlarının kullanıldığını, GHB mensubu yaklaşık 200 kişinin PKK terör örgütü tarafından eğitildiğini dile getirerek bu ilişkiyi bir bakıma teyit etmişlerdir.184 BYDÖ kanallarında bulunduğu, mensuplarının yayınlara 185 PKK’nın katılmak yayın suretiyle organı olan propaganda televizyon faaliyetlerinde PKK terör örgütünün Süryani köylerine yönelik herhangi bir eyleminin olmadığı ileri sürülerek186 PKK-BYDÖ ilişkisi ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Ayrıca 11.01.2002 günü BYDÖ üyesi terör örgütü mensubunun ölümü ile ilgili verilen bilgiler de bunu doğrular nitelikte değerlendirilebilir.187 Mezopotamya Özgürlük Partisi (GHB), Avrupa ve Mezopotamya’da örgütlenme ve faaliyet göstermek isterken, Asurîstan Kurtuluş Partisi (GFA) yalnız Avrupa’da örgütlenmek ve siyasi olarak faaliyetlerine devam etmek istemektedir. 188 183 15 Haziran 1993 tarihli terör örgütü yayın organı olan bir gazeteden aktaran (Erişim) http://www.aramnahrin.org/English/Monstrous_Alliance_PKK_ADO_24_4_1993.htm#Page20; http://www.aramnahrin.org/ English/Article_Zaman_16_11_2006.htm , 02 Eylül 2009. 184 PKK terör örgütü mensubu C.D. ve teslim olan Süryani asıllı terör örgütü mensubu M.K.‘nin güvenlik güçlerine verdikleri bilgiler için bkz. “Polis kaçıran PKK'lılara müebbet hapis”, Kent Haber, 30 Mayıs 2007,http://www.kenthaber.com/ Haber/guncel/Normal/polis-kaciran-pkklilaramuebbet-hapis/6c7d5e6f-a238-45a9-88bc-f83ad087231; Mehmet Gökçe, “Polisi kaçıran PKK'lılara müebbet hapis” Zaman Gazetesi, Diyarbakır, 31 Mayıs 2007, (Erişim) http://www.zaman.com.tr; 30 Mayıs 2007; http://www.haberler.com/polis-kaciran-pkk-lilara-muebbet-hapis-cezasi-haberi/ 31 Mayıs 2007; Bayzan, a.g.e., s.137-138; Muharrem Bayraktar, “PKK maşa hedef ise başka”, 29 Kasım 2009; (Erişim) http://www.kadirga.com.tr/pkk-masa-hedef-ise-baska.html, 31 Mayıs 2010. 185 Bayzan, a.g.m., s.21. 186 İsa Karataş, "Türkiye'de Süryani Olarak Yaşamak", Etnik Kimlik ve Azınlıklar, Birikim Dergisi, Mart-Nisan 1995, Sayı 71-72, 1995, s.160. 187 “Martyrdom of GHB member Mihayel (Cudi) in North Iraq”, (Erişim) http://www.bethsuryoyo.com/ currentevents/MihayelCudi/MihayelCudi.html, 31 Mayıs 2010. 188 Latif Denizci, Bir Belge: Kırmızı Kitab, Doğu Strateji ve Tahlil Merkezi, (Erişim) 373 6.5.2.1.2. Asurîstan Kurtuluş Partisi-GFA Asurîstan Kurtuluş Partisi (Assyrian Liberation Party)(Gabo D'Furqono D'Othur-GFA) 1995 yılında İsveç’te kurulmuştur. BYDÖ gibi Dicle-Fırat nehirleri arasındaki hedeflemektedir. bölgede, bağımsız yeni bir devlet kurmayı 189 GFA’nın yayın organı durumunda olan derginin açıklamalarına göre Asur milliyetçilerinin hedefleri ile PKK’nın hedefleri arasında örtüşme olduğu ve siyasal bir payda da buluştukları da görülmektedir.190 Merkezi İsveç’te bulunan örgüt, Süryanilerin yaşadığı diğer Avrupa ülkelerinde de faaliyetlerde bulunmaktadır. Marksist söylemlere sahip olmasına rağmen Süryani kilisesi ile yakın ilişki içerisinde bulunmaya gayret gösteren örgüt, daha çok siyasal ağırlıklı faaliyetlerde bulunmaktadır. Bu meyanda Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenli Süryani gençlerinin kimliklerinin korunması ve Türkiye’ye geri dönmelerinin sağlanarak Türkiye’deki ailelerine ait olan topraklara sahip çıkmaları için çaba sarf etmektedir. 6.5.3. Etnik Milliyetçilik Çerçevesinden Süryaniler Ulus-devletin gelişimine paralel olarak gelişen milliyetçilik akımı, günümüzde daha çok mikro milliyetçilik şeklinde etkisini sürdüren temel siyasi ideolojilerinden biridir.191 Milliyetçilik kapsamında; devletin homojen toplum yaratma yönündeki eğilimine, bünyesindeki bir kısım azınlıklar ise kimliklerini koruma yönünde, bazen aşırı bir eğilim ile tepki göstermektedirler. Bu konuda en önemli belirleyici faktör ise dindir. Bu karşılıklı etkileşim http://www.akademyayadogru.org, 12 Haziran 2010. 189 Asyrian Liberation Party, http://en.academic.ru/dic.nsf/enwiki/751521; “Assyria Liberation Party”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/ wiki/Assyria_Liberation_Party, 12 Haziran 2010. 190 GFA:Asuristan Kurtuluş Partisi, “Basın Bildirisi”, Furkono, Yıl 2, Sayı 11, 1999, s.9. 191 Ayşegül Aydıngün, “Türkiye’ de Bağımsızlık Ve Milliyetçilik Anlayışı”, İstanbul, Rapor No 8, Bilgesam Yayınları, (Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php, 12 Haziran 2010, s.8. 374 “Simmels Kuralı” olarak da adlandırılmaktadır. Bu kurala göre; “bir grubun iç bütünlüğü, dışarıdan gelen baskı oranında sıklaşır ya da gevşemektedir.”192 Misyonerlik faaliyetlerinin yoğunlaştığı dönem, inançların baskı ve zorlama altına alındığı bir dönem olması sebebi ile Süryani milliyetçiliğinin gerekçesi olarak kabul edilebilir. Özellikle protestan misyonerlik hareketlerinin, kilise ritüelleri üzerine yarattığı etki ile kendi içinde güven problemi yaşayan Süryani kilisesi, kendinden kopan gruplara ve kendine tehdit olarak gördüğü bu hareketlere karşı sahip olduğu kimliğe daha fazla sarılmıştır. Ortak düşman veya ortak tehdidin insanları birbirine yaklaştırdığı bilinen bir gerçektir.193 Süryanilerin etnik kimlikleri, çevredeki etnik ve siyasal yapılanmalar tarafından yapılan gelişmiş etnik, dinsel ve siyasal “dışlanma” ve bu dışlanma karşısında, korunmaya yönelik içe kapanma, son yıllarda “etno-dinsel” bir kimlik oluşumuna neden olmuştur. Yalnız bu tanımlamada dinsel yönün daha ağırlıklı olduğunun tekrar vurgulanması gerekmektedir. Zira Ortadoğu coğrafyasında din, milliyetten daha önde gelmekte ve din değiştirmek milliyet değiştirmek gibi de algılanmaktadır.194 Siyasi nitelikli milliyetçilik ise daha ziyade “Asurizm” kavramı ile başlamıştır. Bugün Süryani milliyetçiliği daha çok Asur kavramı içinde şekillenmektedir. Süryani kökenine ilişkin analizlerde de açıkladığımız “Asurîzm”, ideolojisi özellikle kültürel ve sanatsal etkinlikler içinde gelişmiştir. Ortadoğu’da bu milliyetçi inanç oluşumu teşvik edilirken, yurt dışında Asurî milliyetçiliği içine Süryani ve Keldani kesimden kitleler çekilmiştir. Asurîzm ideolojisi ile bir tarih ve kültür paylaşımı yapılarak daha önce hayal dahi edilemeyen tüm 195 başlanmıştır. 192 mezhepler Asur etnik kimliği içinde paylaşılmaya Süryaniler için önemli bir şahsiyet olan Naum Faik ve Aşur Özmen, “Süryaniler Örneğinde Etkinleştir(İl)me, s. 165. 11 Eylül saldırıları sonrası amerikan toplumun kendi iç sorunlarını bir tarafa bırakarak kenetlenmesi, milliyetçi duyguların en üst seviyeye yükselmesi buna örnektir. Geniş bilgi için bkz. Samuel Huntington, Who Are We?, Simon & Schuster, New York, 2004, ss.xv,3,4; Öymen, a.g.e., s.78. 194 Andersson, a.g.e., s.104. 195 DeKelaita, a.g.t., s.22. 193 375 Yusuf ile Senharib Bali, ulus fikri çerçevesinde Süryani milliyetçiliğinin gelişmesinde önemli rol oynamışlardır.196 Asurî milliyetçiliği aslında yeni bir olgu olmasa da başlangıçta gerçekleşebilirliğine olan inanç, hayal olarak kabul edilirken, giderek bu ideolojiye inanan ve bir gün kendi vatanlarına kavuşacakları hayalini kuran kişilerin sayısı artmıştır. Gerek aşiretsel gerekse mezhepsel çeşitlilik bu ideoloji etrafında birleştirilerek milletleştirilmeye çalışılmaktadır.197 Bu çerçevede etnik kimlik olarak belirlenen Asur kimliği etrafında şekillenmiş olan Süryani milliyetçiliğinin ileri sürdüğü ve Türkiye açısından değerlendirilmesi gereken hususlar şunlardır: (1) Ülkemizin millî bütünlüğüne yönelik olumsuz çalışmalar yapan Süryanilerin, yurt dışında bir çatı altında toplanma gayretlerinin olduğu bilinmektedir. Bu çerçevede, bazı kişi ve kuruluşların, Avrupa’da yerleşik Süryani toplumunu ‘Asur Devleti’ kurulması fikri etrafında şartlandırma, yönlendirme ve organize etme faaliyetleri dikkat çekmektedir. (2) Bu grubun Asur kimliği yaratma ve sürdürme faaliyetleri kapsamında; (a) Nasturi, Keldani, Maruni, Süryani, Yakubi, Kadim, Melkit gibi grupların aynı ulustan olduğu, (b) Asur dilinin kültür ve geleneğinin yaşatılmasının esas amaçlarını teşkil ettiği, (c) Asurîlerin Birinci Dünya Savaşı’nda sözde soykırıma uğradıkları şeklindeki temaları sık sık uluslararası kuruluşların gündemine getirdikleri görülmektedir. 196 197 Kerimo, a.g.e., önsözü. DeKelaita, a.g.t., s.22. 376 (3) Söz konusu gruplar, “1915 yılında sadece Ermenilerin değil, Diyarbakır ve Mardin bölgesinde yoğun olarak yaşayan Süryanilerin de, Hristiyan oldukları için sözde soykırıma uğradığı” yönünde açıklamalarda bulunmaktadırlar. Bu çerçevede Asurîler; (a) Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin denetiminde sözde 1915 soykırımının uluslararası platformlarda gündeme getirilmesi ve bu konuda konferanslar düzenlenmesi, (b) Asurî-Süryani halkının ulusal kimliğinin tanınması, (c) Asurî-Süryani halkına yaşadığı her yerde ulusal, toplumsal ve kültürel hakların verilmesi, (ç) Sözde 1915 soykırımının tanınması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Süryanilere maddi-manevi tazminat ödemesi, (d) Asurî-Süryani halkının üzerindeki ulusal, toplumsal ve kültürel baskıların, imha ve inkâr politikalarının kaldırılması yönündeki taleplerini dile getirmektedirler. (4) Sözde Ermeni soykırımına yönelik olarak, Amerika ve Avrupa’daki etkinlikler paralelinde Süryaniler tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan eylemler özellikle 1990’lı yıllardan sonra yoğunlaşmaya başlamıştır. Bu eylemlerdeki temel hedef; sözde soykırım iddialarının uluslararası kamuoyunda kabul görmesini sağlamaktır. Bu çalışmalarda bir kısım Süryani’nin Ermeni meselesi örneğinde hareket etmeye çalıştıkları görülmektedir. Bu kapsamda Ermeni meselesinde yapılan hataların tekrar edilmemesi çok önemlidir. 377 6.6. SÜRYANİLERİN TOPLUMSAL HAYATTA KARŞILAŞTIKLARI SORUNLAR Toplumsal yaşam bir etkileşimdir. Birey veya toplumların birbirlerine yönelik etkileşimleri bazen olumlu bazen de olumsuz sonuçları ile tekrar etkileşime girerler. Bu devinim, sorun stabil hale gelene kadar devam eder. Kimyasal reaksiyona benzetilebilecek bu durum bazen girdi, bazen de çıktı olarak sorun üretebilir. Süryaniler de toplumsal hayatın bir parçası olarak bu süreç içinde bazen çözümcü, bazen de sorun üreten taraf olabilir. Genel olarak Süryanilerin toplumsal hayatta karşılaştıkları sorunların bilinmesi, toplumun kimyasal reaksiyonunun belirlenmesine ve kabul gören çözümler üretilmesine olanak sağlayacaktır. Sorunların oluşumunda, bakış açılarından kaynaklanan farklılıkların da olduğu unutulmamalıdır. Zira bireysel olarak sempatik görünen Süryaniler, topluluk olarak bazen tehdit olarak görülebilmektedirler. Bazen siyasete konu olarak ‘öteki’ olabilmekte veya başka bir siyasi taraf için korunması gereken bir değer olabilmektedir. Yani bakış açılarına göre de Süryanilerin sorunlarında değişkenlik olabilmektedir. Süryanilerin karşılaştığı sorunların çoğunluğunun toplumun diğer kesimlerinin karşılaştığı sorunlarla benzer olduğu görülmüştür. Burada daha ziyade Süryanileri doğrudan etkileyen spesifik sorunlara değinmek daha anlamlı olacaktır. Aslında Süryanilerin en büyük sorunu; tanınmama veya yanlış tanınmadır. Bu konuyu teyit eder çalışmalar yanında198 Süryanilerin nesnel olarak ele alınabilecek ana sorun alanları; kendi millî isimlerini çocuklarına koyma ve kullanamamada karşılaştıkları bürokratik engeller, çeşitli sebeplerle Süryani kilisesinden başka dinlere geçenler veya gelenler, kendi dinlerinde eğitim talebi ve zorunlu din eğitimi, mülk ve mal varlıklarına 198 Fethi Nas, Türkiye’de Topluluklar Sosyolojisi:Midyat Örneği (Süryaniler, Yezidiler, Araplar Ve Kürtler), Muğla, Muğla Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2003, s.108. 378 yönelik yaşadıkları sorunlar, nüfus cüzdanlarında din hanesinin bulunmasından duydukları rahatsızlık, ülke genelinde yabancı olarak algılanmaları ve siyasal fırsatçılardan duydukları rahatsızlık olarak sıralayabiliriz. 6.6.1. İsim Verme Ad ve adlandırma toplulukları birbirinden ayırmak için sınırları oluşturmanın önemli bir aracı olmakla birlikte, gruplar arasındaki sınırların belirsiz hale getirilmesi için de kullanılabilmektedir. Ad, pek çok toplulukta olduğu gibi Süryaniler açısından da, kendileri ile diğer etnik gruplar arasında bir sınırdır. Bu anlamda Hristiyan oldukları isimlerinden kolayca anlaşıldığı için Müslümanlarla ortak isimler ve Türkçe isimler de kullanılmaktadır. Bu isimlerinin tercih edilmesinin ilk nedeni, farklı bir muamele ile karşılaşma olasılığına karşı önlem olarak gösterilmektedir. Bu tür adlandırmalar, resmî kurumlarda herhangi olumsuz bir davranışla karşılaşmayı da büyük oranda engellemektedir. Ancak soyadları, tüm Türkiye'de olduğu gibi Türkçedir. Yerleşim birimlerinde ise, bölgede diğer dillerde de olduğu gibi tüm köy isimleri değiştirilmiştir.199Ama günlük dilde eski isimler de kullanılmaktadır.200 Fakat tüm bunlara rağmen sadece Türkiye’de değil, diğer ülkelerde de bulundukları toplumun genel yapısına uyma eğiliminin bir parçası olarak, Süryaniler de o bölgede yaygın olarak kullanılan isimleri kullanmayı tercih etmektedirler.201 Durum böyle olmakla beraber bir kısım Süryani, çocuklarına arzu ettikleri ismi koyamadıklarını ve bunun mevzuat engelinden kaynaklandığını aktarmaktadırlar. Geçmişte bu konuda olan bir kısım engeller ise 2003 yılında uygulamaya konulan AB altıncı uyum paketi sonrasında kalmamıştır. 199 1949 tarih ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nuna dayanarak, Türkiye'deki tüm Kürtçe, Lazca, Rumca, Ermenice, Süryanice vb. dillerde olan yerleşim birimlerinin adları değiştirilerek Türkçe adlar konulmuştur. Bkz. Erol Anar, Öte Kıyıda Yaşayanlar Azınlıklar,Yerli Halklar ve Türkiye, Belge Yayınları, İstanbul, 1997, s.92. 200 Özmen, a.g.t., s. 217; Erginer, a.g.m., s.45. 201 The Assyrian Academic Society, a.g.m. 379 6.6.2. Din Değiştirme (İrtidâd ve İhtida) Müslüman iken Hristiyan (irtidâd), Hristiyan iken Müslüman olan (ihtida) anlamında karşımıza çıkan din/mezhep değiştirme; misyonerlik faaliyetlerinin bir sonucu veya evlilik gibi202 sosyal yaşamın bir parçası olarak da karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan geçmişte cizye vergisinden203 veya toplumsal baskıdan kurtulmak için gayrimüslimlerin arasında din değiştirenler de olmuştur. Sebep ne olursa olsun din değiştirme, ayrıldığı grup adına bir travma ve düşmanlık yaratmaktadır. Bu sebepten dolayı Osmanlı Devleti dâhil birçok devlet tarafından din değiştirmeler ağır cezalar ile önlenmeye çalışılmıştır.204 Buna mukabil özellikle misyonerlik faaliyetleri yürüten devletler, diğer din ve mezhepleri kendi dinlerine çekebilmek için bu engellemeleri ortadan kaldırma gayreti içinde olmuşlardır.205 Süryaniler arasından mezhep değiştirerek başka mezheplere veya İslam dinine giren Süryaniler olduğu gibi,206 sayıları az olmakla birlikte zaman zaman diğer mezheplerden de Süryaniliğe dâhil olanlar olmaktadır.207 Bugün Türkiye’de dönme veya başka adlarla küçümsenen irtidâd ve ihtida yapanlar yanında, farklı kimlik ile tanınan bazı kitlelerin de geçmişte din değiştirdiği yönünde bilimselliği tartışmalı iddialar vardır.208 Süryaniler için bu konudaki en büyük endişe, Müslümanlıktan ziyade, kendi aralarında uzun zamandır 202 devam eden mezhep çatışmasından kaynaklı mezhep Özmen’in tespitine göre yakın zaman önce bir Süryani erkek, ikinci bir kadınla evlenmek istemiş, ancak bunun dinen yasak olması nedeniyle Müslümanlığa geçmiş ve ikinci bir kadınla evlenmiştir. Bkz. Özmen, a.g.t., s. 221. 203 Bilge, a.g.t., s.39. 204 Gordon, a.g.m., s. 228; Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s.22- 43. 205 Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s.130-132. 206 Durak, a.g.e, s.196. 207 Salfa Tori’nin Osmanlı tabiiyetine geçerek Süryani mezhebine girmesinden Diyarbakır Fransız Konsolos Vekili’nin rahatsızlık duyması dikkat çekicidir. Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Divân-ı Hümayûn Defterleri, Meclis-i Vükela Mazbataları, 103/73’den aktaran Mustafa Çiçek, a.g.t., s.73. 208 Süryani Tarihinde Bölünmeler, http://www.msxlabs.org/forum/din-ilahîyat/16123-hiristiyankokenli-din-ve-akimlar-suryaniler-suryanilik.html; Hakan Güven, “Asıl dinlerine dönüyorlar”, Aksiyon, Sayı: 536, (Erişim) http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=20308, 12 Mayıs 2010. 380 değişiklikleridir. Özellikle yurt dışına göç etmiş olan Süryaniler, bu konuda ciddi endişe taşıdıklarını dile getirmektedirler. 6.6.3. Saldırı ve Gasp Süryanilere yönelik yapılan saldırıların büyük çoğunluğu ekonomik amaçlıdır. Süryanilerin hep zengin olduğu yolunda oluşan kanaat, onların saldırılara da hedef olmasına neden olmaktadır. Bazı Süryani ileri gelenlerinin kaçırılması, doğrudan fidye ve gasp amaçlı iken, diğer bir saldırı şekli de kaçmalarını (göç etmelerini) sağlayarak, geride bıraktıklarına el koymak amaçlı olmaktadır. Zira Türkiye basınına yansıyan iki papazın kaçırılarak sonrasında istenen fidye bu görüşü desteklemektedir.209 Süryaniler bu konuda; özellikle bu tarz eylemlerin Süryanilere yönelik yapıldığını düşünmektedirler. Bunun sadece Süryanilere yönelik olduğunu, ama Kürtlerin, Kürtlere bunu yapmadıklarını düşünmektedirler.210 Aslında bu sorun sadece Süryaniler için değil, bölge genelinde tüm toplulukların yakındığı bir sorundur. Hatta daha geniş anlamı ile düşünüldüğünde dünya genelinin bir sorunu olarak da nitelemek yanlış olmayacaktır. 6.6.4. Din Eğitimi Din, şüphesiz insana bir kimlik kazandırmaktadır. Din ve kimlik ilişkisi hayatın her yönünde karşımıza çıkmaktadır. Din, sorunların yaratılmasında ve çözümünde de en etkin güçtür. Arzu edilen çözümlerin anahtarı olarak dinin kullanılmasıdır. Böyle olmakla beraber bazen dinin kendisi de sorun olarak karşımıza çıkarılabilmektedir. 209 Öğündük köyünde 08 Mayıs 2007 günü papaz M.T. ile yapılan görüşmede başından geçenleri bütün detayları ile anlatmaktadır. Ayrıca iki ayrı olay için bazı haberler için bkz. “Mardin'de bir papaz kaçırıldı”, 28 Kasım 2007, CNN Türk, (Erişim) http://www.cnnturk.com/2007/turkiye /11/28/mardinde.bir.papaz. kacirildi/407896.0/index.html; “Kaçırılan papaz serbest bırakıldı”, Zaman Gazetesi, (Erişim) http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=619620, 11 Mayıs 2010. 210 Midyat ilçesi 1932 doğumlu İ.G.ile 09 Mayıs 2007 günü yapılan görüşme. 381 Süryaniler kendi çocuklarına kendi dinlerini öğretemediklerinden, bu konuda özel okul açma gibi haklarının olmadığından şikâyet etmektedirler.211 Azınlık statülerinin olmamasından dolayı bu tür okul açamayan Süryaniler, diğer taraftan da Rum veya Ermeni olmadıkları gerekçesi ile bu cemaatlerin okullarına alınmadıklarından şikâyet etmektedirler. Bu anlamda Süryaniler kendi dinlerini öğretmek adına, resmî eğitim müfredatına sahip olmamanın sıkıntısını yaşamaktadırlar.212 Gerçi manastırlarda hafta sonları veya hafta içi belirli saatlerde Süryani dini, dili ve tarihi üzerine kurslar verilse de, mevzuat açısından sıkıntı yaşadıklarını ve bu konunun çözülmesi gerektiğini düşünmektedirler. Aslında sorunun en önemli ayaklarından birisi, daha önce bahsedildiği gibi sorunun Süryani nüfusu ile göreceli bağlantısıdır. Yani okul için öğrenci, öğretmen ve maddi destek en az mevzuatta yaşanan sorunlar kadar önemlidir. Zira öğrenci ve öğretmeni olmayan bir okulun anlamı olmayacaktır. Yalnız burada vurgulanması gereken ilahiyat fakültelerinde en azından Süryani din adamları da yetiştirecek bir bölümün teşekkülünün fayda sağlayabileceğidir. Bu konu içinde değerlendirilebilecek bir diğer konu da zorunlu din eğitimidir. 1990 yılından itibaren Hristiyan ve Musevilerin, kendi dinlerini belgelendirmeleri kaydıyla Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine girme zorunlu kaldırıldığından bu konu artık gerek Süryaniler gerek diğer gayrimüslimler için bir sorun teşkil etmemektedir. 213 6.6.5. Gelir ve Gayrimenkuller Osmanlı Devleti döneminde misyonerlik faaliyetleri sonrasında parçalanan cemaatler ile o zamana kadar müşterek kullanılan arazi, kilise ve mülklerin paylaşımı sorun olmuştur. O günden bugüne devam eden bu sorunun bir kısmı ülke içinde, bir kısmı ise ülke dışındadır. 211 Bülbül, a.g.e., s.139,146. Zeynep Aydın, “Lozanda Farklı Kökenlilere Tanınan Haklar”, İstanbul, 2004, (Erişim) http://bianet.org/bianet/kultur/46222-lozanda-farkli-kokenlilere-taninan-haklar, 11 Mayıs 2009. 213 Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü web sitesi, (Erişim) http://dogm.meb.gov.tr/ y%C3% BCksek_kurul_karar%C4%B1.htm , 12 Haziran 2010. 212 382 19’ncu yüzyılda neredeyse patrikler, zamanlarının çoğunu Katolik ve Protestanlar tarafından gasp edildiğini düşündükleri kilise gelir ve mülklerini geri almak için harcamışlardır.214 Bugün o kadar yoğun olmasa da benzer çabaların özellikle kilise tarafından yürütüldüğü görülmektedir. Bu konuda, Adıyaman’da Mor Petrus ve Mor Pavlus Kilisesi’nin bina ve müştemilatına yönelik yerel idare ile devam eden bir sorun ve buna ilave olarak Mor Gabriel Manastırı’nın bölge köyleri ile arasında devam eden arazi anlaşmazlığı örnek olarak gösterilebilir.215 Yalnız burada vurgulanması gereken mahkemelere aktarılmış konuların hukuk içinde çözüleceğinin akıldan çıkarılmamasıdır. Aksi takdirde özellikle bazı batılı ülke temsilcilerinin, bu tür davalara sanki hakem havasında gelerek katılması, Süryaniler için kanaatimizce çok olumlu hava doğurmamaktadır. Sanki Osmanlı dönemindeki Katolik misyonerlerin faaliyetlerinin Süryaniler üzerinde oluşturduğu etkiye benzer bir şekilde, bugün toplumun kalanında, Süryanilere şüphe ile bakma gibi, olumsuz bir hava oluşturmaktadır. Ayrıca uyum paketleri sonrasında imar kanunu ve vakıflar kanununda yapılan yeni düzenlemeler ile bu konudaki sorunların bir kısmına çözüm getirilmiştir.216 Ayrıca hatırlanmasında fayda olacak bir husus da Süryani din adamlarının 214 Diyanet İşleri Başkanlığa bağlı olmadıklarından devlet Patrik 5’nci Circis, 2’nci İlyas, 2’nci Yakup, 4’ncü Petrus Katolik ve Protestanlar tarafından gasp edilen kilise gelirlerini ve gayrimenkullerini geri almak için uğraşmışlardır. Bkz. Çıkkı, a.g.e., s. 48. 