özge ateşli.tez - Erciyes Üniversitesi Eczacılık Fakültesi

advertisement
1
T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
ECZACILIK FAKÜLTESİ
MONOKLONAL ANTİKORLARLA KANSER TEDAVİSİ
Hazırlayan
Özge ATEŞLİ
Danışman
Yrd. Doç. Dr. Dilşad ONBAŞILI
Farmasötik Biyoteknoloji Anabilim Dalı
Bitirme Tezi
Mayıs 2013
KAYSERİ
i
BİLİMSEL ETİĞE UYGUNLUK
Bu çalışmadaki tüm bilgilerin, akademik ve etik kurallara uygun bir şekilde elde
edildiğini beyan ederim. Aynı zamanda bu kurallar ve davranışların gerektirdiği gibi, bu
çalışmanın özünde olmayan tüm materyal ve sonuçları tam olarak aktardığımı ve
referans gösterdiğimi belirtirim.
Özge ATEŞLİ
ii
YÖNERGEYE UYGUNLUK
“Monoklonal antikorlarla kanser tedavisi”adlı bitirme ödevi Erciyes Üniversitesi
Lisansüstü Tez Önerisi ve Tez Yazma Yönergesi’ ne uygun olarak hazırlanmıştır.
Hazırlayan
Özge ATEŞLİ
Danışman
Yrd. Doç. Dr. Dilşad ONBAŞILI
Farmasötik Biyoteknoloji Anabilim Dalı Başkanı
Yrd. Doç. Dr. Dilşad ONBAŞILI
iii
“Monoklonal antikorlarla kanser tedavisi”adlı Bitirme Ödevi Erciyes Üniversitesi
Lisansüstü Tez Önerisi ve Tez Yazma Yönergesi’ne uygun olarak hazırlanmış ve
Farmasötik Biyoteknoloji Anabilim Dalında Bitirme Ödevi olarak kabul edilmiştir.
Tezi Hazırlayan
Özge ATEŞLİ
Danışman
Yrd. Doç. Dr. Dilşad ONBAŞILI
Farmasötik Biyoteknoloji Anabilim Dalı Başkanı
Yrd. Doç. Dr. Dilşad ONBAŞILI
ONAY:
Bu bitirme ödevinin kabulü Eczacılık Fakültesi Dekanlığı’ nın................... tarih ve
…………..……………sayılı kararı ile onaylanmıştır.
…/…/……
Prof. Dr. Müberra KOŞAR
Dekan
iv
TEŞEKKÜR
Bitirme ödevimi hazırlarken çalışmalarımı yönlendirmesinde, araştırmalarımın her
aşamasında bilgi, öneri ve yardımlarını esirgemeyerek akademik ortamda olduğu kadar
insani ilişkilerinde de sonsuz desteğiyle gelişmeme katkıda bulunan danışman hocam
Sayın Yrd. Doç. Dr. Dilşad ONBAŞILI’ya ve Sayın Arş. Gör. Berrak ALTINSOY’a,
çalışmam süresince emek ve desteği için arkadaşım Erhan TURAN’a, yaşamımın her
döneminde bana duydukları güven için aileme en derin duygularla teşekkür ederim.
Özge ATEŞLİ
Kayseri, Mayıs 2013
v
MONOKLONAL ANTİKORLARLA KANSER TEDAVİSİ
Özge ATEŞLİ
Erciyes Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi
Farmasötik Biyoteknoloji Anabilim Dalı
Bitirme Ödevi, Mayıs 2013
Danışman: Yrd. Doç. Dr. Dilşad ONBAŞILI
ÖZET
Vücut, son derece farklı hücrelerden ve moleküllerden oluşan bir savunma sistemi
tarafından korunmaktadır. Bu sistemde yer alan elemanlar öncelikle organizmanın
kalıtsal yapısına yabancı, antijen olarak isimlendirilen her türlü hücre dışı madde ve
mikroorganizmanın vücuda girmesini engellemektedir. Antikorlar ise antijenik uyarım
sonucu B hücrelerinin değişimi ile oluşan plazma hücreleri tarafından sentezlenen
antijenleri bularak onların yok edilmesini sağlayan immünoglobulinler olarak
adlandırılmaktadırlar. Hibridoma teknolojisinin gelişmesiyle monoklonal antikorlar
gerek tanı gerekse tedavi konusunda özellikle de kanserde yeri doldurulamaz hale
gelmiştir. Monoklonal antikorlar tümör hücrelerindeki spesifik antijenlere karşı
üretilmektedirler ve bu özellikleriyle hedeflenmiş silahlara benzetilmektedirler.
Monoklonal antikorlar eczacılıkta hastalıkların teşhisi, tedavisi ve profilaksisi için
kullanılmaktadır. Son 20 yıl içinde onlarca monoklonal antikor, ya tümör-spesifik
immün cevapları geliştiren veya aktive eden ya tümör hücre içi sinyal iletim aşamalarını
bozan ya özellikle malign hücrelere toksin dağıtan ya da tümör-stroma etkileşimini
bloke eden bu dolaylı antineoplastik etki kapasiteleri için geliştirilmiş ve karakterize
edilmiştir. Bu derlemede amaç, monoklonal antikorların kanser tedavisindeki
kullanımının araştırılmasıdır.
Anahtar Kelimeler: Monoklonal antikor, kanser tedavisi, alemtuzumab, rituksimab,
trastuzumab
vi
MONOCLONAL ANTIBODIES IN CANCER THERAPY
Özge ATEŞLİ
Erciyes University, Faculty of Pharmacy
Department of Pharmaceutical Biotechnology
Graduation Project, May 2013
Advisor: Yrd. Doç. Dr. Dilşad ONBAŞILI
ABSTRACT
Body is protected by a defense system which is formed ultra different cells and
molecules. Elements which are hold a place in this system primarily prevent from
entering all kinds of extracellular subtance and microorganism known as antigen which
is foreign to the structure of hereditary organism into the body. Antibodies which find
antigens and provide destruction of them are called as immunoglobulins which is
synthesized by plasma cells which are formed with change of B cells as a result of
antigenic stimulation. With the development of hybridoma technology, monoclonal
antibodies have become an irreplaceable especially in the diagnosis and treatment of
cancer. Monoclonal antibodies are produced against tumor-specific antigens and are
liken to targeted weapons. Monoclonal antibodies are used for diagnosis, treatment and
prophylaxis of diseases at pharmacy. During the past 20 years, monoclonal antibodies
have been developed and characterized for their capacity to mediate antineoplastic
effects, either as they activate/enhance tumor-specific immune responses, either as they
interrupt cancer cell-intrinsic signal transduction cascades, either as they specifically
delivery toxins to malignant cells or as they block the tumor-stroma interaction. In this
review the purpose is researching usage of monoclonal antibodies in cancer therapy.
Key Words: Monoclonal antibody, cancer therapy, alemtuzumab, rituximab,
trastuzumab
vii
İÇİNDEKİLER
BİLİMSEL ETİĞE UYGUNLUK .................................................................................. i
YÖNERGEYE UYGUNLUK......................................................................................... ii
KABUL ONAY ...............................................................................................................iii
TEŞEKKÜR ................................................................................................................... iv
ÖZET................................................................................................................................ v
ABSTRACT .................................................................................................................... vi
İÇİNDEKİLER ............................................................................................................. vii
TABLOLAR LİSTESİ ................................................................................................... ix
ŞEKİLLER LİSTESİ ...................................................................................................... x
KISALTMALAR ........................................................................................................... xi
1. GİRİŞ VE AMAÇ ....................................................................................................... 1
2. GENEL BİLGİLER .................................................................................................... 4
2.1.LENFOİD SİSTEM ve İMMÜN CEVAP ............................................................... 4
2.1.1.Lenfositler ......................................................................................................... 5
2.1.1.1.B Lenfositler............................................................................................... 5
2.1.1.2.T Lenfositler ............................................................................................... 5
2.1.1.2.1.Sitotoksik T lenfositleri ....................................................................... 6
2.1.1.2.2.Yardımcı T lenfositler ......................................................................... 6
2.1.1.3.Doğal Öldürücü Hücreler (Naturak killer=NK) ........................................ 7
2.1.2.Mononükleer fagositik sistem........................................................................... 7
2.1.3.Polimorfonüklear granülositler ......................................................................... 9
2.1.3.1.Nötrofiller................................................................................................... 9
2.1.3.2.Bazofiller ve Mast Hücreleri ...................................................................... 9
2.1.3.3.Eozinofiller................................................................................................. 9
2.1.4.Major Histokompatibilite Kompleksi ............................................................. 10
2.1.4.1.Sınıf-I Molekülleri ................................................................................... 10
viii
2.1.4.2.Sınıf-II Molekülleri .................................................................................. 10
2.1.4.3.Sınıf-III Molekülleri ................................................................................. 11
2.1.5.Kompleman Sistemi (Tamamlayıcı Sistem) ................................................... 11
2.1.6.Sitokinler......................................................................................................... 13
2.2. TÜMÖR İMMÜNOLOJİSİ .................................................................................. 17
2.2.1. Tümör Antijenleri .......................................................................................... 18
2.2.2. Efektör Mekanizmalar ................................................................................... 18
2.2.3. Kanserin İmmün Sistemden Kaçış Mekanizmaları ....................................... 20
2.3.ANTİKORLAR ..................................................................................................... 20
2.3.1. Monoklonal Antikor ...................................................................................... 22
2.3.2. Monoklonal Antikorlar ile Kanser Tedavisi .................................................. 28
3. TARTIŞMA VE SONUÇ.......................................................................................... 36
KAYNAKLAR .............................................................................................................. 41
ÖZGEÇMİŞ ................................................................................................................... 46
ix
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 2.1. mAb veya mAb ile ilişkili terapötikler için uluslararası son ekler ............... 27
Tablo 2.2. Günümüzde kanser tedavisi için onaylı monoklonal antikorlar.................... 33
Tablo 2.3. Faz III-IV çalışmalarda kanser tedavisi için değerlendirme aşamasında olan
monoklonal antikorlar .................................................................................. 34
x
ŞEKİLLER LİSTESİ
Şekil 2.1. Bağışık yanıtta rol alan hücrelerin etkileşimi .................................................. 7
Şekil 2.2. Klasik ve alternatif kompleman yollarının aktivasyonları ve membran atak
kompleksi (C5b-9) oluşumunun basamakları .............................................. 12
Şekil 2.3. GM-CSF ve T hücre yanıtları ........................................................................ 16
Şekil 2.4. İmmün sistemin doğuştan ve kazanılmış bölümlerinin ana bileşenlerinin ve
hedeflerinin şematik özeti ............................................................................... 17
Şekil 2.5. Antikorun yapısı ............................................................................................ 21
Şekil 2.6. Monoklonal antikorların üretimi. ................................................................... 26
Şekil 2.7. Panitumumab’ın etki mekanizması................................................................. 28
Şekil 2.8. Tümör hücreleri, stroma hücreleri, perisitler ve endotel hücreleri arasındaki
intraselüler sinyalizasyon ............................................................................. 29
Şekil 2.9. CD20 monoklonal antikorlarının etki mekanizmaları .................................... 30
Şekil 2.10. Katumaksomab’ın öne sürülen etki mekanizması ........................................ 31
xi
KISALTMALAR
ADCC
: Antikor bağımlı hücresel sitotoksisite
ADCP
: Antikor bağımlı hücresel fagositoz
AIDS
: Edinilmiş yetersiz bağışıklık sistemi sendromu
CDC
: Kompleman bağımlı sitotoksisite
CMV
: Sitomegalovirüs
CTL
: Sitotoksik T lenfositleri
DC-CK
: Dendritik hücre sitokini
DNA
: Deoksiribonükleik asit
EGF
: Epitelyal büyüme faktörü
EGFR
: Epitelyal büyüme faktörü reseptörü
EpCAM
: Epitelyal hücre adhezyon molekülü
Fab
: Antikorun antijen bağlama parçası
Fc
: Antikorun sabit parçası
FcγR
: Fc γ reseptörü
FcRn
: Fc neonatal reseptör
GM-CSF
: Granülosit-makrofaj koloni uyarıcı faktör
HAT
: Hipoksantin, Aminopterin, Timidin
HER
: İnsan büyüme faktörü reseptörü
HGPRT
: Hipoksantin-guanin fosforiboziltransferaz
HLA
: İnsan lökosit antijenleri
IFN
: İnterferon
xii
Ig
: İmmünoglobulin
IGFR
: İnsülin benzeri büyüme faktörü
IL
: İnterlökin
ITAM
: İmmünoreseptör tirozin bazlı aktivasyon motifleri
ITIM
: İmmünoreseptör tirozin bazlı inhibitör motifleri
LAK
: Lenfokinle aktive edilmiş öldürücü hücreler
LGL
: İri granüllü lenfositler
mAb
: Monoklonal antikor
MAC
: Membran atak kompleksi
M-CSF
: Makrofaj koloni uyarıcı faktör
MHC
: Major histokompatibilite kompleksi
NK
: Doğal öldürücü hücreler
NO
: Nitrik oksit
NSCLC
: Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri
O2
:
PDGF
: Platelet kaynaklı büyüme faktörü
PEG
: Polietilen glikol
PET/CT
: Pozitron emisyon tomografisi/bilgisayarlı tomografi
PMNL
: Polimorfonüklear lökosit
RANKL
: Reseptör aktifleştirici nükleus kappa ligandı
RNA
: Ribonükleik asit
RIT-Z
: Zevalin ile radyoimmünoterapi
Oksijen
xiii
SCLC
: Küçük hücreli akciğer kanseri
TCGF
: T hücresi büyüme faktörü
TCR
: T hücre reseptörü
TGF
: Değişiklik yapan büyüme faktörü
TNF
: Tümör nekrozis faktör
VEGF
: Vasküler endotelyal büyüme faktörü
1
1. GİRİŞ VE AMAÇ
Doğadaki bütün canlılar kendilerinden olmayan doku, hücre ve moleküllere karşı
savunma sistemlerine sahiptirler. Örnek olarak bakteriler fajlara (bakteri virüslerine)
karşı kendilerini bu saldırganların DNA ve RNA’larını parçalayan enzimler üreterek
korumaktadırlar. Yüksek canlılarda ise çok daha karmaşık bir bağışıklık sistemi
bulunmaktadır. Omurgalılarda bağışıklık sistemi çok sayıda farklı hücre ve molekül
içermektedir (1).
