BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÜKLEER TIP ANABİLİM DALI ONKOLOJİK HASTALARDA PET/BT’DE SAPTANAN SOLİTER KEMİK LEZYONLARININ KLİNİK ÖNEMİ UZMANLIK TEZİ Dr. Tatiana BAHÇECİ ANKARA 2012 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÜKLEER TIP ANABİLİM DALI ONKOLOJİK HASTALARDA PET/BT’DE SAPTANAN SOLİTER KEMİK LEZYONLARININ KLİNİK ÖNEMİ UZMANLIK TEZİ Dr. Tatiana BAHÇECİ TEZ DANIŞMANI Doç. Dr. A.Fuat YAPAR ANKARA 2012 TEŞEKKÜR Nükleer Tıp ihtisasımı beklentilerim doğrultusunda en iyi şekilde tamamlamamı sağlamak için tanımış oldukları imkan ve yapmış oldukları değerli katkılarından dolayı başta Başkent Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Kenan Araz olmak üzere, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Haldun Müderrisoğlu’na, yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen Nükleer Tıp Anabilim Dalı Başkanı Sayın Prof. Dr. Ayşe Aktaş’a teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım. Tezimin hazırlamasında ve her aşamasında çok emekleri olan, desteğini her zaman yanımda hissettiğim tez danışmanım Sayın Doç. Dr. A. Fuat Yapar Hocam’a, uzmanlık eğitimim boyunca değerli katkı ve ilgilerinden dolayı Nükleer Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyeleri Sayın Doç. Dr. E. Arzu Gençoğlu’na, Sayın Doç. Dr. Mehmet Reyhan’a, Sayın Doç. Dr. Mehmet Aydın’a, Sayın Doç.Dr. Aysun Sükan’a, Sayın Doç.Dr. İsmet Sarıkaya’na, Sayın Öğrt.Gör.Uzm.Dr. Seval Erhamamacı’na, Sayın Öğr.Gör.Uzm.Dr. Gül Nihal Nursal’a ve Sayın Uzm.Dr. Neşe Torun’a en içten teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca, tezimin hazırlama esnasında değerli zamanlarını ayırdıkları için Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Sayın Uzm.Dr. Hüseyin Mertsoylu’na ve istatistik kasımdaki yardımlardan ötürü Sayın Çağla Sarıtürk'a en içten teşekkürlerimi sunarım. Bu dört seneyi eğitimimin tamamlanmasında önemli katkıları olan asistan ve teknisyen arkadaşlarıma, desteklerini hep yanımda hissettiğim aileme çok teşekkür ederim. Dr. Tatiana BAHÇECİ iii ÖZET Onkolojik hastalarda F-18 FDG PET/BT’de saptanan soliter kemik lezyonlarının değerlendirilmesi, klinik öneminin araştırılması ve bu lezyonlarda FDG PET/BT’nin pozitif öngörü değerinin saptanması amacıyla, soliter kemik lezyonu saptanan 117 erkek ve 75 kadın, toplam 192 onkolojik hasta (yaş ortalaması 59,8±13,6 yıl) çalışmaya dahil edildi. Lezyonlardan ilgi alanları çizilerek SUVmax değerleri hesaplandı. Bütün hastalar görüntüleme öncesi ve sonrası TNM sistemine göre evrelendirildi ve PET sonuçların hastanın klinik yönetimine etkisi değerlendirildi. 192 hastanın 175’inde histopatolojiyle, diğer konvansiyonel yöntemler ile veya takip sonucunda metastaz (TP), 17’sinde ise metastaz dışı (non-metastatik) sebepler (FP) saptandı. PET/BT’de saptanan lezyonların SUVmax değerleri ortalama 8.4±5.2 (1.6-34.5) olarak hesaplandı. TP lezyonlarda SUVmax 8.8±5.3 (1.60-34.50), FP lezyonlarda ise 4.5±1.3 (2.17.3) olarak bulundu. TP (metastatik) ve FP (non-metastatik) lezyonların ortalama SUVmax değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (P=0.001). FDG PET/BT’nin soliter lezyonlardaki pozitif öngürü değeri %91 olarak hesaplandı. BT değerlendirmesinde 192 lezyonun 100’ü (%52) litik, 59’u (%31) sklerotik ve 33’ü (%17) mikst karakterde izlendi. TP lezyonların (n=175) 99 tanesi (%57) litik, 48 tanesi (%27) sklerotik ve 28 tanesi (%16) mikst görünümdeydi. FP grubundaki 17 lezyonun sadece 1 tanesi (%6) litik görünümde olup 11 tanesi (%65) sklerotik ve 5 tanesi (%29) mikst karakterdeydi. FDG PET/BT’nin soliter litik kemik lezyonlarındaki pozitif öngörü değeri %99, sklerotik lezyonlarda %81 ve mikst lezyonlarda %85 olarak hesaplandı. 5 hasta PET öncesinde evrelemede evre I iken (%2), PET sonrasında evre IV’e; 9 hasta evre II iken (%6) evre IV’e ve 61 hasta evre III iken (%35) evre IV’e yükseldi. PET öncesi evresi IV olan 100 hastada değişiklik saptanmadı. Genel olarak çalışma popülasyonumuz değerlendirildiğinde; PET bulguları ile 75 hastada (%39) hastalığın evresinin değiştiği; evre I, II veya III’ten evre IV’e yükseldiği tespit edildi. 192 hastanın 38'inde (%20) PET/BT sonuçlarının kliniğe etkisi yüksekken; 60’ında (%31) orta düzeyde, 65’inde (%34) düşük düzeyde klinik etki izlendi. PET/BT ile pozitif bulgu mevcut olan 29 (%15) hastada tedavi kararında değişiklik olmadı. Çalışmamızda elde ettiğimiz bulgular FDG PET/BT’nin soliter kemik lezyonlarında da çoklu lezyonlardakine benzer yüksek pozitif öngörü değeri ve duyarlılığa sahip, güvenilir bir yöntem olduğunu ve PET/BT’de tespit edilen soliter kemik lezyonlarının klinik uygulamada hasta yönetimini yüksek oranda etkilediğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Soliter kemik lezyonları, F18 FDG PET/BT, klinik etki iv ABSTRACT The clinical impact of oncological patients with solitary bone lesions detected on F-18 FDG PET/CT scans and positive predictive value for detection of these lesions was aimed to be evaluated in our study. One hundred and ninety-two patients (117 male and 75 female) with solitary bone lesions (average age was 59,8±13,6) were included in the study. The maximum standard uptake value was measured using regions of interest in the each bone lesions. Patients were staged according to TNM classification both before and after PET/CT imaging. The clinical impact of PET/CT on manangement of this patients was estimated. In 175 patients, metastatic lesions were confirmed to be malignant on conventional radiological methods, follow-up and histopathologic examination (true positive, TP), as 17 patients were shown to have non-metastatic lesions (false positive, FP). Average SUVmax value of the lesions detected on PET/CT was 8.4±5.2 (1.6-34.5). SUVmax value was found 8.8±5.3 (1.60-34.50) and 4.5±1.3 (2.1-7.3) for TP and FP lesions, respectively. SUVmax value of TP and FP lesions showed statistically significant difference (P=0.001). Positive predictive value (PPV) of F-18 PET/CT for detection of solitary bone lesions was estimated as 91%. Of 192 lesions, 100 (52%) were lytic, 59 (31%) were scleroric and 33 (17%) were mixed on CT. In TP group (n=175), 99 (57%) were lytic, 48 (27%) were sclerotic and 28 (16%) were mixed . Only one lesion (6%) was lytic in FP group, as 11 (65%) were sclerotic and 5 (29%) were mixed. Positive predictive value (PPV) of F-18 PET/CT for detection of solitary bone lesions was estimated as 99% for lytic lesions, 81% for sclerotic lesions and %85 for mixed lesions. 5 patients with stage I (2%), 9 patients with stage II (6%) and 61 patients with stage III (35%) before PET/CT imaging upstaged to stage IV after PET/CT imaging. The remaining 100 patients remained at stage IV. A total of seventy-five patients (39%) with stage I, II and III disease upstaged to stage IV after PET/CT imaging in our study group. The clinical impact of PET/CT was high in 38 (20%) patients as moderate clinical impact and low clinical impact was observed in 60 (31%) and 65 patients (34%), respectively. We found no impact in 29 (15%) patients who had positive PET/CT findings. Our findings suggest that FDG PET/CT has a high impact on management of patients with solitary bone lesions, as it has a high positive predictive value and sensitivity for detection of solitary bone lesions, similar to multiple bone lesions. Key words: solitary bone lesions, , F18 FDG PET/CT, clinical impact v İÇİNDEKİLER TEŞEKKÜR iii ÖZET iv ABSTRACT v İÇİNDEKİLER vi KISALTMALAR VE SİMGELER viii ŞEKİLLER x TABLOLAR xi 1.GİRİŞ VE AMAÇ 1 2.GENEL BİLGİLER 3 2.1. İskelet sistemi embriyoloji, anatomi ve fizyolojisi 3 2.2. Kemik metastazlarının fizyopatolojisi 4 2.2.1. Kemik metastaz tipleri 4 2.2.2. Metastazda kemik rezorbsyonu ve yapımı 5 2.2.3. Metastaz yolları 6 2.2.4. Kemik iliği mikroçevresi 7 2.2.5. Metastaz modelleri 8 2.2.6. Kemik metastazının moleküler mediatörleri 9 2.3. İskelet sistemi metastazlarının komplikasyonları 10 2.4. Kemik metastazlarının saptanmasında kullanılan görüntüleme yöntemleri 12 2.4.1. Direkt radyografi 12 2.4.2. Bilgisayarlı tomografi 12 2.4.3. Manyetik rezonans görüntüleme 12 2.4.4. Kemik sintigrafisi 13 2.4.5. Pozitron emisyon tomografisi (PET) 14 2.4.6. Biyopsi 15 16 2.5. Pozitron emisyon tomografisi 2.5.1. Pozitron emisyon tomografisi tarihçesi 16 2.5.2. Pozitron emisyon tomografisi 17 2.5.3. Temel fiziksel prensipler 17 2.5.4. Temel görüntüleme prensipleri 19 2.5.5. Detektör ve kristal yapıları 20 vi 2.5.6. Görüntüleme yöntemleri 22 2.5.7. Atenüasyon düzeltmesi 23 2.5.8. PET görüntüleme ajanları ve kullanım alanları 23 3. GEREÇ VE YÖNTEM 28 3.1. Hasta grubu 28 3.2. Hasta hazırlığı 30 3.3. PET/BT görüntüleme 30 3.4.PET/BT görüntülerinin değerlendirilmesi 31 3.5. Klinik katkı 31 3.6. İstatistiksel analiz 32 4. BULGULAR 33 5. TARTIŞMA 43 6. SONUÇ 50 7. KAYNAKLAR 51 vii KISALTMALAR VE SİMGELER ALP ark. BT BGO ß+ ßBMP C ca cm CO2 DKK F-18 F-18 FDG FDG-6-P FGF FGFR FOV FP FZD GE Ge-68 GLUT GSO GİS gr/cm3 HMDP H2O i.v IL-8 KT keV LOR LSO LDL mA MBq mCi mg/dl MAP kinaz MDA-MB-231 MDP MİP mm ml MR nm Alkalen fosfataz Arkadaşları Bilgisayarlı Tomografi Bizmut germanat Pozitron Negatron Kemik morfojenik protein Karbon Kanser Santimetre Karbondioksit Doruk kemik kütlesi Flor-18 Flor-18 Florodeoksiglikoz Florodeoksiglikoz-6-fosfat Fibroblast growth factors The fibroblast growth factor receptor Sistem ilgi alanı (field of view) Yanlış pozitif Reseptör frizzled General Electric Company Germanyum 68 Glikoz taşıyıcı protein Gadolinyom ortosilikat Gastrointestinal sistem Gram/santimetreküp Hidroksimetilendifosfonat Su İntravenöz İnterleukin 8 Kemoterapi Kilo elektron volt Sanal cevap hattı (Line of response) Lutesyum-oksiortosilikat Düşük yoğunluklu lipoprotein Miliamper Megabekerel (megaBecquerel) Miliküri (miliCurie) Miligram/desilitre The mitogen-activated protein kinase Co-culture of metastatic human breast cancer Metilendifosfonat Maximum intensity projection Milimetre mililitre Manyetik rezonans Nanometre viii nsn N NaI(Tl) NH3 O2 PTHrP PET PMT PPV ROI RANKL RUNX2 RT SPECT SUV SUV max TGF Beta Tf1/2 TP TNM 2D 3D γ Nanosaniye Azot Talyum ile aktive edilmiş Sodyum İyodür Amonyak Oksijen Parathyroid hormone related peptide Pozitron Emisyon Tomografisi Foton çoğaltıcı tüp (photomultiplifier tube) Pozitive predictive valuedeğeri İlgi alanı (region of interest) Receptor activator of nuclear factor kappa-B ligand Runt-related transcription factor 2 Radyoterapi Tek foton emisyon tomografisi Standardize edilmiş uptake değeri (standardized uptake ratio) Maksimum standart uptake değeri Transforming growth factor beta Fiziksel yarı ömür Gerçek pozitif Tümör-lenf nodu-metastaz 2-boyutlu (2-dimensional, septalı) 3-boyutlu (3-dimensional, septasız) Gama ix ŞEKİLLER Şekil 2.1. Pozitron salan radyonuklidleri üretmede kullanılan siklotronlar 18 Şekil 2.2. Annihilasyon 19 Şekil 2.3. PET görüntüleme sistemi 20 Şekil 2.4. Foton çoğaltıcı tüpler ve dedektör halkaları 22 Şekil 2.5. Uygulamalarının kullanım alanları 26 Şekil 3.1. Hastaların primer tanılarına göre sınıflandırılması 28 Şekil 4.1. Hasta gruplarında PET/BT ile tespit edilen soliter kemik lezyonlarının 39 hastalık evresine etkisi. PET/BT ile tespit edilen soliter kemik lezyonlarının klinik etkisi 39 Şekil 4.2. Şekil 4.3. Elli iki yaşında akciğer ca tanılı erkek hasta. (A) Tüm vücut PET MIP 40 (Maximum intensity projection), toraks düzeyinden geçen (B) kemik penceresi PET/BT füzyon ve (C) akciğer penceresi kesitleri. Sternumda kemik metastazı ile uyumlu artmış FDG tutulumu (açık ok) (SUVmax= 10.6). Sağ akciğer üst lob posterior segmentte artmış FDG tutulumu gösteren primer tümör (ince ok). Hasta PET öncesi evre I, PET sonrası evre IV olarak değerlendirildi. Bu hastada PET çalışmasının klinik katkısı yüksek olarak bulundu. Şekil 4.4. Otuz dokuz yaşında erkek hasta, adrenokortikal ca, PET öncesi evre I, PET sonrası evre IV olarak değerlendirildi. Bu hastada PET çalışmasının klinik katkısı yüksek olarak bulundu. (A) Tüm vücut MIP PET görüntüsü, (B) Pelvis düzeyinden geçen PET/BT füzyon, (C) BT görüntüleri. Sol pubik kemikte (ince ok) artmış FDG tutulumu (SUVmax= 22.3) gösteren litik lezyon. (D) ve (E) Dört ay sonra yapılan PET/BT çalışmasına ait PET/BT füzyon ve BT görüntüleri. Sol pubik kemikteki metastatik lezyonda (açık ok) progresyon (SUVmax= 52.1). Şekil 4.5. 