imam`ın ve halifelerin ilim dereceleri ve siyasi sorunlarının çözümü

advertisement
İMAM’IN VE HALİFELERİN İLİM DERECELERİ VE SİYASİ SORUNLARININ ÇÖZÜMÜ
Tarih tanıklık etmektedir ki, Ebu Bekir ve Ömer halifelik dönemlerinde; siyasi, kültürel,
akait, Kurân tefsiri, İslam ahkamı ve fıkıh konularında imama müracaat ediyorlardı. İslam’ın
temel ve genel kurallarını onun engin bilgisinden tam anlamıyla öğreniyorlardı. Tarihte
kayda geçen bu örneklerden bir kaçını aşağıda sunuyoruz:
RUMLARLA SAVAŞ
Genç İslam hükümetinin en çetin düşmanlarından biri Rum imparatorluğu idi. İslam hükümetinin
merkezini
sürekli
olarak
kuzey
bölgesinden
tehdit
ediyordu.
İslam
Peygamberi
(s.a.a),
ömrünün sonuna kadar Rum tehlikesinden gafil olmamıştı. Hicretin sekizinci yılında “Cafer-i
Tayyar” komutasında bir orduyu Şam bölgesine göndermiş ama İslam ordusu üç komutan ve bir
kısım asker kaybettikten sonra sonuç almadan geri dönmüştü. Bu yenilgiyi telafi etmek için
İslam Peygamber’i, hicretin dokuzuncu yılında büyük bir orduyla Tebuk üzerine yürümüş ama
düşmanlarla karşı karşıya gelmeden Medine’ye dönmüştü. Bu sefer, tarihe geçen birçok parlak
sonuçlar sağlamıştır. Bununla birlikte Rum tehlikesi daima Peygamber’in (s.a.a) düşüncesini
meşgul ediyordu. Bu nedenle hastalanıp yatağa düştüğü ömrünün son anlarında, Şam bölgesine
göndermek üzere Ensar ve Muhacirlerden oluşan bir ordu hazırlattı. Bu ordu bazı nedenlerden
dolayı bir türlü Medine’den ayrılmadı. İslam ordusu Medine’nin birkaç kilometre dışında
karargâh kurduğu bir sırada İslam Peygamberimiz dünyaya gözlerini kapadı.
Peygamberin vefatından sonra, meydana gelen sıkıntılar İmam Ali’nin tedbiriyle giderildi ve
Medine’de siyasi hava duruldu. İşlerin kontrolünü ele alan Ebu Bekir, Peygamber’in (Rumlarla
savaşma)
emrini
uygulama
konusunda
tam
anlamıyla
tereddüt
içindeydi.
Bu
nedenle
bazı
sahabelerle meşveret etti. Hiçbirisinin sunduğu görüş halifeyi ikna etmedi. Sonunda İmam ile
meşveret
etti.
İmam
kendisini,
Peygamber’in
emrini
uygulama
konusunda
teşvik
ederek:
savaşırsan galip gelirsin diye de ekledi. Halife İmam’ın teşvikinden memnun kalarak; iyi
söyledin ve hayırla müjdeledin, dedi.(51)
ALİ VE İKİNCİ HALİFENİN SİYASİ MEŞVERETLERİ
İmam, ikinci halife zamanında da halifenin siyasi, ilmi ve toplumsal sorunlarını çözen
önemli
bir
merci
idi.
İkinci
halifenin
siyasi
meselelerde
imamın
fikrinden
yararlanmalarından birini örnek olarak aşağıda sunuyoruz:
Hicri on dördüncü yılda “Kadisiye” bölgesinde İslam ordusu ile İran askerleri arasında
şiddetli bir savaş oldu. Sonunda Müslümanlar galip olup, İran orduları genel komutanı
“Rüstem Ferruhzad” bir grupla birlikte öldürüldü. Bu zaferle birlikte baştanbaşa tüm Irak
toprakları İslam’ın siyasi ve askeri nüfuzu altına girdi. Sasani padişahının hükümet merkezi
olan “Medain” şehri Müslümanların tasarrufuna geçti. İranlı komutanlar ülke içlerine doğru
çekildiler.