215 Adıyaman Mor Pavlus ve Petrus Kilisesinde 29 Nisan 2007 tarihinde Diyakon A.G. ile yapılan görüşme; Hürriyet Gazetesi, (Erişim) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11714161.asp, 22 Mayıs 2010; “Manastır davası AİHM’e gidecek”, Haber Aktüel, http://www.haberaktuel.com/manastir-davasiaihme-gidecek-haberi-204347.html, 22 Mayıs 2010. 216 Sedat Ergin, “Uyum Paketi'nde Sıkıntılı Başlıklar”, Hürriyet, 06 Haziran 2003; Özipek, a.g.m.; Diran Bakar, "Uygulamadan Ayrımcılık Örnekleri ve Azınlık Vakıflarının Sorunları", Ulusal, Ulusalüstü ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları (Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Lozan Antlaşması), der. İbrahim Kaboğlu, İstanbul, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Yayınları, 2002, s. 269-270; Yuda Reyna, Ester Moreno Zonana, Son Yasal Düzenlemelere Göre Cemaat Vakıfları, İstanbul, Gözlem Yayınları, 2003, s.43, 88-91. 383 bütçesinden istifade edemedikleridir. Yalnız talep ettiklerinde devletten yardım alabilmektedirler.217 6.6.6. Nüfus Cüzdanlarında Din Hanesi Dininin, sosyal veya resmî yaşantılarında kendilerine yönelik negatif bir ayrımcılık yaratacağını düşünenler bu durumdan hoşnut değillerdir. Laik devlet anlayışına da ters düşen bu durumun Süryanilerin bir kısmında da rahatsızlık yarattığı görülmektedir. Her ne kadar 23 Kasım 2006’da yürürlüğe giren ‘Nüfus Hizmetleri Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik’ ile, nüfus cüzdanlarında din hanesinin doldurulması zorunluluğu kaldırılmış olsa da bu bölümün dahi cüzdanlarda bulunmaması yönünde bir beklenti olduğu değerlendirilmektedir. Diğer taraftan nüfus cüzdanlarından din hanesinin kaldırılması yönünde AİHM’e yapılan müracaat Türkiye aleyhine sonuçlanmış ve Şubat 2010’da AİHM, din hanesinin nüfus cüzdanlarından kaldırılması yönünde karar almıştır. 6.6.7. Yabancı Düşmanlığı (Ksenofobi) Süryanilerin Türkiye’de yeterince tanınmamaları, bazı kişiler tarafından yabancı olarak algılanmalarına neden olmaktadır. Her toplumda olduğu gibi, kendinden olmayanı yabancı kabul eden ve varlıklarından rahatsız olanlar vardır. Gerek Kürt, gerek Türk, gerekse başka adlarla olsun etnik milliyetçilik yapanların, kendinden olmayanlara bakışı, bu anlamda genellikle düşmancadır. Süryaniler de kendileri ile aynı dini paylaşmadıklarından dolayı onlar için yabancıdırlar. Bu sebeple yabancı olarak gördükleri Süryanilere, maddi veya manevi baskı uygulayarak, ülkeyi terk etmelerini istemektedirler. 217 Özbay, a.g.e., s.25. 384 Genel olarak çoğunluğun, azınlığa yaklaşımı olan bu durum, Anadolu’da uzun zamandır Süryaniler için bir tehdit olarak algılanmaktadır. 6.6.8. Sorunlara Yönelik Çözüm Çabaları Yukarıda ana başlıklar halinde verilen sorunların bir kısmı spesifik olarak Süryanileri ilgilendirirken bir kısmı bölgesel genel sorunlardır. Tüm bu sorunlar çözülemeyecek sorunlar değildir. Özellikle sakin mizaçlı, devletle arasında sorun olmayan, vatandaşlık görevlerini ellerinden geldiğince yapmaya çalışan Türkiyeli Süryaniler ile çözülemeyecek bir sorun yoktur. Çünkü Türkiye’de yaşayan Süryaniler için ‘Türkiyeli olmak’ bilinçtir.218 Bu bilinç, birlikte yaşadığımız tüm topluluklar için öncelikli kimlik bileşeni olarak kabul edilmesi gereken bir bilinçtir. Süryanilere düşen görevler yanında devlete de düşen bazı temel görevler vardır. Bunlardan birincisi, devletin laik ilkesidir. Devlet, bünyesindeki tüm etnik gruplara eşit mesafede durmalıdır. Bu durum, tüm vatandaşlar tarafından bilinmeli ve görülmelidir. Birey, devletine güvenebilmelidir. Devlet yeni iş sahaları yaratmalı, yatırımlar yapmalıdır. Toplumun her kesimine yönelik eğitim programları düzenlemeli ve bu etkinliklerini okul dışında, aile içinde ve medya aracılığı ile de desteklemelidir. Devlet kurumlarında işe alımlarda ayırımcılık olamamalıdır. Toplumun birbirini tanıması için etkinlikler düzenlemeli ve siyasi amaçla toplumu kutuplaştırmak isteyenlere, imkân vermemelidir. Diyanet İşleri içinde diğer dinleri de temsil eden kısımlar açılmalıdır. Ülkeye dönüş arzusunda olan Süryanilere dönüş kolaylığı sağlanmalıdır. Bu konuların, toplumun bir kısmında çeşitli endişeler doğurabileceği göz önüne alınarak, toplum bilgilendirilmeli, bilinçlendirilmeli ve yapılan çalışmalar toplumsal mutabakatla yapılmalıdır. Keza, özellikle AB kapsamında azınlıklara veya toplumun 218 Türkiye'nin yaklaşık 3 bin noktasında 1500'ü aşkın görevlinin toplam nüfusu temsil eden 47 bin 958 kişiyle yaptığı yüz yüze görüşmeyle gerçekleştirilen "toplumsal yapı" araştırmasında insanların kendi kimliklerini öncelikle ‘Türkiyeli olmak’ olarak tanımlamışlardır. Bkz. “Çoğunluk 'Önce Türkiyeliyim' diyor”, Milliyet Gazetesi, (Erişim) http://www.milliyet.com.tr/2007/03/23/guncel/ agun.html, 12 Nisan 2007. 385 geneline yönelik yapılan düzenlemelerin dayatma şeklinde yapılması toplumda çok hoş karşılanmamaktadır. Bu ve buna benzer tüm sorunların tespiti, teşhisi ve tedavisinin ise milli bilinç ile yapılması, kalıcı barışın ve huzurun tesisi için önemlidir. Etnik anlaşmazlıklar ve çatışmalar kaçınılmaz şeyler değildir. Söz konusu zıtlıklar ve düşmanlıklar, daha çok bilgisizlik ve önyargılardan kaynaklanmaktadır. Fakat sorunsuz ya da en az sorunla bir arada yaşama da bir ütopya değildir. Her grup ötekini en az kendisi gibi ve kendisi kadar görebildiğinde, yani empati yaptığında bu sorunları geride bırakmak çok daha kolay olacaktır. Bunun için sorunların açıkça, siyasi kaygılar bir tarafa konularak ele alınması ve masadan çözümle kalkılması gerekmektedir. Bu konuda siyasi ve toplum önderlerine önemli görevler düşmektedir. Ayrıca unutulmamalıdır ki ortak bilinç birlikte yaşamayı gerektirir. Kendi inanç ve değerlerimizi birbirimize dayatmak sadece radikalleşme ve çatışmaya sebep olacağından dolayı birbirimizin değerlerine saygı duymak gerekmektedir. Zaman zaman dinî liderlerin bir araya gelerek toplumu rahatsız eden konularda birlik beraberlik mesajı veren açıklama ve eylemler de bulunması da toplumsal huzur adına güzel örneklerdir.219 Aynı şekilde asker uğurlama töreni gibi Türk toplumu için anlamlı olan etkinliklere birlikte katılan din adamları da toplumsal barışın bir sembolü olmaktadırlar.220 Sonuçta, Süryanilerin bizden biri olduğu akıldan çıkarılmamalı ve Türk tarihi boyunca hiçbir zaman Süryanilere yönelik veya Süryanilerden toplumun diğer katmanlarına yönelik sistematik bir saldırının olmadığı da unutulmamalıdır. Her ne kadar Türkiye’de tanınan azınlıklardan biri olarak 219 Üç semavi dinin önde gelen isimleri; İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Fener Rum Patriği Bartholomeos, Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II, Latin Katolik Cemaati Ruhani Reisi Louis Pelatre, Hahambaşı Rav. İshak Haleva, Süryani Kadim Metropoliti Yusuf Çetin, Vatikan İstanbul Temsilcisi Monsenyör Goerges Marovitch ve Süryani Katolik Patrik Vekili Yusuf Sağ'ın katıldığı dua töreninde teröre karşı her dinî lider kendi dilinde 'barış duası' yaptı. Bkz. Zafer Özcan, “Dinî liderler 'barış duası' için buluştu”, Zaman Gazetesi, 16 Ocak 2004. 220 Ümit Kozan ve Turan Gültekin, “Papaz ve müftü birlikte dua edip asker uğurladı”, Milliyet Gazetesi, 21 Kasım 2007. 386 kabul edilmeseler de azınlıkların sahip olduğu haklardan yararlandıkları da görünen bir durumdur. Süryani konusunu siyasi gayelerine alet etmek isteyen gerek din adamı gerek bilim adamı gerekse siyasetçilerin kutuplaşmalara yol açabilecek bu davranıştan uzak durmaları, en başta Süryaniler için elzem görülmektedir. Bu amacın tahakkuku için; bir taraftan Süryani ileri gelenlerinin, diğer taraftan da devlet ileri gelenlerinin bilgilendirilerek bilinçlendirilmesi önem taşımaktadır. Özellikle dünyanın her tarafına dağılmış ve belli bir örgütlenme biçimini ortaya koyan Süryaniler, bugün Türkiye aleyhine yönlendirilme eğilimi taşımaktadırlar. Geçmişte benzer durumların yaşandığı bu topraklarda tekrar edecek yeni bir acı tecrübeye gerek yoktur. Bu anlamı ile herkese önemli görevler düşmektedir. Aksi takdirde yaşanan her sorunda, sorunun özüne değil, kolayına kaçarak başka sorunların ortaya çıkmasına neden olabiliriz. 6.7. İDİL SÜRYANİLERİ ÖRNEĞİNDEN TÜRKİYE SÜRYANİLERİ Süryanilerin Türkiye’deki demografik yapılarından bahsederken dört metropolitlik alanından birini oluşturan Turabdin Metropolitliği (abreşiyesi) de aktarılmıştır. Süryaniler için önemli olan bu bölge, Süryani karakteristiğinin minyatürize edilmiş örneklerini sunması adına, hem Süryaniler hem de araştırmacılar için önem arz etmektedir. Süryanilerin kendilerine ve sorunlarına ilişkin görüşleri sözlü tarih aktarımları ile tespit edilirken, aynı şekilde uygulanacak anket ile de değerlendirme, nesnel hale getirilmek istenmiştir. Bu kapsamda araştırmacıların genellikle göz ardı ettiği İdil ilçesi pilot bölge olarak seçilerek, uygulama yapılmıştır. 6.7.1. Araştırma Alanı Olarak İdil İdil’in araştırma alanı olarak seçilmesinin aslında iki önemli nedeni vardır. Birincisi, Süryaniler için çok önemli bir bölge olan ‘Turabdin’ bölgesinin içinde özellikle Doğu ve Batı Süryanilerinin buluştuğu bir coğrafyada olması ve ikinci olarak da yeterince araştırma yapılmamış bu 387 bölgede iki yıl süre ile bulunacak olmamdır. Genelde alan araştırması için Turabdin’e yönelen araştırmacılar, Midyat ilçesi veya Mardin ili merkezinde araştırmalarını yoğunlaştırırken, İdil ilçesini fazla dikkate almamaktadırlar. Hâlbuki İdil ilçesi de en az Midyat ilçesi kadar Süryaniler için önemlidir. İdil; Hatay ve Midyat’tan sonra Hristiyanlığın Anadolu’da yayıldığı üçüncü yerleşim yeridir.221 İdil ilçe merkezinde Süryaniler için dört kilise varken ilk caminin buraya 1949 yılında yapılmış olması, demografik değişimin yaklaşık bu yıllara tekabül ettiğini düşündürmektedir. Ayrıca İdil’in Sarıköyü’nün, Süryani geri dönüşünde ulusal ve uluslararası bir sorun haline dönüşmesi bile,222 Süryani konusu ile ilgilenmek isteyen araştırmacılar için, İdil’in atlanmaması gereken bir bölge olduğunu düşündürmektedir. Diğer taraftan alan araştırması yapacak olan araştırmacılar belirli bir süre içinde belirli mihmandarlar vasıtasıyla bölgeyi gezmektedirler. Sınırlı gözlem, tespit ve değerlendirme şansına sahip olan bu araştırmacılardan farklı olarak avantajım; iki yıl kadar süre içinde çok yönlü bir ilişki kurmuş olmamdır. Sonuçta; Şırnak ilinin İdil ilçesi, hem Süryaniler için sahip olduğu önem, hem de uzun süre ile İdil ilçesinde bulunacağımdan dolayı, yapmış olduğum çalışmada daha gerçekçi tespitler elde edebilmek amacıyla seçilmiştir. 221 İdil Kaymakamlığı web sitesi, (Erişim) http://idil.gov.tr/haberdetay.asp?id=18, 12 Haziran 2010. Sarıköy’ün esas sahipleri olan Süryani vatandaşlarımız, 1990’lı yıllarda terör olaylarının artması nedeniyle Avrupa’nın çeşitli ülkelerine göç etmişler ve bir güvenlik zafiyetinin oluşmaması için yerlerine Yayalar Köyü’nden bir grup Geçici Köy Korucusu “geçici görevle” yerleştirilmişti. Köyün esas sahipleri Süryani Vatandaşlarımızın köye dönme taleplerinin yerinde görülmesi üzerine, Şırnak Valiliğinin talimatı ile Sarıköy’deki Geçici Köy Korucuları tahliye edilmişler ve Sarıköy, 24 Eylül 2004 tarihinde İdil Kaymakamı Hasan Tanrıseven tarafından Mor Gabriel Metropoliti Samuel Aktaş’ın da katılımıyla düzenlenen bir tören ile Süryani vatandaşlarımıza teslim edilmiştir. İdil Kaymakamı Hasan Tanrıseven ile yapılan ropörtaj ve İdil Kaymakamlığı web sitesi, (Erişim) http://idil.gov.tr/haberdetay.asp?id=18 , 12 Haziran 2010. 222 388 6.7.2. İdil İlçesinin Sosyo-Kültürel Durumu ve Süryaniler İçin Önemi Süryanilerin tarihleri boyunca yaşadıkları önemli yerleşim bölgelerinden biri olan Turabdin (Tanrı’nın kullarının dağı)’de Hristiyanlığın, MS 120 yılında bir metropolitliğin kurulmasıyla başladığı ve IV. yüzyıl ile de bölgenin Hristiyanlaştığı iddia edilmektedir.223 Turabdin bölgesinin kapsadığı yerleşim yerleri ise;224 - Mardin merkez,225 Bülbül (Binebil), Çiftlik (Derelya), Göllü köyü ve Deyru’l-zafaran Manastırı, - Dargeçit'in Alagöz (Bakısyan), Alayurt (Arboye), Anıtlı (Hah), Çatalçam (Deyrodoslibo) ve İzbırak (Zaz) köyü, - Gercüş'ün Yamanlar (Yardo) köyü, - Midyat merkez, Altıntaş (Kferze), Bağlarbaşı (Arnas), Barıştepe (Salah), Doğançay (Mızizah), Elbeğendi (Kefro), Gülgöze (Aynverdo), Güngören (Kferbe), Mercimekli (Hapsnas) ve Yemişli (Enhıl) köyü, - Nusaybin'in Girmeli (Gıremira), Dağiçi (Harabmişka), Dibek (Badıb), Günyurdu (Merbobo), Odabaşı (Gündıkşıkro), Taşköy (Arboy), Üçköy (Harabale), Üçyol (Sederi) köyü ve Mor Melke Manastırı, - Ömerli ilçe merkezi ve Savur'un Dereiçi (Kıllıt) Köyü ile, - İdil ilçe merkezi ile Haberli (Bısorino), Öğündük (Mıdıh) ve Sarıköy (Sare) köyleridir. 223 Hollerweger, a.g.e., s.17. Özmen, a.g.t., s.165. 225 Kimi kaynaklar. Mardin'in de Turabdin bölgesi içinde yer aldığını yazarken, kimilerine göre ise, coğrafi bir varlık olan bu bölgenin kesin sınırlarını çizmek çok zor olsa da, Mardin'in bu sınırın dışında kaldığı savunulmaktadır. Karşılaştırma için bkz. Gabriel Akyüz, Mardin İli'nin Merkez ve Civar Köylerinde s.25-26; Andrew Palmer, Monk and Mason on the Tigris Frontier: The Early History of Tur'Abdin, London, Cambridge University Pres, 1990, s.xxii. 224 389 Turabdin bölgesinin226 önemli bir yerleşim yeri olan İdil (Beth ZabdayAzak)’de dışarıya doğru çok fazla Süryani göçü olduğundan dolayı, günümüzde sadece üç Süryani köyü ile ilçe merkezinde birkaç Süryani aile kalmıştır. 1970’li yıllardan itibaren İdil’de nüfus yoğunluğu, Müslümanlar lehine değişmeye başlamış, bugün ilçenin demografik yapısı %99 Müslüman olacak şekilde değişmiştir.227 Tablo 7. 1980-2001 Yılları Arası İdil ve Turabdin’de Süryani Nüfusu228 Yıllar 1980 1985 2001 İdil 1834 1771 340 Turabdin Toplam 18700 17924 1975 Göçlerden diğer Süryani yerleşim bölgeleri gibi büyük zarar gören (Tablo 8 ve Tablo 9) İdil’de 1960’larda altı köy Süryani iken bugün üç Süryani köyü kalmıştır.229 Tablo 8. 1985-2000 Yılları Arasında İdil’in Köylerinde Süryani Nüfusu230 Yıllar 1985 1990 2000 Hane Nüfus Hane Nüfus Hane Nüfus Sarıköy 30 67 5 46 - - Haberli 49 293 39 156 27 124 Öğündük 119 695 82 435 49 233 TOPLAM 198 1055 126 637 76 357 226 Turabdin Bölgesi; kuzey ve doğuda Dicle Nehri, batıda; güneye uzanan Mardin Dağı ve güneydoğuda Cizre ile kuşatılmıştır. Dolayısıyla Hasankeyf, Mardin, Dara, Nusaybin ve Cizre Turabdin bölgesini çevreleyen yerleşimlerdir. Bkz. Elif Keser, Turabdin Süryani Ortodoks Dini Mimarisi, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 2002, s. 11. 227 İlçenin genel nüfusu 67.999 olup ilçe merkezi ve köylerinde yaşayan Süryanileri genel mevcuda oranı % 0.8’dir. 228 Erginer, a.g.m., s.55. 229 Özmen, a.g.t., s.232. 230 Erginer, a.g.m., s.55. 25 Ağustos 2004 yılında yapılan törenle 33 haneli Sarıköy’e sekiz hane dönmüştür. Ailelerin çocukları genelde yazın yurt dışından tatil amacı gelmektedirler. 21 seçmen sayısı bulunan Sariköy’ün muhtarlığını Süryani Fikri Turan yapmaktadır. 390 Süryani nüfusundaki azalışın 1985 yılından sonra hızlanması terör olaylarının artması ile ilişkili görülebilir. Yani güvenlik kaygısı Süryanileri İdil’den göçe yönelten en önemli sebep olarak değerlendirilebilir. İdil, 1924 yılına kadar Cizre ilçesine bağlı bir köy iken 1924 yılında bucak, 1937 yılında Mardin’e bağlı bir ilçe, 18 Mayıs 1990 yılından itibaren ise Şırnak iline bağlı bir ilçe olmuştur. İdil, Süryaniler için önemli bir dinî kimlik yeridir. Burada yaşamakta olan insanların ekonomik durumu, nüfusun diğer kesiminden hiç de geri kalır bir tarafı yoktur. Midyat’a doğru el sanatları gelişirken, İdil köy ve merkezi daha çok tarım ve hayvancılık ile uğraşmaktadır. 1970 yılından beri Almanya, İsveç, Hollanda, Belçika, Avusturya, İsviçre ve Amerika gibi ülkelere devam eden göç Süryani sayısını çok azaltmıştır.231 İdil merkezden yapılan göç daha çok Almanya’ya doğru olmuştur. İdil’de dilsel bir homojenlik yoktur. Bölge halkı devlet ile olan ilişkilerinde resmî dil olan Türkçeyi kullanmasına karşın, günlük yaşamda yaygın olarak Türkçenin yanı sıra Kürtçe, Süryanice ve Arapçayı da kullanır. 6.7.3. Anketin Uygulanması Tez çalışmamı desteklemek için başladığım anket çalışmamda (EK 1. Anket) Süryanilerin kendileri hakkındaki bilgilerini tespit etmeye, Türkiye içindeki konumlarına ilişkin değerlendirmelerini belirlemeye çalışarak yaşadıkları toplumla etkileşimlerini ortaya çıkarmaya çalıştım. Böylece emik olduğu kadar etik bakış açısını da değerlendirmeye dâhil etmeye gayret ettim. Hazırladığım anket sorularının uygulamasının çoğunluğunu, cevapların gerçekçi olamayacağı endişesi ile Öğündük köyünden Süryani 231 Helga, a.g.m., s.292-294. 391 kökenli bir üniversite öğrencisi ile birlikte Öğündük, Haberli, Sarıköy ve ilçe merkezinde uygulama yaparken, Süryanilere misafir olan başka yerden gelmiş olan dokuz Süryani’ye de anketi uyguladık. Bunun dışında doğrudan kendimin yaptığı veya mektup yoluyla gönderdiğim 20 kadar anket olmuştur. Mayıs 2007 ile Ağustos 2007 tarihleri arasında uygulanan anketin 114 tanesi geçerli kabul edilmiştir (EK 2. Anketlere Verilen Cevaplar). Anketin uygulandığı örneklem; bölgenin sayısal olarak azlığı ve coğrafi yakınlıktan dolayı genele çok yakındır. 6.7.4. Anket Sonuçlarının Değerlendirilmesi Dört bölüm olarak hazırlanan anketin ilk bölümü ile öncelikle kişisel bilgiler ve genel bilgiler elde edilmeye ve böylece hedef kitlenin analizi yapılmaya çalışılmıştır. İkinci bölümde, Süryanilerin kendileri ve Süryanilik hakkında bilgi seviyeleri anlaşılmaya ve böylece anketin geçerliliği tespit edilmeye çalışılmıştır. Üçüncü bölümde, Süryanilerin Türkiye Cumhuriyeti içindeki konumları, karşılaştıkları sorunlar tespit edilmeye çalışılmıştır. En son bölümde de Türkiye’nin sorunlarına Süryanilerin ilgisi, katkısı ve toplumsal bir sorun olup olmadığının ortaya çıkarılmasına çalışılmıştır. Anket “Microsoft Excel” programı ile incelenmiş daha sonra Sonar Danışmanlık ve Araştırma Limitet Şirketi vasıtasıyla tekrar analiz edilmiştir. Elde edilen çapraz tablolar çok geniş yer tuttuğundan dolayı elde edilen sonuçlar verilecektir. Uygulanan anket verilen cevaplar da EK 2’de sunulmuştur. 6.7.4.1. Kişisel ve Genel Bilgilerin Değerlendirilmesi Kendisini Süryani olarak tanımlayan 114 kişinin profili çıkarmak için sorulan 14 soru sonucunda ankete katılanların; - % 70’inin erkek, 392 - %43’ünün 26-40 yaşı arasında, %23’ünün 12-25 yaşı arasında olduğu, toplamda ise yaklaşık %66’sının 40 yaşından küçük olduğu, - %71’inin evli, - %75’inin ilkokul ve altında eğitim seviyesinde olduğu, kadınların ve 40 yaş üstü olanların eğitim seviyesinin daha düşük olduğu, ekonomik seviye ile eğitim arasında bir ilişki olduğu, - %71’sinin aylık geliri 500 liranın altında yani fakirlik seviyesinin altında bir yaşam sürdüğü232, - %47’sinin çiftçi ve %28’inin ev hanımı olduğu, - hepsinin kendini Süryani olarak tanımladığı, - %82’sinin ailesi ve akrabasının çoğunluğunun Avrupa’da, %14’ünün ise Türkiye’de olduğu ve Avrupa’da akrabası olanların ise, bu akrabalarının % 89’unun Almanya’da yaşadığı, - Türkçe dışında % 91’nin Süryanice, %34,8’nün Kürtçe bildiği, hem Süryanice hem de Kürtçe bilenin ise %23 olduğu, Süryaniceyi bilmeyenlerin sadece şehirlerde yaşayanlar olduğu, - Aileleri dışında %82,6’sının ilk eğitimini devlet okullarında, % 11,3’nün ise ilk eğitimini kilisede aldığı ve kilisede ilk eğitimi alanlardan Süryanice bilmeyen olmadığı, hem konuşup hem de yazabilenlerin ise % 69,2 olduğu, 232 Süryaniceyi bilmeyen oranın sadece %1,7 olduğu ve kalanlarından 2007 yılı yoksulluk sınırı 619 YTL. olarak açıklanmıştır. Kırsal kesimde yaşayanların yoksulluk oranı %32.18 ve kentlerde bu oran %10 belirtilmesine rağmen bölgenin genel durumu içinde Süryaniler daha varlıklı olarak görülmektedir. Bkz. Türkiye İstatistik Kurumu, “Yoksulluk Analizleri”, (Erişim) http://www.tuik.gov.tr, 18 Temmuz 2010. 393 %52,2’sinin sadece konuşabildiği, - %41,8’nin Öğündük köyünde, %39,1’inin Haberli köyünde, %3,5’inin Sarıköy, %3,5’inin İdil merkezde ikamet ettiği, - Erkeklerin %80,5’nin askerlik hizmetini yaptığı tespit edilmiştir. 6.7.4.2. Süryaniler ve Süryanilik Hakkında Bilgilerin Belirlenmesi Ankete katılanlara 18 soru sorularak Süryanilik hakkında bilgileri ve bu bilgilerinin profilleri ile uyumlu olup olmadığı anlaşılmaya çalışılmıştır. 1. Süryanilerin çoğunluğu kendilerinin Türkiye’de tanınmadıklarını düşünmektedirler. Böyle düşünenlerin çoğunluğunu; 40 yaşının altında olanlar, evli, ilkokul mezunu ve altında eğitim seviyesinde, gelir seviyesi düşük, çoğunlukla akrabaları Avrupa’da oturan, çoğunlukla ilk eğitimini devlet okulunda almış olan, Süryaniceyi bilen, daha çok Haberli köyünde ikamet edenler oluşturmaktadır. 2. Dünyadaki Süryanilerin çoğunluğunun Türkiye dışında yaşadığını, ankete katılanların %90,4’ü kabul etmişlerdir. Kalanları da kısmen katılmadıklarını beyan etmişlerdir. 3. Süryanilerin çoğunluğu Güneydoğu’da olmak üzere Türkiye’ye dağınık bir şekilde ve bulundukları yerlerde çoğunluk nüfusunu oluşturmayacak şekilde yaşadıkları, Süryanilerin %70,5’i tarafından tamamen kabul edilmiştir. Böyle algılanmasının nedeni anketin İdil’de uygulanması ve kendi asıl memleketlerinin bu bölge olduğunu düşünmeleri olarak yorumlanmaktadır. Zira günümüzde Türkiye’deki Süryanilerin çoğunluğu İstanbul’da yaşamaktadır. Fakat genel nüfus içinde orantısal olarak Turabdin bölgesinde yoğunluk göstermektedirler. 