Sayi 1/Yil 1

advertisement
‫سطأل َ َط َي ْطِْ ح َ ْا ِم اِأ َ ْم‬
َ ‫ َا َي َ َاا ح نْ َِ لَ ا َا َأط ْح َي ِ ََط ْح ع َ َط َي ِ ََط ْح حْ نم‬.‫ل حْ نم ِِ ِم‬
ِ ‫ِ حْ نم ِْا‬
Sayi 1/Yil 1
YIL 2/ SAYI 20
ŞEVVAL 1434/ AĞUSTOS 2013
‫ب ِ ْس ِم‬
Hediyemiz olsun!
Musa(a.s.):„Ey Rabbim! Ben, kendimle kardeşimden
başkasına söz geçiremiyorum, artık bizimle bu fâsık
kavmin arasını ayır“ dedi. (Maide, 25)…
Aylık;
Islami,
Siyasi
ve
Ilmi
Dergimiz...
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
k
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Fihrist
Dersler
Konular
Yazarlar
Sayfa
—
—
2
Demokrasi Simsarlari(2)
Editör
3
Tefsir Dersleri
A´la Suresi (14-19)
Ebu Abdurrahman
4
Tefsir Dersleri (devam)
A´la Suresi (14-19)
Ebu Abdurrahman
5
Islamiyette Terör yoktur!
M. Metin Müftüoğlu
6
Suffa Mektebi
Temel Meseleler(6)
Ibni Abdulhalim
7
Fetva Köşesi
Sualler-Cevaplar(7)
Ebu Ensar
8
Beyyineler
Mekteb-i Ibrahim(2)
Cemaleddin Hocaoğlu
9
Islam/Ibadet
Kelime-i Şahadet (9)
Said Havva
10
Siyer/Davet
Peygamberimizin Hayatı;
Uzlaşma Politikasi
B. Çobanoğlu
11
Kadın-Erkek eşitliği
Misafir Kalemler
12
Kur´anda Gençler ve Gençlik değerleri(6);
Hz. Meryem
Ibni Abdulhalim
13
Müslüman Çocuğun edebi
Anonim
14
Mısırrda Darbe olmuş?
—
15
Fihrist
Gündem/Yorum
Gençlerle Başbaşa
Hanımlar Köşesi
Sohbetler/Düşünceler
Yarının Büyükleri
Basından Seçmeler
Muhacirun Dergisi:
www.muhacirun.net
Yazışma Adresimiz:
[email protected]
Sayfa 2
MUHACIRUN DERGISI–
Doğrular Islamın doğrulardır,
hatalar/yanlışlar bizim
yanlışlarımızdır. Okuyucularımızdan
(Islama göre varsa) Hatalarımızın
düzeltilmesini istirham ediyoruz.
YIL-2/ SAYI– 20
ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Gündem/Yorum
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Editör
dünyada kimi sever, kiminle haşr-ü neşr olur ve kimden yana olursa ahirette de onun arkasına takılacak,
Diyanet’in başına musallat olan bu zihniyet de yıkıla- onunla haşr-ü neşr olup, onunla çağrılacaktır ve
caktır. Din görevlilerindeki iman cevheri şahlanacak,
hakkında verilecek hüküm de ona göre olacaktır. Isra
bir volkan gibi, patlayıverip tozu dumana katacak ve
Suresi’nin 71. ayeti bunu nâtıktır.
kemalizme payanda olan başlarındaki bu bel’amları
Meal şu:“(Hatırla) ol günü ki, biz insanlardan her
kaldırıp atacaktır. Biz buna inanıyoruz. Çünkü o teşki- birini tabi olduğu imamiyle (önderiyle) çağıralat mensuplarında iman cevheri vardır. Ve o cevherdir cağız!..”
ki, Türkiye Din Görevlileri Federasyonu seçiminin her
seferinde Tayyar zihniyetini hezimete uğratmıştır. Hele Işte, Hoca Efendi bunu bildiği ve buna inandığı için,
hele federasyon mesullerinin, son genel kurul
kendisini dünyada rezil, ahirette zelil ve perişan edecek
toplantısında; Tayyar’ın, faizi mübah görme yolunda
kişilere yardımcı olmaz ve olamaz; onları sevmez ve
yapmış olduğu konuşmayı, protesto eder mahiyette
sevemez. Ondaki iman cevheri buna müsaade etmez!
yaptıkları neşriyat da bunun açık delillerinden biridir. Bakınız Rabb’imiz Hud Suresi’nin 113. ayetinde ne
buyuruyor:“Sakın zulmedenlere en ufak meyille
Tayyar zihniyetinin, mutlaka yıkılacağının delillerinmeyletmeyin, sonra size ateş çarpar!” Hiç bir hoca
den biri de, örümcek ağı mesabesinde bulunan kema- efendi dehşet saçan bu ayet karşısında zalimlere
lizme sırtını dayamış olmasıdır. Artık onu da Diyanet yardımcı olamaz veya yardım etmede devam edemez!..
Vakfı’nın paralarıyla etrafına topladığı paralı askerleri Ve yine Ahzab Suresi’nin 66, 67 ve 68. ayetlerinin,
de kurtaramıyacaktır. Çünkü, din
“Yüzleri ateşte (pişirilip) çevrildiği
görevlileri ve hoca efendiler nezgün derler ki: Eyvah bize! Keşke
dinde bu şebekenin maskesi düşAllah’a itaat etseydik, Peygammüş ve hakiki çehrelerinin ne olber’e itaat etseydik. Ve derler ki:
duğu gün ışığına çıkmıştır.
Rabb’imiz! Biz efendilerimize ve
büyüklerimize uyduk da bizi yolEsasen teşkilat mensupları, hoca
dan sapıttırdılar. Rabb’imiz! Onefendiler, müslüman bir milletin
lara azaptan iki kat ver ve onlara
evladları ve mihmandarlarıdır.
büyük bir lânet eyle!” şeklinde teAma, millet istiklâl mücadelesinin
celli eden ve dehşet saçan manzarasahte kahramanları tarafından oyuları karşısında pişmanlığın da, suçu
na getirildiği gibi, mihmandarları
başkasına atmanın da fayda vermeyda Tayyar zihniyetinin oyununa
ip korkunç akibete sürüklenmelerine
getirilmiş de, kemalizmi koruyave nihayet arkalarına takıldıkları
caklarına dair imza verip yemin
kişilerle birlikte cehennemi boylamaetmişlerdir. Ama, bunlar aslında
larına kendilerindeki iman cevheri
satılmış değillerdir. Ve artık oyuna geldiklerinin farkı- müsaade etmiyecektir.
na varmışlardır, nedamet duyup tevbe ve istiğfar etme- Ve netice:
nin yoluna girmişlerdir ve gireceklerdir. Çünkü, onlar- Hoca Efendiler; Tayyar zihniyetinin oyununa geldikledaki iman cevherine yakışan da budur. Ve çünkü, onlar rinin farkına varmakta gecikmiyeceklerdir.
AIlah’a kul, Peygarnber’e ümmet olrnanın şerefinin
Zaten bir kısmı çoktan farkına varmıştır. Henüz farkına
idraki mevkiindedirler ve onlar, kürsü ve minberlerden varmayanlar da bu ve buna benzer tebliğ mahiyetinde“Allah’tan ancak ulema korkar!” mealindeki ayet-i ki yazılar, Inayet-i Hakk’la farkına varmalarına vesile
kerime’yi okuyan ve okutan insanlardır ve nihayet,
olacaktır.Allah’tan dua ve niyazımız odur ki, hocasına,
asırlarca Islam’a hizmet etmiş, Islam’ın bayrağını
hacısına ve bütün millete basiret ihsan eylesin de, detaşımış, adaletin ve cesaretin örneğini vermiş bir mille- mokrasi simsarlarının ve diğer bütün batıl sistemlerin
tin evlatlarıdır.
maşası olan bel’amları ve bunların zihniyetlerini en
kısa zamanda tanıyıp onları başlarından atsınlar ve onBu kadar vasfa ve şerefli bir maziye sahip olan bu ku- ların tahakküm ve tasallutlarından kurtulsunlar.
ruluş mensuplarının Tayyar zihniyetine ve doIayısiyle Tebliğ ve dua bizden, tevfik ve kabul Rabb’imizdenkemalizm putuna âlet olacaklarına veya âlet olmada
dir!..
devam edeceklerine ihtimal vermek doğru değildir.
Cemaleddin Hocaoğlu (Kaplan) -Rh.a.Keza o iman cevherine, o vasfa ve o şerefli maziye saEmîr’ül-Mü’minîn ve Halîfet’ül-Müslimîn
hip olan bu teşkilat mensupları, bilir ve inanır ki, kişi
Demokrasi Simsarları (2)
Sayfa 3
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 20
ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
TEFSIR DERSLERI
َ ‫) َ ْل ىْثْ رص ْرو‬15( ‫م َ َه ف صَ لَ َ ح‬
ْ ‫) َو َذ َ َر ف‬14( َ َ‫قَ ْد فَ ْلحَ َ َ َْ ى‬
َ
‫) فص َذاف لَاص فل ْ ْح ص‬17( َ ْ َ‫) َو ْفْلَ صخ َرةْ َخ ْي ور َوف‬16( َ‫ف ْل َحيَوةَ فل ْد ْيي‬
)19( ‫م‬
ْ )18( َ‫ْفْلْول‬
َ ‫ص ْح ص فص ْ َر صذي َ َو ْ و‬
87- A'LÂ SÛRESİ (2)
Mushaftaki Sıralamaya Göre 87. Sûredir.Mufassal Sûreler
Kısmının On Birinci Grubundaki Üçüncü Sûredir. 19
âyettir. Mekke'de nazil olmuştur.
(14-19. ÂYETLER)
14. Doğrusu temizlenen felah bulmuştur. 15. Rabbinin
adını anıp da namaz kılan. 16. Fakat siz dünya hayatını
üstün tutuyorsunuz. 17. Halbuki âhiret daha hayırlı ve
daha devamlıdır. 18. Şüphesiz ki bu ilk sahifelerde; 19.
İbrahim ve Musa’nın sahifelerinde vardır.
Temizlenen Kurtuluşa Ermiştir (Âyet 14)
"Doğrusu temizlenen felah bulmuştur." Kurtuluşa
ermiştir. Nesefî der ki: "Şirkten temizlenen yahut namaz
için temizlik yapan veya zekâtını veren kimse." İbn Kesîr
der ki: "Kendisini kötü ahlâktan temizleyip, Allah'ın
Peygamber (s.a.v)'e indirdiklerine uyan kimse."
Rabbinin Adını Anıp Namaz Kılan (Âyet 15)
"Rabbinin adını anıp da namaz kılan." Nesefî, "İftitah
tekbirini alıp beş vakit namazını kılan."; İbn Kesîr de:
"Allah rızasını isteyerek, O'nun emrine uyarak, şeriatına
bağlanarak vakitlerinde namazı dosdoğru kılan kimse"
der.
Bu âyet hakkında başka görüşler de ileri sürülmüştür.
Bunlardan bazısına göre, âyette geçen Allah'ın
anılmasından maksat O'nu bayram günü namaz kılınacak,
yere giderken yolda anma, namazdan maksat da sadece
bayram günü kılınan namazdır. Bazılarına göre ise ‫التزكى‬
şehadet kelimelerini söylemek ve bunun ifade ettiği
mânaya yürekten inanmaktır. Allah'ın anılması ve
namazdan maksat ise beş vakit namazdır. Bunların tümü
birbirini tamamlayıcı nitelikte mânalardır. Yukarıda
geçen 14. ve 15. âyetlerin bunların hepsine ihtimali
vardır.
