01 Kasım 2012, Ankara 14 Mart 2010 tarihinden itibaren yaklaşık üç

advertisement
01 Kasım 2012, Ankara
14 Mart 2010 tarihinden itibaren yaklaşık üç yıldır TPAO sermayesi ile kurulmuş TPIC
şirketinin Genel Müdürlüğü görevini deruhte ediyorum. Bu zaman zarfında TPIC Genel
Müdürlüğü’nün yanısıra, TPIC Yönetim Kurulu Başkanlığı ve TPIC’in alt şirketi TPPD’nin
yaklaşık iki yıl aktif Yönetim Kurulu üyeliği görevlerinde bulundum. Halihazırda TPIC Genel
Müdürlüğü ve Yönetim Kurulu üyeliğini icra etmeye devam ediyorum. Bu çalışma ile TPIC’in
25 yıllık tarihinde ilk defa TPAO kadrosu dışından atanmış bir Genel Müdür olarak, TPAO
özelinde ülkemizin hidrokarbon (petrol ve doğal gaz) arama-üretim sektörüne ilişkin tespit,
teşhis ve görüşlerimi arz etmek istiyorum. Böylelikle, dünya hidrokarbon üretiminin büyük bir
kısmının yapıldığı yaşadığımız coğrafyada daha güçlü bir Milli Petrol Şirketi’ni oluşturma
hedef ve çalışmalarına bir nebze katkı sağlayacağımı umuyorum.
TPAO ANALİZİ
Niteliksel Açıdan
Son yıllarda taahhüt sektörü başta olmak üzere birçok alanda bölgesel ve
küresel ölçekte umut vaadeden bir organizasyon ve/veya şirketi bulunan ülkemizin
maalesef enerji alanında milli bir temsilcisi bulunmamaktadır. Devletimizin petrol ve
gaz arama ve üretimi alanındaki en önemli enstrümanı konumunda olan TPAO,
yurtiçi arama ve sondaj faaliyetlerine odaklanarak asıl konsantre olması gereken
işlerden uzak bir görüntü sergilemektedir. TPAO’nun Türkiye sınırları dışında
maalesef esamesi bile okunmamaktadır. Dünya trendlerinin yanı sıra ülke hedef ve
dinamikleri ile yabancılaşmış, zamanın ruhunu idrak edemeyen statükocu refleksleri
TPAO’nın sorunlarının “yapısal, yönetsel ve zihinsel” düzlemde ele alınmasını gerekli
kılmaktadır.
TPAO’nun kuruluşundan bu yana büyük bir şirket olmasındaki en büyük engelin,
şirketin değişim ve dönüşümünü kendi varlığına tehdit olarak algılayan TPAO
bürokrasisinin gösterdiği direnç olduğu kabul edilmelidir. Bu gerçeğin sosyolojik bir
tespit olarak ortaya konulması gerekir. Türkiye’deki siyasal eksenler de esasen bu
temelde ayrışmaktadır.
Ülkemizi kalkındırmak için büyük bir cehd ve gayret ile çalışan, ülkemizin tarihsel
misyonu içerisinde bölgesinde ve dünya sahnesinde yeniden etkili olması yönünde
gecesini gündüzüne katan başta Sayın Başbakan olmak üzere cari iktidardaki şevk,
coşku ve motivasyonunun cüzi bir kısmı bile şu andaki TPAO bürokratik elitlerinde
bulunmamaktadır. Temel perspektifleri günü geçiştirmeye dayalı olan, ülkenin
kaderini değiştirmeye çalışan vizyoner siyasileri “geçişken” olarak niteleyen, yaptığı
işleri içselleştirmek yerine “–mış gibi yapan” ve hatta yapmayıp öyle görünen,
statükoyu yüceltip yetersizlikleri örtmek için özden mahrum vatanseverlik edebiyatını
yalnızca dili ile mütemadiyen yapan bir profil maalesef TPAO’da hakim durumdadır.
Kendilerini her iktidar döneminde ince manevralarla potada tutmayı başaran bu
eğilimdeki geleneksel bürokratik güruhun, ne kurumlara, ne siyasete ne de ülkeye
hizmet gibi bir kaygısı vardır. Bu zümre sonuç odaklı olmak yerine süreç odaklı bir
şekilde hareket etmektedir. Bu yapıya teslim edilen tüm işler ve projeler gereksiz
tartışmalar ve maslahatlarla uzatılmakta ve bu yüzden mevcut yapıdan kısa sürede
etkili stratejiler ve politikalar çıkmamaktadır.
Mevcut TPAO çalışanlarının önemli bir kısmında “yaparsam bana madalya mı
takacaklar” zihniyetinin tezahürü olan eğilimler revaçtadır. Bu düşünce yapısı
meşruiyetini öncelikli olarak TPAO Teftiş Kurulunun yarattığı paranoyak iklimden
almaktadır. TPAO yapısında gelir ve kar üreten iş birimlerinin yeterince aktif
olmaması nedeniyle ortaya çıkan boşluğu, hukuk ve denetim gibi tali yapılar
doldurmuştur. Denetim ve hukuk birimlerinin marifetiyle; “şu işi yaparsanız metrisi
boylarsınız” gibi telkinlerle korku imparatorluğu yaratılmıştır. BP, Shell, ExxonMobil
gibi dünya devlerinin rekabet ettiği bir piyasada ve enerji gibi büyük rakamların ve
ülke kaderlerinin söz konusu olduğu bir alanda hareket eden TPAO, daha çok demir
perde ülkelerinin nomenklatura yapılanmasını hatırlatan haliyle işlevsellikten,
verimlilikten ve manevra kabiliyetinden uzak bir görüntü sergilemektedir. Ayrıca
mevcut TPAO yönetiminde, çağdaş yönetişim ve performans kriterleri gibi bir
farkındalık ve yönetim anlayışı bulunmamaktadır.
