ORAL MUKOZADA BULGU VEREN OTOİMMÜN HASTALIKLAR

advertisement
T.C
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Dermatoloji Anabilim Dalı
ORAL MUKOZADA BULGU VEREN OTOİMMÜN
HASTALIKLAR
BİTİRME TEZİ
Stj. Diş Hekimi Berfim GÜNER
Danışman Öğretim Üyesi: Doç. Dr. Işıl KILINÇ KARAARSLAN
İZMİR-2014
1
T.C.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Dermatoloji Anabilim Dalı
ORAL MUKOZADA BULGU VEREN OTOİMMÜN
HASTALIKLAR
BİTİRME TEZİ
Stj. Diş Hekimi Berfim GÜNER
Danışman Öğretim Üyesi: Doç. Dr. Işıl KILINÇ KARAARSLAN
İZMİR-2014
2
ÖNSÖZ
Tez çalışmalarım ve araştırmalarımda bana yol gösteren sayın Doç .Dr Işıl
KILINÇ KARAARSLAN hocama teşekkürlerimi sunarım.
İZMİR-2014
Stj. Diş Hekimi Berfim GÜNER
3
İÇİNDEKİLER
1.GİRİŞ ………………………………………………………………………..1
2.GENEL BİLGİLER…………………………………………………………2
2.1.Otoimmün Hastalıklar…………………………………………………..2
3.OTOİMMÜN HASTALIKLARIN BULGULARI………………………...2
3.1.Liken Planus………………………………………………………………2
3.2.Lupus eritematozus………………………………………………………7
3.3.Pemfigus…………………………………………………………………..12
3.4.Behçet Hastalığı………………………………………………………….15
3.4.Eritema Multiforme……………………………………………………...19
3.6.Pemfigoid………………………………………………………………….20
4.ÖZET………………………………………………………………………….23
5.KAYNAKLAR……………………………………………………………….24
6.ÖZGEÇMİŞ………………………………………………………………….27
4
1.GİRİŞ
Dermatolojide otoimmün hastalıklar deride olduğu gibi, ağızda da birçok
bulguya neden olabilir. Bazı hastalıklarda ağız ve deri bulguları birlikte iken,
bazılarında sadece ağız bulgularının varlığı tipiktir.
5
2.GENEL BİLGİLER
2.1.Otoimmün Hastalıklar
İmmün sistemin organizmanın kendi yapılarına karşı yanıt oluşturması
durumunda oluşan hastalıklara otoimmün hastalıklar denir. Bu hastalıklar iki farklı
mekanizma ile oluşur. Organ spesifik otoimmün hastalıklarda immün yanıt, tek bir
organ veya glandda bulunan hedef antijene yönelmiştir. Sıvısal veya hücresel
immünite yolu ile oluşan zararlanmalar ve klinik belirtiler bu organda görülür. Bu
organın fonksiyonları uyarılır veya baskılanır. Sistemik otoimmün hastalıklarda ise
otoantikorlar pek çok antijene karşı oluştuğu için pek çok doku ve organda
zararlanma olabilir. Otoimmün hastalıkların oluşumunda bir çok faktör rol oynar. Bu
hastalıkların kesin ve tek bir nedeni olmadığı için kesin tedavileri de yoktur.
Otoimmün hastalıklarda immün sistemi düzenleyici, otoimmün yanıtı baskılayıcı
çeşitli ilaçlar kullanılmaktadır (1).
3.OTOİMMÜN HASTALIKLARIN BULGULARI
3.1.Liken Planus
Liken planus (LP), selim seyirli, farklı klinik tipleri bulunan, deri, mukoza,
tırnak ve saçları etkileyen, kaşıntılı, kronik inflamatuvar, mukokutanöz bir
hastalıktır. Tüm dünyada ve tüm ırklarda görülmekle birlikte insidansı coğrafik
bölgelere göre farklılık göstermektedir (2). Hastalık gençlerde ve ileri yaşlarda daha
az görülür. Aynı zamanda mevsimsel ve çevresel faktörlerden etkilenebilmektedir.
Etyoloji ve patogenezi tam olarak bilinmemekle birlikte, viral hastalıklar,
otoimmünite, psikolojik stres ve kontakt alerjenlerin etyolojide rolü olabileceği,
mevsimsel
değişikliklerin
de
hastalığın
ortaya
çıkışını
etkileyebileceği
düşünülmektedir (3). Tüm bu bilinenlere karşın hastalığın epidemiyolojik, klinik ve
2
patogenetik özellikleri henüz tam olarak ortaya konulamamıştır. Deride genellikle
kaşıntılı, morumsu renkli, yassı ve parlak görünümlü papüller ile karakterize olan
dermatozda, kutan lezyonlara ek olarak veya tek başına mukoza tutulumu
görülebilmektedir (Resim 1). Ancak mukoza tutulumu genellikle asemptomatik
olması nedeniyle rutin deri-bilimsel bakıda gözden kaçabilmektedir (4).
Resim1.Liken planusun deri lezyonu
Oral liken planus bulaşıcı olmayan oral mukozal bir hastalıktır ve oral
prekanseröz lezyon sınıflamasında yer alır. Oral liken planus daha çok menopoz
dönemindeki kadınları etkileyen kronik otoimmün bir inflamatuar müköz membran
hastalığıdır. Oral liken planusun etiyolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte
bakteriyel,
viral,
psikolojik,
otoimmün,
genetik
orijinli
olabilecekleri
düşünülmektedir (5). Oral liken planusta hiperkeratotik beyaz çizgiler (Wickham’s
çizgileri), beyaz kabarıklıklar, beyaz plaklar, eritemli alan, erozyon, ülserasyon
seyrek de olsa büller görülür (Resim 2). Lezyonlar tipik olarak çift taraflıdır ve
sıklıkla klinik alt tiplerinin bir karışımı olarak görülürler. Beyaz ya da gri düzensiz
çizgiler ışınsal veya ağsı bir şekil alabilir (6). Neredeyse bütün oral liken planus
vakalarında retiküler keratotik ince çizgi oral mukozanın belli alanlarında mevcuttur.
Andreasen OLP’u retiküler, papüler, plak benzeri, erozif, büllöz ve atrofik olarak 6
3
tipe ayırmıştır. Klinik olarak oral liken planus aynı anda veya ayrı ayrı bu 6 formda
izlenebilir. İlk üç form genellikle ağrısız, beyaz keratotik lezyonlar şeklindedir.
