Türkiye Ekonomisinde 2000’li Yıllar Dokuzuncu Bölüm http://www.yakupkucukkale.net/ adresinden indirebilirsiniz… Dönemin Başbakanları Bülent Ecevit 11 Ocak 1999 – 28 Mayıs 1999 28 Mayıs 1999 – 18 Kasım 2002 Abdullah Gül 18 Kasım 2002 – 14 Mart 2003 Recep Tayyip Erdoğan 14 Mart 2003 – 29 Ağustos 2007 29 Ağustos 2007 – 6 Temmuz 2011 6 Temmuz 2011 - ………… 21. yy’a girerken ekonomide gelişmeler ve süre giden sorunlar 1970’li yıllarda önce petrol şokunu, hemen ardından da stagflasyon olgusunu yaşayan ekonomiler, Keynesyen ekolün başarısını tartışmaya başladılar. Keynesyen ekolün alternatifi olan “Yeni Klasik” düşünce bu dönemde daha fazla popüler hale gelmeye başladı. Bunun doğal bir sonucu olarak da (klasik ekolün popüler hale gelmesinin doğal sonucu olarak da) ekonomiler daha fazla liberal hale gelmeye başladılar. Berlin Duvarı’nın yıkılmış olması (yani sovyet bloğunun dağılmış olması) da bu serbestleşme sürecini hızlandırdı. Türkiye bu serbestleşme akımına 24 Ocak 1980 kararları ile uyum sağlamış, yani 24 Ocak kararları ile birlikte Keynesyen politikaları terk etmiş, Yeni klasik ekonomik anlayışı benimsemiştir. Bu anlayışla birlikte; ithalat serbestleştirildi, kotalar kaldırıldı, gümrük tarifeleri indirildi. Eskiye oranla çok daha fazla (DYS) Doğrudan Yabancı Sermaye çekmeye başlayan Türkiye, yükselen piyasa (Emerging Market) haline gelmiştir. İhracat 1980’de 3 milyar $’ın altında iken, 2000’de 30 milyar $’a ve 2008’de ise 130 milyar $’a ulaşmıştır. Aynı dönemde ithalat yaklaşık 25 kat artışla 2008 yılı itibariyle 200 milyar $’a ulaşmıştır. Dış ekonomik ilişkilerin gelişmesi ile birlikte, dış ticarete dönük sektörlerin rekabet gücü arttı. Ancak ihracattan elde edilen kazançlar, hiçbir zaman ithalat için yapılan ödemelerden fazla olmamış, dış ticaretten sürekli zarar edilmiştir. Hem döviz dengesini sağlamak açısından, hem de yurtiçi tasarruf açığını kapatıp yüksek oranda büyüme sağlamak açısından, dış kaynaklara olan bağımlılık devam etmiştir. Kambiyo işlemleri ve uluslararası sermaye hareketleri serbestleştirildi. Fiyat kontrolleri neredeyse tamamen kaldırılıp piyasa işleyişine bırakıldı. Faiz oranları da piyasa rekabetine açıldı. Bankalar arası rekabet (ve bankerlerin de) etkisiyle faiz oranları yükseldi. Dış ticari ilişkiler canlandı. Eskiden belli başlı bir-kaç ülke ile dış ticaret yapan Türkiye 200’den fazla ülke ile ticaret yapmaya başladı. Nitekim; 1981’de 16.7 milyar $ olan dış borç stoku, 2000 yılında 116 milyar $’a, 2008’de ise 290 milyar $’a ulaşmıştır. Türkiye ekonomisi bu dönemde büyüme sağlamış, ancak tasarruf oranı artmamıştır (2011 yılı için s=0,12). İç tasarrufların düşüklüğü, dış kaynaklara bağımlılık, istihdam yaratmayan büyüme (yani çarpan mekanizmasını harekete geçiren altyapı ve konut inşaatları ile büyüme) Türkiye ekonomisinde ciddi sorunlar olmaya devam etmekte ve Türkiye ekonomisini kırılgan hale getirmektedir. Ertelenen Reformlar ve Ekonomik Bunalım 2000’li yıllara girerken Türkiye ekonomisinin yine en büyük sorunu 1990’lı yıllarda da olduğu gibi kamu kesimi gelirgider dengesizliğidir. 5 Nisan 1994 tedbirleri ile aşılamayan bu dengesizlik ortadan kaldırılmadıkça, Türkiye ekonomisi dengeye gelemeyecektir. 