Milyarlarca dolarlık proje ve yatırımların tartışıldığı enerji alanında ülkemizin en
önemli aktörü görünümünde olan TPAO, mevcut kaynaklarını fizibl olmayan, son
derece riskli ve maliyetli arama projelerine kanalize etmekte, ülkemize katma değer
yaratacak ve gelir kazandıracak üretim projelerden uzak durmaktadır. Öte yandan
BP, Shell, Exxon gibi dünya devleri, önemli nakit akışları sağlayan projeleri sağlama
aldıktan sonra, Ortadoğu ve Hazar ülkeleri gibi petrol ülkelerinde umut vaad eden
projelere kaynak aktarma stratejisi gütmektedirler. Atalete bürünmüş görüntüsü
altında TPAO’nun riskli projelere önemli miktarda kaynak ayırması bir paradoks
olarak görünmesine karşın, TPAO kendi kendisini denetleyen yapısı içerisinde ve
yıllar içerisinde geliştirdiği teamüller çerçevesinde arama projelerindeki
başarısızlıklarını sektörün bir cilvesi olarak kabul ederek bunları meşrulaştırma
yolunu seçmiştir. Oysa temel sorun, umutsuz projelere ayrılan önemli miktarlarla
kaynakların etkin bir şekilde kullanılamamasına karşın, ekonomik açıdan daha tatmin
edici projelere kayıtsız kalınması sorunudur. Sorun, özellikle siyasi çabalarla önemli
petrol ülkelerinin neredeyse tamamında elde edilen kazanımların heba edilmesi
sorunudur. Sorun, Kazakistan, Irak gibi petrol ülkelerinde ilk başta önemli fırsatlar
elde edilmesine karşın, kötü yönetimler nedeniyle müzakerelerle halledilebilecek
ihtilafların katı devletçi bakış açısı ve her soruna denetim zaviyesi ile bakılarak hukuki
zeminlere taşınması (tahkim, arbitraj vs.) sonucunda büyük pastanın görülemeyişi ve
gelecek projelerden dışlanma ve tutunamama sorunudur. Sorun portföydeki nakit
fazlalığı ile iftihar eden yönetimin, kasada duran paranın da yüksek maliyeti
olabileceğini anlayamaması sorunudur.
Devlet eliyle hovarda yatırım stratejilerinin desteklenmesi ve böylelikle kendi oyun
sahalarını büyütmek ve varlıklarını daha da güçlü ve meşru kılmak halen TPAO’da
etkin olan yönetim anlayışının başka bir tezahürüdür. Üzülerek ifade etmeliyim ki,
millliyetçi muhafazakar kisve altında, son derece dejenere, yoz ve sığ bir yönetici
profili kurumu kontrol etmektedir. Her türlü hassasiyeti; siyasi iktidarın iyi niyetini,
kutsal değerleri, toplumdaki saygın mertebeleri suistimal ederek deyim yerindeyse
kendi dükalıklarını kuran bu oligarşik yapı, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu enerji
stratejilerini ve projeksiyonlarını tayin etmekten uzak bir görüntü sergilemektedir.
İdeolojik olarak kendilerini bazı ortak aidiyetler üzerinden siyasi iktidara ilmikleyen bu
yapı, esasında siyasi iradenin tasfiye etmeye çalıştığı değerler sistematiğinin köhne
bir kalıntısından başka bir şey değildir. Abartılmış bir devlet, millet ve vatan sevgisi
kisvesi ile ülkenin kaynaklarını heba etmekten başka birşey üretmeyen bu yapı,
büyük Türkiye’nin büyük enerji politikalarını belirleyecek vizyondan yoksundur. Bu
yetersiz ve donanımsız profilin yaşanagelen süreçte yapmaya çalıştığı yegane şey
şirketi büyütmeden kontrol edebilmektir.
Bunun yanında, TPAO belli bir kliğe mensup bir arkadaş zümresinin ortak çıkarlar ve
kişisel ülküler etrafında bir araya gelerek, yönetimi ellerinde tutmak suretiyle idare
ettikleri kriptolaşmış bir kuruma dönüşmüştür. Geçmişte de genel yaklaşımın farklı
olmadığını bir çok çalışan dile getirmektedir. Ancak bir taraftan mevcut iktidarın
sağlamış olduğu siyasi süreklilik, diğer taraftan farklı görüşleri dillendirecek ehliyet
sahibi birçok personelin şirketten ayrılmasının getirdiği tek seslilik TPAO tarihinin
yönetimsel açıdan en kısır döneminin yaşanmasına zemin hazırlamıştır. 10 yıllık
güçlü bir siyasal iktidar sonrasında hiçbir şey üretilmeden kaynakları heba edilmiş bir
kurum konumunda kalmıştır. Bahse konu yöneticilerin ortak noktaları, birlikte
çalışabilecek daha doğrusu birbirlerinin hatalarını ve günahlarını örterek çalışabilecek
kişilerden oluşmuş olmalarıdır. Yönetici kadrolarını içsel kaynaklardan temin eden
TPAO’da “kol kırılsa dahi yen içerisinde kalmalı”, problemler asla dışarı ile
paylaşılmamalıdır anlayışı hakimdir. 4.000 kişinin çalıştığı TPAO’da şimdiye kadar
kimsenin Etik Kuruluna başvurmadığı hususuna TPAO’nun internet sitesinde yer
verilmektedir.
Ayrıca mevcut yönetim anlayışı TPAO nezdindeki bütün kadrolaşmaları kendi kişisel
hesap kitapları temelinde yapmaktadırlar. Kadroların tamamını mümkünse düşük
profilli kimselerden seçmektedirler. Bunun yanında TPAO’da hakim durumda olan
yöneticilerin empoze ettiği duruş zamanın gerisinde kalmış bir dünya görüşüdür.
Oysa çok iyi biliyoruz ki bugün en uç organizasyonlar bile 30 yıl öncesiyle
kıyaslanmayacak kadar değişmiştir. Mezkur duruş ve dünya görüşü fonsiyonellikten
uzak, hamasi söylemlere dayanan daha çok taşra sağcılığı formatında bir fanatizm
içermektedir. Esasında kendi görüşleri itibarı ile de tutarlı değillerdir. Zira istedikleri
çalışan tipi, kendilerine sorgulamadan biat eden kişilerden oluşmaktadır. Biat şartı
sağlandığında, kim olduğunuz da önem arz etmez, kendinize sistemde yer
bulabilirsiniz. Ancak biat etmiyorsanız, “muhafazakar, milliyetçi” olmanız ekarte
olmanıza engel teşkil etmemektedir.
