İÇİNDEKİLER GİRİŞ ......................................................................................................................................... 3 BİRİNCİ BÖLÜM ESKİ HUKUK SİSTEMLERİNDE KADININ HUKUKİ STATÜSÜ ............................. 4 I. HAMMURABİ KANUNLARINDA ......................................................................................... 4 II. ESKİ ASYA HUKUKUNDA ................................................................................................... 5 III. ESKİ MEZOPOTAMYA’DA................................................................................................. 5 IV. SASANİLERDE .................................................................................................................. 6 V. ESKİ HİNTTE...................................................................................................................... 6 VI. ÇİN, İRAN VE MISIR’DA ................................................................................................... 7 VII. ESKİ SÜMERDE ............................................................................................................... 8 VIII. HİTİTLER’DE ................................................................................................................... 8 IX. ESKİ YUNANDA ................................................................................................................ 9 X. ROMA İMPARATORLUĞUNDA ....................................................................................... 10 İKİNCİ BÖLÜM İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK DEVLETLERİNDE KADININ HUKUKİ STATÜSÜ .. 12 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SEMAVİ DİNLERDE KADININ HUKUKİ STATÜSÜ ........................................ 15 I.YAHUDİLİK’TE ................................................................................................................... 15 II.HIRİSTİYANLIK’TA ............................................................................................................ 18 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM İSLAMİYETTEN ÖNCE ARAP YARIMADASINDA KADININ HUKUKİ STATÜSÜ ................................................................................................................................ 22 BEŞİNCİ BÖLÜM İSLAMİYET’TE KADININ HUKUKİ STATÜSÜ .................................................. 25 I.GENEL OLARAK ................................................................................................................. 25 II. KADIN ERKEK EŞİTLİĞİ .................................................................................................... 31 III. İLK İNSANIN YARATILIŞI: ................................................................................................ 35 IV. SOSYAL HAYATTA VE ÇALIŞMA HAYATINDA KADINLAR:............................................... 37 V. SİYASİ HAKLAR ............................................................................................................... 39 A.Seçme Hakkı................................................................................................................ 39 B.Seçilme Hakkı .............................................................................................................. 40 C.Kamu Görevine Girme Hakkı. ...................................................................................... 42 VI. SEYAHAT ÖZGÜRLÜĞÜ .................................................................................................. 43 VII. EVLENME...................................................................................................................... 44 VIII. BOŞANMA ................................................................................................................... 47 2 IX. MİRAS ............................................................................................................................ 48 X. ŞAHİTLİK.......................................................................................................................... 49 XI. KADININ AKİT YAPABİLME VE DAVADA TARAF OLABİLME EHLİYETİ ............................ 51 SONUÇ .................................................................................................................................... 52 KAYNAKÇA .............................................................................................................................. 54 3 GİRİŞ Hukuk toplumdan topluma, zamandan zamana değişen bir olgudur. Kadın ve kadın hakları konuları tarih boyunca tüm hukuk sistemlerinde gündemde olmuş fakat istisnalar haricinde maalesef kadının da bir insan olduğunun ve erkeklerle eşit haklara sahip olduğunun kabullenilmesi oldukça zor olmuştur. Batıda da durum farklı değildir kadına hak ettiği değer verilmemiş kadın her türlü aşağılama ve eziyetlere maruz bırakılmış hatta kadının içinde şeytan olduğuna inanılmıştır. Günümüz insan hakları anlayışına ulaşılabilmesi, kadın erkek eşitliğinin kabul edilebilmesi için binlerce yılın geçmesi gerekmiştir. Biz bu çalışmamızda İslam hukukunun meseleye bakışını incelemeye çalışacağız. Çalışmamız Beş bölümden oluşacaktır. Birinci bölümde eski hukuk sistemlerinde, ikinci bölümde Türk devletlerinde, üçüncü bölümde semavi dinlerde, dördüncü bölümde İslam öncesi Arap toplumunda kadının hukuki statüsünü inceleyeceğiz. Böylece ilk dört bölümde İslam’ın dışındaki din ve toplumların kadına bakışını ana hatları ile özetledikten sonra beşinci bölümde İslam dininin konuya bakışını ele alacağız. Ödev konumuz genel olarak İslam hukukunda kadının statüsü olduğundan evlenme, boşanma, miras gibi konulara sadece tartışmalı hususlar bağlamında değinerek çalışmamızı tamamlayacağız. 4 BİRİNCİ BÖLÜM ESKİ HUKUK SİSTEMLERİNDE KADININ HUKUKİ STATÜSÜ I. HAMMURABİ KANUNLARINDA1 Günümüze değin ulaşabilen en eski hukukî düzenlemelerden olan Hammurabi Kanunlarında kadınlara yönelik pek çok madde bulunmaktadır. İlke olarak tek eşlilik geçerli olmakla birlikte eğer ilk eşin çocuğu olmazsa koca ikinci bir eş ya da cariye alabilir. Ayrıca erkeklerin kadın kölelerle ve fahişelerle ilişki kurmalarına izin verilmiştir. Eğer kadın zina yaparsa ölümle cezalandırılır, ancak kocası dilerse hayatını bağışlayabilir (Md. 171). Koca borçlarına karşılık olarak karısını (ve çocuklarını) satabilir ya da rehin olarak koyabilir. Rehin olarak verme durumunda üç yıl içinde borcunu ödeyemezse karısı (ve çocukları) köle haline gelir. Yine Hammurabi Kanunları'na göre koca kolayca eşini boşayabilir. Özellikle kadının çocuk sahibi olamaması önemli bir boşama sebebidir. Boşanma durumunda koca karısına boşanma tazminatı öder ve drahomasını (çeyiz) geri verir. Kadının kocasından boşanmayı talep edebilmesi ise son derece zordur ve risklidir. Kanuna göre eğer bir kadın "kocasından çok nefret ederse" bunu "ilân eder" ve şehir konseyi konuyu araştırır. Araştırma sonucunda kadının kusurlu olmadığı tespit edilirse drahomasını alarak babasının evine dönebilir. Ancak konsey kadını kusurlu bulursa kadın suya atılır (Md. 172). 1 Gül Akyılmaz, İslam ve Osmanlı Hukukunda Kadının Statüsü, Konya, 2000, s. 6-10 5 II. ESKİ ASYA HUKUKUNDA2 Eski Asya hukukunda kadınlarla ilgili Hammurabi Kanunlarından daha katı ilkelere de rastlanmaktadır: Örneğin koca karısını borcuna karşılık olarak rehin gösterdiğinde, rehin alan kişi kadını dövebilir, kulaklarını kesebilir ve saçlarından sürükleyebilir. Yine bir kocanın kendisine itaat etmeyen karısını saçlarından sürükleme hatta kulaklarını kesip, sakat bırakmasına izin verilmiştir. Boşanma gerçekleştiğinde kadının herhangi bir şey alıp alamayacağına karar verme yetkisi de kocaya bırakılmıştır. III. ESKİ MEZOPOTAMYA’DA Eski Mezopotamya uygarlıklarında üst sınıf kadınlarının daha yüksek bir hukukî statüye sahip olup, bazı haklar ve imtiyazlardan yararlandıkları anlaşılmaktadır. Bu kadınların kendi mal varlıkları vardır ve bu mal varlıkları üzerinde diledikleri gibi tasarrufta bulunabilir, sözleşmeler imzalayabilir, şahitlik yapabilir, tıpkı "bir oğul" gibi mirastan pay alabilirler. Hatta Babil kraliçesi Semiras gibi ülke yönetiminde etkili olan kadınlar da görülmüştür. Buna karşılık halk tabakasından kadınların durumu oldukça kötüdür. 3 2 3 Ayılmaz, a.g.e., s. 6-10 Ayılmaz, a.g.e., s. 6-10 6 IV. SASANİLERDE İran'da Sâsânîler döneminde kız kardeşle evlenilebilirdi4 .Sasanilerde kadının hukukî statüsü eski Mezopotamya uygarlıklarından da daha kötüdür. Kadınlar hayatları boyunca mutlak şekilde kocalarına itaat etmek zorundaydılar, aksi takdirde kocaları onları boşardı. Evlilikte arzu edilen erkek bir mirasçıya sahip olmaktı. Bu mümkün olmazsa ancak o zaman kız çocukları da mirasçı olabilirlerdi. Erkekler karılarının rızalarını almadan onları ödünç olarak bir erkeğe verebilirlerdi. Ödünç verme döneminde kadın hamile kalırsa bu çocuğun kocaya ait olduğu kabul edilir. Aksine bir anlaşma yapılmadığı takdirde evlilikten sonra koca, karısının mal varlığı üzerinde geniş haklar kazanırdı. Kadın kocaya itaatsizliği durumunda anlaşma ile kazandığı haklarını da kaybederdi. Kocası öldüğünde Yetişkin erkek evlat ya da eski kocasının en yakın akrabası kadının velisi olurdu. Sasani döneminde harem uygulaması da iyice geliştirilmiş, zaman zaman haremdeki cariyelerin sayısı bini aşmıştır5. V. ESKİ HİNTTE Hintlilerin M.Ö. 200 yıllarında uygulanmaya başlanan "Manu Kanunları"nda "kadınların yeteneksiz, akılsız ve bağımsız olmayan yaratıklar" olarak görüldükleri, mülkiyet ve miras haklarının dahi olmadığı anlaşılmaktadır. Eski Hint hukukunda kadının hiçbir hakkı yoktur. Kadın her şeyiyle kocasına bağlıdır. Kendi başına hiçbir hakka sahip olamaz, hiçbir şeyi mülkiyetine geçiremez. Hatta yaşama hakkı bile kocasının ömrü ile sınırlıdır. Koca karısından önce ölürse Hint geleneklerine göre, karısı sanki ondan bir parçaymış gibi ölümüne hükmedilir ve birlikte yakılırdı. Diri diri 4 5 Diyanet İlmihali-II İslam ve Toplum, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2005, s. 313 Ayılmaz, a.g.e., s. 6-10 7 insan yakma geleneğinin devam ettirilmesinin en ateşli destekçileri ise Hint din adamlarıydı. Çünkü kocasıyla birlikte yakılacak olan kadının mirası, din adamlarına kalıyordu6. Ayrıca kadın, tanrıların, hoşnut edilmesi yahut rızık göndermesi veya yağmurun yağmasını emretmeleri için kurban ediliyordu. Veda'larda kadın, felâketler, kasırga, ölüm, cehennem, zehir, yılan, ateş vs.' den daha kötü bir yaratık olarak nitelenmekteydi. Eski Hint telakkisine göre kadın, yaratılış olarak zayıf karakterli, kötü ahlâklı ve murdar bir varlıktı. Hint hukuku kadına evlenme, miras ve diğer uygulamalarda hiçbir hak tanımıyordu. Budizm'in kurucusu Buda başlangıçta kadınları kendi dinine kabul etmemişti.7 Sonraları kadınları dinine kabul etmiş, fakat bu durumun Budist toplumu için çok tehlikeli olduğunu söyleyerek, kadınların Budizm’e kabul edilmelerinin dinin ömrünü kısaltacağını ileri sürmüştür8. VI. ÇİN, İRAN VE MISIR’DA Çinlilerde kadın insan sayılmadığı için ona ad bile verilmezdi9.Eski Çin'de, kadın kocasının kölesi sayılırdı. Kocası ve çocuklarıyla birlikte yemeğe oturamazdı. Ayakta durup onlara hizmet ederdi. Ancak artanları yiyebilirdi. Kadın kocasına ve kocasının annesine de hizmet etmekle yükümlüydü. Bu hizmet ölene kadar