Sayi 1/Yil 1

advertisement
‫سطأل َ َط َي ْطِْ ح َ ْا ِم اِأ َ ْم‬
َ ‫ َا َي َ َاا ح نْ َِ لَ ا َا َأط ْح َي ِ ََط ْح ع َ َط َي ِ ََط ْح حْ نم‬.‫ل حْ نم ِِ ِم‬
ِ ‫ِ حْ نم ِْا‬
Sayi 1/Yil 1
YIL 2/ SAYI 21
ZILKAIDE 1434/ EYLÜL 2013
‫ب ِ ْس ِم‬
Hediyemiz olsun!
Hakim'in, Müstedrek'inde, Muaz b.Cebel(r.a)den Resulullah(sav) şöyle buyurmuştur;
"Beyt-i Makdis'in imarı , Yesrib'in harabının habercisidir.
Yesrib'in harabı, Melhamenin (büyük kahramanlık savaşının) habercisidir.
Melhamenin çıkışı, Kostantiniyye'nin fethinin habercisidir.
Konstaniyye'nin fethi, Deccal'ın çıkışının habercisidir."
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
k
Aylık; Islami, Siyasi ve Ilmi Dergimiz...
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Fihrist
Dersler
Konular
Yazarlar
Sayfa
—
—
2
Akiller
Editör
3
Tefsir Dersleri
Asr Suresi (1-3)
Ebu Abdurrahman
4
Tefsir Dersleri (devam)
Asr Suresi (1-3)
Ebu Abdurrahman
5
Gençlerle Başbaşa
Islamiyette Hacc!
M. Metin Müftüoğlu
6
Suffa Mektebi
Temel Meseleler(7)
Ibni Abdulhalim
7
Mezhebler(4)
Ebu Ensar
8
Mekteb-i Ibrahim(3)
Cemaleddin Hocaoğlu
9
Said Havva
10
Peygamberimizin Hayatı;
Uzlaşma Politikası (2)
B. Çobanoğlu
11
Kadın-Erkek eşitliği
Misafir Kalemler
12
Kur´anda Gençler ve Gençlik değerleri(7);
Ashab-ı Kehf
Ibni Abdulhalim
13
Müslüman Çocuğun edebi
Anonim
14
Türkçe Olimpiyatlarında karanlık noktalar...
El Kaide'nin Kürtlerle savaştığı doğru mu?...
Suriye Ordusu Rakka’da El Kaide Komutanlarından Ebu Mücahidle Birlikte 34 Teröristi
Öldürdü….
—
15
Fihrist
Gündem/Yorum
Fetva Köşesi
Beyyineler
Şahadet kelimesi ile Çelişen tutumlar –(1)
Islam/Ibadet
Siyer/Davet
Hanımlar Köşesi
Sohbetler/Düşünceler
Yarının Büyükleri
Basından Seçmeler
Muhacirun Dergisi:
www.muhacirun.net
Yazışma Adresimiz:
[email protected]
Sayfa 2
MUHACIRUN DERGISI–
Doğrular Islamın doğrulardır,
hatalar/yanlışlar bizim
yanlışlarımızdır. Okuyucularımızdan
(Islama göre varsa) Hatalarımızın
düzeltilmesini istirham ediyoruz.
YIL-2/ SAYI– 21
ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Gündem/Yorum
Âkiller
Günümüz dünyasında kana susamış(Insan hakları ve Adalet Savasçıları???) caniler Resmimi gayri resmimi öldürdüklerini, gaz bombasıyla mı normal bombayla mı öldürdüklerini tartışıyorlar. Dehşet verici görüntüler her gün
evlerimizi karartıyor. Dur diyen yok...
Korku filmlerinde bile işlenmeyen vahşet sahneleri günlük
hayatın birer parçası olmuş, insanlar bir yandan televizyondaki zulüm haberlerini, masumların katledilmelerini
izleyip, bir yandan da yemek yiyebilir duruma gelmişlerdir.Yeryüzünün dört bir yanı kaynamakta, savaşların biri
bitmeden diğeri başlamaktadır. Muhtevası acıdan başka
bir şey olmayan bu hüzün tablosu, vicdan sahibi her insanın yüreğini sızlatmakta ve adeta isyana davetiye çıkarmaktadır.
Peki kime olacak bu isyan? Elbette ki dünyayı ve içinde
yaşayan mahlukatı en güzel şekilde yaratan, terbiye edip
gözeten, kanunları ile bir hayat nizamı belirleyen yüce Allah(CC)’a değil. Bu isyan ancak aklını ilahlaştıran dünya
müstekbirlerine, dinini satan bel’amlara, tağutlara, susan
Alimlere ve menfaatcı (kendilerine müslüman diyen) münafıklara ve Şeriatın
dışındaki tüm batıl sistemlere olacaktır.
Nedir aklın ilahlaştırılması?
Önce "akıl ve ilah nedir?" Akıl Arapça'da
"hayvanı bağlamak ve tutmak" gibi
mânâlara gelir. İnsanı zararlı fiillerden
alıkoymak ve imsak mânâsına gelen akıl,
ıstılâhi olarak "Bilmek, anlamak, şuurlu
olmak" gibi mânâlar ifade eder. Çoğulu
"ukûl"dür. İlah iseKendisine ibadet edilen,
her şeyden çok sevilen, tazim ve tesbih
edilen mutlak varlık anlamına gelir.
Allah(CC) Adem(as)’i yarattı ve meleklerin O’na secde
etmelerini emretti. Bütün melekler secde ettiler. Yalnız iblis
diretti. Çünkü O aklını ilahlaştıranların ilkiydi. Evet, akıl
yürütmüş ve kendisinin Adem(as)’dan daha üstün olduğu
kanısına varmıştı. Ve buna o kadar inanmıştı ki sonsuza
dek lanetlenme pahasına da olsa Allah’ın buyruğuna karşı
gelmişti. Bizleri, verdiği vesveselerle doğru yoldan ayırmaya çalışan şeytan, kendi aklının vesvesesine yenik düşmüştü.Mutlak ve bir tek ilah olan Allah(CC)ı bırakıp, aciz
ve sınırlı olan aklının yolunu tutmuştu.
Burada bir soru gelebilir aklımıza. Akıl yürütmek yanlış
mıdır? İnsanların akıllarını kullanarak doğruyu bulma
çabası içerisine girmeleri kötü bir şey midir?
Kur’an-ı kerimin bir çok ayeti; aklı kullanmayı, düşünmeyi
teşvik etmiş ve bu ayetler üzerinde uzun uzun düşünülmesini istemiştir. Doğrular elbette aklın yardımı ile bulunacaktır. Burada irdelenmesi gereken husus aklın nasıl kullanılması gerektiğidir.
Aklı olmayan bir insanın dini, dolayısıyla imanı yoktur.
İmanı olmayan akıl sahibi ise heva ve heveslerinin güdümünde hareket etmeye mahkumdur. İmanı olmayan insan,
aklının verilerini arzularının potasında eritecek ve çoğu
kez bir sapıklık içerisine düşecektir. İman sahibi insan ise
aklın verilerini İslam potasında eritecek ve ilahi adaletin
Sayfa 3
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Editör
koruması altında, gönül rahatlığıyla sonuca razı olacaktır.
Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir
erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka
bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne âsi
olursa açık bir sapıklık etmiş olur.(Ahzab, 36)
Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdikleri zaman, bu hükme
razı gelmek ve bu hükme mukabil hüküm koymamak iman
ehli üzerine bir farzdır. Bu gerçeği gereği gibi idrak eden
akıl sahiplerinin yanlış yapması ihtimal dahilinde değildir.
Bu gerçeği görmezlikten gelen akıl sahipleri ise yanlışlar
bataklığında çırpınacak, çırpındıkça daha da dibe batacaktır.
Bugün istisnasız bütün beşeri hayat nizamları, aklın ilahlaştırılması sonucu vücut bulmuş, heva, heves ve arzularla
harmanlanan fikirler bu sistemlerin vazgeçilmez kanunları
olmuştur.
Her türlü sapıklık, iğrençlik, yanlışlık demokrasi çatısı
altında meşru kılınmış. İçki, kumar, fuhuş, faiz ve daha bir
çok haram helal sayılmış. Hayvani zevkler ve madde nihai
hedef halini almıştır. Allah(CC)’tan daha merhametli ve
hakkı O’ndan daha adaletli taksim edeceklerini düşünen dumura uğramış demokrat beyinler, insan hakları safsatası adına
Allah(CC)’ın iğrenç bir yol dediği ve kavimlerin helakına yol açan Zinayı, faizi ve
eşcinselliği teşvik edercesine serbest
bırakmışlardır.
Kaynağı aklın kendisi olan bu hayat nizamları; insanlığı her geçen gün aleve
yaklaştırmaktadır. Unutulmamalıdır ki
aklın ilahlaştırılmasının birer ürünü olan
batıl dinler (ideolojiler) ardında koşan
insanlar, Kur’anın şu ikazıyla karşı karşıyadırlar:Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan asla
kabul edilmeyecek ve o Ahirette de zarar edenlerden olacaktır.(Ali Imran, 85)
İslam dışında hayat nizamı arayanlar, hürriyet ve özgürlük
adına bir takım ideolojilerin esiri olarak bu ideolojilerin
kurucularına kulluk yapmaktadırlar. Bu zelil durumdan
kurtulmanın tek yolu Allah’a boyun eğmektir. Şehid Seyyid
Kutub(r.ah.) şöyle diyor:“Bir toplumda en yüce hakimiyyet, sadece Allah’a ait olursa ve bu hakimiyyet ilahi şeriatın üstünlüğü esasına dayanırsa, işte bu tarz toplum,
biricik bir model olur. İçerisindeki insanın gerçek ve kamil manada hürriyete kavuştuğu, kula kulluktan kurtulduğu biricik model… Bir kısım insanların kanun koyduğu, Tanrılaştırıldığı; bir kısım insanların da bu kanunlara uyduğu, itaat ettiği; kul ve köle olduğu bir toplumda,
gerçek manada insan hürriyetinin, insan onurunun
varlığından söz edilemez.”
Gerçekten onurlu bir hayat isteniyorsa Allah(CC)’a teslim
olunmalı ve Iman/Vahy aklın önüne alınmalıdır.
Sonuç olarak söylenmesi gereken şudur ki; aklın verileri
amaç değil araç olmalıdır. Aklın amacı yalnız ve yalnız
batılın yok olması ve hakkın ispatıdır. Tuttuğu yol ise
Hakka davet yolu olmalıdır. Allah bizleri bu yolda yürüyen ve bu yolda can verenlerden eylesin. Amin!!!
YIL-2/ SAYI– 21
ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
TEFSIR DERSLERI
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Ebu Abdurrahman
yoludur."
Asra Andolsun ki İnsan Ziyandadır (Âyet 1-2)
‫) اِ َِّ الَّ ِيَ َ اَ َو ا‬2( ‫ار‬
ْ ‫اَنَ لَخِس‬
ْ ‫" َوا ْل َع‬Andolsun asra ki..." Nesefî şöyle der: "Faziletinden
َ ‫اِ ْس‬
ِ ْ َّ‫) اِن‬1( ‫ص ِر‬
dolayı Allah ikindi namazına yemin etmiştir. Ayrıca,
)3( ‫ص ْ ِر‬
‫اا ْ ا ََِ ْل َا و‬
َّ ‫اا ْ ا ََِل‬
َّ ‫ َو َع ِمل ا ال‬insanların gündüzün sonuna doğru ticaret ve kazanç
َ َ َ‫َ َوا‬
َ َ َ‫صَلِ َاَ ِ َوا‬
teminine dalmaları sebebiyle ikindi namazının
103) el-ASR SÛRESİ
edasındaki zorluk daha çoktur.
