سطأل َ َط َي ْطِْ ح َ ْا ِم اِأ َ ْم َ َا َي َ َاا ح نْ َِ لَ ا َا َأط ْح َي ِ ََط ْح ع َ َط َي ِ ََط ْح حْ نم.ل حْ نم ِِ ِم ِ ِ حْ نم ِْا Sayi 1/Yil 1 YIL 2/ SAYI 20 ŞEVVAL 1434/ AĞUSTOS 2013 ب ِ ْس ِم Hediyemiz olsun! Musa(a.s.):„Ey Rabbim! Ben, kendimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum, artık bizimle bu fâsık kavmin arasını ayır“ dedi. (Maide, 25)… Aylık; Islami, Siyasi ve Ilmi Dergimiz... kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk k ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Fihrist Dersler Konular Yazarlar Sayfa — — 2 Demokrasi Simsarlari(2) Editör 3 Tefsir Dersleri A´la Suresi (14-19) Ebu Abdurrahman 4 Tefsir Dersleri (devam) A´la Suresi (14-19) Ebu Abdurrahman 5 Islamiyette Terör yoktur! M. Metin Müftüoğlu 6 Suffa Mektebi Temel Meseleler(6) Ibni Abdulhalim 7 Fetva Köşesi Sualler-Cevaplar(7) Ebu Ensar 8 Beyyineler Mekteb-i Ibrahim(2) Cemaleddin Hocaoğlu 9 Islam/Ibadet Kelime-i Şahadet (9) Said Havva 10 Siyer/Davet Peygamberimizin Hayatı; Uzlaşma Politikasi B. Çobanoğlu 11 Kadın-Erkek eşitliği Misafir Kalemler 12 Kur´anda Gençler ve Gençlik değerleri(6); Hz. Meryem Ibni Abdulhalim 13 Müslüman Çocuğun edebi Anonim 14 Mısırrda Darbe olmuş? — 15 Fihrist Gündem/Yorum Gençlerle Başbaşa Hanımlar Köşesi Sohbetler/Düşünceler Yarının Büyükleri Basından Seçmeler Muhacirun Dergisi: www.muhacirun.net Yazışma Adresimiz: [email protected] Sayfa 2 MUHACIRUN DERGISI– Doğrular Islamın doğrulardır, hatalar/yanlışlar bizim yanlışlarımızdır. Okuyucularımızdan (Islama göre varsa) Hatalarımızın düzeltilmesini istirham ediyoruz. YIL-2/ SAYI– 20 ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Gündem/Yorum A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Editör dünyada kimi sever, kiminle haşr-ü neşr olur ve kimden yana olursa ahirette de onun arkasına takılacak, Diyanet’in başına musallat olan bu zihniyet de yıkıla- onunla haşr-ü neşr olup, onunla çağrılacaktır ve caktır. Din görevlilerindeki iman cevheri şahlanacak, hakkında verilecek hüküm de ona göre olacaktır. Isra bir volkan gibi, patlayıverip tozu dumana katacak ve Suresi’nin 71. ayeti bunu nâtıktır. kemalizme payanda olan başlarındaki bu bel’amları Meal şu:“(Hatırla) ol günü ki, biz insanlardan her kaldırıp atacaktır. Biz buna inanıyoruz. Çünkü o teşki- birini tabi olduğu imamiyle (önderiyle) çağıralat mensuplarında iman cevheri vardır. Ve o cevherdir cağız!..” ki, Türkiye Din Görevlileri Federasyonu seçiminin her seferinde Tayyar zihniyetini hezimete uğratmıştır. Hele Işte, Hoca Efendi bunu bildiği ve buna inandığı için, hele federasyon mesullerinin, son genel kurul kendisini dünyada rezil, ahirette zelil ve perişan edecek toplantısında; Tayyar’ın, faizi mübah görme yolunda kişilere yardımcı olmaz ve olamaz; onları sevmez ve yapmış olduğu konuşmayı, protesto eder mahiyette sevemez. Ondaki iman cevheri buna müsaade etmez! yaptıkları neşriyat da bunun açık delillerinden biridir. Bakınız Rabb’imiz Hud Suresi’nin 113. ayetinde ne buyuruyor:“Sakın zulmedenlere en ufak meyille Tayyar zihniyetinin, mutlaka yıkılacağının delillerinmeyletmeyin, sonra size ateş çarpar!” Hiç bir hoca den biri de, örümcek ağı mesabesinde bulunan kema- efendi dehşet saçan bu ayet karşısında zalimlere lizme sırtını dayamış olmasıdır. Artık onu da Diyanet yardımcı olamaz veya yardım etmede devam edemez!.. Vakfı’nın paralarıyla etrafına topladığı paralı askerleri Ve yine Ahzab Suresi’nin 66, 67 ve 68. ayetlerinin, de kurtaramıyacaktır. Çünkü, din “Yüzleri ateşte (pişirilip) çevrildiği görevlileri ve hoca efendiler nezgün derler ki: Eyvah bize! Keşke dinde bu şebekenin maskesi düşAllah’a itaat etseydik, Peygammüş ve hakiki çehrelerinin ne olber’e itaat etseydik. Ve derler ki: duğu gün ışığına çıkmıştır. Rabb’imiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize uyduk da bizi yolEsasen teşkilat mensupları, hoca dan sapıttırdılar. Rabb’imiz! Onefendiler, müslüman bir milletin lara azaptan iki kat ver ve onlara evladları ve mihmandarlarıdır. büyük bir lânet eyle!” şeklinde teAma, millet istiklâl mücadelesinin celli eden ve dehşet saçan manzarasahte kahramanları tarafından oyuları karşısında pişmanlığın da, suçu na getirildiği gibi, mihmandarları başkasına atmanın da fayda vermeyda Tayyar zihniyetinin oyununa ip korkunç akibete sürüklenmelerine getirilmiş de, kemalizmi koruyave nihayet arkalarına takıldıkları caklarına dair imza verip yemin kişilerle birlikte cehennemi boylamaetmişlerdir. Ama, bunlar aslında larına kendilerindeki iman cevheri satılmış değillerdir. Ve artık oyuna geldiklerinin farkı- müsaade etmiyecektir. na varmışlardır, nedamet duyup tevbe ve istiğfar etme- Ve netice: nin yoluna girmişlerdir ve gireceklerdir. Çünkü, onlar- Hoca Efendiler; Tayyar zihniyetinin oyununa geldikledaki iman cevherine yakışan da budur. Ve çünkü, onlar rinin farkına varmakta gecikmiyeceklerdir. AIlah’a kul, Peygarnber’e ümmet olrnanın şerefinin Zaten bir kısmı çoktan farkına varmıştır. Henüz farkına idraki mevkiindedirler ve onlar, kürsü ve minberlerden varmayanlar da bu ve buna benzer tebliğ mahiyetinde“Allah’tan ancak ulema korkar!” mealindeki ayet-i ki yazılar, Inayet-i Hakk’la farkına varmalarına vesile kerime’yi okuyan ve okutan insanlardır ve nihayet, olacaktır.Allah’tan dua ve niyazımız odur ki, hocasına, asırlarca Islam’a hizmet etmiş, Islam’ın bayrağını hacısına ve bütün millete basiret ihsan eylesin de, detaşımış, adaletin ve cesaretin örneğini vermiş bir mille- mokrasi simsarlarının ve diğer bütün batıl sistemlerin tin evlatlarıdır. maşası olan bel’amları ve bunların zihniyetlerini en kısa zamanda tanıyıp onları başlarından atsınlar ve onBu kadar vasfa ve şerefli bir maziye sahip olan bu ku- ların tahakküm ve tasallutlarından kurtulsunlar. ruluş mensuplarının Tayyar zihniyetine ve doIayısiyle Tebliğ ve dua bizden, tevfik ve kabul Rabb’imizdenkemalizm putuna âlet olacaklarına veya âlet olmada dir!.. devam edeceklerine ihtimal vermek doğru değildir. Cemaleddin Hocaoğlu (Kaplan) -Rh.a.Keza o iman cevherine, o vasfa ve o şerefli maziye saEmîr’ül-Mü’minîn ve Halîfet’ül-Müslimîn hip olan bu teşkilat mensupları, bilir ve inanır ki, kişi Demokrasi Simsarları (2) Sayfa 3 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 20 ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z TEFSIR DERSLERI َ ) َ ْل ىْثْ رص ْرو15( م َ َه ف صَ لَ َ ح ْ ) َو َذ َ َر ف14( َ َقَ ْد فَ ْلحَ َ َ َْ ى َ ) فص َذاف لَاص فل ْ ْح ص17( َ ْ َ) َو ْفْلَ صخ َرةْ َخ ْي ور َوف16( َف ْل َحيَوةَ فل ْد ْيي )19( م ْ )18( َْفْلْول َ ص ْح ص فص ْ َر صذي َ َو ْ و 87- A'LÂ SÛRESİ (2) Mushaftaki Sıralamaya Göre 87. Sûredir.Mufassal Sûreler Kısmının On Birinci Grubundaki Üçüncü Sûredir. 19 âyettir. Mekke'de nazil olmuştur. (14-19. ÂYETLER) 14. Doğrusu temizlenen felah bulmuştur. 15. Rabbinin adını anıp da namaz kılan. 16. Fakat siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz. 17. Halbuki âhiret daha hayırlı ve daha devamlıdır. 18. Şüphesiz ki bu ilk sahifelerde; 19. İbrahim ve Musa’nın sahifelerinde vardır. Temizlenen Kurtuluşa Ermiştir (Âyet 14) "Doğrusu temizlenen felah bulmuştur." Kurtuluşa ermiştir. Nesefî der ki: "Şirkten temizlenen yahut namaz için temizlik yapan veya zekâtını veren kimse." İbn Kesîr der ki: "Kendisini kötü ahlâktan temizleyip, Allah'ın Peygamber (s.a.v)'e indirdiklerine uyan kimse." Rabbinin Adını Anıp Namaz Kılan (Âyet 15) "Rabbinin adını anıp da namaz kılan." Nesefî, "İftitah tekbirini alıp beş vakit namazını kılan."; İbn Kesîr de: "Allah rızasını isteyerek, O'nun emrine uyarak, şeriatına bağlanarak vakitlerinde namazı dosdoğru kılan kimse" der. Bu âyet hakkında başka görüşler de ileri sürülmüştür. Bunlardan bazısına göre, âyette geçen Allah'ın anılmasından maksat O'nu bayram günü namaz kılınacak, yere giderken yolda anma, namazdan maksat da sadece bayram günü kılınan namazdır. Bazılarına göre ise التزكى şehadet kelimelerini söylemek ve bunun ifade ettiği mânaya yürekten inanmaktır. Allah'ın anılması ve namazdan maksat ise beş vakit namazdır. Bunların tümü birbirini tamamlayıcı nitelikte mânalardır. Yukarıda geçen 14. ve 15. âyetlerin bunların hepsine ihtimali vardır. "Doğrusu temizlenen, Rabbinin adını anıp da namaz kılan felah bulmuştur" âyetiyle ilgili olarak İbn Kesîr şöyle der:"Hafız Ebû Bekr el-Bezzâr'ın Câbir b. Abdullah'tan naklettiğine göre: Rasûlullah (s.a.v), "Doğrusu temizlenen felah bulmuştur" âyeti hakkında: "Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına şahadet ederek O'na denk tanımayan ve benim Allah'ın