ALİ VE İKİNCİ HALİFENİN SİYASİ MEŞVERETLERİ İmam, ikinci halife zamanında da halifenin siyasi, ilmi ve toplumsal sorunlarını çözen önemli bir merci idi. İkinci halifenin siyasi meselelerde imamın fikrinden yararlanmalarından birini örnek olarak aşağıda sunuyoruz: Hicri on dördüncü yılda “Kadisiye” bölgesinde İslam ordusu ile İran askerleri arasında şiddetli bir savaş oldu. Sonunda Müslümanlar galip olup, İran orduları genel komutanı “Rüstem Ferruhzad” bir grupla birlikte öldürüldü. Bu zaferle birlikte baştanbaşa tüm Irak toprakları İslam’ın siyasi ve askeri nüfuzu altına girdi. Sasani padişahının hükümet merkezi olan “Medain” şehri Müslümanların tasarrufuna geçti. İranlı komutanlar ülke içlerine doğru çekildiler. İran askeri müşavirleri, İslam ordusunun ilerleyerek, ülkenin tamamını tasarruf edebileceklerinden korkuyorlardı. Böyle tehlikeli bir saldırıya karşı koymak için İran padişahı “Yezdegûrd” (veya Yezdicurd) “Firuzan” komutasında yüz elli bin kişilik bir ordu hazırladı. Her türlü ani saldırıları önlesin ve hatta uygun bulduğunda karşı saldırıya geçsin diye hazır ol durumuna getirildi. İslam orduları genel komutanı “Sâd-ı b. Ebu Vakkas” (Başka bir rivayete göre Kûfe valisi olan “Ammar-ı Yasir”) halifeye bir mektup yazarak onu düşmanın hareketliliğinden haberdar etti ve Kûfe ordusunun savaşı başlatmaya ve düşman savaş başlatmadan önce düşmanı korkutmaya hazır olduğunu da ekledi. Halife camiye gidip, ileri gelen sahabeleri topladı ve Medine’den ayrılıp Basra ile Kûfe arasında bir yerde konaklayıp, ordu komutasını bizzat ele almak istediğine dair kararını bildirdi. Bu sırada “Talha” ayağa kalkıp halifeyi bu işe teşvik etti ve söylediği sözlerden yağcılık kokusu hissediliyordu. Ondan sonra “Osman” ayağa kalktı ve halifeyi Medine’yi terk etmeye teşvik etmekle kalmayıp şunu da ekledi: Şam ve Yemen ordularına, bulundukları yerden ayrılıp sana katılmalarını yaz, sen de böyle kalabalık bir orduyla düşmanın karşısına çık. (Bu sözleri duyan) İmam Ali ayağa kalkarak görüşünü şöyle açıkladı: “Bu işin (İslam’ın) zafer kazanması veya yenilgisi kuvvetlerin azlığına veya çokluğuna bağlı olmamıştır. Bu Allah’ın dinidir ki, onu muzaffer kıldı ve o ordusunu hazırlayıp yardım etti ve varması gereken yere vardı ve doğması gereken yere doğdu. Allah tarafından bize zafer sözü verilmiştir ve biliyoruz ki Allah vaadini gerçekleştirmiş, ordusuna yardım etmiştir. Liderin konumu boncukları bir araya getiren iplik gibidir. Eğer iplik kırılırsa boncuklar dağılır ve sonra onları bir araya getirecek düzene sokmak mümkün olmaz. Bugün Arap sayısal bakımdan az olsa da İslam gücü ile çoktur, birlik ve beraberlik ışığı altında aziz ve güçlüdür. Buna göre sen (halife) değirmen taşı mihveri gibi toplumu, Müslümanların aracılığı ile çevir ve savaşta onların işbirliği ile düşmanla savaş alevini alevlendir. Zira eğer kendin bu topraktan ayrılırsan, etraftaki Araplar emrinden çıkacak ve o zaman geride bıraktığın önündekinden daha önemli olacaktır. Eğer yarın Acemler seni görürse: bu Arap’ın esası ve köküdür, eğer bu ağacın kökünü keserseniz rahat olursunuz ve bu düşünce onları seni yok etmeleri için hırslandıracak ve daha da sertleştirecektir. Onların Müslümanlarla savaşa hazırlandıklarına dair söylediklerine ve ondan dolayı endişelerine gelince: bil ki Allah senden önce bu işi sevmemektedir ve O, sevmediği işi değiştirmede daha güçlüdür. Düşman askerlerinin çokluğuna değindin, (bil ki); biz geçmişte savaşlarda efradın çokluğuna güvenmezdik, Allah’ın yardımlarını hesaba katar O’na güvenirdik.