Yıl: 2 / Sayı: 19 / Kasım-Aralık 2014 Fiyat: 3€ Dar-ı Erkân Yeni Bir Yaşam 15 Kasım 1937 Seyit Rıza ve arkadaşlarının anısına... “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun.” Semah 2014 İçindekiler Semah’tan Kobanê Alevi siyasetinin Kürt ezberini bozdu................................................2 Sevgili Canlar, Hepinizin de bildiği gibi, bölgemiz son yıllarda bir kan deryasında yüzüyor. Yaşadığımız coğrafyayı dizayn etmek isteyen egemenler, bölgemizde bir halklar ve inançlar boğazlaşmasına yol açmış bulunuyorlar. Bir kez daha Kürt halkı egemenlerin besleyip, büyüttüğü ve istikrarsızlığın baş yayıcısı olarak ortaya saldığı DAİŞ canavarının ağzına atıldı. Rojava devrimi ile halklar boğazlaşmasına katılmayacağını söyleyen ve halkların, inançların bir arada yaşayabileceğini özerk Rojava modeliyle ortaya koyan Kürt Özgürlük Hareketi hedef halindedir. Bugün tüm insanlığın başına bela olmaya aday hale gelen DAİŞ çeteleri, bölgede bir üçüncü seçenek olarak ortaya çıkan Rojava kanton yönetimleri ortadan kaldırılmak istenmektedir. Kobanê bir insanlık direnişidir. Kobanê olağanüstü bir mucizedir. İnsanlık adına neyimiz varsa Kobanê’dir. Fistanıyla sipere yatıp IŞİD canilerine karşı Kobanê’yi savunan kadınlar! “Burası bizim öz yurdumuz, öleceksek burada ölürüz!” diyen yaşlılar! Kutsal dini duyguları kullanarak kudurmuşcasına halkımıza saldıran IŞİD canilerine teslim olmayacaklar. Kobanê 21. Yüzyıl şafağında bunca çürümüşlük, kokuşmuşluk ve karanlık içinde insanlığa yol gösteren bir ışıktır. Bu ışık sönmeyecek. Kobanê mazlum insanlığın Ortadoğu, Mezopotamya ve Kürdistan’da yeniden doğuşu, ayağa kalkışı, kendine gelişi, zalim, kan emici barbarlığa karşı insan onurunun varlığıdır! İnsan onurunun bedeli ne olursa olsun onu yaşatacağız! Kobanê kadının binlerce yıldır süren vahşi esarete isyanıdır! Yaşamı insana zehir eden insanlaşmamış varlıklar Kobanê’de kadının eliyle ya insanlaşacak ya da yok olacak! Kobanê kadının, çocuğun, toplumun bilcümle tarihten gelen bozulmamış, katıksız insanlık kökünün kendisidir. Kobanê altın harflerle tarihin sayfalarında yerini aldı. Ve bizler Kobanê’ye şahitlik yaptığımız için gururluyuz. Değerli canlar, 30 günü aşkın bir süredir Kürt halkı Kobanê’de tarihin tanık olduğu en görkemli direnişi sergileyerek; DAİŞ çeteleri eliyle Kürt halkına diz çöktürmek isteyen tüm güçlerin heveslerini kursaklarında bırakmıştır. Elbette Kobanê halkının tarihi direnişi yanında bir bütün olarak Kürt halkının ve bölgenin tüm devrimci-demokratik güçlerinin, batılı ilerici güçlerin ve ötekileştirilmiş tüm toplumsal kesimlerin ortaklaştıra geliştirdiği “Kobanê direnişini sahiplenme” eylemleri de, Kobanê’de bir katliamın yaşanmasını önlemede etkili olmuştur. Gerek Avrupa’da, gerekse ülkede başta Demokratik Alevi Federasyonu olmak üzere, bir çok Alevi kurumu yapılan eylemlerde etkin katılım sağlamışlardır. Böylesi tarihsel bir süreçte çıkacak olan yeni Semah sayımızda Kobanê Direnişine ilişkin çeşitli yorum ve değerlendirmelerin yanı sıra, bu sayımızın ana dosyası olarak Kızılbaş Alevilik’te Dar Adaleti üzerine bir çok dosya, araştırma inceleme içerikli yazılar bulacaksınız. Kızılbaş Aleviliğin esaslarından birini oluşturan Dar kültürünü tarihsel kökleriyle ele alan araştırmalarla birlikte Alevi toplumunun güncel olarak yaşadığı sorunları da mercek altına alan yazılara da rastlayacaksınız. Bu sayımızı da ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Bir daha ki sayımızda yeniden buluşmak umuduyla Hızır yar ve yardımcımız olsun... AŞK ile... Halil Dalkılıç Alevi öğretisi ve süreğinde ADALET..............................6 Hüseyin Ozan tikat Süreginde Antik Dar Kültü ya da yitip giden Erkân-ı Dar-ı Mansur Dizgeleri ............................10 Erdoğan Yalgın Dar hukuku anlayışında eş ve eşitlik..................22 Haşim Kutlu Dar kültürü üzerine anılar.......................................28 Firaz Baran Otantik Alevilikte dar-didar-adalet......................31 Süleyman Deprem Kızılbaş-Alevilikte dar adaleti!.............................33 İrfan Dayıoğlu Elewîtî û zimanê dayîkê........................................38 İsmail Göksungur Serê Hezaran.........................................................40 Şahin Polat Kararlı bir inanç ve öğreti topluluğu Aleviler/Kızılbaşlar................................................41 Müslüm Doğan Haberler.................................................................44 Semah Haber Dünyayı çocuklara verelim Şiir............................40 Nazım Hikmet KÜNYE: Sahibi: Demokratik Alevi Federasyonu (FEDA) Yayın Kurulu: Haşim Kutlu, Erdoğan Yalgın, İrfan Dayıoğlu, Rojda Yıldırım, Danışma Kurulu: FEDA Yönetimi ve FEDA Pirler Kurulu 1 1 Semah 2014 Kobanê Alevi siyasetinin Kürt ezberini bozdu HALİL DALKILIÇ [email protected] O rtadoğu bu gün insanlığın bizzat kendi eseri olan maddi ve moral çelişkilerinin tüm çıplaklığıyla yaşama damgasını vurduğu ve doğal özgünlüklerin çatıştırıcı bir siyaset tarzıyla ölümcül sonuçlara yol açtığı bir arena durumunda. Egemenlerin hakimiyet savaşlarının figüranı ve kurbanı olarak ölümlerden ölüm beğenme seçeneğiyle karşı karşıya bırakılan mazlum halklar ya Kürtler gibi bu ölümcül kadere karşı büyük bir direniş halinde, ya büyük çoğunluğun yaşadığı gibi çaresizlik ruhiyetiyle bu kadere karşı tepkisiz ya da gelişmeler karşısında korku içinde tutunacak bir dal, bir güç, bir kader ortağı arar durumda. Tarihte yaşadıkları zulümlerin yol açtığı travmaların da etkisiyle bugüne kadar egemenlerle karşı karşıya gelmemeye çalışan Alevi, Êzîdî, Kakayî ve Şebek gibi inanç toplulukları, bu gün yeni katliamların korkusu sarmış durumda. Bu toplulukların Irak Şam İslam Dev- leti (IŞİD-DAİŞ) örgütü gibi hiç bir insani ve toplumsal karşılığı olmayan vahşet yapılanmasının Irak ve Suriye’deki katliamlarının direkt hedefinde olmaları karşısında bu tedirginliği yaşamaları oldukça doğal. Zira IŞİD’in Irak’ta Êzîdî, Şebek ve Kakaî Kürtler, Şii Türkmen ve Araplar ve Hıristiyan toplulukların yanısıra Suriye’de de Nusayri Araplar ile her inançtan Kürtlere saldırıları bu korkunun yersiz olmadığını oldukça çarpıcı bir şekilde gözler önüne serdi, seriyor... Tarihsel gelişmelere müdahil olmak Bu gelişmeler karşısında ortak bir refleksleri olmamasına ve siyasal bakışları birbirinden farklı olmasına rağmen, Türkiye’deki Kürt, Türk ve Arap Alevi topluluklardaki ruh halinin, önemli oranda bölge halklarına dayatılan ölümcül kadere razı olmama yönünde olduğu tespitini yapmak gerektiğini düşünüyorum. Şüphesiz cılız da olsa bu gösterilen tepkinin yalnızca IŞİD’e tepkiyle sınırlı kalmayıp bölgedeki tüm sı- 2 nıfsal, sosyal ve siyasal sorunlara karşı eşitlik, adalet ve özgürlük eksenli olması gerekir. Yani Alevilerin yalnızca kendileri ve kendi inançlarıyla ilgili sorunlar karşısında değil de, tüm insanlığı ilgilendiren sorunlara ilişkin tepki içinde olup etkide bulunmaya çalışmaları kendilerinden beklenen duruştur. Ancak, yine de IŞİD’e karşı kıpırdanmayı önemsemek gerekir. Bu arada, Türkiye’de Aleviler belki de 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde ilk kez bizzat iktidarla restleşme cesaretini gösterebildikleri bir süreci yaşıyor. Şüphesiz bu reflekste yaşanan bölgesel gelişmelerin de etkisiyle, artık bıçağın kemiğe dayandığı gibi bir hissiyatın gelişmeye başlamış olmasının da payı var. Eğitimde zorunlu din derslerine karşı ‘boykot’ eğilimine giren Aleviler, Kürt sorunu konusunda hep genelleme hak retoriğine çakılıp kalarak Kürtçe anadilde eğitim için bile somut bir ifade kullanmaktan çekinseler de, bu kez IŞİD’in Kobanê’yi kuşatması karşısında Kobanê üzerinden Kürtlerin özgürlük mücadelesiyle dayanışma ko- Semah nusunda seslerini ilk kez belirgin olarak gür çıkarabildiler. 12 dergahtan Ankara’ya yürüyüş, Alevi örgüt yönetimlerinin zaten bilinen kapsayıcı siyasetten uzaklığını; dar, polemikçi ve birbirini kolay ezen siyasetsizliğini de bir kez daha ortaya koyması açısından not edilmeye değerdi. Zorunlu Sünnileştirmeye karşı, zorunlu Türkleştirmeye sessiz!.. Yeni eğitim yılının (2014-2015) başlamsıyla bazı Alevi dernekleri ve aileler okullarda okutulan zorunlu din dersi ile ilk ve ortaöğretimin İmam Hatipleştirilmesine karşı bir ‘boykot’tan bahsetmeye başladı. Bugüne kadar devletin herhangi bir yaptırımına ve politikasına direkt karşı çıkma cesaretini göstermeyen Alevi örgütlerinin, ilk kez ‘boykot’ sesini yükseltmesi önemlidir. Bilindiği gibi, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, Cumhuriyet’in temel kimlik politikası olan Sünni-Türkleştirmeyi belki de önceki iktidarlarla kıyaslanamayacak kadar oldukça ince ve etkili tarzda yürürlüğe koymuş durumda. Devletin bürokrasi dili güya İslamcılık adına Arapça kelimelerle doldu. 4+4+4 sistemi ve artırılan din dersleriyle ilk ve ortaöğretim neredeyse tamamen İmam Hatipleştirildi. Ayrıca bu yıl TEOG uygulamasıyla bazı Alevi çocukları da İmam Hatip okullarına zorunlu kaydedildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu uygulamaların hak ihlali olduğuna dair hükümlerine rağmen AKP hükümeti ‘dindar ve kindar’ nesiller yetiştirmekte kararlı adımlara devam ediyor. AKP’nin toplumsal etik değerlerden yoksun bu sahte bir dinci toplum yaratma çabasına karşı bazı aileler ve genel olmasa da bazı Alevi dernekleri çocukları zorunlu din derslerine göndermeyeceklerini kamuoyuna açıkladı. Zorunlu din dersi dayatması ve İmam Hatipleştirmeye karşı Alevi örgütleri ise, genel bir ‘boykot’ kararı almasa da, sembolik olarak 12 farklı dergahtan Ankara’ya doğru bir yürüyüş gerçekleştirdi. Bu çıkışlar sembolik de olsa önemlidir. Ancak Alevi örgütleri eğitim yoluyla asimilasyonu yalnızca din asimilasyonuna sıkıştışma tavrından vazgeçmiyor. Bu tepkinin, mevcut iktidarın dinci olmasıyla da ilgisi şüphesiz vardır. Ancak genel Alevi hareketi, Kürtçe konusundaki ür- 3 2014 Alevi örgütlenmesi, biraz da Kürt karşıtı ittihatçı siyasal aklın etkisiyle Kürt özgürlük mücadelesini tüm söylem ve pratiğine rağmen hep Sünni bir kampın içine yerleştiren bir yorum ve araya mesafe koyan bir eğilim içinde oldu. Ancak Kobanê direşi, Alevi kitlelere dayatılan bu ezberin ne kadar karşılıksız olduğunu çarpıcı bir şekilde bir kez daha gözler önüne serdi. Semah sına yansıdı. Bu görüntü, Alevi örgütlenmesindeki ciddi kafa karışıklığını ve dar polemikçi üslup ile kendini konuşturma anlayışının hala oldukça derin ve etkili olduğunu açıkça gözler önüne seriyor. Bu durum, Alevi kitlelerin asimilasyoncu politikalara karşı bir tavır ortaya koyma eğilimine girdiği bu süreçte, görünümü zayıflatıcı bir etki yaratmaktadır. Alevilerin gündemi, Yaşanan bu durumu, Alevi topluörgütlerin gündemi... lukların taleplerinden bağımsız, yal15 Eylül’de başlayan ve 12 nızca Alevi örgüt yönetimleri arası Ekim’de Ankara’da bir mitingle özgün bir gündem ve yaklaşım olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Bu da Alevi örgüt ve dernek yönetimlerinde Alevi toplulukların hak talepleriyle alakası olmayan tali Devlet Kürt ve şahsi gündemlerin oldukça belirkimliği ve Kürtçe anagin olarak ön plana çıktığını göstermektedir. Örneğin, Alevi örgütleri dil üzerindeki asimilasdidişmecilik yerine zorunlu din yonda ısrar ederken Alevi dersi, İmam Hatipleştirme ve inancı üzerindeki asimilasyonanadilde eğitim konusunda ortak bir boykot kararı alıp, dan vazgeçmez. Türkleştirme poAlevi kitleleri buna motive etlitikalarını kendisine sorun selerdi, daha demokratik, daha yapmayan bir Alevi, inanç asimitoplumcu ve daha önemli bir tavır sergilemiş olurlardı... lasyonuna karşı olduğunu da kekliğini sürdürüyor. Kürtçe anadil üzerindeki asimilasyona tepkisizlik Alevi örgütlerinin gerçekten asimilasyona karşı oldukları konusunda bir samimiyet testiyle karşı karşıya bırakıyor. Zorla Sünnileştirmeye karşı olmak tek başına asimilasyonu engellemeye yetmez. Tüm asimilasyoncu politika ve uygulamalara karşı durmak gerekir. Devlet Kürt kimliği ve Kürtçe anadil üzerindeki asimilasyonda ısrar edip Alevi inancı üzerindeki asimilasyondan vazgeçmez. Böyle bir şey olacağını düşünmek, ancak kendini kandırmaktır. Kürtçe anadilde eğitim talebiyle yapılan okul boykotu karşısında sesini çıkarmayan Alevi dernekleri, soyut bir asimilasyonla meşguller demektir. Alevi dernekleri ve Kürtçe dili 2014 asimilasyoncu politikalarının hışmına uğrayan tüm etnik ve inanç değerlerin korunup yaşatılması için de gösterilmelidir. Asimilasyona karşı durmak; hem zorunlu din derslerine karşı olmakla inanca hem de Kürtçe eğitim yasağına karşı olmakla dile yapılan zulme dur demektir. Asimilasyon, toplum doğasına dayatılan ve sosyal dejenerasyona yol açan her türlü zorbaca uygulamalardır ve dile saldırı ise zorbalıkların en acımasızıdır. Bu konuda Kürt iddia edemez. Alevi dernekleriAleviler açısından durum daha nin de Kürtçe anadilde eğitim vahimdir. Kürt Aleviler, üyesi oldukları Alevi derneklerinde gibi en insani bir hakkın çiğKürtçe anadilde eğitimi ve nenmesi karşısında sessiz Kürtçe öğrenip konuşmayı teşvik kalma gibi bir hakkı etmelidirler. Kürtçe anadilde eğitimi ve devletin Türkleştirme poliolamaz. tikalarını kendisine sorun yapmayan bir Alevi, inanç asimilasyonuna karşı olduğunu da iddia edemez. Dilin yok oluşuna sessiz sonlandırılan yürüyüş, her ne kadar kalan, toplumsal doğasının yani IŞİD’in Kobanê’yi kuşatmasının toplumsal hakikatinin yok olmasına gölgesinde gerçekleşse de, önemli da göz yumuyor demektir. Böyle bir bir etkinlik olarak kayda geçti. Bazı tutum yol’un muğlaşlaştırılması Alevi örgütlerinin yürüyüşe bir kaç olarak algılanmalıdır. Yol’un ‘ken- gün kala kendini geri çekmesi ve dini bil’ ve ‘ne ararsan kendinde bunu ikna edici argümanlar ortaya ara’ düsturu bunun ifadesinden koymadan yapması eleştiriyi hak başka bir şey değildir. Alevi dernek- etse de, katılımcı derneklerin teşhir lerinin de Kürtçe anadilde eğitim ve linç edici üslubunu da onaylagibi en insani ve masum hak karşı- mak mümkün değil. Zaten yürüyüsında sessiz ve tepkisiz kalma gibi şün başlangıcında da birlik görüntüsünü zedeleyen yaklaşımlabir hakları ve lüksü olamaz. Bu tavır, şüphesiz devletin tekçi rın sergilendiğine ilişkin bilgiler ba- 4 Kobanê ve Kürt Hareketi’ne bakıştaki ezber Üç taraftan IŞİD ve kuzeyden de Türk devleti tarafından kuşatılarak katliamla yüz yüze kalan Kürt kenti Kobanê’deki halkın tarihi direnişine karşı Alevi örgütlerin tavrı önemli bir dayanışma örneği olarak kayda geçirilmelidir. Bilindiği gibi siyasi olarak homojen olmayan ve Kürt sorunu konusunda net bir tavır sergileyemeyen Alevi örgütlenmesi, biraz da Kürt karşıtı ittihatçı siyasal aklın etkisiyle Kürt özgürlük mücadelesini tüm söylem ve pratiğine rağmen hep Sünni bir kampın içine yerleştiren bir yorum ve araya mesafe koyan bir eğilim içinde oldu. Ancak Kobanê direşi, klasik Türkçü Kemalist siyasetin Alevi örgütlenmesi üzeri Alevi topluluklara dayattığı bu ezberin ne kadar anlamsız ve karşılıksız olduğunu oldukça çar- Semah 2014 Kürt Özgürlük Hareketi, IŞİD zulmüne karşı direnişiyle Ortadoğu’daki tüm etnik ve inanç grupları için özgürlükçü, demokratik ve laik bir geleceğin en etkili gücü ve güvencesi olduğunu pratiğiyle ispatladı. Bu nedenle Alevi örgütlerinin Kobanê direnişine olan desteği gecikmiş ancak önemli bir adım olarak değerlendirilmelidir. pıcı bir şekilde bir kez daha gözler önüne serdi. IŞİD, Kobanê başta olmak üzere Rojava’nın geneli ile Irak’ta Sünni ve Müslüman Arap olmayan tüm toplulukları katliamlardan geçirirken, buna karşı en büyük direnişi ve açıktan tepkiyi Kürt Özgürlük Hareketi eksenli siyasal ve askeri yapılar gösterdi. Kürt Özgürlük Hareketi eksenli Halk Savunma Güçleri (HPG) ve Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile bunların kadın askeri oluşumları (YJA-Star ve YPJ) IŞİD vahşetine karşı Irak’ta Êzîdî, Şebek ve Kakaî Kürtler, Şii Türkmen ve Araplar ile Hıristiyan toplulukların kurtarıcı ve savunma gücü olduklarını görkemli pratikleriyle ortaya koydu. Bu direnişle, Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketi tüm dünyada dini ve etnik faşizm korkusu yaşayan halkların sempatisini kazanırken, Ortadoğu’daki sorunların çözümünün de Kürt Hareketi’nin ‘demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü’ paradigmasıyla mümkün olacağı fikri önemli destek görmeye başladı. Yani Kürt Özgürlük Hareketi, başta Aleviler olmak üzere milliyetçi-ırkçı ve dinci manipülasyonla zehirlenmiş ve bu yönlü zulümlerden çok çekmiş tüm topluluklara, Ortadoğu’daki en etkili ve en örgütlü demokratik, özgürlükçü ve laik hareket olduğunu bizzat pratiğiyle ispatlamış oldu. Özellikle Kürt kadınının bu direnişteki görkemli duruşu tüm Ortadoğu ve dünya kadınlarının her türden baskı ve zulme karşı mücadelesinde tarihi bir örnek 5 5 olarak halkların hafızasına yerleşti. Yüzbinlerce Êzîdî Kürdün Şengal’den kurtarılması ve son olarak da Kobanê’deki direnişe karşı tüm dünya kamuoyu saygı ve sempatisini ifade ederken, Türkiye’deki tüm Alevi topluluklar da özgürlük, eşitlik ve adil bir Türkiye ve Ortadoğu konusunda gerçek yol ve mücadele ortaklarının kim olduğu konusunda netleşmiş oldu. Kürt Özgürlük Hareketi Ortadoğu’daki tüm etnik ve inanç grupları için özgürlükçü, demokratik ve laik bir geleceğin mevcut durumda en etkili seçeneği ve gücü olduğunu pratiğiyle ispatladı. Bu nedenle Alevi örgütlerinin Kobanê direnişine karşı tavrı ve desteği de gecikmiş ancak önemli bir adım olarak değerlendirilmelidir. Semah 2014 Alevi öğretisi ve süreğinde ADALET... HÜSEYİN OZAN [email protected] İ nanç sistemleri uzun bir tarihin ürünü olup farklı kültürel katmanlardan oluşmakla beraber, kendi içlerinde bütünlük arz ederler. Kalıtılan düşünsel miras kimi tarihsel aralıklarda ekonomik, sosyal, siyasal gelişmeler bağlamında içerik değişikliğine uğratılabilir. Bu gelişmeler bağlamında adalet algı ve tarifi de değişir. Bu durumu Sümer ve ardıllarının mitsel-dinsel sistemlerinde ve Tevrat geleneğinden bu güne izleyebilmekteyiz. Kadim Soruların Cevapları Olarak Dinsel Sistemler Düşünme yetisine ulaşan insan, içine doğduğu nesnel alemi anlama ve açıklama çabasına girmiş, varlığa ve yaşama dair içeriği gittikçe derinleşen, kapsamı genişleyen sorular sormuştur. Bu soruları varlıkla ilişkilenme biçimi ve bilgi birikimine bağlı olarak erken dönemlerde mitoslarla, sonrasında ise daha kapsamlı ve sistematik bir akıl olan dinsel düşüncelerle açıklamaya çalışmıştır. Bu sorular; dünyanın -sonrasında kainatın-, canlı yaşamın, ilk insan çiftinin nasıl var olduğuna; buna yol açan neden ya da kudrete dairdi. Bu soruların cevapları farklı kozmogoni algı ve çözümlemelerine yol açtığı gibi, birey ve toplumların duygu ve anlam dünyasını, bağlı olarak adalet anlayışını da belirlemiştir. Buradan hareketle kozmogoni algı ve çözümlemelerinin arkaik ve geleneksel toplumlarda insan insan ve insan doğa ilişkilenmesinde temel bir role sahip olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Düşünsel formasyonla toplumsal formasyon biri birine sıkıca bağlı olup söz konusu topluluğu karakterize eder. İnanç iktidar Adalet Mitsel, dinsel inançlar, başlangıçta bir iktidar aracı olarak algılanmamış ve kurgulanmamıştır. Vurgulandığı üzere içine doğulan nesnel alemi anlama, açıklama çabasıdırlar. Sorular ve cevaplar samimi olup tahakküm ve hegomonik ilişkileri meşrulaştırıcı bir içerik ve kurguda değildirler. Zaten kentler henüz belirmemiş, sınıflaşma gerçekleşmemiştir. Alevi düşünsel toplumsal gerçekleşimine kaynaklık eden neolitik alanlarda ise “Ana”nın esas olduğu iradi komünal bir yaşam biçimi vardır. Neolitik kültür alanlarında kentlerin belirmesiyle içte sınıflaşmaya doğru bir evrilme gerçekleşmiş, ayrıca erkeğin/erkek tanrıların esas olduğu göçebe toplulukların istilasıyla “Ana”ya dayanan düşünsel toplumsal sistem tasfiye sürecine girmiştir. Sümer şehir devletleri ve Akadlarla gerçekleşen merkezileşme eğilimi, hegomonik ilişkilerin belirip derinleştiği insan ve doğanın gittikçe kopuştuğu bir sürece işaret eder. İktidarın belirip gittikçe güçlenmesi, “Rızaya” dayanan “dişil komünal sistemin” bir bütün olarak tasfiyesi anlamına gelmektedir. Yol’un diliyle; hükümdar ve hükmü “Rıza”nın yerine “Takdir”i ikame edecek, insan-insan ve insan-doğa ilişkilenmesinde “Rıza”ya dayanan adalet algısı ve yaşamda ki karşılığı da ayaklar altına alınacaktır. İrani Halkların Neolitik Mirası Olarak Alevilik Alevi öğretisinde batıni bir algı ve dille bir araya getirilen iki ayrı damar 6 gözlemekteyiz. Birincisi; erken neolitik dönemlerde ortaya çıkan ve “Ana” odaklı olup Zerdüştiliğe doğru evrilen kol. Fakat Zerdüştilik öncesi dönemden de -özellikle “Ana” kültünden- kalıtılan bir çok dinsel motif ve toplumsal yaşamda ki karşılığı hala belirgin bir şekilde Raa Haqi-Alevi süreğinde yaşatılmaktadır. İkinci damar ise; Sümer, Akad, Babil ve ardıllarıyla Mısır merkezli gelişen, biribiriyle etkileşen, daha çok merkezi uygarlık alanlarında gelişip Tevrat geleneğine yansıyarak Semavi dinlerde somutlaşan koldur. Erken dönemin hegomonik algı içermeyen mitoslarının Babil Enuma Eliş destanıyla ters yüz edilme ve