Mushaftaki Sıralamaya Göre 103. Sûredir.
Yahut Allah Teâlâ, kuşluk vaktine yemin ettiği gibi
Mufassal Sûreler Kısmının On Beşinci Grubundaki ilk birtakım kudret delillerini ihtiva etmesinden dolayı
Sûredir. Üç âyettir. Mekke'de nazil olmuştur.
ikindi vaktine de yemin etmiştir.
Veyahut geçişi sırasında çeşit çeşit ilginç olaylar
1. Andolsun asra ki,
bulunması açısından zamana yemin etmiştir." İbn
2. Hiç şüphesiz insan ziyandadır.
Kesîr'in tercih ettiği görüş sonuncusudur. O asrı,
3. Ancak iman edip salih amel işleyen kimseler, bir de Ademoğlunun hayır ve şer bütün davranışlarının içinde
birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başka.
meydana geldiği zaman olarak tefsir etmiştir. Bununla
Allah Teâlâ insanın şüphesiz ziyanda olduğuna yemin
SÛREYE GİRİŞ
etmiştir: "Hiç şüphesiz insan ziyandadır." Nesefî der
Âlûsî, el-Asr sûresi hakkında şöyle der: "Bu sûre kısa ki: "İnsan nev'i âhiretle ilgili ticaretinden dolayı
olmasına rağmen pekçok bilgileri ihtiva eder. İmam
ziyandadır." İbn Kesîr de: "Zarar ve helaktedir" der.
Şafiî'den rivayet edildiğine göre o demiştir ki: "Bundan
başka hiçbir sûre nazil olmasaydı bu sûre insanlara
Birbirine Hakkı ve Sabrı Tavsiye Edenler Hariç
yeterdi. Çünkü o Kur'ân'ın bütün bilgilerini içine
(Âyet 3)
almıştır." Taberânî Evsat'da, Beyhakî Şu'ab'da, Ebû
"Ancak (kalpleriyle) iman edip (diğer organları ile)
Huzeyfe'den -ki o sahâbîdir- şöyle dediğini rivayet
salih amel işleyen kimseler, bir de birbirine hakkı
etmişlerdir: "Rasûlullah (s.a.v)'in ashabından iki kişi
tavsiye edenler.." Hak; inkârı caiz olmayan sabit
karşılaştıklarında biri diğerine el-Asr sûresini
gerçektir. O da, Allah'ın birliğine inanmak, O'na itaat
okumadan, sonra da biri diğerine selâm vermeden
etmek, kitaplarına ve peygamberlerine uymak gibi
ayrılmazlardı." Bu sûrede çokluk yarışının oyalamadığı tümü hayır olan şeylerdir."
kimsenin haline de işaret vardır. Bu sebeple el Asr
İbn Kesîr "hakkı" ibadetleri yerine getirmek ve haram
sûresi et-Tekâsür Sûresi'nden sonraya konmuştur."
olan şeyleri terketmek diye tefsir etmiştir. Ben derim
ki: Allah Teâlâ: "Sana Rabbinden indirilen haktır" (erSeyyid Kutub da şöyle der: "Üç âyetli bu kısa sûrede, Ra'd, 13/1) buyurur. Buna göre hak, Kur'ân ve
İslâm'ın beşer hayatı için istediği şekilde mükemmel
sünnettir. Felaha erecek olan başarılı insanlar
bir program canlandırılıyor. İmanî düşüncenin
birbirlerine, anlama ve amel etme yönünden Kitap ve
işaretlerini en açık ve en ince şekilde, büyük ve
Sünneti tavsiye ederler, "...birbirine sabrı tavsiye
kapsamlı hakikatiyle gözler önüne sermektedir. Bu
edenler başka."
sûre kısa bir kaç kelime içinde İslâm'ın ana ilkesini
Nesefî şöyle der: "Günahlardan kaçınma, taat ve
bütünüyle ortaya koymakta, müslüman ümmetin iç
ibadetleri yerine getirme külfeti ile Allah'ın kullarını
yapısını ve vazifesini tek bir âyette -ki bu sûrenin
denemek için verdiği musibetlere ve ilâhî takdirlere,
üçüncü âyetidir- nitelendirmektedir. İşte bu, ancak
kendilerine iyilikleri emredip kötülüklerden
Allah'ın güç yetirebileceği bir i'cazdır.
vazgeçirmeye çalışanların verdikleri eziyetlere
Bu sûrenin tümüyle açıkladığı büyük gerçek şudur:
sabredenler."
Bütün asırlar boyunca uzanan zaman ve sürüp giden
İşte böylece el-Asr sûresi, kurtuluş yolunun dört şeyle
insan nesli karşısında kârlı ve başarıyla ulaştıran tek
sınırım çizmiştir. Günümüzde Müslümanlardan pek
bir nizam ve tek bir yol vardır. O da, bu sûrenin
çoğu son iki hususu ihmal etmekte, ilk iki hususta ise
hudutlarını çizdiği nizam ve işaretlerini belirlediği
gevşek davranmaktadırlar.
yoldur. Bunun ötesindeki her şey kayıp ve zarardır.
"Andolsun asra ki, hiç şüphesiz insan ziyandadır.
1- İbn Kesir, el-Asr Sûresi'nin tefsîrine şu sözlerle
Ancak iman edip salih amel işleyen kimseler, bir de
başlar:"Anlattıklarına göre Amr b. el-Âs, yalancı
birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başka." Bu yol; Müseyleme'ye elçi olarak gitmişti. Bu olay Rasûlullah
iman, salih amel, hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye
(s.a.v)'in peygamber olarak gönderilişinden sonra ve
Sayfa 4
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 21
ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Amr'ın İslam'a girmesinden önce idi. Müseyleme ona
şöyle dedi: Bu müddet içinde arkadaşınıza ne indirildi?
Amr: Andolsun ki ona kısa ve beliğ bir sûre
indirilmiştir, dedi. Müseyleme: Nedir o? diye sordu.
Amr da şöyle okudu: "Andolsun asra ki hiç şüphesiz
insan ziyandadır. Ancak iman edip salih amel işleyen
kimseler, bir de birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler
başka." Müseyleme kısa bir süre düşünüp sonra: Onun
bir benzeri de bana indirildi, deyince Amr ona: Nedir
o? diye sordu.
Bunun üzerine o:
"( ‫ر ر‬
‫)ياوبر ياوبر أنا نأن نرأاس وحفر و ر‬Ey ada
tavşanı! Ey Ada tavşanı! Sen iki kulak ve bir göğüsten
ibaretsin. Senin korunman bir deliğe girmek ve
kaçmaktır." dedi. Sonra: Ey Amr! Nasıl buldun? diye
sordu. Amr ona dedi ki: Allah'a andolsun ki, sen
kesinlikle, benim senin yalan söylediğini bildiğimi
biliyorsun.
Ben Ebû Bekr el-Harâitî'nin
Müsâvi'l-Ahlâk adıyla bilinen
kitabının ikinci cüzünde bu
veya buna benzer bir rivayet
gördüm. ( ‫) الوبر‬kediye
benzeyen bir hayvancıktır.
Onun en büyük organı
kulakları ve göğsüdür. Kalan
kısımları küçüktür.
Müseyleme bu saçma sapan
sözleriyle Kur'ân'ın karşısına
bir şeyler çıkarmak istemiş
fakat söyledikleri o zamanın
putperestlerince bile kabul
görmemiştir.
Teberânî'nin Hammâd b.
Seleme'den, onun Sâbit'ten
rivayet ettiğine göre
Ubeydullah b. Hısn şöyle
demiştir: "Rasûlullah (s.a.v)'in
ashabından iki kişi birbiriyle
karşılaşınca, biri diğerine
sonuna kadar el-Asr sûresini
okumadan sonra da selâm vermeden ayrılmazlardı."
İmam Şafiî (r.a) der ki: "İnsanlar bu sûre üzerinde
düşünselerdi bu kendilerine yeterli olurdu."
eder. Böylece müslüman cemaat birbirine en büyük
emaneti taşımaya yardım edecek şeyleri tavsiye eder.
Birbirine sabrı tavsiye sözü esnasında, manası, tabiatı,
hakikati ile birbiriyle kaynaşmış, birbiriyle dayanışma
içinde olan ümmetin yahut cemaatin tablosu ortaya
çıkar. Hayırlı, şuurlu yeryüzünde hak, adalet ve hayır
üzere sebat eden ümmet... Bunlar seçkin ümmet için en
yüksek ve en parlak şekildir. İslâm ümmetinin böyle
olmasını istiyor. İslâm ümmetinin, hayırlı, güçlü,
şuurlu hak ve hayrı koruyan, Kur'an'daki ( ‫) ل واحى‬
kelimesinden kaynaklanan sevgi, yardımlaşma ve
kardeşlik duyguları içinde birbirine hakkı ve sabrı
tavsiye eden bir ümmet olmasını istiyor.
Hakkı tavsiye bir zorunluluktur. Çünkü hakkı yerine
getirmek zordur. Hakka engel olan şeyler ise pek
çoktur. Nefsin arzuları, menfaat düşüncesi, çevrenin
tasavvurları, azgınların azgınlığı, zalimlerin zulmü...
Birbirine tavsiyede bulunmak,
hatırlatmak, cesaretlendirmek
hedef ve gayeye yakınlığını
hissettirmektir. Emaneti koruma
ve sorumluluğu taşımadaki
kardeşlik, kişisel bütün
görüşleri güçlendiricidir. Çünkü
birlikte etkilenip güçlenirler.
Hakkı koruyan herkesin,
kendisine tavsiye eden,
kendisini cesaretlendirip seven
ve yalnız bırakmayan başka
kimselerin de bulunduğunu
hissetmesi ile güçlenirler. Bu
din -ki o haktır- ancak birbiriyle
yardımlaşan, birbiriyle
tavsiyeleşen, birbiriyle
dayanışma içinde olan,
birbiriyle kaynaşan ve birbirini
destekleyen bir toplumun
koruması ile ayakta durabilir.
Sabrı tavsiye de bir
zorunluluktur. Çünkü iman ve salih amele devam
edebilmek, adalet ve hakkı korumak toplum ve ferdin
karşısındaki en güç işlerden biridir. Bunun için sabır
gereklidir. Nefisle ve başkasıyla cihad için sabır
Hakkı ve Sabrı Tavsiye (Âyet 3)
lâzımdır. Eziyet ve sıkıntıya sabır, bâtılın şımarıklığı
2- Seyyid Kutub da şöyle der:"Birbirine hakkı ve sabrı ve şerrin yayılmasına karşı sabır, yolun uzunluğuna,
tavsiye ederken, kendine has bir yapıya, seçkin bağlara vasıtaların yavaşlığına, işaretlerin sönüklüğüne,
ve tek bir bakış açısına sahip müslüman ümmetin
sonucun uzaklığına karşı sabır.
yahut müslüman cemaatin tablosu ortaya çıkmaktadır.