4. Süryaniler, gayrimüslim olmasına rağmen Lozan Antlaşmasında 394 azınlık statüsü almadığına %80 katılırken, %11,3 kararsız kalmış, %3,5 katılmamış, diğerleri ise kısmen katılmış veya kısmen katılmamıştır. Eğitim seviyesi ile konunun ilişkisine baktığımızda üniversite mezunu 3 katılımcının birinin tamamen, birinin kısmen katıldığı, birinin ise kararsız kaldığı görülmektedir. Tamamen katılanların ortaokul ve ilkokul mezunu olması soruya verilen cevapların bilinçli mi bilinçsiz mi verildiği konusunda şüpheye düşmemize neden olmuştur. Devlet okulunda ilk eğitimini alanların %87.4’si tamamen katılırken, kilisede ilk eğitimini alanlarda bu oran %46.2’ye düşmektedir. Bu oran Öztemiz’in “Lozan Antlaşmasında Süryaniler ile ilgili bir hükmünün olup olmadığını bilen %20 kadar” olduğu yönündeki tespiti ile çatışır görünmektedir.233 5. Süryanilere ait televizyon kanalı, internet sitesi ve gazeteleri takip etmeye çalışıyorum diyenlerle eğitim düzeyi arasında anlamalı bir ilişki görülmektedir. İlkokulda bu oran %30,3, ortaokulda %50, lise düzeyinde ise %55,6 olarak görülmektedir. Gençlerin de katılım oranı, yaşlılara göre daha fazla olarak görülmektedir. Meslek olarak öğrenci ve memurlarda da diğerlerine göre bu oran yüksektir. 6. “Süryani kilisesi kendisine “kadim” denmesini tercih ederken başkaları tarafından Yakup Baraday’a ithafen Yakubi denmesinden fazla hoşlanmadıkları” yönündeki bilgimizin doğruluğunu test etmek için sorduğumuz “Süryanilere Yakubi de denir.” sorusuna %81,9’unun kısmen veya tamamen katılması üç şekilde yorumlanabilir: Kilise çizgisinden uzak bir görüşe sahip olunduğu, konu hakkında bilgilerinin olmadığı ya da Süryaniler tarafından da bu yaklaşımın kabul edildiğidir. Bu yaklaşımın geçerliliğini anlayabilmek için eğitim seviyesine baktığımızda lise ve üniversite mezunlarında kabulün daha yüksek bir oranda olması ve ilk eğitimlerini kilisede alanların diğerlerinden daha yüksek oranda katılması, 233 Süryanilerin Öztemiz, a.g.t., s.357. de kendilerini tanımlamada “Yakubi” kavramı 395 kabullendikleri şeklinde yorumlanabilir. Öğündük hariç diğer yerleşim yerlerinde bu oran yüksek iken bu köyde dikkat çekici bir düşüklükte olması da gruplar arası farklı bir kabulün olabileceğini düşündürmektedir. 7. Süryaniler, Keldaniler, Maruniler, Nasturiler, Asurîler ve Aramîler aynı etnik grubun dinî fraksiyonlarıdır. Bu yaklaşıma %91,3’ü katılmıştır. Bu sonuç, aralarında dikkat çekici mezhepsel bir cepheleşme olmadığını göstermektedir. Ayrıca bugün Asurîzm ideolojine açık bir durumda oldukları yönünde de yorumlanabilir. 8. Süryaniliği etnik bir kimlik olarak kabullenen %90,5’lik bir kesimdir. Buna hiç katılmayan grup %5,2’lik bir grup olup bunlar daha çok dinî ağırlıklı bir görünüm çizen sosyo-ekonomik seviyesi düşük ve Haberli köyünde ikamet edenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Süryaniliği etnik kimlik olarak tanımlayanların %87,1’i aynı zamanda ‘dinî kimlik’ demektedirler. %9,7’ise sadece ‘etnik bir kimlik’ olarak görmektedirler. 9. Süryaniliği dinî bir kimlik olarak kabullenen %53,9’lik bir kesimdir. Öğündük ve İdil merkezde daha fazla kabul gören bu yaklaşım, eğitim seviyesi daha düşük, çiftçilik ile uğraşan, ilk eğitimini kilisede almış, Süryanice bilgisi daha fazla olanlar arasında daha fazla kabul görmektedir. Süryaniliği dinî kimlik olarak tanımlayanların %51,9’u aynı zamanda etnik kimlik demektedirler. %43,3’ü ise sadece dinî bir kimlik olarak görmektedirler. Sonuçta kendileri tarafından da Süryanilik etno-dinsel kimlik olarak tanımlanmıştır. 10. Antakya Süryani Kilisesi görüşüne (monofizit) göre Hz. Meryem Tanrı'nın anası (Teotokos) olarak kabul edilmektedir. Bu inanışın Süryaniler arasında bilinip bilnmediğini anlamak için sorulan “Hz. Meryem; Hz. İsa’nın annesidir ama tanrısal bir yönü yoktur.” sorusuna %45,3 katılırken, %33,9 katılmamıştır. Katılım oranı evlilerde, memur olanlarda daha yüksektir. Haberli köyünde katılma oranı düşük iken, diğer yerlerde katılma oranı daha 396 yüksektir. Bu soruya verilen cevaplardan sorunun iyi anlaşılamadığı veya konu hakkında bilgilerinin yeterli olmadığı sonucu çıkarılabilir. Kanaatimizce bu her iki durumun da etkisi vardır. 11. Katılımcıların %92,3’ü Süryanilerin diğer dinlere mensup kişilerle evlilik yapamayacağını düşünmektedirler. Bu oran kadınlarda (%97) ve yaşlılarda daha yüksekken (41-60 yaş arası %100), eğitim seviyesinin yükselmesi ile evlilik yapılabileceği görüşünün paralel olduğu görülmüştür. Ayrıca kırsaldan uzaklaştıkça kabulün arttığı görülmektedir. 12. Süryaniler, günah itirafı (günah çıkarma) yaptıkları katılımcıların %90,4’ü tarafından kabul edilmektedir. 13. Süryani çocukları da sünnet olabilir düşüncesine katılmayan oran %89,6’dur. Katılanların ise bunu zaruret durumunda sünnet olma olarak algıladıklarını değerlendiriyorum. 14. Süryanilerin oruç tuttuğunu %97,4’ü ifade etmişlerdir. 15. “Süryaniler sadece Hırıstiyan dini Gregoryen Ortodoks inancına mensuptur.” sorusu Ermeni Kilisesinden etkileşimlerini anlamaya yönelikti. %86,2’sinin tamamen bu düşüncede olması, aralarındaki etkileşimin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir. Hatta sıklıkla da Süryaniler tarafından serzeniş olarak dile getirilen, kendilerinin Ermeniler ile karıştırılmasının nedeni de biraz bu sonuçta görülmektedir. Yaşla ve eğitim seviyesiyle beraber katılma oranının arttığı görülmüştür. Ayrıca ilk eğitimini devlet okullarında alanlar ile köyler ikamet edenlerin, katılım oranlarının daha fazla olduğu görülmektedir. 16. Ermeni kiliselerini kendi kiliseleri gibi kullanabileceklerini düşünen %86,1’dir. Eğitim seviyesi düştükçe bu oran artmaktadır. İlk eğitimini kilisede alanlara göre devlet okullarında ilk eğitimini alanlar, bunun daha mümkün 397 olacağını düşünmektedirler. 17. Süryaniler, diğer Hristiyan mezhepleri ile kıyaslandığında Müslüman ibadet sistemine en yakın gruptur.234 Bu yaklaşıma, katılımcıların %65.3’lik kısmı karşı çıkmıştır. Kanaatimizce bunun nedeni, kendileri ile Müslümanlık arasında bir bağ kurmaya çalışıldığı gibi bir algıdan kaynaklanmıştır. Aslında diğer Hristiyanlardan farklı olarak ibadet ederken secdeye vardıkları için Müslümanların ibadet sistemine en yakını olarak kabul edilebilirler. Bu durumun bilinmemesinden böyle bir sonuç çıktığını değerlendiriyorum. 18. Süryaniler, daha çok tarım ve ticaret ile uğraşırlar. Bu soruya %36,5 tamamen katılırken, %51,3’ü kısmen katılmıştır. Aynı şekilde çiftçi olanlardan katılanlar %40,7, memur olanlar %50, serbest meslek sahibi olanlar %16,7, ev hanımı olanlar %29, öğrenci olanlar %50 olarak katılmışlardır. 6.7.4.3. Süryanilerin Türkiye Cumhuriyeti İçindeki Konumlarının Belirlenmesi Daha çok Süryanilerin sorunlarını ve sorun alanlarını tespit etmeye yönelik hazırlanan bu bölümde, katılanlara 20 adet beşli likert ölçeğinde soru sorulmuştur. Ayrıca bölümün sonunda varsa diğer sorunlarını da belirtmeleri istenmiştir. 1. Yaşadığım köy/ilçenin sorunları diğer köy/ilçelerin yerel idarecilerle yaşadığı sorunlarından daha fazladır diyen %30,5’lik katılımcının istikrarsız bir dağılım gösterdiği görülmektedir. Bu düşünceye katılanların profiline baktığımızda; çoğunluğunun erkek, 41-60 yaş aralığında, memur ve çiftçilik ile uğraşan, ilk eğitimini kilisede almış olan kişiler daha fazla göze çarpmaktadır. Bu fikre en az katılanlar ise Öğündük köyünde ikamet 234 Süryaniler’de namaz iki bölümden oluşmaktadır: Dua ve secde. Pazar günleri hariç sabah, öğle, akşam vakitlerinde secde yapılmaktadır. Toplam 66 rekat secde yapılmaktadır. Namaz öncesinde mihrabın sağında ve solunda yer alan sehpaların çevresinde kollar bağlı olarak durulur. Sırası geldiğinde tek sıra halinde yanlara açılarak secdeye varılır. Geniş bilgi için bkz. Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.111-116. 398 etmektedirler. 2. Yaşadığım köy/ilçede yılda en az bir defa yerel idare ile sorun yaşayan %21,7’lik bir kesimin yanında, bu konuya kısmen katılan %20,9’luk bir kesim vardır. Sorun yaşayanlar daha çok evli, memur ve çiftçilik ile uğraşan, ilk eğitimini kilisede almış olan kişiler olarak göze çarpmaktadır. Bu fikre en az katılanlar ise Öğündük köyünde ikamet etmektedirler. 3. Yerel idarecilerin kendisine diğerlerine uyguladıklarından farklı muamele uyguladığını, kısmen düşünen %24,3’lük bir kesim vardır. %54,9’lük kesim ise buna tamamen karşıdır. 4. Yerel idarecilerle kişisel sebeplere dayanan bir sorun yaşadım diyen %10,4’lük bir kesime karşı, %75,7’lik bir kesim sorun yaşamadığını dile getirmektedir. 26-40 yaş arasındakilerin %20,4’ü, evlilerin %13,4’ü, çiftçilerin %18,6’sı, öğrencilerin %25’i sorun yaşadığını dile getirmektedir. İlk eğitimini devlet okulunda alanların %12,6’sı sorun yaşadığını söylerken, ilk eğitimini kilisede almış olanların hiç birisi sorun yaşamadığını dile getirmektedir. Haberli köyünde ikamet edenlerin %22,2’si sorun yaşadım derken, Sarıköy ve Öğündük köyünde sorun yaşayan yoktur. İdil’de de ankete katılan dört kişinin ikisi sorun yaşadığını dile getirmektedir. 5. Köyümle ilgili sorunların çözümünde yerel idare yetersiz kalmaktadır diyen %39,2’luk bir kesimin yanında %33’de kısmen buna katılmaktadır. Bu konuda en büyük sıkıntıyı çiftçi ve memur yaşamaktadır. Haberli köyünde ikamet edenlerin %68,9’u sorun yaşadığını, %20’si de kısmen sorun yaşadığını söylemektedir. Buraya kadar sorunun yerini anlamaya çalıştığımızda, Haberli köyünün yerel idarecilerinden veya devleti orada temsil eden devlet görevlilerinden pek memnun olmadıkları görünümü çıkmaktadır. 6. Yaşadığı bölgede siyasi idarenin görevlerini layığı ile yaptığını 399 düşünen %17,5, yapamadığını düşünen %18,4’dür. Genel eğilim görevin yapıldığı yönde olmakla beraber %35,5’nin kararsız olduğu görülmektedir. Yalnız dört memurdan üçü, siyasi idarenin görevini layığı ile yapmadığını düşünmektedirler. Bunun tam tersi olarak Sarıköy’de ikamet edenler ise layığı ile yaptığını düşünmektedir. Burada vurgulanması gereken bir konu da Sarıköy’ün devlet organları tarafından boşaltılarak, köyün asıl sahipleri olan Süryanilere teslim edilmesinden yaklaşık bir yıl sonra bu anketin uygulandığıdır. 7. Yaşadığı bölgede görev yapan kolluk kuvvetlerinin görevlerini layığı ile yaptığını %69,5’i düşünmektedir. Özellikle 41-60 yaş arasında bu oran %91,7’i ile yüksek bir orandır. Meslek gruplar içinde en yüksek çiftçilerin %88,1’i de böyle düşünmektedir. Sarıköy ve Öğündük köylerinde bu oran yüksek iken, Haberli köyünde daha düşüktür. Askerlik yapanlarda da oran (%86,4) yapmayanlara göre daha yüksektir. 8. Karşılaştığı sorunların çözümünde en etkili makamların yurt dışında bulunduğunu düşünen %13.9, kısmen bu şekilde düşünen %25,2 iken bunun tersi olarak sorunların çözümünü yurt dışında %33’dür. %7’lik bir kesim kısmen bu fikirde iken %20,9 kararsızdır. Daha çok gençler tarafından (%34,6) çözümün yurt dışında olduğu yönündeki eğilim, lise mezunları (%55,6) ve öğrenciler (%75) arasında daha yüksektir. Sarıköy ve Öğündük köylerinde ise bu düşünceye katılanlar azdır. Aslında burada çıkan sonuç, daha çok Haberli köyünün lise öğrencisi olan gençleri, karşılaşılan sorunların çözümünü yurt dışında görmektedirler. 9. İnancımdan dolayı bana ülkemde farklı muamele yapıldığını düşünüyorum diyen %14,8, kısmen bu fikre katılan %37,3 olup, tam tersini düşünen %20,9, kısmen tam tersini düşünen %9,6’dur. Bu fikre en fazla 60 yaş üstündekiler karşı çıkmaktadır. Orta gelir grubu ile çiftçi, memur ve öğrenciler bu düşünceyi kısmen desteklemektedirler. 400 Aynı soruyu farklı 50 kişiye uygulayan Bülbül’ün tespitine göre ise kendilerine farklı muamele yapıldığını düşünen oran % 30, bazen farklı muamele ile karşılaşan %26 ve farklı muamele ile karşılaşmadığını düşünen %28 olarak belirtilmektedir.235 Yani kısmen veya tamamen farklı bir muamele yapıldığını düşünen toplam sayı her iki araştırmada da benzer bir durum ortaya koymaktadır. 10. Yaşadığı köy/ilçede yılda en az bir defa kendi inanç sisteminden olmayan insanlarla sorun yaşayanlar %46,9 iken, kısmen sorun yaşadığını düşünenler %27’dir. Eğitim seviyesi ve ekonomik seviye düştükçe sorun yaşama olasılığının arttığı, meslek gruplarından en fazla çiftçilik ile uğraşanların (%69,5) bu konuda sıkıntı yaşadığı, kilisede ilk eğitimini alanlara göre daha yüksek bir oranda devlet okullarında ilk eğitimini alanların (%52,6) sorun yaşadığı görülmektedir. Ayrıca kırsalda bu konuda daha fazla sorun yaşandığı görülmektedir. 11. İbadetlerini rahatça yapamadıklarını düşünen %27,8’nin daha çok 40 yaş üzeri kişilerden oluştuğu, evli, ekonomik seviyesi düşük olanlar olduğu görülmüştür. Ayrıca bu konuda en büyük sıkıntı Sarıköy (%75)’de gözükmektedir. Aslında bu oran Sarıköy’den ankete katılan 4 kişiden üçünün cevabını yansıtmaktadır. Fakat bu konuda sıkıntının nedenini köyde din adamı olmaması olarak yorumlamak mümkündür. Çünkü köyde daimi ikameti olan sayı hem çok azdır hem de köydeki kilise yeni restorasyon görmüş ve ibadete açıktır. 12. Ankete katılanların insanlar/köyler arasında dayanışmadan daha %54,7’si dayanışma kuvvetlidir benimle diğer aynı inancı insanlar/köyler demektedir. Bu fikirde paylaşan ile olan olanların çoğunluğunun eğitimi seviyesi düşük ve 26-40 yaş arasındaki kişilerden 235 Uygulanan anket ve sonuçları için bkz.Bülbül, a.g.e., s.123-186. 401 oluştuğu görülmektedir. Bunun yanında Haberli köyünde (%84,4) bu oran diğer yerleşim yerlerine göre daha fazladır. Öğündük köyünde bu konuda bir kararsızlık göze çarpmaktadır. 13. Kendisini, dinî kimlik olarak bulunduğu coğrafyadan farklı hisseden %12,2’lik bir kesimdir. Eğitim seviyesi yükseldikçe artan bu oran, öğrenciler arasında daha fazladır. Bilinen yabancı dil sayısı ile kendisinin farklı hissetmesi arasında doğrudan bir ilişki görülmektedir. Kilisede ilk eğitimi almış olanlarda bu oran biraz daha fazla olarak (%53,8) gözükmektedir. 14. Kendisini, etnik kimlik olarak bulunduğu coğrafyadan farklı hisseden %10,4’lük bir kesimdir. Aynı dinî kimlik gibi kilisede ilk eğitimi almış olanlarda bu oran biraz daha fazla (%53,8) gözükmektedir. Kendisini, etnik kimlik olarak bulunduğu coğrafyadan farklı hissedenlerin %59.6’sı ise Süryaniliği etnik kimlik olarak da tanımlamaktadır. 15. Benim köyümle diğer köyler arasında geçmişe dayalı husumet vardır diyen %48,8, kısmen vardır diyen ise %33’dür. Eğitim seviyesi düştükçe bu oran artmaktadır. Memur ve çiftçiler de oran daha yüksektir. Sorunların daha çok Sarıköy, Haberli ve İdil’de olduğu görülmektedir 16. Kendimi bulunduğum toplum içinde baskı altında hissediyorum diyenlerle buna katılmayanlar neredeyse aynı oranda olup, 26-60 yaş arasında olanlar ile ekonomik seviyesi daha düşük olanlar, kendilerini daha fazla baskı altında görmektedirler. Memurlar bu konuda sıkıntılı gözükmekte, Sarıköy ve Haberli köyleri de kendilerini baskı altında hissettiklerini söylemektedirler. 17. Türkiye’de kendini çok önemli bir kitle güvende hissetmektedir. %49,6’u tamamen, %34,8’u de kısmen böyle hissetmektedir. 18. Kendini bulunduğu coğrafyanın bir parçası olarak; %76,5’i 402 tamamen, %9,6’sı kısmen böyle görmektedir. Daha çok erkeklerde öne çıkan bu durum (%87,8), 41-60 yaş aralığında en fazla (%95,8) görülmektedir. Buna karşılık öğrenci ve ev hanımları arasında bu oran daha düşüktür. Ayrıca Haberli köyü sakinleri diğer yerlere göre çok düşük bir oranda (%53,3), kendilerini bulundukları coğrafyanın bir parçası olarak görmektedirler. 19. Yurt dışında yaşayan Süryanilerin kendi düşüncelerini daha rahat dile getirdiklerini düşünenlerin dağılımı benzer bir görünüm sergilemektedir. Bu fikre katılmayanlar %33,9, biraz katılan %2,6, kararsız olan %11,3, biraz katılan %22,6, katılan ise %29,6’dır. 20. Yurt dışında yaşayan Süryanilerin şahsi çıkarları için kendilerini kullanıldığını düşünenler %18,3 iken, kullanmadığını düşünenler %34,8’dir. İlk eğitimini kilisede almış olanlar, kendilerinin daha fazla (%53,8) kullanıldığını düşünmektedirler. Sarıköy kendilerinin kullanıldığını düşünürken Öğündük ve Haberli köyleri kararsız bir görüntü sergilemektedirler. 21. Varsa diğer sorunlarını yazmaları istenmesine rağmen ayrıca bir sorun dile getirilmemiştir. 6.7.4.3. Türkiye Cumhuriyetinin Bugüne Gelişinde Süryanilerin Etkileri Daha çok Süryanilerin ülke içindeki konumları, ülkeye etkileri, uluslararası ilişkilere ve sorunlara bakışlarını tespit etmeye yönelik hazırlanan bu bölümde, katılanlara 22 adet beşli likert ölçeğinde soru sorulmuştur. 1. Süryanilerin bu toplumun bir parçası olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bugüne gelişinde önemli katkıları olduğu konusunda ankete katılanların hemen hemen hepsi hemfikir gibi görünmektedirler. 2. Süryanilerin, Türkiye devletini kuran diğer unsurlar gibi asli unsur olduğunu ankete katılanların %82,6’sı tamamen, %14,8’sı da kısmen böyle 403 düşünmektedir. Diğer profillerin dağılımı da bu şekildedir. 3. Süryanilerin, statüsünde olması Ermeniler, gerektiğini Rumlar %68,7’sı veya Yahudiler tamamen, gibi %13,9’u azınlık kısmen düşünürken %8,7’si bu fikirde değildir. Bu görüş 26-60 yaş aralığında en fazla destek görmektedir. Ayrıca eğitim seviyesi ve sosyo-ekonomik seviye düştükçe bu görüşe destek artmaktadır. Memurlar arasında destek oranı % 100’dür. 4. Yurt dışına giden Süryanilerin daha çok siyasi ve güvenlik sebepleri ile gittiklerini düşünen %20, kısmen bu fikre katılan %17,4, kararsız olan %26,1, katılmayan da %34,8’dir. Eğitim seviyesi lise mezunu olanlar (%77,8) ile orta gelir grubunda olanlar (%75) ise göçün daha çok siyasi ve güvenlik sebepleri ile yapıldığını düşünmektedirler. Bu oran öğrenci ve diğer meslek gruplarında da yüksektir. Akrabaları Avrupa’da olanlar bu fikre karşı çıkmaktadır (%35,6). Avrupa’da akrabası Belçika (%80) ve İsveç (%66,7)’te olanlar buna diğerlerinden daha fazla karşı çıkmaktadırlar. İlk eğitimlerini kiliseden alanlar (%69,2) ile Sarıköy (%75) ve İdil’de (%75) ikamet edenler de bu konuyu desteklemektedirler. Ayrıca Süryani göçünün 1985 yılı sonrasında artmış olması, daha önce belirttiğimiz gibi bu konuyu teyit etmektedir. 5. Yurt dışına giden Süryanilerin daha çok ekonomik sebepler ile gittiklerini düşünen %52,1, kısmen böyle düşünen ise %35,7’dir. Eğitim seviyesi yükseldikçe bu konuya katılım azalmaktadır. Öğündük (%77,1) ve Sarıköy’de (%75) ikamet edenler bu konuyu desteklemektedirler. 6. Yurt dışına giden Süryanilerin yurt dışında daha huzurlu ve mutlu olduklarını düşünen %59,1, kısmen böyle düşünen ise %20’dir. Eğitim seviyesi yükseldikçe bu konuya katılım azalmaktadır. En az böyle düşünen meslek grubu %33,3 ile serbest meslek grubudur. Memurların eğitim seviyesinin ilkokul olduğu ve ankete katılan memur sayısının dört olduğunun hatırlanılmasında fayda vardır. 404 7. Yurt dışına giden Süryanilerin tekrar Türkiye’ye dönmek istediklerini düşünen %24,3, kısmen böyle düşünen ise %60,9’dir. Özellikle 60 yaş üzeri olanlar ve memurlar böyle düşünmektedirler. Avrupa’da akrabası olanlardan %64.4’ü kısmen bu fikre katılırken %21,8’i tamamen katılmaktadırlar. 8. Yurt dışına giden Süryanilerin yurt dışında Türkiye karşıtı tutum takındıklarını düşünen oran %11,3 iken bunun tam tersini düşünen %69.6’dur. Eğitim seviyesi düştükçe bu konuya katılım da azalmaktadır. Aile veya akrabası Avrupa’da olanlardan %74,3’ü ile ilk eğitimini devlet okullarında alanların %76,8’i de bu fikre katılmamaktadır. Aynı şekilde en fazla bu fikre karşı olanlar Haberli Köyü sakinleri (%93,3)’dir. 9. Süryanilerin özellikle Avrupa ülkeleri tarafından Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanılmadığını düşünen %23,5 iken, %15,7 bir koz olarak kullanıldığını düşünmekte, %30,4 ise kararsız kalmaktadır. Bu dağılım hemen hemen tüm katılanların profiline uygun olarak benzer dağılım göstermektedir. 10. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi gerektiğini düşünen %56,5, kısmen böyle düşünen ise %27,8’dir. Memurların ve Sarıköy’de ikamet edenlerin tamamı bu düşüncede iken diğerlerinde de dağılım benzer karakteristiktedir. 11. Avrupa Birliği’nin ve bazı kişilerin Süryanilerin Türkiye’de baskı altında olduklarını ve bazı haklardan faydalanamadıklarını iddia etmelerinden rahatsız olduğunu düşünenler (%40) ile bundan rahatsızlık duymayanların (%41,8) benzer olduğu görülmektedir. Ev hanımlarının (%58,1) ve Haberli Köyünde ikamet edenlerin (%80) pek rahatsızlık duymadığı, buna mukabil kısmen çiftçilerin (%45,8), ilk eğitimini kiliselerde alanların (%61,5) ve Öğündük (%75) ile Sarıköy’de ikamet edenlerin (%75) rahatsızlık duyduğu görülmektedir. 12. Geçmişte devlet otoritesinin zayıf olduğu dönemlerde bölgesel 405 olarak Süryani ve civar köyler arasında karşılıklı öldürme olaylarının olduğunu (%77,4) tamamen, (%13,9) kısmen olmak üzere önemli bir kesim düşünmektedir. İlköğretim mezunlarında, memurlarda tamamen düşünenlerin oranı daha fazladır. Diğer profillerde genel eğilime benzer bir dağılım vardır. 13. Birinci Dünya Savaşı sırasında devlet politikası olarak Süryanilerin katledildiği yönündeki düşünceleri konusunda önemli bir kitlenin (%54,7) kararsız olduğu görülmektedir. Diğerlerinden %27,8’nin tamamen, %7’sinin kısmen katıldığı bu görüşe %9,6’sı hiç katılmamaktadır. 41-60 yaş grubunda olanlar arasında artan bu düşünce, akrabaları Türkiye’de yaşayanlar arasında (%47,4), ilk eğitimini kiliselerde alanlarda (%69,2) kısmen yüksektir. Ayrıca Öğündük köyünde ikamet edenler arasında önemli bir kitle (%72,9) kararsızdır. 14. Türkiye’deki terör olayları ve karışıklıkların gerisinde yatan sebebin yurt dışı kaynaklı olduğunu katılımcılardan %21,7’si tamamen, %31,3’i kısmen düşünürken %36.6’sı kararsız kalmış, yaklaşık %10’luk bir kesimde kısmen veya tamamen bu fikre katılmamıştır. Kararsızlar; %53,1’i 26-40 yaş dilimi arasında ve evli (%43,9) katılımcılardır. Eğitim ve sosyo ekonomik seviye yükseldikçe de katılımın azaldığı görülmektedir. Sarıköy ve Öğündük’te katılım biraz daha fazladır. 15. Türkiye için en büyük tehlikenin etnik bölücük yapmak olduğunu %90,5 gibi önemli bir kesim düşünmektedir. Bu oran eğitim seviyesi ilkokul olanlar için daha (%98,9) yüksektir. Çiftçi ve memurların hepsi bu fikirde iken öğrenci ve ev hanımlarında oran düşmektedir. Askerliğini yapmayanlarda da bu fikre tamamen katılım (%58,3) yapanlara göre (%97) daha düşüktür. 