Bu kadrolar siyasi iradeyi de manipüle ederek; siyaset kurumuna “bazı avantajlar”
sağladıklarını düşündürtüp esasında kendi çıkarlarını maksimize etmektedirler.
Bunun literatürdeki tarifi “ Oligarşik Bürokrasinin Siyaseti Kendisine Mahkum
Etmesidir”.
TPAO ANALİZİ
Niceliksel Açıdan
TPAO kendisini her yıl yayınlanan yıllık raporlarında uzun uzadıya anlatır.
Sismik miktarı, sondaj metrajları, üretim faaliyetleri, hedefler vesaire. Nedense her
yönetim 10-15 yıl sonrası için büyük projeksiyonlar koyar. 2023 yılında Türkiye’nin
kendi hidrokarbon ihtiyacını karşılayacağı gibi. Bu maalesef ucuz hayal tacirliğinden
başka birşey değildir. Oysa sektör hakkında asgari bilgisi bulunan herkes bunun sırf
mevcut jeolojik verilerle gerçekleşemeyeceğini çok iyi bilir.
Geçmiş yıllarda, TPAO’nun yatırımlarına yeterince bütçe ayrılmadığı, ekipman
yetersizliği, kalifiye personel azlığı, yeterince özerk olunmadığı, dikey entegrasyon
zorunluluğu gibi yakınmalar yüksek sesle ifade edilirdi. Şimdi birkaç örnekle bu
ifadelerin ve bahanelerin asılsız olduğunu ortaya koymak istiyorum:
1. 2002 yılında 50 milyon USD olan TPAO yatırım bütçesi 2011 yılında 600
milyon USD’ye yükselmiştir.1 2002 yılındaki toplam 1,7 milyon ton üretim,
müteakip yıllardaki muazzam maddi destek artışına rağmen 2010 yılı sonunda
ancak %5 artışla 1,8 milyon tona yükseltilebilmiştir.2
2. TPAO’nun çalışan sayısı resmi rakamlara göre 4.500 iken, TPAO düzeyinde
üretim yapan bağımsız petrol şirketlerinin ortalama çalışan sayısı sadece
100’dür.3
3. Ortalama bir IOC (International Oil Company) çalışanı bir TPAO çalışanının 5
katı katma değer yaratmaktadır. TPAO’da çalışan başına sadece 9 varil petrol
üretilmektedir, Muadili üretim yapan bağımsız petrol şirketleri ise TPAO’nun
45’te 1’i çalışanla aynı sonuçlara ulaşabilmektedir. 4
4. TPAO’nun mevcut yönetimi döneminde daha önce olmadığı kadar kalifiye
personel kaybettiği bir vakadır. Bu personel kaybında daha iyi koşullarda
çalışma saiki ile ayrılmaların etkisi yadsınamazsa da; ihmal edilmemesi
gereken sebeplerden bir tanesi de TPAO yöneticilerinin, görevlendirmeleri
liyakat esasında yapmamasından dolayı yaşanan küskünlüklerdir.
5. TPAO fiilen Türkiye’nin en özerk kurumudur. Zira iç mekanizmalarında aldığı
kararlar ile yeni şirket organizasyonları kurabilmektedir ( TPPD, TPOC vb).
Kendi yatırımlarını kendi inisiyatifiyle böylesine şekillendiren bir şirket
yeterince özerk olmama şikayetinde bulunamamalıdır. TPAO’nun özerklik
istemesinin sebebi, denetim mekanizmasının yarattığı engellemeler ve
projelerinin finanse edilememesi vesaire gibi sebepler değildir. Zira mevcut
iktidar döneminde her projesini bakanlığın onayından geçirmeyi başarmış bir
kurumdur. Bu manada ne bürokratik prosedürlere takılmış, ne de denetim
mekanizmasıyla eli kolu bağlanmış bir kurum hiç olmamıştır. Yukarıda da ifade
edildiği bütçesi 12 kat arttırılan yegane kurum olmuştur. TPAO yönetici
kadrolarının kastettiği özerkliğin, TPAO bürokratik elitlerinin (Genel Müdür,
Genel Müdür Yardımcıları ve Daire Başkanlıkları başta olmak üzere) daha da
güçlenmesi olduğu gerçeği izahtan varestedir. Diğer bir ifadeyle kontrol
edilemeyen bürokrasinin tesis edilmesidir.
6. Devlet, bundan yıllarca önce TPAO’ya bağlı rafinaj, dağıtım, taşıma işlerini
başarılı bir şekilde ayrıştırmıştı. O tarihlerde genel algı; dünyanın en büyük
500 şirketinden biri olan TPAO’nun önce parçalanacağı, sonrasında
özelleştirileceği şeklindeydi. Yakın tarihte Tüpraş ve POAŞ başta olmak üzere
bazı enerji devleri mevcut iktidar döneminde özelleştirildi. Böyle olunca da
zamanında bu tezi ileri sürenler: “bakın demedik mi size, zaten bu siyasilerin
1
2011 TPAO Faaliyet Raporu
2
Altan Kolbay “TPAO Nasıl Milli Şampiyon Olur”, Gas And Power, www.petroturk.com
3
Altan Kolbay “TPAO Nasıl Milli Şampiyon Olur”, Gas And Power, www.petroturk.com
4
Altan Kolbay “TPAO Nasıl Milli Şampiyon Olur”, Gas And Power, www.petroturk.com
amacı bu kurumları peşkeş çekmekti” şeklinde doğrulanmış olmanın gururunu
yaşadılar(!). Bu kurumların özelleştirilmesi mantığı ve özü itibarıyla doğru bir
hamle olmuştur. Zira kamu sermayesinin özel sermaye ile buluşması şeffaflığı
ve kontrol edilebilirliği herzaman artırmıştır. Sonuç itibari ile özelleştirmeleri
destekleyen siyasal oluşumların hepsindeki asli niyet; bürokratik
hegemonyaya son vererek, özelleştirmeye konu olan kurumların yönetimsel ve
ticari anlamda globalizasyonunu ve entegrasyonunu sağlamak olmuştur. Bu
noktada TPAO bürokratlarının kendilerini daha da güçlendirme adına, tekrar
dikey entegrasyonu savunmalarından daha doğal ne olabilir ki? (!)
