Sayi 1/Yil 1

advertisement
‫سطأل َ َط َي ْطِْ ح َ ْا ِم اِأ َ ْم‬
َ ‫ َا َي َ َاا ح نْ َِ لَ ا َا َأط ْح َي ِ ََط ْح ع َ َط َي ِ ََط ْح حْ نم‬.‫ل حْ نم ِِ ِم‬
ِ ‫ِ حْ نم ِْا‬
Sayi 1/Yil 1
YIL 2/ SAYI 22
ZILHICCE 1434/ EKIM 2013
‫ب ِ ْس ِم‬
Hediyemiz olsun!
...Türkiye’deki idare şirk idaresidir. Çünkü Kur’ana dayanmayan ve onu
reddeden bir idaredir, dedikten sonra son dönemlerde müslümanların
uyanması neticesinde onları oyalamak, kandırmak için karma bir
idarenin oluşturulmak istendiğine dikkat çekti ve „Bir de karma idare var.
Bir takım maddeleri Şeriat’tan, bir kısmını Demokrasiden almış, karma
yapmış. Böyle idareler, küfür ve şirk idaresidir...
Aylık;
Islami,
Siyasi
ve
Ilmi
Dergimiz…
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
k
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Fihrist
Dersler
Konular
Yazarlar
Sayfa
—
—
2
Kemalist düzen, münafıklığı ile ayakta
duruyor!"
Editör
3
Tefsir Dersleri
Kevser Suresi (1-3)
Ebu Abdurrahman
4
Tefsir Dersleri (devam)
Kevser Suresi (1-3)
Ebu Abdurrahman
5
Gençlerle Başbaşa
Kurban Bayramı!
M. Metin Müftüoğlu
6
Suffa Mektebi
İkinci Delil:SÜNNET
Ibni Abdulhalim
7
Mezhebler(5)
Ebu Ensar
8
Mekteb-i Ibrahim(4)
Cemaleddin Hocaoğlu
9
Islam/Ibadet
Kelime-i Şahadeti Bozan Durumlar(2)
Said Havva
10
Siyer/Davet
Peygamberimizin Hayatı;
Uzlaşma Politikasi(3)
B. Çobanoğlu
11
Kadın-Erkek eşitliği
Misafir Kalemler
12
Iki farklı son...
Ibni Abdulhalim
13
Müslüman Çocuğun edebi
Anonim
14
Esad terörist değil!
ABD Somali'de yine bozguna uğradı!
Türkiye, Hikmetyar'ın malvarlığını dondurdu!
Karadavi: Demokrasi bir dindir!
—
15
Fihrist
Gündem/Yorum
Fetva Köşesi
Beyyineler
Hanımlar Köşesi
Sohbetler/Düşünceler
Yarının Büyükleri
Basından Seçmeler
Muhacirun Dergisi:
www.muhacirun.net
Yazışma Adresimiz:
[email protected]
Sayfa 2
MUHACIRUN DERGISI–
Doğrular Islamın doğrulardır,
hatalar/yanlışlar bizim
yanlışlarımızdır. Okuyucularımızdan
(Islama göre varsa) Hatalarımızın
düzeltilmesini istirham ediyoruz.
YIL-2/ SAYI– 22
ZILHICCE 1434 / EKIM 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Gündem/Yorum
"Kemalist düzen, münafıklığı ile ayakta duruyor!"
Köln Ulu Cami’de cemaata hitab eden Emîr’ül-Mü’minîn
ve Halifet’ül-Müslimîn, düşünce ve fikir hürriyeti
üzerinde durarak, „Müslümanlar, ilmî tartışmalarda,
bağırmadan, çağırmadan konuşmaları dinler ve sözlerin
güzeli hangisi ise, Kur’an’a hangisi uygunsa onu dinler
ve kabul ederler.Bir fitneye sebep değilse biz adamı
konuştururuz. Hakk ise kabul ederiz, batıl ise cevabını
alır!“ dedi. Anıtkabir olayını da değerlendiren
Cemaleddin Hocaoğlu, „Anıtkabir’deki olay,
kemalistlerin ne kadar korkak ve diktatör olduğunu
ortaya koymuştur!“ dedi.
Konuşmasına Zümer Suresi’nin 16.-18. Ayetlerini
okuyarak başlayan Emîr’ül-Mü’minîn, zalim ve zulüm
kavramları üzerinde durarak, zulmün çeşitlerini
anlattı.Zulüm ve adaleti sistem bazında ele alan Halîfet’ül
- Müslimîn, dünyadaki sistemleri hak ve batıl olarak ikiye
ayırarak, Islam’ın dışındaki sistemlerin batıl ve zulüm
sistemi olduğunu belirtti ve „Islam vahye dayanır. Vahiy,
Allah tarafından Hz. Muhammed’e gelen Kur’an’dır.
Dünyada bir çok idare şekilleri var. Ama
bunu iki şıkta ele almak gerekir. Hakk
idaresi, batıl idaresi. Birincisi Şeriat,
ikincisi demokrasi, kul idaresidir. Bir de
diktatör idare vardır. Bu idare şekli de
başta bulunanın her söylediği şeyin
kanun olmasıdır,“ dedi. Türkiye’deki
idarenin şirk idaresi olduğunu söyleyen
Halîfet’ül-Müslimîn „Türkiye’deki idare
şirk idaresidir. Çünkü Kur’ana
dayanmayan ve onu reddeden bir
idaredir,“ dedikten sonra son
dönemlerde müslümanların uyanması
neticesinde onları oyalamak, kandırmak için karma bir
idarenin oluşturulmak istendiğine dikkat çekti ve „Bir
de karma idare var. Bir takım maddeleri şeriat’tan, bir
kısmını demokrasiden almış, karma yapmış. Böyle
idareler, küfür ve şirk idaresidir. Bir necis, temiz suyun
içine düştüğünde kazanı pis eder, kullanılmaz hale
getirir!“ dedi. Hürriyet ve hürriyetsizlik üzerinde duran
Cemaleddin Hocaoğlu, „Hürriyet, başkalarının hak ve
hukuklarına tecavüz etmemek kaydıyla serbestlik
demektir. Hürriyetin zıddı ise istibdatdır. Istibdat, hukuk
ve hudut tanımamaktır.
Insanoğlu, hangisinden yana olmalıdır? Hangisi fazilet
ise işte onu almalı ve ondan yana olmalıdır. Hürriyet
taraftarlarına hürriyetperver derler. Hürriyetperverler ile
müstebitlerin mücadelesi, genellikle idarecilerle halk
arasında, başka bir ifade ile müstekbirlerle mustaz’aflar
arasında olmuştur ve olmaktadır. Bu mücadelenin tarihi,
insanlığın tarihinden başlar. Adem (a.s.) ile şeytan
arsında, Hz. Ibrahim (a.s.) ile Nemrut arasında, Hz. Musa
(a.s.) ile Firavun arasında olmuştur!“ dedi. Türkiye’de M.
Kemal’in de bir diktatör ve zalim olduğunu söyleyen
Cemaleddin Hocaoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
Sayfa 3
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Editör
„M. Kemal, hürriyeti engellemek için Takrir-i Sükun ve
inkılab kanunları çıkarmıştır. Bu kanunları M. Kemal
tehditle çıkartmıştır. Işte bu diktatörlüğün bir ifadesidir.
Kemalistler, dünyadaki diğer büyük liderlerin ölmesiyle
rejimleri de, kendileri de gitti ama atamız gitmedi diye
övünüyorlar. Diktatörler, silahlı güçle, kanunların
baskısıyla, şiddet kanunlarıyla, mahkemeleriyle,
üniversiteleriyle ve devlet terörü ile ayakta
durmaktadırlar. Bu baskılarla Lenin, Mao, Stalin, Tito
ayakta kalmışlardır. Ölünce resimleri de kendileriyle
gitmişlerdir. Fakat Selanikli hâlâ ayakta! Niye?
Çünkü onlar münafık değildi. Bütün dinlere karşıydılar
veya dinin hepsine karşıydılar. Rusya’da 80 bin kiliseden
10 bini şu anda ayakta. Camiler hakeza. Din afyondur
dediklerinden dinlere savaş açtılar. M. Kemal kurnaz
davrandı. Dinin bir kısmını yasakladı, bir kısmını serbest
bıraktı. Dinin ukûbat ve muamelât, ahkâm, devlet
bölümlerini kaldırdı, ibadet ve itikatın da bir kısmını
serbest bıraktı. Dikkat edin sadece bir kısmını. Yerine
göre Halife taraftarı olup, Halife’ye sahib çıktı.
Kemalistler de onu örnek alıp,
„Ibadetinize karışan mı var? Allah ile kul
arasına girilmez,“ gibi sözlerle milleti
kandırıyorlar.Kemal’in yaptığı inkılabları
böylece ayakta tutuyorlar.
Atalarının iblisliği bir müddet devam
edebilir. Bu müslümanların çoğalmasıyla,
Islam’ın hem din, hem devlet olduğunu
anlamalarıyla ve ameli safhaya
dökmeleriyle sona erer. M. Kemal hem
müşrikti hem de münafıktı. Kemalist
düzen, münafıklığı ile ayakta duruyor.
Bunun yanında koruma kanunu var.
Kimse onun aleyhinde bir şey konuşamaz, yazamaz.
Hemen ceza görür. Çünkü koruma kanunu ile ayakta
tutmaya çalışıyorlar. Koruma kanunu ve silahlar olmasa
bunun kirli çamaşırları ortaya çıkacak. Hangi taşı
kaldırsanız altından M. Kemal çıkıyor.
Fakat Hakk gelmiştir, Tevhid ehli gelmiştir. Ömrü kısa
sürecektir!“
Anıtkabir’deki olayı da değerlendiren Emîr’ül-Mü’minîn
Cemaleddin Hocaoğlu, kemalistlerin söz ve fikir
hürriyetine tahammülleri olmadığını söyleyerek bu
mevzu hakkında şunları söyledi:
„Anıtkabir’deki olay, bunların ne kadar korkak ve
diktatör olduklarını ortaya koymuştur. Adam Kur’an’a
dönün diyor. Bu sözler onların ahenklerini, zevklerini
bozdu. Hâlâ TV ekranlarından, basından silinmedi.
Herkesin ve dünyanın gözleri önünde adamın üstüne
yürüdüler. Bırakın adam konuşsun. Sizde cevab verirsiniz
olur biter. Eğer linç edilseydi en büyük şehid olurdu. Bu
sözü orada söylemek kolay bir iş değildir…
YIL-2/ SAYI– 22
Cemaleddin Hocaoğlu (Kaplan) -Rh.a.Emîr’ül-Mü’minîn ve Halîfet’ül-Müslimîn
ZILHICCE 1434 / EKIM 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
TEFSIR DERSLERI
)2( َ ْ ‫ص ِّل وِ ْ كِّ ْ ْْا َن‬
ْ ْ‫) ف‬1( ْ ْ ‫اِنَّا اْ َطيْ َناْا ْ ا َو ْث َر‬
)3( ‫اِنَّ اْانِكْ ْ ا ْر َاَْ َك ْ ا‬
108) el-KEVSER SÛRESİ
1. Gerçekten Biz sana Kevser’i verdik.
2. Öyle ise, Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.