16. Süryanilerin de bölücü terör örgütleri ile bir bağlantısı olduğunu düşünen neredeyse yok gibidir. Katılımcılardan bir kişi hariç hiç biri bu fikre katılmamıştır. 406 17. Akrabalarımdan veya tanıdıklarımdan Kıbrıs veya Kore savaşına katılıp şehit veya gazi olanlar vardır diyen %17,4, kısmen vardır diyen %7,0, kararsız olan %46,1 olup katılımcılardan kalanları olmadığını beyan etmiştir. 18. Süryanilerin özellikle son 10 yıl içinde daha huzurlu bir ortam içinde yaşadıklarını %86,1’i düşünmektedir. Yaş ilerledikçe bu düşüncede olanların arttığı, eğitimi seviyesi düştüğünde azaldığı görülmektedir. Ayrıca öğrencilerin %50’si bu fikirde olmadıklarını beyan etmişlerdir. 19. Süryanilerin Türkiye’ye daha çok ticari alanda önemli katkılar sağladığını katılımcıların %63,4’ü tamamen, %26,1’i kısmen düşünmektedir. Ayrıca 41-60 yaş arasındakiler (%41,7) diğer yaş gruplarına göre daha az bu fikre katılmaktadırlar. Memurların tamamı ile Sarıköy ve İdil’de ikamet edenlerin tamamı bu fikirdedirler. 20. Süryanilerin, Türkiye’nin kültür yapısına önemli katkılarda önemli katkılarda bulunduklarını bir kişi hariç hepsi düşünmektedirler. 21. Süryanilerin Türkiye’nin mimari yapısına bulunduklarını bir kişi hariç hepsi düşünmektedirler. 22. Süryanilerin Türkiye’nin uluslararası saygınlığına önemli katkılarda bulunduklarını katılımcıların %82,6’sı tamamen, %17,4’ü kısmen düşünmektedirler. Uygulanan anket ile genel olarak tezin genelinde aktarılan düşüncelerin teyit edildiği görülmüştür. Eğitim yapısından, yaşanılan sosyo-kültürel ortamdan, ekonomik seviyeden, mesleki bakış açısından kaynaklanan farklı bakış açıları olmasına rağmen genel eğilime baktığımızda istikrarlı bir eğilim çıkmaktadır. Mahalli yaşanan olayların da ankete olumlu veya olumsuz etkisi olduğu da görülmüştür. Hemen hemen ankete katılanların hepsinin yurt dışında bir 407 bağlantısının olduğu belirtilmiştir. Ekonomik durumları itibari ile her ne kadar Devlet İstatistik Enstitüsünün yoksulluk sınırı olarak belirttiği oranın çok üstünde yoksul olarak görülmelerine rağmen, aslında yapılan gözlemlerde bu durumun çok fazla gerçeği yansıtmadığı görülmektedir. Hatta bölgenin diğer topluluklarından daha varlıklı oldukları, bölge halkı tarafından da kabul görmektedir. Bunun iki önemli nedeni vardır: Göçle gidenlerin arazilerini de kullanıyor olmaları ve yurt dışındaki aile fertlerinden ilave maddi destek aldıklarıdır. Daha çok kırsal ağırlıklı uygulanan bir anket olduğundan dolayı çoğunluğu çiftçi olan ankete katılımcıların eğitim seviyeleri mümkün olduğunca göz önüne alınarak anket açıklanarak uygulanmasına rağmen; ankete katılanların bir kısmının ankette sorulan soruları doğru anlayamadıkları veya verdikleri cevapların kendilerine hukuki sorumluluk getireceği endişesi ile objektif cevaplar olmadığı da göz önüne alınarak değerlendirilmeye çalışılmıştır. Gerek uygulanan ankette, gerekse yapılan yüz yüze görüşmelerde, Süryanilerin bölgede yaşayan diğer topluluklardan çok da farklı sorunlarının olmadığı görülmüştür. En büyük sorunun hukukun adil uygulanamaması ve bölgede halen devam eden eğitim sorunudur. İdil Süryanileri genel olarak sorunsuz, kendi içine kapanık, ahlaki değerlere önem veren, daha yerleşik bir görüntü çizen, çalışkan ve ekonomik seviyesi diğer gruplara göre biraz daha iyi olan bir topluluktur. Her insan gibi Süryaniler de kendi şartlarının daha iyi hale getirilmesini arzulamaktadır. 408 SONUÇ “Karanlığa küfredeceğine bir mum yak!..” (Konfüçyüs) Saf bir ırktan bahsetmenin mümkün olmadığı günümüzde topluluklar, kimlik belirleme ihtiyacı ile kendi dışındakilere karşı kendini yüceltme, diğerlerinin de olumsuz yanlarını abartma eğilimi taşırlar. Çoğunluğa göre azınlık olanların, kendilerini yok olma riski veya asimile olma tehdidi altında hissetmeleri, kendi kimliklerine daha fazla sahip çıkmaya yöneltmektedir. Ulus devletlerin ortaya çıkması ile uluslararası ilişkilerin sahnesine çıkan azınlıklar, topluluk psikolojisi ile hareket ederken, bilerek veya bilmeyerek başka devletlerin ulusal çıkarlarına konu olmaktadırlar. Siyasal amaçlarla önce kendi içinde de yabancılaştırılan bu topluluklar, paradoksal bir şekilde “olan” veya “yaratılan” düşmanlar ile mücadele haline sokulmaktadırlar. İdeolojik, siber, sanal veya adı her ne olursa olsun hep var olan savaşların değişmeyen gerekçesi olarak din, sıklıkla bu amaçla kullanılmıştır. Bünyesinde her çeşit din ve ırk farklılıklarını barındıran imparatorluklar, yeni yeşeren milliyetçilik fikirleri ile sarsılmaya ve kendi içinde yabancılaşmaya başlamıştır. Kısa zamanda da dünyanın siyasi haritası değişmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun millet sistemi içinde oluşturduğu toplumsal yapı da bu gelişmelerden etkilenmiş ve hızlı bir şekilde dağılmaya başlamıştır. Heterojen toplum yapısı, kısa zamanda etnik kimliklere bölünmüş, toplum birbirine ötekileştirilmiş ve ulus dışı aktörlerin devreye girmesiyle de çatışmalara dönüşmüştür. Ortaya çıkan bu düşmanlıklar ise imparatorlukların sonunu getirmiştir. Bugün Ermeni meselesi gölgesinde yeşeren Süryani meselesi bu gelişmelerin ışığında bugünlere gelmiştir. 409 Yıllardır var olmalarına rağmen, son yıllarda gerek araştırmacıların gerekse Türk medyasının ilgisini çekmeye başlayan Süryaniler, Anadolu’nun kaybolmaya yüz tutan bir halkı iken 21’nci yüzyıl ile birlikte tekrar bir canlanma dönemine girmiştir. Türk bahçesinin çiçeklerinden biri olan Süryani toplumunda kısmi geriye dönüşler olmakla beraber, son yıllarda Avrupa Birliği'ne giriş çalışmaları ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin dengelerinden dolayı, resmî organların Süryanilere etnik yönelik yaklaşımlarında da olumlu yönde değişim olduğu gözlenmektedir. Terazinin bir kefesindeki bu olumlu gelişmelere rağmen diğer kefesindeki ulusal veya uluslararası arenada çıkar ilişkisine bağlı olduğu değerlendirilen ve çeşitli aktörlerin gölgesinde şekillenen etnik gruplar, bazen birbirlerine karşı da ötekileşebilmektedirler. Süryani milliyetçiliği birbiri ile çatışan iki durum içindedir. Bir taraftan Asurîzm ideolojisi çerçevesinde dinî farklılıklar bir tarafa itilerek tek bir etnik yapı oluşturmak için çabalanırken, diğer taraftan da tarihi ve teolojik anlaşmazlıklar sonucu bugün çok farklı topluluklar olan Nasturi, Keldani, Maruni gibi toplulukların her biri kendi içinde etno-dinsel varlığını devam ettirmek istemektedirler. Bu durum kendi içinde bir paradoks oluşturmaktadır. Bu ideolojik çatışma kilise (muhafazakâr kesim) ile revizyonistler (yenilikçi kesim) arasında devam etmektedir. Ermeniler için de benzer bir durum söz konusudur. Süryanileri aslında anlayabilmek ve soruna gerçekçi bir bakış getirebilmek için önce Türkiyeli Süryaniler ile yurt dışında yaşayan Süryanileri birbirinden ayırmak gerekmektedir. Demografik anlamda baktığımızda Türkiyeli Süryaniler ile Türkiye’de yaşayan Süryaniler de farklıdır. Bizim Türkiyeli Süryanilerden kastımız, Türkiye’de yaşayan ve diğer halklar ile aralarındaki farkı sadece kilise kapısı olarak gören, bugün birlikte yaşayan ve gelecekte de birlikte aynı topraklar üzerinde huzur ve barış içinde yaşamak isteyen topluluktur. 410 Bugün Asurîzm” kavramı üzerinde tartışılan bir kavramdır. Etnisite mühendisleri tarafından inşa edildiği ileri sürülen Asurizm kavramı, özellikle yurt dışındaki Süryanileri içine çekmektedir. Bu konumu ile Süryani sorunu olarak da aktarılan bir konudur. Etnisite teorilerinden ilkselci olan ve daha çok kan bağı esasına göre kimliklere yaklaşan ve değişmeyen kuram bugün Türkiye’de yaşayan Türkiyeli Süryanilere yönelik açıklayıcı olurken, yurt dışında olanlar için daha çok yapısalcı ve araçsalcı yaklaşım daha anlamlıdır. Süryaniler azınlık mıdır? sorusu tartışılan ve korkulan bir konuyu gündeme getirmektedir. Bugün Türkiye’de Ermeniler, Rumlar ve Yahudilerin Lozan Antlaşması ile, Bulgarların ise Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması ile azınlık olduğu konusunda kimsenin şüphesi yokken, konu Süryanilere geldiğinde iki husus ileri sürülmektedir. Lozan’da gayrimüslimler azınlık olarak belirlendiği ama görüşme tutanakları ve Lozan sonrası uygulamalarda Süryanilerin azınlık olarak kabul edilmediği bilinmektedir. Zira Türkiye, “Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşmesi” dâhil olmak üzere altına imza attığı bütün azınlıklarla ilgili uluslararası antlaşmalara Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler bakımından taraf olduğunu belirtmektedir. Bu çerçevede, Türkiye'nin BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesine, eğitim hakkı ve azınlıkların hakları konusunda da çekince koymuştur. Ayrıca günümüze kadar gelen süreç içinde yerleşmiş kanaatler, Süryaniler hakkında bir azınlık anlayışının olmadığını da bize göstermektedir. Hukukun kaynaklarından olan örf ve adet hukuku da bir hukuk kuralı oluşmasında “bireyin dışında toplumca istenmiş olmayı ve toplumsal yaşamı kolaylaştırmayı” dile getirmektedir. Bu yönüyle de Süryaniler konusunda oluşmuş bir mutabakat vardır. Süryanilerin azınlık statüsünde olmadığı kanaatimizce Süryani toplumu tarafından da kabullenilmiş görülmektedir. Yalnız son yıllarda farklı ve azınlıkta olmanın sağladığı fırsatları 411 değerlendirmek isteyen çeşitli gruplar gibi Süryaniler içinden de bu tür talepleri dillendirenler olmaktadır. Çeşitli sebeplerle bu talepleri dillendirenlerin yanında, karşı fikirde olanların olduğu da bir gerçektir. Burada vurgulanması gereken bir konu da toplumu ilgilendiren bu tarz ciddi tartışmaların günlük politikaya alet edilmemesi gerektiğidir. Bu tarz bir gereksinim olduğunda ise bunun toplumsal mutabakat ile sağlanması gerektiği de bilinmelidir. Bu anlamda Türkiyeli Süryanilerin taleplerinin toplumun kalanında hoşnutsuzluk yaratmayacak şekilde temel hukuk ilkelerine uygun olarak ele alınması gerektiğini değerlendiriyoruz. Yani kültürel farklılıkları ile öne çıkan Süryaniler için de ortak payda vatandaşlıktır. Vatandaşlık bağlamında bu kültürel farklılıkların yönetilmesi ve bireysel haklar kapsamında tüm vatandaşların hakları ile birlikte ele alınması gerekmektedir. Süryaniler devlet ve toplum ile uyumlu, kendisine ait dili, ritüelleri olan Hristiyan bir topluluktur. Etno-dinsel bir nitelikte olan Süryaniler, bugün “Kadim” veya “Yakubi” olarak da adlandırılmaktadır. Türkiye için artık giderek müzelik niteliği almaya başlamasına rağmen, özellikle yurt dışında Türk dış politikası ile uyumlu olabilecek nitelikte doğal müttefik potansiyeline sahiptirler. Göz ardı edilen bu yönlerinin değerlendirilmesi, hem Süryaniler hem de Türk politikası adına bir kazanım olacağı düşünülmelidir. Yıllarca aynı topraklar üzerinde birlikte ahenk içinde yaşadığımız Süryanilere yönelik doğru politikalar uygulanmazsa özellikle yurt dışındaki Süryanilerin başka odaklar tarafından Türkiye’ye karşı kullanılabileceği görülmektedir. Doğru politikalar ile haklı olup da haksızlığa maruz kaldığımızı düşündüğümüz birçok konuda, yurt dışında yaşayan diğer Türk kökenli vatandaşlarımızla birlikte Süryani lobi faaliyetlerinin etkin sonuçlar alabileceği düşünülmektedir. Savunmada kalarak üretmeye çalıştığımız politikalar yerine, dünyanın bir çok yerine dağılmış bulunan 412 Süryani potansiyelini değerlendirerek, daha aktif bir politika yürütülmeye çalışılması daha akıllıca olacaktır. Bir diğer konu ise Süryanilerin kökeni üzerinden yapılan tartışmaların Türkiye’ye olan etkileridir. Süryanilerin Arami kökenden geldiğini söyleyenler daha çok muhafazakâr kesimdir. Daha çok kilise çevresinde şekillenen bu görüş taraftarları kendilerini diğer gruplardan ayırarak “kadim” kavramı ile nitelemektedirler. Kendi cemaatlerinin inançlarını koruyarak kiliseye bağlılıklarını devam ettirmek istemektedirler. Daha çok ibadetlerini yerine getirme, kendi kimliklerini koruma, kendi din ve dillerinde eğitim yapma gibi kendi cemaatlerinin sosyo-kültürel taleplerini dile getiren bu görüş taraftarlarının Türkiye’ye yönelik görülen bir tehditleri yoktur. Diğer taraftan köklerini Asur devletine dayandıranlar, Nasturi, Keldani, Maruni, Yakubi, Melkit, Ermeni vb. birçok etnik kimliği kendi içine çekmeye çalışarak sayısal olarak devlet olma niteliğine ulaşmak istemektedir. Daha çok milliyetçi kesim olarak kendilerini tanımlayan bu grup, kilise karşıtı bir tutum sergilemektedirler. Çeşitli adlarla anılan bu kimlikleri bir araya getirmek için kullandıkları ortak payda ise “soykırım” söylemi olmaktadır. Çeşitli örgüt, dernek ve devletlerden de destek alan bu görüş taraftarları, Türkiye’nin uluslararası politikasını etkileyebilecek nitelikte düşünülmelidir. Sözde Ermeni soykırım iddialarının pekişticisi ve aynı zamanda yedekte tutulan taşeronu olarak da görülen bu gruba, menfaat temin etmek amacı ile dahil olan çeşitli topluluklardan kişiler de vardır. Süryani kimliğine geri dönecek olursak aslında medeniyetler beşiği Anadolu ve Mezopotamya’da etnik anlamda homojen bir kitleyi bulmak mümkün değildir. Hatta üç kuşak ötesini bilen aile bile bulmak zordur. Çeşitli sebeplerle etkileşmiş, iç içe geçmiş bu coğrafyanın insanlarını tek bir kalıba sokmak zaten imkânsızdır. Kanaatimizce Süryaniler, bu coğrafyanın insanlarının bir sentezidirler. Fakat geçmişleri ne olursa olsun kendini Süryani olarak tanımlayan ve toplumun kalanı tarafından Süryani 413 olduklarına inanılan kitle bugün Türkiye için bir değerdir. Asur kimliği ise aslında Nasturiler için ortaya çıkarılmıştır. Fakat geldikleri ekolden kaynaklanan sebeplerden dolayı diğer gruplarda bu kavram içine çekilmeye çalışılmakta ve Türkiye dâhil çoğu yerde de bu konu yanlış anlaşılmaktadır. Türkiye’de küçük ve yerel olayları saymazsak bir Süryani sorunu hiç olmamıştır. Süryani isyanı değil, Nasturi isyanı olmuştur. Nasturiler çoğunlukla Anadolu’da sorunlu yaşamışlar ve bugün dünyada Süryani soykırım iddialarının ardında da genelde bu kitle vardır. Aslında teolojik olarak da Süryanilerden çok uzaktırlar. İsa’nın doğası ve anası (Theotokos) konusundaki ayrılık, V. yüzyıldan bugüne kadar süren Süryani-Nasturi çatışmasına ve hizipleşmesine neden olmuştur. Süryaniler, misyonerlik faaliyetlerinin mağdurlarıdır. Cemaatleri hep bölünmüş ve kendi içlerinde çok sorunlar yaşamışlardır. Bugün Süryani ismi ile beraber birçok dinî grup da bizim sadece Süryani dediğimiz Kadim Süryanilerle karıştırılmaktadır. İbadetleri, toplumsal uyumları, kullandıkları lisan, mimari ve sanatsal yönleri, dünya üzerindeki dağılımları Süryanileri her yönüyle çekici yapmaktadır. Tarihsel olarak Süryanileri incelediğimizde özellikle Hristiyanlığın ilk yıllarında, başta Bizans olmak üzere, Haçlılar veya Moğollar döneminde çok acılar çekmişlerdir. Müslüman idaresine girdikten sonra genel olarak sorunsuz bir dönem yaşayan Süryanilerin cumhuriyet dönemi dâhil, egemenliği altında bulundukları devletle bir sorunları olmamıştır. Yalnız milliyetçiliğin Osmanlı topraklarında yayılmaya başladığı ve Osmanlı’nın zayıflamaya başladığı yıllarda yaşanan felaketlerden genellikle Hristiyanlar suçlanmıştır. Müslümanlar için o dönemde Süryani, Ermeni, Katolik veya Protestan’dan ziyade, gayrimüslim olan bölgenin yerel tabiri ile sadece “fılla” vardır. Ermeni isyanı veya Nasturi isyanı dönemin şartlarında, gayrimüslim olarak görülmüş, hepsi Ermeni gibi muameleye tabi tutulmuştur. Başlangıçta yaşanan bu durum, Süryanilerin kendilerinin durumunu Osmanlı yönetimine iletmeleri ile Süryaniler lehine 414 düzelmiş ve koruma altına alınmışlardır. Yalnız buradan Ermenilere soykırım yapıldı anlamı çıkarılmamalıdır. Burada vurgulanan Osmanlı yönetiminin Süryanileri ayrı tutmuş olduğudur. Süryaniler Milli Mücadele süreci dâhil, Türkiye tarihinin bir parçasıdır. Süryaniler ile Türkiye toplumunun bir sorununun olmaması, Süryanilerin Türkiye’de sorunları olmadığı anlamına gelmemektedir. Tarihsel olarak da birçok sıkıntı yaşamışlardır. Fakat yaşanan sıkıntılar esasında bölgesel, kişisel veya ekonomiktir. Bölgede genel yapının aşiret sistemi olduğu, aşiretlerin birbirleri ile dahi zaman zaman boğazlaştığı düşünülürse, o coğrafyada yaşayan insanlarının sorunsuz olması mümkün değildir. Sorunun büyük çoğunluğunu eğitimsizlik oluşturduğu bilinse de bugüne kadar yapılan tüm çabalar arzu edilen sonucu doğurmamıştır. Bugün terörün hâlâ bitmediği Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde, terör veya diğer sorunlar o bölgede yaşayan herkes için ortaktır. Kısaca söylemek gerekirse Türk idaresine girdikten sonra Süryanilere yönelik bir devlet politikası olarak yürütülen olumsuz bir politika olmamış ve olması da mümkün görülmemektedir. Ermeni soykırım iddialarında, Ermenilerin Batı dünyasını yanına çekmek için kendilerini Hristiyan olduğundan dolayı soykırıma uğradıkları yönündeki bitmeyen senfonilerine, “madem Hristiyan olduğunuz için soykırıma uğradınız da neden Süryanilere bir şey olmadığı? sorusu” Ermeni diasporasının elini çok zayıflattığı için uzun zamandır Süryaniler üzerine yürüttükleri kampanyanın sonuçları, bugün bir kısım Süryaninin de bu kampanyaya alet olmaları ile alınmaya başlanmıştır. Ermeni meselesinde düşülen hataların benzerinin emareleri, Süryani konusunda da görülmektedir. “Seyfo” adıyla sözde soykırıma uğradıklarını iddia edenlerin seslerinin Avrupa’da duyulmaya başlaması, anıtlar dikip, konferanslar icra etmeleri, gelecekte telafisi zor sonuçlar doğuracak gibi görülmektedir. Ermeni meselesinde gelinen nokta, akıldan çıkarılmamalı, 415 doğru zamanda doğru politikalar üretilerek proaktif bir yaklaşım sergilenmelidir. Bugün dünyanın her kıtasında yaşayan Süryanilere yönelik özellikle Avrupa’da Süryaniler yürütülen üzerindeki topraklarında faaliyetlere emellerinin yaptıklarının baktığımızda, bitmediğini, benzerini Avrupa’nın geçmişte Anadolu devam ettikleri yapmaya görülmektedir. Eskiden emperyalist devletler kapitülasyonlar kapsamında Osmanlı Devletine baskı yaparlarken, bugün Avrupa Birliği üyeliği veya azınlıklar çoğunlukla Süryaniler, üzerinden ekonomik iltica baskı kurmaya gerekçelerle edebilmek adına çalışmaktadırlar. gittiklerini Türkiye Türkiye’den değerlendirdiğimiz aleyhine söylemlerde bulunabilmektedirler. Zamanla bu topluluk tarafından da kabullenilen bu durum, gelecek yıllarda gerek Türkiye, gerekse kendileri aleyhine kullanılabilecek siyasi bir yanlış olarak görülmelidir. Türkiye’den Avrupa ülkelerine iltica etmek isteyenlerin sundukları bu gerekçelerin Avrupa ülkelerince sorgusuz kabul edilmesi de değerlendirilmesi gereken bir durumdur. Süryani göçü, Türkiye için bir kayıp olarak görülmelidir. Göç edenlerin geri döndürülmesi için yapılan çalışmalardan arzu edilen sonuç alınamamıştır. Süryaniler, göç ettikleri yerlerde başlangıçta zorlansalar da bir müddet sonra yerlerine alışmakta ve yeni yetişen nesil o şartlarda büyüdüğü için geri dönmek istememektedir. Türkiye genelinde Süryanilerin geri dönüşü çok önemli bir sorun olarak yaratılmak istenmiş olsa da gözlemlediğimiz kadarı ile dönenler, gidenlerin belki de binde biri bile olamayacaktır. Fakat Türkiye, geri dönüşler için gerekli kolaylığı göstermek ve uygun şartları da hazırlamak zorundadır. Türkiye’de dört tane metropolitlik bölgesi bulunmaktadır. İkisi manastırda, ikisi de kilisede yer alan metropolitlik merkezleri daha çok turistik amaçlı yerler olarak da ilgi çekicidir. Patriklik merkezinin ülkeyi 416 terk etmesi sonrası metropolitlik sayısı ikiye kadar düşse de 2006 yılından itibaren dörde yükselmiştir. Toplumun diğer katmanları ile ciddi bir sorunu görülmeyen Süryaniler, devletin siyasi hayatında ise çok cılız kalmışlardır. Bazı legal ve illegal örgütlerin Süryani adını kullanarak Türkiye’ye yönelik hoş karşılanmayan faaliyetlerde bulunması, toplumun kalanı tarafından endişe ile izlenmektedir. Özellikle Süryani ileri gelenlerinin Türkiye aleyhine yürütülen bu tür faaliyetlere yönelik tenkit edici açıklamalarda bulunmaları, toplumun genelini rahatlatacaktır. Süryaniler hakkında zaten fazla bilgisi olmayan toplumun doğru bilgilendirilmesi sadece Süryaniler tarafından değil, devletin yetkili organları tarafından da ciddiyet ile ele alınmalıdır. Süryanilerin toplumsal yaşam içinde karşılaştıkları kendi kimliklerinden kaynaklı sorunların da çözülmesi gerekmektedir. Gerçi Süryaniler genel olarak devlet ile bir sorunlarının olmadığını, hatta bazen diğer topluluk üyelerinin sorunlarını dahi çözücü konumda olduklarını söyleseler de laik ve demokratik yönetim anlayışı içinde, Süryanilerin kimliklerinden kaynaklı bir sorunun oluşmadan çözülmesi toplumsal birlikteliği güçlendirecektir. Bu da devletin oluşturulacağı proaktif politika ile mümkün olabilecektir. Ayrıca iç tehdit değerlendirmesinde, geçmiş tecrübeler ışığında ülke içindeki gayrimüslimlere yaklaşımdaki olumsuz düşünce, yeterince bilgi sahibi olunmadığında bir paranoyaya dönüşmektedir. Bu anlamı ile bölgesel hizmet yürüten devlet görevlileri dâhil olmak üzere en az operatif seviyedeki idarecilerin hem ülke menfaatleri hem de Süryaniler hakkında doğru bilgilere haiz olması, gerçekçi ve doğru politikaların üretilmesine ve uygulanmasına imkan sağlayacaktır. Bunların dışında Diyanet İşleri Başkanlığı Ana Hizmet Birimleri bünyesinde Türkiye’de yaşayan Hristiyan ve Müslüman mezheplerini de temsil edecek kısımlar açılabilir. Sadece Türkiye değil dünya üzerindeki 417 diğer dinleri de içerecek şekilde genişletilebilecek olan bu kısımlar vasıtasıyla ülke içinde tespit edilen sorunlar ve ülke dışında yürütülecek politikalar için bilimsel bir platform yaratılmış olabilecektir. Ayrıca İlahiyat Fakülteleri veya çeşitli fakültelerin sosyoloji bölümlerinde özellikle Süryaniler üzerine kurulacak kürsüler ile üretilecek politiklar, bilimsel zemine taşınmış olacaktır. Yapılacak bu düzenlemeler ile ulusal ve uluslararası politikanın akılcı ve bilimsel bir zemine oturması sağlanmış olacaktır. Bu perspektife ilave olarak, yaklaşık 500 milyonu Avrupa’da olan toplam 1,6 milyar nüfusa sahip Hristiyan dünyasının çok minik bir bölümünü oluşturan Süryaniler, sayısal olarak azlıklarına rağmen Hristiyan dünyası içinde Kudüs’den sonra en önemli ikinci kilise olarak kabul edilen Antakya Süryani Kilisesi ile ve Hz. İsa’nın dili olarak kabul edilen Arami dilinin bir lehçesi olan “Turoyo” dili ile manevi olarak önemli bir yere sahiptirler. Ayrıca tarihi ve dinî nitelikte öneme sahip kilise ve manastırlar ile Süryani mimarisi de gerek Hristiyan gerek Süryaniler ve gerekse tüm dünya için değer niteliğinde kabul edilmektedirler. Sahip oldukları bu değerlerin kaynağının Anadolu olduğu düşünülürse, özellikle Hristiyan dünyası için bu imajın geliştirilerek turizm adına daha etkin değerlendirilmesi faydalı olacaktır. İdil ilçesinde yürütülen alan çalışması sonrasında elde edilen bulgular da yukarıda aktarılan düşüncelerimizi destekler niteliktedir. Genel olarak toplumun sadece bir kesimine yönelik sorun değil, paylaşılan bölgenin geneline yönelik tespit edilen sorunlar aslında daha ön planda görülmektedir. Bölgede görülen en önemli sorun; öğretim eksikliği değil, eğitim eksikliğidir. Eğitimin ise ailede başladığı ve bu konuda en önemli öğenin kadın olduğu düşünülürse kadınlara yönelik yapılacak eğitim yatırımlarına öncelik verilmelidir. Aksi takdirde bilgili ama bilinçsiz bir toplum olarak birbirimiz ile uğraşmaktan öteye gidemeyiz. 