"Doğrusu temizlenen, Rabbinin adını anıp da namaz kılan
felah bulmuştur" âyetiyle ilgili olarak İbn Kesîr şöyle
der:"Hafız Ebû Bekr el-Bezzâr'ın Câbir b. Abdullah'tan
naklettiğine göre: Rasûlullah (s.a.v), "Doğrusu temizlenen
felah bulmuştur" âyeti hakkında: "Allah'tan başka hiçbir
ilâh olmadığına şahadet ederek O'na denk tanımayan ve
benim Allah'ın rasûlü olduğuma da şahadet eden (felah
bulmuştur)" buyurur. "Rabbinin adını anıp da namaz
kılan" âyeti hakkında ise: "Bu beş vakit namazı kılmak
onlara devam edip önem vermektir" buyurur. Ravi; bu
hadis Câbir'den sadece bu şekilde rivayet edilmiştir, der.
İbn Abbas da şöyle der: Burada geçen namazdan maksat
Sayfa 4
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Ebu Abdurrahman
beş vakit namazdır. İbn Cerîr de bunu tercih etmiştir. Yine
İbn Cerîr'in Ebu Halde'den naklettiğine göre o şöyle
demiştir: Ebu'l-Âliye'nin yanma girdim de o bana dedi ki:
Yarın sabah bayrama giderken bana uğra. Ebu Halde der
ki: Ben de ona uğradım. Dedi ki: Bir şey yedin mi? Ben:
Evet, dedim. Üstüne su dokundun mü? dedi, ben: Evet,
dedim. Söyle bana, fıtır sadakasını ne yaptın? dedi, ben:
Onu verdim, dedim. Sonunda: Ben de seni bunlar için
istemiştim, dedi ve: "Doğrusu temizlenen, Rabbinin adını
anıp da namaz kılan felah bulmuştur" âyetlerini okudu ve
dedi ki: Medine halkı bundan ve su dağıtmaktan daha
değerli bir sadaka bilmiyordu.
Bize, mü'minlerin emiri Ömer b. Abdülaziz'in insanlara
fıtır sadakasını vermeyi emrettiği ve şu âyeti okuduğu
rivayet edilmiştir: "Doğrusu temizlenen, Rabbinin adını
anıp da namaz kılan felah bulmuştur."
Ebu'l-Ahvas der ki: Sizden birinize, namaz kılmak
üzereyken bir dilenci gelirse namazdan önce fıtır
sadakasını versin. Çünkü Allah Teâlâ: "Doğrusu
temizlenen, Rabbinin adını anıp da namaz kılan felah
bulmuştur" buyurur. Katâde de bu âyet hakkında:
"Doğrusu temizlenen, Rabbinin adını anıp da namaz kılan
felah bulmuştur"; yani malının zekâtını verip yaratıcısını
hoşnut eden kimse felah bulmuştur, der."
Nesefî şöyle der: "Âyette geçen ‫ = من كزكى‬Şirkten
temizlenen yahut namaz için temizlik yapan veya zekâtı
veren anlamınadır. Bu fiil ‫ الزكاة‬kökünden ‫كفعّل‬
ölçüsünde bir fiildir. Nitekim ‫ كصدق‬da ‫لصدقة‬
kökünden aynı ölçüde bir fiildir. "Rabbinin adını anıp
da..." âyeti, iftitah tekbirini alıp da beş vakit namazı kılan
anlamınadır. Bu âyet, namazda iftitah tekbirinin
tekbirinin farziyetine ve onun namazın dışında olduğuna
delalet eder. Çünkü ‫=ص ّلى‬namaz kıldı fiili ‫ ذكى‬andı"
fiiline atfedilmiştir. Atıf ise aralarında atıf bağı bulunan
şeylerin başka başka şeyler olmasını gerektirir. Yine bu
âyet iftitah tekbirinin Allah'ın isimlerinden herhangi
biriyle caiz olduğuna da delâlet eder.
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, bu âyet hakkında
şöyle demiştir: Âhiretini ve Rabbinin huzurunda duruşunu
hatırlayıp da O'nun için namaz kılan kimse (felah
bulmuştur). Dehhâk da şöyle der: Namazgah yolunda
Rabbinin adını anıp da bayram namazını kılan (felah
bulmuştur)..."
Bütün bunlardan sonra Allah Teâlâ, öğüdü, temizlenmeyi
ve namazı reddetmenin baş sebebini beyan eder. Bu da
dünya hayatının üstün tutulmasıdır:
İnsan Dünyayı Âhirete Tercih Ediyor (Âyet 16-17)
"Fakat siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz." Nesefî der
ki: "Âhirete karşı dünya hayatını üstün tutuyor da sizi
kurtuluşa ulaştıracak şeyleri yapmıyorsunuz. Bu âyette
hitap kâfirlere yöneliktir. Bunun delili de Ebû Ömer'in
âyette geçen ‫ كؤثرون‬kelimesini ‫ يؤثرون‬şeklinde (yâ) ile
okumasıdır." İbn Kesîr şöyle der: "Dünya hayatını âhiret
işine tercih ediyor, onu hem dünyanız hem de âhiretiniz
YIL-2/ SAYI– 20
ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
için menfaatiniz bulunan şeylerden üstün tutuyorsunuz."
"Halbuki âhiret daha hayırlı ve daha devamlıdır." Nesefî
der ki: "Âhiretin bizzat kendisi daha üstün daha
süreklidir." İbn Kesîr de şöyle der: "Âhiret yurdunda
Allah'ın mükâfatı dünyadan daha hayırlı ve daha
kalıcıdır. Zira dünya aşağılık ve geçicidir. Âhiret ise
değerli ve bakîdir. Öyleyse akıllı bir kimse nasıl olur da
geçici olanı kalıcı olana tercih eder! Kısa zamanda
kendisinden ayrılacak olanı önemser de ebediyyet
yurdunu dikkate almaz!"
"Fakat siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz. Halbuki
âhiret daha hayırlı ve daha devamlıdır" âyetiyle ilgili
olarak İbn Kesîr şöyle der:"İmam Ahmed b. Hanbel'in Hz.
Âişe (r.anha)'dan naklettiğine göre Rasûlullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur: "Dünya yurtsuzun yurdu, malsızın
malıdır. Akılsız kimse dünya için toplar."
İbn Cerîr'in Arfece es-Sekafî'den naklettiğine göre o şöyle
demiştir: İbn Mes'ûd'dan el-A'lâ sûresini okumasını
istedim: "Fakat siz dünya hayatını
üstün tutuyorsunuz" âyetine gelince
okumayı bıraktı ve arkadaşlarına
dönüp: Dünyayı âhiretten üstün
tuttuk, dedi. Topluluk sustu. Sonra
tekrar devam etti: Dünyayı üstün
tuttuk. Çünkü onun süsünü,
kadınlarını, yiyecek ve içeceklerini
gördük. Bunlar bizi âhiretten
uzaklaştırdı. Dünyayı tercih ettik ve
âhireti terkettik.
İbn Mes'ûd'un böyle konuşması ya
onun alçakgönüllüğündendir. Yahut
da dünyayı tercih edenleri oldukları
hâl üzere haber vermiş
olmasındandır. En iyisini Allah bilir.
Yine Ahmed b. Hanbel'in Ebû Musa el
-Eşârî'den rivayet ettiğine göre
Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
Dünyasını seven âhiretine zarar verir.
Âhiretini seven de dünyasına zarar verir. Öyleyse kalıcı
olanı geçici olana üstün tutun." Bunu sadece Ahmed b.
Hanbel rivayet etmiştir."
Bunlar İbrahim ve Musa'nın (a.s) Sabitelerinde de
Vardır (Âyet 18-19)
"Şüphesiz ki bu..." yani üçüncü fıkrada zikredilen şeyler,
İbn Kesîr'e göre bu âyetlerin içerdiği mânalar; "...ilk
sahifelerde. İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde vardır."
Onlar, Azîz ve Celîl olan Allah'ın peygamberlerine
vahyettiği suhuf ve kitaplarda kaydettiği şeylerdir. İnsan
ise her asırda aynı insandır.
"Şüphesiz ki bu ilk sahifelerde, İbrahim ve Musa'nın
sahifelerinde vardır" âyetinin tefsirinde İbn Kesîr şöyle
der:"Hafız Ebû Bekr el-Bazzâr'ın İbn Abbas'tan
naklettiğine göre o demiştir ki: "Şüphesiz ki bu ilk
sahifelerde, İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde vardır"
âyetleri nazil olunca Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Bunların hepsi veya bu, İbrahim ve Musa'nın
sahifelerinde vardı." Ravi der ki: Ata b. Sâib'in
İkrime'den, onun da İbn Abbas'tan naklettiği, bundan
başka sağlam bir senet ve bunun gibi rivayet ettiği başka
Sayfa 5
MUHACIRUN DERGISI–
bir hadis de bilmiyoruz.
Nesâî'nin Ata b. Sâib ve İkrime vasıtası ile İbn Abbas'tan
rivayet ettiğine göre o, "Yüce Rabbinin adını an" sûresi
nazil olunca: Bunların hepsi İbrahim ve Musa'nın
sahifelerinde vardır, demiştir. "Vazifesini yerine getiren
İbrahim'in sahifelerinde..." (en-Necm, 53/37) âyeti nazil
olunca da: İbrahim; "Doğrusu hiçbir günahkâr diğerinin
günah yükünü çekmez" diye vazifesini yerine getirdi,
demiştir. Yani bu âyet, Allah Teâlâ'nın en-Necm
süresindeki: "Yoksa Musa'nın ve vazifesini eksiksiz yerine
getiren İbrahim'in sahifelerinde olanlardan haberdar mı
edilmedi ki hiçbir günahkâr diğerinin günah yükünü
çekmez. İnsan için kendi çalıştığından başkası yoktur.
Gerçekten onun çalıştığı ileride görülecektir. Sonra ona
karşılığı eksiksiz verilecektir. Şüphesiz ki son varış ancak
Rabbinedir" (en-Necm, 53/37-42) buyrukları gibidir.
"Şüphesiz ki bu ilk sahifelerde, İbrahim ve Musa'nın
sahifelerinde vardır" âyetiyle ilgili olarak İbn Cerîr'in
İkrime'den naklettiği rivayette o şöyle
demektedir: Bu âyette geçen "şüphesiz
ki bu" ifadesiyle, aynı sûrede geçen
önceki âyetlere işaret edilmiştir.
Ebu'l-Âliye de der ki: Bu sûrede
anlatılanlar ilk sahifelerde vardır.
İbn Cerîr ise: "Şüphesiz ki bu..."
ifadesi ile şu âyetlere işaret edilmek
istendiği görüşünü tercih etmiştir:
"Doğrusu temizlenen felah bulmuştur.
Rabbinin adını anıp da namazı kılan.
Fakat siz dünya hayatını üstün
tutuyorsunuz. Halbuki âhiret daha
hayırlı ve daha devamlıdır." Bunlardan
sonra Allah Teâlâ: "Şüphesiz ki bu önceki âyetlerin içeriği- ilk sahifelerde,
İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde
vardır." buyurur. İbn Cerîr'in bu
tercihi kuvvetlidir. Katâde ve İbn
Zeyd'den de benzeri bir görüş
nakledilmiştir. En iyisini Allah bilir."
