سطأل َ َط َي ْطِْ ح َ ْا ِم اِأ َ ْم َ َا َي َ َاا ح نْ َِ لَ ا َا َأط ْح َي ِ ََط ْح ع َ َط َي ِ ََط ْح حْ نم.ل حْ نم ِِ ِم ِ ِ حْ نم ِْا Sayi 1/Yil 1 YIL 2/ SAYI 22 ZILHICCE 1434/ EKIM 2013 ب ِ ْس ِم Hediyemiz olsun! ...Türkiye’deki idare şirk idaresidir. Çünkü Kur’ana dayanmayan ve onu reddeden bir idaredir, dedikten sonra son dönemlerde müslümanların uyanması neticesinde onları oyalamak, kandırmak için karma bir idarenin oluşturulmak istendiğine dikkat çekti ve „Bir de karma idare var. Bir takım maddeleri Şeriat’tan, bir kısmını Demokrasiden almış, karma yapmış. Böyle idareler, küfür ve şirk idaresidir... Aylık; Islami, Siyasi ve Ilmi Dergimiz… kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk k ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Fihrist Dersler Konular Yazarlar Sayfa — — 2 Kemalist düzen, münafıklığı ile ayakta duruyor!" Editör 3 Tefsir Dersleri Kevser Suresi (1-3) Ebu Abdurrahman 4 Tefsir Dersleri (devam) Kevser Suresi (1-3) Ebu Abdurrahman 5 Gençlerle Başbaşa Kurban Bayramı! M. Metin Müftüoğlu 6 Suffa Mektebi İkinci Delil:SÜNNET Ibni Abdulhalim 7 Mezhebler(5) Ebu Ensar 8 Mekteb-i Ibrahim(4) Cemaleddin Hocaoğlu 9 Islam/Ibadet Kelime-i Şahadeti Bozan Durumlar(2) Said Havva 10 Siyer/Davet Peygamberimizin Hayatı; Uzlaşma Politikasi(3) B. Çobanoğlu 11 Kadın-Erkek eşitliği Misafir Kalemler 12 Iki farklı son... Ibni Abdulhalim 13 Müslüman Çocuğun edebi Anonim 14 Esad terörist değil! ABD Somali'de yine bozguna uğradı! Türkiye, Hikmetyar'ın malvarlığını dondurdu! Karadavi: Demokrasi bir dindir! — 15 Fihrist Gündem/Yorum Fetva Köşesi Beyyineler Hanımlar Köşesi Sohbetler/Düşünceler Yarının Büyükleri Basından Seçmeler Muhacirun Dergisi: www.muhacirun.net Yazışma Adresimiz: [email protected] Sayfa 2 MUHACIRUN DERGISI– Doğrular Islamın doğrulardır, hatalar/yanlışlar bizim yanlışlarımızdır. Okuyucularımızdan (Islama göre varsa) Hatalarımızın düzeltilmesini istirham ediyoruz. YIL-2/ SAYI– 22 ZILHICCE 1434 / EKIM 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Gündem/Yorum "Kemalist düzen, münafıklığı ile ayakta duruyor!" Köln Ulu Cami’de cemaata hitab eden Emîr’ül-Mü’minîn ve Halifet’ül-Müslimîn, düşünce ve fikir hürriyeti üzerinde durarak, „Müslümanlar, ilmî tartışmalarda, bağırmadan, çağırmadan konuşmaları dinler ve sözlerin güzeli hangisi ise, Kur’an’a hangisi uygunsa onu dinler ve kabul ederler.Bir fitneye sebep değilse biz adamı konuştururuz. Hakk ise kabul ederiz, batıl ise cevabını alır!“ dedi. Anıtkabir olayını da değerlendiren Cemaleddin Hocaoğlu, „Anıtkabir’deki olay, kemalistlerin ne kadar korkak ve diktatör olduğunu ortaya koymuştur!“ dedi. Konuşmasına Zümer Suresi’nin 16.-18. Ayetlerini okuyarak başlayan Emîr’ül-Mü’minîn, zalim ve zulüm kavramları üzerinde durarak, zulmün çeşitlerini anlattı.Zulüm ve adaleti sistem bazında ele alan Halîfet’ül - Müslimîn, dünyadaki sistemleri hak ve batıl olarak ikiye ayırarak, Islam’ın dışındaki sistemlerin batıl ve zulüm sistemi olduğunu belirtti ve „Islam vahye dayanır. Vahiy, Allah tarafından Hz. Muhammed’e gelen Kur’an’dır. Dünyada bir çok idare şekilleri var. Ama bunu iki şıkta ele almak gerekir. Hakk idaresi, batıl idaresi. Birincisi Şeriat, ikincisi demokrasi, kul idaresidir. Bir de diktatör idare vardır. Bu idare şekli de başta bulunanın her söylediği şeyin kanun olmasıdır,“ dedi. Türkiye’deki idarenin şirk idaresi olduğunu söyleyen Halîfet’ül-Müslimîn „Türkiye’deki idare şirk idaresidir. Çünkü Kur’ana dayanmayan ve onu reddeden bir idaredir,“ dedikten sonra son dönemlerde müslümanların uyanması neticesinde onları oyalamak, kandırmak için karma bir idarenin oluşturulmak istendiğine dikkat çekti ve „Bir de karma idare var. Bir takım maddeleri şeriat’tan, bir kısmını demokrasiden almış, karma yapmış. Böyle idareler, küfür ve şirk idaresidir. Bir necis, temiz suyun içine düştüğünde kazanı pis eder, kullanılmaz hale getirir!“ dedi. Hürriyet ve hürriyetsizlik üzerinde duran Cemaleddin Hocaoğlu, „Hürriyet, başkalarının hak ve hukuklarına tecavüz etmemek kaydıyla serbestlik demektir. Hürriyetin zıddı ise istibdatdır. Istibdat, hukuk ve hudut tanımamaktır. Insanoğlu, hangisinden yana olmalıdır? Hangisi fazilet ise işte onu almalı ve ondan yana olmalıdır. Hürriyet taraftarlarına hürriyetperver derler. Hürriyetperverler ile müstebitlerin mücadelesi, genellikle idarecilerle halk arasında, başka bir ifade ile müstekbirlerle mustaz’aflar arasında olmuştur ve olmaktadır. Bu mücadelenin tarihi, insanlığın tarihinden başlar. Adem (a.s.) ile şeytan arsında, Hz. Ibrahim (a.s.) ile Nemrut arasında, Hz. Musa (a.s.) ile Firavun arasında olmuştur!“ dedi. Türkiye’de M. Kemal’in de bir diktatör ve zalim olduğunu söyleyen Cemaleddin Hocaoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü: Sayfa 3 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Editör „M. Kemal, hürriyeti engellemek için Takrir-i Sükun ve inkılab kanunları çıkarmıştır. Bu kanunları M. Kemal tehditle çıkartmıştır. Işte bu diktatörlüğün bir ifadesidir. Kemalistler, dünyadaki diğer büyük liderlerin ölmesiyle rejimleri de, kendileri de gitti ama atamız gitmedi diye övünüyorlar. Diktatörler, silahlı güçle, kanunların baskısıyla, şiddet kanunlarıyla, mahkemeleriyle, üniversiteleriyle ve devlet terörü ile ayakta durmaktadırlar. Bu baskılarla Lenin, Mao, Stalin, Tito ayakta kalmışlardır. Ölünce resimleri de kendileriyle gitmişlerdir. Fakat Selanikli hâlâ ayakta! Niye? Çünkü onlar münafık değildi. Bütün dinlere karşıydılar veya dinin hepsine karşıydılar. Rusya’da 80 bin kiliseden 10 bini şu anda ayakta. Camiler hakeza. Din afyondur dediklerinden dinlere savaş açtılar. M. Kemal kurnaz davrandı. Dinin bir kısmını yasakladı, bir kısmını serbest bıraktı. Dinin ukûbat ve muamelât, ahkâm, devlet bölümlerini kaldırdı, ibadet ve itikatın da bir kısmını serbest bıraktı. Dikkat edin sadece bir kısmını. Yerine göre Halife taraftarı olup, Halife’ye sahib çıktı. Kemalistler de onu örnek alıp, „Ibadetinize karışan mı var? Allah ile kul arasına girilmez,“ gibi sözlerle milleti kandırıyorlar.Kemal’in yaptığı inkılabları böylece ayakta tutuyorlar. Atalarının iblisliği bir müddet devam edebilir. Bu müslümanların çoğalmasıyla, Islam’ın hem din, hem devlet olduğunu anlamalarıyla ve ameli safhaya dökmeleriyle sona erer. M. Kemal hem müşrikti hem de münafıktı. Kemalist düzen, münafıklığı ile ayakta duruyor. Bunun yanında koruma kanunu var. Kimse onun aleyhinde bir şey konuşamaz, yazamaz. Hemen ceza görür. Çünkü koruma kanunu ile ayakta tutmaya çalışıyorlar. Koruma kanunu ve silahlar olmasa bunun kirli çamaşırları ortaya çıkacak. Hangi taşı kaldırsanız altından M. Kemal çıkıyor. Fakat Hakk gelmiştir, Tevhid ehli gelmiştir. Ömrü kısa sürecektir!“ Anıtkabir’deki olayı da değerlendiren Emîr’ül-Mü’minîn Cemaleddin Hocaoğlu, kemalistlerin söz ve fikir hürriyetine tahammülleri olmadığını söyleyerek bu mevzu hakkında şunları söyledi: „Anıtkabir’deki olay, bunların ne kadar korkak ve diktatör olduklarını ortaya koymuştur. Adam Kur’an’a dönün diyor. Bu sözler onların ahenklerini, zevklerini bozdu. Hâlâ TV ekranlarından, basından silinmedi. Herkesin ve dünyanın gözleri önünde adamın üstüne yürüdüler. Bırakın adam konuşsun. Sizde cevab verirsiniz olur biter. Eğer linç edilseydi en büyük şehid olurdu. Bu sözü orada söylemek kolay bir iş değildir… YIL-2/ SAYI– 22 Cemaleddin Hocaoğlu (Kaplan) -Rh.a.Emîr’ül-Mü’minîn ve Halîfet’ül-Müslimîn ZILHICCE 1434 / EKIM 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z TEFSIR DERSLERI )2( َ ْ ص ِّل وِ ْ كِّ ْ ْْا َن ْ ْ) ف1( ْ ْ اِنَّا اْ َطيْ َناْا ْ ا َو ْث َر )3( اِنَّ اْانِكْ ْ ا ْر َاَْ َك ْ ا 108) el-KEVSER SÛRESİ 1. Gerçekten Biz sana Kevser’i verdik. 2. Öyle ise, Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. 3. Şüphesiz sana buğz eden, asıl adı sanı kesilecek olandır. Mushaftaki Sıralamaya Göre 108. Sûredir. Mufassal Sûreler Kısmının On Beşinci Grubundaki Altıncı Sûredir.