devam ederdi. İran’da, evli kadına babası ya da kardeşi bile olsa bir başka erkeği görmesi yasaktı. Mısır'da, başlangıçta kadınlar erkeklerle aynı haklara sahip idiyseler de, bu durum fazla uzun sürmemiş, Firavun'un emriyle yine Gülsüm Engin, İslam Hukuku Açısından Çocuğun Bakımı ve Yetiştirilmesi Kadının Hak ve Sorumlulukları, Yüksek Lisans Tezi, Adana, 2007, s. 2-5 7 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 313 8 Halil Uysal, Kadın-Haklar ve Özgürlükler, I.Ulusal Kadın ve Aile Sempozyumu, Konya, 1998, s. 43 9 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 313 6 8 köleleştirilmişlerdi. Firavun, bazen kız kardeşiyle, bazen da kızıyla evleniyordu. Kız kardeşle evlenme âdeti toplumun önde gelenleri arasında da yaygındı10. VII. ESKİ SÜMERDE Eski Sümer tabletlerinde bir yandan annelik sıfatını taşıyan ve iyi bir eş olan kadınlar övülürken ve en büyük tanrı (ça)larından olan Enki bir dişi iken aynı zamanda Enki efsanede yasak meyveyi yemesi sebebiyle lanetlenmektedir.11 VIII. HİTİTLER’DE Hititler’de kadın ile köle arasında pek fark yoktu. Kadın, baba ile koca arasında satılan bir mal gibiydi. Günümüzdeki başlık parası, Hititler’de de uygulanmakta idi. Hitit yasasının 193. maddesine göre; erkek ölürse karısını, önce kardeşi, sonra da babası alırdı. Çünkü kadın başlığı ödenmiş bir mal gibiydi. Hititler’de saray kadınları belli haklara sahiptiler. Hatta kraliçeler gerek iç, gerekse dış siyasette müessir olabilmekteydiler. Ama aynı şey halktan kadınlar için söz konusu değildir. Onlar bir mal gibi alınıp satılıyordu. Zina durumunda, kocasının karısını öldürme hakkı vardı. Boşanmalarda ise çocuklar babaya bırakılıyor, baba da isterse çocuklarını satabiliyordu12. 10 Uysal, a.g.e., s. 43-44 Engin, a.g.e., s. 2-5 12 Engin, a.g.e., s. 2-5 11 9 IX. ESKİ YUNANDA "Uygarlığın beşiği" olarak nitelendirilen eski Yunan'da da kadının statüsünün hiç de iç açıcı olmadığı görülmektedir. Yunanistan’da kadın, çarşıda pazarda alınıp satılan, hürriyetini kaybetmiş, her türlü medenî ehliyet ve haklardan mahrum, hiçbir değeri olmayan varlık durumundaydı. Koca karısını dövebildiği gibi başka birisine de armağan edebilirdi. Aile müessesesi tamamen itibarsız, gayri hukuki ilişkiler övünç kaynağı olacak şekilde yaygındı. Kadın, Eski Yunan’da kötülüklerin kaynağı kabul edildiği için, hukuki şahsiyet ve medeni haklardan mahrumdu. Umumi hayata katılımları yasaklanmıştı. Herhangi bir tasarruf hakkına sahip değillerdi. Kendilerine herhangi bir konuda danışılmadığı gibi hiçbir işe karışmalarına da müsaade edilmezdi13 Tüm miras erkek çocuklara verilirdi. Bir erkeğe edilebilecek en büyük hakaret ona "kadın" demekti. Ayrıca kötü ve haksız iş yapan erkeklerin dünyaya yeniden kadın olarak geleceklerine inanılırdı. Bu aşağılamaların ötesinde kadın tüm kötülüklerin kaynağı olarak da kabul ediliyordu. Eflatun, kadınların elden ele orta malı olarak gezmeleri gerektiğini söylüyor, kadını "çocuk yapmaya mahsus bir alet" olarak görüyor; Aristo ise, kadının yaratılışta yarım kalmış bir erkek olduğunu iddia ediyordu14 Atina'da kız babasının hareminde velayeti altında yaşar ve babası onu istediği erkekle evlendirirdi. Kız evlenme ile kocasının velayeti altına girerdi. Evlenmeden önce babası veya evlendikten sonra kocası ölürse, velayet babasının veya kocasının mirasçısına geçerdi. Atina'da kadınlar yalnız ev işlerine bakar ve haklara sahip olmayanların aşağılık duyguları içinde yaşardı. Sürekli olarak kadınları gözeten ve mallarını yöneten bir velileri vardı. Kız baştan çıkmışsa, babası onu köle olarak satabilirdi. Kız 13 14 Engin, a.g.e., s. 2-5 Uysal, a.g.e., s. 44 10 veya karı vasiyet yolu ile de istenilene bırakılırdı. Kadın 50 litre buğdaydan fazla değerde bir bağıt yapamaz ve velisinin izni olmadan dava açamazdı15 Bir erkeğin karısı hür olsa da kocasının malı kabul edilmekteydi. Koca karısını döverek cezalandırabildiği gibi, zina halinde herhangi bir ceza almadan onu öldürme hakkına sahipti16. X. ROMA İMPARATORLUĞUNDA Roma Hukuku, eski çağ mevzuatının bütünü içinde kadınlara imtiyazlı veya nispeten daha bağımsız bir durum vermemiş; aksine hayal kırıcı bir ürkeklik göstererek onlara kamu hukuku alanında hiçbir hak tanımamıştır. Roma İmparatorluğu'nun başlangıcında kadın babası yaşadıkça onun hâkimiyeti altındadır, evlenince de kocasının hâkimiyeti (manus) altına geçer. Hak ehliyeti olsa bile fiil ehliyeti yoktur. Kadın eğer babanın hâkimiyeti altında ise babası tarafından evlendirilirdi17. Roma'da yalnız erkek Roma vatandaşı, sui juris'ti. Kadınlar sui juris olsalar bile ya babalarının veya erkek kardeşlerinin veya kocalarının yahut onların babalarının velayeti altındaydılar18 Kızlar, evlendiklerinde kocalarıyla "efendilik antlaşması" adı verilen bir sözleşme yaparlardı. Roma hukuku, kadını bağımsız bir kişiliğe sahip bir varlık olarak kabul etmiyor, aksine onu erkeğin kölesi, malını da erkeğin malı kabul ediyordu. Bu yasada erkek, kadına karşı davranışlarından sorumlu değildi. Öyle ki, bir kısım sosyologlar bu konudan söz ederken Romalılara göre evlilik sözleşmesinin kadın açısından bir kölelik sözleşmesi olduğunu söylerler Coşkun Üçok, Ahmet Mumcu, Gülnihal Bozkurt, Türk Hukuk Tarihi, Ankara, Savaş Yayınevi, 1999, s. 88 16 Ayılmaz, a.g.e., s. 6-10 17 Ayılmaz, a.g.e., s. 6-10 18 Üçok, Mumcu, Bozkurt, a.g.e., s. 88 15 11 İçtimai hayatta hâkim, ebe, masajcı, dansöz, terzi, balık satıcısı ve çamaşırcı olarak çalışan pek çok kadın vardı. Ancak çalışan kadın, toplumda hoşgörüyle karşılanmazdı. Özel hukuk alanında da hakları kısıtlı idi. Kadın medeni haklarını tek basına kullanamıyor, mal varlığına ilişkin işlemleri kendisi yapamıyordu. Anne ile çocuklar arasında vârislik ilişkisi yoktu. Daha sonra senato, anneye mirastan bir pay vermeyi kabul etti. Aile reisi olan erkeğin aile fertleri üzerinde mutlak hâkimiyeti vardı. Aile reisi karısının idamına bile karar verebilirdi. Aile fertleri, “sürekli aile fertleri” ve “muvakkat aile fertleri” diye ikiye ayrılmıştı. Muvakkat üyeler kız evlatlardan oluşurdu. Babaları ölecek olursa büyük erkek kardeşlerin sultası altına girerlerdi. Evlendiklerinde de kocalarının sultasına girerler ve öz ailesi ile olan bağları tamamen kesilirdi. Kadının boşama hakkı yoktu. Kocasının evinde hiçbir şeye sahip olamazdı. Kız evlat, aile dinini devam ettiremeyeceği için makbul sayılmıyordu. 19 On iki levha kanunları ehliyetsizliğe şu üç şeyi neden sayıyordu: Yaş, akıl durumu ve cinsiyet. Yani kadın olma durumu. Romanın eski hukukçuları, kadınları ehliyetsiz gösteriyordu.20 19 20 Engin, a.g.e., s. 2-5 Uysal, a.g.e., s. 45-46 saymalarının nedeni olarak akıllarının azlığını 12 İKİNCİ BÖLÜM İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK DEVLETLERİNDE KADININ HUKUKİ STATÜSÜ21 İslâmiyet'ten önceki Türk Devletleri'nde yani Hunlar, Göktürkler ve Uygurlarda kadının diğer eski hukuk sistemlerine göre çok daha iyi bir konumda olduğunu tespit edebiliyoruz. Eski toplumlarda kadınlara karşı görülen olumsuz tutuma Türklerde rastlanılmadığı görülmektedir. Kadının kocasından ayrı mal edinme hakkı olduğu gibi kadın sosyal ve dini hayatta önemli roller üstlenir, dini merasimlere katılır, hatta başkanlık ederdi. Günümüze değin ulaşan belgeler kadınların devlet hayatında da önemli bir yere sahip olduklarını göstermektedir. Tarihçiler, Hanların; devleti, eşleri hatunlarla birlikte yönettiklerini belirtirler. Örneğin Kutluğ Han ölünce, eşi Bilge Hatun oğullarının velisi olarak onun yerini almıştı22. Fermanlar genellikle "Hakan ile Hatun buyurur ki..." diye başlamıştır. Töreye göre kadınlara kocaları veya çocukları lehine Han'dan şefaatte bulunmak yetkisi tanınmıştı. Yine törelere göre evli bir kadına tecavüz idamla cezalandırıldı. Eski Türklerde babadan sonra aileyi anne temsil etmişti. Bundan dolayı annenin yeri, babanın diğer akrabalarından ileriydi ve çocukların vasisi de anneydi. Türk tarihinde kadınların hükümdarların "naibi" olabilmeleri ve devlet içinde söz sahibi olabilmeleri aile içindeki bu konumlarından kaynaklanıyordu. Kadına verilen değerden dolayı anne sözü babadan önce kullanılmıştı. Dede Korkut Hikâyelerinde Türk kadınının çokça övülmesi anne hakkının Tanrı hakkı olarak görülmesi, Uygurlara ait 21 yazıttan 9'unda önce kadının adının anılması Türklerin kadına verdiği önem ve değerin göstergeleridir. Türk aile yapısı ve hukuku üzerine ayrıntılı çalışmalar yapan Ziya GÖKALP, eski Türklerde kadın ve erkeğin eşit olduğunu söylemektedir. 21 22 Ayılmaz, a.g.e., s. 11-16 Uysal, a.g.e., s. 50 13 Türk devletlerinde poligami olmakla birlikte monogami yaygındı ve eş seçmede kadınlar da söz sahibi idi.23 Eski Türklerde evlenme akdinde anne ve babanın rızası aranmakla birlikte, evlenecek tarafların rızası da önemlidir. Anne-baba kızlarının temayülünü de dikkate almışlardır. Evlenme kadının hukukî ehliyeti üzerinde hiçbir etki yaratmaz. Kadın kızlık soyadını taşımaya devam eder. Eşler arasında mal ayrılığı rejimi geçerli olduğundan kadın kendi mal varlığı üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Kocanın ölümünden sonra kadın mirasın 1/4'ünü alma hakkına sahiptir. Bunun dışında evlenirken getirdiği cihaz (kadının kocasının evine gelirken getirdiği bir miktar mal) kocasının verdiği kalın(erkeğin veya velisinin kız tarafına "kalın" adı altında bir miktar mal vermesi) dan fazla ise miras paylaşılmadan önce bu fazlalık da kendisine verilir. Babası hayatta iken cihaz alarak evlenen, kızlar mirastan pay alamazlar. Fakat babası hayattayken bir miktar pay alarak ev kurmuş oğulların da miras hakkı yoktur. Erkek varisler olmadığı zaman evlenmiş kızlara da mirastan hisse verilir. Eski Türk hukukunda kocanın yanı sıra bazı sebeplerin varlığı halinde kadına da boşanma hakkı tanınmıştır. Kadın kocasının iktidarsızlığı, fena muamelesi ve zina yapması sebebiyle boşanmayı talep edebilirdi. Boşanma kocanın kusuru sebebiyle gerçekleşirse, koca verdiği kalını geri alamayacağı gibi, karısının cihaz olarak getirdiği malı da iade etmek zorundaydı. Evlilik karşılıklı rıza ile son bulursa, koca cihazı, kadın da kalını iade ederdi. Eski Türklerin aile hukukunda karşımıza çıkan bir müessese de "levirat'dır. Levirat, babaların ölümünden sonra oğulların üvey anaları ile ağabeyin ölümünden sonra küçük kardeşlerin yengeleri ile, amcaların ölümünden sonra yeğenlerin yengeleri ile evlenmeleridir. Bu geleneğin amacı dul kalan kadınları himaye ve aile mülkünün parçalanmasını önle- 23 Engin, a.g.e., s. 2-5 14 mektir. Burada dikkati çeken nokta "Levirat" ile ilgili bilgilerin daha çok Çin kaynaklarında yer almasıdır. 