TÜRK CUMHURİYETLERİNDE EĞİTİM SİSTEMİNİN GELİŞİM

advertisement
946
II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ
TÜRK CUMHURİYETLERİNDE EĞİTİM SİSTEMİNİN GELİŞİM SORUNLARI
Selahaddin Halilov*
Günümüzde Türk cumhuriyetlerinde eğitim sisteminin koordinasyonu ve eğitimin
içeriğinde milli özelliklerın dikkate alınması için önce eğitimde evrensel ve milli faktörlerin
oranının belirlenmesi gerekmektedir.
Eğitim politikasını belirleyen önemli unsurlardan biri milli ve tarihi gelenekler, diğeri
de dünya tecrübesi ve küreselleşmenin çok yönlü etkisidir. Ne yazık ki, günümüzde
gelenekselcilik ve tarihselcilik ilkesi çoğunlukla gelişmiş Batı ülkelerinin eğitim sistemlerinde
görülen bir özellikltir. Batı dışındaki ülkelerde bazen milli eğitim politikası yerine Batının
eğitim sistemini körü körüne uyarlama politikası gerçekleştirilmektedir. Hatta bunu bir
politika olarak değerlendirmek de doğru değil. Çünkü burada söz konusu olan yalnızca taklit
ve biçimsel bir uyarlamadır.
Tabii ki, kendi milli ve tarihsel eğitim gelenekleri olmayan milletler açısından taklit ve
uyarlama yolu makul görülebilir. Fakat daha eski geleneklere sahip olan ve milli kimliğini ve
değerlerini muhafaza etmeye çalışan milletlerin eğitim konusunda böyle bir tutum sergilemesi
kabul edilemez.
Bır taraftan küresel bir dünyada milli kimliyin ve milli kültürlerin muhafazası için
mücadele ederken, öbür taraftan farkına bile varmadan eğitim politikasında taklitçilik tutumu
sergilemek mühtemelen bu süreçte, yani gençlerin milli kimliyinin oluşmasında eğitimin ne
kadar önemli bir etkiye sahip olduğunu dikkate almamaktan kaynaklanmaktadır.
Eğitimin kurumsal yönlerinin, maddi ve teknolojik temelinin, alt yapısının vb.’nin
aynen alınması belki daha fazla kabuledilir bir yönü bulunmaktadır. Çünkü bu durumda milli
faktörden ziyade pragmatik ve teknolojik hususlar daha önemli ola bilmektedir. Fakat eğitimin
içeriği, eğitim ve öğretim yöntemleriyle ilgili konular evrensel özelliklere sahip olmanın
yanısıra milli manevi hususlar da içermektedir. Bu bağlamda dil faktörünün, kültürel manevi
faktörlerin, gelenek ve göreneklerin, yaşam felsefesinin vb.’nin öneminin de ayrıca
vurgulanması gerekmektedir.
Gerçi eğitimin temel hedeflerinden biri bilgilerin ve yeteneklerin benimsetilmesidir ve
bu da farklı halkların eğitim sistemlerinin ortak bir noktada birleştirilmesini mümkün
kılmaktadır. Şöyle ki, bilimsel bilgiler ve pratik beceriler temelde evrenseldir. Fakat konuyu bir
az somutlaştırdığımızda, yani sırf hangi bilgileri, ne kadar, hangi yöntemlerle benimseme
konusu ele alındığında eğitimin sadece milli kimliğe değil, hatta halkın genel gelişmişlik
düzeyine, nüfusun okuma yazma oranına, kültürel manevi alt yapıya, ekonomik ilişkilerin
niteliğine vb. onlarca başka faktörlere bağlı olduğu görülecektir. Bir ülkede nükleer fiziği
alanında uzman yetiştiriliyorsa bu, başka ülkelerin de onu taklit etmesi gerektiyi anlamına
gelmez.
*
Prof. Dr., Azerbaycan
947
II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ
Bütün bunları söylememizin nedeni çok sayıda faktörün, her ülkenin kendi bağımsız
eğitim politikasının ve müfredat programının hazırlanmasını gerekli kıldığını göstermektir.