iktidar aracı kılınma sürecini izleyebilmekteyiz. Bu durum, Semavi dinler içinde geçerlidir. Çıkış aşamalarında birer itiraz hareketi, adalet arayışı üiü Neolitik kültür alanlarında kentlerin belirmesiyle içte sınıflaşmaya doğru bir evrilme gerçekleşmiş, ayrıca erkeğin/erkek tanrıların esas olduğu göçebe toplulukların istilasıyla “Ana”ya dayanan düşünsel toplumsal sistem tasfiye sürecine girmiştir. üiü Semah 2014 Her yıl tarlalar sürüldüğünde, lokma ve bir dizi ritüel ile toprağın Rızası alınmaktadır. Her Talip, yılda bir kez helal kazancından, alın teriyle elde ettiği rıskından kurdun kuşun, börtü böceğin hakkı olarak niyaz yapar, onlar için çeşitli mekanlara bırakarak Rızalarını alır. olarak gelişen bu dinler iktidarla buluşturularak, demokratik özlerinden saptırılmış, -en azından ortodoks gelenekler özelinde- iktidar için araçsallaştırılmışlardır. Zerdüştiliğin başına da aynı şeyin geldiğine dikkat çekelim. Yahudilik daha dar alanlarda adeta ulusal bir din olarak yaşarken, İsa’nın çıkışıyla diğer halklara da açılmış, Hıristiyanlığın Roma’nın resmi dini olarak ilan edilmesiyle daha geniş alanlara yayılmış, sonrasında aynı düşünsel gelenek üzerinden İslami çıkış gerçekleşmiştir. Bu ikinci geleneğe/kola dair kısa vurguyu bölgemizde son iki bin yılın oldukça etkili düşünsel, siyasal, askeri ve ekonomik gerçekliğine dikkat çekmek amacıyla yapıyoruz. Yahudilik daha güneyde kalmakla beraber, Tevrat üzerinden kalıttığı düşünsel mirasla bütün bu çıkışlara düşünsel zemin hazırlayan gerçekliktir. İrani geleneklere; özellikle Zerdüştiliğe, en ölümcül darbe Büyük İskender eliyle yöneltilmiş, Roma’nın resmi dini olmasıyla Hıristiyanlık ve ardından İslam’la İrani, Kürdistani neolitik gelenekler şiddetle bastırılmış, yerli düşünsel toplumsal mirasların yerine Tevrat geleneği dayatılarak pekiştirilmiştir. Düşünsel boyutta dayatılan bu hegomonya, aynı zamanda, istilacının ya da egemenin iktidarının pekiştirilmesi anlamına gelmektedir. Diğer önemli bir nokta ise, neolitik alanlarda ortaya çıkıp İran’ın Batısında ki uygarlık alanlarını “Yok’tan Yaratılış”, Doğusunda ki uygarlık alanlarını ise “Var’dan Doğuş” öğretileri üzerinden karakterize eden düşünsel gelişmelerin Aleviliğin kaynağını aldığı İrani-Kürdistani alanlarda ortaya çıkmış olmasıdır. İran yaylası aynı zamanda bu iki düşünsel sistemin ayrışma/kesişme/çatışma alanıdır. Alevi toplumsallığını bu süreçler bağlamında ele almamız gerekir. Raa Haqi gerçekliğinde Semavi geleneğin izlerine rağmen, baskın damar erken neolitik kültürdür. Rızaya dayanan adalet algı ve sisteminin kaynağı daha eski olan bu zemindir.aqiHg Alevi Kozmogonisi ve Adalet İlişkisi Buraya kadar sunduğumuz kısa aktarmalar tartıştığımız konunun uzun bir tarihsel geçmişe sahip olduğunu ve ye- 7 şerip karakterize olduğu coğrafyanın ciddi ekonomik, sosyal, siyasal ve düşünsel süreçler yaşadığını özetliyor inancındayız. Alevilik, bu tarihsel süreçlerin ürünü ve sonucu olarak günümüze ulaşmıştır. Bütünselliği içerisinde “adalet” anlayışını da barındıran Alevi Kozmogonisi bir çok kültürel katmandan oluşmakla beraber, günümüze, “Var’dan Doğuş” ve “Varlık Birliği” formülasyonuyla ulaşmıştır. Diğer önemli bir ayrıntı ise, Raa Haqi kültürünün esasta, kent değil kır toplumu gerçeği olduğudur. Yani iktidarın kendini sınırsızca gerçekleştirdiği, dayattığı alanların dışında varlığını koruyabilmiş, kendini yaşatabilmiştir. Bu yönüyle neolitik kültürün günümüze ulaşan ender kollarındandır tesbiti yapılabilir. Raa Haqi kozmogonisinde Tanrı, insan ve evren bir bütündür. Tanrı, dışsal aşkın bir varlık değildir. Hak kavramı, batıni ve zahiriyle bu üçün birliğini ifade eder. Ve ilk varlık, “Hu” yani, “O”, “Kendisi” (Xo, Xu, Hu, Xwe) olan, kainatın bütün bilgisini ve ona dönüşecek potansiyeli içeren “Var”, kendini kainat aynasında yansıtmıştır. İnsan ise, kainatın aynası ve Semah İktidarın belirip gittikçe güçlenmesi, “Rızaya” dayanan “dişil komünal sistemin” bir bütün olarak tasfiyesi anlamına gelmektedir. Yol’un diliyle; hükümdar ve hükmü “Rıza”nın yerine “Takdir”i ikame edecek, insan-insan ve insan-doğa ilişkilenmesinde “Rıza”ya dayanan adalet algısı ve yaşamda ki karşılığı da ayaklar altına alınacaktır. 2014 “Adalet” anlayışının temelini de bu kozmogoni algı ve açıklaması bağlamında aramamız gerekir. İnsan ve diğer varlık arasında ki adalet, dolayısıyla ebedi barış “İkrar İman” denilen, tam bir Aşk ve Rızalık haliyle gerçekleşen sözleşmeye, süreğe dayanır. Zira her şey, yine pirimizin (Başköylü) ifadesiyle “Bir”e tabidir. Hakk, bu birliğin ifadesidir. Adaleti ise haliyle “kendisinden kendisinedir”. Kendisinde mevcut olmayan hiç bir şey zahirde beliremez, görünüş alanına çıkamaz. Bu bağlamda, varlığın canlı cansız her formu Hakk’ın hallerindendir, kutsalın kendisindendir. Hakk’ın (Varlığında diyebiliriz) kendini bildiği makam olarak insan, Rızayı bilince çıkarmak, Rızaya tabi olmak, cümle insan ve varlıkla bu hakikat üzerinden ilişkilenmek zorundadır. Rıza şehri de bu şekilde vücut bulabilir, adalet gerçekleşebilir. Nefs varlığın, dolayısıyla Hakk’ın bir diğer gerçeğidir. Zira nefs (geniş anlamıyla, canlı yaşamı kapsayan) olmaz ise yaşam olamaz. Adaleti sağlamak, varlığın her zerresinde işleyen bir hakikat olan Rızalığı bireysel ve toplumsal yaşama hakim kılmak ise nefsi Hakk’ın Emri Rızasına tabi kılmakla mümkündür. Zira bütün kötülüklerin ve adaletsizliklerin nedeni “nefse tabi olmayla” ilgilidir. Nefs, maddi alemin bir ger- Hakk’ın kendini bildiği makamdır. Kutsalın; ilk potansiyelin kendinden taşması, görünüş alanına çıkması “Çar Anasır” ile gerçekleşmiştir. “Var”ı bir arada tutan ve yine kendisinden kaynaklanan hakikat ise “Aşk”tır. Pirimiz Başköylü Hasan Efendi’nin ifadesiyle; Çar anasır biri birine İkrar verip İmanla bağlanır. Aralarında kötü haller olmayıp tam bir “Rızalık” hali vardır. (Hakkın Emri Rızası adıyla kitaplaştırılan yazmalarından). Kainatın her zerresinde işleyen, Hakk’ın gerçeği olan Aşk ve İkrar ile vücut bulan “Rızalığın”, Hakk’ın kendini bildiği boyut olan insan gerçeğinde de bireysel ve toplumsal düzeyde karşılığını bulması gerekir. Bu Rızalık hali sadece insandan insana değil; aynı zamanda insandan cümle varlığa yönelik gerçekleşmek zorundadır. Raa Haqi gerçeğinde 8 Semah çeği olmakla beraber, tabi olunduğunda kötülük yolu vücut bulur, cümle fenalık ve adaletsizliklerin yolu açılır. İnsan, Hakk’a İkrar verip Aşk ve aklı buluşturduğu, bilgiyle donanıp Kemalini geliştirdiği oranda Rızaya tabi olur, adaletsizliğe yol vermez. Tanrı, kainat ve insan birliği algısına varan, İkrar İman olarak formüle edilen bu Yol’un sahibi ise “Ana”dır. O halde bu adalet algısı, kaynağını aldığı tarihsel zeminden de kaynaklı olarak “Ana” adaletidir, dişil bir adalet algısıdır. Toplumsal Yaşamda Adaletin Gerçekleşimi Raa Haqi toplumsallığında, bireysel ve toplumsal yaşamın her anında Rızalığın esas alınması, yaşanmasıyla adaletin gerçekleşebileceği öngörülür. Temel ibadet ritüeli olan Cemler, aynı zamanda sorgu sual meydanıdır, mahkemedir. Bir ihlal durumunda ise, kişi bu meydanda Rızalık ve Razılığa tabi olur. Cem, Kırkların Cemi olarak eşitlerin meclisidir. Orada herkes “Can”dır, erkek dişi yoktur. Pir’in (Başköylü) belirttiği üzere, Cem kapısı “Fatıma”nın kapısıdır. O halde Rızayla gerçekleşen, cümle Tanrı, kainat ve insan birliği algısına varan, İkrar İman olarak formüle edilen bu Yol’un sahibi ise “Ana”dır. O halde bu adalet algısı, kaynağını aldığı tarihsel zeminden de kaynaklı olarak “Ana” adaletidir, dişil bir adalet algısıdır. üiü insan ve varlığı kapsayan adaletin, “Ana adaleti” olduğunu yineleyebiliriz. Cemaat tam bir Rızalıkla bir arada olmalıdır ve pir dahi Rızalık alarak divana oturabilir. Pir divanı Hakk divanı olup, sorgu sual bu dünyadadır. Böylece adalet bu dünya da sağlanır, öteki tarafa havale edilmez. Talip, Cemlerde “Dara” durarak müşkilini hal eder. Mağdur edildiğine inanan talip davasını meydana getirir, tüm cemaat ile sorun çözüme kavuşturularak Rızalık hali sağlanır. Bunun dışında kişi kendi isteğiyle meydanda Dara durup, kimsenin bilmediği bir suçunu ya da yanlışını dile getirebilir, cemaat ve pir tarafından belirlenen şekilde bu suç ya da eksiğini telafi edip, zarar verdiği insanın veya varlığın rızasını alabilir. Bunu dışında bir talip, -ki bu Yol’da Rehber, Pir, Mürşit olsun herkes Taliptir- kendi kendine sürekli olarak özünü Dara çekmelidir. Kişi kendi vicdanında aklanamadığı sürece Rızaya tabi olmuş sayılamaz. Hayır ihsan ederek, ibadet ederek günahlar, suçlar, hatalar af olunamaz. Af, adaletsizliğin yolunu açar, kötülüğe meydan verir. Raa Haqi süreğinde, adalet, Rızaya teslim olunarak sağlanır. Mutlak surette hak teslimine dayanır. Engin bir konunun temel alanlarından olan “adalet” meselesinin daha derinlikli kavranabilmesi alan araştırmalarına bağlıdır. Faydalı olabileceği inancıyla adalet algısına dair bazı aktarılarla noktalayalım. Dersim Aşkirek köylülerinin aktarısından; Kurttan, kuştan, börtü böcekten Rızalık alınmasına dair: söz konusu köylüler belirlenen yayla yerine varırlar. Adını belirtmeleriyle beraber anımsayamadığım bir yaşlı nine yüksekçe bir taşın üstüne çıkar, Kırmancki olarak bildiği tüm hayvanların, börtü böceğin adını seslenir ve “biz çoluk çocuk sahibiyiz. Bu yıl çocuklarımızın rıskı için burada konaklamak istiyoruz rızanız var mıdır? Diye sorar. Bağlı olarak bir takım ritüeller yerine getirildikten sonra o yıl orada konaklanır. Yine söz konusu köylülerin belirttiğine göre, bu sorma esnasında her hangi bir hayvanın iti- 9 2014 razı olduğuna inanılan bir olay olursa orası mutlaka terk edilerek başka bir mekanda konaklamak için Rızalık istenir, ritüeller tekrarlanır. Dersim, Pulur ve muhtemelen Ziyaret köyünden bir Pirin anlatımından: Cem tutulacak köye doğru bir kaç insanımız lokmalarıyla beraber yola çıkar. Bir Ermeni köyü ya da kilisesinin yakınından geçerken, Keşişin köpeği yolculara havlar veya saldırır. Guruptan biri hayvana taş ya da sopa atar, yola devam ederler. Cem başlangıcında divandaki pir, “erenler sazımız düzen tutmuyor. Nedendir acaba?” diye sorar. Yolcular düşünüp başlarına gelen olayı hatırlar ve anlatırlar. Pir, onların köpeğin sahibinden ve hayvandan Rızalık almaları gerektiğini söyler, bir niyazla yola düşer, Keşişin mekanına varır, olayı anlatırlar. Niyazı lokma olarak sunar, bir parça da hayvana vererek Rızalık alır, Ceme öyle katılabilirler. Tv 10’da paylaşılan bu aktarı daha değerli ayrıntılarla doluydu. Dersim Merkez Putik köyünde, içme suyu sorunu yüzünden komşu köyle mahkemelik olmuş ve davayı kazanmış, suyu köye getirip evlerin içine kadar tesisatlarla taşımışlardı. Birkaç yıl eveli şahit olduğum olayda, bu köyden çok yaşlı bir nine “awa bé rızawa”, yani rızasız sudur deyip itiraz ediyordu. Orta yaşlı bir arkadaş ise; yahu evin içine kadar su getirmişiz iç işte! Daha ne istiyorsun diye yarı alaylı cevap veriyordu. Her yıl tarlalar sürüldüğünde, lokma ve bir dizi ritüel ile toprağın Rızası alınmaktadır. Her Talip, yılda bir kez helal kazancından, alın teriyle elde ettiği rıskından kurdun kuşun, börtü böceğin hakkı olarak niyaz yapar, onlar için çeşitli mekanlara bırakarak Rızalarını alır. Dersim’de, her yıl kışlık odun temini için ormana gidildiğinde, ağaç kesmeden önce ormanın rızasını almak için niyaz ve çılalarla bir dizi ritüel gerçekleştirilirmiş. Muhtemelen tamamen unutulan ritüellerden biridir. Son olarak kişi Hakk’a yürüdüğünde topraktan aldığını toprağa iade ederek toprağın rızasını almış olur. Semah 2014 İtikat Süreginde Antik Dar Kültü ya da yitip giden Erkân-ı Dar-ı Mansur Dizgeleri ERDOĞAN YALGIN (Araştırmacı-yazar) [email protected] Özet Bir toplumun teolojik dili, inançsal sürecinin devamlılığı için oldukça büyük bir öneme haizdir. Dönemsel süreçleri içinde Mezopotamya halkları, dilsel olarak elbette bir birilerinden etkilenmişlerdir. Dillerindeki özgün kelimeleri daha çok dinsel ve teknik olanlarını yaşamlarının tüm alanlarında farklılaştırarak kullanagelmişlerdir. Kürtler, Mezopotamya‘nın en kadim halklarından olup ve halen bile aşiret formlarıyla toplumsal devinimler geliştiren Arya (Hint-Avrupa) topluluklarından olan Medlerin devamıdır. Kürtlerin kullandıkları dilin; ne denli arkaik özellikleri olan dilsel bir kültüre sahip oldukları, farklı alanlarda yapılan araştırmalarla her geçen gün biraz daha anlaşılmaktadır. Bunun ışığında, genel perspektifi gözden kaçırmamak için bazı hatırlatmalar yapmakta fayda var! Kürt halkı içinde; umumiyetle Zerdüşti kökenli, Yaresan/ batıni ekollerin son formatları olan Réya Heqi İtikatı (Batıni Alevilik/ Kızılbaş), Ehl-i Haq, Êzdai ve diğer bazı alt ekollerin toplumsal teolojik dili hep göz ardı edilmiştir. Kürtlerin dili, bölgedeki eğemen devlet destekli, yapay olan resmi dine dayalı aygıtları tarafından planlı bir şekilde yok etme politikalarıyla karşı karşıya kalmıştır. Fakat ne var ki yol erenleri, antik köklere sahip olan bu inanç dizgelerini, kal u bela’dan beri özgün dilleriyle geliştirerek, yeni bir içeriğe kavuşturmuşlardır. Bu süreç, geleneğin Kürtçe terminolojisiyle birlikte günümüze kadar getirmişlerdir. Hiç kuşku yok ki; Kürtler’e ait bütün tarih bilimleri başta olmak üzere, gelenek, görenek ve kültür mi- rasları Kürtçe’nin derinliklerinde gizlidir. Ne var ki inanç topluluğu; son bir asırdan beri, pejoratif isimler dışında, “Alevi, Alevi Bektaşi, Anadolu Aleviligi“ ve benzeri tamlamalarla anılmıştır. Unutulmamalıdır ki; bu antik künyeli, batıni zümrelerin bir bütün olarak inançsal-ritüel dillerindeki çoğu terimlerin, Kürtçe ve farklı lehçelerine ait olduğu bilinmelidir. Fakat ne acıdır ki bu gerçeklik, değişik yöntemlerle manipüle edilerek, bu dile özgü tarihsel gerçeklik, öz sahiplerinden bile gizlenmiştir. Bu tekçi anlayışın dil alanındaki katı dayatmaları artık günümüzde bir sır değildir. Bu sınırlı çalışmamızda, itikat sürecine ilişkin dini kimlik kodları arasında yer alan, sadece dar fiiliyle terkib edilmiş bir çok kavram arasında, sadece bazılarını dikkati nazara getirdik! Çalışmamızda, dar patentli kavramların etimolojik ayrım kökenleriyle birlikte, ritüel dilindeki kutsiyet atfedilen versiyon biçimlerinin farklı format ve anlamlardaki izini sürdük! Bir Sözcük Olarak “Dar“ Kavramı Dil bilimsel açıdan konuyu ele alacak olursak; Türkçe’deki yalın haliyle “ağaç“ sözcüğü, günümüz Kürtçesinde “dar“ olarak bilinmektedir. Réya Heqi itikatının teolojik dilinde dar ve dar patentli yan türevlerine tazim hislerle bağlılık gösterilmektedir. Bilinmelidir ki; orjinal dilsel kullanımı ve fonetik yapısıyla dar sözcüğü, Türkçe bir sözcük değildir. Antik Arya uygarlıklarında (Medler, Haldiler (Urartu), Gutiler (Kurti), Kassitler (Kardunya), Hattiler (Hitit), Mitaniler, Hurriler, Muşkiler, Palalar, Elamla (Hatamti) Lulubiler, Sumerler vb.) (Mihotuli, 10 10 1992: 21, 23, 27,) dar > ağaç kutsiyeti evrimselleşerek günümüze kadar gelmiştir. Hiç kuşku yok ki bu kültün, daha çok Kürtlerin milli dini olan Yaresan (Rêya Heq, Ehl-i Heq, Êzidi) ve benzeri dizgeleri içinde kıskançlıkla yaşatılmıştır. Gaziantep’e(Dilok) 75 km uzaklıkta ve Suriye sınırındaki güney ucunda bulunan Kargamış bölgesinde yapılan arkeolojik bulgular arasında, kabartmalı kaya parçaları elde edilmiştir. Bu kabartmalarda proto Mazdaizm dönemine (M.Ö 8. yy lar) ait, kanatlı güneş kursu altında, bir de kutsanan hayat ağacı sembolizmi yer almıştır. (Mihotuli, 1992: 35, 93) Kürtçe’deki dar sözcügünün antik dil izleri sürüldüğünde, karşımıza Kürt folklörüne ait çok ilginç felsefik ve görsel malzemeler çıkmaktadır. Şimdi, Dar sözcügünün etimolojik sinonimleri hakkında, bazı köksel bulguları ele alarak işe başlayalım! Kürtçe Etimolojik Sözlüğünün yazarı, araştırmacı Ali Hüsein Kerim’in verdigi bilgiye göre; Kürtçe’deki dar kelimesinin kökü, Proto-Hint-Avrupa (mö.70003000, e.y.) dilindeki “*deru, *doru, *derwo ve *dâru“ sözcüğüne kadar uzanmaktadır. Bununla birlikte; “dar“ sözcüğü; Hint-Aryan dilinde dàru, Hitit dilinde daru, Avesta dilinde vana (varasa), Hurri dilinde tâli, Luwi dilinde târu, Pehlevi dilinde dar (draxt), Farsi dilinde drext olarak geçmektedir.“(Kerim, 2013: 46) Arapçaya da geçen “Dâr“ sözcügü; Ev, yapı, yer, yurt anlamında kullanılırken, Farsça’da Dâr sözcüğü, sahip, anlamında sözcükler türeten fiil köküdür. Bununla birlikte İslami terminolojide Dâr sözcügünde, bir çok yan kavram oluşturulmuştur. Örnegin Dâr-ül İslam> İslam memleketi, Dâr-ül harp > Şe- Semah riat’ın uygulanmadığı yer, vs. Ayrıca divan edebiyetında sıklıkla kullanılan üç direkten meydana gelen dar sözcügü, sevgilinin saçlarıyla betimlendirilmiştir.Tasavvufi manada Kurmanci (Kürtçe) ve Farsça’da “Dâr“ sözcügü, Türkçedeki “darağacı“ kavramını türetmiştir. Itikat sürecinin fiili planında dar ile ilgili bir çok kavramsal terim tertip edilmiştir. Dar-ı beka > ölümsüz varlık alanı/ ruhlar alemi, Dar-ı dünya > geçici yurt, madde alemi gibi..! Nihayetinde “Dar-ı Mansur“ kavramıyla zirveye ulaşarak, kullanım ve etkinlik alanını kutsi değerlerle iyice derinleştirmişitir. Réya Heqi itikatının kollektif zihniyetinde evliya ocaklarının temel bellirleyenleri arasında yaratılan evliya kültleri önemli bir yer tutmaktadır. Onların maddi-manevi mekanlarının (Ocak evi >Mala Ocexê, Bano Pilê, Ziyaru Ewliyayê, Dergahê Pilê) orta yerinde bulunan dam/ tavan direkleri/ sütunları mukaddesdir. Zira bu direğe atfedilen en anlamlı mana, bu direğin dar-ı mansur dar’ı/ dileği (Ustina dar-i Mansur) olmasından kaynaklıdır. Bu türden mekanlarda yanan ateşin olduğu ocak’tan sonra, en çok kutsanan objelerinden birisi işte bu Ustin a Mansur (Mansur darı) dur. Bu direklere aynı zamanda, Ustina Şeş > Kara direk 2014 derler. Bundaki maksadın, ileriki safhalarda da temas edeçegimiz gibi, Erkân/ darik izdüşümüyle Mar a Reş > Kara Yılan’a bir atıf yapılmaktadır. Yine klasik tanımlarıyla Alevi, Alevi Bektaşi, Anadolu Aleviliği ve benzeri anlamları içinde ihtiva eden toplumsal adlandırmaların inanç damarında, Dar’la ilgili bir çok kuramsal akideler önem arzetmektedir. Beşeri tahakküm alanları arasında, inanç motifli öğretileri şu başlıklar sıralanmaktadır: Dar-ı Hüseyin/Fatıma, Dar-ı Mansur, Dar-ı Fazlı, Dar-ı, Dar-ı Nesimi. Bütün bu kavram te’vil’lerinin haritaları çıktısında, dar ritüellerinin kendilerine özgü timsali birer vücut dilleri de vardır. Ayin-i Cem’de, Pir-i divan huzurunda duran ocak mensubu Can, dar’a göre kendi vücudunu şekle sokmaktadır. Fakat bütün bunlardan azade Cem-i Civat meydanında, yani canlar huzurunda ulu divanda, dar’a çekilen can; sağ ayağının baş parmağını, sol ayağının baş parmağı üstüne koyar. Göbeginin üzerinde sağ elini, sol elinin üstünde bağlar. Başını yere eğer ve hakkındaki suçlamaları, bir kuzu gibi dinler. Bütün bunların ayrı ayrı manası vardır. Örnegin ayak parmaklarının birleştirilmesi, Vahdet-i Vücud’a bir yollamadır. Yani vücudun ruhla birlikte, bir bütün olarak fiziki birliğine işaret etmektedir. Ellerinin göbekte birleştirilmesi, yola kabul edilirken takılan ve Zerdüşt’ten kaldığına inanılan kutsal kemerin o anda olmayışından ötürü, elleriyle/ kollarıyla kemerinin vazifesini ifâ etmesi olayıdır. Başın öne eğilmesi, hakkında verilecek karar karşısında boynunun kıldan ince, kılıçtan keskin olduğunu meydana vücut diliyle anlatmasına delalet etmektedir. Hülasa bu vücut dilleri, yukarıda adlarını zikrettigimiz dar adlarını aldıkları zat-ı şahanelerinin, son anlarının/ hallerinin üzerine setr/ örtü edilmiş tek belirgin anlatım kompozisyonundan başka bir şey değildir. Velhasıl-ı kelam; Can’ın, dar’a durmasının bütünlük anlamı, yola verdiği ikrara, mensubu olduğu meydan-ı canlara ve dolayısıyla Pirépiran’lara bir nevi teslimiyettir. Düşünsel-dinsel deneyimlerden çıkan sonuç olarak şunları sıralıyabiliriz; İmam Hüseyin (626-680), Yezit karşısında eğilmediği için başı kesildi. Hurûfi haraketinin kurucusu, Fazlullah Esterabâdî (Nâimî) (1339-1394), hançerlenerek, idam edildi. Zerdüşti kökenli Hallac-ı Mansur (858-922) “Enel hak/ ben Allahım/ ben hak‘ım“ dediği için işkenceyle idam edildi. Maktül Nesimi adıylada anılan İmadeddin Nesimi (1369-1417), kuzu niyetine derisi yüzülerek, idam edildi. Itikat sürecinin fiili planında dar ile ilgili bir çok kavramsal terim tertip edilmiştir. Dar-ı beka > ölümsüz varlık alanı/ ruhlar alemi, Dar-ı dünya > geçici yurt, madde alemi gibi..! Nihayetinde “Dar-ı Mansur“ kavramıyla zirveye ulaşarak, kullanım ve etkinlik alanını kutsi değerlerle iyice derinleştirmiştir. 