3. Şüphesiz sana buğz eden, asıl adı sanı kesilecek
olandır.
Mushaftaki Sıralamaya Göre 108. Sûredir.
Mufassal Sûreler Kısmının On Beşinci Grubundaki
Altıncı Sûredir.Üç âyettir.
Nesefî, Mekke'de, İbn Kesîr Medine'de nazil oldu
der. Bazılarınca da Mekke'de nazil olduğu
söylenmiştir.
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Ebu Abdurrahman
Sana Kevser'i Verdik (Âyet 1)
"Gerçekten Biz sana Kevser'i verdik." Kevser; aşırı
derecede çok anlamınadır. Nesefî der ki: "İbn Abbas
(r.a)'dan rivayet edildiğine göre Kevser, çok hayır
demektir. İbn Abbas'a: "Doğrusu bazı insanlar onun
cennette bir nehir olduğunu söylüyorlar" denildi". O
da bunu söyleyen kimseye: "O nehir de çok hayrın
bir parçasıdır" cevabını verdi.
Bu konuyla ilgili olarak derim ki: Kevser, cennet
nehirlerinden biridir. Fakat bu âyette geçen kevser
kelimesi bunu ve bunun dışında Rasûlullah (s.a.v)'e
lütfedilen herşeyi içine alır. İbn Abbas'ın tefsîrine
yorum olarak İbn Kesîr şöyle der: "Bu tefsir
cennetteki nehri ve bunun dışındaki şeyleri de içine
alır. Çünkü ( (‫الكوثر‬kelimesi "(=(‫الكثرة‬çokluk"
kökünden türetilmiştir. O da çok hayır demektir.
Buna göre cennetteki Kevser nehri de çok hayrın bir
bölümüdür."
Rabbin İçin Namaz Kıl ve Kurban Kes (Âyet 2)
"Öyle ise Rabbin için namaz kıl ve kurban kes." İbn
Kesîr şöyle der: "Sana dünya ve âhirette çok hayır
SÛREYE GİRİŞ
verdik. Daha önce nitelikleri belirtilen cennetteki
el-Kevser sûresi hakkında Âlûsî şöyle der:
nehir de bu hayrın bir kısmıdır. O halde, nafile
"Tartışmasız âyetleri üçtür. Beyhakî'nin İbn
Şübrüme'den rivayet ettiğine göre Kur'ân'da âyetleri ibadetlerini, farz namazlarını ve kurbanını yalnız
Allah için yap. Sadece hiçbir ortağı olmayan Allah'a
bundan daha az olan başka bir sûre yoktur. Hatta
ibadet et. Yalnız hiçbir ortağı olmayan Allah adına
bunun Kur'an'daki en kısa sûre olduğunu açıkça
bildirmişlerdir. İmam Fahreddin er-Râzî: "Bu sûre kurban kes. Bu, müşriklerin Allah'tan başkası için
yapmakta oldukları secdenin ve Allah'tan başkası
kendisinden öncekinin karşılığı gibidir. Çünkü
adına kesilen kurbanın aksi yönde verilmiş bir
önceki sûrede Allah Teâlâ münafıkları dört şeyle
ibadet emridir."
nitelendirmiştir: Cimrilik, namazı terketmek,
gösteriş yapmak ve zekâtı vermemek. Bu sûrede ise Nesefî bu âyet hakkında şöyle der: "Yani, seni
Allah Teâlâ; cimriliğe karşılık: "Gerçekten Biz sana lûtufları ile üstün tutan, şereflendiren ve Allah'tan
başkasına ibadet eden kavmine rağmen seni
Kevser'i verdik"; -yani çok hayrı-; namazı
yaratıkların fitnelerinden koruyan Rabbine ibadet et.
terketmeye karşılık: "Öyle ise namaz kıl" -yani
"Ve kurban kes" Putlar için kurban keserek onlara
namaz kılmaya devam et-; gösterişe karşılık:
tapanların aksine, kurban kestiğin zaman Allah
"Rabbin için" -yani O'nun rızası için insanları için
rızası için ve O'nun adıyla kes."
değil-; maunu vermemeye karşılık da: "Ve kurban
kes" buyruklarını zikretmiştir. Kurban kesme ile
Ben derim ki: Bazıları bu âyeti, kapsadığı
Allah Teâlâ kurban etlerinin sadaka olarak
verilmesini kasdetmiştir." Daha sonra o: "Bu ilginç mânalardan bir kısmına yükleyip burada geçen
uygunluğu göz önünde tut, ondan gafil olma" der." namazın, kurban bayramı namazı, kurbanın da
Seyyid Kutub da der ki: "ed-Duha ve eş-Şerh sûresi bayram namazından sonra kesilen kurban olduğunu
gibi bu sûre de yalnız Rasûlullah (s.a.v)'e mahsustur. ileri sürmüşlerdir. Evet bunlar âyetin genel kapsamı
Burada Allah Teâlâ O'nun sıkıntılarını gidermekte, içine giren şeylerdir. Yoksa âyetle sadece bunlar
kastedilmiş değildir. Aşağıda İbn Kesîr'den
O'na hayrı va'detmekte, O'nun düşmanlarım,
nakledeceğimiz şeyler üzerinde düşün. İbn Kesîr bu
adlarının sonlarının kesilmesiyle tehdit etmekte ve
âyette geçen (( ‫ النحر‬kelimesinin tefsîri hakkında
O'nu şükür yoluna yönlendirmektedir."
birçok görüşleri zikrettikten ve bunların garip
Sayfa 4
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 22
ZILHICCE 1434 / EKIM 2013
olduğunu söyledikten sonra şöyle der:
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
"Doğru olan birinci görüştür. Buna göre buradaki
kurban kesmeden kasıt, kurban bayramında kesilen
kurbandır. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.v) bayram
namazını kılar, sonra kurbanını keser ve: "Kim
bizim namazımızı kılıp, kurbanımızı keserse kurban
(sünnetine) uygun iş yapmış olur. Her kim de
namazdan önce kurban keserse onun kurbanı
yoktur" buyururdu. Bunun üzerine Ebû Bürde b.
Dînâr ayağa kalkıp dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü! Bu
günün et arzu edilen bir gün olduğunu bilip ben
koyunumu namazdan evvel kurban etmiş bulundum,
dedi. Rasûlullah (s.a.v): "Koyunun kurban değil, eti
yenmek için kesilmiş bir koyundur" buyurdu. Bunun
üzerine Ebû Bürde: Öyleyse benim henüz yaşına
basmamış dişi bir oğlağım vardır ki bence iki
koyundan daha iyidir. Onu
kesecek olursam benim için
bu kadarı yeter mi? diye
sorunca Rasûlullah (s.a.v):
"Sana yeter, fakat senden
sonra hiçbir kimseye yetmez"
buyurdu.
yalnız Allah için namaz kıl ve yalnız Allah için
kurban kes. Kin tutan ve buğz edenlere aldırma.
Çünkü onlar asıl adları, sanları ve izleri kalmayacak
olanlardır. Senin hakkında söylediklerine aldırma.
Söylediklerine lâyık olan onlardır, sen değil."
Nesefî son âyet hakkında şöyle der: "Kendilerine
karşı çıkman sebebiyle kavmin içinden sana kin
tutanlar asıl güdük ve ardı arkası kesilecek
olanlardır."
KUR'ÂN'IN İ'CAZI KONUSUNDA BİRKAÇ SÖZ
Daha önce Allah teâlâ'nın bütün insanlara Kur'ân'ın
benzeri bir sûre getirmeleri konusunda meydan
okuduğunu gördük. İnsanlar o gün bu gün, bunu
getirmekten aciz kalımlardır ve ebediyyen aciz
kalacaklardır. Bu sûre, Allah
Teâlâ'nın kitabındaki sûrelerin
en kısası el-Kevser sûresi
üzerinde bir düşünelim. Bu
sûrenin önceki ve sonraki
sûreye göre yeri, Kur'ân'ın
uzak ve yakın genel anlatım
düzeniyle ilişkisi, el-Bakara
Sûresi'nde bulunan ve bu
Ebû Cafer b. Cerîr der ki:
grubun eksenini oluşturan
Doğru olan şöyle diyenlerin
âyetlerin pekiştirdiği belirli
sözüdür: Bunun mânası
bir diziye göre konuların
şudur: Bütün namazlarını
sunuluşunda Kur'ân
Allah'tan başka ilahlar ve
metoduyla uyuşması gözönüne
O'na denk tutulanlar için
getirilirse hayret etmemek elde
değil, sadece Allah için kıl.
değildir. Sonra bu kısa sûrede
Kurbanını da putlar için
Kur'ân'ın bütün özellikleri
değil sadece O'nun için kes.
bulunmaktadır. Kelimeleri en
Bunları yalnız sana lütfettiği
fasih kelimelerdir. Öyle ki, bu
eşi benzeri olmayan şeref ve
sûredeki kelimelerden birisi
iyiliklere karşı O'na şükür
yerine konmak üzere aynı
olarak yerine getir."
manayı ifade eden aynı
güzellikte olan başka bir
İbn Cerîr'in bu sözleri son derece güzeldir. Daha
kelime aransa hiç şüphesiz aciz kalınır. O mânaları
önce Muhammed b. Kâ'b el-Kurazî ile Ata da bu
mânaya işaret etmişlerdir. Daha sonra Allah Teâlâ çürütülemeyecek gerçeklerdir. Onda ölçüsüz
hayâller yoktur. Öğretmekte, hüküm koymakta,
şöyle buyurur:
müjdelemekte, açıklama yapmakta, yasaklar
koymaktadır. Bütün bunlara rağmen o Kur'ân'ın
diğer kısımlarıyla çelişkiye düşmez. Aksine Kur'ân'ın
Asıl Adı Sanı Kesik Onlardır (Âyet 3)
"Şüphesiz sana buğz eden asıl adı sanı kesilecek
diğer kısımları ve bu sûre hepsi bir kaynaktan çıkar
olandır." İbn Kesîr burada şöyle der: "Ey
ve aynı hedefe yönelir. Sonra bu sûredeki mânalar
Muhammed! Senin getirdiğin hidayete, hakka,
kelimelerine yüklenen miktardadır. Bunların yerine
parlak delile, açık nura kin tutan, asıl adı sam
konacak hiçbir kelime o mânaları taşımaz. Öyle ki
kesilecek, taraftarı az, zelîl ve soyu kalmayacak olan bu sûredeki manaları sadece ve sadece bu sûrede
kimsedir."
bulunan kelimeler kapsayabilir. O halde hangi insan
Ben burada derim ki: Bu açıklama ışığında sûrenin burada, bu özellikte ve buna benzer bir sûre
mânası şöyle olur: "Sana lütfettiklerine şükür olarak getirebilir!?