İran
askeri
müşavirleri,
İslam
ordusunun
ilerleyerek,
ülkenin
tamamını
tasarruf
edebileceklerinden korkuyorlardı. Böyle tehlikeli bir saldırıya karşı koymak için İran
padişahı “Yezdegûrd” (veya Yezdicurd) “Firuzan” komutasında yüz elli bin kişilik bir ordu
hazırladı. Her türlü ani saldırıları önlesin ve hatta uygun bulduğunda karşı saldırıya
geçsin diye hazır ol durumuna getirildi.
İslam orduları genel komutanı “Sâd-ı b. Ebu Vakkas” (Başka bir rivayete göre Kûfe valisi
olan “Ammar-ı Yasir”) halifeye bir mektup yazarak onu düşmanın hareketliliğinden haberdar
etti ve Kûfe ordusunun savaşı başlatmaya ve düşman savaş başlatmadan önce düşmanı korkutmaya
hazır olduğunu da ekledi.
Halife camiye gidip, ileri gelen sahabeleri topladı ve Medine’den ayrılıp Basra ile Kûfe
arasında bir yerde konaklayıp, ordu komutasını bizzat ele almak istediğine dair kararını
bildirdi.
Bu sırada “Talha” ayağa kalkıp halifeyi bu işe teşvik etti ve söylediği sözlerden yağcılık
kokusu hissediliyordu.
Ondan sonra “Osman” ayağa kalktı ve halifeyi Medine’yi terk etmeye teşvik etmekle kalmayıp
şunu da ekledi: Şam ve Yemen ordularına, bulundukları yerden ayrılıp sana katılmalarını yaz,
sen de böyle kalabalık bir orduyla düşmanın karşısına çık.
(Bu sözleri duyan) İmam Ali ayağa kalkarak görüşünü şöyle açıkladı:
“Bu işin (İslam’ın) zafer kazanması veya yenilgisi kuvvetlerin azlığına veya çokluğuna bağlı
olmamıştır. Bu Allah’ın dinidir ki, onu muzaffer kıldı ve o ordusunu hazırlayıp yardım etti
ve varması gereken yere vardı ve doğması gereken yere doğdu. Allah tarafından bize zafer
sözü verilmiştir ve biliyoruz ki Allah vaadini gerçekleştirmiş, ordusuna yardım etmiştir.
Liderin konumu boncukları bir araya getiren iplik gibidir. Eğer iplik kırılırsa boncuklar
dağılır ve sonra onları bir araya getirecek düzene sokmak mümkün olmaz.
Bugün Arap sayısal bakımdan az olsa da İslam gücü ile çoktur, birlik ve beraberlik ışığı
altında aziz ve güçlüdür. Buna göre sen (halife) değirmen taşı mihveri gibi toplumu,
Müslümanların aracılığı ile çevir ve savaşta onların işbirliği ile düşmanla savaş alevini
alevlendir. Zira eğer kendin bu topraktan ayrılırsan, etraftaki Araplar emrinden çıkacak ve
o zaman geride bıraktığın önündekinden daha önemli olacaktır.
Eğer yarın Acemler seni görürse: bu Arap’ın esası ve köküdür, eğer bu ağacın kökünü
keserseniz rahat olursunuz ve bu düşünce onları seni yok etmeleri için hırslandıracak ve
daha da sertleştirecektir.
Onların
Müslümanlarla
savaşa
hazırlandıklarına
dair
söylediklerine
ve
ondan
dolayı
endişelerine gelince: bil ki Allah senden önce bu işi sevmemektedir ve O, sevmediği işi
değiştirmede daha güçlüdür.
Düşman askerlerinin çokluğuna değindin, (bil ki); biz geçmişte savaşlarda efradın çokluğuna
güvenmezdik, Allah’ın yardımlarını hesaba katar O’na güvenirdik.(52)
Halife, İmamın sözlerini dinledikten sonra bu görüşünü beğenip gitmekten vazgeçti.
İmamın bu çözümleyiciliğini bilen Ömer hep şöyle derdi:
“Ali’nin çözmek için hazır bulunmadığı bir sorunla karşılaşmaktan Allah’a sığınırım.”(53)
5- HİLAFETTEN ŞAHADETE KADAR EMİRE’L-MÜMİNİN’E (a.s) NELER YAPILDI?