11 11 Semah Bütün bunlarla birlikte; Rêya Heqî itikatının temel öğeleri arasında başat bir yere sahip olan dar yöntemi, aslında pek de uygulanmaz, zira bu fasıllar, inancın en ağır muhakkeme olgusuna işaret etmektedir. Ocağın Rêberleri, Pirleri ve Pirêpîran/ mürşidleri, bağlılarını yani taliplerini bu aşamaya getirmeden önce eğitirler. Yolun kural ve kaidelerini kendisine aşama aşama öğreterek, yola kabul ederler. Buradaki temel düstur, şöyle terkip edilmiştir. “Gelme gelme, dönme dönme, gelenin malı, dönenin Can’ı, ateşten gömlek giyebilirsen, demirden leblebi yiyebilirsen gel beri, ser ver sır verme!” benzeri son nefes-i ikrarı alınmıştır. Buna ek olarak ittikat sürecinin kendi Kurmanci teolojik dilinde, dar’la alakalı bazı tamlamalar dizgeleştirilmiştir. Mesela; Kişandin darê ‘çektiler dara’; kişandina darê ‘dara çekmek‘ Rawestîn, dawestîn darê > dara durmak, çekilmek, çıkmak, kalkmak. Rawestin, dawestin li divanê > divana durmak. Ji dar daxistin < dardan indirme erkanı/ töreni. Yani hakka yürüyen bir can’ın yürüyüşünün üçüncü ve özellike de kırkıncı gününde, sevenleri tarafından yapılan yemekli ayin-i cem’in ruhsal adıdır. Esas itibariyle; İttikat sürecinde adında sıkça söz edilen dar, Halac-ı Mansur adıyla anılan Dar-ı Mansur’ dur. Mansur’un bu sözü çok menşurdur: “Mirac-ı merdan ser-i dilest“ yani “Eerenlerin miracı baştan asılmaktır. Ya da Mirac bizim darımızdır.“ sının da ağaçtan yapıldığından ProtoHint Avupa dilinde *deru-doru-, dr(e)u- drou-, dreue-, drû- dayanıklı, katı, ağaç odun ismi ile anılmış ve bunun ardından deri > kapı ismi olarak son şeklini almıştır” (Kerim, 2013: 173) bellirlemesinde bulunmaktadır. Yaşam alanların tüm çeperlerine sirayet eden dar’dan elde edilen, Kurmanci dilinde kısaca; Mala Ocaxê diye tanımlanan Ocak evlerinin, Xani, Xewş’lerin ağaçtan yontularak yapılan deri’ leri, yani dış kapıları da kutsanmaktadır. Bu türden mimari yapılar, geçmiş asırlarda tasavvuf literatüründe Dergeh/ Dergah > Yüce/ büyük kapı. kutsal eşik, eğitim merkezi anlamlarında kullanılmıştır. Ocak pirlerinin kurdukları Mala Ocaxé, yani mekanların bir diğer adlandırmaları Dergah’tır. Dergaha varıldığında eşik ve kapı öpülerek, niyaz edilir. Dualarla bu mekandan içeriye girilirdi. Kapının/ deri’nin öpülmesi, bir bakıma kutsanan ağaca yüklenen derinlikli anlamların, bu yolaktaki bir diğer devamcısıdır. Aynı tinsel icara ve kursiyetle Êzdailer’de, Laleş’teki kutsal mekanlarının kapılarını öperek saygıda bulunurlar. Darik/dar ve Doğurganlık İttikat sürecinde, dar kavramıyla 2014 bağlantılı olarak ele alınan bazı sözcüklerin etimolojik kodlarına kısaca bakmaya devam edelim! Konu hakkında, yine doyurucu bilgi veren Ali Hüsein Kerim’e başvuralım! Zira Kerim, geleneksel kültürel açıdan unutulan orjin dildeki kavramsal alanları dikkati nazara getirmektedir. Kürtçede “beru“, meşe palamut ağacı olup, daha çok ağaçlardan alınan ürüne denilirken, “ber“ ürün sözcügü olarak da kullanılmaktadır. Ayrıca hayvanların doğurganlık süreçleri için de aynı sözcük dile getirirlir. Örneğin: “ber avét“ hamileliğini kaybetmek, cenini düşürmek maksadıyla kullanılır. Bununla beraber Kürtçe’deki “dar“ ve “ter(r)“ sözcügü, aynı zamanda ağacın tazelik ve esneklik durumunu da ifade eder. Hurri dilindeki tâli, Kurmanci dilinde dar ağaç ismiyle birlikte, “tîr“ ok, “tîrik/ dirik“ ince, uzun ağaç vb. isimleri türemiştir. (Kerim, 2013: 46, 47) Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir hususun altını çizmek isteriz! İtikat yolunda ve hatta bir bütün olarak Kürt toplumunun farklı inançsal katmanlarında eskiden beri yaşatılan antik bir gelenek vardır. Alan araştırmalarımız neticesinde ulaştığımız bazı sözlü tarih bilgilerini yeri gelmişken, burada meraklısı için paylaşalım! Ama önce biraz arka planı ayrıntılıyarak yol Dar, Deri, Dergeh, Dergah Sosyal hafızada ağacın bir mabut derecesinde tezahür edilmesi, doğa/ evren ve insan eksenli seyrinde hiç kuşkusuz ki; vahdet-i vücud’a işaret etmektedir. Kelimenin etimolojik kökeninde Kurdi deri, kapı; dergeh, giriş kapısı/ büyük kapı anlamlarına gelirken, Proto-Hint Avrupa dillerinde kapı’nın karşılığı; dhuor, dhwer‘ dir. Ali Hüseyin Kerim, “(...) evlerin kapı- Mala Ocaxê, Ocak evlerinde, Xani’lerin yani kutsanan evlerin orta direği Ustinê/ dar a Mansur 12 Semah 2014 Ocağın Rêberleri, Pirleri ve Pirêpîran/ mürşidleri, bağlılarını yani taliplerini bu aşamaya getirmeden önce eğitirler. Yolun kural ve kaidelerini kendisine aşama aşama öğreterek, yola kabul ederler. Buradaki temel düstur, şöyle terkip edilmiştir. “Gelme gelme, dönme dönme, gelenin malı, dönenin Can’ı, ateşten gömlek giyebilirsen, demirden leblebi yiyebilirsen gel beri, ser ver sır verme!” benzeri son nefes-i ikrarı alınmıştır. almaya çalışalım. Dersim Helqa (xeleq) Ocakları (Dersim‘ de yaşlılar Kurmanci diliyle konuştuklarında sıklıkla “Ocax é Helqan/ Helqa (xeleq) Ocaxları“ tabirini kullanırlar. Bu adlandırma; İttikat sürecine bağlı ocaklarını tanımlayan, döngüsel çark sisitemine verilen kavramsal bir adlandırmadır.) ünitelerinde, erken dönemde (10.11.yy) Ebu’l Vefâ-i Kurdi’nin (925-1017) okulunda eğitim ve İclas belgesi/ seceresiyle gelip Dersim’de, ocağını tüttürmüş Şıx Dilo Belincan’ın adına, daha sonraları bağlıları tarafından, Şıx Delil-i Berxêcan ocağı vücuda getirilmiştir. Sözünü ettiğimiz bu ocağın kadim Rêber ailelerinden, Kurmanci Mala Mistikê Hewê lakabıyla anılan hanenin evlatlarından, Séy Xıdır Çetintaş’ın (1922-1993) konumuzla alakalı bir icraatından sözedeceğiz. Böylece dar kültünün sadece Ayin-i Cemlerde ikrar hukuku temelinde takdis edilmediğini, yol/ rê’nin farklı ayinsel törenlerinde de kutsanarak hayat bulduğunu göstermiş olacağız. Bilindiği gibi geçmiş yıllarda bazı kadınlarda, sıklıkla çocuk düşüklüğü görülmekteydi. Elbetteki farklı halk hekimligi yöntemleriyle, kadınlardaki bu rahatsızlık giderilmeye çalışılmıştır. Bu yöntemlerden birisi de toplumsal tecrübeyle elde edilmiş ve tinsel alanda kendisini göstermektedir. Tam da bu noktada devreye giren Séy Xıdır Çetintaş, düşük yapan kadınlarda Tava/ Tewa çıkarırdı. Kurmanci dilinde ve Dersim yerel literatüründe tewa, tava, davé gibi farklı seslenişlerde dile getirilen bu sözcüğün; kadının sürekli peş peşe çocuk düşürme haline denir. Kelimenin kökeni hakkında Ali Hüseyin Kerim’in, bize verdiği kişisel cevap, oldukça ilginç bir gerçegi gözler önüne sermektedir. Şöyleki; Tewa, Kürtçe’de tewandin ’bükmek‘ fiilinden türemiştir. Bir yönüyle, ağacın bükülerek çember haline getirilmesi için söylendiği anlaşılmaktadır. Ama burada, tava sözcüğünün ayrı bir anlamını da çıkarmak mümkündür. Muhtemelen Kürçe‘deki davê ‘atıyor, düşürüyor‘ sözcüğünün yumuşatılmış hali olabilir. Fakat dîrik/ tîrik’ın bükülmesi burada tewa ’büküm‘ fiili devreye girdiğinden hem tava, hem de tewa birlikte kullanılıyorsa o zaman atım, düşürme durumunu bükmek, engellemek olayın ortaya çıkmış olmaktadır. Farklı kaynak kişilerden edindiğimiz bilgiler ışığında konuyu kısaca şöyle özetlemek mümkündür: Sıklıkla düşük yapan kadınlar, eşleriyle birlikte Séy Xıdır’a gelirler. Yada Séy Xıdır, söz konusu eve özel davetle getirilir. Tava seremonisi, bazı icra malzemeleriyle birlikte şöyle gerçekleştirir. Düzgün bir dirik/ tîrik böğürtlen ağacından uzun ince bir dalı, dualar eşliğinde özenle kesen Sêy Xıdır, bu dalı bükerek her iki ucunu biribirine bağlar. Bu dala, “Tewayê dirik“ denir. Evde yapılan lokmalara, Séy Xıdır tarafından özel hazırlanmış Gulbanglar verilir. Bu dualara, “Gulbangê Tewa“ bu lokmalara da “loqme yê tewa, loqma yê dar, loqma yê diriké“ adları verilir. Sürekli düşük yapan kadın, dini ayin sırasında gözlemci (şahidê heq) komşular eşliğinde, odanın ortasında yada dışarıda sabah güneşine karşı ayakta 13 bekletilir. Gulbanglar eşliğinde çember haline getirilen dirik’in dal‘ı, kadının boynundan geçirilerek, ayaklarına kadar yavaş yavaş getirilir. Ayaklarından çıkarılarak tekrar kadının başından geçirilmek şartıyla bu ritüel, üç defa böylece tekrarlanır. En sonunda çember, ayaklarından çıkarılmadan, hazırda bekletilen bir horoz kesilir. Horoz’un boğazından akan kanından, çember dal’ı, daha henüz kadının ayaklarında yerde iken, iple bağlanan bölümün üzerine bir kaç damla damlatılır. Sonrasından çember dal, kadının ayaklarından çıkarılır ve işlem biter. Bu törenden sonra kadının bir dahaki hamilelik dönemi iyi geçer ve düşük yapmadan çocuğunu dünyaya getirecegine inanılır. Bu dini törende, özellikle horozun kurban edilmesinin nedeni, söz konusu bu törenin hakkın şahitleri huzurunda Cebrail’e ayan olması ve onun aracılığıyla hakka haber yollanması kast edilmektedir. Bir diğer manası da; horoz’un erkek bir hayvan olmasından ötürü, doğacak çocuğun da erkek olması arzu edilmektedir. Çember dar/ dirik’e gelince; işte yukarıda Ali Hüseyin Kerim’den aktardığımız etimolojik alıntıda ifadesini bulan “ber avét“ deyimiyle doğurgan olmayan kadınların, yine “ber“ doğurgan olmaları dileği arzu edilmektedir. Aynı zmanda doğacak çocuğun yaş iken, eğilmesi/ bükülmesine de yollama yapılan bu ritüelsel icrada, “tîrik/ dirik/ dar“ ağacının bir obje olarak kullanılmasıyla karşı karşıya olduğumuzun en açık bir ifadesidir. Yani buradaki dirik/ dar‘ın (uzun ince düzgün ağaç dalı) sağlık ve dolayısıyla doğurganlıktaki pozitiv yö- Semah nünün takdis edilerek, itikat süreğine dahil edilmesi betimlenmiştir. Öte yandan; Horozun kurban olarak sunulması olayı çok eskilere dayanır. Bu gelenek Hurrilerden kalmadır. Hurriler ve onlardan etkilenen Hititler belirledikleri her hangi bir kuşu seçtikten sonra, düzenledikleri bir ayin ile kuşun, söz konusu kişinin günâhlarını kabul ettiğini düşünür ve kesip yaktıktan sonra yer altı tanrısına kurban ederlerdi. (Kerim, 2014: 175) Horozun kurban edilmesi olayı aslında kötülüğü yok etmek-bertaraf etmek amacını taşır. Çocuk düşüren kadının günahkâr ve Tanrı tarafından cezalandırıldığı düşüncesinden hareketle tewa olayı ve bunu ortadan kaldırma biçimi olan darik/ dirik ayini yapılır. Darik/ dirik denilen ince ağacın çember haline getirilip kadının bedeni üzerinden geçirlmesi olayı da Hurrilerdeki hayat ağacı inancından kaynaklanıyor. Dikkat edilirse horoz kesmek, ağaç ve gulbenk üçlüsü ve ardından verilen lokma gibi hepsi de Proto Kürtlerin ataları olan antik Hurri geleneğidir. Hiç kuşkusuz ki; Alevilerin Darik/ tîrik ayini, Huriler‘deki kuş kesmek, alil (an) denilen ağıt veya ilahilerin okunması ve kakari denilen ayin ekmeğinin hayat ağacı altına bırakılarak tanrıya sunulmasının 5000 yıl sonraki tezahürüdür. Bütün bu parametrelerde, yine itikat yolunda yer alan Hewtémal bahar bayramı, Kürtlerin eski hesap dedikleri Rumî takvimle 17 Mart’ta başlayark, 21 Mart Newroz’una kadar kutlanır. Bu süre içinde, ağaçların yer yüzüne secdeye geldiğine inanılır. Zira yer altında narlanmış sıcak bir saç vardır. Bu saç, toprağı ısıtır. Yani modern dilde Cemre, toprağa düşer. Köylüler bu günlerde, umumiyetle ırmak kenarlarında ve ırmak sularından yıkanırlar. Bir Pirin yönetiminde dirik ağacında kesilen uzun ince dal kesilir. Halka yapılarak uçları bağlanır ve güneşe karşı durularak, dualar eşliginde özellikle çocuklar ve ergen gençlerde, tıpkı yukarıda tarif ettigimiz dinsel icra tatbik edilir. Bundaki maksadın, çocukların 2014 ve ergen gençleri sağlıklı olmaları, uzun bir ömrün içinde beden ve ruh’un, güneş ile arasındaki olan gizemli bağın sağlanması arzu edilmektedir. Ayrıca ergen gençlerin bahtlarının açılması hedeflenmektedir. Kutsal Ocakta Yanan êzing/dar Kürtçe ezing/ ézing/ hizim ‘odun‘ sözcüğüne en yakın olan Hurri dilindeki “çam, ağacı“ anlamına gelen “azûyi“ ya da duman çıkaran anlamında kullanılan asuhi, ašuhi ’köknar‘ gibi sözcükler olduğu anlaşılıyor. Fakat, “yakmak, parlamak, kül olma“ sözcüklerinin Proto-Hint-Avrupa dilindeki karşılığı olan âs, azd, azg(h) sözcükleri, Kurmanci lehçesindeki êzing ‘yakacak odun‘ isminin etimolojik çıkış kaynağıdır. Zira odun yanar, yanarken parlar ve sonra kül olur. Hint Aryan dilinde âsa-h: ‘kül, toz‘; Hititit dilinde hasi/ haşi: ‘ocak‘; Latincede âra ‘kurban yeri‘ ve benzeri dillerdeki sinonimler, Kürtçedeki ezim/ ézing isim- Bir çok bölgede ocak evliyalarının adıyla anılan kutsal ağaçlar /ziyaretler bulunmaktadır. Bu ağaçların kıyısında olan su yatakları, dağ ve taşları da aynı kutsiyetle ele alınır. Bu mahaldeki ağaçlara çeşitli renklerde çaputlar, ipler bağlanır ve dileler tutulur. 14 14 Semah 2014 Aynı zamanda doğacak çocuğun yaş iken eğilmesi/ bükülmesine de yollama yapılan bu ritüelsel icrada, “tîrik/ dirik/ dar“ ağacının bir obje olarak kullanılmasıyla karşı karşıya olduğumuzun en açık bir ifadesidir. Yani buradaki dirik/ dar‘ın (uzun ince düzgün ağaç dalı) sağlık ve dolayısıyla doğurganlıktaki pozitiv yönünün takdis edilerek, itikat süreğine dahil edilmesi betimlenmiştir. leriyle aynıdır. (Kerim, 2013. 47, 48) Türkçedeki odun, Kurmancideki ézing ve dolayısıyla dar’a ilişkin bütün bu kodexlerin, ittikat yolundaki ocak ve ateş’le iç içe geçmiş derin felsefik açılımları bulunmaktadır. Hasılı, geçmiş yıllara özgü, tarımsal ortak yaşam alanlarındaki bazı süreçleri hatırlatarak konumuzu biraz daha anlamlaştıralım. Şöyleki; Her toplumda olduğu gibi Dersim Rêya Heqi itikatında da, elbette komşular arası bir çok husumet davaları olmuştur. Bunlar arasında sınır terpetmek, adam öldürmek, kız kaçırmak, hırsızlık yapmak ve benzeri vakaaları saymak mümkündür. Bu noktada ele alacağımız husus, hırsızlıkla alakalıdır. Otantik dönemin köylü yaşantısında her türlü hırsızlığın olabileceği de muhakkaktır. Fakat bu türden olgular içinde öylesine bir tabulu alanı vardır ki; dokunanın yanacağına inanılır. Bu tabu, kutsal ocakta (haşa/haq) yanan od, odun/ağaç, nâr anlamında da felaffuz edilen dar/ézing’dir. Sözlü anlatımlarda, istisnaları dışında hiç bir hane mensubu bu yolakta, kendisine ait olamayan bir ağacın odununu, izinsiz- hırsızlayıp da evine götürüp, ocağında yaktığına tesadüf edilmemiştir. İşte yukarıda aktardığımız veriler ışığında, esas konumuza dönecek olursak; Yol evladı/Ewladé Ré olup da yolun ince kurallarını bilen bir talip, asla hanesinin kutsanan ocağında, kendisine ait olmayan bir odun/ dar parçasını yakmaz. Çünkü; bu eylemiyle birlikte ailesinin soyunun kuruyacağına, ocağının sönüp/ batacağına, Kür/kör ocax olacağına inanır. O ocakta yananın, par- layanın ve kül olup tükenenin yine kendisi olacağını iyi bilir. Benzer bir yaklaşım olarak bu bağlamda, ziyaret ağaçlarının kuruyan odunları da, kesinlikle eve sokulmaz ve ocakta yakılmaz. Bütün bu doneler, ağac/dar ekseninde kodlanarak geliştirilmiş batıni felsefeyle içselleştirilmiş, birer farklı takdis formatlarına işaret etmektedir. Unutulmamalıdır ki, Derwêş Yunus (1238-1328), yıllarca bağlısı olduğu hanenin ocağına düzgün odunlar/êzingler/darlar taşımıştır. Zerdüşti izlekten gelmiş ve farklı takkiyelerle ittikat süreğinde gizlenmiş Ocak, ocakta yanan odun/dar, bu odunun ateşi ve hatta bu ateşin külü dahi kutsaldır. Bunlar dokunulmaz en kutsi mabutlardandır. İtikat önderlerinin kendi bağlılarını/ taliplerini, bilgi/ marfetlerinin ilahi ateşleriyle tutuştururlar. Kırkından sonra insan-i kamil mertebesine ulaşan bir talip’e mecazi bir dille darandin, talıb darandin kırım! Talıb mın darandin bu! derler. Yada Cem-i civat’ta cezbe içinde tewt/ zikr’e düşen talib için, hat eşqê >aşka geldi, yada darandın bu > tutuştu! Tamlamaları kullanılır. Kutsal Ağaç/ Dar Kültü Bir çok bölgede ocak evliyalarının adıyla anılan kutsal ağaçlar /ziyaretler bulunmaktadır. Bu ağaçların kıyısında olan su yatakları, dağ ve taşları da aynı kutsiyetle ele alınır. Bu mahaldeki ağaçlara çeşitli renklerde çaputlar, ipler bağlanır ve dileker tutulur. Kürtler arasında yaşatılan bu kültün, Aryan topluluklarından miras alınmıştır. Zira ağacın ölümsüzlügüne, ruhta ve be15 15 dendeki yenilenmenin bir simgeselliğine inanan Arya halkı, hayat ağaçı tapınımını geliştirmiştir. Ağaç/ dar, açık hava kült merkezlerinin en gözde objelerindendir. Yolun önderleri (Réberler) bu açık hava kültünün kutsanan objesini, elleriyle yaptıkları mekanlara/ dergahlara taşımışlardır. Çalışmamızın ilgili bölümlerinde deyindiğimiz gibi, bu kutsal dar objesi, bazen de kutsanan yılan < mar’la sitilize edilerek dergahlarda kapı > deri, asa> darik, direk > ustın/ ustın a reş, odun > ezing ve benzeri malzemeleri inanç alanlarında yaşatmışlardır. İşte bunlardan birisi de Elazığ’ın Karakoçan ilçesine bağlı şimdiki adıyla Üçbudak olan Delikan köyünde; “Şıx Delil-i Berxêcan ağacı“, (Dar a Berxêcan) vardır. Anlatıma göre Şıx Delil-i Berxêcan, seceresinde yazılan 43 Kürt cemaatinden birisi olan Cemaat u Delikan‘ı (Delikan aşireti) burada ziyaret eder. Cem-i civat’tan sonra, suyu olmayan bu köyde, asasıyla su çıkarır ve oraya diktiği asası, anında yeşerir. Bağlıları bu ağaca; “Dar a Şıx Delil-i Berxêcan“, çeşmeye de “Kaniya Şıx Delil-i Berxêcan“ adını vererek, köyün altındaki bu alanı, asırlardan beri kutsarlar. Sahada alan araştırmaları/çalışmaları yapmak için Kasım 2010 yılında gittigimiz Delikan köyünde, var olan bu tarihsel kültik miraslarını yakınen görmüş ve yaşlı köylülerle sohbetlerde bulunmuştuk. Dara Berxêcan ‘Berxcan ağacının’ kökü, 10 metre genişliginde bir büyüklüge sahiptir. Toprak üzerinden biraz yükselen gövdesi hemen ikiye ayrılmış, ikiz şeklinde yükselmiştir. Dalları kalın ve oldukça yaygın Semah olup, hem enine ve hem de boyuna doğru gelişmiştir. Bazı dalları yere değerek, toprak üzerinde uzayarak tekrar yukarıya doğru yükselmektedir. Dallarının kapladığı alan, tam 86 metrelik bir oval biçimde kavis çizmektedir. Özellikle yaz aylarında aileler gelip burada kurbanlar kesip, Şıx Delilê Berxêcan’ı yad ederek anmaktadırlar. Bu ağacın kuruyan dalları toplanıp, hemen yanı başında üst üste yığın edilmişitir. Bu kuruyan dallar, yakıt amaclı evlere asla götürülüp yakılmamaktadır. (Yalgın, 2013a: 181-183) İşte ittikat tarikinin Kurmanci dilinde kutsanan dar (ağaç) sinonimi olan ezing de (odun) aynı kutsi değerlere mahzardır. Ağac’ın yani dar’ın Kürt halkı içindeki kutsanan yeri, en az M.Ö. 3 bin yıllık bir antik tarihe sahip olan, Kürt coğrafyasında yaşayarak bir çok uygarlığa imza atan ve dolayısıyla günümüzdeki bir çok Kürt aşiretlerinin kökenini teşkil eden Hurrilerden bu yana, büyük bir öneme haizdir. Günümüzdeki Kürtlerle, antik Hurri aşiretleri arasında aynı isimlerle, aynı kutsal alanlarda kullanım şekliyle birlikte Dar’ın itikat yolunda yaşatılması, İslami verilerle hafife alınarak değerlendirilmesi, hem İslami kaidelere ve hem de tarihsel açıdan itikat süreğine yapılacak en büyük bir haksızlıktır. Ağacın/ dar’ın kutsallığı, Rêya Heqi İttikatında, Ehl-i Haq’lar de ve Êzdailerde hep aynı öznelere işaret etmektedir. Örneğin Êzidiliğin yaradılış mitolojisindeki aktarım, kutsal ağaç üzerinden şöyle betimlenmiştir. Kerim’in verdiği bilgiler arasında şunlar yer almaktadır: “Dünya sular ile kaplıydı ve tanrı, sırtında beyaz inciyi taşıyan kuşun üzerine konup dinlenmesi için, kökleri yerin dibine, dalları ise gökyüzüne doğru uzanan bir ağaç yarattı. Bu ağacın adına “Dara Herheré“ denilir. Ayrıca Tanrının yer yüzündeki temsilcisi Meleké Tawus’da, Tawus kuşu ile sembolize edilir. “Dara Herheré“ sözcüğü analiz edildiğinde, Dar, ağaç, herheré sonsuzluk, bitmeyen anlamını içerir.“ Ayrıca Kerim, sözkonusu “herheré“ sözcüğünun “Hurri“ adıyla olan sinoniminine vurgu yaparak, Avesta’daki efsanevi koruyucu/ muhafız Hara dağı arasında da bir ilişki kurar. (Kerim, 2004: 31, 32) Zira bu dağda iyileştirici ve ruhani niteliği olan ölümsüzlük ağacı veya bitkisi Haoma/ homa bulunmaktadır. (Avesta, 2013: 476) Çok enterasandır, zira İtikat yolunun bağlıları arasında yer alan özellikle de Dımilki lehçesinde Homa, aynı zamanda Haq kavramı yerine de kullanılmaktadır. Êzdailerde ki Dara Herheré tanımı, tıpkı Réya Heqi itikatında Dar é Heq/ Haq kavramıyla, aynı anlam içeriğine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Karakoçan, Delikan Köyündeki “Dara Şıx Delil-i Berxêcan“ 16 2014 Erkân, Tarix/ darik İtikat tarikindeki Helqa ocaklarının bağlıları, özellikle ocak evlerinde muhafaza edilen ve adına farklı sinonimle tarix/tarıq veya darik dedikleri, dinsel ayinlerde kullanılan yaklaşık 80 cm ya da 1 metre uzunluğunda düzgün ağaçtan elde edilmiş mukaddes bir asa bulunmaktadır. Bu kutsal asa aynı zamanda Dar a Erkân, Darik/Tarıxê Erkân yada sadece Erkân tamlamalarıyla da bilinmektedir. Bir yönüyle Erkân > rükn, direk/dar’ın çoğuludur. Aynı zamanda ocak banilerinin devr-i daim ettikleri ruhsal aşamalarına işaret etmektedir. Diğer anlamıyla, ocak banilerinin Rêberlerinin toplumsal alanın içsel hiyarerşisinde ortaya koydukları yasa, kural ve ilkelerin ayinsel bütününe Erkân-ı Ré/ Raa da denilmektedir. Yine bu alanda da bir çok mefhum deyimler türetilmiştir. Örneğin Erkânı Ré/ Raa> Yol erkân. Erkân-ı meydan > kuralların görüldüğü meydan. Ketina Erkânê > Erkâna girmek, Erkân-ı evliya > Pir, inancın/ itikatın direği, Erkân-ı semê > Semah Erkânı. Bir de, dinsel düşüncenin yörüngesindeki ehli kâmillerin dillendirdikleri “Erkâname” tabiri var ki; Dar veya direknâme anlamına gelir ve bu tanım, “Levh-i kelam” anlamında olup, inancın yazılı ya da sözlü kurallarını içeren değişmez, vazgeçilmez, ilkeler bütününe işaret etmektedir. Doğal olarak; Rêya Heqi itikatı ocaklarını, Bektaşi ocaklarından aryırt etmek maksadıyla literatürde; “Erkân ocakları/ Ocaxê Erkân; Erkânlı ocaklar olarak da bilinmektedir. Ağaç’tan olan bu mukaddes objeye Kurmanci dilinde, “darık/ tarıx/ tarıq” derlerken, Türkçe’de; asa/ deynek/ çubuk” denir. Topluluk üyeleri yeminlerinde, sıklıkla darıka vurgu yaparlar. Örneğin bir ocak banisi olarak darê Berxêcan, darê Kureşi, darê Bamasur, darê Axucan ve benzeri kutsalların darik’ı ‘asası’ üzerine and içerler. Yine genel kapsayıcı manada; darê Xızır, darê Heq, darê Yimam Husên, darê Semah Mansur diye niyaz ederler. İtikat tarikinde bu idol, aynı zamanda inanılan ocağın kutsal karekteristik ögeleri arasında Kiştim Mar (Başı yılan görünümündeki sihirli asa) Marê Reş ‘kara yılan kültü yer almaktadır. “Mar” Kürtçe’de “yılan” demektir. Yeri gelmişken, dar > ağaç kutsiyetiyle bütünleşen mar figürü tarıq, darik paralelinde, kürek sapında da aynen karşımıza çıkmaktadır. Arya uygarlığında özellikle de Hatamtilerde (Elamlar, M.