Bizim buradaki amacımız Türk cumhuriyetlerin farklı gelişim düzeylerini, maddi
teknolojik alt yapılarını, genel okuma yazma oranını, kültürel manevi özelliklerini ve bunların
yanısıra bu ülkelerde yaşayan halkları birleştiren dil, din, gelenek ve görenekler, ortak tarih,
ortak edebiyat ve diğer temel faktörleri dikkate almaktır.
İster şiir sanatının, ister sözlü edebiyatın, ister türkülerimizin, ister epik düşüncenin,
isterse de siyasi düşüncenin – dil ile sıkı bir şekilde bağlantısı vardır.
Ortak bir dil kullanımı, o dilde ortaya konan hem kültürel servetlerin ortaklığına, hem
de sanatsal düşüncenin vahdetine neden olmaktadır. Bu bağlamda, Türk topluluklarının kültür
ve edebiyat yönleriyle de birbirleriyle sıkı şekilde bağlantılı olmaları bir rastlantı değildir.
Çoğu zaman aynı sanatsal eserleri söz konusu toplulukların hepsinde görebiliyoruz. Ozan
kültürü, “Dede Korkut”, “Manas”, “Köroğlu”, vb. bunun en bariz örneklerindendir.
Fakat dil ne kadar önemli olsa da, milli birliğin tek göstergesi değildir. Bu bağlamda,
düşünce yapısının, sosyal bilinç düzeyinin, gelenek ve göreneklerin, dini inançın, yaşam
tarzının, kültürel-manevi yapıtların, özellikle de yazılı literatürün, felsefi düşüncenin ve
ekonomik düşünce kültürlerinin de dikkate alınması gerekmektedir.
Coğrafi koşullardan ve iklimden kaynaklanan yaşam tarzındaki özellikler ve buna bağlı
olan ritüeller, ayinler, bayramlar vb. da önem arzetmektedir.
Aslında yaşam tarzının, beğeninin, sanatsal, hatta mitolojik ve fantastik düşüncenin,
kutsallık duygusunun, düşüncede rasyonelitenin oranının, kitlesel etkinliklerin, etnik
özelliklerin, geleneksel kiyafetlerin, musikinin, dansların vb. yerleşmesi, gelenekselleşmesi ve
toplumsal bilinçle vahdeti bölgeyle, iklim koşullarıyla, üstün ekonomi çeşitleriyle ve
teknolojideki gelişim düzeyiyle de ilişkilidir. Fakat ne coğrafi faktör, ne bölge, ne de etnogen
milli özellikler konusunda belirleyici değildir. Ziya Gökalp’ın söylediği gibi, millilik çağdaş
döneme göre ve her şeyden önce de kültür ve medeniyet ortaklığına göre belirlenmelidir.1147
Dilin büyük ölçüde benzer olmasına rağmen şu anki durumda tek eğitim dilinin
oluşturulması imkansızdır. Çünkü Türk toplumlarının uzun süre bir birinden uzak kalmaları
sonucunda ne ortak konuşma dili, ne de ortak terminoloji oluşabilmiş, hatta kökten ayrılmalar
giderek artmış, sonuç olarak da karşılıklı anlaşma zorlaşmıştır. Tarihte şekillenen coğrafi ve
siyasi şartlar Türkçe konuşan halkların önemli bir kısmının kendi aralarında Rus dili
aracılığıyla iletişim kurmalarını zorunlu kılmaktadır.
Her ne kadar tezatlı görünse de günümüzde Türk cumhuriyetleri ve diğer Türk halkları
arasındaki iletişimi sağlamak açısından en önemli dil Türkceden ziyade Ruscadır. Şayet biz
gelecekte Türk dilinin (Türkiye türkçesinin) ortak iletişim ve eğitim dili olmasını istiyor isek
bunun için bugünden hazırlıklar yapılmalı ve titiz bir aksiyon planı hazirlanmalıdır. Örneğin,
bağımsız Türk cumhuriyetlerinde en azından sosyal bilimlerin ağırlıklı olduğu universitelerde
ikinci yabancı dil yerine Türkiye türkçesinin eğitimi düşünülebilir. Tam bağımsızlığına
kavuşmamış Türk bölgelerinde de örneğin, Rusya Federasyonu’a bağlı bulunan Tataristan,
1147
Ziya Göyalp, Türkçülüyün Əsasları, Bakı: Maarif, 1991, s. 33.