Nesefî der ki: "Şüphesiz ki bu..." ifadesi Allah Teâlâ'nın:
"Doğrusu temizlenen felah bulmuştur" âyetinden,
"Halbuki âhiret daha hayırlı ve daha devamlıdır" âyetine
kadarki sözlerine işarettir. Yani bu sözlerin içeriği o
sahifelerde vardır. Yahut da bu ifade ile, sûrenin
tümündeki muhtevaya işaret edilmiştir.
Buna göre el-A'lâ Sûresi'nin bu son âyeti, Kur'ân-ı
Kerim'in namazda Farsça okumanın caiz olduğuna
delildir. Çünkü adı geçen âyet bu sûrenin muhtevasının o
sahifelerde zikredildiğini bildirmektedir. Halbuki o
sahifelerdeki âyetler Kur'ân tertibi ve Kur'ân'ın diliyle
değildir."
Ben derim ki:Namazda Kur'ân'ı Arapçadan başka bir
dille okumanın caiz oluşu, Arap olmayan bir kimsenin
Kur'ân'dan bir şeyler ezberlemekten aciz olduğu durumda
sözkonusudur. Bu cevaz da zorunlu olan en kısa süreyle
sınırlıdır.
Nesefî şöyle der: "İbrahim'in sahifeleri hakkında
nakledilen bir hadiste şöyle buyrulur: "Akıllı insanın
dilini tutması zamanını bilmesi, işine yönelmesi
gerekir"...'"
YIL-2/ SAYI– 20
ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Gençlerle Başbaşa
İSLAMİYETTE TERÖR
YOKTUR!
Allah'ın emrettiği, Peygamber'inde bizzat uyguladığı
İslam!..
İslam kelimesinin ifade ettiği
manalar nedir?
1- İslam: Arapcada harp ve münazaanın (ağız kavgasının) zıddı olan silm ve istislam manalarına gelir.
2- İslam: Müsalemet, Mütavaat, ınkiyad, ıhlas
anlamlarına da gelir.
3- İslam: Silme koymak veya silme, yani barışa
girmek, selam vermek anlamlarını da içine alır.
Bütün anlamları selam ve selamet kelimelerinin
anlamları ile ilişkilidir.
Bu anlama göre İslam genel olarak itaat, teslimiyet,
boyun eğmek, samimiyetle bağlanmak hakkında
kullanılabilir.
Yalnız Hakka, Allah'a
teslimiyettir. Allah'tan ve
Haktan başkasına boyun eğip,
teslim olmak ise İslam'a
aykırıdır.
Gerek Hz. Peygamber'in gerek
ona tabi olanların İslam'ı,
doğrudan doğruya Cenab-ı
Allah'a İslam, yani ihlas ve
samimiyetle O'na teslimiyet ve
itaat etme demek olduğu
kesinlik kazanır.
Buna göre din lisanındaki İslam, lügat anlamındaki
gibi geniş kapsamlı değil, özel ve belirli bir anlam
ifade etmektedir.
''Ey iman edenler hepiniz toptan silme (barış, selamet)
giriniz ve şeytanın izinden gitmeyiniz!'' (Bakara, 208)
ayeti kerimesi İslam'ın içerdiği olumlu ve olumsuz
yönleri birlikte göstermiştir.
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Emîr’ul Mu’minîn
elinden emin ve salim olduğu kimsedir!) diye tarif ve
tavsif olmaktadır.
Mal ve Can emniyeti
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ''Mü'min hakkı
ve vasfı şu olması gerekir ki, insanlar mallarında ve
canlarında ondan emin olalar!''
Mehmed Akif'in de dediği gibi:
Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı;
Asrın idrakına söyletmeliyiz İslam'ı!
İslam'da terör olmadığını herkese anlatıp, terörün her
türlüsünü de lanetliyoruz!
İslam'da terör yoktur. Eğer birileri bir terör eylemine
girişip İslam'a mal ediyorsa, o kişi ya İslam'ı gereği
gibi bilmiyor ya da art niyetli olduğu ortadadır.
İslam'ı kötu göstermeye de hic kimsenin hakkı yoktur!
Çünkü İslam Allah'ın dinidir. Dininin de ismidir. Yine
dinimiz, haksız olarak insan
öldürmeyi haram kılmış ve
yasaklamıştır.
İslam'iyetin insan sevgisiyle
dolu olduğu herkesce
bilinmektedir.
şöyleki: ''...Bir insanı
kurtarmayı, insanlığı
kurtarmakla eş değer kabul
etmiş, bir insanı yok etmeyi de
bütün insanlığı yok etmekle
bir tutmuş bir din olduğunu!'' (Maide, 32) ve Kur'an'ın
bu ilahi mesajını, herkese duyurmaktır. İnsan Allahü
Teala'nın binasıdır. Allah'ın binasını yıkan kimseye
lanet edilmiştir! ifadesi olan sünnet-i seniyyeyi de
anlatmaktır! (Mevkufat-Mülteka Tercemesi, A.
Davudoğlu, c. 3)
Buna binaen;
* Her müslüman bu terör belasının töhmetinden
kendini sakındırmalıdır!
* Her duyduğu laflara ve yaldızlı sözlere de
kanmamalıdır!
* İslam'la terör asla bir araya gelmez!
* ve İslam'a da asla sıfat olamaz!
* Hele bu iki kelime asla bir arada kullanılamaz!
* İslam'la terör, biribirine zıt olan kelimelerdir!
''Müslüman, elinden ve dilinden müslümanların salim
olduğu kimsedir!'' hadis-i şerif gibi İslam'ın Hakka
inkiyat ve teslimiyete dayanan kamu barışı ve toplum
huzuru anlamına da geldiğini ifade etmektedir.
(Hak Dini Kur'an Dili, Elmalı Hamdi Yazır, c.10.)
Bu Hadis-i şerif'de: ''Mü'min bütün insanların emin
olduğu kimsedir!''
Ramuzül- Ehadis, s. 230/3.) diye bildirilmektedir. Biz
de kendimizi bu terazide ölçecek olursak,
İslam'iyette terör yoktur diyor ve terörün her türlüsünü
imanımızdaki derece meydana çıkar.
de lanetliyoruz!
Hadis-i şerifin ikinci kısmında, müslimin tarifi de aynı
***
şekildedir. (Bütün müslü-manların, onun dilinden ve
Sayfa 6
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 20
ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Suffa Mektebi
Temel Meseleler-6
delâlette aslına uygun olursa olsun Kur­'an-ı Kerîm'in
tefsiri ve başka dillere tercemesi "Kur'an" olamaz. Çünkü
Kur­'an-ı Kerîm Arapçadır, lafzı ve manasıyla Allah
tarafından indirilmiştir.
3- Kur'an-ı Kerîm nesilden nesile tevatür yoluyla
nakledilmiştir. Yani Rasûlullah'dan itibaren her nesilde
Kur'an ezberleyen büyük bir kitle vasıtasiyle
nakledilmiştir. Tevatür, yakinî ilim ve rivayetin sıhhati
hakkında katiyyet ifade eder. Cebrail'in Kur'an'ı
Deliller iki kısımdır:
Resulullah'ın kalbine indirdiği andan itibaren insanların
a) Âlimlerin cumhuru tarafından kabul edilen mütteonu ezberlemesinin yanında yazı ile tesbit etmesi daha
fekun aleyh (üzerinde ittifak edilen) deliller -ki bunlar
sonraki nesillere tevâturen ulaşmasına yardımcı
Kitap,Sünnet,İcmâ ve Kıyastır-,
olmuştur. Bu özelliğin bir neticesi olarak şaz kıraatler,
b) Muhtelefun fîh (üzerinde ihtilâf edilen) deliller.
kudsî hadisler gibi mütevâtir olmayan şeyler Kur'an'dan
Bunların da en meşhurları İstihsan, Mesâlih-i mürsele
sayılmaz.
veya İstislah, İstishab, Örf, Sahabe mezhebe, Önceki
Şaz kıraatler, âhâd haberler şeklinde bize nakledilen
şeriatler ve Şeddi zerâyi' olmak üzere yedi tanedir.
kıraatlerdir. Meselâ orucun kazası konusunda "başka
Müttefekun aleyh (üzerinde ittifak edilen) deliller
günlerde peşpeşe tutarlar" şeklinde gelen Ubey b. Ka'b'ın
uyulması farz olan delillerdir. Ancak bunlarla istidlal
kıraati ile, yemin keffareti konusunda "... bunu
yapılırken şu tertibe riâyet edilir: Önce kitap, sonra
bulamayan üç gün peşpeşe oruç tutar" şeklinde gelen
sünnet, sonra icmâ, sonra kıyas.
İbni Mesud'un kıraatleri şazdır. Zira buralardaki
BİRİNCİ DELİL: KUR’ANI KERİM
"peşpeşe" ziyadeliği mütevâtir değildir, dolayısıyle
Kur'an'dan sa­yılmaz. Yine annelerin nafakası konusunda
Kur'an-ı Kerîm'in Tarifi
"Kur'an" lügatte kırâet = okuma manasına bir masdardır. nazil olan Onun benzeri (nafaka) mahrem akrabalarının
üzerine de vacibdir ayetindeki "mahrem akrabaları"
Meşhur olma­sına ve bilinmesine ve Allah (c.c.) in ona
zi­yadeliği mütevâtir değildir.
Kitap, Mushaf, Tenzil, Furkan ve Zikir gibi bir çok isim
vermesine rağmen usûlcüler onu başkalarından ayırmak Şaz kıraatler hüccet olmaz, zira bunlar ne Kur'an ne de
sünnettir diye nakledilmediği için ne Kur'an ne de sünnet
için şöyle tarif etmişlerdir: "O, en kısa süresiyle dahi
sayılmaz]. Yine bazı âlimler şaz kı­raatlerin sünnet gibi
mu'ciz olarak Arap lisa-nıyle Rasûlullah'a indirilen,
zannî delil olarak da olsa delil saymanın sahih
mushaflarda yazılı olan, tevatür yolu ile nakledi­len,
okunarak ibadet edilebilen, Fatiha süresiyle başlayıp Nâs olmayacağı görüşündeler, çünkü sünnetin mutlaka
Rasûlullah'tan işitilmiş olması lâzımdır. Rasûlullah'tan
süresiyle biten Allah (c.c.) in kelâmıdır"
işitilen her şey hüccettir
Kur'an-ı Kerîm'in Özellikleri
Besmeleye gelince: Nemi sûresinin içinde bulunan
Yukarıda geçen tariften Kur'an-ı Kerîm'in şu özelliklere
besmele müslümanla-nn ittifakıyle bir ayettir. Sûrelerin
sahip olduğu görülüyor:
başında bulunan besmeleler ise hanefîler ve şafiîler gibi
1-O, lafzı ve manasıyle Allah kelâmıdır. Kur'an-ı Kerîm'in
bazı mezheplere göre yine Kur'an'dan bir ayettir. Çünkü
icazı yani beşer takatinin fevkinde üstün belagata sahip
bunlar her sûrenin başındaki ayetlerle beraber
olması buna delildir. O halde kendisine itaat edilmesi
Rasûlullah'a nazil olmuş ve Rasûlullah'm îmriyle her
vacib olan bir kaynaktan geldiği için delâlet ettiği
sûrenin başına Kur'an hattı ile yazılmış, böylece tevatür
hü­kümler ilzam edici (bağlayıcı) olmalıdır. Kur'an'ın bu
edip gel­miş. Kur'an-ı Kerîm'i Kur'an olmayan şeylerden
özelliği ile -isterse kudsî hadis olsun veya normal hadis
korumakta çok titiz davranan sahabeden hiç biri
olsun- Allah kelamı olmayanlar tarifin dışında
besmelenin yazılmasına karşı çıkmamıştır] Makul olan da
kalmaktadır. Çünkü bunlara "Kur'an" denilemez. Zira
sudur.
hadislerin manaları Allah'tandır, ancak lafızları ve cümle
kuruluşları Rasûlullah (s.a.) dendir. Rasûlullah onu Allah'a Bir başkaları da besmelenin ayet olmadığı görüşündedir.