rasûlü olduğuma da şahadet eden (felah bulmuştur)" buyurur. "Rabbinin adını anıp da namaz kılan" âyeti hakkında ise: "Bu beş vakit namazı kılmak onlara devam edip önem vermektir" buyurur. Ravi; bu hadis Câbir'den sadece bu şekilde rivayet edilmiştir, der. İbn Abbas da şöyle der: Burada geçen namazdan maksat Sayfa 4 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Ebu Abdurrahman beş vakit namazdır. İbn Cerîr de bunu tercih etmiştir. Yine İbn Cerîr'in Ebu Halde'den naklettiğine göre o şöyle demiştir: Ebu'l-Âliye'nin yanma girdim de o bana dedi ki: Yarın sabah bayrama giderken bana uğra. Ebu Halde der ki: Ben de ona uğradım. Dedi ki: Bir şey yedin mi? Ben: Evet, dedim. Üstüne su dokundun mü? dedi, ben: Evet, dedim. Söyle bana, fıtır sadakasını ne yaptın? dedi, ben: Onu verdim, dedim. Sonunda: Ben de seni bunlar için istemiştim, dedi ve: "Doğrusu temizlenen, Rabbinin adını anıp da namaz kılan felah bulmuştur" âyetlerini okudu ve dedi ki: Medine halkı bundan ve su dağıtmaktan daha değerli bir sadaka bilmiyordu. Bize, mü'minlerin emiri Ömer b. Abdülaziz'in insanlara fıtır sadakasını vermeyi emrettiği ve şu âyeti okuduğu rivayet edilmiştir: "Doğrusu temizlenen, Rabbinin adını anıp da namaz kılan felah bulmuştur." Ebu'l-Ahvas der ki: Sizden birinize, namaz kılmak üzereyken bir dilenci gelirse namazdan önce fıtır sadakasını versin. Çünkü Allah Teâlâ: "Doğrusu temizlenen, Rabbinin adını anıp da namaz kılan felah bulmuştur" buyurur. Katâde de bu âyet hakkında: "Doğrusu temizlenen, Rabbinin adını anıp da namaz kılan felah bulmuştur"; yani malının zekâtını verip yaratıcısını hoşnut eden kimse felah bulmuştur, der." Nesefî şöyle der: "Âyette geçen = من كزكىŞirkten temizlenen yahut namaz için temizlik yapan veya zekâtı veren anlamınadır. Bu fiil الزكاةkökünden كفعّل ölçüsünde bir fiildir. Nitekim كصدقda لصدقة kökünden aynı ölçüde bir fiildir. "Rabbinin adını anıp da..." âyeti, iftitah tekbirini alıp da beş vakit namazı kılan anlamınadır. Bu âyet, namazda iftitah tekbirinin tekbirinin farziyetine ve onun namazın dışında olduğuna delalet eder. Çünkü =ص ّلىnamaz kıldı fiili ذكىandı" fiiline atfedilmiştir. Atıf ise aralarında atıf bağı bulunan şeylerin başka başka şeyler olmasını gerektirir. Yine bu âyet iftitah tekbirinin Allah'ın isimlerinden herhangi biriyle caiz olduğuna da delâlet eder. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, bu âyet hakkında şöyle demiştir: Âhiretini ve Rabbinin huzurunda duruşunu hatırlayıp da O'nun için namaz kılan kimse (felah bulmuştur). Dehhâk da şöyle der: Namazgah yolunda Rabbinin adını anıp da bayram namazını kılan (felah bulmuştur)..." Bütün bunlardan sonra Allah Teâlâ, öğüdü, temizlenmeyi ve namazı reddetmenin baş sebebini beyan eder. Bu da dünya hayatının üstün tutulmasıdır: İnsan Dünyayı Âhirete Tercih Ediyor (Âyet 16-17) "Fakat siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz." Nesefî der ki: "Âhirete karşı dünya hayatını üstün tutuyor da sizi kurtuluşa ulaştıracak şeyleri yapmıyorsunuz. Bu âyette hitap kâfirlere yöneliktir. Bunun delili de Ebû Ömer'in âyette geçen كؤثرونkelimesini يؤثرونşeklinde (yâ) ile okumasıdır." İbn Kesîr şöyle der: "Dünya hayatını âhiret işine tercih ediyor, onu hem dünyanız hem de âhiretiniz YIL-2/ SAYI– 20 ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ için menfaatiniz bulunan şeylerden üstün tutuyorsunuz." "Halbuki âhiret daha hayırlı ve daha devamlıdır." Nesefî der ki: "Âhiretin bizzat kendisi daha üstün daha süreklidir." İbn Kesîr de şöyle der: "Âhiret yurdunda Allah'ın mükâfatı dünyadan daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Zira dünya aşağılık ve geçicidir. Âhiret ise değerli ve bakîdir. Öyleyse akıllı bir kimse nasıl olur da geçici olanı kalıcı olana tercih eder! Kısa zamanda kendisinden ayrılacak olanı önemser de ebediyyet yurdunu dikkate almaz!" "Fakat siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz. Halbuki âhiret daha hayırlı ve daha devamlıdır" âyetiyle ilgili olarak İbn Kesîr şöyle der:"İmam Ahmed b. Hanbel'in Hz. Âişe (r.anha)'dan naklettiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Dünya yurtsuzun yurdu, malsızın malıdır. Akılsız kimse dünya için toplar." İbn Cerîr'in Arfece es-Sekafî'den naklettiğine göre o şöyle demiştir: İbn Mes'ûd'dan el-A'lâ sûresini okumasını istedim: "Fakat siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz" âyetine gelince okumayı bıraktı ve arkadaşlarına dönüp: Dünyayı âhiretten üstün tuttuk, dedi. Topluluk sustu. Sonra tekrar devam etti: Dünyayı üstün tuttuk. Çünkü onun süsünü, kadınlarını, yiyecek ve içeceklerini gördük. Bunlar bizi âhiretten uzaklaştırdı. Dünyayı tercih ettik ve âhireti terkettik. İbn Mes'ûd'un böyle konuşması ya onun alçakgönüllüğündendir. Yahut da dünyayı tercih edenleri oldukları hâl üzere haber vermiş olmasındandır. En iyisini Allah bilir. Yine Ahmed b. Hanbel'in Ebû Musa el -Eşârî'den rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Dünyasını seven âhiretine zarar verir. Âhiretini seven de dünyasına zarar verir. Öyleyse kalıcı olanı geçici olana üstün tutun." Bunu sadece Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir." Bunlar İbrahim ve Musa'nın (a.s) Sabitelerinde de Vardır (Âyet 18-19) "Şüphesiz ki bu..." yani üçüncü fıkrada zikredilen şeyler, İbn Kesîr'e göre bu âyetlerin içerdiği mânalar; "...ilk sahifelerde. İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde vardır." Onlar, Azîz ve Celîl olan Allah'ın peygamberlerine vahyettiği suhuf ve kitaplarda kaydettiği şeylerdir. İnsan ise her asırda aynı insandır. "Şüphesiz ki bu ilk sahifelerde, İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde vardır" âyetinin tefsirinde İbn Kesîr şöyle der:"Hafız Ebû Bekr el-Bazzâr'ın İbn Abbas'tan naklettiğine göre o demiştir ki: "Şüphesiz ki bu ilk sahifelerde, İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde vardır" âyetleri nazil olunca Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: "Bunların hepsi veya bu, İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde vardı." Ravi der ki: Ata b. Sâib'in İkrime'den, onun da İbn Abbas'tan naklettiği, bundan başka sağlam bir senet ve bunun gibi rivayet ettiği başka Sayfa 5 MUHACIRUN DERGISI– bir hadis de bilmiyoruz. Nesâî'nin Ata b. Sâib ve İkrime vasıtası ile İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre o, "Yüce Rabbinin adını an" sûresi nazil olunca: Bunların hepsi İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde vardır, demiştir. "Vazifesini yerine getiren İbrahim'in sahifelerinde..." (en-Necm, 53/37) âyeti nazil olunca da: İbrahim; "Doğrusu hiçbir günahkâr diğerinin günah yükünü çekmez" diye vazifesini yerine getirdi, demiştir. Yani bu âyet, Allah Teâlâ'nın en-Necm süresindeki: "Yoksa Musa'nın ve vazifesini eksiksiz yerine getiren İbrahim'in sahifelerinde olanlardan haberdar mı edilmedi ki hiçbir günahkâr diğerinin günah yükünü çekmez. İnsan için kendi çalıştığından başkası yoktur. Gerçekten onun çalıştığı ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı eksiksiz verilecektir. Şüphesiz ki son varış ancak Rabbinedir" (en-Necm, 53/37-42) buyrukları gibidir. "Şüphesiz ki bu ilk sahifelerde, İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde vardır" âyetiyle ilgili olarak İbn Cerîr'in İkrime'den naklettiği rivayette o şöyle demektedir: Bu âyette geçen "şüphesiz ki bu" ifadesiyle, aynı sûrede geçen önceki âyetlere işaret edilmiştir. Ebu'l-Âliye de der ki: Bu sûrede anlatılanlar ilk sahifelerde vardır. İbn Cerîr ise: "Şüphesiz ki bu..." ifadesi ile şu âyetlere işaret edilmek istendiği görüşünü tercih etmiştir: "Doğrusu temizlenen felah bulmuştur. Rabbinin adını anıp da namazı kılan. Fakat siz dünya hayatını üstün tutuyorsunuz. Halbuki âhiret daha hayırlı ve daha devamlıdır." Bunlardan sonra Allah Teâlâ: "Şüphesiz ki bu önceki âyetlerin içeriği- ilk sahifelerde, İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde vardır." buyurur. İbn Cerîr'in bu tercihi kuvvetlidir. Katâde ve İbn Zeyd'den de benzeri bir görüş nakledilmiştir. En iyisini Allah bilir." Nesefî der ki: "Şüphesiz ki bu..." ifadesi Allah Teâlâ'nın: "Doğrusu temizlenen felah bulmuştur" âyetinden, "Halbuki âhiret daha hayırlı ve daha devamlıdır" âyetine kadarki sözlerine işarettir. Yani bu sözlerin içeriği o sahifelerde vardır. Yahut da bu ifade ile, sûrenin tümündeki muhtevaya işaret edilmiştir. Buna göre el-A'lâ Sûresi'nin bu son âyeti, Kur'ân-ı Kerim'in namazda Farsça okumanın caiz olduğuna delildir. Çünkü adı geçen âyet bu sûrenin muhtevasının o sahifelerde zikredildiğini bildirmektedir. Halbuki o sahifelerdeki âyetler Kur'ân tertibi ve Kur'ân'ın diliyle değildir." Ben derim ki:Namazda Kur'ân'ı Arapçadan başka bir dille okumanın caiz oluşu, Arap olmayan bir kimsenin Kur'ân'dan bir şeyler ezberlemekten aciz olduğu durumda sözkonusudur. Bu cevaz da zorunlu olan en kısa süreyle sınırlıdır. Nesefî şöyle der: "İbrahim'in sahifeleri hakkında nakledilen bir hadiste şöyle buyrulur: "Akıllı insanın dilini tutması zamanını bilmesi, işine yönelmesi gerekir"...'" YIL-2/ SAYI– 20 ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Gençlerle Başbaşa İSLAMİYETTE TERÖR YOKTUR! Allah'ın emrettiği, Peygamber'inde bizzat uyguladığı İslam!.. İslam kelimesinin ifade ettiği manalar nedir? 