948
II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ
Başkurdistan ve diğer özerk bölgelerde Türkiye türkçesini ikinci yabancı dil olarak eğitim
proğramına dahil etmek daha uygun olurdu.
Aslında çocuklar henüz okul öncesi dönemden itibaren Türkiye televizyon kanallarını,
Türkçe çizgi filmlerini ve aydınlatıcı programları izelemeleri sayesinde Türkiye türkçesini
yaşlı nesilden daha iyi biliyorlar. Okullarda bu işi sadece sürdürmek gerekmektedir. Gramer
bilgileri de genelde aynı olduğundan bu konuda ciddi bir sorunla karşı karşıya kalınmaz.
Aynı zamanda Türkıyede de diğer Türk toplumlarıyla ilişkilerin yoğunlaştırılması için
belli adımların atılması gerekmektedir. Bunlardan biri Ruscanın öğrenilmesi konusudur.
Bununla kastettiğimiz şey bazı üniversitelerde Ruscanın ikinci yabancı dil olarak eğitim
proğramına dahil edilmesidir. Bunun yanısıra Türkiye Türkçesinin ortak iletişim dili yapılması
için de bazı uzlaşmaların sağlanması gerekmektedir. Şöyle ki, ortak dilin temelini daha ziyade
saf Türkçe oluşturmalı. Bu anlamda başka dillerden ödünç aldığı çok sayıdaki kelimelerle
kendi özünden uzaklaşan Türkiye Türkçesinin tekrar gözden geçirilmesi yararlı olurdu. Dil
oluşturma sürecinde uydurma eğilimler yerine komşu Türk cumhuriyetlerinde kullanılmakta
olan geleneksel Türk kelimelerine öncelik verilmesi gerekmektedir. Bunun için bütün Türk
cumhuriyetlerinin filoloji bölümlerinde mukayeseli Türk dilinin eğitimine ciddi ihtiyaç
duyulmaktadır.
Biz kendi görüşlerimizi sadece dil ile ilgili olan konularla sınırlandırmak istemiyoruz.
Zaten dil konusu fazlasıyla tartışılmaktadır. Biz eğitim sisteminde ortak Türk kültürüne, ortak
tarihimize ve bunlardan da önce Türk düşünce biçimine öncelik verilmesinin daha önemli
olduğunu düşünüyoruz. Bunun yapılabilmesi için de ilk önce Türk kimliyinin incelenmesi
gerekmektedir. Bu konuda Türkiyede çok sayıda araştırmalar mevcuttur. Fakat diğer Türk
cumhuriyetlerinde de bu tür araştırmalara ve gençlerin kimliklerinin biçimlenmesinde milli
bileşenin dikkate alınmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Türk düşünce biçiminin özgünlüğünün ortaya çıkarılması Türk dünyasında eğitimin
içeriğinin belirlenmesi esnasında ve eğitim proğramlarının ve ders kitaplarının yazılması
sırasında milli mensubiyetin dikkate alınmasının ne kadar önemli olduğu ve hangi yöntemlerle
gerçekleştirilmesi gerektiği temel sorunlardan biridir.
Doğal-bilimsel bilgilerin milli değil evrensel özelliklere sahip olması her kes tarafından
kabul edildiğinden, biz burada sosyal bilimlerin içeriğinde ortak Türk değerlerinin eğitiminden
ve bu konuyla ilgili işbirliğinden bahsedeceğiz. Fakat buna rağmen bazı konular sadece sosyal
bilimleri değil eğitim sisteminin tümünü ilgilendirmektedir. Bu ortak özellik daha ziyade
eğitim yöntemleriyle ve öğretim sürecinin metotlarıyla ilgilidir. Bu bağlamda genel olarak
hangi eğitim sistemlerinin ve hangi geleneksel öğretim metotlarının mevcut olduğunu
hatırlamak yararlı olurdu.
