BİAT Biat, İslam`ın devlet anlayışında idare edenle edilenler

advertisement
BİAT
Biat, İslam’ın devlet anlayışında idare edenle edilenler arasında yapılan, seçim
ya da bağlılık karakteri taşıyan sosyo-politik akite verilen addır. 1 Aslı Arapça
“satmak; satın almak” anlamındaki bey’ masdarına bağlı olarak “yöneticilik tevdi
etmek, birinin yöneticiliğini benimsemek” anlamında kullanılan bey’at kavramı
Türkçede biat şeklinde kullanılmaktadır. İbn Haldun biat kavramının itaat etmeye söz
vermekten ibaret olduğuna işaret ettikten sonra şöyle devam etmiştir: “Bir emire biat
eden kimse, kendi ve bütün Müslümanların idare ve hakimiyetini ona teslim edip,
idare işine ait olan hiçbir hususta onunla çekişmeyeceğine, hoş gördüğü ve arzu
etmediği işi zorlanarak olsa bile her emrini yerine getireceğine ve itaat edeceğine söz
vermiş gibidir.”2
Kur’ân Kerim’de bey’at sözcüğü geçmemekle birlikte bey’ kökünden türeyen
müb’âyaa mastarının türevleri, biatlaşma, getirdiği emir ve yasaklarda peygambere
itaat etme ve bu konuda onunla ahitleşme gibi anlamlarda kullanılmıştır. 3 Bu
ayetlerden birkaçı şöyledir:
“Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak,
hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları
arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek
hususunda sana biat etmeye (yübâyi‘neke) geldikleri zaman, biatlarını (febâyi‘hünne)
kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır çok
esirgeyendir.” (el-Mümtehine 60/12) Bu ayet Mekke’nin fethedildiği gün nazil olmuş;
Hz. Peygamber, erkeklerden sonra kadınların biatını kabul etmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de önemle belirtilen Hudeybiye mevkindeki biatlaşma şu
şekilde anlatılmaktadır: “Muhakkak ki sana biat edenler (yubâyi’uneke) ancak Allah’a
biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa ancak
kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona
büyük bir mükafat verecektir.” (el-Fetih 48/10)
Cengiz Kallek, “Biat”, DİA, VI, İstanbul, 1992, s. 120-121.
İbn Haldun, Mukaddime, çev. Zakir Kadiri Ugan, Cilt. I., İstanbul: MEGSB Yayınları, 1988, s. 528.
3 Kallek, s. 121.
1
2
1
“Andolsun ki, o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı
olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın
bir fetihle ödüllendirmiştir.” (el-Fetih 48/18)
Bu ayetler, Müslümanların Hudeybiye’de Hz. Peygamber’e bağlılıklarını ve
onun yolunda ölümü göze aldıklarını gösteren biata işaret eder.4 Hz. Peygamber ve
ashabı büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bulundukları sırada İslam’ı ve
Müslümanların varlığını korumak üzere biatlaşmışlar ve ne pahasına olursa olsun
bundan caymayacaklarına yönelik kesin bir söz vermişlerdir. Nitekim söz verirken
neyin üstlenildiği konusunda hadis kitaplarında (Müslim, “İmare”, 41-42-80) “cihad,
itaat, ölüm pahasına sebat ve sabır” gibi ifadeler nakledilmiştir.5
Bey’atürrıdvân (Rıdvan Biatı) olarak bilinen söz konusu biatı gerçekleştiren
ashaba ashâbü’ş-şecere denilmiştir. Hz. Peygamber “Ağaç altında bana biat
edenlerden hiçbirisi cehenneme girmeyecektir” (Tirmizî, “Menakıb”, 57, 58; Müsned,
III, 350) hadisiyle bu biata iştirak edenleri cennetle müjdelemiştir.6
Sünnette Biat
Biat, Kur’âni temelleri olan Peygamberî bir yöntemdir. Hz. Peygamber önemli
dini ve siyasi olaylar arefesinde veya İslam’ı kabul edenlerle görüştüğünde biat
almıştır. Kendisini tasdik edenlerden sadakat yemini istemek Hz. Peygamber’in usulü
Hicretin 6. yılında, Mekke’nin fethinden iki yıl önce Hz. Peygamber, gördüğü bir rüya üzerine