Eroziv, büllöz ve atrofik formlarda ise hastaların yanma hissi şikayeti olabilmektedir.
Oral mukozada sıklıkla yanak mukozası, vestibulum oris, dil altı ve kenarı olmak
üzere diş eti, dudaklar da dahil her yerde görülebilen; silindiğinde mukozadan
ayrılmayan gri-beyaz papüllerle karakterizedir. Arada spontan iyileşme dönemleri
göstererek yıllarca sürebilir. Klinik görüntülerine göre retiküler, eroziv, büllöz, plak,
ülseratif, papüller liken planus olarak sınıflandırılır. Hastada en fazla şikayete yol
açan formu eroziv tipidir ve bu tipin malign transformasyon riski en fazladır. Tüm
liken planusların malignite oranı %0,4-5,6 arasındadır (7).
Resim2.Liken planusun bukkal mukozada görünümü tipik "wickham
çizgileri".
Eroziv Liken Planus; kronik, üzeri koyu yapışkan fibrinle kaplı erozyon
veya çok derin olmayan ülserasyonlarla karakterizedir. Epitel nekrozları da
görülebilmekte ve hastada yanma ve ağrı şikayetleri belirmektedir (8) .
4
Oral liken planusa; diyabet, hipertansiyon ve kronik hepatit gibi sistemik
hastalıklar eşlik edebilir. Yine likenoid lezyonlar; antihipertansifler, antibiyotikler,
anti-inflamatuar ilaçlar ve antimalaryal ilaçlar gibi çeşitli ilaçlara bağlı olabilir. Metal
dental restorasyonlar da komşu oral mukozada likenoid reaksiyonları tetikleyebilir.
Hastaların %28’inde deri bulguları mevcuttur. Oral liken planusun tedavisi genellikle
eroziv lezyonlar veya ülserasyonların mevcut olduğu durumlarda yapılır. Retiküler
liken planus asemptomatik olduğu için tedavi gerekli değildir. Ancak malign değişim
ihtimaline karşı düzenli olarak kontrol edilmelidir. Lokal veya sistemik bir tedaviye
başlamadan önce, sorumlu olabilecek tüm faktörleri elimine etmek önemlidir.
Maloklüze veya fraktüre dişlerin ve eski amalgam restorasyonların uzaklaştırılması
kadar, iyi oral hijyen de sağlanmalıdır. Eroziv lezyonlarda topikal veya sistemik
kortikosteroid tedavisi önerilmektedir. Liken planusta oral eroziv ve atrofik
lezyonların malign transformasyonu % 0.5-2.5 arasında bildirilmektedir. Skuamoz
hücreli karsinom, oral mukozanın diğer alanları kadar liken planus ile direkt olarak
etkilenen alanlarda da oluşabilir. Bununla birlikte atrofik ve eroziv liken planusun
malign transformasyonu veya bozukluğun oral mukoza skuamoz hücre karsinomunu
etkileyebilecek potansiyele sahip olduğu kesin olarak belirlenememiştir. Bazı
araştırmacılar tarafından da premalign bir durum olarak görülmemektedir. Diş eti
mukozası ile sınırlı oral liken planus, deskuamatif veya ülsere olmuş odakları olan
veya olmayan diffüz eritematöz alanların varlığı ile karakterizedir (Resim 3).
Lezyonlar gingival taslağı takiben oluşabilir, hiperkeratotik ağsı çizgiler eroziv
alanların periferinde bulunabilir ve tanıyı kolaylaştırabilir. Bu klinik görünüm
deskuamatif gingivitis olarak bilinir ve sadece oral liken planus için spesifik bir
görünüm değildir. Skatrisyel pemfigoid, pemfigus vulgaris, lupus eritematozus,
linear IgA dermatozu gibi pek çok hastalıkta benzer klinik görünüme rastlamak
5
mümkündür. Oral liken planus düşünülen vakalarda; plak, eritematöz veya ülseratif
lezyonların varlığında kesin teşhis için veya displaziyi ekarte etmek için her zaman
biyopsi alınması gerekmektedir. Oral liken planusun klasik histopatolojik özellikleri;
granüler tabakanın kalınlaşması, bazal hücre dejenerasyonu, epiteliyal tabakaların
atrofisi, rete-ridgelerin uzaması ve dermiste bant şeklinde yoğun lenfositik infiltratın
olmasıdır. Sonuç olarak; oral liken planus hastalarında sistemik tedavilerin yanı sıra
diş hekimliği uygulamaları da önem taşımaktadır. Bu hastalarda görülen ağrı, yemek
yiyememe, konuşma güçlüğü gibi oral bulgular ve estetik problemler; periodontal,
cerrahi, restoratif ve protetik tedaviler ile giderilmelidir. Hastanın fonksiyon,
fonasyon ve estetik gereksinimlerinin karşılanması, bu bireylerin aynı zamanda
sosyal ve psikolojik açıdan da rahatlamasını sağlayacaktır.
Resim3. Liken planusun dişetlerinde görünümü
6
3.2.Lupus Eritematozus
Sistemik lupus eritematozus, hümoral ve hücresel birçok immünolojik
anormallikle karakterize, inflamatuvar, multisistemik, otoimmün bir hastalıktır (9).
Her yaşta başlayabilirse de en sık 15- 40 yaşları arasında ortaya çıkar ve olguların
%90’ından fazlası kadındır. Genellikle halsizlik, ateş, deri döküntüleri, artrit ve deri
döküntüleri, artrit ve böbrek tutulumuna bağlı belirtiler görülmekle birlikte
sistemik lupus eritematozusda hemen her sistem tutulumuna ait bulgular izlenebilir.
Özellikle seröz efüzyonlar sistemik lupus eritematozus olgularında sık görülür.
