İÇİNDEKİLER GİRİŞ…………………………………………………………………………...........................1 1.BÖLÜM EĞLENCE KONUSUNDA İSLAM’IN HASSAS ÇİZGİLERİ……………..………………3 EĞLENCENİN SOSYAL HAYATTAKİ ÖNEMİ………………………..…………………8 MUSİKÎ………………………………………………………………..................................10 DÜĞÜN EĞLENCELERİ……………………..……………………………………………19 BAYRAM KUTLAMALARI…………………..…………………………………………...21 GÖRSEL YAYINLAR(TELEVİZYON,SİNEMA,TİYATRO)…………..………………..27 MUSİKÎ VE EĞLENCE HAKKINDAKİ MENFİ DÜŞÜNCELER……….........................31 YASAKLANAN BAZI EĞLENCE TÜRLERİ……………………………………..……...36 a)-Sırf eğlence için hayvanları öldürmek……………………………………………..……..36 b)-Eğlence için hayvanları dövüştürmek……………………………………..……………..37 c)-Kumar ve kumara benzeyen her türlü oyun…………………………………………..….37 2.BÖLÜM BİR EĞLENCE OLARAK SPORTİF FAALİYETLER…………………………………..39 ÇEŞİTLİ YARIŞMALAR……………………………………………..…............................39 1-At ve deve yarışları (Binicilik)………………………………………..…………………..39 2-Atıcılık (Okçuluk)………………………………………………………………..………..40 3-Atletizm (Koşu)……………………………………………..…………………………….41 AVCILIK…………………………………………………………………………..………..42 YÜZME………………………………………………………………..................................42 GÜREŞ…………………………..………………………………………………………….43 HALTER………………………………………………………………………..…………...43 FUTBOL……………..……………………………………………………………………...44 SONUÇ…………………………………………………………………...................................45 KAYNAKÇA……………………………………………………………….............................47 1 GİRİŞ Eğlenmek,vakit geçirmek,oyalanmak, dinlenmek manalarına gelir. Eğlence ise, neşeli ve hoş vakit geçirmeye yarayan oyun, yarış, musiki, raks gibi şeylerin genel adı olmuştur.Bu kelimenin K.Kerim’de en yaygın kullanılan karşılığı “lehv”dir.Daha çok “laîb” kelimesiyle beraber kullanılan bu kelime, ahirete nisbetle dünya hayatının değersizliğini anlatır: “Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur.Keşke bilmiş olsalardı!”1 Araplar, hayatî ihtiyaçlarını teminde büyük bir önem arzeden ve sıcak altında uzun çöl yollarını katetmesi güç, kum fırtınası ve eşkıya gibi tehlikelere maruz kalma ihtimali büyük olan ticaret kervanlarının gelişini sevinçle karşılar; davul çalarak hem sevinçlerini izhar eder; hem de kervanın gelişini ilan ederlerdi. Hz.Peygamber (s.a.v.) döneminde de bu gelenek devam etmiştir. Eğlencenin kapsamı oldukça geniştir.İnsanların dinlenmesi, hoşça vakit geçirmesi, sevinç ve neşe duymasını sağlayan her türlü oyun,musiki, raks, mizah gösterileri, yarış, av, sohbet vb. davranışları eğlence olarak mütalaa edebiliriz. Meşru sınırlarda kalmak şartıyla seyredilen keyifli bir televizyon programı, ibret verici bir sinema filmi, mesaj yüklü bir tiyatro sahnesi de bunlar arasında sayılabilir. Anadolu’nun hemen her yöresinde yaygın olan gece sohbetleri de bir tür eğlencedir. Özellikle yaz gecelerinde, düğünlerde, bayramlarda, asker uğurlama ve karşılamalarında aileler birbirlerini ziyaret eder; birbirlerine oturmaya giderler. Geç saatlere kadar çerez, meyve, çay, kahve ikramları yapılır ve sohbet edilir. Çocuklar kendi aralarında oyuncaklarıyla oynarlarken, gençler de kendi seviyelerine uygun eğlenceler tertip ederler. Biraz daha olgun yaşta olanlar da birbirlerine anılarını anlatarak geçmişi yâd ederler.Bu tür sohbet ve eğlenceler, insanların hoşça vakit geçirmesini sağlar; dostlukları pekiştirir; insana toplumun bir üyesi olma hazzını tattırır.Hz.Peygamber (s.a.v.)’in, yatsı namazından sonra gece geç vakitlere kadar oturup eğlenmeyi ve sohbet etmeyi, sabah namazını kaçırma ihtimalinden dolayı hoş görmediği kaynaklarda 1 Ankebut-64 2 gelmiştir.2 Eğer böyle bir tehlike yoksa bu tür eğlencelerin son derece normal karşılanacağı ortaya çıkar.Burada dikkat edilmesi gereken husus, aşağıda da geleceği üzere, bu eğlencelerin İslam’ın çizdiği meşru sınırlar içerisinde kalmasıdır.Hakkında haram olduğuna dair kesin bir nass olmayan her şey mübahtır. İslam, her dönemde yaşanabilecek bir elastikiyete sahiptir.Çünkü, hem dünya hem ahiret mutluluğunu vadeden bir mantalitesi vardır. Sadece dünya için çalışıp ahireti unutmak ne kadar yanlış ise, sadece ahireti düşünüp dünyayı unutmak da o derece yanlış ve İslam’ın tasvip etmediği bir durumdur.İslam, Hristiyanların icad edip, hakkını da tam olarak veremedikleri ruhbanlığı asla emretmemiştir. Şüphesiz en iyi yol orta yoldur. Kaynaklarda Hz.Peygamber (s.a.v.)’in, zaman zaman musiki söyleyen cariyeleri dinlediği, düğün ve bayramlarda eğlenmeyi teşvik ettiği, ashabıyla şakalaştığı, sportif faaliyetleri desteklediği rivayetleri gelmiştir.İnsanların bu konuda haddi aşma ve harama düşme tehlikesi, bazı olumsuz görüşlerin de oluşmasına zemin 2 hazırlamıştır.Şimdi konuyu Buhari; Mevâkîtü’s-Salat-38 3 delilleriyle inceleyeceğiz. 1.BÖLÜM EĞLENCE KONUSUNDA İSLAM’IN HASSAS ÇİZGİLERİ Yüce Allah, insanları uyarmak ve onlar için yol gösterici olmak üzere peygamberler göndermiş; onlara kitaplar indirmek suretiyle de hidayet rehberini nebilerden sonra bile insanlar arasında kalıcı kılmıştır. İnsanlar, bu hidayet rehberine uyarak günlük hayatlarını şekillendirmek zorundadırlar. En son indirilen kutsal kitabımız K.Kerim’de de, insanların sosyal hayatını, aile düzenlerini, insanların hem birbirleriyle hem de Allah ile ilişkilerini düzenleyen dini, ahlaki, hukuki ve sosyal hükümler bulunmaktadır. İnsanların günlük hayatlarının önemli bir kısmını işgal eden eğlencenin sınırlarıyla ilgili olarak da hem K.Kerim’de, hem de Hz.Peygamber (s.a.v.)’in sünnetinde önemli hükümler mevcuttur. Öncelikle K.Kerim, Allah’a şirk koşmayı ve O’na isyanı kesin olarak yasaklamıştır: “İlahınız bir tek Allah’tır. O’ndan başka ilah yoktur. O, Rahman’dır; Rahim’dir.”3 “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.”4 Şirk, bir şeyi Allah’a ortak (eş) koşmak, onu ilah yerine koymak, Allah’a ait tanrılık niteliklerinden herhangi birini ona vermek demektir. Allah’a iman etmiş olan bir kişinin, eğlence hayatında kendisini bu imanın dışına itebilecek herhangi bir eyleme girişmemesi gerekir. İslam, cahiliye dönemine ait şirk unsuru ihtiva eden her şeyi ortadan kaldırmıştır. Bir taraftan her türlü şirk faaliyetlerini yasaklarken, diğer taraftan da mensuplarının bunlara yaklaşmasını önlemek üzere alternatif organizasyonlar düzenlenmesini teşvik etmiştir. Öyleyse, bir mü’minin eğlence hayatında dikkat etmesi gereken en önemli faktör, küfür, şirk ve isyanı içeren veya bunları çağrıştıran eylem ve davranışlardan şiddetle kaçınmaktır. Mü’min; Allah’ın her şeyi bağışlayabileceğine; ancak, şirk ve isyanın bunun dışında kaldığına inanır. Tevhid konusu, İslam’ın en hassas olduğu ve asla taviz 3 4 Bakara-163 Nisa-116 4 vermediği bir konudur. İçerisinde Allah’a şirk koşma ya da isyanın olduğu herhangi bir söz ve eylemi İslam’ın kabul etmeyeceği izahtan varestedir. Bu nedenle bir eğlence türünün meşru nitelik kazanabilmesi için bu eğlencede bulunması gereken ilk şart, içerisinde şirk, küfür ve Allah’a isyan vasıflarından herhangi birinin bulunmamasıdır. İslam öncesi cahiliye döneminde en yaygın eğlenceler; içki, kumar ve şans oyunlarını ihtiva eden eğlence türleriydi. İslam, içerisinde içki, kumar ve fal(şans) mefhumu taşıyan veya bunları akla getiren her eğlence türünü de yasak kapsamına almıştır: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”5 İçki, içildiğinde insanı sarhoş eden herhangi bir maddedir. Adı veya türü ne olursa olsun; eğlenmek maksadıyla sarhoş edici bir madde kullanımına dinimiz izin vermemektedir. Fal da, insanların gelecek (gayb) konusunda bilgi edinmek için başvurdukları bir yöntem olup; Allah’tan başkasının gaybı bilemeyeceği inancına ters düşen bir faaliyettir. Kumar ise, taraflardan birine menfaat sağlayan her türlü şans oyunudur.Bu tür oyun ve eğlencelerde daima bir taraf kazanırken; diğer taraf kaybetmekte ve tatlı bir heyecanla başlayan eğlencelerin yerini kin, öfke ve düşmanlık almaktadır. Zaten bir sonraki ayet, bu duruma işaret eder: “Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi”6 Burada eğlencenin başka bir yasak sınırı daha karşımıza çıkmaktadır. Öyleyse mü’minin eğlence hayatında içki, kumar, fal ve bunlara benzer oyun ve davranışların yer alması düşünülemez. İslam’ın eğlence konusuna bakışını incelerken, kadınların bir eğlence vasıtası olarak kullanılması da gündeme gelmektedir. Kadın-erkek ilişkisini kendi mantalitesi içerisinde yeniden dizayn eden dinimiz, bu ilişkiye de belirli sınırlamalar getirmiştir. K.Kerim, öncelikle yabancı kadın ve erkeklerin birbirlerine şehevi duygularla bakmalarını yasaklar: “(Resulüm!) Mü’min erkeklere, gözlerini 5 6 Maide-90 Maide-91 5 (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler.”7 Ayetin devamı, günlük hayatta kadın-erkek ilişkisi noktasında çok önemli bir prensip ortaya koymakta; kadınların fiziki güzelliklerinin eğlence vasıtası olarak sömürülmemesi ve yabancı erkeklere peşkeş çekilmemesi için tesettürü emretmektedir: “Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mü’min kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler).”8 Yabancı bir erkeğin, eğlence malzemesi olarak kadını kullanması bu ayetlerden anlaşılan mefhuma göre haramdır. Buradaki temel esas, şehvet hissiyle yabancı kadına göz dikmenin, kişiyi zinaya götüren en büyük etken olmasıdır. Zira göz, kalbin aynası olup, zinaya giden yolun ilk basamağını teşkil eder. Dinimiz ise zinanın her çeşidini haram kılmıştır: “Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayasızlık ve çok kötü bir yoldur.”9 Yukarıdaki ayette “zina etmeyin” denilmeyip de “zinaya yaklaşmayın” buyurulması ilgi çekicidir. Buna göre yalnız zina değil, kişiyi zina etmeye sevkeden yollar da yasaklanmıştır. Esasen bir kere bu yollara tevessül edildikten, yani insanı zina etmeye zorlayan ve cinsi arzuları kabartan bir ortama girdikten sonra, artık bu arzuların ağır baskısı karşısında iradenin gücü oldukça yetersiz kalır ve zinadan korunmak son derece güçleşir. İnsanın bu psikolojik zaafını dikkate alan 7 Nur,30-31 Nur-31 9 İsra-32 8 6 Kur’an-ı Kerim, prensip olarak insanı kötülüklere sevkedici sebepleri ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Böylece, eğlence noktasında İslam’ın hassas çizgilerinden biri daha belirginleşmiş olmaktadır. Eğlenmek amacıyla, aralarında nikah bağı olmayan karşıt cinslerin şehevi duygularla birbirlerine bakması, dokunması vs. haram kılınmış; kadınların da, erkekleri bu noktaya sürükleyecek davranışlarda bulunmaları ( tesettürü ihmal etmek, dikkat çekici hareketler yapmak vb. gibi) yasaklanmıştır. Bazı insanların eğlenmek için seçtiği yollardan biri de, insanlarla alay etmek; onları tahkir etmek ve kişilerin onuruyla oynamaktır. Böylece, karşı tarafın zaafını kendileri için bir eğlence malzemesi kabul ederler. K.Kerim, insanların onurunu rencide edecek bu çeşit eğlenceleri de yasak kapsamına almıştır: “Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.”10 Bu ayetle, eğlence türlerinden çok sık rastladığımız bir çeşidinin daha İslam’ın hassas çizgilerinin kapsamına girdiğini görmekteyiz. Erkek ve kadınların birbirleriyle alay etmemeleri, birbirlerini ayıplamamaları ve birbirlerine kötü lakap takmamaları istenmekte; bunları yapmanın yoldan çıkma anlamına gelen “fasıklık” olduğu hatırlatılmaktadır. Öyleyse bir mü’min, başkalarının onurunu kendi zevkine alet etmemeli, insanları küçük düşürecek eğlence türlerinden şiddetle kaçınmalıdır. İslam dini, hangi maksatla olursa olsun, haksız yere bir canlıyı öldürmeyi yasaklamıştır. Dinimiz, her canlının yaşama hakkı olduğunu ilan eder ve her türlü cinayeti, işkence ve zulmü yasaklar: “Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın muhterem 10 Hucurat-11 7 kıldığı cana kıymayın.”11 “İnsanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ceza vardır.”12 Buna göre, sırf bir eğlence olsun diye hiçbir canlı öldürülmemeli ve hiçbir canlıya işkence edilmemelidir. Hayvanlar da bu ilahi korumanın kapsamındadır. Dolayısıyla, zararlı olması durumu hariç, eğlence maksadıyla hayvanların öldürülmesi veya hayvanlara eziyet edilmesi dinimizce yasaklanmıştır. Öyle ki, İslam’ın önemli bir ibadeti olan kurban kesiminde bile hayvanın incitilmeden kesilmesi emredilmiştir. Çünkü onlar da bir can taşımaktadır. Bu nedenle Resulullah (s.a.v.), hayvanları atış hedefi yaparak ateş eden ve bu şekilde eğlenenleri görünce; “kendisinde ruh olan hiçbir canlıyı (atışlarınıza) hedef ittihaz etmeyin”13 buyurmak suretiyle tepkisini ortaya koymuştur. Bütün bu anlattıklarımızdan, eğlence hayatının hangi sınırlarda kalabileceği ortaya çıkmaktadır. Buna göre, bir eğlence türünün Hz.Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine aykırı olmaması ve meşru bir nitelik kazanabilmesi için şu şartların bulunması gerekir: 1-Allah’a şirk veya isyanı içermemelidir. Şirk, küfür ve isyan sayılan hatta bunları çağrıştıran tutum ve davranışlardan uzak olmalıdır. 2-Sarhoşluk veren maddelerin kullanıldığı herhangi bir eğlence türünden olmamalıdır. 3-Taraflardan birine menfaat sağlayan, diğerinin zararına sebep olan kumar veya kumara benzeyen herhangi bir şans oyunu olmamalıdır. Ancak, taraflardan birinin lehine, diğerinin –diğerlerinin- aleyhine menfaat sağlamayan şans oyunları bu kapsamın dışında kalır. 4-Gaybten haber almak anlamına gelen her çeşit faldan ve falcılıktan uzak bulunmalıdır. İsra-33 Şura-42 13 Müslim, Sayd-58; Tirmizi, Sayd-1; Nesai, Dahâya-41 11 12 8 5-Zina ve zinaya götüren hiçbir davranışı (bakma, dokunma, öpme vs.) ihtiva etmemeli ve şehvet unsuru taşımamalıdır. 6-İnsanların onurunu incitecek nitelikte olmamalıdır. Alay ve tahkir manası taşımamalıdır. 7-Bir insan veya hayvanın (haksız yere) öldürülmesini; onlara işkence ya da zulmetmeyi içermemelidir. EĞLENCENİN SOSYAL HAYATTAKİ ÖNEMİ İnsan, beden ve ruhtan müteşekkil bir varlıktır. Hem bedenin, hem de ruhun çok çeşitli ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlardan birisi de dinlenmedir. İnsan sürekli ibadet ederek veya çalışarak hayatını sürdüremez. Dinlenmeye ve eğlenmeye de ihtiyacı vardır. Esasen az miktardaki eğlence, ruhu dinlendirir; kalbi de neşelendirir. Kafası yorulan ve zihni bunalan kimseler için tekrar salim bir kafaya kavuşmanın en emin yolu oyun, eğlence ve musikidir. Daima ciddi ve düşünceli olmak, durmadan ibadet veya dünyevi işlerle meşgul olmak mümkün değildir. Musiki ve eğlence insanı ruhen, zihnen ve bedenen dinlendirmektedir. İnsan zekası bunlar vasıtasıyla bilenir. Kalbi neşelendirir. Bilenen zeka ve dinlenen kalp ile daha verimli, daha ciddi çalışmak mümkün olur. Musiki, oyun ve eğlence bu bakımdan hayatın tuzu ve biberidir. Tuzsuz ve bibersiz yemekler yenebilir; ama tadı olmaz. Tuz ve biber çok olursa o zaman da yemeğin lezzeti bulunmaz. Bunların dozunu iyi ayarlamak lazımdır.14 Oyun ve eğlence kalbe rahatlık verir. Kalpten düşüncenin ağır yükünü hafifletir. Kalpler zorlandıkları zaman körleşir. Onları rahata kavuşturmak, çalışmak hususunda onlara yardım etmektir. Mesela, daima fıkıh ilmine devam edene cuma gününde tatil yapmak uygundur. Zira bir gün tatil yapmak diğer günlerde ciddiyetle çalışmaya vesile olur. Sair vakitlerde nafile namaza devam eden bir kimsenin bazı vakitlerde tatil yapması uygundur. Bazı vakitlerde namaz kılmak, işte bu nedenle mekruh kılınmıştır. Bu bakımdan tatil yapmak çalışmaya yardımcıdır. 14 Uludağ, Süleyman; İslam açısından musiki ve sema; Uludağ Yayınları; Bursa-1992; s.139 9 Oyun ve eğlence de ciddi gayret göstermeye yardımcıdır. Katıksız ciddiyete daimi bir şekilde sarılmaya hiçbir kişi sabredemez. Acı hakikate ve halis ciddiyete daimi bir şekilde yalnızca peygamberlerin nefsi dayanabilir. Bu bakımdan eğlence ve oyun, yorgunluk ve bitkinliğe karşı kalbin ilacıdır. O halde meşru sınırlar içinde kalan oyun ve eğlencenin mübah olması uygundur. Fakat fazla ilaç almak uygun olmadığı gibi; oyun ve eğlenceye de fazla dalmak uygun değildir.15 Peygamberimiz (s.a.v.) ve O’nun dönemindeki insanlar da bu kuralın içindedirler. Zaten kaynaklarda o dönemdeki bazı eğlence türlerine peygamberimiz (s.a.v.)’in cevaz verdiğine dair pek çok rivayet bulunmaktadır. İmam Ahmed’in Müsned’inde yer alan ve Hz.Aişe (r.a.)’ den rivayet edilen bir olay şöyledir: “Resulullah (s.a.v.) oturmakta idi. Bir gürültü ve çocuk sesleri işittik. Hz.Peygamber (s.a.v.) ayağa kalktı. Bir de baktı ki, Habeşli bir kadın raks etmekte ve etrafında da çocuklar toplanmış bulunmakta. Bana; “bunu seyretmek ister misin?” diye sordu. “Evet” demem üzerine usanıncaya kadar bana seyrettirdi.”16 Peygamberimiz döneminde çoğunlukla eğlence için kılıç-mızrak oyunları yapılırdı. Peygamberimiz (s.a.v.) de bu tür eğlencelere cevaz verir ve hatta bunları teşvik ederdi. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Habeşliler harbeleriyle Resulullah (s.a.v.)’ın yanında oynarlarken Ömer b. Hattab içeri girdi. Hemen yere eğilip çakıl alarak onlara fırlattı. Resulullah(s.a.v.): “Ey Ömer! Bırak onları (oynasınlar)! Zira onlar, Beni Erfide’dirler.” buyurdu.”17 Bu oyunlar bir sevinç gösterisi, bir tür eğlence idi. Zira Ebu Davud’taki bir rivayetten bunu anlıyoruz. Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Resulullah(s.a.v.) Medine’ye geldiği zaman, O’nun gelişinin sevinç göstergesi olarak Habeşliler harbeleriyle oynadılar.”18 Gazâli; İhya-i Ulumid-din, Sentez Yayınevi, İstanbul-1993, c.2, s.695 Müsned-ü İmam Ahmed b. Hanbel; Beyrut-1969;c.3.s.152. Ayrıca kadınların raks (dans) etmesi ve erkeklerin de bunları seyretmesine dair bk. Uludağ, age., s.90 17 Buhari, Cihad-79; Müslim,Iydeyn-22; Nesai,Iydeyn-35 18 Ebu Davud, Edeb-59 15 16 10 Sadece kılıç oyunları değil, def çalarak şarkı söylemek ve eğlenmek de o dönemdeki insanların en büyük eğlence vasıtaları idi.Enes b. Malik (r.a.), Resulullah (s.a.v.)’ın bir defasında Medine’nin bir yerinden geçerken def çalarak eğlenen cariyeler gördüğünü ve onları taltif ettiğini belirtmektedir.19 Hz.Peygamber (s.a.v.)’in özellikle düğün ve bayramlarda def çalıp, şarkı söylemeye ve eğlenmeye teşvik ettiğine dair pek çok rivayet gelmiştir ki bu konuyu ileride özel olarak inceleyeceğiz. Süleyman Uludağ, insanın ruhunu ferahlandıran oyun ve eğlencelere, sufilerin bir meşruiyet verdiklerini, bunları ciddilik derecesinde makul saydıklarını belirtir.20 MUSİKİ Eğlence hayatının belki de en geniş kısmını musiki veya daha modern bir tabirle ifade etmemiz gerekirse müzik oluşturur. Günümüzün de vazgeçilmez eğlence vasıtası ve aynı zamanda bir sanat dalı olarak müzik, günlük hayatımızın çok önemli bir bölümünü işgal eder. Musiki ve eğlencenin genel manada mübah olduğunu söyleyen bazı alimler, bu görüşlerine şu ayetleri delil getirmişlerdir: “O gün cennetlikler, gerçekten nimetler içinde sefa sürerler.”21 Bu ayette geçen “sefa sürerler” ifadesini bazıları musiki olarak yorumlamışlar ve musikinin bir cennet nimeti olduğunu belirtmişlerdir. Aynı yorum, şu ayette de yapılmıştır: “İman edip iyi işler yapanlara gelince, onlar, cennette nimetlere ve sevince mahzar olacaklardır.”22 Ayetteki dinlemek “yuhberun” (sevinç ve nimete mahzar olurlar) kelimesi, musiki şeklinde yorumlanmış; böylece musikinin genel manada mübah olduğu söylenmiştir. Canan, İbrahim; Kütüb-i Sitte Muhtasar ve Tercümesi; Akçağ Yayınları, Ankara-1998;c.17,s.202,no600 20 Uludağ, age., s.136 21 Yasin-55 22 Rum-15 19 11 İnsanoğlunun aklı ve beş tane de duyusu vardır. Her hassanın idraki vardır ve bunların müdrekâtında (idrak noktalarında) lezzet vereni bulunur. Bu bakımdan bakışın lezzeti, güzel yüz, akar su ve yeşillik gibi güzel görünen şeylerdedir. Bunlar, bulanık, çirkin ve istenilmeyen şeylerin tersidirler. Koklamak için de güzel kokular vardır. Bunlar da çirkin ve pis kokuların karşılığıdır. Tatmak için lezzetli şeyler, yağlı, tatlı, mayhoş gibi lezzetler vardır. Bunlar tabiatın nefret edip kaçtığı acılığın tersi ve karşılığıdır. Temas (dokunma) duyusu için de yumuşaklık ve uygunluğun lezzeti vardır. Bu da sertlik ve katılığın karşılığıdır. Akıl için ilim ve marifetin lezzeti vardır. Bu da cehalet ve hamakatın (ahmaklığın) tersi ve karşılığıdır. İşte böylece kulak ile idrak edilen sesler de bülbül ve çalgı aletlerinin sesleri gibi lezzetli; merkep ve benzeri hayvanların anırması gibi çirkin kısımlara ayrılır.23 Nitekim Allah Teâla: “Seslerin en çirkini elbette ki eşek sesidir”24 buyurmaktadır. Bu ayetten, güzel sesin memduh (övülmüş) olduğu anlamı çıkar. Eğer, güzel ses sadece Kur’an okuma ve dinlemede kullanılması şartıyla mübahtır; denilecek olursa, böyle diyen kimsenin bülbülün sesini dinlemeyi de haram sayması gerekir. Çünkü o da Kur’an okumaktan bir parça değildir. Musikinin geçmişi insanlık tarihi kadar eskidir. Geçmiş peygamberlerden musiki ile ilgilenenleri mevcuttur.İsrailoğullarına ve gönderilen hatta bununla peygamberler meşgul bizzat olanları musiki ile bile meşgul olmuşlar ve musiki aletlerini çalmışlardır. Hz.Davud’un çok güzel bir sese sahip olduğu, “mizmar” adı verilen bir musiki aletini çaldığı ve sayıları çok fazla olan bir musiki heyetinin devamlı olarak Hz.Davud’un sarayında musiki çaldığı, İslam ve batı kaynaklarında müşterek olarak kaydedilmektedir. Müslümanlar arasında yaygın olan “Davudi ses” deyimi bu menkıbelerle ilgilidir.25 Görüldüğü gibi musikinin tarihi çok eskilere dayanmaktadır. O zamanlar çok ilkel, ibtidai enstrümanlar bulunuyordu ve insanlar da bunları kullanmakta bir beis görmüyorlardı. Hz.Peygamber (s.a.v.) zamanında musiki nazariyatı mevcut bulunmamakta idi. Teknik manada besteler ve mütekamil musiki aletleri yoktu. 23 Gazâli, age., s.663 Lokman-19 25 Uludağ; age ; s.24 24 12 Sadece tabii sesle çıkartılan nağmelerle anonim birtakım besteler bulunuyordu. Bu durum nazar-ı itibara alınırsa makam, beste (elhan, üğniye, eğani ) ve birçok musiki aletlerinden bahseden hadislerin düzme olduğuna kolaylıkla hükmolunabilir. Ud, keman, kanun, saz, zurna, trampet, ney, vs. gibi aletlerden bahseden hadislerin doğru sayılması mümkün değildir.26 Sahih kaynaklar araştırıldığında çalgı ile ilgili hadislerde sadece def ve düdük gibi basit müzik aletlerinden bahsedildiği görülür. İşte bunlardan birkaçı: Muavvız b. Afra’nın kızı Rübeyyi’ (Halid b. Zekvan’a) anlatıyor: “Zifafa girdiğim gecenin sabahı Resulullah(s.a.v.) yanıma geldi ve şimdi senin oturduğun gibi yatağıma oturdu. Bu sırada kızlar Bedir Savaşı’nda ölen babalarımız hakkında söylenen hamasi (kahramanlık) şiirleri def çalarak söylemeye başladılar. Bu arada kızcağızlardan biri; “içimizde yarın ne olacağını bilen bir nebi vardır” dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) O’na; “bunu bırak da evvelce söylediğin gibi söyle” buyurdu.”27 Burada Hz.Peygamber (s.a.v.)’in bir tepkisi söz konusudur. Bu tepki, Allah resulünün iman nokta-i nazarındaki aşırı duyarlılığının tezahürüdür. Yarın ne olacağını Allah’tan başka bilen yoktur. Dolayısıyla Resulullah (s.a.v.)’