Sayfa 5
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 22
ZILHICCE 1434 / EKIM 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Gençlerle Başbaşa
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Emîr’ul Mu’minîn
HACC ve KURBAN BAYRAMI hayvana da eziyet verilmeyecektir! Yani dışarıdan
KURBAN BAYRAMI
Müslümanların senede iki mühim
büyük bayramları vardır: Birisi
Ramazan Bayramı, diğeri de Kurban
Bayramı'dır!
Kurban, Hicret-i Nebeviyye'nin
ikinci senesinde meşru kılınmıştır. Bunun meşruiyyeti de
yine Kitap ile, Sünnet ile ve İcma ile sabittir. Yalnız
kurban kesmek vacibtir.
Kurban, Allahü Teala'ya yaklaşmak için kurban
niyyetiyle kesilen hususî hayvandır. Kurban bayramında
böyle hak rızası için kesilen kurbana ''Udhiyye'', bunu
kesmeye de ''Tadhiye'' denir. Kurban bayramında,
kurbet niyyetiyle (yani Allah'a yakın olmak niyyetiyle)
kurban kesmek, hür, mukim, müslim ve zengin olan
kimse için bir vecibedir. Zenginden maksat, hacet-i
asliyesinden başka, yani zaruri ihtiyaçların dışında nâmi
olsun-olmasın (malın artan cinsinden olsun-olmasın), en
az ikiyüz dirhem gümüş miktarı bir mala sahip olandır,
yani sadaka-i fıtır ile mükellef olan kimsedir. Bugünkü
ölçülerle 200 dirhem gümüşün karşılığı bir aşağı bir
yukarı 672 gramlık ağırlığa
eşittir.
Kurban kesme günleri de
Eyyam-ı Nahir denilen
bayramın (birinci, ikinci ve
üçüncü) günleridir. Kurban,
Besmele ile kesilir. Besmele
kasten terk edilirse, hayvanın eti
yenilmez, haram olur, murdar
olur!
herhangi bir müdahale yapılmadan, bıçak ve elle
kesilecektir, insan eli ile kesilecektir!
Bir mükellef kurban etini kendi ailesiyle beraber yediği
gibi, akrabasına, eşine-dostuna ve bilhassa fakirlere de
taksim edebilir. Bunun yanında kurban etinden herhangi
bir gayr-i müslim'e de tasadduk olarak verilebilir. Hele
yeryüzündeki mücahidlere göndermek daha efdaldır,
daha faziletlidir, sevabı da boldur!
Kurbanlar, yalnız koyun ve keçi ile deve ve sığır gibi
hayvanlardan kesilebilir. Mandalar da sığır cinsindendir.
Yine kurban ile ilgili kendine has bir çok meseleler
vardır. Bunları burada yazmakla bitiremeyiz. Bütün
ilmihal ve fıkıh kitaplarımızda geniş bir şekilde yazılıdır,
oradan öğrenilebilir.
Biraz da sosyal yönüne değinelim:
Bayram sevinç günü demektir. Kimleri
sevindireceksiniz? Bilhassa fakir-fukarayı, yetimleri,
kimsesiz olanları... Bu bayramlar bizim bayramımızdır,
yani İslam'ın bayramlarıdır. Başka bayramlara benzemez!
Başkalarının bayramlarında yalnız zenginler sevinir,
zenginler yer-içer, depinir, giyinir-kuşanırlar, fakirler hiç
düşünülmez!
İslam'ın bayramlarında, bilhassa
fakirlere yardım eli uzatılır. Hele
Ramazan bayramında, zengin olan
müslümanlar daha evlerine
gitmeden fakirleri sevindirmek
için fitre ve zekâtlarını hemen
verirler ve onları da sevindiririler
ve bayramın tadını çıkarırlar.
Ayriyeten yetim ve yoksullara
sadaka verirler, hayırlar yaparlar.
Bir de Teşrik Tekbir'leri getirilir.
Kurban bayramı da öyledir;
Arefe günü sabah namazından itibaren başlar, bayramın Bilhassa tüm sene boyunca evine hiç et girmemiş evlere
dördüncü gününün ikindi namazına kadar devam eder. Bu de kurban etinden verirler ve onlara da bu sevince iştirak
Tekbir'leri getirmek vacibtir; Kadın-erkek, mukimettirirler, hep Allah (c.c.) için yardım yaparlar!
misafir, ister tek kılsın ister cemaatla kılsın eşittir, hepsi
de Tekbir getirecektir! Teşrik Tekbir'leri 23 farz vakit
Onun için; İslam iki şey getirmiştir: Birisi yaratana tazim,
namazında alınır, adeti 23'tür. Her farz namazında bir
diğeri de yaratığa şefkat! İslam aynı zamanda tüm
defa getirilir. Tekbir şöyle alınır:
insanlığı kucaklıyor! Ah gereği gibi şu İslam bir bilinse
Allahü ekber Allahü ekber La ilahe illalahü vallahü
ve bir de gereği gibi yaşansa! Başta Almanlar olmak
ekber Alahü ekber ve lillahil hamd.
üzere tüm gayr-i müslimler fevc fevc, toplu olarak akın
ederler ve müslüman olurlar. Biz müslümanlar, anadan
İşte buna ''Tekbir-i Teşrik'' denir ve farz namazlarının doğma İslam'ı hazır bulduk, kadrini-kıymetini
hemen arkasından söylenilir.
bilemiyoruz. Dua edelim de Allah (c.c.) kendilerine
Kurbanın vecibesi, hak yolunda fedakârlığın bir alâmeti, hidayet versin! Bizden daha iyi İslam'a hizmet ederler!
Allah tarafından verilen nimetlerin bir şükranesi ve
İslam, insanın insanca yaşaması için her ne lazımsa onu
bunun sonunda da sevaba ermek, bir takım belalardan da tastamam getirmiştir. Yeter ki, tamamıyla tatbikata
korunmaktır. Kurbanda vacib olan mutlaka kesilip, kan
konulup yaşanılabilinsin! Bu da ne ile olur? Devletle
akıtmaktır. Kan akıtılmadıkça kurban vecibesi yerine
olur; Devletsiz İslam asla düşünülemez! Etle-kemik,
getirilmiş olmaz. Buna ''Iraka-i dem'' denir ve bu
ruhla-beden gibidir; Hz. Muhammed'in hayatı ve tatbikatı
kurbanın rüknüdür. Bir de kurban olacak hayvan sağlam ortadadır. Yani tâlimatı Kur'an'dan, tatbikatı da Hz.
ve kusursuz olacak ve bizzat keskin bıçakla kesilecek ve Muhammed(SAV)'den alacağız!
Sayfa 6
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 22
ZILHICCE 1434 / EKIM 2013
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Suffa Mektebi
Temel Meseleler-8
âdeten mümkün olmayan bir topluluğun Rasûlullah
(s.a.) den rivayet ettiği hadistir. Meselâ: Abdest, namaz,
İkinci Delil:SÜNNET
oruç, hacc, zekat, ezan, ikamet gibi şeâir-i İslâm'dan olup
Sünnetin Tarifi ve Çeşitleri
Rasûlullah'tan rivayet edilen amelî sünnetler "Kim benim
Sünnet lügatte alışılmış yol
üzerime yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın",
demektir. Usûlcülere göre ise
"Ateşte yanacak ökçelere yazık" gibi hadisi şerifler
Rasûlullah'tan (sav) den sadır olan mütevâtirdir. El-Kettânî'nin el-Hadisi'l-Mütevâtir adlı
her türlü söz, fiil ve takrire denir. kitabında belirttiğine göre mütevâtir hadislerin sayısı 309
Bu tarif sünnetin üç çeşidine de
kadardır.
işaret etmektedir:
Mütevâtirin hükmü: Mütevâtir, Rasûlullah'tan kat'î olarak
1- Kavlî Sünnet: Bu, Rasûlullah (s.a.)'in çeşitli maksat
sabit olan hadistir. O halde kesin bilgi ve yakîn ifade
ve münasebetlerde söylediği hadisi şeriflerdir. Meselâ:
eder, inkâr eden kâfir olur.
"Ameller niyetlere göredir", "Zarar vermek ve zarara
Hadis mütevâtir olması için rivayet edenlerin sayısı
zararla mukabele etmek yoktur", "Mer'ada otlayan
konusunda tercih edilen ölçü şudur: Muayyen bir sayı
hayvanda zekat vardır", "Vârise vasiyet yoktur", deniz
sınırlaması koymadan, kişide haber verenlerin sözleri
suyundan abdest almanın hükmünü sorana cevap olarak hakkında kat'î ilim ve yakîn hasıl eden mikdardır.
söylediği "Onun suyu temiz, meytesi helaldir" gibi sözleri
bu kabildendir.
Meşhur Sünnet: Rasûlullah'tan rivayet edenlerin sayısı bir veya iki kişi olabilir- mütevâtirde aranan sayıya
2- Fi'lî Sünnet: Bu, Rasûlullah (s.a.)'in yaptığı fiilerdir. ulaşmayan, fakat sahabeden sonra ikinci hicrî asırda
Meselâ: Beş vakit namazı kılması, haccı eda etmesi,
yayılıp yalan üzerinde ittifakları mümkün görülmeyen bir
müddeînin yemini ve bir şahitle hüküm vermesi, hırsızın mütevâtir rivayet topluluğunun nakledegeldiği sünnettir.
sağ elini bileğinden kesmesi gibi.
Üçüncü hicrî asırdan sonra meşhur olması muteber
değildir. "Ameller niyetlere göredir", "İslâm beş esas
üzere bina edilmiştir", "Zarar vermek, zarara zararla
3- Takrîrî Sünnet. Bu, Rasûlullah (s.a.) in yanında
mukabele etmek yoktur", hadis­leri, mesh üzerine
meydana geldiği veya zamanında meydana gelip de
meshetmek hadisi, Recm hadisi, meşhur hadislerdendir.
haberdar olduğu halde sükût ettiği veya açıkça "olur"
verdiği veya kendilerinden onu güzel bulduğuna ve
Tevatürle bunun farkı şudur: Tevatürde şart koşulan
memnun olduğuna delâlet edecek bir tavrın sadır olduğu topluluk mütevâtir sünnette ilk üç asrın her birinde
şeydir.
mutlaka bulunmalıdır. Halbuki meşhur sünnette bu
mikdann ilk halkada bulunması şart değildir.