418 Topluma yönelik yıkıcı menfi propagandalar daima olmuştur ve olacaktır. Ebru görünümlü toplumun güzel bir rengi olarak Süryanilere de menfi yönde propaganda yapılmaktadır. Bu tür toplumsal huzuru bozacak propagandalara karşı Süryanilere de düşen görevler vardır. Her şeyden önemlisi var olan sorunların çözüm makamının gene kendimiz olduğu gerçeğinden hareket ile Süryanilerin de sorunlarının çözümlerini, ülke içinde aramaları gerekmektedir. Bu konuda Süryaniler ile birlikte toplumun tüm kesimlerinin, yürütülen bu menfi propagandalara itibar etmeyerek, birlik ve bütünlük içindeki yaşama arzumuzu toplumun diğer kesimlerine yansıtmak, gelecekte de birlikte yaşamayı düşünen hepimiz için çok önemlidir. Türkiye motifini oluşturan her kök düğüm, bu toplumu bir arada tutan bir değerdir. Çokluğu ve sıklığı bizi güçlü yapmaktadır. Her bir kök düğüme yönelik tehdit ise daima var olacağından dolayı, unutulmamalıdır ki bilek olmadan parmaklar işe yaramadığı gibi buğday sapları bir arada iken kırılmazlar. Yani tüm renkleri ile biz, bizi biz yapan değerler ile birlikte güçlü ve anlamlıyız. 419 KAYNAKÇA “A Disastrous Decision of SUA- Where are Standards and Values?”, Aramnahrin, (Erişim) http://www.aramnahrin.org, 05.03.2009. ACER, Yücel; “Azınlıklar ve Hakları: Biraz da Hukuk Konuşsun”, Usak Stratejik Gündem, (Erişim) http://www.usakgundem.com,17 Kasım 2009. AÇIKSES, Erdal; Amerikalıların Harput'taki Misyonerlik Faaliyetleri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2003. AINSWORTH, William Francis; Travels and Researches In Asia Minor, Mesopotamia, Chaldea and Armenia, London, Vol. II, Parker Publishing, 1842. AKAR, Rıdvan; Varlık Vergisi-Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği, İstanbul, Belge Yayınları, 1992. AKAR, Rıdvan; Aşkale Yolcuları: Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, İstanbul, Belge Yayınları, 2000. AKAR, Rıdvan; "Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları", Modernleşme ve Çok Kültürlülük, İstanbul, İletişim Yayınları ve Helsinki Yurttaşlar Derneği Dizisi, 2001. AKBIYIK, Yaşar; “Kurtuluş Savaşı’nda Güneydoğu Anadolu’da Bölücülük Faaliyetlerine Karşı Tepkiler”, XII. Türk Tarih Kongresi, Bildiriler, Ankara, Cilt IV, TTK Yayını, 1994, s. 1312. AKDEMİR, Samuel; Dini Kurallarımız, İstanbul, Baha Matbaası, 1972. AKGÜL, Suat; Musul Sorunu ve Nasturi İsyanı, Ankara, Berikan Yayınları, 2004. AKŞİN, Sina; Türkiye Tarihi, Osmanlı Devleti 1600–1908, Ed. Ayla Ödekan, Hüseyin G. Yurdaydın, Metin Kunt, İstanbul, Cilt III, Cem Yayınları, 1988. 420 AKTAN, Ali; "Osmanlı Belgelerine Göre Kayseri'deki Gayrimüslim Tebaanın Durumu", III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Kayseri, Kayseri ve Yöresi Tarih Araştırmaları Merkezi Yayını, 2000, s. 7-30. AKTAR, Ayhan; Varlık Vergisi ve "Türkleştirme" Politikaları, İstanbul, İletişim Yayınları, 2006. AKTÜRK, Şener; “Perspectives on Assyrian Nationalism”, AINA, (Erişim) http://www.aina.org, 11 Mart 2010. AKYOL, Taha; Medine'den Lozan'a, İstanbul, 3. Baskı, Milliyet Yayınları, 1997. AKYÜZ, Gabriyel; Mardin İli’nin Merkezinde ve Civar Köylerinde ve İlçelerinde Bulunan Kiliselerin ve Manastırların Tarihi, İstanbul, y.y.,1998. AKYÜZ, Gabriyel; Deyrulzafaran Manastırı Tarihi, Mardin, y.y.,1998. AKYÜZ, Gabriyel; Nusaybin’deki Mor Yakup Kilisesi ve Nusaybin Okulu, Mardin, Resim Matbaacılık, 1998. AKYÜZ, Gabriyel; Diyarbakır'daki Meryem Ana Kilisesi'nin Tarihçesi: MS 3. Yüzyıl, Mardin, y.y.,1999. AKYÜZ, Gabriyel; Osmanlı Devletinde Süryani Kilisesi, Mardin, y.y.,2002, AKYÜZ, Gabriyel; "Nusyabin'deki Mor Yakup Kilisesi Nusaybin’deki Mor Yakup kilisesi ve Nusaybin Okulu MS 325 ", Geçmişten Günümüze Nusaybin Sempozumu, Nusaybin, y.y., 2004. AKYÜZ, Gabriel, AKTAŞ, Ş.; Bakısyan (Alagöz) Köyü'nün Tarihçesi, Mardin, y.y., 2004 AKYÜZ, Gabriel; Tüm Yönleriyle Süryaniler, Mardin, Kırklar Kilisesi Yayınları, 2005. AMAR, Joseph P.; "A Metrical Homily on Holy Mar Ephrem by Mar Jacob of 421 Sarug", Patrologia Orientalis, Vol. 47, Fasc. 1, No 209, 1995, s. 37,48. ALAN, Gülbadi; “Merzifon Amerikan Koleji ve Anadolu'daki Etkileri”, Kayseri, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2002. ALBAYRAK, Kadir; Keldaniler ve Nasturiler, Ankara, Vadi Yayınları, 1997. ALBAYRAK, Kadir; “Hindistan Malabar Süryani Kilisesi”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları, 2005. ALBAYRAK, Kadir; "Keldaniler", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt XXV, Ankara, 2002, s. 208 ALBAYRAK, Mustafa; Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti, İstanbul, Phoenix Yayınları, 2004. ALKAN, Hakan; Fener Rum Patrikhanesi, Ankara, Günce Yayınları, 1999. ALPKAYA, Gökçen; "Uluslar Arası İnsan Hakları Hukuku Bağlamında Azınlıklara ilişkin Bazı Gelişmeler", TODAİE İnsan Hakları Yıllığı, Ankara, Cilt 14, 1992, s. 153-163. ALTINDAL, Aytunç; Üç İsa, İstanbul, Alfa Yayınları, 2004. ALTINIŞIK, Kenan; 5500 Yılın Tanıkları Süryaniler, İstanbul, Altan Matbaacılık, 2004. ALTINIŞIK, Metin; “İsveç`te Süryani Soykırım Anıtı Mahkemece Engellendi”, (Erişim) http://www.harbigazete.com, 25 Ağustos 2009. ALTINOK, Salih; Belgeleriyle 19 ve 20. Yüzyıl Başlarında Ermeni Sorunu, Ankara, Biz bize Yayınları, 3. Baskı, 2007. ALTUNDAĞ, Şinasi; “Osmanlı İmparatorluğunun Vergi Sistemi Hakkında Kısa Araştırma”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi 422 Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 2, s. 187-197. ALTUNPOLAT, Remzi; “Uluslar Arası Hukuk Açısından Lozan Barış Antlaşması'nın Siyasal Hükümler Işığında Türkiye'de Azınlıklar Sorunu: Tarihten Güncelliğe”, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2005. Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt III, Ana Yayıncılık, 1987. ANAR, Erol; Öte Kıyıda Yaşayanlar Azınlıklar, Yerli Halklar ve Türkiye, İstanbul, Belge Yayınları, 1997. ANAWATİ, George C.; “Factors and Effects of Arabization and Islamization in Medieval Egypt and Syria”, Islam and Cultural Change in the Middle Ages, Ed. Speros Vryonis, Wiesbaden-Almanya, 1975, s.17-41. ANDERSSON, Stefan; Asurlar, çev.Erol Sever, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1992. ANDREWS, Peter Alford; Türkiye’de Etnik Gruplar, çev. Mustafa Küpüşoğlu, İstanbul, Ant Yayınları, 1992. ANNEMASSE, “The Assyrian Tragedy”, Assyrian International News Agency Books Online, Şubat 1934, (Erişim) www.aina.org, 15 Aralık 2008. ANZERLİOĞLU, Yonca; Nasturiler, Ankara, Tamga Yayıncılık, 2000. APRIM, Frederick A.; “The Kurds And The Future Of Nineveh Plain (Little Assyria)”, 2006, (Erişim) http://www.fredaprim.com, 12 Mayıs 2010. APRİM, Frederick A.;”The Assyrian Statehood:Yesterday’s Denial and Today’s Moral Obligation”, 2003, (Erişim) http://www.atour.com, 30 Haziran 2009. 423 ARISOY, İbrahim Alper; “Avrupa Birliği ve Azınlıklar”, İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2002. ARMALE, İshak; Türkiye Mezopotamyasında Mardin, çev. Turan Karataş, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1993. ARSAVA, Ayşe Füsun; Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslar arası Belgeler ve Özellikle Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara, AÜSBF Yayınları, 1993. ASLAN, Yasin; “Ermenistan Faşist Bir Devlettir”, Yankı Dergisi, Sayı1052, Nisan, 2007. ASSYRIAN ACADEMİC SOCIETY, “Assyrians of Chicago”, (Erişim) http://www.aina.org/articles/chicago.htm, 12 Mayıs 2010. “Assyrianism”, Wapedia, (Erişim) http://wapedia.mobi/en/Assyrianism, 02 Haziran 2010. ASSAD Assad; “Süryani İsmi Üzerine”, Bahro Süryoyo, Södertalja-İsveç, Nisan, 1988, s.45. “Assyrian Genocide Memorial Wall in California”, Stockholm, 23 Şubat 2007, (Erişim) http://bethnahrain.blogspot.com, 25.08.2009. ATALAY, Talip; "Lozan Antlaşması Öncesi ve Sonrasında Süryani Eğitim Kurumları", Khuka, Diyarbakır, Cilt VIII, Sayı 1, Dicle Üniversitesi, Mart 2005, s. 64. ATATÜRK, Mustafa Kemal; Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt III, yay. haz. Ali Sevim, M.Akif Tural, İzzet Öztoprak, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 1922. ATATÜRK, Mustafa Kemal; Nutuk, yay. haz. Zeynep Korkmaz, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, 2000. 424 Atatürk'ün Bütün Eserleri (ATABE), Ankara, Cilt 6, Kaynak Yayınları, 2001. Atatürk'ün Milli Dış Politikası, Ankara, Cilt I, Kültür Bakanlığı, 1994. ATEŞ, Orhan; “Misyonerlik Faaliyetlerinin Ermeni Boyutu”, Kütahya, Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2002. ATEŞ, Toktamış; Osmanlı Toplumunun Siyasal Yapısı, İstanbul, Filiz Yayınları, 1991. ATMAN, Sabri; Asurlar Süryaniler, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1997. ATİYA, Aziz Suryal; Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri: Yakubi, Nasturi, Maruni, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1995. ATİYA, Aziz Suryal; Doğu Hristiyanlığı Tarihi, çev. Nurettin Hiçyılmaz, İstanbul, Doz Yayınları, 2005. AUSTİN, H.H.; Baqubah Refugee Camp, The Faith Pres, London, 1920, (Erişim) http://www.aina.org/books/brc.htm , 21 Mayıs 2009. AVCI, Mehmet Emin; “Ermeniler`den sonra şimdi de Süryaniler...”, Milli Gazete, 28.11.2005, (Erişim) http://www.milligazete.com.tr, 25 Ağustos 2009. AVCIOĞLU, Doğan; Milli Kurtuluş Tarihi 1838'den 1995'e, İstanbul, Tekin Yayınevi, 1998. AVRASYA İNCELEMELERİ MERKEZİ; “Ermeni Soykırım Sorunu- Tarihsel İhmaller Ve Değişen Türk Diplomasisi”, Günlük Bülten, Sayı: 390, 9 Nisan 2010, (Erişim) http://www.avim.org.tr, 25 Ağustos 2009. AVRUPA KOMİSYONU, "Avrupa Birliği ve İnsan Haklan Politikasının Dış Boyutu: Roma'dan Maastricht'e ve Ötesi", Avrupa Birliği ve Dünyada İnsan Hakları, Avrupa Birliği Bülteni, Brüksel-Lüksemburg, 1996, s. 28. “Avrupa Parlamentosu'nda Türkiye'deki Süryanilerin Hakları Konferansı”, 425 ABHaber, 29.04.2010, (Erişim) http://www.abhaber.com, 20 Mayıs 2010. AYDIN, Cebrail; Tarihte Süryaniler, İstanbul, Cilt I, Sıralar Matbaası, 1964. AYDIN, Emanuel; “Süryaniler”, Öz Hikmet, Mardin, Sayı 6, 1955, s.133. AYDIN, C. Ali; “Türkiye'de Süryaniler”, Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Uzmanlık Tezi, Ankara, 1993. AYDIN, Gabriel; Deyr’ulzafaran, Losser Glanerbrugstr-Holland, Bar- Hebraeus Verlag, 1984. AYDIN, Gülden; “Organik Süryani Şarabı Shiluh”, Hürriyet Gazetesi, 3 Ağustos 2008, (Erişim) http://www.hurriyet.com.tr, 10 Ekim 2009. AYDIN, Mehmet; Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Konya, Nüve Kültür Merkezi, 2005. AYDIN, Suavi; "Türkiye'de Etnik Yapı", Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt 12, İletişim Yayınları, 1996, s. 496. AYDIN, Suavi; Kimlik Sorunu, Ulusallık ve Türk Kimliği, Ankara, Öteki Yayınları, 1998. AYDIN Suavi, "Anadolu Hristiyanlığında Dönüşüm Misyoner Faaliyetlerinin Doğu Hristiyanlığı Üzerindeki Etkisi ve Modernleşme", Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi, Ürgüp/Nevşehir, 25-28 Ekim 2000, s. 73-88. AYDIN, Suavi, v.d; Mardin: Aşiret-Cemaat-Devlet, İstanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2000. AYDIN, Suavi; "Azınlık", Ed. Kudret Emiroğlu ve Suavi Aydın, Antropoloji Sözlüğü, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 2003. AYDIN, Zeynep; “Lozanda Farklı Kökenlilere Tanınan Haklar”, Bianet, İstanbul, 2004, http://bianet.org, Erişim tarihi: 11.05.2009. 426 AYDINGÜN, Ayşegül; Türkiye’ de Bağımsızlık ve Milliyetçilik Anlayışı, Bilgesam Yayınları, İstanbul, (Erişim) http://www.bilgesam.org, 11 Mayıs 2009. AYDUSLU İsmail; “Cumhuriyet Döneminde Mardin Ve Yöresinde Süryaniler”, Manisa, Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2005. AYTEKIN, Hakan; “Aynı Ağacın Altında Buluşmak”, I’nci Uluslararası Süryani Sempozyumu, Midyat, Mart 2007. BAKAR, Diran; "Uygulamadan Ayrımcılık Örnekleri ve Azınlık Vakıflarının Sorunları", Ulusal, Ulusalüstü ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları (Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Lozan Antlaşması), Der. İbrahim Kaboğlu İstanbul, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Yayınları, 2002, s. 269-270. BALİ, Rıfat; "II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye'de Azınlıklar-1 Yirmi Kur'a İhtiyatlar Olayı", Tarih ve Toplum, İstanbul, Sayı 179, İletişim Yayınları, 1998, s.4-18. BALİ, Rıfat; "Cumhuriyet Döneminde Azınlıklar Politikası", Birikim, Sayı: 115, 1998, s. 83-85. BARCHARD, David; “Turkey and the West”, Royal Institute of International Affairs, London, Routledge&Kegan Paul, 1985, s.50. BARKER, G.; O'nun İzinde, Hristiyanlık Ve Laiklik Tarihi, İstanbul, Zafer Matbaası, 1985. BARSAVM, Efram; Zihniyetlerin Bahçesinde Deyruzzafaran Manastırı’nın Tarihi ve Mardin Abraşiyesi İle Manastırlarının Özet Tarihi, çev.Gabriyel Akyüz, Ed. İbrahim Özcoşar ve Hüseyin H. Güneş, İstanbul, Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Yayınları, 2006. 427 BARSAVM, Patrik İğnatius Efrem I., Saçılmış İnciler: Süryanilerin Yazınsal Tarihi, çev. Zeki Demir, İstanbul, y.y., 2005. BARTH, Fredrik; Etnik Gruplar ve Sınırları: Kültürel Farklılığın Toplumsal Organizasyonu, çev. Ayhan Kaya ve Seda Gürkan, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2001. BARUTÇU, Faik Ahmet; Siyasi Anılar 1939-1954, İstanbul, Milliyet Yayınları, 1977. BAŞLANGIÇ Celal; “Kilisede bir şeyh var!”, Radikal Gazetesi, 30 Ekim 1999, (Erişim) http://www.radikal.com.tr, 11 Mayıs 2009. BAUMANN Gerd, The Multicultural Riddle: Rethinking National, Ethnic, and Religious Identities, New York London, Routledge, 1999. BAYBURT, Deniz; “Milli Mücadele Dönemi’nde Süryaniler”, Akademik Bakış, Cilt 3, Sayı 6, 2010, s.54. BAYRAKTAR, Muharrem; “PKK maşa hedef ise başka”, 29 Kasım 2009, (Erişim) http://www.kadirga.com.tr, 31 Mayıs 2010. BAYZAN, Ali Rıza; Misyonerlerin Soykırım Oyunu, İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2006. BAYZAN, Ali Rıza; “Soykırım Teslisi, Ermeniler’den Sonra Rum /Pontus Ve Süryani/Nasturi Soykırım Söylemleri” 2023 Dergisi, Sayı 64, 2006, s.10-23. BEBİROĞLU, Murat; Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Nizamnameleri, İstanbul, Akademi Matbaası, 2008. BEĞDAŞ, Yusuf; "Süryani Kilisesi ve Antakya Kürsüsü", Heto Dergisi, İstanbul, Sayı 3, 2000, s. 11-12. BERGHE, Pierre van den; The Ethnic Phenomenon, New York, Elsevier, 1981. 428 BET-BARŞAWMO, Afrem; Tur-Abdin Tarihi, Nsibin, İsveç, aktaran Talip Atalay, “Lozan Anlaşması Öncesinde ve Sonrasında Süryani Eğitim Kurumları”, Khuka, Diyarbakır, Cilt VIII, Sayı.1, 2005, s. 63-69. BETBASOO, Peter; “Assyrian Nationalism: A Mechanism For Survival”, Assyria Online, (Erişim) http://www.aina.org, 05 Mart 2009. BETBASOO, Peter; “Brief History of Assyrians”, Assyria Online, (Erişim) http://www.aina.org. 11 Mayıs 2009. BEYSANOĞLU, Şevket; Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, Ankara, Cilt 2, Diyarbakır Belediyesi Yayınları, 1990. BİLGE, Yakup; “Süryanilerin Kökeni ve Türkiyeli Süryaniler”, İstanbul, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,1990. BİLGE, Yakup; Süryanilerin Kökeni ve Türkiyeli Süryaniler, İstanbul, Zafer Matbaası, 1991. BİLGE, Yakup; Süryaniler: Anadolu’nun Solan Rengi, İstanbul, Yeryüzü Yayınları, 1996. BİLGE, Yakup; Geçmişten Günümüze Süryaniler, İstanbul, Zvi-Geyik Yayınları, 2001. BİLGİN Nuri, Cumhuriyet, Demokrasi ve Kimlik Sorunu, İstanbul, Bağlam Yayınları, 1997. BİLSEL, M.Cemil; Lozan, İstanbul, Sosyal Yayınlar, C. II, 1998. BİNARK, İsmet; Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), Ankara, Osmanlı Arşivi Genel Müdürlüğü, 1995. BOZKURT, Deniz; Karşılaştırmalı Lozan ve Sevr Barış Antlaşmaları, Ankara, Umay Kültür Sanat Merkezi Yayınları, 1998. 429 BOZKURT, Gülnihal; Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu: 1839-1914, Türk Ankara, Tarih Kurumu, 1989. BOZKURT, Gülnihal; "Türk Hukuk Tarihinde Azınlıklar", AÜHFD, Cilt 43, No 1-4, Ocak-Aralık 1993, s. 52- 53. BOZKURT, Gülnihal; Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1996. BRAUDE, Benjamin; “Millet Sisteminin İlginç Tarihi”, Osmanlı, Ankara, Cilt 4, Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 245. BRAUDE, Benjamin; Christians and Jews In The Otoman Empire, Ed. Benjamin Braude, Bernard Lewis, New York-ABD, Vol.II, Holmes &Meier Publishers, 1982. BRENTJES, Burchard; The Armenians, Assyrians & Kurds:Three Nations, One Fate?, California-ABD, Rishi Publications, 1997. BROCK, Sebastian; "An Introduction to Syriac Studies", Der. J.H. Eaton, Horizons in Semitic Studies: Articles for the Student, Birmingham, University of Birmingham, Dept. of Theology, 1980, ss.14-15. BROCK, Sebastian; Süryani Geleneğinde Kutsal Kitap, çev. Circis Bulut, İstanbul, Zafer Matbaası, 2000. BRUINESSEN, Martin Van; Ağa, Şeyh, Devlet, çev., Banu Yalkut, İstanbul, İletişim Yayınları, 2003. BULAÇ, Ali; Avrupa Birliği ve Türkiye, İstanbul, Eylül Yayınları, 2001. BULAÇ, Ali; “Patrik İlyas Efendi Meselesi”, Zaman Gazetesi, 17 Aralık 2008, (Erişim) http://www.zaman.com.tr, 11 Mayıs 2009. BULUT, Faik; Ortadoğu’nun Solan Renkleri, İstanbul, Berfin Yayınları, 2. 430 Baskı, 2003. BURROWS, Gideon; Silah Ticareti Kılavuzu, İstanbul, Metis, 2003. BÜLBÜL, Mustafa; Türkiye’nin Süryanileri, İstanbul, Tasam Yayınları, 2005. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt II, Gelişim Yayınları,1986 CABDALKE, Yuhanun Bar Yacqup; Süryani Kadim Kilisesinde Reform Sorunları Üzerine: Uyarılar, Eleştiriler, Polemikler, çev. Vahap Kelat, Södertalje-İsveç, Nsibin Yayınevi, 1996. CELİL, Celilê; XIX. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu'nda Kürtler, çev. Mehmet Demir, Ankara, ÖzgeYayınları, 1992. CLARK, Andrew; “Turkey Encourages Assyrian Christians to Return under EU Pressure”, 8 Ocak 2005, (Erişim) http://www.christiantoday.com, 15 Mart 2009. COLONIAL OFFICE, The National Archives, “The Situation In Regard To The Iraq Levies”, Memorandum, C.P. 204 (32), Copy No 43, 12th June 1932, Catalogue Reference:CAB/24/231. COMMISSION OF THE EUROPEAN COMMUNITIES; Protecting Language Proves A Challenge for EU Officials, Brussels, April 1997, (Erişim) http://europa.eu.int, 20 Haziran 2005. COUNCIL OF EUROPE, “Framework Convention for the Protection of National Minorities", List of Declarations Made with Respect to Treaty No. 157, (Erişim) http//conventions.coe.int/, 31 Temmuz 2002. "Conference for Security and Co-operation in Europe 1975 Summit, Final Act", 1 August 1975, Helsinki, (Erişim) http://www.osce.org,26 Temmuz 2005. 431 CORBALLIS, Michael C. İşaretten Konuşmaya: Dilin Kökeni ve Gelişimi, çev. Aybek Görey, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2003. CORNELL Stephen ve HARTMANN Douglas; Ethnicity and Race-Making Identities in a Changing World, London, Pine Forge, 1998. CUINET, Vital; La Turquie d'Asie: II. Geographie, Administrative, Statistique, Descriptive et Raisonnee de Chaque Province de l'Asie Mineure, İstanbul, Isis Press, 2001. ÇAKAR, Nezihi; “AB Türkiye İlişkilerinin Güvenlik Boyutları”, AGSK, AB ve NATO İlişkilerinin Geleceği Türkiye’ye Etkileri Sempozyumu, İstanbul, Ocak 2001, Harp Akademileri Sempozyum Kitabı, HAK Yayını, s. 313 – 317. ÇAVUŞOĞLU, Naz; "Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşmesi", AÜSBF İnsan Hakları Merkezi Dergisi, Cilt III, No:3, Kasım 1995, s. 30-35; ÇAVUŞOĞLU, Naz; Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları, Su Yayınları, 2001. ÇAY, M. Abdulhaluk; Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, Boğaziçi Yayınları, 1993. ÇELİK, Mehmet; Antakya Süryani Kilisesi (Kuruluş Dönemi), İstanbul, Cilt 1, Yaylacık Matbaası, 1987. ÇELİK, Mehmet; Süryani Kilisesi Tarihi, İstanbul, Cilt 1, Yayıncılık Matbaası, 1988. ÇELİK, Mehmet; Süryani Tarihi I, Ankara, Ayraç Yayınevi, 1996. ÇELİK, Mehmet; Ortadoğu Mozayiği Süryaniler-Nasturiler, Elazığ, Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Yayınları, 1996. 432 ÇELİK, Mehmet; Siyasal Sistem Açısından Bizans İmparatorluğunda Din-Devlet İlişkileri I, İzmir, Akademi Kitabevi Yayınları, 1999. ÇELİK, Mehmet; Fener Patrikhanesi'nin Ökümeniklik İddiasının Tarihi Seyri (325-1453), İzmir, Akademi Kitabevi Yayınları, 2000. ÇELİK, Mehmet; “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”, Avrupa Birliği, Türkiye ve Süryani Göçü Konulu Sempozyum, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi, 26-27 Mayıs 2005. ÇELİK Mehmet; “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, 2023 Dergisi, Sayı 64, s.7. ÇELİK, Mehmet; “Türkiye'nin Soykırım Çıkmazları ve Süryanilerin Soykırım İddiaları”, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Konferansları, Süleymaniye Kültür Merkezi, 2007. ÇELİK, Mehmet, KORKMAZ, Mustafa, Edessa’dan Urfa’ya, Ankara, Cilt II, Atılım Üniversitesi Yayını, 2004. ÇERME; Vartanuş A.; "Ermeni Katolik Kilisesi'nin Kurucularından Melkon Tazbazyan'ın Hayatı (1654-1716)", Tarih ve Toplum, Cilt 31, Sayı 184, Nisan 1999, s. 37-43. ÇETİN, İhsan; “Mihalmilerde Etno-Tarih ve Kimlik Analizleri.”