(52) Halife, İmamın sözlerini dinledikten sonra bu görüşünü beğenip gitmekten vazgeçti. İmamın bu çözümleyiciliğini bilen Ömer hep şöyle derdi: “Ali’nin çözmek için hazır bulunmadığı bir sorunla karşılaşmaktan Allah’a sığınırım.”(53) 5- HİLAFETTEN ŞAHADETE KADAR EMİRE’L-MÜMİNİN’E (a.s) NELER YAPILDI? Osman’ın hilafeti döneminde mali ve idari düzen bir hayli bozulmuştu. Onun Beytü’l-Maldan (devlet bütçesinde) yüzde yüz gayri meşru ve caiz olmayan şekilde tasarruf etmesi herkes tarafından biliniyordu. Aynı şekilde Emevi oğulları ve yakınlarından, liyakatsiz kişileri önemli devlet mevkilerine yerleştirmişti. Muhacir ve Ensar’dan layık kişileri ise görevden uzaklaştırıp İslam ümmetinin yazgısını Emevi oğullarının eline teslim etmişti. Bu da halkın öfkesine ve itirazlarına değiştirilmesine yönelik sebep mükerrer oldu. Müslümanların, isteklerini ve valilerin tepkilerini ve komutanların önemsememesi, halkın ayaklanmasına ve kendisinin de öldürülmesine sebep oldu Bu olaylardan sonra halk İmam Ali (a.s) biat etti. Bu nedenle, Osman’ın öldürülmesinden sonra kurulan Ali hükümeti inkılâpçı bir hükümetti ve halkın önceki zulüm ve yolsuzluklara karşı isyanının ürünüydü. Osman hükümetinin fesatlarından birisi de; Peygamber’in (s.a.a) Taif’e sürgün ettiği ve önceki halifelerin geri getirmeye cesaret edemedikleri “Hekem b. Ebu’l Âs” ve oğlu “Mervan”ı Medine’ye geri getirmesi ve kızını Mervan’la evlendirmesiydi. Hatta daha da ileri giderek onu hilafet müsteşarlığına getirdi. Halkı öfkelendiren önemli konulardan bir de bu idi. Osman’ın evi kırk dokuz gün süreyle inkılâpçılar tarafından muhasara edilmişti.(54)) Osman ne zaman yumuşaklık göstermek isterse Mervan halkın öfkesini daha da kabartıyordu. Sonuçta öfkeli Müslümanlar Osman’ın evine saldırıp onu öldürdüler. İMAM ALİ’NİN (a.s) PARLAK DURUMU İnkılâpçıların düşüncesi sadece Osman’ı işbaşından uzaklaştırmaktı. Her ne kadar Osman’ın evi muhasarada iken Ali’nin ismi dillerde dolaşıyor idiyse de gelecek için daha, belirli bir plan yoktu. Bu nedenle Osman öldürüldükten sonra halife seçimi sorunuyla bir daha yeniden karşı karşıya kalınmıştı. Diğer taraftan; Ali; Abdurrahman b. Avf, Osman, Talha, Zubeyr ve Sâd b. Vakkas’tan oluşan altı kişilik Şûra üyelerinden Osman ve Abdurrahman b. Avf dünyadan göçmüş ve geri kalanlar arasında Ali hepsinden daha çok sevilen, fazilet ve İslam’da öncülüğü bakımından hiçbirisinin ona erişemediği birisiydi. Bundan dolayı halk daha çok Ali’ye yönelmişti. Ali (a.s); mevcut şartları ve Osman zamanında meydana gelen değişiklikleri ve Müslümanlar’ın İslam’dan çok uzaklaşmış olmalarını dikkate alarak ve Osman döneminde oluşan bunca fesat ve bozgunluktan sonra gelenlerinin ıslahat hükmetmenin ve adalet çok zor olacağını programlarını biliyordu. kabul Özellikle etmeyecekleri kabile açıktı. Bu ileri yüzden inkılâpçılar İmam’a biat etmeyi önerdikleri zaman kabul etmedi. Tarihçilerin ittifakla kaydettiklerine göre; Osman Hicretin 35. yılı Zilhicce ayında öldürüldü. Ancak olay günü ihtilaflıdır. Ama kesin olan şu ki, onun öldürülmesi ile Ali’ye biat edildiği zaman arasında en az dört-beş gün vardır. Bu birkaç