Meselâ: Sahabeden iki kişi su bu­lamamış teyemmüm
etmişlerdi. Daha sonra su buldular, birisi abdest alıp
na­mazını iade etti diğeri etmedi. İade etmeyene "Sünnete Meşhur Sünnetin hükmü: Bu sünnetin, onu rivayet eden
uygun hareket ettin, kıl­dığın namaz kâfidir" demesi,
sahabeden nakledilişi kat'îdir, ancak Rasûlullah (s.a.) den
diğerine de "Sen de iki kere ecir aldın" demesi bir takrîrî rivayet kat'î değildir. Dolayısıyle itminan ve yakîne yakın
sünnettir. Aynı şekilde: Rasûlullah'ın sofrasında
zann ifade eder, inkar edenler fasık olur.
kertenkele yenmesi, Muaz bin Cebel'in Yemen'e giderken
Mütevâtir sünnette olduğu gibi meşhur'la da Kur'an-ı
nasıl hükmedeceğini beyan sadedinde "Önce Kur'anla,
Kerîm'in umûmu tahsis, mutlakı takyid edilebilir.
sonra sünnetle, sonra ictihad ile" hükmedeceğini
söylediğinde bunu uygun bulması, Üsâme ile Zeyd'in
Âhâd Sünnet: Rasûlullah'tan (daha sonraki asırlarda da)
ayaklarına bakarak "bunlar birbirin-dendir" diye
hükmeden kişinin bu hükmünden çok memnun olması... rivayet edenlerin sayısı, bir veya ikiyi geçmeyen veya
tevatür seviyesine ulaşmayan hadistir. Hadislerin pek
hep takr­îrî sünnettir. Bu hâdiseden sonra "kıyâfe"
(insanların eline? ayağına, yüzüne, şekline bakarak hangi çoğu âhâddır. Buna haber-i vâhid denir.
kabileye, hangi ırka ait olduğunu bilme) nesebin isbatı
Hükmü: Bu sünnet zann ifade eder. İtminan veya yakîn
için bir yol olarak kabul edilmiştir. Hanefîlerin dışında
ifade etmez. Bu hadisin Rasûlullah'tan sudûru zannîdir.
fukahanın cumhurunun görüşü budur.
Ancak, sübûtunda şekk olduğundan itikadı vacib olmasa
bile onunla amel edilmesi vacibtir. Alimlerin
cumhurunun görüşü budur. Çünkü sahih hadis râvilerinde
Sened Bakımından Sünnetin Kısımları
adalet, zabt ve itkan sıfatlari kamilen mevcut olması
Sünnet, senedi bakımından cumhura göre iki kısımdır:
sebebiyle bu zan, vukuu râcih (Yani Rasûlullah'ın bu
Mütevâtir Sünnet, Ahâd Sünnet. Hanefîlere göre ise üç
hadisi söylemiş olması kuvvetle muhtemel) olan bir
kısımdır: Mütevâtir Sünnet, Meşhur Sünnet, Ahâd Sünnet
zandır. Bu da bu hadisle amel etmenin vacib olması
Mütevâtir Sünnet: İlk üç asırda yalan üzerine ittifakı
konusunda kâfidir.
ŞER'Î DELİLLER
Sayfa 7
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 22
ZILHICCE 1434 / EKIM 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Ebu Ensar
Fetva Köşesi
Mezhebler (5)
Asırlardan beri, Islam dinini bozmak, içinden yıkmak
isteyen bozuk mezhep taraftarları, hak mezhepleri yıkmak
için uğraşıp durmaktadırlar. Bunlar doğrudan/açıktan
saldırmamakta, sinsi metodlara başvurmaktadırlar. Ağızlarında geveledikleri sözlerden biri de şudur: "Efendim,
bu mezhepler de nereden çıkmış... Islamiyyet birlik dinidir, mezhebler ümmeti ayırıyor. Esas olan Kur'an ve
hadistir. Mezhepler ortadan kalksın, herkes ilhamını
Kur'an ve Sünnetten alsın …"
"Zehiri teneke içinde sunmazlar ... " Islam dininin safiyetini bozmak isteyen bozuk zihniyetliler de, işte böyle
yaldızlı fikirlerin arkasına sığınarak menfi propagandalarını sürdürüyorlar.
Sunni mezhepler aradan kalkacak ve bütün Müslümanlar birleşecekmiş ... Ne kadar boş bir
hayaldir bu! ..
Bilhassa bu devirde Ehl-i Sünnet mezhebi Müslümanların en
sağlam kalesidir. Allah muhafaza etsin, bunlar da yıkıldığı
takdirde her şey allak bullak
olur, telafisi imkansız bir fikir
perişanlığı ortalığı kaplar.
Mezhepleri kim istemiyor?
En kısa cevap şudur: "Bütün
bozuk ye sapık mezheplerin
taraftarları, Ehl-i Sünnet mezhebini yıkmak istiyorlar... "
Bu bozuk mezhepler hangileridir?
Başlıcaları: Mu'tezile, Şia, Kendilerine Selefiyye diyenler, Vahhabilik, M. Ahduh ve C. Efganinin talebeleri,
Albani taraftarları, Modern Müctehid taslakları ve Akılcı
Mütefekkirler ve bunların peşlerinden gidenler…
Zamanımızdaki bütün bozuk fikir cereyanlarında az ve
çok mezhebsizlerin/sapık mezheblerin kokusu ve rengi
vardır. Bu zatların bilhassa itikad sahasında çok hatali
görüşleri vardır.
Ehli sünnet alimleri bu tehlikeli, bozuk mezhebler ve fikirler hakkinda çeşitli reddiyeler yazmışlardır.
Bütün bu sapık mezhepler ve fikirler Ehli Sünnet vel Cemaat mezhebini yıkmakta birleşirler.
Çünkü Ehl-i Sünnet mezhebi yıkılmazsa,kendi mezheb ve
fikirleri müslümanlar arasında revaç bulamayacaktır.
Maalesef son senelerde mezhepsizlerin bu tahripkar
faaliyetlerine şahit olmaktayız.
Bu Mezhebsizlerin/sapık mezheblerin kaynakları nerden geliyor;
1) Kendi Saltanatını düşünen Devletlerden para ve
madde yardımı alan Kitabevleri ve Yazarlar bunların
kitaplarını tercüme ediyorlar.
Sayfa 8
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
2)Biraz Arapça ve yarım yamalak din tahsili gören bir
takım kimseler Lider olmak/meşhur olmak gayesiyle mezhepleri inkar ve Müçtehidliklerini ilan ettiler.
3) Para kazanmak hırsıyla yanan bazı kitapçılar/din simsarları bu fikirleri/kitapları yalan yanlış tercüme ettirip
piyasaya sürdüler.
4)Bir takım din mekteplerine /Camilere sızan öğretmenler
bu fikirleri talebeler arasında yaydılar.
5)Müslümanların birleşmesini istemeyen işbirlikçiler/
Devletler bunlara ses çıkarmadılar. Hatta Basın ve Yayın
yoluyla bunları desteklediler.
Yazımzın başında lslam dünyasını saran iki tehlikeden
bahsetmiş, bunları dış ve iç tehlikeler diye iki sınıfa ayırmıştık.
Şimdi sırası geldiği için açıklıkla söylüyoruz. lslam dünyasını
tehdit eden tehlikelerin en
büyüğü iç tehlikelerdir ve
onların başında da mezhepsizlik
cereyanı gelmektedir.
Bu devirde Islam dünyasında
Müçtehid kalmamıştır. Binaenaleyh ictihad yapılamaz, zaten
ictihada da luzum yoktur.
Salahiyetli olmadığı halde içtihada yeltenen, müçtehidlik taslayan kimseler, Islam
birliğini yıkmak isteyen tehlikeli ve zararlı kimselerdir.
Dikkat ederseniz mezhep düşmanı müçtehid taslaklarının
arasında bir tek salahiyetli din alimi yoktur. Asrımızın en
değerli din Alimi Cemaleddin Hocamız „Biz mukallidiz” ... derken, onun ayağının tozu bile olamayacak kişilerin içtihada yeltenmesi ne kadar gülünçtür! ..
Son devrin en büyük alimleri mezhepsizlik ve yalancı
müçtehidlik cereyanlarına şiddetle cephe almışlar, değerli makale ve kitaplar yazarak bunların fikirlerini
çürütmüşlerdir.(M. Sabri Efendi, Zahid Kevseri Efendi,
Zeyni Efendi, Ismail Nehbani, Ramazan el-Buti ... )
Türkiye gibi lslamiyet'in büyük darbeler yediği; dinin,
Imanın, Islamın tehlikede olduğu bir ülkede şöhret için,
ün kazanmak için, bozuk kitaplar satarak dünyalık edinmek için Ehl-i Sünnet mezhebini yıkmak isteyenler büyük
bir vebal altına girmiş olmaktadırlar.
Evet, dinimizin safiyetini tehdit eden bidatlerin en tehlikelisi, en öldürücüsü mezhepsizlik cereyanıdır. Cenab-ı
Hakk cümle Müslümanları bu cereyandan ve taraftarlarının şerrinden korusun...
YIL-2/ SAYI– 22
ZILHICCE 1434 / EKIM 2013
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Beyyineler
Cemaleddin Hocaoğlu
MEKTEB-I IBRAHIM (4)
O halde günümüzün putu ve putperestliği ne imiş?!.
Allah'a mahsus olan haklardan birini veya birkaçını
Allah'tan başkasına vermektir. Mesela: Hakimiyet
kayıtsız ve şartsız Allah'ındır, Allah'a mahsus bir haktır.
İşte bu hakimiyet hakkını, yani kanun koyma salahiyet ve
yetkisini Allah'tan başka bir kimseye veya kimselere
veyahut da millete vermektir. İşte kendilerine hakimiyyet
verilen kişi veya kişiler veyahut da o millet ne olmuş
olurlar? Put olmuş olurlar!
Fi'zilâl'den:
"Yusuf (as), iki mahbus arkadaşına nasihata devam
ediyor ve diyor ki:"... Ayrı ayrı bir sürü uydurma
tanrılar mı daha iyidir, yoksa her şeyden üstün tek
Allah mı?"
İnsan fıtratını en hassas yerinden yakalayıp şiddetle
sarsan bir sualdir bu... İnsanoğlu fıtratı itibariyle
kendisinin bir tek ilahı olduğunu bilir. şu halde birçok
Rabb'ler edinmek neyin nesidir?..
Rabblığa layık bulunan zata
ibadet edilir. O'nun emrine ve
gönderdiği şeriat'a, şeriat
kanunlarına hürmetle uyulur. Ki,
bu da her şeyden üstün olan tek
Allah'tır. Kâinatın sadece bir tek
hükümdarı ve her şeyden üstün bir
tek ilahı bulunduğu katiyetle
bilindiğine göre, kâinattan bir cüz olan insanların da
hükümdarı ve tek Rabb'ı elbette o ilâhtır. İnsanoğlu
Allah'ın bir ve her şeyden üstün olduğunu yakinen
bildikten sonra, bir an için de olsa, başkasını rabb
edinerek, ona boyun eğip emrine tabi olması caiz
değildir. Rabb'ın, bu kâinatı idare eden ve onun tek
sahibi bulunan bir ilâh olması gerekir. Kâinatın
idaresinden aciz olan bir nesne veya bir şahsın, insanlar
üzerinde hükümran olması elbette düşünülemez!..
yerine getirmektir. Saltanatlarını tehdit eden ve onun
devamını tehlikeye düşürecek olan her kuvveti ortadan
kaldırarak saltanatlarını kuvvetlendirmeye çalışırlar.