Ö 3000-640) yılan kültü çok belirgindir. Arya uygarlığına ait arkeoloji, tarih, kültür alanlarında yapılan araştırmalarda elde edilen bulgular oldukça ilgi çekicidir. Doğu Aryan’da (Sus, batı İran) bulunan bir Zigurat’ın (Ziyaret) şapel’inden çıkan ve MÖ. 8.yy la ait, saplı bir yılan olan ve bir bütün olarak yılana benzeyen kürek (mar, mer) elde edilmiştir. Bu yılan saplı kürek, Tanrı Nabu’nun (Xwebu) Mar’ı olarak bilinmektedir. (Mihotuli, 1992: 60, 61, 93, 168) Burada bir diğer önemli husus, yılan’ın Kürtçe’deki adı Mar, kürek’in ise Mer olmasıdır. Mér’in aynı zamanda Türkçe’deki karşılığı ise erkek, yiğit anlamına gelmektedir. Ağaç > Dar patentinde elde edilen yan kültler arasında yılan > Mar, kürek < Mer, ve erkek/ yigit > Mér sinonimleri itikat tarikindeki Dergah/ ocak alanında kutsiyetle sahiplenilmiştir. Aynı zamanda, özellikle bazı Ermeni 2014 yazılı kaynaklarında (Natanyan, 2010:59; Şahbazyan, 2005: 20-33, Kerim, 2010: 55-57; Mıhotuli, 1992: 180) Antik çağlarda Mar; Kürtlerin (Gordyene, Korduk, Kurdik) toplumsal adına da işaret etmektedir. Konuyla alakalı olarak Selahaddin Mıhotuli, Mar sıfatının kahraman, savaşçı ve Merd anlamı taşıdığını belirterek; Mitanniler dönemindeki asilzade ve yöneticilerine verilen “Mariyannu” adı ile Mar’ın eş anlam taşıdığını ve bunun günümüz Kürtçesinde de mer ve Mir olarak kullanıldığını hatırlatmaktadır. Yine ek olarak da Eski Arya Tanrısı Mihri’nin (Mithra) isminin de bu sıfatla ilgili olduğunu belirtmektedir. (Mıhotuli, 1992: 180) Ali Hüseyin Kerim ise, konumuza farklı bir boyut daha getirerek, Êzidi Kürtlerin Meleké Tavus’a, tanrı anlamına da gelen Merik dediklerini hatırlatır. (Kerim, 2010: 57) Yılan, tıpkı ağaç kutsiyetinde görüldüğü gibi, Hurri inançlarında ölümsüzlüğün ve tıp/ medizin alanında bir simgesel figür olarak kullanılmıştır. Sümer krallarından Gudea (MÖ. 2275-2260) döneminde, tıp-eczacılık, sanat ve dinsel alanda; yılan, hayat ağacı ve yumurta birer mukaddes sembol olarak kullanılmıştır. Bu dönemde yılan, kral Gudea’nın ecza kasesinde iki yılanlı amblemler bulunmaktadır. Örneğin bu kase, Paris’te Louvre Müzesinde bu- 17 lunmaktadır. Hayat ağacı ve yılan sembolizmiyle birlikte, yukarıda da kısmen hatırlattığımız üzere yumurta/ hék, hak, he figürü de, yine itikat tarikinin yaradılış mitinde yerini almıştır. Antik çağlardan beri Kürtlerin milli dini olan Yaresan (Rêya Heq, Ehl-i Heq, Êzidi) ve benzeri yapıları inancında ve izleğinde günümüzde dahi siyah yılan/ Marê Reş’ler asla öldürülmez. Bunların zararsız olduklarına ve hatta Mar a Reş’lerin, batın alemde itikat bağlılarıyla musahip/ ahret kardeşi/ bıra yé exreti olduğuna inanılır. Bununla birlikte bölge halklarında da mar kutsanmaktadır. Mar, Ermenice’de aziz, efendi, Süryanice’de evliya anlamına geldiğini hatırlatalım! Ocak bağlıları arasında, darik’ın korunduğu evin bir ziyaret olması hasebiyle, oraya Kiştimê Evliya, Ziyarê Ewliya, Erkânê Ewliya, Darikê Ewliya denir. Rêya Heqi itikatında Kiştim Mar dedikleri bu darikın ‘asanın’ kökleri, taa Sümerlerdeki (M.Ö. 4000-2000 arası) Gılgameş efsanesine kadar dayanmaktadır. Orada ebedi gençliği/ ölümsüzlüğü sağlayan otu, Gılgameş, bir yılan’a kaptırır. Yılan’ın kabuk değiştirerek gençleştiğini ve ölümsüzlüğünü görür. İtikat tarikinde bu formasyona don değiştirme> kıras büheri denir. Bu dizge, inançın temel felsefesinde var olan ruh göçü, yani bir reenkarnasyon‘ işaret etmektedir. Bu uzantıda, Hakka yürüyen birinin ardından don değiştirdi, Devr-i daim oldu, Hakka yürüdü Semah tamlamaları türetilmiştir. Yılının kabuğu/ gömleği istisnasız bütün Kürtler arasında bolluk ve beraketin sembolü olarak saklanırdı. Yine Kurmanci dilinde Şahmaran (Yılanların Şahı) nezdinde kutsadıkları bu kült, Mezopotamya’dan bir çok kültürel katmanlara akide kalıntısı olarak geçmiştir. (-Yılan’ın, Kürt geleneğindeki Kadın ile alakalı olan kultik nüansları hakkında, Rojda Yıldırım’ın Özgür Politika (11 Eylül 2011 Pazar) gazetesindeki “Yılanlar ve Kadınlar“ adlı makalesine ayrıca bakınız) Hiç kuşkusuz ki, ağaç neslinden elde edilen darik/ tarıq; Réya Heqi ittikatının ritüellerinin olmazsa olmazları arasında kullanılan kutsal, özdeksel bir araçtır. Bu nesne, Ezidi/ Ezdai Kürtler için de aynı kutsiyette telakki edilmektedir. Bu inanç antik çağlardan günümüze kadar gelmiş ve günümüzde bile halen Kürtler içinde takdis edilir. Dersim bölgesinde ise ittikat tarikinin Batıni felsefesi içinde köklü bir objeye işaret eden bu asa-yılan kültünün tarihsel kökleri, yine bu bölgede MÖ. 6000’li yıllara dayanmaktadır. Çemişgezek (İşuwa) Pulur (Sakyol) da 1968-1970 yılları arasında, yapılan yeraltı kazılarında elde edilen arkeolojik bulgular arasında, aynı oda katında bereket tanrıçası idolünün yanısıra, geniş ekin çukurları (Buğday/ un petekleri) kenarına sokulmuş, boyu, 1,5 metreyi aşan bir yılan iskeletine rastlanmıştır. Tahıl peteklerinin hemen yanında Yılan iskeletinin bulunması, bolluk ve beraketin kalıtsan bir yönünü açığa vurmaktadır. Rêya Heqi itikatında ona, tarıq/ tarıx/ darık derlerken, Arapçaya da bu dilsel kanaldan geçtiği sanılan “Tarik” kavramıyla; Yol, Meslek, Tanrıya ulaşmak için bir ulunun tuttuğu yol, Araç” manaları anlaşılmaktadır. Sırf bu cümle içinde, Réya Heqi (Tanrının, doğru-dürüstlerin, gerçegin yolu! Sırat-ı müstakim: tek doğru yol) itikatında tarix/ darik’in, Arapçadaki tarik’le yani yol’la nasıl da benzeşik, bir ittifak halinde oldukları anlaşılmaktadır. Bununla; Arapça literatürüne geçen kavramların, ittikat süreğinde paralel seyriyle birlikte, ezoteric içsel-mecazi yüklemlerle kullanıldığı anlaşılmaktadır. Öyleki Tarıx/ Tarıq; Hakka giden tarik/ Rê/ Riya/ Raa ‘nın en kutsanan bir değeri olmaktadır. Hakkın yolunda kutsanan ve inanç ritüellerinde bir icra aracı olarak kullanılan darik’in tarihsel geçmişi, bir anlamıyla Zerdüşt’e (MÖ. 628-551) kadar gider. Zerdüşti inancında adırgah ‘ateş tapınakları, ocaklarında’ bulunan ve adına Baresma denilen bu düzgün asa hakkında Mehmet Korkmaz, şunları bellirtir: “Zerdüşt inancının ayinlerinin yapıldığı zaman kullanılan bir deynegin adı. Özel olarak hazırlanan bu deynek, törenin idare edilmesinde işe yaramasından ötürü kutsal olarak kabul edilir...”(Korkmaz, 2011: 400) Yine Zerdüşt’ün Mazda inancının yazılı Avesta kitabında Baresma (düzgün çubuk, ağaç, odun) “dini törenlerde kullanılan nar ağacının ince dalları” (Avesta, 2012: 476) olarak tarif edilir. Dahası Avesta’nın muhtelif bölümlerinde kutsal olan Ateş, Su, Hava ve Toprakla birlikte Baresma, diğer kutsallarla birlikte hep anılır. (Avesta, 2012: 45) Öyle ki; Avesta’da, kötülük ve kirliliğin vücut bulmuş hali olan yalancılık iblisine (druğ), bu kutsal değnekle vurulur. Avesta dilindeki Druj (drux) ‘yalancı, yoldan çıkaran’, Kurmanci lehçesinde derew/ dirow; Kırmanci (Zazakî) lehçesinde ise zuri’dir. Burada dikkat edilecek olursa, Avesta’daki druj ile modern Kurmanci lehçesinde derew/ daraw-in sözcüklerinin nasıl da yazım formatı ve içeriğiyle benzeşik kelimeler olduğu anlaşılacaktır! Avesta’nın Visperad 2. Bölümü sırf Baresman’a ayrılmış toplamda 11 ayrı başlık altında ele alınmıştır. Bunların her birinde “Bu Baresman eşliginde..” diye başlayan, ayinlerde yapılması gereken ritüeller ve birlikte dillendirilmesi gereken dualardan söz edilmektedir. Örneğin “ ve kutsallıkla yayılan senin Baresmanına şükranla yaklaşmak istiyorm. (...) törensel ibadetlere ve Mazdacı dininin 18 18 2014 daimi görevlerine şükranla yaklaşmak istiyorum” (Avesta, 2012: 165) diyerek kutsanmaktadır. Köksel isimler içinde Baresma/ Barsom adı, aynı zamanda ağaç’dan yani dar’dan yapılan Baston adına bir referanstır. Zerdüştlük’te kutsanan ve dinsel ayinlerde kullanılan bu değnek, Rêya Heqi itikatının geçmiş yıllarında aynen kutsanarak, Civat’larda kullanılmaktaydı. Özellikle görgü cem-i civatlarında, başta yolu yürüten genç kuşaklar ve insan-i kamil (40’ lı yaşlar) mertebesine gelmiş hakikat ehli olanlar, kutsanan bu darik/ tarıq’ın altından geçerlerdi. Haq’ın yolunda Pir’i, Mürşid’in eline aldığı tarıx’la/ darik ile, altında geçecek olan canın vücudunda dualar eşliginde gezdirerek, onu eski günahlarından (-yalan > druj, derew, zuri) arındırıp, hür-i pak olarak geleceğe devir-daim ederdi. Rêya Heqi ittikatı evliyalarının elinde hiç düşmeyen asa; civat’larda onun altında geçmeden Rêber, Pir, Mürşit ve hatta talip/ musahip bile olunamayacak kadar takdise şayandır. Bu işlem; ketin binê darik /tarıq > dar’ın/ tarıq’ın altından geçtik, manasıyla ifade edilirdi. Buna mukabilen Tarıx, nedense Muhammed’in ya da Ali’nin elinde tasarlanmamış ve ilgili yazılı kaynaklarda bu konuda yazılı veya sözlü hiç bir bahis açılmamıştır. Zira İslamiyet teolojisi ve sosoyolojisi açısında bunun mümkün olmadığı görülmektedir. Fakat bununla birlikte, hatırlatmalıyız ki; aynı baston/ asa; Ku’ran-ı Kerim’de de yer almaktadır. Buna karşın; Bakara: 57, Ta-ha: 18, Neml: 10 Kasas: 31 vb ayetlerde, Musa’ya ait bir asa olduğundan sözedilmektedir. Yine Tevrat’ta da, Harrun’un asasından sözedilmekte ve bu anlatım, Kur’an ayetleriyle aynı bir paralellik arzetmektedir. Öte yandan tasavvuf ehlilerin nazarında, kökleri; Hakkın zat-ı aleminde; (-yani arşı felek/ arşı rahman /gök yüzünün sonsuzluk sınırında, macro kozmos) bulunan Tuba ağacının dalları, yer yüzü cennetini gölgeledigi düşünülmektedir. Semah Darik-i Erkân Ocakları (Réya Heqi İtikatı) ve Peçeli Hacı Bektaş-i Ocakları Antik Rêya Heq itikatı ile Osmanlının yeniden dizayn ettigi Bektaşi tarikatı arasındaki pistişi ritüeller bazında en bellirgin ayırımsal özelligi Tarıx/ darık/ darik/ asa teşkil etmektedir. Bundandır ki, Bektaşiler, 1900’ün ilk çeyreğinde Dersim merkezli Rêya Heqi ocaxzadelerde, ocaklarda var olan bu kutsi objeyi, toplatıp yakmışlardır. Ocaxzadelere dayatılan bu davranış biçiminin asıl temelinde, Kürt Rêya Heqi itikatı Evliyalarının, yukarıda zikr ettiğimiz şekliyle Zerdüşti gelenekten günümüze taşıdıkları ve içtenlikle bu sembole olan bağlılıkları yatmaktaydı. Örnegin Kazım Karabekir (1882-1948) “Kürt Meselesi” adlı kitabında inceledigi Dersim Kürt aşiretlerinin inançsal kökenleri hakkında verdigi bilgiler dahilinde, iman ve ittikatlı Seyyidlerin, Ali’nin değnegi ve ziyaretgahları üzerine icra ettikleri dinsel ritüellerinden sözeder. (Karabekir, 1995: 87, 88) Aslına bakılırsa meselenin mahiyetini şöyle açımlayabiliriz: Tarıq olgusu, sürek açısından başlıbaşına ele alınması gereken en temel gerçekliklerden birisi olarak karşımızda durmaktadır. Lakin Dersim Kürt ocaklarını, benzeri ocak ve süreklerden ayıran en bellirgin objelerinden biri olan tarıq/ darik/ asa, aynı zamanda topluluğun, Ehlibeyt süreğiyle (-El pençe) çelişen güçlü delillerinden birisidir. Tarik-i tarıq; Yolun/ gerçeğin asası/ çubuğu Rêya Heqi itikatında sadece Cem-i civatlarda değil, aynı zamanda hak-hukuk alanında komşular arasındaki anlaşmazlıklarda da üzerine yemin edilerek sulh yapılmasını sağlayan bir kanun objesidir. Bektaşilere göre asıl olan ağaç degil, el-pençe dir. Çünkü el-pençe (avuç içi) Ehlibeyt’in, özellikle de Ali’nin elidir. Bu tamlamalarla kendi ellerini, Ehlibeytin eli yerine koyup, soylarının Ehlibeyit kanalından geldigini rötatif bir manada dile getrimişlerdir. İnanç merkezinin tarihsel akışı içinde Bektaşilerin pençe, Dersim ocakzadelerinin ise tarik/ tarıq/ darik süregine dahil oldukları bilinmektedir. İslami literatürde de 19 19 2014 varolan Pence-i Ali Aba kavramı, bir bakıma Ehl-i beyt’i temsil eder. Bektaşilerin Cemi civatlarında Pir’in eli/pençesi, Ehlibeyt’i temsil ederken, Dersim Rêya Heqi ittikatında ise pençe değil de, tarıq/ tarıx/ darik (asa) pirin elinde bir mukaddes ve adalet aracı/ objesidir. Réya Heqi itikatındaki ağaç kutsiyeti, bir yönüyle bu cenahta ele alınmalıdır. Darê/ Coyê Xizirî/ Hızırın Dar’ı/ Deyneği Ittikat süreğinin inkişafı içinde özellikle ocak Rêberleri Dar/ Ağaç sembolizmine öylesine derin manalar atfederek, maddi ve manevi yaşam alanlarında onu, elde ve dilde düşürmeyip bütün kötülüklere hükmetme, bütün iyliklerin kapısını aralamada gizemli bir anahtar olarak kullanmışlardır. Bu alanda vereceğimiz örnekte ise, Pirin elindeki darik’in adı, Kurmanci dilindeki Co, Cov, Coleke dediğimiz, Türkçe karşılığı olan çubuk, sopa‘ dır. Kelimenin etimolojik kökeni hakkında Ali Semah Hüseyin Kerim kısaca şunları dile getirmektedir: Proto-Hit Avrupa dilinde uidhu, sözcügü Kürtçede Co/cov/ Coleke; sopa, “iwa/ şiv/ şewt“. Esnek ve kısa çubuk isimleri için sınırlı değişiklik temelinde kullanılıyor. Buna göre Türkçe sopa, değnek isimleri, Kürtçede şiv ‘sopa‘ Ço, çov ise ‘çubuk, değnek‘ benzer kelimeler olup, aynı zaman ve mekan koşullarında ağaç cinsinden türlere verilen ad olarak telaffuz edilmiştir. (Kerim, 2013: 46) Her halukârda burada ilgi çekici olan: Pir’in dilinde deruni dualarla, elinde kutsanan darik’tir. Tekrar etmek gerekirse, bu darik, Zerdüşti ayin ulularının elindeki kutsnan Baresma ağacı’dır. İslamiyet halkası içinde bulunan kimileri için ibtidai bir tapınım arzeden bu görünümdür ve farklı zamanlarda pejoratif tanımlarla anılmıştır. Mesela bu konuda; genç Cumhurriyetin resmi ideoloğu Hasan Reşit Tankut, 1935’de yaptığı alan araştırmaları sonucu “Zazalar Hakkında Sosyolojik Tetkikler” adı altında elde ettiği verileri, tepeden bakan bir uslupla şöyle dile getirmektedir: “... Çünkü Yezidiler arasında ve diğer bazı Aliyullahlar’da, bu değnek yemini değneğin üzerinden atlamak suretiyle yaptırılır. Dersim’de değnek yemini şu şekilde yapılır...Seyit, değneği cemaatın ortasına atarak “Bu Ali’nin değneğidir, and iç” diye emreder. Müddeialeyh (-hakkında dava açılan, suçlanan kişi, e.y) kabahatli ise vaziyeti korkunçtur. Yalan yere yemin edemez ve itirafa mecbur olur. Masum ise değneği yerden kaparak öper. Ve elini ensesinden dolaştırmak şartiyle değneği boynunun üzerine kor. Hiç bir Alevî’nin bu yemine hiyaneti tasavvur edilmez. Zaten Seyit, her türlü itiraf imkânları münselip olmadan bu yemine müracaat etmez. Değnek ortaya atılınca yeminden istinkâf eden suçu kabul etmiş demektir. O zaman ona “duruşmadan vaz geçtim cezaya razıyım” demek düşer. Ve deyince mesele kalmaz. Fakat duruşmadan vazgeç- mekle beraber hükme kerhen razı olduğunu iddia ve “davam hak davası olsun” sözünü sarfederse korkunç ve tüyler ürpertici bir vaziyet tahaddüs eder. O dakikada müddeialeyh müthiş bir heyecanın, müddei mehabetli bir korkunun ve bütün Cemaat uğursuz bir endişenin zebunudur. Her üç taraf da bu akibeti asla istemez ve dinlemezler. Müddei bu şekilde bir itirafını temin edeceği menfaattan ve tazminattan ürker, haklı da olsa onlara el sürmekten korkar. Çünkü hak davasında taraf teşkil etmek Alevî için hayat boyunca süren bir azaptır. Müddeialeyh hak davasında ısrar ederse, müddei davasını geri almasını rica eder. Bu ricayı dinleyenler tekrar eder, Jüri heyeti tekrar eder. Bizzat Seyit yalvarır ve bütün oba (-aşiret, ey) yalvarır. Duruşmanın hak davasına kalması, yani dünyada görülmemesi bütün boyu (-aşireti, e.y) kötü ve korkunç bir sıkıntı içinde bırakır ve nihayet sulh çaresi bulunur. Davalınn hak davası haline geçtiği pek nadirdir. Görülüyor ki Seyidin riyaset ettiği ruhani cemaatlar ağaları korkutacak kadar kuvvetli ve nafizdir. Çünkü onlar ruhani, ağalar cismanidir.” (Tankut, 1935: 483) Tankut’un darik/ Tarıq ile alakalı verdigi bilgilerin kısmen doğru olduğu bir gerçektir. 1930’lu yıllarda itikat süreğinde darik’in cemat/ mahkemelerinde şaşmaz bir mizan-ı adalet tarazisine takabül ettiği bilinmektedir. Zira Kurmanci darax sözcügünün Türkçe karşılığının düzen anlamına geldiği gibi, düzen’i yani darax’ı sağlayan kişinin de (-itikat önderleri) diğer kişiler (-talip, bağlılar) karşısındaki yücelik ve güvenirlik derecesini ifade eder. Bu bağlamda; daraz, darazandin, darazin; hüküm,hüküm altına almak, yargı, egemenlik, mahkeme, yargılama ve bir karara varmak gibi benzeri adalet kavramlarını içinde ihtiva eder. Ço ya Xızır > Xızır’ın cubuğu-asası. Tarik-i Haq > Hakkın yolu, Hak/ hukuk/ adalet yolu, Haq’ın çubuğu/ asası. Yine Dar a Heq, dar a Xızıri, dar’a yimam ısén bi, Ço ya heq, Çoy a 20 2014 itikat benzeri gibi adalet, hak ve hukuku kendisinde simgeleştiren darik/ tarıq/ tarıx muhakeme / sorgu/ sual anında ortaya çıkarıldığında, ihtilaflı tarflar arasındaki haksız kendiliğinden sucunu itiraf eder, o ana kadar nefsinin esiri olmaktan kurtulup, haka ve hukuka yüzünü döner. Böylece berdar > asılmaktan (yani düşkün ilan edilmekten) kurtulur. Görünen ve bilinen yönüyle; Osmanlının Mücahit Alaylarına katılan Bektaşi dergahının istegi üzerine, 1914-18 lerden itibaren Sıvas’tan kalkıp, Dersim’e giden Axucan’lı Séy Aziz (tahmini doğumu: 1870), yereldeki yardımcılarıyla birlikte Dersim Kürt ocaklarına ait, darık’ları tek tek kırıp yakmıştır. Tespit edebildigimiz kadarıyla, kırılıp-yakılan darik’ler arasında en son 1918 lerde, Şıx Delil-i Berxêcan ocağının “Ewliyayé Kiştimi Pilvankan” dedikleri tarıx’ı kırılıp-yakılıp yok edilmiştir. Asıl itibariyle, Séy Aziz’in Seyyidlik, Evlad-ı Resul, Ehlibeyt ve benzeri söylemler üzerinden haraket ederek yeni bir anakronizm geliştirmiştir. Dersim Kürt Réya Heqi itikatı ocaklarının temel bir erkanı olan tarıq/ darik’i, Bektaşilerin İstanbul merkezli Şahkulu Sultan dergahı’nın postinişinlerinden Mehmet Ali Hilmi Dedeba (1842-1907), yedi kıtâlı bir nefesiyle çok ağır bir şekilde şu dizelerle hicv eder:: “Sufi niçin taptın kuru değneğe/ Tapacak Pençe-i Âl-i Aba’dır/ Değneğe hebadır emek vermeğe/ Ehli Beyt pençesi derde devadır.” mısralarıyla başlayıp, nefesinin son kıtâsının, son iki mısrasını “İkrar ile iman yol pençededir / Çöpe erkân demek büyük hatadır” diye bağlamaktadır. Böylece ocaxzadeler nezdinde taktiksel bir yol tutmuş ve Dersim Kürt ocaxzadelerini, yarı-gönüllülük temelinde buna ikna etmiştir. Ocaxzadeler üzerinde bu söylemlerin etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bu tarihsel olaydan sonra Dersim ocaklarında bir içsel kırılma meydana gelmiştir. Kandaş Seyyidler topluluğundan erkanın-ı Semah darik’i terkedenlere, Purut yani dönek denilmişitr. O günden sonra ocak içinde kandaş olan Pirépiranlar, Pirler ve Rêberler kendi aralarında kıyasıya büyük tartışmalar yaşamışlardır. Makamsal düzeyde yürütülen bu içsel münakaşalar, zaman içinde Dersim ocakları, Mürşidlik babında kısmen de olsa zımnen Hacı Bektaşi Veli Dergahına bağlanmıştır. Ocaxzadeler üzerinde bu söylemlerin etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bu tarihsel olaydan sonra Dersim ocaklarında bir içsel kırılma meydana gelmiştir. O günden sonra ocak içinde kandaş olan Piripiranlar, Pirler ve Réberler kendi aralarında kıyasıya büyük tartışmalar yaşamışlardır. Makamsal düzeyde yürütülen bu içsel münakaşalar, zaman içinde Dersim ocakları, Mürşidlik babında kısmen de olsa Hacı Bektaşi Veli Dergahına bağlanmıştır. Nitekim Berxêcan ocağının kendi içindeki varolan tartışmalara yeni bir boyut eklenmiştir. Bundan dolayı Helqa ocaklarında artık darık’ın olmayışından ötürü, civatlar bile uzun aralıklara yayılarak ve bazen de sadece sembolik olarak yapılmıştır. Bağlanan civatlarda, darık’ın olmayışı talipler üzerinde de bir burukluğun yaşanmasına ayrıca vesile olmuştur. O tarihten itibaren, kimsenin tarix altında geçmediği, dolayısıyla yola kabul ritüellerinin askıya alındığı, ortak hafızalarda halen yaşatılmaktadır. Velhasıl bu tarihten sonra Dersim ocakları, cem-i civatlarını, erkân/ darık üzeri yapamaz olmuş ve bu aşamadan sonra içsel huzursuzlukar baş göstermiştir. Sonuç Yerine; Dirok ‘tarih’ Umumi görüşe göre Türkçe bir sözcük olarak bilinen Tarih (History) kavramı, aslında Arapçanın Tevarih fiilinden üretilmiştir. Arapça karşılığı; İşe yaramaz diye bir kenara atılmış nesne. Yine Farscada Tàrik, Karanlık fiilinin karşılığıdır. Arapçadaki Tarih kavramı, Kurmanci dilinde; Dirok, Tarıx olarak yer edinmiştir. Bu te- mayla: Di-, görmek anlamına geldigi gibi Di’nin Dû- Dûv- Dûr- anlamına gelen uzak sözcüğüyle eşanlamlı olması da muhtemeldir. Dir, aynı zamanda cevahir, elmas benzeri değerli taş anlamında da kullanılmaktadır. Dirok’un ikinci sözcügü olan -rok, Kürtçe’de Ro-Roj türdeşi olup, Gün/ gündüz ve Güneş anlamlarında GünGünler kavramını içinde ihtiva ettigi gibi, Rok’un, farklı bölgelere göre aynı zamanda Yol anlamında kullanıldığı da görülmektedir. Dirok’un son eki olan –rok yada –ok, bölgelere göre konuşulan Kürtçede bazen çoğul eki