Hatta efüzyonlar olguların bir kısmında ilk bulgu da olabilir ve nadir birkaç olguda
Sistemik lupus eritematozus tanısı efüzyon sıvısında saptanan lupus eritematozus
hücreleri ile konulabilir (10). Sistemik lupus eritematozusda mevcut efüzyonların
sitopatolojik olarak incelenmesi, hem ilk tanı anında hem de reaktivasyonların
değerlendirilmesinde önemlidir. Bu nedenle konjestif kalp yetmezliği, enfeksiyonlar,
böbrek ve karaciğer hastalıkları, metabolik hastalıklar ve çeşitli neoplaziler gibi altta
yatan nedeni olmayan, plevral efüzyonu bulunan genç kadınlarda plevral sıvıda
sitopatolojik olarak Lupus eritematozus hücresi aramak gereklidir. Sistemik lupus
eritematozus hastalarının serumunda bulunan anti-nükleer antikorlar (anti- DNA)
hücrelerin DNA’sında hasara neden olurlar. Hasarlanan hücreler (büyük kısmı
lökositler) diğer lökositler veya makrofajlar tarafından fagosite edilirler ve
karakteristik lupus eritematozus hücrelerini oluştururlar. Fagosite edilen materyal
dolaşımdaki antinükleer antikorlar ile opsonize olmuş hücre nükleuslarıdır ve
hematoksilen cisim olarak adlandırılır. Hematoksilen cisimler zeminde serbest olarak
da bulunabilir. Bu şekilde adlandırılmasının sebebi Papanicolaou, Wright Giemsa,
Diff-Quick ve Hematoksilen-eozin gibi rutin sitoloji boyaları ile mavi renkte
boyanmasıdır (Resim 4). Lupus eritematozus hücreleri çok nadir birkaç durum
7
dışında bu hastalık için patognomoniktir. Bu nadir durumların başında da özellikle
prokainamid ve hidroklorid olmak üzere ilaç kullanımına bağlı gelişen lupus benzeri
lezyonlar gelirken, nadir birkaç hastada ise sistemik lupus eritematozus ve ilaç
kullanımı olmaksızın da bildirilmiştir. Sistemik lupus eritematozus hastalarının seröz
sıvılarında saptanan benzer bir hücre ise “tart” hücreler veya küçük makrofajlardır.
Bu hücreler LE hücrelerine benzer ve hematoksilen cismine göre daha küçük ve daha
iyi korunmuş nükleer materyal içerir (11). Genel olarak literatürde tanımlanan
sistemik lupus eritematozus olgularına ait plevral efüzyonların çoğunda enfeksiyonla
karışabilecek çok sayıda nötrofil izlenmiştir (12).
Resim4. Sistemik lupus eritematozun histolojik görünümü
Sistemik lupus eritematozusun patolojik bulguları tüm vücutta gözükür. Hem immün
kompleks birikimi hem de vaskülite yol açar. Deri lezyonlarında başlıca dermoepidermal bileşkede inflamasyon, dejenerasyon ve immün kompleks birikimi
görülür. En iyi bilinen örnek böbrek tutulumudur. Mezangial hücre ve mezangial
matriks artışı, inflamasyon ve hücresel proliferasyon ile birlikte bazal membran
defektleri ve immün kompleks (Ig M, Ig G, Ig A ve kompleman komponentleri)
8
birikimi görülür (13). Diğer organlarda non-spesifik olarak inflamasyon belirtileri ve
damar
değişiklikleri
gözlenir.
Örneğin
merkezi
sinir
sisteminde
kortikal
mikroinfarktlar ile dejeneratif ve proliferatif değişikliklerin eşlik ettiği vaskülopati
vardır. Vasküliti gösteren inflamasyon ve nekroz genellikle nadirdir. Perikard,
miyokard ve endokard tutulabilir. Ayrıca Libman-Sacks endokarditi olarak bilinen
verrüköz endokardit Sistemik lupus eritematozusun bir diğer klasik patolojik
bulgusudur. En sık mitral kapakta vejetasyonlar gözükür. Sistemik lupus
eritematozusda da görülebilen küçük ve orta çaplı arterlerin nekrotizan vasküliti
oklüziv vaskülopatiye yol açarak hem venöz hem arteriyel sistemde trombozlara
sebep olur. Trombozlar sistemik lupus
eritematozusda başka sebeplerle de ortaya
çıkabilir; koagülasyon bozukluğu, bizzat inflamasyon veya pıhtılaşma sistemi
komponentlerine karşı gelişen otoantikorlar
tromboza sebep olabilir.
Birçok
sistemik lupus eritematozus hastasında halsizlik, yorgunluk, ateş, kilo kaybı gibi
nonspesifik yakınmalar bulunur. Bunlardan başka daha birçok organ tutulumuna ait
özel belirtiler vardır. Ciltte kelebek raş, yaygın eritem, güneş hassasiyeti, subakut
kütanöz lupus eritematozus, diskoid lezyonlar, alopesi, ağız yaraları, eritema
nodozum, vaskülitik lezyonlar ve Raynaud görülebilir (Resim 5). Artralji, artrit,
miyalji, güçsüzlük, fibromiyalji gibi kas-iskelet sistemine ait bulgular da sıklıkla
gözükür. Sistemik lupus eritematozusda serozit çok sıktır. Plörezi, perikardit veya
peritonit olarak ortaya çıkar. Plevral effüzyonlar genellikle bilateral ve az miktarda
olur; nadiren masif olur. Klinik olarak perikardit %20-30 oranında olur ancak otopsi
serilerinde %60’lara varan oranlarda perikardiyal effüzyon bulunur. Hastaların bir
kısmında splenomegali ve patolojik incelemede reaktif hiperplazi gösteren
lenfadenopatiler görülür. Hastaların yaklaşık %40’ında oral lezyonlar görülebilir.
Oral lezyonlar tüm formda ortaya çıkar. Bu lezyonlar etrafı ışınsal keratotik çizgili
9
beyaz bir kenar ile çevrili, merkezi eritematöz erozyon ve ülserasyon varlığı ile
karakterizedir. Hastalar yanma ve acıdan şikayetçidir. Ağız ve göz kuruluğu, tükrük
bezi kanalında şişlik ve sekonder Sjögren sendromu bulunabilir (14).
Resim5.Sistemik lupus eritematozusun görünümü
Nefrotik sendrom ya da kronik böbrek yetmezliği gelişmedikçe hastaların böbrekle
ilgili yakınmaları olmaz. Sistemik lupus eritematozusda böbrek tutulumu olduğuna
dair göstergeler şöyle sayılabilir: proteinürinin günde 500 mg’ın üstünde olması,
idrar tahlilinde 3+’den fazla protein çıkması, idrar sedimentinde her türlü silendir
(eritrosit, granüler, tübüler veya miks tip) bulunması ve idrar yolu enfeksiyonu
dışlanırsa hematüri ve piyüri varlığı ve en son olarak kreatinin yüksekliği. SLE’de
nöropsikiyatrik yakınmalar çok geniş bir spektrum içinde izlenir. Hastalarda sıklıkla
baş ağrısı, epileptik nöbet, serebro-vasküler olay, kraniyal nöropati, periferik
nöropati, organik beyin sendromu, ağır depresyon veya psikoz görülebilir. Karın
ağrısı, anoreksi, bulantı, kusma en sık rastlanan gastrointestinal yakınmalardır.