Elde ettikleri hükümranlığı soldurmadan devam ettirmek
için, çeşitli şarlatanlıklarla bütün imkânlarını seferber
ederler.
Her şeyden üstün ve bir olan Allah bütün âlemlerden
müstağnidir. O, insanlardan gönderdiği ölçüler
içerisinde, takva, iyilik, amel ve ilerlemeden başka bir şey
istemez. Bütün bunları da kendileri için ibadet olarak
kabul eder. Kullarının üzerine farz kıldığı şeyleri dahi,
onların kalp ve duygularına istikamet vermek için farz
kılmıştır. Bu farzları yerine getirmek suretiyle hem dünya
hem ahiret hayatını mamur ederler. Yoksa Allah
kullarının ameline katiyyen muhtaç değildir.
"Ey insan! Sizler Allah'a muhtaçsınız. Allah ise her
şeyden, herkesten müstağni ve övülmeye layık olan
yegâne ilahtır." (Fatır, 15) Bir ve
her şeyden üstün olan Allah'a
kulluk etmekle ilahlaştırılan
şahıslara kulluk etmek arasındaki
farkı bir düşününüz!..
Dava adamı olmanın
vasıflarından biri de
Mekteb-i Ibrahim'den
geçmiş olmaktır.
Daha sonra Hz. Yusuf, cahiliyyetin
akide ve yıkıcı inançlarını tenkit
etmekte bir adım daha atıyor ve
diyor ki:"Allah'ı bırakıp taptığınız, sizin ve
babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey
değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil
indirmemiştir."
Bu uydurma ilâhlar - ister beşer olsun, ister ruhlardan,
şeytanlardan veya meleklerden, yahut da Allah'ın emrine
müsahher olan kâinat kuvvetlerinden olsun - Rububiyet
(Rabb olma) vasfından tamamen uzaktırlar. Rububiyet
gerçeğiyle bunlar arasında hiçbir münasebet mevcut
değildir. Rububiyet, sadece bir ve her şeyden üstün olan
Allah'a ortak (şirk) koşulup kendisine Rabblık isnad
Allah'a aittir. Bütün varlığı yaratan ve yarattıklarından
edilen yaratıklar; beşer oldukları için cahilce heva ve
üstün olan ancak O'dur... Fakat çeşitli renk ve
heveslerinin tatminine çalışırlar. Onlar, gözle
görülebilecek mesafenin hemen arkasındakini görmekten şekillerdeki cahiliyyetin mensubu insanlar, bir takım
şahıs veya yaratıklara isimler takarak onlara bazı sıfat ve
dahi acizdirler. Kulların ilâhlaştırılmış bu yaratıklara
boyun eğip teslim olması yerine; bir ve her şeyden üstün hususiyetler izafe ederek onları putlaştırırlar. Bu
olan Allah'a teslim olup ibadet etmeleri şüphesiz ki daha özelliklerin başında ise saltanat ve hükümranlık
gelmektedir. Halbuki, Allah onlara ne hükümranlık
iyidir. Beşeriyet müteaddit ilahlar vücuda getirmek, bu
bahşetmiş ne de herhangi bir salahiyet indirmemiştir...
ilahlar etrafında gruplara ayrılarak mücadelelere
girişmek suretiyle talihsizliğin en büyüğüne düçar
Hz. Yusuf burada son ve en tesirli darbesini indiriyor;
olmuşlardır... Yeryüzünün bu uydurma ilahları, Allah
hükümranlığın,
saltanatın, itaat edilmenin, diğer bir
Teala'ya ait olan hükümranlık ve rububiyet vasıflarını
tabirle
ibadete
layık
olmanın kime ait olması gerektiğini
kendi kendine mal eder, bazen de halk, korku veya telkin
veyahut da propagandalar karşısında onlara bu vasıfları beyan etme yolunda diyor ki:"Hüküm vermek ancak
Allah'a aittir. Kendisinden başkasına değil, O'na
vermek bedbahtlığına düşer. Bu uydurma ilahlar bir an
dahi ihtiraslarından, heva ve heveslerinden ayrılamazlar. tapmanızı emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat
En mühim istekleri devamlı saltanat sürmek ve arzularını insanların çoğu bilmezler."
Sayfa 9
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 22
ZILHICCE 1434 / EKIM 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Islam/Ibadet
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Said Havva
ISLAMIN RUKÜNLERIŞAHADET KELiMESi iLE ÇELiŞEN TUTUMLAR –(2) Karun, Musa'nın kavmindendi. Fakat kendi kavmine
karşı azgınlık etti. Biz ona öylesine çok hazineler vermiştik ki sadece anahtarlarını taşımak, gücü-kuvveti
yerinde topluluğa bile ağır gelirdi.Yakınları Ona şımarma, Allah şımarıkları sevmez. Allahın sana verdiği bu
servet aracılığı ile ahireti ara, dünyadan da nasibini
unutma, Allah sana nasıI bağışta bulundu ise sen de
insanlara iyilik et, yeryüzünde fesat çıkarma Allah fesat
çıkaranları sevmez, dediler. O ise bu servet bana bilgim
sayesinde verildi dedi. Oysa bilmiyor muydu ki, daha
önceki çağlarda yaşayanlar arasında kendisinden daha
güçlü ve daha kalabalık çevreleri olan nice kimseleri
helak etmiştir! Suçlulara işledikleri cürümler sorulmaz
(buna gerek görülmez).(Kasas, 76-78)
Kim Allah'a inanırsa O kalbine hidayet bağışlar
(Teğabun,11)
Insana bir zarar dokunduğu zaman bize dua eder. Sonra kendisine bir nimet bağışadığımız zaman Bu bilgim
sayesinde bana verildi, der. Hayır o bir imtihandlr, fakat çokları bilmezler. O sözü onlardan öncekiler de söy2) Şahadet davası ile çelişen diğer bir tutum da
lemişlerdi, fakat kainsanın kendisine verilen
şeyler işlerine
maddi-manevi, açık-gizli
Bir çok kimse Şahadet Kelimesini zandıkları
yaramadı.
Kazançlarının
bütün nimetlerin Allah'ın
kotülükleri, sonunda başdile getirince veya kendisine bir
bağışı olduklarını, Allah
geldi. Bunlar arasınolmasa bu nimetlerin de
müslüman ismi takınca artık hiç larına
daki zulmedenlere de kaolamayacağını itiraf
bir
şeyin
onu
islam'dan
çıkarazançlarının kötülükleri
etmemesidir.
Onlar da bu kömayacağını sanır. Oysa bu büyük erişecektir.
Oysa "Lailahe illallah"
tülükleri engelleyebilecek
cümleciğini incelerken
bir yanılgıdır. Çünkü insanı Islam- değillerdir, Bilmiyorlarmı ki
gördük ki, alemlerdeki
dan dile getirmiş olduğu Şahadet Allah dilediğinin rızkını
canlıların tümünü
açar, dilediğininkini de
Kelimesinin etkisini yok
besleyip nimetlendiren
kısar. Mü'minler için bunda bir çok ibretler
ortaksız yüce Allah'dır.
eden(bozan) bir çok şey vardır.
vardır"(Zümer, 49-52)
Bu inancın ayrılmaz bir
Bir çok kimse Şahadet Cümleciklerini dile getirince veya
kendisine bir müslüman ismi takınca artık hiç; bir şeyin onu
islam'dan çıkaramayacağını sanır.Oysa bu büyük bir
yanılgıdır. Çünkü insanı Islamdan dile getirmiş olduğu Şahadet kelimesinin etkisini yok eden(bozan) çok şey vardır. Müslümanların çoğunlukla yanılgı içinde oldukIarı bu konuda
doğru bilgi sahibi olmak zaruri ve çok önemlidir. Çoğu müslüman farkında olmadan ya doğrudan doğruya Şahadet
Cümlecikleri ile çelişen çeşitli durumlara düşüyor ve bu durumlara düşen kimseleri tutuyor destekliyor. Bu yüzden bu
bölümde Islamla ve Şehadet kelimesi ile çelişen tutumların
bir çoğunu anlatmaya çalıştık. Tabii ki, bu tür tutum ve davranışların tümünü dile getirebilmiş değiliz. Çünkü konu
gerçekten geniş kapsamlıdır, hakkında müstakil kitaplar
yazılmıştır. Bizim asıl maksadımız bu Şahadet kelimesi ile
bağdaşmaz tutumların başlıcalarını veya insanların gözlerinden en çok kaçanlarını ele almak olacaktır. Söz konusu tutum ve davranışları şöyle sıralayabiliriz:
devamı olarak başımıza
gelecek her belanın, her tersliğin Allah'dan
olduğunu, nimeti verenin de geri alanın da O
olduğunu, nimeti engellemenin ve belaya
çarptırmanın O'nun yetkileri arasında
olduğunu,böyle durumlarda, bize düşenin O'nun
takdirine razı olmak olduğunu da itiraf etmeliyiz.
Nitekim yüce Allah -c .c- şöyle buyuruyor:
Insan hayır istemekten usanmaz, ama bir sıkıntı dokununca hemen üzüntüye kapılar ümidini yitirir. Eğer
başına gelen sıkıntıdan sonra kendisine bir iyilik bağışlayacak olsak hemen bu benim hakkımdır, Kıyametin
kopacağını sanmıyorum, deyiverir"(Fussilet, 49,50)
İnsana bir nimet verdik mi yüz çevirir; yan çizer. Ona
bir şer dokundu mu yalvarıp durur. (Fussilet, 51)
Yararlandığınız her nimet Allah'dandır. Sonra başınıza
Eğer Allah'ın nimetlerini teker teker saymaya
bir sıkıntı gelince yalnız O'na yalvarırsınız.Arkasından
kalkışsanız bu bir yana, gurup gurup bile sayamazsınız. sıkıntınızı giderince, içinizden bazıları hemen
Hiç şüphesiz, insan çok zalim ve pek
Rabblerine ortak koşarlar.Böylece, kendilerine
nankördür!"(Zümer, 62)
verdiğimiz nimetlere karşı nankörlük ederler. «Dünya
nimetleri ile oyalanın bakalım, yakında gerçeği
Görmediniz mi, Allah göklerde ve Yerde bulunan her
öğreneceksiniz.» .(Nahl, 53-55)
şeyi sizin yararanıza sundu. Açık ve gizli çeşitli
nimetlerini size bol bol bağışladı. Yine kimi insanlar var «Bu, şükür mü edeceğim yoksa, nankörce mi
ki, ne bilgileri, ne yol göstericileri ve ne de aydınlatıcı
davranacağım diye beni sınavdan geçirmek isteyen
bir kitapları olmadan Allah'a karşı
Rabb'inin bana yönelik bir lütfudur."(Neml, 40)
çıkarlar"(Lokman,20)
Sayfa 10
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 22
ZILHICCE 1434 / EKIM 2013
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Siyer/Davet
Uzlaşma Politikası (3)
Resûlullah (sav)'ın hayatından, önceki sayımızda sunduğumuz
sahnede üç tane işaret vardır. Onlardan her biri büyük bir önemi haizdir.