ın tepkisi musikiye değil; söylenen yanlış sözedir. Nitekim Hz.Peygamber, kızcağızın musikisine tamamen karşı çıkmamış; önceki söylediği türküye devam etmesini istemiştir. İmam Ahmed b. Hanbel’den şöyle bir rivayet nakledilmektedir: “Kadının biri Resulullah (s.a.v.)’a gelmişti. Resulullah (a.s.), Hz.Aişe’ye; “bunu tanıyor musun?” diye sormuş; O da; “hayır ya Resulallah” diye cevap vermişti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.); “Bu, falanın muganniyesidir (şarkıcısıdır). Sana şarkı söylemesini arzu eder misin?” demiş, O da,“evet” diye cevap vermişti. Resulullah (s.a.v.); “Öyleyse O’na bir tabak ver” demiş; bunun üzerine kadın şarkı söylemeye 26 27 Uludağ; age. ; s.162-163 Buhari ; Nikah , c.6, s.360 13 başlamıştı. O’nun şarkısını dinleyen Hz.Peygamber (s.a.v.); “bunun burnunun deliklerine şeytan üflemiş” buyurmuştur.”28 Kadının ne tür bir şarkı söylediğini bilemiyoruz. Kahramanlık türküsü veya dini motifli bir ezgi ya da ilahi olması muhtemeldir. Sonuçta Allah’ın elçisi (s.a.v.), kadının şarkı söylemesi için gerekli enstrümanın yerine kullanılmak üzere kadına tabak verilmesini istemiş; kadın da söylediği şarkının ritmine uygun bir şekilde tabağa vurarak mükemmel bir sanat icra etmişti. Kadının son derece profesyonel bir sanatçı olduğunu gören Hz.Peygamber, hayranlığını “bunun burnunun deliklerine şeytan üflemiş” sözleriyle dile getirmiştir. Uludağ, bu hadiste geçen “şeytan üflemiş” ifadesinin, ustalıkla ve maharetle icra edilen bir sanat anlamında teşbih olduğunu söylemektedir.29 Bu olay, kadınların sesinin mutlak manada haram olmadığına delildir. Çünkü Nebi (a.s.), şarkı söyleyen kadını dinlemiştir. Kadın sesi, fitne korkusu olduğu zaman haram olur. Kadın sesi ile kadına bakmak arasında fark vardır. Zira şehvet, kabarmasının başlangıcında kadının sesinin dinlenmesine değil, kadına bakmaya davet eder. Bakmanın temas (dokunma) şehvetini tahrik etmesi, dinlemenin tahriki gibi değildir. Bakmanın tahriki daha şiddetlidir. Aynı zamanda kadının sesi avret değildir.Çünkü kadınlar, sahabe devrinde sorarlardı. Sual, müşavere ve benzeri erkeklere selam verirler; fetva yerlerde erkeklerle konuşurlardı. Fakat musikinin şehvet tahrikinde çok fazla etki ve tesiri vardır. Bu bakımdan kadın sesi dinlemek hususunda, nerede fitnenin kopmasından korkulursa orada haramdır, demek daha uygundur. Zira Hz.Peygamber, kadın ve cariyelerin seslerini dinlemiş; bundan sakınmamıştır. Fakat fitne, Hz.Peygamber için korkutucu değildir.Bu nedenle Resulullah (a.s.) sakınmamıştır.Bu durum karşısında bu konudaki fetva kadının ve erkeğin hallerine göre değişir. Onların gençlik ve ihtiyarlık durumlarına bakılır.30 Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.) bir seferinde Medine-i Münevvere’nin bir yerinden geçmişti. Bir kısım cariyelerin deflerini çaldıklarını ve şöyle söylediklerini işitti : “Biz Beni 28 Ahmed b. Hanbel; age.; c.3, s.449 Uludağ ; age. ; s.79 30 Gazâli, age., c.2, s.683 29 14 Neccar’ın kızlarıyız. Komşu olarak Muhammed ne iyi!” Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.): “Allah da bilir, ben sizleri cidden seviyorum” buyurdular.”31 Görüldüğü gibi, Hz.Peygamber (s.a.v.), şarkı söyleyenin cinsiyeti, kullandığı müzik aleti (enstrüman), şarkının bestesi veya makamıyla ilgilenmiyor. Allah resulünü ilgilendiren tek husus, şarkının sözleridir. Yani kimin söylediği değil, ne söylediği önemlidir. Önceki rivayetlerde Resulullah’ın yanlış ve İslam anlayışına aykırı söz ve şarkıya nasıl müdahale ettiğini görmüştük. Burada ise efendimizin, peygamber sevgisini konu alan ve meşru sınırlardaki bir övgüyü içeren şarkı ya da musikiden ne derecede hoşnut olduğunu görmekteyiz. Araplarda, yolculuk esnasında develerin daha hızlı gitmelerini sağlamak için şarkı söyleme adeti vardı. Bu adet Hz.Peygamber (s.a.v.) ve ashab zamanında da devam etmiştir.Buna rağmen hiçbir sahabeden bunları söylemenin haram olduğu nakledilmemiştir. Aksine, bazen yorgun develeri harekete geçirmek, bazen de keyiflenmek için bu türküleri söyleyen insanlar arıyorlardı. Bu bakımdan, musikinin anlaşılır, lezzet verir, güzel sesler ve ahenkli nağmelerle söylenilir bir söz olarak haram olması mümkün değildir.32 Musiki hakkında İslam’ın her döneminde olumsuz düşünceler serceden insanlar bulunmuştur. Bunun nedeni, musikinin, İslam’ın haram kıldığı veya en azından hoş görmediği bazı fiillerle beraber icra edilmiş olmasıdır. Bu durum, dini hassasiyete sahip pek çok kişiyi bu konuda ihtiyatlı davranmaya sevk etmiştir. Nitekim, Hz.Peygamber (s.a.v.) ‘den buna benzer tavırlar görmek de mümkündür. Bir gün Resulullah (s.a.v.) gaza maksadıyla Medine’den ayrılmışlardı. Medine’ye dönünce, siyah bir cariye huzuruna gelerek: “Ya Resulallah!, Allah seni sağ salim ve muzaffer olarak döndürürse huzurunda def çalacağım ve türkü söyleyeceğim, diye nezretmiştim. Şimdi ne yapmamı emir buyurursunuz?” diye sordu. Resulullah (s.a.v.) : “Eğer böyle bir adak adadıysan nezrini yerine getir; aksi halde yapma.” buyurdu. Bunun üzerine cariye çalgı çalmaya başladı. Bu sırada Hz.Ebubekir geldi. O çalmaya devam ediyordu. Sonra Hz. Osman geldi. Cariye 31 32 Canan, İbrahim; age.;c.17, s.202, no:600 Gazâli, age., c.2, s.670 15 çalmaya devam etti. Daha sonra Hz.Ali geldi. O yine çalıyordu. En sonra Hz. Ömer geldi. Cariye O’nu görünce defi altına aldı ve üstüne oturdu. Bunu gören Resulullah (s.a.v.): “Ya Ömer! Şüphesiz şeytan seni görünce girmeye delik arıyor” buyurdu ve durumu Hz.Ömer’e hikaye etti.33Bu ifadelerden, musikiye izin verilmekle birlikte bu hususta temkinli olunması gerektiği seziliyor. Zira, cariyenin nezrini yerine getirip getirmeme noktasında tereddüde düşmesi ve Resulullah’tan izin istemesi, Resulullah’ın da “aksi halde yapma” ifadesi, cariyenin kötü bir iş yapmış gibi Hz.Ömer’i görünce korkması ve defi saklamaya çalışması bunu göstermektedir. Çünkü o dönemde de musiki hakkında olumsuz düşünceler mevcut idi. Hz.Aişe’yi peygamberimizin yanında şarkı söyleyen iki cariyeyi dinlerken gören Hz. Ebubekir olaya sert tepki göstermiş; ancak Hz.Peygamber (s.a.v.)’in kendisini ikaz etmesi sonucu Hz.Aişe’ye engel olmamış; şarkı dinlemesi hususunda O’nu serbest bırakmıştı.34 Bütün bunlara rağmen, haram olan bir şeye peygamberimizin ruhsat vermesinin düşünülemeyeceği kaidesince, Resulullah’ın, yanında çalgı çalınıp şarkı söylenmesine müsaade etmesi, normal ölçüler içerisinde musiki ve çalgının ibahatına delalet etmektedir. Hz.Peygamber (s.a.v.)’in, kullanılış biçimine göre şiiri kimi zaman takdir, kimi zaman da zemm ettiğini belirtirken Hamidullah, bu konuda da şunları söylemektedir: “Şarkı ve musiki konusunda da O, benzer bir tutum göstermiştir. Bu çeşit bir eğlenti vasıtasının, vazifelerin ihmali derecesine vardırılmasına karşı Resulullah(a.s.) sert ve sıkı davranır. Aksine, insanın içine doğduğu şekliyle bir musiki ve teğanni muharriki O’nun tarafından yeni bir yöne, farklı bir istikamete sevk edilmiştir. Gerçekten de Kur’an tilaveti, en yüce, en ulu bir musiki tezahürü olan Davud peygamberin mezamiri ile mukayese edilmiş bulunmaktadır. Askeri musikinin engellenmesi ise söz konusu değildir.”35 Tirmizi; Kitab’ül-Menakıb, bab-71; Ahmed b. Hanbel, c.5, s.353 Buhari, Iydeyn-23, Cihad-81; Müslim, Iydeyn-18; Nesai, Iydeyn-35 35 Hamidullah, Muhammed; İslam Peygamberi, Çev. Prof.Dr. Salih Tuğ, İrfan Yayıncılık, İstanbul-1993, c.2,s.749 33 34 16 Görüldüğü kadarıyla Hamidullah, askeri musikiye mutlak cevaz vermekte, bunun dışında kalanların cevazını ise “vazifelerin ihmali derecesine vardırılmaması” şartına bağlamaktadır. Aslında bu durum sadece musiki için değil, hakkında kesin ibaha delili olan her şey için geçerlidir. İslam, vazifeleri ihmal derecesine vardırılan sözgelimi uykuyu bile hoş görmez. Yine Hamidullah, insanın içinde bulunan musiki dinleme ihtiyacının Kur’an tilavetiyle giderilebileceğine inanmaktadır. Ancak bu durum, ölçülü olmak ve çizilen genel çerçevenin dışına çıkmamak şartıyla musiki ve çalgı dinlemeye engel değildir. Esasen Kur’an’da musikiyi haram ya da mübah kılan açık bir hüküm yoktur. Kur’an’da övülen ya da yerilen musiki değil, sözdür.36 Ensardan bir kızın düğününde Resulullah (s.a.v.), Hz.Aişe’ye, gelinin kocasına gönderilirken yanında bir çalgıcının bulunmasını istemiş ve düğünlerde çalgı çalıp eğlenmeye teşvik etmiştir.37 İslam, mutlak haram kıldığı bir şeyin zaruret dışında zaman zaman işlenmesine asla izin vermez. Düğün konusunu az ileride işlemekle birlikte burada şu hususu hatırlamakta fayda vardır: Allah resulü, insanların fıtri ihtiyaçlarını çok iyi bilmekte, gerektiği yerde ve gerektiği kadar gülmeye, eğlenmeye izin vermektedir. Ashabına zaman zaman latifeler yapan, onlardan kimi zaman sadır olan komik tutum ve davranışlara da tebessümle karşılık veren Hz.Peygamber, düğün ve bayram gibi eğlence vakitlerinin de en güzel şekilde değerlendirilmesini istemiş, bu günlerin eğlencesiyle beraber toplumsal dayanışma, sevgi ve saygıyı pekiştirmesini arzu etmiştir. Uludağ, Medine devrinde musikiye cevaz verilmekle kalınmadığını, daha da ileri gidilerek musikinin teşvik edildiğini belirtir.38 Sahabe de musiki ile ilgilenmiş, şarkı söyleyen cariyeleri dinlemiştir. Abdullah b. Amr, musiki bilen bir cariye satın almıştı. Bunlar Cuma günleri şarkı söyleyip, oynuyorlardı. Bunu müteakip, “Nüşeyt” diye tanınan İranlı bir köle şarkı söylemeye başladı. Söylenen şarkılar Abdullah b. Cafer’in çok hoşuna gitti. Bunun üzerine Abdullah b. Amr’ın İranlı kölesi Saib, kendisine; “Senin için bunların Uludağ; age.; s.58 Canan, İbrahim; age.;c.17,s.203, no:601 38 Uludağ; age.;s.56 36 37 17 söyledikleri şiirleri besteleyeyim” demiş ve Arap şiirini bestelemişti. Bu hadise için İbn Kelbi; “Müslüman Arapların ilk bestesi işte budur” demiştir.39 Anladığımız kadarıyla Allah rasulünün iki güzide ashabı Abdullah b. Amr ve Abdullah b. Cafer, bayram günü kabul edilen Cuma günlerinde musikinin insan ruhunu incelten o güzel nağmeleriyle neşv ü nema buluyorlar, musiki sanatının müsbet yönlerinden istifade etmekte bir sakınca görmüyorlardı. Sürekli vurgulamaya çalıştığımız gibi, o dönemin musiki anlayışıyla günümüz musiki ve sanat anlayışı arasında derin farklar bulunmaktadır. İslam için canını her an feda etmeye hazır insanların oluşturduğu bir toplumun sanat anlayışı ile günümüz seküler toplumların sanat anlayışı arasındaki bu fark insanların günlük yaşantılarında da açıkça tezahür eder. Allah’ın elçisi ve O’nun güzide ashabının içkili-dansözlü herhangi bir eğlenceyi tasvip etmeleri elbette düşünülemez. Ancak, bu tür eğlencelerin yaygınlaşması, musikinin tamamen yasaklanmasına delil olamaz. Burada ölçü ve sınırı (dozajı) iyi ayarlamak lazımdır. Yukarıdan beri anlattıklarımızdan da görüleceği gibi, musiki ve çalgı hususunda Hz.Peygamber (s.a.v.) çok müsamahakar davranmıştır. Günümüzdeki müzik aletleri o dönemde yoktu. O dönemin müzik aletleri sadece kaval, düdük ve def gibi basit aletlerden ibaret olup, söylenen şarkılar da deve türküleri, hamasi şarkılar ile peygamberimizi öven şarkılardan müteşekkil idi. Peygamberimiz, kendi dönemindeki bu musiki aletlerin kullanılmasına müsaade etmiş, yanında şarkı söyleyen cariyeleri de dinlemiştir. Musiki dinlemek kalpte olmayanı kalbe sokmaz.Belki kalpte olanı harekete geçirir. Bazı zamanlarda kafiyeli ve vezinli kelimeleri terennüm edip musikili eğlenceler tertip etmek gelenek haline gelmiştir. Mübah olan bu musiki organizasyonlarını İmam Gazâli şöyle anlatır: 1-Hacıları uğurlamak için yapılan musikidir. Zira hacılar, önce memlekette davul çalınarak, güzel nağmeler söylenerek gezdirilir. Böyle yapmak ise mübahtır. Çünkü söylenenler Kâbe’nin, Makam-ı İbrahim’in, Hatim’in, Zemzem’in, diğer hürmetli yerlerin vasıfları hakkında söylenilmiş şiirlerdir. Bu, Allah’ın beytine olan şevki canlandırır; alevlendirir. 