Sıklıkla hepatomegali olur ancak belirgin bir hastalığa yol açmaz. Ayrıca nadir
olarak mezenterik vaskülit ve pankreatit gibi prognozu daha ciddi olan tutulumlar da
görülebilmektedir. Kalp tutulumu olarak en sık perikardit gözükür. Aritmi, ileti
bozuklukları, açıklanamayan kardiyomegali, taşikardi ve/veya konjestif kalp
10
yetmezliği bulguları olduğunda miyokardit düşünülmelidir. Sistemik lupus
eritematozusda klinik spektrumun bir parçası olarak veya sistemik lupus
eritematozusun klinik özelliklerinden
bağımsız olarak gelişebilen antifosfolipid
sendromunda hem arteryel hem de venöz trombozlar, tekrarlayan düşükler, immün
trombositopeni ve hücrelerin fosfolipid komponentlerine yönelik çeşitli antikorlar
görülür. Anemi; kronik hastalık anemisi, akut otoimmün hemolitik anemi, kayıplara,
ilaçlara ya da böbrek yetmezliğine bağlı olarak gelişebilir. Lökopeni (25004000/mm3), lenfopeni (<1500/mm3), trombositopeni(<150.000/mm3), pıhtılaşma
bozuklukları, lupus antikoagülanı, uzamış PTT, antikardiyolipin antikorları, yalancı
pozitif VDRL testi gibi bulgular izlenir. Eritrosit sedimentasyon hızı genellikle
yüksek olur ancak lupus aktivitesiyle parallellik göstermez, uzamış remisyonlarda da
yüksek seyredebilir. Sistemik lupus eritematozus hastalığında bildirilen oral lezyon
prevalansı %2-80 arasında olup ortalama %20-30’dur (15). Sistemik lupus
eritematozus’un seyrinde de ortaya çıkabilen diskoid lupus eritematozusta ise
yaklaşık %5 oranında oral mukoza tutulur. Dudak diskoid lezyonların önemli bir
yerleşim bölgesi olup, alt dudak daha çok ultraviyole ışını almasına bağlı olarak daha
sık etkilenir. Dudaklarda küçük boyutlu hafif skuam ve kurutlu lezyonlar veya yüzün
diğer bölgelerinde rastlanan lezyonları andıran, keskin sınırlı, çevresinden kabarık
plaklara rastlanabilir. Dudak lezyonları aktinik keilit ile ayırıcı tanıya girer. Ağız
içinde en sık tutulan bölgeler damak, jinjiva ve bukkal mukozadır. Klasik oral
diskoid lezyon; beyaz ışınsal strialarla çevrili ortası eritemli, atrofik ya da ülsere
plaktır ve eroziv liken planusla benzer görünümdedir. Beyaz hiperkeratotik plak,
balpeteği görünümlü plaklar, nonspesifik eritem, purpura, peteşi ve düzensiz sınırlı
ülserler şeklinde görünümlere yol açabilir. Tükrük bezlerinin fonksiyonunda
bozulma ile kserostomi görülebilir. Mukozal lezyonlarda tipik histopatolojik
11
özellikler her zaman bulunmaz. Sistemik lupus eritematozusda oral lezyonlar
sistemik immünsupresiflerle geriler, ağza sınırlı lezyonlarda topikal kortikosteroid ya
da sistemik antimalaryal kullanımı uygundur.
3.3.Pemfigus
Pemfigus,
transmembran
otoantikorların
glikoproteinlerle
desmogleinler
reaksiyona
girerek
(Dsg)
ve
akantolizis
desmozomal
oluşturması
sonucunda oral mukoza ve deriyi etkileyen bir grup otoimmün büllöz hastalıktır.
Pemfigus dünyanın her yerinde görülmesine rağmen Yahudi ırkında daha fazladır.
Hastalık 4. ile 6. dekadlar arasında görülür. Çeşitli tetikleyici çevresel faktörler
suçlanmış olsa da HLA ile ilişki muhtemelen en önemli predispozan faktördür.
Pemfigus Dsg 1, Dsg 3 ve kadherinlerin antikor ilişkili otoimmun reaksiyon sonucu
meydana gelir. Son dönem çalışmalarda 9a nikotinik asetilkolin reseptörüne karşı
antikorların varlığının da akantolizise neden olduğu gösterilmiştir. Günümüzde
pemfigus klinik özellikleri, epidermisteki ayrışma seviyesi ve antijenlerin
immünolojik karakteristiğine göre pemfigus vulgaris (PV), pemfigus foliaseus (PF)
ve diğer varyantları olmak üzere üç farklı tipe ayrılmıştır. Bül oluşma patogenezi her
bir pemfigus tipinde farklıdır. IgG otoantikorları Dsg 3’e karşı olması PV
karekteristiği iken PF’de Dsg 1’e karşıdır, bununla birlikte PV’li hastaların yaklaşık
%50’de ayrıca Dsg 1 otoantikorları vardır. Lezyon dağılımı antijenlerin (Dgs 3
ve/veya Dgs 1) epiteldeki dağılımı ve spesifik otoantikorların üretimi ile ilişkilidir.
Pemfigus varyantlarından hangisinin daha baskın olduğu coğrafik bölgeye göre
farklılık göstermektedir. Örneğin Kuzey Afrika’da, Kuzey Avrupa’da ve Güney
Amerika’da (epidemik pemfigus) pemfigus foliaseus en sık görülen varyant iken
12
Türkiye’nin de içinde yer aldığı bazı ülkelerde ise pemfigus vulgaris en çok görülen
varyanttır. Müköz membran tutulumu paraneoplastik pemfigus haricinde klasik
varyantlar içerisinde pemfigus vulgarise ait bir özellik olup hastalık çoğunlukla oral
mukozadan başlar. Bununla birlikte orofarinks, larinks, özofagus, ürogenital ve rektal
mukoza da tutulabilir (16). Pemfigus vulgaris ağızdan başlamasa bile klinik seyri
sırasında eninde sonunda oral mukozayı dolayısıyla müköz membranları tutan bir
hastalıktır. Pemfigus esas olarak cildi tutan otoimmün büllöz bir hastalık olup oral
mukozayı da tutabilir. Oral kavitede gingiva, damak, bukkal mukoza, dil, ağız tabanı
ve farinksin herhangi bir yerini tutabilir. Üç pemfigus tipi bulunur. Pemfigus
vulgariste oral mukoza tutulumları hastalığın ilk bulgusu olabileceği gibi, hastalığın
orataya çıkışından hemen sonra da görülebilir. Tipik olarak ağızda yerleşen büller
psödomembranlarla kaplanarak sarı–beyaz bir görünüme dönüşür. Pemfigus foliakus
ise daha çok cilt lezyonlarıyla karakterize bir hastalık olup oral mukozayı hemen hiç
tutmaz. Paraneoplastik pemfigus ise malignitenin başlangıcından ilerlemesine kadar
herhangi bir zamanda ortaya çıkabilir. Vermilion sınırını tutan bir lezyon hemen
daima bulunur (Resim 7). Yer yer hemorajik alanlar içeren ciddi bir mukozit tablosu
hakimdir. Pemfigus vulgariste, oral mukoza genellikle ilk ve en sık tutulan bölgedir.