Birinci İşaret: O işaret, Resûlullah'ın yürüttüğü da'vetin içyüzündeki inceliği ayırmada bize açıklık getiriyor. Yeni bir ideoloji sahipleriyle, devrim ve ıslahat çığırtkanlarının; âdet olarak
içlerinde gizledikleri gaye ve maksadlarıyla, peygamber
dâvasının birbirinden ayrılmasını, karıştırılmam asını sağlıyor.
İkinci İşaret: Bu ikinci işarette bize, Resûlullah'ın tutunduğu yol ve takındığı tavırda bulunan hikmeti açıklıyor.
Keyfiyeti ve türü ne olursa olsun, da'vet sonrasında lüzumlu gördüğün her siyaseti ortaya koymak hikmet olur
mu? Ve senin hedefin olan gerçek bun-ların ötesinde olduğuna göre, her gördüğün yol ve sebebe sarılma yetkisini sana şeriat koyucusu verdi mi? Hayır... Gerçekten
Islâm şeriatı gayelere yönelmeyi emrettiği gibi, sebeb ve
yollara başvurmayı da emretmiştir. O halde Allah'ın
gayeye ulaşmak için vesile kıldığı belirli yolun dışında;
Allah'ın emrettiği gayeye varmak için herhangi bir yola
girmen, senin hakkın değildir. Siyâset-i Şer'iyye ve hikmet'in itibarî bir çok anlamları
vardır. Fakat meşru kılınan sebeb
ve vasıtaların hududu dahilinde
olması gerekir, o kadar...
Az önce naklettiğimiz şeyler buna
delildir. Resûlullah'in, Kureyş'in
ileri gelenlerinden gelen başkanlık
veya hükümdarlık teklifini kabul
ederek, liderliği ve başkanlığı nefsinde toplayıp, ileride İslâm da'vetine âlet etmesi mümkün görülecek, siyaset ve hikmet babında
düşünülebilecek şeylerdir. Özellikle, sultan ve hükümdarın kişiler
üzerinde kuvvetli bir otoritesi
vardır. İdeoloji ve ekol sahiplerinin, halk kitlelerine kendi
ideolojilerim ve ekollerini kabul etti-rebilmek için, kendi
otoritelerini kullanma bakımından yönetimi ele geçirme
fırsatını kolladıkları bir gerçektir.
Fakat Resûlullah (s.a.v.) böyle bir siyasete girmeye ve
bunu dâvası için bir araç olarak kullanmaya asla razı
olmadı. Çünkü, bu bizzat da'vetin prensiplerine aykırı
düşer.
Böyle bir tutumun, siyaset ve hikmet türlerinden telâkkisi
caiz olsaydı; elbette doğruluğu apaçık olanla, yalanını
gizleyen bir yalancı arasındaki fark ortadan kalkardı.
Dâvalarında sadık olanlar, ismi hikmet ve siyaset olan
geniş bir yol üzerinde gözbağcılarla ve deccallarla yüz
yüze kalırlardı.
Şüphesiz ki, bu dinin felsefesi, her türlü gaye ve vasıtayı
kullan-mada doğruluk ve şeref kaideleri üzerinde kurulmuştur. Nitekim ga-yeyi ancak, doğruluk, şeref ve kelimei Hak kıymetlendirir. Aynı şekilde vasıtayı da ancak keliSayfa 11
MUHACIRUN DERGISI–
B.Çobanoğlu
me-i Hak, şeref ve doğruluk prensiplerinin ta'yin ve tesbit
etmesi gerekir...
Bundan dolayıdır ki İslâm devletinin sahipleri; birçok hâl
ve durumlarda, fedakârlık ve cihada mecbur kalırlar.
Çünkü tuttukları yol, sağa sola fazla yalpalanmaya izin
vermez.
Da'vette «Hikmet» prensibini, sadece da'vetçinin işini
kolaylaştırmak veya meşakkat ve felâketlerden sakındırmak için meşru kılındığını sanmak yanlıştır. Bilâkis da'vette hikmet (siyaset) in meşrûiyetindeki sır, sadece insanların akıl ve fikirlerine en uygun gelen yolları denemekten ibarettir. Bunun anlamı şudur: Durumlar çeşitli
olunca ve da'vet yolunun önüne karşı çıkma ve yoldan
alı-koyma gibi engeller dikilince; işte o zaman hikmet,
sadece savaş için araç gereç hazırlamak, malı ve canı
feda etmekten ibaret olur. Gerçekten hikmet, ancak
birşeyi yerli yerine koymak demektir. Hikmet ile hilecilik
ve dürüstlük arasındaki fark işte budur.
Bir defasında Allah Resulü, bazı Kureyş ulularının îslâm
dini-ni öğrenmeye geldiklerini görmüş de pek sevinmişti.
Gayet mem-nundu, tüm olarak onlara yönelmişti. Onlarla
konuşuyor, îslâm ha-kikatlanndan tefsir edilmesini istedikleri şeyleri onlara açıklıyordu. Hattâ onun bu memnuniyeti ve
onların, doğru yolu seçmeleri-ne
dair aşırı arzusu onu, gözleri âmâ
olan Sahâbî Abdullah bin Ümmü
Mektûm'dan yüz çevirmeye sevketmişti. Resûlullah, Kureyş-lilerle
konuştuğu sırada, Abdullah bin
Ümmü Mektûm çıkagelmiş, dinlemek için yanlarında durmuştu. Bu
son gelen âmâ sahâbî, Resûlullah'a soru sormaya başlamıştı.
Resûlullah da fırsatı kaçırmama-ya gayret ediyordu. Bunun için
Abdullah bin Ümmü Mektûm'a
karşı başka bir zamanda cevab vereceğini söyledi. Bunun
üzerine Yüce Allah, Resûlü'nü «Abese» sûresinde:
«Yanina kör bir kimse geldi diye yüzünü asıp çevirdi»
buyurarak azarladı. Ve her ne kadar Peygamber'in maksadı meşru ve güzel idiyse de, Allah onun bu içtihadıni
doğru bulmadı. Bunun sebebi şu idi: Bu tutum, bir müslümanın gönlünü kırmayı veya ondan yüz çevirme belirtisini, müşriklerin kalbini kazanmak için bir müslûmana iltifat etmemeyi ifade ediyordu. Bu ise meşru ve makbul olmayan bir tutumdu.
Özet olarak diyebiliriz ki; bir müslümanın, İslâm'ın
ahkâm ve prensiplerinden herhangi birini değiştirmeye
veya da'vet ve öğüt vermede hikmete uyma adı altında,
Şeriatın hudutlarını çiğnemeye ya da onu hafife almaya
hakkı yoktur. Çünkü hikmete; ancak Şe-riatın hudutları,
prensipleri ve ahlâki kaideleri dahilinde sınırlan-dırılmış
ve kayıtlandırılmış olduğu zaman hikmet olarak itibar
olunur.
YIL-2/ SAYI– 22
ZILHICCE 1434 / EKIM 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Hanımlar Köşesi
Kadın-Erkek eşitliği (2)
Günümüzde "Kadın Erkek Eşit-liği" adı altında ileri sürülen
görüşleri dikkate aldığımız zaman, bu konuda birbirleriyle çelişen birçok görüşün olduğunu ve fikri bir anarşinin
yaşandığını söyleyebiliriz.
Önce meseleyi önyargılardan uzak sağlıklı bir metod ile değerlendirmemiz gerekmektedir. Bu meseleyi sağlıklı bir şekilde
değerlendirebilmemiz ise, bu meselede yer alan "Kadın",
"Erkek" ve "Eşitlik" kavramlarına açıklık getirmemizle mümkündür. Bu nedenle öncelikle eşitlik üzerinde durmamız, bu
kavramı doğru olarak tanımlamamız gerekecektir.
Belki, Adil eşitlik nedir?
"Eşitlik demek, iki unsur arasındaki dengenin sağlanması, her
iki unsura da aynı muamelede bulunulması ve aynı hakların
verilmesidir".
Yaşadığımız toplumda kendilerine aydın(!) denilen ke-sim
arasında yaygınlaşan bu tanım, hiç şüphesiz ki gözlem ve
düşünce fakirlerinin tanımıdır. Nitekim "Kadın Erkek Eşitliği"
meselesinde eşitliği bu şekilde tanımlayan düşünce fakirleri, bu
tanımdan hareket ederek birçok görüşler ileri sürmektedirler.
Kadını ve erkeği kemiyet terazisinin birer kefesine oturtup;
erkeğe verilen bir hak, kadına veya kadı-na verilen bir hak,
erkeğe verilmediği zaman "Bu eşitlik değildir! Bu apaçık bir
haksızlıktır" diyerek feveran eden-ler, yine bunlar, yine bu gözlem ve düşünce fakirleridir.
Çünkü eşitliğin adil bir düzlemde tanımlanması demek, eşitliğe
getirilecek olan tanımın teori ve pratikte adil olması, tatbik
edildiği zaman tarafları haksızlığa değil, hak ve adalete götürmesidir. İşte mesele bu noktaya geldiği za-man, hak ile eşitliği
veya haksızlık ile eşitsizliği birbirinden ayırmamız gerekir.
Çünkü günümüzde yaygınlaşan anlayışın zannettiği gibi, her
eşitlikte hak, her eşitsizlikte haksızlık yoktur. Aynı olan şeylere
eşit davranmak hak ve adalet iken, aynı olmayan şeylere eşit
davranmak hak ve adalet değildir. Dolayısıyle eşitliğin adil bir
düzlemde tanımlanması demek, farklı olan şeyler arasında
değil, aynı olan şeyler ara-sındaki dengesizliğin önlenmesi,
aynı olan şeylere aynı değerin veya aynı Ödev ve hakların verilmesidir.
Gerçi pratik yaşantının açık realitesinde, bunun böyle olduğunu kendileri de bilmektedir. Mesela düzenledikleri olimpiyat
yarışlarında kadınlara ve erkeklere ayn davranmaktalar, yüz metreyi 11 saniyede koşan kadın
atlete altin madalya verirken, aynı mesafeyi 10
saniyede koşan yüzlerce erkek atlete demir madalya bile vermemektedirler.
Bu durum, kadın ve erkek arasında bir eşitsizlik
değil midir?
Ebetteki eşitsizliktir!.
Ancak bu eşitsizlikte bir haksızlık, bu eşitsizlikte
bir adaletsizlik yoktur. Çünkü kadın ve erkeğin
farklı özellikleri dikkate alınmakta ve dolayısıyle
farklı düzlemlerde yariştırilmaktadırlar. Kadın
ve erkeğe bu konuda eşit davranmamalarının,
onlari aynı düzlemde yariştırmamalannın adil ve hak oluşu,
kadın ve erkeğin bu konuda eşit olmadıkla rindandır. Daha
açık bir ifade ile, eşit olmayan şeylere eşit davranmamak, adalet ve hakkın bir gereği olmaktadır.