42 Şekil 4.5 Elli yaşında kadın hasta, akciğer ca, PET öncesi evre I, PET sonrası evre IV olarak değerlendirildi. Bu hastada PET çalışmasının klinik katkısı yüksek olarak bulundu. (A) Tüm vücut MIP PET görüntüsü Toraks bölgesinden geçen (B) kemik penceresinde (C) akciğer penceresinde PET/BT füzyon kesitleri. T4 vertebrada (açık ok) artmış FDG tutulumu (SUVmax= 10.4) gösteren metastatik lezyon. Sol akciğer üst lob apikoposterior segmentte primer tümör (ince ok). x 41 TABLOLAR Tablo 2.1. Farklı kristal materyallerinin özellikleri 21 Tablo 2.2. En sık kullanılan pozitron salıcısı radyonüklidler 24 Tablo 2.3. PET görüntüleme ajanları ve kullanım alanları 24 Tablo 3.1. Çalışmaya dahil edilen hastaların tanılarına göre sınıflandırması 29 Tablo 4.1. Gerçek pozitif (TP) ve yanlış pozitif (FP) gruplarında lezyonların 33 BT’deki görünüm karakterlerine göre dağılımı ve pozitif öngörü değerleri (PPV) Tablo 4.2. TP ve FP gruplarında litik, sklerotik ve mikst lezyonların ortalama 35 SUVmax değerleri Tablo 4.3. PET sonrasında evresi değişen hastaların primer tümör gruplarına göre dağılımı xi 38 1. GİRİŞ VE AMAÇ Tüm dünyadaki en önemli sağlık sorunlarından biri olan onkolojik hastalıkların insidansında hızlı bir artış gözlenmektedir. Kardiovasküler sistem hastalıklarından sonra en çok mortaliteye neden olan onkolojik hastalıklarda sık olarak karşımıza çıkan uzak metastazlar, onkolojinin en önemli problemidir. Onkolojik vakalarda ilk evreleme aşamasında uzak metastazların doğru olarak belirlenmesi, tedavi stratejilerini vehastanın prognozunu doğrudan etkilemesi nedeniyle büyük önem taşır. İskelet sistemi, akciğer ve karaciğerden sonra en sık metastaz görülen üçüncü sistemdir. Kemik metastazlarının varlığı, onkolojik hastalarda, gerek evreyi değiştirmesi ve gerekse tedavi seçimini veya yaklaşımını değiştirmesi açısından hem başlangıç evrelemesinde hem de hastalığın takibinde son derece önemlidir (1,2). En sık kemik metastazlarına sebep olan primer kanserler sırasıyla akciğer, meme ve prostat kanserleridir (3). Kemik metastazlarının erken tespit edilmesinde kullanılan nükleer tıp yöntemleri kemik sintigrafisi ve pozitron emisyon tomografisidir(PET). Her iki yöntemin ortak özelliği, tek seansta tüm vücut görüntülemesi yapılabilmesi ve metastatik odakların yüksek duyarlılıkla saptanabilmesidir. Kemik sintigrafisi basit, pratikte sık kullanılan, çok duyarlı, ucuz ancak özgüllüğü düşük bir görüntüleme metodudur. Literatürde kemik metastazların saptanmasında PET’in duyarlığının ve özgüllüğünün kemik sintigrafisinden çok daha yüksek olduğu bildirilmektedir (2,4). Pratikte onkolojik hastalarda kemik metastazlarının saptanması ve takibinde kemik sintigrafisi ve F-18 FDG PET/BT birbirini tamamlayıcı rol oynayan görüntüleme yöntemleri olarak kullanılmaktadır. Flor-18 florodeoksiglikoz (F-18FDG) kullanılarak yapılan Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) insan vücudundaki hücre canlılığı ve metabolizmasının görüntülenmesini sağlayan bir radiyoizotop görüntüleme tekniğidir. F-18 FDG PET onkolojik hastalıkların tanısında, ilk ve yeniden evrelemelerinde, tedaviye yanıtın değerlendirilmesinde veradyoterapi planlamasında etkin rol oynamaktadır. Kanser hücrelerinde normal hücrelere oranla artmış metabolizma, dolayısıyla artmış şeker tüketimi söz konusudur. F-18 FDG PET görüntüleme ile artmış glikoz metabolizması gösteren fonksiyonel tümör dokusu yüksek duyarlılık ile tespit edilebilmektedir. F-18 FDG hücre içerisine glikoz transport moleküllerinin (GLUT) yardımıyla, kolaylaştırılmış difüzyon ile girdikten sonra hekzokinaz tarafından FDG-6-fosfat’a dönüştürülür ve hücre içinde birikir. Glikoz transport molekülleri kanser hücresinde normale oranla daha fazla bulunan 1 glikoproteinlerdir. Kanser hücrelerinde özellikle hekzokinaz II olmak üzere hekzokinaz ekspresyonu ve enzimin fonksiyonel afinitesi normal hücrelereoranla artmıştır. Normal hücrelerde FDG-6-fosfat glukoz 6-fosfataz ile defosforile edilerek hücre dışına çıkar. Malign hücrelerde ise bu enzim aktivitesi belirgin olarak azaldığı için FDG-6 fosfat hücre içinde kalır. Pozitron emisyon tomografisi/bilgisayarlı tomografi (PET/BT) iyi bilinen bu iki görüntüleme tekniğinin entegrasyonu ile elde edilmiş hibrid bir görüntüleme sistemidir. PETcihazında elde edilen ve dokuların metabolik- biyolojik işlevi hakkında fikir veren çok önemli bilgiler, BT’de elde edilen anatomik görüntüler ile birleştirilmekte, böylece PET teknolojisi sayesinde yüksek duyarlılıkla saptanan anormal metabolizma gösteren dokular, BT teknolojisi sayesinde vücut içerisinde anatomik olarak doğru lokalize edilebilmekte, boyut ve karakterlerinin anlaşılması mümkün olmaktadır. FDG PET/BT’nin çoğu kanser tipinde tanısal doğruluk oranı yüksektir. Tek seferde tüm vücudun incelenmesindeve beklenmeyen metastazların gösterilmesinde etkin bir yöntemdir, ancak buna rağmen klinik pratikte çoğunlukla PET/BT bulgularını diğer görüntüleme yöntemleriyle (MR, BT ve histopatolojik incelemenin sonuçları) doğrulamak gerekmektedir (7,8). Onkolojik hastalıklarda doğru evreleme tedavi yaklaşımının belirlenmesi açısından önemlidir. Günümüzde birçok kanserin evrelemesinde, yeniden evrelemesinde ve tedaviye yanıtlarının değerlendirilmesinde kullanılan FDG PET/BT’de tespit edilen soliter kemik lezyonlarının metastatik olup olmadığının gösterilmesinin hastaya klinik yaklaşımı önemli ölçüde etkileyeceği düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı; onkolojik hastalarda F-18 FDG PET/BT’de saptanan soliter kemik lezyonlarının değerlendirilmesi, klinik öneminin araştırılması ve bu lezyonlarda FDG PET/BT’nin pozitif öngörü değerinin saptanmasıdır. 2 2. GENEL BİLGİLER 2.1. İskelet sistemi embriyoloji, anatomi ve fizyolojisi Bağ dokusu, kıkırdak, kemik ve kas dokuları mezodermden farklılaşan mezenşim hücrelerinden gelişir. Gelişimin erken evrelerinde insan embriyosunun iskeletini, embriyonel bağ dokusundan yapılmış chorda dorsalis ve sklerotom uzantıları oluşturur. Embriyo geliştikçe iskelet taslaklarını yapan embriyonel bağ dokusu kıkırdak dokusuna dönüşür. Bazı kafa kemikleri ve klavikula taslağı bağ dokudan gelişir. İntrauterin hayatın 9-10. haftasında kıkırdak dokusundan yapılmış taslakların kemikleşmesi başlar. Kemikleşme süreci doğumdan sonra da devam eder ve 20-25 yaş arasında tamamlanır. İnsan vücudunun çatısını kemik ve kıkırdak doku oluşturur. Kemik doku iskeleti meydana getirir. İskelet sistemi aksiyel ve apendiküler kemiklerden oluşur. Kranium, toraks, vertebralar ve pelvis aksiyel iskeleti, uzun kemikler ise apendiküler iskeleti meydana getirir. Kemikler fonksiyonel açıdan iki ayrı histolojik yapı gösterirler. Trabeküler (spongioz) kemik az sayıda gevşek lameller yapılardan oluşur ve kemiğin esnekliğini sağlar. Daha çok aksiyel iskelette bulunur. Kortikal kemik ise lameller yapının içiçe yerleşmesi ile oluşur ve kemiğin sertliğinden sorumludur. Genellikle uzun kemiklerde bulunur. Kemik doku üç ayrı hücresel öge içerir: yeni kemik yapımını sağlayan osteoblastlar, esas olarak kemik yıkımında görevli multinükleer osteoklastlar ve kemik yapım-yıkımında rol oynayabilen osteositler. Osteoblastlar kollagen ve mukopolisakkaridlerden oluşan kemik matriksinin sentezine aktif olarak katılır. Osteoklastlar organik matriksi eritebilen ve kalsiyum-fosfor salınımı sağlayan litik enzimler içerir. Bu birbirleriyle etkileşerek kemik oluşumu sırasında kemiğin son şeklini alması, yaşlanan ve dejenere olan kısımların yıkılıp yerine mekanik stabilitesi ve dolayısıyla yük taşıma gücü yüksek yeni kemik dokusunun yapılması sağlanmış olur. Kemik, yapım ve yıkımın dengeli olarak birbirini izlediği aktif bir dokudur. Yapım ve yıkım arasındaki dengesizlik bozulduğunda patolojik durumlar ortaya çıkar. Kemiğin kimyasal yapısı, organik ve inorganik olmak üzere iki kısımdan oluşur. İnorganik kısım (mineral yapı), hidroksiapatite çok benzeyen bir kalsiyum fosfat kompleksinden meydana gelir. Organik kısım şekilli elemanlar glikoproteinlerden oluşur (9). 3 dışında kollajen, mukopolisakarid ve 2.2. Kemik metastazlarının fizyopatolojisi Metastaz, malign tümörlerden ayrılan hücrelerin damarlar, vücut boşlukları ya da doku aralıkları yoluyla uzak organlara taşınmış olan ve primer tümör odağı ile fiziksel bağlantısı olmayan hücre topluluklarıdır (10). Metastaz meydana gelebilmesi için aşağıdaki unsurlar gereklidir: 1-Tümör dokusu damarlanabilmeli. 2-Primer odakta tümör hücreleri çoğalabilmeli. 3-Primer odaktan ayrılabilmek için tümör hücrelerinin adezyon yeteneği azalmış olmalı. 4-Tümörlerden invazyon yeteneği olmalı. 5-Tümör hücrelerinin kan veya lenf yoluyla embolus oluşturması ya da bir sıvı (beyinomurilik sıvısı) ile taşınabilmeli veya bir boşluğa düşmeleri (periton, plevra) ile yer değiştirebilmeli. 6-Tümör hücrelerinin hümoral ve hücresel immün reaksiyon etkisinden kendilerini koruyabilmeleri. 7-Tümör hücreleri bulundukları damar içinde tutunabilmeli ve dokuya çıkabilmeli. 8-Bu yeni ortamda yaşayıp çoğalabilmeli. Ayrıca primer tümörün çapı, diferansiyasyon derecesi, bulunduğu ortamın şartları ve organizmanın immün yeteneği metastaz oluşumunu etkileyebilecek diğer faktörlerdir (10). 2.2.1. Kemik metastaz tipleri Klasik bilgiye göre kemik metastazları ya osteolitik (kemik yıkımına neden olan) ya da osteoblastik (kemik yapan, sklerotik) olarak kabul edilir. Buna göre; osteolitik metastaz oluşumu için tümör hücreleri tarafından osteoklastojenik ajanların salınması ve osteoblastik metastaz oluşumu için de tümör hücreleri tarafından osteoblast proliferasyonu, diferansiyasyonu ve sonuç olarak kontrolsüz kemik oluşumuna neden olan faktörlerin salınması gerekir. Metastatik süreçten etkilenen kemikte her iki proçes de görülebilir. Dolayısıyla radyolojik ve/veya patolojik görünümüne göre metastatik lezyonlar litik, sklerotik ya da mikst olarak sınıflandırılır. 4 Tümör aktivitesi, biyokimyasal belirteçler ya da radyografi kullanılarak klinik olarak ve osteoklast sayısı ve rezorbsiyon lakünlerinin ölçümü ile patolojik olarak saptanabilir. Bu analizler sklerotik, kemik yapan lezyonlarda bile değerlidir. Kemik rezorbsiyonu ve yapımı sıkı ilişki içerisindedir; bu ilişki kanserde bozulabilirse de her zaman mevcuttur (11). Kemik yeniden şekillenmesinde biyokimyasal belirteçler Kemik yeniden şekillenmesi (“remodelling”) süresince osteoblast ve osteoklast aktivitesi, hücresel aktiviteyi yansıtan ürünlerin salınımına neden olur. Peptid ürünler hücreler tarafından salınan proteinler (alkalen fosfataz, osteokalsin) ya da degradasyon ürünleridir (idrar hidroksiprolin, deoksipiridinilin vb.). Bu belirteçler serum ve idrar kullanılarak hücresel kemik aktivitesinin belirlenmesinde sıklıkla kullanılırlar. Osteolitik metastaz Osteolitik lezyonlar başlıca multipl myelom ve meme kanserinde görülür. Yoğun mineralize kemik dokusunda herhangi bir tümörün gelişimi oldukça zordur. Kemik metastazı için tümör hücrelerinin, kemik rezorbsiyonunu uyarma yeteneği kazanması gerekir. Bu görev osteoklastlar tarafından gerçekleştirilir ve tümör hücrelerinin hayatta kalmasını ve çoğalmasını mümkün kılar. Osteoblastik metastaz Meme kanseri metastazlarında baskın tip osteolitiktir ancak daima lokal kemik yapımı izlenir. Bu durum büyük olasılıkla kemik onarımı için fizyolojik bir müdahale sonucu gelişmektedir. Osteolitik lezyonu olan olgularda artmış kemik yapımı klinik olarak serum ALP düzeyinin ölçülmesiyle ya da kemik taramalarında teknesyum difosfanat tutulumunda artış ile gösterilebilir. Bununla birlikte; meme karsinomu kemik metastazında sonuç kemik kaybı yönündedir. Bu durum büyük olasılıkla rezorbsiyonun yapımdan daha hızlı olmasıyla ilişkilidir (11). 2.2.2. Metastazda kemik rezorbsyonu ve yapımı Kemik turnoverinde “coupling” Kemik metastazlarının çoğunda hem kemik yapımı hem de kemik yıkımı birarada olup bunu destekleyen çok sayıda kanıt vardır. 5 1. Sıklıkla osteoblastik aktiviteyi gösteren biyokimyasal belirteçler anlamlı düzeyde artmıştır. 2. Kemik taramalarında teknesyum difosfanat uptake’inde artış artmış hücresel aktiviteyi gösterir. 3. Prostat kanserinde osteoblastik metastazlarda kemik rezorbsiyonunu gösteren serum belirteçleri osteolitik metastazda ölçülen seviyelere göre sıklıkla daha yüksektir. In vivo çalışmalarda tümör progresyonunda kemik yapımı-yıkımı arasındaki bu eşleme (coupling) gösterilmiştir. Osteoliz aktivasyonu osteoklastik aktivitede dramatik artış ile karakterizedir ve sistemik kemik rezorbsiyonu belirteçlerinde artışla doğrudan ilişkilidir. Bunu, normal kemik remodeling sürecinde olduğu gibi, kemik yapımı takip eder. Kemik turnoverinde “uncoupling” Hem litik hem de blastik komponente sahip tümörler için bazı istisnalar vardır. Bazı hastalarda kemik lezyonları pür litik olabilir. Örneğin, multipl myelomda osteolitik lezyonlar söz konusudur ve tümör komşuluğunda osteoblastik kemik yapımı azalmıştır hatta bazen yoktur. Multipl myelomdaki bu özellikten tümörü çevreleyen alanda artmış osteoklast sayısı ve aktivitesi sorumludur. Bu alanlarda osteoblast bulunmaz. Osteoblast aktivitesinin baskılanması tümör progresyonu yanısıra kemik yıkımında da anahtar bir özelliktir. Kemik iliği mikroçevresi myelom hücrelerinin hayatta kalması ve tümörün büyümesi için çok önemlidir ve kemoterapi ve radyoterapiye dirençte önemli rol oynar (11). 2.2.3. Metastaz yolları 1-Lenf yolu ile yayılma: Lenf yolu ile yayılma karsinomlarda daha sık görülürken sarkomlarda bu yol ile yayılım azdır. 2-Kan yol ile yayılma: a) Ven yolu ile yayılma b) Arter yolu ile yayılma 6 Karsinomlar daha çok lenf yolu ile yayılır. Ancak tiroidin folliküler karsinomu ve böbrek karsinomu sıklıkla kan yolu ile yayılmaktadır. Tümör hücreleri kapiller ve arteriyovenöz şantlarla arteryel dolaşma geçerler. Ayrıca çölemik yol ile yayılma sonucu Krukenberg tümöründe olduğu gibi, mide ya da barsak karsinomları overlerde implant metastazları oluşturabilir. Yine beyin-omurilik sıvısı yolu ile ependimomalarda olduğu gibi tümör hücreleri meninkslere ve spinal kanala taşınabilir. Böbrek pelvisi karsinomlarında olduğu gibi, epitelle döşeli yollarda (üreterler) implantasyon metastazları oluşabilir. Aspirasyon biyopsilerinde, enjektörün dışarı çekilmesi esnasında transplantasyon metastazları meydana gelebilir. Malign hücreler öncelikle direkt yayılma ve seröz boşluklara dökülerek implante olma şeklinde yayılır, fakat daha sonra primer tümörün etrafındaki dokuların invazyonu ile kan ve lenf damarlarında infiltre olur. Lenf damarları, kan damarlarıyla yakın ilişkide olduklarından ya da sonunda lenf dolaşımı da venöz dolaşıma katıldığı için, lenfatik yayılım da neticede hematojen yayılıma dönüşmüş olur. Böylece hematojen yolla taşınan hücreler vücudun bir çok yerine ulaşabilir (12). Tümör tarafından salgılanan tümör angiogenesis faktör tümör içerisine doğru yeni kapillerlerin oluşmasını sağlar. Bu yeni damarların yapılarındaki bozukluklar tümör hücrelerinin daha kolay bir şekilde damar içine girebilmelerine ve tümör embolileri şeklinde geçişlerine imkan verir. Tümör hücreleri özelikle kanlanmanın yoğun olduğu akciğer, karaciğer ve kemik iliğine yayılır. Tümör hücreleri sinüzoid ve kemik iliği kavitesinden kurtulup endosteal kemik yüzeyine tutunup burada metastatik bir nidus oluşturmaktadır. Kemik metastazı sıklıkla önce medullada gelişir, kortikal hasar daha sonra yayılır (13,14). 