'ESINI KAYBETMEK KALBIN RITMINI BOZUYOR' Portal Adres : www.medimagazin.com.tr İçeriği : Sağlık Tarih : 27.06.2017 : www.medimagazin.com.tr/guncel/genel/tr-esini-kaybetmek-kalbin-ritmini-bozuyor-11-681-74313.html 'Eşini kaybetmek kalbin ritmini bozuyor' Kalp hastalıkları ile beyin arasındaki ilişki üzerine yürütülen araştırmalar, sevilen bir kişinin kaybedilmesi ve ayrılık gibi ruhsal stres kaynaklarının kalp krizi riskini artırdığını ortaya koydu. Kalp ritim bozukluğu ve kalp krizi ile beyin arasındaki ilişki üzerine yürütülen araştırmalar, eş, sevgili, evlat gibi çok sevilen bir kişinin kaybedilmesinin, ayrılık, boşanma gibi ruhsal stres kaynaklarının, kalpte ilerleyen dönemde ortaya çıkabilecek kalıcı hasara yol açtığını ve kalp krizi riskini artırdığını ortaya koydu. İlk olarak Japon bilim insanlarınca, travmatik durumlar ile kalp hastalığı arasındaki ilişkiye yönelik yapılan çalışmalar sonucunda 'Takotsubo' olarak isimlendirilen ve bir süre sonra 'kırık kalp (broken heart) sendromu' olarak adlandırılan araştırmalar, daha sonra İngiliz bilim insanlarınca da genişletilerek incelendi. Kalp kırıklığının kalpte kalıcı hasara yol açtığının ortaya konmasının ardından son olarak da Danimarkalı bilim insanlarınca yapılan araştırmalar, kişinin çok sevdiği birini kaybetmesinin kalp krizi riskini artırdığını gösterdi. 'Kırık kalp, kalpte kalıcı hasar bırakabiliyor' Kardiyoloji Uzmanı ve Atriyal Fibrilasyon Derneği Başkanı Prof. Dr. Erdem Diker, üzüntünün sadece psikolojik anlamda kişiye zarar veren bir duygusal durum olmadığını, tüm bedeni etkileyen ve yaşamsal önem taşıyan organlara da kalıcı hasarlar verebildiğini söyledi. İlk kez 1990'lı yıllarda Japonların 'Takotsubo' diye isimlendirilen bir hastalık tanımladığını anlatan Diker, Japonca'da 'ahtapot kapanı' anlamına gelen hastalığın, kalbin bir anlamda kapana kısılması şeklinde anlamlandırıldığını belirtti. Hastalığın genellikle kadınlarda şiddetli ruhsal stres sonrasında ortaya çıktığının belirlendiğini aktaran Erdem Diker, şunları kaydetti: 'Genellikle çok yakın bir aile bireyinin ani ölümü, ayrılık veya boşanma sonrasında bazı kişilerde kalbin bir anda sersemlediği gösterildi. Bu sersemleme, göğüs ağrısı ile beraber kalp kasının bir kısmının çalışmayı bırakması anlamına geliyordu. Kalp krizine benzeyen bu durum, dramatik bir şekilde hastaların hastaneye başvurmasına neden olan bir tablo oluşturuyordu. Hatta sonraları bu hastalık 'kırık kalp sendromu' olarak adlandırıldı. Oldukça korkutucu bu tablonun iyi tarafı ise bir süre sonra hastaların iyileşmesiydi.' Son günlerde bir grup İngiliz araştırmacının yaptıkları çalışma sonuçlarını açıklamasıyla kalp ve beyin arasındaki ilişkinin tekrar gündeme geldiğini ifade eden Diker, şöyle konuştu: 'Araştırmalar, daha önce tamamen iyileştiği düşünülen bu hastalığın tahmin edildiği gibi iyi huylu olmadığını, hastaların bir kısmının kalbinde kalıcı hasar bıraktığını gösterdi. Bu hasar, hastaların ilerleyen yıllarda hayatlarını kaybedebileceğini gösteriyordu. Sonuçta, büyük bir üzüntünün, kalbe vurduğu ilk darbeden sonra da yıllar boyu sürebilecek izler bırakabildiği belirlendi.' 