Üç âyettir. Nesefî, Mekke'de, İbn Kesîr Medine'de nazil oldu der. Bazılarınca da Mekke'de nazil olduğu söylenmiştir. A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Ebu Abdurrahman Sana Kevser'i Verdik (Âyet 1) "Gerçekten Biz sana Kevser'i verdik." Kevser; aşırı derecede çok anlamınadır. Nesefî der ki: "İbn Abbas (r.a)'dan rivayet edildiğine göre Kevser, çok hayır demektir. İbn Abbas'a: "Doğrusu bazı insanlar onun cennette bir nehir olduğunu söylüyorlar" denildi". O da bunu söyleyen kimseye: "O nehir de çok hayrın bir parçasıdır" cevabını verdi. Bu konuyla ilgili olarak derim ki: Kevser, cennet nehirlerinden biridir. Fakat bu âyette geçen kevser kelimesi bunu ve bunun dışında Rasûlullah (s.a.v)'e lütfedilen herşeyi içine alır. İbn Abbas'ın tefsîrine yorum olarak İbn Kesîr şöyle der: "Bu tefsir cennetteki nehri ve bunun dışındaki şeyleri de içine alır. Çünkü ( (الكوثرkelimesi "(=(الكثرةçokluk" kökünden türetilmiştir. O da çok hayır demektir. Buna göre cennetteki Kevser nehri de çok hayrın bir bölümüdür." Rabbin İçin Namaz Kıl ve Kurban Kes (Âyet 2) "Öyle ise Rabbin için namaz kıl ve kurban kes." İbn Kesîr şöyle der: "Sana dünya ve âhirette çok hayır SÛREYE GİRİŞ verdik. Daha önce nitelikleri belirtilen cennetteki el-Kevser sûresi hakkında Âlûsî şöyle der: nehir de bu hayrın bir kısmıdır. O halde, nafile "Tartışmasız âyetleri üçtür. Beyhakî'nin İbn Şübrüme'den rivayet ettiğine göre Kur'ân'da âyetleri ibadetlerini, farz namazlarını ve kurbanını yalnız Allah için yap. Sadece hiçbir ortağı olmayan Allah'a bundan daha az olan başka bir sûre yoktur. Hatta ibadet et. Yalnız hiçbir ortağı olmayan Allah adına bunun Kur'an'daki en kısa sûre olduğunu açıkça bildirmişlerdir. İmam Fahreddin er-Râzî: "Bu sûre kurban kes. Bu, müşriklerin Allah'tan başkası için yapmakta oldukları secdenin ve Allah'tan başkası kendisinden öncekinin karşılığı gibidir. Çünkü adına kesilen kurbanın aksi yönde verilmiş bir önceki sûrede Allah Teâlâ münafıkları dört şeyle ibadet emridir." nitelendirmiştir: Cimrilik, namazı terketmek, gösteriş yapmak ve zekâtı vermemek. Bu sûrede ise Nesefî bu âyet hakkında şöyle der: "Yani, seni Allah Teâlâ; cimriliğe karşılık: "Gerçekten Biz sana lûtufları ile üstün tutan, şereflendiren ve Allah'tan başkasına ibadet eden kavmine rağmen seni Kevser'i verdik"; -yani çok hayrı-; namazı yaratıkların fitnelerinden koruyan Rabbine ibadet et. terketmeye karşılık: "Öyle ise namaz kıl" -yani "Ve kurban kes" Putlar için kurban keserek onlara namaz kılmaya devam et-; gösterişe karşılık: tapanların aksine, kurban kestiğin zaman Allah "Rabbin için" -yani O'nun rızası için insanları için rızası için ve O'nun adıyla kes." değil-; maunu vermemeye karşılık da: "Ve kurban kes" buyruklarını zikretmiştir. Kurban kesme ile Ben derim ki: Bazıları bu âyeti, kapsadığı Allah Teâlâ kurban etlerinin sadaka olarak verilmesini kasdetmiştir." Daha sonra o: "Bu ilginç mânalardan bir kısmına yükleyip burada geçen uygunluğu göz önünde tut, ondan gafil olma" der." namazın, kurban bayramı namazı, kurbanın da Seyyid Kutub da der ki: "ed-Duha ve eş-Şerh sûresi bayram namazından sonra kesilen kurban olduğunu gibi bu sûre de yalnız Rasûlullah (s.a.v)'e mahsustur. ileri sürmüşlerdir. Evet bunlar âyetin genel kapsamı Burada Allah Teâlâ O'nun sıkıntılarını gidermekte, içine giren şeylerdir. Yoksa âyetle sadece bunlar kastedilmiş değildir. Aşağıda İbn Kesîr'den O'na hayrı va'detmekte, O'nun düşmanlarım, nakledeceğimiz şeyler üzerinde düşün. İbn Kesîr bu adlarının sonlarının kesilmesiyle tehdit etmekte ve âyette geçen (( النحرkelimesinin tefsîri hakkında O'nu şükür yoluna yönlendirmektedir." birçok görüşleri zikrettikten ve bunların garip Sayfa 4 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 22 ZILHICCE 1434 / EKIM 2013 olduğunu söyledikten sonra şöyle der: ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ "Doğru olan birinci görüştür. Buna göre buradaki kurban kesmeden kasıt, kurban bayramında kesilen kurbandır. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.v) bayram namazını kılar, sonra kurbanını keser ve: "Kim bizim namazımızı kılıp, kurbanımızı keserse kurban (sünnetine) uygun iş yapmış olur. Her kim de namazdan önce kurban keserse onun kurbanı yoktur" buyururdu. Bunun üzerine Ebû Bürde b. Dînâr ayağa kalkıp dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü! Bu günün et arzu edilen bir gün olduğunu bilip ben koyunumu namazdan evvel kurban etmiş bulundum, dedi. Rasûlullah (s.a.v): "Koyunun kurban değil, eti yenmek için kesilmiş bir koyundur" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bürde: Öyleyse benim henüz yaşına basmamış dişi bir oğlağım vardır ki bence iki koyundan daha iyidir. Onu kesecek olursam benim için bu kadarı yeter mi? diye sorunca Rasûlullah (s.a.v): "Sana yeter, fakat senden sonra hiçbir kimseye yetmez" buyurdu. yalnız Allah için namaz kıl ve yalnız Allah için kurban kes. Kin tutan ve buğz edenlere aldırma. Çünkü onlar asıl adları, sanları ve izleri kalmayacak olanlardır. Senin hakkında söylediklerine aldırma. Söylediklerine lâyık olan onlardır, sen değil." Nesefî son âyet hakkında şöyle der: "Kendilerine karşı çıkman sebebiyle kavmin içinden sana kin tutanlar asıl güdük ve ardı arkası kesilecek olanlardır." KUR'ÂN'IN İ'CAZI KONUSUNDA BİRKAÇ SÖZ Daha önce Allah teâlâ'nın bütün insanlara Kur'ân'ın benzeri bir sûre getirmeleri konusunda meydan okuduğunu gördük. İnsanlar o gün bu gün, bunu getirmekten aciz kalımlardır ve ebediyyen aciz kalacaklardır. Bu sûre, Allah Teâlâ'nın kitabındaki sûrelerin en kısası el-Kevser sûresi üzerinde bir düşünelim. Bu sûrenin önceki ve sonraki sûreye göre yeri, Kur'ân'ın uzak ve yakın genel anlatım düzeniyle ilişkisi, el-Bakara Sûresi'nde bulunan ve bu Ebû Cafer b. Cerîr der ki: grubun eksenini oluşturan Doğru olan şöyle diyenlerin âyetlerin pekiştirdiği belirli sözüdür: Bunun mânası bir diziye göre konuların şudur: Bütün namazlarını sunuluşunda Kur'ân Allah'tan başka ilahlar ve metoduyla uyuşması gözönüne O'na denk tutulanlar için getirilirse hayret etmemek elde değil, sadece Allah için kıl. değildir. Sonra bu kısa sûrede Kurbanını da putlar için Kur'ân'ın bütün özellikleri değil sadece O'nun için kes. bulunmaktadır. Kelimeleri en Bunları yalnız sana lütfettiği fasih kelimelerdir. Öyle ki, bu eşi benzeri olmayan şeref ve sûredeki kelimelerden birisi iyiliklere karşı O'na şükür yerine konmak üzere aynı olarak yerine getir." manayı ifade eden aynı güzellikte olan başka bir İbn Cerîr'in bu sözleri son derece güzeldir. Daha kelime aransa hiç şüphesiz aciz kalınır. O mânaları önce Muhammed b. Kâ'b el-Kurazî ile Ata da bu mânaya işaret etmişlerdir. Daha sonra Allah Teâlâ çürütülemeyecek gerçeklerdir. Onda ölçüsüz hayâller yoktur. Öğretmekte, hüküm koymakta, şöyle buyurur: müjdelemekte, açıklama yapmakta, yasaklar koymaktadır. Bütün bunlara rağmen o Kur'ân'ın diğer kısımlarıyla çelişkiye düşmez. Aksine Kur'ân'ın Asıl Adı Sanı Kesik Onlardır (Âyet 3) "Şüphesiz sana buğz eden asıl adı sanı kesilecek diğer kısımları ve bu sûre hepsi bir kaynaktan çıkar olandır." İbn Kesîr burada şöyle der: "Ey ve aynı hedefe yönelir. Sonra bu sûredeki mânalar Muhammed! Senin getirdiğin hidayete, hakka, kelimelerine yüklenen miktardadır. Bunların yerine parlak delile, açık nura kin tutan, asıl adı sam konacak hiçbir kelime o mânaları taşımaz. Öyle ki kesilecek, taraftarı az, zelîl ve soyu kalmayacak olan bu sûredeki manaları sadece ve sadece bu sûrede kimsedir." bulunan kelimeler kapsayabilir. O halde hangi insan Ben burada derim ki: Bu açıklama ışığında sûrenin burada, bu özellikte ve buna benzer bir sûre mânası şöyle olur: "Sana lütfettiklerine şükür olarak getirebilir!? Sayfa 5 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 22 ZILHICCE 1434 / EKIM 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Gençlerle Başbaşa A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Emîr’ul Mu’minîn HACC ve KURBAN BAYRAMI hayvana da eziyet verilmeyecektir! Yani dışarıdan KURBAN BAYRAMI Müslümanların senede iki mühim büyük bayramları vardır: Birisi Ramazan Bayramı, diğeri de Kurban Bayramı'dır! Kurban, Hicret-i Nebeviyye'nin ikinci senesinde meşru kılınmıştır. Bunun meşruiyyeti de yine Kitap ile, Sünnet ile ve İcma