2.2.4. Kemik iliği mikroçevresi Kemik metastazı diğer uzak organ metastazlarında olduğu gibi çok basamaklı bir kaskad sonucu gelişir. Bu kaskad çoğunlukla etkisizdir çünkü tümör hücrelerinin çoğu dolaşımda normal koruyucu konak mekanizmaları ile ortadan kaldırılır. Kemik iliğine ulaşan çok az tümör hücresinin tümör odağı oluşturmasında kemik iliğindeki hücrelerin de katkısı vardır. Bu hücrelerin geçici hücreler ya da stromal hücreler olduğu kabul edilmektedir. 7 Geçici hücreler Nötrofil, eritrosit, T hücreler, trombositler gibi hücrelerdir. Trombosit adhezyonu tümörün doğal immün yanıttan kaçmasını sağlayan bir “örtü” gibi düşünülmekteydi. Bununla birlikte, trombositlerin metastazdaki rolü bunun çok ötesine çıkmaktadır. Trombosit-tümör hücresi adhezyonu ve tümör hücrelerinin dolaşımdaki diğer hücrelerle etkileşimi dolaşımda bu hücrelerin hayatta kalmasını sağlar. Trombositlerin MDA-MB-231 meme kanseri hücrelerine adhezyonu trombositlerden lizofosfatidik asit salınımını indukler ve bunu takiben tümör hücrelerinde güçlü anjiogenik ve prooteoklastojenik ajan IL-8’in salınımı uyarılır. Mevcut verilere göre trombositler kemik iliği mikroçevresi regülasyonunda rol oynamakta ve trombosit-tümör hücresi etkileşimleri kemik rezorbsiyonu, vaskülarite ve inflamasyon ile ilgili lokal değişiklikleri yönetmektedir. Kalıcı (stromal) hücreler Kemik iliğinin vasküler endotelial komponenti dolaşımdaki tümör hücrelerine uygun bir mikroçevre sağlar. Kemik iliğinde vaskülaritenin fazla olması metastaz sıklığını ve tümör hücrelerinin sağ kalma oranını arttırır. Metastatik tümör hücrelerinin hayatta kalması için anjiyogenezin başlaması ve sürdürülmesi gereklidir. Ayrıca, tümör hücrelerinden salınan IL-8 gibi anjiogenik faktörler salgılarlar. Mezenkimal kök hücreler gibi kalıcı stromal hücreler kemik iliğindeki hematopoietik hücreler ve dolaşımdaki tümör hücrelerinin çoğalmasına ve farklılaşmasına destek sağlar. 2.2.5. Metastaz modelleri Geleneksel metastaz modeli: Tümörogenezin geç evrelerinde bazı tümör hücreleri metastaz yeteneği kazanır. Bu hipotez pek olası değildir çünkü tümör hücrelerinin çoğunun evreden bağımsız olarak metastaz yapma potansiyeli olduğu gösterilmiştir. Dinamik heterojenite teorisi: Tümör hücrelerinin metastaz yeteneği primer tümörün metastatik potansiyeline göre belirlenir. 8 Klonal seleksiyon teorisi: Tüm primer tümörler aynı hücreden köken alır ve klonal seleksiyonla sonuçlanan multipl moleküler değişikliklerin sonucu olarak primer tümör gelişir. Bu karmaşık süreç spesifik olarak tümör hücresinin fenotipini değiştirir ve alan spesifik metastaz yeteneği gibi özelliklerin kazanılmasını mümkün kılar. Kök hücre teorisi: Metastaz selektivitesi spesifik bir organda kanser kök hücresinin aktivasyonu sonucu gelişir (11). 2.2.6.Kemik metastazının moleküler mediatörleri Osteolitik mediatörler TGF Beta: T hücre proliferasyonu ve aktivitesi ile NK hücre aktivitesini inhibe ederek immun sistemi baskılar ve bir dizi reaksiyonu tetikleyerek kemik rezorbsiyonunu arttırır. PTHrP ve RANKL: PTHrP, sitokin RANKL yoluyla osteoklast aktivitesini uyarır. RANKL osteoklast oluşumu, fonksiyon ve sürvisinin primer fizyolojik mediatörüdür ve proosteoklastojenik ajanların çoğu RANKL upregulasyonu ile çalışır. RANKL bağımsız faktörler: Denosumab (RANKL Antikoru) ile yapılan çalışmalarda RANKL’dan bağımsız osteolitik faktörlerin de bu süreçte etkili olabileceği sonucuna varılmıştır (11). Osteoblastik mediatörler Büyüme faktörleri Prostat kanserinde kemik ve kemik iliği hücrelerini aktive eden birçok büyüme faktörü salgılanır: asidik ve bazik fibroblast büyüme faktörü (FGFler) ve kemik morfojenik proteinleri (BMPler). BMPler: Hem normal hem tümörlü prostat dokusunda mevcuttur, hücre proliferasyonu ve farklılaşmasında görevlidir. Ancak tümör progresyonundaki spesifik etkileri tam aydınlatılamamıştır. 9 FGFler: FGF-FGFR2 aksı meme ve prostat dokularının embriyonik gelişiminde rol oynar. FGF ekspresyonu prostat kanserinde artar ve potansiyel parakrin ve otokrin etkiye sahiptir. Prostat kanseri FGFR 1 ve FGFR4 gibi spesifik izoformların ekspresyonu ile ilişkilendirilmiştir. FGFR aktivasyonu fosfolipaz C, fosfatidil inozitol 3 kinaz, MAP kinaz ve STAT yolaklarını uyarır. FGFlerin osteoblastik yanıtı regüle ettiği düşünülmektedir. Ayrıca RUNX2 ve BMP2 upregülasyonu yoluyla osteoblast proliferasyonu ve farklılaşmasını uyarırlar. FGFR10 prostat stromasında FGFR1 epitelde aşırı eksprese olduğu için FGFR10’un prostat dokusunda tümörogenezde rolü olduğu düşünülmektedir (11). -Wnt Sinyali Wnt ailesi üyeleri G protein coupled reseptör frizzled (FZD) ve LDL reseptör ailesinin üyelerini içeren bir reseptör kompleksine bağlanır. Wnt sinyal yolağının normal osteoblast gelişimi ve kemik formasyonunda önemli bir rol oynadığı gösterilmiştir. Kemiğe metastaz yapan prostat tümör hücreleri bir Wnt antagonisti olan DKK1 salgılar. Kemik metastazı ilerledikçe DKK1 ekspresyonu azalır, Wnt bağımlı osteoblastik aktivite artar ve böylece prostat kanserinin osteoblastik lezyonları gelişir. Ayrıca endotelin 1, DKK1 supresyonu yaparak Wnt yolağını aktive eder ve osteoblast proliferasyonunda rol oynar(11,12). 2.3. İskelet sistemi metastazlarının komplikasyonları Tümör hücreleri özellikle iskelet sisteminin iyi kanlanan kısımlarına metastaz yapmaktadır. Bu bölgeler özellikle aksiyal iskeletteki kırmızı kemik iliği, uzun kemiklerin proksimal uçları, pelvis, kostalar ve vertebral kolondur. İskelet metastazları, ağrı, patolojik kırık, hiperkalsemi, spinal kord basısı gibi morbidite ile ilişkili önemli komplikasyonlara yol açar. Kemik metastazı saptanan hastaların çoğunda primer tümör bilinmekle beraber bazen kemik metastazı malignitenin ilk ortaya çıkış şekli olabilir. Klinik bulgu olarak hiperkalsemi ve hipertrofik pulmoner osteoartropati gibi paraneoplastik sendromlar ile karşımıza çıkabilir. Hipertrofik pulmoner osteoartropatide, parmaklarda çomaklaşma, uzun kemiklerin (tibia, fibula, radius, ulna) distal uçlarında ağrı, şişlik ve periost reaksiyonu görülür. En sık küçük hücreli dışı akciğer kanserinde görülür (15,16). 10 Kemik metastazının tipi her ne olursa olsun klinikte en sık lokalize kemik ağrısı ile karşımıza çıkar. Kemik invazyonu ile ağrı arasındaki ilişki belirsizdir. Birden fazla kemik lezyonu olmasına rağmen ağrı bulunmayabilir. Aksine radyolojik yöntemlerle kemik metastazı saptanmayan olgularda ciddi ağrı bulunabilir. Ağrının özelliği başlangıçta; hareketle ilişkisi olmayan, gelip geçici olmakla birlikte bazen kronik, düzelmeyen ve gittikçe kötüleşen özelliktedir. Metastatik kemik tümörleri ile primer kemik tümörlerindeki ağrı paterni çoğunlukla birbirine benzer. Kemik metastazlarındaki ağrı, biyolojik ve mekanik olmak üzere iki nedene bağlı olabilir. Biyolojik ağrı oluşmasında; tümör hücreleri tarafından salınan lokal sitokinler ile substans-P, prostaglandin ve bradikinin gibi kimyasal mediatörler ile tümör hücrelerinin normal kemik dokusu ile yer değiştirerek periostta gerilmeye neden olması rol oynar. Mekanik ağrı ise metastaz nedeniyle kemiğin normal yapısının bozulması sonucu fiziksel egzersize bağlı olarak ortaya çıkar. Ancak bazı metastatik kemik lezyonlarında ağrı görülmeyebilir (17,18). Patolojik kırıklar osteolitik kemik lezyonu olan hastalarda sıktır. Özellikle vücut ağırlığını taşıyan kemiklerde; vertebralarda ve uzun kemiklerin proksimal ucunda görülür. Patolojik kırık riski metastatik tutulumun süresi ile ilişkili olarak artmaktadır (19). Ayrıca kemik korteksinin %50’den fazla kaybı söz konusu olduğunda patolojik kırık riski %60-70 olmaktadır. Metastatik kemik lezyonu olanların %5-10’unda patolojik kırık gelişmektedir. Hiperkalsemi özellikle osteolitik kemik metastazlarında sıktır. En sık meme kanserinde görülür. Malignite ile ilişkili hiperkalsemi, tümör hücrelerinin ürettiği bir takım sistemik faktörlere bağlı olarak ya osteoklastik kemik rezorpsiyonunun artmasına ya da böbreklerden tübüler kalsiyum reabsorbsiyonunun artmasına bağlıdır. Hiperkalsemik hastaların yaklaşık %80’inde PTHrP plazma konstrasyonları artmış olarak saptanmakta olup kemik metastazı oluşumunda kritik rol oynamaktadır (20). Malignite ile ilişkili hiperkalsemi, kemik metastazlarının %5-10’unda görülmektedir ve çoğunlukla skuamöz hücreli kanser ile ilişkilidir (19). Spinal kord basısı ya tümörün direkt omurgaya invazyonu ile veya vertebralardaki osteolitik lezyonlara bağlı çökme kırıkları sonucu oluşur. Sinir basıları ise özellikle osteoblastik lezyonların sinirlerin çıkış delik ve kanallarını daraltması ile oluşur (21). 11 2.4. Kemik metastazlarının saptanmasında kıllanılan görüntüleme yöntemleri 2.4.1. Direkt radyografi Kemik metastazlarının saptanmasında direkt radyografinin duyarlılığı düşüktür. Direkt grafilerde kemik metastazının saptanabilmesi için kemik mineral yoğunluğunun %50 ve daha fazlasının kaybı söz konusu olmalıdır. Tümör hücreleri eğer kortekste değil de kemik iliğinde büyüme gösterirse radyografinin değeri azalmaktadır. Direkt grafi kemik sintigrafisiyle karşılaştırıldığında geç bulgu vermekte ve tüm kemik yapıyı görüntülemek için birçok direkt grafi almak, dolayısıyla yüksek doz radyasyon vermek gerekmektedir. Kemik metastazları kemik sintigrafisinde direkt grafiye göre ortalama 6 ay öncesinden saptanabilmektedir. Kemik metastazlarında radyografik dansite paterninin değişmesi hastalık progresyonuna, tedaviye bağlı iyileşmeye ya da radyasyon osteonekrozuna sekonder olarak olabilir (22,23). 2.4.2. Bilgisayarlı tomografi Bilgisayarlı tomografi, kemik metastazlarının saptanmasında tanıya yardımcı yöntemlerden biridir. Kortikal harabiyeti erken dönemde gösterebilmesine karşın medüller patolojileri göstermede sınırlı değere sahiptir. Ayrıca BT ile tüm vücudu aralıksız kesitlerle tek seansta görüntülemek uzun süre radyasyona maruz kalınması, spiral olmayan cihazlarda incelemenin uzun sürmesi ve sadece aksiyel düzlemde görüntüleme nedeniyle anatomik oryantasyonun zaman zaman güç olması gibi sebepler klinik kullanımını kısıtlayan dezavantajlardır. Bilgisayarlı tomografinin, kemik dışındaki anatomik yapıların da tanımlanmasına olanak sağlaması, metastatik lezyonun radiyal yayılımı hakkında daha iyi bilgi vermesi ve spiral BT’deki son gelişmeler ile elde edilen reformat görüntüler sayesinde anatomik yapıların multiplanar değerlendirme olanağı sağlaması da avantajlarını oluşturmaktadır. Bilgisayarlı tomografi çoğunlukla kemik sintigrafisinde şüpheli lezyonlar saptanıp direkt grafi ile korele edilemediğinde bu lezyonların tanımlanması açısından önemlidir. Ayrıca sakrum, vertebra, kraniovertebral bileşke gibi radyografide değerlendirilmesi zor alanlarda da BT tercih edilebilir. Bilgisayarlı tomografide osteoblastik metastazlar hiperdens, osteolitik metastazlar ise hipodens olarak görülür (24). 2.4.3. Manyetik rezonans görüntüleme Kemik sintigrafisinde pozitif olarak tanımlanan bir lezyonun konfirme edilmesinde konvansiyonel radyografi ve BT ile sonuç alınamamışsa MRG yapılır. MRG multiplanar 12 (çok yönlü) görüntü imkanı vermesi ve yüksek rezolüsyonu nedeniyle lezyonların değerlendirilmesinde direkt grafi ve BT’ye göre daha üstündür. Bu özelliklerinden dolayı palyatif cerrahi tedavi ve radyoterapi öncesi metastatik lezyonun sınırlarını daha iyi değerlendirme imkanı sağlaması bakımından MRG tetkiki yararlıdır. Kortikal invazyonun saptanmasında BT daha iyi bir yöntem iken kemik iliği tutulumunu göstermede MRG daha üstündür. Yumuşak dokuyu daha iyi göstermesinden dolayı spinal kord basısı gibi bazı klinik bulgularda MRG tercih edilmelidir. Metastatik kemik lezyonları genellikle baskılanmış T1 imajlarda hipointens, T2 imajlarda ise hiperintens olarak görülür (25,26). 2.4.4. Kemik sintigrafisi Kemik sintigrafisinin metastatik tutulumu göstermede duyarlılığı yüksek (%90) ancak özgüllüğü düşüktür (%60). Kemik sintigrafisi radyoaktif izotopların kemiğe olan afinitesinin gösterilmesinden bu yana kullanılan, planar ve/veya tomografik görüntüleme yapılabilen çok duyarlı bir yöntemdir. Aynı anda tüm vücut kemiklerinin metastaz yönünden non-invaziv bir şekilde taranmasına olanak sağlayan bir görüntüleme yöntemidir. Radyofarmasötik olarak sıklıkla Teknesyum-99m ile bağlanmış fosfat bileşikleri (Tc-99m Metilendifosfonat (MDP), Tc-99m Hidroksimetilendifosfonat (HMDP) gibi) kullanılır. Bu radyofarmasötikler kemorezorpsiyon yoluyla kemikteki osteoblastlarca üretilen kalsiyum hidroksiapatit kristallerinin yapısındaki fosfor grupları tarafından tutulurlar. Kemiklerdeki artmış aktivite tutulumu öncelikle artmış osteoblastik aktiviteye ve artmış kan akımına veya ikisine birden bağlıdır. Kemik metastazları trabeküler kemikteki lezyon 1.5 cm’e ulaşıncaya ve kemik minerallerinin %40-50’si kaybedilinceye kadar direkt grafi ile görüntülenemezler. Oysa kemik sintigrafisi ile %1 oranından az kemik kaybının bile görüntülenmesi mümkündür.Bundan dolayı sintigrafinin radyografiye diğer bir üstünlüğü de metabolik değişikleri anatomik değişiklikler başlamadan önce görüntüleyebilmesidir (22,23). Kemik sintigrafisi kemikteki anormal lokalizasyonları göstermede son derece duyarlıdır, ancak spesifisitesi düşüktür. Malign hastalıklarda kemik sintigrafisi ile saptanan soliter kemik lezyonlarının yaklaşık üçte biri benign olaylardan veya kemiğin normal varyasyonlarından kaynaklanmaktadır. Kemik sintigrafisinde aktivite artışına yol açan benign lezyonlar; kıkırdak dokunun benign tümörleri, osteoid osteoma, Paget hastalığı, fibröz displazi, fraktür, travma, osteoartrit, osteomyelit, yumuşak doku enflamasyonu ve daha önce geçirilmiş cerrahi müdahaledir. Artmış aktivite tutulumu gösterebilecek normal kemik alanları ise kafa tabanı, kalsifiye tiroid kıkırdağı, kostokondral eklemler, paranazal 13 sinüsler, sternum ve sakroiliak eklemlerdir. Buna karşılık daha önce radyoterapi görmüş kemiklerde, daha indiferansiye hücreli tümörlerde veya çok çabuk büyüdüğü için osteoblastik reaksiyon vermeyen kemik metastazlarında yalancı negatif sonuçlar alınabilir. Olgularda kemik sintigrafisindeki yanlış pozitif/negatif sonuçları azaltmak için detaylı bir anamnez alınması, laboratuar ve diğer görüntüleme yöntemleriyle birlikte değerlendirilmesi gerekir (22,23). 