TÜRKİYE’DE PETROLCÜLÜK
Mesleki Bir Aristokrat Sınıfın Tekeli
Petrolcülük maalesef Türkiye’de kamuoyunun fazlaca bilmediği bir faaliyet
alanıdır. Her meslek dalında farklı düşüncelerin ortak bir platformda son derece renkli
ve farklı fikirler etrafında konuşulması mümkün iken; petrolcülük de tıpkı nükleer
enerji ve uzay bilimleri gibi uzmanı az ve daha ziyade tekil düşüncelerin hakim olduğu
bir alandır. Gayet doğaldır ki hiçbir meslek erbabı genelde iki sebeple kendi mesleğini
speküle ettirmeme eğilimindedir. Birincisi, bu kendi varlık sebebinin reddi anlamına
geleceği için; İkincisi ise mesleki yetersizliklerinin ve bu bağlamda hatalarının ifşası
anlamını taşıyacağı için. Bu sebeple TPAO camiasında nedense her başarısızlığı
profosyonel bir mazeret ile kamufle etme durumu söz konusu olmuştur.
TPAO; mevcut hükümetin bölgesel ve global ilişkilerinin sağlamış olduğu hiçbir
avantajdan yararlanamamıştır. TPAO yöneticilerinin kahir ekseriyeti dünya
petrollerinin % 60’ından fazlasına sahip ve hemen yanıbaşımızda yer alan
Ortadoğuda ne olup bittiğinin farkında bile değildir. Üç yıla yakındır yapının içinde üst
düzey bir pozisyonda çalışan biri olarak son derece vakıfım ki, Türkiye nin ihtiyacı
olan petrolü Türkiye sınırları içerisinde üretme şansımız mevcut değildir. Zira Türkiye
bir petrol ülkesi değildir. Basında sıklıkla yer alan “Batman’dan-Adıyaman’dan petrol
fışkırdı” gibi haberlerle kamuoyu yanıltılmaktadır. Oysa eminim ki geçmiş ve mevcut
bürokratlar hükümeti doğru yönlendirebilselerdi hükümetin siyasi gücünün desteği ile
Türkiyenin enerji arz güvenliği hedefi hatırı sayılır bir oranda yakalanabilirdi. Mesela
çok yakınen içinde bulunduğum Kuzey Irak sürecinde gözlemleme fırsatım oldu ki;
TPAO’dan Bakanlığımızı kimse doğru bir şekilde yönlendirmedi ve doğru
bilgilendirmedi. Hatta Kuzey Irak fırsatının heba edilmesi için, yazılı talimatlar da
göndermek de dahil olmak üzere muhtelif manevra ve taktikler ile süreç tavsatılmaya
çalışılmıştır. Bugün Kuzey Irak ın en umut verici 6 sahanın ExxonMobil e gitmesinin
yegane sebebi TPAO’nun süreci enegelleyeci mezkur manevraları olmuştur. Niçin
bugün Orta Asya’dan çekiliyoruz, niçin Türkiye bölgesinin parlayan yıldızı iken,
bölgenin en önemli belirleyeni olan petrol ve gaz denklemlerinde yeri yoktur
sorularına kimse cevap verememektedir. Bu ve benzeri sorulara TPAO’da muhatap
bulmak mümkün değildir. İletişimin böylesine ilerlediği bir çağda, herhangi bir şirket
ve organizasyon hakkında en kısa bilgi ve görüş edinme kaynağı o şirket veya
organizasyonun web sitesidir. Aynı şekilde, dünyanın en güçlü organizasyonları olan
devasa petrol şirketlerinin hepsi web sitelerinde öncelikle günlük üretimlerini
vurgularlar. TPAO’nun web sitesine girdiğinizde üretimden başka herşeyi görürsünüz.
Siteye girdiğinizde hala “flaş başlık” olarak Türkiye’nin 2023 yılı petrol ihtiyacını
karşılama iddiasını görürsünüz. Bunun nasıl bir planlama kapsamında yapılacağı
yazılmaz ve buna ilişkin bir takvim yoktur. 2023 yılında Türkiye’nin nüfusunun
artacağı kesindir ve gelirinin artacağı da beklenmelidir. Petrol bağımlılığının aynı
kalacağı varsayılsa bile yıllık 20 milyon ton civarında bir ihtiyaç söz konusudur. En
kaba hesapla bu, günde 700 bin varil civarında bir üretim demektir. Yurt dışı üretimler
dahil edilse dahi yaklaşık 10 misli bir üretim manasına gelmektedir. Sadece öz
kaynaklardan üretilecekse bile bu üretimi yaklaşık 20 kat arttırmak demektir. Bu
artışın tamamı aniden 2023 yılında mı olacaktır; yoksa her yıl belli bir oranda artış mı
olacaktır, bu gibi hususlar kamuoyu ile paylaşılmamaktadır. Üstelik o tarihlerde
şimdiki üst düzey yönetimden tek bir kişi bulamayacağımız kesindir, zira neredeyse
tamamı o tarihe kadar yaştan emekli olmuş olacaklardır.
Bu sebeplerden dolayı TPAO’nun mevcut kadrosu ve mentalitesiyle arzulanan Milli
Petrol Şirketi olabilmesi mümkün değildir. Bu dönüşümün başarılı bir şekilde
yapılabilmesi için Batı Raman’dan, Adıyaman’dan 10 varil daha fazla üretim yaparak
göz boyamak yerine cesurca bazı tespitleri yapmamız gerekmektedir:
1. Türkiye bir petrol ülkesi değildir ve olacağına dair elde bilimsel veriler de
mevcut değildir. Petrol ülkesi olmadığımıza göre, petrol zengini ülkelerin hantal
NOC’lerini değil, onlara kıyasla gelirde %55, kârlılıkta %15, çalışan başına
gelirde %285 daha verimli dinamik IOC’lerin örnek alınması gerekmektedir.5
2. Fransa da bir petrol ülkesi değildir. Ancak TOTAL ve Schlumberger Fransa
merkezli uluslararası ve çok uluslu şirketlerdir.