'Eşini kaybetmek kalbin ritmini bozuyor' Son olarak da Danimarkalı araştırmacıların yeni bir araştırma sonucunu açıkladıklarını belirten Diker, şunları söyledi: 'Araştırma, özellikle ileri yaşlarda daha sık görülen bir ritim bozukluğu olan 'atriyal fibrilasyon'un ruhsal stres ile ilişkisini ortaya koydu. Atriyal fibrilasyon, düzensiz kalp atımları ile ortaya çıkan bir kalp ritmi bozukluğu olup, çarpıntı gibi can sıkıcı bir şikayet oluşturmasının çok ötesinde riskler taşıyabilir. Özellikle yaşlı kişilerde atriyal fibrilasyon varlığında kalpten beyne pıhtı atma ve sonuçta felç olma riski vardır. İşte sonu felç ve sakatlığa kadar gidebilen ritim bozukluğunun görülme ihtimalinin, özellikle hayat arkadaşını kaybedenlerde katlanarak arttığı gösterildi. Tıpkı bir önceki hastalık gibi, eş kaybı gibi beklenmedik büyük ruhsal stres, kalbin ritmini de allak bullak edebiliyor. Bu da bir nevi 'kırık kalp' tablosudur.' 'Umutsuzluk ve öfke de kalbi vuruyor' İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı ve İÜ İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Karpuz da insanlık var olduğundan bu yana kalple duygular arasında ilişki kurulduğunu, aşk, ayrılık ve tutkunun kalbi nasıl etkilediğinin incelendiğini söyledi. Kalp ve duygular arasındaki bağın bilimsel olarak araştırıldığını dile getiren Karpuz, 'Son yıllarda yapılan büyük ölçekli ileriye yönelik takip çalışmalarda, özellikle ayrılık, ölüm gibi nedenlerle oluşan depresyonun kalp krizi ve ölüm açısından önemli ve bağımsız bir risk faktörü olduğu anlaşıldı. Depresyon dışında anksiyete, öfke, düşmanlık, umutsuzluk gibi psikolojik faktörlerin de kalp hastalıkları ile ilişkili olduğu saptandı.' dedi. Prof. Dr. Karpuz, 'endişe, kaygı, kuruntu' anlamına gelen anksiyetenin kalp üzerine olumsuz etkilerinin birçok olayda görüldüğünü dile getirerek, şunları kaydetti: 'Örneğin, Amerika'da 11 Eylül olayları sonrası ilk 30 günde kalp içi pil takılmış hastalarda, ölümcül ritim bozuklukları nedeniyle cihazın çalışma sıklığı iki kattan daha fazla arttı. Benzer şekilde deprem sonrası özellikle yaşlı popülasyonda kalp hastalığına bağlı ölüm oranlarında artış olduğu ve bu artışın birkaç ay devam ettiği gözlemlendi. Bu alandaki önemli araştırmalardan biri olan Interheart çalışmasında, 52 ülkede 11 bin 119 vaka ve 13 bin 648 kontrol grubu arasında psikososyal risk faktörleri ile kalp krizi riski ilişkisi araştırıldı. Bunun için, stres, evde stres, ekonomik stres ve son bir yılda travmatik bir olay yaşama sorgulandı. Kalp krizi geçiren hastalarda bu dört etmenin daha yüksek oranda görüldüğü belirlendi.' 'Duygusal durumlar, kalbin kasılmasında bozulmaya neden oluyor' Psikolojik travmanın kalbi nasıl etkilediğine ilişkin olarak değerlendirmede bulunan Karpuz, 'Depresyon, anksiyete gibi negatif duygusal durumlar, beyinde bazı merkezlerde bozulmaya yol açıyor. Bu, kanda kortizol ve katekolamin düzeyinde artmaya, kan basıncı ve kalp hızında artışa, kalbin kasılmasında bozulmaya neden olur ki tüm bu değişiklikler başta koroner arter hastalığı ve aritmiler olmak üzere birçok soruna yol açıyor.' bilgisini verdi. GENÇLER CEP TELEFONUNU ?ARKADAS• OLARAK GÖRÜYOR Portal Adres : www.24saatgazetesi.com İçeriği : Gündem Tarih : 27.06.2017 : http://www.24saatgazetesi.com/gencler-cep-telefonunu-arkadas-olarak-goruyor/ Gençler cep telefonunu ?arkadaş• olarak görüyor Cep telefonu, gençlerin arkadaşı İSTANBUL İstanbul Üniversitesi (İÜ) doktora öğrencileri tarafından üniversitede okuyan gençlerin cep telefonunu nasıl algıladığını ortaya çıkarmak amacıyla yapılan araştırma, katılımcıların yaklaşık yarısının cep telefonunu ?arkadaş• olarak gördüğünü ortaya çıkardı. İÜden yapılan açıklamaya göre, üniversitenin İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nilüfer Sezer ve Bölüm Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Seher Er yönetiminde Sezgin Savaş, Banu Altun, Esra Büdün, Gökhan Tekin, Gülistan Elmacıoğlu´nun aralarında bulunduğu doktora öğrencileri tarafından üniversitede okuyan gençlerin cep telefonunu nasıl algıladığını ortaya çıkarmak amacıyla bir araştırma gerçekleştirildi. Araştırma kapsamında, Kırklareli ve İstanbulda 320 kişiyle yüz yüze görüşme yapıldı. Araştırmada, ?Cep telefonunun eğitim durumu ne olabilir?