1- İslam: Arapcada harp ve münazaanın (ağız kavgasının) zıddı olan silm ve istislam manalarına gelir. 2- İslam: Müsalemet, Mütavaat, ınkiyad, ıhlas anlamlarına da gelir. 3- İslam: Silme koymak veya silme, yani barışa girmek, selam vermek anlamlarını da içine alır. Bütün anlamları selam ve selamet kelimelerinin anlamları ile ilişkilidir. Bu anlama göre İslam genel olarak itaat, teslimiyet, boyun eğmek, samimiyetle bağlanmak hakkında kullanılabilir. Yalnız Hakka, Allah'a teslimiyettir. Allah'tan ve Haktan başkasına boyun eğip, teslim olmak ise İslam'a aykırıdır. Gerek Hz. Peygamber'in gerek ona tabi olanların İslam'ı, doğrudan doğruya Cenab-ı Allah'a İslam, yani ihlas ve samimiyetle O'na teslimiyet ve itaat etme demek olduğu kesinlik kazanır. Buna göre din lisanındaki İslam, lügat anlamındaki gibi geniş kapsamlı değil, özel ve belirli bir anlam ifade etmektedir. ''Ey iman edenler hepiniz toptan silme (barış, selamet) giriniz ve şeytanın izinden gitmeyiniz!'' (Bakara, 208) ayeti kerimesi İslam'ın içerdiği olumlu ve olumsuz yönleri birlikte göstermiştir. A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Emîr’ul Mu’minîn elinden emin ve salim olduğu kimsedir!) diye tarif ve tavsif olmaktadır. Mal ve Can emniyeti Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ''Mü'min hakkı ve vasfı şu olması gerekir ki, insanlar mallarında ve canlarında ondan emin olalar!'' Mehmed Akif'in de dediği gibi: Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı; Asrın idrakına söyletmeliyiz İslam'ı! İslam'da terör olmadığını herkese anlatıp, terörün her türlüsünü de lanetliyoruz! İslam'da terör yoktur. Eğer birileri bir terör eylemine girişip İslam'a mal ediyorsa, o kişi ya İslam'ı gereği gibi bilmiyor ya da art niyetli olduğu ortadadır. İslam'ı kötu göstermeye de hic kimsenin hakkı yoktur! Çünkü İslam Allah'ın dinidir. Dininin de ismidir. Yine dinimiz, haksız olarak insan öldürmeyi haram kılmış ve yasaklamıştır. İslam'iyetin insan sevgisiyle dolu olduğu herkesce bilinmektedir. şöyleki: ''...Bir insanı kurtarmayı, insanlığı kurtarmakla eş değer kabul etmiş, bir insanı yok etmeyi de bütün insanlığı yok etmekle bir tutmuş bir din olduğunu!'' (Maide, 32) ve Kur'an'ın bu ilahi mesajını, herkese duyurmaktır. İnsan Allahü Teala'nın binasıdır. Allah'ın binasını yıkan kimseye lanet edilmiştir! ifadesi olan sünnet-i seniyyeyi de anlatmaktır! (Mevkufat-Mülteka Tercemesi, A. Davudoğlu, c. 3) Buna binaen; * Her müslüman bu terör belasının töhmetinden kendini sakındırmalıdır! * Her duyduğu laflara ve yaldızlı sözlere de kanmamalıdır! * İslam'la terör asla bir araya gelmez! * ve İslam'a da asla sıfat olamaz! * Hele bu iki kelime asla bir arada kullanılamaz! * İslam'la terör, biribirine zıt olan kelimelerdir! ''Müslüman, elinden ve dilinden müslümanların salim olduğu kimsedir!'' hadis-i şerif gibi İslam'ın Hakka inkiyat ve teslimiyete dayanan kamu barışı ve toplum huzuru anlamına da geldiğini ifade etmektedir. (Hak Dini Kur'an Dili, Elmalı Hamdi Yazır, c.10.) Bu Hadis-i şerif'de: ''Mü'min bütün insanların emin olduğu kimsedir!'' Ramuzül- Ehadis, s. 230/3.) diye bildirilmektedir. Biz de kendimizi bu terazide ölçecek olursak, İslam'iyette terör yoktur diyor ve terörün her türlüsünü imanımızdaki derece meydana çıkar. de lanetliyoruz! Hadis-i şerifin ikinci kısmında, müslimin tarifi de aynı *** şekildedir. (Bütün müslü-manların, onun dilinden ve Sayfa 6 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 20 ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Suffa Mektebi Temel Meseleler-6 delâlette aslına uygun olursa olsun Kur­'an-ı Kerîm'in tefsiri ve başka dillere tercemesi "Kur'an" olamaz. Çünkü Kur­'an-ı Kerîm Arapçadır, lafzı ve manasıyla Allah tarafından indirilmiştir. 3- Kur'an-ı Kerîm nesilden nesile tevatür yoluyla nakledilmiştir. Yani Rasûlullah'dan itibaren her nesilde Kur'an ezberleyen büyük bir kitle vasıtasiyle nakledilmiştir. Tevatür, yakinî ilim ve rivayetin sıhhati hakkında katiyyet ifade eder. Cebrail'in Kur'an'ı Deliller iki kısımdır: Resulullah'ın kalbine indirdiği andan itibaren insanların a) Âlimlerin cumhuru tarafından kabul edilen mütteonu ezberlemesinin yanında yazı ile tesbit etmesi daha fekun aleyh (üzerinde ittifak edilen) deliller -ki bunlar sonraki nesillere tevâturen ulaşmasına yardımcı Kitap,Sünnet,İcmâ ve Kıyastır-, olmuştur. Bu özelliğin bir neticesi olarak şaz kıraatler, b) Muhtelefun fîh (üzerinde ihtilâf edilen) deliller. kudsî hadisler gibi mütevâtir olmayan şeyler Kur'an'dan Bunların da en meşhurları İstihsan, Mesâlih-i mürsele sayılmaz. veya İstislah, İstishab, Örf, Sahabe mezhebe, Önceki Şaz kıraatler, âhâd haberler şeklinde bize nakledilen şeriatler ve Şeddi zerâyi' olmak üzere yedi tanedir. kıraatlerdir. Meselâ orucun kazası konusunda "başka Müttefekun aleyh (üzerinde ittifak edilen) deliller günlerde peşpeşe tutarlar" şeklinde gelen Ubey b. Ka'b'ın uyulması farz olan delillerdir. Ancak bunlarla istidlal kıraati ile, yemin keffareti konusunda "... bunu yapılırken şu tertibe riâyet edilir: Önce kitap, sonra bulamayan üç gün peşpeşe oruç tutar" şeklinde gelen sünnet, sonra icmâ, sonra kıyas. İbni Mesud'un kıraatleri şazdır. Zira buralardaki BİRİNCİ DELİL: KUR’ANI KERİM "peşpeşe" ziyadeliği mütevâtir değildir, dolayısıyle Kur'an'dan sa­yılmaz. Yine annelerin nafakası konusunda Kur'an-ı Kerîm'in Tarifi "Kur'an" lügatte kırâet = okuma manasına bir masdardır. nazil olan Onun benzeri (nafaka) mahrem akrabalarının üzerine de vacibdir ayetindeki "mahrem akrabaları" Meşhur olma­sına ve bilinmesine ve Allah (c.c.) in ona zi­yadeliği mütevâtir değildir. Kitap, Mushaf, Tenzil, Furkan ve Zikir gibi bir çok isim vermesine rağmen usûlcüler onu başkalarından ayırmak Şaz kıraatler hüccet olmaz, zira bunlar ne Kur'an ne de sünnettir diye nakledilmediği için ne Kur'an ne de sünnet için şöyle tarif etmişlerdir: "O, en kısa süresiyle dahi sayılmaz]. Yine bazı âlimler şaz kı­raatlerin sünnet gibi mu'ciz olarak Arap lisa-nıyle Rasûlullah'a indirilen, zannî delil olarak da olsa delil saymanın sahih mushaflarda yazılı olan, tevatür yolu ile nakledi­len, okunarak ibadet edilebilen, Fatiha süresiyle başlayıp Nâs olmayacağı görüşündeler, çünkü sünnetin mutlaka Rasûlullah'tan işitilmiş olması lâzımdır. Rasûlullah'tan süresiyle biten Allah (c.c.) in kelâmıdır" işitilen her şey hüccettir Kur'an-ı Kerîm'in Özellikleri Besmeleye gelince: Nemi sûresinin içinde bulunan Yukarıda geçen tariften Kur'an-ı Kerîm'in şu özelliklere besmele müslümanla-nn ittifakıyle bir ayettir. Sûrelerin sahip olduğu görülüyor: başında bulunan besmeleler ise hanefîler ve şafiîler gibi 1-O, lafzı ve manasıyle Allah kelâmıdır. Kur'an-ı Kerîm'in bazı mezheplere göre yine Kur'an'dan bir ayettir. Çünkü icazı yani beşer takatinin fevkinde üstün belagata sahip bunlar her sûrenin başındaki ayetlerle beraber olması buna delildir. O halde kendisine itaat edilmesi Rasûlullah'a nazil olmuş ve Rasûlullah'm îmriyle her vacib olan bir kaynaktan geldiği için delâlet ettiği sûrenin başına Kur'an hattı ile yazılmış, böylece tevatür hü­kümler ilzam edici (bağlayıcı) olmalıdır. Kur'an'ın bu edip gel­miş. Kur'an-ı Kerîm'i Kur'an olmayan şeylerden özelliği ile -isterse kudsî hadis olsun veya normal hadis korumakta çok titiz davranan sahabeden hiç biri olsun- Allah kelamı olmayanlar tarifin dışında besmelenin yazılmasına karşı çıkmamıştır] Makul olan da kalmaktadır. Çünkü bunlara "Kur'an" denilemez. Zira sudur. hadislerin manaları Allah'tandır, ancak lafızları ve cümle kuruluşları Rasûlullah (s.a.) dendir. Rasûlullah onu Allah'a Bir başkaları da besmelenin ayet olmadığı görüşündedir. Ne Fatiha'dan ıe de diğer sûrelerden bir ayet değildir. isnad ederse "kudsî hadis" denilir. Hadis, hüccet olma açısından Kur'an mertebesinde değildir. Hadis okunarak Malikîlerin görüşü budur. Delilleri ise \yşe (r.a.) den gelen namaz kılınmaz, tilâvet edilerek ibadet edilmez. şu rivayettir: "Rasûlullah (s.a.) namaza tekbirle ve "elıamdülillahi rabbilâlemin" ile başlardı" Yani besmelesiz başlardı. 