Yayınlarda lezyonların %60-82 oranında ilk olarak oral mukozadan başladığı
bildirilmiştir.
Mukozalarda
birden
fazla,
yüzeyel,
düzensiz
sınırlı,
ağrılı,
kendiliğinden iyileşmeyen ülserler görülür (Resim 8). Bazen erozyon veya
ülserasyonların kenarında bül artığı görülebilirken sağlam bül görülmesi nadirdir.
Farinks, larinks ve özofagus mukozalarının tutulumu odinofaji, disfaji, ses
kısıklığına, nazal mukoza tutulumu nazal konjesyon, müköz burun akıntısı,
epistaksise
yol
açabilmektedir.
Beslenmenin
bozulması
kilo
kaybı
ile
sonuçlanabilmektedir. Ayrıca konjuktiva, üretra, rektum ve genital mukozalarda da
13
erozyon ve ülserasyonlar görülebilir. Oral mukoza dışı mukoza tutulumunun
sanıldığından daha sık olduğu düşünülmektedir. Kliniğin oral mukoza ile sınırlı
kaldığı hastalarda tanının gecikmesine sık rastlanması nedeniyle, bir aydan uzun
süredir iyileşmeyen, özellikle birden çok oral ülserin varlığında pemfigus vulgaris
akla gelmelidir (17).
Resim7-8.Pemfigus vulgariste vermilionda lezyonlar
Pemfigus vulgarisin olağan klinik seyrinde ilk olarak oral mukozada oluşan lezyonlar
daha sonra 4-8 ay arasında değişebilen bir süre içerisinde deride görülürler. PV’in
%7 ile %24 arasında değişen oranlarda eroziv deskuamatif gingivo stomatit tablosu
şeklinde oral mukozaya sınırlı kalarak deride lezyon oluşturmadan devam ettiği
bildirilmiştir. Hastaların %6,4’ü ile %47,7’si arasında değişen oranlarda ise
hastalığın mukoza tutulumu yapmadan sadece deri lezyonları ile seyrettiği
gösterilmiştir. Lezyonlar normal görünümlü, bazen de eritemli deride, birkaç günde
kolayca patlayıp açılarak yüzeyel erozyonlar oluşturan, içi berrak bir sıvı ile dolu
14
gevşek büller şeklinde başlar. Derinin her yerinde görülebilmekle birlikte lezyonlar
antijen dağılımı ile uyumlu olarak en sık saçlı deri, sırt, gövdenin üst kısmı ve yüzde
oluşurlar. Lezyonlar gövdenin iç ve merkezi kısımlarında yan kısımlardan daha sık
görülme eğilimindedir. Burun ve yanak derisi gibi belirli bölgeleri özellikle etkileyip
sadece bu alanlara sınırlı kalabilmektedirler. PV’de %40’a varan oranlarda tırnak
tutulumu
görülmektedir.
En
yaygın
tırnak
tutulumu
kronik
paronişi
ve
onikomadezistir. Paronişi pemfigusun ilk bulgusu veya hastalığın alevlenme belirtisi
bile olabilmektedir. Tedavisiz hastalarda bül ve erozyonlar çevreye doğru yayılıp
genişleyerek, tıpkı yanıklarda olduğu gibi ölümle sonuclanan ciddi infeksiyonlar
ve/veya metabolik bozukluklara yol açabilirler. Sistemik kortikosteroidlerin tedavide
kullanılmadığı dönemlerde PV’li hastaların yaklaşık %75’i bir yıl içerisinde
kaybedilmekteydi. Günümüzde gelişmiş tanı yöntemleri ve uygun tedavi
yaklaşımları ile çok şiddetli formlarda bile, kötüye gidişi durdurmak ve klinik seyri
tersine çevirmek mümkün olabilmektedir. Tedavi ile pemfigus vulgaris lezyonları
genellikle skatris bırakmadan ancak lezyon bölgesinde geçici postinflamatuvar
hiperpigmentasyonla iyileşirler (18).
3.4.Behçet Hastalığı
Behçet hastalığı ilk kez 1937 yılında bir Türk dermatologu olan Dr. Hulusi
Behçet tarafından oral ve genital ülserlerle birlikte hipopiyonlu üveitten oluşan üç
semptomlu bir kompleks olarak tanımlanmıştır. Sonraki çalışmalar hastalığın bu üç
bölge ile sınırlı kalmayıp sistemik bir seyir göstererek eklemleri, pulmoner, gastrointestinal, ürogenital, kardiyak, ve santral sinir sistemini tutabileceğini ortaya
çıkarmıştır. Temel patolojisi vaskülit olan hastalık, yineleyen ataklarla kronik bir
seyir izlemektedir. Hastalığın etiyolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte, infeksiyöz
ajanlar (herpes simpleks virus tip 1 ve bazı Streptokok suşları), damar endotel
15
patolojileri, immünolojik ve çevresel faktörler, hormonlar ve pıhtılaşma bozuklukları
gibi birçok neden suçlanmıştır. Etiyolojide genetik faktörlerin de rol oynayabileceği
hastaların HLA doku antijenlerinden özellikle HLA-B51 ile ilişkisi saptandıktan
sonra gündeme gelmiştir. Bugün için üzerinde en çok durulan hipotez, hastalığın
viral, bakteriyel veya diğer bir antijenle tetiklenen ve genetik olarak
hastalığa
yatkınlık gösteren kişilerde ortaya çıkan otoimmün bir reaksiyon olduğu yönündedir.