• sorusuna, katılımcıların yaklaşık üçte biri ?lisansüstü eğitime sahip olabileceği• yanıtını verirken bu cevabı, yüzde 21,9 ile ?okuryazar olabileceği• ve yüzde 12,8i ile ?üniversite mezunu olabileceği• cevabı izledi. Cep telefonlarının cinsiyeti konusunda yöneltilen soruda ise öğrencilerin yüzde 54,4´ü ?kadın•, yüzde 45,6´sı da ?erkek• şıkkını işaretledi. Araştırmada, üniversitede okuyan gençlerin yüzde 58,4ünün günde 1-5 saat arasında, yüzde 26,3´ünün günde 6-10 saat, yüzde 9,7´sinin ise 11 saatten fazla cep telefonu kullandığı sonucuna ulaşıldı. Mühendis olurdu Yüz yüze görüşmelerde öğrencilerin yüzde 95,6´sının akıllı telefona sahibi olduğu ortaya çıkarken araştırmaya katılanların cep telefonu ile en sık gerçekleştirdikleri etkinlikler sorulduğunda yüzde 32,2 oranında 'görüşme yapmak', yüzde 23,1 oranında 'mesajlaşmak', yüzde 21,6 oranında 'internette gezinmek' sonucuna varıldı. Diğer yanıtlar arasında da 'sosyal medyaya bakmak', 'not tutmak-takvime bakmak' gibi etkinlikler yer aldı. 'Cep telefonu bir insan olsaydı mesleğinin ne olacağı' sorusuna ise öğrencilerin işaretlediği şıklar arasında 'işsiz', 'mühendis', 'sağlık alanında çalışan', 'emekli• yer buldu. 'Cep telefonu bir insan olsaydı hangi sosyal sınıfa mensup olurdu' sorusuna, öğrencilerin yüzde 46,3´ü 'orta sınıf', yüzde 44,1´i 'üst sınıf' ve yüzde 9,1´i ise 'alt sınıf' yanıtını verdi. Popüler müzik dinlerdi Katılımcıların, ?cep telefonunun bir insan olması halinde• en fazla yüzme sporuyla ilgileneceği görüşünde olduğunu ortaya çıkaran araştırmada, ?cep telefonunun müzik tercihleri• arasında ise popüler müziğin ilk sırada olacağı sonucuna ulaşıldı. Araştırmada 'Cep telefonu bir insan olsaydı yakınlık derecesi ne olurdu?' sorusuna da öğrencilerin yaklaşık yarısı 'arkadaş' cevabını verirken, bu yanıtı yüzde 15,3 ile ?ikinci dereceden akraba', yüzde 14,7 ile ?kardeş' şıkkı izledi. Araştırma kapsamında 'Cep telefonunun tanıdığı bir insan olması durumunda ona karşı duygularının ne olacağı' sorusuna öğrencilerin yüzde 78,8´i 'onunla iyi bir arkadaş olmak istediğini', yüzde 72,5´i 'arkadaşı olsaydı uzak kaldığında onu özleyeceğini', yüzde 66,6´sı 'çevresine onunla ilgili iyi şeyler söyleyeceğini' belirtti. Diğer yanıtlar ise 'ona güvenirim', 'onun yanında kendimi rahat hissederim' şeklinde oldu. UZMANLARDAN KANSER HASTALARINI SEVINDIRECEK HABER Portal Adres : www.15temmuzsehitlerkoprusu.co...İçeriği : Haber Tarih : 26.06.2017 : http://www.15temmuzsehitlerkoprusu.com/uzmanlardan-kanser-hastalarini-sevindirecek-haber-30940.html Uzmanlardan kanser hastalarını sevindirecek haber Türkiye Nükleer Tıp Derneği Başkanı Prof.Dr. Zehra Özcan, kanser teşhis ve tedavisinde kullanılan son teknoloji PET/BT ve PET/MR cihazlarının dünyada 80 tane, Türkiye´de ise 3 tane bulunduğunu ve bu sayıyla Türkiye´nin birçok Avrupa ülkesini... Türkiye Nükleer Tıp Derneği Başkanı Prof.Dr. Zehra Özcan, kanser teşhis ve tedavisinde kullanılan son teknoloji PET/BT ve PET/MR cihazlarının dünyada 80 tane, Türkiye´de ise 3 tane bulunduğunu ve bu sayıyla Türkiye´nin birçok Avrupa ülkesini geride bıraktığını söyledi. Söz konusu cihazlarla kanser öncesi teşhis ve tedavide büyük yol kat edildiğini belirten Özcan, Türkiye´nin bu cihazlara sahip olmasını büyük bir şans olarak gördüğünü dile getirdi. Türkiye Nükleer Tıp Derneği (TNTD) tarafından düzenlenen 29. Ulusal Nükleer Tıp Kongresi Antalya Belek´te başladı. 