Bu cemaat, görevinin farkında olduğu gibi varlığının
Sabrı tavsiye; verdiği hedef birliği, istikamet birliği ve
da farkındadır. Kendisine sunulan iman ve amel-i
toplu dayanışma duygusuyla ve toplumu sevgi, azim
şalinin mahiyetini bilir.
ve sebatla donatarak gücü artırır. Ayrıca sabrı tavsiye,
gerçek İslâm'ın ancak havasında yaşayıp içinde
Birbirine hakkı ve sabrı tavsiye etme, içinde insanlığı şekilleneceği bir toplum ruhu da verir. Yoksa sonuç
iman ve ameli salih yolunda yönlendirmeyi de ihtiva
ziyan ve kayıptır."
Sayfa 5
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 21
ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Gençlerle Başbaşa
HACC ve KURBAN BAYRAMI
HACC:
İslam'ın şiarlarından olup ve
ömürde bir defa sadece
müslümanlara farz olan bir
ibadettir, hem de siyasettir. Farz
oluşu ise Kitap, Sünnet ve ıcma
ile sabittir. Haccın bir takım belli
yerleri, belli zamanları ve belli şekilleri vardır.
Mesela belli yerleri vardır; Kâbe, Arafat ve
Müzdelife gibi yerlerdir.
Belli şekilleri vardır; Arafat'ta vakfe, Kâbe'yi tavaf,
Safa ile Merve arasında say gibi hareketler yapmak
demektir.
Belli zamanları vardır; Arafat'ta vakfe için, Arefe
günü öğleden sonra başlayan, bayram gününün
sabahına kadar devam eden zamandan herhangi bir
kısmıdır. Tavafa ait zaman ise,
bayram gününün sabahından
başlayan, ömrünün sonuna
kadar devam eden zamandan
yine herhangi bir kısımdır.
Bir de hacc ayları vardır. Ayeti kerime'de geçtiği gibi: ''Hacc
mâlum aylardır!'' (Bakara,
197) Mâlum olan aylardan
maksat şevval, Zilkaide ayları
ve Zilhicce'nin ilk on günüdür.
Haccın kendisine has bir takım
menasiki vardır. Menasik demek; Hicaza, hacı
olmaya gidenlerin uyacağı davranışlar ve yapacağı
hallerdir. Bunları saymakla bu mektupta bitiremeyiz;
''Hacc Rehberi'' isimli kitaptan alır okursunuz!
Haccın birçok fayda ve hikmetleri vardır; Hem
maddî-manevî, hem de dünyevî ve uhrevî
faydalardır.
Hacc Suresi'nin 28. ayet-i kerime'sinde belirtildiği
gibi en mühim iki faydadan birisi; ınsanların çeşitli
menfaatleri, yani dünya ile ilgili işlerdir. İkincisi de;
Zikrullah'tır, yani Allah'ı anmaktır ahiretle ilgili
faydaları!..
Günde beş vakit namazlarda müslümanlar nasıl
günlük meselelerini müzakere ediyorlarsa, haftalık
meselelerini de Cuma namazı münasebetiyle
yaptıkları toplantıda görüşürler. Cuma namazı aynı
zamanda devlet namazıdır. Başta devlet reisi olmak
üzere bütün erkân-ı mülkiye ile erkân-ı harbiye
birlikte ve memleketin pay-i tahtında, yani
başkentinde bulunan en büyük camisinde Cuma
namazı eda edilir. Cuma'yı bilhassa devlet reisi
kıldırır, hutbeyi de kendisi okur; Hutbede, cemaata
Sayfa 6
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Emîr’ul Mu’minîn
bir haftalık yapılan işlerin faydasını, zararını anlatır,
yani hesap verir. İşte İslam Devleti'ne göre Cuma
namazı böyle kılınır!..
Hacca gelince; O da büyük bir kongredir. Yani
bütün İslam âleminin katılacağı yıllık bir kongredir.
Daha büyük ve bütün bir İslam âlemini ilgilendiren
meseleleri o kongrede görüşürler, fikir alış-verişi
yaparlar. Bu kongreye sadece müslümanlar katılır.
Hiç bir gayr-i müslim bu toplantıya katılamaz, hatta
dinleyici olarak da katılamaz. Çünkü orası haram
bölgesi olduğunu ve müslümanların dışında
kimsenin giremiyeceğini Kur'an'da belirtilmiştir de
ondan!
Hacc merasiminde herkes eşittir. Bunun yanında da,
hacc aynı zamanda ortak pazardır, İslam âleminin
ortak pazarıdır. Her taraftan gelen müslümanlar,
satacaklarını satıp alacaklarını da alırlar. Böylece
büyük ticaret tahakkuk etmiş
olur, yerine gelmiş olur!..
Yine bütün mü'minleri,
bütün müslümanları
topluyor, soy-sop, dil-renk
demeden, onları bir
merkezde birleştirip kardeş
yapıyor, bir vücud haline
getiriyor. O vücudun başı da
Halife'dir! Ya Halife
Hazretleri veya onun tayin
ettiği hacc imamı -emiri- bir
de hutbe okur. Hutbesinde yapılması gereken
vazifeler hakkında hüccaca (hacılara) bilgi verdiği
gibi, bunun yanında da dünya siyasetinden bahseder,
yani geçmişin muhasebesini, geleceğin de
müzakeresini yapar. Bu hal her sene bir defa
tekrarlanır.
Fakat ne yazık ki, şurasını üzülerek söyliyeyim ki,
çok mühim olan ve hayati önem taşıyan bu yön, ta
Hz. Muhammed'in zamanından tutun da Hulefa-i
Raşidîn döneminden ve Osmanlı İslam Devleti'nden
bugüne kadar yapılagelen bu durumlar, bugün ihmal
ediliyor, gereği gibi değerlendirilmiyor. Sadece
ibadet yönü, mana âlemine bakan yönü yapılıyor ve
gerisin geri dönülüyor. Mevlâ'mıza dua edelim de,
inşaallah haccın hem ibadetiyle, hem siyasetiyle,
hem de ticaretiyle ifasını yerine getirmeyi tüm İslam
âlemine nasib-i müyesser kılsın! Amin!..
İşte İslam'a göre hacc böyle yapılır! Haccın
unutturulan şartlarından birisi de haccın Hacc
Emiri'nin nezaretinde yapılmasıdır. Hacc Emiri'ni de
Hilâfet Makamı tayin eder!
YIL-2/ SAYI– 21
ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Suffa Mektebi
ŞER'Î DELİLLER
Şer'î delil ise: İster kat'î (yakınî)
ister zannî (yani zann-ı galib) bir
yolla olsun kendisinden şer'î amelî
bir hüküm istinbât edilen her şey
şer'î delildir. Bunun için delil,
delâleti kat'î olan ve zannî olan
olmak üzere iki kısma ayrılır.
Deliller iki kısımdır:
a) Âlimlerin cumhuru tarafından kabul edilen müttefekun aleyh (üzerinde ittifak edilen) deliller -ki bunlar
Kitap,Sünnet,İcmâ ve Kıyastır-,
b) Muhtelefun fîh (üzerinde ihtilâf edilen) deliller.
Bunların da en meşhurları İstihsan, Mesâlih-i mürsele
veya İstislah, İstishab, Örf, Sahabe mezhebe, Önceki
şeriatler ve Şeddi zerâyi' olmak üzere yedi tanedir.
Müttefekun aleyh (üzerinde ittifak edilen) deliller
uyulması farz olan delillerdir. Ancak bunlarla istidlal
yapılırken şu tertibe riâyet edilir: Önce kitap, sonra
sünnet, sonra icmâ, sonra kıyas.
BİRİNCİ DELİL: KUR’ANI KERİM
Kur'an" lügatte kıraa manasına bir masdardır. "O, en kısa
süresiyle dahi mu'ciz olarak Arap lisanıyle Rasûlullah'a
indirilen, mushaflarda yazılı olan, tevatür yolu ile
nakledilen, okunarak ibadet edilebilen, Fatiha süresiyle
başlayıp Nâs suresiyle biten Allah (c.c.) kelâmıdır".
Kur'an-ı Kerîm'in Hüccet Oluşu
Kur'an-ı Kerîm bütün insanların kendisiyle amel etmesi
farz olan bir hüccettir. Çünkü o, sıhhatinde şüphe
bulunmayan kat'î bir yolla kendilerine nakli sabit olan,
Kur'an olduğu şüphe götürmeyen Allah'ın kelâmıdır.
Bunun öyle olduğuna kat'î delil Kur'an'ın icazıdır.
İcazın manası, aynısını veya benzerini veya en kısa
sûresinin benzerini getirmekte başkalarının aczini ortaya
koymaktır. İcazın manası ancak şu üç şeyle tamam olur:
a) Meydan okuma, yani karşılaşma ve muâraza istemek.
b) Muarızı karşılaşmaya sevkeden gerekçenin var olması.
c) Muarızın karşı koymasına mani bir halin bulunmaması.
Bu sebeplerin üçü de Kur'an-ı Kerîm'de tam olarak
mevcuttur. Çünkü Rabbinin emriyle Rasûlullah (s.a.v.),
Kur'an-ı Kerîm'in benzerini getirmeleri için meydan
okudu, Rasûlullah (s.a.v.) ı tekzib eden Arabların, bu
iddialarının doğruluğunu isbat etmek için sebeb de
mevcut idi, onlar belağat ve beyan ustaları oldukları için
karşılaşmalarına mani bir hal de yoktu.
"Meydan okuma" Kur'an-ı Kerîm'de birçok ayeti
kerimede mevcuttur. Bazıları şunlardır:
Kasas, 49: "(Rasûlüm!) De ki: Eğer doğru sözlüler iseniz.
Allah katından bu ikisinden (bana ve Musa'ya inen
kitaplardan) daha doğru bir kitap getirin de ben ona
Sayfa 7
MUHACIRUN DERGISI–
Temel Meseleler-7
uyayım."
İsra, 88: "De ki: Andolsun, bu Kur'an'ın bir benzerini
ortaya koymak üzere ins ve cin bir araya gelseler,
birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya
getiremezler."
Muarızlar Kur'anın tamamının benzerini getirmekten aciz
kalınca benzeri on sûre getirmeleri için onlara meydan
okumuş ve şöyle demiştir:
Hûd, 13: "Yoksa, "Onu (Kur'anı) kendisi uydurdu" mu
diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah'tan başka
çağırabildiklerini çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş
on sûre getirin."
Bunu getirmekte de aciz kalınca sadece benzeri bir sûre
getirmeleri için meydan okuyarak şöyle dedi:
Bakara, 23: "Eğer kulumuza indirdiklerimizden her hangi
bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre
getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'dan gayri
şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın."
Araplar açısından karşı çıkma sabep ve gerekçesinin var
olması şartına gelince, bunun varlığı, bilhassa kendisine
peygamberlik vazifesi verildikten sonra Rasûlullah'ın
siyretinde açıkça görülmektedir. Zîra O, onlara Allah'ın
elçisi olduğunu bildirdi. Onlara putperest dinlerini, baba
ve dedelerini taklid etmelerini bâtıl sayan bir din getirdi.
Allah'ın Kitab'ına dayanarak onların akıllarını sefih saydı,
putlarıyla alay etti, putlara ibadet etmeleriyle istihza etti.