olarak da kullanılmaktadır. Müannens kelimelerle, eylemlilikler (masdarlar), sıfatlar bununla çoğul şekle sokulmuştur. Yani, bir nispet eki olarak kullanılmıştır. Aynı zamanda –ok eki, Kürtçe’de isimden isim türetmek için de kullanılır. Örnegin, Dil-ok, Ser-ok, Dir-ok ve benzeri! Bu dengesel ölçümlerle Tarih/ Dirok sözcüğünün Kurmancideki morfolojik açılmı, Geçmişte kalan uzak günler, gidilip görülmesi gereken uzak yerler, yürünmesi, keşfedilmesi gereken uzak yollar gibi anlamlarla ele alınması pekala mümkündür. Güneş altında olan hiç bir şey, yeni ve ilk değildir. Bir toplumun geçmiş tarihi, yazılmaz ve geleceğe yazı kanalıyla aktarılmazsa, o toplumun yeni nesil bireyleri, egemen toplumların ucuz yemi haline getirilir! Toplumda ruhsal bir yıkıma işaret eden bu acınası tablo, özellikle yeni nesil kuşaklar için, dayanılmaz ve sarsıcı bir süreç olacağı bilinmelidir. Bundan dolayıdır ki, sözlü tarih araştırmalarıyla geçmiş asırların izi sürülmeli ve elde edilen verilerin tasnifi yapılarak, acilen dokümantasyon merkezleri oluşturulmalıdır. Buraya kadar kıssadan-hisse kabilinde sıraladığımız, Rêya Heqi ittikatının kabülleri arasında yer alan dar > ağaç kültünün tarihsel dayanaklarının derinlikli kökenin, antik çağlara kadar gittiğini kısmen de olsa göstermeye çalıştık. Rêya Heqi itikatının kendi orjinalitesinin temelinde, Kürtçe diline 21 2014 kaynaklık eden ve yine antik proto Kürt aşiretleri konfederasyonunun ortak bir adı olan Hurrilere uzandığı anlaşılmaktadır. Bütün bu gerçekliklerin bir takım araştırmalar sonucunda elde edilen bulgularla, günümüzde daha bir netlik kazandığı artık görülmektedir. Asırlardan beri itikatın Piépiranları, baw u gal’lerinden miras aldıkları bu antik inancı, en son kertede takkiye amaçlı İslami kılıf altında yaşatmak zorunda kalmışlardır. Bu İslami kılıf aralandığında, inancın İslamiyetle öznel bir ilişkisinin olmadığı açığa çakmaktadır. Zira Réya Heqi itikatının dizgeleri içinde, yukarıdan beri sıladığımız iç içe geçmiş kodexlerin, motiflerin, sebol ve bunların anlamlarının İslami kural ve kaideler içinde izine rastlanılmaktadır. Ve fakat bilinmektedir ki; bu inancın mensupları, dönemsel olarak Şer-i İslamın Şeyhülislamları tarafından çıkarılan fetvalarla, topluca katledilerek, dilsel inançlarından koparılmıştır. Kaynakca/ Bibliografya Avesta/ Zerdüşt, (2012) Avesta yaynları, İst. Karabakir, Kazım (1995) “Kürt Meselesi”, Yayına haz. Prof. Dr. Faruk Özerengin İstanbul, Emre yay. Kerim, Ali Hüseyin (2010) “Tarihte Balkan Yarımadasında Kürtler“Descriea CIP a Bibliotecii Nationale a României Kerim, A. Hüseyin, (2014) “Hurriler, Khurriler Kürtler“ Kürt Bilim ve Araştırmalar Enstitüsü, Hagen/ Almanya Kerim, A. Hüseyin, (2013) “Kürtçe Etimolojik Sözlügü/ karşılaştırmalı“ Kürt Bilim ve Araştırmalar Enstitüsü, Hagen/ Almanya Korkmaz, Mehmet, (2011) “Mitoloji Sözlügü“ Alter yay. Ankara Mihotuli, Selahaddin, (1992) “ Arya Uygarlıklarından Kürtlere“ Koral yay. İst. Natanyan, Bagos, (2010) “Palu - Harput 1878/ Çarsancak, Çemişgezek, Çapakçur, Erzincan, Hizan ve Civar Bölgeler“, Derlem yay. Ist. Haz. A. Yarman Şahbazyan, Hagop, (2005) “Kürt-Ermeni Tarihi“, Kalan yay. Ankara Tankut, H. Raşit, (1935) “Doğu ve Güneydoğu Bölgesi Üzerine Etno- Politik Bir İnceleme“ Kürdoloji belgeleri, Haz. M. Bayrak, 1994, Özge yay. Ankara Yalgın, Erdoğan (1013) “Cemal Abdal Ocağı/ Ocaxé Cemal Avdel“ Alevi Ocakları ve Örgütlenmeleri (Der) Haz. Erdal Gezik ve Mesut Özcan, Kalan yayınları, Ankara Semah 2014 Dar hukuku anlayışında eş ve eşitlik HAŞİM KUTLU [email protected] “On dört yıl dolandım Pervane’likte Sıtkı ismin buldum divanelikte Sundular aşk meyin mestanelikte Kırkların ceminde dara düş oldum” (Sıtkı Baba) A “ levilikte Hukuk” konusuna girmeden, hoş görünüze sığınarak, her vesileyle yaptığım gibi anlatımıma zemin teşkil edecek olan, son derece önemli gördüğüm bir kaç hususa değinmek istiyorum. Genel olarak dinlerin, özel olarak Aleviliğin, bu bağlamda da Alevilikte hukuk konusunun, benim baktığım yerden anlaşılabilmesi için aktaracağım hususlara değinmek zorunlu gözükmektedir. Söz konusu hususlara geçmeden, bütün bu konulara kapı aralayan, Aleviliğin ele alınışında kendi düşünsel evrimimin üç önemli konağına değinmek istiyorum; Birincisi; Alevilikte kadının yerine ilişkin sorduğum soruyla ilgilidir. 1993 yılında, Sivas katliamının ön günündeydi. Alevilik bütün zamanlarında olduğu gibi yine kadınından vurulmuştu. Çocukluğumuzdan bu yana dışımızdan bizi kuşatan ve baskılayan en köklü vurma biçimiydi bu ve her yerde ve her zaman kimliğimizin saklanmasına neden olmaktaydı. Dostu da düşmanı da ne zaman Alevilik-Kızılbaşlık söz konusu edilse, bu topluluğu kadınıyla andı öylede tanımladı. Etkilenip tepkilenmeden “neden” diye sordum. Bulduğum yanıtları Kızılbaş Kadın adlı çalışmamda, öncelikle Alevi camiasına sonrada okurlara sundum. Bu soruyu hala sormakta ve yanıtını hala aramaktayım. Bulduğum yanıtlar Kızılbaş Kadın ikinci ciltte yer alacak. İkincisi; günün Aleviliğinde bir seyirlik uygulamadan öteye gitmeyen kimilerinin “Dar adaleti” kimilerinin “Halk Mahkemesi” olarak ifade ettiği Alevilikte hukuk konusuna dairdi. Aleviliğin bir hukuku var mıydı ve bu hukuk nasıl bir sisteme dayanıyordu? Bu sorulara ilişkin bulduğum yanıtları, birinci basımı Kaldıraç yayınlarında, ikinci basımı 2005 yılında Yurt yayınlarında yapılan, “Kızılbaş Alevilikte Yol Erkan Meydan” adlı çalışmamda yer aldı. Sorduğum sorunun üçüncüsü ise gerçekte din nedir nasıl ele alınmalıdır sorusuydu. Üç asırdır adeta kılasize olmuş haliyle Rasyonalizmin tanımladığı gibi din, akıl dışı hürafalar yığını bir afyon paketi miydi? Ya da, yer yer bir kültür olayı olarak ifade edilse ve bu bağlamda ideolojik bir üst yapı kurumu olarak tanımlanıp ortaya konulsa da rasyonalizmin ufuk hattında kalan Marksist tanımlarla dini anlayabilir miydik? Bu sorunun yanıtını da 2006 yılından itibaren hala aramaktayım. Böylesi toplumsal konulara ilişkin olarak, eğer doğru sorulara sahipseniz, mutlaka yanıtlarınızda olur. Sorunuz yoksa, yanıtınız da yoktur. Ben soru sordum, tabi ki Alevi Yolunu kavradığım, inandığım ve yaşadığım ölçüde yanıtını da verdim. Ve yine tabi ki, bu yanıtlar, benim yanıtlarımdı. Kimsenin katılması ve beni doğrulaması da gerekmiyordu. Ama aynı sorular, ilgili herkesin hala önündedir ve herkesinde bir yanıtı olmak lazım gelir. Susmak ya da yok saymak doğru değildir. 22 22 Son sorunun bağlamından hareketle konuya girmek istiyorum. İster tek tanrılı ister çok tanrılı olarak tanımlansın, kapitalizm öncesi tüm siyasal yapılar, tanrı ya da tanrılar adına tanımlanıyordu. İman ve itikat bu yapılanmaların ayrılmaz bir koşulu olarak, yapılanmalardan ayrı değil onların içinde yer alan bir öğe olarak ifade ediliyordu. Kapitalizm, kendisinden önceki bu toplum ve devlet süreklerinden farklı olarak kendi üst yapısal formatında, siyasal alan-özel alan ayrımı yaptı ve özel olanı siyasal alana karıştırmadı. Siyasal alan adına ulus dedikleri toplumun iradesi adına dizayn edildi. Kapitalist toplum öncesi yapılanmalarda ise irade tanrı ya da tanrılar adınaydı.Toplumun en örgütlü ifadesi olarak devlet formatı içine, insaninsan, insan-toplum, toplum- devlet ilişkileri bağlamında hangi disiplin giriyor olursa olsun cümlesi tanrı ya da tanrılar iradesine göre tanımlanıyordu. Kapitalist toplumda bir tekmil üst yapısal organları ulus iradesi adına düzenlediler. Onun dışında bir varoluşa da izin vermediler. Özellikle Fıransız devrimi ile birlikte, önceki din/devlet yapılanmasını, bir başka deyişle, kurum ve kuruluşlarıyla bir tekmil siyasal yapılanmasını alanın dışına kovdukları halde, bir zaman sonra, kendilerinin tamamıyla iman ve itikat konusuna indirgemeleri ve sadece bu alanla sınırlı olarak toplumun gereksinmelerini karşılamak koşuluyla geri dönmelerine izin verdiler. Böylece anayasal düzenlemelerinde, “kişiye özel” olarak ifade edilen alan kapsamından anlaşılmak üzere, eski dinlere yer vermiş oldular. Semah Bu halleriyle onlar, artık yeni toplumsal yapılanmasının bir bileşeniydiler. Buraya kadar olan biten belki bir ölçüde anlaşılırdır. Ancak anlaşılır olmayanlar var. Şöyle var; çok hızlı ve çok genel bir anlatımla açıklamaya çalıştıklarımdan da anlaşılacağı üzere, hiç bir din, bu gün ele alındığının aksine, bir iman ve itikat konumuna indirgenemez ve öyle de ele alınamaz. Ne ki, Kapitalist toplum yapılanmasının bir ifadesi olarak ulus devletler çağında, başından beri bu ayrım yapıldı ve dinler, bir iman konusu olarak ifade edildi. Dahası, bu yaklaşım bütün tarihsel evrelere uygulandı. Adeta bu gün kılasize olduğu biçimiyle, devlet ve toplum tarihinin her evresinde dinler, sadece bir iman ve itikat konusudurlar! Öylece de ele alınmışlardır. Devlet işlerine karıştırılmamışlardır. Bu kavrayış düzeyine göre zaman zaman dini siyasallaştıranlar olmuştur ve din ile devlet işleri bu yüzden bozulmuştur!.İşte en temelde anlaşılır olmayan da burasıdır.. Sadece bir iman konusu olarak ele alınsa yine kapitalist toplumun gereksinmeleri açısından bu indirgemecilik, bir biçimde kabul edilebilirdi ama din nedir sorusunu rasyonalizm ve poztifizm, “akıl dışı hurafalar yığını”olarak yanıtlamıştır. Bu ise bütün bir tarihselliğe, son derece kaba bir sansür koymaktan başka bir anlam ifade etmedi. Bu zeminden bir adım öne çıkış yapan Marksist literatür de, kapitalizm öncesi dinleri en fazla üst yapısal bağlamda bir ideolojik kurum olarak gördü. Analizde ve kavrayışta rasyonalizmin ufuklarını aşamadı. Yol kavramı, maddi ve manevi yaşamın ortaklık temelinde örgütlendirilmesinin adıdıdır ya da genel ifadesidir. Sürek ise etnilere tekabül etmek üzere, Yol’ un her bir etnik topluluk özgülüne göre gerçekleşmiş halidir. 23 23 2014 Semah Başlı başına bir çalışmanın konusu olan bu hususları daha fazla açmak ve sizleri bununla meşgul edecek değilim elbet. Alevilikte hukuk gibi Aleviliğin kavranmasında en hassas ve ayırt edici bir konuya, hukuk ve ahlak konusuna girerken, bu girişe yukarıda da belirttiğim gibi girmek zorundaydım. Şimdi, bu meydana Alevilikte hukuk konusunu getireceğim ama söze ‘Alevi İnancı’ diye başlayacağım. İnanç dediğiniz insansal edinim, bilgi bilimine göre, “kişinin inanıyorum dediği her şeydir ve kişiye özeldir”. Hal böyle olunca, hemen anlaşılacağı üzere ister kapitalizm öncesi hukuk olsun, isterse kapitalist toplum hukuku olsun, inanç kavramıyla açıklamaz. Çünkü inanç her şeyden önce bir analiz kavramı değildir. Ayrıca bir insanal edinim olarak her ilişkinin içinde bir öğe olarak ya da boyut olarak yer alabilir ama o ilişkinin ya da o disiplinin kendisini, örneğin bir hukuku ve onun alanını açıklayamaz. Özetle tekrarlayacak olursam; hiç bir din sadece bir iman konusuna indirgenemez, öyle ele alınamaz. Her dinin adına ifade edildiği bir ya da daha çok kutsalı vardır. Bu bağlamda kutsallık, ispatın değil imanın konusu olarak dinlerin içinde yer alır ama dinlerin tamamı, ait olduğu toplumun bütün bir üst yapısal formatını tanımlar. Onun tamamıdır. Yukarıdan beri açıklamaya çalıştığım bağlam ışığında Alevilikte Hukuk ve ahlak konusuna gelince; Alevilikte temel kurumsal yapının Ocak sistemine dayandığı artık ilgili herkesin bildiği bir durumdur.Tarihselliği itibariyle bizim coğrafyamızda çekirdek toplum birimi Ocaktır ve ocak, kandaşa dayanmaktadır. Literatürde bu “kılan” olarak geçmektedir. Çekirdek ocak, örgütlü toplum özellikleri bakımından soy süreği açısından çekirdeği oluşturuyordu ve kutsaldı. Bu bakımdan sonraki kutsallıklar evriminde de çekirdek ocak kutsalı, tekleşmiş ve tekelleşmiş tanrı kutsallığının da temelini oluşturuyordu. Çekirdek kutsal, üç temel bileşenden oluşuyordu. Birincisi, ortak beslenmedir. İkincisi, ortak barınmadır(ev-hane). Üçüncüsü ise “üreyim” olarak da tanımlayabileceğimiz kendinin yeniden üretimi yani doğumdur. 24 24 2014 Kandaş hukukun temelini de bu üç kutsal belirliyor, sevk ve idare diyordu ama bütün belirlemeler, kandaşın kendi alanıyla sınırlı olarak gerçekleşiyordu. Açıktır ki, kandaş ortaklık, kandaşın maddi ve manevi ihtiyaçlarına göre anlam kazanıyor, ihtiyacına göre ilkesi kandaşlar arası yaşamın esas ilkesi olarak yaşam buluyordu.Kandaş hukukuna, bir başka deyişle “Kutsal Ana” yasalarına içerik kazandıran da bu ilkeydi. Alevi toplumu içinde, bir biçimde hala dillendirile gelen “Rıza Şehri” anlayışının dayandığı kadim kökler, işte kaynağını kutsal kandaş ocağın “İhtiyacına Göre Yaşam” ilkesinden alır. Tarihsel ve toplumsal olarak devlet ve bu bağlamda egemenlikler süreğinde, büyük merkezileşmelere, imparatorluklara doğru evrilmeye dönüştüğü bir süreçte, buna koşut bir karşıt faktör olarak, ortaklık toplumu yapılanması olarak kandaş Ocaklar ve Kandaş Kardeşlik süreği de, önce Ocaklar arası kardeşliğe ve Ocaklar arası ortaklığa doğru evrilir. Sonra da, bu zeminden hareketle Yol Kardeşliği’ne evrilir. “Yol bir sürek binbir” erkanınca bağıtlanan ve bu temelde organize edilmiş “Yol Ortakığı”na evrilerek gelişir, dönüşür. Yol kavramı, maddi ve manevi yaşamın ortaklık temelinde örgütlendirilmesinin adıdıdır ya da genel ifadesidir. Sürek ise etnilere tekabül etmek üzere, Yol’ un her bir etnik topluluk özgülüne göre gerçekleşmiş halidir. Denilebilir ki, M.Ö. 1200 yıllarından M.S. 600’ lü yıllara dek ocaklar arası kardeşlik süreği, 600’ lü yıllardan itibaren de Yol Kardeşlıği’ne doğru bir evrim süreği işler.M.S 12.yüzyıla gelindiğinde, Anadolu ve Yukarı Mezopotamya’da hem örgütlülük bakımından ulaşılan düzey, hem de oniki merkez ocaklar arasındaki organizasyon bakımından, bütün zamanların en mükemmel olduğu bir konağa işaret eder. Tabi ki, bu süreç doğrusal bir çizgi izlemedi. İnişli çıkışlı ve eşitsiz gelişen Semah 2014 Günün Aleviliğinde bir seyirlik uygulamadan öteye gitmeyen kimilerinin “Dar adaleti” kimile rinin “Halk Mahkemesi” olarak ifade ettiği Alevilikte hukuk konusuna dairdi. Aleviliğin bir hukuku var mıydı ve bu hukuk nasıl bir sisteme dayanıyordu? üiü bir yol izleyerek, bu evrim konağına ulaşırken, doruktan inişe geçişin de başlangıç evresi oldu. 1240’lı yıllarda yaşanan büyük katliam. talan, göçertme ve dağıtma olayı, tarihsel olarak söz konusu Ortaklık süreğinde, ilk büyük kırılmaya da işaret etti böylece... **** Genel olarak Aleviği, özel olarakta Kızılbaş Aleviliği, egemen sistemler dışı kılan, esasında temel yapıları arasında yeralan Adalet kurumudur. Dahası, esas ve öz olarak adalet kurumudur. Kızılbaş Alevilik, tarihsel geçmişinin bütün dönemlerinde, egemen olan ve kendisini çevreleyen hukuk ve adalet anlayışlarının dışında kalmıştır. İster köleci, ister feodal, ister kapitalist olsun, tarihsel geçmişinde süregelen özel mülk sistemleri ve sistem sahibi devletlerle, özellikle adalet dağıtan kurumlarıyla hiç barışık olmamıştır. Devlet denilen organizasyon da dahil olmak üzere ona ait bütün kurumları, özellikle de adalet kurumunu, doğanın yasasına en aykırı bir kurum olarak görmüş ve dışlamıştır. Genel bir nitelemeyle bu kurumlara ve onu vareden yasalara,”Nefs Yasaları” ya da “Nefs Kurumları” adını vermiştir. Sömürü ve zulüm üzerine kurulmuş bir binanın adalet ve vicdan binası olamıyacağını, Adalet ve vicdanın, ortaya konulan yaşam şartlarından ayrı oluşamıyacağını, dolayısıyla sözkonusu yaşam şartlarının “İhtiyacına Göre” erkanına uygun düzenlenmesiyle, hem hakkaniyete hem de rızalık vicdanına uygun düşen adaletin gerçekleşeceğine inanmıştır.Yine bu bağlamda adaleti ve vicdanı olmayan kapılardan adalet dilenmemesi gerektiğini, Yol İkrarıyla Yol’a girmiş her yol evledına, “Oniki Erkan”dan birisi olarak meydan tenbihidir diye belirt25 25 miş ve bağıtlamıştır. Bu farklılığa, ayrıntıda bir farklılık gibi bakılamaz. Yol’a giriş koşulların başlangıcını, “İkrar” kavramıyla karşılanan söz bağlamındaki kural(erkan) oluşturur. Üyesi olmak üzere topluma girişin, o toplumun üyesi oluşunun en temel koşuludur ikrar. Toplumun dışında bir varoluş olmadığından ikrar, birey ile bireyi, (bunu esas olarak bir can ile canlar topluluğu olarak ifade etmek gerekir ama can denildiğinde de insan süretinde can denmek istenmediği, in- Semah 2014 Yol’un Aleviliğinde, ikarasız olarak yola girilmez, şimdilerde özde değil sözde yapılan cemlerde, nasıl ki Dar olmak, seyirlik olmuş ise sözün geçtiği her yerde ve düzeyde ikrarda, seyirlik olmuştur. “Eline beline diline” olarak ifade edilen ikrar sözü bir tekerleme gibidir.!. sanda dahil doğadaki bir tekmil canlının kastedildiği bilinmelidir.) birey ile toplumu, o toplum ile o toplumu kuşatan her olgu arasındaki, sürdürülmesi istenen ilişkilerin tamamını tayin eder ve düzenler. Bu yönüyle bakıldığında bir tekmil hukukun ve adaletinde muhtevasını verir. Günün Aleviliğine bakılarak, bu meydana sunduklarımın ne içeriğini ne de anlamını kavramak mümkün değildir. Burada ne söylemişsem Yol’un Aleviliğinin yaşadığı geçmişe dairdir. Yol’un Aleviliğinde, ikarasız olarak yola girilmez, şimdilerde özde değil sözde yapılan cemlerde, nasil ki Dar olmak, seyirlik olmuş ise sözün geçtiği her yerde ve düzeyde ikrarda, seyirlik olmuştur. “Eline beline diline” olarak ifade edilen ikrar sözü bir tekerleme gibidir.!. Oysa Yol’un Aleviliğinde İkrar, üçlü terkip halinde dillendirilir ve yola girmiş olanı yaşamının her merhalesinde bağlar. Yıllık sorgu- sualden(Görgü) geçen her can, önce kendi kendisinin yargıcı olur ve özünü, bu bağlamda Hak Meydanı’na açar. Daha başında verdiği ikrar, dar 26 26 olduğunda ona yol gösterir. Ne demişti verdiği ikrarda; “doğru düşüneceğim, dogru söyleyeceğim, doğru ve sağlam yapacağım. Elime, dilime ve belime sahip çıkacağım Eşime(karıma ya da kocama değil eşime), işime, aşıma sadık olacağım”. İşte terkibi bu olan ikrar erkanı, bir canı Hak ve Hakikat meydanına çıktığında, önce kendisinin yargıcı olur demiştik. Özüyle kendini dara çektiğinde, aldığı eğitim ve terbiye gereği o can bilir ki, vücudunun her zerresi ondan davacıdır ve sorgular Semah onu. Örnek olsun, İkrarın ikinci terkibindeki “el” sahibine sorar;”Ey sahip ben ki senin elinim. Ben de çok marifet vardır. Ben yaparım da yıkarım da. Hele dile gel, sen bana bir yıl boyunca neler yaptırdın, neleri yaptın onardın, imar ettin, neleri yakıp yıktın?” Görüldüğü üzere, şimdilerde dillendirildiği gibi “çalma, yalan söyleme, harama uçkur çözme” gibi son derece dar ve sıradan bir ifade değildir. Bir canın kendini sorgulaması aynı zamanda meydanın kendini sorgulamasıdır. Kimse o meydan da başkasının yanlışı üzerinden kendini doğrulayamaz. O meydan Hak meydanıdır, Hak ve Adalet Meydanı’dır. O meydanda görülen, başka bir meydan da görülmez!.Hepsi yaşadığımız bu dünya gerçekliği içindir. Verilen ikararın isbatı, Müsahipli olmaktır.Yol’a girişin başıdır, esasıdır. Yola girmek demek, Alevi topluluğunun Alevi olarak vatandaşı olmaktır! Kadim Yol gerçeği açısından doğru kavram, “Müsahip” değildir ama şimdilerde bu kullanılıyor. Doğru kavram, Türkçe olarak “Eş ve Eşitlik Kardeşliği” dir. Kürtçe, Farsça ve Zazaca karşılığı, “Bıraye Müsavi”dir. Ortaklık toplumuna üyelik, daha başından eşleşerek ve eşitleşerek olunur. Başka türlü mümkün değildir. Bu noktada hiç bir yanlışlığa meydan vermemek için, tarifi bile yapılmıştır ve şöyledir. “Hal ile halleşecek, sonra yarolup yarleşeceksin, sonra yol ile yoldaş olacaksın. Hal ile halleşmeyen, yar olup yarleşmeyen Yol ile yoldaş olamaz”. Bu erkan Yol’a girmenin ilk eşiğidir. Bu aşıldıktan sonra eşler bir araya gelir, bacı-kardeş olmak için kendi aralarında, hal birliği, dil birliği, fikir birliği, gönül birliği ederler. Sonra da Pirlerinin, Reyberlerinin ve ikararlı diğer kardeşlerinin Meydanına çıkarlar. Orada gerçekleşecek ve bağıtlanacak olan Yol ile Yoldaşlık erkanına göre onlar, “malı mala,canı cana katacak, bacı kardeş olarak dört baş bir beden olacaklar”dır. Hukuken bu gerçekleşme durumu; özgürlüklerin sınırlanması değil birbirine katılarak daha geniş bir özgürlük alanının yaratılmasıdır. Eğer deyim yerinde ise Modern Kapitalizmin en temel hukuk ilkesinin zıttıdır bu kural. Detaya girmeden ifade edelim;”bir bireyin özgürlüğü bir başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter” denilerek bağıtlanmıştır kural. İlk algılanışta son derece olumlu bir etki yaratıyor insanda. Devletli sürek bağlamında, örneğin kilise hukukuyla kıyaslandığında, belki, görecel olarak böyle bir rahatlama doğaldır da. Ama birinin özgürlüğünün diğerininki ile sınırlandığı bir düzenlemde, bireyin ait olduğu toplumdan ayrı bir varoluşa sahip olamıyacağına göre, bireyin özgürlüğünden sözedilemez aslında. Birey ile toplum arasındaki ilişki bakımından bu daralan hukuk ilkesini mantıksal sonucuna kadar devam ettirdiğimizde,. “toplumun özgürlüğünün başladığı yerde bireyin özgürlüğünün bittiği gerçeği ile karşılaşmamız kaçınılmaz olur. Devam ediyorum. Toplumun örgütlü bir ifadesi olarak devletle toplum arasındaki ilişkide ise, Devletin özgürlüğünün başladığı yerde de toplumun özgürlüğü bitiyor ve gerçek özgür olan da, devlet olarak karşımız çıkıyor.Yaşadığımız somut gerçeklik ise bundan başka bir şey değildir. Bu nedenledir ki, özgürlük talebiyle meydan