2.4.5. Pozitron emisyon tomografisi (PET) PET, dokuların perfüzyonunu, metabolik aktivitesini ve canlılığını (viabilite) yansıtan tomografik görüntüler ve kantitatif parametrelerin kullanıldığı non-invaziv bir görüntüleme yöntemidir (27). Kemik metastazlarının saptanmasında PET-BT’nin duyarlılığı kemik sintigrafisinin duyarlılığı ile eşit düzeyde olup özgüllüğü daha yüksektir (28).PET-BT görüntüleme kemik sintigrafisine bir alternatif olmayıp tamamlayıcı özellik göstermektedir. PET-BT özellikle kemik iliğini tutan ve litik yapıdaki metastazları saptamada duyarlı iken, kemik sintigrafisi ise osteoblastik yapıdaki metastatik kemik lezyonlarını saptamakta daha duyarlıdır (29). PET-BT ile kemik iliğinde genellikle hafif düzeyde homojen aktivite tutulumu izlenir. Kemoterapi sonrası ilk bir ay içerisinde ve granülosit stimülasyon faktörleri ile yapılan tedavi sonrasında artmış kemik iliği aktivitesi gözlenir. Benign kemik lezyonları, Paget hastalığı, osteodejeneratif eklem-disk hastalıkları ve iyileşmekte olan akut kırıklar artmış florodeoksiglukoz (FDG) tutulumu gösterebilir. İskelet sisteminin radyoterapi yapılan bölgelerinde erken dönemde enflamasyona bağlı olarak artmış, daha sonra ise radyasyon nekrozu nedeni ile azalmış FDG tutulumu izlenebilmektedir. PET diğer nükleer tıp yöntemlerinde olduğu gibi emisyon tekniğine dayalı bir görüntüleme yöntemi olup yapısal detaylardan ziyade fonksiyonel-metabolik aktivite hakkında bilgi verir. Bu yöntemde, insan vücuduna verilen pozitron yayıcı radyofarmösetiklerden yayılan özel gama ışınları saptanarak vücut içerisindeki dağılımları belirlenir ve üç farklı uzaysal düzlemde görüntüleme elde edilir. PET sistemlerinde, temel yapıtaşlarındaki (şeker, aminoasit, metabolik prekürsör, hormon…) Karbon (C), Flor (F), Ozon (O) ve Azot (N) elementlerinin pozitron yayan izotopları ile yer değiştirerek elde edilen kısa yarı ömürlü radyofarmasötikler kullanılmaktadır. En sık Flor-18 (F-18) ile işaretli 2-deoksi-D-Glukoz kullanılmaktadır. Florodeoksiglukoz (FDG) bir glukoz analoğudur. Neoplastik ve inflamatuvar hücrelerde artmış glikolitik metabolizmanın ve artmış glukoz kullanımının olması nedeni ile bu tip hücrelerde artmış FDG tutulumu 14 vardır. F-18 FDG PET tek bir seansta tüm vücudun değerlendirilmesine olanak veren bir tetkikdir (30). 2.4.6. Biyopsi Kemik metastazlarının kesin tanısı histopatolojik inceleme ile mümkündür. Biyopsi açık biyopsi veya çeşitli iğne aspirasyon yöntemleriyle yapılabilir. Özellikle primeri bilinmeyen soliter ya da multipl kemik metastazlarına ince iğne aspirasyon biyopsisi veya açık biyopsi yapılarak kesin tanı ve tedavi yöntemleri belirlenmektedir. Ayrıca soliter kemik lezyonlarının malign-benign ayırımında biyopsi çok önemli bir yere sahiptir. Biyopsinin kesin tanı koymadaki başarısı tümör tipine ve diferansiyasyon derecesine göre değişkenlik gösterir (31,32). 15 2.5. Pozitron Emisyon Tomografisi 2.5.1. Pozitron emisyon tomografisi tarihçesi Pozitron salıcısı radyonüklidlere olan ilgi 1940 yılında Kamen ve Ruben’in karbon14 (C-14)’ü keşfi ile başlamıştır. 1950’li yılların sonlarına doğru Ter-Pogossian C, O2, N2 gibi vücudun temel yapı taşlarını oluşturan kısa yarı ömürlü pozitron salıcısı radyonuklidlerle bölgesel metabolik çalışmaların yapılabileceği fikrini ortaya atmış; ancak bu fikir 1970’li yılların ortalarına kadar pek ilgi görmemiştir. Pozitron görüntüleme ile ilgili ilk çalışmalar 1950 ve 1960’lı yıllarda başlamış, bu amaçla Anger kamera ve iki dedektörlü sistemler kullanılmıştır (33-36). Bu sistemlerde talyum ile aktive edilmiş sodyum iyodür (NaI(Tl)) kristalleri kullanılmış ve ancak iki boyutlu görüntülemeler yapılabilmiş, çok yüksek maliyetler nedeniyle sınırlı saydaki laboratuarda uygulama imkanı bulunmuştur. 1970’li yılların başında Hounsfield ve Ambrose’nin x-ışınlı bilgisayarlı tomografiyi keşfi ile tıbbi görüntüleme alanında yeni bir dönem başlamış, aynı yıllarda bazı önemli radyonuüklidlerin tıp merkezlerinin üretimine başlaması ve siklotron kullanarak pozitron salıcısı üretilen radyonüklidlerin biyomedikal araştırmalarda kullanılması pozitron görüntülemeye de bir ivme kazandırmıştır (37). Günümüzde yüksek rezolüsyonlu PET görüntülemenin mümkün olması tıptaki gelişmelerin yanı sıra diğer alanlardaki teknolojik ve bilimsel gelişmelerin (çekirdek fiziği, radyofarmasi, elektronik, matematik, biyomedikal ve bilgisayar teknolojisi gibi) de ortak bir sonucudur. İlk yıllarda sadece bilimsel araştırmalar amacıyla kullanılan PET daha sonraki yıllarda yüksek tanısal potansiyeli ile rutin klinik uygulamalar arasına girmiştir. PET tarayıcıları başlangıçta tek kesitlik görüntüler alan ve ortalama 32 NaI(Tl) detektöründen oluşan sistemler iken (çözünürlük ~ 2 cm) takip eden yıllar içerisinde, farklı kristal (LSO, BGO gibi) yapısında ve daha çok sayıda detektörden oluşan, aynı anda birkaç kesit görüntü alabilen sistemler haline dönüşmüştür. Bu gelişmeler sonrasında çözünürlük 2 cm den 1 cm nin altına inmiştir. PET görüntüleme cihazlarının ticari anlamda piyasaya sürülmesi 1970’li yılların sonuna doğru gerçekleşmiş olup gelişim süreci içerisinde sisteme daha çok sayıda detektör, ring ve foton çoğaltıcı tüp (PMT) eklenmesi sistem duyarlılığı ve rezolüsyonu arttırmış, görüntüleme süresini ise kısaltmıştır (38-40). 16 2.5.2. Pozitron emisyon tomografisi PET dieğer görüntüleme yöntemleriyle karşılaştırıldığında kendine özgü birçok avantaj sunar. PET, vücutta biyokimyasal seviyede özel fonksiyonu işaretlemek için seçilen radyonüklid ile işaretli radyofarmasötik molekülünden pozitron emisyonu sonrasında arka arkaya üretilen iki annihilasyon fotonunu hesaplar. Anatomi yerine biyolojik fonksiyonların moleküler görüntülemesini sağlar. Her iki annihilasyon fotonunun koinsidans dedeksiyonu tek foton görüntülemeyle karşılaştırıldığında artmış duyarlılık kazandırır ve transmisyon tarama ya da bilgisayarlı tomografik bilgiden daha iyi kolimasyon ve doğru atenüasyon düzeltmesi sağlar. Bu da PET görüntülerinden elde edilen kalitatif bilginin yanında doğru kantitatif bilginin ortaya çıkarılmasına izin verir. PET’in yüksek duyarlılığı olduğundan az miktarda görüntüleme maddesi enjeksiyonun gerektirir. Ek olarak, pozitron salıcılar (C-11, N-13, O-15, F-18, vb) rölatif kısa ömürlüdür, bu da hastaya verilen radyasyon dozunu düşük tutarken görüntüleme fotonlarının optimal kullanımına yardımcı olur. Ayrıca bu izotopların çoğu biyolojik substratlara (glikoz, H2O, NH3, CO2, O2, vb) ve farmasötiklere biyolojik aktivitelerini bozmadan bağlanabilir. BT ya da manyetik rezonans (MR) görüntüleriyle karşılaştırıldığında, PET görüntüleri, görüntüleme sırasında rölatif olarak sınırlı sayda foton toplanabilmesi nedeniyle daha silik ve çozünürlüğü daha azdır. X-ışınlı BT tarayıcılar 1 mm’den küçük boyutta noktaları kolayca çözebilir, PET tarayıcılar ise 4-5 mm’den küçük noktaları ve pratikte de 10 mm’den küçük olanları çözemez. Bununla birlikte, bu düşük radyofarmasötik konsantrasyonuna rağmen yüksek duyarlılığını ya da doğru kantitatif fonksiyonel görüntülemedeki yararlılığını etkilemez. 2.5.3. Temel fiziksel prensipler Pozitron (ß+), negatron (ß-) olarak da adlandırılan elektron ile aynı kütleye sahip ancak elektrondan farklı olarak pozitif yüklü, partiküler bir radyasyondur. Pozitron salıcısı radyoaktif maddeler, kararlı izotopların yüklü partiküller (proton, döteron, helyum çekirdeği gibi) ile bombardımanı sonucunda elde edilirler. Bu amaçla siklotron adı verilen parçacık hızlandırıcıları kullanılır (Şekil 2.1.). 17 Şekil 2.1. Siklotron Siklotronda, yüklü partiküller değişken elektromanyetik alanlar yardımıyla dairesel bir eksen üzerinde hızlandırılır ve hedefe yerleştirilmiş kararlı izotoplara doğru yönlendirilirler. Bu işlem sonunda hedefte bulunan kararlı izotoplar çekirdeklerinde artan proton sayısı nedeniyle kararsız hale geçerler ve tekrar kararlı hale dönmek üzere pozitron salmaya başlarlar. proton →nötron + pozitron (ß+) + nötrino (ν) Atom çekirdeğinin indirgenmesi sürecinde salınan pozitron bulunduğu ortam içerisinde yaklaşık 1-3 mm kadar (bu mesafe 18FDG için yaklaşık 2 mm dir) ilerleyerek ortamda mevcut serbest bir elektron ile birleşir. Bu birleşme sonrasında her iki partikül de enerjiye dönüşür (E=mc2) ve ortaya birbiri ile 180º açı yapan, 511 keV (kilo elektron volt) enerjiye sahip iki gama fotonu çıkar. Bu olaya “Annihilasyon” adı verilir (Şekil 2.2.). 18 Şekil 2.2. Annihilasyon Pozitronun salındıktan sonra annihilasyon oluşuncaya kadar geçen sürede kat ettiği mesafe PET tarayıcının çözünürlüğünü belirleyen önemli bir faktördür. Bu mesafenin artması çözünürlüğü olumsuz yönde etkilediği gibi kantitasyon (sayısallaştırma) hatalarına da neden olur (41-43). 2.5.4. Temel görüntüleme prensipleri PET tarama sistemlerinde, hastaya uygulanarak vücut içerisindeki biyodağılımını tamamlayan görüntüleme ajanından kaynaklanan, aralarında 180º açı bulunan 511 keV’lik gama fotonu çiftlerini tespit etmek üzere farklı sayı ve konfigürasyonlarda detektör halkaları mevcuttur. Birbiri ile 180º açı yapacak şekilde konuşlanmış detektör çiftleri, belirlenen zamanlimiti içerisinde (nano saniye mertebesinde) tespit edilecek her bir gama foton çiftini sistem bilgisayarında x, y ve z eksen koordinatları ile birlikte tek bir nokta olarak kaydederler. Bu zaman limiti dışında detektörlere ulaşan fotonlar ise sayıma dahil edilmezler. Bu noktalarradyoaktivitenin yoğun olduğu bölgelerden daha çok, az olduğu bölgelerden ise daha azsayıda kaydedilir. Bu ham veriler sistem bilgisayarı tarafından işlemlenerek tomografik PET görüntüleri oluşturulur (Şekil 2.3.) (44-46). 19 Şekil 2.3. PET görüntüleme sistemi 2.5.5. Detektör ve kristal yapıları Detektörlerde sintilasyon teknolojisi kullanılmaktadır. Farklı kimyasal yapılardaki [NaI(Tl),BGO, LSO gibi] sintilasyon kristallerinin özelliği radyasyon ile etkileştikleri zaman bir ışıltıoluşturmalarıdır. Bu ışık parıltısı sintilasyon kristalinin arkasında bulunan ve pozisyonbelirleme özelliği olan foton çoğaltıcı tüpler (photo-multiplier tube) tarafından algılanır veamplifiye edilerek sistem bilgisayarına gönderilir. İdeal bir PET detektörünün gelen gamafotonunu tam olarak durdurabilmesi, kısa süreli ve yüksek şiddette bir ışık parıltısıoluşturması arzu edilir. Dedike PET tarama sistemlerinde tam bir halka boyunca binlercedetektör bulunur. Detektörlerin küçük ve çok sayıda olması sistemin uzaysal rezolüsyonunaolumlu yönde katkıda bulunur. En çok kullanılan kristal çeşitleri ve özellikleri aşağıdaözetlenmiştir (Tablo 2.1.). 20 Tablo 2.1. Farklı kristal materyallerinin özellikleri PET tarayıcılarında farklı sintilasyon kristalleri kullanılabildiği gibi farklı mekanik vekonfigürasyonlar da söz konusudur. Bunların en basiti genel amaçlı, tek detektörlü bir gamakamerada 511 keV’lik bir kolimatör, uygun kalınlıkta NaI(Tl) kristali ve yazılım ileyapılabilecek olan görüntülemedir. Spektrumun diğer ucunda ise tam halkalı dedike PETgörüntüleme sistemleri yer almaktadır (Şekil 2.4.) (47-50). 21 Şekil 2.4 Foton çoğaltıcı tüpler ve dedektör halkaları. 64 parçalı sintilasyon kristali 1 blok (64 dedektör) Günümüzde PET tarayıcısı ile birlikte aynı sistem içerisinde BT veya MR içeren, eş zamanlıolarak ve aynı pozisyonda hastanın görüntülenmesine olanak sağlayan sistemler de mevcutolup bu sistemler “Hibrid Sistemler” olarak adlandırılmaktadır. Bu tür cihazlar sayesinde aynıseansta hem yapısal hem de fonksiyonel görüntüler elde edilebilmekte, daha gerçekçi vedetaylı değerlendirmeler yapmak mümkün olmaktadır (51). 2.5.6. Görüntüleme yöntemleri PET taramalarını 2 (2-D) veya 3 (3-D) boyutlu olarak yapmak mümkündür. 2Dgörüntülemede detektörler arasına kurşun veya tungsten septalar konulmak suretiylesaçılmış radyasyonun detektörlere ulaşması önlenir. Bu şekilde yapılan taramalarda toplamsayım yaklaşık % 10-15 oranında azalmakla birlikte görüntü kalitesinde belirgin iyileşmesağlanır. PET görüntüleme genel bir kural olarak; toplam sayımın yeterli olduğu durumlardamutlaka 2-D tarama yapılır. Detektörler arasında septalar olmaksızın yapılan taramalara ise 3-D tarama adı verilir. Bu tiptaramalarda her bir detektör daha geniş bir alandan sayım alır ve sayım hızı yaklaşık 5-6katına çıkar. Bu nedenle 3-D taramalarda daha az miktarlarda görüntüleme ajanı kullanarakdaha kısa süreler içerisinde tetkiki tamamlamak mümkündür.3-D taramalar genellikle Santral Sinir Sistemi görüntülemelerinde ve çocuk hastalardakullanılır. Daha çok bilgisayar hafızası gerektirmesi ve veri işlemlemesinin uzun sürmesi, eldeedilen 22 toplam sayımların daha fazla oranda saçılmış radyasyon içermesi nedeniyle görüntükalitesinin 2-D taramaya göre daha düşük olması, sayım hızının çok yüksek olması sonucusistemin paralize olma olasılığının artması, 3-D taramanın dezavantajlarını teşkil eder. 3-Dtaramalarda LSO ve NaI(Tl) kristalli tarama sistemleri ile BGO kristalli sistemlere oranla daha verimli sonuçlar elde etmek mümkündür (52). 