Bağışıklık eski çağlardan bu yana insanların ilgi noktası olmuş ve bazı bağışıklama
yöntemleri geliştirilmiştir. Örneğin Türkler, çiçek hastalığı geçirenlerin yaralarındaki
kabukları toz haline getirerek burunlarından çekip ya da kollarını ateşe tutulmuş bir
bıçakla çizerek oluşturdukları yaraya bu kabukları bulaştırdıkları bilinmektedir. Erlich
ve Elie Metchnikoff’un kendilerine 1905 Nobel Ödülü’nü getiren çalışmalarının
bağışıklık sisteminin anlaşılmasında öncü niteliğe sahiptirler. Günümüzde bağışıklık
sisteminin geniş ölçüde aydınlatıldığı söylenebilir ve bu sistemi oluşturan unsurlardan
hastalıkların tanısında, tedavisinde geniş ölçüde yararlanılmaktadır (1).
Bu sistemde yer alan elemanlar öncelikle organizmanın kalıtsal yapısına yabancı,
antijen olarak isimlendirilen her türlü hücre dışı madde ve mikroorganizmanın vücuda
girmesini engellemektedir. Antijenler, organizmaya girdiğinde kendisine karşı bir
bağışık yanıt oluşmasına yol açan ve bu yanıt sonucunda oluşan ürün ile özgül olarak
birleşebilen maddeler olarak tanımlanmaktadır (1,2). Antijenler, deri, solunum ve
sindirim sistemi gibi engelleri aşarak, organizmaya dahil olduklarında, savunma sistemi
hemen harekete geçer. Kemik iliği, timus, lenf bezleri ve dalak gibi özelleşmiş
merkezlerde yer alan fagositler, makrofajlar, lenfositler (B ve T hücreleri) gibi savunma
hücreleri ve molekülleri devreye girerler. İlk aşamada, öncü hücreler olan fagositler ve
makrofajlar antijenleri yok etmeye çalışırlar; etkili olamadıkları durumda B hücresi ve T
hücresi olarak adlandırılan lenfositler devreye girerler. Antijen varlığını haber alan T
2
hücreleri, savunma sisteminin yönetimini ellerine alarak, diğer hücreleri uyarırlar.
Sitotoksik T hücreleri antijenleri yok etmek için uğraş verirken, savunmadan sorumlu B
hücreleri de bağışıklığın akıllı molekülleri olarak adlandırılan antikorları sentezlemeye
başlarlar. Antikorlar, antijenik uyarım sonucu B hücrelerin değişimi ile oluşan plazma
hücreleri tarafından sentezlenen antijenleri bularak onların yok edilmesini sağlayan
immünoglobulinler olarak adlandırılmaktadırlar. Bu moleküllerin üstünlüğü, üç boyutlu
bir yapıda, tıpkı anahtar-kilit arasındaki uyumu andıracak şekilde, antijene özgün olarak
bağlanmaktır. Böylece antikorlar, organizmaya giren antijenlere bağlanarak onları
etkisiz hale getirirler veya kompleman sistemini ve diğer savunma hücrelerini harekete
geçirerek antijenleri yok ederler (1,3).
Hastalıklarla savaşta antikorların büyük miktarlarda ve saf olarak elde edilmesi klasik
yöntemlerle oldukça zordur. 1975 yılında Köhler ve Milstein’ın geliştirdiği hibridoma
yöntemiyle, hedef yapıda yer alan bir antijenik bölgeye (epitop) karşı limitsiz miktarda
monoklonal antikor (mAb) üretmek mümkün olmuştur. Monoklonal antikorlar hibrit
hücreler tarafından üretilen homojen antikor topluluklarıdır. Bu yöntemle araştırmacılar,
1984 yılında tıp alanında Nobel ödülünü kazanmışlardır. Bu teknoloji ile, antikorların
saf halde ve oldukça büyük miktarlarda üretilmesi olanaklı hale gelmiştir. Bu yöntem
basitçe şöyledir: Öncelikle, istenen antikorları doğal olarak üreten hücreler elde edilir.
Daha sonra bu hücrelere sonsuz bölünme yeteneği kazandırılır ve kültür ortamında,
istenen antikoru üretecek hibrit hücreler geliştirilir. Örneğin, myeloma, kemik iliğinde
oluşan ve hücre kültüründe üretilmeye uygun olan bir tümör tipidir. Myeloma hücreleri,
antikor üretme yeteneğine sahip olan dalak hücreleri ile kaynaştırıldıklarında, oluşan
hücreler büyük miktarlarda mAb üretirler (1,4).
Monoklonal antikorlar günümüzde çok çeşitli tanı ve tedavi yöntemlerinde
kullanılmaktadırlar. Kanser tedavisi için ilk onayı 1997 yılında alan rituksimab
(MabThera®, Rituxan®) tedavide klinik süreci başlatmış ve günümüzde kanser
tedavisinde kullanılan mAb’ların sayısı alemtuzumab (MabCampath, Campath-1H®),
bevasizumab
(Avastin®),
brentuksimab
vedotin
(Adcentis®),
katumaksomab
(Removab®), setuksimab (Erbitux®), denosumab (Prolia®), gemtuzumab ozogamisin
(Mylotarg®),
(Arzerra®),
ibritumomab
panitumumab
(Zevalin®),
ipilimumab
(Yervoy®),
ofatumumab
(Vectibix®),
rituksimab
(MabThera®,
Rituxan®),
tositumomab (Bexxar®) ve trastuzumab (Herceptin®) ile 14’e ulaşmıştır. Bu mAb’lar
3
kronik lenfositik lösemi, glioblastoma multiforme, kolorektal, böbrek ve akciğer
kanseri, Hodgkin lenfoma, non-Hodgkin lenfoma, anaplastik büyük hücreli lenfoma,
EpCAM pozitif malign assitli durumlar, baş-boyun kanseri, prostat kanseri, melanoma,
mide
veya
gastroözofageal
adenokarsinoması
gibi
kanser
tedavilerinde
kullanılmaktadırlar.
Bu derlemede immün sistem hücreleri de anlatılarak günümüzdeki monoklonal
antikorlar ve bu antikorlarla kanser tedavisinin araştırılması amaçlanmıştır.
4
2. GENEL BİLGİLER
2.1.LENFOİD SİSTEM ve İMMÜN CEVAP
İmmünite; vücuda giren yabancı maddelerin nötralize edilmesi, dışarıya atılması veya
metabolize
edilmesi
için
vücudun
geliştirdiği
savunma
mekanizmasıdır.
Mikroorganizmalara, malignensilere ve otoimmün fenomenlere karşı konağın savunma
mekanizmalarını içeren bir kompleks sistem olan immün sistem başlıca hücresel
immünite, hümoral immünite, fagositik sistem ve kompleman sistemi olmak üzere dört
ana unsurdan meydana gelmiştir. İmmün sistemi oluşturan hücrelerin iki ana farklılaşma
şekli vardır:
•
Lenfoid seri: Lenfositleri yapar.
•
Myeloid seri: Fagositleri ve diğer hücreleri yapar.
Lenfoid seride hücresel immüniteden sorumlu T-lenfositler ve hümoral immüniteden
sorumlu B-lenfositler olmak üzere fonksiyonları farklı iki ana hücre grubu vardır.
Fagositler grubunda ise monositler ve polimorf nükleuslu lökositler (nötrofiller,
eozinofiller ve bazofiller) iki temel hücreyi oluştururlar.Bütün bu hücre sistemleri
birbirlerine son derece bağlı olmalarına rağmen fonksiyonları farklıdır. Bu iki hücre
sistemine ek olarak ‘aksesuar hücreler’ immün cevabın oluşmasında önemli rol
oynarlar.Bir antijene karşı immün cevap oluşabilmesi T ve B lenfositleri, monositler ve
MHC (major histocompatibility complex) ürünleri arasındaki kompleks bir reaksiyon
serisinin gerçekleşmesine bağlıdır. Bunlardan başka diğer hücre tipleri de immün
cevabın oluşumuna katılabilmektedir. Bu hücreler arasında dentritik hücreler, NK
(natural killer) hücreleri, Langerhans (dendritik) hücreleri ve endotelyal hücreler
bulunmaktadır. Lenfoid sistemin lenfoid dokuları primer (santral) ve sekonder
(periferik) olmak üzere ikiye ayrılırlar. Santral lenfoid organları kemik iliği, timustur.
Periferik lenfoid organlar ise lenf nodları, dalak, tonsiller ve Peyer plakları gibi
intestinal lenfoid dokulardır (5).
5
2.1.1.Lenfositler
İmmün yanıtta birincil akyuvarlar lenfositlerdir. Kemik iliğindeki kök hücrelerden
gelmektedir. Antijen tanıyan ve dolaşımda bulunan uzun ömürlü hücrelerdir. İki ana
lenfosit çeşidi B hücreler ve T hücrelerdir (6).
Yarı ömrü 5-7 gün gibi kısa ama genellikle daha büyük olanlar B-lenfositler olarak
tanımlanırken; küçük ama yarı ömrü aylar ve yıllar gibi uzun olanlar ise T-lenfositler
olarak tanımlanırlar (5).
Üçüncü tip lenfosit doğal katil hücre (NK-natural killer) dir. Bu tip lenfosit doğuştan
gelen bağışıklığın bir parçasıdır. NK hücreleri (bağışıklık tepkisinin ilk evrelerinde)
yabancı olarak gördükleri hücreleri karakteristik antijenleri tanımaya gerek görmeden
yok eder. Birçok bağışıklık yetersizliği hastalıklarında (AIDS dahil olmak üzere) NK
hücreleri anormal çalışır (6).
2.1.1.1.B Lenfositler
İki ana B lenfosit çeşidi bulunmaktadır.
•
İlk çeşit, antijen tarafından uyarılınca plazma hücresine dönüşür. (Plazma hücreleri
antijenlerle savaşacak karakteristik antikorları üretir.)
•
İkinci çeşit, B hafıza (B memory) hücresidir. Bu tip hafıza hücreleri daha önce
karşılaşılan antijen bilgisini saklar. Antijen varken, bu hücre kendini klonlar veya
bölünerek çoğalır. Bütün yeni oluşmuş hücreler eskiden karşılaşılan antijenler hakkında
bilgiye sahiptir.
Plazma hücreleri antikor adı verilen proteinleri üretir. Antikorlar, aynı zamanda kan
serumundaki immünoglobulin olarak adlandırılırlar (6).
2.1.1.2.T Lenfositler
T lenfositler hücresel tipte bağışık yanıttan sorumludur. Kemik iliğinde yapılan T öncü
hücreler timusta olgun T lenfosit haline gelirler. Bu olgunlaşma sırasında T lenfosit
yüzeyinde pek çok reseptör yerleşir. 1980 sonrası hücre yüzey molekülleri üzerindeki
çalışmalar artmış ve pek çok reseptör çeşidi gösterilmiştir. Ancak bunların
6
isimlendirilmesi sorun yaratmış ve karışıklığı önlemek için kan hücreleri ile ilgili yüzey
reseptörler numaralanmış ve CD ile ifade edilmişlerdir. CD2, CD4, CD8 gibi (7).
T-hücre yüzeyinde yüzey immünglobulin bulunmaz. Bunun yerine antijenleri özgül
olarak tanıyan ‘T hücre reseptörü = TCR’ bulunur. Bir T lenfositi sadece tek bir çeşit
antijen için TCR taşır ve B lenfositlerinde olduğu gibi immün sistemde zaman içinde
karşılaşma ihtimali olan onbinlerce çeşit antijene yanıt verebilecek onbinlerce çeşit T
lenfositi bulunur (7).
Bağışık yanıttaki rolleri açısından T-hücre topluluğunun homojen (tek tip) olmadığı ve
yapı ve işlev özelliği farklı olan alt grupların bulunduğu bilinmektedir. Tüm T
lenfositlerde bulunan ortak yüzey molekülleri (CD2, CD3, CD5 gibi) yanında bu alt
gruplardaki farklı yüzey moleküller onların ayırdedilmesinde kullanılır (7).
T-lenfositler başlıca iki alt gruba ayrılırlar:
2.1.1.2.1.Sitotoksik T lenfositleri (CTL)
Bu hücrelerin yüzeyinde CD8 molekülleri bulunur. Organizmaya giren yabancı
hücreleri, organizmada şekillenen tümör hücrelerini, virüsle enfekte hücreleri ve vücuda
ait bazı hücreleri öldürme yeteneğine sahip bir direkt saldırı hücresidir (8).
Sitotoksik T lenfositler, normal olmayan hücreleri kolayca tanıyarak onları ekstraselüler
bir mekanizma ile öldürür. Bu hücrelerin fagositoz aktiviteleri yoktur. Bu nedenle
intraselüler öldürme yeteneğine sahip değildirler (8).
Sitotoksik T lenfositler, antijen sunan hücrelerin ve hedef hücrelerin yüzeylerindeki
MHC-I molekülü ile birleşmiş olan endojenik peptid antijenleri kendilerinde bulunan αβ
TCR’ler yardımıyla tanıyarak uyarılırlar. Bu uyarımdan sonra sitotoksik T lenfositleri
perforin olarak isimlendirilen ve hedef hücrenin membranında nokta şeklinde geniş
yuvarlak boşluklar oluşturan maddeler sentezlerler (8).