Peki, kadın ve erkeğin farklı düzlemlerde ele alınması gere-ken
Sayfa 12
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Misafir Kalemler
durumlar, sadece bu gibi müsabaka durumlan mıdır?
Kadın ve erkeğin farklı özelliklere sahip oluşunun, sosyal
yaşantıya ve sosyal eylemlere yansıyan boyutlan yok mudur?
İşte bu soruîan sağlıklı bir şekilde cevaplandırabilme-miz,
kadını ve erkeği doğru tanımlayabilmemizle mümkündür. Eşitliğin adil düzlemdeki tanımını yaptığımız gibi, kadın ve erkeği
de adil bir düzlemde tanımlamamız gerekecektir.
İnsanı yaratan ve yarattığı insanı hakkıyle bilen şanı yüce Rabbimizin, ayet-i kerimede Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize
göre üstün kıldığı §eyi temenni etmeyin., buyurduğunu, bu
üstünlüğün sadece erkeğin kadına veya kadının erkeğe üstünlüğü olmadığını belirtip "Nitekim fiziki güç, metanet, sabır,
soğukkanlılık, adil ve itidalli davranmak gibi özelliklerde erkekler kadınlara nazaran daha üstün olmalarına karşın; fiziki
zerafet, le-tafet, duygusallık, nezaket, incelik, merhamet ve şefkat gibi özelliklerde de kadınlar erkeklere nazaran daha üstündürler." demiştik. Dolayısıyle kadın ve erkeğin adil bir düzlemde tanımlanması, insani olarak aynı, cinsi olarak ise birbirlerinden farklı, birbirlerine nazaran üstün olabildikleri bir
tanımlamadır.
Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi
temenni etmeyin, buyruğuna dikkat edilirse, buradaki üstün
kılınma vakıasında bir mukayese bulunmakta ve söz konusu
üstünlük, mukayeseli bir üstünlük olmaktadır. Peki, bu mukayese doğru mudur? Kadını veya erkeği tanımlarken, her iki cinsin
üstün veya zayıf yönlerini belirlerken, bu iki cinsin birbiriyle
mu-kayesesi gerekli midir? Elbetteki gereklidir!.
Çünkü kadın ve erkek birbirinden ayrı, birbirinden müstakil
canlılar değildir. Her ikisi de insan kavramı içersi-ne girmekte
ve her ikisi de aynı yaşamı birlikte yaşamak, birlikte paylaşmak durumundadırlar.Dolayısıyle kadını veya erkeği tanımlarken, bunlara sosyal yaşantıda bir yer verirken, mutlaka ve mutlaka karşı cinsin dikkate alınması gerekmektedir. Birçok feministin yaptığı gibi erkeği dikka-te almadan kadını, kadını dikkate almadan erkeği tanımla-mak ve bu tanımlamaya göre onlara
dünya yaşantısında bir yer vermeye çalışmak; hiç şüphesiz ki
denizleri dikkate almadan karalan, karalan dikkate almadan
denizleri tanımlamaya ve dünya haritasını, bu tek taraflı tanımlamaya göre çizmeye benzeyecektir!.
Oysa gözümüzün nuru İslam, kadını ve erkeği birbirinden ayn,
birbirinden müstakil, birbirinden bağımsız düşünmüyor. Kadını
tanımlarken ve kadına sosyal yaşantıda yer
verirken erkeği dikkate aldığı gibi, erkeği
tanımlarken ve erkeğe sosyal yaşantıda yer
verirken de mutlaka kadını dikkate alıyor. Çünkü erkeğin erkek olarak varlığı, kadının
varlığıyla anlam kazandığı gibi; kadının da
kadın olarak varlığı, erkeğin varlığıyla anlam
kazanmaktadır. Kadının olmadığı bir dünyada
erkekle-re özgü erkeksi özelliklerin önemli bir
anlamı olmayacağı gibi, erkeğin olmadığı bir
dünyada da kadınlara özgü ka-dınsı özelliklerin
önemli bir anlamı olmayacaktır.
Kadın ve erkek, birbiriyle önem, birbiriyle anlam kazanan iki cinstir.
Netice olarak erkeği dikkate almadan kadını tanımla-mamız,
kadının hak ve ödevlerini belirleyebilmemiz müm-kün olmadığı
gibi, kadını dikkate almadan da erkeği ta-nımlamamız, erkeğin
hak ve ödevlerini belirleyeb ilmemiz mümkün değildir.
YIL-2/ SAYI– 22
ZILHICCE 1434 / EKIM 2013
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Sohbetler/Düşünceler
Iki farklı son...
Eğitimimin ilk yıllarında ailemle yaşıyordum.
Salih bir atmosfer içinde ... annemin dualarını
işitirdim. Gecenin sonuna dek uyanıktım.
Babamın uzun süren namazlarında sesini duyardım.
Uzadlkça şaşırır kalırdım. Bilhassa da uykunun
en tatlı olduğu soğuk kış gecelerinde.
Kendime şaşardım. Derdim ki ne sabırdlr ki her
gece böyle ... Tuhaf şey... Bilmezdim ki bu bir
müminin huzurudur ve namazın en hayırlısıdır ...
Yataklarından Allah'a yalvarmak için kalkarlar.
Askeri öğrenimimle kesilen bu merhalenin ardından büyümüştüm. Allah'a olan uzaklığım da benimle birlikte büyümüştü...
Işittiğim, zaman zaman kulağıma çalınan nasihatlere rağmen ...
Mezuniyetimin ardından kendi şehrime uzak başka bir şehre tayin oldum. Fakat işimde yeni
tanıştığım arkadaşlar hissettiğim gurbet acısını
hafifletmişti.
Kulaklarımdaki Kur'an
sesi kayboldu. Annemin
beni sabah namazma
çağıran, teşvik eden sesi
kesildi. Yalnız yaşamaya
başlamıştım. Daha önceleri içinde yaşadığım o
aile ortamından uzakta ...
Işteki vazifem, işlek yolların kontrolü ve şehir
çevre-sinin güvenliğinin
temini ve gerektiğinde ihtiyacı olanlara yardım
etmekti. Yepyeni bir işim vardı iyi geçiniyordum
ve işimi de gerçekten seviyordum. Fakat çalkantılı bir dönem yaşıyordum.
Boş vakitlerin çokluğu ve bilgimin azlığı ile
şaşkınlık beni oradan oraya savuruyordu.
Sıkılmaya başlamıştım. Bana dinimi anımsatacak kimse yoktu.
Kazalar ve yaralılar iş hayatımda bildik manzaralardandı. Fakat 0 gün diğerlerinden farklıydı...
Ben ve arkadaşım işimiz esnasında yol kenarındaydık... Şundan bundan anlatıyorduk. Aniden
kuvvetli bir şarpışma sesi duyuldu.
Bir de baktık bir otomobil karşı yönden gelen
başka bir otomobile çarpmış. Yaralılara yardım
etmek işin süratle olay yerine geldik.
Tarif edilmez bir kazaydı. Iki kişinin durumu
ciddiydi ... Onları otomobilden çıkartıp yere
Sayfa 13
MUHACIRUN DERGISI–
Ibni Abdulhalim
yatırdık. Ikinci otomobilin sahibini de aceleyle
çıkarttık. Onu bulduğumuzda ölmüştü. Diğer
ikisine döndük. Onlar da can çekişiyorlardı.
Arkadaşım onlara kelime-i şehadet getirtmeye
uğraştı"Söyleyin la ilahe illallah, la ilahe illallah"
Fakat onlar başladılar şarkı söylemeye. Olay
karşısında dehşete düşmüştüm. Arkadaşım benim aksine ölüm halini iyi biliyordu ve onlara
yeniden şehadet getirtmeye çabaladı.
Öylece kalakalmış, kımıldamadan, donmuş gözlerle bakıyordum. Hayatımda böyle bir şey görmemiştim. Hatta bundan evvel ölüm gördüğüm
bile nadirdir hem de bu şekilde ... Arkadaşım
onlara kelime-i şehadeti tekrar ettirmeye uğraştıkça onlar da şarkı söylemeye devam ediyorlardı.
Nafile ...
Şarkı sesi hafiflemeye başladı. Yavaş yavaş. Birincisi sustu. Ardından
da ikincisi ... Hareket
yoktu ... Öldüler ...
Onları arabaya taşıdık.
Arkadaşım başı önünde
bir kelime bile etmedi.
Uzun bir suskunlukla
geçen bir mesafe gittik.
Bu suskunluğu arkadaşımın sesi bozdu. Bana
bir ölüm 0layı ve kötü
sonunu anlattı. Insan ...
Sonu ya hayırdır ya da
şer ve umumiyetle bu
son insanın dünyada neler yaptığının bir göstergesidir. Bana dini kitaplarda anlatılan birçok
hikayelerden ve gizli ya da aşikar bir insan neyse sonunun da ona göre olacağından bahsetti.
Hastaneye giden yolu ölüm ve ölülerden bahsederek katettik. Beraberimizde taşıdığımız ölüleri de düşününce resim tamamlanıyordu.
Ölümden korkmuştum. Bu olay bana ders olmuştu.
O gece namaz kıldım.
Fakat zamanla bu Olayı unuttum.
Eski halime dönmeye başladım. Sanki O iki
adamı hiş . görmemiş gibi. .. Ama şu da varki
artık şarkıları sevmez olmuştum, eski hevesim
kalmamıştı. Herhalde bu ölüm döşeğindeki O
iki adamın şarkılarıyla da alakalıydı.
YIL-2/ SAYI– 22
ZILHICCE 1434 / EKIM 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Yarının Büyükleri
Müslüman Çocuğun Edebi
9)KOMŞULARIMIZA KARŞI VAZIFELERIMIZ
Aile ve akrabamızdan sonra bize en yakın olan
komşularımızdır. Komşularımıza olan vazifelerimizin başlıcaları şunlardır:
1. Komşulara el ve dil ile eziyet etmekten kaçınmalıdır. Evde gürültü yapmak, dökülen çöplerle
komşuları zor durumda bırakmak, vb. Müslümanlıkla bağdaşmaz. "Peygamberimiz: "Allah'a ve
âhiret gününe Iman eden komşusuna eziyet etmesin buyurmuştur. (Sahihi Buhari)
Soru: Mucize ve Keramet ne demektir?
Cevap: Mucize: Peygamberlerin peygamber olduklarını isbat etmek için Allah'ın yardımı ile gösterdikleri olağan üstü olaylardır.
Keramet:Allah'ın yardımı ile Allaha dost olan kulların kendileri farkında olmadan meydana getirdikleri olağanüstü olaylardır.
Soru: Peygamber Efendimizin özelliklerini anlatınız.