2.5.7. Atenüasyon düzeltmesi Görüntüleme ajanının enjekte edilmesi sonrasında vücut içerisindeki organlardankaynaklanan gama fotonları (emisyon görüntüleme) detektörlere ulaşmak üzere yollarıüzerindeki değişik yoğunluktaki dokulardan geçerler ve bu esnada belli oranlardasoğurulurlar. Soğurulma miktarı fotonun kat ettiği mesafe ve içerisinden geçtiği dokununyoğunluğu ile doğru orantılıdır. Örneğin gama fotonları kemik dokudan geçerken, akciğerdokusunda soğurulduğundan daha çok soğurulur.PET görüntülemede kullanılan gama fotonlarının enerjilerinin yüksek olması (511 keV) soğurulmanın belli bir oranda sınırlı kalmasını sağlasa da yüksek çözünürlüklü görüntülerelde etmek için bir düzeltmenin yapılması gerekir. Bu işleme soğurulmanın düzeltilmesi (atenüasyon korreksiyon) adı verilir.Bu düzeltmeyi yapmak için fotonların yolu üzerindeki farklı dokulara ait düzeltmekatsayılarının belirlenmesine ihtiyaç vardır. Bu bilgiler PET tarama öncesi 511 keV enerjili bir nokta kaynak (Ge-68 gibi) veya x-ışınlı bilgisayarlı tomografi görüntüleri alınarak(transmisyon görüntüleme) sağlanır ve her bir görüntüye bilgisayar tarafından otomatik olarakuygulanır (53-54). 2.5.8. PET Görüntüleme ajanları ve kullanım alanları PET görüntülemede kullanılan radyoüklidlerin fizik yarı ömürleri 1.3 ile 110 dakika arasındadeğişmektedir. Fizik yarı ömür (t f ½) bir radyonüklidin başlangıç aktivitesinin yarıya düşmesi için gereken süre olup her bir radyonüklid için karakteristiktir. PET ajanlarının kısa fizik yarı ömürlere sahip olması merkezleri kendi üretimlerini yapmaya zorlamaktadır.Ancak bir siklotronun işletimi, çok yüksek personel ve işletim giderlerini, çok sayıda kalifiye personeli ve ek mesaiyi gerektirmektedir.PET çalışmalarında %90 oranında Flor-18 (18F) işaretli bileşikler kullanılmaktadır. F-18’infizik yarı-ömrünün yaklaşık 2 saat civarında olması görüntüleme ajanının üretim yapanmerkezlerden satın alınıp kullanılmasına olanak vermektedir. PET görüntülemede en sıkkullanılan radyonüklidlerin fizik yarı-ömürleri ve elde ediliş yöntemleri Tablo 2.2.’deözetlenmiştir. 23 Tablo 2.2. En sık kullanılan pozitron salıcısı radyonüklidler Radyoizotop Yarı Ömür Maksimum Pozitron Enerjisi (MeV) Dokudaki Erişim Mesafesi Oksijen-15 124 saniye 0.97 7.3 mm 14 Nitrojen-13 9. 97 dakika 1.19 5.1 mm 16 Karbon-11 20.3 dakika 1.73 4.1 mm 14 Flor-18 110 dakika 0.64 2.4 mm 18 Nükleer Reaksiyon N(d,n)15O O(p, a)13N N(p, a)11C O(p,n)18F Günümüzde en çok kullanılan PET görüntüleme ajanları ve kullanım alanları Tablo1.3.’tesıralanmıştır. Tablo 2.3. PET görüntüleme ajanları ve kullanım alanları Radyofarmasötik Uygulaması [18F]-fluoro-deoxy-glucoseFDG- Serebral Glikoz Metabolizması, Myokardial Glikoz Metabolizması Değerlendirmesi ve Tümör Lokalizasyonu (Toplam uygulamalarının yaklaşık % 90’ı) [15O]-O2 Cerebral Oksijen Ekstraksiyonu ve Metabolizma [15O]-CO Cerabral Kan Hacmi, Myokardial Kan Hacmi [15O]-H2O Cerebral Kan Akımı, Myokardial Kan Akımı [13N]-NH3 Myokardial Kan Akımı [11C]-n-butanol Cerebral Kan Akımı [11C]-palmitate Myokardial Metabolizma [11C]-acetate Myokardial Metabolizma [11C]-glucose Cerebral Glikoz Metabolizması [11C]-N-methylspiperone Dopamin Reseptör Bağlama 18 [ F]-spiperone Dopamin Reseptör Bağlama 24 PET görüntülemenin SPECT görüntülemeye olan avantajları PET ile perfüzyon, metabolizma ve reseptörler hakkında fonksiyonel kantitatif bilgileredinmek mümkündür. PET in uzaysal çözünürlüğü (yaklaşık 5-8 mm) SPECT’e oranla (> 1 cm) oldukçayüksektir. SPECT için gerçek anlamda mümkün olmayan attenuation correction PET demümkündür. PET ile sağlanan yüksek sayım istatistiği (temporal çözünürlük) sayesinde dinamikgörüntüleme yapmak mümkündür. PET görüntülemenin klinik avantajları Hastalıkların oluşumu sürecinde fizyolojik ve biyokimyasal değişiklikler yapısaldeğişikliklerden daha önce ortaya çıkar. Bu nedenle PET ile erken tanı, dolayısıyla etkintedavi ve uzun sağ kalım süreleri sağlanır. Hastanın uygulanan tedaviye yanıtı erken dönemde değerlendirilerek daha etkin tedavi alternatifleri araştırılır, gereksiz yatak işgali önlenirken hastalar ilaçların komplikasyon veyan etkilerinden korunur. Onkolojik olguların evrelendirilmesinde birden fazla test ile sağlanabilecek veriler tek birgörüntülemede sağlanarak hasta mağduriyeti önlenir, ekonomik kazanç sağlanır,hastanın alacağı iyonizan radyasyon dozu minimuma indirgenir. Cerrahi tedaviden yarar görmeyecek hastalar elimine edilerek gereksiz masraf, iş gücüve zaman kaybı önlenir; hastalar gereksiz cerrahinin getireceği mortalite ve morbiditedenkorunur. Kantitatif değerlendirmeler yapmak suretiyle (Örneğin serebral kan akımının ml/dk/grdoku, glukoz metabolizmasının -mg/dk/gr doku, kan hacminin -ml gibi değerlendirilmesi)daha gerçekçi klinik değerlendirmeler yapılır. Yaygın hastalıkta en uygun biopsi yeri tespit edilebilir. Tümör rekürrensi ve radyasyon nekrozunun ayırıcı tanısı kolaylıkla yapılarak uyguntedavi yöntemi seçilir. 25 PET uygulamaları PET ile görüntüleme yaklaşık 25 yılı aşkın bir süredir devam etmekle birlikte gelişimsürecihalen devam etmektedir. Özellikle daha hızlı görüntüleme, daha stabil bir mekanik oluşturma,daha yüksek çözünürlük sağlama, daha kolay anlaşılır ve kullanılabilir bir yazılım oluşturmakve maliyetleri daha aşağılara çekmek üzere çalışmalar sürdürülmektedir. PET görüntülemegünümüzde en çok onkoloji, kardiyoloji ve nöroloji alanlarında kullanılmaktadır (Şekil-2.6.). Şekil 2.5. PET Uygulamalarının kullanım alanları Onkolojik kullanım alanları: Primeri bilinmeyen kanserlerde primer tümör ve metastazlarının araştırılması, Radyasyon nekrozu ile rezidü ve/veya nüks tümöral kitlenin ayrılması, Cerrahi sonrası nükslerin belirlenmesi, Hasta hakkında prognostik değerlendirmeler yapılması, Tümörün progresyon/regresyonunun değerlendirilmesi, Tedavi öncesi evreleme, Tümörün tedaviye (kemoterapi, radyoterapi) yanıtının değerlendirilmesi, tedavi sonrasıyeniden evreleme, Akciğer nodüllerinin benign/malign ayırıcı tanısı, Uygun biyopsi alanının belirlenmesi, Radyoterapi uygulanacak alanın belirlenmesi. 26 Kardiyolojik kullanım alanları: Koroner arter hastalığının tanısı, Myokard viabilitesinin araştırılması, Diğer yöntemlerle tanısı konulamayan myokard enfarktının tanısı, İskemik ve idiyopatik dilate kardiyomyopatinin tanısı, By-pass ve PTCA operasyonu geçiren hastaların takibi, Koroner stenozun ciddiyetinin fizyolojik boyutunun belirlenmesi. Nörolojik kullanım alanları: Beynin metabolik gelişiminin izlenmesi, gelişimsel bozukluklarının tanı ve takibi, Demansiyal hastalıkların (Alzheimer Hastalığı gibi) tanı ve takibi, Beyin tümörlerinin tanı ve takibi, Beyin tümörlerinde biyopsi yerinin belirlenmesi, İnfantil spazmın tanısında ve cerrahiye yol gösterilmesinde, Parkinson hastalığının tanı ve takibi, Nörolojik travmaların tanı ve takibi, Epilepsi cerrahisinde epilepsi odağının belirlenmesi, Stroke (İnme) da doku canlılığının gösterilmesi, tedavi yanıtının takibi, Huntington Hastalığı gibi genetik geçişli hastalıkların değerlendirilmesi (55-59). 27 3. GEREÇ VE YÖNTEM 3.1. Hasta Grubu Retrospektif olarak yapılan bu çalışma için Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulu’ndan 10 Ekim 2011 tarihinde KA11/203 karar no ile yapılması uygun bulunup onay alındı. Aralık 2006-Mayıs 2012 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Adana Uygulama ve Araştırma Merkezi Nükleer Tıp Bölümü’nde evreleme, yeniden evreleme ve tedaviye yanıtın değerlendirilmesi amacıyla PET/BT tetkiki yapılmış olan 7589 onkoloji hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi. Bu hastalardan soliter kemik lezyonu saptanan 117 erkek ve 75 kadın, toplam 192 hasta (yaş ortalaması 59,8±13,6 yıl, yaş aralığı 13-93) çalışmaya dahil edildi. Hastaların 35’i meme kanseri, 15’si baş-boyun tümörü, 30’u gastrointestinal sistem (GIS) tümörü, 79’u toraks tümörü, 19’u ürogenital sistem tümörü, 5’i endokrin sistem tümörü ve 9’u lenfoma tanısı almıştı (Şekil 3.1. ve Tablo 3.1). Şekil 3.1. Hastaların primer tanılarına göre sınıflandırılması 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 Toraks tümörleri Meme ca GİS tümörleri Ürogenital tümörler 28 Baş-boyun tümörleri Lenfomalar Tablo 3.1. Çalışmaya dahil edilen hastaların tanılarına göre sınıflandırması HASTA SAYISI (%) TANI Toraks tümörleri Akciğer ca Mezotelyoma Mediyastinal germ hücreli tm Meme ca 79 (%41) 76 2 1 35 (%18) GİS tümörleri Özefagus ca Karaciğer ca Mide ca Pankreas ca Kolanjiyosellüler ca Kolon ca Rektum ca Ürogenital tümörler Serviks ca Leiyomiyosarkom Endometriyum ca Vulva ca Prostat ca Mesane ca Testis ca Baş-boyun tümörleri Nazofarinks ca Larinks ca Skuamöz hücreli ca Dil ca Lenfomalar Hodgkin lenfoma Non-Hodgkin lenfoma Endokrin tümörler Nöroendokrin ca Tiroid ca Adrenokortikal ca 30 (%15) 2 4 5 2 2 9 6 19 (%10) 5 2 2 1 4 4 1 15 (%8) 3 4 7 1 9 (%5) 3 6 5 (%3) 2 2 1 TOPLAM 192 29 3.2. Hasta hazırlığı Çalışma öncesinde hastalar ortalama 6 saat aç bırakıldı. Radyofarmasötik enjeksiyonundan bir saat önce, 1,5 litre su ile dilüe edilmiş 30 cc oral kontrast madde verildi. FDG enjeksiyonu öncesinde bütün hastaların kan glikoz düzeyine bakıldı. Kan glikoz düzeyi 200 mg/dl’nin üzerinde bulunan hastaların çekimleri gerçekleştirilmedi. Hastalara 9-15 mCi (333-555 MBq) F-18 FDG intravenöz yolla verildi. Hastalar enjeksiyon sonrası görüntüleme başlayıncaya kadar, soğuk olmayan sakin bir ortamda çiğnemeden ve konuşmadan dinlendirildi. Enjeksiyondan 60-90 dakika sonra tüm vücut PET/BT görüntülemesi yapıldı. 3.3. PET/BT görüntüleme PET/BT görüntüleme, arttırılmış duyarlılık ve uzaysal çözünürlüklü geliştirilmiş dedektör teknolojisinde sahip 17 cm görüş alanlı (field of view-FOV) ve 2D için 5.47mm, 3D için 6mm transaksiyel çözünürlüklü, 2D ve 3D modunda görüntülemeye izin veren geri çekilebilir septalı, 8 helikal BT kesitli GE Discovery STE PET/BT cihazı ile gerçekleştirildi (General Electric Company, Milwauke, Wisconsin, USA). Hastalar supin pozisyonda kolları yana alınarak veya kollar yukarıda olacak şekilde görüntülendi. Hastalara çekim esnasında normal nefes alıp vermeleri söylendi. BT topogram görüntüsünü takiben, verteks-üst uyluk arasını kapsayacak şekilde BTgörüntüleri 80 mA’lik tüp akımı ve 140 kV tüp voltajı, rotasyon başına 0.8 saniyelik rotasyon hızında elde edildi. BT görüntülemenin hemen sonrasında PET çekimine başladı. PET çekim süresi, hastanın kilosuna ve 2D/3D çekim protokolüne göre, her yatak pozisyonu başına 34 dakika idi. BT verileri ile PET görüntülerinin saçılım ve atenüasyon düzeltmeleri yapıldı. MIP (maximum intensity projection) ve transaksiyal, koronal ve sagital düzlemlerde PET, BT ve PET/BT füzyon görüntüleri elde edilerek değerlendirme yapıldı. 30 3.4. PET/BT görüntülerinin değerlendirilmesi F-18-FDG PET/BT görüntüleri, görüntüleme öncesi tanı, TNM evresi ve uygulanmış olan tedaviler hakkındaki klinik bilgiler (cerrahi, KT, RT) ile birlikte değerlendirildi. Görüntüler değerlendirilirken lezyon bölgesinden ilgi alanı “region of interest” (ROI) çizilerek ve SUVmax değerleri ölçülerek semikantitatif değerlendirme yapıldı. . Lezyonların BT’deki görünüm özellikleri (litik, sklerotik veya mikst) kaydedildi. PET’te tanımlanan lezyonlar, mümkün olduğu durumlarda, altın standart olarak kabul edilen histopatolojik inceleme ile doğrulandı. Bununla birlikte; histopatolojik doğrulama yapılamayan durumlarda manyetik rezonans görüntüleme (MRG), kemik sintigrafisi, BT gibi konvansiyonel görüntüleme yöntemleri ile elde edilmiş verilerle veya takip edilen hastalarda kontrol PET/BT bulguları ile karar verildi. FDG PET’te kuşkulu olarak değerlendirilen lezyonlar doğrulandığında gerçek pozitif (TP) kabul edildi. PET pozitif bir lezyon daha sonra doğrulanamadığında ise yanlış pozitif (FP) kabul edildi. 3.5. Klinik katkı Soliter kemik metastazlarının erken saptanabildiği olgularda evreleme ve tedavi planlaması değişebilmektedir. Kanser olgularının yönetiminde PET/BT’deki soliter kemik lezyonlarının etkisini değerlendirmek için çalışma grubumuzda PET/BT sonuçları pozitif olan hastalarda PET/BT'nin klinik etkisi Hicks ve arkadaşlarının tarif ettiği kriterlere göre derecelendirildi (60-61). FDG PET ile tespit edilen soliter kemik lezyonlarının klinik etkisi bu kriterlere göre yüksek etkili, orta derecede etkili, düşük etkili ve etkisiz olarak sınıflandırıldı: 1.Yüksek etki: PET/BT bulgularının tedavi şeklini değiştirdiği (küratif-palyatif tedavi kararı, cerrahi tedaviden radyoterapi ve diğer tedavi seçeneklerine geçiş) durumlar. 2.Orta derecede etki: Tedavi şeklinin değişmediği ancak modifikasyonların yapıldığı durumlar (radyoterapi dozu değiştirilmesi, cerrahi volümün modifiye edilmesi). 3.Düşük etki: PET sonuçlarının, tedavi kararında değişiklik gerektirmediği durumlar. 4.Etkisiz: PET sonuçlarının hasta yönetiminde dikkate alınmadığı durumlar. 