2- Kur'an-ı Kerîm'in tamamı Arapçadır, onda Arapça olmayan dillerden bir şey yoktur. Dolayısıyle, ne kadar ŞER'Î DELİLLER Şer'î delil ise: İster kat'î (yakınî) ister zannî (yani zann-ı galib) bir yolla olsun kendisinden şer'î amelî bir hüküm istinbât edilen her şey şer'î delildir. Bunun için delil, delâleti kat'î olan ve zannî olan olmak üzere iki kısma ayrılır. Sayfa 7 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 20 ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Ebu Ensar Fetva Köşesi Sualler-Cevaplar (7) ihtizarda bulunarak pek şiddetli elemler içinde kıvrandığı bahanesiyle bir hastanın hayatına bir an evvel hatime vermek salahiyeti, bir çok cinayetlere sebep olabilir. 24.Sual: Bir kimse çekilmeyecek derecede hasta olup, Birçok suikastler bu bahane ile cezadan berî olarak bir an evvel ölmesini mesela iğne ile öldürülmesini irtikab edilebilir. Bunun muayyen bir mikyası olamaz, bir doktordan isteyebilir mi? kaç kişinin buna lüzum göstermesi, bu hususta bir kaç Cevap: Bir insanı velev ki, ölüm döşeğinde bulunsun, kimsenin karar vermesi, melhuz fecayii bertaraf edemez. velev ki kendi emriyle olsun öldürmek bir cinayettir. Hastanın geçtiği ıztırabat saikasıyla veya hangi Bunun da uhrevî mesuliyeti pek ağırdır. mulahazat sebebiyle bu öldürülmesine muvafakat etmesi Allahın haram kıldığı nefsi haksız katleylemezler ve sinâ de böyle bir cinayete meşruiyet veremez. Doğrusu budur ki, böyle bir hareket, keyfî kanaatlere istinaddan hali yapmazlar, her kim de bunları yaparsa ağır cezaya olamaz, bir nice gayri ahlakî neticelere müncer olmaktan çarpar(furkan, 68) ayet-i kerime’si, böyle bir cinayeti katiyyen nehyetmektedir. Yani: „Allahü Teala’nın haram kurtulamaz. kıldığı nefsi de öldürmeyiniz, haklı yere olan müstesna. İşte size bunu vasiyet buyurmuştur. Ta ki düşünesiniz!“ Şunu da düşünmelidir ki, dinî bir terbiyeye malik olan muktezasına göre hareket edesiniz. insanlar, çektikleri hastalıkların, Akla, hikmete muhalif harekette ızdırapların mükâfatına nail bulunmayasınız. olacaklarına kanidirler. Onları muvakkat bir ızdıraptan kurtarmak için bu ebedî Kütüb-i Fıkhıyye’mizde ve bilhassa mükâfattan mahrum bırakmak „El-Muhalla“da yazıldığı üzere doğru olamaz. şifa bulmak için can vermekte olan bir insan da tam insan ne acı zehirli ilaçlara hakk-ı hayata malik bir insandır, tahmmül eder. Ya ebedî bir hatta cesedinin yarısından canı hayata, bir saadete nailiyet için çekilmiş olan bir insanı öldüren, muvakkat bir elem ve ızdıraba onun kanını zamin olur. Şüphe yok tahammül edemez mi? ki, böyle bir insan da tam zî-hayat hükmündedir. Bunun içindir ki, bir Velhasıl: Böyle bir bahane ile insan bir illetten veya bir yapılan katillerin uhrevî cerihadan veya amden veya hataen yapılan bir cinayetten mesuliyeti de tasavvurların fevkindedir. (Hukuku dolayı teslim-i ruh edecek bir halde iken bir karib-i vefat İslamiyye Kamusu, c. 3, sf. 45) etse, o karibe varis olur. Kendisine bir malını vasiyet etmiş olan bir kimse vefat etse o mala vasiyet tarikiyle temellük eder. Ve bir gayri müslim bu halde aklı başında olarak İslamiyet’i kabul etse, ihtidası makbul, kendisine müslüman olan karibleri var ise vâris olur. Demek bu insan tam hukuka malik zî-hayat bir şahıstır. Ehl-i şeriat’tan vesaireden iki kimse tasavvur olunamaz ki, bu insanın bu hayatında ihtilaf etsin. Artık böyle zîhayat bir insanı haksız yere öldürmek İslam hukukunca katiyyen haramdır, memnudur. Böyle bir şahsın kendi ölümünü tacil etmesi, kendisinin öldürülmesine razı olması, emir vermesi asla helal olmaz. Binaenaleyh böyle bir insanı öldüren, şüphe yok ki, masum bir nefsi öldürmüş olur. Artık onu amden kim katl ederse hakkında ya kısas, ya da diyet veya mufadat lazım gelir. Ve onu kim hataen katl ederse kendisine keffaret, akilesi üzerine de diyet lazım gelir. Nitekim bu hususu ileri de izah edeceğiz. Şüphe yok ki, hayatımız bir vedia-i ilahiyye’dir. Bir müsaade-i şer’iyye olmadıkça bunu başkalarının izale etmesi asla caiz olamaz. Son nefeslerini yaşadıklarına etibbanın kani oldukları nice hastaların bilahare şifa bularak senelerce yaşadıkları daima görülmektedir. Hali Sayfa 8 MUHACIRUN DERGISI– 25.Sual: Bir insan bulduğu malı kullanabilir mi? O mal kime ait olduğunu bildiği halde, yalnız o malı sahibine iade edersem beni hırsız tutar diye vermez ise, bunun durumu ne olur? Cevap: Kullanamaz; Bir kimse bir yerde bir miktar para veya eşya bulsa bunu sahibine vermek üzere oradan kaldırabilir. Fakat kendi nefsine mal edinmek için alıp kaldıramaz. Bu bir gasp sayılır. Mültekit, yani malı bulan kendisi münasip bir suretle ilan eder ve malın kıymetine göre münasip bir müddet bekler. Sahibi zuhur etmezse fakirlere tasadduk eder, kendisi fakir ise bundan istifade edebilir, fakat bilahare sahibi zuhur ederse, bedelini borçlu olur. (Ö. N. Bilmen, sf. 452) 26.Sual: Bir kimse yeğenine fitresini verebilir mi? Cevap: Evet; yeğenine de, kardeşine de fitresini de, zekâtını da verebilir. Yeter ki, bunlar fitre ve zekât alabilecek derecede fakir olsunlar. YIL-2/ SAYI– 20 ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Beyyineler MEKTEB-I IBRAHIM Cemaleddin Hocaoğlu (2) TEVHİD: Tevhid nedir? ''Tevhid'' kelimesi; o kadar geniş, geniş olduğu kadar da derin, derin olduğu kadar da anlaşılması ve anlatılması zor olan mübarek bir kelimedir. Temeldir: İmanın, insanlığın, hayvanatın, kâinatın hayatı, varlığı ve varlık nizamı bu esas üzerine kurulmuştur. Her şeyin üzerinde ''Tevhid''in damgası vardır. Bütün küreler ve zerreler ''Tevhid''in etiketini taşır, canlı-cansız bütün varlık; bilerek veya bilmiyerek, isteyerek veya istemiyerek, lisan-i hal veya lisan-i kal ile ''Tevhid, Tevhid, Tevhid!..'' der dururlar (İsra, 42 -44; Ali İmran, 83; Hacc, 18). Akla ve iradeye sahip olmalarına rağmen, Tevhid'den, Tevhid akidesinden mahrum olan fertler esirdirler, huzursuzdurlar. Böyle fertlerden meydana gelen cemaat ve milletler de esirdirler ve huzursuzdurlar. Bunun en bariz örneği günümüzün dünyasıdır. Müslüman olsun, gayrî müslim olsun herkes esir ve huzursuz. Müslüman esir ve huzursuz: Neden? Devleti yok da ondan; kendisinin derdinden ve dilinden anlayacak, kendisine sahip çıkacak, kendisine yardımcı olacak, kendisini zararlara karşı ve zararlı cereyanlara karşı koruyacak devleti yok. Binaenaleyh, müslüman esirdir ve huzursuzdur. Gayrî müslimler de huzursuz ve esir. Neden? Çünkü, onların temelinde Tevhid yok, mesned yok, dayanak yok da ondan. Varlığı ve dünyalığı boşlukta sallanıyor, günün dağdağaları, inişli ve çıkışlı şartları, sağdan ve soldan gelen rüzgarlar ve fırtınalar kendilerini sallayıp duruyor. Tutunabilmek için paktlar kuruyor, bloklara giriyorlar. ışte dünyanın manzarası bu!.. Dünyayı ve dünya insanlarını, içine düştükleri bu esaret ve bu huzursuzluktan kurtaracak tek bir şey vardır. O da ''Tevhid''dir, ''Tevhid'' inancıdır. Bu girişten sonra: Esas mevzuya geçiyor ve diyoruz ki, insanlığı hürriyete kavuşturma vazifesini yüklenen İslam'ın Peygamber'i Hz. Muhammed (s.a.v.), Tevhid bayrağını çekip "Lâ ilahe illallah" hakikatını ilan edince, bir mukavemet ve bir karşı koyma ile karşılaştı. Bu karşı koyma cephesinin ön saflarında da kabilelerin ileri gelenleri ve reisleri yer aldı. Geri kalanlar ise, bu lider ve reislere tabi olup itaat eden, onlara kul ve köle olan insanlardı. Bunların hepsine birden "şirk ordusu" denir. İşte bu şirk ordusu, Allah Resulü'ne ve Onun bir avuç sahabesine karşı çıktılar. Başlangıcta kaş-göz işaretiyle ve alaylı sözler ile hakaretamiz laflar ve işaretler yapıldı ise de işin ciddiyetini ve Tevhid hareketinin büyüklüğünü görünce ciddi bir tavır aldılar ve bütün kuvvetlerini seferber ederek karşı koymalarını şiddetlendirdiler. Bu karşı koyma ve şiddetlendirme hareketi, Tevhid-şirk mücadelesi, hak-batıl savaşı hicrete kadar sürmüş ve onüç sene bütün şiddetiyle devam etmiştir. Bu hadiseleri ince noktalarına kadar tetkik eden müslüman, bir taraftan ibaret dersi alırken bir taraftan da şirk ve Tevhid'in ne demek olduklarını daha iyi anlar. Ayrıca bu hadiselerin ışığı altında hareket ettiğimiz taktirde görürüz ki, bugünün İslam ülkeleri umumiyetle o günün Mekke'sidir. Keza bugünün putçuları o günün putçularının aynıdır. Ancak şekil değişikliği olabilir. Mesela; isimler değişmiştir; o günün