2.1.1.2.2.Yardımcı T lenfositler
T lenfositlerin büyük bir çoğunluğunu yardımcı T lenfositler oluşturmaktadır.
Yüzeylerinde CD3 ve CD4 reseptörlerini taşıyan yardımcı T lenfositler, antijen sunan
hücreler tarafından işlenerek MHC-II molekülleri ile birlikte hücre yüzeyinde
7
kendilerine sunulan yabancı peptid yapıdaki antijenleri kendilerinde bulunan αβ
TCR’ler yardımıyla tanır ve uyarılırlar. Bu uyarımlar sonucunda bir farklılaşma ve
gelişme aşamasına geçerek, çeşitli gen düzenlemelerine bağlı olarak sitokin
sentezleyecek kapasiteye ulaşırlar (8).
Şekil 2.1. Bağışık yanıtta rol alan hücrelerin etkileşimi (7)
2.1.1.3.Doğal Öldürücü Hücreler (Naturak killer=NK)
Sitoplazmalarındaki azurofilik granüllerden dolayı ve diğer lenfositlerden daha büyük
olmaları nedeniyle iri granüllü lenfositler (LGL=Large granular lymphocyte) olarak da
isimlendirilirler. NK hücrelerde bulunan temel CD molekülleri CD16 ve CD56’dır.
LGL morfolojisi gösteren dinlenme halindeki NK hücreleri, hedef hücreye bağlandıkları
zaman sitolitik granülleri salgılarlar. Hedef hücre membranındaki monomerleri
polimerize ederek silindirik transmembran porları oluştururlar ve bu da hedef hücrenin
ozmotik lizisine neden olur. Ayrıca NK hücreleri, NK sitotoksik faktör olarak
isimlendirilen IL-3, GM-CSF (granülosit-makrofaj koloni uyarıcı faktör), M-CSF, IFNα, β, γ, TNF-α, β gibi eriyebilen sitokinleri de salarlar (9).
2.1.2.Mononükleer fagositik sistem
Mononükleer fagositik sistem immün sistemin ikinci büyük hücre grubunu oluşturur ve
primer fonksiyonu fagositoz olan hücrelerden oluşur. Mononükleer fagositik sistemin
bütün hücreleri kemik iliğinden gelişir. Önce monositler oluşur, dolaşımda sadece
8
birkaç gün kalırlar. Bağ dokuya geçerek makrofajları oluştururlar. Makrofajların belli
başlı fonksiyonları şunlardır (10):
•
Fagositoz
Makrofajlar bakteri, makromolekül, antijen gibi yabancı maddelerle, hasarlı, ölü hücre
ve artıklarını fagosite ederler. Makrofajların hücre membranında değişik maddeler için
spesifik reseptörler bulunur. Makrofajların yabancı partikülleri ve hasarlı dokuları
tanımasında fosfolipid ve şeker reseptörlerinin rolü vardır. Bunlar içinde mannoz
reseptörü, membran CD14 reseptörü, toll-like reseptör ailesi sayılabilir. Makrofajlar,
antikorları ise yüzeylerindeki Fc reseptörleri ile tanırlar. Kompleman için de
yüzeylerinde kompleman reseptörleri bulunur (10).
•
Salgılama
Makrofajlar biyolojik olarak aktif olan pek çok madde salgılarlar. En önemlileri
arasında TNF-α, interlökin-1β, IFN α, β, IL-6, 10, 12, fibroblast büyüme faktörü,
prostaglandinler, kemokinler, nitrik oksit bulunmaktadır. Makrofajlar salgıladıkları
tümör nekrozis faktör ile malign tümör hücrelerini öldürürler (10).
•
Antijen sunma
İmmün regülasyonda antijenik uyarıyı, antijen sunan hücre olarak T hücrelerine arz
ederek immün cevabın oluşmasına katkıda bulunur. Antijen sunma işlevinin ilk
basamağı; antijen alımı, yıkımı ve MHC moleküllerine yüklenmesini içeren antijen
sunumudur. Antijen sunumunun kapasitesi makrofajların molekülleri non-spesifik ve
reseptör-aracılı fagosite etmeleriyle ilişkilidir. Antijen alımını izleyen dönemde
antijenin proteolitik peptidlere işlenmesi ve MHC sınıf I ve sınıf II moleküllere
yüklenmesi gerçekleşmektedir. Peptid-MHC kompleksi birlikteliğinde T hücre uyarımı
sekonder lenfoid organların T hücre alanlarında gerçekleşmektedir. T hücreler peptidMHC kompleksine ko-stimülatör moleküllerin (CD80, CD86 gibi) varlığında T hücre
reseptörü
aracılığıyla
bağlanırlar.
T
hücre
aktivasyonuyla
proliferasyon
ve
diferansiyasyon için gerekli olan yeni gen ekspresyonu indüklenmektedir. Son olarak
CD4+ T hücre yanıtının fonksiyonel olarak polarizasyon aracılığıyla tip 1 ve tip 2
9
diferansiyasyon yolaklarına dönüşmesidir. Bu yanıtların gelişiminde antijen sunan
hücrelerin salıverdikleri sitokinlerin rolü vardır (11).
2.1.3.Polimorfonüklear granülositler
Polimorfonüklear granülositler veya lökositler (PMNL), kemik iliğinde dakikada
yaklaşık 80 milyon hızda üretilmekte olup 2-3 günlük ömürleri vardır. İsminden de
anlaşılacağı gibi olgun polimorflarda multilobüle çekirdek ve pek çok granüller bulunur.
Bu granüllerin histolojik boyalarla boyanma karakteristiğine göre nötrofil, bazofil ve
eozinofil olarak 3 ana grupta incelenirler (12).
2.1.3.1.Nötrofiller
Nötrofiller, kandaki lökositlerin % 55-65’ini, dolaşımdaki polimorfların ise % 90’ını
oluştururlar. Güçlü fagositik aktiviteleri vardır. Bunlar immün ve immün olmayan
mekanizmalar ile aktive olabilir. Salgıladıkları sitokin ve granül materyalleri ile etki
ederler (12).
2.1.3.2.Bazofiller ve Mast Hücreleri
Bazofiller dolaşımda çok küçük miktarlarda bulunmaktadırlar. Büyük granüllerle dolu
ve zayıf fagositik aktiviteye sahiptirler. Mast hücreleri ise dolaşımda bulunmazlar,
dokularda; mukozal ve bağ doku olmak üzere iki çeşittirler. Bu hücrelerin fagositik
aktiviteleri yoktur. Uyarıldıkları zaman histamin, prostaglandin ve lökotrien gibi
mediyatörleri ortama verirler, IgE bağlayabilirler. Bu özelliklerinden dolayı anaflaktik
allerjiden sorumludurlar (12).
2.1.3.3.Eozinofiller
Eozinofiller, dolaşımdaki lökositlerin % 2-5’ini oluştururlar. Bu hücreler, mast hücreleri
ve bazofillerden salınankemotaktik faktörler ile enflamasyon alanına doğru yönelirler.
Fagositik aktiviteleri zayıftır. Allerjik ve paraziter olaylarda bölgesel ve sistemik
sayıları artar (12).
10
2.1.4.Major Histokompatibilite Kompleksi
İlk kez lökositlerde gösterilmiş olmalarından dolayı ‘İnsan Lökosit Antijenleri-Human
Leukocyte Antigens (HLA)’ olarak adlandırılan, HLA antijenlerinin oluşması,
organizmada ‘Majör Histokompatibilite Kompleksi-Major Histocompatibility Complex
Gen Region (MHC)’ ismi verilen bir gen bölgesinin kontrolü altındadır. Üç ana gruba
ayrılan bu bölgede MHC Sınıf-I (HLA-A, -B, -C, -E, -F, -G) MHC Sınıf-II (HLA-DR, DP, -DQ, -DO, -DN) ve MHC Sınıf-III (C2, C4A, C4B, PF, TNF-α,β) antijenleri
bulunmaktadır (13).
2.1.4.1.Sınıf-I Molekülleri
Sınıf-I molekülleri fizyolojik rollerine uygun olarak bütün çekirdekli hücrelerde
mevcutturlar. Bir antijenin CD8 (killer) T lenfositlerce tanınabilmesi ancak Sınıf-I
molekülü ile bir arada tutulmuş olmasına bağlıdır. Bu olgu HLA restriksiyonu olarak
adlandırılır. Örnek olarak, bir virüs bir hücreyi enfekte ettiği zaman, viral antijenler
peptid fragmanlarına ayrılırlar. Daha sonra Sınıf-I molekülleri tarafından bağlanarak
CD8 killer T hücrelerine sunulurlar (14).
Belirli bir T lenfositin antijen reseptörü, belirli bir viral peptidi ancak belirli bir Sınıf-I
molekülü varlığında tanıyabilir. Bu reseptörler farklı Sınıf-I molekülü ile bağlı özgün
bir peptidi özgün bir Sınıf-I molekülü ile bağlamış farklı bir viral peptidi veya bağlı
olmayan bir Sınıf-I molekülünü tanımazlar. Tanıma gerçekleştiğinde killer T lenfositler
(CD8) viral antijen taşıyan hedef hücreyi öldürürler (14).
2.1.4.2.Sınıf-II Molekülleri
Sınıf-II MHC moleküllerinin ana işlevi CD4 T-lenfositlere ekzojen kaynaklardan elde
edilmiş işlenmiş antijen sunmaktır. Böylece MHC Sınıf-II molekülleri antijen spesifik
immün yanıtın başlatılması için kritik öneme sahiptir. Antijen sunumu yanında giderek
artan kanıtlar gösteriyor ki MHC Sınıf-II molekülleri ayrıca sık apoptozise götüren
intraselüler sinyal yolaklarını aktive etmektedirler (15).
11
2.1.4.3.Sınıf-III Molekülleri
Sınıf–III molekülleri immün fonksiyonlarla salınan çeşitli proteinlerdir. Sınıf-III
genlerinin Sınıf-I ve Sınıf-II genleri ile aynı fonksiyonları paylaşmadığı açıktır. MHC
Sınıf-III antijenleri Sınıf-I ve Sınıf-II antijenleri arasındaki bölgede bulunurlar. Klasik
kompleman yolunun C2, C4a ve C4b, alternatif yolun properdin faktörü ile 21hidroksilaz gibi enzimler ile TNF gibi sitokinlerin sentez edildiği bölgedir (17).
2.1.5.Kompleman Sistemi (Tamamlayıcı Sistem)
Doğal bağışıklık sistemi enfeksiyon ajanlarına karşı ani immün cevapta çok önemli rol
oynar. Kompleman sistemi, doğal immün sistemin bir parçası olarak sonradan
kazanılmış bağışıklıkla birlikte patojenlerin öldürülmesi ve immün komplekslerin
temizlenmesinde görevlidir (16).
Tanımlanan tamamlayıcı bileşenleri düzenlemek için, her faktöre keşfedilme sırasına
göre bir numara atanmıştır; örneğin; C1, C2, C3 ve C4 gibi. Daha sonraki çalışmalarda
bu faktörlerin reaksiyon verme sırasının, keşfedilme sırasıyla aynı olmadığı
görülmüştür. 1930’lu yılların sonlarına doğru ilk dört bileşenin reaksiyon sırası şu
şekilde değiştirilmiştir. C1, C4, C2, C3. Bu tamamlayıcı zincir, insanları patojenik
mikroorganizmaların saldırılarından koruyan güvenlik ağının bir parçası olarak
düşünülmüştür. Enfeksiyonla ilişkili bir uyarıcı, kompleman yanıtın başlangıç noktası
olarak kabul edilmiştir. Koruyucu yanıt, bulaşıcı hastalık perspektifinden oluşturulduğu
için, C1-C4-C2-C3 dizisi, kompleman sisteminin klasik yol (classical pathway) girişi
olarak adlandırılmıştır (16).
Daha sonraki çalışmalar bu klasik yolun dışında bir etki mekanizması daha olduğunu
göstermiştir. Bu çalışmalar, alternatif yolu (alternative pathway) tanımlayacak öncü
çalışmalar idi. Bu çalışmalardan bir diğeri de Dr. Louis Pillemer’in daha önceden
isimlendirilememiş olan serum proteini ‘properdin’ i tanımlamasıdır. Bu protein antikor
varlığına gereksinim duymadan komplemanı aktive ederek bakteri ve mayaya
bağlanmaktadır (16).
12
Şekil 2.2. Klasik ve alternatif kompleman yollarının aktivasyonları ve membran atak
kompleksi (C5b-9) oluşumunun basamakları (17).
Komplemanın başlıca biyolojik aktiviteleri şunlardır; fagositozu güçlendirmek,
anafilatoksik etki, kemotaksis, viral nötralizasyon, sitoliz, immün modülasyonu (12).
13
2.1.6.Sitokinler
Sitokinler; lenfositler, iltihabi hücreler ile endotelyal hücreler gibi immün sistem
hücreleri arasındaki etkileşmeleri düzenleyerek aktivitelerini yönlendiren polipeptit
yapısında kısa etkili ve çözünür moleküllerdir (18).
Salgılandıkları zaman organizmada sistemik (endokrin) ve/veya salgılandıkları hücre
etrafındaki hücrelere (parakrin) veya doğrudan salgılandıkları hücreler üzerine (otokrin)
etkide aracılık ederler (12).
Lenfosit kaynaklı sitokinler lenfokin, makrofaj/monosit kaynaklı sitokinler monokin,
lökositlere etki eden monokin ve lenfokinler ise interlökin (IL) diye adlandırılırlar (18).
Kemokin ise kemotaktik ve sitokin parçalarının birleştirilmesiyle üretilen makrofaj ve
monositleri enfeksiyon bölgesine çekebilen bir grup sitokindir (12).