Onun bu iddialarını mutlaka çürütmeleri, O'nun Allah'tan
getirdiklerinin boş şeyler olduğunu isbat etmeleri ve
neticede ona galip gelmeleri gerekiyordu.
Kur'an-ı Kerîm'e karşı koymalarına engel bulunmaması
şartına gelince, o Araplar hakkında zaten vardı. Çünkü
Kur'an onların dilinde ve onların üslûbu üzere indi,
onların kullandığı harflerden meydana geliyordu,
manaları aşinâ oldukları şeylerdi. Başkalarına karşı
fesahatleriyle, belağat ve beyanlarıyle iftihar eden
onlardı. Nesir ve şiirde şöhretli bir mevki sahibiydiler.
Zaten hitabet ve şiirleri onların akıllarının kemâlini,
yapılarının safiyetini, kavrayıştaki süratlerini,
basiretlerini, hayat tecrübelerindeki maharetlerini
göstermektedir. Diğer taraftan Kur'an-ı Kerîm'in muâraza
için onlara zaman sınırı koymadığı, bir defada inmediği,
bilakis onlara muâraza ve hazırlık imkanı vermek için
yirmi üç sene zarfında parça parça, bölüm bölüm indiği
de bilinen bir husustur. Neticede, ins ve cinden
dilediklerini yardıma çağırsalar dahi ebediyyen onların
kur'an-ı Kerîm'e muârazada âciz ve zayıf oldukları sabit
olmuş ve istenilen hedefe ulaşılmıştır ki bu Kur'an-ı
Kerîm'in beşer sözü olmadığı, onların seviyesinde bir şey
olmadığı, onun ancak Allah katından geldiği hakikatidir.
İşte bu, Allah'ın Rasûlu Muhammed bin Abdullah'ın
insanlara tebliğ ettiği şeyin Allah'ın kelâmı ve O'nun
hükümleri olduğu hususunda Peygamberliğinin doğru
olduğuna kesin bir delildir.
YIL-2/ SAYI– 21
ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Ebu Ensar
Fetva Köşesi
Mezhebler (4)
Bin dört yüzyıllık tarihi boyunca, yüce Islam dini,
iki ana sınıfa ayırabileceğimiz büyük tehlikeler ile
karşılaşmıştır: Dış tehlikeler ve iç tehlikeler ...
Moğolların istilası, Cengiz ve Hulagu zulümleri,
Haçlı seferleri, Avrupa emperyalizmi, Sovyet ve Çin
Komonizmi ve Siyonizm emperyalizmi dıştan gelen
tehlikelerin başlıcalarıdır.
Iç tehlikelere gelince: Bunların başında sapık mezhepleri saymamız gerekir. Bundan sonra ihlassızlıktan, nifaktan, dünya sevgisinden, post kavgasından,
kavmiyetçilikten ileri gelen kardeş kavgalarını
zikretmeliyiz.
Miladi 21. asrın şu yıllarında
lslam dünyası çok perişan
vaziyettedir. Islam ümmeti
paramparça olmuş, Islam
dünyası irili ufaklı bir çok
devlete ayrılmış, tabir caizse
balkanlaşmıştır. Müslümanların yaşadıkları topraklar
Amerika, Avrupa, Rusya ve
kızıl Çin tarafından istila
edilmiştir. Bir çok Islam Ülkeleri farmason, sosyalist
veya mürted çeteler tarafından idare edilmektedir. Tarihlerinin hilçbir devresinde
Müslümanlar bu kadar kötü
bir vaziyete düşmemişlerdir.
Buhran sadece siyasi değildir. Buhran aynı zamanda
dini, ictimai, kültürel ve iktisadidir. Müslümanlar
arasında iman zaafı baş göstermiştir. Islam ilimleri
kaybolmaya yüz tutmuştur. Islami prensiplerden
uzaklaşma almış yürümüş, batıyı taklid zihniyeti her
yeri sarmıştır. Sünnetler terk edilmiş, bid'atler zehirli
otlar gibi yayılmıştır.
Böyle karanlık bir devirde, Islam dünyası her
şeyden önce manevi birliğe muhtaçtır.
Bu birlik ise Islam dininin ana prensiplerine sarılmakla elde edilebilir. Yıkılan bir çok şeyler tekrar
elde edilebilir. Yeter ki, Kur-an Imanı, Islam
Müslümanlığı muhafaza edilsin.
Asırlardan beri Islam dünyasında bir sürü bozuk
mezhepler ve fikirler türemiştir. Hz. Osman Efendimizin hilafeti sırasında açılan fitne kapıları 1400
seneden beri kapatılamamıştır. Fakat, bütün bozuk
mezheplere, fitne ve fesat cereyanlarına rağmen hak
apaçık ortada durmaktadır. Bu yol "Ehl-i Sünnet ve
Cemaat" yoludur.
Sayfa 8
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Resulullah (SAV) Efendimiz, bir gün ashabından bir
topluluğa şöyle buyurmuşlardır: "Ümmetim yetmiş
küsur parçaya ayrılacaktır. Bunların biri dışında
hepsi de Cehennemliktir."
Ashab(r.a.) sormuşlar:"Bu kurtuluş yolu (Fırka-i
Naciye) hangisidir?'
Şöyle cevap buyurulmuş "Benim ve ashabımın yolundan gidenler.’’ Böylece (Benim ve ashabım gibi)
iman ve amel edenler .
Işte Ehl-i Sünnet vel Cemaat mezhebinin ne
olduğunu açıklayan meşhur hadis-i şerifin meali yukarıda zikredildi.
Ehl-i Sünnet ve Cernaat topluluğu aslında tek bir
mezheptir. Sadece kendi arasında altı şubeye ayrılmıştır: Ikisi I’tikad, dördü
amel sahasındadır.
Bir Müslümana "Hangi mezheptensin?" diye sordukları
vakit:" Ehl-i Sünnet vel Cemaat mezhebindenim" cevabını vermelidir.
Böyle demekle "Ben Resulullah(SAV) Efendimizin ve
Ashab-ı Kiramın(r.a.) yolundan gidiyorum, onların
iman ve amel hükümlerini
kabul ediyorum" demiş olmaktadır.
Biraz önce Ehl-i Sünnet mezhebinin altı şubesi olduğundan bahsetmiştik. Kısaca
onları da açıklayalım:
EhI-i Sünnet'in itikatta iki büyük önderi yetişmiştir:
Bunlardan birisi Imam Maturidi(rh.a.), diğeri Imam
Eşari(rh.a.)dir. Bu iki büyük zat biz Sünni
Müslümanların itikat hükümlerinde önderlerimizdir,
yani Imamlarımızdır. Biz Türkler umumiyetle Imam
Maturidi Hazretlerinin itikatta imam kabul etmişizdir. Fakat Imam Eş'ari Hazretleri de hak Imamdır.
Zaten bu iki imamın arasında bazı küçük ihtilaf ve
fikir ayrılığı vardır ki onlarda teferruata dairdir.
Amelde de dört Sunni şube vardır: Hanefi, Maliki,
Şafii ve Hanbeli mezhepleri. Bunların dördü de
hakktır.
Bir Müslümanın bu devirde Ehl-i Sünnet
Müslümanı, yani Sunni olması için:
I-Itikatta ya Maturidi, yahutta Eş'ari olması,
2- Amelde de dört mezheplerin birisine bağlanmış olması,
3- Bağlı olduğu mezhebini bütünüyle tatbik etmesi gerekir.
YIL-2/ SAYI– 21
ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Beyyineler
MEKTEB-I IBRAHIM
Cemaleddin Hocaoğlu
(3)
O halde günümüzün putu ve putperestliği ne imiş?!. Allah'a mahsus
olan haklardan birini veya birkaçını Allah'tan başkasına vermektir.
Mesela: Hakimiyet kayıtsız ve şartsız Allah'ındır, Allah'a mahsus bir
haktır. İşte bu hakimiyet hakkını, yani kanun koyma salahiyet ve
yetkisini Allah'tan başka bir kimseye veya kimselere veyahut da
millete vermektir. İşte kendilerine hakimiyyet verilen kişi veya kişiler
veyahut da o millet ne olmuş olurlar? Put olmuş olurlar!
İşte günümüzün putları bunlardır. Putları bunlar
olduğu gibi, günümüzün putperestliği ve put
kanunları da bu şahısların kanun çıkarmaları ve
çıkardıkları kanunlardır; bu kanunları kabul etmek
ve bunlara tabi olmaktır. Daha da ileri gidip bunları
savunmaktır. Hülâsa edecek olursak: Günümüzün
putperestliği idare ve siyaset putperestliğidir, sistem
ve rejim putperestliğidir. Böyle olunca da devlet ne
olmuş olur? İslam ve Tevhid devleti değildir; put ve
şirk devletidir.
daha da ileri giderek çıkardığı kanunları Allah'ın
kanunlarından üstün addederek, Allah'ın kanunlarını
yürürlükten kaldırmış, onların yerine insan kafasının
mahsulü olan kanunları, fikir ve sistemleri
getirmiştir.
Bir tafsilat daha:
Önemine binaen Yusuf suresinin tefsirindeki şu
açıklamayı da almayı uygun görmekteyiz:
"Kulun kula tapması şeklinde kendini gösteren bir
putperestlik vardır. Kendi kendini tanrılaştıran bazı
kimseler, bu iddialarını sağlama bağlamak için
uluhiyyetin en özel vasfı olan rububiyete sahip
çıkarlar. Yani, kendilerinin emirlerine,
prensiplerine, fikirlerine ve koydukları kanunlara
halkın tapma derecesinde itaat etmesini isterler.
Daha doğrusu, kendilerinin tapılmaya layık bir zat
olduklarını kabul ederler ve
halkın kendilerine tapmasını
isterler. - Bu isteklerini
sözleriyle açıktan söylememiş
olabilirler - Fakat, onların bu
isteklerini tatbikata koymuş
olmaları, dilleriyle ikrar
etmelerinden daha kuvvetli bir
delildir.
Bu tür putperest olan toplumların kalplerindeki bu boşluktan istifade ederek
meydana gelir. Hükümdarlığın sadece Allah'a ait
olduğuna kalben inanıp tatbikatta bu inançtan
ayrılamayan toplumlarda böyle bir şey bahis mevzuu
olamaz. Çünkü, hükümdarlığın yalnız Allah'a ait
olduğunun idraki içinde bulunan cemiyet, sadece
ona tapılacağını, hükümrana boyun eğmenin tapma
sayılacağını, hatta tapmayı gerektiren şeyin
hükümranlık (hakimiyet) olduğunu bilir.
Bir kere daha tekrar etmiş olalım ki, hükümranlığı
(yani hakimiyeti, yani kanun koyma yetkisini)
kendisine izafe eden (kendisine mal eden) kimse bu
hareketinden dolayı Allah'ın dininden çıkmış olur,
Allah'a tapmaktan uzaklaşmış ve ona şirk koşmuş
olur, putperest olmuş olur.
Ayrıca, hükümranlık ve hakimiyet vasfına sahip
olduğunu iddia eden kimsenin bu iddasını kabul
edenler de aynı şekilde müşrik olur, kâfir olurlar. Bu
kimseler, Allah'a ait olan hakimiyet hakkını
başkasına tanımak, onun emirlerine tabi olmak ve bu
hareketlerini kalben de benimsemek suretiyle
Allah'ın dininden çıkmış olmaktadırlar. Bunlarla
hakimiyet iddia edenlerin küfür ve şirkleri Allah'ın
terazisinde aynı ağırlıktadır."