31 Her hasta için, konvansiyonel görüntüleme yöntemleri ve klinik verilere dayanarak pre-PET tümör, lenf nodu ve metastaz (TNM) evrelemesi yapıldı. Radyolojik bulguların kuşkulu olduğu durumlarda olgular daha düşük bir evreye dahil edildi ve hastanın yararı için, koşullar uygunsa, küratif tedavi verilmesi planlandı. Bununla birlikte; kuşkulu olarak değerlendirilen bulgular, PET'te karşılaştırılmak üzere kaydedildi. PET görüntülemesinden sonra bir post-PET evrelemesi yapıldı. Konvansiyonel yöntemlerde uygulandığı gibi, kuşkulu PET sonuçları da negatif kabul edildi ve hasta bir alt evreye dahil edildi. Klinisyenlere PET yapılamasaydı tedavi kararlarının ne olacağı soruldu ve bu bilgi veritabanına kaydedildi (62). 3.6. İstatistiksel analiz İstatistiksel analizler SPSS 16.0 ticari bilgisayar programı kullanılarak yapıldı. Sonuçlar ortalama ± standart sapma (SD) olarak ifade edildi. Bağımsız grupların ortalamaları arasındaki fark Student t testi ile, gerçek pozitif (TP) ve yanlış pozitif (FP) gruplarında yer alan litik, sklerotik ve mikst lezyonların SUVmax değerleri arasındaki fark tek yönlü ANOVA testi ile değerlendirildi. P değerinin 0.05’ten büyük olduğu durumlar istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Gruplar arasında anlamlı farklılık bulunan durumlarda ikişerli post-hoc karşılaştırmalar Tukey-HSD testi kullanılarak yapıldı. Soliter kemik lezyonlarında SUVmax değerlerinin maligniteyi gösterme açısından anlamlı eşik değeri Receiver Operating Characteristics (ROC) eğrisi analizi ile incelendi. 32 4. BULGULAR PET/BT’de soliter kemik lezyonu saptanan 192 hastanın 175’inde histopatolojiyle, diğer konvansiyonel yöntemler ile veya takip sonucunda metastaz (TP), 17’sinde ise metastaz dışı (non-metastatik) sebepler (FP) saptandı. Soliter kemik lezyonlarının tanısında F-18 FDG PET/BT’nin pozitif öngörü değeri (PPV) %91 bulundu. PET/BT’de saptanan lezyonların doğrulaması 12 hastada histopatolojik inceleme, 60 hastada MRG, 110 hastada BT ve 10 hastada PET/BT takipleri ile yapıldı. PET/BT’de saptanan lezyonların SUVmax değerleri ortalama 8.4±5.2 (1.6-34.5) olarak hesaplandı. TP lezyonlarda SUVmax 8.8±5.3 (1.60-34.50), FP lezyonlarda ise 4.5±1.3 (2.1-7.3) olarak bulundu. TP (metastatik) ve FP (non-metastatik) lezyonların ortalama SUVmax değerleri arasında istatistiksel olarak oldukça anlamlı fark saptandı (P=0.001). BT değerlendirmesinde 192 lezyonun 100’ü (%52) litik, 59’u (%31) sklerotik ve 33’ü (%17) mikst karakterde izlendi. TP lezyonların (n=175) 99 tanesi (%57) litik, 48 tanesi (%27) sklerotik ve 28 tanesi (%16) mikst görünümdeydi. FP grubundaki 17 lezyonun sadece 1 tanesi (%6) litik görünümde olup 11 tanesi (%65) sklerotik ve 5 tanesi (%29) mikst karakterdeydi. FDG PET/BT’nin soliter litik kemik lezyonlarındaki pozitif öngörü değeri %99, sklerotik lezyonlarda %81 ve mikst lezyonlarda %85 olarak hesaplandı (Tablo 4.1.). Tablo 4.1. Gerçek pozitif (TP) ve yanlış pozitif (FP) gruplarında lezyonların BT’deki görünüm karakterlerine göre dağılımı ve pozitif öngörü değerleri (PPV) Gerçek Pozitif (TP) Yanlış Pozitif (FP) Toplam PPV Litik 99 1 100 %99 Sklerotik 48 11 59 %81 Mikst 28 5 33 %85 Toplam 175 17 192 %91 Lezyon Karakteri 33 TP olarak değerlendirilen litik lezyonların ortalama SUVmax değerleri 10.6±5.8 (2.0-34.5), sklerotik lezyonların 6.0±3.5 (1.6-17.9) ve mikst lezyonların 7.2±2.7 (3.1-14.4) bulundu. Bu gruptaki litik lezyonların SUVmax değerleri ile sklerotik ve mikst lezyonların SUVmax değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık (tek yönlü ANOVA P<0.001, Tukey HSD post-hoclitik-sklerotik lezyonlar için P<0.001, litik-mikst lezyonlar için P<0.005) saptanırken sklerotik ve mikst lezyonların SUVmax değerleri arasında farklılık saptanmadı (P>0.05). FP grubunda yer alan tek litik lezyonun SUVmax değeri 5.6 olarak bulunmuştu. Bu gruptaki sklerotik lezyonların ortalama SUVmax değeri 4.2±1.2 (2.1-6.7), mikst lezyonların 5.2±1.5 (3.3-7.3) olarak hesaplandı. FP grubunda da sklerotik ve mikst lezyonların SUVmax değerleri arasında anlamlı farklılık saptanmadı (P>0.05). TP ve FP gruplarındaki sklerotik lezyonların SUVmax değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık (P<0.05) bulunurken mikst lezyonlar arasında fark gözlenmedi (P>0.05). Bu iki gruptaki litik lezyonlar arasında, FP grubunda tek litik lezyon olduğu için, karşılaştırma yapılamadı (Tablo 4.2.). 34 Tablo 4.2. TP ve FP gruplarında litik, sklerotik ve mikst lezyonların ortalama SUVmax değerleri Litik TP Sklerotik P<0.001* P<0.005** 10.6±5.8 6.0±3.5 Mikst Hepsi 7.2±2.7 8.8±5.3 P<0.001*** P=0.001$ P>0.05¥ FP 5.6 4.2±1.2 5.2±1.5 4.5±1.3 * TP grubunda litik-sklerotik lezyonların SUVmax değerleri arasındaki fark (Tukey HSD post-hoc) ** TP grubunda litik-mikst lezyonların SUVmax değerleri arasındaki fark (Tukey HSD posthoc) *** TP grubunda litik-sklerotik-mikst lezyonların SUVmax değerleri arasındaki fark (Tek yönlü ANOVA) ¥ FP grubunda sklerotik-mikst lezyonların SUVmax değerleri arasındaki fark (Student T) $ TP ve FP gruplarındaki bütün lezyonların ortalama SUVmax değerleri arasındaki fark (Student T) 35 Bütün hastalar görüntüleme öncesi (pre-PET) ve sonrası (post-PET) TNM sistemine göre evrelendi. Bu evrelemede 5 hastanın evresi PET öncesinde evre I iken (%2), PET sonrasında evre IV’e; 9 hastanın pre-PET evresi evre II iken (%6), post-PET evresi evre IV’e ve 61 hastanın pre-PET evresi evre III iken (%35), post-PET evresi evre IV’e yükseldi (Tablo 4.3.). Kalan 100 hastanın pre-PET evresi evre IV olup post-PET evrelerinde değişiklik saptanmadı. Bütün hastalar birlikte değerlendirildiğinde PET’in 75 hastada (%39) hastalığın evresini değiştirdiği, evre I, II veya III’ten evre IV’e yükselttiği tespit edildi (Şekil 4.1.ve Tablo 4.3.). Hastalar primer hastalıklarına göre gruplandırıldıklarında meme kanseri grubundaki 35 hastadan 1’inin evre II’den evre IV’e, 15’inin evre III’ten evre IV’e yükseldiği gözlendi. Toplam 16 (%46) meme kanseri hastasının PET sonrasında evresinin değiştiği saptandı. Baş-boyun tümörü grubunda toplam 15 hasta mevcuttu. Bu hastalardan 4’ünün primer hastalığı larinks ca, 3’ünün nazofarinks ca, 7’sinin skuamöz hücreli ca ve 1’inin dil ca idi. PET sonrasında bu gruptaki hastalardan 1’i evre II’den, 7’si ise evre III’ten evre IV’e yükseldi. Toplam 8 (%53) baş-boyun tümörü hastasında PET’in hastalığın evresini değiştirdiği görüldü. Gastrointestinal sistem (GIS) tümörlerinden oluşan grupta toplam 30 hasta mevcuttu. Bunlardan 4’ü karaciğer ca, 2’si özofagus ca, 5’i mide ca, 2’si pancreas ca, 2’si kolanjiosellüler ca, 9’u kolon ca ve 6’sı rectum ca hastasıydı. PET sonrasında bu hastalardan 1 tanesi evre I’den evre IV’e, bir diğeri evre II’den evre IV’e, 4 hasta evre III’ten evre IV’e yükseldi. PET bu gruptaki 30 hastanın 6’sında (%20) hastalığın evresini yükseltmiş oldu. Alt grupların en kalabalığı olan akciğer-mediasten tümörleri grubu 79 hastadan oluşmaktaydı. Bunların 76’sında primer hastalık akciğer ca, 2’sinde mezotelyoma ve birinde mediastinal germ hücreli tümördü. PET bulguları bu gruptaki hastalardan 2’sinde hastalığın evresini evre I’den (Şekil 4.3. ve 4.5.), 4’ünde evre II’den, 26’sında evre III’ten evre IV’e yükseltti. Gruptaki toplam 79 hastanın 32’sinde (%40) PET hastalığın evresini değiştirdi. Ürogenital tümör grubu 5 serviks ca, 2 endometrium ca, 2 leiyomiyosarkom, 1 vulva ca, 4 prostat ca, 4 mesane ca ve 1 testis ca olmak üzere toplam 19 hastadan oluşmaktaydı. 36 PET bu gruptaki 2 hastayı evre II’den ve 4 hastayı ise evre III’ten evre IV’e yükseltmişti. 19 hastanın 6’sında (%32) PET’in evrelemeye eklenmesi ile birlikte hastanın evresi değişti. İki tiroid ca, 1 adrenokortikal ca ve 2 nöroendokrin ca hastasından oluşan 5 hastalık endokrin tümörler grubunda 1 hasta evre I’den(Şekil 4.4.), 2 hasta ise evre III’ten evre IV’e yükseldi. PET bu gruptaki 3 hastanın (%60) evresini değiştirmiş oldu. Lenfoma grubunda 6 non-Hodgkin ve 3 Hodgkin lenfoma hastası yer almaktaydı. Bu gruptaki toplam 9 hastadan 4 tanesinde (%44) PET hastalığın evresini değiştirdi. Evresi değişen hastalardan biri evre I’den evre IV’e, 3’ü ise evre III’ten evre IV’e yükseldi. (Şekil 4.1.) Çalışmamızda 192 hastanın 38'inde (%20) PET/BT sonuçları yüksek klinik etkiye sahipken, 60’ında (%31) orta düzeyde, 65’inde (%34) düşük düzeyde klinik etki saptandı. PET/BT ile pozitif sonuç alınan 29 (%15) hastada bulgularımız tedavi kararında etkili olmadı. Yani FDG PET/BT’de tespit edilen soliter kemik lezyonları hastaların %51’inde tedavi şeklinin değişmesine veya tedavide modifikasyona neden oldu. (Şekil 4.2) Hasta grubumuzda malign ve benign lezyonlar için eşik SUVmax değerini 4.5 olarak bulduk (ROC analizi). Eşik SUVmax değerini 4.5 olarak kabul ettiğimizde PPV %95’e yükseldi ancak duyarlılık %79 olarak bulundu. 37 Tablo 4.3. PET sonrasında evresi değişen hastaların primer tümör gruplarına göre dağılımı. Evre I IV Evre II IV Evre IIIIV Evresi Değişen Hasta Toplam Hasta Değişim % Toraks tümörleri 2 4 26 32 79 %40 Meme ca 0 1 15 16 35 %46 GİS tümörleri 1 1 4 6 30 %20 Ürogenital tümörler 0 2 4 6 19 %32 Baş-boyun tümörleri 0 1 7 8 15 %53 Lenfomalar 1 0 3 4 9 %44 Endokrin tümörler 1 0 2 3 5 %60 Toplam 5 9 61 75 192 %39 Primer tümör grubu 38 Şekil 4.1. Hasta gruplarında PET/BT ile tespit edilen soliter kemik lezyonlarının hastalık evresine etkisi 90 80 79 70 Toplam 60 Evresi değişen 50 40 32 35 30 30 19 16 20 6 10 15 6 8 9 4 0 Toraks tümörleri Meme ca GİS tümörleri Ürogenital tümörler Baş-boyun tümörleri Lenfomalar Şekil 4.2. PET/BT ile tespit edilen soliter kemik lezyonlarının klinik etkisi 70 60 50 40 30 20 10 0 Yüksek Orta Düşük 39 Etkisiz Şekil 4.3. Elli iki yaşında akciğer ca tanılı erkek hasta. (A)Tüm vücut PET MIP (Maximum intensity projection), toraks düzeyinden geçen (B) kemik penceresi PET/BT füzyon ve (C) akciğer penceresi kesitleri. Sternumda kemik metastazı ile uyumlu artmış FDG tutulumu (açık ok) (SUVmax= 10.6). Sağ akciğer üst lob posterior segmentte artmış FDG tutulumu gösteren primer tümör (ince ok). Hasta PET öncesi evre I, PET sonrası evre IV olarak değerlendirildi. Bu hastada PET çalışmasının klinik katkısı yüksek olarak bulundu. 40 Şekil 4.4. Otuz dokuz yaşında erkek hasta, adrenokortikal ca, PET öncesi evre I, PET sonrası evre IV olarak değerlendirildi. Bu hastada PET çalışmasının klinik katkısı yüksek olarak bulundu. (A) Tüm vücut MIP PET görüntüsü, (B) Pelvis düzeyinden geçen PET/BT füzyon, (C)BT görüntüleri. Sol pubik kemikte (ince ok) artmış FDG tutulumu (SUVmax= 22.3) gösteren litik lezyon. (D) ve (E)Dört ay sonra yapılan PET/BT çalışmasına ait PET/BT füzyon ve BT görüntüleri. Sol pubik kemikteki metastatik lezyonda (açık ok) progresyon (SUVmax= 52.1). 41 Şekil 4.5. Elli yaşında kadın hasta, akciğer ca, PET öncesi evre I, PET sonrası evre IV olarak değerlendirildi. Bu hastada PET çalışmasının klinik katkısı yüksek olarak bulundu. (A) Tüm vücut MIP PET görüntüsü Toraks bölgesinden geçen (B) kemik penceresinde (C)akciğer penceresinde PET/BT füzyon kesitleri. T4 vertebrada (açık ok) artmış FDG tutulumu (SUVmax= 10.4) gösteren metastatik lezyon. Sol akciğer üst lob apikoposterior segmentte primer tümör(ince ok). 42 5. TARTIŞMA Kanser hastalarında tedavi stratejilerinin belirlenmesinde evreleme yapılması büyük öneme sahip olup metastaz varlığının doğru bir şekilde ortaya konması gerekmektedir. Radyolojik görüntüleme yöntemleri onkoloji pratiğinde evreleme ve tanı amacıyla yaygın olarak kullanılmaktadır. Histopatolojik inceleme için gerekli invaziv girişimler her zaman mümkün olmadığından bu hastaların tanı ve tedavilerinde radyolojik görüntüleme ciddi önem taşımaktadır. Kemoterapi ve radyoterapi, cerrahiye uygun olmayan olgularda ve/veya cerrahi tedaviye ek olarak tercih edilen ve olumlu sonuçlar sağlayan tedavi alternatifleridir. Doğru tedavi modalitelerinin seçilebilmesi için evrelemenin doğru yapılması ve önceki tedaviye bağlı değişikliklerin doğru değerlendirilmesi gerekmektedir. İskelet sistemi metastaz gelişim sıklığı açısından üçüncü sıradadır. Kemik metastazlarının varlığı, onkolojik hastalarda, evreyi ve dolayısıyla tedavi yaklaşımını değiştirmesinin yanısıra olguların prognozunu da etkilemektedir (5). FDG PET/BT'nin kullanılma girmesiyle uzak metastazların gelişme zamanı ve yayılımı daha iyi anlaşılmaya başlanmıştır. FDG PET/BT fonksiyonel ve anatomik verilerin birleştirilerek metastatik kemik lezyonlarında daha sağlıklı sonuçların elde edilebildiği bir görüntüleme yöntemidir. Bununla birlikte; farklı kanser tiplerinde metastatik lezyonların karakterinin farklı olduğu bilinmektedir. Kemik dokunun yeniden şekillenme süreci, osteoklast ve osteoblastlar arasındaki dengeye göre belirlenir. Tümör hücreleri osteoklastik ve osteoblastik aktiviteyi doğrudan ve/veya dolaylı olarak uyarabilmektedir. Bunun sonucunda da iskelet metastazlarının morfolojik özellikleri şekillenmektedir. özellikler tercih edilen radyolojik görüntüleme Dolayısıyla da bu morfolojik yöntemlerinde farklı paternler sergileyebilmekte ve dikkatli yorumlanması gerekmektedir. Kemik metastazlarının saptanmasında kullanılan kemik sintigrafisi, bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ve pozitron emisyon tomografisi/bilgisayarlı tomografi (PET/BT) gibi yöntemlerin birbirlerine göre avantaj ve dezavantajları mevcuttur. Önceki çalışmalarda kemik metastazlarının değerlendirilmesinde FDG PET/BT’nin yüksek duyarlılığa sahip bir yöntem olduğu gösterilmiş ve PET sistemlerinin yüksek çözünürlüğü sayesinde PET/BT kemik metastazlarının değerlendirmesinde umut verici bir yöntem olmuştur (2-5). Kemik sintigrafisi, iskelet sisteminde metastaz taramasında sıklıkla kullanılan ucuz ve kolay erişilebilir bir yöntem 43 olmakla