ile sabittir. Yalnız kurban kesmek vacibtir. Kurban, Allahü Teala'ya yaklaşmak için kurban niyyetiyle kesilen hususî hayvandır. Kurban bayramında böyle hak rızası için kesilen kurbana ''Udhiyye'', bunu kesmeye de ''Tadhiye'' denir. Kurban bayramında, kurbet niyyetiyle (yani Allah'a yakın olmak niyyetiyle) kurban kesmek, hür, mukim, müslim ve zengin olan kimse için bir vecibedir. Zenginden maksat, hacet-i asliyesinden başka, yani zaruri ihtiyaçların dışında nâmi olsun-olmasın (malın artan cinsinden olsun-olmasın), en az ikiyüz dirhem gümüş miktarı bir mala sahip olandır, yani sadaka-i fıtır ile mükellef olan kimsedir. Bugünkü ölçülerle 200 dirhem gümüşün karşılığı bir aşağı bir yukarı 672 gramlık ağırlığa eşittir. Kurban kesme günleri de Eyyam-ı Nahir denilen bayramın (birinci, ikinci ve üçüncü) günleridir. Kurban, Besmele ile kesilir. Besmele kasten terk edilirse, hayvanın eti yenilmez, haram olur, murdar olur! herhangi bir müdahale yapılmadan, bıçak ve elle kesilecektir, insan eli ile kesilecektir! Bir mükellef kurban etini kendi ailesiyle beraber yediği gibi, akrabasına, eşine-dostuna ve bilhassa fakirlere de taksim edebilir. Bunun yanında kurban etinden herhangi bir gayr-i müslim'e de tasadduk olarak verilebilir. Hele yeryüzündeki mücahidlere göndermek daha efdaldır, daha faziletlidir, sevabı da boldur! Kurbanlar, yalnız koyun ve keçi ile deve ve sığır gibi hayvanlardan kesilebilir. Mandalar da sığır cinsindendir. Yine kurban ile ilgili kendine has bir çok meseleler vardır. Bunları burada yazmakla bitiremeyiz. Bütün ilmihal ve fıkıh kitaplarımızda geniş bir şekilde yazılıdır, oradan öğrenilebilir. Biraz da sosyal yönüne değinelim: Bayram sevinç günü demektir. Kimleri sevindireceksiniz? Bilhassa fakir-fukarayı, yetimleri, kimsesiz olanları... Bu bayramlar bizim bayramımızdır, yani İslam'ın bayramlarıdır. Başka bayramlara benzemez! Başkalarının bayramlarında yalnız zenginler sevinir, zenginler yer-içer, depinir, giyinir-kuşanırlar, fakirler hiç düşünülmez! İslam'ın bayramlarında, bilhassa fakirlere yardım eli uzatılır. Hele Ramazan bayramında, zengin olan müslümanlar daha evlerine gitmeden fakirleri sevindirmek için fitre ve zekâtlarını hemen verirler ve onları da sevindiririler ve bayramın tadını çıkarırlar. Ayriyeten yetim ve yoksullara sadaka verirler, hayırlar yaparlar. Bir de Teşrik Tekbir'leri getirilir. Kurban bayramı da öyledir; Arefe günü sabah namazından itibaren başlar, bayramın Bilhassa tüm sene boyunca evine hiç et girmemiş evlere dördüncü gününün ikindi namazına kadar devam eder. Bu de kurban etinden verirler ve onlara da bu sevince iştirak Tekbir'leri getirmek vacibtir; Kadın-erkek, mukimettirirler, hep Allah (c.c.) için yardım yaparlar! misafir, ister tek kılsın ister cemaatla kılsın eşittir, hepsi de Tekbir getirecektir! Teşrik Tekbir'leri 23 farz vakit Onun için; İslam iki şey getirmiştir: Birisi yaratana tazim, namazında alınır, adeti 23'tür. Her farz namazında bir diğeri de yaratığa şefkat! İslam aynı zamanda tüm defa getirilir. Tekbir şöyle alınır: insanlığı kucaklıyor! Ah gereği gibi şu İslam bir bilinse Allahü ekber Allahü ekber La ilahe illalahü vallahü ve bir de gereği gibi yaşansa! Başta Almanlar olmak ekber Alahü ekber ve lillahil hamd. üzere tüm gayr-i müslimler fevc fevc, toplu olarak akın ederler ve müslüman olurlar. Biz müslümanlar, anadan İşte buna ''Tekbir-i Teşrik'' denir ve farz namazlarının doğma İslam'ı hazır bulduk, kadrini-kıymetini hemen arkasından söylenilir. bilemiyoruz. Dua edelim de Allah (c.c.) kendilerine Kurbanın vecibesi, hak yolunda fedakârlığın bir alâmeti, hidayet versin! Bizden daha iyi İslam'a hizmet ederler! Allah tarafından verilen nimetlerin bir şükranesi ve İslam, insanın insanca yaşaması için her ne lazımsa onu bunun sonunda da sevaba ermek, bir takım belalardan da tastamam getirmiştir. Yeter ki, tamamıyla tatbikata korunmaktır. Kurbanda vacib olan mutlaka kesilip, kan konulup yaşanılabilinsin! Bu da ne ile olur? Devletle akıtmaktır. Kan akıtılmadıkça kurban vecibesi yerine olur; Devletsiz İslam asla düşünülemez! Etle-kemik, getirilmiş olmaz. Buna ''Iraka-i dem'' denir ve bu ruhla-beden gibidir; Hz. Muhammed'in hayatı ve tatbikatı kurbanın rüknüdür. Bir de kurban olacak hayvan sağlam ortadadır. Yani tâlimatı Kur'an'dan, tatbikatı da Hz. ve kusursuz olacak ve bizzat keskin bıçakla kesilecek ve Muhammed(SAV)'den alacağız! Sayfa 6 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 22 ZILHICCE 1434 / EKIM 2013 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Suffa Mektebi Temel Meseleler-8 âdeten mümkün olmayan bir topluluğun Rasûlullah (s.a.) den rivayet ettiği hadistir. Meselâ: Abdest, namaz, İkinci Delil:SÜNNET oruç, hacc, zekat, ezan, ikamet gibi şeâir-i İslâm'dan olup Sünnetin Tarifi ve Çeşitleri Rasûlullah'tan rivayet edilen amelî sünnetler "Kim benim Sünnet lügatte alışılmış yol üzerime yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın", demektir. Usûlcülere göre ise "Ateşte yanacak ökçelere yazık" gibi hadisi şerifler Rasûlullah'tan (sav) den sadır olan mütevâtirdir. El-Kettânî'nin el-Hadisi'l-Mütevâtir adlı her türlü söz, fiil ve takrire denir. kitabında belirttiğine göre mütevâtir hadislerin sayısı 309 Bu tarif sünnetin üç çeşidine de kadardır. işaret etmektedir: Mütevâtirin hükmü: Mütevâtir, Rasûlullah'tan kat'î olarak 1- Kavlî Sünnet: Bu, Rasûlullah (s.a.)'in çeşitli maksat sabit olan hadistir. O halde kesin bilgi ve yakîn ifade ve münasebetlerde söylediği hadisi şeriflerdir. Meselâ: eder, inkâr eden kâfir olur. "Ameller niyetlere göredir", "Zarar vermek ve zarara Hadis mütevâtir olması için rivayet edenlerin sayısı zararla mukabele etmek yoktur", "Mer'ada otlayan konusunda tercih edilen ölçü şudur: Muayyen bir sayı hayvanda zekat vardır", "Vârise vasiyet yoktur", deniz sınırlaması koymadan, kişide haber verenlerin sözleri suyundan abdest almanın hükmünü sorana cevap olarak hakkında kat'î ilim ve yakîn hasıl eden mikdardır. söylediği "Onun suyu temiz, meytesi helaldir" gibi sözleri bu kabildendir. Meşhur Sünnet: Rasûlullah'tan rivayet edenlerin sayısı bir veya iki kişi olabilir- mütevâtirde aranan sayıya 2- Fi'lî Sünnet: Bu, Rasûlullah (s.a.)'in yaptığı fiilerdir. ulaşmayan, fakat sahabeden sonra ikinci hicrî asırda Meselâ: Beş vakit namazı kılması, haccı eda etmesi, yayılıp yalan üzerinde ittifakları mümkün görülmeyen bir müddeînin yemini ve bir şahitle hüküm vermesi, hırsızın mütevâtir rivayet topluluğunun nakledegeldiği sünnettir. sağ elini bileğinden kesmesi gibi. Üçüncü hicrî asırdan sonra meşhur olması muteber değildir. "Ameller niyetlere göredir", "İslâm beş esas üzere bina edilmiştir", "Zarar vermek, zarara zararla 3- Takrîrî Sünnet. Bu, Rasûlullah (s.a.) in yanında mukabele etmek yoktur", hadis­leri, mesh üzerine meydana geldiği veya zamanında meydana gelip de meshetmek hadisi, Recm hadisi, meşhur hadislerdendir. haberdar olduğu halde sükût ettiği veya açıkça "olur" verdiği veya kendilerinden onu güzel bulduğuna ve Tevatürle bunun farkı şudur: Tevatürde şart koşulan memnun olduğuna delâlet edecek bir tavrın sadır olduğu topluluk mütevâtir sünnette ilk üç asrın her birinde şeydir. mutlaka bulunmalıdır. Halbuki meşhur sünnette bu mikdann ilk halkada bulunması şart değildir. Meselâ: Sahabeden iki kişi su bu­lamamış teyemmüm etmişlerdi. Daha sonra su buldular, birisi abdest alıp na­mazını iade etti diğeri etmedi. İade etmeyene "Sünnete Meşhur Sünnetin hükmü: Bu sünnetin, onu rivayet eden uygun hareket ettin, kıl­dığın namaz kâfidir" demesi, sahabeden nakledilişi kat'îdir, ancak Rasûlullah (s.a.) den diğerine de "Sen de iki kere ecir aldın" demesi bir takrîrî rivayet kat'î değildir. Dolayısıyle itminan ve yakîne yakın sünnettir. Aynı şekilde: Rasûlullah'ın sofrasında zann ifade eder, inkar edenler fasık olur. kertenkele yenmesi, Muaz bin Cebel'in Yemen'e giderken Mütevâtir sünnette olduğu gibi meşhur'la da Kur'an-ı nasıl hükmedeceğini beyan sadedinde "Önce Kur'anla, Kerîm'in umûmu tahsis, mutlakı takyid edilebilir. sonra sünnetle, sonra ictihad ile" hükmedeceğini söylediğinde bunu