1994 Krizinden sonra Türkiye’nin dış borçlanması neredeyse imkansız hale gelmişti. Bu sebeple, kamu açıklarını kapatmanın bir yolu olarak iç borçlar görülmeye başlandı. Bu da tabii ki “Dışlama” etkisine yani faiz oranlarının artmasına yol açtı. Örneğin 1998 yılı bütçe giderlerinin GSYİH’ye oranı %29 iken, bütçe gelirlerinin GSYİH’ye oranı %22 olmuştur. Aradaki fark tabii ki iç borçlanma ile kapatılıyordu. Bunun sonucunda devlet ağır faiz yükleri altında kalmaya başladı. Örneğin 2000 yılı bütçesinden faiz ödemelerine ayrılan kısım 21 katrilyon TL idi. Ve bu rakam bir çok bakanlığın ödeneğinden daha yüksekti! Bu kadar ağır borç yükü altında olan bir bütçenin, kendisinden beklenen kamusal görevleri yerine getirmesi mümkün değildir. Tek çözüm “Özelleştirme”dir! ANAP döneminde gündeme gelen ama başarılamayan özelleştirme programı 1990’lı yıllarda yeniden gündeme geldi. Yine pek fazla başarı sağlanamadı! 1995-98 döneminde özelleştirmeden beklenen gelirler 510 milyar $ olmasına rağmen, 1 milyar $’a bile ulaşılamadı. 1994-2001 dönemi toplam özelleştirme gelirleri 6.1 milyar $’dır. Yani beklentilerin çok altındadır. 2000-2004 yılları arasında 11.5 milyara $’a yükselen özelleştirme gelirleri, ilerleyen yıllarda artan bir hızda devam etmiştir (bkz: Tablo 9.1) İyi yetişmiş kamu personeli eksikliği, Kayıtdışı ekonominin yüksek boyutları, Ve karapara ile kamu personelinin içli-dışlı oluşu (Susurluk kastediliyor) kamudan beklenen görevlerin yerine getirilmesini engelleyen unsurlar arasında sayılabilir. ---AB ile yeniden yoğunluk kazanan ilişkiler, öncelikle bu sorunların çözülmesini gerekli kılmaktadır. Liberalleşme, devleti küçültme ve dışa açılma politikaları yavaş yavaş etkisini hissettirmeye başlamıştır. Özel kesimde gözle görülür canlanmalar yaşanmaya başlanmıştır. Devlet artık asli fonksiyonlarına dönmelidir (“Özelleştirme”) Türkiye’de kamu kesimi kendisinden beklenen reformları 2000’li yıllara kadar gerçekleştirememiş, 2000’li yıllardan sonra birbiri ardına aldığı keskin kararlarla gecikmiş bu reformları yerine getirmeye çalışmıştır. Bu denemelerden biri de EMP (Enflasyonla Mücadele Programı)’dır. 2000-2002 Enflasyonla Mücadele Programı Programın Hedefleri 1. 2. 3. 4. Enflasyon 3 yıl içerisinde %5’e çekilecek İstikrarlı büyüme ortamı sağlanacak (Hedefler: 2000’de %5.6, 2001’de %5.2 ve 2002’de %5.8) Cari açığın milli gelire oranı düşürülecek (Hedefler: 2000’de %1.8, 2001’de %1.6 ve 2002’de %1.5) Kamu borç stokunun GSMH’ye oranı azaltılacak (Hedef: %57.9’dan %54.6’ya) Bu hedeflere 3 tür politika ile ulaşılacak: 1- Para ve Döviz Kuru Politikası 2- Maliye Politikası 3- Yapısal Politikalar Para ve Döviz Kuru Politikaları Para ve döviz kuru politikaları TCMB’ye bırakılmıştı Döviz kuru nominal çıpası uygulanacaktı Para Kurulu benzeri bir uygulama ile sıkı para politikası uygulanacaktı NİV (Net İç Varlıklar) sıkı kontrol altında olacağından, parasal genişleme tamamen NDV (Net Dış Varlıklar)a endekslenmiş oluyordu. Yani, TCMB’nin dış yükümlülüklerini artırmayan döviz girişleri parasal genişlemeyi sağlayacak, böylece faiz oranları düşecekti. Bu politika TCMB’yi adeta bir para kuruluna çevirmiş, Türkiye’yi dış şoklara ve kısa vadeli sermaye girişlerine (sıcak para) aşırı duyarlı hale getirmiştir. (not:) Parasal Taban = NDV + NİV ---Nominal döviz kuru 18 ay süreyle istikrar çapası olarak