15 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SEMAVİ DİNLERDE KADININ HUKUKİ STATÜSÜ İslâmiyet'ten önceki birçok dinin kadın-erkek eşitliğini kabul etmediği gibi, kadınlar hakkında aşağılayıcı ve olumsuz düşüncelere sahip olduğunu görüyoruz. Örneğin budizm kadını kötülüklerin kaynağı olarak görmekte ve onu topluma düşman ilan etmektedir. Maniheizm'e göre insan karanlık hükümdarının dünyaya getirdiği bir yaratıktır. Bu insan tek başına kala-bilse, maddeden kurtulup nura ulaşabilir. Ancak karanlık kuvvetleri, gasbedilmiş nurdan bu insanda var olan parça daha da küçülsün, parçalansın diye Havva'yı yaratmışlardır24.Biz bu bölümde Yahudilik ve Hıristiyanlığın kadına bakışını incelemeye çalışacağız. I.YAHUDİLİK’TE Yahudiliğin dini metinlerinde erkek çocuğun kız çocuğa tercih edildiği ve kız çocuğun ızdırap veren bir yük, babasının utanç kaynağı olarak düşünüldüğü görülmektedir: “Kızın dik başlımı? Sert bir şekilde bakarsan bir daha seni düşmanlarına alay konusu olmaktan, kasabanın diline düşmekte, dedikoduya konu olmaktan ve seni halka utanç duymaktan alıkoyar. (Ecclesiasticus 42:11)25 Yahudi din âlimleri cennetten kovulmanın sonucu olarak kadınlara verilen dokuz laneti şöyle sıralarlar: 24 25 4 Ayılmaz, a.g.e., s. 17 Şerif Muhammet, ‘’İslam ve Yahudi-Hıristiyan Geleneklerinde Kadın’’, http://www.sfenks.net, s. 16 “O kadınlara dokuz musibet ve ölüm vermiştir: adet ve bakirelik kanı yükü, hamilelik, çocuk doğurma, çocukları büyütme, (kocası öldüğünde) yas tutan birisi olarak başını örtmek, daimi bir köle veya efendisine hizmet eden kız köle gibi kulaklarını delmek; şahit olarak kabul edilmez, hepsinden öte.... ölüm”26. Yahudilikte kadının rolü eski dönemlerden beri var olan ataerkil toplum yapısına uygun olarak şekillenmiş, sosyal fonksiyonlar cinsiyete göre tesis edilmiştir. İsrail hukukunda, ailede erkek mutlak hakimdir. Yahudi kızları, babalarının evlerinde bile hizmetçi gibidirler. İsrail hukukunda baba kızını satabilirdi; ailede erkek evlât varsa kızlar mirastan pay alamazlardı27. Boşama hakkı yalnızca kocaya aittir. Yahudilerin her sabah yaptıkları bir duada şöyle bir cümle yer almaktadır :"Ezeli ilâhımız, kâinatın kralı, beni kadın yaratmadığın için sana hamdolsun.’’.Tevrat'ta şöyle denilir: "Kadın ölümden daha acıdır. Salih kullar binde bir ihtimalle de olsa yakalarını kurtaracaklardır. Fakat kadınlar arasında Allah'ın huzurunda kurtuluşa erecek tek bir kimse bulamıyorum"28. Yine başka bir ayette: “Ve adam dedi: Yanıma verdiğin kadın o ağaçtan bana verdi ve yedim… Ve rab, kadına dedi: Zahmetini ve gebeliğini ziyadesiyle çoğaltacağım. Ağrı ile evlat doğuracaksın. Ve arzun kocana olacak, o da sana hâkim olacak.” Ademe de: 26 Muhammet, a.g.m., s. 3 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 313 28 Uysal, a.g.e., s. 44 27 17 “Karının sözünü dinlediğin ve Ondan yemeyeceksin, diye sana emrettiğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetli oldu, ömrünün bütün günlerinde zahmetle ondan yiyeceksin29” Tevrat’taki bu ayet ve benzer ayetler, İbraniler arasında erkeğe yasak meyveyi yedirten, ilk cinsellik suçunu işleten “bastan çıkartıcı Havva”, yani “aldatıcı kadın” imgesinin oluşmasına destek sağlamış, kadın “erkeği günaha düşüren varlık” olarak algılanarak sürekli aşağılanmış ve hor görülmüştür. Ailede kızlar mirasçı olamaz. Kitab-ı Mukaddes geleneğinde erkek kadının efendisidir. Ibranice’de kocaya verilen isimlerden biri de “baal” dir ki efendi anlamındadır. Kadının kısır olması ise kınama ve üzüntü sebebidir. Ayrıca kadın, Yahudilikteki bir telakkiye göre periyodik rahatsızlık dönemlerinde necis kabul edilir. Bu esnada dokunduğu her şey necis olur. Bu sebeple kadın adet süresi bitene kadar bazen evden kovulur, bazen de özel olarak hazırlanmış odalara hapsedilir, önüne yetecek kadar ekmek ve su bırakılırdı30.Dahası onun murdarlığı başkalarına da ‘geçer’. Kadının dokunduğu her şahıs, her eşya bir gün boyunca kirli kalır. “Eğer bir kadının akıntısı ve bedeninde akıntısı kan olursa, yedi gün murdarlığında kalacak ve ona her dokunan akşama kadar murdar olacaktır. ve murdarlığında üzerinde yattığı her şey murdar olacak: üzerinde oturduğu her şey de murdar olacaktır.Ve kadının üzerinde oturmakta olduğu her hangi bir şeye dokunan her adam esvabını yıkayacak ve suda yıkanacak ve akşama kadar murdar olacaktır. Ve kadının oturmuş olduğu yatak , yahut her hangi bir döşek üzerinde bir şey olursa adam o şeye dokunduğu zaman akşama kadar murdar olacaktır” (Levililer: 15: 19-23) Günümüz İsrail’inde, evli bir erkek evlenmemiş bir kadınla evlilik dışı ilişkiye girerse bu kadından olan çocukları meşru kabul edilir. Bunun sebebi kadının kocasının mülkü sayılması ve zinanın kocanın kadına karşı olan ayrıcalıklı haklarının ihlalini içermesidir ki kocasının mülkü olarak kadının ona 29 Tekvin, 2:4 30 Engin, a.g.e., s. 5-15 18 karşı böyle bir hakkı yoktur. Eğer bir erkek, evli bir kadınla ilişkiye girerse başka bir erkeğin mülkünü ihlal etmiş olur ve bundan dolayı cezalandırılır. Eğer evli bir kadın evli olsun veya olmasın bir erkekle ilişkiye girerse kadının bu erkekten olan çocukları sadece gayrı meşru olmakla kalmaz, nesepsiz kabul edilir ve ancak dönme veya kendisi gibi nesepsiz olan Yahudilerle evlenebilir. Bu yasak anlayışlarına göre, zina lekesi zayıflayıncaya kadar on nesil boyunca çocuklarının soyunda devam eder31. II.HIRİSTİYANLIK’TA Gerçekte Kitabı Mukaddes ile Kuranın kadın cinsine karşı tutumlarındaki farklılık, kız çocuğu dünyaya gelir gelmez başlar. Örneğin Kitabı Mukaddes doğan kız çocuğu ise Annenin ritual kirliliğinin iki kat daha fazla (Lev. 12:2-5) olduğunu ifade eder. Katolik incili bunu açıkça ifade eder: “kız çocuğunun doğumu bir kayıptır” (Ecclesiasticus 22:3) Bu aşağılayıcı beyanın aksine erkek çocuğu özel övgü alır:“oğlunu eğiten adama düşmanları gıpta eder” (Ecclesiasticus 30:3)32 Kadının haram meyveyi Hz. Adem’e yedirerek cennetten kovulmasına ve böylece insan neslinin günahkâr olmasına neden olduğu düşüncesiyle, Hıristiyanlık kadınlarla cinsel ilişkiyi günah ve kirlenme saymaktadır. Günümüzde bile Katolik kiliselerinde yapılan evlenme törenlerinde okunan duada, "Günahla düşmüşüm annemin karnına, günah işlemiş annem bana gebe kalırken" denilmektedir. Hıristiyanlıkta kadın kötülüğü, şeytana uymayı ve ayartıcılığı sembolize etmiştir33.Bu sebeple din adamları ve bütün erkekler kadınlardan uzak durmalı, hatta onlardan kaçmalıdırlar. Kadın bir tehlike olarak görüldüğü için, bu tehlikeyi bertaraf 31 Muhammet, a.g.m., s. 7 Muhammet, a.g.m., s. 4 33 Engin, a.g.e., s. 5-15 32 19 edecek peçe, vücudu gizleyecek elbiseler ve kadın-erkek arasında katı bir ayrımın altı özellikle çizilmiştir34 . Aziz Augustin'e göre insanın karısı veya bir fahişeyle cinsel ilişkide bulunması arasında pek fark yoktur. Her ikisi de günahtan arınmış değildir. Tanrı'nın kadını neden yarattığını tartışan Augustine, kadının erkeğin eşi (arkadaşı) olarak yaratılamayacağını çünkü bu işi bir erkeğin daha iyi yapabileceğini, erkeğe yardımcı olarak da yaratılmadığını, çünkü erkeğin bu role çok daha uygun olduğunu savunmaktadır. Sonuçta düşünür "Eğer çocuk doğurmayı istisna edersek kadınların erkeklere ne faydası olduğunu anlayamıyorum" demektedir. Üstelik ona göre kadın günah kaynağıdır. Papa Gregorie, iki asır sonra Aziz Augustin'in öğretisini onaylayacak, karı kocaların ilişkilerinin de günahtan arınmış olmadığına hükmedecektir. İskenderiyeli Clement'e göre, "Kadın, kadın olmaktan ötürü utanmalıdır."35 Tertullian ise kadınlar hakkında şunları yazmaktadır: "Siz şeytanın insan ruhuna giriş kapışısınız. Siz insanı yasak ağaca yöneltensiniz. Siz kutsal yasayı ilk ihlâl edensiniz. Siz şeytanın hiçbir şey yapamayacağı konusunda onu (erkekleri) kandıransınız. Siz Tanrı'nın yarattığı insan örneğini tahrip edensiniz. Sizin arzularınızdan dolayı Allah'ın oğlu bile ölmek zorunda kaldı"36. Asırlar sonra bile St Thomas Aquinas kadını hala kusurlu olarak görür: “fert olarak kadın kusurlu ve yararsızdır. Çünkü erkek hücredeki aktif güç erkek cinsiyetinde mükemmel bir benzerliği meydana getirirken aktif güçteki kusur veya rahatsız madde, hatta harici tesirlerde adını meydana getirir” Ayılmaz, a.g.e., s. 17 Engin, a.g.e., s. 5-15 36 Ayılmaz, a.g.e., s. 17 34 35 20 Hıristiyan Mukaddes kitabının bir bölümü olan Pavlos'un Korintoslular'a birinci mektubunun onbirinci babında, (cümle 1-15), Hıristiyan kadınların dua ederken başlarının örtülü olması gerektiğine dair kısımda, kadınlarla ilgili olarak şu hüküm yer almaktadır "Çünkü erkek kadından değil, fakat kadın erkektendir." (Cümle 8) "Çünkü erkek kadın için değil, fakat kadın erkek için yaratıldı37." (Cümle 9). Bu nedenle de kadınlar Rab’lerine nasıl bağlı iseler kocalarına da öyle bağlanacaklardır. Çünkü Mesih nasıl kilisenin başı ise, erkek de öyle kadının başıdır. Pavlos, kadının çözülmez bir bağla bağlandığı kocasına koşulsuz itaati tavsiye eder38 13. asırdan itibaren Kilise, şeytanla cinsel ilişkiye giren ve böylece insanlar arasında fuhşu ve kötülüğü yaymak isteyen birçok kadın olduğu görüşündeydi. Bu nedenle kilisenin insanlığı tehdit eden bu belâyı def etmede aktif bir rol alması kaçınılmazdı. Böylece kilisenin büyücü avına çıktığına ve birçok masum insanı diri diri yaktığına ya da suda boğulmasına neden olduğuna tanık olundu.Kilise, büyücülüğün kökünü kazımak için en etkin yöntemleri belirleyen bir kitap yazdırmıştır.('Malleus Maleficarum' :"büyücülerin kafasını ezecek balyoz")Bu eser, yayınlandıktan sonra uluslararası bir kanun niteliğine bürünmüş Alexandre VI, Jules II, Leon X gibi rönesansın büyük papaları bu eserin geçerliliğini büyük bir memnuniyetle onaylamışlardı. Çünkü mahkûmların servetleri müsadere ediliyordu. Doğal olarak, soruşturmayı yürüten müfettişlere de, insanlığa yaptıkları bu büyük hizmet karşılığı müsadere edilen malların bir kısmı mükâfat olarak veriliyordu39. Azizler ve Papazlar, kadın ve evliliği kötülemede o denli ileri gitmişlerdi ki, tüm bu düşüncelerin etkisiyle 16. yüzyılda, "Kadının ruhu var mıdır? Yoksa ruhsuz bir cesetten mi ibarettir?" konusunu Makon (ya da Mason) Meclisi'nde ciddi şekilde tartışmışlardı ve bir kişi kadının özgürlüğüne oy vermişti. Toplantı sonunda İsa peygamberin annesinin dışındaki ka- 37 Uysal, a.g.e., s. 46 Engin, a.g.e., s. 5-15 39 Uysal, a.g.e., s. 46 38 21 dınların kendilerini cehennemden kurtaran ruhtan yoksun oldukları kararına varmışlardı. Reformist Martin Luther’ de yan tesirleri bir yana dünyaya mümkün olduğu kadar çok çocuk getirmenin dışında kadınların bir faydasını görmez “Onlar yorulsa hatta ölseler bile problem değil. Bırak onlar çocuk doğururken ölsünler. Çünkü onlar bunun için buradalar.”40 40 Muhammet, a.g.m., s. 3 22 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM İSLAMİYETTEN ÖNCE ARAP YARIMADASINDA KADININ HUKUKİ STATÜSÜ41 İslâm'dan önceki Araplarda bazı soylu aile kızları birtakım imtiyazlara sahip olsalar da genelde kadının durumu çok kötüydü. Her şeyden önce dinmek bilmeyen kabile savaşları kadınlar için büyük bir tehlike oluşturuyordu. Çünkü cahiliye Araplarında kadın, savaş sonunda herhangi bir mal gibi, kendisinden çeşitli yollarla yararlanılan bir ganimet kabul edilirdi. Bu durumda, kız çocuklarının ileride kendilerine utanç ve ar getirecek bir duruma düşmesinden kaygı duyan müşrik Araplar, kız çocuğunu Allah’ın bir lütfu olarak değil gazabı olarak algılamışlardır. Hatta hamile bir Arap kadınının doğumuna yakın zamanlarda gözlerinin önüne bir çukur kazılır, şayet doğan çocuk kız ise bu çukur o çocuğun mezarı olurdu. Bazı ailelerde kız çocuklarını fakirlik korkusuyla diri diri gömüyorlardı. Bu adet toplumun tamamında uygulanmıyordu, bazı kabilelere mahsus bir adetti. Kur'ân-ı Kerîm'de bu uygulamalara değinilerek, onları buna yönelten zihniyet yerilmektedir. Câhiliye döneminde zina ve fuhuş eğilimleri, son derece çirkin ve ahlâk dışı uygulamaların, sözde nikâh usullerinin ortaya çıkmasına yol açmıştı. Kur'ân-ı Kerîm'in bir âyetinde de işaret edildiği üzere, Câhiliye döneminde genç kızları pazarlayarak bundan