3. Türkiye’nin çok fazla olmamakla beraber azımsanmayacak sektörel
deneyimleri vardır. Bu deneyimleri sektörün mutlak değerlerine eklemleyerek
global bir şirket oluşturma imkan dahilindedir.
4. Türkiye’de senede 200 bin metre sondaj yapmak fizibıl değildir. Zira bu
yatırımların geri dönüşü söz konusu olmamaktadır. Böyle yapmak yerine
uluslararası arenalarda (yanıbaşımızda dünyanın en büyük petrol rezervleri
durmaktadır) büyük projelere kanalize olmak daha rasyonel ve karlıdır.
5. Ancak TPAO’nun maalesef bu tür projeleri sürükleyebilecek kadroları da
yoktur. Özellikle bu yönetim döneminde ironik bir şekilde kifayetsizlik hakim
olmuştur. Bugün yanıbaşımızdaki coğrafyada kan gövdeyi götürürken,
dünyanın büyük ülkelerinin burada etkin bir aktör olmak istemelerinin temel
sebeplerinden birincisi bu bölgenin uluslararası enerji dengelerindeki rolüdür.
Büyük ülkeler güçleri oranında “enerji denklemlerinde” yer almaya
çalışmaktadırlar. Türkiye bu bağlamda en çok bedel ödeyen ve risk alan
ülkelerden biri olmasına rağmen maalesef aynı oranda bu yapının içinde yer
alamamaktadır.
Yukarıda da temas edildiği üzere sektörün çok fazla bilinmemesi ve mevcut
sektörel yapıların da dar kalıpçı bir mantık ile örgütlenmiş olması Bakanlığın
ve hükümetin ihtiyaç duyduğu doğru bilgilenme imkanını ortadan
kaldırmaktadır. Bakanlığın kendi iç yapısıyla ve denetim kadroları ile uyumlu
olacak şekilde TPAO’yu irdeleyebilecek bir teknik desteğe ihtiyacı vardır.
Mevcut durumda bakanlık, TPAO kendisine ne kadar verirse onunla yetinmek
durumunda kalmaktadır.
5
Altan Kolbay “TPAO Nasıl Milli Şampiyon Olur”, Gas And Power, www.petroturk.com
OTİSTİK YÖNETİM ANLAYIŞI
Post Otistik Yönetim Gerekliliği
Yukarıdaki uzun anlatımlardan sonra ulaştığım sonuç TPAO’nın yıllardır
kendini tekrar eden bir kurum olduğudur. TPAO Türkiye’nin globalleşmeye başladığı
Özal’lı yıllardan bu yana sürekli uluslararası arenalara taşınmak istenmiştir. Ancak
her seferinde bu perspektifin gerisinde kalarak hedeflenen yapıya kavuşamamıştır.
Diğer bir tabir ile TPAO, büyüyen Türkiye’nin büyüyen enerji kurumu olamamıştır.
Bu yapıya bilimsel bir tabir ile “OTİSTİK YÖNETİM ANLAYIŞI” diyebiliriz. Otizm
psikoloji disiplininde, yaşamın ilk üç yılı içinde ortaya çıkan ve yaşam boyu devam
eden, sosyal etkileşim, sözel ve sözel olmayan iletişimde problemler ile tezahür eden
karmaşık gelişimsel bir bozukluk şeklinde tarif edilir. Ayrıca otizm ile kastedilen;








Hayal gücünü kullanmada karşılaşılan zorluktur
Konuşma güçlüğü ve iletişimde zorlanmadır
Değişikliklere karşı direnç ve tepki göstermedir
Sürekli aynı konu üzerinde konuşmaktır
Sebeplendirme yetisinin yokluğudur
Anlamsız sözleri üst üste tekrarlamaktır
Değişikliklerden hoşlanmamaktır
Kreatif olmayan işleri hızlı ve iyi yaparken, kreatif olmayı gerektiren işleri
sevmemektir.
Buna mukabil, otistik yönetimler aşağıdaki özellikleri gösterirler:
 Otistik yönetimlerde gerçekle bağları koparmak şeklinde tezahür
eden yaşanan dünyadan aşırı derecede kopukluk söz konusudur
 Otistik yönetimlerde mantıksal etkileşim bağı kopartılarak kurumun
kendini dönüştürücü dinamikleri yok edilir
 Otistik yönetimler zaman zaman etkileyici bir hüviyete bürünebilir;
ancak bu durumda bile genellikle saplantılı ve çok dar bir noktaya
odaklıdırlar
 Otistik yönetimler, belirtileri ve zihinsel özellikleri itibarıyla derin
değillerdir, yetersizdirler.
Otistik yönetimin TPAO özelinde ne anlama geldiğini örneklendirmek gerekirse,TPAO
yönetiminde hayalcilik ziyadesi ile vardır ama hayal güçleri yoktur. Her türlü değişim
hamlesi müthiş bir statükocu ruhla geri çevrilir ve buna kuvvetli bir direnç gösterilir.
TPAO’da üst yönetimden en aşağıdaki personele kadar konuşmalar tek düzedir. Hep
aynı konular etrafında sohbet edilir. Kurumsal körlük had safhadadır. TPAO’da
neden-sonuç ilişkisini irdeleyecek kurumsal zeka tüketilmiştir. Herhangi bir konuda en
küçük bir muhalefet sizin diskalifiye olma sebebinizdir. Hep otokratik yapılara mahsus
aynı sloganın her gün muntazaman tekrarlanması gibi, TPAO maalesef sadece
slogancı bir güruhun eline kalmıştır. Değişiklik bu kadroların en rahatsızlık duyduğu
kelimedir. İşte o yüzden de statükocudur ve yerinde saymaya mahkumdur.
TPAO’nun bu yapısından bir üretkenlik beklemek hayaldir. Bugün Irak’ta 400-500
Milyar Dolar ile anlatılan bir yatırım büyüklüğü vardır. TPAO bu büyüklüğün
neresindedir acaba? 2023 yılında Türkiye’nin hidrokarbon ihtiyaçlarını kendisinin
karşılayacağını söyleyen “hayalci” anlayış mı b.yle bir potansiyelden yararlanacaktır?