Görevleri şunlardır:
•
Lenfoid hücrelerinin aktivasyonunu, çoğalmasını ve farklılaşmasını sağlamak
(spesifik immünite)
•
İmmün cevabı şiddetlendirerek veya baskılayarak regüle etmek
•
Enflamasyon olaylarına katılan hücreleri aktive etmek, olay yerine toplayarak orada
tutmak (non-spesifik immünite)
•
Kemik iliğine etki ederek hemopoietik regülasyona katılmak
•
Bazı hipofiz hormonlarının ve diğer biyolojik maddelerin sentez ve salınmalarına
sebep olmak (12).
Bazı önemli sitokinler:
•
İnterlökin 1
Esas olarak makrofajlar tarafından üretilen ve pek çok hedef hücrenin farklılaşmasını ve
özgül ürünler sentezlemesini sağlaması yanında T hücrelerini farklılaşma ve IL-2
üretme yönünden aktif hale getiren bir proteindir. Endojen pirojen olup santral sinir
sistemi üzerine IL-1’in etkisi ile ateş ortaya çıkar. Prostaglandin sentezi gibi
enflamatuar yanıtları indükler, lökositlerin endotel hücrelerinde adezyonunu sağlar ve
vasküler geçirgenliği artırarak PMNL ve makrofajların bölgeye göçüne neden olur (12).
14
•
İnterlökin 2
T hücresi büyüme faktörü de denilen (TCGF) IL-2, T lenfositlerinin hücre siklusunun
G1 fazından S fazına ilerlemesinden sorumlu olan sitokindir. IL-2, CD4+ T hücreleri
tarafından üretilir az olarak da CD8+ T hücreleri tarafından üretilir. IL-2, kendisini
üreten hücrelere etki edip kendi oluşumunu sağlar, bu onun otokrin büyüme faktörü
görevini gösterir. Ayrıca parakrin büyüme faktörü olarak da etkisi bulunur. IL-2, T
lenfositleri için otokrin büyüme faktörüdür ve IFN-γ, lenfotoksin gibi T hücresinden
kökenini alan sitokinlerin sentezini uyarır. NK hücrelerinin büyümesini uyarır ve
onların sitolitik işlevlerini artırır. Bunu lenfokinle aktive edilmiş öldürücü hücreler
(LAK) üreterek yapar. Ayrıca IL-2, insan B lenfositlerine etki ederek hem büyüme
faktörünün hem de antikor sentezi uyaranı olarak etki gösterir (19).
•
İnterlökin 4 ve 5
CD4+ T lenfositleri tarafından üretilirler ve B hücrelerinin üreme ve farklılaşması
üzerine etkilidirler. IL-4 ayrıca MHC Sınıf II ekspresyonunu atırır ve IL-3 ile birlikte
mast hücrelerinin gelişiminde sinerjik rol oynar (8,12).
•
İnterlökin 6
Başlıca makrofajlar daha az olarak da B, T, endotel hücreleri ve fibroblastlar tarafından
üretilir. B hücreleri üzerinde gelişmeyi sağlayıcı etki gösterir. IL-1 ile birlikte bir
kofaktör olarak olarak IgM sentezletir, IL-5 ile birlikte IgA sentezini uyarır (20).
•
İnterlökin 8
IL-8’in hedef hücreleri ise nötrofiller ve T hücreleridir. Nötrofillerin mobilizasyonunu,
aktivasyonunu ve degranülasyonunu sağlar, angiogenezde rolü vardır. IL-8 lökositlerin
vasküler endotele stabil olarak bağlanması için adezyonunda rol oynar. İkincil olarak
infeksiyon alanında konsantrasyon artışı vasıtasıyla nötrofillerin migrasyonunda
gradyan sağlar (21).
15
•
İnterlökin 10
İnterlökin-10 insan immün cevabında bulunan en önemli antiinflamatuar sitokindir.
Primer olarak T lenfositleri, monositler, makrofajlar, B lenfositleri ve nötrofiller
tarafından sentezlenirler. IL-10 koruyucu aktivitesini IL-1β, TNF-α, IL-8, IFN γ, IL-6
ve prostaglandin metabolitleri gibi inflamasyon mediyatörlerini inhibe ederek gösterir.
Çeşitli tümörlerde seviyesinin arttığı görülmüştür (22).
•
İnterlökin 12
IL-12 hem doğal hem de kazanılmış bağışıklıkta önemli rol oynayan bir sitokindir.
Özellikle B hücreleri, dendritik hücreler ve makrofajlar olmak üzere birçok farklı hücre
tarafından üretilmekte olup, T ve NK hücrelerinin sitotoksisitesini artırmakta, başta
IFN-γ, TNF-α, GM-CSF, M-CSF, IL-3, IL-8 olmak üzere birçok sitokin ile kemokinin
salgılanmasını uyarmaktadır (23).
•
Tümör nekroz faktörü
Esas olarak makrofajlar (TNF-α) ve T lenfositler (TNF-β) tarafından sentezlenerek
nötrofillerin fagositoz ve öldürme etkinliklerini aktifleştirir (12).
•
Granülosit makrofaj-koloni stimüle edici faktör
GM-CSF, aktive T hücreleri, endotelyal hücreler, fibroblastlar ve makrofajlar tarafından
sentez edilen, glikoprotein yapısında bir büyüme faktördür (24).
PMNL ve eozinofillerde myeloproliferasyon, PMNL ve makrofaj kemotaksisi ve
makrofajlardaki sitokin sentezini artırmaktadır. GM-CSF’nin ayrıca apoptozise karşı
koruma, reaktif oksijen üretim artışı ve nötrofillerde bakterisidal aktivite artışı yapması
gibi rolleri de vardır (24).
16
Şekil 2.3. GM-CSF ve T hücre yanıtları (24)
•
TGF-β (Değişiklik yapan büyüme faktörü-β)
Trombositler, T ve B lenfositler tarafından üretilir, B hücre proliferasyonunu engelleyici
etkileri vardır. IgA üretiminde ise uyarıcı etkisi vardır (20).
•
İnterferonlar
İnterferonlar, geniş biyolojik etkiye sahip, birçok indükleyicilerin varlığında salgılanan
son derece etkili sitokinlerdir. Yapısal, biyokimyasal ve antijenik özellikleriyle üç alt
gruba ayrılırlar. IFN-α monositler, TNF-α, IL-1 ve virüslerin uyarısıyla üretilmektedir.
IFN-β fibroblastlardan ve epitelyal hücrelerden IFN-γ ise CD4+ ve CD8+ T hücreleri,
NK hücreleri ve makrofajlarda üretilmektedir. İnterferonlar çeşitli hücrelerin
yüzeylerindeki reseptörlere bağlanarak etkilerini gösterirler. Reseptöre bağlanan IFN
molekülü, hücrede antiviral, antiproliferatif ve immünomodülatör etki göstermektedir
(25).
17
Şekil 2.4. İmmün sistemin doğuştan ve kazanılmış bölümlerinin ana bileşenlerinin ve
hedeflerinin şematik özeti (9)
2.2. TÜMÖR İMMÜNOLOJİSİ
Son yıllarda immünoloji alanında elde edilen gelişmeler, organizma ve tümör
etkileşimine de yansımıştır. Bilinen immünolojik mekanizmalar çerçevesinde tümör
immünolojisi üç ana başlık altında incelenebilir: Tümör antijenleri, efektör
mekanizmalar ve kanserin immüniteden kaçış mekanizmaları (26).
18
2.2.1. Tümör Antijenleri
Yapılan çalışmalar tümör hücresinde bazı antijenlerin varlığını ortaya koymuştur. Üç
gruba ayrılır. Tümör assosiye antijenler: Kanser hücrelerinde olduğu gibi normal doku
hücrelerinde de bulunabilen antijenler bu grupta incelenir. Tümör spesifik antijenler: Bu
grup sadece tümör hücresine özgüdür, normal hücrede bulunmaz.Tümör spesifik
transplantasyon antijenleri: Konakta immün cevabı uyaran, tümör büyümesine karşı
direncin ve tümör rejeksiyonuyla sonuçlanan bir dizi reaksiyonun oluşmasına sebep
olan antijenlerdir (26).
2.2.2. Efektör Mekanizmalar
•
Sitotoksik T-lenfositleri (CTL)
CTL-tümör hücresi etkileşiminde ilk adım, hedef hücredeki tümör antijeninin kendisine
özgün CTL-reseptörü tarafından tanınmasıdır. Bu tanınmanın gerçekleşmesi ve bundan
sonraki sitolitik etkinin ortaya çıkabilmesi için tümör antijeninin tümör hücresinin sınıfI MHC antijeni ile algılanması gerekmektedir. Aynı olay yardımcı T hücrelerinde de
benzer biçimdedir fakat sınıf-II MHC ile gerçekleşmektedir. Buna MHC ile sınırlı
tanıma (MHC-Restricted recognition) denmektedir. Hedef hücreyle temasa geçen CTL
polarizasyon gösterir. CTL sitoplazmasında bulunan sitolitik granüller temas yerinde
toplanır. Hedef hücre tamamen granüllerler kaplanır ve membranında oluşan delikler
nedeniyle lizise uğrar. CTL granülleri aynı zamanda hedef hücre DNA’sını da tahrip
edebilir (26).
•
Makrofajlar
Makrofajların tümör immünitesinde önemli bir rolü vardır. Antijen sunucu hücreler
olarak görev yaparak tümör hücrelerinin lizisinde rol alan efektör mekanizmaları
uyarırlar. Makrofajlar MHC sınıf II molekülleri ile tümör antijenlerini yardımcı T
hücrelere sunarlar. Makrofajlar, yardımcı T hücrelerinden salınan INF-γ, granülositmakrofaj koloni uyarıcı faktör (GM-CSF), TNF, IL-4 gibi makrofaj aktive edici
faktörler (MAF) ile aktive olur. TNF, NO, O2, proteazlar gibi inflamatuvar
mediyatörlerin ortama salınmasıyla tümör hücreleri sitolitik olarak makrofajlarca
elimine edilirler. Ayrıca makrofajlar, Fc reseptörleri veya kompleman reseptörleri ile
19
antikorlar tarafından bağlanmış tümör hücrelerini yakalayarak ‘antikor bağımlı hücre
aracılı
sitotoksisite
(Antibody
dependent
cell
mediated
cytotoxicity=ADCC)
mekanizmasıyla da öldürürler (27).
•
NK hücreler
NK hücreleri birçok tümör hücresini hedefleyerek yok eden hücrelerdir. NK hücreleri
tümör hücrelerini sitolitik olarak öldürürler. NK hücreleri tümör hücrelerinin MHC
moleküllerine bağlanmazlar. NK hücreleri MHC sınıf I molekülleri olmayan veya bu
molekülü çok az miktarda bulunduran tümör hücrelerini tanırlar. Tümör hücre
yüzeyindeki NK reseptörlerine bağlanarak aktive olurlar. Tümör hücresinde deliklere ve
hasara yol açarlar. Antikorlarla çevrili tümör hücrelerini Fc reseptörleri ile tanıyarak
ADCC ile tümörleri yok ederler (27).
•
LAK hücreleri
İnterlökin 2 adlı lenfokinle aktive edilen lenfositler, tümör hücrelerini lizise uğratabilme
yeteneğini kazanırlar. Bunlara lenfokince aktive edilmiş öldürücü hücreler anlamına
gelen LAK adı verilir (26).
•
B lenfositler
Tümör lizisinin antikora bağımlı yoldan gerçekleştirilmesinde iki mekanizma görev
yapar; i) Komplemana bağımlı sitotoksisite ve ii) Antikora bağımlı sitotoksisite.
Birincisinde tümör hücresinin yüzeyinde bulunan Fc reseptörlerine komplemanı fikse
eden antikorlar bağlanır. Kompleman aktivasyonuyla tümör hücre membranında
‘Membran Atak Kompleksi (MAC)’ oluşur. Delikler açılır ve lizis olur. Alternatif
mekanizma olan ADCC ile NK hücreler, makrofajlar, granülositler gibi fagositer
hücreler hücre lizisine aracılık ederler. Anti-tümör antikorlarla kaplanmış tümör
hücreleri Fc bölgelerinden Fc reseptörleri bulunduran NK hücrelerine tutunurlar. NK
hücreleri tümör hücrelerini lizis ile yok ederler. ADCC mekanizması kompleman
bağımlı sitotoksisiteye kıyasla tümör eliminasyonunda daha etkili bir mekanizmadır
(27).
20
2.2.3. Kanserin İmmün Sistemden Kaçış Mekanizmaları
Kanser hücresinin immün efektör mekanizmalardan kaçmasını sağlayacak çeşitli yollar
bulunmaktadır.
•
Tümör hücresi membranındaki antijenik değişimler: Tümör hücresi antijenleri
immün sistemi uyaracak miktarda sentez edilmez veya çok kısa sürede modülasyon
göstererek immüniteden kaçar.
•
Antijen-antikor kompeksleri: Dolaşımdaki antijenler, antikorlar ile kompleksler
oluşturarak immün yanıtın ortaya çıkmasını engelleyebilirler. Bu antijen-antikor
kompleksleri katil hücrelerin Fc reseptörlerine bağlanarak onları bloke ederler. Böylece
antikora bağımlı hücresel sitotoksisite reaksiyonlarını engellerler.
•
Spesifik ve non-spesifik supresör hücreler: Tümör assosiye antijenlerin bazıları
spesifik supresör T-lenfosit gruplarının oluşmasına yol açmaktadır.
•
Tümör
tarafından
oluşturulan
supresyon:
Bazı
tümörler
salgıladıkları
prostaglandinler aracılığı ile immün yanıtı baskılayabilmektedirler. Bazen tümör
hücrelerince lenfoit dokunun istila edilmesi, immün yanıtı gerçekleştirecek hücrelerin
azalması ile sonuçlanmaktadır.
•
Diğer faktörler: İmmün sistemi etkileyen bazı genetik ve edinsel hastalıklar sonucu
maligniteye eğilim artmaktadır. Örneğin yardımcı T-hücre sayısının azaldığı AIDS
hastalığında malignite oranı yüksektir (26).