Ne Fatiha'dan ıe de diğer sûrelerden bir ayet değildir.
isnad ederse "kudsî hadis" denilir. Hadis, hüccet olma
açısından Kur'an mertebesinde değildir. Hadis okunarak Malikîlerin görüşü budur. Delilleri ise \yşe (r.a.) den gelen
namaz kılınmaz, tilâvet edilerek ibadet edilmez.
şu rivayettir: "Rasûlullah (s.a.) namaza tekbirle ve "elıamdülillahi rabbilâlemin" ile başlardı" Yani besmelesiz
başlardı.
2- Kur'an-ı Kerîm'in tamamı Arapçadır, onda Arapça
olmayan dillerden bir şey yoktur. Dolayısıyle, ne kadar
ŞER'Î DELİLLER
Şer'î delil ise: İster kat'î (yakınî)
ister zannî (yani zann-ı galib) bir
yolla olsun kendisinden şer'î amelî
bir hüküm istinbât edilen her şey
şer'î delildir. Bunun için delil,
delâleti kat'î olan ve zannî olan
olmak üzere iki kısma ayrılır.
Sayfa 7
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 20
ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Ebu Ensar
Fetva Köşesi
Sualler-Cevaplar (7)
ihtizarda bulunarak pek şiddetli elemler içinde kıvrandığı
bahanesiyle bir hastanın hayatına bir an evvel hatime
vermek salahiyeti, bir çok cinayetlere sebep olabilir.
24.Sual: Bir kimse çekilmeyecek derecede hasta olup,
Birçok suikastler bu bahane ile cezadan berî olarak
bir an evvel ölmesini mesela iğne ile öldürülmesini
irtikab edilebilir. Bunun muayyen bir mikyası olamaz, bir
doktordan isteyebilir mi?
kaç kişinin buna lüzum göstermesi, bu hususta bir kaç
Cevap: Bir insanı velev ki, ölüm döşeğinde bulunsun,
kimsenin karar vermesi, melhuz fecayii bertaraf edemez.
velev ki kendi emriyle olsun öldürmek bir cinayettir.
Hastanın geçtiği ıztırabat saikasıyla veya hangi
Bunun da uhrevî mesuliyeti pek ağırdır.
mulahazat sebebiyle bu öldürülmesine muvafakat etmesi
Allahın haram kıldığı nefsi haksız katleylemezler ve sinâ de böyle bir cinayete meşruiyet veremez. Doğrusu budur
ki, böyle bir hareket, keyfî kanaatlere istinaddan hali
yapmazlar, her kim de bunları yaparsa ağır cezaya
olamaz, bir nice gayri ahlakî neticelere müncer olmaktan
çarpar(furkan, 68) ayet-i kerime’si, böyle bir cinayeti
katiyyen nehyetmektedir. Yani: „Allahü Teala’nın haram kurtulamaz.
kıldığı nefsi de öldürmeyiniz, haklı yere olan müstesna.
İşte size bunu vasiyet buyurmuştur. Ta ki düşünesiniz!“
Şunu da düşünmelidir ki, dinî bir terbiyeye malik olan
muktezasına göre hareket edesiniz.
insanlar, çektikleri hastalıkların,
Akla, hikmete muhalif harekette
ızdırapların mükâfatına nail
bulunmayasınız.
olacaklarına kanidirler. Onları
muvakkat bir ızdıraptan
kurtarmak için bu ebedî
Kütüb-i Fıkhıyye’mizde ve bilhassa
mükâfattan mahrum bırakmak
„El-Muhalla“da yazıldığı üzere
doğru olamaz. şifa bulmak için
can vermekte olan bir insan da tam
insan ne acı zehirli ilaçlara
hakk-ı hayata malik bir insandır,
tahmmül eder. Ya ebedî bir
hatta cesedinin yarısından canı
hayata, bir saadete nailiyet için
çekilmiş olan bir insanı öldüren,
muvakkat bir elem ve ızdıraba
onun kanını zamin olur. Şüphe yok
tahammül edemez mi?
ki, böyle bir insan da tam zî-hayat
hükmündedir. Bunun içindir ki, bir
Velhasıl: Böyle bir bahane ile
insan bir illetten veya bir
yapılan katillerin uhrevî
cerihadan veya amden veya hataen yapılan bir cinayetten mesuliyeti de tasavvurların fevkindedir. (Hukuku
dolayı teslim-i ruh edecek bir halde iken bir karib-i vefat
İslamiyye Kamusu, c. 3, sf. 45)
etse, o karibe varis olur. Kendisine bir malını vasiyet
etmiş olan bir kimse vefat etse o mala vasiyet tarikiyle
temellük eder. Ve bir gayri müslim bu halde aklı başında
olarak İslamiyet’i kabul etse, ihtidası makbul, kendisine
müslüman olan karibleri var ise vâris olur.
Demek bu insan tam hukuka malik zî-hayat bir şahıstır.
Ehl-i şeriat’tan vesaireden iki kimse tasavvur olunamaz
ki, bu insanın bu hayatında ihtilaf etsin. Artık böyle zîhayat bir insanı haksız yere öldürmek İslam hukukunca
katiyyen haramdır, memnudur. Böyle bir şahsın kendi
ölümünü tacil etmesi, kendisinin öldürülmesine razı
olması, emir vermesi asla helal olmaz. Binaenaleyh böyle
bir insanı öldüren, şüphe yok ki, masum bir nefsi
öldürmüş olur. Artık onu amden kim katl ederse hakkında
ya kısas, ya da diyet veya mufadat lazım gelir. Ve onu
kim hataen katl ederse kendisine keffaret, akilesi üzerine
de diyet lazım gelir. Nitekim bu hususu ileri de izah
edeceğiz.
Şüphe yok ki, hayatımız bir vedia-i ilahiyye’dir. Bir
müsaade-i şer’iyye olmadıkça bunu başkalarının izale
etmesi asla caiz olamaz. Son nefeslerini yaşadıklarına
etibbanın kani oldukları nice hastaların bilahare şifa
bularak senelerce yaşadıkları daima görülmektedir. Hali
Sayfa 8
MUHACIRUN DERGISI–
25.Sual: Bir insan bulduğu malı kullanabilir mi? O mal
kime ait olduğunu bildiği halde, yalnız o malı sahibine
iade edersem beni hırsız tutar diye vermez ise, bunun
durumu ne olur?
Cevap: Kullanamaz; Bir kimse bir yerde bir miktar para
veya eşya bulsa bunu sahibine vermek üzere oradan
kaldırabilir. Fakat kendi nefsine mal edinmek için alıp
kaldıramaz. Bu bir gasp sayılır.
Mültekit, yani malı bulan kendisi münasip bir suretle
ilan eder ve malın kıymetine göre münasip bir müddet
bekler. Sahibi zuhur etmezse fakirlere tasadduk eder,
kendisi fakir ise bundan istifade edebilir, fakat bilahare
sahibi zuhur ederse, bedelini borçlu olur. (Ö. N. Bilmen,
sf. 452)
26.Sual: Bir kimse yeğenine fitresini verebilir mi?
Cevap: Evet; yeğenine de, kardeşine de fitresini de,
zekâtını da verebilir. Yeter ki, bunlar fitre ve zekât
alabilecek derecede fakir olsunlar.
YIL-2/ SAYI– 20
ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Beyyineler
MEKTEB-I IBRAHIM
Cemaleddin Hocaoğlu
(2)
TEVHİD:
Tevhid nedir?
''Tevhid'' kelimesi; o kadar geniş, geniş olduğu kadar da
derin, derin olduğu kadar da anlaşılması ve anlatılması zor
olan mübarek bir kelimedir.
Temeldir:
İmanın, insanlığın, hayvanatın, kâinatın hayatı, varlığı ve
varlık nizamı bu esas üzerine kurulmuştur. Her şeyin üzerinde
''Tevhid''in damgası vardır. Bütün küreler ve zerreler
''Tevhid''in etiketini taşır, canlı-cansız bütün varlık; bilerek
veya bilmiyerek, isteyerek veya istemiyerek, lisan-i hal veya
lisan-i kal ile ''Tevhid, Tevhid, Tevhid!..'' der dururlar (İsra, 42
-44; Ali İmran, 83; Hacc, 18).
Akla ve iradeye sahip olmalarına rağmen, Tevhid'den, Tevhid
akidesinden mahrum olan fertler esirdirler, huzursuzdurlar.
Böyle fertlerden meydana gelen cemaat ve milletler de
esirdirler ve huzursuzdurlar. Bunun en bariz örneği
günümüzün dünyasıdır.
Müslüman olsun, gayrî müslim olsun herkes esir ve huzursuz.
Müslüman esir ve huzursuz: Neden?
Devleti yok da ondan; kendisinin derdinden ve dilinden anlayacak, kendisine sahip çıkacak, kendisine
yardımcı olacak, kendisini zararlara
karşı ve zararlı cereyanlara karşı
koruyacak devleti yok. Binaenaleyh,
müslüman esirdir ve huzursuzdur.
Gayrî müslimler de huzursuz ve esir.
Neden? Çünkü, onların temelinde
Tevhid yok, mesned yok, dayanak yok
da ondan. Varlığı ve dünyalığı boşlukta sallanıyor, günün
dağdağaları, inişli ve çıkışlı şartları, sağdan ve soldan gelen
rüzgarlar ve fırtınalar kendilerini sallayıp duruyor.
Tutunabilmek için paktlar kuruyor, bloklara giriyorlar. ışte
dünyanın manzarası bu!..
Dünyayı ve dünya insanlarını, içine düştükleri bu esaret ve bu
huzursuzluktan kurtaracak tek bir şey vardır. O da ''Tevhid''dir,
''Tevhid'' inancıdır.
Bu girişten sonra:
Esas mevzuya geçiyor ve diyoruz ki, insanlığı hürriyete
kavuşturma vazifesini yüklenen İslam'ın Peygamber'i Hz.
Muhammed (s.a.v.), Tevhid bayrağını çekip "Lâ ilahe illallah"
hakikatını ilan edince, bir mukavemet ve bir karşı koyma ile
karşılaştı. Bu karşı koyma cephesinin ön saflarında da
kabilelerin ileri gelenleri ve reisleri yer aldı. Geri kalanlar ise,
bu lider ve reislere tabi olup itaat eden, onlara kul ve köle olan
insanlardı.
Bunların hepsine birden "şirk ordusu" denir. İşte bu şirk
ordusu, Allah Resulü'ne ve Onun bir avuç sahabesine karşı
çıktılar. Başlangıcta kaş-göz işaretiyle ve alaylı sözler ile
hakaretamiz laflar ve işaretler yapıldı ise de işin ciddiyetini ve
Tevhid hareketinin büyüklüğünü görünce ciddi bir tavır aldılar
ve bütün kuvvetlerini seferber ederek karşı koymalarını
şiddetlendirdiler. Bu karşı koyma ve şiddetlendirme hareketi,
Tevhid-şirk mücadelesi, hak-batıl savaşı hicrete kadar sürmüş
ve onüç sene bütün şiddetiyle devam etmiştir.