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007. ÇEVİK, Abdülkadir; Politik Psikoloji, Ankara, Dost Kitapevi Yayınları, 2007. ÇEVİK, Abdülkadir; “Küreşelleşme Ve Kimlik” Polis Dergisi, Sayı: 36, (Erişim) http://www.egm.gov.tr, 15 Mart 2009. ÇIKKI, Murat Fuat Naum Faik ve Süryani Rönesansı, haz. Mehmet Şimşek, İstanbul, Belge Yayınları, 2004. 433 ÇİÇEK, İsa; “Şutos ‘İtoto V-dayroto B-ar‘o D-goluto”, Kolo Suryoyo, Orta Avrupa Süryani Ortodoks Abraşiyesi Dergisi, Sayı: 123, Süryani Mor Afrem Manastırı/Losser 1999, s. 59. ÇİÇEK, Mustafa; “Tanzimat Sonrasında Osmanlı Devletinde Süryani Cemaati”, Sakarya, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya, 2003. ÇİTLİOĞLU, Ercan; Ölümcül Tahterevalli Ermeni ve Kürt Sorunu, Ankara, 2. Baskı, Destek Yayınları, 2007. DAHWONOYE, Dore d Seryoye Madenhoye w Macerboye; Doğu ve Batı Süryanileri’nin Altın Çağları, çev. Murat Kara, Södertalje-İsveç, Nsibin Yayınevi, 1994. DALKILIÇ, Neslihan, AKSULU, Işık; “Midyat Geleneksel Kent Dokusu Ve Evleri Üzerine Bir İnceleme”, Gazi Üniversitesi Müh. Mim. Fak. Dergisi, Ankara, Cilt 19, No 3, s.326. DALRYMPLE, William; A Journey in the Shadow of Byzantium: From The Holy Mountain, London, Flamingo Publishing, 1998. DANIEL, Robert; American Philantrophy in the Near East 1820-1960, Athens, Ohio University Press, 1970. DANİŞMEND, İsmail H.; “Süryani Mikail Vakayinamesi”, Türklük, No 1,1939, s. 73. DAVIDSON, Jonathan; Symposium on Race and Ethnicity: A Global Enquiry; Session on Racial and Ethnic Integration in the European Union, Tufts Unisity, Medford 2 Mart 2001, (Erişim) http://www.eurunion.org, 15 Mayıs 2004. DEKAK, Maşallah; “Türkiye'nin Gavurları Avrupa'nın Müslümanları”, AKnews, 3 Şubat 2010,(Erişim) http://www.suryaniler.com, 12 Haziran 2010. 434 DEKELAITA, Robert; “The Origins and Developments of Assyrian Nationalism”, Chicago/USA, University of Chicago, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (Erişim) http://www.aina.org/, 12 Haziran 2010. DEMİR, Zeki; Süryani Kilisesi ve Kilisesinin Kutsal Yedi Gizi, İstanbul, Resim Matbaacılık, 2002. DENİZCİ, Latif; Bir Belge: Kırmızı Kitab, Doğu Strateji ve Tahlil Merkezi, (Erişim) http://www.akademyayadogru.org, 12 Haziran 2010. DERİNGİL, Selim; İktidarın Sembolleri Ve İdeoloji: II. Abdülhamid Dönemi (1876-1909), çev. Gül Çağalı Güven, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2007. DEVLET ARŞİVLERİ, (Erişim) http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/belge. asp?kitap=26&belge= 745#secili, 22 Mayıs 2010. DIAKOV V., KOVALEV, S.; İlkçağ Tarihi, çev. Özdemir İnce, Ankara, Ö. Yayınları, 1987. DİNÇ, Ahmet; Babil’de Amerikan Tangosu, İstanbul, Selis Yayıncılık, 2004. DİNÇ, Ahmet, GÜNEÇ, Sedat; “Yargıtay'ın terör listesine Süryani örgüt de girdi“, Zaman Gazetesi, 19 Kasım 2006, (Erişim) http://www.zaman.com.tr, 25 Kasım 2006. “Diözesen der Syrisch-Orthodoxen Kirche von Antiochien”, Suryoyo Online, (Erişim) http://wwwuser.gwdg.de/~grabo/sok/diozese.htm, 25 Ocak 2010. DOLAPÖNÜ, Hanna; Zafaran Fidanlığı, Mardin, Hikmet Basımevi, 1955. DOLAPÖNÜ, Hanna; Deyr-el-umur Tarihi, çev. Cebrail Aydın, Mardin, Hikmet Aynaz Matbaası, 1961. DOLAPÖNÜ, Hanna; Tarihte Mardin, İstanbul, Hilal Matbaası, 1972. DORA, Erol; “AB’ye Katılım Sürecinde Süryaniler ve Çok kültürlülük”, Avrupa 435 Birliği, Türkiye ve Süryani Göçü Konulu Sempozyum, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi, 2005. DORU, Nesim; Doğu’dan Batı’ye Köprü Süryaniler: Felsefe ve Çeviri Geleneği, Ankara, Dipnot Yayınları, 2007. DOWNEY, Fairfax; Kanuni Sultan Süleyman, çev. Enis Behiç Koryürek, İstanbul, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1975. DURAK, Nihat; “Süryani Ortadoks Kilisesinde İbadet”, İstanbul, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2000. DURRENBERGER, E. Paul; "Fieldwork", David Leninson, Ed. Melvin Ember Encyclopedia of Cultural Anthropology, New York, Vol. 2, Henry Holt and Camp., 1996. DURUKAN, Namık; “Avrupa izledi”, Hürriyet Gazetesi, Diyarbakır, 23.02.2001. DUYGULU; Melih; “Süryanilerde Müzik Kültürü”, Geçmişten Günümüze Midyat Sempozyumu, Midyat, 19-21 Haziran 2003. DÜNDAR, Can; “Süryaniler Döner mi?”, Köşe Yazıları, 11.05.2000, (Erişim) http://www.candundar.com.tr, 11 Kasım 2006. DÜNDAR, Fuat; Modern Türkiye’nin Şifresi: İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği (1913-1918), İstanbul, İletişim Yayınları, 2008. EDİS, Şeyhmus; “Ustalar dönünce telkâri atölyeleri yeniden canlandı”, Zaman Gazetesi, 10 Şubat 2008, (Erişim) http://www.zaman.com.tr, 11 Kasım 2006. EKİNCİ, Tarık Ziya; Avrupa Birliği'nde Azınlıkların Korunması Sorunu, Türkiye ve Kürtler, İstanbul, Sümer Yayıncılık, 2001. ELEKDAĞ, Şükrü; “AB’den Türkiye’ye Ermeni Engeli”, Cumhuriyet, 25 436 Nisan 2005, s.6. ELIOT, Thomas Stearns; Kültür Üzerine Düşünceler, çev. Sevim Kantarcıoğlu, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1987. ELVEREN Nesrin; “Süryanilerde Yaşam Pratikleri (Mardin Örneği)”, Aydın, Adnan Menderes Üniversitesi, Fen-Edebiyet Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2005. EMHART, William Chauncey, LAMSA, George M.; The Oldest Christian People, Newyork, The Macmillan Company Press, 1926. ERCAN, Yavuz; Kudüs Ermeni Patrikhanesi, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1988. ERCAN, Yavuz; Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler: Kuruluştan Tanzirnat’a Kadar Sosyal, Ekonomik ve Hukuki Durumları, Ankara, Turhan Kitabevi Yayınları, 2001. ERCAN, Yavuz; Osmanlı İmparatorluğunda Bazı Sorunlar ve Günümüze Yansımaları, Ankara, M.E.B. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, 2002. ERDEM, Fazıl Hüsnü, BAĞLI, Mazhar; "Modernleşme ve Ulus-Devlet Olgusu Kıskacında Süryaniler", IV. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Sivas, 15.10.2003. ERDİLEK, Neşe; “Süryani Kimliği, Sivil Toplum ve Hukuk”, I’nci Uluslararası Süryani Sempozyumu, Midyat, Mart 2007. ERDOĞAN, Birsen; “Uluslar Arası Hukukta Azınlık Haklarının Korunması: BM ve Avrupa Sistemlerinin İncelenmesi”,Türkiye’de İnsan Hakları, TODAİE, Ankara, 2000, s. 242. ERDOST, Muzaffer İlhan; Şemdinli Röportajı, İstanbul, Onur Yayınları, 1987. 437 EREN, M. Cevat; “Tanzimat”, Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi, Eskişehir, Cilt XI, MEB Yayınları, 1997. ERGİN, Sedat; “Uyum Paketi'nde Sıkıntılı Başlıklar”, Hürriyet, 06.06.2003 ERGİNER, Gürbüz; “Etno-Kültürel Sınırlar Tur Abdin Süryaniler Örneğinde”, Ankara, Ankara Üniversitesi Bilimsel Arastırma Projeleri, 2007, s.28. ERİKSEN, Thomas Hylland; Kültür Terörizmi: Kültürel Arınma Düşüncesi Üzerine Bir Deneme, çev. A. Önder Otçu, İstanbul, Avesta, 2001. ERİKSEN, Thomas Hylland; Etnisite ve Milliyetçilik: Antropolojik Bir Bakış, çev. Ekin Uşaklı, İstanbul, Avesta, 2004. ERTÜRK, Yaşar; Büyük Oyunun Eski Perdesi Doğu Güneydoğu ve Musul Üçgeni (1918-1923), İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayınları, 2. Baskı, 2007. ERYILMAZ, Bilal; Osmanlı Devletinde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, İstanbul, Risale Yayınları, 1996. “EU Conference Calls on Turkey to Recognize Assyrian Genocide”, Assyrian International News Agency, (Erişim) http://www.aina.org, 03 Nisan 2007. FAHLBUSCH, Erwin, v.d.; The Encyclopedia Of Christianity, Ed. David B. Barrett, Michigan-USA, Vol. 5, Wm. B. Eerdmans Publishing, 2003. FENDOĞLU, Hasan Tahsin; Modernleşme Bağlamında Osmanlı-Amerikan İlişkileri, İstanbul, Beyan Yayınları, 2000. FENDOĞLU, Hasan Tahsin; "Amerika Birleşik Devletleri'nin Misyonerleri ve Osmanlı Devleti", Türkler, Ankara, Cilt 14, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 189. 438 FENTON Steve; Etnisite: Irkçılık, Sınıf ve Kültür, çev. Nihat Şad, Ankara, Phoneix Yayınları, 2001. FERRARO, Gary; Cultural Anthropology: An Applied Perspective, Wadsworth Thomson Learning, Belmont, 2001, s. 206-226. FERRILL, Arther; The Origins of War: From the Stone Age to Alexander the Great, Boulder, CO, Westview Press, 1997. FOGGO, Hacer Yıldırım; Kırmızı Püskül: 1843-1846 Nesturi Katliamı, İstanbul, Chivi yazıları, 2002. FORTESCUE, A.; Batı Süryaniler´den Melkitler Suryaye Malkaye ya da Suryoye Malkoye, çev. Meral Ünüvar, ACSA TV, 2009, s. 8, (Erişim) http://www.acsatv.com, 12 Şubat 2010. FRYE, Richard N., “Assyria and Syria: Synonyms”, The Journal of Near Eastern Studies, Harvard University, (Erişim) http://www.aina.org, 11 Nisan 2009. GABRIEL, Jakop; “Süryani Toplulukları Arasında İletişim ve Bir Sivil Toplum Deneyimi.”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, Mart 2007. GANS, Herbert; "Symbolic Ethnicity: The Future of Ethnic Groups and Culture in America" Making Sense of America: Sociological Analyses And Essays, Oxford-İngiltere, Rowman&Littlefield Publishers, 1999, s.164189. GAUNT, David; Massacres, Resistance, Protectors: Muslim-Christian Relations in Easlern Anatolia during World War I, New Jersey, Gorgias Press LLC, 2006. GAVRİYE, Echoule; “20’nci Yüzyılda Süryanilerin Gelişimi; Süryanilerin, Suriye Devletinin Kuruluş Sürecindeki Rolü”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, Mart 2007. 439 GEARY, Grattan; Through Asiatic Turkey, Narrative of a Journey from Bombay to the Bosphorus, London, S. Low, Marston, Searle & Rivington, 1878. GENÇKAYA, Ö. Faruk, GEZGÖR, Burcu; “Avrupa Parlamentosu, İnsan Hakları, Demokrasi ve Türkiye: Başlıca Temalar ve Etkileri”, Yeni Türkiye, Avrupa Birliği Özel Sayısı, Eylül-Ekim 2000, Sayı:35, s.646-661. GEMALMAZ, Mehmet Semih; İnsan Hakları Belgeleri (Bölgesel Sistemler), İstanbul, Alkım Yayınları, 1999. GIBBON, Edward; Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi, çev. A.Baltacıgil, Cilt II, İstanbul, B.F.S. Yayınları, 1987. GIWARGIS, Ashur; “The Assyrian Liberation Movement And the French Intervention (1919-1922)”, Assyrian International News Agency, (Erişim) http://www.aina.org, 10 Ocak 2009. GRIFFITH, Sidney H.; "Julian Saba, 'Father of the Monks' of Syria," Journal of Early Christian Studies, Sayı 2, 1994, s.201-203. GORDON, Leland; “American Relations with Turkey 1830-1930”, An Economic Interpretation, Philadelphia, University of Pennsylvania Press, 1932, s. 228. GÖKÇEN, Salim; “Dogmatik Yunan Paranoyası ‘Anadolu’da Rum Soykırımı’”, 2023 Dergisi, Sayı 64, 2006, s. 34-39. GÖLE, Nilüfer; Mühendisler ve İdeoloji, İstanbul, Metis Yayınları, 1998. GÖRGÜ, Elif; Mor Gabriel ve Tur Abdin-5, (Erişim) http://www.tumgazeteler.com, 10 Ocak 2009. GÖYÜNÇ, Nejat; XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991. 440 GÖYÜNÇ, Nejat; “Osmanlı Devleti'ndeki Ermeniler Hakkında”, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, (Erişim) http://www.osmanli.org.tr, 25 Ağustos 2009. GRANT, Asahel; Nastûrîler Ya da Kayıp Boylar, çev. Meral Barış, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1994. GUNTER, Michael M.; "Contemporary Aspects of Armenian Terrorism" in International Terrorism and the Drug Connection, Ankara, Ankara University Press, 1984. GÜLEÇ, Cengiz; “Azınlıklarını Kaybeden Türkiye: Biz ve Ötekiler”, Dosya Azınlıklar, s.59, (Erişim) www.kurtulushareketi.org, 10 Temmuz 2009. GÜLER, Ali; Osmanlıdan Cumhuriyete Azınlıklar, Ankara, Tamga Yayınları, 2000. GÜLER, Ali; Sevr'den Kopenhag'a Parçalanan Türkiye, Ankara, Ocak Yayınları, 2000. GÜNAL, Veysi; Mardin İlinde Kültürel Çekicilikler Ve Turizm Amaçlı Kullanım Olanakları, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2006. GÜNALTAY, Şemsettin Yakın Şark, Elam ve Mezopotamya, Ankara, T.T.K.Y., 1987. GÜNAY, Tuncer; Misyoner Örgütleri ve Misyoner Faaliyetleri, Ankara, ATO Yayınları, 2004. GÜNDÜZ, Şinasi; Din ve İnanç Sözlüğü, Ankara, Vadi Yayınları, 1998, s.266 GÜNDÜZ, Şinasi; “Harran Süryani Geleneği ve Bilim Mirasına Katkısı”, I nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, Mart 2007. GÜNEL, Aziz; Türk Süryaniler Tarihi, Diyarbakır, Oya Matbaası, 1970. 441 GÜNERİ, Hasan; "Azınlık Vakıflarının İncelenmesi", Vakıflar Dergisi, Ankara, V.G.M.Y., Sayı 10, 1973. “Güneydoğu Sorununun Sosyolojik Analizi” Teknik Rapor, Ankara, BİLGESAM Yayınları, Ağustos 2009, (Erişim) http://www.bilgesam.org, 22 Haziran 2010, s.40,82. GÜRBÜZ, İsa; Röportaj, İDEM, Ekim 2005, (Erişim) http://www.reyono.net, 21 Mayıs 2009. GÜRÜN, Kamuran; Ermeni Dosyası, Ankara, 3. Baskı, TTK Basımevi, 1985. GÜVEN, Hakan; “Asıl dinlerine dönüyorlar”, Aksiyon, Sayı 536, http://www.aksiyon.com.tr, Erişim tarihi: 05.03.2009. HABASH, George; "What do the Assyrian Want?", AINA, UK, 1999, http://www.aina.org, Erişim tarihi: 05.03.2009. HAMMER, Joseph V.; Büyük Osmanlı Tarihi, İstanbul, Cilt 9, Üçdal Neşriyat, 1993. HANIM, Surma; Ninova ve Yakarışı Doğu Asur Kilisesi Gelenekleri ve Patrik Mar Şamun'un Katli, İstanbul, Avesta Yayınları, 1996. HARRISON Simon; "Cultural Boundaries", Anthropology Today, No 15, 1999. HECHTER, Michael; "Racional Choice and the Study of Race and Ethnic Relations", Ed. John Rex ve David Mason, Theories of Race and Ethnic Relations, Cambridge, Cambridge University Pres, 1986, s. 264-279. HELGA, Anschtz; “Türkiyedeki HristiyanGruplar”, Türkiyedeki Etnik Gruplar, Ed. Peter Alford Andrews, İstanbul, Ant Yayınları, 1992. HELMREICH, Paul C.; Sevr Düzeni, Büyük Güçler, Maşalar, Gizli 442 Antlaşmalar ve Türkiye’nin Taksimi, çev. Şerif Erol, İstanbul, Sabah Kitapları, 1996. HEREDOTOS, Heredot Tarihi, çev. Müntekim Ökmen, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1991. HIDIRŞAH, Yakup; Mezopotamya'da Hristiyan(Süryani, Nasturi, Keldani, Ermeni) Katliamı ve Kürtler, Belgesel İnceleme, Hannover, 1997, s. 41-44. HIESER, Hans Lucas; Iskalanmış Barış, İstanbul, İletişim Y., 2005. HOLLERWEGER, Hans; Canlı Kültür Mirası: Tur Abdin, çev. Sevil Gülçur, Linz-Avusturya, Trauner Press, 1999. HOURANI, Albert Habib; Minorities in the Arab World, London, Oxford University Pres., 1947. HULL, Ernest R.; “Malabar”, Catholic Encyclopedia, (Erişim) http://newadvent.org, 15 Nisan 2008. HUNTINGTON, Samuel; Who Are We?, New York, Simon & Schuster, 2004. INGOLD, Tim; "Introduction to Culture", Companion Encyclopedia of Anthropology, London and New York, Routledge, 1998. IŞIK, İrfan; Birlikte Olduğumuz Halklar, İstanbul, Sorun Yayınları, 2000. IŞIK, Ramazan; “Maruni Kilisesi”, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2003. IŞIKTAÇ, Yasemin; Hukukun Kaynağı olarak Örf ve Adet Hukuku, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2004. İBRAHİM, Saad Eddin; Ethnic Conflict and State-Building in The Arab World, Oxford, Blackwell Publishers, 1998. İdil Kaymakamlığı web sitesi, (Erişim) http://idil.gov.tr, 12 Haziran 2010. 443 İLERİ, Cihangir; “Türkiye`de Nasturi Sorunu”, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2000, s.63. İLHAN, Suat; Dünya Yeniden Kuruluyor, İstanbul, Ötüken Yayınları, 1999. İNANÇ, Zeki; Uluslar Arası Belgelerde Azınlık Hakları, Ankara, Ütopya Yayınevi, 2004. İNCE, ÖZDEMİR; “’Süryani Soykırımı’na Süryani Yanıtı”, Hürriyet Gazetesi, 10 Eylül 2006. İNÖNÜ, İsmet; İsmet Paşa’nın Siyasi Ve İçtimai Nutukları, 1920-1933, Ankara, Başvekalet Matbaası, 1933. İRİS, Muzaffer; Bütün Yönleriyle Süryaniler, İstanbul, Ekol Yayıncılık, 2003. İRİS, Muzaffer; “Süryanilerde Göç ve Edebiyat”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, Mart 2007. İRİS, Muzaffer; “Adıyaman Ve Süryaniler,” (Erişim) http://www. deyrulzafaran.org, 08 Haziran 2008. İSLAM ANSİKLOPEDİSİ; “Misyonerlik Maddesi”, İstanbul, Cilt 30, Türkiye Diyanet Vakfı, 2005. İSLAM ÜLKELERİ ANSİKLOPEDİSİ, İstanbul, Vefa Yayıncılık, 1994. İŞ, A. Vahap; Midyat Dinler ve Diller Kenti, İstanbul, Hedef Gazetesi ve Matbaacılık, 2006. JOSEPH, John; "Assyria and Syria: Synonyms?", Journal of Assyrian Academic Studies, Vol. XI, No 2, s.37-43. JOSEPH, John; The Nestorians and Their Muslim Neighbors: A Study of Western Influence on Their Relations, New Jersey, Princeton University Press, 1961. 444 KADİR, C.A.; İskenderiye ve Süryani Düşüncesi, çev. Kasım Turhan, İstanbul, Cilt l, İnsan Yayınları, 1990. KAFAOĞLU, Arslan Başer; Varlık Vergisi Gerçeği, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2002. KANTARCI, Şenol; “Tarih Boyutuyla Ermeni Sorunu”, Bilim Ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Yıl : 4, Sayı 38, Nisan 2003. KARACA, Ali; Anadolu Islahâtı ve Ahmet Şâkir Paşa (1838-1899), İstanbul, Eren Yayıncılık, 1993. KARAL, Ziya Enver; Osmanlı Tarihi, (1789-1856) Ankara, Cilt 5, Baskı 5, TTK Yayını, 1988. KARATAŞ, İsa; "Türkiye'de Süryani Olarak Yaşamak", Birikim Dergisi, Etnik Kimlik ve Azınlıklar, Mart-Nisan 1995, Sayı 71-72, 1995, s.160. KARLUK, S.Rıdvan; Avrupa Birliği ve Türkiye, İstanbul, 5. Baskı, Beta Basım Yayım, 1998. KAŞGARLI, Mehlika Aktok; Mardin ve Yöresi Halkından Türko-Semitler, Kayseri, Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1991. KAPLAN, Evgin; Elçilerin Göbeği Antakya Kilisesi, Mardin, 1982. KAPTAN, Eyüp; Lozan Konferansı’nda Azınlıklar Sorunu, İstanbul, Harp Akademileri Basımevi, 2002. KARACA, Ali; Anadolu Islahâtı ve Ahmet Şâkir Paşa (1838-1899), İstanbul, Eren Yayıncılık, 1993.. KARPAT, Kemal; Osmanlı Nüfusu (1830-1914): Demografik ve Sosyal Özellikleri, çev. Bahar Tırnakçı, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt yayınları, 2003. 445 KARPAT, Kemal;"The Syrian Emigration from The Ottoman State, 18701914", Revue D'Hıstoıre Maghrebıne, 10ème Année, Numéros 31-32, Tunus, 1983, s.287-288, 294. KAY, Selda Öztürk; “Vatikan`ın Kürtleri -2-“, Yeni Çağ, 19.12.2008. KAYMAZ, İhsan Şerif; “Aldatılan Bir Halkın Trajedisi: Asurîler (Süryaniler)”, Akademik Ortadoğu, Cilt I, Sayı 2, 2007, s.119. KAZICI, Ziya; “Osmanlı Devletinde Dinî Hoşgörü”, Köprü Üç Aylık Fikir Dergisi, Kış 99, Sayı 65, (Erişim) http://www.koprudergisi.com, 22 Mayıs 2008. KERİMO, Feyyaz; Naum Faik ve Süryani Rönesansı, haz. Mehmet Şimşek, İstanbul, Belge Yayınları, 2004. KESER, Elif; Tur Abdin Süryani Ortodoks Dinî Mimarisi, İstanbul, TETTVY, 2002. KESKİN, Funda "Azınlıklar Konusu"in Yaşayan Lozan, Ed. Çağrı Erhan, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2003. KIDD, Ian G. “Posidonius”, The Commentary, Cambridge, Vol.II, Cambridge University Press, 1999. KIESER, Hans-Lukas; Doğu Vilayetleri’nde Misyonerlik, Etnik Kimlik ve Devlet 1839-1938, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005. KILIÇ, Davut; Osmanlı İdaresinde Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkisi, Ankara, ASAM Yayını, 2000. KIWARKIS, Gaby; “Assyrian Paratroopers in Albania and Greece”, 04.06.2008, (Erişim) http://www.assyriatimes.com, 01 Mayıs 2009 KNIGHT, Christopher, LOMAS Robert; The Hiram Key: Pharaohs, Freemasons and the Discovery of the Secret Scrolls of Jesus, Rockport, 446 Massachusetts- USA, Element Books,1998. KOCABAŞ, Süleyman; Ermeni Meselesi Nedir, Ne Değildir, İstanbul, Vatan Yayınları, 2004. KOCABAŞOĞLU, Uygur; Anadolu'daki Amerika, 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğundaki Amerikan Misyoner Okulları, İstanbul, Arba Yayınları, 1989. KOCATÜRK, Utkan; Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Ankara, İş Bankası Yayınları, 1999. KOÇOĞLU, Yahya; Azınlık Gençleri Anlatıyor, İstanbul, Metis Yayınları, 2001. KODAMAN, Bayram; "Hamidiye Hafif Süvari Alayları II. Abdulhamid ve Doğu Anadolu Aşiretleri", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, İstanbul, Sayı 32, Mart 1979, s. 427- 441. KOHEN, Sami; “Gerçeğin iki yüzü...”, Milliyet Gazetesi, 12.05.2005. KOLUMAN, Aziz; Ortadoğu’da Süryanilik (Dini-Sosyal-Kültürel Hayat), Ankara, ASAM Yayınları, 2001. KONGAR, Emre; Kültür Üzerine, İstanbul, Çağdaş Yayınları, 1982. KRAMER, Samuel Noah; Tarih Sümer'de Başlar, çev. Muazzez İlmiye Çığ, Ankara, T.T.K.Y., 1990. KUNDA, Joseph; "The Chaldeans", President of Chaldean Culture Society, Melbourne, Australia, November 1992. KURBAN, Dilek; “Uluslar arası Azınlık Hakları İlkeleri Çerçevesinde Türkiye’de Süryaniler”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, Mart 2007. 447 KURUBAŞ Erol; “Avrupa Birliği’nin Azınlıklara Yaklaşımı ve Avrupa Bütünleşmesine Etkileri”, Liberal Düşünce, Ağustos, 2001, s.125-144. KURUBAŞ, Erol; Asimilasyondan Tanınmaya, Uluslar arası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı, Ankara, Asil Yayın Dağıtım, 2004. KURTCEPHE, İsrafil; “Birinci Dünya Savaşında Bir Süryani Ayaklanması”, OTAM (Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi), Sayı 5, 1993, s.291-296. KÜÇÜK, Cevdet; "Osmanlılarda Millet Sistemi ve Tanzimat", Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt 4, İletişim Yayınları, 1985, s. 1010-1011. KÜÇÜK, Cevdet; “Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi”, Yeni Türkiye Dergisi, (Ermeni Özel Sayısı II), Ankara, Cilt 38, 2001, s. 211. KÜÇÜK, Zeynep; “Mardin ve Çevresinde Süryaniler”, Adana, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2008, s.17. LAÇİNER, Sedat; “11 Eylül Olayları (Yeni Terörizm) ve Ermeni Sorunu”, Stratejik Analiz, Cilt 2, Sayı 19, Kasım 2001. LAYARD, Austen Henry; Ninova ve Kalıntıları, çev. Zafer Avşar, İstanbul, Avesta Yayıncılık, 2000. LATTİMER, Mark; “Peoples under Threat 2009”, State of the World’s Minorities and Indigenous People, (Erişim) http://www.minorityrights.org, 23 Mart 2010. LEE, Everett S.; "A Theory of Migration", Demography, 3 (1), Population Association of America, 1966, (Erişim) http://www.ed.lu.se/edsdcourse, 23 Mart 2010, s. 47-57, 448 LIDDELL, Henry George ve SCOTT Robert; A Greek-English Lexicon, Oxford, Trustees of Tufts University, 1940, (Erişim) http://artfl.uchicago.edu, 11 Ekim 2008. MAALOUF, Amin; Ölümcül Kimlikler, çev. Aysel Bora, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2000. MACLER, Frederic; “Syrians (or Arameans)”, Ed. James Hastings ve John A. Selbie, Encyclopedia of Religion and Ethics Part 23, Edinburgh, T&T Clark,1994, s.164-167. MARDİN, Şerif; “European Culture and The Development of Modern Turkey”, Turkey and European Community, Ed. Ahmet Evin, Geoéfrey Danton, Leske, Budrich Opladen 1990, s. 5-6. MARTYN, Housden; "Ewald Ammende and the Organisation of National Minorities in Inter-war Europe", German History, Vol.18, Issue 4, 2000, s.439-460. MALONEY, George A.; "Eastern Churches", New Catholic Encyclopedia, Washington, Cilt V, McGraw-Hill, 1967. MARDEN, C. F.; "Azınlıklar Sosyolojisine Giriş", Ed. O. Türkdoğan, Etnik Sosyoloji-Türk Etnik Sosyolojisi, İstanbul, Timaş Yayınları, 1997. MARDİN VALİLİĞİ, Yaşayan Tarih Mardin, İstanbul, Resim Matbaası, 1998. MATİYEF, K. P. (Bar Matay); Asurlar ve Modern Çağda Asur Sorunu, çev. Vahap Kelat, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1996. MEMORANDUM BY THE SECRETARY OF STATE FOR FOREIGN AFFAİRS, “Future of The Assyrians in Iraq and Syria”, 26 Temmuz 1946, Copy No.38, CP.