2.3.ANTİKORLAR
Antikorlar kendi ağır zincir bölgesinin dizisini esas alan beş sınıfa ayrılır: IgM, IgD,
IgE, IgA ve IgG. IgG, kanser immünoterapisinde en sık kullanılanlardır. Antikorlar,
antijen bağlayan parçası (Fab) ve sabit parçası (Fc) olmak üzere iki ayrı işlevsel bölgeye
ayrılırlar (28).
Fab, antikorun antijen bağlama bölgesini oluşturan ve antijen spesifitesini sunan
tamamlayıcılığı belirleyen çok değişken üç bölgeyi içerir. Antikorların immün efektör
fonksiyonları, kompleman-bağımlı sitotoksisiteyi (CDC) başlatma yeteneğinde olan, Fc
21
γ-reseptörlerine (FcγR) ve neonatal Fc reseptörlerine (FcRn) bağlanan Fc parçası ile
bağlantılıdır (28).
Şekil 2.5. Antikorun yapısı (29)
Ig’nin alt sınıflarından olan IgG1 ve IgG3, klasik kompleman yolunun güçlü
aktivatörlerindendir. Hücre yüzeyine iki ya da daha fazla IgG bağlanması, C1r’nin
enzimatik aktivitesinin ve daha sonraki kompleman proteinlerinin aktivasyonunu
takiben C1q’nun Fc parçasına yüksek afiniteli bağlanmasına yol açar. Bu aşamanın
sonucu, MAC tarafından tümör hücre lizislerinde ve tümör hücre yüzeyinde porların
oluşturulmasıdır. Buna ek olarak, son derece kemotaktik kompleman molekülleri C3a
ve C5a’nın üretimi makrofaj, nötrofil, bazofil, mast hücreleri ve eozinofil gibi immün
efektör hücrelerinin alımına ve aktivasyonuna yol açar (28).
Fcγ reseptörleri, immünoreseptör tirozin bazlı aktivasyon motifleri (ITAMs) aracılığıyla
aktivasyon sinyallerini aktarabilir veya immünoreseptör tirozin bazlı inhibitör motifleri
(ITIMs) aracılığıyla inhibe edici sinyal sağlayabilir. Majör inhibitör Fcγ reseptörü tek
zincir FcγRIIB (CD32 olarak bilinen)’dir. Oysa Fc-bağımlı uyarıcı sinyaller FcγRI
(CD64 olarak bilinen) ve FcγRIIIA (CD16A olarak bilinen) tarafından aktarılır, her ikisi
22
de sinyal aktarımını başlatmak için ITAM içeren γ zinciri gerektirir. FcγRI makrofajlar,
dendritik hücreler, nötrofiller ve eozinofiller tarafından eksprese edilen yüksek afiniteli
bir reseptördür. FcγRIIIA NK’lar, dendritik hücreler, makrofajlar ve mast hücreleri
tarafından eksprese edilen primer aktive edici Fcγ reseptörüdür (28).
Tümör hücrelerine IgG antikorlarının bağlanması, Fcγ reseptörlerini ekprese eden
NK’lar, nötrofiller, mononükleer fagositler ve dendritik hücreler gibi immün efektör
populasyon tarafından hedeflerin tanınmasını sağlar. Bu hücreler üzerinde Fcγ
reseptörlerinin çapraz bağlanması tümör hücre tahribatını arttırır. Tümör hücresinin
lizisini takiben antijen sunan hücreler MHC Sınıf II molekülleri üzerindeki tümör
kaynaklı peptitleri sunabilir ve CD4+ T hücrelerin aktivasyonunu artırabilir. Buna ek
olarak, çapraz-sunum olarak bilinen CD8+ T hücrelerinin aktivasyonuyla sonuçlanan
bir işlemde, tümör kaynaklı peptitler MHC sınıf I moleküllerine sunulabilirler (28).
2.3.1. Monoklonal Antikor
Monoklonal
antikorlar
hibrit
hücreler
tarafından
üretilen
homojen
antikor
topluluklarıdır. Bu antikorlar, bağışıklanmış fare veya ratlardan elde edilen dalak
hücreleri ile myeloma adı verilen lenfoit tümör hücrelerinden geliştirilen melez hücreler
tarafından üretilirler. Her iki tip hücrenin özelliklerini taşıyan hibridomalar, doku
kültürlerinde çok miktarda mAb oluştururlar (30).
1975’te Georges Köhler ve Cèsar Milstein Nature’de hibridoma teknolojisi tarafından
üretilen bir işlem yayınlamışlardır. Bu işlem, B hücresi tarafından üretilen spesifik bir
antikor ile bir myeloma hücresi arasındaki füzyondan çıkan hibrit hücre hatlarıdır. Bunu
yaparken, Köhler ve Milstein aynı özellikte, monoklonal denilen çok miktarda antikor
üreten bir yöntem sağlamışlardır (31).
1984 yılında, bu atılım buluş sayesinde, Köhler ve Milstein, immünolojiye olan katkıları
sebebiyle Niels Jerne ile tıp ve fizyoloji dalında Nobel ödülü almışlardır (31).
Monoklonal antikorların üretiminde rekombinant DNA teknolojisi ve hibridoma
teknolojisi kullanılmaktadır. Rekombinant DNA teknolojisi, genetik rekombinasyon
olaylarının yapay olarak gerçekleştirilmesi esasına dayanan ve istenilen herhangi bir gen
ya da ürünün çoğaltılmasını mümkün kılan bir yöntemdir. Rekombinant DNA
23
teknolojisi, bugün dev adımlarla ilerlemekte olan bir gen mühendisliği konusudur. Bu
teknoloji ile çeşitli amaçlar için adeta ısmarlama genler ve proteinlerin üretimi mümkün
olmaktadır (32).
Rekombinant DNA teknolojisinde izlenen basamaklar kısaca şöyledir: Çoğaltılması
istenen gen önce orijinal kromozomdan restriksiyon endonükleaz enzimi yardımıyla
kesilerek alınır ve plazmid ya da faj gibi bir vektöre integre edilir. Sonra bu vektör
transformasyon yoluyla bir bakteri ya da maya içine sokulur ve daha sonra bu
mikroorganizmaların kültürü yapılarak istenen gen veya protein gerekli miktarlarda elde
edilir (32).
Bir antijen (bakteri, virüs, hücre veya molekül) ‘epitop’ adı verilen birçok antijenik
bölge içerir. Her epitop ayrı bir antikor tipi tarafından tanınır. Bir antijen organizmaya
girdiğinde her epitop için bir grup B-lenfosit hücresi özgül antikor üretmeye ve
bölünerek çoğalmaya başlar. Böylece her epitop için özgül antikor üreten bir B-lenfosit
kolonisi oluşur. Bir antijene karşı değişik B-lenfosit kolonileri oluştuğu için elde edilen
antikora ‘poliklonal’ (çok kolonili) antikor adı verilir. Köhler ve Milstein’ın
geliştirdikleri teknik, bir tek epitopa özgü (monoklonal) antikorların, hem de sınırsız
miktarlarda elde edilebilmelerine olanak sağlayarak, moleküler biyolojiye önemli bir hız
kazandırmış durumdadır (33).
Bu hibridoma tekniğinin temelinde üç bilgi bulunur:
•
B-lenfositler tek bir epitopa özgü antikor üretip salgılayan, yaşam süreleri birkaç
günle sınırlı kan hücreleridir.
•
Tümör hücreleri bölünerek çoğalma kontrolünü kaybetmiş, hızla üreyen ölümsüz
hücrelerdir.
•
Belli koşullarda aynı organizmaya ait değişik hücreler birleştirilerek her iki hücrenin
özelliklerini taşıyabilen melez hücreler (hibridoma) elde edilebilir (33).
Monoklonal antikorlar, antijen üzerinde bulunan ve epitop denilen antijenik
determinantlardan bir tanesine hedeflendikleri için enfeksiyon hastalıklarının veya
tümörlerin tanı ve tedavisinde etkin olarak kullanılırlar. Hibridoma teknolojisi ile fare
kaynaklı olan ilk mAb’lardan sonra rekombinant DNA teknolojisi ile elde edilen insan
kaynaklı veya bir kısmı insana özgü bölgeler içeren tipleri üretilmektedir (34).
24
Sağlıklı bir insanın serumundan fraksiyonlanan IgG’nin elektroforetik tekniklerle
ayrıştırılması sonucunda, 105-106 farklı IgG molekülünün var olduğu bulunmuştur.
Buna rağmen, miyolemal hastalıklardan muzdarip olan sağlıksız bir bireyin serumundan
elde edilen IgG fraksiyonu ise çok daha az sayıda IgG molekülleri içermektedir ve bu
moleküllerin büyük bir çoğunluğunu ise tek bir tip IgG molekülü oluşturmaktadır.
Böyle bireylerin dolaşım sistemlerinde sirküle eden lenfositlerin çoğu, miyolema
hücreleridir ki bunlar, neoplastik B lenfositlerinin tek bir klonunu içermektedirler (35).
Monoklonal antikor üretimi fare ve ratların B-lenfositi myeloma tümörlerinden elde
edilen hücre hatlarının geliştirilmesi ile mümkün olmuştur. Myeloma hücreleri kendi
çeşitli Ig’lerini sentezleme yeteneğini kaybetmişlerdir. Monoklonal antikor üretiminde,
fare ve rat myeloma hücreleri kullanılmaktadır. Rat myeloma hücreleri, daha büyük
olmaları ve daha kolay kaynaşmaları nedeniyle fare myeloma hücrelerine tercih edilirler
(30).
Normal B lenfositlerine benzemeyen miyolema hücreleri ise hızlı bir şekilde bölünmeye
devam eder ve hiçbir antijenin stimüle etkisi bulunmadan tek bir tip Ig molekülünü
salgılarlar. Normal B lenfositleri in vitro koşullarda birkaç saatten fazla canlı
kalamamalarına rağmen, miyolemalar diğer neoplastik hücreler gibi hücre kültür
ortamlarında ölümsüz (immortal) olarak kalabilirler (35).
Normal memeli hücreleri iki farklı yoldan DNA moleküllerini sentezlerler:
•
De novo (yeni baştan sentez) metabolik yolu ile nükleik asitler, pürin ve pirimidin
bazlarından, deoksiriboz ve inorganik fosfattan oluşturulurlar.
•
Kurtarma metabolik yolunda ise, benzer nükleotidlerin dönüştürülmesi ile doğru
nükleik asitlerin sentezi sağlanır.
De novo metabolik yolu aminopterin ile tamamen inhibe olmaktadır. HGPRT enzimi
(hipoksantin-guanin fosforiboziltransferaz) içeren hücreler ise kurtarma metabolik
yolunu kullanarak, aminopterin içeren besi ortamlarında canlı kalabilirler. Buna rağmen,
kurtarma metabolik yolunun işletilerek canlılığın sürdürülebilmesi için ortama
hipoksantin ve timidin eklenmek zorundadır. Bu maddelerin eklendiği besiyeri ise HAT
besiyerleri (hipoksantin, aminopterin, timidin) olarak adlandırılırlar. Böylece HAT
besiyeri, HGPRT enzimi içeren hücrelerin, bu besiyerinde seçici olarak büyümelerini
sağlarken; HGPRT içermeyen (HGPRT-) hücrelerin büyümelerini engelleyecektir. Fare
25
miyolema hücrelerinin HGPRT- olan klonları seçilir ve bunlar HAT besiyerinde
canlılıklarını sürdüremezler ve çoğalamazlar. HGPRT- olan miyolema klonları
seçilirken bunların, istenmeyen Ig’leri çok az miktarda veya hiç üretmeyenleri
seçilmelidir. Günümüzde, mAb üretiminde kullanılan standart metot ise Şekil 6’da
verilmiştir. Uygun bir antijen ile aşılanmış olan farenin dalak hücreleri ise, duyarlı hale
getirilmiş olan B lenfositlerinin süspansiyon kaynağı olarak kullanılır. In vitro
koşullarda büyüyen, duyarlı B lenfosit hücreleri ve HGPRT üreten miyolema hücreleri,
füzyon oluşturmak amacıyla, hücrelere toksik olan %30-50 (w/v) polietilenglikol (PEG)
içeren ortamda birkaç dakika süre ile karıştırılır (35).
Standart bir füzyon için ortamda 1 x 108 lenfosit ve 2 x 107 myeloma hücresinin
bulunması gereklidir. Hücreler mikrotitrasyon kapları içindeki kültür vasatında 37˚C’de
inkübe edilir.Daha sonra, bu füzyon karışımı ise HAT besiyeri içeren kültür ortamlarına
aktarılır (30).
Lenfositler ve füzyon oluşturan lenfositler, in vitro koşullarda kültürlerinin
yapılamamasından dolayı çok kısa bir sürede ölürler. Miyolema hücreleri ve füzyon
oluşturmuş olan hücreleri ise HGPRT içermedikleri için HAT besiyerinde bulunan
aminopterin tarafından zehirleneceklerdir. Sadece B lenfositleri ile HGPRT pozitif olan
miyolema hücrelerinin füzyonları sonucunda oluşan hibridomalar bu ortamda canlı
kalacaklardır. Çünkü, miyolema hücreleri, hibrit hücrelere in vitro koşullarda yaşama
özelliğine aktarırken, B lenfositleri ise bu hibrit hücrelerin HAT besiyerlerinde
üreyebilmeleri için gerekli olan HGPRT enzimini aktaracaklardır. 10-14 gün sonra ise
kültür ortamında canlı kalan hücreler sadece hibridomalardan ibaret olacaklardır. Buna
rağmen, bu hibridomaların birçoğu ya istenmeyen Ig’leri üretebilir ya da hiçbir Ig
üretmeyebilir. Ne yazık ki, bu hibridomalardan hiç Ig üretmeyenler, Ig üretenlere oranla
çok hızlı büyümektedirler. Bu nedenle, hibridoma oluşumunu takip eden 7-14 gün
boyunca, her bir kültürün devamlı olarak istenilen Ig’yi üretip üretmediğinin test
edilmesi ve üretmeyenlerin elimine edilmesi gerekmektedir (35).