uygun bulması, Üsâme ile Zeyd'in Âhâd Sünnet: Rasûlullah'tan (daha sonraki asırlarda da) ayaklarına bakarak "bunlar birbirin-dendir" diye hükmeden kişinin bu hükmünden çok memnun olması... rivayet edenlerin sayısı, bir veya ikiyi geçmeyen veya tevatür seviyesine ulaşmayan hadistir. Hadislerin pek hep takr­îrî sünnettir. Bu hâdiseden sonra "kıyâfe" (insanların eline? ayağına, yüzüne, şekline bakarak hangi çoğu âhâddır. Buna haber-i vâhid denir. kabileye, hangi ırka ait olduğunu bilme) nesebin isbatı Hükmü: Bu sünnet zann ifade eder. İtminan veya yakîn için bir yol olarak kabul edilmiştir. Hanefîlerin dışında ifade etmez. Bu hadisin Rasûlullah'tan sudûru zannîdir. fukahanın cumhurunun görüşü budur. Ancak, sübûtunda şekk olduğundan itikadı vacib olmasa bile onunla amel edilmesi vacibtir. Alimlerin cumhurunun görüşü budur. Çünkü sahih hadis râvilerinde Sened Bakımından Sünnetin Kısımları adalet, zabt ve itkan sıfatlari kamilen mevcut olması Sünnet, senedi bakımından cumhura göre iki kısımdır: sebebiyle bu zan, vukuu râcih (Yani Rasûlullah'ın bu Mütevâtir Sünnet, Ahâd Sünnet. Hanefîlere göre ise üç hadisi söylemiş olması kuvvetle muhtemel) olan bir kısımdır: Mütevâtir Sünnet, Meşhur Sünnet, Ahâd Sünnet zandır. Bu da bu hadisle amel etmenin vacib olması Mütevâtir Sünnet: İlk üç asırda yalan üzerine ittifakı konusunda kâfidir. ŞER'Î DELİLLER Sayfa 7 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 22 ZILHICCE 1434 / EKIM 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Ebu Ensar Fetva Köşesi Mezhebler (5) Asırlardan beri, Islam dinini bozmak, içinden yıkmak isteyen bozuk mezhep taraftarları, hak mezhepleri yıkmak için uğraşıp durmaktadırlar. Bunlar doğrudan/açıktan saldırmamakta, sinsi metodlara başvurmaktadırlar. Ağızlarında geveledikleri sözlerden biri de şudur: "Efendim, bu mezhepler de nereden çıkmış... Islamiyyet birlik dinidir, mezhebler ümmeti ayırıyor. Esas olan Kur'an ve hadistir. Mezhepler ortadan kalksın, herkes ilhamını Kur'an ve Sünnetten alsın …" "Zehiri teneke içinde sunmazlar ... " Islam dininin safiyetini bozmak isteyen bozuk zihniyetliler de, işte böyle yaldızlı fikirlerin arkasına sığınarak menfi propagandalarını sürdürüyorlar. Sunni mezhepler aradan kalkacak ve bütün Müslümanlar birleşecekmiş ... Ne kadar boş bir hayaldir bu! .. Bilhassa bu devirde Ehl-i Sünnet mezhebi Müslümanların en sağlam kalesidir. Allah muhafaza etsin, bunlar da yıkıldığı takdirde her şey allak bullak olur, telafisi imkansız bir fikir perişanlığı ortalığı kaplar. Mezhepleri kim istemiyor? En kısa cevap şudur: "Bütün bozuk ye sapık mezheplerin taraftarları, Ehl-i Sünnet mezhebini yıkmak istiyorlar... " Bu bozuk mezhepler hangileridir? Başlıcaları: Mu'tezile, Şia, Kendilerine Selefiyye diyenler, Vahhabilik, M. Ahduh ve C. Efganinin talebeleri, Albani taraftarları, Modern Müctehid taslakları ve Akılcı Mütefekkirler ve bunların peşlerinden gidenler… Zamanımızdaki bütün bozuk fikir cereyanlarında az ve çok mezhebsizlerin/sapık mezheblerin kokusu ve rengi vardır. Bu zatların bilhassa itikad sahasında çok hatali görüşleri vardır. Ehli sünnet alimleri bu tehlikeli, bozuk mezhebler ve fikirler hakkinda çeşitli reddiyeler yazmışlardır. Bütün bu sapık mezhepler ve fikirler Ehli Sünnet vel Cemaat mezhebini yıkmakta birleşirler. Çünkü Ehl-i Sünnet mezhebi yıkılmazsa,kendi mezheb ve fikirleri müslümanlar arasında revaç bulamayacaktır. Maalesef son senelerde mezhepsizlerin bu tahripkar faaliyetlerine şahit olmaktayız. Bu Mezhebsizlerin/sapık mezheblerin kaynakları nerden geliyor; 1) Kendi Saltanatını düşünen Devletlerden para ve madde yardımı alan Kitabevleri ve Yazarlar bunların kitaplarını tercüme ediyorlar. Sayfa 8 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . 2)Biraz Arapça ve yarım yamalak din tahsili gören bir takım kimseler Lider olmak/meşhur olmak gayesiyle mezhepleri inkar ve Müçtehidliklerini ilan ettiler. 3) Para kazanmak hırsıyla yanan bazı kitapçılar/din simsarları bu fikirleri/kitapları yalan yanlış tercüme ettirip piyasaya sürdüler. 4)Bir takım din mekteplerine /Camilere sızan öğretmenler bu fikirleri talebeler arasında yaydılar. 5)Müslümanların birleşmesini istemeyen işbirlikçiler/ Devletler bunlara ses çıkarmadılar. Hatta Basın ve Yayın yoluyla bunları desteklediler. Yazımzın başında lslam dünyasını saran iki tehlikeden bahsetmiş, bunları dış ve iç tehlikeler diye iki sınıfa ayırmıştık. Şimdi sırası geldiği için açıklıkla söylüyoruz. lslam dünyasını tehdit eden tehlikelerin en büyüğü iç tehlikelerdir ve onların başında da mezhepsizlik cereyanı gelmektedir. Bu devirde Islam dünyasında Müçtehid kalmamıştır. Binaenaleyh ictihad yapılamaz, zaten ictihada da luzum yoktur. Salahiyetli olmadığı halde içtihada yeltenen, müçtehidlik taslayan kimseler, Islam birliğini yıkmak isteyen tehlikeli ve zararlı kimselerdir. Dikkat ederseniz mezhep düşmanı müçtehid taslaklarının arasında bir tek salahiyetli din alimi yoktur. Asrımızın en değerli din Alimi Cemaleddin Hocamız „Biz mukallidiz” ... derken, onun ayağının tozu bile olamayacak kişilerin içtihada yeltenmesi ne kadar gülünçtür! .. Son devrin en büyük alimleri mezhepsizlik ve yalancı müçtehidlik cereyanlarına şiddetle cephe almışlar, değerli makale ve kitaplar yazarak bunların fikirlerini çürütmüşlerdir.(M. Sabri Efendi, Zahid Kevseri Efendi, Zeyni Efendi, Ismail Nehbani, Ramazan el-Buti ... ) Türkiye gibi lslamiyet'in büyük darbeler yediği; dinin, Imanın, Islamın tehlikede olduğu bir ülkede şöhret için, ün kazanmak için, bozuk kitaplar satarak dünyalık edinmek için Ehl-i Sünnet mezhebini yıkmak isteyenler büyük bir vebal altına girmiş olmaktadırlar. Evet, dinimizin safiyetini tehdit eden bidatlerin en tehlikelisi, en öldürücüsü mezhepsizlik cereyanıdır. Cenab-ı Hakk cümle Müslümanları bu cereyandan ve taraftarlarının şerrinden korusun... YIL-2/ SAYI– 22 ZILHICCE 1434 / EKIM 2013 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Beyyineler Cemaleddin Hocaoğlu MEKTEB-I IBRAHIM (4) O halde günümüzün putu ve putperestliği ne imiş?!. Allah'a mahsus olan haklardan birini veya birkaçını Allah'tan başkasına vermektir. Mesela: Hakimiyet kayıtsız ve şartsız Allah'ındır, Allah'a mahsus bir haktır. İşte bu hakimiyet hakkını, yani kanun koyma salahiyet ve yetkisini Allah'tan başka bir kimseye veya kimselere veyahut da millete vermektir. İşte kendilerine hakimiyyet verilen kişi veya kişiler veyahut da o millet ne olmuş olurlar? Put olmuş olurlar! Fi'zilâl'den: "Yusuf (as), iki mahbus arkadaşına nasihata devam ediyor ve diyor ki:"... Ayrı ayrı bir sürü uydurma tanrılar mı daha iyidir, yoksa her şeyden üstün tek Allah mı?" İnsan fıtratını en hassas yerinden yakalayıp şiddetle sarsan bir sualdir bu... İnsanoğlu fıtratı itibariyle kendisinin bir tek ilahı olduğunu bilir. şu halde birçok Rabb'ler edinmek neyin nesidir?.. Rabblığa layık bulunan zata ibadet edilir. O'nun emrine ve gönderdiği şeriat'a, şeriat kanunlarına hürmetle uyulur. Ki, bu da her şeyden üstün olan tek Allah'tır. Kâinatın sadece bir tek hükümdarı ve her şeyden üstün bir tek ilahı bulunduğu katiyetle bilindiğine göre, kâinattan bir cüz olan insanların da hükümdarı ve tek Rabb'ı elbette o ilâhtır. İnsanoğlu Allah'ın bir ve her şeyden üstün olduğunu yakinen bildikten sonra, bir an için de olsa, başkasını rabb edinerek, ona boyun eğip emrine tabi olması caiz değildir. Rabb'ın, bu kâinatı idare eden ve onun tek sahibi bulunan bir ilâh olması gerekir. Kâinatın idaresinden aciz olan bir nesne veya bir şahsın, insanlar üzerinde hükümran olması elbette düşünülemez!.. yerine getirmektir. Saltanatlarını tehdit eden ve onun devamını tehlikeye düşürecek olan her kuvveti ortadan kaldırarak saltanatlarını kuvvetlendirmeye çalışırlar. Elde ettikleri hükümranlığı soldurmadan devam ettirmek için, çeşitli şarlatanlıklarla bütün imkânlarını seferber ederler. Her şeyden üstün ve bir olan Allah bütün âlemlerden müstağnidir. O, insanlardan gönderdiği ölçüler içerisinde, takva, iyilik, amel ve ilerlemeden başka bir şey istemez. Bütün bunları da kendileri için ibadet olarak kabul eder. Kullarının