kullanılacaktı. TL’nin 2000 yılında, 1$+0.77 Euro’luk bir sepet karşısında %20 değer kaybedeceği öngörülmüştü. Kur değişimi “Enflasyon Tahminine” göre değil “Enflasyon Hedefine” göre olacaktı. Uzun süreli kur çapasının dış ticareti olumsuz etkileyeceği düşünüldüğü için, 2001 Temmuz ayına kadar (18 ay süreyle) çapa uygulanacak, sonrasında dalgalı kura geçilecekti. TCMB 22 Şubat 2001 tarihine kadar bu görevleri sadakatla uyguladı. Ama (aslında) para arzı kontrolü tamamen kaybedilmişti. Parasal tabanın belirleyicisi NİV değil NDV idi ! ! ! Maliye Politikası ve Kamu Kesimi Dengesi KKBG (Kamu Kesimi Borçlanma Gereği)’nin azaltılması yoluyla faiz oranlarının düşürülmesi temel hedef idi. Bu amaçla 2000-2002 yılları arasında faiz dışı bütçe fazlasının GSMH’ye oranının %5.5 ila %6.5 aralığında olması öngörülmüştü. Bu amaçla maliye politikalarında bazı değişiklikler yapıldı Mesela sermaye gelirleri ve bazı servet unsurları vergilendirilmeye başlandı (Bir nev’i Tobin Vergisi) Vergi gelirlerinin GSMH’ye oranının artırılması, Cari harcamalarda ve sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılacak transfer ödemelerinde daraltmaya gidilmesi düşünülmüştü. Ancak kamu kesimi gelir-gider dengesinde en çok güvenilen politika “Özelleştirme” idi. Her yıl 4-4.5 milyar $ bekleniyordu. Maaş ve ücretlere yapılacak zamlar, kira artışları KİT ürünleri en fazla enflasyon oranı kadar zamlanabilecekti. Kamu harcamaları kısılacak, tasarruf sağlanacaktı ! Yapısal Reformlar 1. 2. Bankacılık kesiminin yeniden yapılandırılması, sermaye yapısının güçlendirilmesi, banka denetiminin uluslararası kriterlere göre yapılması ve kamu bankalarının görev zararlarının sonlandırılması Yeni bir merkezi yönetim yasası çıkarılması, kamu harcamalarında savurganlığın önlenmesi için denetimin yoğunlaştırılması, sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında toplanması, emeklilik yaşının yükseltilmesi, prim ödeme gün sayısının yükseltilmesi, sağlık ödemelerine disiplin getirerek tasarrufa gidilmesi, kayıt dışı istihdamın engellenmesi. Bütçe dışında tutulan eski fonların tasfiye edilmesi (veya bütçe kapsamına dahil edilmesi) 3. 4. 5. Özelleştirme programının yeniden düzenlenmesi ve etkin hale getirilmesi. Çünkü programın başarısı büyük ölçüde özelleştirme gelirlerine bağlı idi ! Taban fiyat ve destekleme alım politikası kademeli bir şekilde azaltılacak, zaman içerisinde “Doğrudan Gelir Desteği” sistemine geçilecekti ! Yerel yönetimlere daha geniş yetkiler verilerek, merkezi yönetim üzerindeki yüklerinin azaltılması ! ! ! EMP’nin Başarısızlık Nedenleri Krizin ayak sesleri (TCMB görevini programa uygun bir şekilde yapmasına rağmen) Temmuz 2000’den itibaren hissedilmeye başlandı. Programda 18 ay boyunca Temmuz 2001’e kadar nominal döviz çapası uygulanacaktı. Oysa program uygulanmaya başladığında TL zaten aşırı değerliydi ve devalüe edilmesi gerekiyordu. Devalüasyon yapılmadan programın uygulanmaya başlamış olması bir nedendir. Parasal genişlemenin sadece NDV’a bağlanmış olması, TCMB’nin APİ ile para arzını kontrol etmesini mümkün olmaktan çıkarmıştır. Yani parasal genişleme ya da daralma tamamen sıcak para girişlerine bağlı kılınmıştır. Enflasyonda ciddi düşüşler yakalanmış olmasına rağmen, hedef düzey (yani %20) tutturulamamıştır. Bu