ashabıyla birlikte umre yapmak için Mekke’ye doğru yola çıkmıştı. Buna karşılık Halid b. Velid
kumandasında 200 kişilik bir Kureyşli süvari birliği Müslümanların şehre girişini engellemek için
hazırlanmıştı. Mekke’ye 17 km. mesafede bulunan Hudeybiye kuyusu yakınlarında konaklayan
Hz. Peygamber ve ashabı, savaşmak istemediklerini, yanlarındaki develeri kurban edip
döneceklerini bildirmek üzere evvela Hirâş b. Ümeyye el-Kâbî’yi elçi olarak gönderdiler. Bu
kimse müşrikler tarafından dinlenmeyince Mekkeliler üzerindeki nüfuzu sebebiyle ikinci olarak
Hz Osman görevlendirildi. Bu ziyarete kesin şekilde izin vermeyeceklerini belirten Kureyş ileri
gelenleri dilerse Hz. Osman’ın Kabe’yi tavaf edebileceğini belirttiler. Hz. Osman teklifi kabul
etmeyince Kureyşliler öfkelenip kendisini göz hapsine aldılar. Öte yandan Mekke’deki gelişmeler
Hz. Peygamber ve ashabına Hz. Osman’ın öldürüldüğü şeklinde yansıyınca Hz. Peygamber,
müşriklerle savaşmadan oradan ayrılmayacaklarına dair ashabından biat almaya karar verdi ve
Hudeybiye’de bulunduğu süre içinde gölgelendiği çöl ağacının altında onlarla biatlaştı. Bu esnada
biat eden sahabelerin sayısına dair rivayetler 700 ila 1400 arasında değişmekle birlikte 1400 kişi
olduklarına dair rivayet daha yaygındır. (Mustafa Fayda, “Bey’atürrıdvân, DİA, VI, 1992, s. 39-40.
)
5 Hayreddin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sadreddin Gümüş, Kur’an Yolu
Türkçe Meal ve Tefsir V, Ankara: Diyanet İşleri başkanlığı Yayınları, 2006, s. 68.
6 Fayda, s. 39.
4
2
olmuştur. 7 Bu ahidleşmelerde yemin edenler Peygamber’in şahsına değil; Fetih
suresinin 10. ayetinde belirtildiği üzere aslında Allah’a yemin etmişlerdir.8
Hz. Peygamber’in biatlaşmaya verdiği önem Akabe biatlarında da görülür.
Mekke’nin Akabe mevkiinde 621-622 yıllarında Medineli Müslümanlarla Hz.
Peygamber arasında yapılan anlaşmalarda Medineli Müslümanlar bağlılıklarını
belirtmişler
ve
Medine’ye
gelmesi
durumunda
Hz.
Peygamber’i
koruyup
kollayacaklarına söz vermişlerdir.9
Hz. Peygamber döneminde daha çok dini hükümlere bağlı kalmak ve Allah
Rasûlüne itaat etmek anlamında kullanılan biat, Hz. Ebu Bekir’in halife
seçilmesinden itibaren sonraki kullanışlara esas olacak siyasi bir mahiyet
kazanmıştır. 10 Böylece biat, bir devlet başkanını seçme yahut seçilmiş ya da bu
makama herhangi bir yolla gelmiş devlet başkanına bağlılık sunma anlamında
kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca Hulefâ-yi Râşidîn döneminde halifelerin göreve
gelişi daima biat yoluyla gerçekleşmiş; ancak Emeviler’den itibaren biat seçimden
çok bağlılık sunma olarak değerlendirilmiştir. Zira bu dönemlerde halife seçimle değil
çoğunlukla veliaht tayiniyle belirlenmiştir.
Biat- İtaat ilişkisi
Biat kavramının “itaat etmeyi taahhüt etmek” anlamına geldiği daha önce
belirtilmişti. Burada öne çıkan itaat kavramı Kur’an’da pek çok yerde geçer. Ancak
7
Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, I., İstanbul: İz yy., 1999, s. 56.
Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Mehmet Yazgan, İstanbul: Beyan yy., s. 732.
9 Mekke’de Mescid-i Haram’a yaklaşık 3 km. uzaklıkta ve Mina hudutları içinde yer alan Akabe
mevkisinde Yesrib halkından bir grupla nübüvvetin 11. yılında bir araya gelen Hz. Peygamber, onlara
İslam’ı tebliğ etmiş; Müslüman olan 6 kişilik bu grup, Medine’ye döndüklerinde İslam’ı anlatmışlardı.
Ertesi yıl 10’u Hazrecli ve 2’si Evs’li Müslümanlardan müteşekkil bir grup, verilen söze mukabil Hz.