Hastalık için kesin tanı koydurucu laboratuvar ve histopatolojik bulgular
olmadığından tanı klinik bulgulara dayanmaktadır. Bu amaçla kullanılan değişik tanı
kriterlerinin ortak özelliği, hastalığın tanısının deri ve mukoza bulguları ve özellikle
de oral ve genital ülserler, deri belirtileri ve paterji testi pozitifliğinin üzerine
kurgulanmasıdır. Uluslararası Behçet Hastalığı Çalışma Grubu’nun 1990 yılında
tanımladığı ve uluslararası alanda kabul görmüş yeni tanı kriterleri son yıllarda en
fazla tercih edilen kriterlerdir. Ağrılı ve yineleyici özellikteki oral ülserler (OÜ),
hastalığın en önemli semptomlarındandır. Hastalar
tek ya da çok sayıda OÜ’e
sahiptir ve bu lezyonlar genellikle birkaç hafta içinde iyileşip, gün ya da aylar içinde
tekrarlama özelliği gösterir. Klinik olarak rekürren aftöz stomatit(RAS) ile benzer
olmakla birlikte, daha sık tekrarlama ve yaygın seyretme eğilimi gösterir. Artmış
sayıda oral ülser (aynı anda 6 ve daha fazla), lezyon çaplarının birbirinden farklı
olması (herpetiform ülserlerden major ülserlere kadar değişen spektrum), lezyon
çevresinde belirgin eritemli halka ve yumuşak damak ve orofarenks tutulumunun
Behçet hastalarının oral ülserlerinin RAS’den ayrımında önemli kriterler olduğu ileri
sürülmüştür. Bang ve ark. RAS’ li 67 olguyu prospektif olarak izlemiş ve bu hasta
lardan 35’ inde (%52.2) ortalama 7.7 yıl sonra Behçet Hastalığı belirtilerinin
geliştiğini gözlemişlerdir. Bir yıl içerisinde en az 3 kez yineleme özelliği gösteren
oral ülser, tanıda en önemli kriter olarak kabul edilir. Hastalığın başlangıcında ya da
16
herhangi bir döneminde en sık saptanan ve hastalığın tanısında da son derece önemli
olan OÜ, Behçet hastalarının hemen tümünde gözlenir. OÜ, Uluslararası Behçet
Hastalığı Çalışma Grubu’nun birçok ülkeden elde ettiği verilere göre hastaların
%97-99’unda bulunmaktadır . OÜ diğer belirtiler olmaksızın tek başına yıllarca
sürebilir. Bu nedenle, özellikle Akdeniz ve Uzak Asya ülkelerinde RAS’li hastaların
BH geliştirme olasılığı nedeniyle dikkatle izlenmesi gerekmektedir. Genellikle dudak
ve yanak mukozası, yumuşak damak ve dilin ventral yüzü gibi ağız mukozasının
keratinizasyon göstermeyen bölgelerine lokalize olurlar. Sert damak, diş etleri ve
dilin dorsal yüzü gibi keratinize bölgeler daha az sıklıkla tutulur. Tonsil ve farenks
yerleşimi nadir de olsa görülebilir. Ağrı en önemli semptomdur ve zaman zaman
beslenme güçlüğüne yol açabilir. OÜ, yuvarlak ya da oval, eritemli ve ödemli
lezyonlar halinde başlar ve 48 saat içerisinde hızla ülsere olurlar (Resim 9). Böylece
oval-yuvarlak, kenarları ödemli ve eritemli bir hale ile çevrili, tabanı gri-sarı renkte
ülserler gelişir (19).
Resim9. Alt dudak mukozasında, oval-yuvarlak, tabanı gri-sarı renkte, çevresi
eritemli oral ülserler
Oral ülserler genellikle 1-4 hafta devam eder. Lokal travmalar yeni mukozal
lezyonların gelişimini tetikleyebilir. Oral mukoza ülserleri çaplarına göre üç grupta
incelenir: minör ülserler, major ülserler, herpetiform ülserler. Minör ülserler;
hastalığın seyrinde en sık görülen oral ülserdir. Tek ya da çok sayıda, çapları 1
17
cm'den küçük (sıklıkla 3-6 mm) olan ve genellikle 1-2 hafta içerisinde skatris
bırakmadan iyileşen yüzeyel ülserlerdir. Sıklıkla dudak ve yanak mukozası, yumuşak
damak ve dilin ventral yüzüne daha seyrek olarak da diş eti, sert damak ve dil dorsal
yüzüne yerleşim gösterirler. Sayıları oldukça değişkendir. Major ülserler; görünüm
olarak minör ülserlere benzemekle birlikte çapları 1 cm'den büyük olup, 10-40 gün
veya daha uzun bir sürede ve skatris ile iyileşir. Oral mukozada herhangi bir
lokalizasyonda görülebilirler. Genellikle az sayıda olan major ülserler, minör
ülserlere göre daha derin yerleşimlidir. Herpetiform ülserler; sayıları 100'e ulaşan, 12 mm çaplı, yüzeyel ve birbirleriyle birleşme eğilimi olan ülserlerdir. Daha nadir
görülen herpetiform ülserler, genellikle skatris bırakmadan iyileşir. Oral ülserin
ayırıcı
tanısında oral mukozada tekrarlayıcı özellikte ülsere neden olan diğer
hastalıklar öncelikle düşünülmelidir. Herpes simpleks, RAS, eritema multiforme ve
fiks ilaç erüpsiyonu bunların başlıcalarıdır. Herpes simplekste hep aynı yerde
tekrarlama ve grube olma özelliği gösteren, küçük ve yüzlek ülserler karakteristiktir.
Herpetiform özellikteki ülserler RAS ve BH’nın seyrinde de gözlenebilir. Bu nedenle
Tzanck testi tanıda yol gösterici olabilir. Multi nükleer dev hücrelerin gözlenmesi
herpes simpleks için karakteristiktir. Bununla birlikte Herpes simpleks-PCR tanıda
daha güvenilir bir testtir. Hedef benzeri lezyonların akral alanlarda ve periorifisyel
alanda gözlenmesi ise eritema multiforme için tipiktir. Yuvarlak-oval eritemli bir
zeminde erozyon ve lezyonun hep aynı lokalizasyonda şüpheli bir ilaç alımını
takiben ortaya çıkması fiks ilaç erüpsiyonunu düşündürmelidir. Tüm bu hastalıklar
ekarte edildiğinde RAS tanısına ulaşılacaktır (20).