Cevap:
a)Peygamberimiz Allah'in en sevgili kulu yaratılmışların en faziletlisidir.
b) Son Peygamberdir.Ondan sonra Peygamber gel2. Komşusunu çaresizlik içinde gören kimse, onun
meyecektir.
yardımına koşmalıdır. Cenabi Hak bir ayeti kerimec) Bütün insan ve cinlerin peygamberidir.
de komşuya iyilik edilmed) Peygamberliği kıysini tavsiye etmektedir.
amete kadar bütün
(Nisa, 36)
zamanlari içine
almıştır.
3. Komşunun evini, kene) Peygamberimizin
disinin bulunmadığı zatebliğ ettiği Islam dini
manlarda korumak,
kıyamete kadar devam edecektir.
4. Komşuları zaman zaman ziyaret etmek, hastaSoru: Kıyamet günü
landıklarında kendileriyle
insanlara nelerden
yakından ilgilenmek,
sorulacaktır?
Cevap: Peygamber
Komşu hakkinin önemini
Efendimiz şöyle buyPeygamber Efendimiz şu hadisi şeriflerinden daha
uruyor:Kıyamet gününde insan dört şeyden sorguya
iyi anlamaktayız:
çekilmedikce huzurdan ayrılamaz;
Cebrail, bana durmadan komşuya iyilik yapmayı
a) Ömrünü nerede geçirdiğinden,
tavsiye etti. Bu sıkı tavsiyeden, komşuyu komşuya
b) Vücudunu nerede yıprattığından,
mirasçı yapacağını zannettim. (Sahihi Buhari)
c) Malını nereden kazanıp nereye harcadığından,
d) Bildiği ile ne kadar amel ettiğinden.
Komşumuz Müslüman olmasa bile onlarla iyi geçinmek (örnek olmak), eziyet etmekten sakınmak, iyi
Soru: Kader ve Kazayı tarif ediniz.
davranışlar içinde bulunmalıyız.
Cevap:
Kader:Kainatta olacak şeylerin zamanını, özellikleriBunları Biliyormusunuz?
ni ve nasıl olacaklarını Allah'ü Teâlâ'nin ezelde bilmesi ve takdir etmesine kader denir.
Kur'anda ismi geçen Peygamberler şunlardır: Adem,
Idris, Nuh, Hud, Salih, Lut, Ibrahim, Ismail, Ishak; Kaza: Allah'ü Teâlâ 'nın ezelde takdir ettiği şeyleri
zamanı gelince bu taktirine uygun olarak yaratmasıYakup, Yusuf, Şuayb, Harun, Musa; Davud, Süleyman, Eyyüb, Zülkifl, Yunus, Ilyas, Elyesa, Zekeriyya, na kaza denir.
Kaderi bir plana benzetirsek, kaza da plana uygun
Yahya, Isa, Muhammed ( Aleyhim'üs selam)
olarak o şeyin meydana gelmesidir.
Sayfa 14
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 22
ZILHICCE 1434 / EKIM 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Basından Seçmeler
Basında çıkan haberlere göre, mal varlıkları dondurulan
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Harf, Başbakan Erdoğan'ın
kişiler arasında, Af gan müBeşar Esad için kullandığı 'terörist' ifadesini değerlendirerek
cadelesinin sembol isimle"çok kötü bir insan ama terörist diyemem" dedi.
rinden Gülbeddin Hikmetyar
Washington- ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf,
ile 3 Türk’ün adı da bulu"Esad rejiminin BM Güvenlik Konseyi tasarısı bağlamında
nuyor. Birleşmiş Milletler
yerine getirmesi gereken sorumluluklarının olması, siyasi meşGüvenlik Konseyi tarafından
ruiyet bahşedildiği anlamına gelmiyor. Esad rejiminin gitmesi
listelenen kişi, kuruluş veya
gerekli ve rejimden sonra yerine gelecek geçici hükümet de
organizasyonların tasarruBMGK tasarının uygulanmasının sorumluluğunu üstlenecek.
funda
bulunan
mal
varlığının
dondurulmasına
ilişkin kararın
Bu, tam da Bakan Kerry'nin söylediği şey" dedi.
yürürlüğe
konulmasına
ilişkin
Bakanlar
Kurulu
Kararı, Resmi
Harf, günlük basın toplantısında, Başbakan Recep Tayyip ErGazete
’de
yayımlandı.
Buna
göre,
Birleşmiş
Milletler
Güvendoğan 'ın, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin Suriye Devlet
lik
Konseyi’nin
1267
(1999),
1988
(2011)
ve
1989
(2011)
Başkanı Beşar Esad'a yönelik sözlerini eleştirmesine yönelik
soru üzerine, ABD olarak Esad'ın meşruiyetini kaybettiğine ve sayılı kararları doğrultusunda belirtilen kişi, kuruluş ve organiiktidardan gitmesi gerektiğine ilişkin duruşlarının değişmediği- zasyonların tasarrufunda bulunan Türkiye ’deki mal
varlıklarının dondurulması kararlaştırıldı.
ni söyledi.
'Esad terörist değil'
Esad rejiminin BM Güvenlik Konseyi tasarısı bağlamında yerine getirmesi gereken sorumluluklarının olmasının, siyasi meşruiyet bahşedildiği anlamına gelmediğini ifade eden Harf, söz
konusu rejimin gitmesi gerektiğini vurguladı.
Başbakan Erdoğan: Kendi vatandaşını öldüren teröristtir
Harf, Esad rejiminden sonra yerine gelecek geçici hükümetin
de BMGK tasarının uygulanmasının sorumluluğunu üstleneceğini dile getirdi ve bunun tam da Kerry'nin söylediği şey olduğunu bildirdi.
Başbakan Erdoğan'ın, Esad'ı "terörist" olarak tanımlamasına
yönelik soru üzerine Harf, "Esad, meşruiyetini kaybetti. Esad,
100 binin üzerinde insanı öldüren zalim bir diktatör ve gitmesi
gerekiyor" diye konuştu.
Harf, "Esad'ı terörist olarak görüyor musunuz?" sorusuna ise
"Bu terimi kullanmayacağım. Ama onun ne kadar kötü bir insan olduğu, halkına karşı ne kadar yıkıcı bir lider olduğu ve
yönetmek için hiçbir meşrutiyetinin bulunmadığı noktasında
kitaptaki her terimi kullanabilirim" yanıtını verdi.
Hamas'ın Türkiye 'de ofis açmayı planladığına ilişkin soruya
karşılık Harf, bu harekete yönelik pozisyonlarının değişmediğini belirterek, Hamas'ın "terörist bir organizasyon" olduğunu
kaydetti.
————————————
Karar doğrultusunda El Kaide ile bağlantılı 219 gerçek, 63 tüzel kişi, kuruluş veya organizasyonun, Taliban’la bağlantılı 130
gerçek, 4 tüzel kişi, kuruluş veya organizasyonun mal varlıkları
donduruldu. Mal varlıkları dondurulan kişiler arasında üç de
Türk vatandaşının bulunması dikkat çekti. 1978 Bayburt
doğumlu Adem Yılmaz’ın 2007 yılından bu yana Almanya ’da
cezaevinde olduğu belirtildi. Bir diğer Türk ise 1978 Almanya
doğumlu Mevlüt Kar. 1985 Almanya doğumlu Atilla Selek de
listede yer alan bir diğer Türk. Selek, 2005’te vatandaşlıktan
çıkartılmış. Bu karara karşı, 60 gün içinde Danıştay’da dava
açılabilecek. Ayrıca 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının
Önlenmesi Hakkında Kanunu’nun yürürlük tarihi olan 16 Şubat
2013’ten önce alınan 6 Bakanlar Kurulu kararları yürürlükten
kaldırıldı
————————————————-
Karadavi: Demokrasi bir dindir
2013-10-10. Özellikle Arap devrimleri sonrası Demokrasiyi
savunan söylemleriyle bilinen Yusuf El Kardavi’nin eski bir
videosu ortaya çıktı. Kardavi'nin
Demokrasiye yönelik eski bir
konuşmasını ilginize sunuyoruz.
İslam dünyasının Batı toplumları
ABD Somali'de yine
gibi liberal, demokratik dünya
bozguna uğradı!
görüşünü benimsemesi için uygulanan eğitim müfredatları, neşreSomali’de Dokku Ebu
dilen kitap ve makaleler ve medyOsman’ı ararken 6 Amerianın bu konudaki etkin kullanımıkan ‘seal’ komandosu
na rağmen İslam dünyasına Oryöldürüldü, yaralandı...
antalist bakışı yansıtan bu strateji
Hollanda devlet TV’si
bazı kesimleri etki altına alsa da bir türlü başarılı olamıyor.
NOS‘a göre Doğu Afrika,
Prof. Dr. Yusuf el Karadavi'nin demokrasiye yönelik eski bir
Somali’de bir kasabada
konuşmasını ilginize sunuyoruz.
Amerikan ölüm listesinde yer alan Kafkasya Emirliği Emiri
Özellikle Arap devrimleri sonrası Demokrasiyi savunan söyDokku Ebu Osman’ı ararken ABD katiller grubu “Seals”ten
lemleriyle bilinen Yusuf El Kardavi’nin eski bir videosu ortaya
komutanları dahil en az 6 Amerikalı haydut öldürüldü….
çıktı. El Kardavi bu videosunda demokrasinin, beşeri kanun————————————————ların gerçeğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. İşte bu
videodan bazı kesitler:‘Çağdaş sorunlar kendini ithal edilen
Türkiye, Hikmetyar'ın malvarlığını dondurdu
yabancı, beşeri kanunların İslam topraklarında İslami şeriat
2013-10-10.Bakanlar Kurulu, BM Güvenlik Konseyi kararı
kanunlarını bastırmasında ve İslam topraklarının ortasında ve
doğrultusunda, El Kaide ile bağlantılı 219 kişi ve 63 kuruluş ile birçok İslam ülkesinde İslam şeriatını kovmasında göstermekTaliban'la bağlantılı 130 kişi ve 4 kuruluşun mal varlıklarını
tedir. Beşeri kanunlar İslami şeriatın yerini almıştır. Bu, daha
dondurma kararı aldı.
önce bilinen bir şey değildi…..
Sayfa 15
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 22
ZILHICCE 1434 / EKIM 2013
‫و‬
‫قال ُسو َُل ل‬
‫إِ لي س‬
ِ‫"يَ ْب َغط ِأ ي‬
‫ف ََ َِامِ َ ْم‬
َ ‫َ َمطلَ ِب‬
َ ‫ف ََ َِامِ َ ْم ن َيتِ نأ َاا ََ ْم َََْطلَ يَ ْط ََ ْأ‬
َ
"Güçsüz ve düşkünleri araştırıp bana getirin, Çünkü siz ancak içinizdeki güçsüzler
sayesinde yardım görüyor ve rızıklandırılıyorsunuz." (Buhari, Nesai, Ebu Davud, Tirmizi)
Download