kazanç sağlayanlar vardı (en-Nûr 24/33)42. Arap insanı, kızını toprağa gömmekle kalmaz, bir köle gibi satar, dilerse bir ev hayvanıyla değiş tokuş ederdi. İslam öncesi Arap Yarımadası’nda yaşama hakkı elinden alınan kadınların içtimai hayatta birçok hakkı kısıtlanmıştı43. Cahiliye' de, Araplar' ın kadın ve evlilikle ilgili telakkileri, mülkiyet anlayışlarıyla ilintiliydi. Kadın hak sahibi olmaktan ziyade, hakka ve temellüke 41 Uysal, a.g.e., s. 51 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 314 43 Engin, a.g.e., s. 5-15 42 23 konu teşkil edebilen bir eşya durumundaydı. Evlenme, bilhassa göçebe Araplar arasında karı-koca arası bir hayat ortaklığı kurma fikrinden çok, mehir karşılığı erkeğin kadına sahip olması şeklinde anlaşılır, bunun için de evlenme, bir nevî satım akdi gibi düşünülürdü. Evlenen kadın babanın hâkimiyetinden çıkıp, mehir karşılığı kocanın hâkimiyetine girmiş olurdu. Arap kadını pek çok haklardan yoksundu. Miras alma hakkından mahrumdu. Kocası üzerinde herhangi bir hak iddia edemezdi. Kocanın ölümü halinde kadın, onun terekesindeki diğer mallar gibi kocanın mirasçılarına geçer, kocanın mirasçısı yoksa kadın babasının evine geri dönerdi. Araplar kadını, hile ve tuzak sahibi, dedikoducu, uğursuz, intikamcı olarak adlandırır, kadınların hile ve desisesinden çok çekinirlerdi. Öteden beri kadının görüşüne itibar etmez, ona danışmazlardı. Kınamak istedikleri zayıf ve yanlış bir söz ve görüşe de "kadınların görüşü (Re'yu'n-Nisâ)" adını verirlerdi. Yine Arapların kadınlar hakkında "onlara danışın fakat aksini yapın (Şâvirûhünne hâlifûhünne)" sözü meşhurdu. Hatta zaman zaman kadınların görüş ve aklının olmadığı yolunda sözler de söyleniyordu. Arap toplumunda bazı kimseler, babalarının ölümünden sonra onların karılarıyla evleniyorlardı. Bazıları da iki kız kardeşi birden alıyorlardı. Cahiliye'de evliliğin kendine özgü nitelikleri vardı. Dört çeşit nikâh vardı: 1. Bugünkü nikâha benzeyen nikâh. Kişi, velisi bulunduğu kimseyi ya da kendi kızını bir başkasına nişanlar sonra da evlendirirdi. 2. Koca, karısı hayızdan temizlenince onu bir başkasına gönderir, onunla yatmasını isterdi. Kadın o adamdan hamile kalana kadar, koca, karısına yaklaşmazdı. Kadının o adamdan hamile kaldığı anlaşılınca isterse tekrar karısıyla beraber olurdu. Koca, bunu çocuğunun üstün niteliklere sahip olması için yapardı. Çünkü genellikle karısını gönderdiği kimse belirli özellikleri olan birisi olurdu. 3. Ondan fazla erkek bir kadınla beraber olurlardı. Kadın hamile kalıp doğurunca bu erkekleri toplar ve içlerinden birisine "bu senin çocuğun" 24 derdi. Erkek bundan kaçınamazdı. 4. Birçok erkek bir kadınla beraber olurlardı. Bu tür kadınlar genellikle fahişelik yaparlardı. Kendileriyle beraber olmak isteyenlerin bilmesi için evlerine bayrak şeklinde bir işaret asarlardı. Bu kadınlar hamile kalınca, kendileriyle beraber olan erkekleri toplarlar ve içlerinden istediklerine çocuğu nispet ederlerdi44. Boşanma hakkı hiçbir kurala bağlı olmaksızın erkeğe aitti, kocasının onu öldürmesini önleyecek bir nizam mevcut değildi45. 44 45 Uysal, a.g.e., s. 51 Engin, a.g.e., s. 5-15 25 BEŞİNCİ BÖLÜM İSLAMİYET’TE KADININ HUKUKİ STATÜSÜ I.GENEL OLARAK Çalışmamızın buraya kadar olan kısmında, İslam’ın doğumundan önceki dönemlerde ve semavi dinlerde kadının toplum ve aile içindeki durumuyla ilgili olarak genel bir bilgi vermeye çalıştık. Şimdi ise öncelikle İslam’ın genel olarak kadına yaklaşımına ardından ana hatlarıyla bazı tartışmalı meselelere değineceğiz. İslam toplumlarında kadının gerek aile hayatında gerekse siyasî, hukukî, sosyal ve ekonomik alanlardaki konumunu bir taraftan dini kurallar, diğer taraftan sosyal ve siyasi çevre, etnik yapı ve İslam öncesinden gelen kültür mirası belirlemiştir. Bu sebeple İslam dünyasında kadının her yerde ve her dönemde aynı konumda olduğunu söylemek mümkün değildir. Hatta aynı bölgede ve aynı zaman dilimi içinde yasayan kadınlar arasında bile şehirde veya kırsal kesimde bulunmalarına göre farklılıklar olmuştur. Ancak bu, İslam toplumlarındaki kadınların bütünüyle farklı kimlikleri temsil ettiği anlamına da gelmez. Onlar; sosyal, hukukî ve ekonomik konum bakımından her dönemde belirli ortak çizgilere sahip olmuşlardır46. Fazlur Rahman'a göre Kur'an'ın kadın konusundaki öğretisi, İslâm öncesi Arap toplumundaki güçlü tabakalar tarafından suistimal edilen yetimler, esirler, fakirler, kadınlar gibi toplumun daha zayıf katmanlarının durumunu düzeltme ve güçlendirme gayretinin bir parçasıdır. Kur'an'da insanın yaratılış serüveni anlatılırken, kadınlar ve erkekler farklı farklı ele alınmalarına rağmen, kadınlara ve erkeklere atfedilen değer konusunda önemli bir fark yoktur. Kur'an ana konularını sunarken kadını erkeğin bir türü 46 Engin, a.g.e., s. 5-15 26 olarak mütalaa etmez. Erkek ve kadın kendilerine aynı veya eşit itibar verilmiş insan türünün iki kategorisidirler47 İslâm'dan önce kadınların birçok insanî haktan mahrum bulunduğu ve eşya gibi kullanıldığı bilinmektedir. Suçlu, bir erkek, mağdur olan da bir kadınsa; kısas yapılmazdı. Kur'an işte bu eşitsizliğe son vermiştir. Hatta bazı durumlarda kadın haklarının daha da dikkate alındığı görülür. Kur'an-ı Kerim bir kadını zina yapmakla suçlayan ve bunu ispat edemeyenlerin sadece bu yalan ithamı için öngörülen kanunî cezaya çarptırılmalarını değil; aynı zamanda bu kimselerin bir daha mahkemelerde şahitliklerinin de asla kabul edilmemesini emreder. Yeryüzünde kadını ilk sahiplenen kültür, İslam Kültürüdür. İslâm hukukunda, bir insan olarak erkeğe tanınan temel insan hakları kadına da tanınmıştır. Buna göre hayat hakkı, mülkiyet ve tasarruf hakkı, kanun önünde eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı, şeref ve onurun korunması, inanç ve düşünce hürriyeti, evlenme ve aile kurma hakkı, özel hayatının gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim teminatı gibi temel haklar bakımından kadınla erkek arasında fark yoktur. İslam’da kadının maddî ve manevî kişiliği, malı, canı ve ırzı erkeğinki gibi değerlidir; her türlü hakaret, saldın ve iftiradan korunması gereklidir. Aksine davrananlar hakkında İslâm hukukunda ağır cezaî hükümler konulmuştur. Kadın bağımsız bir hukukî şahsiyettir; hak ehliyeti ve fiil ehliyeti açısından kadın olmak, ehliyeti daraltan bir sebep değildir. Haklarının kocası ya da başkası tarafından ihlâl edilmesi halinde hâkime başvurarak haksızlığın giderilmesini sağlamak hususunda erkekten farklı bir durumda değildir48. Hz.Ömer ‘in şu sözü önemlidir49'Biz İslâm'dan önceki cahiliye döneminde, kadınları hiçbir şeyden saymazdık. İslâmiyet gelip Allah onlardan da söz edince anladık ki, onların da bize karşı hakları varmış.' (Buharı, C. Ayılmaz, a.g.e., s. 19 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 317-318 49 ORUM Ali Osman, ‘İslam’da Kadın ve Aile Hukuku’, y.y, Eskişehir, 2006, s. 29 47 48 27 Sahih. (1315) VII/ 46; Müslim. C. Sahih, C. II/S 110,1; Küt.Sitte Muht. C10,sf-78)) İslâm kadını yüceltmiş, özelliklerine bağlı farklar dışında erkeğe eşit kılmıştır. Evin geçimi kocaya ve erkek yakınlarına ait olduğu için kadının geçim tasası yoktur, ev işlerini gücü yettiği kadar yapmakta, kocası ve çocuklarından başkasına hizmet etmeye mecbur bulunmamaktadır, aşağıda ayrıntılı şekilde anlatılacağı üzere kadının seçme (bey'at) ve danışmaya katılma hakkı vardır. Kadın toplum içinde kendi özellikleriyle bağdaşacak görevler alır ve hizmete katılır50. İslâm dini zina ve fuhşu önleyici tedbirler almış kabileler arası savaşı ortadan kaldırmıştır. Bu gelişme en çok kadınlara yarar sağlamıştır zira yeni düzen, onları esir düşüp câriye olmaktan, erkekler için gelişigüzel bir tatmin aracı ve ganimet malı haline gelmekten kurtarmıştır. Kur’an İslam’dan önce sürdürülen kız çocuklarının diri diri gömülmesi geleneğine son vermiş ve kız çocuğunun erkek çocuktan farkı olmadığını otaya koymuştur. "Beyinsizlikleri yüzünden körü körüne çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızıkları -Allah'a iftira ederek- haram sayanlar kaybetmişlerdir. Onlar şaşırmışlardır, doğru yolda değillerdir." (Enam, 6/140.) "Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır, dilediğini yaratır. O, dilediğine kız çocuk, dilediğine de erkek çocuk verir yahut hem kız, hem erkek çocuk verir; dilediğini de kısır bırakır. O bilendir, her şeye gücü yetendir." (Şura,42/49-50) "Hâlbuki onlardan birine, kız doğum haberi müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolar, yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğü, dolayısıyla kavminden gizlenir. Şimdi acaba o çocuğu zillet ve horluğa katlanarak saklayacak mı? Yoksa toprağa mı gömecek? Dikkat edin verdikleri hüküm ne kötüdür! " (en-Nahl 16/56-59). 50 Hayrettin Karaman, İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, İstanbul, Gerçek Hayat, 2003, s. 519-520 28 Kız ve erkek çocuklarının ilâhî bir 'hibe' (Allah vergisi) olduğunu bildiren ayette' dilediği kimseye kız çocuğu verir, dilediği kimseye de erkek çocuğu verir' şeklinde kızların erkeklerden önce zikredilmesini; ulemânın bir kısmı, kızların erkeklere göre daha hayırlı olmalarına alâmet olarak değerlendirmişlerdir. Bununla ilgili Hz. Peygamberden gelen bir rivayette de "Bir kadının ilk çocuğunun kız olması Allah'ın o kadına bir rahmetidir51" Hz. Peygamber (a.s.) ihsan ve ikramda çocuklarınız arasında bir tercih yapmayın, 'âdil olun' dedikten sonra, 'Çocuklarınız arasında adaleti gözetin. Eğer ben, birisini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım" buyurmuştur52. Kur’an, kadına karşı şartlanmışlığın çemberini kırmış, adeta ona reva görülen zulmün hesabını sorgulayan bir metot kullanmıştır. İnsanın yaratılısında ve insan neslinin devamlılığında kadının ve onun analığının esas unsur teşkil ettiğini binaenaleyh kadının horlanamayacağını, Hz. İsa’nın babasız olarak Hz. Meryem’den doğduğunu bildirmekle ortaya koymuştur. Bir bakıma “hakir gördüğünüz, haklarını ketmettiginiz kadın, siz olmadan yaratılısı doğrultusunda işlevini yerine getirdi. Eğer iddia ettiğiniz gibi bir üstünlüğünüz varsa, siz de onlar olmadan işlevinizi yerine getirin” der gibi bir ifade kullanmaktadır53. Yine Kur’an Hz. Musa’nın doğumunu müteakip geçirdiği tehlike dolu günleri anlatırken hep annesine ve kız kardeşine rol vermiş, babasından hiç söz etmemiştir. Erbay’a göre burada da vurgulamak istenen ince espri, çocukluğunun ilk yıllarında onun himaye ve yetiştirilmesi hususunda annenin rolünün babanın rolünden daha üstün olduğunun bir örnekle ortaya konmasıdır54. Nitekim bu hususta ki hadisi şerif şu şekildedir: "Cennet annelerin ayaklan altında" gösterilmiştir (Münâvî, Feyzü'l-kadîr, III, 361)55 51 Orum, a.g.e., s. 37 Orum, a.g.e., s. 37 53 Engin, a.g.e., s. 5-15 54 Engin, a.g.e., s. 5-15 55 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 314-315 52 29 Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu, zayıflık üzerine zayıflık çekerek (karnında) taşımıştı. Onun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve ana babana şükret. (Lokman,14) Annenin bu özel konumu Peygamberimiz Hz. Peygamber tarafından veciz bir şekilde dile getirilir: “Bir adam peygamber efendimize gelip: ey Allahın rasulu insanlar içinde hürmet etmeme en layık kimdir? diye sordu. Allahın Resulü: ‘annendir’ buyurdu. Adam: ‘sonra kim?’ diye sordu. Peygamberimiz: ‘annendir’ dedi. Adam yine: ‘sonra kim?’ diye sordu. Peygamberimiz ‘annendir’ buyurdu. Adam yine: ‘sonra kim?’ diye sordu. O zaman Peygamber Sav: ‘babandır’ buyurdu. (el-Buhari)56 Kadınlara karsı iyi davranmak, yumuşak ve tatlı dille onlara hitap etmek, haksızlık ve kabalıkta bulunmamak Hz. Peygamberin büyük ehemmiyet verdiği bir husustur. Hz. Muhammed : 'Sizin en hayırlınız kadınlarına karşı en hayırlı olanlarınızdır (Mace, Nikah-50; Darimi, Nikah 55; Riyaziissalihin,1/315.)demektedir.Hz. Aişe, Hz. Mıdıammed'in eşlerini ve hizmetçilerini kesinlikle dövmediğini söylemektedir, (ibn. Mace. "Nikah" 51)57.Hz Peygamber Müslümanlara "kadınlar hakkında daima iyi davranmalarını, onları kendi akıllarınca düzeltmeye kalkmamalarını, maddî ve manevî ihtiyaçlarını temin etmelerini tavsiye etmiş"58.Başka bir hadiste "Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi (üç şeyi severim): Kadın, güzel koku ve namaz; ama benim gönlüm namazdadır" buyurmuştur.59. Diğer bazı hadisler şunlardır: 'Kadınlara eziyet etmeyiniz, onlar Allah'ü Teâlanın sizlere emânetidir. Onlara yumuşak davranınız.' 