üzerine farz kıldığı şeyleri dahi, onların kalp ve duygularına istikamet vermek için farz kılmıştır. Bu farzları yerine getirmek suretiyle hem dünya hem ahiret hayatını mamur ederler. Yoksa Allah kullarının ameline katiyyen muhtaç değildir. "Ey insan! Sizler Allah'a muhtaçsınız. Allah ise her şeyden, herkesten müstağni ve övülmeye layık olan yegâne ilahtır." (Fatır, 15) Bir ve her şeyden üstün olan Allah'a kulluk etmekle ilahlaştırılan şahıslara kulluk etmek arasındaki farkı bir düşününüz!.. Dava adamı olmanın vasıflarından biri de Mekteb-i Ibrahim'den geçmiş olmaktır. Daha sonra Hz. Yusuf, cahiliyyetin akide ve yıkıcı inançlarını tenkit etmekte bir adım daha atıyor ve diyor ki:"Allah'ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir." Bu uydurma ilâhlar - ister beşer olsun, ister ruhlardan, şeytanlardan veya meleklerden, yahut da Allah'ın emrine müsahher olan kâinat kuvvetlerinden olsun - Rububiyet (Rabb olma) vasfından tamamen uzaktırlar. Rububiyet gerçeğiyle bunlar arasında hiçbir münasebet mevcut değildir. Rububiyet, sadece bir ve her şeyden üstün olan Allah'a ortak (şirk) koşulup kendisine Rabblık isnad Allah'a aittir. Bütün varlığı yaratan ve yarattıklarından edilen yaratıklar; beşer oldukları için cahilce heva ve üstün olan ancak O'dur... Fakat çeşitli renk ve heveslerinin tatminine çalışırlar. Onlar, gözle görülebilecek mesafenin hemen arkasındakini görmekten şekillerdeki cahiliyyetin mensubu insanlar, bir takım şahıs veya yaratıklara isimler takarak onlara bazı sıfat ve dahi acizdirler. Kulların ilâhlaştırılmış bu yaratıklara boyun eğip teslim olması yerine; bir ve her şeyden üstün hususiyetler izafe ederek onları putlaştırırlar. Bu olan Allah'a teslim olup ibadet etmeleri şüphesiz ki daha özelliklerin başında ise saltanat ve hükümranlık gelmektedir. Halbuki, Allah onlara ne hükümranlık iyidir. Beşeriyet müteaddit ilahlar vücuda getirmek, bu bahşetmiş ne de herhangi bir salahiyet indirmemiştir... ilahlar etrafında gruplara ayrılarak mücadelelere girişmek suretiyle talihsizliğin en büyüğüne düçar Hz. Yusuf burada son ve en tesirli darbesini indiriyor; olmuşlardır... Yeryüzünün bu uydurma ilahları, Allah hükümranlığın, saltanatın, itaat edilmenin, diğer bir Teala'ya ait olan hükümranlık ve rububiyet vasıflarını tabirle ibadete layık olmanın kime ait olması gerektiğini kendi kendine mal eder, bazen de halk, korku veya telkin veyahut da propagandalar karşısında onlara bu vasıfları beyan etme yolunda diyor ki:"Hüküm vermek ancak Allah'a aittir. Kendisinden başkasına değil, O'na vermek bedbahtlığına düşer. Bu uydurma ilahlar bir an dahi ihtiraslarından, heva ve heveslerinden ayrılamazlar. tapmanızı emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat En mühim istekleri devamlı saltanat sürmek ve arzularını insanların çoğu bilmezler." Sayfa 9 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 22 ZILHICCE 1434 / EKIM 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Islam/Ibadet A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Said Havva ISLAMIN RUKÜNLERIŞAHADET KELiMESi iLE ÇELiŞEN TUTUMLAR –(2) Karun, Musa'nın kavmindendi. Fakat kendi kavmine karşı azgınlık etti. Biz ona öylesine çok hazineler vermiştik ki sadece anahtarlarını taşımak, gücü-kuvveti yerinde topluluğa bile ağır gelirdi.Yakınları Ona şımarma, Allah şımarıkları sevmez. Allahın sana verdiği bu servet aracılığı ile ahireti ara, dünyadan da nasibini unutma, Allah sana nasıI bağışta bulundu ise sen de insanlara iyilik et, yeryüzünde fesat çıkarma Allah fesat çıkaranları sevmez, dediler. O ise bu servet bana bilgim sayesinde verildi dedi. Oysa bilmiyor muydu ki, daha önceki çağlarda yaşayanlar arasında kendisinden daha güçlü ve daha kalabalık çevreleri olan nice kimseleri helak etmiştir! Suçlulara işledikleri cürümler sorulmaz (buna gerek görülmez).(Kasas, 76-78) Kim Allah'a inanırsa O kalbine hidayet bağışlar (Teğabun,11) Insana bir zarar dokunduğu zaman bize dua eder. Sonra kendisine bir nimet bağışadığımız zaman Bu bilgim sayesinde bana verildi, der. Hayır o bir imtihandlr, fakat çokları bilmezler. O sözü onlardan öncekiler de söy2) Şahadet davası ile çelişen diğer bir tutum da lemişlerdi, fakat kainsanın kendisine verilen şeyler işlerine maddi-manevi, açık-gizli Bir çok kimse Şahadet Kelimesini zandıkları yaramadı. Kazançlarının bütün nimetlerin Allah'ın kotülükleri, sonunda başdile getirince veya kendisine bir bağışı olduklarını, Allah geldi. Bunlar arasınolmasa bu nimetlerin de müslüman ismi takınca artık hiç larına daki zulmedenlere de kaolamayacağını itiraf bir şeyin onu islam'dan çıkarazançlarının kötülükleri etmemesidir. Onlar da bu kömayacağını sanır. Oysa bu büyük erişecektir. Oysa "Lailahe illallah" tülükleri engelleyebilecek cümleciğini incelerken bir yanılgıdır. Çünkü insanı Islam- değillerdir, Bilmiyorlarmı ki gördük ki, alemlerdeki dan dile getirmiş olduğu Şahadet Allah dilediğinin rızkını canlıların tümünü açar, dilediğininkini de Kelimesinin etkisini yok besleyip nimetlendiren kısar. Mü'minler için bunda bir çok ibretler ortaksız yüce Allah'dır. eden(bozan) bir çok şey vardır. vardır"(Zümer, 49-52) Bu inancın ayrılmaz bir Bir çok kimse Şahadet Cümleciklerini dile getirince veya kendisine bir müslüman ismi takınca artık hiç; bir şeyin onu islam'dan çıkaramayacağını sanır.Oysa bu büyük bir yanılgıdır. Çünkü insanı Islamdan dile getirmiş olduğu Şahadet kelimesinin etkisini yok eden(bozan) çok şey vardır. Müslümanların çoğunlukla yanılgı içinde oldukIarı bu konuda doğru bilgi sahibi olmak zaruri ve çok önemlidir. Çoğu müslüman farkında olmadan ya doğrudan doğruya Şahadet Cümlecikleri ile çelişen çeşitli durumlara düşüyor ve bu durumlara düşen kimseleri tutuyor destekliyor. Bu yüzden bu bölümde Islamla ve Şehadet kelimesi ile çelişen tutumların bir çoğunu anlatmaya çalıştık. Tabii ki, bu tür tutum ve davranışların tümünü dile getirebilmiş değiliz. Çünkü konu gerçekten geniş kapsamlıdır, hakkında müstakil kitaplar yazılmıştır. Bizim asıl maksadımız bu Şahadet kelimesi ile bağdaşmaz tutumların başlıcalarını veya insanların gözlerinden en çok kaçanlarını ele almak olacaktır. Söz konusu tutum ve davranışları şöyle sıralayabiliriz: devamı olarak başımıza gelecek her belanın, her tersliğin Allah'dan olduğunu, nimeti verenin de geri alanın da O olduğunu, nimeti engellemenin ve belaya çarptırmanın O'nun yetkileri arasında olduğunu,böyle durumlarda, bize düşenin O'nun takdirine razı olmak olduğunu da itiraf etmeliyiz. Nitekim yüce Allah -c .c- şöyle buyuruyor: Insan hayır istemekten usanmaz, ama bir sıkıntı dokununca hemen üzüntüye kapılar ümidini yitirir. Eğer başına gelen sıkıntıdan sonra kendisine bir iyilik bağışlayacak olsak hemen bu benim hakkımdır, Kıyametin kopacağını sanmıyorum, deyiverir"(Fussilet, 49,50) İnsana bir nimet verdik mi yüz çevirir; yan çizer. Ona bir şer dokundu mu yalvarıp durur. (Fussilet, 51) Yararlandığınız her nimet Allah'dandır. Sonra başınıza Eğer Allah'ın nimetlerini teker teker saymaya bir sıkıntı gelince yalnız O'na yalvarırsınız.Arkasından kalkışsanız bu bir yana, gurup gurup bile sayamazsınız. sıkıntınızı giderince, içinizden bazıları hemen Hiç şüphesiz, insan çok zalim ve pek Rabblerine ortak koşarlar.Böylece, kendilerine nankördür!"(Zümer, 62) verdiğimiz nimetlere karşı nankörlük ederler. «Dünya nimetleri ile oyalanın bakalım, yakında gerçeği Görmediniz mi, Allah göklerde ve Yerde bulunan her öğreneceksiniz.» .(Nahl, 53-55) şeyi sizin yararanıza sundu. Açık ve gizli çeşitli nimetlerini size bol bol bağışladı. Yine kimi insanlar var «Bu, şükür mü edeceğim yoksa, nankörce mi ki, ne bilgileri, ne yol göstericileri ve ne de aydınlatıcı davranacağım diye beni sınavdan geçirmek isteyen bir kitapları olmadan Allah'a karşı Rabb'inin bana yönelik bir lütfudur."