39 Uludağ; age.;s.34 18 2-Halkı savaşa teşvik etmek için söylenen şiir ve gazellerdir. Nasıl ki, hacca giden bir kimse için o hususta şiir okumak mübah ise bu da mübahtır. Fakat gazilerin şiir ve lahinleri (nağmeleri) hacılarınkinden farklı olmalıdır. Çünkü savaş, savaş isteğini kabartmak, kafirlere karşı kışkırtmak ve öfkesini tahrik etmekle olur. 3-Düşman ile karşı karşıya gelindiği vakitte askerlerin söylediği hamasi türkülerdir.Bu türkülerden gaye, hem nefsini hem de yardımcılarını şecaat ve kahramanlıkta övmektir.Bu çeşit türküler, mübah olan bir muharebede mübah, mendub olan bir muharebede de menduptur. Fakat Müslümanlar arasındaki savaşlarda, müslümanların zımmilere karşı açtıkları savaşlarda ve her mahzurlu savaşta bu türküleri okumak mahzurludur.Zira mahzurlu bir işe teşvik edenlerin de mahzurlu olması muhakkak ve kesindir.Savaş esnasında bu tür gazellerin okunduğu Hz.Ali, Hz.Halid ve ashab-ı kiramın kahramanlarından nakledilmiştir. 4-Hüzünlü zamanlarda söylenen ağıtlardır. Hüznün mahmud (övülmüş) ve mezmum (yerilmiş) kısımları vardır.Güzel olan hüznü tahrik eden ağıtlar da güzel; kötü hüznü tahrik eden ağıtlar da kötüdür. 5-Sevinç günlerinde sevinmeyi takviye eden ve daha da geliştirmek için dinlenen musikidir. Böyle bir musiki, eğer sevinç mübah ise mübahtır:Bayram günlerinde, düğün cemiyetlerinde, yolculuktan dönenin dönüşü anında, velime yemeğinde akika ve doğum zamanında, sünnet esnasında, K.Kerim’i hıfzettiği anda dinlenen musikiler gibi…Bütün bunlar, bu vakitlerde musiki dinlemek onlara karşı sevgisini açığa vurduğundan dolayı mübah görülmüştür.Nitekim Hz.Peygamber (s.a.v.), Medine-i Münevvere’ye hicret ettiği zaman kadınlar damlarda def çalıp şarkı söylemiş ve şöyle demişlerdir: “Üzerimize ondörtlük ay doğdu Seniyyetü’l-Veda’dan, Bize şükretmek farz oldu, insanları Allah’a çağırdığı sürece Çağıran.” İşte bu, Hz.Peygamber’in gelişinden dolayı sevgi ve sevincini açığa vurmaktır. Böyle bir sevgi güzeldir. Onun şiir, nağme, dans ve hareketlerle açığa vurulması da güzeldir. 6-Sevgiliye kavuşma imkanı olanlar için aşıkların söylediği musikidir. Bu, şevki tahrik ve nefsi teselli etmek içindir. Maşukun, cariye ya da kendi hanımı gibi 19 iştiyak duyması mübah olan kişilerden olması ve ona kavuşma imkanı bulunması şartıyla bu tür musikiler mübahtır. Çünkü ümit lezzetlidir. Ümitsizlik ise elem vericidir. Bir şeyi sevmek, sevginin kuvvetine göredir. Bu bakımdan, bu tür musikiyi dinlemekle aşk kabarır; şevk tahrik edilir; sevgilinin güzelliğinin vasfı hakkında mübalağa yapılır ve kavuşmadaki ümidin zevki kazanılır.Bu ise helaldir. Bu kimse, sevgilisine kavuşmadaki lezzeti artsın diye aşıkların musikisine kulak verir.Bu nedenle, sevgilisini görmekle gözü, dinlemekle kulağı, kavuşma ve ayrılmanın manalarının inceliklerini anlamakla da kalbi lezzetlenir. Dolayısıyla lezzetin sebepleri arka arkaya sıralanır. İşte bunlar, dünya mübahlarının içinde olan bir nevi lezzettir. Dünya hayatı ancak oyun ve eğlenceden ibarettir. Bu da ondandır.Ancak, kavuşma ile gerçekleşmesi caiz olmayan bir şevki tahrik etmek de caiz değildir.Eğer bir kimsenin kulağına gelen nağmeler, kendisine bakması helal olmayan bir kadının suretini nefsinde tahayyül ettiriyorsa, bu tür nağmeler dinlemesi o kişiye haram olur.Çünkü bu nağmeler, bu kişinin düşüncesini sakıncalı fiillere sevk eder. 7-Allah’ı ve Allah’ın aşkını seven, Allah’a kavuşma iştiyaki gösteren kişinin dinlediği musikidir.Böyle bir kimse, her neye bakarsa, orada mutlaka Allah’ın kudretini görür. Kulaklarına gelen her sesi ya Allah’tan dinler veya onun içinde Allah’ın kuvvet ve kudreti vardır.Böyle bir kimse için dinlemek, şevkini hareketlendirir, aşkını ve sevgisini kuvvetlendirir.Kalbinin ateşini yakar.40 Sahabe döneminden sonraki dönemlerde musiki aletleri ve kültürü geliştikçe musikiye ilgi de artmıştır.Muaviye, Abdülmelik ve Hişam gibi büyük Emevi halifelerinin musiki sanatkarlarını perde arkasından dinleyip eğlendikleri ve dans ettikleri de rivayet edilmektedir.41 DÜĞÜN EĞLENCELERİ Eğlencenin en zaruri olduğu zamanlar, düğün ve bayram günleridir. Bu özel günlerde insanların gülmeye, eğlenmeye daha çok ihtiyaçları vardır. Bunu çok iyi bilen Hz.Peygamber, düğün eğlencelerini teşvik etmiştir. 40 41 Gazâli, age., c.2, s.677-78 Tirmizi; Nikah-6 20 Hz.Aişe(r.a.) anlatıyor : “Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: ‘Nikahı ilan edin, onu mescitlerde yapın, üzerine de def vurun.’”42 Muhammed b. Hatib el-Cumahi, peygamberimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir: “(Nikahta) haramla helali ayıran fark, def ve sestir(saz ile sözdür).”43 Bu hadislerden de anlaşılacağı gibi, düğünü düğün yapan çalgı ve eğlencedir. Çalgı ve eğlence hem düğünün herkese duyurulması, hem de gülüp eğlenmeyi sağlaması açısından önemlidir. Hz.Peygamberin, Hz.Hatice ile evliliği sırasında Hz.Hatice’nin cariyelere defler çaldırıp, oyunlar oynattığı bilinmektedir.44 Hz.Aişe, Ensardan bir kızcağızı evlendirmişti. Resulullah(s.a.v.) gelince; “Genç kızı gönderdiniz mi?” diye sordu. Evdekiler; “Evet” deyince Allah resulü ; “Kızla birlikte bir de çalgıcı gönderdiniz mi?” dedi. Onlardan; “Hayır, göndermedik” cevabını alınca A.S. ; “Ensar, aralarında gazel okuma adeti mevcut olan bir cemaattir.Keşke onlara; ‘Size selam, bize selam. Olmasaydı kızıl altınlar. Görünmezdi alınlar. Olmasaydı siyah buğdaylar. Sevinmezdi vücutlar’ deyiverecek birini gönderseydiniz” buyurdular.45 Bu ifadelerden anlaşıldığına göre Hz.Peygamber(s.a.v.)’in gönlü çalgısız, eğlencesiz düğüne razı olmuyor. Hadiste geçen, “Ensar, aralarında gazel okuma adeti mevcut olan bir cemaattir” ifadesine bakılacak olursa, Hz.Peygamberin bu hususta İslam’ın çizdiği sınırlara riayet etmek kaydıyla- örf ve adeti ölçü aldığı görülür. Eğer içinde İslam’ın şiddetle yasakladığı bir şey yoksa örf ve adet gereği yapılan bütün düğün eğlenceleri meşrudur. Daha önce, “içimizde yarın ne olacağını bilen bir nebi vardır” şeklindeki bir şarkıya Resulullah’ın nasıl müdahale ettiğini görmüştük. Her şeyin bir ölçüsü vardır. Eğlencede bile bu sınıra dikkat edilmesi gerekir. Eğlenceye ruhsat veren, düğün ve bayramlarda eğlenceyi teşvik eden Allah resulü, meşru sınırları gözetmek suretiyle bu alanda da bizlere örnek olmaktadır. 42 Tirmizi, Nikah-6 Tirmizi, Nikah-6 ve 72 44 Köksal, M.Asım; İslam Tarihi, Şamil Yayınevi, İstanbul-1987; c.2, s.157 45 Bütün yönleriyle asr-ı saadette İslam; c.4, s.497; Canan, İbrahim; age.; c.17, s.203 43 21 O’nun izin verdiği hiçbir eğlence türünde İslam’ın çirkin gördüğü bir unsurun olamayacağı aşikardır. Sahabe döneminde de bu düğün eğlenceleri devam etmiştir. Amir b. Sa’d anlatıyor: “Bir düğün sırasında Karaza b. Ka’b ve Ebu’l Mes’ud el-Ensari’nin yanına girdim. Bir kısım cariyeler şarkı söylüyorlardı. Dayanamayıp ; ‘Sizler Resulullah (s.a.v.)’ın Bedir ashabından olun da yanınızda şu iş yapılsın, olacak iş değil!’ dedim. Bunun üzerine onlar; ‘İster otur, bizimle dinle; istersen git. Bize düğünde eğlenme ruhsatı verildi.’ dediler.”46 Amir b. Sa’d’ın, çalgı çalıp şarkılar söyleyen cariyeleri dinleyerek eğlenen iki Bedir gazisini –ki onlar Kur’an’da kendilerinden övgüyle bahsedilen insanlardırşiddetle tenkit etmesi, musiki dinlemeyi takva sahibi insanlara yakıştıramaması nedeniyledir. O’na göre, güya nasıl olur da Bedir Savaşı gibi İslam’ın varoluş mücadelesine katılan, Allah yolunda canlarını feda etmeyi göze alan müttaki insanlar, ahireti unutup da şarkı ve türkü dinleyerek eğlenebilirlerdi? Amir, bu düşüncesiyle musiki ve eğlenceye bakışını da ortaya koymuş oluyordu. Resulullah (s.a.v.)’ın diğer iki ashabı ise bu yadırgayışa itibar etmiyor ve bu konudaki ruhsatı açık bir şekilde O’na iletiyorlardı. Amir, bu ruhsatı duymamış olabilir. Ancak, kullandığı ifadelere bakılırsa musiki hakkında Onun, daha önce zikrettiğimiz olayların kahramanları olan Hz.Ebubekir ve Hz.Ömer’le aynı safta olduğu görülür. Öyleyse şunu söyleyebiliriz: Musiki, çalgı ve eğlence gibi konularda Resulullah’ın ashabı arasında bir görüşbirliği mevcut değildir. Bu ihtilaf, musiki hakkında asırlardır süregelen paradoks fikirlerin oluşmasında da etkili olmuştur. Ancak, Resulullah’ın anlattığımız müsamahakar tavrı, bizleri, mübah sınırlar içinde kalmak şartıyla düğünlerde oynama ve eğlenmenin son derece doğal olduğu sonucuna götürmektedir. BAYRAM KUTLAMALARI Düğünlerde olduğu gibi bayramlarda da gülüp eğlenmeye Resulullah (s.a.v.) izin vermiştir. Çünkü böyle günlerde insanların eğlenceye ihtiyacı vardır. Hüzünlü 46 Nesai, Nikah-80; Canan, İbrahim; age.;c.12, s.332 22 ve kederli bir bayram, bayram olmaktan çıkar. Zaten “bayram” mefhumunun içerisinde neşe, sevinç ve mutluluk gizlidir. Hz.Aişe anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.), benim yanımda iki cariye, Buas (savaşı ile ilgili hamasi) türküler söylerken çıkageldi. Gidip yatağı üzerine yan üstü uzandı ve yüzünü de (aksi tarafa) çevirdi. Derken (babam) Hz.Ebubekir girdi. Derhal beni azarladı ve; ‘Resulullah’ın hane-i saadetlerinde şeytan çalgısı ha!’ dedi. Bunun üzerine Resulullah, O’na yönelip; ‘Bırak onları (söylesinler)!’ buyurdu. (Onlar sohbete dalıp, bizden dikkatlerini çekince) Ben cariyelere göz işareti yaptım, kalkıp gittiler.”47 Resulullah(s.a.v.), Hz.Aişe’yi musiki dinleyip eğlenirken görmesine rağmen hiçbir şey demeden yatağına gidip uzanıyor; ancak yüzünü de ters istikamete çeviriyor. Resulullah(s.a.v.)’ın bu davranışı, eğlence konusundaki mesafeli duruşunu yansıtmaktadır. İnsanların, her şeyi olduğu gibi bu konuyu da istismar edebileceklerini ve ölçüyü kaçırabileceklerini düşünürsek, Allah resulünün bu mesafeli duruşunu daha iyi anlayabiliriz. Hz.Ebubekir’in reaksiyonu da, O’nun eğlenceye bakışını göstermektedir. Musikiyi “şeytan çalgısı” olarak nitelendiren Hz.Ebubekir, üstelik bunun Resulullah’ın evinde icra ediliyor olmasını ise daha büyük bir skandal olarak değerlendirmektedir. Az yukarıda, ashab arasında eğlence konusundaki ihtilafa dikkat çekmiştik. Böylece Hz.Ebubekir’in hangi safta yer aldığını da net olarak görmekteyiz. Resulullah’ın, mesafeli duruşuna rağmen Hz.Aişe’ye eğlenmesi için müsaade etmesi ve hatta Hz.Ebubekir’in tepkisini boşa çıkarması, iki sebepten kaynaklanıyor olabilir: 1-O gün bayram günüdür. Bayramda eğlenmek, tüm insanların en doğal hakkıdır. 2-Hz.Aişe’nin dinlediği musiki, hamasi türküleri ihtiva eden meşru bir eğlencedir. 