Füzyon işleminden sonra oluşan hibridlerin tümünün antikor sentezleme yeteneğinde
olup olmadıkları bilinmemektedir. Bu nedenle, kullanılan antijene karşı hibridomalar
tarafından üretilen antikorlar, hücrelerin ürediği besiyerinin üst sıvısında aranırlar.
Füzyon işlemi rastgele olduğundan, antikor sentezleyen hibridlerin oranı % 1-50
arasında değişir. Antikorların üst sıvıdaki varlıklarının 2-3 gün gibi kısa bir sürede
26
kontrol edilmesi iki yönden önem taşımaktadır. Mikrotitrasyon kabının çukurlarında
hızla üreyen melez hücreler metabolizma artıklarının çoğalması nedeniyle ölebilirler.
Diğer yönden, antikor üretmeyen hücreler hızla çoğalarak, antikor üretenleri
baskılayabilirler. Üst sıvıdaki antikorların belirlenmesi amacıyla kullanılan antijenin
özelliğine göre radyoimmunoassay, ELİSA ve hemolitik plak deneyi gibi duyarlı
testlerden yararlanılmaktadır (30).
Bunun yanı sıra, istenen ya da kullanışlı Ig üretenlerin ise alt-kültürleri hazırlanmalı ve
proteinleri sıvı-azot içerisinde dondurularak saklanmalıdır. Aksi halde kültürlerin
mikroorganizmalar ile kontaminasyonu sonucu çalışma başarısız olur (35).
27
Şekil 2.6. Monoklonal antikorların üretimi.
(a) Monoklonal antikor üretiminde en yaygın olarak kullanılan prosedür.
(b) İlgilenilmekte olan özgül hibridomaların oluşum oranını artırmak için,
B hücrelerinin antijen-özgül adezyon ile miyolema hücrelerine bağlanmasını sağlayan
prosedür (35)
Günümüzde mAb’ların uygulamaları fazlaca yaygınlaşmıştır. Araştırma amaçlı olarak
in vitro ve gittikçe artan bir hızla in vivo teşhis ve tedavi sistemlerinde
kullanılmaktadırlar. 1998’de Amerika’da geliştirilen 350 tane biyolojik maddeden
74’ünün
mAb
oluşu,
biyofarmasötik
ürünler
arasında
mAb’ların
önemini
28
göstermektedir. Kanser, transplantasyon ve bulaşıcı hastalıklar gibi türlü hastalıkların
belirlenmesinde
ve
tedavisinde
antikorlardan
yararlanılmaktadır.
Rekombinant
teknolojisinin gelişmesiyle antikor kullanım alanı oldukça artmıştır. Bugün, faydalı
antikor fragmentlerini üretmek için antikorları ‘insanlaştırmak’ ve istenen bölgeye
hedeflemek için, antikorları izotop ya da ilaçlara bağlamak mümkündür. Son yıllardaki
güzel bir gelişme de uygunluk onayı almış monoklonallerin sayısıdır (36).
2.3.2. Monoklonal Antikorlar ile Kanser Tedavisi
Geleneksel antikanser terapötikleri zayıf terapötik indekse sahip olan, normal sağlıklı
dokulara toksisite ile sonuçlanan ve spesifiteden yoksun terapötiklerdir (37).
Monoklonal antikorlar geleneksel tedavinin aksine antikor aracılığıyla tümör
antijenlerine hedeflendikleri için hem spesifiktirler hem normal dokulara toksisiteleri
görece çok daha azdır hem de geliştirilen mekanizmalarıyla indeksleri daha fazladır.
Tablo 2.1. mAb veya mAb ile ilişkili terapötikler için uluslararası son ekler (31)
Son ek
Molekülün tipi
-aksomab
Bispesifik fare-rat hibridi mAb
-sept
Fc füzyon proteini
-omab
Fare IgG2
-stim
Fc füzyon peptidi
-umab
Faj görüntüleme veya transgenik fare
teknolojisi insan antikoru
-ksimab
Kimerik IgG1
-zumab
Humanize IgG1
Kanser tedavisiyle ilişkili en az altı sınıf mAb vardır. Birincisi, tümörün hücresel
otonom yaşamsal basamaklarını inhice eden mAb’lardır. (Epidermal büyüme faktörü
reseptörünü, EGFR, inhibe eden ve kolorektal kanser tedavisinde onaylı olan
setuksimab ve panitumumab) (31)
29
Şekil 2.7. Panitumumab’ın etki mekanizması (38)
Şekil 2.7’de: Panitumumab epidermal büyüme faktörü reseptörünü bloke ederek
epidermal büyüme faktörünün ve diğer bağlanma faktörlerinin bağlanmasını önler.
Epidermal büyüme faktörünün aktivasyonu ve sinyal aktarımının daha sonraki
aşamaları inhibe edilerek büyüme faktörlerinin ekspresyonu azaltılır. Setuksimab ve
erlotinib de ayrıca epidermal büyüme faktörü reseptörününün aktivasyonunu önler (38).
İkincisi, tümör-stroma reaksiyonlarını engelleyen mAb’lardır. (Vasküler endotelyal
büyüme faktörünü, VEGF, bloke eden ve akciğer, meme, böbrek, kolorektal kanser
tedavilerinde kullanılan bevasizumab) (31)
30
Şekil 2.8: Tümör hücreleri, stroma hücreleri, perisitler ve endotel hücreleri arasındaki
intraselüler sinyalizasyon (39)
Şekil 2.8’de: Tümör/mikrovasküler mikroortamındaki selüler oyunculardır. VEGF, A1
ve Bcl-2 gibi antiapoptotik proteinlerin ekspresyonunu indükleyerek, fosfoinositid 3kinaz/Akt sinyal yolunu aktive ederek, nitröz oksidi ve prostasiklini uyararak, fokal
adezyon kinaz tirozin fosforilasyonu artırarak böyle çeşitli yollar vasıtasıyla endotel
hücreleri için antiapoptotik rol oynar. VEGF reseptör aktivitesi öncelikle ilgili
ligandların varlığıyla düzenlenirler. Ligand ekspresyon düzeyleri hipoksi, çevresel stres
ve glikoz eksikliği gibi birçok faktöre bağlıdır. EGF, endotelyal büyüme faktörü; HGF,
hepatositik büyüme faktörü; PDGF, platelet kaynaklı büyüme faktörü; TGF,
transforming growth factor; VEGF, vasküler endotelyal büyüme faktörü (39).
31
Üçüncüsü, eksprese antijenleri tümör hücrelerinin yüzeyine bağlayan ve CDC, ADCC,
ADCP (Antikor bağımlı hücresel fagositoz) gibiimmün efektör mekanizmalarıyla seçici
olarak fonksiyon gösteren mAb’lardır. (Lenfoma tedavisinde kullanılan anti-CD20:
Rituksimab) (31)
Şekil 2.9: CD20 monoklonal antikorlarının etki mekanizmaları (40)
Şekil 2.9’da: CD20 mAb’ları çeşitli şekillerde tümör ölümlerine sebep olabilirler. 1:
Apoptozis/ ligand blokajı: Klasik olmayan apoptozisin indüksiyonu aracılığıyla hücre
ölümü ile sonuçlanan CD20 mAb’larının direkt bağlanması çoklu CD20 moleküllerinin
çaprazlanması ile sonuçlanır. 2: CDC: Kompleman aktivasyonu sonucu kompleman
bağımlı sitotoksisite 3: ADCC: İmmün efektör hücrelerde eksprese edilen FcγR
reseptörleri tarafından opsonize tümör hücrelerinin tanınması antikor-bağımlı hücrearacılı sitotoksisiteyi başlatır. 4: Gelişmiş kompleman ADCC: FcγR yalnızca çapraz
platform olarak hizmet eder ve böylece tümör hücrelerinde antijen sinyalizasyonunu
artırabilir. 5: Crosslinking: Başlatılan antikor-kompleman aktivasyonu gelişmiş
32
kompleman-ADCC denilen bir süreçte kompleman reseptörleri tarafından tanımlama
yoluyla tümör ölümlerini artırabilen bölünmüş kompleman parçalarını verir (40).
Dördüncüsü, üç fonksiyonlu (Bispesifik) mAb’lardır. İki farklı antijen bağlarken diğer
fonksiyon immün efektör mekanizmalarını çekme yeteneğindedir. (Katumaksomab, bir
anti-CD3’tür. EpCAM (+), epitelyal hücre adhezyon molekülü, neoplazmlı hastalarda
kötü huylu assit toplanmaları tedavisinde kullanılır.) (31)
Şekil 2.10.
Katumaksomab’ın öne sürülen etki mekanizması (41)
Şekil 2.10’da: Üç işlevli antikor katumaksomab çeşitli immün hücreleri tarafından
tümör hücrelerinin tanınmasını ve yıkımını hızlandırır. ADCC, (antibody-dependent
cellular toxicity) antikor bağımlı hücresel sitotoksisite; DC-CK1, (dendritic cell
cytokine 1) dendritik hücre sitokini 1; IL, interlökin; IFNγ, interferon gama; TNFα,
tümör nekrozis faktör alfa; LFA, lenfosit fonksiyon antijeni; NK (natural killer) doğal
öldürücü hücreler; GM-CSF, (granulocyte monocyte colony stimulating factor)
granülosit monosit stimüle edici faktör (41).
Beşincisi, immünokonjugatlardır. (Y-ibritumomab tiuksetan ve I-tositumomab, antiCD20 mAb radyonüklit çiftleri, lenfoma tedavisinde kullanılmaktadırlar.) (31)
Altıncısı, immün uyarıcı mAb’lar, kanser hücresi/immün sistem parazitlerini ve bu
parazitlerin ortaya çıkardığı sinyal yolaklarını hedefleyerek tümöre özel immün cevabın
gelişimine olanak sağlarlar (31).
33
Terapötik mAb’lar Avrupa ve Amerika’da hem de diğer ülkelerde pazarlama için
onaylanmışlardır. Avrupa ve Amerika’da 34 tane onaylı terapötik mAb bulunmaktadır
(42). Bunlardan 14 tanesi kanser için onaylıdır.
Mart 2012 olarak 28 tanesi (absiksimab, rituksimab, basiliksimab, palivizumab,
infliksimab, trastuzumab, alemtuzumab, adalimumab, tositumomab-I131, setuksimab,
ibritumomab
panitimumab,
tiuksetan,
omalizumab,
ekulizumab,
bevasizumab,
sertolizumab
pegol,
natalizumab,
golimumab,
ranibizumab,
kanakinumab,
katumaksomab, ustekinumab, tosilizumab, ofatumumab, denosumab, belimumab,
raksibakumab, ipilimumab, brentuksimab vedotin, pertuzumab) Avrupa ve Amerika’da
pazarlanmaktadır.
6
tanesinin
(muromonab-CD3,
nebakumab,
edrekolomab,
daklizumab, gemtuzumab ozogamisin, efalizumab) pazarlaması durdurulmuş veya iptal
edilmiştir (42).
34
Tablo 2.2: Günümüzde kanser tedavisi için onaylı monoklonal antikorlar* (43)
mAb
Hedef
Onaylandığı yıl
Alemtuzumab (MabCampath, Campath-1H®)
CD52
2001
Bevasizumab (Avastin®)
VEGF
2004
Brentuksimab vedotin (Adcentis®)
CD30
2011
Katumaksomab (Removab®)
CD3 ve
2009
EpCAM
Setuksimab (Erbitux®)
EGFR
2004
Denosumab (Prolia®)
RANKL
2011
Gemtuzumab ozogamisin (Mylotarg®)
CD33
2000
İbritumomab tiuksetan (Zevalin®)
CD20
2002
İpilimumab (Yervoy®)
CTLA-4
2011
Ofatumumab (Arzerra®)
CD20
2009
Panitumumab (Vectibix®)
EGFR
2006
Rituksimab (MabThera®, Rituxan®)
CD20
1997
Tositumomab (Bexxar®)
CD20
2003
Trastuzumab (Herceptin®)
HER2
1998
CTLA-4, sitotoksik T lenfosit antijen 4; EGFR, epidermal büyüme faktörü reseptörü;
EpCAM, epitelyal hücre adhezyon molekülü; HER2, insan büyüme faktörü reseptörü 2:
RANKL, reseptör aktifleştirici nükleus kappa ligandı; VEGF, vasküler endotelyal
büyüme faktörü. * FDA veya Avrupa İlaç Ajansı tarafından bildiri
Alemtuzumab kronik lenfositik lösemide; bevasizumab glioblastoma multiformede,
kolorektal, böbrek ve akciğer kanserinde; brentuksimab vedotin Hodgkin ve anaplastik
büyük hücreli lenfomada (Monometil auristin e ile birlikte); katumaksomab EpCAM
pozitif malign assitli hastalarda; setuksimab kolorektal ve baş-boyun kanserinde;
denosumab, meme ve prostat kanserinde; ibritumomab tiuksetan non-Hodgkin
lenfomada (
90
Y veya
111
In ile birlikte); ipilimumab melanomada; ofatumumab kronik
lenfositik lösemide; panitumumab kolorektal kanserde; rituksimab non-Hodgkin
lenfomada ve kronik lenfositik lösemide; tositumomab non-Hodgkin lenfomada (tek
başına veya
131
I ile birlikte); trastuzumab meme kanserinde ve mide veya
gastroözofageal adenokarsinomada endikedir (43).
35
Tablo 2.3.