Bu hadiseleri ince noktalarına kadar tetkik eden müslüman,
bir taraftan ibaret dersi alırken bir taraftan da şirk ve
Tevhid'in ne demek olduklarını daha iyi anlar.
Ayrıca bu hadiselerin ışığı altında
hareket ettiğimiz taktirde görürüz ki,
bugünün İslam ülkeleri umumiyetle o
günün Mekke'sidir. Keza bugünün
putçuları o günün putçularının aynıdır.
Ancak şekil değişikliği olabilir. Mesela;
isimler değişmiştir; o günün putları
Hübel, Lat, Menat ve Uzza gibi heykeller
ve bunların arkasında gizlenen falan
veya filanın maddeciliği, makam hırsı,
maneviyat ve din düşmanlığı olduğu
gibi, bugünün de falanın veya filanın ilkeleri ve inkilapları,
doktrinleri ve sistemleri, maddeciliği, makam ve şöhret hırsı ve
bunların gölgelerine sığındıkları heykellerdir.
Keza, Tevhid bayrağına ve "Lâ ilahe illallah" şiarına karşı
çıkanlar; o günün önder ve liderleri ve bunların iktidarları
olduğu gibi, bugünün Tevhid'ine karşı çıkacak olanlar da
bugünün putçu önder ve liderleri ve bunların sahip oldukları
iktidarlardır. Bir farkla: O da Mekke müşrikleri açık birer
müşrikti; kalpleri ne ise dilleri de o idi. Günün putçuları ise,
sözleri özlerine uymayan münafıklardır. Bir taraftan
"Müslümanız!" der, bir taraftan da şeriat'ı devletten ve devletin
yönetiminden kaldırıp onun yerine laik düzenin put kanunlarını
getirir ve onları savunurlar. Bir taraftan "Allah, Peygamber"
derler ama, Allah'ın ve Peygamber'in emrinin ve tatbikatının
arkasından değil de putların ve büyük putları olan Hübel'in
arkasından giderler; bunların inkilap ve sistemlerini korurlar
ve uygularlar. Karşı çıkanları, İslam'ın devlet, Kur'an'ın
anayasa olmasını isteyenleri rejim düşmanı, vatan haini diye
ilan ederler, onları put kanunlarının hakim olduğu mahkemeler
de mahkum edip en ağır cezalara çarptırır ve en ağır
işkencelere tabi tutarlar.
O halde günümüzün putu ve putperestliği ne imiş?!. Allah'a
mahsus olan haklardan birini veya birkaçını Allah'tan
başkasına vermektir. Mesela: Hakimiyet kayıtsız ve şartsız
Allah'ındır, Allah'a mahsus bir haktır. İşte bu hakimiyet
hakkını, yani kanun koyma salahiyet ve yetkisini Allah'tan
başka bir kimseye veya kimselere veyahut da millete vermektir.
İşte kendilerine hakimiyyet verilen kişi veya kişiler veyahut da
o millet ne olmuş olurlar? Put olmuş olurlar!
Dava adamı olmanın
vasıflarından biri de
Mekteb-i Ibrahim'den
geçmiş olmaktır.
O halde Tevhid nedir sualini tekrar tevcih edelim:
Tevhid: ''Vahdet'' kökünden alınmıştır. ''Vahid, ehed''
kelimeler ve isimler de hep ''vahdet''ten gelir. ''Vahid ve ehed''
kelimeleri Allahü Azimüşşan'ın birer ismidir (İhlas, 1; Mü'min,
16). Allah birdir, bir demektir. ''Muvahhid'' ise, birleyen,
Allah'ın birliği inancına sahip olan demektir; Allah vahiddir,
ehaddir diyen demektir. Gerçek manada her müslüman
''Muvahhid''dir; Allah'ı birleme akidesine sahiptir. İslam
istılahında hülâsa olarak ''Tevhid''in manası budur. şirk
kelimesi ise, Tevhid'in tam zıddıdır.
Bir insan ya muvahhiddir veya müşriktir. Hem müşrik, hem
muvahhid olamaz. Aralarında mübayenet vardır.
Muvahhidlerden hiçbiri müşrik olamaz; müşriklerden hiçbiri
de muvahhid olamaz. Daha doğrusu bunlar arasında zıddiyet
vardır. Bir kalbde ikisi birleşemez, biri geldi mi, diğeri mutlaka
gider. Tevhid birdir; çeşidi yoktur. Şirkin ise çeşitleri vardır,
hem de pek çoktur. Tevhid haktır, şirk batıldır. Tevhid insanı
Allah'a kul yapar, şirk ise şeytana kul olmaktır. Tevhid, birliğe
şirk ise tefrikaya götürür. Ve nihayet Tevhid cennete, şirk
cehenneme götürür.
Sayfa 9
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 20
ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Islam/Ibadet
3-Allah'ın kitaplarına inanmanın en alt derecesi, yukarıda anlattığımız biçimde bütün ilahi sayfa ve kitapları içeren bir onaylamadır. Bunun arkasında çeşitli
makamlar gelirki, yüce Allah -C.C.- bu makamları
tanımlamak üzere bize şöyle buyuruyor:
Kendilerine verdiğimiz kitabı gerektiği gibi okuyanlar
var ya, işte ona inananlar onlardır (Bakara,121)
Mü'minler O kimselerdir ki, Allah anildığı zaman kalbleri ürperir Onun ayetleri okunduğunda da imanları daha
da artar.(Enfal, 2)
Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden
Kitab'ı, sözlerin en güzeli olarak indirmiştir.
Rabb'lerinden korkanların bu Kitap'dan derileri ürperir;
sonra hem derileri hem de kalpleri Allah'ın zikriyle
yumuşar.(Zümer, 23)
Sana bu Kitab'ı indiren O'dur. Bu Kitabın bir kısım
ayetleri kesin anlamlı (muhkem)dir, bunlar onun özünü
oluştururlar. Diğer kısmı da birden çok anlamlı
(müteşabih)dir. Kalplerinde eğrilik olanlar fitne
çıkarmak ve keyfi yorumlar yapmak amacı ile bu
kitabın birden çok anlamlı ayetlerinin ardına düşerler.
Oysa onların yorumunu sadece Allah bilir. Köklü bilgiye
sahip olanlar ise Bu Kitaba inandık, O bütünü ile Allah
katından gelmiştir derler. (Ali-Imran, 7)
De ki; Siz bu Kur'an'a ister inanın, ister inanmayın, o
bundan önce kendilerine bilgi verilenlere
okunduğunda, onlar çeneleri üzerine secdeye
kapanırlar.Ve derler ki, Rabbimizin şanı yücedir, O'nun
verdiği söz kesinlikle yerine gelecektir.Çeneleri üzerine
secdeye kapanırlarken, gözyaşları dökerler. Kur'an
onları ürpertir, saygılarını artırır. (Isra,109)
Görüldüğü gibi, insanlar Allah'ın kitabı karşısında
birbirinden oldukça farklı tavırlar takınırlar. Kimi onu
okur ve sanki Allah'dan kendilerine vahiymiş gibi etkisi
altında kalırlar, arkasından da sırf kendilerini muhatap
tutuuyormuş gibi bir sorumluluk duygusu icçnde onu
uygulamaya koyulurlar. Fakat kimileri de böyle
değildirler. Bu farklı tavırlı kimselerin, hiç şüphesiz,
dereceleri, makamları da farklıdır.
4)Peygamberlere inanmanın en alt derecesi, yukarıda
anlattığımız gibidir. Yani peygamberler arasında ayırım
gözetmeyen bir onaylama yükümlülüğüdür. Bu noktadan sonra insanların dereceleri farklılaşır. Öyle iman
var ki, kalbi sevgi, takdir, saygı ve örnek edinme duyguları ile doldurup taşırır. Bu duygular da dolup taşdıkları
kalbin ferdi kimliğini eriterek Peygamber Efendimizinsali'lt ve selam iizerine olsun- yüce şahsiyetinin potasinda yok ederler. Kimi Imamlar ise barındıkları
kalblerde bu duyguların oldukça az bir derecesini meydana getirirler.Bu konuda Peygamber Efendimiz (SAV)
bize şöyle bir ölçü veriyor:
MUHACIRUN DERGISI–
Said Havva
Herhangi biriniz beni ana-babasından, çocuklarından
ve geride kalan tüm insanlardan daha çok sevmedikçe
mümin olmaz. (Buhari,Müslim)
ISLAMIN RUKÜNLERIKELIME-I ŞAHADET (9)
Sayfa 10
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
5)Ahiret gününe inanmak konusunda da aynı derece
farklılığı görülür, Açıklayacak olursak kimi mü'minler
sürekli biçimde ahireti hatırlayarak, hissederek, nefsi
ile hesaplaşarak ve gündelik hayatının bütün davranışlarını Peygamberimizin bize haber vermiş olduğu Kıyamet safhalarına göre ayarlayarak yaşar. Dünyadan eletek çekerek ahirete yönelir. Öyle ki, gözü ahiretten
başka hiç bir şey görmez olur.
Peygamberimiz ile O'nun sahabilerinin hayat tarzları,
gerçek anlamda ahirete inanan ahiret adamlarının
nasıl olması gerektiğini gösteren en üst derecedeki
örnektir. insanlar bu zirve noktası ile en alt ahiret
inancı sınırı arasında çeşitli derecelere sahiptirler.
6)- Insanlar kadere inanmak konusunda da birbirlerinden farklıdırlar. Kimi yüce Rabbimizin -C.C.Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiğine sevinip şımarmayasınız diye (Hadid, 23) buyruğunda dile gelen hikmeti şahsında gerçekleştirecek her
durumda hoşnut olur ve daima Allah'a güvenir .
De ki; Allah hakkımızda ne yazmış ise bize ulaşır, O'dur
bizim Mevlamız ayetini paralo edinerek rızkı konusunda olsun, eceli konusunda olsun, güven içindedir.
(Tevbe,51)
Allah'a karşı olan görevleri söz konusu olunca hiç bir
şeyden korkmaz, gözünü budaktan sakınmaz. Çünkü
yüce Allah'ın -C.C.- şu buyruklarına bütün benliği ile
inanmıştır:
Nerede olursanız olunuz, aşilmaz surlu kalelerde bile
olsanız ölüm sizi bulur(Nisa, 78)
Ecelleri gelince ne bir an önce alınırlar ne de bir an
geriye bırakılırlar (Yunus, 49)
Şurası bir gerçektir ki, gerek imanın bu yüce dereceleri
ve gerekse onun enalt sınırları, tümüyle insanın şahadet kelimesini benimserkenki kesinlik derecesine, bu
kelime ile ilgili inancını derinliğine ve sarsılmazlığıına
bağlıdır. Şahadet kelimesi ne oranda kalbde kökleşmiş, sağlam yer tutmuş ise imanın rukünleri ile ilgili
derece de o oranda yüksek olur.
Diğer önemli bir gerçek de şudur ki, iman ve islam'la
ilgili amellerin (davranış ve eylemlerin) tümü, müslümanın kalbinde şahadet kelimesine şuur ve duygu
planında gerçeklik kazandırmak içindir. Bundan dolayı
şahadet kelimesi islamın hem başı ve hem de sonudur. Yine böyle olduğu içindir ki, Peygamber Efendimiz
(SAV) şöyle buyuruyor:
Kim Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in
Allah'ın Resulü olduğuna şahadet ederse Allah onun
vücudunu cehennem ateşine haram kılar.(Muslim)
YIL-2/ SAYI– 20
***
ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Siyer/Davet
Uzlaşma Politikası
Bir gün, Utbe bin Rebia -kavmi arasında düşünce ve basiret sahibi bir
liderdi - Kureyş'in bir toplantısında: «Ey Kureyş topluluğu! Kalkıp,
Muhammed'in yanına gitsem, onunla bir konuşsam ve ona birtakım
işler teklif etsem olmaz mı? Olur ki bazılarım kabul eder de,
istediklerim ona veririz. O da bizimle uğraşmaktan vazgeçer» dedi.