56 Muhammet, a.g.m., s. 13 Orum, a.g.e., s. 54 58 Karaman, a.g.e., s. 519-520 59 Karaman, a.g.e., s. 519-520 57 30 'Bir erkek kadınını döverse, kıyamette ben onun davacısıyım.'(İbni Mace, Darb-51) Hz. Peygamber döneminde kadın, toplum hayatının içinde erkekle yan yana gözükmektedir. Hz. Peygamber, toplumda kadının ezilmesine, horlanmasına karsı çıkmış, haklarının elinden alınmasına engel olmuştur. Kadınlar, Mekke döneminin ilk yıllarından itibaren Hz. Peygambere destek ve yardımcı olmuşlardır. Hz. Muhammed’e Peygamberlik geldiği zaman O’na ilk inanan, diğer bir tabirle, İslam dini tarihinde ilk Müslüman olan Hz. Hatice dir. Hz. Peygamber dönemi, kadınların görüşüne önem verilip, her türlü hususta kendileriyle istişare edildiği bir devir olmuştur. Kadınlar, ailede de söz sahibi olmuş ve kocasının yanlış gördüğü fikirlerine karsı çıkabilmiştir. Hz. Peygamber devri kadınlarının, serbestçe fikirlerini açıklayabilmelerinde kadınların, Hz. Peygamber’den gördüğü desteğin rol oynadığı açıktır. Kaynaklarımızda Hz. Peygamber devrinde, toplumda kadının da sözünün dinlenip görüsüne saygı gösterildiğini ifade eden çok sayıda bilgi mevcuttur. Örneğin, Mescid-i Nebevî’ye bir minber yapılmasını Hz. Peygambere bir kadın teklif etmiştir60. Hz. Peygamber devrinde toplumda kadınlara sağlanan olumlu bakış tarzı Râşid Halifeler döneminde de devam ettirilmiştir. Bu dönemde de başta Hz. Peygamberin eşleri ve Fatıma bnt Kays olmak üzere görüşlerine başvurulan, kendilerine danışılan kadınlar mevcut olmuştur. Hz. Ömer’in erkek evladı olmasına rağmen, vefatından sonra geride bıraktığı malı ve mirası konusunda kızı Hz. Hafsa’yı veli tayin etmesi, bu konuda ilginç bir örnektir61. Denilebilir ki, Hz. Peygamber döneminde kadınların kazandıkları konum, onların Râşid Halifeler devrinde fikirlerini açıkça ortaya koyabilmelerini sağlamıştır. Kadınlar bu dönemde Hz. Peygamber tarafından verilen hakların geri alınmasına karşı çıkmışlardır. Zübeyr b. el-Avvâm’ın, eşi Atike bint Zeyd’i mescide gitmekten menetmek istediği, onun da, Hz. 60 61 Engin, a.g.e., s. 5-15 Engin, a.g.e., s. 5-15 31 Peygamberin izin verdiği bir hususa sen nasıl engel olabilirsin? Diyerek mescide gitmeye devam ettiği kaydedilmektedir. Yine kadınların mihrine bir sınırlama getirmek isteyen Hz. Ömer’e, bir kadın Kur’an-ı Kerim’den delil getirerek karsı çıkmış ve halifeyi düşüncesinden vazgeçirmiştir62. Kaynaklar, Müslüman erkeklerin kendilerinin ölümünden sonra kızlarının ekonomik yönden geleceklerini düşündükleri konusunda önemli rivayetler ihtiva etmektedir. Mesela, Hz. Osman’ın Nale isimli eşinden olan kızlarına gelir temin edecek el-curuf’ta kuyular açtırdığı nakledilmektedir. Kızlarına yapılması muhtemel bir haksızlığı önlemek için Hz. Ebu Bekir’in bıraktığı mallardan kızlara da verilmesini istediği rivayet edilmektedir63. II. KADIN ERKEK EŞİTLİĞİ İslâm’a göre, kadın ve erkek bütün insanlar insanlıkta eşittir. İnsanlığa bağlı haklar ile yükümlülüklerde de eşittirler, kadın değer, şeref ve saygınlık bakımından erkeğe denktir. Ahlakî seviye ve âhiret mükâfatı yönünden de erkek ve kadın arasında herhangi bir fark yoktur. Yönetimin ve düzenin gerektirdiği iş bölümüne ve farklı rollere gelindiğinde eşitlik yerine 'denge, adalet, hakkaniyet, ehliyet, kabiliyet' gibi değer ve kriterler devreye girer64. Kur'an'da kadının erkek karşısındaki konumu ile ilgili olarak tartışma yaratabilecek ayetlerde kadınla erkek arasında var olan dereceden bahsedilmektedir. Aslında "derece" kavramı çeşitli ayetlerde yer almaktadır. Örneğin Kur'an'a göre insanlar arasında bilgiye dayanan bir farklılaşma vardır. "Dilediklerimizi derece derece yükseltiriz biz. Her bilgi sahibinin üstünde bir başka bilen vardır"65, "Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Ve onların kimini kimine derecelerle üstün kıldık 62 Engin, a.g.e., s. 5-15 Engin, a.g.e., s. 5-15 64 Orum, a.g.e., s. 36 65 Yusuf: 12/76. 63 32 ki, bazısı bazısını tutup çalıştırsın"66. Görüldüğü üzere her iki ayette de üstünlüğü belirleyen ölçüler farklı olmakla birlikte bunlar arasında cinsiyet farkı yoktur67. Bakara suresinin 228. ayetinde kadınlarla erkekler arasında bir derece olduğu ifade edilmektedir: ‘‘Boşanmış kadınlar ise kendi kendilerine üç hayız müddeti beklerler. Artık (o kadınlar) Allah'a ve âhiret gününe îmân ediyorlarsa, (bir başkasıyla evlenmek için) rahimlerinde Allah'ın yarattığını (çocuk veya hayzı) gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocaları (bu durumu) düzeltmek isterlerse, bu (bekleme süresi)nin içinde onları geri almaya daha çok hak sahibidirler. (Kocalarının) onlar üzerinde örfe uygun olan (hakları) gibi, onların da (kocaları üzerinde hakları) vardır. Fakat erkekler için onların üzerine bir derece (bir üstünlük) vardır. Allah ise, Azîz (dâima üstün gelen) Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.’’Bu ayet birçok İslâm hukukçusu tarafından tüm sosyal ortamlarda tüm erkek ve kadınlar arasında bir derece olduğu şeklinde bahsedilmektedir anlaşılmıştır. ve erkeklerin Fakat derece ayetin başlangıcında üstünlüğü talâk'dan boşanma iradesini serbestçe açıklayabilmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu ayetteki derecenin sadece bu konuyla sınırlandırılması Kur'an'ın ruhuna daha uygun düşebilir68.Diğer bir görüşe göre ise 'bir derecelik üstünlük' "aile reisliği" ile ilgilidir69. Fazlur Rahman'a göre Bakara suresinin 228. Ayetinin sebep/illet'i Nisa suresinin 34. ayetinde verilmektedir: "…Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmasından ve erkeklerin mallarından harcamalarından dolayı, erkekler kadınların yöneticisidirler...". Bu ayette Allah bazısını bazısına tercih ettiğini (faddale) açıkça ifade etmektedir ve erkekler kadınlara üstün kılınmıştır (Kavvâmüne alâ). Ancak burada üzerinde durulması gereken noktalardan birisi Kur'an'ın bu ibareyi oldukça sık bir şekilde bazı insanların diğer bazılarına nazaran -sadece bir cinsiyetin Zühruf: 43/32. Ayılmaz, a.g.e., s. 23 68 Ayılmaz, a.g.e., s. 23 69 Orum, a.g.e., s. 37 66 67 33 diğerine nazaran değil- mal ve mülk edinmede veya başka şeylerde daha iyi performansa sahip olduğunu imâ için kullanmasıdır. Dahası bazı peygamberlerin icraatlarının -peygamber olarak birbirlerine eşit konumda olmalarına rağmen-bazılarının daha iyi olduğu ifade edilir. Bundan dolayı bu ibare kişiler arasında doğuştan bir eşitsizliğe göndermede bulunamaz. Nisa Suresinin 34. ayetindeki erkeklerin üstünlüğü ise mallarından harcamalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü evlilik kurumu içerisinde kadına mehir ödeme, eşinin ve çocuklarının her türlü ihtiyaçlarını karşılama görevi kocaya aittir. Kadın evin ve çocukların hiçbir masrafına karışmak zorunda değildir70. Kur'ân-ı Kerîm'de erkeğin kadından üstün yaratıldığı izlenimini veren âyetler, toplumsal bakış ve telakkileri yansıtmaktadır71. Meselâ "Sayesinde Allah'ın bir kısmınızı diğer kısmınıza üstün tuttuğu şeye imrenmeyin, onun için iç geçirmeyin, hayıflanmayın. Erkekler kendi kazandıklarında pay sahibi olduğu gibi, kadınlar da kendi kazandıklarında pay sahibidir. Bu yönde Allah'ın lütuf ve ikramından isteyin" (en-Nisâ 4/32) "Yine herkes (erkek ve kadın) ana baba ve yakınların bıraktıklarında aynı şekilde pay sahibidirler..." (en-Nisâ 4/33) Bu âyetlerde anlatılmak istenen husus insanlar arasında erkek olmanın avantajlı olduğuna dair yaygın telakkinin Allah nezdinde bir öneminin olmadığıdır. Evet, erkeklik ve kadınlık Allah'ın takdiri gereği olan bir şeydir. Yaratılış ve türeyiş bunun üzerine kurulduğu için, bir kısım insanların erkek, bir kısmının kadın olması kaçınılmazdır. Yaratılış gereği doğal farklılıkların da etkisiyle mevcut toplumsal telakkilerin bir cinse üstünlük atfetmesi sebebiyle niye o cinsten olmadığınıza hayıflanmayın. Bu Allah'ın takdiridir. Fakat Allah karşısındaki konum, Allah ile olan ilişkiler bakımından erkek kadın farkı olmadığı gibi insanî kazanımlar açısından da aralarında bir fark yoktur, kemale yürümede fırsat eşitliği vardır ve herkesin kazandığı kendisinedir. Kadın erkek farklılığı 70 71 Ayılmaz, a.g.e., s. 23-24 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 315 34 ve cinsler hakkındaki toplumsal telakkiler Allah açısından bir değere sahip değildir72. Kur'an'da bir çok ayette herhangi bir ayrım yapılmadan kadın ve erkeğe ortak hitap edildiğini ve ceza ve mükafatta da eşitlik olduğunu görmekteyiz73.Kadın, yaratılış itibariyle erkeğe göre ikinci derecede bir değere sahip değildir. İlke olarak insanların en değerlisi, "takvada en üstün olanıdır" . Kuran-ı Kerim'de: 'Ey insanlar, biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en seçkininiz, (kötülüklerden) en çok korunanınızdır (Hucurat, 49 /13) 'Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar bir çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar bile haksızlığa uğramayacaklardır.'( Nisa :4 /124) "Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat eden kadınlar, özü-sözü doğru erkekler ve özü-sözü doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, Allah korkusuyla ürperen erkekler ve Allah korkusuyla ürperen kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırz ve iffetlerini koruyan erkekler ve ırz ve iffetlerini koruyan kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve Allah'ı çok anan kadınlar, Allah bunlar için bağış ve büyük mükafat hazırlamıştır"( Ahzab: 97/35) "Erkek yahut kadın, her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa onu tertemiz bir hayatla yaşatırız ve böylelerinin ücretlerini, işleyip ürettiklerinin en güzelleriyle karşılarız"(Nuhl: 70/97) 72 73 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 315-316 Ayılmaz, a.g.e., s. 21 35 "Rableri onlara karşılık verdi: "Ben sizden erkek-kadın hiçbir çalışanın ürettiğini boşa çıkarmayacağım" Hep birbirinizdensiniz"( Âli İmran: 3/194-195), "Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emrederler, kötülükten alıkoyarlar. Namazı kılarlar, zekatı verirler. Allah'a ve resulüne itaat ederler. Allah bunlara rahmet edecektir"( Tevbe: 3/71). 