Bahse konu otistik yönetim anlayışının doğal bir sonucu olarak TPAO’da asimetrik bir
liyakat anlayışı söz konusudur. Daha önce çok sayıda projedeki başarısızlıkları dillere
destan olan kişiler TPAO’da adeta primlendirilerek kritik görevlere terfi ettirilmişlerdir.
Kazakistan’da 125 günde kazılması beklenen kuyuyu 450 günde kazarak,
Kolombiya’da 2 yıl sonunda 3 kuyu parasına 1 kuyu kazarak milyonlarca dolarlık
kayba neden olan kişiler TPAO üst yönetimince Daire Başkanlığı ve Yönetim Kurulu
üyelikleri gibi muhtelif pozisyonlarla ödüllendirilmiştir.
NE YAPMALI, NASIL YAPMALI ?
TPAO’nun Kurtuluş Reçetesi
TPAO’nun değişiminin ön koşulu yukarıda etraflıca anlatılan otistik anlayıştan
kurtularak post otistik döneme evrilmesidir. Bu zihinsel devrim, yönetim
mekanizmasının budanması ve aşılanması, ve mevcut tezin karşısına bir anti tez
çıkararak sentezi yakalama çabası ile gerçekleşebilecektir. Bu bağlamda yapılması
gerekenler aşagidaki gibi özetlenebilir:
1. Yukarıda kısaca anlatılan
yönetici profili ve yönetim algoritması
değiştirilmeden sonuç almak mümkün değildir. TPAO’nun yönetim kurulu’na
sektörden veya sektör dışından ancak her durumda TPAO kadrolarının
dışından daha fazla üye atanmalıdır. Farklı bakış açıları ve yaklaşımları
katmak suretiyle otistik yönetim anlayışını bertaraf etmenin birinci şartı budur.
2. Genel Müdürlük veya Genel Müdürlük Yardımcılık’larının ve diğer idari
kadroların tamamının revizyonu mutlak surette gerekmektedir. Genel Müdür
ve Genel Müdür Yardımcılığı pozisyonları mümkün nispette teknik olmayan
donanımlı, finans, işletme ve yöneticilik nosyonu hayli gelişmiş kişilerle
doldurulmalıdır. Buna mukabil, daire başkanlıkları için teknik tecrübesi yüksek
kişiler tercih edilmelidir. Mümkünse yönetim kurulunda, teknik şahıslar
tarafından temsiliyetin 1 kişiyle sınırlandırılması otistik yönetim anlayışının
aşılmasında katalizör olacaktır. Bu yaklaşım TPAO veya TPAO’ya bağlı
kuruluşların yönetim kurulları için de geçerli olmalıdır. Yönetim kurulu üye
sayısı arttırılmalı, finans, ekonomi ve işletme konularında uzman ve akıcı
düzeyde bir kaç yabancı dil bilen kişiler bu kadrolarda görevlendirilmelidir.
3. Tepe yöneticilerinin mutlak surette entellektüel bir süzgeçten geçmiş olması
gerekir. Bir milli petrol şirketinin üst düzey yöneticilerinin dünyadaki siyasal ve
ekonomik
süreçleri
değerlendirebilecek
ve
buna
göre
şirketi
konumlandırabilecek yetenekte olmaları gerekir.
4. Hiçbir aidiyeti olmaksızın Bakanlığı enforme edebilecek bir danışmana ihtiyaç
vardır. Bu kişinin tercihen Türk petrol endüstrisine bulaşmamış ancak sektörü
çok iyi tanıyan bir kişi olması gerekir. Mesela uluslararası büyük şirketlerde
yöneticilik yapmış biri olmasında fayda vardır.
5. Dikey entegrasyon bir tarafa TPAO’nun daha da küçültülmesi gerekir. TPAO
hem operatör hem de servis şirketi olmaktan çıkarılmalıdır. TPAO ikiye
bölünerek, arama-üretimi temsilen milli operatör şirket; saha hizmetlerini
yürüten servis şirketi olarak ayrı organizasyonlar oluşturulmalıdır. Söz konusu
servis şirketinin adresi halihazırda saha hizmetlerini başarılı bir şekilde yürüten
TPIC olmalıdır. Daha sonra, bu şirketlerin uluslararası platformlara taşınması
hedeflenmelidir. Bugün Türkiye’nin cari açıklarının önemli bir kısmı enerji ve
de özellikle petrol-gaz kaynaklıdır. TPAO’yu yönetecek kişilerin önceliğinin
buna çare bulmak olması gerekir. Bunun yolu her türlü davranışla ve algıyla
yerelin ötesine geçerek küresel değişim koşullarına vakıf olarak, söz konusu
değişime direnmek yerine adapte olabilecek ve TPAO’yu bir dünya şirketine
dönüştürecek vizyon, irade ve yetkinlikteki kadroların iş başına getirilmesidir.
6. Otistik yönetim anlayışını ve buna bağlı olarak otistik yönetici profilini
dönüştürmek için yukarıda sıraladığımız değişimlere ilaveten, Bakanlığın acil
olarak budama ve aşılama operasyonunu yapması gerekir. Bugüne kadar
yaptığı bazı görevlendirmelerle kısmen bunu uyguladığı söylenebilir ama
yeterli değildir. Yapılacak olan TPAO’nun kemikleşmiş paradigması içinde
şekillenmemiş yetenekli yöneticilerin buraya aşılanmasıdır. Yani kısaca; alttan,
üstten ve yandan TPAO bürokrasisi kuşatılmalıdır. Söz konusu yönetimsel
operasyon bir bütün olarak yapılmalıdır. Aksi halde münferit görevlendirmeler
büyük değişime yetmeyecektir.
7. TPAO, bağımsız ve uluslararası denetimlere tabi tutulmalıdır. Denetimlerde
karlılık ve verimlilik mutlaka dikkate alınmalıdır. TPAO stratejik bir kurum
olması hasebi ile gerekirse Başbakanlıkça performans değerlendirmelerine
tabi tutulmalıdır.
8. Yeni algoritma mutlak surette doğru bilgi akışı, denetlenebilirlik ve kontrol
edilebilirilik üzerine kurulmalıdır. Mevcut haliyle TPAO denetlenemez haldedir.