18
3.5.Eritema Multiforme
Eritema multiforme, deri ve mukozaları etkileyen, akut, bazen tekrarlayan
daha çok gençlerde görülen vezikülöbüllöz bir hastalıktır. Lezyonların şiddetine göre
üç farklı formda görülür.
Eritema multiforme minör; en hafif formudur.mukozal lezyonları ile birlikte ya da
tek başına görülen deri lezyonları vardır. Eritema multiforme major; yaygın deri ve
müköz membran tutulumu vardır. Stevens Johnson sendromu da denilir. Konjuktiva
ve genital bölge ile birlikte ağız boşluğu yaygın olarak etkilenir. Eritema multiforme
majorda %5-15 oranında mortalite bildirilmiştir. Toksik epidermal nekroliz ya da
Lyell hastalığı denilen en şiddetli formunda tüm deri ve mukozalarda blister ve
deskuamasyon diffüz ülserasyonlara dönüşür. Eritema multiforme erkeklerde daha
sık ortaya çıkar, ateş, baş ve boğaz ağrısı ile başlar. Daha sonra eritemli deri
lezyonları ortaya çıkar. Bu lezyonlar başlangıçta kabarık olmayan, yuvarlak kırmızı
lezyonlar şeklindedir. Daha sonra hafif kabarık ve bazen ortasında bül veya nekroz
bulunabilen lezyonlar oluşur. Bu lezyonların çevresinde kırmızı, eritemli, dairesel
yapılar bulunabilir. Göz bebeği görüntüsü ile karakterize bu lezyonlara target lezyon
denilir. Ağız lezyonları büller şeklindedir, bunlar yırtılarak geniş ülsere sahalar
oluşturur, bu sahalar sarımsı fibröz eksuda (pseudomembran) ile kaplıdır. Lezyonlar
daha çok dudaklar, yanak, diş eti, dil, sert ve yumuşak damakta görülür. Dudakta
şişlik, vermilion hattında ülserasyon ve kabuk oluşumu eritema multiforme için
tipiktir (Resim 10). Nikolski bulgusu pozitiftir (21).
19
Resim10. Dudak vermilion sınırında ülserasyon ve kabuklanma
Minör lezyonlarda spontan iyileşme yaklaşık üç hafta, major formda ise bir aydan
fazla sürer. Etyolojisi tam olarak bilinmemekle beraber, önceden geçirilmiş bakteri
ve virüs enfeksiyonları (özellikle herpes simpleks virüs enfeksiyonu) ve çeşitli ilaç
alerjileri (penisilin) sorumlu
tutulmaktadır. Ayırıcı tanı; primer herpetik
gingivostomatitis, eroziv/büllöz liken planus, pemfigus vulgaris, lupus eritematozus
ve skatrisyel pemfigoid ile yapılmalıdır.
3.6.Pemfigoid
Klasik büllöz pemfigoid (BP), normal deri üstünde ve/veya
eritemli
ürtikeryal plaklar üzerinde büyük, gergin büller ve kaşıntı ile seyreder. Büller
genellikle şeffaf sıvı ile doludur
ancak bazen hemorajik de olabilir. Büllerde
pemfigus vulgaristen farklı olarak Nikolski fenomeni gözlenmez. Lezyonlar değişken
büyüklükte olup, gruplaşma ve simetrik olma eğiliminde değildir. Koltuk altı, kasık,
dirsek büklümü gibi fleksural yüzeylerde görülme eğilimi vardır. İyileşirken skar
bırakmaz ancak post lezyonel pigmentasyon değişiklikleri ve milia oluşumu
görülebilir. Hastalığın prodromal dönemi non-büllöz, non spesifik bulgularla
seyredebilir; hafiften şiddetli dereceye varabilen kaşıntı, ekzematöz, kaşıntılı
papüller veya ürtikeryal leyonlar şeklinde haftalar, aylar sürebilir. Mukozal lezyonlar
20
klasik BP’li hastaların %10-30’unda oluşur. Mukozal tutulum çoğunlukla
oral
mukozayı kapsar. Göz, burun, farenks, özofagus ve anogenital bölge mukozası
nadiren etkilenir. Sikatrisyel pemfigoid (SP) özellikle mukozaları, bazen deriyi de
tutabilen kronik büllü bir hastalıktır. Sıklıkla oral mukoza ve konjonktivada tutulum
görülür, ancak nazal mukoza, larinks, farinks, özofagus, penis, vulva, vajina ve
anüste de görülebilir. Hastaların %85’inde yalnızca oral kavitede yerleşen büller,
sıklıkla gingiva, yanak ve damakta gözlenirse de dil ve dudaklarda da ortaya
çıkabilir. Oral mukoza tutulumu, en sık eroziv gingivit şeklinde erozyonlar veya
küçük sağlam büller şeklinde görülür. Periodontal bağların hasarı sonucu diş
kayıpları, damakta ağrılı kronik erozyonlar, uvula ve tonsiller bölgede yapışıklıklar
gözlenebilir. İyileşen yerlerin yerinde beyaz, retiküler çizgilenmeler kalır.
Deskuamatif diş eti lezyonları skatrisyel pemfigoidin en önemli bulgusudur. Yapışık
diş etinde eritem, ülserasyon, deskuamasyon ve vezikül oluşumu ile karakterizedir
(Resim 11). Büller 2-3 gün içinde yırtılır ve düzensiz ülser alanları oluşur.
Lezyonların iyileşmesi üç hafta veya daha uzun sürer. Diş etleri ağrılı ve
kanamalıdır. Oral lezyonlar nadiren skar bırakarak iyileşir. Histolojisinde, epitel
bazal membran boyunca altındaki bağ dokusundan ayrılmıştır. Subepitelyal bül
oluşumu karakteristiktir (22).
Resim11. Skatrisyel pemfigoidin ağız içi görünümü
21
Konjonktiva tutulumu da sık görülür ve bazen körlükle sonuçlanabilir. Unilateral
olarak başlayan hastalık, olguların çoğunda her iki gözü de tutmuştur. Oküler SP,
nonspesifik konjonktivit şeklinde başlar; yanma, akıntı, yabancı cisim hissi veya
hassasiyet subjektif bulgulardır. Alevlenme ve remisyonlarla seyreden hastalıkta
konjonktival fibroz gelişir. Nazofaringeal tutulum, ülserasyonlara, epistaksise ve
hava yolu daralmasına; farinks tutulumu disfajiye, larinks tutulumu seste
kabalaşmaya, ses kaybına, hatta hayatı tehdit eden stenoza neden olabilir. Genital ve
anal mukoza tutulumu nadirdir. Kadın hastalarda atrofik skarlar vagina ağzında,
erkeklerde ise sünnet derisi ile glans penis arasında görülür. Anal tutulum ise anüste
daralma ile sonlanabilir. Deri tutulumuna SP’li hastaların %25-30’unda rastlanır.