Osman’ın hilafeti döneminde mali ve idari düzen bir hayli bozulmuştu. Onun Beytü’l-Maldan
(devlet bütçesinde) yüzde yüz gayri meşru ve caiz olmayan şekilde tasarruf etmesi herkes
tarafından biliniyordu. Aynı şekilde Emevi oğulları ve yakınlarından, liyakatsiz kişileri
önemli devlet mevkilerine yerleştirmişti. Muhacir ve Ensar’dan layık kişileri ise görevden
uzaklaştırıp İslam ümmetinin yazgısını Emevi oğullarının eline teslim etmişti. Bu da halkın
öfkesine
ve
itirazlarına
değiştirilmesine
yönelik
sebep
mükerrer
oldu.
Müslümanların,
isteklerini
ve
valilerin
tepkilerini
ve
komutanların
önemsememesi,
halkın
ayaklanmasına ve kendisinin de öldürülmesine sebep oldu Bu olaylardan sonra halk İmam Ali
(a.s) biat etti. Bu nedenle, Osman’ın öldürülmesinden sonra kurulan Ali hükümeti inkılâpçı
bir hükümetti ve halkın önceki zulüm ve yolsuzluklara karşı isyanının ürünüydü.
Osman hükümetinin fesatlarından birisi de; Peygamber’in (s.a.a) Taif’e sürgün ettiği ve
önceki halifelerin geri getirmeye cesaret edemedikleri “Hekem b. Ebu’l Âs” ve oğlu “Mervan”ı
Medine’ye geri getirmesi ve kızını Mervan’la evlendirmesiydi. Hatta daha da ileri giderek
onu hilafet müsteşarlığına getirdi. Halkı öfkelendiren önemli konulardan bir de bu idi.
Osman’ın evi kırk dokuz gün süreyle inkılâpçılar tarafından muhasara edilmişti.(54)) Osman
ne zaman yumuşaklık göstermek isterse Mervan halkın öfkesini daha da kabartıyordu. Sonuçta
öfkeli Müslümanlar Osman’ın evine saldırıp onu öldürdüler.
İMAM ALİ’NİN
(a.s) PARLAK DURUMU
İnkılâpçıların düşüncesi sadece Osman’ı işbaşından uzaklaştırmaktı. Her ne kadar Osman’ın
evi muhasarada iken Ali’nin ismi dillerde dolaşıyor idiyse de gelecek için daha, belirli bir
plan yoktu. Bu nedenle Osman öldürüldükten sonra halife seçimi sorunuyla bir daha yeniden
karşı karşıya kalınmıştı.
Diğer taraftan; Ali; Abdurrahman b. Avf, Osman, Talha, Zubeyr ve Sâd b. Vakkas’tan oluşan
altı kişilik Şûra üyelerinden Osman ve Abdurrahman b. Avf dünyadan göçmüş ve geri kalanlar
arasında
Ali
hepsinden
daha
çok
sevilen,
fazilet
ve
İslam’da
öncülüğü
bakımından
hiçbirisinin ona erişemediği birisiydi. Bundan dolayı halk daha çok Ali’ye yönelmişti.
Ali (a.s); mevcut şartları ve Osman zamanında meydana gelen değişiklikleri ve Müslümanlar’ın
İslam’dan çok uzaklaşmış olmalarını dikkate alarak ve Osman döneminde oluşan bunca fesat ve
bozgunluktan
sonra
gelenlerinin
ıslahat
hükmetmenin
ve
adalet
çok
zor
olacağını
programlarını
biliyordu.
kabul
Özellikle
etmeyecekleri
kabile
açıktı.
Bu
ileri
yüzden
inkılâpçılar İmam’a biat etmeyi önerdikleri zaman kabul etmedi.
Tarihçilerin
ittifakla
kaydettiklerine
göre;
Osman
Hicretin
35.
yılı
Zilhicce
ayında
öldürüldü. Ancak olay günü ihtilaflıdır. Ama kesin olan şu ki, onun öldürülmesi ile Ali’ye
biat edildiği zaman arasında en az dört-beş gün vardır. Bu birkaç gün içinde, halk ne
yapacağını şaşırmıştı.
Bu sürede, inkılâp öncüleri Ali’ye müracaat ediyor fakat o pek istekli görünmüyordu. Biati
kabul etmesini istediklerinde ortamı müsait görmediğinden ve kendisi için hüccetin daha
tamamlanmadığını düşündüğünden şöyle buyuruyordu:
“Beni bırakıp başkasına yönelin, çünkü biz çeşitli yüzü ve yönleri olan bir durumla karşı
karşıyayız (belirsiz ve karmaşık bir durumdayız). Bu işte gönüller sağlam ve akıllar sabit
kalmaz, fesat bulutları, İslam dünyasının semasını karartmış ve doğru yol tanınmaz olmuştur.