Denetlenebilse dahi sadece hukuki ve finansal mevzuat etrafında
denetlenebilmektedir. Oysa denetim mekanizması; üretkenlik, istihdam, sürekli
arttırılan karlılık ve yüksek projeksiyon ekseninde ve esasında olmalıdır. BP
Meksika Körfezi’nde hata yaptığında bedelini CEO ödedi. TPAO da
Karadeniz’de platform batırdı yeterince sorgulanmadı bile. Her yıl 200 bin
metre sondaj yaptı, ancak üretimi oransal olarak arttıramadı. Uluslararası
hiçbir projeyi başarı ile tamamlayamadı. Bugün karlılık olarak gösterilen tablo
Azerbaycan’dan gelen paralardan ve yüksek petrol fiyatlarından kaynaklıdır ki,
bunların hiçbiri mevcut bürokratların marifetiyle olmamıştır. Bahis konusu
bürokratlar dikey entegrasyon sevdası ile ancak TPPD’yi kurmuş ve
milyonlarca dolarlık sermayeyi heba etmişlerdir.
AZALAN ZAMAN ve KAYBOLAN İMKANLAR
Kuzey Irak
1990’ların başında SSCB’nin dağılışını doğru algılayan ve bunun için gerekli
hamleleri yaparak, enerji denklemlerinin içine girmeye çalışan rahmetli Özal’a kendi
bürokrasisi ayak uyduramadığı için Türkiye Orta Asya fırsatlarını kaçırmıştır. Şimdi
Ortadoğu çözülmeye başladı. Arap Baharı, Baasçı yapıların tasfiyesi derken yeniden
bir yapılanma söz konusudur. Bu bağlamda Türkiye hükümet olarak onlarca siyasi
risk alıp, etkin bir figür olmaya çalışmaktadır. Bu zor ve bıçak sırtı siyasetin ruhuyla
uyumlu bir enerji politikası olmaz ise onlarca riskin de anlamı olmayacaktır. Bu
coğrafyanın yeni enerji yapılanmalarında Türkiye mutlaka etkin bir şekilde yer
almalıdır. Bu bağlamda en belirgin ve konjonktürel olarak en kolay dahil
olabileceğimiz yer “Kuzey Irak” bölgesidir.
Şahsen ve bizatihi TPIC Başkanı olarak, uzun zamandır bu doğru düşüncenin altını
doldurmaya ve bu gerekliliği yüksek sesle ifade etmeye çalışıyorum. Zira Irak’ın
diğer bölgeleri ihale edilmiştir. Bizim bu saatten sonra Irak’ta var olabileceğimiz
yegane yer Kuzey Irak bölgesidir. Ancak maalesef ilk günden itibaren bu
düşüncemize TPAO’nun statükocu yönetimi muhalefet ederek, başlangıçta merkezi
hükümetle yapılan sözleşmeleri bahane göstererek bu oluşumları frenlemek
istemiştir. Hukuk kanalıyla ve bizatihi Genel Müdür eliyle mütemadiyen TPAO
yatırımlarını riske eden oluşumlardan uzak durmamız konusunda uyarı mahiyetinde
tebliğlerde bulunmuşlardır. Buna karşılık sürecin kendilerine rağmen ilerleyeceğini ve
gerekirse TPAO’dan organik olarak kopmak suretiyle yeni bir yapılanmanın olacağını
gördüklerinde, bu yeni yapıyı kendi paradigmaları etrafında şekillendirmek üzere çark
edip süreci sahiplenme yoluna gitmişlerdir.
Türkiye Kuzey Irak’ta güçlü bir aktör olarak enerji talebinin hatırı sayılır bir kısmını
karşılayabilir ve buna bağlı olarak cari açığımızı büyük oranda kapatabilir. Ancak
TPAO’nun bu yeni oluşumu kontrol etmek suretiyle başat olacağı bir organizasyonda
muhtelif riskler söz konusudur ve beklenen sonuç maalesef başarısız olmaya
mahkumdur, zira:
1. Statükocu TPAO yönetiminin Kuzey Irak’ta yapılacak yatırımlarla Türkiye’nin
enerji arz güvenliği sorununu çözmek ve hergeçen gün yüksek seyreden enerji
açığının giderilmesine katkı sağlamak gibi amaçları yoktur. Mevcut TPAO
yönetiminin geçmiş deneyimleri ve birikimleri dikkate alındığında; burada
hedeflenenin “doğru takımı kurmak değil”, “boşlukları doldurmak” olduğu
anlaşılacaktır. Zira TPAO yöneticileri için aslolan kriter “kendilerine bağlı”
kişilerin yapının içinde yer almasıdır. Böylelikle yapıyı çok daha kolay kontrol
edebileceklerdir ki zaten nihai hedef de budur. Geçmişe baktığımızda da da
benzer yapıları görmemiz mümkündür. KTM, TPOC ve son olarak TPPD bu
bakış açısıyla kurulmuş şirketler olduğu için muvaffak olamadılar. Bu
müesseler ticari şirket mantığıyla kurgulanan organizasyonlar olmadığı için
başarısız olmuşlardır. Bu yüzden KTM Kazakistan’da kayda değer saha
alamamıştır. Bu yüzden TPOC bugün Libya’da yok denecek kadar küçüktür.
Bu yüzden Irak’ta Mansuriye sahasını hala ihale bile edememiştir. Bu yüzden
TPPD herkes için hala büyük bir kamburdur. Hattızatında yakın zamana kadar
TPIC’te hakim olan yapı da aynıydı. Son iki buçuk yıllık zaman zarfında hep bu
paradigma ile mücaedele etmek zorunda kalmışımdır. Hülasa; aynı teknik
yetersizliklerin bu yeni oluşumda da ciddi sorun oluşturacağı çok rahat tahmin
edilebilir. Lakin Kuzey Irak bizim için son şanstır. Bu yolla şirket olarak orta
ölçekli bir hidrokarbon üreticisi olabilme imkanımız vardır. Mevcut koşullarda
var olabileceğimiz en avantajlı coğrafya Kuzey Irak bölgesidir. Eğer ülke olarak
bu fırsatı da heba edersek, aynı imkanları yakalayabilme şansı hiçbir zaman
olmayacaktır.