putları Hübel, Lat, Menat ve Uzza gibi heykeller ve bunların arkasında gizlenen falan veya filanın maddeciliği, makam hırsı, maneviyat ve din düşmanlığı olduğu gibi, bugünün de falanın veya filanın ilkeleri ve inkilapları, doktrinleri ve sistemleri, maddeciliği, makam ve şöhret hırsı ve bunların gölgelerine sığındıkları heykellerdir. Keza, Tevhid bayrağına ve "Lâ ilahe illallah" şiarına karşı çıkanlar; o günün önder ve liderleri ve bunların iktidarları olduğu gibi, bugünün Tevhid'ine karşı çıkacak olanlar da bugünün putçu önder ve liderleri ve bunların sahip oldukları iktidarlardır. Bir farkla: O da Mekke müşrikleri açık birer müşrikti; kalpleri ne ise dilleri de o idi. Günün putçuları ise, sözleri özlerine uymayan münafıklardır. Bir taraftan "Müslümanız!" der, bir taraftan da şeriat'ı devletten ve devletin yönetiminden kaldırıp onun yerine laik düzenin put kanunlarını getirir ve onları savunurlar. Bir taraftan "Allah, Peygamber" derler ama, Allah'ın ve Peygamber'in emrinin ve tatbikatının arkasından değil de putların ve büyük putları olan Hübel'in arkasından giderler; bunların inkilap ve sistemlerini korurlar ve uygularlar. Karşı çıkanları, İslam'ın devlet, Kur'an'ın anayasa olmasını isteyenleri rejim düşmanı, vatan haini diye ilan ederler, onları put kanunlarının hakim olduğu mahkemeler de mahkum edip en ağır cezalara çarptırır ve en ağır işkencelere tabi tutarlar. O halde günümüzün putu ve putperestliği ne imiş?!. Allah'a mahsus olan haklardan birini veya birkaçını Allah'tan başkasına vermektir. Mesela: Hakimiyet kayıtsız ve şartsız Allah'ındır, Allah'a mahsus bir haktır. İşte bu hakimiyet hakkını, yani kanun koyma salahiyet ve yetkisini Allah'tan başka bir kimseye veya kimselere veyahut da millete vermektir. İşte kendilerine hakimiyyet verilen kişi veya kişiler veyahut da o millet ne olmuş olurlar? Put olmuş olurlar! Dava adamı olmanın vasıflarından biri de Mekteb-i Ibrahim'den geçmiş olmaktır. O halde Tevhid nedir sualini tekrar tevcih edelim: Tevhid: ''Vahdet'' kökünden alınmıştır. ''Vahid, ehed'' kelimeler ve isimler de hep ''vahdet''ten gelir. ''Vahid ve ehed'' kelimeleri Allahü Azimüşşan'ın birer ismidir (İhlas, 1; Mü'min, 16). Allah birdir, bir demektir. ''Muvahhid'' ise, birleyen, Allah'ın birliği inancına sahip olan demektir; Allah vahiddir, ehaddir diyen demektir. Gerçek manada her müslüman ''Muvahhid''dir; Allah'ı birleme akidesine sahiptir. İslam istılahında hülâsa olarak ''Tevhid''in manası budur. şirk kelimesi ise, Tevhid'in tam zıddıdır. Bir insan ya muvahhiddir veya müşriktir. Hem müşrik, hem muvahhid olamaz. Aralarında mübayenet vardır. Muvahhidlerden hiçbiri müşrik olamaz; müşriklerden hiçbiri de muvahhid olamaz. Daha doğrusu bunlar arasında zıddiyet vardır. Bir kalbde ikisi birleşemez, biri geldi mi, diğeri mutlaka gider. Tevhid birdir; çeşidi yoktur. Şirkin ise çeşitleri vardır, hem de pek çoktur. Tevhid haktır, şirk batıldır. Tevhid insanı Allah'a kul yapar, şirk ise şeytana kul olmaktır. Tevhid, birliğe şirk ise tefrikaya götürür. Ve nihayet Tevhid cennete, şirk cehenneme götürür. Sayfa 9 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 20 ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Islam/Ibadet 3-Allah'ın kitaplarına inanmanın en alt derecesi, yukarıda anlattığımız biçimde bütün ilahi sayfa ve kitapları içeren bir onaylamadır. Bunun arkasında çeşitli makamlar gelirki, yüce Allah -C.C.- bu makamları tanımlamak üzere bize şöyle buyuruyor: Kendilerine verdiğimiz kitabı gerektiği gibi okuyanlar var ya, işte ona inananlar onlardır (Bakara,121) Mü'minler O kimselerdir ki, Allah anildığı zaman kalbleri ürperir Onun ayetleri okunduğunda da imanları daha da artar.(Enfal, 2) Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitab'ı, sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rabb'lerinden korkanların bu Kitap'dan derileri ürperir; sonra hem derileri hem de kalpleri Allah'ın zikriyle yumuşar.(Zümer, 23) Sana bu Kitab'ı indiren O'dur. Bu Kitabın bir kısım ayetleri kesin anlamlı (muhkem)dir, bunlar onun özünü oluştururlar. Diğer kısmı da birden çok anlamlı (müteşabih)dir. Kalplerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve keyfi yorumlar yapmak amacı ile bu kitabın birden çok anlamlı ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onların yorumunu sadece Allah bilir. Köklü bilgiye sahip olanlar ise Bu Kitaba inandık, O bütünü ile Allah katından gelmiştir derler. (Ali-Imran, 7) De ki; Siz bu Kur'an'a ister inanın, ister inanmayın, o bundan önce kendilerine bilgi verilenlere okunduğunda, onlar çeneleri üzerine secdeye kapanırlar.Ve derler ki, Rabbimizin şanı yücedir, O'nun verdiği söz kesinlikle yerine gelecektir.Çeneleri üzerine secdeye kapanırlarken, gözyaşları dökerler. Kur'an onları ürpertir, saygılarını artırır. (Isra,109) Görüldüğü gibi, insanlar Allah'ın kitabı karşısında birbirinden oldukça farklı tavırlar takınırlar. Kimi onu okur ve sanki Allah'dan kendilerine vahiymiş gibi etkisi altında kalırlar, arkasından da sırf kendilerini muhatap tutuuyormuş gibi bir sorumluluk duygusu icçnde onu uygulamaya koyulurlar. Fakat kimileri de böyle değildirler. Bu farklı tavırlı kimselerin, hiç şüphesiz, dereceleri, makamları da farklıdır. 4)Peygamberlere inanmanın en alt derecesi, yukarıda anlattığımız gibidir. Yani peygamberler arasında ayırım gözetmeyen bir onaylama yükümlülüğüdür. Bu noktadan sonra insanların dereceleri farklılaşır. Öyle iman var ki, kalbi sevgi, takdir, saygı ve örnek edinme duyguları ile doldurup taşırır. Bu duygular da dolup taşdıkları kalbin ferdi kimliğini eriterek Peygamber Efendimizinsali'lt ve selam iizerine olsun- yüce şahsiyetinin potasinda yok ederler. Kimi Imamlar ise barındıkları kalblerde bu duyguların oldukça az bir derecesini meydana getirirler.Bu konuda Peygamber Efendimiz (SAV) bize şöyle bir ölçü veriyor: MUHACIRUN DERGISI– Said Havva Herhangi biriniz beni ana-babasından, çocuklarından ve geride kalan tüm insanlardan daha çok sevmedikçe mümin olmaz. (Buhari,Müslim) ISLAMIN RUKÜNLERIKELIME-I ŞAHADET (9) Sayfa 10 A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . 5)Ahiret gününe inanmak konusunda da aynı derece farklılığı görülür, Açıklayacak olursak kimi mü'minler sürekli biçimde ahireti hatırlayarak, hissederek, nefsi ile hesaplaşarak ve gündelik hayatının bütün davranışlarını Peygamberimizin bize haber vermiş olduğu Kıyamet safhalarına göre ayarlayarak yaşar. Dünyadan eletek çekerek ahirete yönelir. Öyle ki, gözü ahiretten başka hiç bir şey görmez olur. Peygamberimiz ile O'nun sahabilerinin hayat tarzları, gerçek anlamda ahirete inanan ahiret adamlarının nasıl olması gerektiğini gösteren en üst derecedeki örnektir. insanlar bu zirve noktası ile en alt ahiret inancı sınırı arasında çeşitli derecelere sahiptirler. 6)- Insanlar kadere inanmak konusunda da birbirlerinden farklıdırlar. Kimi yüce Rabbimizin -C.C.Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiğine sevinip şımarmayasınız diye (Hadid, 23) buyruğunda dile gelen hikmeti şahsında gerçekleştirecek her durumda hoşnut olur ve daima Allah'a güvenir . De ki; Allah hakkımızda ne yazmış ise bize ulaşır, O'dur bizim Mevlamız ayetini paralo edinerek rızkı konusunda olsun, eceli konusunda olsun, güven içindedir. (Tevbe,51) Allah'a karşı olan görevleri söz konusu olunca hiç bir şeyden korkmaz, gözünü budaktan sakınmaz. Çünkü yüce Allah'ın -C.C.- şu buyruklarına bütün benliği ile inanmıştır: Nerede olursanız olunuz, aşilmaz surlu kalelerde bile olsanız ölüm sizi bulur(Nisa, 78) Ecelleri gelince ne bir an önce alınırlar ne de bir an geriye bırakılırlar (Yunus, 49) Şurası bir gerçektir ki, gerek imanın bu yüce dereceleri ve gerekse onun enalt sınırları, tümüyle insanın şahadet kelimesini benimserkenki kesinlik derecesine, bu kelime ile ilgili inancını derinliğine ve sarsılmazlığıına bağlıdır. Şahadet kelimesi ne oranda kalbde kökleşmiş, sağlam yer tutmuş ise imanın rukünleri ile ilgili derece de o oranda yüksek olur. Diğer önemli bir gerçek de şudur ki, iman ve islam'la ilgili amellerin (davranış ve eylemlerin) tümü, müslümanın kalbinde şahadet kelimesine şuur ve duygu planında gerçeklik kazandırmak içindir. Bundan dolayı şahadet kelimesi islamın hem başı ve hem de sonudur. Yine böyle olduğu içindir ki, Peygamber Efendimiz (SAV) şöyle buyuruyor: Kim Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahadet ederse Allah onun vücudunu cehennem ateşine haram kılar.