Biliniz ki, eğer davetinize icabet edersem size kendi bildiğim gibi davranacağım. Onun,
bunun sözünü ve kınayışını dinlemeyeceğim. Ama beni bırakırsanız, bende sizlerden biri gibi
olacağım. Benim sizin veziriniz ve müşaviriniz olmam, size emir ve lider olmamdan daha
iyidir.”(55)
Ancak, önceki yönetimin zulümlerinden bıkan halkın dalga dalga İmam Ali’nin evine akın
ederek adalete susamışlıklarını dile getirdiler. Onların bu ısrarlı istekleri karşısında,
bunun kendisi için bir görev, sorumluluk olduğunu kabul ederek halkı daha fazla başıboş
bırakmamak için onların biatini kabul etti.
İmam sonraları birkaç defa halkın biat etmek isterken, gösterdiği bu coşkulu arzusunu ve
ısrarını
beyan
etmiştir.
Özellikle
Nehcü’l-Belağa’da
yer
alan
bir
hutbesinde
şöyle
buyurmaktadır:
“…
Halk,
devecinin
serbest
bıraktığı
susamış
develerin
suya
koştukları
gibi
üzerime
geldiler, birbirlerini itip kalkarak izdiham yaratıyorlardı; öyle ki beni öldüreceklerini
veya bir grubun diğer bir grubu öldüreceklerini sandım. Sonra bu konuyu (hilafeti kabul
etmeyi) ölçüp biçtim, her gözle tarttım öyle ki gözlerimde uyku kalmadı.”(56)
Başka bir yerde halkın coşkuyla etrafını sarmasını beyan ederek, biati kabul ettiğini
duyunca halkın gösterdiği sevgi ve heyecanı şu ifadelerle dile getirmiştir:
“… Siz (biat etmek için) elimi açtınız, ben kapattım; siz onu (elimi) kendinize çekerken ben
geri çektim. Ondan sonra susamış develer suya koşarken birbirlerini itip kaktıkları gibi
çevremde toplandınız öyle ki; ayakkabımın bağı koptu, abam omzumdan düştü ve zayıflar ayak
altında kaldı!...
…O
gün
halkın,
bana
biat
ettikleri
için
yaşadıkları
sevinç
öyle
artmıştı
ki;
küçük
yaştakiler vecde geldi, evlerinde oturan yaşlılar, titreyen ayaklarıyla biat manzarasını
görmek için yollara düştüler ve hastalar bu sahneyi müşahede etmek için hasta yataklarından
çıktılar…”(57)
İmam “Şıkşıkıyye” hutbesinde de halkın bu heyecanı ile ilgili şöyle buyuruyor:
“… Beni tedirgin eden şuydu: Halk, sırtlanlar gibi kalabalık ve izdihamlı bir şekilde her
taraftan
üzerime
hücum
ederek
beni
çevrelediler.
Öyle
ki;
nerdeyse
Hasan
ve
Hüseyin
ayakaltında ezileceklerdi. Elbisemin iki tarafı yırtıldı ve koyun sürüsü gibi etrafımı
sardılar. Tohumu yarıp insan yaratan Allah’a andolsun ki; eğer halkın o kadar coşkuyla gelip
biat istemeleriyle hüccet tamamlanmasaydı ve eğer Allah ümmet alimlerinden, zalimlerin
azgınlıklarına ve zulme uğrayanların açlığına karşı sessiz kalmamaları için söz almamış
olsaydı; ben hilafet devesinin yularını serbest bırakırdım ondan vazgeçerdim ve onun sonunu
başlangıç bardağı ile sirab ederdim. (Önceki üç halife döneminde kenara çekildiğim gibi bu
defa da kenara çekilirdim.) O zaman anlardınız ki; sizin dünyanız benim yanımda keçi
sümüğünden daha değersizdir.”(58)
ÜÇ CEPHEDE SAVAŞ
İslam’ın özünü teşkil eden ve baştan ayağa tam bir adalet düzeni olan Ali’nin (a.s) hilafet
ve yöneticiliği bazılarına çok ağır geldiğinden karşısında muhalefet safları oluşturdular.
Sonunda bu muhalefetler “Nakisin”, “Kasıtîn” ve “Marikîn” diye bilenen üç savaşa dönüştü.