'İlim öğrenmek (kadm-erkek) her müslümana farzdır.'4 'İnsanlar (kadın-erkek) bir tarağın dişleri gibi eşit ve müsavidirler (A.Hambel.Müsned,VII/411) Endülüs'ün büyük âlimlerinden İbn Hazm'da şu tespiti yapar; "Hz. Muhammed (a.s.) hem erkeklere, hem kadınlara eşit olarak gönderilmiştir. Allah 'u Teâlâ 'nın hitabı, Peygamberinin hitabı, aynı şekilde hem erkeklere, hem de kadınlara yöneliktir. Açık bir nass veya icma ' olmadıkça, bu hitapları erkeklere tahsis edip kadınları dışarıda bırakmak caiz değildir 74." III. İLK İNSANIN YARATILIŞI: İslâm inancına göre Hz. Âdem bütün insanlığın atası olduğu gibi, Hz. Havva da annesidir (el-Hucurât 49/13). Ehl-i kitabın, Âdem'i "aslî günah" işlemeye eşinin kışkırttığı şeklindeki inançları Kur'ân-ı Kerîm'deki bilgilerle bağdaşmaz. Nitekim Tevrat'ta "yasak meyve"yi, yılanın kadına, kadının da Âdem'e yedirdiği belirtilirken (Eski Ahid, "Tekvin", 3), Kur'an'da "Şeytan ikisini de ayartıp yanılttı" (el-Bakara 2/36) buyurularak her ikisini de şeytanın aldattığı belirtilmektedir75. Bu kıssa da Taha suresi 115-121 dışında Adem ve Havva'ya beraber hitab edilmektedir. 74 75 Orum, a.g.e., s. 38 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 316-317 36 "Ey Adem! Sen ve eşin cennette oturun, dilediğiniz yerden yiyin ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz" 76. "Nihayet onları kandırarak aşağıya çekti, O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı. Rableri onlara seslendi: "Ben size bu ağacı yasaklamadım mı, ben size, şeytan sizin için açık bir düşmandır demedim mi?"77. Kur'an Hz. Adem ve Hz. Havva'nın cennetteki kandırılışları ve itaatsizlikleri hakkındaki kıssası anlatırken her ikisine birden hitap etmediği yerde de muhatabı Adem'dir. "Andolsun, bize daha önce Adem'e ahit verdik de unuttu: biz onda bir kararlılık bulamadık" "... Adem rabbine isyan etmiş, şaşırıp kalmıştı"78. Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere Kur'an kadını yoldan sapmanın ve cezaya çarptırılmanın nedeni olarak gören Yahudi ve Hıristiyan anlayışını bertaraf etmekte, Cennet'den çıkarılmaya neden olan suçu sırf kadına yüklemeyip, Hz.Adem ve Hz.Havva'nın eşit oranda sorumluluğunu kabul etmektedir79. Kur'ân-ı Kerîm'in tasvir ettiği yaratılış sahnesine göre, önce erkek yaratılmış, daha sonra ve bizzat ondan (veya aynı asıldan) eşi (kadın) yaratılmış ve bütün insanlar bu çiftten türemişlerdir (el-Bakara 2/187). Bu tasvir, öz ve esas itibariyle, kadın erkek ayırımı yapmaktan ziyade bu ayırımın olmadığını, asıl olanın "insan" olduğunu anlatmaktadır. Tasvirde ikinci olarak vurgulanan husus ise, erkek ve kadının, birbirlerinin hasmı ve rakibi değil, bir bütünün parçaları oldukları ve birbirini tamamlayıp bütünledikleridir80. (…Onlar,sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız -el-Bakara 2/187)81 76 A'raf: 39/19. A'raf: 39/22. 78 Tâhâ: 7/115, 7/121. 79 Ayılmaz, a.g.e., s. 20-21 80 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 315 81 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 316-317 77 37 IV. SOSYAL HAYATTA VE ÇALIŞMA HAYATINDA KADINLAR 82: İslâm, erkeğin ve kadının karşı cinse olan ihtiyaç ve temayülünü tabii bir vakıa olarak karşılamakla birlikte (Âl-i İmrân 3/14; er-Rûm 30/21), bunun meşru bir zeminde, düzen ve ölçü içinde gerçekleşmesini gaye edinmiş, hem bireylerin hem de toplumun ortak yararlarını koruyan bir dizi tedbir ve düzenleme getirmiştir. Bunun için de Kur'an ve hadislerde kadın, cinsel tatmin ve zevk aracı olarak değil anne, eş, evlât gibi belli bir insanî değer olarak takdim edilir. İslâm, kadının güzelliğinin ve vücudunun zevk ve eğlenceye, ticarete, cinsel tahrik ve pazarlamaya konu edilmesine de şiddetle karşı çıkmıştır. Kadının sesinin fitneye yol açacağı, bunun için de yabancı erkekler tarafından duyulmasının doğru olmadığı şeklinde klasik literatürde yer alan görüşler de bu amaca yöneliktir. Burada söz konusu edilen kısıtlama ile, erkek ve kadınların bir arada yaşaması, birbirlerini görmeleri ve seslerini duymaları değil, kadın-erkek ilişkilerinde fitne, tahrik ve ölçüsüzlük önlenmek istenmektedir. Yoksa Hz. Peygamber'in ve sahâbîlerin genç ve yaşlı hanımlarla konuştuğuna dair pek çok örnek vardır. Kadınların ticaret, eğitim, seyahat, sosyal ve beşerî ilişkiler gibi normal ve sıradan ihtiyaçlar için erkeklerle sesli konuşmalarının veya örtünmesi gerekli yerlerini örtmeleri şartıyla birbirlerini görmelerinin caiz olduğu açıktır. Ancak kadın ve erkeğin sosyal hayattaki yakınlık ve ilişkisi gayri meşru beraberlikler, kötü arzu ve planlar için bir başlangıç teşkil edecek bir boyut kazandığı zaman bu davranış kendi özü itibariyle değil, yol açacağı kötülükler sebebiyle yasaklanmış olmaktadır. Şu var ki, "fitne" kavramının devir ve muhitlere göre farklı tanım ve kapsamının olabileceği düşünülürse, kadının sesi, kadının erkeklerle konuşması ve sosyal hayata katılımı konusunda da zaman ve zemine göre farklı ölçü ve yaklaşımların benimsenebileceği söylenebilir83. İslâm'da kadının konumu ve hakları konusundaki tartışmaların önemli bir kısmı da, kadının sosyal hayata katılımı, çalışması ve kamu görevi üstlenmesi noktalarında odaklaşır. Özetle ifade etmek gerekirse, kadının ev içinde ve dışında 82 83 Engin, a.g.e., s. 5-15 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 320 38 çalışması, ailenin ihtiyaçlarını sağlamada kocasına yardımcı olması kural olarak caizdir ve kadının böyle bir hakkı vardır. Bu konuda bir sınırlama ve yönlendirme varsa, o da kadın ve erkeğin birbirini tamamlayan farklı özellikleri ve kabiliyetlerine bağlı önceliklerle ilgilidir. Kadının öncelikli olarak işi ve görevi, ev idaresi, çocuk bakım ve eğitimidir. Erkeğin öncelikli işi ise ailenin geçim yükünü omuzlamaktır. Şartlar değiştiğinde, ihtiyaç bulunduğunda kadın ve erkeğin birbirine yardımcı olması hatta rollerin değişmesi mümkündür. Önemli olan hayatın huzur ve düzen içinde geçmesi, ihtiyaçların karşılanmasında bireylerin imkân ve kabiliyetlerine uygun sorumlulukları dengeli şekilde üstlenmeleridir. Hz. Peygamber'in, evin iç işlerini kızı Hz. Fâtıma'ya, dış işlerini ise damadı Hz. Ali'ye yüklemiş olması, Müslümanlar için bir aile modeli oluşturma amacına yönelik bağlayıcı bir kural değil, ihtiyaç, örf ve âdete dayalı tavsiye niteliğinde bir çözüm görünümündedir. Kadının çalışmasının ve kamu görevi üstlenmesinin sınırlandırılmasına ilişkin olarak İslâmî eserlerde yer alan görüş ve hükümler, nasların açık ifadelerinden değil hukukçuların içinde bulunduğu sosyokültürel ve ekonomik şartlardan kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber devrinden itibaren kadınlar çeşitli özel ve kamu işlerinde çalışmışlar, önemli görevler üstlenmişlerdir. Kadının öğretmenlik, memurluk, doktorluk ve hemşirelik gibi görevleri üstlenmesinin caiz olduğunda ciddi bir ihtilâf mevcut değildir.84 Hz. Peygamber döneminde kadınların, çalışma hayatında özellikle beceri gerektiren el işlerinde faal olarak yer aldıkları görülmektedir. Başta Resulullah’ın eşleri olmak üzere kadınların terzilik, dericilik gibi zanaatları uğraşı alanı seçtikleri nakledilmektedir.Hz. Peygamber devrinde birtakım kadınların tıp alanında da uğraş verdiklerini görmekteyiz. Örneğin Esmâ bint Umeys’in iyi bir doktor olduğu nakledilmektedir85. 84 85 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 321-322 Engin, a.g.e., s. 5-15 39 V. SİYASİ HAKLAR86 İslam Hukuku açısından başlıca siyasal haklar şunlardır:Seçme ve Seçilme, Danışma, Denetleme, Azletme, Kamu hizmetlerine Katılma Kadının siyasal hakları konusunda, Kur'ân'da açık bir hüküm yoktur. Konuyla ilgili görüşler, daha çok Hz. Peygamber yorumlarından (s.a)'in hadislerinin kaynaklanmaktadır. Kadının siyasal hakları seçme ve seçilme hakları çerçevesinde tartışılır. Diğer haklar -ve ödevler- bu hakların belirlenmesiyle gündeme gelir. Genel anlamda kadının siyasal hakları ve özelde seçme ve seçilme hakları ile ilgili üç görüş vardır. Bir kısım İslam Hukukçuları kadının devlet başkanlığı dahil bütün siyasal haklara sahip olduğu görüşündedirler. Bazılarıysa, hiçbir siyasal hakkı olmadığını söylerler. Üçüncü kısımdakilerse, seçme hakkına sahip olup, seçilme hakkına sahip olmadıklarını belirtirler. A.Seçme Hakkı Devlet başkanını seçmek yalnızca bir hak değil aynı zamanda bir ödevdir. Kadın ve erkeklerden oluşan toplumu yönetecek kişiyi seçmek, toplumun bir parçası olan kadın ve erkek her iki cinsin hakkı ve ödevidir. Kadının seçme hakkının olmadığına dair herhangi bir nas yoktur. "Eşyada aslolan ibahadır", "haramlığı bilinmeyen helâl hükmündedir" ve "istisna edildiğine dair bir nas bulunmadıkça sahip oldukları hak ve üstlenecekleri görevlerde kadın ve erkeğin eşitliği esastır" kaideleri gereğince kadın seçme hakkına sahiptir. Genellikle bu konuda görüş birliği vardır. Hz. Peygamber (s.)'in kadınlardan bey'at alması ve İslam tarihinde yer alan uygulamalar, kadınların seçme hakkı olduğunu göstermektedir. 86 Uysal, a.g.e., s. 139-147 40 B.Seçilme Hakkı Günümüz İslam Hukukçuları’ndan bazıları, Kadının genel velayet bağlamında devlet başkanı olamayacağını, ancak milletvekili seçilebilme haklarının olduğunu söylerler. Prof. Dr. Yusuf el-Kardâvî ve Prof. Dr. Mustafa Sibâî, bu görüşü paylaşanlardandır, Prof. Dr. Abdülkerim Zeydan ise, kadının devlet başkanını ve milletvekillerini seçme hakkı olduğunu, fakat devlet başkanı ve milletvekili seçilemeyeceğini dile getirir. Kadınların devlet başkanı olamayacaklarını belirten bir ayet ya da kesin bir hadis yoktur. 330 Bununla birlikte İslam Hukukçuları, kadının devlet başkanı ya da üst düzey yönetici olup olamayacağı konusunu tartışmışlar, genelde olumsuz görüş sahibi olmuşlar ve çeşitli deliller ileri sürmüşlerdir. En güçlü delil olarak ileri sürdükleri hadis "İşlerini kadına bırakan bir millet asla felah bulmayacaktır" mealindeki hadistir. İslam Hukukçularının çoğu, bu hadisi, kadının devlet başkanı ve hâkim olmasını engelleyen bir nas olarak görmektedirler. Bazılarıysa yalnızca devlet başkanlığını olumsuzladığını, diğer siyasal görevleri kapsamadığını ifade etmektedirler. Bu durum, Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu sözü söylemesini hazırlayan nedenleri göz önüne almaksızın, hadisi, genel bir kanunmuş gibi algılamalarından kaynaklanmaktadır. Hadisin söyleniş nedeni (sebeb-i vurûdu) şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.v) komşu ülkelerin devlet başkanlarına mektuplar göndermişti. Bu arada İran'a da bir mektup göndermiş, İran kisrası kendisine ulaşan mektubu parçalayıp atmıştı. Bu haber kendisine ulaşan Hz. Peygamber (s.), "Onlar da paramparça olsunlar" demişti. Bir süre sonra kisranın ölüp yerine kızının hükümdar olduğu duyuldu. Bunun üzerine de "İşlerini kadına bırakan bir millet asla felah bulmayacaktır" buyurmuştu. 41 Hz. Peygamber (s.a.v )'in bu sözü söylemesini hazırlayan tarihî sebepler, hadisin genel-geçer bir kaideye değil, belli bir toplumun akıbetini haber vermeye yönelik olduğuna delildir. Önce "paramparça olsunlar" buyrulup daha sonra da kisranın kızını başlarına geçirdiklerini duyunca "felah bulmayacaklarının, haber verilmesi, bu gelişmenin Hz. Peygamber tarafından iyiye alâmet görülmediğini gösterir. Ancak bunu, kadının kamu görevlerinde çalışmasının caiz olmadığına delil saymak mümkün değildir. Kadının devlet başkanlığı yapabileceğine dair deliller ana hatlarıyla şöyle sıralanabilir: 1. İslam da kadın ve erkek haklar ve yükümlülüklerde eşittirler. 