da, başlangıçta zaten aşırı değerli olan TL’nin daha da aşırı değerli olmasına yol açmıştır. Devalüasyon beklentisi artmıştır. Bunun sonucunda iç talep canlandı, kısa vadeli borçlanma karlı hale geldi ve cari açık büyüdü. Dövizle borçlanma artışa geçti (çünkü TL aşırı değerli hale geldi). Enerji fiyatlarındaki beklenmedik artışlar da cari açığın artışını hızlandırdı. Yapısal reformlar gerçekleştirilemedi, özelleştirme programı koalisyon ortakları arasındaki anlaşmazlık nedeniyle (özellikle Telekom) uygulanamadı. Bankacılık alanında uygulanması düşünülen reformlar henüz uygulanmadığı için görev zararları artışa geçti. Bir çok banka yurt dışından düşük faizler kredi alıp, bunu yüksek faizle kamuya borç verme sevdasına girdi. Yani, bankaların döviz açığı pozisyonları artışa geçti. KKBG’nin ve dolayısıyla faiz oranlarının bir türlü düşürülemediğini gören IMF, Stand-By antlaşmasının 3üncü dilimini serbest bırakmadı. Bunu gören yabancı sermaye kaçmaya başladı. Yabancı sermayenin kaçışı ile birlikte a) Borsa düştü, b) Kur yükseldi, c) Faizler daha da yükseldi, Yani “Şubat 2001 Krizi” patladı… Oysa, TCMB NİV’ı kullanarak veya APİ ile piyasaya bir miktar para sürmüş olsaydı, bu kriz önlenebilirdi. Parasal tabanın sadece NDV’ye bağlanmış olması çok büyük bir hatadır. Bu konuda bkz: Küçükkale, Y., “Parasal Krizlerin Önceden Tahmin Edilebilirliği Üzerine Bir İnceleme”, 2001, Banka-Mali ve Ekonomik Yorumlar, Sayı: 4, ss: 31-47. 2002-2004 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı Şubat 2001 krizinde, nakit sıkışıklığı nedeniyle önce faizler, devalüasyon beklentisiyle de ardından döviz kurları hızla yükselmeye başladı. Sıcak para kaçışları da borsanın (IMKB’nin) dip yapmasına yol açtı. Sıcak para kaçışları o kadar hızlıydı ki, TCMB’nin bütün döviz rezervleri kullanılsa dahi, kaçan sıcak paranın daralttığı döviz arzı karşılanamıyor, yani döviz kurlarındaki yükseliş durdurulamıyordu. Bunun üzerine hükümet, daha öncesinden Temmuz 2001 diye ilan ettiği, serbest döviz kuruna geçiş sürecini öne aldı ve döviz kurunu serbest dalgalanmaya bıraktı. Döviz kuru birkaç hafta içerisinde %50 değer kazandı… 1. 2. 3. 4. EMP iptal edildi ve yeni bir program hazırlanacağı duyuruldu. IMF ile görüşmeler yapıldı, 18. Stand-by antlaşması imzalanarak GEGP oluşturuldu (14 Nisan 2001)… Ana hedefler şu şekilde sıralanabilir: Henüz özelleştirilmemiş olan (TEKEL, TÜPRAŞ, POAŞ, PETKİM, TELEKOM ve THY gibi) büyük KİT’ler ve kamu bankaları süratle özelleştirilecek, Yabancı kuruluşlar da KİT’leri satın alabilecek, Tarım destekleme politikası değişecek, sübvansiyonlara son verilip DGD politikası uygulanacak, Devlet tekelinde olan “Tütün” ve “Şeker” piyasaları ile “Enerji” vb piyasalarda düzenleme yetkisi bağımsız üst kurullarda olacak GEGP’de Makroekonomik Hedefler Ekonominin istikrara ve rekabet gücüne kavuşması, Sürdürülebilir büyüme sürecinin başlatılması, Ve enflasyonun düşürülmesi için “Yapısal ve Kurumsal Düzenlemelerin Bir An Önce Gerçekleştirilmesi” gerekmektedir. Bu nasıl başarılacaktır? EMP’de de var olan yüksek faiz dışı fazla ve mali disipline dayalı maliye politikası, Sıkı para politikası ve Serbest dalgalı kur politikası ile başarılacaktır… -- GEGP’nin rakamsal hedefleri (büyüme ve enflasyon gibi) Tablo 9.1’de