Bunları aşağıda çok özet olarak açıklamaya çalışacağım:
Nakisîn İle Savaş
Nakisîn (biat bozanlar) ile savaş çıkmasının sebebi şuydu: Ali’ye biat eden Talha ve Zübeyr,
Basra ve Küfe valiliğini istiyorlardı ama İmam onların bu isteğini kabul etmedi. Bunun
üzerine
bu
iki
kafadar
gizlice
Medine’den
ayrılıp
Mekke’ye
gittiler.
Orada,
Emeviler
tarafından yağma edilen Beytü’l-Mal’ı kullanarak bir ordu kurup Basra’ya gittiler ve orayı
tasarruf ettiler. İmam Ali (a.s) ise onları etkisiz kılmak için Medine’den ayrıldı. Derken,
Basra yakınlarında şiddetli bir savaş oldu ve bu savaş İmam Ali’nin (a.s) galibiyeti ve
biatini bozanların yenilgisi ile son buldu. Bu savaş, tarihte geniş bir şekilde yer alan
“Cemel” savaşıdır ve Hicretin 36. yılında vuku bulmuştur.(59)
Kasıtîn İle Savaş
Muaviye, İmam Ali (a.s) halife olmadan çok daha önceleri, Şam’da kendi hilafeti için ön
hazırlıklar yapmıştı. İmam (a.s) halife olunca, Şam valiliğinden azline dair ferman çıkartıp
bir an bile Şam yönetiminde kalmasına, muvafakat etmedi. Muâviye’nin bu azli reddetmesi
üzerine çıkan ihtilaflar, Irak ve Şam ordusunu “Siffıyn” denilen yerde karşı karşıya
getirecek kadar arttı. Bu şiddetli savaşta Ali (a.s) ordusu tam zafer kazanmak üzere iken
Muâviye Amr b. Âs’ın önerisiyle hileye başvurarak, İmam Ali’nin (a.s) askerleri arasında,
ihtilaf ve anlaşmazlık icat etti. Sonuçta İmam Ali (a.s), taraftarlarının aşırı ısrarları
karşısında, Ebu Musa Eş’ari ile Amr b. Âs’ın, İslam ve Müslümanların çıkarlarını inceleyerek
görüş bildirmelerine yönelik hakemliklerini kabul etmek zorunda kaldı. Emiru’l-Müminin’in
(a.s) hakemliği kabul etmesi için yapılan baskı o kadar artmıştı ki, eğer kabul etmeseydi
belki de hayatını kaybedecek ve Müslümanlar daha şiddetli bir buhranla karşı karşıya
kalacaklardı. Hakemlerin görüşlerini ilan edecekleri an geldiğinde, Amr b. Âs, Ebu Musa’yı
aldattı ve Muâviye’nin şeytanca planı herkese dayatılmış oldu. Hakemlik macerasından sonra
İmam Ali’nin (a.s) yanında yer almış olan bir grup İmam’a karşı ayaklandılar ve kendilerinin
dayattığı hakemliği kabul ettiği için, onu eleştiri yağmuruna tuttular. Kasıtîn ile savaş
Hicretin 37. yılında (M. 658) vuku buldu. (Bu savaşın çıkmasına sebep olan Muâviye ve
adamları tarihte Kasıtîn diye anılmaktadır.)
Marıkîn İle Savaş
İmam Ali’yi (a.s) hakemliği kabul etmeye zorlayıp da bir kaç gün sonra İmam’dan ahdini
bozmasını isteyen gruba “Marıkîn” denilmektedir. Bu nedenle sonradan Hariciler diye de
anılan bu grup, onun karşısında saflar oluşturup Nehrevan’da İmam’la savaştılar. İmam Ali
(a.s) bu savaşı kazandı ise de, kin ve düşmanlıklar yüreklere yerleşmiş oldu. Bu savaş H. 38
(M.659) veya bazı tarihçilerin dediğine göre H. 39 da vuku buldu.
İma Ali (a.s) sonuçta; dört yıl ve birkaç ay hükümet ettikten sonra Hicretin 40. yılında,
Ramazan ayının on dokuzuncu gecesi Marıkîn’den (Haricilerden) biri olan Abdurrahman b.
Mülcem tarafından Cami mihrabında vuruldu. Bu darbenin etkisiyle Ramazan’ın 21. gecesi şehit
oldu.(60)
Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)
Download