Onlar da: «Çok iyi olur, ey Velid'in babası! Hemen kalk, git, O'nunla bir
konuş» dediler. Bunun üzerine Utbe gidip, Allah Resûlü'nün yanına
oturdu. Söze şöyle başladı: «Ey kardeşimin oğlu! Sen de biliyorsun ki,
Kureyş içinde soyca-sopca, şeref ve itibarca bizden üstünsün! Fakat
sen kavminin başına da büyük bir iş, bir gaile getirdin. Bununla onların
topluluklarını dağıttın. Akıllarını akılsızlık saydın... Beni dinle! Sana
birşeyler teklif edeceğim! Bak, bunlardan bazısını kabul etmek işine
gelir...» dedi. Resûlullah (sav) da ona: «Haydi, söyle ey Velid'in
babası, seni dinliyorum» buyurdu. Utbe de:«Ey kardeşimin oğlu! Senin
şu getirdiğin ve üzerinde direnip durduğun işle, eğer mal ve servet
sağlamak istiyorsan; sana bizimkilerden daha çok malın oluncaya
kadar mallarımızdan mal toplayıp verelim. Eğer bununla, aramızda,
daha büyük şan ve şeref kazanmak istiyorsan, seni kendimize büyük
ve ulu tanıyalım. Senden başkası ile bütün ilgimizi keselim. Eğer
bununla hükümdar olmak istiyorsan, seni kendimize hükümdar
yapalım. Şayet, bu sana gelen, görüp de üzerinden atmaya güç
yetireme-diğin bir evham, cinlerden perilerden gelme bir hastalık ve
büyü ise, doktor getirelim tedavi ettirelim.
Seni ondan kurtarmcaya kadar mallarımızı
bu yolda saçarcasına harcayalım» dedi.
Utbe sözlerini bitirdikten sonra,
Peygamberimiz (sav) ona:«Ey Velid'in
babası, söyleyeceklerini söyleyip, bitirdin
mi?» diye sordu. Utbe de «evet» deyince,
Hz. Peygamber (sav): «Şimdi sen de beni
dinle,» dedi ve Fussilet sûresinin başından
okumaya başladı :•Hâ-Mîm! Bu kitab, bilen
ve anlayan bir kavm için, âyetleri ayrı ayrı
açıklanmış, gereğince hareket edenleri,
Cennetle müjdeleyici, etmeyenleri,
uğrayacakları azabla korkutucu, Arapça bir
Kur'-an olmak üzere, Rahman ve Rahim olan Allah tarafından
indiril­miştir. Öyle iken onların çoğu, bundan yüz çevirmiştir. Artık
on­lar dinlemezler. Onlar: «Bizi da'vet edip durduğun şeye karşı kalblerimiz kapalıdır, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir
engel vardır. Sen istediğini yap, biz de yapacağız» dediler.Onlara de
ki: «Ben de sizin gibi bir insanım. Yalnız bana vahy olunuyor ki, «Sizin
ilâhınız bir tek ilâhtır. Artık O'na yönelin, O'n-dan bağışlanma dileyin.
O'na eş, ortak koşanların vay başlarına ge­leceklere.. ».
Resûlullah böylece okumaya devam ederken, Utbe de dikkatlice
dinliyordu. Resûlullah aynı sûrenin: «Onlar yine bir olan Allah'a iman
etmekten yüz çevirir, putlara tapmakta direnirlerse, onlara de ki: «Âd
ve Semûd kavimlerinin köklerini kazıyan saika (yıldırım) ya benzer bir
azab ile sizin de kökünüzün kazınabileceğim hatırlatırım» (Fussilet:
13) âyetini okuyunca-, Utbe, Peygamberimizin ağzını tuttu, Âd ve
Semud kavmini yakalayan azabın nerdeyse kendisini de hemen
oracıkta yakalayıvereceğini sandı. Peygamberimizin okumaktan
vazgeçmesi için akrabalık adına yemin verdirdi.
Sonra Utbe, arkadaşlarının yanma dönüp, aralarında oturduğu zaman,
arkadaşları: «Ey Velid'in babası, arkanda neler bıraktın?» Neler görüp
geçirdin?» dediler. Utbe: «Arkamdaki mi? Öyle bir söz dinledim ki,
vallahi ben onun bir benzerini daha hiç dinlemiş değilim. Yemin
ederim ki, o ne şiirdir, ne sihirdir, ne de kehânettir. Ey Kureyş
topluluğu! Beni dinlerseniz, siz bu adamı dâvası ile baş-başa bırakın,
Sayfa 11
MUHACIRUN DERGISI–
B.Çobanoğlu
siz aradan çıkın. Ondan ayrılın. Vallahi benim ondan dinlediğim söz
büyük bir haberdir. Siz, onu dışınızda kalan arap kabilelerine
bırakacak, araya girmeyecek olursanız, iyi edersiniz. Onlar ona kâfi
gelirler, engel olurlar. Eğer o, araplara glebe çalarsa, onun hâkimiyeti
sizin hâkimiyetiniz, onun şerefi sizin şere­finiz demektir...» dedi.
Arkadaşları, Utbe'ye: «Ey Velid'in babası, vallahi o, diliyle seni de
büyülemiş!» dediler. Utbe de: «Bu benim, onun hakkındaki kanaatim.
Siz kendi görüşünüze göre dilediğinizi yaparsınız» dedi.
Aralarında Velid b el-Mugire, Âs b Vâil olmak üzere müşriklerden bir
grup, Resûlullah'm yanına gelip ona en zenginleri olacak kadar mal
vermeyi, kızlarının en güzeli ile evlendirmeyi, bunlara karşılık onun,
putlarına dil uzatmaktan ve âdetlerini akılsızlıkla suçlamaktan
vazgeçmesini teklif ettiler. Resûlullah getirdiği hak nizama da'vetten
vazgeçmeyince; bu sefer müşrikler: «Bir gün sen bizim putlarımıza
taparsın, bir gön de biz senin ilâhına taparız» dediler. Resûlullah (sav)
bunu da kabul etmedi. Bunu açıklar mahiyette, Kâfirûn sûresi nazil
oldu: «De ki, ey kâfirler! Tapmam o taptıklarınıza. Siz de tapanlardan
değilsiniz benim mabuduma. Hem ben tapıcı değilim sizin
taptıklarınıza. Hem de siz tapıcılardan değilsiniz benim mabuduma.
Sizin dininiz size, benim dinim bana...»
Sonra Kureyş'in ileri gelenleri gelip, Utbe bin Rebia'nın başlattığı
teşebbüsü yeniden başlatarak, toplu halde Resûlullah'm yanına
gittiler. Peygamberimize başkanlık ve mal teklif ettiler.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) onlara: «Sizin söylediğiniz şeylerin
hiçbirisi bende yoktur. Ben size, mallarınızı istemek,
içinizde şöhret kazanmak ve başınıza lider olmak için
gelmedim. Ama Allah beni size peygamber olarak
gönderdi. Bana bir de Kitab indirdi. Allah bana
iyiliklerinizden dolayı sizi Cennetle müjdeleyici,
kötülüklerinizden dolayı da Cehennem azabı ile
korkutucu olmamı emretti. Ben de Rabbimin bana
vahyettiklerini size tebliğ ettim, size öğüt verdim. Size
getirip tebliğ ettiğim şeyleri alıp kabul ederseniz, o
size dünyada ve âhirettes nasip ve azığınız olur. Onu
kabul etmeyip bana geri çevirirseniz, Allah aramızda
hükmünü verinceye kadar bana sabretmek ve
katlanmak düşer» dedi. Peygamberi­mizin bu sözleri
üzerine onlar: «Sen yaptığımız tekliflerden hiçbirini
kabul etmeyeceksen, bari şu dileğimizi yerine getir. Sen herkesten iyi
biliyorsun k'., burası yâni Mekke vadisi dar, suyu kıt, geçimi zor bir
memlekettir. Seni bize Peygamber olarak gönderen Rabbına yalvar,
bize sıkıntı veren şu dağları kaldırsın da şehrimizi ova yapsın, orada
bizim için Şam ve Irak'ta olduğu gibi ırmaklar akıtsın, geçmiş baba ve
atalarımızdan bazı kimseleri de bizim için diriltsin. Diriltecek
olanlardan bilhassa Kusay bin Kilâb'ı diriltsin ki o doğru sözlü, ulu bir
kişidir. Senin söylediklerini onlara biz soralım bakalım o gerçek mi,
yoksa boş, akılsız birşey midir? Yine Rabbin senin için bağlar,
bahçeler, köşkler, altından ve gümüşten hazineler yaratsın. Seni
bunlarla zengin yapsın da artık paraya pu­la ihtiyacın kalmasın, senin
bizler gibi çarşı pazarda geçim peşin­de koştuğunu görmeyelim. Eğer
istediğimiz şeyleri yaparsan, seni tasdik ederiz. Bununla Allah
katındaki mevkiini, dediğin gibi onun seni bir peygamber olarak
gönderdiğini öğrenmiş oluruz» dediler.
Resûl-i Ekrem Efendimiz onlara cevaben: «Ben böyle şeyleri ne
yaparım, ne de Rabbimden isterim» dedi. Onlar yine bu uzun çekişme
ve konuşmadan sonra, ona: «Senin hakkında bize iyice kanaat geldi
ki, bunlar sana Yemâme'de kendisine Rahman denilen adanı
öğretiyor. Vallahi biz Rahmân'a hiçbir zaman inanmayız. Yâ Muhammed, biz sana neticenin iyi olmayacağını hatırlattık. Vallahi ya
sen, ya biz yok olup gidinceye kadar senin yakanı bırakmayacağız»
dediler. Sonra kalkıp oradan ayrıldılar.
YIL-2/ SAYI– 20
ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Hanımlar Köşesi
Kadın-Erkek eşitliği
1-Insanın Yaratılışı
İnsanın, alemlerin Rabbi Allah (c.c.) tarafından yaratılmış olması, temiz akıl sahibi kimselerin tartışabileceği bir mesele
değildir. Meseleyi gerçeklik düzleminde yeterince değerlendiren her akıl sahibi, bu konuda akli bir ihtilafa düşmeyeceği
gibi, kalbi veya fıtri bir ihtilafa da düşmeyecektir. Çünkü dünyada varolan bütün insanlar, Kalu Bela'da Allah'ın birliğini
tasdik ve ikrar eden insanlardır.,
Hani Rabbin, Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini
almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı:Ben
sizin Rabbiniz değil miyim? (demişti de) onlar: Evet
(Rabbimizsin), şahid olduk demişlerdi (Bu,) Kıyamet günü: Biz
bundan habersizdik dememeniz içindir.Ya da: Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir
kuşağız; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak
mi edeceksin? dememeniz için.(A'râf,172)
Dünya alemine gelen her insanın özünde bu İlahi gerçek, bu
fıtri hakikat bulunmaktadır. Nitekim "Hatırlat"
emri ile muhatap olan tüm peygamberler, insanlara bu llahi gerçeği hatırlatıyorlar ve insanları bu İlahi gerçeğe da-vet ediyorlardı.