mevcuttur. Hedefler ve hedeflerin tutup tutmadığı bu tablodan takip edilebilir. GEGP’da Yapısal Reformlar ve Düzenlemeler Aslına bakılırsa GEGP, sıkı para politikası, mali disiplin ve döviz kuru politikaları gibi “Ortodoks” politikalarla ekonominin düze çıkamayacağına inanmaktadır. Ekonominin toparlanması için öncelikle bir takım yapısal reformlar gerçekleştirilmelidir. Bu yapısal reformlar gerçekleştirilemezse, enflasyon düşmeyecek, sürdürülebilir büyüme sürecine geçilemeyecektir. Bu yapısal reformlar şunlardır: 1. 2. MALİ SEKTÖRLE İLGİLİ DÜZENLEMLER: TCMB yasası değiştirilmiş, daha özerk hale getirilmiş ve kamu kesimine kredi açması yasaklanmıştır. Kamu Bankaları sık sık zarar etmektedir. Bu zararlar ekonomik dengeyi bozucu etkide bulunmaktadır. Bunların önüne geçmek için şu düzenlemeler yapılmıştır: a) Kamu bankalarının acil likidite sorunlarının çözülmesi, görev zararlarının tasviye edilmesi, kamu bankalarına zarar açacak yeni görevlerin verilmemesi, görev zararına yol açan kanun ve kararnamelerin iptali, verilecek görevler için yeterince ödenek aktarılması b) Kısa dönemde kamu bankalarının görev alanlarının ve sorumluluklarının yasal düzenlemelerle yeniden tanımlanması ve daraltılması, uzun dönemde ise kamu bankacılığına son verilmesi, c) Emlak Bankası’nın kapatılıp Ziraat Bankası’na devredilmesi, Vakıflar Bankası’nın ise en kısa sürede özelleştirilmesi, d) Ziraat ve Halk Bankası’nın yeniden yapılandırılması, KİT statüsünden çıkarılıp AŞ haline getirilmeleri, özel hukuk ve bankalar kanuna tabi olmaları, şube ve personel sayılarının azaltılması, faaliyetlerinde etkinlik ve verimliliğin ön planda tutulması, BDDK hükümlerine uymaları ve 18 ay içerisinde özelleştirilmeleri (daha sonra özelleştirmeden vaz geçilmiştir) 3. Bankalar Kanunu değiştirilmiş (25.05.2001), bankaların mali yapıları güçlendirilmiş, BDDK’nın denetim konusundaki yetkileri yeniden düzenlenerek artırılmıştır. Bankaların mali yapılarının güçlendirilmesi için şunlar yapılmıştır: a) Bankaların kredi portföyleri, teminatları ve öteki bazı riskleri bakımından uluslararası denetim firmalarının denetimine açık olacaktır, b) Sermayelerinin artırılması, sermaye yeterlilik oranlarının yükseltilmesi, öz sermayenin toplam yükümlülüklere oranının (%5’ten %9’a) yükseltilmesi, sermaye artırımı için bankaların birleşmeye teşvik edilmesi, c) Bankacılık muhasebesinin uluslararası muhasebe standartlarına uygun hale getirilmesi, karşılıkların kurallara uygun ayrılması, bankaların likidite ve uyguladıkları faiz oranlarının yakından takip edilmesi, uzun vadeli yatırımların özendirilmesi, tasarruf araçları arasındaki farklılıkların giderilmesi, munzam karşılıkların gözden geçirilmesi, bankalar arasındaki ihtilafları çözmek üzere özel ihtisas bankalarının kurulması, d) Mevduat ve kredilere uygulanan sınırsız devlet garantisinin, finansal sektörün rekabetçi bir ortamda çalışmasının engellediği ve ilk fırsatta kaldırılması gerektiği vurgulanmıştır. 4. TMSF bünyesindeki bankaların sorunlarının en kısa sürede çözülmesi, satılabilecek durumda olanların bir an önce satılması, satılamayacak durumda olanların ise, mudiler mağdur edilmeden tasfiye edilmesi… 1. DEVLETTE ŞEFFAFLIĞI ARTIRMAYA VE KAMU FİNANSMANINI GÜÇLENDİRMEYE YÖNELİK DÜZENLEMELER: Bütçede gelir-gider dengesinin sağlanması, fonların tasfiye edilmesi, döner sermaye uygulamalarının sınırlandırılması, bütçe dışı gelir ve harcama kanallarının kapatılması, finansal yönetimin şeffaflaştırılması, merkezi yönetim bütçesi ve analitik bütçe uygulamalarına bir an önce geçilmesi, 2. 