birlikte özgüllüğü düşüktür. Dejeneratif hastalıklar ve diğer yangısal hastalıklarda yanlış pozitif sonuç verebildiği gösterilmiştir (22,23).Ayrıca, önceki çalışmalarda, kuşkulu lezyonlarda benign/malign ayrımında PET/BT’nin daha doğru bir yöntem olduğu gösterilmiştir (7-8). PET'in sağladığı fonksiyonel bilgi ile BT'nin sağladığı morfolojik veriler eş zamanlı değerlendirildiğinde malignite varlığı ve tedaviye yanıtın değerlendirilmesi gibi konularda PET/BT diğer konvansiyonel görüntüleme yöntemlerine göre daha fazla avantaj ve daha doğru bilgi sağlamaktadır. F-18 FDG PET’in bir çok kanser tipinde kemik metastazlarını göstermedeki yüksek tanısal doğruluğuna rağmen özellikle soliter veya az sayıda lezyon tespit edilen hastalarda lezyonun metastaz dışındaki diğer hipermetabolik lezyonlardan ayırt edilebilmesi için yardımcı görüntüleme yöntemlerine başvurmak gerekebilmektedir. Meme kanseri gibi bazı kanserlerde %21’lere ulaşan soliter kemik metastazları oranları bildirilmiştir (63). Yapılan çalışmalarda görüntüleme yöntemlerinde saptanan lezyon sayısının fazlalığının özgüllüğü arttırdığı gösterilmiştir. Literatürde FDG PET/BT’de tespit edilen soliter kemik lezyonlarını kapsayan başka bir çalışma mevcut olmayıp çalışmamızda elde ettiğimiz bulgular FDG PET/BT’nin soliter kemik lezyonlarında da çoklu lezyonlardakine benzer yüksek pozitif öngörü değerine sahip olduğunu göstermiştir. Taira ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada; kemik metastazı olan 712 hasta taranmış ve FDG PET/BT’nin her iki komponentinde de anormal olarak tanımlanan kemik lezyonlarının malign olma olasılığının çok yüksek olduğu gösterilmiş ve PPV değeri %98 olarak bildirilmiştir (6). Bu yüksek değer PET/BT’nin, soliter kemik lezyonlarının tanısında doğru bir yöntem olduğunu ve PET/BT'de malignite lehine yorumlanan lezyonların metastazla uyumlu çıkma olasılığının yüksek olduğunu göstermektedir. Bizim hasta grubumuzda malign ve benign lezyonlar için eşik SUVmax değerini 4.5 olarak kabul ettiğimizde PPV’nin %95’e yükseldiği ancak duyarlılığın %79’a gerilediği gözlendi. Oysa eşik SUVmax değeri 1.5 olarak kabul edildiğinde PPV %91 düzeyindeydi.Hasta grubumuzda malign ve benign lezyonlar için eşik SUVmax değerini 4.5 olarak kabul ettiğimizde PPV’nin %91’den %95’e yükseldiği ancak duyarlılığın %79’a gerilediği gözlendi. Hastalarımızdan sadece 2 tanesinin SUVmax değerleri 2’nin altında (1.6 ve 1.9) bulunmuştu. Taira ve arkadaşlarının çalışmasında eşik SUVmax değeri olarak kabul edilen 2 değerini eşik değer olarak kabul ettiğimizde ise PPV değerinin %91 olarak kaldığı duyarlılığın ise %99’a yükseldiği saptandı (6). 44 Çalışmaya dahil edilen hastaların 100’ünde litik, 59’unda sklerotik ve 33’ünde mikst karakterde lezyonlar saptandı. Litik lezyonların sadece 1 tanesi yanlış pozitif iken sklerotik lezyonların 11’i ve mikst lezyonların 5’i yanlış pozitif olarak değerlendirildi. FDG PET/BT’nin soliter litik lezyonlarda pozitif öngörü değerinin (%99), sklerotik (%81) ve mikst lezyonlara (%85) göre daha yüksek olduğu gözlendi.Daha önce yapılan çalışmalarda da benzer şekilde FDG PET’in litik metastazları göstermede sklerotik metastazlara oranla daha üstün olduğu bildirilmiştir (64,65). Normal kemikte devamlı bir yeniden şekillenme sözkonusudur. Osteoklastlar kemik rezorbsiyonunu başlattığında kemik matriksinde tümör büyümesini uyaran büyüme faktörleri salınır. Bu geri bildirim mekanizması, myelomlu farelerle yapılan hayvan deneylerinde gösterilmiştir(66).Yong ve arkadaşları, ardışık FDG/PET BT görüntülemeleri ile tedaviye yanıt veren osteolitik ya da BT negatif lezyonların kademeli olarak osteoblastik hale geldiğini bildirmişler ve bu durumu, yukarıda tariflenen geri bildirim mekanizmasının tersinin de geçerli olabileceği şeklinde yorumlamışlardır (66). Buna göre, kanser tedavisi sonrasında remodeling dengesi osteoblastik aktivite ve dolayısıyla kemik oluşumu yönüne kaymaktadır. Metastazların osteolitik ve osteoblastik olarak sınıflandırılması aslında bu remodeling’in bozulduğu durumların iki ucunu yansıtmaktadır. Farklı kanser türlerinde tümör hücrelerinin osteoklastları ve/veya osteoblastları uyaran faktörler salgıladığı bilinmektedir. Meme kanseri hücrelerinin osteoklastları uyaran ve osteoblastları baskılayan hücresel faktörler salgıladığı anlaşılmıştır, bununla birlikte; meme kanserli olgularda %15-20 oranında osteoblastik paternin baskın lezyon olarak görülebileceği bildirilmiştir (66). Bilindiği gibi, osteoblastik metastazlar klinik pratikte prostat kanserli olgularda sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Osteoblastik metastazlarda kemik yapımını gösteren serum belirteçleri osteolitik metastazda ölçülen seviyelere göre sıklıkla daha yüksektir ve bu belirteçlerin ölçüldüğü biyokimyasal testler klinik uygulamada sıkça kullanılmaktadır (67). Çalışmamızda prostat kanseri olan sadece 4 hasta çalışma grubuna dahil edildi. Kemik metastazları prostat kanserli olgularda daha yüksek oranda görülmekle birlikte; serimizde prostat kanserli vaka sayısı sosyal güvenlik kurumunun PET/BT endikasyon listesinde prostat ca’nın olmaması nedeniyle sadece 4 ile sınırlıydı. PET/BT’de malign ve benign lezyonların ayrımında lezyonların morfolojik özellikleri yanısıra FDG tutulum oranları da dikkate alınmaktadır. Yangısal hastalıklar, 45 dejeneratif durumlar ve hemanjiyom, dev hücreli tümör gibi bazı lezyonlar malign lezyonlardan ayrımında zorluk yaşanılabilen benign durumlardır (68). Çalışmamızda PET/BT’de yanlış pozitif (FP) sonuç alınan toplam 17 hasta mevcut olup bunların biri (%6) litik, 11’i (%65) sklerotik ve 5’i (%29) mikst karakterdeydi. Litik lezyon MRG ile değerlendirildiğinde, asetabulumda lokalize lezyonun kist ile uyumlu olduğu görüldü. Sklerotik lezyonlar MRG'de sırasıyla sakrum yetmezliğine bağlı fraktür (n=1), intramedüller fissür (n=1), Schmorl nodül ve minimal kompresyon (n=2), kemik iliği lezyonu (n=2) ve kistik lezyon (n=1) olarak yorumlanmıştı. Ayrıca iki olguda PET'te sklerotik bulgu veren pubik lezyonlar MRG'de fizyolojik olarak rapor edildi. PET/BT'de T10 ve L1 vertebralardabiri mikst diğeri sklerotik karakterde görüntülenen iki lezyon MRG’de hemanjiyom olarak yorumlandı. Hatayama ve arkadaşları, preoperatif PET, BT, MRG ve anjiyografi ile değerlendirilmiş hemanjiyomlu 16 olgunun radyolojik görüntüleme sonuçlarını karşılaştırmışlar ve diğer yöntemlere kıyasla, PET’in, hemanjiyomların diğer yumuşak doku tümörlerinden ve malign lezyonlardan ayrımında daha güvenilir olduğunu bildirmişlerdir (68). Kemik sintigrafisinde de radyoizotop tutulumu göstermeyen ya da çok az gösteren bu lezyonların FDG tutulumunun düşük düzeyde olması beklenmektedir. Bununla birlikte; literatürde tibia yerleşimli, artmış FDG tutulumu gösteren ve osteolitik karakterde PET/BT bulgusu veren bir hemanjiyom olgusu bildirilmiştir (69). SUV değerinin düşük olması beklenen intraosseöz hemanjiyomlarda, nadiren de olsa, yanlış pozitif sonuçlara neden olabilecek artmış FDG tutulumu olabileceği akılda tutulmalıdır. Bu gibi olgularda MRG gibi ikinci bir görüntüleme yöntemi ile doğrulama yapılması ve/veya histopatolojik tanı için lezyonun en azından biyopsi ile örneklenmesi yol gösterici olabilir. PET/BT'de mikst paternde izlenen lezyonlar intervertebral disk kalsifikasyonu (n=1), disklerde diffüz bulging ve foraminal skleroz (n=1), disk protrüzyonu (n=2), disklerde minimal diffüz bulging (n=1) olarak yorumlanmıştı. Sözü geçen dejeneratif süreçlerde, enflamasyon ve ödemin yanlış pozitif sonuçlara neden olabileceği düşünüldü. PET/BT’de kostada yine mikst karakterde izlenen bir lezyon MRG'de ekstraplevral nodülolarak yorumlandı. Bu lezyonun PET/BT’de solunum hareketine bağlı olarak ortaya çıkan füzyon çakıştırma artefaktına sekonder olabileceği düşünüldü. PET/BT’de saptanan lezyonların SUVmax değerleri ortalama 8.4±5.2 (1.6-34.5) olarak hesaplandı. Gerçek pozitif (TP) lezyonlarda SUVmax 8.8±5.3 (1.60-34.50), FP lezyonlarda ise 4.5±1.3 (2.1-7.3) idi. TP (metastatik) ve FP (non-metastatik) lezyonların 46 ortalama SUVmax değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (P=0.001). Bredella ve arkadaşları, patolojik kırık gelişen 33 hasta ile yaptıkları bir çalışmada benign ve malign lezyonların SUV değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptamışlar; akut ve kronik benign lezyonlar arasında ise SUV değeri açısından anlamlı fark olmadığını gözlemlemişlerdir (70). Benzer şekilde, Cho ve arkadaşları vertebral kompresyon kırıklarında benign/malign ayrımında PET/BT ve MRG'yi karşılaştırmışlar, malign lezyonların ortalama SUVmax değerinin daha yüksek olduğunu bildirmişlerdir(71). Sözü geçen çalışmada PET/BT'nin duyarlılığı daha yüksek, özgüllüğü ise daha düşük bulunmuştur. Aoki ve arkadaşları, 19 primer malign kemik lezyonu yanısıra 33 primer benign kemik lezyonunu kendi aralarında karşılaştırarak malign lezyonların SUV değerinin daha yüksek olduğunu saptamışlardır (72). Bahsedildiği gibi, literatür verileri ile uyumlu olan bulgularımız bir kez daha, glikolitik aktivitesi fazla olan malign lezyonlarda FDG tutulumunun fazla olduğunun altını çizmektedir. Çalışmamızda TP olarak değerlendirilen litik lezyonların ortalama SUVmax değerleri 10.6±5.8, sklerotik lezyonların 6.0±3.5 ve mikst lezyonların 7.2±2.7 bulundu. Bu gruptaki litik lezyonların SUVmax değerleri ile sklerotik ve mikst lezyonların SUVmax değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık (tek yönlü ANOVA P<0.001, Tukey HSD litik-sklerotik lezyonlar için P<0.001, litik-mikst lezyonlar için P<0.005) saptanırken sklerotik ve mikst lezyonların SUVmax değerleri arasında farklılık saptanmadı (P>0.05). FP grubunda yer alan tek litik lezyonun SUVmax değeri 5.6 olarak bulunmuştu. Bu gruptaki sklerotik lezyonların ortalama SUVmax değeri 4.2±1.2, mikst lezyonların 5.2±1.5 olarak hesaplandı. FP grubunda da sklerotik ve mikst lezyonların SUVmax değerleri arasında anlamlı farklılık saptanmadı (P>0.05). TP ve FP gruplarındaki sklerotik lezyonların SUVmax değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık (P<0.05) bulunurken mikst lezyonlar arasında fark gözlenmedi (P>0.05). Osteolitik metastatik lezyonlarda tümör hücrelerinin daha fazla yer kapladığı düşünülmektedir. Bununla uyumlu olarak; bizim çalışma grubumuzda da ortalama SUVmax değeri litik lezyon grubunda daha yüksek saptanmıştı (64,73). Bütün hastalara görüntüleme öncesi (pre-PET) ve sonrası (post-PET) TNM sistemine göre evreleme yapılmıştır. Bu evrelemede 5 hastanın evresi PET öncesinde evre I iken (%2), PET sonrasında evre IV’e; 9 hastanın pre-PET evresi evre II iken (%6), postPET evresi evre IV’e ve 61 hastanın pre-PET evresi evre III iken (%35), post-PET evresi evre IV’e yükselmiştir. Kalan 100 hastanın pre-PET evresi evre IV olup post-PET 47 evrelerinde değişiklik saptanmamıştır. Bütün hastalar birlikte değerlendirildiğinde PET’in 75 hastada (%39) hastalığın evresini değiştirdiği, evre I, II veya III’ten evre IV’e yükselttiği tespit edildi (Tablo 4.1). Hastalar primer hastalıklarına göre gruplandırıldıklarında meme kanseri grubundaki 35 hastadan 1’inin evre II’den evre IV’e, 15’inin evre III’ten evre IV’e yükseldiği gözlenmiştir. Toplam 16 (%46) meme kanseri hastasının PET sonrasında evresinin değiştiği saptanmıştır. Günümüzde kanser olgularında, her hasta için farklılık göstermekle birlikte, cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi seçenekleri tek başına ya da kombine edilerek kullanılmaktadır. Uzak metastazın ve/veya komşu organların tutulumu durumunda küratif tedavi seçeneklerinden palyatif tedavi seçeneklerine geçileceği için cerrahi müdahale içeren ya da içermeyen küratif tedavi rejimlerinin uygulanması için bölgesel/uzak yayılımın dışlanması gerekmektedir. Bu nedenle, çalışma grubumuzdaki olgularda PET/BT bulguları doğrultusunda evre değişikliği olması hastaların tedavisini ve prognozunu etkilemiştir. Çalışmamızda 192 hastada 38 (%20) PET/BT ile pozitif sonuç alınmıştır. Bu olgulardan 38 (%20)'inde PET/BT sonuçları yüksek klinik etkiye sahipken, 60 (%31) hastada orta düzeyde, 65 (%34) hastada düşük klinik etki sağlamıştır. PET/BT ile pozitif sonuç alınan 29 (%15) hastada bulgularımız tedavi kararında etkili olmamıştır. Tedaviye yüksek etki en fazla meme kanseri (14 hasta) ve akciğer kanseri (10 hasta) grubunda tespit edilmiştir. Önceki çalışmalarda akciğer kanseri ve renal hücreli karsinom olgularında PET/BT'nin klinik etkisinin yüksek olduğu gösterilmiştir (60-62). Özellikle küçük hücreli akciğer kanseri olgularında başlangıç evrelemesinde PET/BT’nin önemi yaygın olarak kabul edilmektedir. Tümörün köken aldığı dokudan bağımsız olarak, tüm kanser tipleri için uzak metastaz varlığının dışlanması tedavi planlaması için gereklilik taşımaktadır. Meme kanseri, baş boyun yerleşimli skuamöz hücreli karsinom, jinekolojik kanserlerde PET/BT’nin önemli klinik etkisinin olduğunu bildiren çalışmalar mevcuttur (74,75,76,77). Çalışmamızın kısıtlamaları arasında özellikle iki başlık dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki histopatolojik doğrulamanın sadece 12 hastada gerçekleştirilmiş olmasıdır. Diğer hastalarda PET/BT tanıları diğer radyolojik yöntemlerle ve klinik izlemle karşılaştırma yoluyla doğrulanmıştır. Lezyonların yerleşim yerinin biyopsiye uygun olmaması ve hastaların invaziv girişimler için uygun olmaması histopatolojik tanı verilememesinin en önemli nedeni olarak kabul edilebilir. Bunun dışında, daha önce de bahsedildiği gibi, ülkemizde PET/BT endikasyonları arasında prostat kanseri olmadığından çalışmamıza sadece 4 prostat kanserli olgu alınmıştır. Bu nedenle, bulgularımız prostat 48 kanserli olgular için özelleştirilememekte olup prostat kanserli olgularda FDG PET/BT'nin soliter kemik lezyonlarının değerlendirilmesindeki yerini araştırmak için daha geniş serilerle yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır. 49 6. SONUÇ Onkolojik hastalarda tespit edilen soliter kemik lezyonlarının görüntüleme yöntemleri ile değerlendirilmesi çoklu lezyonlara oranla daha güçtür. Farklı kanser tanıları alan 192 hastanın dahil edildiği çalışmamızdaelde ettiğimiz bulgular FDG PET/BT’nin soliter kemik lezyonlarında da çoklu lezyonlardakine benzer yüksek pozitif öngörü değeri ve duyarlılığa sahip olduğunu göstermiştir.FDG PET/BT morfolojik bulguların fonksiyonel verilerle birleştirildiği ve dolayısıyla daha güvenilir bilgi sağladığı düşünülen bir görüntüleme yöntemi olup bulgularımız soliter kemik lezyonlarının tanısında PET/BT'nin güvenilir bir yöntem olduğunu ve PET/BT’de tespit edilen soliter kemik lezyonlarının klinik uygulamada hasta yönetimini göstermektedir. 