Dava adamı olmanın
vasıflarından biri de
Mekteb-i Ibrahim'den
geçmiş olmaktır.
Tafsilat:
Şirk mevzuunda karanlık taraf
kalmasın diye şirke biraz daha
tafsilat verelim:
Yukarıda şirkin
(putperestliğin) tarifini
yaparken demiştik ki, "şirk"
Cenab-ı Hakk'a mahsus olan
hak ve sıfatlardan birini veya
birkaçını mahlukattan herhangi birine vermek veya
birinde bulunduğuna inanmaktır.
Cenab-ı Hakk'a mahsus sıfatlar:
Yaratma, ibadete müstehak olma, öldürme ve diriltme, rızık verme, her şeyi bilme, her şeyi görme,
şeriat vaz etme, hüküm koyma, kanun koyma gibi...
İşte, bu sıfatlardan herhangi birini, herhangi bir
yaratığa vermek veya onda da bulunduğuna
inanmak, dolayısıyla ona boyun eğmek, ona mutlak
manada itaat etmek ve ona teslim olmaktır. Tarih
boyunca putperestlik zihniyeti hep aynı olmuştur,
müşrikler hep aynı şeyi düşünmüşlerdir.
Ancak zamana göre put şekilleri ve put cinsleri
farklı olmuştur. Mesela zaman olmuş, insanoğlu
güneşe tapmış, yıldıza tapmış, taşa veya ağaca
perestiş olmuş, zaman olmuş bir hayvana veya bir
insana kudsiyet vermiş, onda fevkalâde bir vasıf, bir
kudret kabul etmiş, ona kul olmuş, onu Allah'ın
yerine koymuş veya yanında kabul etmiş ve ona
ibadet etmiştir. Zaman olmuş; insanlarda hüküm
koyma, kanun vaz etme, anayasa yapma hak ve
salahiyetini görmüş, bu yetkiyi onda var kabul etmiş,
Sayfa 9
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 21
ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Islam/Ibadet
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Said Havva
mizi emrediyor.O bize hastalanınca her türlü tedavi
ISLAMIN RUKÜNLERIŞAHADET KELiMESi iLE ÇELiŞEN TUTUMLAR –(1) yolunu aramamızı, fakat asıl şifayı verecek olanın ken-
disi olduğuna inanmamızı emrediyor. Kısacası, O bize
her konuda sebeplere sarılmamızı, her işin bilinen çözüm yollarını denememizi, fakat aynı zamanda yalnız
kendisine dayanmamızı, sırf O'na tevekkül etmemizi
emrediyor.
Buna göre herhangi bir konuda kim elinden gelen
hazırlığı yapar, olanca gayretini ortaya koyarak gereken çalışmayı gerçekleştirir de O'na dayanmaz ise Allah'ın birbirine bağlı iki emrinden birini savsaklamış
olur. Buna karşıIık kim herhangi bir konuda sadece
tevekkül ile yetinir, gerekli hazırlığı yapmaz ve olanca
gayretini ortaya koymaz ise 0 da bu emirIerin öbürünü
savsaklamış, kulak-ardı etmiştir.
Bu noktanın altında kafir ile mü'mini birbirinden ayıran
gizli bir fark saklıdır. Görünüşte kafirde olanca gücünü
kullanıyor, mü'min de. Fakat birincisi sırf ortaya koyduğu emeğe güvenirken, ikincisi sadece ortaksız Allah'a dayanıyor.
Böyle bir durumda sonuca götürücü sebeplere güvenerek Allah'ın iradesini hesaba
katmamak, O'nun emrine
ters düşmektir, günahtır.
Bir
çok
kimse
Şahadet
Kelimesini
1)Şahadet davası ile çeFakat hem sebeplere gülişen tutumlardan biri Aldile getirince veya kendisine bir
venmek ve hem de 0 işte
lah'dan başkasına güvenmüslüman
ismi
takınca
artık
hiç
yüce Allah'ın hiç; bir rolümek, tevekkül etmektir.
nün olmadığını iddia etbir şeyin onu islam'dan çıkaraBunun böyle olduğunu yüce
mek, normal günahın öteAllah'ın -c.c- şu buyruğunmayacağını
sanır.
Oysa
bu
büyük
sinde şehadet cümlecikleri
dan çıkarıyoruz:
çelişen bir şirktir, her
bir yanılgıdır. Çünkü insanı Islam- ile
Eğer müminseniz sırf
şeyi Allah'ın iradesine, bilgiAllah'a dayanınız. (Maide,
dan dile getirmiş olduğu Şahadet sine, kudretine dayandıran
23)
onlarca Kur'an ayetini inkar
Kelimesinin etkisini yok
Bu ayetten Allah'dan başetmektir. Nitekim yüce
kasına dayanmanın, tevekeden(bozan) bir çok şey vardır.
Rabbimiz -c.c.- şöyle buyukül etmenin caiz olmadığını
ruyor:
anlıyoruz. Aşağıdaki ayet de
Onlara doğru toprak atarken,
bu gerçeği vurguluyor:
sen atmadın, fakat Allah attı. (Enfal, 17)
Hani o gün sayıca çok oluşunuz hoşunuza gitmiş,
Zaten yardım, zafer doğrudan doğruya Allah
böbürlenmenize yol açmıştı da bu kalabalıklık size
katındandır. (Enfal, 10)
hiçbir yarar sağlamamıştı; yeryüzü, onca genişliğine
Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak
rağmen size dar gelmişti de sonra arkanızı dönüp
Allah'tır. (Zariyat, 58)
kaçmıştınız. (Tevbe, 25)
Hastalığımda beni iyileştiren O'dur. (Şuara, 80)
Allah'ın gökten su indirdiğini ve bu sayede yeryüzünün
Aynı gerçeği "La ilahe iIIellah" şahadet cümleciğinin
yemyeşil olduğunu görmüyor musun? (Hacc, 63)
anlamından da çıkarabiliriz. Çünkü daha önce vurguBuna göre yüce Allah'ın -c.c- şu kainatta geçerli kıldığı
ladığımız gibi Allah'dan başkasına dayanmak bu cüm- sebeplere inanmak gerektiği gibi Allah'ın her şeyin
leciğin anlamı ile bağdaşmaz.
yaratıcısı (Zümer, 62) olduğunu belirten buyruğu
Yalnız hemen belirtelim ki, tevekkül etmek, Allah'a day- uyarınca aslında herşeyi O'nun yarattığına da inanmak
anmak demek çalışmayı bırakacağız, elimizden geleni gerekir.
yapmayacağız demek değildir. Tersine yüce Allah bu
noktada bize verdiği emir iki yönlüdür. 0 bize hem
Bu ilkenin sonucu olarak sebepleri inkar eden, onları
çalışmayı ve hem de çalışma ve emeğimize güvenme- geçersiz sayan kafir olmuş, buna karşılık asıl etkili
memizi emrediyor. 0 bize ordularımızı, her türlü silah- olanın onlar olduğuna inanan kimse de Allah'a şirk
larla donatmamızı, savaş içingereken bütün
koşmuş olur.
hazırlıklarımızı fakat sonunda sırf kendisine güvenmeBir çok kimse Şahadet Kelimesini dile getirince veya
kendisine bir müslüman ismi takınca artık hiç bir şeyin
onu islam'dan çıkaramayacağını sanır.Oysa bu büyük
bir yanılgıdır. Çünkü insanı Islamdan dile getirmiş olduğu Şahadet kelimesinin etkisini yok eden(bozan) çok
şey vardır. Müslümanların çoğunlukla yanılgı içinde
oldukIarı bu konuda doğru bilgi sahibi olmak zaruri ve
çok önemlidir. Çoğu müslüman farkında olmadan ya
doğrudan doğruya Şahadet Cümlecikleri ile çelişen
çeşitli durumlara düşüyor ve bu durumlara düşen kimseleri tutuyor destekliyor. Bu yüzden bu bölümde Islamla ve Şehadet kelimesi ile çelişen tutumların bir
çoğunu anlatmaya çalıştık. Tabii ki, bu tür tutum ve
davranışların tümünü dile getirebilmiş değiliz. Çünkü
konu gerçekten geniş kapsamlıdır, hakkında müstakil
kitaplar yazılmıştır. Bizim asıl maksadımız bu Şahadet
kelimesi ile bağdaşmaz tutumların başlıcalarını veya
insanların gözlerinden en çok kaçanlarını ele almak
olacaktır. Söz konusu tutum ve davranışları şöyle sıralayabiliriz:
Sayfa 10
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 21
ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Siyer/Davet
Uzlaşma Politikası (2)
Resûlullah (sav)'ın hayatından, önceki sayımızda sunduğumuz
sahnede üç tane işaret vardır. Onlardan her biri büyük bir önemi haizdir.
Birinci İşaret: O işaret, Resûlullah'ın yürüttüğü da'vetin içyüzündeki inceliği ayırmada bize açıklık getiriyor. Yeni bir ideoloji sahipleriyle, devrim ve ıslahat çığırtkanlarının; âdet olarak
içlerinde gizledikleri gaye ve maksadlarıyla, peygamber
dâvasının birbirinden ayrılmasını, karıştırılmam asını sağlıyor.
Acaba Hz. Peygamber (s.a.v.) da'vetinin arkasında, hükümdarlığa ulaşma arzusunu mu gizliyordu? Yoksa, o zenginlik
veya liderlik için güçlü bir mevkiye ulaşma arzusunu mu gizliyordu? Yahut da kendisine isabet eden bir hastalık sebebiyle
gözüne görünen hayallerden mi kurtulamıyordu?
Bu ihtimallerin hepsi, İslâm düşmanlarının ve Islâm'a fikrî savaş açanların ifrata vardırdıkları birtakım tahminlerdir. Fakat,
Alemlerin Rabbi'nin kendi elçisi için hazırladığı yüce hayatın
sırlarına bakınız!... Aziz ve Celîl olan Allah, Resûlü'nün hayatını, her türlü ihtimalin kökünü kazıyan, her şüpheye giden
yolu tıkayan; islâm'a fikrî savaş ilân eden kişileri, savaşlarında,
saplandıkları yolda onlara şaşkına çeviren sahne ve tablolarla doldurdu.
Kureyş müşriklerinin, Resûlullah'ın
dâvasının karakterini, risâletiyle bağdaşmayacak hedefleri ve onun bu tekliflerden hiçbirine tenezzül etmeyeceğini çok
iyi bildikleri halde; bu ihtimallerin
hepsini kafalarında tasavvur etmeleri ve
Resûlullah ile uzlaşma politikasına girmeleri, Allahü Teâlâ'nın açık hikmetlerinden biridir. Ve esasen ilâhî hikmet
böyle olmasını murad etti ki; tarih sonradan gelecek olan îslâm düşmanlarının
yalanlarını açıklasın.
Vom Vloten ve Won Kromer gibi batılılar uzun uzun düşündüler... Islâm'a
saldıracak ve şübhe sokacak bir yol
bulamadılar. Ancak gözlerini hakikata
kapatıp, şu iddiada bulundular: «Hz. Muhammed'in davetindeki
itici faktörler yalnızca başkanlık ve liderlik arzusuydu...» Onlar
böyle bir iddia ile kafalarını sert kayalara vururlarsa, onları çok
uzak mesafelere fırlatır tabiî…
Yüce Allah bu müsteşriklerde önce bu düşünce ve arzuları teşvik etmek için Utbe bin Rebia ve benzerlerini bu işte kullandı.