3. 4. Bütçe metninin açık ve anlaşılır yazılması, maliye politikası uygulamaları ile tüm kamu kesimi (merkezi yönetim, KİT’ler, sosyal güvenlik kuruluşları, bütçe dışı fonlar, döner sermaye kuruluşları, yerel yönetimler ve kamu bankaları) hesaplarının ayrıntılı olarak açıklanması, Kamuda israfın önlenmesi, harcamaların ve maliyetlerin daha iyi denetlenmesi için gerekli yasaların çıkarılması. (Devlet İhale Kanunu, Borçlanma Kanunu, Kamulaştırma Kanunu ve Kamu bankaları görev zararlarının önlenmesine dair yasal düzenlemeler)… Mali denetimin iyileştirilmesi, yolsuzlukların etkin bir şekilde soruşturulması ve mali suçlara verilecek cezaların artırılması… 1. 2. 3. EKONOMİDE REKABETİ VE ETKİNLİĞİ ARTIRMAYA YÖNELİK DÜZENLEMELER: Devleti ekonomik olarak küçültmek, asli görevlerine çekmek, piyasalara müdahale etmesini, piyasa malı ve hizmeti üretimine son verilmesi, Özelleştirme programının süratle tamamlanması, özel kesimin gerçekleştirebileceği mal ve hizmet üretim alanlarından devletin çekilmesi, Tarımsal sübvansiyon politikalarının gözden geçirilmesi ve daraltılması 1. 2. SOSYAL DAYANIŞMANIN GÜÇLENDİRİLMESİNE YÖNELİK DÜZENLEMELER: Emek piyasasında etkinliğin sağlanması, iş güvencesinin AB ve ILO kriterlerine uygunluğunun sağlanması için “İş Güvenliği Yasası”nın çıkarılması, Ekonomik ve sosyal politikaların toplumsal danışma ve uzlaşma ile belirlenmesi ve çalışma barışının sağlanması amacıyla, kamu kesimini, işçi ve işveren kesimlerini ve ilgili sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirecek bir “Ekonomik ve Sosyal Konsey” oluşturulması. 21.04.2001’de oluşturulmuş ama hiçbir şekilde işletilmemiş-çalıştırılmamıştır REEL EKONOMİYE YÖNELİK DÜZENLEMELER: 1. İhracatın artırılması için Eximbank kredilerinin genişletilmesi, ihracata KDV iadesinin hızlandırılması ve teşvik uygulamalarının hızlanması için bürokrasinin azaltılması, 2. Doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekmek için, Anayasal düzenlemenin ardından “uluslararası tahkim düzenlemesi” için adımlar atılması, Ticaret Kanunu, İmar Kanunu ve gerekli diğer yasalarda ihtiyaç duyulan düzenlemelerin bir an önce yapılması (2004 yılında YSTK iptal edilmiş, yerine “Doğrudan Yabancı Yatırım Kanunu” DYYK çıkarılmıştır… GEGP’de Makroekonomik Politikalar (Maliye Politikası) Gelir-gider dengesinin sağlanması, Borçlanma gereğinin azaltılması ve borç stokunun eritilmesi için bütçe disiplinine özen gösterilmesi ve Azami tasarruf ile hareket edilmesi, GEGP’nin maliye politikalarının temelinde yatan unsurlardır. 1. 2. 3. EMP’de olduğu gibi, GEGP’de de “Yüksek Faiz Dışı Fazla” vermek maliye politikasının önemli unsurları arasında yer alır. Verilen faiz dışı fazlalıklarla kamu borç stoku eritilecek, Ancak bundan sonra devletin borç yönetimi kolaylaşacak, kamu hizmeti üretilebilecektir. Bu hedefler ulaşmak için 3 başlık altında toplanabilecek politikalar uygulanmıştır. Bunlar: Kamu Harcamalarında Tasarruf, Kamu gelirlerinde artırıcı düzenlemeler ve Borç stokunun düşürülmesine yönelik politikalar… 1. 