tutanlar, devletin özgürlük alanına saldırarak işe başlarlar. İşte bundandır ki cümle devletler ve o devletlere sahip olanlar, tarih boyunca, Alevilik gibi ortaklık yapılanmalarına başından beri düşmandırlar. Başından yok sayılmalarına sebep suçlarının esası ve özü budur. Yolun başında, “Eşitlik Kardeşliği”nin bu şekilde bağıtlanması, aynı zamanda cinsler arası ilişkiyi de tayin eder. Cinsler arası ilişki “Eş” ve “Eşitliğe” dayanır. Literatürde buna, “İki Başlı Evlilik” denir. Şimdilerde tek eşli evlilik olarak dillendirilen 27 2014 İşte terkibi bu olan ikrar erkanı, bir canı Hak ve Hakikat meydanına çıktığında, önce kendisinin yargıcı olur demiştik. Özüyle kendini dara çektiğinde, aldığı eğitim ve terbiye gereği o can bilir ki, vücudunun her zerresi ondan davacıdır ve sorgular onu. ilişkinin temeli ve doğru tanımı budur. Tek eşli evlilik deyimi, kadını örter erkeği öne çıkarır. İki başlı evlilikte, kadın kendi haklarıyla erkek kendi haklarıyla bir araya gelirler, Haklarını ve özgürlüklerini birbirlerine katarak eşleşirler. Bu nedenledir ki Müsahip Meydanının(cemi) diğer adı, “Eş Meydanı”dır.Birleşmenin bu hukuk esasına göre gerçekleşmesi, olası bir ayrılığın da nasıl olabileceğine kapı açar. Uygulama, aynı esaslar çerçevesinde gerçekleşir Sonuç olarak, genel çerçevesini verdiğim bu yapılanmaya ikrar ve müsahiplik noktasından baktığımızda, açıkca görüleceği üzere bu toplumda erk yoktur. Astlık ve üstlük yoktur. HER CAN O MEYDANDA EŞTİR, EŞİTTİR. Makam ya da aynı anlamda Post’dan sözedildiği yerde de, varmış gibi görülen şey, belirttiğim anlamda bir astlığa ya da üstlüğe değil, yetkinliğe dayanan ve temelinde sevgi olan bir saygınlığın anlam kazanmasından başka bir şey değildir. Yol terminolojisine göre Ariflik ya da Bilgelik, bu bağlamda marifet sahibi olarak sevk ve idare etmeye, bilmeye ve bilgeliğe duyulan saygıya dayanır. Çünkü meydan, emir meydanı değil, “Rıza Maydanı”dır. Semah 2014 Dar kültürü üzerine anılar “Horasan’lıydı. Kürd’tü. Onu Kızılbaş ve Kürd olduğu için astılar.” Şimdi düşünüyorum da ünlü Kürdleri ya Arap, ya Fars, ya da Türk olarak tanıtıyorlar. Hallac’ı Mansur’u Fars olarak tanıttıkları gibi... Ayrıca ne hikmetse biri dışında bütün kitapları da kayıp. Nedense Kızılbaşların yazdığı kitaplar hep kayboluyor. FİRAZ BARAN [email protected] Ç ocukken yaşlıları dinlemeyi severdim. Bugün araştırmacıların derlediği birçok konuyu ben dinleyerek ve yaşayarak büyüdüm. Bu açıdan şanslıyım. Bu yazıda dar kültürü üzerine Pazarcık’ta anlatılanları aktaracağım... Hemen popüler bir konuyla giriş yapayım. Hüseyin Doğan’ın Dara Kaldırılması Olayı Her ailenin bir piri vardır. Bizim ailenin pirleri de Şixraş Ocağı’ndandır. Bu ocak Ağuçan Ocağı’na bağlıdır ve Pazarcık’taki önemli ocaklardandır. Adı beytlerde de geçer: Daste gûlî minî raş o Mi da çinî faş ba faş o Yo core ma bige Ocoxe Şixraş o Bu ocağın olduğu köyün adı da Şixraşon’dır ve Sinan Cemgil’in şehid edildiği İnekli (Türk) köyüne 2 km mesafededir. Bilinmesi için yazayım: O dönem Şixraşonlular şehidlere sahip çıkmıştır ve yasını da tutmuşlardır. Hüseyin Doğan işte bu Şixraşon köyünde yargılanıyor. Bu meşhur bir hikayedir. 1938’de Doğu Dersim’deki aşiretlerin teslim olmasını sağlıyor. İşgalci devlete hizmet ediyor. O aşiretlerin önemli bir kısmı Türk devleti tarafından katlediliyor. Bunun üzerine Adıyaman ve Pazarcık’taki Ağuçan Ocağı’na bağlı pirler bir toplantı yapıyor ve Hüseyin Doğan’ı dara kaldırıyor. O toplantıda Hüseyin Doğan babalıktan (mürşidlik) oybirliğiyle atılıyor ve evinin önüne siyah taş konulmasına karar veriliyor ve kovuluyor. Bunun anlamı şu: Kimse ona selam vermeyecek. Ona selam veren düşkün sayılacak. Bir nevi hem kadroluktan atılıyor, hem de toplum dışı yapılıyor. Aynı toplantıda babalık görevi Adıyaman Bulam köyündeki Gozal Dede gilin ailesine veriliyor. 28 28 Babasının rolünü bugün oğlu İzzettin Doğan oynuyor. O nedenle örgütlü olmamız ve yaptırım gücüne sahip olmamız lazım. Yani dardan inmeyen bir adam (Hüseyin Doğan) milletvekilliği yaptı, Malatya halkı destek verdi. Devlete hizmet eden İzzettin de bizi Türk ve Müslüman yapmak için her şeyi yapıyor ama yine de destek görüyor. Bunlar yanlıştır. Mansur’un Darı Üzerine Anlatılanlar KILOV yapan insanlara halac denir. KILOV’lar, çoban pardesüsü ve evlere halı niyetine sermek için yapılırdı. KILOV kuzu yünüyle yapılırdı. Uzun, kalın ve yumuşaktır. Ünlü şair Mansur çok iyi bir halac olduğu için adı Hallac-ı Mansur olarak kalıyor. Yani Halacçı Mansur anlamında. (ı-i takısı mensubiyet içerir.) Bizim yöremize gelen pirler, aşiqlar onun adını ağzına aldıkları zaman ciddileşir ve çocuklara tane tane tanıtır- Semah lardı. Hayatım boyunca unutmadığım bilgi şuydu: “Horasan’lıydı. Kürd’tü. Onu Kızılbaş ve Kürd olduğu için astılar.” Şimdi düşünüyorum da ünlü Kürdleri ya Arap, ya Fars, ya da Türk olarak tanıtıyorlar. Hallac’ı Mansur’u Fars olarak tanıttıkları gibi... Ayrıca ne hikmetse biri dışında bütün kitapları da kayıp. Nedense Kızılbaşların yazdığı kitaplar hep kayboluyor. Papirus kitaplardan kaybolmayanlarsa “günümüz insanları anlasın diye sadeleştirdik” denilerek Kürdçeden Türkçeye veya Farsçaya çevriliyor. Tekrardan pir ve aşiqlara dönersek... Soru sorarlardı: “Gözlü müsün?” “Özün Mansur’un darında mı?” Gözden, bilgeliği kastederlerdi. Mansur’un darı sözü de doğruluk yemini anlamına gelirdi. Babam 15 yaşındayken Halep’e kaçakçılığa gidiyor. Yolda hayalinde Mansur’un mezarını görüyor. Yol boyunca hep mezarı hayalinde görüyor. Köye ulaşınca üç gün kendine gelemiyor. 65 yaşındayken bana o günü anlatırken dili titriyordu. Yine cemlerde de pirler dua okurken her zaman ama her zaman mutlaka “özüm Mansur’un darında” sözünü yinelerlerdi. Halaclarla İlişkin Halaclar sadece kilov yapmaz. 2014 Halam Aşê Qumêş de bir halactı. Koyun ve kuzu yünüyle sayısız eşya yapardı. Örneğin gora (uzun çorap), kurik (kısa çorap) yapardı. Yine kilim niyetine yere serilen polos yapardı. Onların nakışları olmazdı, düz ve uzun çizgileri olurdu. Onun dışında yaptığı ev eşyaları şunlardı: Çol: Çuval Parda: Özel olarak Ster için yapılırdı. Yatakların konulduğu yere ster denilirdi. Parda, sterdeki yatakların üzerini örterdi. Bolîfe Risî: Yünlü yastıklar. Haqîw: Heybe Hayrê Mor: Hayrê Mor’dan erkek Pazarcık Alevileri itikatli insanlardır. Hangi köyden olursa olsun, bir pir veya ermiş geldiği zaman bütün köy yanına giderdi. Pirin veya ermişin sözü tanrı kelamı gibiydi. Hele ki cem olduğu zaman bu saygı daha da artardı. Dara kaldırma büyükten küçüğe bütün suçları kapsardı. 29 29 Semah 2014 Şimdi geriye dönüp baktığımda rızalık kurumu da dar kültürü de bize çok uzak. Yoksa biz köylerimizden çıkıp dağıldık da biz mi uzaklaştık? hep düşük yapar veya çocuklar henüz bebekken yaşamını yitirirler. Bunun üzerine Bollo dara kalkmayı kabul eder. Pirler gelir toplantı yapar. Bollo kararı kabul eder. Bollo’nun sırtına siyah bir taş koyarlar, boynuna da ip bağlarlar. Yaya Kosîklon köyüne götürürler. Gelini kaçırdığı eve giderler. Aileden pirlerin huzurunda özür diler, onlar da affeder ve rızalık alındıktan sonra dönerler. Bu olaydan sonra Bollo’nun doğan çocuklarının hepsi yaşadı ve büyüdüler. Pir ve Ermişler Tanrı Gibiydi şalvarı yapılırdı. Ayrıca yorgan, yastık ve döşeklerin içine de zaten yün konurdu. İşte Hallac-ı Mansur, özellikle kilovları yaparken sürekli şiirler-beytler okurmuş. Hem önceden yazdıklarını, hem de irticalen... Komedyen Bollo Evli Kadınla Kaçınca 20. yüzyılda Pazarcık’tan geçen en komik insanlardan biri Bollo’dur. Şehidleri, komedyenleri, ocakları ve sanatçılarıyla ünlü Maxsiyon köyündendir. Kürdçe yasak olmasaydı eminim Kürdistan çapında ünlü biri olurdu. Bir düğünde yemek masasında Bollo yine insanların garip halleri üzerine şakalar yaparken herkes kahkahalarla gülmüştü. Bollo’yu sonra yaşlılara sorduğumda bana darda kaldığı yıllarını anlatmışlardı. Olay şöyle gelişiyor: Bugünün behrinde yaklaşık 60 yıl önce Bollo evlidir. Kendi köylüsü olan bir kızı komşu köy Kosîklon’dan bir gençle evlendiriyorlar. Kız gönülsüzdür. Bollo gider kızla kaçar. Bunun üzerine Malatya’lı olan Pir Cücük İsmail ve Pazarcıklı olan Pir Mistkî Şekir Bollo’yu dara kaldırmak için çağırırlar. Bollo gitmez. Onlar da Bollo’ya cemlere katılmama cezası verir. Gel zaman git zaman, Bollo’nun eşi 30 Pirler veya ermişler geçmişte tanrı veya tanrıça gibiydi. Onlar bizim için kutsaldı. Pazarcık Alevileri itikatli insanlardır. Hangi köyden olursa olsun, bir pir veya ermiş geldiği zaman bütün köy yanına giderdi. Pirin veya ermişin sözü tanrı kelamı gibiydi. Hele ki cem olduğu zaman bu saygı daha da artardı. Dara kaldırma büyükten küçüğe bütün suçları kapsardı. İnsan öldürme ve evlilerin birbiriyle kaçması kesin ceza sebebi olurdu. Biri suç işlediği zaman varsa müsahibi o da otomatikmen yargılanırdı. „Sizi birbirinizi gözetleyesiniz diye müsahip yaptık“ derlerdi. Rızalık ile darın birbirine karıştırılırdığı da olurdu. Bu nedenle bazı cem toplantıları pirlerin teorik sohbetleri ve talipleri ikna gayreti ile geçerdi. Şimdi geriye dönüp baktığımda rızalık kurumu da dar kültürü de bize çok uzak. Yoksa biz köylerimizden çıkıp dağıldık da biz mi uzaklaştık? Semah 2014 Otantik Alevilikte dar-didar-adalet SÜLEYMAN DEPREM [email protected] T üm semavi dinler, var olan her şeyi, mistik ilahi güçlerin emri ile yaratılmış kabul ederler. Tüm toplumsal, Sosyal ve doğal yaşamı, evrimsel değişimin ve bilimin dışında bu ilahi savlarla ifade etmeyi kural olarak dayatırlar. Uymayanlar, günah, cehennem, öbür dünyada azap ve bu dünyada o kurallarla yetkilendirilmiş kişilerin cezalandırmalarıyla tehdit ederler. Varlığı tartışılmayan “O”na teslimiyeti dayatırlar. “O”nun değil, onun adına yazılan kuralları toplumsal yaşama dayatırlar ve teslimiyete zorlarlar. Bu kurallar değiştirilemez ve tartışılamaz. Neolitik dönemden bu yana Aleviler “IŞIK TAİFESİ” veya “IŞIK İNSANLARI” olarak anılırdı. Son 3 yüz yıllık bir süredir “ALEVİ-KIZILBAŞ” olarak adlandırılmaktadırlar. Osmanlı döneminde Işık insanları, İslam fetvacıları tarafından katliama maruz bırakıldıkları için bu isimle anılmaya başlamışlardır. İslam’ın asimilasyon politikasıni, Zerdüştiler tümden reddettikleri için kesin imhaya tabi tutulduklarından dağların doruklarına çekilmişler. Işık taifesi açıktan İslam’ı ret etmeyerek, “takkiye” uygulayarak, kabul etmiş gibi davranıp yine de kendi yaşam biçimlerini gizli yürütmüşlerdir Yinede imha ve asimilasyon baskısından kurtulamamışlardır. Alevi Kızılbaş isimlerini bu dönemde kullanmaya başlamışlardır. Kur’an ı Batıni yo- Neolitik dönemden bu yana Aleviler “Işık Taifesi” veya “Işık İnsanları” olarak anılırdı. Son 3 yüz yıllık bir süredir “Alevi-Kızlbaş” olarak adlandırılmaktadırlar. Osmanlı döneminde Işık insanları, İslam fetvacıları tarafından katliama maruz bırakıldıkları için bu isimle anılmaya başlamışlardır. 31 31 rumla izah etmeye çalışarak kendi ilkeleriyle uyumlu yanlarını yaşamlarına uygulamışlardır. Yine de katliam fetvalarından günümüze kadar kurtulamamışlardır. Zerdüştilerin bir kısmı yaşam ilkelerinin uyumluluğu dolayısıyla Alevileşerek varlıklarını günümüze kadar sürdürmüşlerdir. Işık insanları (Alevi-Kızılbaşlar), doğal yaşamın, evrendeki ilk patlamayla(Bing-Beng) oluşan sistemle başladığını savunurlar. Doğal yaşam kaynağı olan güneş sistemini ve top- Semah 2014 öldüren, zina yapan ve benzeri yüz kızartıcı eylemde bulunanlara uygulanır. Düşkün ilan edilen kişiye herhangi bir zor ya da eza işkence, hapis gibi yaptırımlar uygulanmaz. Ancak toplumdan tamamen dışlanır. Yemeği yenmez. Düğünü veya cenazesine gidilmez. Ortak toplumsal yaşama veya ceme alınmaz. Zaten bu yaptırım ölmeden ölmek gibidir. Bireyin işlediği her olumsuzluktan “MUSAHİP” i de sorumludur. Bunun için musahipler birbirlerinin tüm yaşamından sorumludurlar. Zaten Alevilikte BİR’lik vardır. Bireylik yoktur. Otantik çağdan bu yana Alevilerin toplumsal iç asayiş örgütleri yoktur. Rızalık şehrinde herkes birbirinden sorumludur. Bir otokontrol sistemi vardır. yekun evreni “HAK” olarak tarif ederler. Tüm canlıları bu “HAK” ın bir parçası ve yer yüzündeki tezahürü olarak görürler. “HAK” ın kendisine “ALİ” derler. Kamil insanı da HAK ve ALİ'ye en yakın “CAN” olarak değerlendirirler. “EN EL HAK” felsefesinin özü budur. Otantik Alevilikte Dat(adalet) Nedir Dar(yargı) Nedir? Aleviler CEM'lerde sadece ibadet yapmazlar. Tüm toplumsal, ekonomik ve sosyal sorunlarını bu cemlerde çözerler. zalı olan var mı? Diye sorulur. Varsa onlar barıştırılmadan cem başlamaz. Çünkü cem “BİR”lik meydanıdır. İkilik kabul edilmez. Ceme katılan hiç kimsenin rütbesi ve kariyeri yoktur. Buna pirler de tabiidir. Pirler YolErkan temsilcileridir. Herkes eşit haklara sahiptir. Cemde bulunmayan ve hakkında konuşulan CAN'da (ki bu can bir hayvan yada bir bitki de olabilir) bu eşit haklara sahiptir. Yargı konusu gündeme getirilir. Pirler huzurunda Tarafların ve şahitlerin görüşleri alınır. Karar aşamasında yine tüm canların önerisi alınır. Kabul edilen ortak karar PİR tarafından açıklanır. PAYLAŞIM Otantik Alevilikte özel mülkiyet yoktur. Rızalık şehrinde, her şey herkesin ortak malıdır. Sadece savunma araçları ve silahlar toplumu korumak için bireye zimmetli mülkiyettir. (bakınız: Karmatiler ve Alamut Kalesinde Yaşam) Ortak üretim ve ortak tüketim esastır. CEM'lerde bu şöyle sembolize edilir. Herkes ceme, evinde hazırladığı “LOKMA” sı ile gelir. Orada herkes kendi getirdiğini değil, arzu ettiğini yer. Konusuna göre CEM'ler şöyle adlandırılır: DAR (Yargı) CEZA : Dar sözü Hallac-ı Mansur'dan kalmadır. Hallac-ı Mansur DAR'ı “Kamil insanın tevhid kapısı” yani “HAK” la buluşma, Hak'la Hak olma kapısı olarak niteler. Ucunda ölüm olsa doğru bildiğini inkar etmeyeceği yerdir. Yol ehli kişi darda doğruları söyleme ikrarını yola girerken vermiştir. Cem başlamadan tüm katılanlar, ki bunların hepsi musahipli olup ikrar verenlerden oluşur. Önce Pir tarafından aralarında küs veya ni- Kızılbaş Alevi cemlerinde verilen cezalar, klasik devlet kurumlarının verdiği cezalar gibi incitici ve tahkir edici değildir. Yine toplum yararına bir yaptırım uygulaması olarak ilan edilir. Örneğin; mağdura yardım, köy bütçesine katkı, cem erkanına hizmet gibi. Ancak eğer tesbit edilen hata yada suçun niteliği bağışlanmayacak kadar ağır ise, kişi “DÜŞKÜN” ilan edilir. Bu insan 32 Görgü Cemi: Yılda bir yapılır. Tüm sorunların çözümü bu cemde sağlanır. İkrar Cemi: Eğitimden geçenlerin yola girmesi için yapılır. Musahip Cemi: Müsahip ikrarı verenlerin yol kardeşliği onay cemidir. Birlik cemi: Toplumsal kaynaşmayı ve dayanışmayı geliştirmek için yapılır. Muhabbet Cemi: Özel günlerde topluca sohbet ve muhabbet niteliğinde yapılır. Semah 2014 Kızılbaş-Alevilikte dar adaleti! Kızılbaş inancında Terim olarak Hallâc-ı Mansûr’un idam edildiği veya asıldığı ağaç direk anlamında dârağacını temsilen kullanılır. Alevilik’te talibin kendisini halkın ve hakkın adaletine teslim ettiği meydanda ikrar verdiği yerin adıdır aynı zamanda. İRFAN DAYIOĞLU [email protected] Pir Sultan’ım yeryüzünde Var mıdır noksan sözümde Eksiğim kendi özümde Dar’ına durmaya geldim A levilik MezopotamyaAnadolu kökenli kendine özgü bir inançtır. Alevi inancı merkezine insanı alan ve insanın yaşadığı dünyada eşit, özgür, iyi, mutlu, kendisi ile barışık, doğa ile dost, sevgi dolu, kardeşlik duygularıyla, dayanışma hisleriyle donanmış bir toplumsal inançtır. Alevi inancında üstün sınıf, üstün ırk, üstün insan, üstün cins yoktur. Alevilik bir doğal din, bir doğa dinidir. Doğa ile insanın çatışmasını değil uyumunu arzular. İnsan ile hakkın birliğinden kalkar, giderek bütün evrenin birlikteliğini amaçlar. Ya- şamı insan için çekilmez bir ceza olarak değil insana sunulmuş bir armağan olarak algılar. Alevilik yaşanılan hayatta başta tanrı korkusu olmak üzere tüm korkuları aşmak demektir. Bırakalım insanın bir başka insana kulluğunu, insanın tanrıya kulluğunu da kabul etmez. Aleviliğin yüzü yaşama dönüktür. Aleviliğin yüzünde her zaman bir gülümseme vardır. Alevinin yüreğinde ise aşk ve sevgi vardır. Alevilikte hukuk sistemi Hukuk; toplumsal yaşamı düzenleyen, maddi yaptırımı olan kurallar bütünü olarak tanımlanır. Toplumsal yaşamı düzenleyen başka kurallar da vardır, ahlak kuralları gibi, din kuralları gibi. Hukuk bu kurallardan"yaptırım" unsuru ile ayrılır. Alevilik tek başına sadece dini ritü- 33 elleri olan bir inanç değil, aynı zamanda bir toplumsal yaşam projesidir. Toplumsal yaşamın sürmesi için mutlaka ihlal edildiği zaman, kuralı ihlal eden kişiye maddi bir yaptırımın uygulanması gerekliliği ileri sürülür. Bundan dolayı nerede bir insan topluluğu yaşıyorsa orada hukuk vardır. Kadın eksenli komünal topluluktan ataerkil topluma geçişle birlikte toplumda sınıflaşmalarda ortaya çıkmaya başlamış, toplumdaki insanların üretenler ve üretmeyenler olarak çıkarları büsbütün farklılaşınca devletler ortaya çıkmış ve rızalığa dayalı ortak yaşamın yerini, zorunlu birlikteliğin sonucu olarak ortaya çıkan devlet kuralları almıştır. Devlet o toplumsal birlikteliğin dışında, ona yabancı bir güçtür. Devletin maddi yaptırıma bağlanmış kuralları hukuk olarak varlığını sürdürür. Oysa köklerini sınıfsal ayrışmanın oluşmadığı anaerkil toplumsal sistemden alan Kızılbaşlıkta toplumun kendisi tarafından konulup, yine bizzat toplulukça yaptırıma bağlanan kurallar vardır ki bu kuralları devlet erkinin kurallarından ayırmak için "hukuk olmayan hukuk kuralları" olarak adlandırmak yerinde olur. İşte Alevilere özgü hukuk sisteminin ve hukuk kurallarının özelliği, niteliği bu şekildedir. Burada kuralı koyan ve yaptırımı uygulayan bizzat topluluğun kendisidir. Roma hukukundan kalan "nerede bir toplum varsa orada hukuk vardır" kuralı özgür, bağımsız ve merkezi otoriteyi reddeden ve kendi varlığını kendi iradesiyle varkılan Alevi toplumu için de geçerli olmuştur. Semah Alevi Hukukunun Kökeni Alevilerin içinde yaşadıkları devletlerin kurallarının varlığına karşın, ayrı bir hukuk sistemi yaratmaları nasıl ve neden gerçekleşebilmiştir? Daha açıkça soracak olursak Alevilerin ayrı bağımsız, özgün bir hukuk sistemi yaratmış olmalarının nedeni nedir? Bu sistemi ortaya çıkaran ve yaşatan koşullar nelerdir? Alevilik öğretisi içinde yaşadıkları İslam coğrafyasında "sapkın bir inanç" olarak nitelenmiş ve mensuplarının katledilmeleri için, en yüksek İslam dini temsilcileri Şeyhülislamlar eliyle haklarında birçok fetva verilmiştir. İslam’ın dinsel anlayışı olan şeriata göre "Aleviler kafir ve mülhiddirler". Onlar namaz kılmıyarak, oruç tutmayarak, hacca gitmeyerek, şarap içerek, inançlarını kadınlı erkekli cem toplantılarında saz çalıp semah dönerek yerine getirdikleri için şeriat hükümlerini açıkca çiğnemektedirler. Bu nedenle şeriata uymayan, "dinden sapan" bu topluluğun dağıtılması ve yeryüzünden silinmesi şeriatın emirleri gereğidir. Coğrafyamızda egemen inanç olan Emevi kökenli İslama göre Aleviler öyle insanlardır ki bunların durumu şeriat nazarında Hıristiyanlardan daha kötüdür. Bir Hıristiyanın tövbe edip Müslümanlığa geçmesi mümkün iken Alevilerin tövbesi dahi kabul olunmaz. 