gün içinde, halk ne yapacağını şaşırmıştı. Bu sürede, inkılâp öncüleri Ali’ye müracaat ediyor fakat o pek istekli görünmüyordu. Biati kabul etmesini istediklerinde ortamı müsait görmediğinden ve kendisi için hüccetin daha tamamlanmadığını düşündüğünden şöyle buyuruyordu: “Beni bırakıp başkasına yönelin, çünkü biz çeşitli yüzü ve yönleri olan bir durumla karşı karşıyayız (belirsiz ve karmaşık bir durumdayız). Bu işte gönüller sağlam ve akıllar sabit kalmaz, fesat bulutları, İslam dünyasının semasını karartmış ve doğru yol tanınmaz olmuştur. Biliniz ki, eğer davetinize icabet edersem size kendi bildiğim gibi davranacağım. Onun, bunun sözünü ve kınayışını dinlemeyeceğim. Ama beni bırakırsanız, bende sizlerden biri gibi olacağım. Benim sizin veziriniz ve müşaviriniz olmam, size emir ve lider olmamdan daha iyidir.”(55) Ancak, önceki yönetimin zulümlerinden bıkan halkın dalga dalga İmam Ali’nin evine akın ederek adalete susamışlıklarını dile getirdiler. Onların bu ısrarlı istekleri karşısında, bunun kendisi için bir görev, sorumluluk olduğunu kabul ederek halkı daha fazla başıboş bırakmamak için onların biatini kabul etti. İmam sonraları birkaç defa halkın biat etmek isterken, gösterdiği bu coşkulu arzusunu ve ısrarını beyan etmiştir. Özellikle Nehcü’l-Belağa’da yer alan bir hutbesinde şöyle buyurmaktadır: “… Halk, devecinin serbest bıraktığı susamış develerin suya koştukları gibi üzerime geldiler, birbirlerini itip kalkarak izdiham yaratıyorlardı; öyle ki beni öldüreceklerini veya bir grubun diğer bir grubu öldüreceklerini sandım. Sonra bu konuyu (hilafeti kabul etmeyi) ölçüp biçtim, her gözle tarttım öyle ki gözlerimde uyku kalmadı.”(56) Başka bir yerde halkın coşkuyla etrafını sarmasını beyan ederek, biati kabul ettiğini duyunca halkın gösterdiği sevgi ve heyecanı şu ifadelerle dile getirmiştir: “… Siz (biat etmek için) elimi açtınız, ben kapattım; siz onu (elimi) kendinize çekerken ben geri çektim. Ondan sonra susamış develer suya koşarken birbirlerini itip kaktıkları gibi çevremde toplandınız öyle ki; ayakkabımın bağı koptu, abam omzumdan düştü ve zayıflar ayak altında kaldı!... …O gün halkın, bana biat ettikleri için yaşadıkları sevinç öyle artmıştı ki; küçük yaştakiler vecde geldi, evlerinde oturan yaşlılar, titreyen ayaklarıyla biat manzarasını görmek için yollara düştüler ve hastalar bu sahneyi müşahede etmek için hasta yataklarından çıktılar…”(57) İmam “Şıkşıkıyye” hutbesinde de halkın bu heyecanı ile ilgili şöyle buyuruyor: “… Beni tedirgin eden şuydu: Halk, sırtlanlar gibi kalabalık ve izdihamlı bir şekilde her taraftan üzerime hücum ederek beni çevrelediler. Öyle ki; nerdeyse Hasan ve Hüseyin ayakaltında ezileceklerdi. Elbisemin iki tarafı yırtıldı ve koyun sürüsü gibi etrafımı sardılar. Tohumu yarıp insan yaratan Allah’a andolsun ki; eğer halkın o kadar coşkuyla gelip biat istemeleriyle hüccet tamamlanmasaydı ve eğer Allah ümmet alimlerinden, zalimlerin azgınlıklarına ve zulme uğrayanların açlığına karşı sessiz kalmamaları için söz almamış olsaydı; ben hilafet devesinin yularını serbest bırakırdım ondan vazgeçerdim ve onun sonunu başlangıç bardağı ile sirab ederdim. (Önceki üç halife döneminde kenara çekildiğim gibi bu defa da kenara çekilirdim.) O zaman anlardınız ki; sizin dünyanız benim yanımda keçi sümüğünden daha değersizdir.”