(46) 304. MERAY Seha L.; Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar-Belgeler I, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1993. 449 MERAY Seha L., OLCAY, Osman; Osmanlı İmparatorluğunun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr Antlaşması, İlgili Belgeler), Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1977. MIHOTULİ, Selahaddin; Arya Uygarlıklarından Kürtlere, İstanbul, Koral Yayınları, 1992. MITCHELL, C.W. S. Ephraim's Prose Refutations of Mani, Marcion and Bardaisan, London, Cilt II, Williams and Norgate Publishing, 1912. MOLITOR, Joseph; Kildaniler ve Doğu Süryani Kilisesi, çev. Erol Sever, İstanbul, Yaba Yayınları, 2004. MOOSA, Matti; The Maronites in History, New York, Second Edition, Gorgias Press, 2005. MUHAMMED, Hamidullah; İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul, İrfan Yayınları, 1993. MURRE, H.L., BERG, Van Den; "The Patriarchs Of The Church East From The Fifteenth to Einteenth Centuries", Hugoye: Journal Of Syriac Studies, Vol.2, No.2, July 1999, (Erişim) http://syrcom.cua.edu, 12 Eylül 2009. MURRE, H.L., BERG, Van Den; "Religieuze en Etnische İdentiteit van Syrisch- Orthodoxen uit Turkije en Syrië in Nederland," Der., Frishman, J., Jenner, K.D., Wiegers, G.A., Godsdienstvrijheid en de religieuze İdentiteit van Joden, Moslims en Christenen: Verwachting en Realiteit, Uitgeverij Kok, Kampen, 2000, (Erişim) https://openaccess.leidenuniv.nl, 11 Şubat 2009, s.144-155. MUTLU, Şamil; Osmanlı Devleti'nde Misyoner Okulları, İstanbul, Gökkubbe Yayınları, 2005. NABY, Eden; “The Assyrians of Iran: Reunification of a ‘Millat,' 1906-1914.” International Journal of Middle East Studies, Cilt 8, No 2, Nisan 1977, 450 s.247. NAGEL, Joane; "Constructing Ethnicity: Creating and Recreating Ethnic Identity and Culture", Social Problems, No 41, 1994, s.152-168. NAS, Fethi; “Türkiye'de Topluluklar Sosyolojisi: Midyat Örneği”, Muğla, Muğla Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2003. NATIONAL INTELLIGENCE COUNCIL, Mapping The Global Future, Report of the National Intelligence Council’s 2020 Project, Washington, 2004. NELHANS, Bertil; Asurî, Aramî, Kildani, Süryani Adlandırmalarının Dünü Bugünü Üzerine, Södertälje-İsveç, Nsibin Yayınları, 1990. NIKITINE, Basilie; Nesturiler, İstanbul, MEB Yayınları, 1964. NIKITINE, Basilie; “Kildaniler”, Nsibin Dergisi, İsveç, Haziran 1992. NIKITINE, Basilie; "Nesturiler", İslam Ansiklopedisi, Cilt IX, M.E.B.Y., İstanbul, 1993, s. 209. NIKITINE, Basilie; Kürtler, İstanbul, Deng Yayınları, 1991. NYE, Malory; "A Place for Our Gods: Tradition and Change among Hindus in Edinburgh", Religion and Ethnicity: Minorities and Social Change in the Metropolis, ed. Rohit Barot, Kok Pharos, Kampen, Hollanda, 1993, s. 123. OFFICE OF THE UNITED NATIONS HIGH COMMISSIONERS FOR HUMAN RIGHTS; “United Nations Forum on Minority Issues” 15 ve 16 Aralık 2008,(Erişim)http://www2.ohchr.org, 17 Aralık 2008. OKAY, Aydemir; “Türk Amerikan İlişkilerinde Ermeni Faktörü”, İstanbul, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1992. 451 OKUTAN, M. Çağatay; Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004. ORAL, Mustafa; “Mardin’in Son Süryani Kadim Patriği Mar İgnatios III. İlyas Şakir Efendi”, Makalelerle Mardin IV: Önemli Simalar, Dini Topluluklar, haz. İbrahim Özcoşar, İstanbul, Mardin İhtisas Kütüphanesi Yayını, 2007, s. 281-282. ORAN, Baskın; Küreselleşme ve Azınlıklar, Ankara, 4. Baskı, İmaj Yayınevi, 2001. ORAN, Baskın; Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, İstanbul, 2. Baskı, Bilgi Yayınevi, 1991. ORAN, Baskın; Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, İstanbul, TESEV Yayınları, 2004. ORAN, Baskın; Türk Dış Politikası (Kurtuluş Savaşı'ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar), der. Baskın Oran, İstanbul, Cilt I:19191980, İletişim Yayınları, 2001. ORTAYLI, İlber; "Osmanlı İmparatorluğu'nda Millet", Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt 4, İletişim Yayınları, 1985. ORTAYLI, İlber; Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2000. ORTAYLI, İlber; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi”, Türkler, Ankara, Cilt 10, Yeni Türkiye Yayınları, 2002. ORTAYLI, İlber; Son İmparatorluk Osmanlı (Osmanlıyı Keşfetmek 2), 2. Baskı, İstanbul, Timaş Yayınları, 2006. ORTAYLI, İlber; Batılılaşma Yolunda, İstanbul, MK Yayınları, 2007. Yeniden 452 ÖBERG, Sture; "Spatial and Economic Factors in Future South-North Migration", The Future Population of the World: What Can We Assume Today?, der. W. Lutz, London, Earthscan, 1996, s.336-357. ÖKE, Mim Kemal; Unutulan Savaşın Kronoloji: Kore 1950-53, İstanbul, Boyut Yayınları, 1990. ÖKE, Mim Kemal; Ermeni Sorunu, Ankara, TTK Yayını, 1991. ÖKTE, Faik; Varlık Vergisi Faciası, İstanbul, Nebioğlu Yayınevi, 1951. ÖKTEM, Emre; ”Türkiye ve Avrupa'da İslam, Devlet ve Modern Toplum Türkiye’deki Gayri Müslim Cemaatlerin Durumu”, Konrad Adenauer Vakfı, (Erişim) http://www.konrad.org.tr, 11 Mayıs 2010. ÖYMEN, Onur; Ulusal Çıkarlar: Küreselleşme Çağında Ulus-Devleti Korumak, İstanbul, 2.Baskı, Remzi Kitapevi, 2005. ÖZAKINCI, Cengiz; Neveser, İstanbul, Filika Yayınları, 2004. ÖZALP, Güven; “Soykırım'ı tanıyın' şartı”, Radikal Gazetesi, 05.09.2006, (Erişim) http://www.radikal.com.tr, 05 Eylül 2006. ÖZBAY, Kemal; Süryaniler, Kadim Süryaniler ve Türkiye’deki Durumları, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Yayın Tarihi Enstitüsü, Baha Matbaası, 1975. ÖZBUDUN, Sibel, BALKI, Şafak; Antropoloji: Kuramlar/Kuramcılar, Ankara, Dipnot Yayınları, 2005. ÖZBUDUN, Sibel; Kültür Hâlleri, Ankara, Ütopya, 2002. ÖZCAN, Azmi; BUZPINAR, Ş. Tufan; “Tanzimat, Islahat ve Misyonerlik 18581880”, İstanbul Araştırmaları, İstanbul, İstanbul Araştırmaları Merkezi, Sayı:1, Bahar, 1997, s.63-65. ÖZCAN, Zafer; “Dinî liderler 'barış duası' için buluştu”, Zaman Gazetesi, 16 453 Ocak 2004. ÖZCOŞAR, İbrahim; “Osmanlı Devleti'nde Millet Sistemi ve Süryani Kadimler” , Geçmişten Günümüze Nusaybin Sempozyumu, Mardin, 2004. ÖZCOŞAR, İbrahim; “19. Yüzyılda Mardin Süryanileri”, Kayseri, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2006. ÖZCOŞAR, İbrahim; "Süryani-Müslüman İlişkileri", der. İbrahim Özcoşar, Makalerle Mardin IV: Önemli Simalar Dini Topluluklar, Mardin, Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi, 2007. ÖZCOŞAR, İbrahim; Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat 19 yüzyılda Mardin Süryanileri, Ankara, Beyan Yayınları, 2008. ÖZCOŞAR, İbrahim; 19. Yüzyılda Misyonerlik Faaliyetlerinin Süryani Kadimler Üzerindeki Etkileri, Mevzuat Dergisi, Yıl 11, Sayı 133, Ocak 2009, (Erişim) http://www.mevzuatdergisi.com, 28 Şubat 2009. ÖZCOŞAR, İbrahim; “19.Yüzyılda ABD Misyonerlerinin Mardin Süryanilerine Yönelik Faaliyetleri”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 18, Güz 2006, (Erişim) www.e-sosder.com, 22 Mart 2009. ÖZDEMİR, Bülent; 19. Yüzyılda Mardin Süryanileri, İstanbul, Beyan Yayınları, 2008. ÖZDEMİR, Bülent; “Süryani Diasporası, Kimlik ve Soykırım İddiaları”, Tarihçi Gözüyle, (Erişim) http://tarihcigozuyle.blogspot.com, 21 Kasım 2006. ÖZDEMİR, Bülent; Süryanilerin Dünü Bugünü: I. Dünya Savaşı’nda Süryaniler, Ankara, TTK Yayınları, 2008. ÖZDEK, Yasemin; Uluslararası Politika ve İnsan Hakları, Ankara, Öteki Yayınevi, 2000. ÖZİPEK, Bekir Berat; “Gayrimüslimlerin İnsan Hakları Sorununu Tartışmak: 454 Kaygılar ve Sorular”, (Erişim) http://www.rightsagenda.org, 11 Haziran 2010 ÖZMEN, Abdurrahim; “Tur Abdin Süryanileri Örneğinde Etno-Kültürel Sınırlar”, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2006. ÖZTEMİR, B.Murat; Yezidiler ve Süryaniler, İstanbul, Ekin Yayınları, 1988. ÖZTEMİZ, Mutay; “II. Abdülhamit'ten Günümüze Sosyolojik, Siyasal Ve Hukuki Açıdan Süryaniler”, İstanbul, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Aralık 2007. ÖZTÜRK, Levent; Asr-ı; Saadet’ten Haçlı Seferlerine Kadar İslam Toplumunda Gayrimüslimler, İstanbul, İz Yayıncılık, 1998. ÖZTÜRK, Levent; İslam Dünyasında Hristiyanlar, İstanbul, İz Yay, 1988. ÖZTÜRK, Said; “Osmanlı Hoşgörüsü”,(Erişim)http://www.akademiktarih.com, 10 Nisan 2008. ÖZTÜRK, Ünal; “Soykırım demeyen Türk adayı seçim listesinden attılar”, Hürriyet Gazetesi, 23.05.2003, (Erişim) http://hurarsiv.hurriyet.com.tr, 25 Ağustos 2009. ÖZTÜRKATALAY, Latif; Mardin ve Mardinliler, İstanbul, Kendi Yayını, 1995. PAKALIN, M. Zeki; Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Cilt II, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1993. PALMER, Andrew; Monk and Mason on the Tigris Frontier: The Early History of Tur'Abdin, London, Cambridge University Press, 1990. PALVA, Heikki; Dün'den Bugüne Doğu ve Batı Süryanileri, Södertaljeİsveç, Nsibin Yayınevi, 1990. PARPOLA, Simo; "Assyrian Identity in Ancient Times and Today", Journal 455 of Assyrian Academic Studies, (Erişim) http://www.nineveh.com., 11 Nisan 2009, s.14. PARRY, Oswald; Six Months In A Syrian Monastery, London, Horace Cox, 1895. PAZARCI, Hüseyin; Uluslararası Hukuk Dersleri, Ankara, 5. Baskı, Turhan Kitabevi, 1998. POLATOĞLU, Eren; “Azınlık Hakları Yönünden AB Hukuku”, Türkiye ve Siyaset, Temmuz/Ağustos 2001, s. 79. POLATOĞLU, İlknur Haydar; Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar, Ankara,1. Baskı, Kültür Bakanlığı Yayını, 1990. POLITICAL INTELLIGENCE DEPARTMENT, “Settlement of Turkey and Arabian Peninsula”, Momerandum, National Archives, Foreign Office, Special I, Catalogue Reference CAB/24/72. PRECHEURS, Fr. Hyac. Simon des Fr.; 1915: Bir Papazın Günlüğü, çev. Mehmet Baytimur, İstanbul, Peri Yayınları, 2008. PREECE, Jennifer Jackson; Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus-Devletler Sistemi, çev. Ayşegül Demir, İstanbul, Donkişot Yayınları, 2001. QUSSANİ, Gabriel; "The Modern Chaldeans and Nestorians, and the Study of Syriac among Them." Journal of the American Oriental Society, Cilt 22, 1901, (Erişim) http://www.suryaniler.com, 10 Kasım 2009, s. 80, RABBAN, R.; "Chaldean Rite", New Catholic Encyclopedia, Washington, Vol. III, 1967, s.427-428. RABO, Gabriel; “Kilisede Halay İstanbul Keldanileri”, (Erişim) http://f16.parsimony.net, 11 Ekim 2003. RABO, Gabriel; “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”, 456 çev. Edip Bayındır, Avrupa Birliği, Türkiye ve Süryani Göçü Sempozyumu, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi, 26 Mayıs 2005. RAGIN, Charles C., HEIN Jeremy; "The Comparative Study of Ethnicity: Methodological and Conceptual Issues", Race and Ethnicity in Research Methods, ed. John H. Stanfield ve Rutledge M. Dennis, London, Sage Publications, 1993, s. 254-272. RAVENSTEİN, Ernst Georg; "The Laws of Migration", Journal of the Royal Statistical Society, Vol.48, No.2,1885, s.167-227. REHMAN, Javaid; Ulusalüstü “Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları", Ulusal, ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları (Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Lozan Antlaşması), haz. İbrahim Kaboğlu, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Yayını, 2002, s. 99109. “Resolution on a Community Charter of Regional Languages and Cultures and on Charter of Rights to Ethnic Minorities”, Official Journal of the European Communities, No C287, 1981, s. 106. “Resolution on the Languages and Cultures of Regional and Ethnic Minorities in the European Conımunity”, Official Journal of the European Communities, No. C 318, 1987, s. 160. "Resolution on the Role of Public Service Television in a Multi-media Society", Ofîicial Journal of the European Communities, No. C 320, 1996, s. 180. "Resolution on Human Rights in the World in 1997 and 1998 and European Union Human Rights Policy", Official Communities, No. C 98 ,1999, s. 270. Journal of the European 457 “Resolution on Racism, Xenophobia, and Anti-semitism and on Further Steps to Combat Racial Discrimination”, Official Journal of the European Communities, No. C 98 ,1999, s. 488. REYNA Yuda, ZONANA, Ester Moreno; Son Yasal Düzenlemelere Göre Cemaat Vakıfları, İstanbul, Gözlem Yayınları, 2003. ROOSENS, Eugeen E.; Creating Ethnicity: The Process of Ethnogenesis, Newbury Park, California, Sage Publications, 1989. ROTH, Klaus; “Folklor and Nationalism: The German Example and Its Implications for the Balkans”, Ethnologia Balkanica, Publisher Waxmann Verlag, Issue 2, 1998, s.69-79. SABAR, Yona; “From Tel-Kepe (“ A Pile of Stones”) in Iraqi Kurdistan to Providence, Rhode Island: The Story of a Chaldean Immigrant to the U.S.A. in 1927.” Journal of American Oriental Society, Issue 98, No 4, Aralık 1978, s. 410-415. SARIKÇIOĞLU, Ekrem; Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta, 4. Basım, Fakülte Kitabevi, 2002. SARIHAN, Zeki; Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Cilt IV, TTK Yayınları, 1994. SARNA, Jonathan; "From Immigrants to Ethnics: A New Teory of Ethnicization", Ethnicity, Issue 5, 1978, s. 370-378. SAMCUN, Surma d Bayt Mar; Doğu Asur Kilisesi Gelenekleri, çev. Meral Barış, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1993. SATILMIŞ, Selahattin; “XIX. Yüzyılda Hakkâri’de Hristiyan Bir Cemaat: Nesturiler (İdari, İktisadi ve Sosyal Durumları)”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 8 , Sayı 2, 2006, s.104. SAWME, Samuel; “Sydney’de Süryani Soykırım Anıtı”, (Erişim) http://www.seyfocenter.se, 25 Ağustos 2009. Seyfo Centre, 458 SAWME, Tuma Bar; Dünden Bugüne İstanbul Süryanileri, Nsibin Yayınları, 1. Baskı, Araştırma Dizisi:1, 1991. SAYIN, Ümit; “Bayram Değil; Seyran Değil Stratejik Müttefiklerimiz Bizi Neden Parçalıyor?” Netpano,(Erişim)http://www.netpano.com, 22 Mart 2009. SCHAEFER, Richard T.; “What is a Minority Group?” Racial and Ethnic Groups, 1993, Dayton Law School, (Erişim) http://academic.udayton.edu/ race/01race/minor01.htm, 20 Haziran 2010, s. 5-10. SCHULZE, Kirsten E.,STOKES, Martin, CAMPBELL, Colm; Ortadoğu’da Milliyetçilik, Azınlıklar ve Diasporalar, çev.Ahmet Fethi, İstanbul, Sarmal Yayınevi, 1999. SELDEN, John; De Diis Syris Syntagmata II, William Stansby, London, 1617, http://books.google.com.tr., Erişim tarihi: 22.03.2006. SERTOĞLU, Midhat; Süryani Türklerinin Siyasi ve İçtimai Tarihi, İstanbul, Baha Matbaası, 1974. SEVER, Erol; Asur Tarihi, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1996. SEZAL, İhsan; “An Overall View of Structural Changes in Turkey: The Republican Era (1923-93)”, Uludağ Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, 1984, s. 198-199. SEZER, Sema; “Fransa’daki Çöp Evler ve Tetikte Bekleyen Pontus-Süryani Soykırımları”, Stratejik Analiz, Kasım 2006, s.42. SEZGİN, Rahime, UÇAR, Murat; ”Süryaniler... Azınlık mı, değil mi?” , Aksiyon, Sayı 378, 02 Mart 2002, (Erişim) http://www.osmanli.org.tr, 25 Ağustos 2009. SHAMSADI, Muhammed; “Unholy spiritual product of the West”, Aramnahrin Sitesi, (Erişim) http://www.aramnahrin.org, 02 Eylül 2009. 459 SHAPERA, Aprim; “A Forgotten History”, Current Affairs, London, (Erişim) http://www.bethsuryoyo.com, 05 Mart 2009. SHAW, Stanford J.; Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, çev. Mehmet Harmancı, İstanbul, E. Yayınları, 1994. SHEDD, William A.; “The Syrians Of Persia And Eastern Turkey”, Bulletin Of The American Geographical Society, Vol. XXXV, No 1, 1903, s.1 SIRMA, İhsan Süreyya; Sömürü Ajanı ve İngiliz Misyonerleri, İstanbul, 12. Baskı, Beyan Yayını, 1993. SMITH, Anthony D.; National Identity: Ethnonationalism in Comparative Perspective, Harmondsworth, Penguin Books, 1991. SMITH, Anthony D.; Millî Kimlik çev. B. Sina Şener, İstanbul, İletişim Yayınları, 1994. SMITH, Anthony D.; Ulusların Etnik Kökeni, çev. S. Bayramoğlu ve H. Kendir, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2002. SEIDLER, Grzegorz Leopold; Bizans Siyasal Düşüncesi, çev. Mete Tunçay, Ankara, V Yayınları, 1986. SEYFELİ, Canan; İstanbul Ermeni Patrikliği, Ankara, Andaç Yayınları, 2005. SONYEL, Salahi R.; “Büyük Devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu Parçalama Çabalarında HristiyanAzınlıkların Rolü”, Belleten, Cilt XLIX, Sayı 195, T.T.K., Aralık, 1986, s.652. SONYEL, Salahi R.; The Assyrians of Turkey: Victims of Major Power Policy, Ankara, TTK, 2001. SÖNMEZOĞLU, Faruk; Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul, Der Yayınları, 2000. 460 STENDER, Wolfram; "Etnik Uyanışlar", Varlık, çev. Yeşim Tükel, No 120, 2001, s. 18. STOUFFER, S.A.; "Intervening Opportunities: a Theory Relating Mobility and Distance", American Sociological Review, Issue 5, No 6, 1940, s.845-867. SÜSLÜ, Azmi; Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Ankara, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayını, 1990. SÜSLÜ, Azmi; “Atatürk ve Azınlıklar”, Uluslararası İkinci Atatürk Sempozyumu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, 9-11 Eylül 1991, s.138. SÜSLÜ, Azmi; Türk Tarihinde Ermeniler (Temel Kitap), Ankara, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayını, 1995. ŞAHİN, Naci; "Ermeni Sorunu ve Birinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Doğu Anadolu'da Ermeni Faaliyetleri" Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Yayınları, Cilt VII, Haziran 2005, s.117-141. ŞEKER, Mehmet; Anadolu’da Bir Arada Yaşama Tecrübesi, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2000. ŞENER, Ş. Cemal; Türkiye’de Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar, İstanbul, Etik Yayınları, 2004. ŞENER, Ş. Cemal; “Süryaniler”, Haber Akademi, 29 Ağustos 2007, (Erişim) http://www.haberakademi.net, 05 Ekim 2007. ŞİMŞEK, Mehmet; Süryaniler ve Diyarbakır, İstanbul, Kent Yayınları, 2. Baskı, 2006. ŞİMŞEK, Mehmet; “1912’de Şark Yıldızı Gazetesi”, Toplumsal Tarih, Sayı 128, Ağustos 2004, (Erişim) http://www.suryoyo.uni-goettingen.de/ 461 library/1912 sarkyildizi.pdf, 09 Eylül 2009. ŞİMŞEK, Mehmet; Nizamnamesi” “Süryani SBArD Kadim (Sosyal Ortodoks Bilimler Kilisesi Araştırma Patrikhane Dergisi), Dicle Üniversitesi Yayınları, Yıl:III, S.:6, Eylül 2005, s.725-742. ŞİMŞEK, Mehmet; “Süryani Ortodoks Kilisesi Hiyerarşi”, Deyrulzafaran Manastırı, (Erişim) http://www.deyrulzafaran.org, 13 Mayıs 2006. ŞİMŞEK, Ufuk; “Milliyetçilikler ve Milletin Oluşumu Üzerine Bir İnceleme”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 13, Sayı 2, 2009, s.82-84. ŞİMŞİR, Bilal N.; "Türk- Amerikan ilişkilerinin yeniden kurulması ve Ahmet Muhtar Bey'in Washington Büyükelçiliği 1920-1927", Belleten, Ankara, Cilt XLI, No.162, 1977, s.341. ŞİMŞİR, Bilal N.; “Ermeni Propagandasının Amerikan Boyutu Üzerine”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Erzurum 8-12 Ekim 1984, Ankara, 1985, s.92. ŞİRAZİ, Serdar; “Malankara Süryani Ortodoks Kilisesi Tarihi”, İDEM, Nisan 2005, (Erişim) http://www.reyono.net, 05 Ekim 2009. TAMKE, Martin; Daheim und in der Fremde: Beiträge zur Jüngeren Geschichte und Gegenwartslage der Orientalischen Christen, Hamburg, 2002, (Erişim) http://books.google.com.tr, 11 Temmuz 2009. TAPLAMACIOĞLU, Mehmet; Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Ankara, y.y., 1966. TAŞĞIN, Ahmet; “Anadolu'nun Yok Olmaya Yüz Tutan Zenginliklerinden: Süryaniler”, VI. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Genel Konular Seksiyon Bildirileri (İçel 18-22 Haziran 2001) , Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2002, s. 205-227. 462 TAŞĞIN, Ahmet, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli; Süryaniler ve Süryanilik, Ankara, Cilt I-II-III-IV, Orient Yayınları, 2005. TAŞĞIN, Ahmet; “Avrupa’ya Süryani Göçü: İsa’nın Doğulu ve Batılı Çocuklarının Karşılaşması”, I’nci Uluslararası Süryani Sempozyumu, Midyat, Mart 2007. TAYFUR, Kemal; “Avrupalı Olmak”, Atlas Dergisi, İstanbul, Sayı:141, Doğan Burda Rizzoli Dergi Yayıncılık, 2004, s.129. TEPEYRAN, Ebubekir Hazım; Hatıralar, İstanbul, Pera Yayınları, 1998. TEZCAN, Durmuş, ERDEM, M.Ruhan, Sancaktar OĞUZ; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Ankara, Adalet Bakanlığı Yayınları, 2004. The Assyrian Academic Society, “Assyrians of Chicago”, Assyrian International News Agency, (Erişim) http://www.aina.org 12 Mayıs 2010. THERNSTROM, Stephan; “Assyrians”, Harvard Encyclopedia of American Ethnic Groups, USA, Harvard University Press, 1994, s. 161. TIGLAT, Ninib; “Lozan Dün Bugün Yarın”, Renyo Hiro, Sayı 10, Seri No 57, Ekim 2002, s.55-57. TRASK, Roger Reed; “The Relations of the United States and Turkey 19271939”, Pennsylvania-ABD, The Pennsylvania State University, A Thesis in History, Submitted For The Degree of Doctor of Philosophy, 1959. TOGGENBURG, Gabriel; “A Rough Orientation Through a Delicate Relationship: The European Union's Endeavours for (its) Minorities”, European Integration online Papers (EIoP), Vol. 4, No 16, 2000, (Erişim) http://eiop.or.at/eiop/texte/2000-016a.htm, 15 Nisan 2005. TOLUNER, Sevin; "Lozan Azınlıkların Korunması Rejimi ve Batı Trakya Türkleri", Cumhuriyet'in 75.Yıl Armağanı, İstanbul, İstanbul Üniversitesi 463 Yayınları, 1999, s. 219-247. TONKİN, E., MCDONALD M., CHAPMAN, M; History and Ethnicity, Routledge, London ve New York, 1989. TOY, Crawford Howell, BARTON, George A.; “Semitic Languages”, The Jewish Encyclopedia, (Erişim) http://www.jewishencyclopedia.com, 11 Nisan 2009. TOYNBEE, Arnold; Hristiyanlık ve Dünya Dinleri, çev. Mehmet Aydın, Konya, Din Bilimleri Yayını, 2000. TUNÇ, Hasan; “Uluslararası Sözleşmelerde Azınlık Hakları Sorunu ve Türkiye”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt VIII, Sayı I-II, Haziran-Aralık 2004. TUNCAY, Mete; T.C.'