Saçlı deri, boyun, yüz veya gövdenin üst bölümünde yerleşen eritemli plaklar
üstünde ortaya çıkan büller ve erozyonlar daha sonra atrofik skarlara dönüşür.
Yayılım ve sayıları genellikle sınırlıdır (23).
22
4.ÖZET
Otoimmün hastalıklar, immün toleransın bozulması sonucu gelişir ve genellikle
herhangi bir otoimmün hastalığı olan bir kişide, beraberinde başka bir otoimmün
hastalığın ortaya çıkma ihtimali yüksektir. Bir otoimmün hastalık tek bir hücre tipini
veya tek bir organı kapsayabilir ya da çok sayıda organı içine alarak daha yaygın
olabilir. Dokular ve hatta bütün organlar hasar görmüş olabilir. Genetik faktörler
başlı başına otoimmün hastalığa zemin hazırlamakta rol oynayabilir ve viral
enfeksiyon da olaya eşlik edebilir. Otoimmün hastalıklarda temel olarak
kortikosteroid ve immünosüpresifler tedavide ilk seçenektir.
23
5.KAYNAKLAR
1.Simon DG, Krutchkoff D, Kaslow RA, et al. Pemphigus in Hartford County,
Connecticut, from 1977 to 1977. Arch Dermatol 1980,116,1035-7.
2.Mahe A, Flageul B, Cisse I, Kéita S, et al. Pemphigus in Mali: astudy of 30 cases.
Br J Dermatol 1996,134,114-9.
3. Ahmed AR, Yunis EJ, Khatri K. Major histocompatibility compleks studies in
Ashkenazi Jewish patients with pemphigus vulgaris. Porc Natl Acad Sci USA 110,
88, 7658-62.
4. Uzun S, Durdu M, Akman A, Gunasti S, Uslular C : Pemphigus in the
Mediterranean region of Turkey: a study of 148 cases. Int J Dermatol. 2006,45,523-8
5.Palleschi GM, Cipollini EM, Lotti T: Development of oesophageal involvement in
a subject with pemphigus vulgaris: a case report and review of the literature. J Eur
Acad Dermatol Venereol. 2002,16,405-8.
6. Kloudova M, Kopacova M, Slezak R, Salavec M, Nozicka Z, Rejchrt S, Bures J :
Serious oesophageal involvement in a young female patient with pemphigus vulgaris.
Folia Gastroenterol Hepatol 2004,2,133-8
7.Said S, Golitz L. Vesiculobullous eruptions of the oral cavity. Otolaryngol Clin
North Am. Feb 2011,44(1),133-60.
8.Plauth M, Jenss H, Meyle J. Oral manifestations of Crohn's disease. An analysis of
79 cases. J Clin Gastroenterol. Feb 1991,13(1),29-37
24
9. Carnelio S, Rodrigues GS, Shenoy R, et al. A Brief Review of Common Oral
Premalignant Lesions with Emphasis on Their Management and Cancer Prevention.
Indian J Surg. 2011,73(4),61-28.
10. Usatine RP, Tinitigan M. Diagnosis and Treatment of Lichen Planus. Am Fam
Physician. 2011 Jul 1,84(1),53-60.
11. Bystryn JC, Rudolph JL:Pemphigus. Lancet 2005,366,61-73.
12. Ioannides D, Lazaridou E, Rigopoulos D: Pemphigus. J Eur Acad
Dermatol Venereol 2008,22,1478-96.
13. Uzun S, Durdu M: The specificity and sensitivity of Nikolskiy sign in the
diagnosis of pemphigus. J Am Acad Dermatol 2006,54,411-5.
14. Uzun S, Durdu M, Akman A, et al.: Pemphigus in the Mediterranean region of
Turkey: a study of 148 cases. Int J Dermatol 2006,45,523-8.
15. Odom RB, James WD. Berger TG:Chronic Blistering
DermatosesAndrews’
Diseases of the Skin: Clinical Dermatology. Ninth Edition. Philadelphia, WB
Saunders Company, 2000,574,605-9.
16. Hale EK, Bystryn JC: Laryngeal and nasal involvement in pemphigus vulgaris. J
Am Acad Dermatol 2001,44,609-11.
17. Amichai B, Grunwald MH, Gasper N, Finkelstein E, Halevy S: A
case of
pemphigus vulgaris with esophageal involvement. J Dermatol 1996,23,214-5.
18.Alpsoy E, Yilmaz E, Savas A, Coskun M, Yegin O. HLA antigens and linkage
disequilibrium patterns in Turkish Behçet's patients. JDermatol 1998,25,158-162
19.Gurler A, Boyvat A, Tursen U. Clinical manifestations of Behcet's disease: an
analysis of 2147 patients. Yonsei Med J 1997,38(6),423-427.
25
20. Zouboulis CC, Kotter I, Djawari D, et al. Epidemiological features of
Adamantiades-Behcet's disease in Germany and in Europe.Yonsei Med J
1997,38(6),411-422.
21.8. Korman NJ, Woods SG: Erythrodermic bullous pemphigoid is a clinical variant
of bullous pemphigoid. Br J Dermatol 1995,133,967-71.
22.Bean SF, Michel B, Furey N, Thorne G, Meltzer L: Vesicular pemphigoid. Arch
Dermatol 1976,112,1402-4
23. Lai FJ, Sheu HM, Lee JY, Cheng CL, Chen W: Vesicular pemphigoid with
circulating autoantibodies against 230-kDa and 180-kDa proteins, and additional
autoantibodies against 97-kDa and ised, placebo-controlled and double-blind study.
Arch Dermatol 2002,138,467-71.
26
6.ÖZGEÇMİŞ
12.03.1991 tarihinde Antalya’ da doğdum. İlk ve orta öğretimi Yunus Emre
ilköğretim okulunda tamamladım. 2009 yılında Manavgat Anadolu Lisesini bitirdim.
2014 yılında Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesinden mezun oldum.
27
Download