50 yüksek oranda etkilediğini 7. KAYNAKLAR 1. Coleman R.Incidence and distribution of bone metastases. Metastatic Bone Disease (Diel I J, Kaufmann M, Bastert G, eds). Berlin: Springer-Verlag. 20-31,1994. 2. Fogelman I, Cook G, İsrael O, Van der Wall H. Positron tomography and bone metastases. Semin Nucl Med35:135-142, 2005. 3. Buck AK, Schirrmeister H, Reske SN. Musculoskeletal tumors. PET and PET-CTin oncology. (Oehr P, Biersack HJ, Coleman E, eds). Berlin Heidelberg, Springer-Verlag. 275-289, 2004. 4. Nakamoto Y, Osman M, Wahl RL. Prevalence and patterns of bone metastases detected with positron emisson tomography using F-18 FDG. Clin Nucl Med 28:302-307, 2003. 5. Nakamoto Y, Cohade C, Tatsumi M, Hammoud D, Wahl RL. CT appearance of bone metastases detected with FDG PET as part of the same PET/CT examination. Radiology 237:627-634, 2005. 6. Taira AV, Herfkens RJ, Gambhir SS, Quon A-Detection of bone metastases: assessment of integrated FDG PET/CT imaging. Radiology 243:204-211, 2007. 7. Schmidt GP, Schoenberg SO, Schmid R, Stahl R, Tiling R, Becker CR, Reiser MF, Baur-Melnyk A Screening for bone metastases: whole-body MRI using a 32-channel system versus dual-modality PET-CT. Eur J Radiol 17: 939-949, 2007. 8. Ghanem N, Uhl M, Brink I, Schäfer O, Kelly T, Moser E, Langer M Diagnostic value of MRI in comparison to scintigraphy, PET, MS-CT and PET/CT for the detection of metastases of bone. Eur J Radiol 55: 41-55, 2005. 9. Gray H. Osteology. Anatomy of the Human Body. (Gross CM ed). Philadelphia, Lea and Febiger, 95-285, 1973. 10. Yenerman M. Tümörlerin yayılmaları. Genel Patoloji . İstanbul, Nobel Tıp Kitabevi, Cilt 2,133-1358, 1994. 11. Larry J. Suva, Charity Washam, Richard W. Nicholas, and Robert J. GriffinBone metastasis: mechanisms and therapeutic opportunities. Nat Rev Endocrinol 218,2011. 51 7: 208– 12. Liotta LA, Stetle-Stevenson WG. Principles of moleculer cell biology of cancer: Canser metastases. Cancer Principles and Practice of Oncology ( Devita VT, Hellman S, Rosenberg SA, eds). 3rd edition. Philadelphia, JB. Lippincott Company, 98-115, 1989. 13. Malawer MM, Delaney TF. Treatment of metastatic cancer to bone.Cancer, Principles and Practice of Oncology (DeVita VT, Hellman S, Rosenberg SA eds). 4th edition. Philadelphia, JB Lippincott Company, 2225-2245, 1993. 14.Fordham WE, Ali A. Skeletal imaging in malignant disease. Diagnostic Nuclear Medicine (Gottschalk A, Hoffer PB, Potchen EJ eds). Second edition. Philadelphia, Lippincott Williams &Wilkins.Golden’s Diagnostic Radiology, 1011-1032, 1988. 15. Çildağ O, Zamani A, Çelik P, Yağız D, Oymak S, Yakıt C. Paraneoplastik sendromlar. Akciğer kanseri multidisipliner yaklaşım. ( Akkoçlu A, Öztürk C, eds). Ankara, Bilimsel Tıp Yayınevi, 192-201, 1999. 16. Robert E. Coleman Clinical Features of Metastatic Bone Disease and Risk of Skeletal Morbidity. ClinCancer Res 12:6243-6249, 2006 . 17. Brown HK, Healey J. Metastatic cancer of bone. Cancer: Principles and Pratice of Oncology (DeVita T, Hellman S, Rosenberg A eds). 6th. edition. Philadelphia, Lippincott Williams &Wilkins, 2713-2729, 2001. 18. Paterson AHG. The potential role of biphosphonates as adjuvant therapy in the prevention of bone metastase. Cancer, 88:3038-3046, 2000. 19. Kosteva J, Langer C. The changing landscape of the medical management of skeletal metastases in nonsmall cell lung cancer.Current Opinion in Oncology 20:155–161, 2008. 20. Clines GA and Guise TA Hypercalcaemia of malignancy and basic research on mechanisms responsible for osteolytic and osteoblastic metastasis to bone. Endocr Relat Cancer 12: 549–583, 2005. 21. Mundy GR.Mechanisms of bone metasteses. Cancer 80:1546-1556, 1997. 22. Ryan PJ, et al. The bone scan; where are we now? Semin Nucl Med 25:76-91, 1995. 52 23. Tryciecky EW, Gottschalk A, Ludema K. Oncologic imaging: interactions of nuclear medicine with CT and MRI using the bone scan as a model. Semin Nuc Med 27: 142-145, 1997. 24. Totty WG, McEnery KW, Renner JB et al. Musculoskeletal CT.Computed body tomography with MRI Correlation. (Lee JKT, Stanley RJ, Sagel SS, Heiken JP eds).3rd edition. Philadelphia, Lippincott-Raven.Volume 2, 1343-1448, 1998. 25. Porter A, Benda R, Ben-Josef E. Pallition of metastases: Bone and spinal cord. Clinical Radiation Oncology. (Gunderson&Teper eds).Second edition. Churchill Livingstone, 299313, 2000. 26. Mizowaki T, Araki N, Nagata Y, Negoro Y, Aoki T, Hiraoka M. The use of permanent magnetic resonance imaging system for radioteraphy treatment planning of bone metastases. Int J Radiat Oncol Biol Phys. 49: 605-611, 2001. 27. Özgüven MA, Öztürk E. Pozitron Emisyon Tomografisi el kitabı. 1-14, 2004. 28. Eubank WB, Mankoff DA, Vesselle HJ, et al. Detection of locoregional and distant recurrences in breast cancer patients by using FDG PET. Radiographics 22:5-17, 2002. 29. Hathaway PB, Mankoff DA, Maravilla KR, et al: Value of combined FDG PET and MR imaging in the evaluation of suspected recurrent local-regional breast cancer: preliminary experience. Radiology 210:807-814, 1999. 30. McDonough MD, De Peri ER, Mincey BA. The role of PET imaging in breast cancer. Curr Oncol Rep 6:62-68, 2004. 31. Seibel MJ. Bone metabolism. Springer Heidelberg 457–465, 2003. 32. Garnero P, Delmas PD. Measurement of biochemical markers: Methods and limitations. Principles of bone biology. San Diego, Academic Pres, 1277–1291, 1996. 33. Brownell G, Burnham C. MGH Positron Camera.TomographicImaging in Nuclear Medicine. (Freedman G. ed) New York, Society of Nuclear Medicine. 154-164,1973. 34. Burnham C, Brownell G. A Multi-Crystal Positron Camera. IEEE Trans Nucl Sci NS19:201-205, 1972. 35. Anger H. Gamma-Ray and Positron Scintillation Cameras. Nucleonics 21:56-59, 1963. 53 36. Muehllehner G, Buchin M, Dudek J. Performance Parameters of Positron Imaging Camera. IEEE Trans Nucl Sci NS 23: 528-537, 1976. 37. Hounsfield G, Ambrose J. Computerized Transverse Axial Scanning (Tomography). PartI, Description of System, Part II, Clinical Applications. Br J Radiol 46: 1016-1047, 1973. 38. Nutt R. 1999 ICP Distinguished Scientist Award. The History of PET. Mol Imaging Biol 4: 11-26, 2002. 39. European Association of Nuclear Medicine (EANM) web-sitesi: http://www.eanm.org 40. Society of Nuclear Medicine (SNM) web-sitesi :http://www.snm.org 41. Sorenson JA, Phelps ME. Physics in Nuclear Medicine. Second edition. Orlando, FL, Grune & Stratton Inc. 1987. 42. Bushberg JT, Seibert JA, Leidholdt EM Jr, Bone JM. The Essential Physics of MedicalImaging. Baltimore, MD, Williams & Wilkins, 1994. 43. JAMA Council on Scientific Affairs. PET Panel. Cyclotrons and Radiopharmaceuticals inPET. JAMA 259: 1854-1860, 1988. 44. Fahey FH. Data Acquisition in PET Imaging. J Nucl Med Technol 30: 39-49, 2002. 45. Fahey FH. PET Instrumentation. Radiol Clin North Am 39: 919-929, 2001. 46. Knesaurek K. New Developments in PET Instrumentation: quo vadis PET. J Nucl Med 42: 1831-1842, 2001. 47. Humm JL, Rosenfeld A, Del Guerra A. From PET Detectors to PET Scanners. Eur J Nucl Med Mol Imaging 30: 1574-1597, 2003. 48. Phelps ME, Cherry SR. The Changing Design of Positron Imaging Systems. ClinPositron Imaging 1: 31-45, 1998. 49. Melcher CL. Scintillation Crystals for PET. J Nucl Med41:1051-1055, 2000. 50. Adam LE, et al. Performance of a Whole-Body PET Scanner Using Curve-Plate NaI(Tl)Detectors. J Nucl Med 42: 1821-1830, 2001. 51. Ell PJ, Schulthess GK. PET/CT A New Road Map. Eur J Nucl Med Mol Imaging 29:719-720, 2002. 52. Knesaurek K, Machac J, Krynyckyi BR, Almeida OD. Comparison of 2-D and 3-D 82RbMyocardial Perfusion PET Imaging. J Nucl Med44:1350-1356, 2003. 54 53. Bailey DL. Transmission Scanning in Emission Tomography. Eur J Nucl Med 25: 774787, 1998. 54. Nakamoto Y, et al. PET/CT: Comparison of Quantative Tracer Uptake betweenGermanium and CT Transmission Attenuation-Corrected Images. J Nucl Med43:1137-1143, 2002. 55. Goerres GW, et al. PET and PET CT of the Head and Neck: FDG uptake in NormalAnatomy in Benign Lesions and in Changes Resulting from Treatment. AJR; 179: 1337-1343, 2002. 56. Wahl RL (Ed). Principles and Practice of PET. Philadelphia, Lippincott Williams &Wilkins, 2002. 57. Delbeke D. Oncological Applications of FDG-PET Imaging. J Nucl Med 40:17061715,1999. 58. Faulhaber FH, Mehta I, Echt EA, et al. Perfecting the Practice of FDG-PET: Pitfalls and Artefacts. (Freeman LM ed) Nucl Med Annual. Philadelphia, Lippincott, pp 149-214, 2002. 59. Baum RP, Przetak C. Evaluation of Therapy Response in Breast and Ovarian Cancer byPET. J Nucl Med; 45: 257-268, 2001. 60. Hicks RJ, Kalff V, MacManus MP, Ware RE, McKenzie AF, Matthews JP, Ball DL. The utility of (18)F-FDG PET for suspected recurrent non-small cell lung cancer after potentially curative therapy: impact on management and prognostic stratification. J Nucl Med 42: 1605-1613, 2001. 61. Hicks RJ, Kalff V, MacManus MP, Ware RE , Hogg A, McKenzie AF, Matthews JP, Ball DL (18)F-FDG PET provides high-impact and powerful prognostic stratification in staging newly diagnosed non-small cell lung cancer. J Nucl Med42:1596-1604, 2001. 62. Rodriguez Martinez de Llano S, Jimenez-Vicioso A, Mahmood S, Carreras- Delgado JL. Clinicalimpact of (18)F-FDG PET in management of patients with renal cell carcinoma. Rev Esp Med Nucl 29: 12-9, 2010. 63. Boxer DI, Todd CE, Coleman R, Fogelman I. Bone secondaries in breast cancer: the solitary metastasis. J Nucl Med 30: 1318-1320, 1989. 55 64. Cook GJ, Houston S, Rubens R, Maisey MN, Fogelman I. Detection of bone metastases in breast cancer by 18FDG PET: differing metabolic activity in osteoblastic and osteolytic lesions. J Clin Oncol 16: 3375-3379, 1998. 65. Nakai T, Okuyama C, Kubota T, Yamada K, Ushijima Y, Taniike K, Suzuki T, Nishimura T.Pitfalls of FDG-PET for the diagnosis of osteoblastic bone metastases in patients with breast cancer. Eur J Nucl Med Mol Imaging 32:1253-1258, 2005. 66. Yong Du, Ian Cullum, Tim M. Illidge, and Peter J. Ell.. Fusion of metabolic function and morphology: sequential [18F] fluorodeoxyglucose positron-emission tomography/computed tomography studies yield new insights into the natural history of bone metastases in breast cancer. J Clin Oncol 25:3440-3447, 2007. 67. Beheshti M, Vali R, Waldenberger P, Fitz F, Nader M, Loidl W, Broinger G, Stoiber F, Foglman İ, Langsteger W Detection of bone metastases in patients with prostate cancer by 18F fluorocholine and 18F fluoride PET-CT: a comparative study.Eur J Nucl Med Mol İmaging 35: 1766-74, 2008. 68. Hatayama K, Watanabe H, Ahmed AR, Yanagawa T, Shinozaki T, Oriuchi N, Aoki J, Takeuchi K, Endo K, Takagishi K. Evaluation of hemangioma by positron emission tomography: role in a multimodality approach. J Comput Assist Tomogr27:70-77, 2003. 69. Cha JG, Yoo JH, Kim HK, Park JM, Paik SH, Park SJ. PET/CT and MRI of intraosseous haemangioma of the tibia.Br.J Radiol 85: 94-98, 2012. 70. Bredella MA, Essary B, Torriani M, Ouellette HA, Palmer WE. Use of FDG-PET in differentiating benign from malignant compression fractures. Skeletal Radiol 37: 405-413, 2008. 71. Cho WI, Chang UK.Comparison of MR imaging and FDG-PET/CT in the differential diagnosis of benign and malignant vertebral compression fractures. J Neurusurgb Spine14:177-183, 2011. 72. Aoki J, Watanabe H, Shinozaki T, Takagishi K, Ishijima H, Oya N, Sato N, Inoue T, Endo K. FDG PET of Primary Benign and Malignant Bone Tumors: Standardized Uptake Value in 52 Lesions. Radiology 219:774–777, 2001. 73. Peterson JJ, Kransdorf MJ, O’Connor MI. Diagnosis of occult bone metastases: positron emission tomography. Clin Orthop 2003 415: 120–128, 2003. 56 74. Gunalp B, Ince S, OZGUR A, Karacalıoğlu AO, Ayan A, Emer O, Alagoz E. Clinical 18 impact of F-FDG PET/CT on initial staging and therapy planning for breast cancer. Experimental and therapeutic medicine 4: 693-698, 2012. 75. Sörensen J. How Does the Patient Benefit from Clinical PET? Theranostics.2:427-436, 2012. 76.Connell CA, Corry J, Milner AD, Hogg A, Hicks RJ, Rischin D, Peters LJ.Clinical impact of,and prognostic stratification by, F18 FDG PET/CT in head and neck muco squamous cell carcinoma. Head Neck.29:986-995, 2007. 77.Dalla Palma M, Gregianin M, Fiduccia P, Evangelista L, Cervino AR, Saladini G, BorgatoL,NicolettoMO,ZagonelV. PET/CT imaging in gynecologic a critical overviewof its clinical impact and Rev Oncol Hematol 83: 84-98, 2012. 57 malignancies: ourretrospective single center analysis. Crit