Dünyada itibar kazanmış, yerleşmiş ve bir kısmı da artık tarih olmuş bazı geleneksel
eğitim sistemleri mevcuttur. Bunlara modern Batı eğitim sistemi, rekabete dayanıklı
olmadığından dolayı artık unutulmakta olan Doğu eğitim sistemi ve dış odakların etkisi altında
kalan, fakat birçok ülkede hala muhafaza edilen sovyet eğitim sistemi dahildir. Kuşkusuz bu
sistemleri diferansiyel olarak ele aldığımızda çok sayıda iç farklılıklar ve çeşitlilikler ortaya
çıkacaktır. Fakat genel olarak ele aldığımızda bu tür bir sınıflandırma tamamen kabul
edilebilirdir.
949
II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ
Ne Avrupadaki, ne her hangi bır Doğu ülkesindeki, ne de BDT ülkelerindeki eğitim
yapısı bizi tatmin edemez. Biz Avrupa standartlarını ve yabancı ülkelerin olumlu eğitim
geleneklerini dikkate almadan önce kendi bağımsız konumumuzu belirlemek durumundayız.
Eğitim sistemlerini birbirinden farklı kılan, kendi sosyal yapısının ve toplumla ilişkili
olan yönlerinin yanısıra aynı zamanda ve her şeyden önce kendi hedefleridir. Her şey insanlara
neyi öğretmek istediğinize ve bundan da ziyade hangi bakış açısını ve hangi düşünce yöntemini
biçimlendirmeye çalıştığınıza bağlıdır.
İnsan idrakinin geçtiyi tarihsel aşamalar ve bilimin gelişmesi sırasında yaşanan süreç
eğitim sisteminin de gelişimini etkilemiştir. Şöyle ki, seküler eğitim sadece doğa bilimlerinin
bağımsız bilim dalı olarak şekillendiyi dönemden sonra mümkün olmuştur. Fakat bilim
felsefeden ayrıldıktan sonra da bazı ülkelerde uzun süre geleneksel eğitim sistemi muhafaza
edilmiştir. Özellikle de dini okullarda doğal bilimsel bilgiler öğretilmemiş veya eğitim
programına dahil edilmemiştir. Bu nedenle de bu tür okullarda deneysel metotlara,
laboratuvarlara ve genel olarak yenilikçi araştırmalara önem verilmemiştir.
Seküler eğitime geçme konusunda ilk girişimlerin İslam dünyasının bir parçası olan
Selçuk Türklerinin döneminde yapılması dikkate değerdir. Alp Arslan’ın ve onun veziri
Nizamülmülk’ün insiyatifiyle bütün büyük kentlerde “Nizamiyye” medreseleri açılmıştır.1148
1067 yılında açılan Bağdat Nizamiyye medresesi aslında orta çağın ilk üniversitesi olarak
kabul edilebilir. R. Sultanov bu konuda Türk tarihçisi Osman Turan’dan şu alıntıyı
nakletmektedir: “Melıkşah Bağdattaki Nizamiye medresesinin başkanı Ebu İshak Şirazi’ye
gönderdiyi mektupta şöyle yazmaktaydı: “Nizamiye medresesinin amacı mezhep munakaşaları
değil, bilimi geliştirmekti.”1149
Eğitim sistemleri içerik bakımından bilim ve pratik, bilim ve felsefe, bilim ve din
arasındaki ilişkilerin özelliğine göre ve mantık veya inancı temel almaları açısından birbirinden
farklıdırlar. Bu anlamda eğitimin gelişimi, bilimin gelişimiyle sıkı şekilde ilişkilidir.