(Neml, 40) çıkarlar"(Lokman,20) Sayfa 10 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 22 ZILHICCE 1434 / EKIM 2013 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Siyer/Davet Uzlaşma Politikası (3) Resûlullah (sav)'ın hayatından, önceki sayımızda sunduğumuz sahnede üç tane işaret vardır. Onlardan her biri büyük bir önemi haizdir. Birinci İşaret: O işaret, Resûlullah'ın yürüttüğü da'vetin içyüzündeki inceliği ayırmada bize açıklık getiriyor. Yeni bir ideoloji sahipleriyle, devrim ve ıslahat çığırtkanlarının; âdet olarak içlerinde gizledikleri gaye ve maksadlarıyla, peygamber dâvasının birbirinden ayrılmasını, karıştırılmam asını sağlıyor. İkinci İşaret: Bu ikinci işarette bize, Resûlullah'ın tutunduğu yol ve takındığı tavırda bulunan hikmeti açıklıyor. Keyfiyeti ve türü ne olursa olsun, da'vet sonrasında lüzumlu gördüğün her siyaseti ortaya koymak hikmet olur mu? Ve senin hedefin olan gerçek bun-ların ötesinde olduğuna göre, her gördüğün yol ve sebebe sarılma yetkisini sana şeriat koyucusu verdi mi? Hayır... Gerçekten Islâm şeriatı gayelere yönelmeyi emrettiği gibi, sebeb ve yollara başvurmayı da emretmiştir. O halde Allah'ın gayeye ulaşmak için vesile kıldığı belirli yolun dışında; Allah'ın emrettiği gayeye varmak için herhangi bir yola girmen, senin hakkın değildir. Siyâset-i Şer'iyye ve hikmet'in itibarî bir çok anlamları vardır. Fakat meşru kılınan sebeb ve vasıtaların hududu dahilinde olması gerekir, o kadar... Az önce naklettiğimiz şeyler buna delildir. Resûlullah'in, Kureyş'in ileri gelenlerinden gelen başkanlık veya hükümdarlık teklifini kabul ederek, liderliği ve başkanlığı nefsinde toplayıp, ileride İslâm da'vetine âlet etmesi mümkün görülecek, siyaset ve hikmet babında düşünülebilecek şeylerdir. Özellikle, sultan ve hükümdarın kişiler üzerinde kuvvetli bir otoritesi vardır. İdeoloji ve ekol sahiplerinin, halk kitlelerine kendi ideolojilerim ve ekollerini kabul etti-rebilmek için, kendi otoritelerini kullanma bakımından yönetimi ele geçirme fırsatını kolladıkları bir gerçektir. Fakat Resûlullah (s.a.v.) böyle bir siyasete girmeye ve bunu dâvası için bir araç olarak kullanmaya asla razı olmadı. Çünkü, bu bizzat da'vetin prensiplerine aykırı düşer. Böyle bir tutumun, siyaset ve hikmet türlerinden telâkkisi caiz olsaydı; elbette doğruluğu apaçık olanla, yalanını gizleyen bir yalancı arasındaki fark ortadan kalkardı. Dâvalarında sadık olanlar, ismi hikmet ve siyaset olan geniş bir yol üzerinde gözbağcılarla ve deccallarla yüz yüze kalırlardı. Şüphesiz ki, bu dinin felsefesi, her türlü gaye ve vasıtayı kullan-mada doğruluk ve şeref kaideleri üzerinde kurulmuştur. Nitekim ga-yeyi ancak, doğruluk, şeref ve kelimei Hak kıymetlendirir. Aynı şekilde vasıtayı da ancak keliSayfa 11 MUHACIRUN DERGISI– B.Çobanoğlu me-i Hak, şeref ve doğruluk prensiplerinin ta'yin ve tesbit etmesi gerekir... Bundan dolayıdır ki İslâm devletinin sahipleri; birçok hâl ve durumlarda, fedakârlık ve cihada mecbur kalırlar. Çünkü tuttukları yol, sağa sola fazla yalpalanmaya izin vermez. Da'vette «Hikmet» prensibini, sadece da'vetçinin işini kolaylaştırmak veya meşakkat ve felâketlerden sakındırmak için meşru kılındığını sanmak yanlıştır. Bilâkis da'vette hikmet (siyaset) in meşrûiyetindeki sır, sadece insanların akıl ve fikirlerine en uygun gelen yolları denemekten ibarettir. Bunun anlamı şudur: Durumlar çeşitli olunca ve da'vet yolunun önüne karşı çıkma ve yoldan alı-koyma gibi engeller dikilince; işte o zaman hikmet, sadece savaş için araç gereç hazırlamak, malı ve canı feda etmekten ibaret olur. Gerçekten hikmet, ancak birşeyi yerli yerine koymak demektir. Hikmet ile hilecilik ve dürüstlük arasındaki fark işte budur. Bir defasında Allah Resulü, bazı Kureyş ulularının îslâm dini-ni öğrenmeye geldiklerini görmüş de pek sevinmişti. Gayet mem-nundu, tüm olarak onlara yönelmişti. Onlarla konuşuyor, îslâm ha-kikatlanndan tefsir edilmesini istedikleri şeyleri onlara açıklıyordu. Hattâ onun bu memnuniyeti ve onların, doğru yolu seçmeleri-ne dair aşırı arzusu onu, gözleri âmâ olan Sahâbî Abdullah bin Ümmü Mektûm'dan yüz çevirmeye sevketmişti. Resûlullah, Kureyş-lilerle konuştuğu sırada, Abdullah bin Ümmü Mektûm çıkagelmiş, dinlemek için yanlarında durmuştu. Bu son gelen âmâ sahâbî, Resûlullah'a soru sormaya başlamıştı. Resûlullah da fırsatı kaçırmama-ya gayret ediyordu. Bunun için Abdullah bin Ümmü Mektûm'a karşı başka bir zamanda cevab vereceğini söyledi. Bunun üzerine Yüce Allah, Resûlü'nü «Abese» sûresinde: «Yanina kör bir kimse geldi diye yüzünü asıp çevirdi» buyurarak azarladı. Ve her ne kadar Peygamber'in maksadı meşru ve güzel idiyse de, Allah onun bu içtihadıni doğru bulmadı. Bunun sebebi şu idi: Bu tutum, bir müslümanın gönlünü kırmayı veya ondan yüz çevirme belirtisini, müşriklerin kalbini kazanmak için bir müslûmana iltifat etmemeyi ifade ediyordu. Bu ise meşru ve makbul olmayan bir tutumdu. Özet olarak diyebiliriz ki; bir müslümanın, İslâm'ın ahkâm ve prensiplerinden herhangi birini değiştirmeye veya da'vet ve öğüt vermede hikmete uyma adı altında, Şeriatın hudutlarını çiğnemeye ya da onu hafife almaya hakkı yoktur. Çünkü hikmete; ancak Şe-riatın hudutları, prensipleri ve ahlâki kaideleri dahilinde sınırlan-dırılmış ve kayıtlandırılmış olduğu zaman hikmet olarak itibar olunur. YIL-2/ SAYI– 22 ZILHICCE 1434 / EKIM 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Hanımlar Köşesi Kadın-Erkek eşitliği (2) Günümüzde "Kadın Erkek Eşit-liği" adı altında ileri sürülen görüşleri dikkate aldığımız zaman, bu konuda birbirleriyle çelişen birçok görüşün olduğunu ve fikri bir anarşinin yaşandığını söyleyebiliriz. Önce meseleyi önyargılardan uzak sağlıklı bir metod ile değerlendirmemiz gerekmektedir. Bu meseleyi sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmemiz ise, bu meselede yer alan "Kadın", "Erkek" ve "Eşitlik" kavramlarına açıklık getirmemizle mümkündür. Bu nedenle öncelikle eşitlik üzerinde durmamız, bu kavramı doğru olarak tanımlamamız gerekecektir. Belki, Adil eşitlik nedir? "Eşitlik demek, iki unsur arasındaki dengenin sağlanması, her iki unsura da aynı muamelede bulunulması ve aynı hakların verilmesidir". Yaşadığımız toplumda kendilerine aydın(!) denilen ke-sim arasında yaygınlaşan bu tanım, hiç şüphesiz ki gözlem ve düşünce fakirlerinin tanımıdır. Nitekim "Kadın Erkek Eşitliği" meselesinde eşitliği bu şekilde tanımlayan düşünce fakirleri, bu tanımdan hareket ederek birçok görüşler ileri sürmektedirler. Kadını ve erkeği kemiyet terazisinin birer kefesine oturtup; erkeğe verilen bir hak, kadına veya kadı-na verilen bir hak, erkeğe verilmediği zaman "Bu eşitlik değildir! Bu apaçık bir haksızlıktır" diyerek feveran eden-ler, yine bunlar, yine bu gözlem ve düşünce fakirleridir. Çünkü eşitliğin adil bir düzlemde tanımlanması demek, eşitliğe getirilecek olan tanımın teori ve pratikte adil olması, tatbik edildiği zaman tarafları haksızlığa değil, hak ve adalete götürmesidir. İşte mesele bu noktaya geldiği za-man, hak ile eşitliği veya haksızlık ile eşitsizliği birbirinden ayırmamız gerekir. Çünkü günümüzde yaygınlaşan anlayışın zannettiği gibi, her eşitlikte hak, her eşitsizlikte haksızlık yoktur. Aynı olan şeylere eşit davranmak hak ve adalet iken, aynı olmayan şeylere eşit davranmak hak ve adalet değildir. Dolayısıyle eşitliğin adil bir düzlemde tanımlanması demek, farklı olan şeyler arasında değil, aynı olan şeyler ara-sındaki dengesizliğin önlenmesi, aynı olan şeylere aynı değerin veya aynı Ödev ve hakların verilmesidir. Gerçi pratik yaşantının açık realitesinde, bunun böyle olduğunu kendileri de bilmektedir. Mesela düzenledikleri olimpiyat yarışlarında kadınlara ve erkeklere ayn davranmaktalar, yüz metreyi 11 saniyede koşan kadın atlete altin madalya verirken, aynı mesafeyi 10 saniyede koşan yüzlerce erkek atlete demir madalya bile vermemektedirler. Bu durum, kadın ve erkek arasında bir eşitsizlik değil midir? Ebetteki eşitsizliktir!. Ancak bu eşitsizlikte bir haksızlık, bu eşitsizlikte bir adaletsizlik yoktur. Çünkü kadın ve erkeğin farklı özellikleri dikkate alınmakta ve dolayısıyle farklı düzlemlerde yariştırilmaktadırlar. Kadın ve erkeğe bu konuda eşit davranmamalarının, onlari aynı düzlemde yariştırmamalannın adil ve hak oluşu, kadın ve erkeğin bu konuda eşit olmadıkla rindandır. Daha açık bir ifade ile, eşit olmayan şeylere eşit davranmamak, adalet ve