10-14 Mayıs 2017 tarihleri arasında yaklaşık 400 katılımcının takip ettiği kongrede, 49 oturum başkanı ve 50 konuşmacı görev aldı. 17 konferans, 2 panel, 3 kurs, 7 bildiri oturumu ve 3 uydu sempozyumunun yapıldığı kongrede bu yıl 'Geleceğin Tıbbında Nükleer Tıp' teması ile kurgulandı. Kongrede, nükleer tıp uzmanlık alanını bekleyen son gelişmeler ile yenilikler ele alındı. ?Ülkemiz için çok sevindirici bir gelişme• Kongrede gazetecilere açıklamalarda bulunan Türkiye Nükleer Tıp Derneği Başkanı ve Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Ana bilim dalı Öğretim üyesi Prof.Dr. Zehra Özcan, kanser teşhis ve tedavisinde kullanılan son teknoloji PET/BT ve PET/MR cihazlarının dünyada 80 tane, Türkiye´de ise 3 tane bulunduğunu söyledi.Türkiye´nin nükleer tıp alanında çok geniş ekolojik duruma sahip olduğunu ve bir çok Avrupa ülkesini geride bıraktığını belirten Özcan, 'Özellikle kanser tanısında çok önemli olan görüntüleme sistemleri mevcut. Bu görüntüleme cihazlarının ülkemizde sayıları 120´yi aşmış durumda. Ülkemizde şimdiye kadar 2 PET/MR cihazı mevcut idi. Bir tanesi İstanbul ikincisi Ankara´da kurulmuştu. Şimdi çok yeni üçüncüsü devreye girdi. İstanbul Cerrahpaşa tıp fakültesine kuruldu. Bu ülkemiz için çok sevindirici bir gelişme. Sağlık hizmetinin en üst seviyede teknolojik donanımla Türk halkına ulaşmış olmasından dolayı memnuniyet duyuyoruz' dedi. İspanya´da bile yok PET/BT ile PET/MR´ın dünyada çok yeni ve üst bir donanım olduğunu belirten Özcan, bu cihazların Onkoloji de çok avantaj sağladığına dikkat çekti. PET/BT ile yanıt bulamadıkları hastalar için PET/MR´yı kullandıklarını belirten Özcan, cihaz sayısının Türkiye´deki kanser hastaları için büyük bir şans olduğuna dikkat çekerek 'Özellikle radyasyon dozu olmadığı için çocuk ve genç hastalarda daha faydalı olacağını düşünüyoruz. Dolayısıyla Türkiye´deki 3 rakamı, bence şu anda Türkiye ihtiyaçları için makul rakamlar. Şuanda İspanya´da daha birincisi almak için görüşmeler yapılıyor. Dünyadaki 80 rakamını göze aldığınızda Türkiye´deki 3 rakamı aslında Türkiye ihtiyaçlarını şuan için büyük oranda karşılayabilir. Çünkü bu cihazlar sadece klinik hizmet amacıyla değil. Klinik hizmeti büyük oranda PET/BT görüntüleme yapıyoruz. Bu cihazları ilk önce araştırma çalışmalarında bir pilot cihaz olarak görmek lazım. Beyin çalışmalarını, onkoloji dışı başka alanlarda da görmek lazım. Zaten çok büyük bir kanser hastalığında PET/BT ile sorularımızı yanıtlayabildiğimiz için, PET/MR´ı daha çok üst aşamalarda kullanmak akılcı olacaktır' diye konuştu. ?Türkiye BT ve MR sayısında birinci• OECD rakamlarına göre Türkiye´nin en çok BT ve MR çeken ülke olduğunu söyleyen Özcan, bu durumu endişe verici olarak yorumlayıp, 'Bunlar aslında güzel şeyler değil. Bunlar bu modolitelerin, bu tetkikler bir anlamda gereğinden fazla kullanıldığını gösteriyor. Bir şeyi çok kullanıyor olmak, rakamın yüksek olmasının olumsuz bir mesajı da var aslında bizlere. Biz her hastaya bu işlemleri yapıyor muyuz? Dolayısıyla bu cihazların bence Türkiye ihtiyacına göre, Türkiye´deki nüfusa göre, kurulacak merkezin kapsamlı bir onkoloji merkezi olup olmadığı, orada ileri onkoloji diğer tanı işlemlerinin, cerrahilerin, radyoterapinin yapılıp yapılamadığına yani başka parametreleri göz önüne alınarak optimum seçilmiş referans, eğitim veya kamu hastanelerine yönelik bir planlama yapılması gerekiyor' ifadelerini kullandı. 