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Ankara, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1992. TURAN, Ömer; "Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Türkiye'de Protestan Misyonerlik Faaliyetleri", Osmanlı, Ankara, Cilt 2, Yeni Türkiye Yayınları, 2000, s. 204. TÜMER Günay; “Günümüzde Doğu Hristiyanlığı”, Asrımızda HristiyanMüslüman Münasebetleri, İstanbul, Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, 1993, s. 127. TÜMER Günay; Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara, Ocak Yayınları, 1997. Türkçe Sözlük, Ankara,Türk Dil Kurumu Yayını, 1974. TÜRKDOĞAN, Orhan; Etnik Sosyoloji, İstanbul, TİMAS Yayınları, 1999. TÜRKOĞLU, Ali Ekber; “Geçmişte ve Günümüzde Antakya’da Hristiyanlık”, Adana, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006. 464 TVEDTNES, John A.; "The Origin of the Name 'Syria'”, Journal of Near Eastern Studies, The University of Chicago Press, Vol. 40, 1981, s.139-140. ULUADA Meltem; “Geçmişten Günümüze Ermeni Meselesi ve Sözde Soykırımın Uluslararası Kriterler Açısından Değerlendirilmesi”, Ankara, Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006. URAS, Esat; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul, Belge Yayınevi, 2. Baskı, 1987. ÜRER, Levent; Azınlıklar ve Lozan Tartışmaları, İstanbul, Derin Yayınevi, 2003. VAHAPOĞLU, M. Hidayet; Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okullar (Yönetimleri Açısından), Ankara, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1990. VERGİN Nur; "Din ve Devlet İlişkileri: Düşüncenin 'Bitmeyen Senfoni'si", Türkiye Günlüğü, Sayı 29, 1994, s 11-17. WERDA, Joel E.; The Flickering Light of Asia, Chicago, 2nd Edition, 1990. WHITE, George; Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları, çev. Tarık Yüksel, İstanbul, Endürün Yayını, 1995. WIGRAM, William Ainger; The Assyrians and Their Neigbours, London, G.Bell&Sons, 1929. WIGRAM, W. A., WIGRAM T. A.; İnsanlığın Beşiği: Kürdistan'da Yaşam, çev. İbrahim Bingöl, İstanbul, Avesta Yayınevi, 2004. YACOUP, Joseph; The Assyrian Question, Chicago, Alpha Graphic, 1986. YAKUP, İgnatius III.; Antakya Süryani Ortodoks Kilisesi, çev. Melek Sevinç, Hollanda, y.y.,1985. 465 YANCEY, William, ERIKSON, Eugene, JULIANI, Richard; "Emergent Ethnicity: A Review and Reformulation", American Sociological Review, Vol. 41, No.3, 1976, s. 391-402. YANIKDAĞ, Tülin; “Azınlık Kavramı ve Azınlık Hakları” Bilgesam, 20.04.2010, (Erişim) http://www.bilgesam.org , 22 Nisan 2010. YANG, Philip Q.; Ethnic Studies: Issues and Approaches, New York, State University of New York Press, 2000. YAVUZ, Ahmet; Lozan Barış Konferansı Tutanakları, Ankara, Dışişleri Bakanlığı, 1969. YELDA; İstanbul’da ve Diyarbakır'da Azalırken, İstanbul, Belge Yayınları, 1996. YILDIRIM, Münir; Yunanistan ve Ortodoks Kilisesi, Ankara, Andaç Yayınları, 2005. YILDIZ, Ahmet; "Ne Mutlu Türküm Diyebilene", Türk Ulusal Kimli ğinin Etno-Seküler Sınırları (1919-1938), İstanbul, 2. Baskı, İletişim Yayınları, 2004. YILMAZ, Aytekin; Etnik Ayrımcılık, Türkiye, İngiltere, Fransa, İspanya, Ankara, Vadi Yayınları, 1994. YILMAZ, Önder; “Dışişleri: Azınlık Sayısı 89 bin”, Milliyet Gazetesi, 12 Aralık 2008. YILMAZÇELİK, İbrahim; XIX. Yüyılın İlk Yarısında Diyarbakır, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995. YINANÇ, Refet v.d.; Iraklı Sığınmacılar ve Türkiye, (1988-1991), Tanmak Yayınları, Ankara, 1992. 466 YINGER, Milton; "Ethnicity", Annual Review of Sociology, Ohio, Department of Sociology and Anthropology, Vol.11, 1985, s.151-180. YOHANNAN, Abraham; The Death of A Nation, New York-London, The Knickerbocker Press, 1916. YONAN, Gabriele; Asur Soykırımı: Unutulan Bir Holocaust, çev. Erol Sever, İstanbul, Pencere Yayınları, 1999. YONAN, Rosie Malek; “Assyrian Author Testifies Before House Committee on Condition of Assyrians in Iraq”, Assyrian International News Agency, (Erişim) http://www.aina.org, 30 Haziran 2009. YÜRÜKEL, Sefa; “Türkiye'yi Suçlayan Soykırım İddiaları Planlı”, 14.03.2005, (Erişim) http://www.acikistihbarat.com, 25 Ağustos 2009. “72nd Assyrian American National Convention”, Christians of Iraq, (Erişim) http://www.christiansofiraq.com/, 25 Ağustos 2009. 456 EKLER EK 1 ANKET FORMUNUN ANALİZ İÇİN KODLANMIŞ HALİ ......... /............./ 2007 Değerli Katılımcı, Bu ankette yer alacak olan değerlendirmeleriniz, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslar Arası İlişkiler Bölümünde yapmakta olduğum “Geçmişten Günümüze Süryaniler Ve Süryanilerin Türkiye’ye Etkileri: İdil Örneği ” konulu doktora çalışmasında kullanılacaktır; Başka bir amaç için kullanılmayacaktır. Türkiye Cumhuriyetinin bugüne gelişinde, içindeki tüm unsurların olumlu veya olumsuz katkı ve etkilerinin olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Bu tez çalışması ile Türkiye Cumhuriyeti içinde yaşayan ve yeterince tanınmayan Süryanilerin bu süreç içindeki yeri tanımlanmaya çalışılacaktır. İçinde bulunduğunuz toplumda sizin değer yargılarınız, Süryaniler hakkında bilgileriniz ve Türkiye Cumhuriyetinin bugüne gelişi hakkında görüşlerinizi belirlemek amacı ile uygulanan bu anket aşağıdaki bölümlerden oluşmaktadır; A. Kişisel ve Genel Bilgiler; Gizlilik sebebi ile adınızın ve soyadınızın yazılması istenmemiştir. B. Süryaniler ve Süryanilik Hakkında Bilgiler; sizin Süryaniler ve Süryanilik hakkındaki bilgileriniz anketin anlamlılığını ve geçerliliğini değerlendirmede kullanılmak üzere hazırlanmıştır. C. Süryanilerin Türkiye Cumhuriyeti İçindeki Konumları; Sizin yaşadığınız ortamda karşılaştığınız sorunları tespit etmek amacı ile hazırlanmıştır. Ç. Türkiye Cumhuriyetinin Bugüne Gelişinde Süryanilerin Etkileri; Sizin Türkiye’nin sorunlarına ilginizi, katkınızı ve düşüncelerinizi belirlemek amacı ile hazırlanmıştır. Anket formunun cevaplandırılmasında göstereceğiniz dikkat ve samimiyet araştırmanın zamanında tamamlanması ve gerçeği yansıtması bakımından önem taşımaktadır. Size yardımcı olması bakımından bölüm başlarında sorulara ne şekilde cevap vereceğiniz açıklanmıştır. Göstereceğiniz ilgiden ve ayıracağınız zamandan dolayı teşekkür ederim. Bilgi için irtibat: [email protected] Saygılarımla, Gökhan SARI 457 A. KİŞİSEL ve GENEL BİLGİLER Aşağıdaki 1 ile 14 arasındaki sorularda, size uygun olan seçeneği “X” ile işaretleyiniz; 1. Cinsiyet ( 1 ) Erkek 2. Yaş Gurubu ( 1 ) 12–25 ( 2 ) Bayan ( 2 ) 26–40 ( 3 ) 41–60 ( 4 ) 60 yaş sonrası ( 3 ) Dul ( 4 ) Ayrı yaşıyorum 3. Medeni durumunuz nedir? ( 1 ) Evli ( 2 ) Bekâr 4. Eğitim Durumunuz nedir? ( 1 ) İlkokul ( 2 ) Ortaokul ( 3 ) Lise ( 4 ) Üniversite ( 5 ) Fy/Cy 5. Sosyo - Ekonomik Düzeyiniz nedir? ( 1 ) 500 YTL ve altı ( 3 ) 1000 YTL – 2000 YTL ( 2 ) 500 YTL – 1000 YTL ( 4 ) 2000 YTL ve üstü ( 5 ) Fy/Cy 6. Mesleğiniz nedir? ( 1 ) Çiftçi ( 2 ) Memur ( 5 ) Öğrenci ( 6 ) Diğer ( 3 ) Serbest meslek ( 7 ) Fy/Cy 7. Kendinizi hangi cemaate bağlı olarak görürsünüz? ( 1 ) Süryani ( 2 ) Ermeni ( 3 ) Müslüman ( 5 ) Rum ( 4 ) Ev hanımı ( 4 ) Yahudi 8. Ailenizin ve akrabalarınızın çoğunluğu nerede ikamet etmektedir? ( 1 ) Türkiye ( 2 ) Ortadoğu ( 3 ) Asya ( 4 ) Avrupa ( 5 ) Amerika ( 6 ) Afrika ( 7 ) Fy/Cy 9. Akrabalarınızdan Avrupa’da yaşayanlar varsa en çok hangi ülkede yaşamaktadırlar? ( 1 ) Almanya ( 2 ) Hollanda ( 3 ) Belçika ( 4 ) Fransa ( 5 ) İsviçre ( 6 ) İsveç ( 7 ) Diğer 10. Türkçe dışında bildiniz lisan var mı? Varsa belirtiniz. ( 1 ) Süryanice ( 2 ) Kürtçe ( 3 ) Almanca ( 5 ) Diğer ( 6 ) Fy/Cy ( 4 ) Arapça 11. Aileniz dışında ilk eğitiminizi kimden aldınız? ( 1 ) Devletin İlköğretim Okulunda ( 2 ) Dini bir merkezde (Kilise, Camii vb.) ( 3 ) Özel İlköğretim Okulunda ( 4 ) Yurt dışında bir okulda ( 5 ) Fy/Cy 12. Süryanice bilginiz aşağıdakilerden hangisine uyar? ( 1 ) Sadece okuyabilirim ( 2 ) Sadece konuşabilirim ( 3 ) Konuşabilirim ama yazamam ( 4 ) Bilmiyorum ( 5 ) Konuşabilirim ve yazabilirim ( 6 ) Okuyabilir/konuşabilirim 13. İkamet adresiniz aşağıdakilerden hangisidir? ( 1 ) Öğündük Köyü ( 2 ) Haberli Köyü ( 3 ) Sarıköy ( 5 ) Midyat ( 6 ) Mardin ( 7 ) Almanya 14. Askerlik yaptınız mı? ( 1 ) Evet ( 2 ) Hayır ( 3 ) Fy/Cy ( 4 ) İdil Merkez ( 8 ) Fy/Cy 458 B. SÜRYANİLER VE SÜRYANİLİK HAKKINDA BİLGİLERİN BELİRLENMESİ Bu bölümde; sizin Süryaniler ve Süryanilik hakkındaki bilgileriniz tespit Hiç Katılmıyorum Biraz Katılmıyorum Kararsızım Biraz Katılıyorum Tamamen Katılıyorum edilmeye çalışılmıştır. Her soruya ne derecede katıldığınızı belirten ifadeyi (Hiç katılmıyorum, Biraz katılmıyorum, Kararsızım, Biraz katılıyorum, Tamamen katılıyorum) seçerek “X” ile işaretleyiniz. 1 Süryanilerin Türkiye’de tanınmadıklarını düşünüyorum. 1 2 3 4 5 2 Dünyadaki Süryanilerin çoğunluğu Türkiye dışında yaşar. Süryanilerin çoğunluğu Güneydoğu’da olmak üzere Türkiye’ye dağınık bir şekilde ve bulundukları yerlerde çoğunluk nüfusunu oluşturmayacak şekilde yaşarlar. Süryaniler, gayri Müslim olmasına rağmen Lozan Antlaşmasında azınlık statüsü almamıştır. Süryanilere ait televizyon kanalı, internet sitesi ve gazeteleri takip etmeye çalışıyorum. 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 6 Süryanilere Yakubi de denir. 1 2 3 4 5 7 Süryaniler, Keldaniler, Maruniler, Nasturiler, Asurîler ve Aramiler aynı etnik grubun dini fraksiyonlarıdır.. 1 2 3 4 5 8 Süryanilik, etnik bir kimliktir. 1 2 3 4 5 9 Süryanilik, dini bir kimliktir. 1 2 3 4 5 10 Hz. Meryem; Hz. İsa’nın annesidir ama tanrısal bir yönü yoktur. 1 2 3 4 5 11 Süryaniler, diğer dinlere mensup kişilerle de evlilik yapabilir. 1 2 3 4 5 12 Süryaniler, günah itirafı (günah çıkarma) yaparlar. 1 2 3 4 5 13 Süryani çocukları da sünnet olabilir. 1 2 3 4 5 14 Süryaniler de oruç tutarlar. 1 2 3 4 5 15 Süryaniler sadece Hristiyan dini Gregoryen Ortodoks inancına mensuptur 1 2 3 4 5 16 Süryaniler, Ermeni kiliselerini kendi kiliseleri gibi kullanabilirler. Süryaniler, diğer Hristiyan mezheplerine kıyaslandığında Müslüman ibadet sistemine en yakın gruptur. 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 Süryaniler, daha çok tarım ve ticaret ile uğraşırlar. 1 2 3 4 5 S.No 3 4 5 17 18 Süryaniler/Süryanilik Hakkında Konular 459 C. SÜRYANİLERİN BELİRLENMESİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ İÇİNDEKİ KONUMLARININ Bu bölümde; sizin yaşadığınız ortamda karşılaştığınız sorunlara ne derecede 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 Diğer sorunlar (Lütfen varsa yazınız) Tamamen Katılıyorum Yaşadığım köy/ilçenin sorunları diğer köy/ilçelerin yerel idarecilerle yaşadığı sorunlarından daha fazladır. Yaşadığım köy/ilçede yılda en az bir defa yerel idare ile sorun yaşarım. Yerel idareciler bana diğerlerine uyguladıklarından farklı muamele uyguluyorlar. Yerel idarecilerle kişisel sebeplere dayanan bir sorun yaşadım. Köyümle ilgili sorunların çözümünde yerel idare yetersiz kalmaktadır. Yaşadığım bölgede siyasi idarenin görevlerini layığı ile yaptığını düşünüyorum. Yaşadığım bölgede görev yapan kolluk kuvvetlerinin görevlerini layığı ile yaptığını düşünüyorum. Karşılaştığım sorunların çözümünde en etkili makamların yurt dışında bulunduğunu düşünüyorum. İnancımdan dolayı bana ülkemde farklı muamele yapıldığını düşünüyorum. Yaşadığım köy/ilçede yılda en az bir defa benim inanç sisteminden olmayan insanlarla sorun yaşarım. Süryanilerin ibadetlerini rahatça yapamadıklarını düşünüyorum. Benimle aynı inancı paylaşan insanlar/köyler arasında dayanışma diğer insanlar/köyler ile olan dayanışmadan daha kuvvetlidir. Kendimi dini kimlik olarak bulunduğum coğrafyadan farklı hissediyorum. Kendimi etnik kimlik olarak bulunduğum coğrafyadan farklı hissediyorum. Benim köyümle diğer köyler arasında geçmişe dayalı husumet vardır. Kendimi bulunduğum toplum içinde baskı altında hissediyorum. Türkiye’de kendimi güvende hissediyorum. Kendimi bulunduğum coğrafyanın bir parçası olarak görüyorum. Yurt dışında yaşayan Süryanilerin benim düşüncelerimi daha rahat dile getirdiklerini düşünüyorum. Yurt dışında yaşayan Süryaniler kendilerinin çıkarları için bizi kullanmaya çalıştıklarını düşünüyorum. Biraz Katılıyorum 1 Kararsızım Sorun Sebebi Olan Konu Biraz Katılmıyorum S.No Hiç Katılmıyorum katıldığınız sorulmaktadır. Her soruya ne derecede katıldığınızı belirten ifadeyi (Hiç katılmıyorum, Biraz katılmıyorum, Kararsızım, Biraz katılıyorum, Tamamen katılıyorum) seçerek “X” ile işaretleyiniz. 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 (1) Fy/ Cy …………………… …………………… …… 460 Ç. TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN BUGÜNE GELİŞİNDE SÜRYANİLERİN ETKİLERİ Bu bölümde; sizin Türkiye’nin sorunlarına ilginiz, düşünceleriniz ve Süryanilerin Türkiye’ye etkileri tespit edilmeye çalışılmıştır. Her soruya ne derecede katıldığınızı belirten ifadeyi (Hiç katılmıyorum, Biraz katılmıyorum, Kararsızım, Biraz Tamamen Katılıyorum 3 Süryanilerin, Türkiye devletini kuran diğer unsurlar gibi asli unsur olduğunu düşünüyorum. Süryanilerin, Ermeniler, Rumlar veya Yahudiler gibi azınlık statüsünde olması gerektiğini düşünüyorum. Biraz Katılıyorum 2 Süryaniler bu toplumun bir parçası olarak Türkiye Cumhuriyetinin bugüne gelişinde önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Kararsızım 1 Süryanilerin Etkileri Hakkında Konular Biraz Katılmıyorum S.No Hiç Katılmıyorum katılıyorum, Tamamen katılıyorum) seçerek “X” ile işaretleyiniz. 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 4 Yurt dışına giden Süryanilerin daha çok siyasi ve güvenlik sebepleri ile gittiklerini düşünüyorum. 1 2 3 4 5 5 Yurt dışına giden Süryanilerin daha çok ekonomik sebepler ile gittiklerini düşünüyorum. 1 2 3 4 5 6 Yurt dışına giden Süryanilerin yurt dışında daha huzurlu ve mutlu olduklarını düşünüyorum. 1 2 3 4 5 7 Yurt dışına giden Süryanilerin tekrar Türkiye’ye dönmek istediklerini düşünüyorum. 1 2 3 4 5 8 Yurt dışına giden Süryanilerin yurt dışında Türkiye karşıtı tutum takındıklarını düşünüyorum. 1 2 3 4 5 9 Süryanilerin özellikle Avrupa ülkeleri tarafından Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanıldığını düşünüyorum. 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 11 altında olduklarını ve bazı haklardan faydalanamadıklarını iddia 1 2 3 4 5 12 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 10 Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesi gerektiğini düşünüyorum. Avrupa Birliğinin ve bazı kişilerin Süryanilerin Türkiye’de baskı 13 etmelerinden rahatsız oluyorum. Geçmişte devlet otoritesinin zayıf olduğu dönemlerde bölgesel olarak Süryani ve civar köyler arasında karşılıklı öldürme olaylarının olduğunu düşünüyorum. Birinci dünya savaşı sırasında devlet politikası olarak Süryanilerin katledildiğini düşünüyorum. Türkiye’deki terör olayları ve karışıklıkların gerisinde yatan sebebin 14 yurt dışı kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Türkiye için en büyük tehlikenin etnik bölücülük yapmak olduğunu 15 düşünüyorum. Süryanilerin de bölücü terör örgütleri ile bir bağlantısı olduğunu 16 düşünüyorum. Akrabalarımdan veya tanıdıklarımdan Kıbrıs veya Kore savaşına 17 katılıp şehit veya gazi olanlar vardır. Süryanilerin özellikle son 10 yıl içinde daha huzurlu bir ortam içinde 18 yaşadıklarını düşünüyorum. Süryanilerin Türkiye’ye daha çok ticari alanda önemli katkılar 19 sağladığını düşünüyorum. 20 21 22 Süryanilerin Türkiye’nin kültür yapısına önemli katkılarda bulunduklarını düşünüyorum. Süryanilerin Türkiye’nin mimari yapısına önemli katkılarda bulunduklarını düşünüyorum. Süryanilerin Türkiye’nin uluslar arası saygınlığına önemli katkılarda bulunduklarını düşünüyorum. 461 EK 2. ANKETLERE VERILEN CEVAPLAR Ankette sorulan sorular bölümlerine göre yatay sütünda, uygulanan 114 anket ise dikey sütünda cevapları ile birlikte verilmiştir. Verilen cevaplar uygulanan anketteki kodları ile verilmiştir. (1) ilk şık, (2) ikinci şıkkın cevap olarak verildiğini göstermektedir. A. KİŞİSEL VE GENEL BİLGİLER 462 463 B. SÜRYANİLER VE SÜRYANİLİK HAKKINDA BİLGİLERİN BELİRLENMESİ 464 465 C. SÜRYANİLERİN BELİRLENMESİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ İÇİNDEKİ KONUMLARININ 466 467 Ç. TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN BUGÜNE GELİŞİNDE SÜRYANİLERİN ETKİLERİ 468 469 ÖZET [SARI, Gökhan].[ Geçmişten Günümüze Süryaniler ve Süryanilerin Türkiye’ye Etkileri: İdil Örneği]. Ankara, [2011]. Bu tez çalışmasında etno-dinsel bir topluluk olarak Süryanilerin içinde bulunduğu kimlik çatışması ve bu çatışmanın Türkiye’ye yansımaları çeşitleri boyutları ile ele alınmıştır. Süryani kimliği üzerinden yapılan ‘Asur’ milliyetçiliğinin, Ermeni meselesi ile olan ilişkisi, etnik azınlık ve göçmen psikolojisi çerçevesinde Türkiye’nin uluslararası ilişkilerine etkisi incelenmeye çalışılmıştır. Kavramsal ve kuramsal olarak öncelikle konunun özünü oluşturan etnisite, etnik kimlik, kültürel kimlik ve bu kimliklerin Süryaniler ile olan ilişkisi azınlık kavramı içinde incelenmiştir. Etimolojik olarak ele alınan Süryaniler ve Süryanilik kavramlarının Süryani kimliğine yönelik etkisi bilimsel bir zeminde tartışılmıştır. Etnik ve dinsel esaslar çerçevesinde Süryani toplumunun bu yönü aynı ekolden gelen diğer topluluklar üzerinden sorgulanmış ve ilişkiselliği açıklanmaya çalışılmıştır. Süryanilerin tarihsel arka planı incelenerek günümüze gelene kadar karşılaştıkları sorunların bugün ile ilişkisi ele alınarak bugünkü sorunların gerçekliliği ve geçerliliği test edilmeye çalışılmıştır. Özellikle Ermeni meselesi ışığında değerlendirilen Süryani meselesinin projeksiyonu, geleceğe yansıtılmak istenmiştir. Dünya üzerinde geniş bir alana yayılmış olan Süryanilerin potansiyeli değerlendirilmiş, göç ve göçün Süryaniler üzerinde yarattığı etkinin Türkiye’nin dış politikasına nasıl bir yansıması olacağı değerlendirilmiştir. 470 Süryanilerin, Türkiye Cumhuriyeti içindeki durumları ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bugüne gelişindeki etkilerinin ne olduğu, Süryanilik hakkındaki bilgileri ile ilişkiselliği, İdil ilçesinde uygulanan anket ile test edilmeye çalışılmıştır. Sonuçta, Türkiye’nin değerlerinden biri olan Süryanilerin, özellikle Türkiye’nin dış politikasında aktif olarak kullanılabilecek niteliklerinin olduğu, yurt dışında Türkiye aleyhine gelişen ‘sözde’ soykırım gibi iddilara karşı bir kanıt niteliği taşıdığı tespit edilmiştir. Ayrıca, Süryanilere ait sanat ve mimarinin de Anadolu kültüründe değerlendirilmesinin sağlayacağı proaktif bir politika geliştirilmesinin uygun olacağı belirlenmiştir. Anahtar Sözcükler 1. Süryani 2. Asuri 3. Nasturi 4. Ermeni 5. Azınlık 6. Etnisite 471 ABSTRACT [SARI, Gökhan].[ The Syrıans and The Syrıan Influence Over Turkey From Past To Present:Idil Town Case]. Ankara, [2011]. In this thesis, the identity in ethno-religious conflict as a community of Syrians and types of reflections in Turkey with the dimensions of this conflict are discussed. The Syrian identity through the 'Assyrian' nationalism, its relationship with the Armenian question, Turkey's international relations under the impact of the psychology of ethnic minorities and immigrants have been studied. Primarily as a conceptual and theoretical issues constitute the core of ethnicity, ethnic identity, cultural identity and the identities of the relationship with the Syrians were in the concept of minority. The etymological approach on the identity of the Syrian, Syrians and Syriacism were examined, resting on the Syriac identity of these concepts were investigated for the debate on scientific grounds. On the Syriac community in the framework of the principles of ethnic and religious communities in this direction from the same ecology have tried to explain over the questioned and relationality. Syrians until the present day by examining the historical background of the relationship between the problems faced today were examined, and the reliability and validity of today's problems were tested. In particular, the issue of Syrian evaluated in light of the Armenian Question was asked portrayed in the projection for the future. 472 The potentials of the Syrians who are spread over a large area in the world were assessed, the impact of migration and immigration over the Syrians was investigated in the perspective of the foreign policy of Turkey. What the situation and effects of Syrians on the Republic of Turkey will be tested with the relationality of information about Syriacism by a questionnaire which applied to the town of Idil. As a conclusion, it is evaluated that Syrians as one of the values of Turkey, especially have very essential qualifications for international policy and have the quality of evidence against Turkey 'so-called' genocide claims. In addition, the Syrian art and architecture of the Anatolian culture can be evaluated in accordance with the development of a proactive policy to be determined. Keywords 1. Syrian 2. Assyrian 3. Nestorian 4. Armenian 5. Minorities 6. Etnisity