hakkın bir gereği olmaktadır. Peki, kadın ve erkeğin farklı düzlemlerde ele alınması gere-ken Sayfa 12 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Misafir Kalemler durumlar, sadece bu gibi müsabaka durumlan mıdır? Kadın ve erkeğin farklı özelliklere sahip oluşunun, sosyal yaşantıya ve sosyal eylemlere yansıyan boyutlan yok mudur? İşte bu soruîan sağlıklı bir şekilde cevaplandırabilme-miz, kadını ve erkeği doğru tanımlayabilmemizle mümkündür. Eşitliğin adil düzlemdeki tanımını yaptığımız gibi, kadın ve erkeği de adil bir düzlemde tanımlamamız gerekecektir. İnsanı yaratan ve yarattığı insanı hakkıyle bilen şanı yüce Rabbimizin, ayet-i kerimede Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı §eyi temenni etmeyin., buyurduğunu, bu üstünlüğün sadece erkeğin kadına veya kadının erkeğe üstünlüğü olmadığını belirtip "Nitekim fiziki güç, metanet, sabır, soğukkanlılık, adil ve itidalli davranmak gibi özelliklerde erkekler kadınlara nazaran daha üstün olmalarına karşın; fiziki zerafet, le-tafet, duygusallık, nezaket, incelik, merhamet ve şefkat gibi özelliklerde de kadınlar erkeklere nazaran daha üstündürler." demiştik. Dolayısıyle kadın ve erkeğin adil bir düzlemde tanımlanması, insani olarak aynı, cinsi olarak ise birbirlerinden farklı, birbirlerine nazaran üstün olabildikleri bir tanımlamadır. Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi temenni etmeyin, buyruğuna dikkat edilirse, buradaki üstün kılınma vakıasında bir mukayese bulunmakta ve söz konusu üstünlük, mukayeseli bir üstünlük olmaktadır. Peki, bu mukayese doğru mudur? Kadını veya erkeği tanımlarken, her iki cinsin üstün veya zayıf yönlerini belirlerken, bu iki cinsin birbiriyle mu-kayesesi gerekli midir? Elbetteki gereklidir!. Çünkü kadın ve erkek birbirinden ayrı, birbirinden müstakil canlılar değildir. Her ikisi de insan kavramı içersi-ne girmekte ve her ikisi de aynı yaşamı birlikte yaşamak, birlikte paylaşmak durumundadırlar.Dolayısıyle kadını veya erkeği tanımlarken, bunlara sosyal yaşantıda bir yer verirken, mutlaka ve mutlaka karşı cinsin dikkate alınması gerekmektedir. Birçok feministin yaptığı gibi erkeği dikka-te almadan kadını, kadını dikkate almadan erkeği tanımla-mak ve bu tanımlamaya göre onlara dünya yaşantısında bir yer vermeye çalışmak; hiç şüphesiz ki denizleri dikkate almadan karalan, karalan dikkate almadan denizleri tanımlamaya ve dünya haritasını, bu tek taraflı tanımlamaya göre çizmeye benzeyecektir!. Oysa gözümüzün nuru İslam, kadını ve erkeği birbirinden ayn, birbirinden müstakil, birbirinden bağımsız düşünmüyor. Kadını tanımlarken ve kadına sosyal yaşantıda yer verirken erkeği dikkate aldığı gibi, erkeği tanımlarken ve erkeğe sosyal yaşantıda yer verirken de mutlaka kadını dikkate alıyor. Çünkü erkeğin erkek olarak varlığı, kadının varlığıyla anlam kazandığı gibi; kadının da kadın olarak varlığı, erkeğin varlığıyla anlam kazanmaktadır. Kadının olmadığı bir dünyada erkekle-re özgü erkeksi özelliklerin önemli bir anlamı olmayacağı gibi, erkeğin olmadığı bir dünyada da kadınlara özgü ka-dınsı özelliklerin önemli bir anlamı olmayacaktır. Kadın ve erkek, birbiriyle önem, birbiriyle anlam kazanan iki cinstir. Netice olarak erkeği dikkate almadan kadını tanımla-mamız, kadının hak ve ödevlerini belirleyebilmemiz müm-kün olmadığı gibi, kadını dikkate almadan da erkeği ta-nımlamamız, erkeğin hak ve ödevlerini belirleyeb ilmemiz mümkün değildir. YIL-2/ SAYI– 22 ZILHICCE 1434 / EKIM 2013 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Sohbetler/Düşünceler Iki farklı son... Eğitimimin ilk yıllarında ailemle yaşıyordum. Salih bir atmosfer içinde ... annemin dualarını işitirdim. Gecenin sonuna dek uyanıktım. Babamın uzun süren namazlarında sesini duyardım. Uzadlkça şaşırır kalırdım. Bilhassa da uykunun en tatlı olduğu soğuk kış gecelerinde. Kendime şaşardım. Derdim ki ne sabırdlr ki her gece böyle ... Tuhaf şey... Bilmezdim ki bu bir müminin huzurudur ve namazın en hayırlısıdır ... Yataklarından Allah'a yalvarmak için kalkarlar. Askeri öğrenimimle kesilen bu merhalenin ardından büyümüştüm. Allah'a olan uzaklığım da benimle birlikte büyümüştü... Işittiğim, zaman zaman kulağıma çalınan nasihatlere rağmen ... Mezuniyetimin ardından kendi şehrime uzak başka bir şehre tayin oldum. Fakat işimde yeni tanıştığım arkadaşlar hissettiğim gurbet acısını hafifletmişti. Kulaklarımdaki Kur'an sesi kayboldu. Annemin beni sabah namazma çağıran, teşvik eden sesi kesildi. Yalnız yaşamaya başlamıştım. Daha önceleri içinde yaşadığım o aile ortamından uzakta ... Işteki vazifem, işlek yolların kontrolü ve şehir çevre-sinin güvenliğinin temini ve gerektiğinde ihtiyacı olanlara yardım etmekti. Yepyeni bir işim vardı iyi geçiniyordum ve işimi de gerçekten seviyordum. Fakat çalkantılı bir dönem yaşıyordum. Boş vakitlerin çokluğu ve bilgimin azlığı ile şaşkınlık beni oradan oraya savuruyordu. Sıkılmaya başlamıştım. Bana dinimi anımsatacak kimse yoktu. Kazalar ve yaralılar iş hayatımda bildik manzaralardandı. Fakat 0 gün diğerlerinden farklıydı... Ben ve arkadaşım işimiz esnasında yol kenarındaydık... Şundan bundan anlatıyorduk. Aniden kuvvetli bir şarpışma sesi duyuldu. Bir de baktık bir otomobil karşı yönden gelen başka bir otomobile çarpmış. Yaralılara yardım etmek işin süratle olay yerine geldik. Tarif edilmez bir kazaydı. Iki kişinin durumu ciddiydi ... Onları otomobilden çıkartıp yere Sayfa 13 MUHACIRUN DERGISI– Ibni Abdulhalim yatırdık. Ikinci otomobilin sahibini de aceleyle çıkarttık. Onu bulduğumuzda ölmüştü. Diğer ikisine döndük. Onlar da can çekişiyorlardı. Arkadaşım onlara kelime-i şehadet getirtmeye uğraştı"Söyleyin la ilahe illallah, la ilahe illallah" Fakat onlar başladılar şarkı söylemeye. Olay karşısında dehşete düşmüştüm. Arkadaşım benim aksine ölüm halini iyi biliyordu ve onlara yeniden şehadet getirtmeye çabaladı. Öylece kalakalmış, kımıldamadan, donmuş gözlerle bakıyordum. Hayatımda böyle bir şey görmemiştim. Hatta bundan evvel ölüm gördüğüm bile nadirdir hem de bu şekilde ... Arkadaşım onlara kelime-i şehadeti tekrar ettirmeye uğraştıkça onlar da şarkı söylemeye devam ediyorlardı. Nafile ... Şarkı sesi hafiflemeye başladı. Yavaş yavaş. Birincisi sustu. Ardından da ikincisi ... Hareket yoktu ... Öldüler ... Onları arabaya taşıdık. Arkadaşım başı önünde bir kelime bile etmedi. Uzun bir suskunlukla geçen bir mesafe gittik. Bu suskunluğu arkadaşımın sesi bozdu. Bana bir ölüm 0layı ve kötü sonunu anlattı. Insan ... Sonu ya hayırdır ya da şer ve umumiyetle bu son insanın dünyada neler yaptığının bir göstergesidir. Bana dini kitaplarda anlatılan birçok hikayelerden ve gizli ya da aşikar bir insan neyse sonunun da ona göre olacağından bahsetti. Hastaneye giden yolu ölüm ve ölülerden bahsederek katettik. Beraberimizde taşıdığımız ölüleri de düşününce resim tamamlanıyordu. Ölümden korkmuştum. Bu olay bana ders olmuştu. O gece namaz kıldım. Fakat zamanla bu Olayı unuttum. Eski halime dönmeye başladım. Sanki O iki adamı hiş . görmemiş gibi. .. Ama şu da varki artık şarkıları sevmez olmuştum, eski hevesim kalmamıştı. Herhalde bu ölüm döşeğindeki O iki adamın şarkılarıyla da alakalıydı. YIL-2/ SAYI– 22 ZILHICCE 1434 / EKIM 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Yarının Büyükleri Müslüman Çocuğun Edebi 9)KOMŞULARIMIZA KARŞI VAZIFELERIMIZ Aile ve akrabamızdan sonra bize en yakın olan komşularımızdır. Komşularımıza olan vazifelerimizin başlıcaları şunlardır: 1. Komşulara el ve dil ile eziyet etmekten kaçınmalıdır. Evde gürültü yapmak, dökülen çöplerle komşuları zor durumda bırakmak, vb. Müslümanlıkla bağdaşmaz. "Peygamberimiz: "Allah'a ve âhiret gününe Iman eden komşusuna eziyet etmesin buyurmuştur. (Sahihi Buhari) Soru: Mucize ve Keramet ne demektir? Cevap: Mucize: Peygamberlerin peygamber olduklarını isbat etmek için Allah'ın yardımı ile gösterdikleri olağan üstü olaylardır. Keramet:Allah'ın yardımı ile Allaha dost olan kulların kendileri farkında olmadan meydana getirdikleri olağanüstü olaylardır. Soru: Peygamber Efendimizin özelliklerini anlatınız. Cevap: a)Peygamberimiz Allah'in en sevgili kulu yaratılmışların en faziletlisidir. b) Son Peygamberdir.Ondan sonra Peygamber gel2. Komşusunu çaresizlik içinde gören kimse, onun meyecektir. yardımına koşmalıdır. Cenabi Hak bir ayeti kerimec) Bütün insan ve cinlerin peygamberidir. de komşuya iyilik edilmed) Peygamberliği kıysini tavsiye etmektedir. amete kadar bütün (Nisa, 36) zamanlari içine almıştır. 