'Hücresel düzeyde de artık neler olup bittiğini bile bilebiliyoruz' Türkiye Nükleer Tıp Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Tevfik Fikret Çermik ise son 20 yılda tıpta yaşanan büyük gelişmelerden Türkiye´nin de etkilendiğini ifade etti. Çermik, 'Çok uzun dönem 2000´li yılların başlarına kadar daha çok kan dolaşımıyla, canlılıkla ilişkileri değerlendirirken yani vücutta var olan iyi hadiselerin, normal fizyolojik veya patolojik bir hadisenin ne ölçüde kanlandığını, ne ölçüde canlı kaldığını araştırırken, son 20 yıldaki tıpta olan büyük gelişmelerden biz de etkilendik. Hücresel düzeyde de artık neler olup bittiğini bile bilebiliyoruz. Bir hücrenin içerisinde hangi mekanizmalar çalışıyor, bunlar paralojik durumlarda ne hale geliyorlar. Bunları anladıkça bu mekanizmaları kullanan bazı radyoaktif bileşiklerin kullanımı söz konusu oldu. Normalde biz ilaç kavramını kullandığımız zaman, miligramlarla konuşuyoruz. Görüntülemede ise bunların dışında bazı bileşiklerin ama aynı zamanda radyoaktif niteliği olan bileşiklerin çok düşük düzeylerde hastaya verilmesi üzerinde kurulu bir görüntüleme metodu aslında bu. Yaptığımız bu son derece düşük radyasyon dozu içeren, oldukça bu anlamda güvenli, her yaş gurubuna rahatlıkla uygulayabildiğimiz ve var olan vücut içerisinde bu tüm patolojiyi aynı anda tüm vücudu görüntüleme yaparak anlayabildiğimiz bir görüntüleme yönteminden bahsediyoruz. Hangi fonksiyonu değerlendirmek, hangi olayı anlamak istiyorsak bu ne bileyim şeker metabolizması olabilir, DNA ile ilgili yapım aşamasıyla ilgili bir hadise olabilir, hücrenin içerisindeki var olan canlılık düzeninin anlaşılması söz konusu olabilir. Ne istiyorsanız, amacınız ne ise nükleer tıp görüntüleme bu amacı tek bir seansla tüm ayrıntısıyla görüntüleme şansına sahip oluyorsunuz. Moleküler düzeyde ne olup bittiğini artık değerlendirebiliyoruz. Bu da artık bizim 21. yüzyılda özellikle öne çıkacak bir görüntüleme teknolojisi olduğumuza sahip olduğumuzu ortaya çıkarıyor' şeklinde konuştu. ?Kanser hastalarında çok umut vaat ettiğini düşünüyoruz• Nükleer Tıp Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Gülin Uçmak, vücuttaki kanser hücrelerinin dağılımını çok net görüntülemeyi başardıklarını, görüntüledikten sonra ise tedavi edici ajanlarla birleştirerek o hücrelerle hedeflemeyi sağladıklarını kaydetti. Bu şekilde çok spesifik bir tedavi yapmış olduklarını belirten Uçmak, 'Diğer tedavilerden farkı, sistemik etkileri olan kemoterapi gibi sağlam hücrelere çok zarar verebilen ya da belli bir hedefe yönelik kemoterapide çevre dokuları çok fazla koruyamama gibi bir dezavantajımız var. Yani yarar zarar olayında yararlarının çok yüksek olması. Erkeklerde çok sık olan prostat kanserlerinde ve diğer tedavilere yanıt alınamayan vakalarda çok yüz güldürücü veriler toplanıyor. Önümüzdeki yıllarda somut sonuçlarına ulaşabileceğiz. Son yıllarda teronostik dediğimiz terapi ve radyostik kelimelerinin birleştiği bir alan açıldı. Özellikle kanser hastalarında çok umut vaat ettiğini düşünüyoruz' diye konuştu.