(58) ÜÇ CEPHEDE SAVAŞ İslam’ın özünü teşkil eden ve baştan ayağa tam bir adalet düzeni olan Ali’nin (a.s) hilafet ve yöneticiliği bazılarına çok ağır geldiğinden karşısında muhalefet safları oluşturdular. Sonunda bu muhalefetler “Nakisin”, “Kasıtîn” ve “Marikîn” diye bilenen üç savaşa dönüştü. Bunları aşağıda çok özet olarak açıklamaya çalışacağım: Nakisîn İle Savaş Nakisîn (biat bozanlar) ile savaş çıkmasının sebebi şuydu: Ali’ye biat eden Talha ve Zübeyr, Basra ve Küfe valiliğini istiyorlardı ama İmam onların bu isteğini kabul etmedi. Bunun üzerine bu iki kafadar gizlice Medine’den ayrılıp Mekke’ye gittiler. Orada, Emeviler tarafından yağma edilen Beytü’l-Mal’ı kullanarak bir ordu kurup Basra’ya gittiler ve orayı tasarruf ettiler. İmam Ali (a.s) ise onları etkisiz kılmak için Medine’den ayrıldı. Derken, Basra yakınlarında şiddetli bir savaş oldu ve bu savaş İmam Ali’nin (a.s) galibiyeti ve biatini bozanların yenilgisi ile son buldu. Bu savaş, tarihte geniş bir şekilde yer alan “Cemel” savaşıdır ve Hicretin 36. yılında vuku bulmuştur.(59) Kasıtîn İle Savaş Muaviye, İmam Ali (a.s) halife olmadan çok daha önceleri, Şam’da kendi hilafeti için ön hazırlıklar yapmıştı. İmam (a.s) halife olunca, Şam valiliğinden azline dair ferman çıkartıp bir an bile Şam yönetiminde kalmasına, muvafakat etmedi. Muâviye’nin bu azli reddetmesi üzerine çıkan ihtilaflar, Irak ve Şam ordusunu “Siffıyn” denilen yerde karşı karşıya getirecek kadar arttı. Bu şiddetli savaşta Ali (a.s) ordusu tam zafer kazanmak üzere iken Muâviye Amr b. Âs’ın önerisiyle hileye başvurarak, İmam Ali’nin (a.s) askerleri arasında, ihtilaf ve anlaşmazlık icat etti. Sonuçta İmam Ali (a.s), taraftarlarının aşırı ısrarları karşısında, Ebu Musa Eş’ari ile Amr b. Âs’ın, İslam ve Müslümanların çıkarlarını inceleyerek görüş bildirmelerine yönelik hakemliklerini kabul etmek zorunda kaldı. Emiru’l-Müminin’in (a.s) hakemliği kabul etmesi için yapılan baskı o kadar artmıştı ki, eğer kabul etmeseydi belki de hayatını kaybedecek ve Müslümanlar daha şiddetli bir buhranla karşı karşıya kalacaklardı. Hakemlerin görüşlerini ilan edecekleri an geldiğinde, Amr b. Âs, Ebu Musa’yı aldattı ve Muâviye’nin şeytanca planı herkese dayatılmış oldu. Hakemlik macerasından sonra İmam Ali’nin (a.s) yanında yer almış olan bir grup İmam’a karşı ayaklandılar ve kendilerinin dayattığı hakemliği kabul ettiği için, onu eleştiri yağmuruna tuttular. Kasıtîn ile savaş Hicretin 37. yılında (M. 658) vuku buldu. (Bu savaşın çıkmasına sebep olan Muâviye ve adamları tarihte Kasıtîn diye anılmaktadır.) Marıkîn İle Savaş İmam Ali’yi (a.s) hakemliği kabul etmeye zorlayıp da bir kaç gün sonra İmam’dan ahdini bozmasını isteyen gruba “Marıkîn” denilmektedir. Bu nedenle sonradan Hariciler diye de anılan bu grup, onun karşısında saflar oluşturup Nehrevan’da İmam’la savaştılar. İmam Ali (a.s) bu savaşı kazandı ise de, kin ve düşmanlıklar yüreklere yerleşmiş oldu. Bu savaş H. 38 (M.659) veya bazı tarihçilerin dediğine göre H. 39 da vuku buldu. İma Ali (a.s) sonuçta; dört yıl ve birkaç ay hükümet ettikten sonra Hicretin 40. yılında, Ramazan ayının on dokuzuncu gecesi Marıkîn’den (Haricilerden) biri olan Abdurrahman b. Mülcem tarafından Cami mihrabında vuruldu. Bu darbenin etkisiyle Ramazan’ın 21. gecesi şehit oldu.(60) Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)