47 Buhari, Iydeyn-23 ve 25, Cihad-81; Müslim, Iydeyn-18; Nesai, Iydeyn-35 ve 36 23 Hz.Peygamberin tavrının, bunlardan sadece birine dayanması muhtemel olduğu gibi, her ikisini beraber ihtiva etmesi de kuvvetle muhtemeldir. Hadisteki “Buas türküleri” ifadesi, söylenen şarkıların niteliğini de göstermektedir. Bu da bize; “acaba her türlü şarkı ve türküye ruhsat var mıdır?”, sorusu için bir ipucu vermektedir. Uludağ, bu hadiste geçen iki cariyenin, köle değil; ensardan hür, genç kızlar olduğunu söylemektedir.48 Yine Hz.Aişe(r.a.)’den dinliyoruz: “Bir bayram günüydü. Siyahiler mescitte kılıç-kalkan oyunu oynuyorlardı. Ben mi Resulullah’tan talep etmiştim; yoksa O mu (kendiliğinden) ; “Seyretmek ister misin?” buyurdu da ben; “Tabii” dedim; bilemiyorum. Kalktı, beni arka tarafına aldı; yanağım yanağının üstünde olduğu halde durduk. Resulullah (s.a.v.) : “Ey Erfide oğulları! Göreyim sizi (oynayın)!” diyordu. Ben usanıncaya kadar devam ettik. (Usandığımı fark edince) A.S. : “Yeter mi?” buyurdular. Ben : “Evet” dedim. “Öyleyse git” dediler.”49 Bu hadisin sahih kaynaklarda pek çok tariki vardır. Hz.Aişe’nin, “beni geri tarafına aldı” ifadesinden, peygamberimizin Hz.Aişe’yi gizlemeye çalıştığı anlaşılıyor. Yani siyahi yabancılar O’nu göremeyecek; O ise onların gösterisini izleyebilecek şekilde seyretmesine müsaade etmiş demektir. Bu durumda da, düğün ve bayramlarda eğlenen gençleri, karşıt cinslerin izleyip izleyemeyeceği hususu tartışılabilir. Günümüzde kadın-erkek karışımı eğlenceler yaygınlaşmıştır. Yukarıdaki hadisten anlaşılacağı üzere, bayanların, erkekler tarafından görünmeyecek şekilde hareket etmelerinin gerekliliği izahtan varestedir. Buradan, yabancı kadın ve erkeklerin birlikte eğlenip dans etmelerini İslam’ın tasvip etmediği sonucunu rahatlıkla çıkartabiliriz. Kılıç-kalkan oyunlarını, jimnastik ve atletik gösterilere, fiziki tekniklerle yapılan çeşitli yarışma ve sportif faaliyetlere kıyas edebiliriz. Dolayısıyla bedeni hareketlerle yapılan her türlü oyunu oynamaya da, izlemeye de –meşru sınırlar gözetilmek şartıyla- Resulullah(s.a.v.)’ın ruhsat verdiğini söyleyebiliriz. Hz.Aişe’nin, bu oyunu usanıncaya kadar seyrettiği belirtiliyor. Yıllar sonra bu olayı hatırlayan Hz.Aişe şöyle demiştir: “Ben de o zaman genç bir kadın Uludağ, age., s.75 Buhari, Iydeyn-2,3 ve 25, Cihad-81, Menakibu’l Ensar-46, Nikah-82; Müslim, Iydeyn-18; Nesai, Iydeyn-35 ve 36 48 49 24 idim. Oyun ve eğlenceye çok düşkün olan genç kızlara eğlenmeleri için fırsat verin. Onlar eğlenceyi ve oynayanları seyretmeyi çok severler. Ancak uzun bir süre seyredince buna doyar ve usanırlar. Bu nedenle onlar doyuncaya kadar buna izin veriniz.”50 Bu nasslarda çeşitli ruhsatlara işaret vardır: 1-Oyun ve eğlence ruhsatı. Siyahilerin dans ve oyun hususundaki adetleri gizli değildir. 2-Hz.Peygamber’in, “Ey Erfide Oğulları! Göreyim sizi (oynayın)” şeklindeki sözü. Bu söz oynamalarını emretmek ve istemektir. Haram olan şeyi Resulullah (s.a.v.), emredebilir mi? 3-Bu hadiselerde kadınların ve müsaade ederek hoş etmekteki çocukların kalplerini, oyun ve eğlenceye güzel ahlakın, zahidlikteki katılıktan, çocuk ve hanımları eğlenceden menetmekteki bağnazlıktan daha güzel olduğuna dair deliller vardır. 4-Hz.Peygamber’in Hz.Aişe’ye, “seyretmek ister misin?” diye sormasıdır. Hz.Peygamber’in bu suali, aile efradının öfkesinden veya nefretinden korkarak onların gönlünü hoş etme kabilinden değildir. Zira kadın ve çocukların oyun seyretme isteği kabardığı zaman red cevabı vermek, çoğu zaman vahşetin sebebi olabilir. Böyle bir şeye sebebiyet vermek ise mahzurludur. Bütün bu nass ve deliller, sevinç günlerinde musiki söyleyip dinlemenin, dans edip oynamanın ve bu tür eğlenceleri seyretmenin caiz olduğuna delalet eder. Düğün, velime, akika günleri, sünnet düğünü, seferden dönüş günü ve diğer sevinç günleri de bayram manasındadır. Kısacası kendisiyle sevinmenin şer’an caiz olduğu her şey 50 bayram manasındadır. Arkadaşların Bütün yönleriyle asr-ı saadette İslam, c.4, s.500 25 ziyaretiyle, arkadaşlarla karşılaşıp, onlarla bir yemekte veya konuşmada bir araya gelmekle sevinmek caizdir. Bu bakımdan böyle bir toplantıda musiki dinlemek sakıncalı değildir.51 Hz.Aişe’nin bıkıp usanıncaya oynayan kişileri sorumluluğunu seyretmenin bir unutturmaması verilmiştir. Bu olaydan kadar süre şartıyla seyrettiği sınırı usanıp bahsederken kaydediliyor. Demek yoktur. İnsana bıkıncaya Hamidullah, kadar vazifelerin ki vazifesini ve izlemeye izin ihmal edilme neticesinin ortaya çıkma ihtimaline karşı şöyle demektedir: “Bir defasında siyahi akrobat ve cambazlar Medine’ye gelmiş; bunlar ellerinde mızraklarla oyunlar oynuyor ve dans ediyorlardı. Resulullah (s.a.v.), zevcesi Aişe’yi evinin kapısı önüne çağırmış ve bu oyunları O’na seyrettirmişti. O aynı duygu ve eğilimleri, evlilik ve düğün merasimlerinde de göstermiştir. O’nun bu tutumuna göre bu tarzda neşe ve eğlenceden yoksun nikah merasimi düşünülemezdi. İster ruhi-manevi alanda, isterse dünyevi-maddi alanda olsun; vazifelerin ihmali ve aksatılması neticesini doğuran her çeşit eğlence daima yasaklanmıştır.”52 Öyleyse denilebilir ki, oyun ve eğlence özellikle düğün ve bayramlarda hayatın vazgeçilmez bir unsuru olmakla birlikte, bunların kişiye görev ve sorumluluklarını unutturacak nitelikte olmaması gerekir. Yukarıda verdiğimiz uzunca hadisin baş tarafına benzer bir olaydan da bahsedilir. Bu olayın baş kahramanı ise Hz.Ömer’dir. Bayram günleri Medine’de def çalıp şarkı söylemek bir gelenek haline gelmişti. Yine böyle bir bayram gününde Hz.Ömer, musiki icra eden kimselerin üzerlerine varıp onları tehdit ettiğinde Resulullah araya girmiş ve bu günün bir bayram günü olduğunu O’na hatırlatmıştı.53 Kaynaklarda, bazı sahabelerin bayram günü eğlenceyi bir zaruret gördüklerine; hatta bayramda eğlenmemeyi yadırgadıklarına dair nakiller de vardır. İyaz el-Eş’ari’nin, bir bayram günü çalgı çalınmamasına çok şaşırdığı, kaynaklarda şöyle zikredilir: Amir (r.a.) anlatıyor: “İyaz el-Eş’ari, Enbar’da 51 Gazâli, age., c.2, s.678 Hamidullah, age., c.2. s.750 53 Hamidullah, age.,c.2, s.749 52 26 bir bayram namazında hazır bulunmuştu. Şöyle dedi: ‘Resulullah(s.a.v.)’ın yanında taklis (çalgı) yapıldığı gibi sizi niye taklis yapar görmüyorum?’”54 Taklis; def nezaretinde güfte okumaktır. Sahabe arasında Hz.Ebubekir ve Hz.Ömer gibi çalgı ve eğlenceye şiddetle tepki gösteren insanların yanı sıra, çalgı ve eğlenceyi özellikle düğün ve bayramlarda zaruri bir ihtiyaç gibi algılayan İyaz benzeri insanların varlığı bizleri şaşırtmamalıdır. En basit meseleler de bile ihtilafa kucak açan; yüzlerce mezhebin doğuşuna kaynaklık edebilecek bir elastikiyete sahip olan İslam dininde, musiki ve eğlence noktasındaki bu keskin paradoks gayet tabii karşılanmalıdır. Bize göre eğlence konusundaki bu farklı düşüncelerin oluşması şu üç sebebe dayanmaktadır: 1-Dini hassasiyet, yani takva. Sahabelerin bazılarının, diğer bazılarından daha müttaki olduğu biliniyor. Elbetteki her insanın iman kuvveti aynı değildir. Sahabe arasında her gün oruç tutarak günlerini geçirenler bulunmakla beraber, yalnızca Ramazan ayında oruç tutmakla yetinenler de vardı. İnanç ve ibadet konusundaki bu aşırı duyarlılık, onların günlük yaşantılarına da yansımıştır. Bu nedenle çalgı ve eğlenceyi sadece ahirete hasredip dünya hayatında bunu hoş karşılamayanlar; yani bu davranışı takva sahiplerine yakıştıramayanlar mevcut idi. Ancak, Allah resulünün müsamahakar tavrı, bu hassasiyetin yersiz olduğunu göstermektedir. Zira hiç kimse, Resulullah’tan daha müttaki değildir. 2-Eğlencenin, insanları kesin haram olduğu bilinen şeylere götürme korkusu, yani sedd-i zerayi. Eskiden beri musiki, içki ve dansöz gibi çirkin şeylerle beraber bulunmuştur. İnsanlar, bir taraftan musiki dinlerken, diğer taraftan içki içip oynayarak eğlenmişler; kadınlarla dans etmişlerdir. İçkiden henüz kurtulmuş bir toplumda, içkiyi ve kadını hatırlatacak bir şeye tamamen izin vermek, onları yeniden kötü alışkanlıklarına götürebilirdi. Zira İslam, haramı yasakladığı gibi harama götüren yolları da yasaklamıştır. Nitekim, günümüz toplumlarında da içkilikadınlı musiki eğlencelerinin yaygınlaşmış olması, bu seçeneği güçlendirmektedir. Resulullah’ın eğlenceye karşı mesafeli duruşunu da buna bağlıyoruz. 54 Canan, İbrahim; age.; c.17, s.83, no:386 27 3-Musiki ve eğlence konusundaki ruhsatın bazı sahabelerce duyulmamış olması. Sahabeden, bayram günleri çalgı çalındığını bilmeyen ve görmeyenler de mevcut idi.Bunlardan biri de Kays b. Sa’d’dır. Kays, bu hususta şöyle diyor: “(Resulullah’ın vefatından sonra) O’nun sağlığında mevcut olan her şeyi gördüm; ancak biri hariç. Görmediğim bu şey de, Ramazan Bayramı’nda O’nun için yapılan taklis (çalgı ve oyun)’dir.55 Buradaki “O’nun için” tabiri dikkat çekicidir. Günümüz musikilerine bakacak olursak, “dini musiki” olarak bilinen musiki türlerinin, Kays’ın tarif ettiği sanat etkinliklerine girdiği kolaylıkla söylenebilir. İbrahim Canan, şehevi duyguları tahrik eden, fuhşiyata teşvik eden, muhteva olarak meşru olmayan manalar taşıyan güfte, beste, çalgı ve eğlencelerin haram ya da tahrimen mekruh sayıldığını söylemektedir.56 GÖRSEL YAYINLAR (TELEVİZYON, SİNEMA, TİYATRO) Günümüzün vazgeçilmez eğlence vasıtaları haline gelen televizyon, sinema ve tiyatro da artık her biri birer sanat dalı olarak faaliyet göstermekte; bir kültür iletişim aracı olarak da kullanılmaktadır. Kendi sanat anlayışı içerisinde topluma kültür, ahlak ve düşünce açısından belli bir hayat felsefesi veren ve eğitici özellikleri de bulunan bu sanat dalları, günümüzde daha çok İslam’ın tasvip etmediği programlara yer vermektedir. İslam dini, İslam’ın kurallarına ters düşmeyen, İslamî edep ve şartlar içinde İslam’a hizmet eden hiçbir vasıtaya, yeni icad edilmiş hiçbir şeye karşı değildir. Karşı olsa zaten son ve mütekâmil din olmaz. Din adamları da hiçbir zaman teknolojiye karşı çıkmamış; yalnız teknolojinin bazı kullanım alanlarına, kötü yolda kullanılmasına karşı çıkmışlardır. Mesela, televizyona değil, televizyonun inancı yozlaştırıcı programlarına karşı çıkmışlardır. Kaldı ki, teknoloji ve sanatın birleşip bütünleşmesi, sonunda İslam’a hizmet eder hale gelmesi ideal bir olaydır. 55 56 Canan, İbrahim; age.; c.17, s.84, no:387 Age.; c.17, s.84 28 İnsanların eğitimi ve olgunlaştırılması için kullanılan çeşitli vasıta ve araçlar vardır. Cami, okul, kitap, basın, roman, sinema, televizyon, video ve çizgi film gibi.Asrı saadetten bu yana mü’minler için kullanılan ve kutsal olarak kabul edilen vasıta camidir. Mü’minler günde beş defa camide toplanıp Allah’a kulluk etmekte ve gerekli eğitimlerini oradan almaktadırlar. Bizzat Hz.Peygamber (s.a.v.) bunu kullanmıştır. Sonra medrese (okul) ve kitap gelir. Bunlar, mevcut bilginlerin bilgilerini aktardıkları gibi asırlar öncesi yetişmiş büyük insanların bilgi ve tecrübelerini de aktarmaktadırlar.Tarih boyunca mü’minler bu üç vasıtadan yararlanmışlar ve yararlanmaya devam etmektedirler.Asrımızda ise başka vasıtalar da kendini göstermiştir ve bunları İslam’a uygun olarak kullanmamız gerekir. Aksi takdirde başkası onları aleyhimizde kullanacaktır ve kullanmaktadır. Bu vasıta ve araçlardan basın, sinema, piyes, video ve televizyon zamanımızda büyük rol oynamakta ve en etkili silah sayılmaktadır.Cahiliye döneminde kabile ve geniş kitleleri birbirlerine karşı getirip savaşa sokan veya savaşın ateşini söndüren edip ve şairlerin fasih söz ve şiirleri idi.Yani o zamanın en etkin silahı şiir ve beliğ söz idi. Zamanımızda ise az önce sözünü ettiğimiz şeyler toplumda en etkili silahlar haline gelmiştir.57 Yüce Allah, peygamberlerini gönderirken, kendi dönemlerinde en zirvede olan hususiyetlerle mücehhez olarak göndermiştir. Mesela, Hz.Musa (a.s.) zamanında sihirbazlık en revaçta olan bir sanattı. Allah, Hz.Musa’yı, bütün sihirbazları hayrette bırakan bir âsâyla göndermiştir. Hz.İsa (a.s.) döneminde tıb ilmi çok ilerlemiş olup, insanlar tıb ilminde söz sahibi idiler. Hz.