Batı eğitim sisteminde bilimsel teoriler ve somut bilimsel bilgiler pratik sonuçlara
ulaşmak ve doğayı ve toplumu insanın amaçları doğrultusunda değiştirmek için
kullanılmaktadır. Bir az daha somutlaştırırsak, Batı’da bilimsel teoriyi uygulamalı bilgi,
ardından da pratik faaliyet alışkanlıkları izlemektedir. Fakat Doğu eğitimi, bilimsel bilgiyi
felsefi ve dini görüşlerin temellendirilmesi aracı olarak kullanmaktadır. Yani yeni bilimsel
bilgiler direkt pratik uygulamalar için düşünülmemektedir. Burada eğitim insanın dünyayı
idrak etmesi, kendisiyle dünya arasındaki ilişkilerin belirlenmesi, ve dünyanın daha kamil
manzarasının oluşturulması ve sonuç olarak da daha kamil insan yetiştirilmesi sürecinin bir
aracı görevini yerine getirmektedir. Bu arada, birçok Batı düşünürü de eğitim sisteminin
amacından bahsederken bizim burada Doğu tutumu olarak sınıflandırdığımız tutuma öncelik
vermektedirler. Örneğin, Einstein’a göre, sadece maneviyat hayatta güzellik ve saygınlığın
temel belirtisi olabilir ve eğitimin de en önemli görevi maneviyatı canlandırmak ve onun
önemini öne çıkarmaktır. Bu anlamda Batı’nın önemli şahsiyetleri eğitimde Doğu geleneğinin
muhafaza edilmesini istemektedirler.
1148
Nizamülmülk, Siyasətnamə, Bakı, Elm, 1987, s. 8.
R. Sultanov, Nizamülmülkün Həyat və Yaradıcılığı Haqqında,- Nizamülmülk, Siyasətnamə, s. 13; Osman Turan, Selçuklar
Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Ankara, 1965, s. 233.
1149
950
II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ
Hem aşırı doğuculuk, hem de aşırı batıcılık zararlıdır. Her şey, bu iki istikametin en
uygun oranının doğru biçimde bulunmasına bağlıdır. Batı’da eğitimin paradigmasını değişme
ve humaniterleşme politikasını gerçekleştirme girişimleri her şeyden önce gençliği giderek
artan teknisizmin ve enformasyon egemenliyinin etkisinden kurtarma çabalarından
kaynaklanmaktadır.
Eğitim programları hazırlandığında Türk kimliği ve vatanseverlik öğretiminin de ilgi
odağında tutulması gerekmektedir. Fakat bilinçli vatanseverlik kuşkusuz daha dayanıklı ve
daha faydalı olacaktır. Bir insan vatanını ve milletini sevdiği halde, hatta bazen sevdiğinden
dolayı ona zarar verebilmektedir. Vatanın ve milletin ayırtedici özelliklerini bilmeden, onun
rasyonel yönünü farketmeden ve çıkarlarını anlamadan, sadece sevgi söylemlerine dayanarak
yapılan faaliyetlerin yarar sağlama ihtimali zarar verme ihtimaline eşit olacaktır.
Vatanı bilinçli olarak sevme, milli şuura sahip olma ve bireysel faaliyetlerin bu
bağlamda yapılması yalnız ciddi uzmanlık ve özel araştırmalar sayesinde mümkün
olabilmektedir ve bunu her insandan istemek de doğru değildir. Çünkü her insanın önce filozof
olma ve daha sonra harekete geçme gibi bir şansı yoktur. Milletin ve vatanın bilimsel-felsefi
düzeyde kendi bilincine varma anlayışının milli aklın harekete geçirilmesiyle milli filozoflar,
eğitimci alimler tarafından hazırlanması ve okullara ve toplumun geneline sunulması
gerekmektedir. Fakat bu bilimsel-felsefi bir dille değil, halkın anlayacağı bilimsel bir dil
kullanarak, şiirsel bir üsluba başvurarak ve edebi karakterlerden yararlanarak, edebiyatın,
sanatın ve kitle iletişim araçlarının bütün imkanlarını devreye sokmakla yapılmalıdır.
Milli ideolojiye dayanmadan ve tek bir düşünceye isnat etmeden rastgele yapılan
faaliyetler hatta sevgiden ve milliyetçilik duygularından kaynaklansa bile sonuç olarak yalnız
zarar verercektir. Bu söylenenler yazınsal edebiyat ve sanat alanlarındaki faaliyetler, aynı
zamanda kitle iletişim araçlarının faaliyeti için de geçerlidir. Kısacası, önce planlı bir
düşüncenin olması gerekir. Bu düşüncenin temelinde de milli-felsefi fikrin bulunması
gerekmektedir.
Download