2. Tevbe 71'de Allah Teâlâ, "Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdır, iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar, namaz kılarlar, zekat verirler, Allah'a ve peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, hakimdir."buyurur. Açıkça anlaşılmaktadır ki, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridir. Yani, velayet hem erkekler, hem de kadınların hakkı ve ödevidir. Reşit Rıza, bu ayetin, kadının dinî, edebî, içtimaî ve siyasî işlerle meşgul olabileceğini belirttiğini söylemektedir. 3. Kurân-ı Kerim'de, Neml 22-44'de, Hz. Süleyman'la, Seba Melikesi Belkıs'tan bahsedilir. Seba Melikesi Belkıs, Yemen’de bir kadın hükümdardır. Halkı refah içinde yaşamaktadır. Hükümdar, kararlarını istişare ile alıp halkını başarıyla idare etmektedir. Hz. Süleyman’la görüşmüş ve Müslüman olmuştur. Bu tarihî olay, İslam öncesine ait bulunmakla beraber Kurân-ı Kerim'de anlatılmakta, Müslümanların bundan ibret ve örnek almaları istenmektedir. Belkıs yönetiminin aleyhinde hiçbir şey söylenmemekte, onun 42 bilgisini, ileri görüşlülüğünü, yönetim becerisini gösteren sözleri ve davranışları nakledilmektedir. Tam yeri geldiği halde bir ülkeyi kadının yönetmesinin kötü sonuçlar doğuracağına ilişkin bir işaret bile verilmemektedir. C.Kamu Görevine Girme Hakkı. Hâkimlik ve üst düzey yöneticilik yapmasının cevazı konusunda hayli farklı görüşlerin bulunması bu yönde bir gelenek veya telakkinin bulunmayışıyla yakından ilgilidir. İslâm hukukçularının çoğunluğu kadından hâkim olmayacağı görüşünde ise de bu görüşün açık bir naklî delili yoktur. Hanefîler ve İbn Hazm, kadınların şahitlik yapabildiği dava türlerinde hâkimlik de yapabileceği görüşündedir. Taberî ve Hasan-ı Basrî gibi İslâm bilginleri ise kadından hâkim olmasına hiçbir dinî engelin bulunmadığını ileri sürerler. Öyle anlaşılıyor ki klasik dönem İslâm hukukçuları, kendi devirlerindeki bilgi, kültür ve tecrübe birikimlerinden hareketle, kadınların adaleti gerçekleştirme, yargılama ve hükmü uygulama konusunda erkekler ölçüsünde dirayetli olamayacağı, bunun için de hâkim olmalarının doğru olmadığı görüşüne sahip olmuşlar, haliyle bu görüşler hukuk doktrininde de ağırlık kazanmıştır. Kadınların kaymakam, vali, devlet başkanı gibi üst düzey kamu yöneticisi olamayacağı yönünde klasik fıkıh literatüründe yer alan görüşlere de benzeri bir açıklama getirilebilir. Hâkimlik ve yöneticilik, toplumda önemli bir kamu görevi olduğundan İslâm'ın cins, yaş veya renklere göre bir aynım yapmayacağı, aksine hâkimlerin ve yöneticilerin bu görevi hakkıyla yürütebilecek niteliklere sahip olması üzerinde duracağı açıktır. Hz. Peygamber devrinde kadınlar, henüz haklarındaki olumsuz yargılar tamamen silinmemiş olduğu halde içtihad etmiş, hüküm ve fetva vermiş, bir nevi hâkimlik ve yöneticilik yapmış, savaşlara katılmış, yönetimin kararlarını etkileyecek ölçüde siyasî faaliyetlerde bulunmuşlardır. Ancak kadınların da sahip oldukları hak ve yetkilerin uygulamaya geçirilmesi ve kadınların sosyal hayatta 43 aktif rol üstlenmeleri tamamen sosyoekonomik ve kültürel şart ve ihtiyaçlarla ilgilidir. İslâm bu konuda temel hak ve ilkeleri belirtmekle yetinmiş, geri kalan kısmı Müslüman toplumların kendi gelişim seyrine terk etmiştir. Bu itibarla kadınların kamu görevi üstlenmesi ve sosyal hayata iştirakleri konusunda daha sonraki dönemin kaynaklarında yer alan yönlendirme ve kısıtlamalar, genelde İslâm bilginlerinin kendi bilgi, tecrübe ve kültür birikimlerinden, toplumda yaygın telakkilerden, bu yönde ciddi bir ihtiyacın bulunmayışından, biraz da devrin olumsuz şartlarından kadınları uzak tutma gayretlerinden kaynaklanmaktadır87. İslam'da kadının, gerektiğinde kamu görevi yapmasını yasaklayan açık, kesin, bağlayıcı bir nas yoktur. Aksine bu kapıyı aralayan deliller vardır. Kuran ve Sünnet'te kadının siyasal görevler üstlenmesine engel bir nas yokken İslam tarihinde siyasal konularda hem fikir vermek suretiyle hem de fiilen rol oynamış olan kadının bu tür görevleri ifa etmesini önlemek, İslam'ın ana prensipleriyle uyuşmamaktadır. VI. SEYAHAT ÖZGÜRLÜĞÜ Gerek hadislerde (bk. Buhârî, "Nikâh", 111; Müslim, "Hac", 413-424) gerekse fıkıh literatüründe yer alan, kadının ancak yanında kocası veya mahremi olan bir erkeğin bulunması halinde yolculuk edebileceği şeklindeki ifadeler de, yine kadını korumaya yönelik bir tedbir olarak görülmelidir. Burada yolculuktan maksat, namazları kısaltmayı veya ramazan orucunu ertelemeyi caiz kılacak ölçüdeki ve o dönemin şartlarında yaya olarak veya deve yürüyüşüyle üç gün sürecek bir yolculuktur. Kadının tek başına ya da mahremi olmayan bir erkekle yolculuk etmesinin, özellikle yolculuğun hayvan sırtında veya yaya olarak, çöl, dere-tepe aşarak yapıldığı bölge ve devirlerde hem kadın hem de erkek açısından birtakım sakıncalar taşıdığı, en azından üçüncü şahısların kötü zan ve dedikodularına yol açabileceği, bunun da kadının iffet duygusunu rencide 87 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 321-322 44 edebilecek uygunsuz bir durum olduğu açıktır. Bu sebeple fıkıh kitaplarında kadının uzak yerlere ancak kocası ile veya kendisiyle evlenmesi caiz olmayan oğlu, kardeşi, kayınpederi gibi mahremi bir erkekle seyahat etmesinin gereği üzerinde durulmuştur. Hanefî ve Hanbelî mezheplerinde kendisine bu şekilde refakat edecek bir mahremi bulunmayan kadına haccın vacip olmadığı hükmü benimsenirken de bu noktadan hareket edilmiştir. Mâliki ve Şâfıî mezheplerinde ise, kadının kendisi gibi birkaç kadınla birlikte bir grup oluşturarak hacca gidebileceği görüşü ağırlık kazanmıştır. Şu halde, kadının yakını olmadan tek başına veya yabancı erkeklerle birlikte seyahat edemeyeceği şeklindeki görüşleri bu zeminde değerlendirmek, kadının kişilik, onur ve iffeti için benzeri tehlike veya sakıncaları bulunduğu şehir içi veya şehir dışı yolculukları aynı grupta ele alarak öncelikle mevcut ve muhtemel sakıncaları gidermek, bu mümkün olmazsa geçici ve özel bir tedbir olarak refakatçi erkek çözümünü benimsemek gerekir. Nitekim Hz. Peygamber de bir kadının Yemen'den Şam'a kadar tek başına güven içinde seyahat edebilmesini Müslüman toplumlar için ideal bir hedef olarak gösterir. Bu itibarla kadının yolculuğu konusunda seyahat özgürlüğünü kısıtlamak değil kadınların ve her bireyin güven ve huzur içinde yolculuk edebilmesini sağlamaktır. Bunun için de yolcuların emniyet ve güven içinde bulunduğu, açıklık ve belirli bir düzen içinde yapılan otobüs, tren, uçak yolculukları veya özel araçlarda yolculuk konusunda günümüzde daha hoşgörülü düşünmek mümkün görünmektedir88. VII. EVLENME İslâm hukukçuları evlenme ehliyetine sahip olan bir kızın -yani akıl ve baliğ ve kendi başına bu akdi yapabilecek durumda olan- nikahta mutlaka rızasının alınması gerektiği konusunda ittifak halindedirler. Hanefi mezhebine göre akıllı ve bulûğa ermiş olan bir kızı velisi tarafından cebren yani rızası 88 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 320-321 45 hilâfına evlendirilemez89.Buhari ve Müslim'e göre Peygamberimiz Hansa b. Huddam el-Ensâriyyenın böyle yapılan nikâhını geçersiz saymıştır. Çünkü o babası tarafından zorla evlendirilmişti90. Birden fazla kadınla evlenme meselesine gelince ; çok eşlilik sadece Arap âleminde değil; eski Yunan tarihinde de ve o dönem ki birçok uygarlıkta yaygın bir durumdu91 ve her hangi bir sınırlandırmaya tabi değildi.İslam dini bu durumu 4 sayısı ile sınırlandırmıştır.Bu konudaki âyeti kerime şudur: "Yetimlerin hakkına riâyet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın; haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.(Nisa,4/3) Yetimler, çoğu kez velileri tarafından evlendirilmekte, damat adayı ile şartlar konusunda da velilerin isteği belirleyici olmaktadır. Yetim, bir başkası ile evlendirilirken onun menfaatinin koruyucusu velisidir. Kızın daha yakın erkek akrabası bulunmadığında velilik sırası, aralarında evlenme caiz olan amcaoğullarına kadar gelebilmektedir. Bu durumda eğer yetimi bizzat veli almak, nikâhlamak isterse onun koruyucusu yok demektir, şartları belirlemek de -aynı zamanda evlenme akdinin diğer tarafı olan- veliye kalmaktadır. Bu durumda hakkın kötüye kullanılması, yetimlerin hukukunun zayi olması ihtimali artacağından Allah Teâlâ velilere, adaletten sapma riski karşısında, himayeleri altında bulunan ve kendileriyle evlenmeleri caiz olacak kadar da uzak akrabaları olan yetim kızlarla evlenmek yerine başka kadınlarla evlenmelerini tavsiye etmekte, "ikişer, üçer, dörder" demek suretiyle de, dünyada evlenilecek kadınların tükenmediğine, velayeti altındaki yetim kızlar dışında birçok kadının bulunabileceğine işaret buyurmaktadır92. Ancak burada birden fazla kadınla evliliğin bir emir izindir.Bu izni hayatın değişen şartları içinde ve İslam’ın diğer kuralları ile birlikte ele almak Ayılmaz, a.g.e., s. 26 Orum, a.g.e., s. 39 91 Orum, a.g.e., s. 43 92 Orum, a.g.e., s. 44 89 90 46 gereklidir. İslam’a göre zina kesin olarak haramdır; şu halde zinaya giden yolları tıkamak gerekir. Erkeğin güçlü ve yeterli, kadının ise zayıf ve isteksiz olması , savaş vb. sebeplerle erkeklerin azalması ve kadınların çoğalması gibi durumlarda, erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi zaruri olabilir. Ancak önemle vurgulamak gerekir ki bu izin adalet şartına bağlanmıştır .İlgili ayet şu şekildedir: "Tutkunluk derecesinde isteseniz de kadınlar arasında adaleti sağlamaya güç yetiremezsiniz. Öyle ise birine tamamen yönelip ötekini askıda bırakmayın. Barışı esas alıp sakınırsanız Allah çok affedici, çok merhametli olacaktır."(Nisa-129)93 Mevdûdî ye göre ‘’kim adaleti yerine getirmeksizin bu izinden yararlanır ve birden fazla evlenirse Allah'ı aldatmaya çalışmış olur. Bu nedenle Devlet mahkemeleri, bir kadına ve kadınlara yapılan haksızlıkları ortadan kaldırmak için, zorlayıcı önlemler alma yetkisine sahiptir’’. 94 Dr. Abdülkerim Zeydan da çok evlilikle ilgili olarak şöyle demektedir:"Çok evlilik erkekler için geçerli olan bir hak'tır. Kadınlar için mahzurludur. Kadınların erkekler gibi aynı anda birden fazla kişiyle evli olma durumları yoktur. Çünkü, kadında erkekte olmayan bir engel vardır. Kadın hamile olur ve cenin onun karnında gelişir; erkekte değil. Kadın açısından, aynı anda birden fazla kişiyle birlikte olmak, nesebin karışması sonucunu doğurur. Bu durum, bir erkeğin aynı anda birden fazla kadınla evli olmasında söz konusu değildir. " Ayrıca İslam’da Kadın evlenirken şart koşmak suretiyle kocasının ikinci bir kadınla evlenmesine mâni olabilmektedir.95 Ayılmaz, a.g.e., s.26 Uysal, a.g.e., s. 64 95 Karaman, a.g.e., s. 519-520 93 94 47 VIII. BOŞANMA X. yüzyıldan itibaren Hristiyan Katolik Kilisesi, "Tanrı'nın birleştirdiği insan ayrılmamalıdır" şeklindeki İncil buyruğundan hareketle hayatta iken evlilik bağının bozulmayacağını kararlaştırmıştır96. Kutsal Kitap'ta 'Karısını cinsel ahlâksızlıktan başka bir nedenle boşayıp başkasıyla evlenen, zina etmiş olur. Kocasını boşayıp başkasıyla evlenen kadın da zınâ etmiş olur. ' denilmektedir. Hıristiyanlıktaki boşanmama kuralı hayat gerçekleri ile bağdaşmadığı için, Hıristiyanlığın kendi içinde tartışmalara yol açmıştır. Çünkü şiddetli geçimsizlik yüzünden yıllarca eşlerin boşanamaması sıkıntıyı bünyesinde hep taşımıştır. Katoliklerin konuya esneklik getiren "ayrılık" müessesesi de yeterli olmamıştır. Çünkü zina eden eşe süresiz ayrılık ilkesi uygulanırken, gerçekte nikah bağı devam ettiği için başkası ile evlenme yasağı da sürmektedir. Bu yüzden böyle bir kadın, ne kocasına dönebilecek ve ne de başkası ile evlenebilecektir. Bu o insanı fuhuş bataklığına çekmek anlamına gelmektedir97. İslâm'da ise Boşanma, Allah katında helâllerin en çirkini'150 olarak kabul edilmekle birlikte koşulları oluştuğunda bir hak olarak söz konusu olmaktadır. İslam hukuku bu noktada iki temel yaklaşım sergilemektedir: Öncelikle evlenme akdinin sürekli olmasını arzu edip, hiç sebepsiz yere bozulmasına bazı ağır manevî yaptırımlar getirmekle bu beraberliğin devamını temin etmekte; diğer taraftan da karşılıklı rıza ile veya belli sebeplere bağlı olarak ya da gerektiğinde yargı yoluyla sona erebileceğini de kabul etmektedir98. İslam’da boşama hakkı prensip olarak erkekte bulunmakla beraber, akit esnasında veya daha sonra bu hakkı kadının da alması mümkündür. Ayrıca geçimsizlik, erkeğin yetersizliği, bazı hastalıklar, kayıplık vb. sebeplerle hâkim veya 96 YAMAN, Ahmet; İslam Aile Hukuku, Konya, I.Ulusal Kadın ve Aile Sempozyumu, 1998, s. 7778 97 Orum, a.g.e.,. 