2. 3. 4. KAMU HARCAMALARINDA TASARRUF: Teşkilat genişlemesi yapılmayacak, sağlık, güvenlik ve eğitim dışında yeni personel alınmayacak, bazı kamu hizmet birimleri kaldırılacak, zorunlu ve gönüllü emeklilik yolu ile personel sayısı azaltılacak. Kamu bankalarınca verilen kredi sübvansiyonları kaldırılacak, kaynağı belli olmayan harcama artırıcı uygulamalara izin verilmeyecek, taşıt alımı yapılmayacaktır, Maliye Bakanlığı uygun gördüğü ödenek kalemlerinde blokaj uygulayacaktır, Kamu yatırım bütçesinde kısıntı yapılacak, kamu yatırım proje sayısı sürdürülebilir bir düzeye çekilecek, fizibilitesi olan projelere öncelik verilecektir. 1. 2. 3. 4. 5. 6. KAMU GELİRLERİNİ ARTIRICI ÖNLEMLER: Vergi tabanının genişletilmesi ve vergi denetiminin etkinleştirilmesi için “Vergi Kimlik Numarası” uygulamasına geçilmiştir. Vergi dairelerinin otomasyona geçmesi, vergi idaresinin etkinliğinin iyileştirilmesi, vergi denetiminin artırılması, kayıp ve kaçakların en aza indirilmesi, gecikmiş vergi borç stokunun azaltılması, Akaryakıt fiyatlarının döviz kuru ve enflasyondaki artışlara göre otomatik ayarlanması, Akaryakıt Tüketim Vergisinin (ATV) GSMH içindeki payının en az %3’e çıkarılması, KDV vergisinde %1 ve %8’lik oranlar dışındaki kalemlerde %1 artış yapılması, petrol ve enerji ürünleri başta olmak üzere, kur değişmelerinin ve maliyet artışlarının fiyatlara yansıtılması, Vergi ve sosyal prim ödemelerindeki gecikmeleri önlemek için, gecikme ceza faiz oranının piyasa faizinden daha yüksek olması, Finansal yatırım araçlarının vergilendirilmesinin yeniden düzenlenmesi, kamu kağıtlarına yapılan bireysel yatırımların beyanname dışı tutularak, bu kağıtlara olan talebin artırılması… 1. 2. 3. 4. KAMU KESİMİ BORÇ STOKUNUN DÜŞÜRÜLMESİNE YÖNELİK POLİTİKALAR: 2001 yılı için kamu kesimi net borç stokunun GSMH’ye oranının %78.5 olacağı öngörülmüştü. Ancak hedef tutmadı ve %91’den daha yüksek oldu. Bunun nedenleri şu şekilde sıralanabilir: İç borçlanma faiz oranlarının yükselmesi ve borçlanma vadelerinin kısalması, TL’nin döviz karşısında reel olarak değer kaybetmesi dış borçların TL cinsinden değerini artırdı, GSMH’nin reel olarak değer kaybetmiş olması oranı yükseltti, Kamu bankalarının zararları, TMSF’nin el koyduğu bankalara ilişkin borç stokunun artması ve bu bankalara verilen DİBS’in getirdiği faiz yükünün artması… Konsolide bütçede sağlanacak faiz dışı fazlalıklarla KKBG azaltılması öngörülüyordu. Borç stoku azaldıkça, borcun faizi de azalacak (yani borçlanma maliyeti düşecekti) Faiz oranlarının düşüşünde “Beklentiler” de oldukça önemliydi. Programın hassasiyetle uygulandığı görülürse beklentiler olumlu yönde değişebilecekti. Özelleştirme programının hızlanması da borçlanma gereğini düşürecek bir diğer araçtı. Programın başarılı bir şekilde yürütülmesi için güçlü bir desteğe de ihtiyaç duyulmaktaydı. Bu destek IMF’den alınmıştır. 2000-2007 aralığında IMF’den 43.5 milyar dolar taze destek (borç) temin edilmiştir. PARA VE DÖVİZ KURU POLİTİKALARI: 2002 yılından itibaren, enflasyon hedeflemesine dayalı parasal taban yönetilmesini esas alan bir para politikası uygulanacaktı. 2005 yılına kadar örtük enflasyon hedeflemesi sürdüren TCMB 2005’ten sonra açık enflasyon hedeflemesine geçmiştir. 