(Muslim) YIL-2/ SAYI– 20 *** ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Siyer/Davet Uzlaşma Politikası Bir gün, Utbe bin Rebia -kavmi arasında düşünce ve basiret sahibi bir liderdi - Kureyş'in bir toplantısında: «Ey Kureyş topluluğu! Kalkıp, Muhammed'in yanına gitsem, onunla bir konuşsam ve ona birtakım işler teklif etsem olmaz mı? Olur ki bazılarım kabul eder de, istediklerim ona veririz. O da bizimle uğraşmaktan vazgeçer» dedi. Onlar da: «Çok iyi olur, ey Velid'in babası! Hemen kalk, git, O'nunla bir konuş» dediler. Bunun üzerine Utbe gidip, Allah Resûlü'nün yanına oturdu. Söze şöyle başladı: «Ey kardeşimin oğlu! Sen de biliyorsun ki, Kureyş içinde soyca-sopca, şeref ve itibarca bizden üstünsün! Fakat sen kavminin başına da büyük bir iş, bir gaile getirdin. Bununla onların topluluklarını dağıttın. Akıllarını akılsızlık saydın... Beni dinle! Sana birşeyler teklif edeceğim! Bak, bunlardan bazısını kabul etmek işine gelir...» dedi. Resûlullah (sav) da ona: «Haydi, söyle ey Velid'in babası, seni dinliyorum» buyurdu. Utbe de:«Ey kardeşimin oğlu! Senin şu getirdiğin ve üzerinde direnip durduğun işle, eğer mal ve servet sağlamak istiyorsan; sana bizimkilerden daha çok malın oluncaya kadar mallarımızdan mal toplayıp verelim. Eğer bununla, aramızda, daha büyük şan ve şeref kazanmak istiyorsan, seni kendimize büyük ve ulu tanıyalım. Senden başkası ile bütün ilgimizi keselim. Eğer bununla hükümdar olmak istiyorsan, seni kendimize hükümdar yapalım. Şayet, bu sana gelen, görüp de üzerinden atmaya güç yetireme-diğin bir evham, cinlerden perilerden gelme bir hastalık ve büyü ise, doktor getirelim tedavi ettirelim. Seni ondan kurtarmcaya kadar mallarımızı bu yolda saçarcasına harcayalım» dedi. Utbe sözlerini bitirdikten sonra, Peygamberimiz (sav) ona:«Ey Velid'in babası, söyleyeceklerini söyleyip, bitirdin mi?» diye sordu. Utbe de «evet» deyince, Hz. Peygamber (sav): «Şimdi sen de beni dinle,» dedi ve Fussilet sûresinin başından okumaya başladı :•Hâ-Mîm! Bu kitab, bilen ve anlayan bir kavm için, âyetleri ayrı ayrı açıklanmış, gereğince hareket edenleri, Cennetle müjdeleyici, etmeyenleri, uğrayacakları azabla korkutucu, Arapça bir Kur'-an olmak üzere, Rahman ve Rahim olan Allah tarafından indiril­miştir. Öyle iken onların çoğu, bundan yüz çevirmiştir. Artık on­lar dinlemezler. Onlar: «Bizi da'vet edip durduğun şeye karşı kalblerimiz kapalıdır, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir engel vardır. Sen istediğini yap, biz de yapacağız» dediler.Onlara de ki: «Ben de sizin gibi bir insanım. Yalnız bana vahy olunuyor ki, «Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Artık O'na yönelin, O'n-dan bağışlanma dileyin. O'na eş, ortak koşanların vay başlarına ge­leceklere.. ». Resûlullah böylece okumaya devam ederken, Utbe de dikkatlice dinliyordu. Resûlullah aynı sûrenin: «Onlar yine bir olan Allah'a iman etmekten yüz çevirir, putlara tapmakta direnirlerse, onlara de ki: «Âd ve Semûd kavimlerinin köklerini kazıyan saika (yıldırım) ya benzer bir azab ile sizin de kökünüzün kazınabileceğim hatırlatırım» (Fussilet: 13) âyetini okuyunca-, Utbe, Peygamberimizin ağzını tuttu, Âd ve Semud kavmini yakalayan azabın nerdeyse kendisini de hemen oracıkta yakalayıvereceğini sandı. Peygamberimizin okumaktan vazgeçmesi için akrabalık adına yemin verdirdi. Sonra Utbe, arkadaşlarının yanma dönüp, aralarında oturduğu zaman, arkadaşları: «Ey Velid'in babası, arkanda neler bıraktın?» Neler görüp geçirdin?» dediler. Utbe: «Arkamdaki mi? Öyle bir söz dinledim ki, vallahi ben onun bir benzerini daha hiç dinlemiş değilim. Yemin ederim ki, o ne şiirdir, ne sihirdir, ne de kehânettir. Ey Kureyş topluluğu! Beni dinlerseniz, siz bu adamı dâvası ile baş-başa bırakın, Sayfa 11 MUHACIRUN DERGISI– B.Çobanoğlu siz aradan çıkın. Ondan ayrılın. Vallahi benim ondan dinlediğim söz büyük bir haberdir. Siz, onu dışınızda kalan arap kabilelerine bırakacak, araya girmeyecek olursanız, iyi edersiniz. Onlar ona kâfi gelirler, engel olurlar. Eğer o, araplara glebe çalarsa, onun hâkimiyeti sizin hâkimiyetiniz, onun şerefi sizin şere­finiz demektir...» dedi. Arkadaşları, Utbe'ye: «Ey Velid'in babası, vallahi o, diliyle seni de büyülemiş!» dediler. Utbe de: «Bu benim, onun hakkındaki kanaatim. Siz kendi görüşünüze göre dilediğinizi yaparsınız» dedi. Aralarında Velid b el-Mugire, Âs b Vâil olmak üzere müşriklerden bir grup, Resûlullah'm yanına gelip ona en zenginleri olacak kadar mal vermeyi, kızlarının en güzeli ile evlendirmeyi, bunlara karşılık onun, putlarına dil uzatmaktan ve âdetlerini akılsızlıkla suçlamaktan vazgeçmesini teklif ettiler. Resûlullah getirdiği hak nizama da'vetten vazgeçmeyince; bu sefer müşrikler: «Bir gün sen bizim putlarımıza taparsın, bir gön de biz senin ilâhına taparız» dediler. Resûlullah (sav) bunu da kabul etmedi. Bunu açıklar mahiyette, Kâfirûn sûresi nazil oldu: «De ki, ey kâfirler! Tapmam o taptıklarınıza. Siz de tapanlardan değilsiniz benim mabuduma. Hem ben tapıcı değilim sizin taptıklarınıza. Hem de siz tapıcılardan değilsiniz benim mabuduma. Sizin dininiz size, benim dinim bana...» Sonra Kureyş'in ileri gelenleri gelip, Utbe bin Rebia'nın başlattığı teşebbüsü yeniden başlatarak, toplu halde Resûlullah'm yanına gittiler. Peygamberimize başkanlık ve mal teklif ettiler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) onlara: «Sizin söylediğiniz şeylerin hiçbirisi bende yoktur. Ben size, mallarınızı istemek, içinizde şöhret kazanmak ve başınıza lider olmak için gelmedim. Ama Allah beni size peygamber olarak gönderdi. Bana bir de Kitab indirdi. Allah bana iyiliklerinizden dolayı sizi Cennetle müjdeleyici, kötülüklerinizden dolayı da Cehennem azabı ile korkutucu olmamı emretti. Ben de Rabbimin bana vahyettiklerini size tebliğ ettim, size öğüt verdim. Size getirip tebliğ ettiğim şeyleri alıp kabul ederseniz, o size dünyada ve âhirettes nasip ve azığınız olur. Onu kabul etmeyip bana geri çevirirseniz, Allah aramızda hükmünü verinceye kadar bana sabretmek ve katlanmak düşer» dedi. Peygamberi­mizin bu sözleri üzerine onlar: «Sen yaptığımız tekliflerden hiçbirini kabul etmeyeceksen, bari şu dileğimizi yerine getir. Sen herkesten iyi biliyorsun k'., burası yâni Mekke vadisi dar, suyu kıt, geçimi zor bir memlekettir. Seni bize Peygamber olarak gönderen Rabbına yalvar, bize sıkıntı veren şu dağları kaldırsın da şehrimizi ova yapsın, orada bizim için Şam ve Irak'ta olduğu gibi ırmaklar akıtsın, geçmiş baba ve atalarımızdan bazı kimseleri de bizim için diriltsin. Diriltecek olanlardan bilhassa Kusay bin Kilâb'ı diriltsin ki o doğru sözlü, ulu bir kişidir. Senin söylediklerini onlara biz soralım bakalım o gerçek mi, yoksa boş, akılsız birşey midir? Yine Rabbin senin için bağlar, bahçeler, köşkler, altından ve gümüşten hazineler yaratsın. Seni bunlarla zengin yapsın da artık paraya pu­la ihtiyacın kalmasın, senin bizler gibi çarşı pazarda geçim peşin­de koştuğunu görmeyelim. Eğer istediğimiz şeyleri yaparsan, seni tasdik ederiz. Bununla Allah katındaki mevkiini, dediğin gibi onun seni bir peygamber olarak gönderdiğini öğrenmiş oluruz» dediler. Resûl-i Ekrem Efendimiz onlara cevaben: «Ben böyle şeyleri ne yaparım, ne de Rabbimden isterim» dedi. Onlar yine bu uzun çekişme ve konuşmadan sonra, ona: «Senin hakkında bize iyice kanaat geldi ki, bunlar sana Yemâme'de kendisine Rahman denilen adanı öğretiyor. Vallahi biz Rahmân'a hiçbir zaman inanmayız. Yâ Muhammed, biz sana neticenin iyi olmayacağını hatırlattık. Vallahi ya sen, ya biz yok olup gidinceye kadar senin yakanı bırakmayacağız» dediler. Sonra kalkıp oradan ayrıldılar. YIL-2/ SAYI– 20 ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Hanımlar Köşesi Kadın-Erkek eşitliği 1-Insanın Yaratılışı İnsanın, alemlerin Rabbi Allah (c.c.) tarafından yaratılmış olması, temiz akıl sahibi kimselerin tartışabileceği bir mesele değildir. Meseleyi gerçeklik düzleminde yeterince değerlendiren her akıl sahibi, bu konuda akli bir ihtilafa düşmeyeceği gibi, kalbi veya fıtri bir ihtilafa da düşmeyecektir. Çünkü dünyada varolan bütün insanlar, Kalu Bela'da Allah'ın birliğini tasdik ve ikrar eden insanlardır., Hani Rabbin, Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı:Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (demişti de) onlar: Evet (Rabbimizsin), şahid olduk demişlerdi (Bu,) Kıyamet günü: Biz bundan habersizdik dememeniz içindir.Ya da: Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mi edeceksin? dememeniz için.