Onların hepsini Hz. Muhammed'in önüne serdi ki, yakın ve
kolayca onlara nasip olsun ve hepsini Kureyş'e göstersin. Halbuki Kureyş alçaldı ve ona boyun eğdi. Kaldırdığı silâhı ve
peygamberlerle ashabına uyguladığı işkence vasıtalarını elinden bıraktı. Mademki Hz. Peygamber da'vetinin ve risâletinin
arkasındaki arzu ganimet idi, niçin kendisine verilen bu ganimete yönelmedi ve Kureyş'in ileri gelenlerine yumuşak bile
davranmadı?
Hiç, başkanlık ve hükümdarlık isteyen bir insan, kendisine
uzun bir görüşme, rica ve tehdit karışımı bir müzakere sonunda, istediği herşeyi vermeyi taahhüd edenlere karşı, şu cevabla
sözü keser atar mı?: «Ben size, mallarınızı istemek, aranızda
Sayfa 11
MUHACIRUN DERGISI–
B.Çobanoğlu
şöhret kazanmak ve başınıza lider olmak için gelmedim. Fakat
Allah, beni, size peygamber olarak gönderdi. Bana bir de kitab
indirdi. İyiliklerinizden dolayı cennetle müjdeleyici, kötülüklerinizden dolayı da azabla korkutucu olmamı bana emretti. Benim size getirip tebliğ ettiğim şeyleri alır, kabul ederseniz o,
dünyada ve âhirette nasib ve azığınız olur. Onu kabul etmeyip
bana iade ederseniz, Yüce Allah aramızda hükmünü verinceye
kadar bana sabretmek ve katlanmak düşer.»
Sonra, Resûlullah'ın günlük yaşantısı bu sözlerine uymaktaydı.
O, gizlice, kendi gayret ve çalışmasıyla başkanlığa ve hükümdarlığa varmak için onları sırf diliyle reddetmedi. Bilâkis Peygamberimiz, yemesinde ve içmesinde her türlü lüks ve israftan
uzaktı. Yaşayışındaki durumu, fakir ve yoksulların durumundan üstün değildi. Buhâri'nin rivayet ettiği bir hadiste, Hz. Âişe
Validemiz şöyle dedi: «Resûlullah (s.a.v.) vefat ettiğinde mutfaktaki rafımda karnı aç bir adamın karnını doyuracak kadar bir
miktar arpa vardı. Ben ondan yedikçe artıyordu.» Yine Buhâri'nin rivayet ettiği bir hadiste, Enes (r.a. şöyle diyor: «Resûlullah
(s.a.v.) vefat edinceye kadar ne hıvan/sofra üzerinde birşey
yedi, ne de hâlis buğday ekmeğinden yapılmış yufka ekmek
yedi...».
Resûlullah (s.a.v.), giyim ve kuşamında da, ev eşyasında da çok
sâde idi. Üzerinde yattığı hasır, yanında iz bırakıyordu. Onun
asla yumuşak birşey üzerinde yattığı
bilinmiyor. Hattâ bir gün, aralarında
Hz. Âişe de bulunduğu halde. Peygamberimizin
hanımları,
geçim
sıkıntısından şikâyet etti. Ondan günlük ihtiyaçlarının, giyim kuşamlarının ve süs eşyalarının arttırılmasını istediler. Hattâ Sahâbe-i Kiramın hanımlarından, kendi akranları
olan hanımların hiçbirisinden, şan ve
şeref bakımından daha aşağı olmadıklarını bildirmek için Resûlullah'ın yanına geldiler. Peygamberimiz (s.a.v.) kızarak başını önüne eğdi
ve hiçbir cevab vermedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk'ın şu âyetleri indi:«Ey Peygamber! Hanımlarına şöyle de: Eğer dünya hayatını ve onun
ihtişamını istiyorsanız, haydi geliniz; sizi donatayım ve güzel-likle bırakıp salıvereyim. Yok eğer Allah'ı, peygamberini ve
âhiret yurdunu istiyorsanız; haberiniz olsun ki Allah içinizden
güzel hareket edenler için pek büyük bir mükâfat hazırlamıştır».
Resûlullah bu iki âyeti de onlara okudu. Sonra onlan, ya içinde
bulundukları hale göre kendisiyle birlikte yaşamayı kabul etmek, -ya da mal ve ziynet bolluğu ile nafakalarının artmasını
da ısrar etmekle başbaşa bıraktı. Fakat bu son durumu tercih
ettikleri takdirde, onlan bırakıp, güzellikle salıverecekti. Ama
onlar üzerinde bulundukları hale razı olarak Resûlullah ile birlikte yaşamayı tercih ettiler.
Bütün bunlardan sonra, artık akıl -ama hangi akılla- Hz. Peygamber'in nübüvvetinin doğruluğu hususunda, nasıl şübheye
düşebilir? Aklın veya düşüncenin, Resûlullah'ın, peygamberlikle zenginlik arzusuna veya liderlik sevdasına tutulacağını
zannetmesi nasıl doğru olabilir? Yukarıda zikrettiğimiz bu sahneden elde edilen birinci işaret işte budur...
YIL-2/ SAYI– 21
ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Hanımlar Köşesi
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Misafir Kalemler
ve sorumlulukta bir derece üstünlüğü bulunmaktadır.
Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç 'hayız/temizYaratılışta Benzer ve Farklı Yönler
Ayet-i kerimelere baktığımızda, bu ayet-i kerimelerde lenme süresi' beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığını
sadece erkeğin veya sadece kadının erkeği ve kadını
içine alan insanın yaratılışına açıklık getirilmektedir. saklamaları onlara helal olmaz. Kocaları, bu süre
İnsan olarak erkek veya kadının genel ve çatak bir ya- içinde barışmak isterlerse, onları geri almada
(herkesten) daha çok hak sahibidirler. Onların lehine
ratılışı vardır. Her ikisi de topraktan yaratılmak her
ikisine de eller ayaklar, gözler kulaklar, diller gönüller de, aleyhkrindeld ma'ruf hakka denk bir hak vardır.
verilmektedir. Yaratılışın bu boyutunda veya diğer bir Yalnız erkekler için onlar üzerinde bir derece (farkı)
iyişle insan olarak yaratılışta, kadın ve erkek arasında var. Allah Aziz olandır. Hakim olandır.(Bakara, 228)
genel bir farklılık yoktur.
Kadın ve erkeğin yaratılışındaki farklılıklar, tür boyu- Diyeceksiniz veya diyecekler ki, neden?
tunda değil cinsi boyuttaki farklılıklardır. Her ikisi de Erkeğin kadın üzerindeki bir derece farklı konumda
olmasının nedeni veya hikmeti ne?.
insani olarak yaratılışta bulunmasına rağmen, cinsi
boyutta kadın olmak üzere iki farklı cinsiyete sahiptir- İşte bunun cevabını, İslam dininin temel özelliğinde
ler.
yani tevhidde aramamız gerekir. Tevhid dini olan
İslam,
İşte-mesele bu noktaya geldiği zaman,
erkek ve kadın cinsleri arasında da hiçbir
akidede, amelde ve sosyal yaşantıda
fark yoktur diyemeyiz. Çünkü insanı yatevhide önem verdiği gibi, aile yapısınratan Rabbimiz, kadın ve erkeğin bazı
da da tevhide önem vermektedir. Aile
farklı Özelliklere sahip olduğunu beyan
yapısında birlikte yaşayacak olan kadın
etmektedir.
ve erkek aynı haklara, aynı konuma sahip olsaydı, aile içinde birlik ve tevhid
Allahın kendisiyle kiminizi kiminize gögerçekleşmezdi. Birkaç günlük yola
re üstün kıldığı şeyi temenni etmeyin.
çıkan müslümanlara dahi, aralarından
Erkekler için kendi kazandıklarından
birini imam tayin etmelerini öneren
bir pay, kadınlar için de kendi kaİslam, uzun yıllar birarada yaşayacak
zandıklarından bir pay vardır. Allah'tan
olan kadın ve erkeği, hiç şüphesiz ki iki
onun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekbaşlı
anarşik
bir
yapıya sürükleyecek değildir. İşte bu
ten, Allah, her şeyi bilendir. (Nisa ,32)
Bu ayet-i kerimedeki Allah'ın kendisiyle kiminizi kimi- konudaki velayet erkeğe verilmiş olup, erkek bu velayeti veya diğer bir deyişle bu sorumluluğu yerine getirnize göre üstün kıldığı şeyi temenni etmeyin... buyruğundan, sadece erkeğin kadına veya kadının erkeğe meye daha ehil bir fıtratta yaratılmıştır.
Allah'ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların
değil, erkek ve kadının bazı hususlarda birbirlerine
ken-di mallarından harcaması nedeniyle erkekler,
üstün kılındıklarını anlamamız gerekir. Nitekim fiziki
güç, metanet, sabır, soğuk-kanlılık, adil ve itidalli dav- kadınlar üzerinde 'sorumlu yöneticilerdir'…(Nisa,
34)
ranmak gibi özelliklerde erkekler kadınlara nazaran
daha üstün olmalarına karşın; fiziki zerafet, letafet,
duygusallık, nezaket, incelik, merhamet ve şefkat gibi Hiç şüphesiz ki insanların iradesi dışında vuku bulan
özelliklerde de kadınlar erkeklere nazaran daha üstün- ve herhangi bir uğraşı ile elde edilmeyen bu durum,
dürler. Aynı ayet-i kerimede, bu hususun temenni edi- erkekler için ilahi düzlemde bir üstünlük vesilesi değildir. Çünkü İlahi düzlemde geçerli olan üstünlükler,
lecek bir şey olmadığı da önemle belirtilmektedir. Bu
farklılıkları dikkate alarak değişik komplekslere kapıl- kişilerin kendi kazaçından olan üstünlüklerdir. Nitekim
aşağıdaki ayet-i kerimede de beyan edildiği gibi Allah
mamıza tabi ki gerek yoktur. At bizden hızlı koştuğu
katındaki üstünlük kişinin ırkına veya cinsine göre
veya öküz bizden kuvvetli olduğu için aşağılık kompleksine düşmediğimiz gibi, fıtri olan bu farklılıkları da değil, takvasına göredir.
bir kompleks meselesi durumuna getirmememiz gerekir. Ayrıca kişilerin kendi kazanımlarından ziyade fıtri Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiolan bu kısmi üstünlüklerin, kişilere yüklediği sorumlu- den yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi
luklar ve ödevler bulunmaktadır. Nitekim kadın erkek halklar ve kabileler olarak kıldık Hiç şüpesiz, Allah
katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en
meselesi bu sorumluluk ve ödevler düzleminde
ileride olanınızdır. Hiç şüphe yok Allah, bilendir, hakarşılıklı olarak mukayese edilip, karşılıklı olarak
değerlendirildiği zaman, erkeğin kadına nazaran ödev birdir.(Hucurat, 13)
Kadın-Erkek eşitliği
Sayfa 12
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 21
ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Sohbetler/Düşünceler
KUR´ÂNDA GENÇLER VE GENÇLIK DEĞERLERİ(7)
Inançlarında Kararlı Sebatkâr Gençler:
Ashab-ı Kehf
Ashab-ı Kehf olarak bilinen gençlerden ve onların
her yönüyle ibret verici ve ilginç maceralarından
bahseden ayetlerde bildirildiğine göre, putperest bir
kavmin içinde Allahın varlığına ve birliğine inanan
birkaç genç, bu inançların açıkça dile getirip putperestliğe karşı çıkmış, taşlanarak öldürülmekten veya
zorla din değiştirmekten kurtulmak için bir mağaraya sığınmışlardır. Yanlarındaki köpekleriyle birlikte oradaderin bir uykuya dalan gençler, muhtemelen 309 yıl sonra uyanmışlardır. Hz. Isadan önce
yaşamış olduklar ifade edilen bu gençler hakknda
ilgili ayetlerde şöyle denilmektedir:
Ibni Abdulhalim
SONUÇ
Ailenin yerini arkadaşların aldığı, birtakım buhranların, şüphelerin yaşandığı gençlik çağı aynı zamanda kişinin şekil almaya en müsait olduğu bir çağdır.