İsa’ya da ölüleri diriltme mucizesi verilmişti. Peygamberimiz zamanında şiir ve edebiyat, altın çağını yaşamakta ve çok meşhur şair ve hatipler yetişmekteydi.Bu nedenle Hz.Muhammed (s.a.v.)’e de bütün şair ve hatipleri hayretlerde bırakan Kur’an-ı Kerim verilmiştir. Yani Allah Teâlâ, insanları kendi yoluna çağırırken zamanın teknoloji vasıtalarını dönemin o peygamberini dönemin en güçlü ve sanatlarını kullanmış; silahıyla (sanatıyla) techiz etmiştir.Müslümanların da kendi dönemlerindeki her türlü sanat ve teknolojik vasıtalara sahip olma; kendi sanatçılarını yetiştirme sorumluluğu bulunmaktadır.Zira, günümüzde televizyon ve sinemaya karşı çıkmak, bunları yok saymak çözüm olmadığı gibi mümkün de değildir. Televizyon, sinema ve tiyatro, sadece bir eğlence aracı olarak 57 Gönenç, Halil; Görsel Sanatlar ve İslam, İlmî Neşriyat, İstanbul-1991, s.81 29 değil;aynı zamanda bir eğitim aracı olarak da kullanılmaktadır.Göze, kulağa ve kalbe hitab eden bu araçlar, İslâmî film ve tiyatrolar olarak kullanıldığında en etkili öğretmen ve eğitimci vazifesi görürler. K.Kerim, pek çok olayı ve mesajı sahneleştirerek bizlere sunmaktadır.K.Kerim’i okuyan bir kişi, zaman zaman kendisini bir tiyatro sahnesini veya bir sinema filmini izliyor hissedebilir.Yusuf Suresi’ndeki Yusuf ile Züleyha aşkı, Kehf Suresi’nde Ashab-ı Kehfin ilginç hikayesi, aynı surede Hz.Musa ile Hızır’ın hikmet dolu yolculukları, Neml Suresi’nde Hz.Süleyman ile Kraliçe Belkıs’ın görüşmeleri ve kraliçenin imana gelişi bu sahnelerden sadece birkaçıdır. Yüce Allah bu olayları bize o kadar canlı tasvirlerle anlatır ki, olaylar gözlerimizin önünde bir film şeridi gibi geçer. Bu olaylar bizlere, kimi zaman geçmiş milletlerin acı sonunu anlatan trajik bir film, kimi zaman cennetliklerin neşeli sohbetlerinden ve cennet nimetlerinden bahseden keyifli bir film, kimi zaman cehennemliklerin acı diyaloglarını ve cehennem azabını haber veren bir korku filmi, kimi zaman da zengin ve soylu bir kadının, fakir, ama yakışıklı bir delikanlıya karşı duyduğu delice aşkı anlatan romantik bir film izlettirir.Öyle ki, bu kıssaları okuduğumuzda en iyi senaristin Yüce Allah, en iyi aktörlerin de peygamberler olduğunu anlıyoruz. Eğlence hayatında görsel yayınlara yer veren bir mü’min, öncelikle Allah’ın şu ilâhî buyruğunu göz önünde tutmalıdır: “(Resulüm!) Mü’min erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…”58 Görsel yayınlar, yukarıdaki ayetin mefhumu içerisinde değerlendirilmelidir. Büluğ çağına ermiş bir kadının, İslam’ın açılmasını yasakladığı herhangi bir uzvunu açması caiz olmadığı gibi, erkeklerin bu yerlere bakmaları da caiz değildir. Eğlence konusunda televizyon, sinema ve tiyatro ile ilgili programlarda bu sınıra dikkat edilmelidir. Müslümanlar, bir taraftan 58 dini hassasiyete sahip yayın kuruluşları Nur-30,31 30 kurmakla, diğer taraftan da bu nitelikleri haiz sanatçılar yetiştirmekle sorumludurlar.Batıl hangi silahlarla donanmışsa, o silahları ıslah edip hakkın emrine vermek ve insanlığa değişik alternatifler sunmak elzem olmuştur. Kültürel bir savaşın içinde olduğumuzu ve bu savaşta kadınlara da görev düştüğünü belirten A.R.Demircan şöyle devam etmektedir: a)- Kur’an-ı Kerim Hz.Şuayb’ın kızlarını, Saba Melikesini, Firavun’un karısını, Mısır Azizi’nin eşini ve Mısır sosyetesinin kadınlarını konuşturmaktadır. b)- İslam, kadınlara silahlı savaşı farz kılmadı, ama geri hizmetlerde istihdam etti. Ümmü Ammar gibi bizzat savaşan istisnai tipleri de savaştan men etmedi. Hz.Peygamber’in diliyle tasvip de buyurdu. Bu sebeple kültürel savaşımızın görsel sanatlar dalında şuurlu, bilgili ve fitne unsuru olacak fizik özelliklerinden uzak kadınlarımızın istihdamı caizdir.Bunların, sayıları belirli istisnai tipler olacağı açıktır. Pek tabidir ki, şu veya bu gerekçelerle bu kadınlarımıza nassî ve açık haramlara düşürecek roller verilemez. Görsel sanatlarımızda küfür, nifak ve kadın rolleri için gayr-i müslim sanatçılardan yararlanılabileceği de bir vakıadır.”59 Sinema ve tiyatroda kadını oyuncu olarak kullanmamak mümkün değildir. Zira sinema ve tiyatronun temel konusu insandır. İnsanı ele alırken kadın dışlanamaz. Hz.Peygamber (s.a.v.) sefere çıkarken, savaşlara giderken dahi eşlerinden birini yanında götürmüştür. Öyleyse, kadınsız programlardan ziyade, İslam’ın çizdiği meşru sınırları aşmayan ve bütün toplumlar için model insan olacak İslamî kadın portresinin çizildiği programlara ağırlık verilmelidir.Hz.Peygamber (s.a.v.) döneminde kadınlar, erkeklerle konuşur ve onlara selam verirlerdi.Aynı zamanda bir meslek sahibi olan kadınlar da bulunmaktaydı. Günümüz modern toplumlarında kadını dört duvar arasına hapsedip, bütün sosyal ve kültürel faaliyetlerden tecrîd etmek, İslam’ın emrettiği bir tutum ve davranış değildir. 59 Demircan, A. Rıza; Görsel Sanatlar ve İslam, s.75 31 Sonuç olarak, haramlaştırıcı arızî unsurlardan korunduğu sürece görsel sanatların mübahlığı asıldır. Hakka hizmet amaçlanırsa, görsel sanatlar cihad, dolayısıyla da ibadet yolu kılınabilir. Görsel sanatların fıkhî yönden çözüm getirilemeyecek problemleri yoktur.60 Buraya kadar oyun ve eğlence hakkındaki müsbet rivayetleri zikrettik. Resulullah’ın bu konudaki müsamahakar tavrını anlatmaya çalıştık. Eğlence hakkında birtakım menfi rivayetler de gelmiştir. Aynı zamanda bazı eğlence türleri de yasaklanmıştır. Şimdi bunları inceleyeceğiz. MUSİKİ VE EĞLENCE HAKKINDAKİ MENFİ DÜŞÜNCELER Musikinin haram olduğunu getirmişlerdir: savunanlar K.Kerim’den şu ayeti delil “İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır.İşte onlara rüsvay edici bir azap vardır.”61 İbn Mes’ud, Hasan Basri ve Nehai bu ayette geçen “boş laf” ifadesiyle musikinin kastedildiğini söylemişlerdir. Halbuki bu ayet, Nadr b. Haris hakkında indirilmiştir. Rivayete göre bu şahıs, Acem masalları ihtiva eden kitaplar satın alıp getirir ve Mekkelilere şöyle derdi: “Muhammed size Âd ve Semud kavimlerinin masallarını anlatıyor. Ben de size Rum ve Acem masalları söyleyeceğim.” Böylece bunları okur, müşrikleri eğlendirir ve insanları Kur’an dinlemekten alıkoymaya çalışırdı. Elmalılı, bu ayetin tefsirinde şunları da zikreder: “Nadr b. Haris, güzel bir şarkıcı cariye satın almıştı. Müslüman olacağını sandığı kişileri cariyesine götürüp, ona; ‘Haydi; buna yedir; içir; söyleyiver’ dermiş. Böylece bu kişiyi eğlendirip; ‘Gördün ya, bu, Muhammed’in çağırdığından, namazdan, oruçtan, O’nun önünde çarpışmaktan daha iyi değil mi?’dermiş. İbn Hatal da bir cariye satın almış;bu cariye sövüp saymayı şarkı olarak söylermiş. Tefsircilerin çoğu bu ayetteki “boş söz” ifadesini şarkı ile tefsir 60 61 Demircan, A.Rıza; age., s.76 Lokman-6 32 etmişlerse de muhakkik alimlerin tercihi, bu ifadenin açık şekliyle genel olması yönündedir.”62 Allah yolundan saptırmak için boş lafı din ile değiştirmenin haram olduğu münakaşa götürmez. Oysa her musiki din karşılığında satın alınmış olmadığı gibi, Allah yolundan saptırıcı da değildir. Ayette yasaklanan, dine engel olmak gayesiyle yapılan her şeydir.Eğer Kur’an dahi Allah yolundan saptırmak için okunursa, okunması haram olur. Anlatıldığına göre, bir münafık imam olmuştu. Namazda zamm-ı sure olarak sadece “Abese” suresini okuyor; başka bir sure ise okumuyordu.Çünkü, bu surede Hz.Peygamber’e yapılan ilahi bir azarlama vardı.Bunun üzerine Hz.Ömer kendisini öldürmek istedi. Hz.Ömer, bu adamın, Kur’an okumayı halkı saptırmak için kullanması nedeniyle yaptığı işi haram gördü. Nasıl ki, münafıklar halkı yoldan çıkarmak ve müslümanları parçalamak için Mescid-i Nebevi’ye alternatif bir mescid (Mescid-i Dırar) yapmışlardı da Resulullah (a.s.) o mescidi yıktırmıştı; aynı şekilde bu münafık da kendi iğrenç emellerine Kur’an’ı alet ediyordu.63 Öyleyse Allah yolundan alıkoyma ve insanları sapıtma gayesiyle yapılan her iş haramdır. Bunu musikiye hasretmek doğru olmadığı gibi, mümkün de değildir. Çünkü, Allah’a yaklaştıran ve Allah’ı hatırlatan pek çok musiki de vardır. İmam Kurtubî, yukarıdaki ayeti tefsir ederken, konu hakkındaki klasik görüşleri aktarır ve her türlü şarkının değil, bazı zararlı unsurları ihtiva eden şarkıların haram olduğunu belirterek şöyle der: “İlim adamlarının haram olduğunu söyledikleri şarkı, bu hususta meşhur olanların alışageldikleri, nefisleri harekete getiren, heva ve kadınlara şevk arzularını uyandıran,yerinde duranı harekete getirip,saklı olanı ortaya çıkartan hayasızca ifadelerdir.Bu tür ifadeler, eğer kadınları söz konusu eden, güzelliklerini anlatan şiirler halinde olup, şaraptan söz ediyor, haramları söz konusu ediyorsa bunun haram olduğunda görüş ayrılığı yoktur. Çünkü boş söz ve yerilmiş olan şarkıcılığın bu olduğu hususunda ittifak vardır.Sözü geçen bu sakıncalardan uzak 62 63 Yazır, Elmalılı M. Hamdi; Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, İstanbul-1992, c.6, s.268 Gazâli, age., c.2, s.690 33 ifadelerin yer aldığı nağmelere gelince, sevinç zamanlarında bunun az miktarda olanı caizdir:Düğün, bayram, zor işlere karşı gayrete getirmek gibi haller böyledir.”64 Musikiyi helal görmeyenlerin diğer bir delilleri de şu ayet-i kerimedir: “Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve; bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selam olsun. Biz kendini bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz; derler.”65 Bu ayette geçen “boş söz” (lağv) kelimesini bazıları musiki olarak değerlendirip, böylece onun haram olduğu görüşüne varmışlardır.Burada geçen “lağv” kelimesinin açık anlamı, sövmek, karalamak vb. kötü sözlerdir.Zaten ayet bütün olarak düşünüldüğünde bu anlam kendiliğinden çıkmaktadır. Bu kelime “batıl” kelimesi gibidir.Ondan maksat, faydası olmayan şey, demektir.Faydası olmayan şeyi dinlemek ise bir hakkı kaybettirmediği ve farz olanı engellemediği sürece haram sayılmaz. Ebu Davud’un buyurmaktadır: zikrettiği uzun bir hadiste Resulullah(s.a.v.) şöyle “Her eğlence batıldır. Eğlenceleriniz içinde şu üç şey (mübahtır), övgüye değer: Kişinin atını te’dip etmesi, hanımıyla sevişmesi, yayla ok atıp, atılan okları toplaması. Bunlar Hakk’tandır.”66 Uludağ, yukarıda zikrettiğimiz hadisin muzdarib, dolayısıyla zayıf olduğunu belirtir.67 Bu hadisin sahih olduğunu kabul edersek şunu söylememiz mümkündür: Hz.Peygamber(s.a.v.), faydasız olmayan yani bir işe yarayıp faydalı olan eğlence türlerinden bahsetmiştir. Zaten hadiste “övgüye değer” ifadesi geçmektedir. Yani, zikri geçen bu eğlence türleri, mutlaka insanları arzu edilen bir sonuca götürür. Mesela; kişinin atını Hanımıyla te’dip etmesi, savaş sevişmesi, dünyaya toplaması, silah yeni bir kullanabilme gayesine hazırlığı nesil ve eğitimiyle alakalıdır. getirmesine vesiledir. Ok matuftur. Dikkatle düşünecek atıp olursak, Resulullah’ın bu sözlerinden, sadece bu üç eğlence türünün değil; toplumsal veya bireysel bir faydası olan her türlü eğlencenin övgüye değer olduğu sonucunu çıkartabiliriz. Yani, faydalı eğlenceleri sadece bu üçüyle sınırlandırmak doğru Kurtubî, Muhammed b. Ahmed; El-Camiu Li Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları, İstanbul-1997, c.13, s.519 65 Kasas-55 66 Ebu Davud, Cihad-24 67 Uludağ, age., s.131 64 34 değildir. Resulullah, o dönemde yaygın olanlarını zikretmiştir. Günümüzde sözgelimi, savaş hazırlığı ve eğitimi yerine geçebilecek tabanca, tüfek vb. silahlarla yapılan yarışma ve eğlenceleri; yine aynı gayeye matuf motor sporlarını; çocukların bilgisayar ve diğer teknolojik aletleri kullanmasına vesile olabilecek her türlü oyun ve eğlenceyi de buraya dahil edebiliriz. Ancak bütün bunlar, hiçbir faydası olmayan eğlencelerin yasak olduğu anlamına gelmemektedir. Zaten yasak olduğuna dair kat’i bir hüküm de yoktur. Belki şöyle söylemek daha doğru olabilir: Faydası olan eğlencelerle meşgul olmak müstehab veya sünnettir; kişiye sevap kazandırır. Hiçbir faydası olmayan eğlenceler ise sevabı da günahı da bulunmayan mübah işlerdir. Resulullah’ın, “bunlar Hakk’tandır” ifadesinden kastettiği de bu olabilir. Nafî’ anlatıyor: “Ben İbn Ömer’le beraberdim. Derken bir davul sesi işitti. Derhal iki parmağını, iki kulağına soktu ve oradan (hızla) uzaklaştı. Bunu üç kere yaptı. Sonra; ‘Resulullah (s.a.v.) da böyle yapmıştı’ dedi.”68 Ebu Davud bu hadisin münker olduğunu zikretmiştir. İbn Ömer, sünnete aşırı bağlılığıyla bilinen bir sahabedir. Bu hadisin sahih olduğunu kabul edersek, şu yorumu yapmamız mümkündür: Daha önce sahabe arasında musiki konusundaki ihtilafı ve bunun sebeplerinin neler olabileceğini anlatmıştık. Muhtemelen İbn Ömer de,musiki ve eğlence konusunda olumsuz düşünen sahabeler safında yer almaktadır. Bu da O’nun dini hassasiyetinden kaynaklanmaktadır. Şayet Resulullah(s.a.v.), böyle bir davranış sergilemişse –ki sahih kaynaklarda peygamberimizin böyle davrandığına dair kesin bir rivayet de yok- bu tutumu; o andaki başka bir sebepten, sözgelimi şarkının içerisindeki sözlerden dolayı sergilemiş olması da muhtemeldir. İbn Ömer bunu görmüş ve musiki konusunda genel bir olumsuz yargıya olabilir.Ayrıca, hadisi değerlendiren uzmanlar şöyle bir yorum da varmış yaparlar: Hz.Peygamber, kulaklarını tıkamış; ama İbn Ömer’in kulaklarını tıkamasını emretmemiştir.