(A'râf,172) Dünya alemine gelen her insanın özünde bu İlahi gerçek, bu fıtri hakikat bulunmaktadır. Nitekim "Hatırlat" emri ile muhatap olan tüm peygamberler, insanlara bu llahi gerçeği hatırlatıyorlar ve insanları bu İlahi gerçeğe da-vet ediyorlardı. Duydukları ve gördükleri ayetleri tefekkür ederek bu İlahi gerçeği hatırlayacak olan samimi insanlar, tabi ki bu gerçekler istikametinde yaşayacaklar ve kendile-ri gibi birer beşer olan müstekbirlerin şeytani taleplerine karşı çıkacaklardır. Tabi ki dünya insanlarını kendi çıkarlan istikametinde ezmek ve sömürmek isteyen müstekbirler için, oldukça sakıncalı bir itikaddır bu!. Bu itikadı bozmaları ve iğdiş etmeleri ise, insanları Allah'ı inkara veya eş koşmaya davet etmeleriyle mümkündü. Ancak, bu insanlara kendilerini ve tüm kainatı yaratan Allah (c.c.)'ı inkar ettirebilmeleri için, herkesin açıkça müşahade ettiği bu yaratılışla ilgili bir görüş, bir teori ileri sürmeleri gerekiyordu. Çünkü en basit düşünceli insanlar bile, Allah'ı inkar etme temayülündeki bu kimselere; "Yaratıcı olarak Alİah' ı inkar ettiğinize göre, bütün bu yaratılmışların yaratıcısı kim?" sorusunu soracaklardı. İşte dünya emperyalistleri, kendilerine bağlı bilim adamlanndan bu konuda çalışmalarını ve insanların zihinlerini bulandıracak bilimsel safsatalar üretmelerini istemişlerdir. Nitekim insanın yaratılışıyla ilgili olarak bilimsellik adına son yüzyıllarda ileri sürülen bütün teoriler, gerçeğe veya ciddi bilimsel bulgulara değil, kesinlikle ve kesinlikle küfre dayanan teorilerdir. Çünkü söz konusu bilim adamlarından bu konudaki gerçeğin araştırılması değil, küfür teorisinin güçlendirilmesi istenmiştir. Allah'ın varlığına yüzbinlerce ayet, yüzbinlerce işaret ve delil içeren tabiattan, Darwin gibi sapıklann teorilerine delil arayan bu zavallılar, kendilerini değişik gelen bir kemik fosiliyle karşılaştıkları zaman, bu fosil hakkında milyarlarca seneyi içeren ve sadece hayallere dayanan bir destan yazmaktadırlar!. Ellerine aldıkları bir madeni inceledikten sonra "Bu madenin veya bu bileşimin bir gramının meydana gelebilmesi için şu kadar milyon yıl gerekir, dolayısıyle dünyanın yaşı şu kadar milyar yıldan fazladır!" şeklinde görüş beyan eden bu şaşkınlar, Allah (c.c.)'dan gafil oldukları gibi, şanı yüce Rabbimizin şu sünnetinden de gafildirler. Sayfa 12 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Misafir Kalemler Dirilten ve öldüren O'dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: “Ol" der, o da hemen oluverir. (Mü'min, 68). Yaratıcıya inanmadıklarını söyleyen bu kimseler, mahluklara özgü kafaları ile söz konusu maddenin "Ol" emri ile hiç beklemeden nasıl oluvereceğini de anlamayacaklardır. Netice olarak dünyanın yaşını kendi mahluk anlayışlarına göre milyarlarca ve hatta trilyonlarca yıl olarak ifade edecekler ve küfri teorilerini, milyarlarca yıllık bir tarihi geçmişe nisbet edeceklerdir!. Peki ama neden? Bu sapıklar, küfri teorilerini milyarlarca seneyi içeren, gözlenmesi, sorgulanması ve tartışılması mümkün olmayan tarihi bir boşluğa neden götürüyorlar? Dünya insanlarına günümüzdeki gözle görülebilir, elle tutulabilir bir örnek vermiyorlar? Bilimsel somutluktan anladıklan bu mu? Yoksa savunduklan bu safsatayı, sadece tarihin bilinmezlik boşluğunda mı koruyabileceklerini zannediyorlar? Oysa hakkı açıklayan ve insanları hakka davet eden Kur'an-ı Kerim, insanlara yaşadıklan zaman diliminden binlerce örnek, binlerce ayet göstermektedir. Netice olarak küfri bir ön kabulle başlayan veya daha açık bir ifadeyle kalkış noktası sadece küfür olan bu teorilerin asıl amacı, ortaya bilimsel bir gerçeklik koymak değil, insanlann yaratılışla ilgili düşüncelerine şüphe katmak ve bu düşüncelerden kaynaklanan temiz inancı bulandırmaya çalışmaktır. Nitekim bu şeytani girişimler genel olmasa da bazı istisnai sonuçlar elde etmiştir. Milyarlarca seneye nisbet edilen efsaneyi kabul ederek, düşünsel olarak milyarlarca senelik bir derinlik kazandıklarını(!) zanneden bazı zavallılar ve yegane yaratıcı olarak Allah'a inandıklarını söylemelerine rağmen, Darwin teorisini de ciddiye alan bazı şaşkınlar bulunabilmektedir. Zamana ve mekana muhtaç olan kainatın, zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah (c.c.) tarafından yaratılmış olması, her temiz akıl sahibi kimsenin binlerce ayet, binlerce delil ile kabul edebileceği apaçık bir gerçektir. Nitekim Kur'an, insanın yaratılışını da aynı gerçeklik düzleminde bizlere iletmektedir. Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir kan pıhtısından, sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminizin de, bildikten sonra hiç bir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.(Hacc,5) İnsanın yaratılışıyla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de daha birçok ayet-i kerime bulunmaktadır. bu ayet-i kerimelerden de anlaşılacağı üzere, insani rahimlerde yaratılışıyla ilgili olarak jinekoloji ilminin henüz ulaştığı bazı gerçekleri 14 asır önce beyan eden Kur'an-ı Kerim, ortaya koyduğu tartışılmaz gerçeklik ile modern ilme meydan okumanın ötesinde, bu ilme Öncülük eden bir keyfiyete sahiptir. YIL-2/ SAYI– 20 ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Sohbetler/Düşünceler Ibni Abdulhalim KUR´ÂNDA GENÇLER VE GENÇLIK DEĞERLERİ(6) için bir mucize ve katmızdan da bir rahmet kılacağız; hem bu önceden kararlaştırdığımız bir iştir Iffet ve Teslimiyet Örneği: Hz. Meryem diyor dedi. Meryem oğlana hamile oldu, o haliyle Kur ân ayetlerinde Hz. Meryeme de geniş yer ve- uzak biryere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma ağacının dibine gitmeye mecbur etti ve rildiği görülmektedir. şöyle dedi: Ah! Keşke bundan önce ölmüş olsaydım da unutulup gitseydim. Alt tarafından bir ses Ayetlerde onun, annesi tarafından mabede adandğı, doğumundani tibaren Hz. Zekeriyya gibi şöyle seslendi: Sakın üzülme!.Rabbin, içinde busalih ve bilgili bir peygamberin gözetiminde,Allah lunanı şerefli kılmıştır. (Meryem, 18) tarafından güzel bir bitki gibi yetiştirildiği, ergenlik çağına erdiğinde ise mabedin bir köşesinde Allahın dilemesiyle Hz. Isa ya hamile kalan Hz. Meryemin, doğum sancıları çektiği sırada söyleinzivaya çekildiğinden bahsedilmektedir. diği sözler son derece dikkat çekicidir. Kendisini ibadete vermesi sebebiyle, tefsirlerde elBetûl olarak vasıflanan Hz. Meryem, Kur ân- Ke- Namuslu ve iffetli bir kişi iken böyle bir durum ile rimde adı bizzat zikredilen tek kadın olmakla ayrı karşı karşıya kalıp,insanlara bunu ne şekilde izah edeceğinin sıkıntısın bir önem taşımakta d bir hâlet-i ruhiye tadır. içinde söylediği, Ah keşke bundan önce Hz. Zekeriyya ne zaölseydim de unutulup man onun yanına gitgiden biri olsaydım... se, orada mevsimi sözleri onun psikoloolmayan meyvelerle jik durumunu yansıkarşılaşmaktaydı. Bu tan en güzel ifadelerolağanüstü hadisenin dir. kaynağını sorunca, Hz. Meryem şu cevabı Kanaatimizce burada vermişti: Bunlar bana aktarılan kıssayla bizAllah katından geliylere Hz. Meryem ile or. Zira O, dilediğini empati kurmamız ve hesapsız ve hiçbir onun duygularını anzahmete sokmadan lamaya çalışmamız rızıklandırır. (Ali Imran, 37) tavsiye edilmektedir. Bundan sonraki hadiseleri Kur-ân bizlere şöyle aktarmaktadır: Ey Muhammed! Kitab da Merye- Çünkü Hz. Meryem, iffetli bir insan için suçlamaların en ağırıyla suçlanacağını bildiği için, böyle mi de an. O ailesinden ayrılarak doğu yönünde bir yere çekilmişti. Sonra insanlardan gizlenmek bir şeyin başına gelmesi yerine ölümü tercih etiçin bir perde germişti. Cebraili göndermiştik de tiğini son derece anlamlı bir şekilde ortaya koyona tam bir insan şeklindegörünmüştü. Meryem: maktadır. Eğer Allahtan sakınan bir kimse isen, Senden Rahmana sığınırım dedi. Cebrail: Ben temiz bir Hz. Meryem, Allah Teâlânın dünyadaki bütün kadoğlan bağışlamak için Rabbinin sana gönderdiği ınlara üstün kıldığı (Ali Imran, 42) bir şahsiyet bir elçiyim dedi. Meryem: Bana herhangi bir in- olarak tanıtılırken, en önemli vasfının, iffet ve haya timsali, edeb ve takva sahibi, kendisini san dokunmamış iken ve ben de kötü bir kadın ibadete veren ve en zor zamanlarda bile teslimiyeolmadığıma göre nasıl olur da bir oğlum olatinden hiçbir şey kaybetmeyen biri olduğu vurgubilir? dedi. Cebrail: Bu böyledir. Çünkü Rabbin, bu bana kolaydır. Onu insanlar lanmaktadır. Sayfa 13 MUHACIRUN DERGISI– YIL-2/ SAYI– 20 ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Yarının Büyükleri Müslüman Çocuğun Edebi Bunları Biliyormusunuz? 