Bu bakımdan da son derece önem taşımaktadır.
Gençlerin edinecekleri arkadaşların onlar üzerindeki etkisi büyük olmaktadır. Özellikle, bağımsız olma
duygusu, genç insanda daha belirgin bir şekilde gözlenmekte ve bu durumu bazen onun lâf dinlemez -söz
anlamaz bir hal almasına da sebep olabilmektedir.
Insanoğlunu yaratan, onun ruh ve beden yapısını en
iyi şekilde bilen Allah Teâlâ, gönderdiği kutsal kitaplarda peygamberlerinin ve Ona iman eden şahsiyetlerin gençlik dönemlerinde başlarından geçen
ibretli hadiseleri anlatarak sonraki müminlere
Onların olayını biz sana gerçek olarak anlatıyoruz. çarpıcı örnekler vermiştir. Gerçektende Hz.Âdemin
oğullarından başlayarak aktardığımız genç şahsiyetOnlar Rablerine yürekten
lerin ibretli hikayelerinde,
inanmış gençlerdi. Biz de
Hz. Ibrahim, Hz. Yusuf ve
onların hidayetlerini
Hz. Musa gibi peygamberarttırdık ve kalplerini melerin, Ashab- Kehf gibi
tin kıldık. Bu gençler
inançlı grupların ve Hz.
(Bizans imparatoru DekyaMeryem gibi seçilmiş ve
nosun karşısına dikilerek)
özenle yetiştirilmiş bir peyşöyle dediler: Bizim Rabbigamber annesinin gençlik
miz, göklerin ve yerinRabçağlarında başlarından
bidir. Biz Onu bırakıp başgeçenler anlatılmaktadır.
ka bir tanrıya yalvarmayız.
Ayetlerdeki gençlerin hepsiYoksa andolsun ki, batıl
nin ortak paydası, Allah
söz söylemiş oluruz. Şu
Teala ile olan samimi
bizim milletimiz Allah
bağlarıdır diyebiliriz.
bırakıp Ondan başka tanrılar edindiler. Onların gerçek olduğuna dair apaçık deliller getirmeleri gerekmez mi? Allaha karşı
yalan uydurandan daha zâlim kimdir? (Kehf
Suresi)
Bu bağ sarsılmaz bir iman ve kulluk şuuruyla tahkim
edilerek, gelişen olaylar karşısında kişiyi yanlışlıklardan korumaktadır. Yine bir diğer ortak özellik ise
tüm bu şahsiyetlerin Allah Tealaya dua ve niyazdas
on derece gayretli oluşlarıdır. Denilebilir ki onlar
Söz konusu gençlerin, Allaha inanmış ve bu imanAllah ile bağlantı kurma hususunda duayı hiç elden
larını korkmadan, çekinmeden ilan etmiş kimseler
bırakmamaktadırlar. Kanaatimizce, özellikle gençlik
olduklarına ve neticede Allahın onları mağarada
uyutmak suretiyle koruyup, mükâfatlandırdığına dik- çağındaki insanlara telkin edilebilecek ya da daha
kat çekilmektedir. Bu ayetler, gençlerin, hakkı kabul çocukluk yıllarından itibaren kazandırılabilecek en
ve Allaha iman hususunda, toplumlarından farklı bir önemli gençlik değeri, onların Allah Tealaya çok
sağduyuya sahip olabileceklerine işaret etmektedir. tabii ve çok rahat bir şekilde dua etmeyi başarabilmeleridir.
Zira yaşlılık dönemi, fikirlerin sabitleştiği ve kesin
doğrular olarak kişide yer ettiği bir dönem iken,
Bunun ise ya çocukluk yıllarından itibaren kagençlik çağı, her tür telkine açık, aynı zamanda
zandırılması ya da kişiliğin oluşmasında en müsait
davete cevap verilen bir dönem olarak dikkat çekçağ olan gençlik çağında gerçekleştirilmesi sağlanmektedir.
malıdır.
Sayfa 13
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 21
ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Yarının Büyükleri
c) Kur'an son ilahi kitaptır. Ondan sonra başka kitap
gelmeyecektir.
Müslüman Çocuğun Edebi
8)-TOPLANTILARDA ADAB
Kur'an-ı Kerim ve Hazret-i Peygamber Efendimiz (sav)
bir mecliste nasıl davranılacağını bildirmiştir.
d) Kur'an bütün insanliğa gönderilmiş olan bir
1. Bir toplantıya herkesi iğrendirecek elbise ile, fena ko- kitaptır. Her asrın ihtiyaçlarını karşılayacak hakikat
kularla gitmemek,
ve hikmetlerle doludur.
2. Mecliste daima güler yüzlü olup, ekşi suratlı ve geveze
olmamak,
e)Kur'an Peygamber Efendimizin en büyük ve daimi
3. Ileri geçip oturmamak, hakkı olmadıkça ileriye geçme- mucizesidir. Hem kelimeleri, hem anlamı, hemde
mek,
taşıdığı yüksek hakikatlerle eşsiz bir mucizedir.
4. Kendisinden yaşça ve bilgice yüksek olanlara hürmet
etmek,
5. Anası, babası veya hocasına daha çok hürmetli olmak, Kur'an-ı Kerime karşı görevlerimizi sayar mısınız?
a)
Her müslüman Kur'anı Allah' ın kelamı olarak
6. Oturanlara sıkıntı verecek hallerden sakınmak,
bilmeli, ve tecvid
7. Iki kişi arasına oturmak lazım
!!!
R
kurallarına uygun olarak
gelirse, onların iznini istemek,
LA
Ş
I
yanlışsiz okumalıdır.
8. Sonradan gelene yer gösterAM
L
mek,
AN
A
R
b) Kur'an abdestli olarak
9. Kendisinden büyük olanların
ON
S
yanında ayak ayak üstüne koymaele alınmalı, Euzu besmele
E
EN
S
mak,
ile okunmaya
30
başlanmalıdır.Okurken
10. Ev sahibinin, misafiri uğurlaması,
mümkünse kıbleye
yönelmeli ve son derece
11. Kalabalık içinde iki kişi
arasında gizli konuşulmaması,
edepli ve saygılı
olunmalıdır
12. Esnememek, mecbur olursa
eli ile ağzını kapamak,
13. Öksürme veya geğirme ile
c) Kur'an temiz yerde
çevreyi rahatsız etmemek, tiksinokunmalı. Başka işlerle
dirmemek,
meşgul olan onu
14. Meclis ve toplantılarda edebe
dinlemeyenlerin yanında
riayet etmek.
ve pis yerlerde
okunmamalıdır.
Bunları Biliyormusunuz?
d) Başkalarının okuduğu
Kur'anı saygı ile dinlemelidir.
Peygamberimize ilk vahiy hangi tarihte nerede indi
ve ilk inen ayetler hangileridir?
Peygamberimize ilk vahiy 610 yılında Nur dağındaki e) Kur'an yüksek ve temiz yerlerde bulundurulmalı
Hira mağarasında indi .Ilk inen Ayetler Alak suresi- alçak yerlere konulmamalıdır.
nin ilk ayetleri idi.
Kur'an-ı Kerim'in özelliklerini sayar mısınız?
a) Kur'anı Kerim Peygamberimize indiği gibi hiç bir
değişikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir.
Kıyamete kadarda bozulmadan kalacaktır.
b)Kur´an toplu olarak değil, zaman ve hadiselere
göre ayetler ve sureler halinde inmiştir.
Sayfa 14
MUHACIRUN DERGISI–
f) Her müslüman Kur'anın yap dediklerını yapmalı,
yapma dediklerinden sakınmalı ve Kur'anın ahlaki
ile ahlaklanmalıdır.
Kur'an kaç sure ve ayettir, Kur'anda ismi geçen
Peygamberlerin isimleri nelerdir?
Kur'an 114 Sure ve 6236 Ayettir.
YIL-2/ SAYI– 21
ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Basından Seçmeler
Türkçe Olimpiyatlarında çok karanlık noktalar
Türkiyenin her tarafında Fethullahçıların düzenlediği ve trilyonluk
bütçeler kullanılan Türkçe Olimpiyatlarının tanıtımı var. Seçime
giren bir siyasi partinin bile yapamadığı propaganda ile caddelere,
sokaklara, binalara asılan afişlerle ¤ görmemişin bir oğlu olmuş...
dedirtircesine çılgın bir israf ile yapılan bu olimpiyat duyuruları belli
ki ¤ iktidar - cemaat ilişkilerinde soğuk rüzgârlar estiği şu günlerde
büyük önem taşıyor.
Dünyanın her tarafındaki okullarında İngilizceyi eğitim dili olarak
kullanan cemaat mensupları ne hikmetse Türkiye içindeki propagandalarında ¤ Türkçe aşığı kesiliyorlar. Sahip oldukları gazete ve televizyonlarda Anayasadan Türk ve Türkçe namına ne varsa kaldırılması
yazılar haberler döşeyenler, ¶ Kürtçe ana dille eğitim∙ diye çığlık
atanlar her yıl Haziran ayında ¤ Türkçe aşığı kesiliveriyorlar.
Elbette bu aşk sahte bir aşk ve tamamen propagandaya yönelik.
Daha önce bu köşede yazdığım bir yazımı aynen yayınlıyorum.
¶ Gülenin ABD istihbaratı ile işi ne?∙ başlıklı yazımda şöyle diyorum:
¶ Fethullah Gülene bağlı kişilerin Hocaefendinin kontrolünde açtığı
¤ hizmet okulları ile ilgili çok önemli iddialar gelmeye devam ediyor. Oda TVnin verdiği habere göre, Amerikan iç istihbarat birimi
FBI, Hocaefendinin okullarını ¤ ortaklık kurdukları kurumlar arasında sıraladı. FBIın resmi internet sitesinde bu ünlü istihbarat kurumu
¤ ortaklık kurduğu kurumlardan bazılarını şöyle sıraladı: ¶
The Anti-Defamation League, The NAACP The League of United
Latin American Citizens (LULAC); The Gulen Institute; The
Raindrop Turkish House; The South Asian Chamber of Commerce
and The Islamic Society of Greater Houston.∙
Görüldüğü gibi Fethullah Gülen okulları da listede yer alıyor. Bir
ülkeye ait istihbarat kurumu bir başka ülkenin ¶ sivil∙ bir kurumunu
işbirliği yaptığı kurumlar arasında sayıyorsa bu bir ajanlık faaliyetidir.