Duydukları ve gördükleri ayetleri tefekkür ederek bu İlahi gerçeği hatırlayacak olan samimi
insanlar, tabi ki bu gerçekler istikametinde
yaşayacaklar ve kendile-ri gibi birer beşer olan
müstekbirlerin şeytani taleplerine karşı çıkacaklardır.
Tabi ki dünya insanlarını kendi çıkarlan istikametinde ezmek ve sömürmek isteyen müstekbirler için, oldukça sakıncalı bir itikaddır bu!. Bu
itikadı bozmaları ve iğdiş etmeleri ise, insanları
Allah'ı inkara veya eş koşmaya davet etmeleriyle mümkündü.
Ancak, bu insanlara kendilerini ve tüm kainatı yaratan Allah
(c.c.)'ı inkar ettirebilmeleri için, herkesin açıkça müşahade
ettiği bu yaratılışla ilgili bir görüş, bir teori ileri sürmeleri
gerekiyordu. Çünkü en basit düşünceli insanlar bile, Allah'ı
inkar etme temayülündeki bu kimselere; "Yaratıcı olarak Alİah'
ı inkar ettiğinize göre, bütün bu yaratılmışların yaratıcısı
kim?" sorusunu soracaklardı.
İşte dünya emperyalistleri, kendilerine bağlı bilim adamlanndan bu konuda çalışmalarını ve insanların zihinlerini bulandıracak bilimsel safsatalar üretmelerini istemişlerdir. Nitekim
insanın yaratılışıyla ilgili olarak bilimsellik adına son yüzyıllarda ileri sürülen bütün teoriler, gerçeğe veya ciddi bilimsel
bulgulara değil, kesinlikle ve kesinlikle küfre dayanan teorilerdir. Çünkü söz konusu bilim adamlarından bu konudaki
gerçeğin araştırılması değil, küfür teorisinin güçlendirilmesi
istenmiştir. Allah'ın varlığına yüzbinlerce ayet, yüzbinlerce
işaret ve delil içeren tabiattan, Darwin gibi sapıklann teorilerine delil arayan bu zavallılar, kendilerini değişik gelen bir kemik fosiliyle karşılaştıkları zaman, bu fosil hakkında milyarlarca seneyi içeren ve sadece hayallere dayanan bir destan yazmaktadırlar!. Ellerine aldıkları bir madeni inceledikten sonra
"Bu madenin veya bu bileşimin bir gramının meydana gelebilmesi için şu kadar milyon yıl gerekir, dolayısıyle dünyanın yaşı
şu kadar milyar yıldan fazladır!" şeklinde görüş beyan eden bu
şaşkınlar, Allah (c.c.)'dan gafil oldukları gibi, şanı yüce Rabbimizin şu sünnetinden de gafildirler.
Sayfa 12
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Misafir Kalemler
Dirilten ve öldüren O'dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona
yalnızca: “Ol" der, o da hemen oluverir. (Mü'min, 68).
Yaratıcıya inanmadıklarını söyleyen bu kimseler, mahluklara
özgü kafaları ile söz konusu maddenin "Ol" emri ile hiç beklemeden nasıl oluvereceğini de anlamayacaklardır. Netice olarak
dünyanın yaşını kendi mahluk anlayışlarına göre milyarlarca
ve hatta trilyonlarca yıl olarak ifade edecekler ve küfri teorilerini, milyarlarca yıllık bir tarihi geçmişe nisbet edeceklerdir!.
Peki ama neden?
Bu sapıklar, küfri teorilerini milyarlarca seneyi içeren, gözlenmesi, sorgulanması ve tartışılması mümkün olmayan tarihi bir
boşluğa neden götürüyorlar? Dünya insanlarına günümüzdeki
gözle görülebilir, elle tutulabilir bir örnek vermiyorlar?
Bilimsel somutluktan anladıklan bu mu?
Yoksa savunduklan bu safsatayı, sadece tarihin bilinmezlik
boşluğunda mı koruyabileceklerini zannediyorlar?
Oysa hakkı açıklayan ve insanları hakka davet eden Kur'an-ı
Kerim, insanlara yaşadıklan zaman diliminden binlerce örnek, binlerce ayet göstermektedir.
Netice olarak küfri bir ön kabulle başlayan
veya daha açık bir ifadeyle kalkış noktası sadece küfür olan bu teorilerin asıl amacı, ortaya bilimsel bir gerçeklik koymak değil, insanlann yaratılışla ilgili düşüncelerine şüphe
katmak ve bu düşüncelerden kaynaklanan
temiz inancı bulandırmaya çalışmaktır. Nitekim bu şeytani girişimler genel olmasa da
bazı istisnai sonuçlar elde etmiştir. Milyarlarca seneye nisbet edilen efsaneyi kabul ederek,
düşünsel olarak milyarlarca senelik bir derinlik kazandıklarını(!) zanneden bazı zavallılar
ve yegane yaratıcı olarak Allah'a inandıklarını söylemelerine
rağmen, Darwin teorisini de ciddiye alan bazı şaşkınlar bulunabilmektedir.
Zamana ve mekana muhtaç olan kainatın, zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah (c.c.) tarafından yaratılmış olması,
her temiz akıl sahibi kimsenin binlerce ayet, binlerce delil ile
kabul edebileceği apaçık bir gerçektir. Nitekim Kur'an, insanın
yaratılışını da aynı gerçeklik düzleminde bizlere iletmektedir.
Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek
şu ki, biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra
bir kan pıhtısından, sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için.
Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik
çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminizin de, bildikten sonra hiç bir şey
bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna
(yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi
görürsün, fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman
titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.(Hacc,5)
İnsanın yaratılışıyla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de daha
birçok ayet-i kerime bulunmaktadır. bu ayet-i kerimelerden de
anlaşılacağı üzere, insani rahimlerde yaratılışıyla ilgili olarak
jinekoloji ilminin henüz ulaştığı bazı gerçekleri 14 asır önce
beyan eden Kur'an-ı Kerim, ortaya koyduğu tartışılmaz
gerçeklik ile modern ilme meydan okumanın ötesinde, bu ilme
Öncülük eden bir keyfiyete sahiptir.
YIL-2/ SAYI– 20
ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Sohbetler/Düşünceler
Ibni Abdulhalim
KUR´ÂNDA GENÇLER VE GENÇLIK DEĞERLERİ(6)
için bir mucize ve katmızdan da bir rahmet kılacağız; hem bu önceden kararlaştırdığımız bir iştir
Iffet ve Teslimiyet Örneği: Hz. Meryem
diyor dedi. Meryem oğlana hamile oldu, o haliyle
Kur ân ayetlerinde Hz. Meryeme de geniş yer ve- uzak biryere çekildi. Doğum sancısı onu bir
hurma ağacının dibine gitmeye mecbur etti ve
rildiği görülmektedir.
şöyle dedi: Ah! Keşke bundan önce ölmüş olsaydım da unutulup gitseydim. Alt tarafından bir ses
Ayetlerde onun, annesi tarafından mabede
adandğı, doğumundani tibaren Hz. Zekeriyya gibi şöyle seslendi: Sakın üzülme!.Rabbin, içinde busalih ve bilgili bir peygamberin gözetiminde,Allah lunanı şerefli kılmıştır. (Meryem, 18)
tarafından güzel bir bitki gibi yetiştirildiği, ergenlik çağına erdiğinde ise mabedin bir köşesinde Allahın dilemesiyle Hz. Isa ya hamile kalan Hz.
Meryemin, doğum sancıları çektiği sırada söyleinzivaya çekildiğinden bahsedilmektedir.
diği sözler son derece dikkat çekicidir.
Kendisini ibadete vermesi sebebiyle, tefsirlerde elBetûl olarak vasıflanan Hz. Meryem, Kur ân- Ke- Namuslu ve iffetli bir kişi iken böyle bir durum ile
rimde adı bizzat zikredilen tek kadın olmakla ayrı karşı karşıya kalıp,insanlara bunu ne şekilde izah
edeceğinin sıkıntısın
bir önem taşımakta d bir hâlet-i ruhiye
tadır.
içinde söylediği, Ah
keşke bundan önce
Hz. Zekeriyya ne zaölseydim de unutulup
man onun yanına gitgiden biri olsaydım...
se, orada mevsimi
sözleri onun psikoloolmayan meyvelerle
jik durumunu yansıkarşılaşmaktaydı. Bu
tan en güzel ifadelerolağanüstü hadisenin
dir.
kaynağını sorunca,
Hz. Meryem şu cevabı
Kanaatimizce burada
vermişti: Bunlar bana
aktarılan kıssayla bizAllah katından geliylere Hz. Meryem ile
or. Zira O, dilediğini
empati kurmamız ve
hesapsız ve hiçbir
onun duygularını anzahmete sokmadan
lamaya çalışmamız
rızıklandırır. (Ali Imran, 37)
tavsiye edilmektedir.
Bundan sonraki hadiseleri Kur-ân bizlere şöyle
aktarmaktadır: Ey Muhammed! Kitab da Merye- Çünkü Hz. Meryem, iffetli bir insan için suçlamaların en ağırıyla suçlanacağını bildiği için, böyle
mi de an. O ailesinden ayrılarak doğu yönünde
bir yere çekilmişti. Sonra insanlardan gizlenmek bir şeyin başına gelmesi yerine ölümü tercih etiçin bir perde germişti. Cebraili göndermiştik de tiğini son derece anlamlı bir şekilde ortaya koyona tam bir insan şeklindegörünmüştü. Meryem: maktadır.
Eğer Allahtan sakınan bir kimse isen, Senden
Rahmana sığınırım dedi. Cebrail: Ben temiz bir Hz. Meryem, Allah Teâlânın dünyadaki bütün kadoğlan bağışlamak için Rabbinin sana gönderdiği ınlara üstün kıldığı (Ali Imran, 42) bir şahsiyet
bir elçiyim dedi. Meryem: Bana herhangi bir in- olarak tanıtılırken, en önemli vasfının, iffet ve
haya timsali, edeb ve takva sahibi, kendisini
san dokunmamış iken ve ben de kötü bir kadın
ibadete veren ve en zor zamanlarda bile teslimiyeolmadığıma göre nasıl olur da bir oğlum olatinden hiçbir şey kaybetmeyen biri olduğu vurgubilir? dedi. Cebrail: Bu böyledir.
Çünkü Rabbin, bu bana kolaydır. Onu insanlar lanmaktadır.
Sayfa 13
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-2/ SAYI– 20
ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Yarının Büyükleri
Müslüman Çocuğun Edebi
Bunları Biliyormusunuz?
5)-GÜZEL SÖZLER ADABI
Söz söylerken güzel söylemek, kabalık yapmamak,
karşısındakilerin halini gözetmek, dokunacak sözlerden ve tasavvurlardan sakınmak Müslüman'ın vazifesidir. Kur'an-ı Kerim yedi çeşit insanın peşinden
gitmeyi ve onları dinlemeyi yasak etmiştir.
Soru 1 : Rasülullah (s.a.v.) Efendimizin takip edip
uyguladığı dini yol ve tutumlara ve bunları genel
prensipler çerçevesi içinde ümmetine uygulamasını
emrettiği söz ve fiillere ne ad verilir?
Cevap : Sünnet.
1- Doğruya ve yalana çok yemin eden.
2- Fikir ve düşüncesi düşük olan.
3- Şuna buna söven, la'net eden, daima kusur ve ayıp
araştıran.
4- Bir yerde konuşulan şeyleri başkalarına taşıyan.