Faz III-IV çalışmalarda kanser tedavisi için değerlendirme aşamasında
olan monoklonal antikorlar* (31)
mAb
Hedef
Endikasyon(lar)
Ch14.18
GD2
-Nöroblastoma
Ganitumab
IGF1R
-Pankreasın metastatik adenokarsinoması
Nesitumumab
EGFR
-NSCLC
EGFR
-Nazofaringeal kanser
-HNC
-Bölgesel ileri özofagus kanseri
-Özofagus yassı epitel hücreli karsinom
Ramusirumab
VEGFR2
-Metastatik
mide
veya
gastroözofageal
adenokarsinoma
-1.basamak
sorafenib
tedavisi
sonrası
hepatoselüler karsinoma
Siltuksimab
IL-6
-Relaps veya refrakter multipl miyelom
EGFR, epidermal büyüme faktörü reseptörü; HNC, baş ve boyun kanseri; IGFR1,
insülin benzeri büyüme faktörü 1 reseptörü; IL, interlökin; NSCLC, küçük hücreli
olmayan akciğer kanseri; RANKL, RANK ligand; VEGFR2, vasküler endotelyal
büyüme fakötü reseptörü 2. *Ocak 2008’den sonra başlayan, bildirisi tamamlanmayan
veya sonlandırılmayan.
36
3. TARTIŞMA VE SONUÇ
Monoklonal antikorlarla ilgili faz çalışmaları ve faz çalışmalarından sonra onay alan
monoklonal antikorlar için ise etkinlik, güvenilirlik çalışmaları yıllardır yapılmaktadır.
Bugüne kadar yüzlerce çalışma yapılmıştır ve yapılmaya devam etmektedir. Burada
birkaç çalışma örnek olarak gösterilmiştir.
Osteoborg A. ve arkadaşları 1996’da yayımlanan çalışmalarında önceden kronik
lenfositik lösemi için tedavi edilmemiş hastalarda Campath-1H’ın (alemtuzumab)
etkinliğini araştırmayı amaçlamışlardır. Humanize CD52 mAb olan alemtuzumabı
ilerleyici kronik lenfositik lösemili 9 hastada ilk basamak tedavi olarak kullanmışlar ve
5 kişiye intravenöz 4 kişiye subkütan enjeksiyonu (30mg/enj’a kadar) 18 haftalık bir
sürede haftada 3 kez uygulamışlardır. 3 hastada tam gerileme ve 5 hastada kısmi
gerileme gözlemlenmiştir. (Yanıt oranı %89). Tüm hastalarda kandan ve 7 hastada
kemik iliğinden kronik lenfositik lösemi hücreleri temizlenmiş ve yan etkiler CMV
pnömonisi gelişen bir hasta hariç hafif olarak belirtilmiştir. Tüm hastalarda
lenfositopeni (B ve T hücreleri) gelişmiş fakat hematolojik toksisite çok az gelişmiştir.
Yapılan bu çalışma ile Osteoborg ve arkadaşları Campath-1H’ı önceden kronik
lenfositik lösemi için tedavi edilmemiş hastalarda son derece etkili ve iyi tolere edilen
bir ilaç olarak değerlendirmişlerdir (44).
Emile G. ve arkadaşları 2013’de yayımlanan çalışmalarında tekrarlayan yumurtalık
kanserinde tek ajan olarak bevasizumabı kullanarak etkinlik ve güvenilirliğini rapor
etmeyi amaçlamışlardır. Bevasizumab verilmesi için hastalarda kemoterapinin en az bir
önceki aşamasından sonra hastalığın nüks etmiş olması ve hastaların gastrointestinal
perforasyon ile ilişkili bir durumu olmaması şartını koşmuşlardır. Daha önceden tedavi
edilen 37 hasta (platin dirençli hastalığı olan hasta sayısı 33) bu geriye dönük analize
dahil edilmiş ve dozları haftada kilogram başına 2.5 mg olarak uygulamışlardır. En sık
görülen yan etki %62 ile hipertansiyon olmuş, intestinal perforasyon rapor edilmemiştir.
37
Yapılan bu çalışma ile Emile G. ve arkadaşları tek ajan bevasizumabı uygun terapötik
indeks ile önceden tedavi görmüş ve kemoterapinin hipertansiyon, intestinal
perforasyon gibi yan etkilerini istemeyen yumurtalık kanseri olan hastalar için makul bir
seçenek olarak değerlendirmişlerdir (45).
Ismael G. ve arkadaşları 2012’de yayımlanan çalışmalarında transtuzumabın HER2 (+)
(human epidermal growth factor receptor 2=insan büyüme faktörü reseptörü 2) erken
dönem meme kanserli hastalarda subkütan ve intravenöz formülasyonlarının
farmakokinetik profillerini, etkinlik ve güvenilirliğini karşılaştırmayı amaçlamışlardır.
HER2 (+) bölgesel olarak ilerlemiş veya inflamatuvar meme kanserli hastalar, eş
zamanlı uygulanacak olan neoadjuvan kemoterapisi (ameliyat öncesi kitle küçültme
kemoterapisi) için rastgele ayrılmışlar ve trastuzumab 3 haftada bir intravenöz (8 mg/kg
yükleme dozu, 6 mg/kg idame doz) ya da 3 haftada bir subkütan (600 mg sabit doz)
olarak uygulanmıştır. Kemoterapi dosetakselin, fluorourasilin, epuribisinin ve
siklofosfamidin 4 kürü olarak uygulanmış ve ameliyattan sonra 1 yıllık tedaviyi
tamamlamak için trastuzumaba devam edilmiştir. Yapılan çalışmanın sonuçlarının
değerlendirilmesiyle 5 dakika boyunca uygulanan subkütan trastuzumabın standart
intravenöz uygulamasıyla aynı farmakokinetik profile, aynı etkinlik ve güvenilirliğe
sahip olduğu görülmüştür. Bu nedenle Ismael G. ve arkadaşları trastuzumabı geçerli bir
tedavi seçeneği olarak değerlendirmişlerdir (46).
Ströhlein MA. ve arkadaşları 2011’de yayımlanan çalışmalarında peritoneal
karsinomatozisli hastalarda üç fonksiyonlu katumaksomabın maksimum tolere edilen
dozunu ve tolere edilebilirliğini incelemeyi amaçlamışlardır. Bu açık uçlu faz I/II
çalışmasında EpCAM (+) peritoneal karsinomatozisli hastalara 4 tane ardışık
katumaksomab infüzyonu verilmiştir: 0.gün: 10 µg, 3.gün: 10 veya 20 µg, 7.gün: 30, 50
veya 100 µg, 10.gün: 50, 100 veya 200 µg. Maksimum tolere edilen doz sırasıyla 0., 3.,
7. ve 10. günlerde 10, 20, 50 ve 200 µg olarak rapor edilmiş ve katumaksomabın kabul
edilebilir bir güvenlik profili olduğu belirtilmiştir. Tedaviye bağlı en yaygın yan etkiler
ateş, kusma karın ağrısı olarak gözlemlenmiştir. Son kontrollerde 17 hastanın 11’inde
(%65) ilerleme gözlenmemiş, 1 hastadan tam yanıt, 3 hastadan da kısmi yanıt alınmıştır.
Stroöhlein ve arkadaşları yaptıkları bu çalışmada intraperitoneal katumaksomabı
peritoneal
karsinomatozisli
değerlendirmişlerdir (47).
hastalar
için
umut
verici
bir
seçenek
olarak
38
Nakagawa M. ve arkadaşları 2012’de yayımlanan çalışmalarında düşük dereceli Bhücreli non-Hodgkin lenfomalı Japon hastalarda Zevalin ile radyoimmünoterapinin
(RIT-Z) etkinliğini ve yan etkilerini değerlendirmeyi amaçlamışlardır. Non-Hodgkin
lenfomalı 62 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Yanıt, PET/CT (positron emission
tomography/computed
tomography=pozitron
emisyon
tomografisi/bilgisayarlı
tomografi) ile RIT-Z enjeksiyonundan 8-12 hafta sonra değerlendirilmiştir. Genel yanıt
oranı %85 olmuş ve. 37 (%60) hastada tam gerileme, 16 (%26) hastada kısmi gerileme,
4 (%16) hastada durum stabil ve 5 (%18) hastada ilerleme görülmüştür. RIT-Z’ye cevap
ile kemoterapi sıklığı ve fludarabinle önceden tedavi edilme öyküsü arasında anlamlı bir
ilişki bulunmuştur. RIT-Z’nin etkinliği ile hastalığın evresi, hastanın yaşı, son
kemoterapiden sonra geçen zaman ve lenfoma tipi arasında anlamlı bir farklılık
bulunmamıştır. RIT-Z’de 4.derece trombositopeni, hastalığın evresi ve önceden
fludarabinle tedavi edilme hikayesi anlamlı olarak ilişkili bulunmuştur. Ayrıca
hematotoksisite ile lenfomanın tipi, hastanın yaşı ve kemik iliği nakli hikayesi arasında
anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Anemi kemoterapinin sıklığı, kemik iliği nakli hikayesi
ve önceden fludarabinle tedavi edilme hikayesi ile anlamlı bir şekilde ilişkili
bulunmuştur. Nakagawa M. ve arkadaşları yaptıkları bu çalışmayla Zevalin ile
immünoterapiye yanıt oranını yüksek ve hematolojik yan etkilerin daha az ortaya
çıkmasında RIT-Z’yi başarılı bir tedavi olarak değerlendirmişlerdir (48).
Scagliotti GV. ve arkadaşları 2012’de yayımlanan bir faz III çalışmasında multipl
myeloma veya solid tümörlerden kemik metastazı yapmış vakaların tedavisinde
zoledronik aside karşı denosumabın etkinliğini ortaya koyarak akciğer kanseri hastaların
sağkalım verilerini sunmayı amaçlamışlardır. Hastaları, 4 mg intravenöz zoledronik asit
veya 120 mg subkütan denosumab alacak şekilde rastgele ayırmışlar. Araştırma analizi
için Kaplan-Meier tahminlerini ve oransal risk modellerini kullanarak küçük hücreli
olmayan akciğer kanseri (NSCLC) ve küçük hücreli akciğer kanseri (SCLC) hastaları
arasındaki genel sağkalımları ortaya koymuşlar. Herhangi bir akciğer kanseri 811
hastada zoledronik aside karşı denosumabın ortaya koyduğu sağkalım 7,7 aya karşı 8,9
ay ve NSCLC hastalarında 8,0 aya karşı 9,5 ay olarak belirtilmiştir. Skuamöz hücreli
karsinom hastalarındaki sağkalım ise zoledronik asit için 6,4 ay denosumab için 8,6 ay
olarak bildirilmiştir. Yan etki insidansları tedavi grupları arasında dengeli bulunmuştur.
(Denosumab ile tedavi edilenlerde ortaya çıkan ciddi yan etki insidansı %66.0,
39
zoledronik asit ile tedavi edilenlerde %72.9) Çene kemiği osteonekrozis insidansı
gruplar arasında benzer bulunmuştur. (Denosumab %0.7, zoledronik asit %0.8)
Hipokalemi ise denosumab ile tedavi edilenlerde %8.6, zoledronik asit ile tedavi
edilenlerde %3.8 olarak belirtilmiştir. Bu keşif analizinde denosumab zoledronik asit ile
karşılaştırıldığında metastatik akciğer kanseri hastalarında daha fazla süre genel
sağkalım ile ilişkili olarak değerlendirilmiştir (49).
Horning SJ. ve arkadaşları 2005’te yayımlanan çalışmalarında rituksimab tedavisi
sonrası ilerleyen indolent, foliküler büyük hücreli veya B-hücreli lenfomaya dönüşmüş
hastalarda tositumomab ve iyodin-131 tositumomab (131I-tositumomab)’ın güvenilirliği
ve genel yanıt oranını, tam yanıt oranını, tepki süresini, ilerlemesiz sağkalımı, genel
sağkalımı belirlemeyi amaçlamışlardır. 40 hastaya (24’ü rituksimaba cevapsız, 11’i 6
aydan az bir süre cevap vermiş, 5’i 6 ay veya daha uzun süre rituksimaba cevap vermiş.)
bu prospektif faz II çalışmasında tüm vücut dozimetrisi baz alınarak 131I-tositumomabın
terapötik dozu (trombosit başına 0.65-0.75 Gy) uygulanmıştır. Önceden uygulanan
tedavi sayısının 4 olduğu ve kemoterapiye dirençli hasta oranının %59 olduğu
belirtilmiştir. Sonuçlar şöyle rapor edilmiştir: Genel yanıt oranı %65, tam yanıt oranı
%38. Bu oranlar önceki rituksimab tedavisiyle ilişkilendirilmemiştir. Yaklaşık 3.3 yıllık
bir takiple tüm hastalarda ortalama sağkalımın 10.4 ay, cevap verenlerde ise 24.5 ay
olduğu bildirilmiştir. 7 cm veya daha küçük tümörü olan 1. veya 2. derece folikülerli
hastalarda genel yanıt oranı %86, tam yanıt oranı %57 olmuştur. Bu alt grupta tahmin
edilen 3 yıllık ilerlemesiz sağkalım %48 olmuştur. Hastaların %50’sinde 3. veya 4.
derece geçici ilik toksisitesi görülmüştür.
131
I-tositumomab, rituksimab sonrası ilerleme
gösteren CD20 (+) lenfomalı hastalarda etkili olarak değerlendirilmiştir. 7 cm veya daha
küçük tümörü olan 1. veya 2. derece folikülerli hastalarda 3 yılda %48 ilerlemesiz
sağkalım ile genel ve tam yanıtlar oldukça yüksek oranla elde edilmiştir (50).