Türkçe Olimpiyatlarını yapmakla övünen bu okullarla ilgili çok
önemli soruları sorma vakti gelmiştir:
1. FBIın kendi sitesinde açıkladığı ¤ bu okullarla işbirliği halindeyiz
itirafının doğruluğunu Türk Emniyeti ve adli birimleri araştıracak
mıdır?
2. Bir başka ülkenin istihbarat servisi ile böylesine bir birliktelik varsa
ne gibi adli takibat yapılacaktır?
3. Bu ilişkinin adı ¶ uluslararası literatürde∙ ajanlık mıdır yoksa başka bir şey midir?
4. Bu istihbarat ilişkisinin cemaate bağlı diğer kurumlara; (gazete,
televizyon, dershane v.s) sirayet edip etmediği, FBI ile bağlantının
kimler tarafından ve nasıl sağlandığı araştırılacak mıdır?
5. Eğer ortada böylesine ağır bir istihbarat ilişkisi varsa Türkçe Olimpiyatları adlı masalın ¤ bu işbirliğini kamufle etmek için düzenlenip
düzenlenmediği araştırılacak mıdır?
Daha önce Rusya, Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan ve İranda
Gülen cemaatine bağlı okulların çeşitli sebeplerden dolayı kapatıldığı
biliniyor. Rus hükümeti cemaatin okullarını ABD menfaatine ajanlık
yaptıkları gerekçesiyle kapatmıştı. Eski MİT İstanbul Bölge Başkanı
Nuri Gündeş, ¤ İhtilalların ve Anarşinin Yakın Tanığı adlı kitabında
¶ Özbekistandaki Türk okullarında CIA ajanlarının öğretmen
maskesiyle görev yaptığını∙ yazmıştı. İyi de haklarında yabancı servislerle bu kadar sıkı fıkı olduklarına dair, ajanlık, istihbarat ilişkisine
dair onlarca haber ve vesikanın yayınlandığı bu okulların ¶ dışarı ile
ne gibi ilişkisi olduğunu∙ araştıracak tek bir savcı yok mu bu ülkede?
FBI, ¶ Ben bu okullarla işbirliği halindeyim∙ diyorsa daha öte ne
arıyorsunuz? Yoksa yabancı servislerle işbirliği halinde olmak günümüzün modası oldu da biz mi çok geride kaldık!∙
—————————————————
El Kaide'nin Kürtlerle savaştığı doğru mu?
PYD'nin Lideri Salih Müslim PYD ve Nusra arasındaki çatışmalara atfen; “Şu an çatıştığımız cihatçı gruplar bizim bölgemizde İslam emirlikleri kurmak istiyorlar. Şeriat düzeni getirmek istiyorlar.” Diyerek çatışmanın “Radikal İslamcılarla”
olduğu mesajını veriyordu.
Nusra Cephesi ise PYD’yi Esed’in çıkarları doğrultusunda haSayfa 15
MUHACIRUN DERGISI–
reket etmekle ve Suriye Devrimini arkadan vurmakla itham
ediyor…
Peki, gerçekte Suriye’de PYD sadece Nusra ile mi savaşıyor, YOKSA Irak-Şam İslam Devleti, Özgür Suriye Ordusu'da
çatışmaların içerisinde mi?…Bir biriyle savaşan Kürt gruplar
var mı?......
Suriye’de Esed’e karşı savaşan küçük gruplara “Ketibe”, onlardan daha büyük gruplara “Liva” en büyük gruplara da
“Tecemmü” adı veriliyor…Şuan Esed’e Özgür Ordu dahil olmak üzere Esed’e karşı savaşan insan sayısının 100 binin üzerinde olduğu ifade ediliyor..Her grup ele geçirdiği yerlerde alan
hakimiyetini kuruyor ve Halep örneğinde olduğu gibi güçler
birleşebiliyor…Çoğu kendi mahkemesini kurmuş ve belediye
hizmetleri veriyor
Suriye’de şuan “Devle” diye adlandırılan ve Irak-Şam İslam
Devleti olarak nitelendirilen yapı Irak El Kaidesi olarak biliniyor. Cephetül Nusra olarak bilinen grup ise Devle’den ayrı olarak yapılanmış ve içerisinde muhacirler dahil olmak üzere bir
çok farklı grubu barındırabiliyor. Liva İslam, Ahraru’ş Şam
Tugayları, El Fecru’l İslamiyye Hareketi, Et Taliatu’l İslamiyye Cemaati ve El İmanu’l Mukatile,Faruk Tugayları, Liva
El Tevhid, Liva El İslam, Selahattin Tugayları, Şam Özgürlük
Kartaları, Suriye Kürt İslam Cephesi, PYD, Özgür Ordu gibi
bir çok büyük yapı yanında Fatih Sultan Mehmet, Necmettin
Erbakan, Selahattin Eyubi gibi bir çok yapıda öne çıkıyor…
Bunlar yanında bir çok küçük Ketibe’de Suriye’de varlık gösteriyor.
Suriye’de seküler olarak da çarpışan ve İslami düzen için
çarpışanların içerisinde bir çok farklı ülkeden insanı görmek
mümkün….Bütün bunları Suriye’de Esed’e karşı savaşanları
daha iyi anlamak adına yazdım…Şimdi gelelim PYD ve Nusra
çatışmasına…Burada ne Nusra sadece Nusra’dan oluşuyor ne
de PYD sadece PYD olarak biliniyor.
PYD’ye karşı Nusra içerisinde Ahraru’ş Şam başta olmak üzere
Allah-u Ekber örgütü, Gureba El Şam, El Faruk, Kürt Ketibeleri, Suriye İslam Cephesi gibi örgütler de Nusra'nın yanında
PYD'ye karşı savaşıyor…Peki, Kürtler PYD’ye karşı neden
savaşıyorlar, neden itiraz ediyorlar ben de bu soruları Suriye
Kürt İslam Cephesi ( Cephetül İslami Kurdi) Lideri Ebu Abdullah’a sordum…Ebu Abdullah’la Suriye’de yaptığımız röportaj
sonrası aslında bölgede yaşananlar ve bundan sonra Suriye’si
için yaşanacakların ilk ipuçlarını görebilirsiniz…
———————————————Suriye Ordusu Rakka’da El Kaide Komutanlarından Ebu
Mücahidle Birlikte 34 Teröristi Öldürdü
İslami davet sitesi Suriye kaynaklarına dayanarak verdiği haberde, Suriye ordusu Rakka şehrinde, Hüzeyfe bin yeman birliklerinin komutanlarından Ebu Mücahidle birlikte, 34 teröristi
öldürdü.
Suriye Ordusu Şam’ın Herasta Bölgesinde El Kaide Komutanlarından Hişam Şulle İle Birlikte 21 Teröristi Öldürdü.
Suriye Ordusu Kusayr’da El Kaide Komutanlarından Libyalı
Terörist Eymen Busifi İe Birlikte 32 Teröristi Öldürdü.
Suriye Ordusu Şam Kırsalında El Kaide Komutanlarından Abdullah Şimaliyle Birlikte 47 Teröristi Öldürdü.
Suriye Ordusu Şam’ın Beytu Sahm Bölgesinde El Kaide Komutanlarından Nezzar El Buşiyle Birlikte 38 Teröristi Öldürdü.
Suriye Ordusu Şam’ın Duma Kırsalında Aralarında El Kaide
Komutanlarından Mahmut Udeyle Birlikte 47 Teröristi Öldürdü.
———————————————-
YIL-2/ SAYI– 21
ZILKAIDE1434 / EYLÜL 2013
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlar ile en güzel şekilde mücadele et! Muhakkak ki
Rabhin yolundan sapanları daha iyi bilir ve 0, doğru yolda olanları da en iyi bilendir? (Nahl: 125)
TEMEL ESASLAR
1- İnsan dünyaya Allah’a kul olmak üzere gelmiştir. Yani; hayatın manası, yaratılışın
gayesi, insan oğlunun başkasına değil, Yaratanına kul olmasıdır.
2- Tevhid akıdesine sahip olması; yani, Allah’ın birliği inancına sahip olması; “Allah
birdir, eşi ve benzeri yoktur...” diyecek ve bu hakikata inanacaktır ve inanmalıdır.
3- Allah’a kul olmanın ölçüsü dindir.
4- Din; Allah tarafından gönderilmiş öyle bir kanundur ki, hayatın her safhasına
hükmeder. Yani, insanın bütün söz, fiil ve hareketleri hakkında, başka bir ifade ile;
fert, aile, cemiyet ve devletle ilgili ne kadar mesele varsa, hepsi hakkında müeyyide
getirmiş ve hükme bağlamıştır. İslam; insanın tuvalete girip çıkmasından tutunda devletin kuruluş ve icraatına kadar; kadınların ayak patırdılarından tutun da devletler
arası hukuka kadar müeyyideler koymuş ve hükme bağlamıştır.
5- İslam Dini, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Ademle başlamış, bütün peygamberler
tarafından tebliğ edilmiş, ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)le son ve kemal şeklini bulmuştur.
6- Din, başlıca dört bölümden ibarettir: İtikad, ibadet, muamelat (yani; dünya ve devlet işleri...) ve ukubat (yani, ceza işleri...).
7- İslam’da din-devlet ayırımı yoktur. “Din ayrı, devlet ayrıdır” sözü küfür ve kafir
sözüdür.
8- İslam’da siyaset vardır. Hatta İslam’ın her hükmü siyasetle ilgilidir... Çünkü:
9- İslam hem din hem devlettir; heın hayat hem nizamdır; hem inanç hem hukuktur;
hem merhamet hem cezadır; hem mushaf hem kılıçtır...
10- Devlet, dinin bölünmez bir parçasıdır; dini devletten, devleti dinden ayırırsanız,
din devletsiz kalır, devlet de dinsiz olur.
11- Hakimiyyet, yani kanun koyma yetkisi, ِ ِ َِّ ِ ‫إ ِ ِن ا ْلا ْم إ‬demenin bir parçası olup
kayıtsız ve şartsız Allah’ındır ve O’na mahsustur. Buna binaen, “Hakimiyyet kayıtsız ve
şartsız milletindir” sözü küfür ve kâfir sözüdür.
12- Kanun koyma yetkisini Allah’tan başkasında görmek demek, onu Allah’ın yerine
koymak demektir. Dolayısıyla şirktir, putperestliktir.
13- Müslüman bir milletin devleti müslüman olacaktır.
14- Bir devletin müslüman olması için, anayasası Kur’an olacaktır.
15- Anayasası Kur’an olmayan bir devlet küfür ve kafır devletidir.
16- Şeriat, umumi manada İslam demektir, Kur’an demektir.
17- İslam Dini laik düzenle hağdaşmaz.
18- Bnnları söylemiyenler Allah’ın lanetine uğrarlar.
19- Bu on sekiz maddeden herhangi birine itiraz edenlerden, makam ve mevkileri ne
olursa olsun laf istemeyiz, yazılı cevap isteriz.
İşte, günümüzün tebliğ mevzuları bunlardır. Her müslüman bunları ezberliyecek
veya fotokopisini yapıp dağıtacak ve tebliğ edecektir. Bu, başta hocalar olmak üzere,
her müslümanın vazifesidir.
Download