3. Komşunun evini, kene) Peygamberimizin disinin bulunmadığı zatebliğ ettiği Islam dini manlarda korumak, kıyamete kadar devam edecektir. 4. Komşuları zaman zaman ziyaret etmek, hastaSoru: Kıyamet günü landıklarında kendileriyle insanlara nelerden yakından ilgilenmek, sorulacaktır? Cevap: Peygamber Komşu hakkinin önemini Efendimiz şöyle buyPeygamber Efendimiz şu hadisi şeriflerinden daha uruyor:Kıyamet gününde insan dört şeyden sorguya iyi anlamaktayız: çekilmedikce huzurdan ayrılamaz; Cebrail, bana durmadan komşuya iyilik yapmayı a) Ömrünü nerede geçirdiğinden, tavsiye etti. Bu sıkı tavsiyeden, komşuyu komşuya b) Vücudunu nerede yıprattığından, mirasçı yapacağını zannettim. (Sahihi Buhari) c) Malını nereden kazanıp nereye harcadığından, d) Bildiği ile ne kadar amel ettiğinden. Komşumuz Müslüman olmasa bile onlarla iyi geçinmek (örnek olmak), eziyet etmekten sakınmak, iyi Soru: Kader ve Kazayı tarif ediniz. davranışlar içinde bulunmalıyız. Cevap: Kader:Kainatta olacak şeylerin zamanını, özellikleriBunları Biliyormusunuz? ni ve nasıl olacaklarını Allah'ü Teâlâ'nin ezelde bilmesi ve takdir etmesine kader denir. Kur'anda ismi geçen Peygamberler şunlardır: Adem, Idris, Nuh, Hud, Salih, Lut, Ibrahim, Ismail, Ishak; Kaza: Allah'ü Teâlâ 'nın ezelde takdir ettiği şeyleri zamanı gelince bu taktirine uygun olarak yaratmasıYakup, Yusuf, Şuayb, Harun, Musa; Davud, Süleyman, Eyyüb, Zülkifl, Yunus, Ilyas, Elyesa, Zekeriyya, na kaza denir. Kaderi bir plana benzetirsek, kaza da plana uygun Yahya, Isa, Muhammed ( Aleyhim'üs selam) olarak o şeyin meydana gelmesidir. Sayfa 14 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 22 ZILHICCE 1434 / EKIM 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Basından Seçmeler Basında çıkan haberlere göre, mal varlıkları dondurulan ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Harf, Başbakan Erdoğan'ın kişiler arasında, Af gan müBeşar Esad için kullandığı 'terörist' ifadesini değerlendirerek cadelesinin sembol isimle"çok kötü bir insan ama terörist diyemem" dedi. rinden Gülbeddin Hikmetyar Washington- ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf, ile 3 Türk’ün adı da bulu"Esad rejiminin BM Güvenlik Konseyi tasarısı bağlamında nuyor. Birleşmiş Milletler yerine getirmesi gereken sorumluluklarının olması, siyasi meşGüvenlik Konseyi tarafından ruiyet bahşedildiği anlamına gelmiyor. Esad rejiminin gitmesi listelenen kişi, kuruluş veya gerekli ve rejimden sonra yerine gelecek geçici hükümet de organizasyonların tasarruBMGK tasarının uygulanmasının sorumluluğunu üstlenecek. funda bulunan mal varlığının dondurulmasına ilişkin kararın Bu, tam da Bakan Kerry'nin söylediği şey" dedi. yürürlüğe konulmasına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı, Resmi Harf, günlük basın toplantısında, Başbakan Recep Tayyip ErGazete ’de yayımlandı. Buna göre, Birleşmiş Milletler Güvendoğan 'ın, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin Suriye Devlet lik Konseyi’nin 1267 (1999), 1988 (2011) ve 1989 (2011) Başkanı Beşar Esad'a yönelik sözlerini eleştirmesine yönelik soru üzerine, ABD olarak Esad'ın meşruiyetini kaybettiğine ve sayılı kararları doğrultusunda belirtilen kişi, kuruluş ve organiiktidardan gitmesi gerektiğine ilişkin duruşlarının değişmediği- zasyonların tasarrufunda bulunan Türkiye ’deki mal varlıklarının dondurulması kararlaştırıldı. ni söyledi. 'Esad terörist değil' Esad rejiminin BM Güvenlik Konseyi tasarısı bağlamında yerine getirmesi gereken sorumluluklarının olmasının, siyasi meşruiyet bahşedildiği anlamına gelmediğini ifade eden Harf, söz konusu rejimin gitmesi gerektiğini vurguladı. Başbakan Erdoğan: Kendi vatandaşını öldüren teröristtir Harf, Esad rejiminden sonra yerine gelecek geçici hükümetin de BMGK tasarının uygulanmasının sorumluluğunu üstleneceğini dile getirdi ve bunun tam da Kerry'nin söylediği şey olduğunu bildirdi. Başbakan Erdoğan'ın, Esad'ı "terörist" olarak tanımlamasına yönelik soru üzerine Harf, "Esad, meşruiyetini kaybetti. Esad, 100 binin üzerinde insanı öldüren zalim bir diktatör ve gitmesi gerekiyor" diye konuştu. Harf, "Esad'ı terörist olarak görüyor musunuz?" sorusuna ise "Bu terimi kullanmayacağım. Ama onun ne kadar kötü bir insan olduğu, halkına karşı ne kadar yıkıcı bir lider olduğu ve yönetmek için hiçbir meşrutiyetinin bulunmadığı noktasında kitaptaki her terimi kullanabilirim" yanıtını verdi. Hamas'ın Türkiye 'de ofis açmayı planladığına ilişkin soruya karşılık Harf, bu harekete yönelik pozisyonlarının değişmediğini belirterek, Hamas'ın "terörist bir organizasyon" olduğunu kaydetti. ———————————— Karar doğrultusunda El Kaide ile bağlantılı 219 gerçek, 63 tüzel kişi, kuruluş veya organizasyonun, Taliban’la bağlantılı 130 gerçek, 4 tüzel kişi, kuruluş veya organizasyonun mal varlıkları donduruldu. Mal varlıkları dondurulan kişiler arasında üç de Türk vatandaşının bulunması dikkat çekti. 1978 Bayburt doğumlu Adem Yılmaz’ın 2007 yılından bu yana Almanya ’da cezaevinde olduğu belirtildi. Bir diğer Türk ise 1978 Almanya doğumlu Mevlüt Kar. 1985 Almanya doğumlu Atilla Selek de listede yer alan bir diğer Türk. Selek, 2005’te vatandaşlıktan çıkartılmış. Bu karara karşı, 60 gün içinde Danıştay’da dava açılabilecek. Ayrıca 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanunu’nun yürürlük tarihi olan 16 Şubat 2013’ten önce alınan 6 Bakanlar Kurulu kararları yürürlükten kaldırıldı ————————————————- Karadavi: Demokrasi bir dindir 2013-10-10. Özellikle Arap devrimleri sonrası Demokrasiyi savunan söylemleriyle bilinen Yusuf El Kardavi’nin eski bir videosu ortaya çıktı. Kardavi'nin Demokrasiye yönelik eski bir konuşmasını ilginize sunuyoruz. İslam dünyasının Batı toplumları ABD Somali'de yine gibi liberal, demokratik dünya bozguna uğradı! görüşünü benimsemesi için uygulanan eğitim müfredatları, neşreSomali’de Dokku Ebu dilen kitap ve makaleler ve medyOsman’ı ararken 6 Amerianın bu konudaki etkin kullanımıkan ‘seal’ komandosu na rağmen İslam dünyasına Oryöldürüldü, yaralandı... antalist bakışı yansıtan bu strateji Hollanda devlet TV’si bazı kesimleri etki altına alsa da bir türlü başarılı olamıyor. NOS‘a göre Doğu Afrika, Prof. Dr. Yusuf el Karadavi'nin demokrasiye yönelik eski bir Somali’de bir kasabada konuşmasını ilginize sunuyoruz. Amerikan ölüm listesinde yer alan Kafkasya Emirliği Emiri Özellikle Arap devrimleri sonrası Demokrasiyi savunan söyDokku Ebu Osman’ı ararken ABD katiller grubu “Seals”ten lemleriyle bilinen Yusuf El Kardavi’nin eski bir videosu ortaya komutanları dahil en az 6 Amerikalı haydut öldürüldü…. çıktı. El Kardavi bu videosunda demokrasinin, beşeri kanun————————————————ların gerçeğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. İşte bu videodan bazı kesitler:‘Çağdaş sorunlar kendini ithal edilen Türkiye, Hikmetyar'ın malvarlığını dondurdu yabancı, beşeri kanunların İslam topraklarında İslami şeriat 2013-10-10.Bakanlar Kurulu, BM Güvenlik Konseyi kararı kanunlarını bastırmasında ve İslam topraklarının ortasında ve doğrultusunda, El Kaide ile bağlantılı 219 kişi ve 63 kuruluş ile birçok İslam ülkesinde İslam şeriatını kovmasında göstermekTaliban'la bağlantılı 130 kişi ve 4 kuruluşun mal varlıklarını tedir. Beşeri kanunlar İslami şeriatın yerini almıştır. Bu, daha dondurma kararı aldı. önce bilinen bir şey değildi….. Sayfa 15 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 22 ZILHICCE 1434 / EKIM 2013 و قال ُسو َُل ل إِ لي س ِ"يَ ْب َغط ِأ ي ف ََ َِامِ َ ْم َ َ َمطلَ ِب َ ف ََ َِامِ َ ْم ن َيتِ نأ َاا ََ ْم َََْطلَ يَ ْط ََ ْأ َ "Güçsüz ve düşkünleri araştırıp bana getirin, Çünkü siz ancak içinizdeki güçsüzler sayesinde yardım görüyor ve rızıklandırılıyorsunuz." (Buhari, Nesai, Ebu Davud, Tirmizi)