56 98 Yaman, a.g.e., s. 77-78 48 hakeme başvurmak suretiyle kadına da, evlilik hayatını sona erdirme hakkı verilmiştir99. IX. MİRAS İslâm miras hukuku biraz karmaşıktır. Çünkü mirasçıların hakları durumlara göre değişir. Sadece bir kız; bir oğul ile bir kız; yalnız anne veya yalnız baba ile bulunan kadın; çocuklu veya çocuksuz kadın; tek kız kardeş veya çok kız kardeş vs. her durum için oran değişir. Kadının miras’taki payı, her durumda erkeğin yarı hissesi değildir. Meselâ anne-babanın (erkek ve kadın olarak) hisseleri çoğu defa eşittir.100 Genelde kız kardeş ile erkek kardeş arasında bir farklılığın olduğu dikkat çekmektedir.101Mirasta kadın erkek kardeşinin aldığının yarısı kadar pay alır.102.Burada Kişinin sonradan kazandığı vasıflar sebebiyle sahip olacağı haklar ve taşıyacağı sorumluluklar arasında diğer hukuk düzenlerinde olduğu gibi İslâm hukukunda da kişilerin durum ve özellikleri ölçü alınarak makul bir denge kurulduğu görülmektedir. Bu yüzden kadın, askerlik, cihad, yakınlarının geçimini sağlama, yakınlarının işlediği cinayetlerden doğan kan bedeli borcuna katılma gibi malî ve bedenî borçlarla yükümlü sayılmamış veya malî yükümlülükleri asgarî seviyede tutulmuş olan kadına, bununla dengeli olarak mirastan erkeğe göre belirli durumlarda yarı pay verilmiştir. Kadının diğer malî ve ticarî alanlarda erkeklerle eşit konumda olduğu, kadın olması sebebiyle herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmadığı dikkate alınırsa, İslâm miras hukukundaki bu özel düzenlemenin böyle bir nimet-külfet dengesine dayandığı söylenebilir103. 99 Karaman, a.g.e., s. 519-520 Orum, a.g.e., s. 41-42 101 Orum, a.g.e., s. 42 102 Karaman, a.g.e., s. 519-520 103 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 318 100 49 X. ŞAHİTLİK İslam'da iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olduğu ve bu sebeple de İslam'ın erkeği kadından üstün tuttuğu iddiası zaman zaman gündeme taşınmaktadır. Kur'an-ı Kerim’in geneline baktığınız zaman böyle bir yargıya varmak çok güçtür. 'Bakara Sûresi'nın 182. âyet-i kerîmesini temel alıp genel bir hüküm çıkararak; kadın şahitliğinin erkeğin şahitliğinin yarısına denk olduğu savını ileri sürülmektedir. Âyeti Celile şöyledir: 'Ey iman edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın. Bunu, aranızda ki bir kâtip doğru olarak yazsın... Erkeklerinizden iki de şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, şahitlerden kendilerine güvendiğiniz bir erkek ve -biri unutunca diğerinin hatırlatması içiniki kadın yeter. Şahitler çağrıldıklarında çekinmesinler. Borç büyük olsun küçük olsun onu müddetiyle birlikte yazmaya üşenmeyin. Bu Allah katında daha âdil, şahitlik için daha doğru ve şüpheye düşmemeniz için daha uygun bir yoldur.. ' Görüldüğü gibi âyet-i kerîme vadeli borçların yazılmasının, ihtilafları önlemek adına yararlı olacağını tavsiye niteliğindedir. Ayeti kerime şahitlik müessesesini düzenlemek için değil, fakat hakların kaybolmasını önlemek üzere borçların yazılıp şahitlerin de bulundurulmasını tavsiye niteliğindedir104. Bir yerine iki kadın şahit istenmesinin sebebi, o zaman ki Arap toplumunda kadının ticari konulara pek âşinâ olmamasıdır. Nitekim 'biri unutursa, diğeri ona hatırlatsın' ifadesi de buna işaret etmektedir. Ayetten kadının değer ve insanlık yönünden erkekten aşağı olduğu gibi bir sonuç çıkarmak doğru değildir. Gerekçe unutma, şaşırma ve yanılmayla ilgili 104 Orum, a.g.e., s. 39-40 50 olup, getirilen hüküm hakkın ve adaletin yerini bulması amacına yöneliktir. Benzeri bir hüküm hadislerde bedevî erkeklerin şahitliği hakkında da söz konusu edilmiştir. İçinde bulunduğu şartlar ve eğitim seviyesi itibariyle gerçeğin ortaya çıkmasına, hak ve adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunma imkânı sınırlı olan kişi ve gruplar için böyle bir düzenlemeye gidilmiş olması tabiidir. Öte yandan bu hükmün sadece malî haklar ve borçlar konusunda yapılacak şifahî şahitlikle ilgili olduğu, ihtiyaç duyulduğunda kadının da tek başına şahit olabileceği, yazılı beyan ve belge ile ispat açısından kadın-erkek ayırımının gözetilmeyeceği yönünde doktrinde mevcut olan görüşler de burada asıl amacın kadının şahitlik ehliyetini kısıtlamak değil, adaleti en iyi şekilde sağlamak olduğu fikrini teyit eder105 Muhammed Abduh'a göre: Bir erkek şahidin yerine iki kadının istenmesi, kadının ahlakî veya aklî melekeleri ile ilgili değildir. Bu farklılık genel olarak kadınların ticari usullere erkeklerden daha az âşinâ olmaları ve bu nedenle hata yapmaya daha elverişli olmalarından kaynaklanmaktadır.106" Diğer taraftan Mâide 106-108 âyetleri konuya daha açıklık getiriyor diyebiliriz:"Ey iman edenler! İçinizden birine ölüm (emareleri) geldiği zaman, vasiyet sırasında aranızdaki şahitliğin hükmü, kendi içinizden iki adaletli şahit, yahut yeryüzünde yolculuğa çıkmış iseniz, ölüm (emareleri de) size gelip çatmışsa, sizden olmayan diğer iki şahit tutmaktır." buyrulmaktadır. Bu ayetlerde kadın erkek ayırımı olmaksızın güvenilir iki Müslüman şahidin yeterli olduğu görülmektedir107. Yine sahabe dönemindeki uygulamaya bakıldığında: Hz. Ömer, doğum konusunda bir tek kadının şahitliğini geçerli saydığı, Hz. Osman ise bir tek kadının şahitliğine dayanarak evli çiftleri ayırdığı görülmektedir108. Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 318-319 Orum, a.g.e., s. 40 107 Orum, a.g.e., s. 41 105 106 51 XI. KADININ AKİT YAPABİLME VE DAVADA TARAF OLABİLME EHLİYETİ Kadın ticaret ve borçlar hukuku alanında erkeklerin sahip olduğu bütün hak ve yetkilere sahiptir. Her ne kadar hukuk doktrininde kadının aile hukuku alanına ilişkin hak ve yetkilerini sınırlayan birtakım görüş ve yorumlar mevcut ise de bunlar doğrudan âyet ve hadislerin açık ifadesinden kaynaklanan hükümler olmaktan çok toplumun ortak telakki ve hayat tarzının hukuk kültürüne yansıması olarak değerlendirilebilir. Öte yandan literatürdeki bu görüşler, ailenin kuruluş ve işleyişini belli bir otorite ve düzene bağlama, aile içi ihtilâfları birinci kademede çözme gibi pratik bir amaca da yöneliktir. Bununla birlikte İslâm toplumlarında hukukun dinî ve ahlâkî bir zeminde gelişmesi sebebiyle, diğer alanlarda olduğu gibi aile hayatında da tarihî seyir içinde kadın aleyhine sayılabilecek ciddi bir sıkıntı görülmemiş, aile hayatı, kendi sosyal ve kısmen de dinî yapı ve karakteri içinde uyumlu bir şekilde sürdürülmüştür109. 108 109 Engin, a.g.e., s. 5-15 Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 318 52 SONUÇ Çalışmamız boyunca temel olarak İslam hukukunun kadına bakışı, eski uygarlıklar, semavi dinler ve modern anlayışla karşılaştırmalı olarak incelenmeye çalışılmıştır. Eski hukuk sistemlerinin neredeyse tamamında kadın , insan haysiyeti ile bağdaşmayacak ölçüde aşağılanmakta hor görülmekte ve pek çok eziyetlere maruz kalmaktadır.Bu toplumlar içinde sınırlı sayıdaki istisnalardan biriside eski Türklerdir.Genel anlayışın aksine Türklerde kadın toplum içinde önemli bir konumda bulunmaktadır. Yine çalışmamız da incelediğimiz semavi dinlerde de eski hukuk sistemlerinden pekte farkı olmayan uygulamaların olduğu , Hıristiyan batı dünyasında daha birkaç yüzyıl öncesine kadar kadının ruhunun olup olmadığının bile tartışma konusu yapıldığı görülmektedir.Yahudilikte de durum farklı değildir. Bu açıklamalardan sonra, İslam dinini incelediğimizde, İslam dininin geldiği dönemin koşulları itibariyle kadınlar açısından oldukça önemli haklar getirdiği ciddi bir değişim ve dönüşüme neden olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Ancak tabii ki hukuk statik değildir. Tüm doğal ve sosyal hadiseler gibi bir değişim süreci hukuk anlayışları bakımından da söz konusu olmaktadır. Geçmişte kadını hor ve hakir gören anlayış günümüz modern toplumları açısından söz konusu değildir. Aksine kadın-erkek eşitliği anlayışı hakimdir. Tartışma burada başlamaktadır. İslam dini bugünkü eşitlik anlayışına karşımıdır? Ataerkil toplum yapısı İslam’ın emrimidir? İslam toplumlarında günümüz insan hakları ve eşitlik anlayışına aykırı uygulamalar, İslam dininden mi kaynaklanmaktadır? Çalışmamız boyunca incelediğimiz asli kaynaklar açısından hadiseye baktığımız da aslında tartışmalı birçok meselede İslam’ın asli kaynaklarında yer almayan fakat bazı âlimlerin günün şartları çerçevesinde ve kendi 53 anlayışlarına göre ortaya koydukları düşüncelerin İslam dininin emirleri gibi algılanmasının ya da yansıtılmasının söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Oysa asli kaynaklarda kadının temel hak ve özgürlükleri, ehliyeti, şahitliği, yolculuğu, sosyal hayata katılımı, kamu görevi üstlenmesi gibi çeşitli konularda genel algılamanın aksine İslam’ın gayet olumlu ve modern standartlarla çelişmeyen hükümler ihtiva ettiği görülmektedir. Sıkıntı âdet ve geleneklerin yoğun etkisini taşıyan kişisel görüşlerin din gibi telakki edilmesinden ve özellikle konuya ilişkin hadislerin zaman ve çevre faktörü dikkate alınmadan, çeşitli hükümlere esas ve dayanak yapılmasından kaynaklanmaktadır. Gelenekçilerin aksine modern İslam hukukçuları da kadına ve kadın haklarına Kur’an’ın ruhuna uygun olarak yaklaşılması kanaatindedirler. 54 KAYNAKÇA AKYILMAZ, Gül; İslam ve Osmanlı Hukukunda Kadının Statüsü, Konya, 2000 ‘Diyanet İlmihali-II İslam ve Toplum’, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2005 ENGİN, Gülsüm; İslam Hukuku Açısından Çocuğun Bakımı ve Yetiştirilmesi Kadının Hak ve Sorumlulukları, Yüksek Lisans Tezi, Adana, 2007 KARAMAN, Hayrettin; İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, İstanbul, Gerçek Hayat, 2003 MUHAMMET, Şerif; İslam ve Yahudi-Hıristiyan Geleneklerinde Kadın,(http://www.sfenks.net/modules.php?name=Forums&file=viewto pic&t=6346&postdays=0&postorder=asc&start=10) ORUM, Ali Osman; İslam’da Kadın ve Aile Hukuku, Eskişehir, y.y, 2006 UYSAL, Halil; Kadın-Haklar ve Özgürlükler, Konya, I.Ulusal Kadın ve Aile Sempozyumu, 1998 ÜÇOK, Coşkun, MUMCU, Ahmet, BOZKURT, Gülnihal; Türk Hukuk Tarihi, Ankara, Savaş Yayınevi, 1999 YAMAN, Ahmet; İslam Aile Hukuku, Konya, I.Ulusal Kadın ve Aile Sempozyumu, 1998 YAZIR, E.Muhammed Hamdi; Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, Azim Yayıncılık, t.y