5- Cimri ve son derece sıkı olan ve insanları iyilikten
çeviren.
6- Hakkı tanımayan ve mütecaviz olan.
7- Günaha dadanan, şerefsiz ve soysuz olan.
6)-TUVALET ADABI
1. Tuvalete girmeden önce
Eüzü Besmele çekmek.
2. Sol ayak ile girmek.
3. Ihtiyacı ayakta değil,
oturarak gidermek.
4. Tuvalette konuşmamak,
bir şeyler yememek, oyalanmamak.
5. Tuvaletten çıkmadan
temizlik kontrolü yapmak
(elleri yıkamak).
6. Sağ ayak ile çıkmak.
7. Çıkınca "Gufraneke" demek, adaptandır.
7)-SU IÇME ADABI
1. Besmele çekmek.
2. Suyu bardaktan (veya tasdan) içmek.
3. Suyu oturarak içmek.
4. Bardağı sağ el ile ağıza götürmek.
5. Bardağın içine nefes vermemek.
6. Suyu üç yudumda içmek sonunda Elhamdülillah
demek; su içmenin adaplarındandır.
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor: "Suyu çocuğun
memeyi emmesi gibi için. Depodan doldurur gibi
içmeyin. Ondan ciğer hastalıkları zuhur eder."
Sayfa 14
MUHACIRUN DERGISI–
Soru 2 : Hadis-i Şerif ne demektir?
Cevap : Sünnetlerin sözle ifade edilmesine denir.
Soru 3 : Söz bakımından Peygamberimiz (s.a.v.)’e
anlam bakımından Allah (c.c.)’e ait olan hadislere
ne ad verilir?
Cevap : Kutsi Hadis.
Soru 4 : Sünnetin çeşitleri nelerdir kısaca izah ediniz.
Cevap : Üç çeşittir.
a- Kavli sünnet;
Peygamber Efendimiz
(s.a.v.)’in sözleridir.
b- Fiili sünnet;
Peygamber efendimiz
(s.a.v)’in yaptığı iş ve
hareketlerdir.
c- Takriri sünnet;
Peygamber efendimiz
(s.a.v.)’in işaret ettiği
veya sükut ettiği işlerdir.
Soru 5 : Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Hadis-i
Şerifleri’nin büyük bir çoğunluğu “Kütübü Sitte”
olarak bilinen altı hadis kitabındadır. Bu altı kitabı
yazarlarıyla birlikte söyleyiniz.
Cevap :
1)- Sahih-i Buhari/Imam Buhari
2)- Sahih-i Müslim/Imam Müslim
3)- Sünen-i Ebu Davut/Ebu Davut
4)- Sünen-i Ibni Mace/Abdullah Ibni Mace
5)- Sünen-i Tirmizi/Isa Ibni Sevre Et-Tirmizi
6)-Sünen-i Nesei/Ebu Abdullah En-Nesei
YIL-2/ SAYI– 20
***
ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Basından Seçmeler
Mısırda Darbe Olmuş!
Birkaç günlüğüne ıssız bir yere tatile gitmiştim. Telefon çekmiyor, tv ve radyo cihazı yok. Perşembe akşamı döndüm ki,
Mısır’da darbe olmuş. Hiç şaşmadım. Şaşkınlık kötü bir şeydir.
AIlah kimseyi şaşkın etmesin, şaşırtmasın.
On gün kadar önce “MISIR MÜSLÜMANLARI NELER YAPMALI?” başlıklı bir yazıya başlamış, bitirememiştim. Bu yazıyı
aşağıda okuyacaksınız, darbe olduktan sonra yaptığım ilave de
sonundadır.
Mısır Müslümanları Neler yapmalı?
MISIRDA neler oluyor?.. Bu soruya her kafadan ayrı bir cevap
verilecektir. Bendenizin cevabı şudur:
*Mısırda BOP planları uygulanıyor.
*ABD, AB, İsrail, Siyonizm Mısırda İslamî bir rejim istemiyor.
*İslamî bir rejim olmasa bile Müslümanların iktidarını da istemiyor.
*Mısır parçalanmak isteniyor.
*Mısırdaki yüzde on Kıbtî azınlık tahrik ediliyor.
*Müslüman Kardeşler mensubu yeni başkan alaşağı edilmek,
onun yerine gizli bir vesayet rejimi kurulmak isteniyor.
Mısır Müslümanları ne gibi hatalar yaptı?
Hiç hata yapmadılar diyenlerle konuşmaya lüzum bile yoktur.
Çünkü, insan olmak hasebiyle Müslüman da hata yapar.
1. Mısır Müslümanları parçalanmıştır. Tek bir Ümmet değildir.
2. Müslümanlar güçlerini birleştiremiyor.
Müslüman Kardeşler Teşkilatı BÜTÜN değil, PARÇADIR.
Müslümanlar BÜTÜN olarak hareket etmedikçe, başarılı olmaları çok zordur.
Mısırda Sünnîler çoğunluktadır.
Sunniler ile Şiiler maalesef anlaşıp birlemiyor. O halde
Mısırdaki BÜTÜN SÜNNÎ MÜSLÜMANLARIN birleşmesi gerekir.
Siyasî liderlerin, başkanların, devlet adamlarının, idarecilerin
üzerinde Mısırda ehliyetli, liyakatli, dirayetli, kiyasetli, etkili,
nafiz; bir İslam Başkanı, bir İmam, bir Emîr bulunması gerekir.
Bu zat şu veya bu İslamî parçanın mensubu ve bağlısı değil,
bütün Mısır Müslümanlarının mânevî reisi olmalıdır.
Sünnî Müslümanlar, Kıbtî Hıristiyanlara, verilebilecek bütün
hakları, hürriyetleri, garantileri vermeli ve onları tatmin, razı
ve memnun etmelidir.
İslam karşıtı azınlıklar ve gruplar ile anlaşılmalı ve barış ilan
edilemese bile mütareke=ateşkes ilan edilmelidir.
Bu saydığım işleri tek başına, “parça” olarak Müslüman Kardeşler yapamaz.
Bu gibi hizmetleri başarıyla yürütecek olgun, başarılı, müeyyed, şeytanı bir çuvalın içine koyup ağzını sıkıca bağlayacak,
azınlıkları memnun edecek altın adam, on milyonda bir çıkar.
Sıradan kişilerin işi değildir bu.
Mısır Müslümanlarının yeni bir Amr ibn el-As’a ihtiyacı
vardır. Çağımızın dahisine…
Yukarıdaki satırlar darbeden önce yazılmıştı. Darbeden sonra
yaptığım ilave de aşağıdadır:
Mısır’da darbe yapıldığı gün yayınlanan makalemin başlığı
HİLAFET idi. Tevafuk olmuş.
İslam alemi tek bir Ümmet haline gelmedikçe ve ehliyetli bir
Halifeye biat ve itaat etmedikçe başı beladan kurtulmayacaktır.
Sayfa 15
MUHACIRUN DERGISI–
Bir okuyucum mail göndermiş. Mısırı yaz Mısırı yaz!
Soruyorum: Müslümanların ÜMMETSİZ ve HALİFESİZ olması
mı daha önemlidir, yoksa Mısırda darbe olması mı?
Halifesizlik bir sebeptir, darbe onun neticesidir.
En kötü meşru Halife, en iyi Halifesiz rejimden yeğdir.
İslam dünyası, bütün parçalanmışlığına rağmen, bir musiki
aletinin telleri gibidir. Tellerden birinin bir ucuna dokunursanız, tamamı ihtizaz eder (titreşir).
Mısır darbesi şu veya bu şekilde Türkiyeye etki yapacaktır.
Mursî halkın çoğunluğu tarafından seçilmişti ama onu seçmeyenlere kendisini kabul ettiremedi.
Mısır darbesi sadece sandıktan çıkmış olmakla ayakta durulamayacağını bir kere daha gösterdi.
Darbenin zaten sallantıda olan Mısır ekonomisini çökerteceğini sanıyorum.
Ne ibretli manzara: Darbe konseyinde Kıbtî Patriği ile Ezher
Şeyhi yan yana oturmuşlar…
Arap dünyasında bazı Müslümanlar Mısırda darbe olunca sevinçlerinden zil takıp oynadılar. Bizdeki bilcümle Sabataycılar,
Kriptolar, Boğaziçi aşireti mensupları sevinç içindeler…
Gezi isyanı başarılı olmadı ama çok tecrübe sahibi oldular,
bilendiler.
Gezinin ikinci perdesini hazırlıyorlar.
Mısır darbesi bir daha gösterdi ki, sadece sandıkla iktidar
olunmuyor. İktidar olmak oldukça zor… O iktidarda durmak
bin kat daha zor.
Bir Müslüman, Peygamberimizin (SAV) siz ne halde iseniz öyle
idare edilirsiniz hadîsini bilmiyorsa, siyasetten hiç anlamıyor
demektir.
Mısır darbesi nedir? Kaderin bir cilvesidir.
Müslümanlar birleşmez, tek bir Ümmet olmazsa, Başlarında
kendisine biat ve itaat edilen ehliyetli bir İmam olmazsa, Müslümanlar bir sürü, birbirinden kopuk cemaate, gruba, hizbe,
fırkaya ayrılırsa, Ümmet şuuru gider, yerine hizip ve fırka asabiyeti, militanlığı, holiganlığı gelirse, Birlik yıkılır,
İslamcılıklar Protestanlığı gelirse, O’cular, Bu’cular, Şu’cular
birbirleriyle çekişip tepişirse, Yeterli miktarda vasıflı Müslüman yetiştirilmezse, Müslümanlar maziden ibret alıp tedbirli ve
hazırlıklı olmazsa… Darbeler olur, darbeler yenir, darbeler
iner tepelerine…
Darbeler yiyip uyanmayanların sonu kötüdür. 27 Mayıs… 12
Mart… 12 Eylül… 28 Şubat… Darbe darbe darbe…
Darbelerden kurtulmanın tek çaresi Allahın rızasını ve korumasını kazanmaktır. O da tek bir Ümmet olmakla ve tek bir
İmama biat ve itaat etmekle olur.
Allah Kur’anda, Resulü Sünnetinde, Sâlih Selefler eserlerinde
biz mü’minlere birliği emir ve tavsiye ediyor. Bir Halifeye biat
ve itaat edin, tek bir Ümmet olun, mârufla emr edin, münkerden alıkoyun, cihad fi sebilillah yapın diyor.
Kur’anda Allahın ipine sarılın, ayrılır ve birbirinizle mücadele
ederseniz rüzgarınız gider zelil olursunuz mealinde uyarılar
vardır.
Allaha, Resulüne, kendisinden olan Ululemre itaat etmeyen bir
İslam toplumunun geleceği parlak değildir.
Mısır darbesi neticedir, asıl sebep Hilafetsizlik, Ümmetsizlik,
itaatsizliktir.
Unutulmasın ki, 20’inci asırda İslam dünyasındaki kötülükler
ve dinde bid’atler iki ülkeden çıkmıştır: Türkiyeden ve
Mısırdan…
Mehmet Şevket Eygi
06.07.2013
YIL-2/ SAYI– 20
***
ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013
‫و‬
‫او‬
‫قال ُسو َُل ل‬
‫إِ لي س‬
‫ل لاْاا أ يط ا َواا أ يط اس اَا أ يط اِبا أ طل ل حْ اا‬
Ya Alim ol, ya Talebe ol, ya Dinleyenlerden ol, yahut bunları sevenlerden ol, beşincisi olma helak olursun. (Taberani, Beyhaki)
Download