2. Yeni oluşumun faaliyete geçmesi durumunda; Kuzey Irak’ta Khurmala, Taq
Taq, Tawkee gibi büyük üretim sahalarından hisse alınması söz konusudur.
Daha birçok üretim sahasında çalışılacağı gibi zorlu arama bloklarında da
faaliyet gösterilecektir. Kısacası yeni yapı bugün TPAO’nun yaptığı üretim ve
arama faaliyetlerinin çok üzerinde bir iş yoğunluğuna sahip olacaktır. Kaldı ki
teknik olarak ciddi manada zorlu sahalardır. Kendi projelerini dahi ağır aksak
yürütebilen hantal yapıdaki bir TPAO’nun içinden üstelik yeterlilikleri
sorgulanabilecek bir ekip ile bu büyük işleri zamanında bitirmenin imkanı
yoktur. Mevcut TPAO yönetimi için yurtdışı projeler yalnızca yakınlara
dağıtılacak harcırah anlamına gelmektedir.
3. TPAO’daki hakim yöneticiler zihinsel olarak bu oluşumla bütünleşecek siyasi
derinlikten, entellektüel donanımlardan ve kültürel birikimden yoksundurlar.
Çalışanları doğum yerlerine göre tasnif eden bu güruhun KRG bölgesinde ne
tür sağlıklı ilişki geliştirebileceği konusunda ciddi soru işaretleri mevcuttur.
Hattızatında TPAO yönetiminin başlangıç noktasında göstermiş olduğu
muhalefetin temel kaynağı da etnik temelli bakış açısına dayanmaktadır.
Böylesi perspektiflerin orada başarılı olma şansı yoktur. Şirketi “güvenlikçi”
algılarıyla yönetmeye çalışan bu kısır zihniyetin, o bölgede ne yapılmaya
çalışıldığını anlayacak derinlikten de yoksun olduğu son derece aşikardır.
4. TPIC’in büyük özveri ve kısıtlı imkanlarıyla meydana getirdiği bu oluşumun
yeni baştan TPAO çatısı altında yürütülmesi TPAO’daki yapısal ve kurumsal
bozuklukların da devamı anlamına gelecektir. Gelinen nokta itibarıyla, otistik
yapıdan bağımsız, bildik ifadelerin dışına çıkabilecek evrensel ve global bir
organizasyona ihtiyaç vardır. Kendi ezberlerini tekrarlayan TPAO’nun bu
dönüşümü sağlayacak kudreti yoktur.
5. TPAO, 20 yıl boyunca Kazakistan’da bir arpa boyu yol alamayıp gelinen
noktada Kazak devletini tahkime götürerek, kavgalı bir şekilde Kazakistan’dan
ayrılmanın eşiğindedir. Bu bakış açısının Kuzey Irak’ta da benzer handikaplar
yaratacağı kesindir. Ne teknik ne de ticari anlamda süreci yönetemeyeceği pek
aşikardır. Zira her ortamda kendisi için aslolanın “liyakat” değil, “biat” olduğunu
ifade eden bu zihniyetin başarılı olma şansı yoktur. Dolayısıyla ülkemizin enerji
alanındaki maküs talihinin yenilmesi açısından son ciddi hamlesi olan Kuzey
Irak projesinin mevcut statükocu ve oligarşik yapıların temsilcilerine teslim
edilmesi halinde daha baştan ölü doğmuş olacak, ülkemiz yanı başımızdaki
son büyük fırsatı da heba etmiş olacaktır.
ÜÇÜNCÜ BİR YOL
TPAO Yerine “Yeni Bir Yapı”
İşte bu yüzdendir ki halkanın son zinciri olarak; otistik algıya ve köhne
paradigmaya anti tez oluşturmak üzere alternatif bağımsız bir yapı teşvik edilmelidir.
Esasında pilot uygulama olarak bunu başlatmak çok daha hızlı bir sonuç alma
imkanını sağlayabilecektir. Yeni yapı, kamuya bağlı ancak TPAO tarafından hiçbir
şekilde hükmedilmeyen ve sektörel oligarkların yönlendirmelerinden muaf, farklı
yaklaşımları temsil eden, özel sektör mantığında ve özel sektörle organik-inorganik
bağlar kurabilme becerisine sahip, şeffaf, denetlenmesi kolay, uluslararası büyük
projelere angaje bir yapı olmalıdır. Hatta daha ötesine giderek TPAO’nun
kaynaklarının bir kısmının bu yapıya aktarılması düşünülmelidir. Yukarıda sözünü
ettiğim servis işleri de bu şirket çatısı altına alınmalıdır. Böylelikle aynı bakanlığa
bağlı, farklı iki anlayışın rekabeti mümkün olacaktır. Bu rekabet her halükarda doğal
bir denetim mekanizması yaratacaktır. Bugün Libya veya Irak gibi ülkelerde de tek bir
“Milli Şirket” yoktur. Bu ülkelerde olduğu gibi koşullara ve ihtiyaca göre birçok şirket
aynı anda milli şirket vasfına sahip olabilmektedir. Altyapısı itibarıyla TPIC böyle bir
misyonu üstlenebilecek deneyimdedir.
1. TPAO’nun hantallaşmış ve kangrenleşmiş yapısını dönüştürmektense Kuzey
Irak açılımı ve sürecini Bakanlık ile eş güdümlü bir şekilde tek başına sırtlayan
ve süreci bu olumlu aşamaya getiren TPIC çok daha kolay bir şekilde bu
misyonu üstlenebilecek potansiyeli ziyadesiyle haizdir.
2. Bu minvalde dönüştürülen TPAO-TPIC yapısı, sadece arama yapan şirket
olmaktan çıkarılıp üretim de yapabilen bir şirkete dönüştürülmelidir. Bütün
dünya devi şirketlerde olduğu gibi üretim yaparak arama finansmanının
sağlanması temin edilebilmelidir.
3. TPIC önderliğinde bölgesel bir servis şirketi inşa edilmelidir.
Saygılarımla,
Mithat CANSIZ
Download