Şayet davul sesi mutlak haram olsaydı, İbn Ömer’e de böyle yapmasını emrederdi. Canan, İbrahim; age.; c.17,s.203, no:602; Uludağ, bu hadisin uydurma olabileceğini söylemektedir; age.; s.153 68 35 Ebu Hanife’nin, musikiyi kerih (çirkin) gördüğü ve musiki dinlemeyi günah saydığı rivayet edilmiş; Süfyan es-Sevri, Hammad, İbrahim Nehai, Şa’bi ve Kûfe alimlerinin de İmam-ı Azam’la aynı görüşte olduğu belirtilmiştir.69 İmam Şafii’nin de şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “Musiki batıla benzer ve mekruh bir lehviyattır (boş iştir). Fazlasıyla musiki söyleyen bir kimse sefih (akılsız) sayılır. Şahitliği reddedilir.”70 Aynı kaynakta İmam Şafii’nin farklı bir fetvası da vardır. İmam Şafii, kendisine Medinelilerin musiki dinlemeyi mübah saymaları hakkında soran Yunus b. Abdülâlâ’ya şu cevabı vermiştir: “Hicaz bölgesinin alimlerinden musikiyi kerih (çirkin) gören hiç kimse yoktur. Ancak musikide bulunan vasıflardan ötürü kerih görmüşlerdir.”71 Bu ifadelerden, İmam Şafii’nin bizatihi musikiyi kötü görmediği, içerisindeki gayri İslamî unsurlardan dolayı ona karşı temkinli olduğu anlaşılır. Halkın içki içmedeki alışkanlığı içki hususundaki yasakta mübalağaya kaçmayı gerektirdi. Hatta içki ilk yasaklandığında, içki küplerinin de kırılması emredildi. İçmenin şiar ve alametinden olan ve sürekli içkiyle birlikte çalınan yaylı sazlar ve mizmarlar (çalgı aletleri) da haram kabul edildi. Bu bakımdan musiki ve çalgıya karşı oluşan “haram” yargısı, içkiye ittibaen olmuştur. Sonuçta bu tür rivayetler, istisnasız her türlü oyun ve eğlence hakkında olumsuz kanaatlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Türü ve muhtevası ne olursa olsun, ayet ve hadislere bakarak musikiyi mutlak olarak haram saymak mümkün değildir.Herhangi bir musiki faaliyetinin dini açıdan caiz olabilmesi için şu şartları taşıması gerekir: 1-İnsanları Allah yolundan alıkoymaması, 2-Din ve dince mukaddes sayılan şeyleri alay konusu etmemesi,3-Dini görev ve sorumlulukları ihmal edecek seviyede olmaması, 69 Gazâli, age., c.2, s.660 Age.,c.2, s.659 71 Age., c.2, s.688 70 36 4-Dini değerlere aykırı konularda propaganda niteliği taşımaması, 5-Söz veya icrasında yalan, iftira, zinaya teşvik gibi dince yasaklanan hususların yer almaması, 6-Musikinin ibadet telakki edilmemesi, 7-Kur’an okuma ve dinleme kültürünün önüne geçmemesi, 8-İnsanları nefsâni arzularına esir edecek bir şekil, muhteva ve seviyede olmaması, 9-İnsanları dini ve dünyevî faydalardan tamamen uzaklaştıracak şekilde faydasız şeylerle meşgul etmemesi. YASAKLANAN BAZI EĞLENCE TÜRLERİ Hz.Peygamber (s.a.v.)’in yasakladığı bazı eğlence türleri de şunlardır: a)- Sırf eğlence için hayvanları öldürmek: Hz.Cabir (r.a.) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.), hayvanlardan hangisi olursa olsun, sabran (boş yere, eğlence için) öldürülmesini yasakladı.”72 İslam, bütün canlılar için huzur, barış ve mutluluk getirmiş olan en son ve en mükemmel dindir. İnsanlara işkence ve zulmetmeyi yasakladığı gibi hayvanlara zulüm ve eziyeti de yasaklamıştır. Öyle ki, Allah rızası için yapılan ve bir ibadet olan kurbanda bile hayvanların eziyet edilmeden ve usulüne uygun olarak kesilmesini emretmektedir. Buna göre hayvanların eğlence vasıtası kılınarak istismar edilmesi de yasaklanmıştır. Avlanmak, bir geçim kaynağı olarak serbest bırakılmıştır. İnsanların, meşru yolları kullanarak hayvanlardan istifade etmeleri en doğal haklarıdır. Ancak, hiç gereği yokken, sırf eğlence gayesiyle hayvanların öldürülmesini dinimiz hoş karşılamamaktadır. 72 Müslim, Sayd-60 37 Bir defasında Resulullah (s.a.v.), bir keçiyi ittihaz ederek (hedef kılarak) ok atmakta olan bir kalabalığa rastlamıştı. Bu halden hiç hoşlanmadı ve: “Hayvanlara eziyet vermeyin” buyurdu. 73 Yine İbn Abbas’ın anlattığına göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kendisinde ruh olan hiçbir canlıyı (atışlarınıza) hedef ittihaz etmeyiniz.”74 Görüldüğü gibi Resulullah (s.a.v.), sırf eğlence için hayvanların öldürülmesini hoş karşılamamış, bu çeşit eğlenceleri yasaklamıştır. b)- Eğlence için hayvanları dövüştürmek: Zevk için hayvan dövüştürenler, her dönemde olduğu gibi günümüzde de mevcuttur. Çağımızda özellikle horoz ve köpek dövüştürmeleri yaygın hale gelmiştir. İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.), (dövüştürmek için) hayvanların arasını kızıştırmayı yasakladı.”75 c)-Kumar ve kumara benzeyen her türlü oyun: Kumara benzeyen ve taraflardan birine menfaat sağlayan oyun çeşitleri, günümüzde hem daha çok gelişmiş, hem de yaygınlaşmıştır. İslam dini, kötü şeyleri yasaklarken, mensuplarını bu yasaklanmış kötülüklere sevk eden vasıtaları da yasaklamış; bu konuda gerekli tedbirleri almıştır. Kumarı kesin olarak yasaklayan dinimiz, insanları kumara götürecek her türlü oyun ve eğlenceyi de yasaklamıştır. Ebu Hureyre(r.a.), Hz.Peygamberin şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Kim iki at arasına, geçeceğinden emin olunmayan üçüncü bir at dahil ederse, bu kumar olmaz. Kim de geçeceğinden emin olunan bir atı dahil ederse, bu kumar olur.”76 73 Nesai, Dahaya-42 Müslim, Sayd-58; Tirmizi, Sayd-1; Nesai, Dahaya-41 75 Ebu Davud, Cihad-56; Tirmizi, Cihad-30 76 Ebu Davud, Cihad-69 74 38 Resulullah (s.a.v.), bu bağlamda tavla ve zar oyunlarını da çirkin görmüştür. Henüz yeni müslüman olmuş bir toplumda, kumarı hatırlatabilecek oyunların da yasaklanması, kumar yasağının iyice yerine oturması için elzemdi. Bu konuda Hz.Peygamberden bizlere bazı rivayetler de ulaşmıştır. Hz.Büreyde (r.a.) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: ‘Kim tavla oyunu oynarsa, elini domuz kanına bulamış gibi olur.’”77 İbn Mes’ud’tan nakledilen bir rivayette de Resulullah (s.a.v.)’ın sevmediği on şey arasında zar atmak da vardır.78 Bu rivayetlerden bilinmektedir. Bu oyunlar, anlıyoruz ki; zarla kişiyi kumara ilgili oyunlar yaklaştırma o dönemde endişesinden de dolayı yasaklanmıştır. Çünkü, kumarın en çok oynanan çeşidi, zar ve buna benzer şans aletlerinin kullanıldığı oyunlardır. Bu konuda Hz.Aişe’den de bir rivayet gelmiştir.Hz.Aişe’nin anlattığına göre, mahallesinde oturan bir ailede tavla bulunduğu haberi kendisine ulaşır. Bunun üzerine; “Eğer tavlayı evinizden çıkarmazsanız; ben sizi mahallemden çıkaracağım” diye onlara haber gönderir.79 Böylece onların tavla bulundurmalarını hoş karşılamadığını ifade etmiş olur. Buraya kadar incelediğimiz eğlence türleri, musiki, çalgı, bayram ve düğün eğlenceleri olup; Resulullah’ın bu tür eğlencelere –meşru sınırları gözetmek şartıylacevaz verdiğini ve hatta bunları teşvik ettiğini gördük. Bunlardan başka çeşitli yarışmalar, atıcılık, binicilik, koşu ve yüzme gibi birtakım sportif faaliyetler de vardır ki; aslında bunları da birer eğlence olarak kabul edebiliriz. Ancak biz bunları II. bölümde, ayrı başlıklar halinde ele alacağız. Müslim, Şi’r-10; Ebu Davud, Edeb-64 Nesai, Zinet-17 79 Muvatta, Rüya-6 77 78 39 2.BÖLÜM BİR EGLENCE OLARAK SPORTİF FAALİYETLER Spor, fiziki birtakım hareketler olup; bedenin güçlenmesini sağladığı gibi, aynı zamanda kaynaşmayı, gruplar birlik ve halinde yapılan beraberliği de sportif sağlar. etkinlikler, Üstelik gruplar bunlar, arasında boş vakitleri değerlendirme açısından birer eğlence de sayılabilirler. Peygamberimiz dönemindeki insanlar, sırf spor olsun diye sporla ilgilenmemiş veya spor yapmamışlardır. O dönemin insanları ticaret kervanlarıyla, sıcak çöllerde geçen uzun yolculuklarla ve savaşlarla hayatlarını geçiriyorlardı. Çok ağır hayat şartları, muhakkak ki onları fiziken güçlü olmaya zorluyordu. Çünkü, kabileler arasındaki savaş eksik olmuyordu. Savaşta galip gelmek ise askerlerin fiziki güçlerine bağlıydı. O dönemin insanları arasında bu gayeye ulaştıracak her türlü faaliyete yer verilmiştir. Bunlar; ata binmek, ok atmak, mızrak oyunları, yüzmek, koşu yarışları, güreşmek ve avcılık gibi çeşitli fiziki hareketlerdi. Ancak dediğimiz gibi bunlar, sırf spor olsun diye değil; savaşa hazır olmak için yapılmaktaydı. ÇEŞİTLİ YARIŞMALAR 1- At ve deve yarışları (Binicilik) : Binicilik, çok eski tarihlerden beri var olagelen bir maharettir. Esasen savaşlar, insanları bu işi öğrenmeye zorluyordu. İşte, savaşlara hazırlıklı olmak için bir tür antrenman niteliğinde ata ve deveye binme, bunları yarıştırma faaliyetleri oluyordu. İslam’dan önce Mekke’de bu tür yarışlar için bir saha bulunduğu zikredilmektedir.80 Bu yarışları, günümüzdeki motor sporlarına, motosiklet yarışlarına kıyas edebiliriz. Enes(r.a.) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.)’ın ‘Adba’ adında bir devesi vardı. Bu, bütün yarışları kazanırdı.Bir gün, binek devesi üzerinde bir bedevi geldi ve 80 Bütün yönleriyle asr-ı saadette İslam, c.3, s.504 40 yarışta Adba’yı geçti. Bu durum, ashabın ağrına gitti. Resulullah (a.s.), onların üzüntülerini yüzlerinden okuyunca şu açıklamayı yaptı: ‘Yeryüzünde yükselttiği her şeyi arkadan alçaltmak Allah üzerine bir haktır.’”81 Hadisteki ifadelerden, deve yarışlarının sıkça yapıldığı anlaşılmaktadır. İbn Ömer, Resulullah (s.a.v.)’ın atı antrenmana tabi tutup, onunla yarışa katıldığından bahsetmektedir.82 Yine İbn Ömer (r.a.) Hayfa’dan anlatıyor: “Resulullah (a.s.), antrenmanlı atı, el- Seniyyetü’l-Veda’ya Seniyyetü’l-Veda’dan kadar koşturdu. Antrenmanlı olmayanı da Beni Züreyk Mescidi’ne kadar koşturdu.”83 Kaynaklarda belirtildiğine göre el-Hayfa ile Seniyyetü’l-Veda arası 6-7 mil; Seniyyetü’l-Veda ile Beni Züreyk Mescidi arası ise 1 mil uzaklığındadır. Demek ki atlar sık sık antrenmana tabi tutulmaktadır. Bu yarışlar sonunda bazen ödül de veriliyordu. İbn Ömer, Resulullah’ın atlar arasında yarış yaptırıp, ilk beş dereceye girenleri tafdil ettiğini belirtmektedir.84 Ebu Hureyre de, Hz.Peygamberin şöyle buyurduğunu söylemektedir: “Şu üç şeyde armağan vardır: Deve yarışı, at yarışı ya da ok yarışı.”85 2- Atıcılık (okçuluk): Resulullah(s.a.v.) devrinde en eğlenceli iş, ok atmak ve bu alanda yarışmalar yapmaktı. Ok atma, hem bir eğlence, hem bir spor ve hem de savaş için bir hazırlık ameliyesi idi. Peygamberimizin, çocuklara öğretilmesini istediği üç şey şudur: Ok atma, ata binme ve yüzme.86 Seleme b. Ekva (r.a.) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.), çarşıda ok yarışı yapan Beni Eslem’den bir grupla karşılaşmıştı. Onlara şöyle seslendi: ‘Ey İsmailoğulları! Atın. Zira atalarınız atıcı idiler. Atın, ben falan kabileyi tutuyorum.’ Bu söz üzerine bir grup atıştan vazgeçti. Efendimiz (a.s.): ‘Ne oldu; niye atmıyorsunuz?’ diye sordu. 81 Buhari, Cihad-59, Rikak-38; Ebu Davud, Edeb-9; Nesai, Hayl-14 Ebu Davud, Cihad-67 83 Buhari, Cihad-57,58; Müslim, İmaret-95; Tirmizi, Cihad-22 84 Ebu Davud, Cihad-67 85 Tirmizi, Cihad-22; Nesai, Hayl-14 86 Bütün yönleriyle asr-ı saadette İslam, c.3, s.503 82 41 Şöyle cevap verdiler: ‘Nasıl atalım? Siz öbür tarafı tutuyorsunuz.’ Bunun üzerine A.S. : ‘Atın, ben hepinizi tutuyorum’ buyurdular.”87 Yine Hz.Peygamber(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizden birini gam ve sıkıntı bastığı zaman, yayını alıp kederini onunla dağıtmaktan başka yapacak bir şeyi yoktur.”88 Bu konuda Hamidullah şunları söylemektedir: “Resulullah(s.a.v.), gençlerin okçuluk sporu ile meşgul olmalarını ve kendi aralarında yarışmalar tertip etmelerini teşvik ediyordu. O devrin spor çeşitleri arasında “dirkele” adında mızrakla oynandığı anlaşılan ve özellikle siyahiler arasında yaygın olan bir spor dalı da bulunuyordu.”89 Hz.Peygamber (s.a.v.), atıcılıkla meşgul olmaya çokça teşvikte bulunmuştur. Öyle ki, atıcılık meşguliyetini eğlence değil, ibadet kabul etmekte; “en hayırlı eğlenceniz, atıcılıktır” demektedir.90 Resulullah (a.s.)’ın, atıcılığın binicilikten daha önemli olduğunu söylediğine dair rivayetler de bulunmaktadır.91 3- Atletizm (koşu): Peygamberimiz döneminde yapılan sportif faaliyetlerden biri de atletizm idi.Müslim’de geçen uzunca hadisin bir bölümünde Hz.Peygamber (s.a.v.)’in, Seleme b. Ekva ile ensardan bir adamın, Medine’ye kadar koşu yarışı yapmalarına izin verdiği anlaşılmaktadır.92 Hz.Ömer ile Hz.Zübeyr, iki defa yarışmışlar; birinde Zübeyr, diğerinde Hz.Ömer geçmiş ve Hz.Ömer yarışı kazanınca; “Kâbe’nin Rabb’ine yemin olsun ki, seni geçtim” diyerek sevinç gösterisinde bulunmuştur.93 87 Buhari, Cihad-78 Canan, İbrahim; age., c.3, s.498 89 Hamidullah, Muhammed; age., c.2, s.1075 90 Canan, İbrahim; age., c.3, s.497 91 Age., c.1, s.495 92 Müslim, Cihad-132 93 Bozkurt, Nebi; Hadis’te Folklor Eğlence, Marmara Üniv.İlahiyat Fak. Vakfı Yayınları, İstanbul-1997, s.110 88 42 Resulullah (s.a.v.) da böyle bir yarış yapmıştır. Yarıştaki rakibi ise eşi Hz.Aişe (r.a.) olmuştur. Bir sefer esnasında hanımı Hz.Aişe ile geride kalan Resulullah(a.s.), O’nunla koşu yarışı yapmış ve bu yarışı Hz.Aişe kazanmıştı. Birkaç yıl sonra yeniden yapılan başka bir koşuyu ise Hz.Peygamber kazanmış ve Hz.Aişe’ye: “Bu birincilik, önceki birinciliğin rövanşıydı” demiştir.94 Asr-ı saadette koşuculuğu ile ün yapmış insanlar vardı. Bunlardan biri Ebu Hıraş el-Hüzelî idi. Bu kişi cahiliye devrinde Mekke’ye gelmiş ve Velid b. Muğire ile koşuda atları geçtiği takdirde iki atı üzerine bahse girmiş; bahsi de kazanmıştır.95 AVCILIK Avcılık, hem bir eğlence, hem bir spor ve hem de bir geçim vasıtası olarak insan oğlunun varoluşundan beri kullandığı bir faaliyettir.Peygamberimiz(S.A.V.) döneminde de kara ve deniz avcılığı ile meşgul olanlar vardı.K.Kerim, avcılığı meşru görmekle birlikte bazı sınırlamalar da getirmektedir.96 Kaynakların belirttiğine göre Medine civarında bulunan göl ve su birikintilerinde bol miktarda iyi cins balıklar avlanmaktaydı. Ayrıca bir sefer esnasında yiyecek sıkıntısı baş gösterince deniz kıyısında bulunan bir anber (balina) balığının etinden yenilmiş, hatta Medine’ye dönülünce Resulullah’a da ikram edilmiştir.97 Hz.Peygamber (s.a.v.)’in, Akabe Körfezi’ndeki Makna halkına, çıkardıkları balıkların dörtte birini vergi olarak yüklediği belirtilmekte 98; bundan da deniz avcılığının o dönemde çok yaygın olduğu anlaşılmaktadır. YÜZME Yukarıda Hz.Peygamber(s.a.v.)’in çocuklara ok atma, ata binme ve yüzme öğretilmesini istediğini belirtmiştik. Peygamberimizin, bizzat kendisi de yüzme biliyordu. Bir defasında annesi ve Ümmü Eymen adındaki cariye ile beraber, henüz Bütün yönleriyle asr-ı saadette İslam, c.3, s.508 Bozkurt, Nebi; age., s.111 96 Maide,1-3 97 Hamidullah, age., c.2, s.1061 98 Age., c.2, s.1064 94 95 43 çocukken Medine’ye gitmiş; Beni Neccar Kabilesi’nden “en-Nabiğa” adında birinin evinde kalmışlardı. İşte Resulullah (a.s.), bu gezisi sırasında bu kabileye ait bir su birikintisinde yüzmeyi öğrenmişti.99 GÜREŞ Peygamberimiz zamanındaki diğer sportif faaliyetlerden birisi de güreştir. Güreş, çok eski tarihlerden beri yaygın olan bir spor türüdür. Kaynaklarda, Resulullah(a.s.)’ın, büluğ çağına daha yeni gelmiş olan gençleri, orduya katılma hususunda bir standart olmak üzere, güreş yapmaya tabi tuttuğu; galip geleni orduya aldığı zikredilmektedir.100 Kaynaklarda ayrıca, Hz.Peygamber(s.a.v.)’in Mekke’nin en güçlü pehlivanı olan Rukane b. Abdi Yezid ile güreştiği, O’nu yendiği ve bunun üzerine de Rukane’nin müslüman olduğu anlatılmaktadır.101 HALTER Halter, ağır kaldırma sporudur. İnsanların eskiden beri kollarını kullanarak taş, kaya vs. gibi şeyler kaldırdıkları düşünülürse, aslında bu spor dalının çok eski tarihlerden beri var olageldiği anlaşılır. Mescid-i Nebevi’nin inşasında, duvarları yapmak için elle taşınan ağır taşlar, bir halter sporudur. Resulullah (a.s.), bir gün, aralarında hangisinin daha güçlü olduğunu belirlemek için büyük bir taşı yerden kaldırmaya çalışan bir küme insanın yanından geçmiş ve onların bu yarışlarında hiçbir kötü taraf bulmamıştı.102 Seferlerde bir yerde konaklamak gerektiğinde Hz.Peygamber (s.a.v.), hemen orada düz bir arazinin diken, taş ve çalıları ayıklanıp sınırları ve kıblesi belli edilerek mescid yapılırdı. Sefere katılanların sıkıntılarını gidermek için zaman zaman aralarında yarışlar düzenlerdi. Bu yarışlardan biri de ağırlık kaldırma yarışlarıydı.103 99 Age., c.2, s.42 Hamidullah, age., c.2, s.1096 101 Bütün yönleriyle asr-ı saadette İslam, c.3, s.502 102 Hamidullah, age., c.2, s.1075-76 103 Bozkurt, Nebi; age., s.111 100 44 FUTBOL Günümüzün en yaygın spor dallarından biri, hatta birincisi, futbol olarak bilinen oyundur. Bu spor dalının sistemleşmiş şekli henüz yeni olmakla birlikte, çok eski tarihlerden beri insanların bu çeşit oyunlara benzeri oyunlar oynadığı kaynaklarda belirtilmektedir. Hamidullah’ın anlattığına göre, cahiliye döneminde hem Mekke’de, hem de Medine’de bu oyuna benzer “kürre” denilen bir tür ayak topu oynanırdı. Günümüzdeki gibi çok büyük kitlelerin (taraftarların) de bu oyunu seyrettikleri; aynı zamanda Mekke’de bu oyun için özel alanlar (stadlar) bulunduğu da aynı kaynakta geçmektedir.104 104 Hamidullah, age., c.2, s.844, 1075 45 SONUÇ Bu kısa çalışmamızda da görüldüğü gibi, Resulullah (a.s.) döneminde son derece dinamik bir hayat vardı. Dünya ve ahiret dengesini en ölçülü şekilde sağlayan ashab-ı kiram (r.a.), tabir yerindeyse hayatı yaşamasını bilmiştir. Bir taraftan ibadet edip ahireti düşünürken, diğer taraftan da dünya için çalışmışlar; dünyanın güzel nimetlerinden faydalanmışlardır. Eğlence, insan ruhu ve bedeni üzerinde çok müsbet etkiler bırakır. En azından bedeni dinlendirir; ruhu da genişleterek, sıkıntı ve stresi önler. Bu nedenle, insanların dinlenmeye ve eğlenmeye ihtiyaçları vardır. Ancak, bu ihtiyacın karşılanması İslam’ın çizdiği sınırları aşmaya sebep olmamalıdır. Örnek çağ olan Saadet Çağı’ndaki insanlar bu hususa dikkat etmişler; gülmüşler; eğlenmişler; ancak İslam’ın yasakladığı en ufak bir şeyi yapmamışlardır. Eğlencenin bel kemiğini musiki ve çalgı oluşturur.Bütün kutlamalar, düğün ve bayram eğlenceleri hep bu unsurlarla yerine getirilir. Peygamberimiz döneminde bilinen enstrümanlar sayılı olup, bunlar da – sahih kaynaklarda anlatıldığına göredef, düdük ve kavaldan ibarettir. Bunların şarkı ve ilahi şeklinde çalınmaları, peygamberimiz tarafından herhangi bir müdahaleyi gerektirmemiş; bunlara müsaade edilmiştir. Hz.Peygamber (s.a.v.)’in bu konuda önemle üzerinde durduğu husus, musikide çalgı aletlerinden ziyade söylenen sözle ilgilidir. Yani önemli olan beste değil, güftedir. Bize göre bu konuda İslam’ın çizgisi belli olup her türlü aletin kullanımı caizdir. Çalgı aletleri hususunda herhangi bir ayırıma gidilmemiştir. Hz.Peygamber (s.a.v.) döneminde sportif faaliyetler de çok yaygın olup, bunlar günün şartlarına uygun olarak yerine getiriliyordu.Bunların başında at ve deve yarışları ile ok atıcılığı(okçuluk) geliyordu.Yine günümüzdeki atletizme benzer koşu yarışları da yapılmaktaydı.Bunlardan başka, güreş, yüzme, ağır kaldırma ile futbola benzer “kürrek” adı verilen ayak topu da dönemin bilinen sportif faaliyetleri arasında sayılabilir.Avcılık ise, hem bir rızık kazanma çabası, hem de sportif bir faaliyet olarak değerlendirilebilir. 46 Çirkin olan her şeyi yasaklayan dinimiz, eğlence hususunda da bu kuralın dışında kalmamış; bu konuda bazı sınırlamalar getirmiştir.Sırf zevk için hayvanların öldürülmesini yasaklayan Hz.Peygamber(s.a.v.), hayvanların eğlence için dövüştürülmesini de hoş karşılamamıştır.Kumara benzediği için de, tavla oynamayı ve zar atmayı da çirkin görmüştür.Böylece o büyük insan; hem öğütleri, hem şahsiyeti ve hem de davranışları ve yaşayışıyla ümmeti için en güzel örnek olmuştur. 47 KAYNAKÇA *Ahmed b. Hanbel(ö.241/855); Müsned-ül-İmam Ahmed b. Hanbel, 4 cilt; Beyrut-1969 *Bozkurt, Nebi; Hadis’te Folklor ve Eğlence, Marmara Üniv.İlahiyat Fak. Vakfı Yayınları, İstanbul-1997 *Buhari, Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail(ö.256/870); Camiu’s-Sahih, 8 cilt, İstanbul-1315 *Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam; (Komisyon), 5 cilt, Beyan Yayınları, İstanbul-1994 *Canan, İbrahim; Kütüb-i Sitte Muhtasar ve Tercümesi, 18 cilt, Akçağ Yayınları, Ankara-1998 *Demircan, Ali Rıza; Görsel Sanatlar ve İslam, İlmî Neşriyat (İslamî Araştırmalar Vakfı Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi:13), İstanbul-1991 *Ebu Davud, Süleyman b. El-Eş’as Es-Sicistânî(ö.275/889); Sünen-i Eb-i Davud, 2 cilt, Mısır-1952 *Gazâli, Ebu Hâmid Muhammed b.Muhammed(ö.505/1111); İhya-i Ulûm’idDin, 4 cilt, Sentez Yayınevi, İstanbul-1993 *Gönenç, Halil; Görsel Sanatlar ve İslam, İlmî Neşriyat (İslamî Araştırmalar Vakfı Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi:13), İstanbul-1991 *Hamidullah, Muhammed; İslam Peygamberi, 2 cilt, İrfan Yayımcılık, İstanbul-1993 *Kardavi, Yusuf; İslam’ın Işığında Çağdaş Meselelere Fetvalar, 4 cilt, Terc. Vahdettin İnce, Hikmet Neşriyat, İstanbul-1996 48 *Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali; (Komisyon), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara-1993 *Kurtubî, İmam Muhammed b. Ahmed; el-Camiu Li Ahkamil-Kur’an, 19 cilt, Terc. M.Beşir Eryarsoy, Buruç Yayınları, İstanbul-1997 *Köksal, Mustafa Asım; İslam Tarihi, 18 cilt, Şamil Yayınevi, İstanbul-1987 *Malik b.Enes(ö.179/795); Muvatta, Neşr. Muhammed Fuat Abdülbaki, Kahire-1951 *Müslim, Ebu’l-Hüseyin Müslim b. El-Haccac(ö.261/875); Camiu’s-Sahih, 5 cilt, Neşr. Muhammed Fuat Abdülbaki, Mısır-1955 *Nesai, Ebu Abdurrahman b. Şuayb(ö.303/915); Sünen-i Nesai, 6 cilt, Mısır1964 *Tirmizi, Ebu İsa Muhammd b. İsa(ö.279/892); Sünen-i Tirmizi, Neşr. Ahmed Muhammed Şakir, Mısır-1937 *Uludağ, Süleyman; İslam Açısından Musiki ve Sema, Uludağ Yayınları, Bursa-1992 *Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi; Hak Dini Kur’an Dili, 10 cilt, Azim Dağıtım, İstanbul-1992 49