Larson RA. ve arkadaşları 2005’te yayımlanan çalışmalarında CD33 (+) akut myeloid
lösemi için antikor hedefli bir kemoterapi olan gemtuzumab ozogamisin (Mylotarg)
etkinlik ve güvenilirliğini analiz etmeyi amaçlamışlardır. İlk nüksünü yaşayan CD33 (+)
akut myeloid lösemili hastalar bu faz II çalışmasına dahil edilmişlerdir. Hastalara 2
haftaya ayrılmış 2 doz 2 saatlik 9mg/m2 gemtuzumab ozogamisin infüzyonu olarak
verilmiş ve hastalar iyileşme, hayatta kalma, tedaviyle ortaya çıkan yan etkiler açısından
değerlendirilmişlerdir. Yaş ortalaması 61 olan 271 hasta gemtuzumab ozogamisin ile
40
tedavi edilmiş, kırmızı kan hücresi ve platelet transfüzyonu olmaksızın 71 hastada
(%26) nötrofil iyileşmesi ≥1500/µL, hemoglobin ≥9 g/dL olarak belirtilmiştir.
Trombosit iyileşmeli (≥100.000/µL) tam gerilem veya tam trombosit iyileşmesi
olmaksızın (<100.000/µL) tam gerileme, sırasıyla 35 hastada (%13) ve 36 hastada
(%13) gözlenmiştir. Yine sırası ile nüks gerçekleşmeden ortalama sağkalım 6,4 ay ve
4,5 ay olarak belirtilmiştir. 3. veya 4. derece nötropeni insidansı (%98) ve
trombositopeni (%99) insidansı beklenen insidanslar olmasına rağmen 3. veya 4. derece
sepsis (%17) ve pnömoni (%8) insidansları oldukça az bulunmuştur. 3. veya 4. derece
hiperbilirubinemi, hepatik aspartat aminotransferaz, hepatik alanin aminotransferaz
yükseklikleri sırasıyla %29, %18 ve %9 olarak rapor edilmiştir. Gemtuzumab
ozogamisin tedavisi sonrası, hastaların %9’unda (tedavi öncesinde veya sonrasında
hemapoietik kök hücre nakli olmayan) hepatik venooklüzif hastalık gelişmiştir. Sonuç
olarak CD33 (+) akut myeloid lösemili hastaların ilk nükslerinde gemtuzumab
ozogamisin uygulandığında, tek ajan gemtuzumab ile indüklenen %26 gerileme oranıı
kabul edilebilir bir güvenlik profili olarak değerlendirilmiştir (51).
Sonuç olarak, hibridoma teknolojisinin gelişmesiyle 1975 yılında hayatımıza giren
mAb’lar gerek tanı gerekse tedavi konusunda özellikle de kanserde yeri doldurulamaz
hale gelmiştir. Tümör immünolojisinin de daha iyi anlaşılmaya başlanmasıyla yaklaşık
son 20 yılda geliştirilen, yapılan faz çalışmalarıyla kanser tedavisi için onay alan
mAb’ların sayısı 14’e ulaşmıştır. Onaylandıktan sonra da ticari preparatları üzerinden
de çok sayıda etkinlik ve güvenilirlik açısından klinik çalışmalar yapılmıştır. Sonuçlar
üzerinden yapılan değerlendirmeler olumlu yönde olmuştur. Yeni geliştirilen
monokloanl antikorlar için faz I/II ve faz III/IV çalışmaları son hızla devam etmektedir.
41
KAYNAKLAR
1. Çırakoğlu B. Bağışıklık, Bilim ve Teknik Dergisi, Mart Eki, 2003; (424): 2-5.
2. Akgün Y. İmmünolojiye giriş ve antijen. In: Serter N. (ed) Mikrobiyoloji, Anadolu
Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, 1996: 132-145.
3. Akgün Y. İmmünglobulinler (Antikorlar). In: Serter N. (ed) Mikrobiyoloji, Anadolu
Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, 1996: 164-181.
4. Candaş D. Monoklonal antikorlar, Bilim ve Teknik Dergisi, 2002; (410): 50-54.
5. Alhan E. Monoklonal Antikor Tekniği ile Çocukluk Çağı Akut Lenfoblastik
Lösemisinin İmmünolojik Sınıflandırılması, Uzmanlık Tezi, Çukurova Üniversitesi
Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana 1990: 59.
6. Alabaş A. İmmün Sistem, Bitirme Tezi, Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Patoloji Birimi, İzmir 2006: 49.
7. Akgün Y. İmmün sistemin yapısı. In: Serter N. (ed) Mikrobiyoloji, Anadolu
Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, 1996: 147-162.
8. Beyaz F. T lenfositlerin gelişimi, fonksiyonları ve histokimyasal özellikleri. Erciyes
Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Dergisi 2004; 1:(1):61-66.
9. Koz M. Farelerde Büyüme Döneminde Yapılan Egzersizin Doğal Öldürücü
(Natural Killer) Hücre Sitotoksik Aktivitesine Etkisi, Doktora Tezi, Gazi
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Fizyoloji Anabilim Dalı, Ankara 1996: 72.
42
10. Çetin A.Sıçanların Solunum, Sindirim ve Boşaltım Sistemlerindeki Makrofajların
Histolojik Yapılarının Işık ve Elektron Mikroskobik Olarak İncelenmesi, Yüksek
Lisans Tezi, İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Embriyoloji ve Histoloji
Anabilim Dalı, Malatya 2006: 54.
11. Cinel E. Kan ve kan bileşenlerinin immun sisteme etkisi. Yoğun Bakım Derneği
Dergisi, 2005; 3:(2):56-64.
12. Erişim:
[http://med.ege.edu.tr/Image/gozdoc/okuler_immunoloji_elif_demirkilinc.
doc] Erişim tarihi 25 Aralık 2012.
13. Akçam FZ. HLA sistemi. Türkiye Klinikleri Tıp Bilim Dergisi, 2005; 25:829-834.
14. Yakut T. HLA doku uygunluk kompleksi, genetik lokalizasyonları ve fonksiyonları.
Güncel Pediatri Dergisi, 2004; 2:53-57.
15. Holling TM, Schooten E, Den Elsen PJ. Function and regulation of MHC class II
molecules in T-lymphocytes: Of mice and men. Hum Immunol 2004; 65:282-290.
16. Akın B. Kompleman Bileşeni C4A ve C4B Genlerindeki Rodgers ve Chido
Belirleyicilerin Pcr, Rflp ve Dna Analizi Teknikleri ile İncelenmesi, Yüksek Lisans
Tezi, Hacettepe Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Biyoloji Anabilim Dalı,
Ankara 2007: 70.
17. Kılcı G. Ekstracorporeal Dolaşımda Priming Solüsyonunda Hydroxyethyl Starch%6
130/0.4 (voluen), Hes%10 200/0.5 ve Ringer Kullanımının Enflamatuar Yanıt ve
Morbidite Üzerine Etkileri, Uzmanlık Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, İzmir 2006: 44.
18. Yeşilada E.Makrofaj ve lenfosit kaynaklı sitokin çalışmalarının halk ilaçlarının
biyolojik etki değerlendirmesinde rolü, 14. Bitkisel İlaç Hammaddeleri Toplantısı,
Bildiriler, ss 49-52, 29-31 Mayıs 2002, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.
19. Güner İ, Özmen D, Bayındır O. Sitokinler. Türkiye Klinikleri Tıp Bilim Dergisi,
1997; 17:65-74.
43
20. Beyaz F. B lenfositlerin gelişimi, fonksiyonları ve histokimyasal özellikleri. Erciyes
Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Dergisi 2004; 1:(1):67-72.
21. Tuncel G. Yenidoğanda Fototerapinin IL-6 ve IL-8 Düzeyine Etkisi, Uzmanlık
Tezi, Sağlık Bakanlığı Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve
Araştırma Hastanesi, İstanbul 2004: 59.
22. Aydın G. Deneysel Omurilik Yaralanmasında İnterlökin-10’un İnterlökin 1-Beta ve
İnterlökin-6 Üzerine Etkilerinin İncelenmesi, Uzmanlık Tezi, Süleyman Demirel
Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahi Anabilim Dalı, Isparta 2007: 53.
23. Örnek O. IL-12 ve IL-15 ile Uyarılmış İnsan NK Hücrelerinin Kolon Karsinomuna
Yönelik Anti-Tümoral Etkileri, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Enstitüsü İmmünoloji Anabilim Dalı, İstanbul 2007: 55.
24. Yılmaz N. Deneysel Kolit Modelinde Anti GM-CSF’nin Etkileri, Uzmanlık Tezi,
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Kayseri 2006: 69.
25. Kırıkçı AD. Kronik Hepatit B Hastalarında İnterferon Alfa-2b Lamivudin
Kombinasyon Tedavisinin Etkinliği, Uzmanlık Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp
Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Van
2008: 57.
26. Erkan F. Tümör immünolojisi. Endoskopi Dergisi, 1997; (4):54-56.
27. Aslan G. Tümör immünolojisi. Türk İmmünoloji Dergisi, 2010; 15:7-13.
28. Weiner LM, Surana R, Wang S. Antibodies and cancer therapy: versatile platforms
for cancer immunotherapy. Nat Rew Immunol 2010; 10(5):317-327.
29. Erişim:
[http://faculty.madisoncollege.edu/mljensen/BloodBank/lectures/blood_
bank_antigens_and_antibodi.htm] Erişim tarihi 16 Şubat 2013.
30. İzgür M, Diker KS. Monoklonal antikorlar. Ankara Üniversitesi Veterinerlik
Fakültesi Dergisi 1984; 31(1):98-106.
31. Galluzzi L, Vacchelli E, Fridman WH, et al. Monoclonal antibodies in cancer
therapy. OncoImmunology 2012; 1(1):28-37.
44
32. Koçoğlu T, Yalçınkaya T. Rekombinant DNA teknolojisi. Mikrobiyoloji Bülteni
1992; 26:177-188.
33. Çırakoğlu B. Monoklonal antikorlar, Bilim ve Teknik Dergisi, Mayıs Eki, 2002;
(414): 6-7.
34. Bulut Öner F. Biyoteknolojinin tıpta ve eczacılıktaki uygulamaları, Meslek İçi
Sürekli Eğitim Dergisi, 2002; (3,4): 42-53.
35. Tuncer M. Affinite kromatografisi. In: Protein Saflaştırma-1: Kromatografik
Teknikler, Cem Matbaacılık, Mersin, 2008: 159-197.
36. Aslankaraoğlu Akçael E. Poliester Fiber Destekli Dolgulu Reaktörlerde Hibridoma
Kültürü ve Monoklonal Antikor Üretimi, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü Kimya Mühendisliği Anabilim Dalı, Ankara 2006: 201.
37. Erişim:
[http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/23507041] Erişim tarihi 19 Mart
2013
38. Dubois EA, Cohen AF. New drug mechanisms. Br J Clin Pharmacol 2009;
68:(4):482-483.
39. Alvarez RH, Guarneri V, Icli F, et al. Bevacizumab treatment for advanced breast
cancer. The Oncologist 2011; 16:1684-1697.
40. Boross P, Leusen JHW. Mechanisms of action of CD20 antibodies. Am J Cancer
Res 2012; 2:(6):676-690.
41. Linke R, Klein A, Seimetz D. Catumaxomab clinical development and future
directions. Landes Bioscience 2010; 2:(2):129-136.
42. Reichert JM. Marketed therapeutic antibodies compendium. Landes bioscience
2012; 4:(3):413-415.
43. Vacchelli E, Eggermont A, Galon J, et al. Monoclonal antibodies in cancer therapy.
OncoImmunology 2013; 2:(1):e22789.
45
44. Osteoborg A, Fassas AS, Anagnostopoulos A, et al. Humanized CD52 monoclonal
antibody Campath-1H as first-line treatment in chronic lymphocytic leukaemia. Br J
Haematol 1996; 93:(1):151-153.
45. Erişim:
[http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/23474345] Erişim tarihi 21 Mart
2013
46. Ismael G, Hegg R, Muehlbauer S, et al. Subcutaneous versus intravenous
administration of (neo)adjuvant trastuzumab in patients with HER2-positive,
clinical stage I-III breast cancer (HannaH study): a phase 3, open-label, multicentre,
randomised trial. Lancet Oncol 2012; 13:(9):869-878.
47. Ströhlein MA, Lordick F, Rüttinger D, et al. Immunotherapy of peritoneal
carcinomatosis with the antibody catumaxomab in colon, gastric, or pancreatic
cancer: an open-label, multicenter, phase I/II trial. Onkologie 2011; 34:(3):101-108.
48. Nakagawa M, Uike N, Choi I, et al. Efficacy and safety of yttrium-90 ibritumomab
tiuxetan in Japanese patients with non-Hodgkin lymphoma. Japanese Journal of
Radiology 2012; 30:(8):642-647.
49. Scagliotti GV, Hirsh V, Siena S, et al. Overall survival improvement in patients
with lung cancer and bone metastased treated with denosumab versus zoledronic
acid: subgroup analysis from a randomized phase 3 study. Journal of Thoracic
Oncology 2012; 7:(12):1823-1829.
50. Horning SJ, Younes A, Jain V, et al. Efficacy and safety of tositumomab and
iodine-131 tositumomab (Bexxar) in B-cell lymphoma, progressive after rituximab.
Journal of Clinical Oncology 2005; 23:(4):712-719.
51. Larson RA, Sievers EL, Stadtmauer EA, et al. Final report of the efficacy and safety
of gemtuzumab ozogamicin (Mylotarg) in patients with CD-33 positive acute
myeloid leukemia in first recurrence. Cancer 2005; 104:(7):1442-1452.
46
ÖZGEÇMİŞ
KİŞİSEL BİLGİLER
Adı, Soyadı: Özge ATEŞLİ
Uyruğu: Türkiye Cumhuriyeti (TC)
Doğum Tarihi ve Yeri: 18 Temmuz 1990, Erzincan
Medeni Durumu: Bekar
Tel: 0 506 947 75 52
E-mail: [email protected]
EĞİTİM
Derece Kurum Mezuniyet Tarihi
Lise Bafra Kızılırmak Anadolu Öğretmen Lisesi, Samsun 2008
Erciyes Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Kayseri 2013
Download