Peygamberle Akabe mevkinde buluşmuş ve bizzat kendi ağızlarıyla biat yemini vermişlerdir. II. Akabe
buluşmasında bu 12 Medineli’nin ettikleri yeminin sözleri şöyledir: “Gerek sıkıntı ve müzayeke ve
gerekse sevinç ve sürur halinde söz dinlemek ve itaat etmek başta gelir. Ve (sen) bizzat bizim
üzerimize bir tercihe sahip olacaksın....” (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ,
İstanbul: İrfan yy., 1995, s. 154.) Bu ikinci buluşmadan sonra nübüvvetin 13. yılında aynı yerde 71’i
erkek 2’i kadın 73 Medineli Müslümanla bir araya gelen Hz. Peygamber, Medinelilerin davetini kabul
etmesi üzerine onlardan kendisini koruyacaklarına dair söz aldı. Hz Peygamber’in “Zevcelerinizi ve
çocuklarınızı nasıl himaye ediyorsanız beni de o şekilde koruyacaksınız.” sözü üzerine Medineliler şu
cevabı verdi: “Evet, muhakkak seni gerçek ile yüklü olarak gönderen Allah’a yemin ederiz ki
emanımız altında bulunan kimseleri nasıl himaye ediyorsak seni de öyle koruyacağız.” Öte yandan
içlerinden birinin Yahudilerle aralarındaki anlaşmaya işaret ederek: “Biz bu anlaşmayı bozacağız.
Şayet biz böyle yapıp da sonradan Allah sana zafer nasip etmesi üzerine acaba sen bizi terk edip kedi
hemşehrilerinin arasına dönüp gitmeyecek misin?” suali üzerine Hz. Peygamber şu cevabı vermiştir:
“Kanınız benim kanımdır, affınız benim affımdır. Ben size iltihak edip katılıyorum, siz de bana iltihak
ediyorsunuz. Siz kiminle çatışıp savaşırsanız, ben de onunla çatışıp savaşırım. Kiminle sulh yaparsanız
ben de onunla sulh yaparım.” Hamidullah, s. 158.
10 Kallek, s. 121.
8
3
konumuz açısından üzerinde duracağımız bir ayette itaat edilmesi gerekenler sırasıyla
Allah, Allah’ın Rasûlü ve yöneticiler (ülü’l-emr) olmak üzere 3 kategoride ele
alınmıştır:
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ulü’l-emre
de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz- Allah’a ve ahirete gerçekten
inanıyorsanız- onu Allah’a ve Rasûl’e götürün; bu hem hayırlı, hem de sonuç
bakımından daha güzeldir.” (en-Nisa 4/59)
Tefsirlere göre, ayette Allah’a itaatin gereği zikredildikten sonra Rasûlullah’a
itaatin de ayrıca zikredilmesi O’na itaatin “Kur’an’dan ibaret olan vahyin tebliğine
uymayı” aştığına, kaide olarak tüm davranışlarının örnek alınması ve buyruklarının
yerine getirilmesi gereğine işaret eder. 11 Nitekim sahabe, Rasûlullah’ın dini veya
bağlayıcı olmadığını bildirdiği ya da karineler yoluyla böyle olduğunu anladıkları
emirleri dışındaki tüm emir ve isteklerini dini bir şuurla yerine getirmişlerdir.
Ayetin devamında Ülü’l emr’den bahsedilirken ayrıca “itaat ediniz” ibaresinin
kullanılmayışı itaat yükümlülüğü bakımından bu kimselerin Allah ve Rasulü gibi
olmadıkları ve emirleri Allah ve Rasulünün emirlerine uygun olmadıkça kendilerine
itaat edilmeyeceği şeklinde anlaşılmıştır. “Hiç bir mahluka, Allah emrine uymadığı
takdirde itaat edilemez”, “Ancak maruf (meşru) olan emre itaat edilir.”, “Allah’a
itaatsizlik sayılan emre itaat edilmez.” (Buhari, “Ahkam”, “Megazi”; Müslim,
“İmare”) şeklindeki hadisler de bu kaideyi ortaya koyar.
Ülü’l-emr, tabirinin kimleri kapsadığına gelince, tefsirler bu ifadenin “emir
sahipleri, emir verme selahiyetini taşıyan ve bu konumda olanlar yani amirler”
olduğuna işaret eder. Buna göre kamu hayatında devlet başkanı, yetki verilen
yöneticiler ve kumandanlar ve de alimler ülü’l-emr olarak yorumlanmıştır.