15-16 yüzyıldan itibaren ise Osmanlı devleti Alevilere yönelik olarak sistemli bir baskı ve kıyım politikası izlemiştir. Osmanlı resmi tarih yazıcıları olan Vakanüvislerin eserleri dahi göstermektedir ki Alevilere uygulanan zulüm Engizisyon işkencelerini aratacak ölçüdedir. (Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Yıldırım, Osmanlı Engizisyonu, Ankara 1996) Bölgemiz tarihsel gelişmelerini incelediğimizde görülecektir ki Alevi- ler; Alevilere özgü ayrı, varolan devlet hukukunun dışında ve bütünüyle ona yabancı bir hukuk sistemi yaratarak yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Dışlanmışlık karşısına merkezi otoritenin hukuk sistemini dışlayarak birbirinden bağımsız çok farklı yerelliklerde de olsa içerikleri büyük ölçüde birbirine benzeyen bir hukuk sistemi ortaya çıkmışlardır. Toplumlar kendisini varetmek Pirin çerağ gibi doğru durması, fitil gibi yanması, yağ gibi erimesi, nur gibi ışık vermesi” gerekir. Pirin günahı olmaz gibi bir düşünce olamaz. Talibin işlediği suç bir günah sayılır. için birçok kural geliştirmiştir. Bu kurallar kuşkusuz onlarca yıllık deniyimlerin sonucu olarak adeta imbikten süzülerek ortaya çıkmıştır. Bunlar rastgele konulmuş değil, sağlam esaslı kurallardır. Alevilikteki kuralların esasınıamacını toplumun bir bütün olarak sağlıklı bir biçimde kendisini varetmesi, tehlikelerden, çürüme-çözülme ve aşınmalardan uzak tutulması oluşturur. Alevilikte Dar Meydanı Dâr, Farsça ve Kürtçe’de ağaç anlamındadır. Kızılbaş inancında Terim olarak Hallâc-ı Mansûr’un idam edildiği veya asıldığı ağaç direk anlamında dârağacını temsilen 34 2014 kullanılır. Alevilik’te talibin kendisini halkın ve hakkın adaletine teslim ettiği meydanda ikrar verdiği yerin adıdır aynı zamanda. Can’ın can feda etmek üzere meydanda ikrar verdiği yerin adıdır. Alevi toplumunun her türlü hukuksal sorunları; şikâyet, sorgulama, yargılama ve cezalandırma, aklama, ikrar verme veya yola girme, musahip tutma, kurban yada adaklarını yerine getirme, yıllık görgü ve sorgulardan geçme vb. hep Dar olayı içindedir. Yapılan Cem’lerdeki ikrar verme, görgü-sorgu yapma, musahip tutma, mahkeme olma, kurban veya adaklar sunma ve dardan indirme hep Dar’a kalkılarak yapılır. Çok çeşitli hizmetler için Dar’lar kurulabilir. Alevilikte kanlı kurban yok- tur. Canlı kurban vardır. Bu kurban ikrar veren talibin yani Can’nın kendisini özüyle sözüyle ve verdiği ikrarla Yol’a yani Hakikat kapısına kurban etme manasındadır. Hüseyin Dâr’ı, Fatıma Dâr’ı, Mansur Dâr’ı , Nesimi Dâr’ı, Fazlı(Fazlullah) Dâr’ı. Bu Dâr’lardaki duruş biçimleride ayrı ayrıdır. Hüseyin Dâr’ı ve Fatıma Dâr-ı’nın duruşları aynıdır. Yani sağ ayak baş parmağı, sol ayak baş parmağı üstüne konulur. Ellerde sağ el, sol el üstüne kapatılır ve göbek üstünde tutulur. Bu genel bir duruştur. Bu Dâr’ın nasıl olduğu ile şu hikaye anlatılır: Birgün Peygamber, kızı Fatıma ve damadı Ali ve torunlarıyla otururlar iken, Peygamber kızı Fatıma’dan içmek için su ister. Bu sırada çok çevik olan Hüseyin hızlı davranır su getirmeye gider, ama yolda ayağı bir yere çarpar ve sol ayak parmağı kanar. Suyu getirdiğinde, Peygamberin önünde elpençe divan durur. Ama parmağının kanını veya yarasını göstermemek için diğer ayağını onun üstünü kapatmak için koyar. Bu duruşun da ordan kaldığı üzerine rivayet edilir. Hüseyin belki anasının vereceği suyu, kendisi Semah getirdiği için, annesi gibi Peygamberin huzurunda durmuş olmasına izafeten bu duruşuna Fatıma Dâr’ı veya duruşu denilmektedir. Yüzüstü yere kapanma duruşuyla temsil edilen Fazlullahi Hurûfî gibi yol uğruna başı boyundan kestirmeyi göze alma Fazlî (Fazlullah) Dâr-ı olarak ifade edilir. Nesîmî gibi yol uğruna gerekirse derisinin yüzülmesini göze almadır. Bu anlayış diz üstü duruşuyla oturarak yapılır. Hallâc-ı Mansûr gibi yol uğruna ölümü göze alma, asılmaya hazır olma demektir. Mansur Dâr’ı duruşu; sağ ayak baş parmağı, sol ayak baş parmağı üstüne konulur. Ellerde sağ el, sol el üstüne çapraz olarak göğüs üstünde tutulur. Baş asılı gibi yana yatırılır. Alevilikte yargılama süreçleri dar meydanında gerçekleşir. Dar-ı Mansur olarak da adlandırılır. Dar meydanı Alevi canın kendisin tümüyle topluma teslim ettiği yerdir. Dara çekme, dara çekilme, dara durma bu teslim ve karar anını ifade eder. İşte ikrar vererek yola girmek is- teyen canların dara durmaları ve tüm canların onlar hakkında rızalığınıolurlarını almaları bu sürecin başlangıcıdır. Alevilikte Suçun Unsurları Alevi hukukunda toplumun "varlığını, birliğini, dirliğini" tehlikeyezora sokacak, zaafa uğratacak, rencide edecek, incitecek her türlü fiil suç olarak nitelenmiştir. Suç kavramını ceza hukukunun anladığı anlamda almak doğru olmaz. Burada suç ile kasdedilen doğru-uygunyerinde olmayan fiildir. Dolayısıyla özel hukuk-kamu hukuku türünden bir ayrım sözkonusu değildir.Yani uygunsuz davranışlar bireye ve topluma karşı işlenmiş diye ayrılmaz. Her türlü uygunsuz fiilin-suçun tüm toplumun menfaatine yöneldiği düşünülür. Yani bir canın bir başka cana zarar vermesi halinde zarar gören canın zararı giderilmekle birlikte, fail tüm diğer canların da razılığını almak zorundadır. Uygunsuz davranışı-suçu kimin işlediği ve kime karşı işlendiği de uy35 35 2014 gulanacak yaptırımlar açısından önem taşımaktadır. Alevilikte suçun kime yönelik olarak işlendiğinin de ayrı bir önemi vardır. Şöyle ki bir suç hem Alevi olan bir insana hem de Alevi olmayan bir insana karşı işlenilebilinir. Bu durumda suç işleyen kişiye verilecek olan ceza sözkonusu suçun pasif sujesinin kimliğine göre değişir. Yolda olmayan düşkün meydanında yargılanamaz. Fakat yol mensubu yolda olmayana karşı bir suç işlemişse o cem meydanında görülür. Suçun pasif sujesi Alevi olmayan bir kimse olursa verilecek ceza daha da ağırlaştırılır. Yani pasif sujenin Alevi olmaması bir ağırlaştırıcı nedendir. Bu yaklaşımın nedenini anlamak zor değildir. Çünkü bir yabancıya karşı suç işlenilmesi durumunda toplum dış bir tehlikeyle yüzyüze gelmektedir. Varlık ve birlik için dış tehlike yaratmak öyle kolay mazur görülebilecek bir davranış değildir ve dolayısıyla daha ağır yaptırıma tabi tutulur. Uygunsuz davranışta bulunanın ya Semah da suç işleyenin kimliği de ağırlaştırıcı bir neden olarak değerlendirilir. Bu daha çok topluma önderlik eden kişilerin sözgelimi pirin-mürşidin bir uygunsuz davranışı sözkonusu olduğunda gündeme gelir. "Pirin çerağ gibi doğru durması, fitil gibi yanması, yağ gibi erimesi, nur gibi ışık vermesi” gerekir. Pirin günahı olmaz gibi bir düşünce olamaz. Talibin işlediği suç bir günah sayılır. Ama pir ve rehberin işlediği bir günah beş günah yazılır. Çünkü pir ocakzadedir. Yol öğretmenidir. Pir-Rehber talibe doğru yolu göstermekle yükümlüdür. Onun talibe iyi örnek olması gerekir. Sürekli kendisini eğitmesi gerekir. Bir pirin eşinden ayrılması, başka kadına kuşak çözmesi yada livta yapması büyük günahtır. Bunu yapan pirin derdine derman olmaz. O, yol düşkünüdür. Böyle bir pirin yüzüne bakılmaz, ocağına gidilmez. Ve hiç bir şekilde ocağın eşiğinden içeri sokulmaz, konuk edilmez. Onun ayağının bastığı toprakta kırk yıl bet bereket olmaz. Böyle bir pirin yanına varılmaz. Alevilikte cem bir yargı kurumudur. Ayrıca her yıl her alevi can görgü ceminde dar meydanına çıkıp tüm toplumun önünde bir yıllık davranışlarının hesabını verir. Bu durumda da o can yine tüm diğer canların kendisi hakkında rızalığını alma yoluna gider. Hakkında herhangi bir şikayet olan her can da sözkonusu şikayet konusunda dara çekilir. Cemlerde hizmeti yürüten hizmet sahipleri de daha hizmete başlarken dara dururlar ve hizmetlerine öyle başlarlar. Alevilikte Alevi öğretisinin, Alevi erkanın gerekleri cem adı verilen 36 2014 büyük toplantılarda yerine getirilir. Alevi inancı bireysel tapınmayı kabul etmez. Yaşlı genç, kadın erkek tüm o yerelde bulunan canların katılımı ile cemler düzenlenir. Alevilerde cem toplumun varlık merkezi işlevi görür. Orada topluma ilişkin, insana ilişkin, hayata ilişkin her şey, her türlü sorun, her konu konuşulup tartışılır. Tüm insanlar eşit birer üye olarak bu mecliste yerlerini alıyorlar. Sanıldığının aksine cemin inançsal işlevi toplumsal işlevinin yanında çok küçük bir bölümünü oluşturur. Alevi öğretisinin bütününde olduğu gibi cemde de yaşamsal-dünyasal faaliyetler yargılanır, sorgulunır, karara bağlanır. Alevi hukuku yaptırımlarını cemlerde işletir. O nedenledir ki alevilikte cem bir yargı kurumudur. Alevi toplumunda her türlü gündelik davranış Alevi hukukunun konusunu oluşturur. İnanç, ahlak ve hukuk kuralları diye bir ayrım sözkonusu değildir. Yapılması ve kaçınılması gereken her davranış bir hukuk kuralıdır. İkrar vererek yola girmekle birlikte topluluk o candan davranışlarının bilincinde olan bir olgun insan olarak toplumsal yaşantıyı zora sokacak her türlü davranıştan kaçınmasını isteme hakkına sahip olur. Yine o candan toplumsal yaşantıyı kolaylaştıracak davranışlarda bulunmayı isteme hakkını da elde etmiş olur. Yani ikrar veren can salt olumsuz davranışlardan kaçınmakla yetinmeyecek topluma ve diğer canlara karşı yardımlaşma, paylaşma gibi olumlu davranışlar içinde de bulunacaktır. Belli bir yaşa gelen, olgunluğa eriştiği düşünülen her Alevi can ikrar vererek yola girer. Zaten aklının ermeye başlamasıyla birlikte Aleviliğin toplumsal kurallarını, inceliklerini ana dilini öğrenir gibi kendiliğinden başta muhabbet cemlerinde olmak üzere pratik içinde öğrenmiştir. Ancak her Alevi canın ayrıca cemde ikar vermesi, dara durması, pir diva- Semah 2014 İkrar vererek yola girmekle birlikte topluluk o candan davranışlarının bilincinde olan bir olgun insan olarak toplumsal yaşantıyı zora sokacak her türlü davranıştan kaçınmasını isteme hakkına sahip olur. Yine o candan toplumsal yaşantıyı kolaylaştıracak davranışlarda bulunmayı isteme hakkını da elde etmiş olur. üiü nında görülmesi ve böylece olgunluğunu tüm cem erenlerinin tanıklığında kanıtlaması gerekir. Görülme, ikrar verme bir bakıma olgunluk sınavıdır. İyiyi kötüden ayırt edebilme yeteneğinin varlığının saptanmasıdır. Bu anlamıyla kişinin yaptıklarının hesabını verebileceğinin, yani bir hukuk öznesi olduğunun tesbitidir. Alevilikte Dar Adaleti Tabii Cem’de DAR’A durması için kişinin Alevilik içinde kalacağını ve büyük hata ettiğine çevresini inandırması gerekecektir. Uzun uğraşlar ile kişi düşkünlük sonrası tekrar Alevilik içine alınır. İşlenen bazı suçlarda ise Alevi inancı artık devre dışıdır, işlevsizdir, yapacağı fazla bir şey yoktur. Yapabileceği tek şey, tekrarının olmaması için toplumu uyarmaktır. Bu suçların başında Alevilere karşı kendi inancı dışındaki mercilerle işbirliği yapmak vardır. Örneğin muhbirlik, ajanlık bunların başında gelir. Ajanlık Aleviliğin kesinlikle kabul etmediği bir durumdur. Bir Alevinin birini Kadı divanına şikayet etmesi ile Kadı divanının oluşturduğu sistemle işbirliği yapması aynı değildir. Alevilik toplumsal rızalığa dayalı kendi oluşturduğu Dar Divanı dururken, davaların başka yerlerde görülmesini kesinlikle kabul etmez ve bu tür davranışta bulunan kişiyi Dar Divanına davet etmez. Zaten ajanlık, muhbirlik yapan kişi artık adaleti Alevi Dar Meydanın da değil onun zıddı olan Kadı divanı ve onun uzantılarında aramış ise artık ona Alevi denilmez. Tarihinin tüm dönemlerinde Dar adaletini uygulamış olan Alevilik şüphesiz bu uygulamaları Osmanlı’nın Hilafeti getirmesi sonrası daha sıkı uygulamaya soktu. Her ne şart altında bulunursa bulunsun Alevilik kendi sorunlarına kendi içinde çözüm arayan bir inanç biçimidir. Bir Alevi davalarını kendi içinde çözmenin ötesinde yabancı bir ülke temsilcileri ve ajanları ile benzeri iş birliği yapmış ise 2 defa Alevilikten çıkmıştır. Onun artık ne bu dünyada, ne öteki dünyada Alevi inancı içinde yeri yoktur. O artık bir düşkün de değildir. Çünkü düşkünlük Alevilik içinde belli bir süre için yaptırım biçimidir. Kadı divanı veya yabancı ülke ajanları ile işbirliği yapan kişi tıpkı Hızır Paşa örneğindeki gibi Alevilikten bir daha içine dönmemek üzere uzaklaştırılmıştır. Onun davası beşeri (dünyevi) olan Hakk divanında çözülmez. Alevi inancı, toplumu Rızalık üzerine kurulmuştur. Alevi inancına inanmak, bu inanç mensupları ile birlikte yaşamak yani Alevi olmakta bir Rızalık işidir. Şehirleşen Alevilik ve Dar Adaleti Alevilerin köyden kente göçleri kendi mahkemeleri olan Hakk Divanı kararlarının uygulanma koşullarını giderek zorlaştırdı. Kaldı ki artık Aleviler sadece kendi inançlarından olan insanlarla komşuluk etmiyorlar. İş, eğitim, askerlik, evlilikler, arkadaşlıklar, siyaset, sosyal yaşam gibi alanlarda toplum ve inançlar iç içe yaşamaktadır. Birinin inanç andeksli hukukuna bir diğeri uymaz. O zaman da bu hukuku uygulamanın koşulları giderek zayıflar ve hem dejenere olma hem de kaybolma tehlikesi ile karşılaşır. Halbuki Alevilerin kırsal 37 kesimde yaşadığı dönemde önemli davalarda bir takım kararlar alma ve bunu uygulama koşulları vardı. Bu koşullar göç nedeni ile giderek yok olmaktadır. Bir başka neden de, Aleviliğin şehirleşmesi ve devletin uyguladığı asimilasyon politikası sonucu Alevilik özünden boşaltılmakta, özden uzaklaşılarak tek başına biçimsel inanç ritüelleri Alevilik olarak algılanıp, Aleviliğin özünü oluşturan, ikrar verme, musahip olma, Hakk divanında Dar’a durma gibi uygulamalar biçimselleştirilmektedir. Bir kapalı toplum inancı olan Alevilik, bugünün sınıflı toplumlarında artık her alanda kendi iç hukukunu uygulama şansına sahip değildir. Ancak her şeye karşın Aleviler nerede olurlarsa olsunlar ve hangi toplum gerçekliği içinde yaşarlarsa yaşasınlar yine de Alevileri birbirine bağlayan etik değerlerini, Aleviler içi hesap sorma, hesap verme işleyişini yaşatabilirler. Bunun için Alevilerin artık eskinin Ocak-Dergah örgütlenmesi yerini alacak Alevi öğretisinin öğretildiği, pratik olarak uygulandığı, Dergahlarını -Akademilerini kurarak çağdaş bilgi ile donanmış kendi inanç önderlerini yetiştirmeli ve Dergahlarda Dar Meydanı kurarak yıllık hesap verme-alma amaçlı görgü cemlerini yapmalı, yola girmenin olmazsa olmazı musahiplik kurumunu yeniden oluşturmalıdır. Alevilerin bugün en önemli sorunu kent yaşamına özgü yeni düzenlemelere gitmektir. Bu düzenlemelerin en önemli yanı da birlikte yaşama hukukunu içeren Hakk divanını günün koşullarına uyarlayarak işlevsel hale getirmekten geçer. Semah 2014 Elewîtî û zimanê dayîkê İSMAİL GÖKSUNGUR [email protected] C ivaka elewî yên kurd, ji salên 1960î û vir ve, di nav guherîn û veguherînên mêzin de dijîn. Sedema van guherîn û veguherînên sereke; ew e ku ev civak li bajarên di navbera sînorên Kurdistan û Tirkîyê de dijîn. Di van salên navborî de, kapîtalîzma tirk berê ket wan bajaran, civakê kişand nav pergala xwe, hinek derfetên aborî, perwerde û polîtîk pêşkêşî wan kirin. Bi vî awayî, xwestin kurdên elewî ji cewhera xwe dûr bixin. Pişt re jî, li ser vê civatê, bi şêweyekî giran, helandin û pişaftineke girîng dan meşandin. Ji bo ku gelên bindest heyîna xwe ji tinebûnê biparêzin, ziman çeka yekemîn a herî girîng e. Gelên ku qîymetê nadin zimanê xwe û wî bikarnaynin, ber bi tine bûnê ve rû bi rû dimînin û ji netewbûnê jî derdikevîn. Mixabin ev rewş, hêj jî ji alîyê me kurdan ve tam nehatîye fêmkirin. Îro em dixwazin netewa demokratîk ava bikin. Di vê qadê de; ziman û wêje cihêkî girîng digirin. Divê ev jîyana nû ya xweserîya demokratîk, bi ziman û wêjeyê bê ava kirin. Em wek Gelê Kurd, nikarin bi ziman û wêjeyeke bîyanî netewa demokratîk ava bikin. Ti ziman û wêjayên din jî nikarin cihê ziman û Wêjeya Kurdî tije bikin. Dema ku straneke, vegotineke û peyveke kurdî, bi zimanê kurdî werin gotin tiştek e, lê, bi zimanekî bîyanî bên gotin jî tiştekî din e. Ti caran heman wetayî nadin. Her zarok bi zimanê dayîka xwe tê dinê. Dayîk bi kîjan zimanî biaxêve, ew ziman bi awayekî genetîk, wek hin nexweşî û xisletên din, derbasî gîyana zarokan dibe. Ev dibe zimanê zikmakî yê wî/wê zarokî/ê. Piştre zarok fêrî kîjan zimanî dibe bila bibe, ev jî dibe zimanekî bîyanî. 38 38 Semah 2014 Ji bo ku gelên bindest heyîna xwe ji tinebûnê biparêzin, ziman çeka yekemîn a herî girîng e. Gelên ku qîymetê nadin zimanê xwe û wî bikarnaynin, ber bi tine bûnê ve rû bi rû dimînin û ji netewbûnê jî derdikevîn. üiü Li Kurdistanê, zarokên kurdan heta 6 û 7 salî, di malbatên xwe de bi zimanê kurdî diaxivin. Heta wê demê ji xwe re cîhaneke diafirînin. Ji wan salan şûnde diçin dibistanên tirkan hînî zimanê tirkî dibin. Ango, ji cîhana xwe derbasî cîhaneke nû û bîyanî dibin ku ev jî li ser derûnîya zarokan bandoreke neyînî-xetere çêdike. Dewleta Tirk, ji avakirina komara xwe heta îro, destketîyên Gelê Kurd yên wek, nasname, ziman, wêje û çand xistîye nav helandin û tinekirinê. Dîsa heta vê demê, her tim xwest ku bi polîtîkayên qirkirina fîzîkî biserkeve lê, têkoşîna Tevgera Azadîyê, pêşî li vê girt. Îro, carekî din dixwaze bi polîtîkayên entegre û pişaftinê bigihîje armancên xwe. Ji bo ku zimanekî bixwaze bijî; çar rêbazên sereke hene. Ya yekemîn; divê dayîk di mala xwe de, bi zarokên xwe re bi zimanê xwe biaxive, ya duyemîn; divê sedî sed perwerde bi zimanê dayîkê be, ya sêyemîn; divê ev ziman, di danûstandina bazirganîyê de, di her têkilîyên sûk û kuçeyan de bê bikaranîn; ya çarêmîn; divê ev ziman, li her qadên dewletê, sazî û polîtîkayên wî de, bi awayekî fermî bê bikaranîn. Îro, li Kurdistanê zimanê zikmakî qedexe ye. Dewleta Tirk giringîya vê yekê baş dizane. Di vî warî de, ji me bêhtir li ser mijarê radiweste. Ger qedexeya li ser ziman ji holê rabe, wê di demeke kin de vejîna nirxên netewî, yên wek nasname, wêje, çand û daxwaza azadîyê, bi awayekî jêneveger û şoreşeke hişmendî-zihnî pêş bikeve. Dîsa neyarên Gelê Kurd, baştir dizanin ku wateya kurd û Kurdistan, di zimanê dayîkê de weşartîye. Mijara zimanî kurdî, di çareserîya pirsgirêka kurd de jî, cihêkî girîng digire. Dewleta Tirk, di hevdîtinên çareserkirina pirsgirêka kurd de, herî zêde ji alîyê ziman de tund û dijberîya xwe nîşan dide. Mijara ziman, di vî warî de pirsgirêka herî bi nîqaş û dijwar e. Dema ku mijara zimanê kurdî tê rojevê, rayedarên tirk di cih de radibin ser pîyan, qirîneke dikin û dibêjin; "Na! Ev qet nabe, zimanê kurdî nabe zimanê fermî û perwerdê, em vê yekê ti caran napejirînin." Ev helwesta dewletê, ji avakirina komarê û vir de (1923) berdewam dike. Ji bo pişaftina zarokan, li bajar û gundên kurdan gelek dibistan hatin avakirin. Xwestin bi destê dewletê li ser hebûna kurdan, qirkirin û kok qelandinê pêk bînin. Ji alîyekî ve înkar û qirkirin pêk tînin, ji alîyê din ve jî nirxên Gelê Kurd talan dikirin, dibirin Tirkîyê û wek nirxên xwe yên çandî nîşan didan. Ji bo Dewleta Tirk, kurd, dîrok û ziman; ti caran nejîyane. Dewlet, kesên herî nijadperest, netewperest, bi navê mamosteyan dişînin gund û bajarên kurdan. Navê wan mamoste ne lê, ya rast ew dijminê zarokên kurdan in. Him civak piçûk dibînin, him jî ji bo zarokên wan zûtirîn bikin tirk, bi awayekî hovane li dijî 39 39 zarokan tevdigerin. Zarokên kurd dixin nav trawmayên giran. Di heman demê de jî, ji dewletê re sîxurî dikin. Mixabin, li gund û bajarên kurdan her dem beşeke bijarte, hevkar û noker hene. Ew derdoran jî, dibin dostên wan mamosteyan û piştevanîyeke mezin didin wan a. Qadeke din ya ji bo piçûk xistin, mesqere û tinekirina civaka kurd jî, leşkerîya arteşa tirk e. Bi rastî jî ev der, ji bo ciwanên kurd, warekî şewatê ye. Bi gotina "kuro"; di serî de lêdanên tund, piçûk xistin, her cure heqaret û êş didin wan a. Di domandina leşkerîya tirk de, armanca dewletê; afirandina kesayetên tirsonek, jixwe bêbawer, bi pergalê re bibe yek û nokerîyê bike. Di vir de jî, dîsa nemaz e ziman dîyarker e. Ji ber ku piranîya kurdên leşker, nikarin xwe bi zimanê tirkî baş îfade bikin. Ev jî dibe sedema mijarên wan buyerên nav borî û zerarên mêzin pêk tînin. Tirkan ji leşkerîyê re dibêjin; "Ocaxa Pêxemberan e!" Lê, rastî jî ev ocax ji bo kurdan dojeh e, tinekirina kesayetî û koletîya wan e. Dagirkeran, di du sazîyên xwe yên wek leşkerî û dibistanan de, her tim xwestine ku kesayeta kurd xelas bikin û teslîm bigirin. Li hemberî vê rewşê, mijara zimanê zikmakî, di serî de gelê elewî kurd-kizilbaş, dibe peywirekî netewî ji bo hemû kurdan. Dîsa, di serî de sazîyên polîtîk, sivîl û bi taybetî sîyasetmedarên kurd, divê giranîyê bidin zimanê kurdî! Semah SERÊ HEZARAN ŞAHİN POLAT [email protected] K oyanê Dêrsimî de vîndî bîyo şîyo la verî usulê estbîyo: Serê hezaran! Merdim ke heqê xo de raşt bî, der û cîranan de haşt, nanê xo rê hewl, karê xo de çust bî, kewt binê bara raye, emegê ê merdimî helal beno. Cem û cemat de qisaya xo rê wayîr bî, Heq tey yeno comerdîye, dîyar û zîyarî tey benê heval. Rizq, xeyr û bereketê ey benê rehma Heqî, ser o varenê. Araqê çareyî, nanê sifreyê ê merdimî daîm benê. Meymanî keyeyê ey ra kemî nêbenê, dizd û bêarî ci ra dûrî şonê! Xizir tengasîye de ci rê beno heval. Merdimo hewl heqa kesî xo de, heqa xo kî kesî de nêverdano. Peyê kesî de kesî nêbirneno. Merdimî ke raya xo kerde raya Heqî, Oyo corên tey yeno comerdîye, locina ey ra war keno û bereketê Xelîl Îbrahîmî kewno koçika ê merdimî; Xizir şewa rojeyê Xizirî de dest nano ardê qawuta ey ser. Cenîya ê merdimî ke nan pewt, nana peyine kena heqa pising û kutikî. Mîraz kena mîyanê ardan, mîr ke qedîya, legana ardan nêşuwena. Ancî ebi ardan kena pak û ardê ke pê pak kerdê kena kemeran ser ke teyr û tûrî biwerê. Hîn heqa kesî xo de nêverdana. Çim û nezerê kesî tey nêmaneno. Pey de Heq ke ama comerdîye malmelalê xo roj bi roje zêdîyeno. şîwane û êrxatê xo kêber ra kemî nêbenê. Her serre qurbanan kenê, pars û çiralix 40 40 2014 vila kenê; veyve û kewranîyan de xelatan benê, xeyrê merdan danê. La key ke hezar ra zêde mal û melal ame kewt gêwa malî, a tawe heqa çiman ra dot, heqa na dînî û yê xoza ey ser o manena! Qilancike ra bigê heta hêlîyê, marî ra bigê heta milawinî, teyr û tûrê dinya, feqîr û fiqareyî, dew û dugelan de çimê sêwîyan, yê beg û bezirganan ey de maneno. Ebe des qurbanan, loqme û çiralixan nêşikîno bine ra vejîyo. Hard û asmên ey ra miradînê. Xofê zîyaran, çimê vergan, zerrîya neyaran tey manena. Çike verê kêberê to de mal û milk ra dot çîyode bîn yeno pêser: heqa dînan. Hezar malê to kewtî kamca uca talan keno, awika dereyan ancîna, vaş nêruwîno, yew keyeyî rê hende mal neheqî ya. Çimsîyayînî mebo! Coka malî roşenê! Qurbanan kenê… Hezar ra ke zêde bî, yan jû yan hîrê, yan panc, hewt, des û dide... mal weçînena, dormeyê hezaran de fetelnena, xemelnena û bena xoza de caverdana yena ke heqa vergan, wayîran, herd û asmênî to de memano. Serê hezaran dana ke hezaran rareynê: To ke nêda Dizdî to ra tirenê Bêdîn û bêîmanî nekelînê to Vergê yabanî malê to qir kenê Awe verê malê to ra ancîna Vaş nêruwîno Va nêweşîye ano Dîyar û zîyaran de qurbana to nêvêrena Axir ke nêbî talan-terîs bena Ne warê to maneno ne kî dîyare to! Nêbeno ke ti camêrdan re mirtibînî bikerê, nêbeno ke miqisirînî bikerê. Coka serê hezaran bide. Bide ke dil û goşê to rehet bê... Nêdana ke to zana: îqbal de ala!... To dî derd kewto donê mircolikan û cuwînê to ra peşew û perroj genimê to anceno beno!... Ma kam çi zano, kamî rê çi çitur aseno? Semah 2014 Kararlı bir inanç ve öğreti topluluğu Aleviler/Kızılbaşlar MÜSLÜM DOĞAN [email protected] A levilik ; tarih boyunca ekonomik ve siyasi ortaklığa ruhsal formasyonun da eklenmesi sonucu oluşmuş, ideal insana ulaşma çabasını ve kaygısını taşıyan, kararlı bir insan topluluğu olarak ifade edilebilir.Bu topluluğun esas özelliği; kendini kültür ve inanç ortaklığında dile getiren bir tür ruhsal biçimlenme ortaklığıdır. Bu biçimlenmenin ulaştığı düzey ise zahir ile batinin birlikte algılandığı süreçtir. Başka bir deyişle zahir ile batinin birlikte algılandığı bir tür manyetik kuzeydir buradaki şekillenme. İslam öncesi yapısı ve geçirmiş olduğu süreçlere rağmen İslam’la olan ilişkisi neden bu kadar güncel tutulmaya çalışılmaktadır? Kısaca; Bir devlet dini olarak Müslümanlık; geniş ve ayrıntılı bir hukuk sistemi olarak tartışmasız kesin, değişmez kurallar topluluğu ve de sonuçta da bir devlet olma çabasıdır. Diğer dinlerden tek ayrılan kısmı da devlet olma kaygısıdır. Müslümanlık temel amaç olarak ta başta dinsel ve sınıfsal bir devlet örgütünü kurmak konusunda önüne görevler koymuştur. İslam devleti ilk kez Peygamber Muhammed tarafından bir kent devleti olarak Medine’de kurulmuştur. Müslümanlığın kurduğu devlet baştan itibaren tartışılır hale gelmesiyle birlikte ilk dört halife dönemi de dahil olmak üzere tüm süreçler bir iktidar savaşına neden olmuştur. Asr-ı saadet olarak bilinen ve islam’ın tartışmasız egemen olduğu dönemin hemen sonrasındaki bu dönem, İslam karşıtı İslam görünümlü insanların ilk kez karşı örgütlenmeye kalkıştıkları dönemdir. Ancak İslam’ın egemen olduğu coğ- İnsanların yaşam felsefesine dönüşen Alevilik; geçirdiği tüm süreçlerde kararlılık ve kültür ortaklığıyla sağlamlaşmış, bu ruhi şekillenmesinde İslam’a karşı korunma amaçlı takiyye politikası ile İslam’i motiflerle bezenmekten de tam olarak kurtulamamıştır. 