5)-GÜZEL SÖZLER ADABI Söz söylerken güzel söylemek, kabalık yapmamak, karşısındakilerin halini gözetmek, dokunacak sözlerden ve tasavvurlardan sakınmak Müslüman'ın vazifesidir. Kur'an-ı Kerim yedi çeşit insanın peşinden gitmeyi ve onları dinlemeyi yasak etmiştir. Soru 1 : Rasülullah (s.a.v.) Efendimizin takip edip uyguladığı dini yol ve tutumlara ve bunları genel prensipler çerçevesi içinde ümmetine uygulamasını emrettiği söz ve fiillere ne ad verilir? Cevap : Sünnet. 1- Doğruya ve yalana çok yemin eden. 2- Fikir ve düşüncesi düşük olan. 3- Şuna buna söven, la'net eden, daima kusur ve ayıp araştıran. 4- Bir yerde konuşulan şeyleri başkalarına taşıyan. 5- Cimri ve son derece sıkı olan ve insanları iyilikten çeviren. 6- Hakkı tanımayan ve mütecaviz olan. 7- Günaha dadanan, şerefsiz ve soysuz olan. 6)-TUVALET ADABI 1. Tuvalete girmeden önce Eüzü Besmele çekmek. 2. Sol ayak ile girmek. 3. Ihtiyacı ayakta değil, oturarak gidermek. 4. Tuvalette konuşmamak, bir şeyler yememek, oyalanmamak. 5. Tuvaletten çıkmadan temizlik kontrolü yapmak (elleri yıkamak). 6. Sağ ayak ile çıkmak. 7. Çıkınca "Gufraneke" demek, adaptandır. 7)-SU IÇME ADABI 1. Besmele çekmek. 2. Suyu bardaktan (veya tasdan) içmek. 3. Suyu oturarak içmek. 4. Bardağı sağ el ile ağıza götürmek. 5. Bardağın içine nefes vermemek. 6. Suyu üç yudumda içmek sonunda Elhamdülillah demek; su içmenin adaplarındandır. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor: "Suyu çocuğun memeyi emmesi gibi için. Depodan doldurur gibi içmeyin. Ondan ciğer hastalıkları zuhur eder." Sayfa 14 MUHACIRUN DERGISI– Soru 2 : Hadis-i Şerif ne demektir? Cevap : Sünnetlerin sözle ifade edilmesine denir. Soru 3 : Söz bakımından Peygamberimiz (s.a.v.)’e anlam bakımından Allah (c.c.)’e ait olan hadislere ne ad verilir? Cevap : Kutsi Hadis. Soru 4 : Sünnetin çeşitleri nelerdir kısaca izah ediniz. Cevap : Üç çeşittir. a- Kavli sünnet; Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sözleridir. b- Fiili sünnet; Peygamber efendimiz (s.a.v)’in yaptığı iş ve hareketlerdir. c- Takriri sünnet; Peygamber efendimiz (s.a.v.)’in işaret ettiği veya sükut ettiği işlerdir. Soru 5 : Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Hadis-i Şerifleri’nin büyük bir çoğunluğu “Kütübü Sitte” olarak bilinen altı hadis kitabındadır. Bu altı kitabı yazarlarıyla birlikte söyleyiniz. Cevap : 1)- Sahih-i Buhari/Imam Buhari 2)- Sahih-i Müslim/Imam Müslim 3)- Sünen-i Ebu Davut/Ebu Davut 4)- Sünen-i Ibni Mace/Abdullah Ibni Mace 5)- Sünen-i Tirmizi/Isa Ibni Sevre Et-Tirmizi 6)-Sünen-i Nesei/Ebu Abdullah En-Nesei YIL-2/ SAYI– 20 *** ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Basından Seçmeler Mısırda Darbe Olmuş! Birkaç günlüğüne ıssız bir yere tatile gitmiştim. Telefon çekmiyor, tv ve radyo cihazı yok. Perşembe akşamı döndüm ki, Mısır’da darbe olmuş. Hiç şaşmadım. Şaşkınlık kötü bir şeydir. AIlah kimseyi şaşkın etmesin, şaşırtmasın. On gün kadar önce “MISIR MÜSLÜMANLARI NELER YAPMALI?” başlıklı bir yazıya başlamış, bitirememiştim. Bu yazıyı aşağıda okuyacaksınız, darbe olduktan sonra yaptığım ilave de sonundadır. Mısır Müslümanları Neler yapmalı? MISIRDA neler oluyor?.. Bu soruya her kafadan ayrı bir cevap verilecektir. Bendenizin cevabı şudur: *Mısırda BOP planları uygulanıyor. *ABD, AB, İsrail, Siyonizm Mısırda İslamî bir rejim istemiyor. *İslamî bir rejim olmasa bile Müslümanların iktidarını da istemiyor. *Mısır parçalanmak isteniyor. *Mısırdaki yüzde on Kıbtî azınlık tahrik ediliyor. *Müslüman Kardeşler mensubu yeni başkan alaşağı edilmek, onun yerine gizli bir vesayet rejimi kurulmak isteniyor. Mısır Müslümanları ne gibi hatalar yaptı? Hiç hata yapmadılar diyenlerle konuşmaya lüzum bile yoktur. Çünkü, insan olmak hasebiyle Müslüman da hata yapar. 1. Mısır Müslümanları parçalanmıştır. Tek bir Ümmet değildir. 2. Müslümanlar güçlerini birleştiremiyor. Müslüman Kardeşler Teşkilatı BÜTÜN değil, PARÇADIR. Müslümanlar BÜTÜN olarak hareket etmedikçe, başarılı olmaları çok zordur. Mısırda Sünnîler çoğunluktadır. Sunniler ile Şiiler maalesef anlaşıp birlemiyor. O halde Mısırdaki BÜTÜN SÜNNÎ MÜSLÜMANLARIN birleşmesi gerekir. Siyasî liderlerin, başkanların, devlet adamlarının, idarecilerin üzerinde Mısırda ehliyetli, liyakatli, dirayetli, kiyasetli, etkili, nafiz; bir İslam Başkanı, bir İmam, bir Emîr bulunması gerekir. Bu zat şu veya bu İslamî parçanın mensubu ve bağlısı değil, bütün Mısır Müslümanlarının mânevî reisi olmalıdır. Sünnî Müslümanlar, Kıbtî Hıristiyanlara, verilebilecek bütün hakları, hürriyetleri, garantileri vermeli ve onları tatmin, razı ve memnun etmelidir. İslam karşıtı azınlıklar ve gruplar ile anlaşılmalı ve barış ilan edilemese bile mütareke=ateşkes ilan edilmelidir. Bu saydığım işleri tek başına, “parça” olarak Müslüman Kardeşler yapamaz. Bu gibi hizmetleri başarıyla yürütecek olgun, başarılı, müeyyed, şeytanı bir çuvalın içine koyup ağzını sıkıca bağlayacak, azınlıkları memnun edecek altın adam, on milyonda bir çıkar. Sıradan kişilerin işi değildir bu. Mısır Müslümanlarının yeni bir Amr ibn el-As’a ihtiyacı vardır. Çağımızın dahisine… Yukarıdaki satırlar darbeden önce yazılmıştı. Darbeden sonra yaptığım ilave de aşağıdadır: Mısır’da darbe yapıldığı gün yayınlanan makalemin başlığı HİLAFET idi. Tevafuk olmuş. İslam alemi tek bir Ümmet haline gelmedikçe ve ehliyetli bir Halifeye biat ve itaat etmedikçe başı beladan kurtulmayacaktır. Sayfa 15 MUHACIRUN DERGISI– Bir okuyucum mail göndermiş. Mısırı yaz Mısırı yaz! Soruyorum: Müslümanların ÜMMETSİZ ve HALİFESİZ olması mı daha önemlidir, yoksa Mısırda darbe olması mı? Halifesizlik bir sebeptir, darbe onun neticesidir. En kötü meşru Halife, en iyi Halifesiz rejimden yeğdir. İslam dünyası, bütün parçalanmışlığına rağmen, bir musiki aletinin telleri gibidir. Tellerden birinin bir ucuna dokunursanız, tamamı ihtizaz eder (titreşir). Mısır darbesi şu veya bu şekilde Türkiyeye etki yapacaktır. Mursî halkın çoğunluğu tarafından seçilmişti ama onu seçmeyenlere kendisini kabul ettiremedi. Mısır darbesi sadece sandıktan çıkmış olmakla ayakta durulamayacağını bir kere daha gösterdi. Darbenin zaten sallantıda olan Mısır ekonomisini çökerteceğini sanıyorum. Ne ibretli manzara: Darbe konseyinde Kıbtî Patriği ile Ezher Şeyhi yan yana oturmuşlar… Arap dünyasında bazı Müslümanlar Mısırda darbe olunca sevinçlerinden zil takıp oynadılar. Bizdeki bilcümle Sabataycılar, Kriptolar, Boğaziçi aşireti mensupları sevinç içindeler… Gezi isyanı başarılı olmadı ama çok tecrübe sahibi oldular, bilendiler. Gezinin ikinci perdesini hazırlıyorlar. Mısır darbesi bir daha gösterdi ki, sadece sandıkla iktidar olunmuyor. İktidar olmak oldukça zor… O iktidarda durmak bin kat daha zor. Bir Müslüman, Peygamberimizin (SAV) siz ne halde iseniz öyle idare edilirsiniz hadîsini bilmiyorsa, siyasetten hiç anlamıyor demektir. Mısır darbesi nedir? Kaderin bir cilvesidir. Müslümanlar birleşmez, tek bir Ümmet olmazsa, Başlarında kendisine biat ve itaat edilen ehliyetli bir İmam olmazsa, Müslümanlar bir sürü, birbirinden kopuk cemaate, gruba, hizbe, fırkaya ayrılırsa, Ümmet şuuru gider, yerine hizip ve fırka asabiyeti, militanlığı, holiganlığı gelirse, Birlik yıkılır, İslamcılıklar Protestanlığı gelirse, O’cular, Bu’cular, Şu’cular birbirleriyle çekişip tepişirse, Yeterli miktarda vasıflı Müslüman yetiştirilmezse, Müslümanlar maziden ibret alıp tedbirli ve hazırlıklı olmazsa… Darbeler olur, darbeler yenir, darbeler iner tepelerine… Darbeler yiyip uyanmayanların sonu kötüdür. 27 Mayıs… 12 Mart… 12 Eylül… 28 Şubat… Darbe darbe darbe… Darbelerden kurtulmanın tek çaresi Allahın rızasını ve korumasını kazanmaktır. O da tek bir Ümmet olmakla ve tek bir İmama biat ve itaat etmekle olur. Allah Kur’anda, Resulü Sünnetinde, Sâlih Selefler eserlerinde biz mü’minlere birliği emir ve tavsiye ediyor. Bir Halifeye biat ve itaat edin, tek bir Ümmet olun, mârufla emr edin, münkerden alıkoyun, cihad fi sebilillah yapın diyor. Kur’anda Allahın ipine sarılın, ayrılır ve birbirinizle mücadele ederseniz rüzgarınız gider zelil olursunuz mealinde uyarılar vardır. Allaha, Resulüne, kendisinden olan Ululemre itaat etmeyen bir İslam toplumunun geleceği parlak değildir. Mısır darbesi neticedir, asıl sebep Hilafetsizlik, Ümmetsizlik, itaatsizliktir. Unutulmasın ki, 20’inci asırda İslam dünyasındaki kötülükler ve dinde bid’atler iki ülkeden çıkmıştır: Türkiyeden ve Mısırdan… Mehmet Şevket Eygi 06.07.2013 YIL-2/ SAYI– 20 *** ŞEVVAL 1434 / AĞUSTOS 2013 و او قال ُسو َُل ل إِ لي س ل لاْاا أ يط ا َواا أ يط اس اَا أ يط اِبا أ طل ل حْ اا Ya Alim ol, ya Talebe ol, ya Dinleyenlerden ol, yahut bunları sevenlerden ol, beşincisi olma helak olursun. (Taberani, Beyhaki)