2002 yılından itibaren (IMF’ye verilen niyet mektubunda) parasal tabanın bir gösterge kriteri olmaktan çıkarılıp, performans kriterine dönüştürüleceği dile getirilmişti. Parasal tabanın NDV ile birlikte performans kriteri olarak kullanılmaya başlanması, enflasyona karşı daha güçlü bir çapa oluşturma arzusunu yansıtır. Nitekim, 2002-2005 döneminde para politikaları açısından iki nominal çapa kullanılmıştır: parasal taban ve enflasyon oranının kendisi. Parasal taban, GSYİH ve enflasyon artış oranından daha az artmalıydı. Performansı yansıtacak olan buydu. TCMB yasasının değiştirilmesi ile birlikte, bankanın araç özgürlüğüne kavuşması ve temel işlevine odaklanması (fiyat istikrarı) sağlanmalıydı (EMP’de TCMB’nin APİ yapamadığını hatırlayınız!). Programın başarısı, TCMB ile Hazine’nin koordineli çalışmasını gerektirmektedir. IMF ve Dünya Bankası’ndan alınan kredilerin, bütçe imkanları çerçevesinde kullanıldığı durumlarda, TCMB bunu piyasadan çekebilmeliydi (sterizlize edebilmeliydi). Programı sürdürmek için önem arz eden bir diğer araç faiz oranlarıdır. Faiz oranlarının enflasyon hedeflemesinde kullanılabilmesi, krizin aşılması, güven ortamının oluşturulması ve olumsuz beklentilerin kırılmasına bağlıdır… DÖVİZ KURU POLİTİKALARI: 2002-2004 döneminde dalgalı döviz kurunun devam edeceği, aşırı durumlar olmadığı sürece kurlara müdahale edilmeyeceği ilan edilmişti. Serbest döviz kuru politikası, devalüasyon beklentilerini kıracağı için, para ikamesi olgusunu da önleyecekti. Ayrıca, döviz kurlarının esnek olması (yani NDK’nun çapa olmaktan çıkarılması) TCMB’yi asli fonksiyonu olan fiyat istikrarını sağlama görevine daha da yoğunlaşması açısından iyi olacaktır. Dalgalı kur sisteminin düzgün işlemesi gerekli olan bir unsur da vadeli döviz piyasasıdır. IMKB’de açılan piyasanın işlerlik kazanması ile bu da sağlanmış olacaktır. ÖDEMELER BİLANÇOSU POLİTİKASI: Bu konuda bir düzelme sağlamanın en temel koşulu, gerçekçi döviz kuru politikasıdır. Dalgalı kura geçişle birlikte bunun sağlanacağı düşünülmüştü. Değer kaybeden TL, aşırı değerli olmaktan çıkacak, ihracat artacak, ithalat azalacaktı. Bu konuda GEGP gerçekten başarılı olmuş ve dış ticaret hacmi sürekli artmıştır. Ancak, bu durum beraberinde bir de olumsuzluk getirmiş ve “Türkiye’nin kırılgan tarafını (yumuşak karnını)” açığa çıkarmıştır. Cari açıklar bu politikanın ardından “Ciddi bir sorun” haline gelmiştir. GELİRLER POLİTİKASI: GEGP’de “Gelirler Politikası” ile kastedilen şey şudur: “Enflasyonla mücadeleyi aksatmayacak, fakat aynı zamanda krizin istihdam, büyüme ve gelir dağılımı üzerindeki bozucu etkilerini telafi edecek etkin bir politika”… Ancak bunun nasıl başarılacağı programda açık bir şekilde dile getirilmemiştir. Enflasyon düşürülürken, işsizliğin nasıl olup da azaltılacağı, cevap bulmamış bir soru işareti olarak kalmıştır. Ana gelir politikası, kamu kesiminde çalışanların arasında gelir adaleti sağlamaya yöneliktir. Düşük ücretlilere yüksek zam, yüksek ücretlilere düşük zam yapılarak, gelir adaleti sağlanmaya çalışılmıştır. Özel kesim ücret politikaları ise “Ekonomik ve Sosyal Konsey” vasıtasıyla belirleneceği düşünülmüştür. Ancak bu konseyin asla işlerlik kazanmadığını hatırlayınız… Tarım sektörü için de “Doğrudan Gelir Desteği” sağlanması düşünülmüş ve uygulanmıştır.