41 41 rafya da İslam’a karşı olmak zor olduğundan yaşam ile eş anlamlı olması nedeniyle bir tür korunma aracı olan takiyye taktik silahı olarak islam’a karşı savaşta yerini almıştır. Peki takiyye nedir?Takiyye ; “ zor karşısında inanı yadsıma…Sözcük anlamında gizlemek (Kitman) demektir …koruma anlamındaki Arapça vikaye teriminden türemiştir, kökeninde korku (havf) ve sakıntı (ihtiyat) anlamlarını da içerir.” Takiye ; alınacak yolda kural haline gelmiş, korunma amacına yönelik olarak geliştirilen ve Anadolu Aleviliğinin günümüze kadar şekillenmesinde esas rol oynayan ruhi şekillenmede ki en önemli etkendir. Takiye ilk kez Aleviler anlamında yada ön Aleviler/Rafiziler tarafından İslam’ın ilk kurulduğu yıllardan itibaren İslam devletine karşı bir korunma silahı olarak kullanılmıştır. Günümüz adı ile Alevilik ; her ta- Semah rihi kesitte farklı isimlerle tanımlanmış olsa da tüm süreçlerdeki en özgün adı Kızılbaşlıktır. İlkel topluluk düzeni nasıl ki insanlık tarihinin ilk evrensel evresi ise ön Alevilik olarak adlandırdığımız süreçte Aleviliğin ilk evrelerini de dikkate aldığımızda ; en kapsayıcı ve özgün haliyle ; Kızılbaşlık/Sersor olarak tanımlamak doğru olacaktır. Meşhur Türkolog Irene Melikoff Alevi sözcüğü için " Bilimsel açıdan bu sözcük yanlıştır. Alevilerin tarihteki adı Kızılbaş’tır.” demektedir . Ayrıca aynı yazar etimolojik yanlışlığa da dikkat çekerek ; " Uzun bir zaman bu cemaat dışı insanların (heterodoxes) belli bir adları olmadı. Küçültücü olduğu ölçüde cemaat dışılık ifade eden Rafizi Zındık Mülhid (Tanrı tanımaz dinsiz güvenilmez) adları ile anıldılar.Ya da daha çok tarihi Safavi taraftarlığının adı olan Kızılbaş sözcüğü ile ifade edildiler.Ve bu onların kendilerinin de kullandıkları adları oldu… Türkiye’de günümüzde Ali’ye bağlılıkları dolaysıyla onlara “Alevi” denmektedir. Oysa etimolojik anlamıyla bir Alevi’nin soyca Ali’ye bağlı olması gerekir.” demektedir. Burada Kızılbaşlık kavramının Safaviler’e bağlamak zamanlama anlamında yanlıştır. Selçukluların devlet olmasında yada devletin kurumsallaşmasına neden olan Nizamülmülk Siyasetname adlı eserinde ; “Bahsettiğimiz bu köpeklerin her birinin macerası büyük bir kitap gerektirir. Batiniler zaman zaman isyan etmişler her zamanda kendilerine başka bir isim ve başka bir lakap vermişler her şehir onlara başka bir ad vermiştir. Mısır ve Halep’te İsmaili ; Bağdat Maünnehir ve Gazneyn’de Karmati ; Küfe’de Mubareki ; Basra’da ravendi Berkai Beri Halefi ve Batini ; Gürgan’da Kırmızı Bayraklı ;Şam’da muniza ; Mağrip’te Saidi ; Lahsa ve Bahreyn’de Cennabi ; İsfahan’da Batini derler. Onlar ise kendilerine Talimi derler. Maksatları her zaman Halkı doğru yoldan çıkararak Müslümanlığı ortadan kaldırmak olmuştur.” “ Kızılbaşlık gerek geçmişteki gerekse şu günkü haliyle bir İslam heterodoksisidir…İslam heterodoksisi demenin doğru olduğu düşüncesindeyiz.” Ön Alevilik/Rafizilik/Kızılbaşlık ile ilgili tanımlamada ortak nokta farklı dinden ve inançtan insanların 42 42 2014 İslam’a karşı bir araya gelerek oluşturdukları bir tür kültür ortaklığında yaşam bulan “İslam’ı kökten veya kısmen reddeden” anlayışın manifestosu olarak sosyo-dinsel devrimciler olarakda tanımlayabiliriz. Ruhi şekillenme kavramı Marksistler tarafından daha çok uluslaşma süreci ile ulusun ulus olmasında olmazsa olmazı olarak kullanılan bir sözcük olmasına rağmen bin yıllardır sosyo-dinsel devrimci (Ön Aleviler) olarak tanımlanacak bu kararlı insan topluluğu için de olmazsa olmaz olarak ele alınabilir. Farklı uluslardan ve milliyetlerden insanları inanç ortaklığına götürecek kültür birikimini sağlayacak yegane süreç ruhsal şekillenme sürecidir. Bu süreç en az beş bin yıllık bir sürecin ürünüdür. Ancak tüm bu şekillenmelerin sonuca ulaştığı süreç İslam’ın egemenliği ile birlikte ortaya çıkan manyetik kuzeyin belirlendiği karşı duruşun açıkça ortaya konduğu zaman aralığıdır. İslam’ın devlet ideolojisi olarak yoğun baskısı ve halkları zorla Müslümanlaştırma baskı ve sömürge politikası halkların karşı duruşları ile karşılaşmıştır. Ancak büyük bir güç olarak doğan İslam’a karşı halklar ; çoğu kez takiyye yapmaya itse de (korunma amaçlı) başkaldırıları da bir gelenek halini almıştır. Nizamülmülk “onların arzuları İslam’ı yok etmekten ibarettir. Halkı kendi yanlarına çekmek için önce kendilerini doğru gösteriyorlar.” der. Yine Nizamülmülk “Kafirler bunlara nispeten Müslümanlara daha merhametlilerdir... Onlar saman altında su yürütenlerdir... Bu kafirler halkı mal-mülk yıkmaya tahrik ediyorlar yardıma muhtaç olanların varını yoğunu alıyorlar ve öyle gösteriyorlar ki güya bu onlar için fazla imiş.” “Yapmış oldukları takiyye ile toplumculuklarını ifade etmektedir.” Kızılbaşlar ; Kuran ve İslam dini hakkında şüphe uyandıracak sorgulamaya olanak veren savlar ortaya ata- Semah 2014 Kent ilişkileri içerisinde sınıfsal sorunları nedeniyle, süreçlerden etkin olarak çıkamayan yetmez kişilik sorunları ile karşı karşıya olan bireylerin, "gerçek İslami kurallar bizdedir, gerçek Müslümanlar Alevilerdir" gibi ruhsal şekillenmesinde sorun olanlar, Alevilere tamamen yabancı İslam Hukukunu dayatma çabaları yalnızca cahilliklerine verilerek savuşturulmamalıdır. üiü rak içsel ve dışsal anlam kabuk ile çekirdek ilişkilerini esas alan Tanrının “hem vardır hem yoktur görür görmez vb.” insanla ilişkilendirilmesinden dolayı tespitler yaparak ideolojik ve toplumsal alt yapılarının oluşmasına neden olurlarken korunma amaçlı takiyenin yanında ruhsal şekillenmeleri de bu arada netleşmiştir. Diyalektik anlamdaki bu toplumsal alt yapının gelişim süreci yüzyıllara sarih ruhi şekillenmesi ile bir sıçrama noktası olarak (Ali taraftarlığı Ehlibeyt tutkusu) Kızılbaşlık olarak tarihte yerini almıştır. İslam’ın yeşil bayrağına karşılık “Kızıl bayrakları beyaz gömlekliler” olarak ilk karşı duruşlarında takkiye politikalarını da terk etmeye başlamışlardır. Babek’i hareketi İslam karşıtı olarak, özgür birleşik toplum yaratma çabasıyla, islam’ın kamucu olmayan devlet modeline de alternatif olarak ilk örneklerdendir. Anadolu’da bugünki özgün haliyle farklı uluslardan ve milliyetlerden insanların yaşam felsefesine dönüşen Alevilik; geçirdiği tüm süreçlerde kararlılık ve kültür ortaklığıyla sağlamlaşmış bu ruhi şekillenmesinde İslam’a karşı korunma amaçlı takiyye politikası ile İslam’i motiflerle bezenmekten de tam olarak kurtulamamıştır. Dört Halife döneminde başlayan Ali yandaşlığı Ehli-beyt sevgisi felsefenin zırhına dönüşmüştür. Bu koruyucu zırh artık çıkarılamayacak şekilde yaşamsal bir organa dönüşmüştür. Alevi aydın hareketinin tazyiki ile birlikte yazılan eserlerinde etkilerinin düzeyi bunu göstermektedir. Ancak tartışmalar daha uzunca bir süre devam edecektir. Ruhi şekillenmenin yarattığı kararlı özgün Alevi/Kızılbaş kültürü bir ileri sürece aktarılmasında günümüzde sorun yaşamaktadır.Takiyye süreci artık bitmiştir. Ancak geleceğe ilişkin bu kararlı topluluğun projelerinin ortaya konması gerekmektedir. Kent ilişkileri içerisindeki Alevilik özgün haliyle korunmasında Alevi aydınlarına büyük görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumluluk ve görev bilinci Alevi derneklerinde geliştirilebilinir. Bu anlamda örgütlülüklerin önemi tekrardan ön plana çıkmaktadır.Alevi derneklerinde görev alacak insanların yetkin gelişmeye açık toplumsal gelişmemize uygun özgün halimizi korumadaki hassasiyetinin denenmiş olması gerekmektedir. Alevi/Kızılbaş örgütlülüğünün günümüz yaşanılan sürecindeki olumsuzlukları olumluğa dönüştürme kaygısı Alevi aydınlarında maalesef siyasi gelecek ve grup anlayışını aşamamaktadır. Çok önemli örgütlülükler hiçbir formasyona sahip olmayan üretmeyen üretim süreçlerinde yer almayan insanlar tarafından yönetilmektedir. Alevi/Kızılbaşların her sürece ilişkin tarihi ve felsefi alana ilişkin yetkin kadroların geleceğe doğru bilgi aktarımında görev alacak kişileri özenle seçmesi gerekmektedir. Bu sürecin önemi yeni bir ruhsal şekillenmenin başlangıç süreci olmasıdır. Kararlı kültür ve inanç topluluğu bu yeni sürece hazırlanmalıdır. Bu ise doğru seçilmiş kadrolarla mümkün olacaktır. Bu kadrolar çağdaş demokrat, bil43 43 gili dedeler bilim insanları Alevi/Kızılbaş aydınları, üzerini küllerin örttüğü ocakların yeniden ateşlenmesi ile olacaktır. Takiyye sürecini atlatıldığı yada tamamen kurtulunduğu bu süreçte Aleviliği bilinmezliğe sürükleyen, onu anlaşılmaz kılan çabalara karşıda ayrıca karşı duruş örgütlenmelidir. Örnekler vererek konuyu biraz daha anlaşır hale getirelim. -Alevilik konusunu derin felsefi süreçlere götürme, bilinemezciliği zorlama, bu konuyla ilgili olarak sözlük ve benzeri yayınlar. ( Konu öyle tarihi kesitlere götürülüyor ki Antik felsefenin nedeni ve yaratıcısı oluyor Alevilik. Hızını alamayan bazı yazarlar işi Romalılara kadar götürebilmektedirler. ) -Kent ilişkileri içerisinde sınıfsal sorunları nedeniyle, süreçlerden etkin olarak çıkamayan yetmez kişilik sorunları ile karşı karşıya olan bireylerin, "gerçek İslami kurallar bizdedir, gerçek Müslümanlar Alevilerdir" gibi ruhsal şekillenmesinde sorun olanlar, Alevilere tamamen yabancı İslam Hukukunu dayatma çabaları yalnızca cahilliklerine verilerek savuşturulmamalıdır. Bu Konuda da karşı tezler bilim insanı titizliliğiyle ortaya konmalıdır. Ruhsal Formasyonun ve şekillenmenin beş bin yıllık yolculuğunda özgür birleşik ve demokratik toplum yaratma kaygısı dışında kaygısı olmayan bu kararlı kültür ve inanç topluluğunun yeni yolculuğunda özgün halinin geleceğe taşınmasında Alevi örgütlerine büyük görev düşmektedir. Semah 2014 FEDA Kobanê sınırında I ŞİD çetelerine karşı olağanüstü bir direniş segileyerek şimdiden tüm insanlığa mal olan Kobanê’yle dayanışma amacıyla birçok heyet Kobanê sınırına gitti. Bu heyetlerden biride Avrupa Barış ve Demokrasi Meclisi bileşenlerinden oluşan heyet oldu. Heyette DİDİF, ATİF, AveG-Kon, Nor Zartonk, Mezopotamya yeniden Değişim Partisi ve Ezidi federasyonu ve FEDA olmak üzere kurum temsilcilerinden oluştu. FEDA adına heytte bulunan Eşbaşkan Ali Köylüce çeşitli temaslarda bulundu. Heyet üç günlük temaslarıyla birlikte her koşulda Kobanê’nin yanında olacaklarına dikkat çektiler. Şengal ve Kobanê için dayanışma etkinliği 03.10.2014 tarihinde, Giessen'nin Wetzlar bölgesinde "Kobanê ve Şengal ile Dayanışma gecesi"düzenlendi. FEDA Giessen komitesinin de düzenleyicisi olduğu gecede ATİF ve NAV-DEM adına yapılan konuşmalarda Kobanê ve Şengal’de ki son durum hakkında değerlendirmelerde bulunuldu. Çeşitli konuşmaların yapıldığı gece de, Ankara'dan gelen Atakan kardeşler, Wetzlar ABF'nin gençlik grubu, Grup Bahok ve Mikail Aslan birer dinleti sundular. Wetzlar FEDA, Wetzlar Demokratik Kürt Toplum Merkezi üyesi kadınlar, Wetzlar Alevi Derneği üyesi kadınlar ve Wetzlar Demokratik İnsiyatifi üyesi kadınların evlerinde yaptıkları yemekler standlarda destek amaçlı satışa sunuldu. Gecede toplam 6445 euro yardım toplandı. GIESSEN 44 44 Semah 2014 Şengal insanlığın onurudur Dortmund Alevi Kültür Merkezi Dakme'nin öncülüğünüde yapılan Panel, halkın yoğun katılımı ile gerçekleştirildi. Panelist olarak Avrupa Ezidiler Birliği Federasyonu temsilcisi Nedim Erkiş, FEDA temsilcisi Mehmet Sürmeli ve Dortmund Halk meclisi Eş başkanının katılım sağla- arkasındaki dünya güçlerinin ve iç ihaneti yürüten KDP hükümetine sitemlerini dile getirdi. Erkiş bunun asla unutulmayacak bir katliam ve ihanet olduğunu söyledi. Söze devam eden Mehmet Sürmeli İŞİD'in oluşumunu ve arkasındaki güçlerin kim olduklarına yönelik tespitlerde bulundu. Söze devam eden Dortmund halk meclisi eşbaşkanı Medeni Kılıç ise Kürtlerin onuru olan Şengal'in onurunun kırılmak istendiğini ve buna sessiz kalınmaması gerektiğine vurgu yaptı. IŞİD'in aslında İslam dışı kapitalist güçlerin yarattığı insanlık dışı bir terör örgütü olduğunu ve asıl Dortmund/DAKME dığı Panel, moderasyonluğunu DAKME yönetiminden Ayten Kılıç'ın, halkı selamlaması ve bir dakikalık saygı duruşu ile başladı. Akabinde panelistlere söz verildi. Sözü alan Erkiş Şengal'deki güncel durum ve gelişmeler hakkında bilgi aktardı. Ezidi halkının onuruna bir saldırının olduğunu belirten Erkiş, Alevilerin ve diğer katliama maruz kalan inanç kesimlerinin bizleri iyi anlamaları gerektiğine vurgu yaptı. Şengal dağlarında katliamdan kurtulan insanların kurtarıcıları olan HPG, YPG, YJA-Star gerillalarının bölgedeki önemine değindi. Bu katliamın Maddi anlamda Katar olmak üzere ve lojistik anlamda Türkiye olmak üzere dünyanın çeşitli Kapitalist ülkelerinin eseri olan IŞİD'in, Şengal'de tehlikeli oluşundan ötürü, ileriye dönük bakıldığında, başta Dersim olmak üzere tüm Aleviler için önlemi alınmazsa, tehlikeli olacağına vurgu yaptı. Bu katliamın geçmiş dönemlerdeki katliamlardan farkı olmadığını belirten Sürmeli, Dersim katliamı örneğine değindi. Alevilerin birlik olup bu katliamlara karşı güçlü bir duruş sergileyip Ezidi halkımızı sahiplenme konusunda önemli bir rol oynamaları gerektiğini söyledi. 45 amaçlarının İslam adı altında Kürdistan topraklarının zenginliklerini ele geçirip orada yaşayan Ezidi kardeşlerimizi göçe mecbur kılmak olduğunu belirtti. Bu tür katliamların biz Kürtleri korkutamayacağını söyleyen Kılıç, tüm Kürdistan halkının birlik ve beraberlik çercevesi içinde Şengal ve Şengal'deki değerlerimizi korumaya çağırdı. Panel soru ve yanıtlarla devam etti. Gerçekleştirilen panelde halktan Şengal için maddi yardımın yanı sıra, bir minibüs dolusu yatak ve giyecek yardımı toplandı. Sanatçı Kirvem Erdal'in seslendirdiği bir kaç ağıt ile panel sona erdi. Semah 2014 Kobané için Kızılbaş Aleviler ayakta Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) çetelerinin saldırı hedefinde olan Kürtler, özellikle son bir aydan beri bütün dünyada ayaktalar. Her gün ve her an bulundukları merkezlerde sokağa çıkan Kürtler, İŞİD ve arkasındaki karanlık güçlere karşı seslerini yükseltmekteler. Almanya’nın Hagen kentinde Dergahlaşma çalışmalarına hız veren Kızılbaş Aleviler (İtikaté Réya Heqi), IŞİD çetelerine karşı yapılan tüm etkinlikler içinde yer almaktadırlar. Hagen ve çevresindeki Kızılbaş Aleviler, IŞİD’in ve arkasındaki Irkcı-faşist devletlerin gizli planlarının hedefinde, Kürdistan ve Anadolu’daki Kürt-Türk Kızılbaş Alevilerin’de olduğunu düşünmekte ve bundan dolayı tüm Kızılbaş Alevileri birlik- beraberlik saflarında yer almaya davet etmektedirler. HAGEN Kobanê için açlık grevi IŞİD çetelerinin yoğun saldırısı altında bulunan Kobanê için Avrupa'nin birçok merkezinde yüzlerce insan açlık grevine girdi. Demokratik Alevi Federasyonu bütün açlık grevlerine aktif olarak katılım gösterdi. Bunlardan biride Fransa'nin Strasbourg kentinde Avrupa Parlamentosu önünde gerçekleştrilen beş günlük grevdi. Kürtlerin, Asurilerin, Ezidilerin, Ermenilerin, Türklerin, Sol demokrat örgütlerin, halklar ve inançların birlikte başladıkları greve FEDA eşbaşkanı Ali Köylüce, Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri eski başkanı Kemal Bülbül, Semah Dergisi yayınkurulu üyesi yazar Haşim Kutlu ve Fransa FEDA yönetimi aktif olarak katılım sağladılar. "Günümüzün Kerbelası Kobanedir" diyen Alevi canlar "heryer Kobane, Heryer direniştir" sloganını ortaya koyarak herkesi aktif olarak katılmaya çağırdılar. 46 Semah 2014 Hagen’deki Aleviler Dergahlaşma Kararı Aldı Almanya’nın Hagen kentinde yaşayan Aleviler, 12.10.2014 tarihinde bir araya geldiler. Daha önce aralarında oluşturdukları bir komisyonla örgütlenme çalışmalarını yürüten Aleviler, geniş bir katılımla yaptıkları toplantı sonucunda Dergahlaşma kararı aldılar. Toplantıya FEDA temsilcisi Rojda Yıldırım, Araştırmacı Yazar Erdoğan Yalgın ve komisyon sözcülerinden Nesim Doğan örgütlenme ve Alevileri bekleyen tehlikeler hakkında sunumlar yaparak, katılımcıları bilgilendirdiler. Çeşitli sorunların tartışıldığı bu platformda, katılımcılar tarafından getirilen lokmalar pay edilip, dostluk ve birliktelik için niyet ve görüşler dile getirildi. Toplantıda çıkan ortak karar doğrultusunda, Hagen ve çevresini de içine alacak bir örgütlenme ağının oluşturulması ve kısa bir sürede, Alevi Kültür Dergahı adı altında fiziki mekan sorununun çözülmesiyle, faaliyetlerde bulunulması kararına varıldı. Temel çalışmaları arasında Alevilik (Réya Heqi İtikatı) eğitimiyle birlikte, bir kütüphane ve dokümantasyon- arşiv bölümünün oluşturulması hedeflendi. Bununla birlikte inancın tarihsel, sosyal-kültürel ve teolojik bir bütün olarak top- lumsal değerlerinin eğitim-ögretim seanslarıyla devamlılığının sağlanması, okul çağındaki öğrencilere ek ders kurslarının verilmesi, Bezm-i muhabbet cemlerinin yaşatılması, belli günlerde var olan inanç törenlerinin yerine getirilmesi, siyasi süreçler hakkında panel ve seminerler tertip edilmesi ve benzeri faaliyetlerin yaşatılması kararları alındı. Festivalde renkli sahneler 22. Kürt Kültür Festivalinde Demokratik Alevi Federasyonunun açtığı ştand büyük ilgiyle karşılandı. Avrupa'nın dört bir yanından gelen canların buluşma noktası olan çadır, renkli sahnelere şahit oldu. sohbetlerin, teorik tartışmaların yanısıra hummalı Alevilik tartışmalarının da yapılması şaşırtıcı değildi. Alevilikle ilgili kitaplar ve Seyit Rızaların Sakine Cansızların fotoğraflarının olduğu tişirtler yoğun ilgi gördü. Canlar bir sonraki festival de buluşmak umuduyla coşkuyla katılımlarını sağladılar. 47 47 Semah 2014 Dünyayı verelim çocuklara Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında dünyayı çocuklara verelim kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi hiç değilse bir günlüğüne doysunlar bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı çocuklar dünyayı alacak elimizden ölümsüz ağaçlar dikecekler Nazım Hikmet 48 48 Mareş’e birneke! 19-26 Kanûn 1978 SEMAH DERGİSİ ABONELİK FORMU Ad/Soyad Adres E-mail Tel Banka Konto BLZ : : : : : : : Temsilcilikler: - ALMANYA - Düsseldorf: Ayten Arslaner - Berlin: Ana Fatma Dergahı - Dortmund: DAKME - Köln: Ali Bildik - Bonn: Pir Veli Doğan - Hamburg: Hak-Evi Dergahı - Mainz: Gülsüm Sevim - Bremen: Dr. Yaşar - Bielefeld: İsmail Eren - AVUSTURYA: Hediye İmanlı - FRANSA: Bemal Özdemir - İNGİLTERE: Cihan Aşkın, Halil Mısır - İSVİÇRE: Neslihan Kılıç - BELÇİKA: Doğan Erdoğan Formu doldurduktan sonra aşağıdaki adrese gönderiniz Adres: Semah Dergisi- Immermanstr. 29 44147 Dortmund İletişim: Tel: +49 177 838 94 14 E-mail: [email protected] www.alevi-kizilbas.com Banka: Federation der Demokratischen Aleviten e.V Konto Nr: 1007028655 IBAN: DE 35 3005 0110 1007 0286 55 BIC: DUSSDEDDXXX Kobanê’nin Dağ Yürekli Çocuklarına Dağ yürekli dost gülüşlü Seni nasıl kaleme alsam bilmem ki? Şair olup şiirlere mi dizsem? Yazar olup romanlara mı döksem? Dağ yüreklim… Yoksa arkadaşça, yoldaşça oturup anılarını mı yazsam? Nasıl dile getireyim seni gül yüzlüm Bilmem ki O dağ yüreğini mi? O dost gülüşünü mü? Savaşımındaki o coşkunluğu mu? Nasıl anlatsam seni güneş yüzlüm? Bilmem ki Sen yüreklerde kutsal değer Değerle gelişen direniş abidesi Sen halkın günlünde Eserleşen Kobanede Sen cana can katan Onur abidesi Nasıl anlatsam seni dost gülüşlüm Bilmem ki