Biatın Unsur ve Şatları
Biatın sahih bir şekilde gerçekleşmesi ve geçerli sayılması için unsur ve şartlar
İslam alimlerince değerlendirilmiştir. Buna göre biat akdinin unsurlarının birincisi bir
yanda halife (devlet başkanı), diğer yanda biat eden kimseler olmak üzere iki tarafın
mevcudiyetidir. Devlet başkanında bulunması gereken şartlar üzerinde fikir bildiren
İslam alimleri şu özelliklerin aranması konusunda görüş birliğine varmışlardır:
Müslüman olmak, adil olmak, beden ve ruh sağlığına, ilmi yeterliliğe sahip bulunmak,
11
Karaman ve Diğerleri, s. 86.
4
erkek olmak.12 Halifenin Kureyşiliği ve zamanının en faziletlisi olma şartı ise farklı
görüşlere yol açmıştır. Biat edilecek kişiye yönelik aranılan bu şartlarda herhangi bir
eksiklik olduğu durumda şartın esasla ilgili olup olmamasına göre farklı sonuçlar
doğuracağı belirtilmiştir. Öte yandan, biat eden tarafta aranan genel şartlar ise
Müslüman olması, hür olması ve temyiz gücüne sahip olması olarak belirlenmiştir.
Biatın gerçekleşmesine yönelik ikinci unsur, tarafların halife seçme ve seçilme
konusundaki iradelerini ortaya koymaları yani irade beyanlarıdır. 13 İrade beyanının
zorla alınması durumunda biatın geçerli olmayacağı, fıkıhçılar arasında umumi
görüşü oluşturur. Ancak İmam Malik cebir altında yaptırılan yeminin ve biatın geçerli
olmadığını söylediği için baskıya maruz kalmıştır.14
İrade beyanının nasıl yapılacağı konusunda farklı yöntemler mevcuttur. Sözlü
olma zorunluluğu olmadığı gibi çoğunlukla el sıkma şeklinde irade beyanı ortaya
konulmuştur.
Biat akdinin üçüncü unsuru ise akdin bir konusunun bulunmasıdır. Bu ya
hilafet makamının boşalması halinde yeni halife seçmek ya da iş başındaki halifeye
bağlılık sunmaktır.
Biatın Çeşitleri
Biat fonksiyonlarına göre ikiye ayrılmaktadır: Seçim biatı (bey’atü’l-in’ikad)
ve Bağlılık biatı (bey’atü’t-tâa). Seçim biatı, devlet başkanının seçimine yöneliktir.
Hz. Ebubekir’in halife seçimi sırasında bir grup Müslüman’ın katılımıyla gerçekleşen
biat bu türdendir. Öte yandan hilafetin zorla ele geçirilmesinden sonra yapılan biat
ikincisine girer. Devlet başkanının seçimle belirlendiği durumlardaysa seçim biatını
müteakip geniş kitlelerin zaman içinde yaptıkları bağlılık biatı söz konusudur.
Biat Usulü
Biatta önemli olan seçim veya bağlılığın belirtilmesidir. Hz. Peygamber ve
dört halife çoğunlukla el sıkışma yöntemiyle biat almışlardır. Ancak Hz.
Peygamber’in cüzzamlı bir Müslümandan sözlü biat aldığı ya da kadınlardan biat
alırken bir bez üzerinden musafaha yaptığı veya bir kap suya birlikte ellerini
Bu konuda meşhur olan şu esere bakılabilir: Ebu’l-Hasan el Maverdî, el-Ahkâmu’s-Sultâniye,
çev. Ali Şafak, İstanbul: Bedir yy., 1976, s. 6.
13 Kallek, s. 121.
14 İbn Haldun, s. 529.
12
5
soktukları bilinmektedir. Hz. Peygamber Hudeybiye’de Müslümanlardan biat alırken
orada bulunamayan Hz. Osman’la gıyabında biatleşmiş; bir eli Hz. Osman’ın elini
temsilen diğer eliyle musafaha etmiştir.
Biat akdinin yazı ve yeminle yerine getirilmesi ise sonraki dönemlerin
uygulamalarıdır. Zaman içinde biat usulü merasimlere dönüşmüş; biata genellikle
öncelikle devlet büyükleri başlamış; onları hiyerarşik sıraya göre diğer devlet
görevlileri takip etmiştir. 15 Örneğin Abbasi’lerdeki biat merasimlerinde protokolün
başında vezirler, askerler, serdarlar ve Bağdat kadıları yer alırken; sivil halktan da
ulema ve ileri gelenler hazır bulunmuştur. Bu merasimlerin çoğunda ordu katibi biat
edenlerin yemin törenlerini düzenlemiş ve herkesi ismen davet ederek yemin
verdirmiştir.
Kimi zaman gayet sade kimi zaman debdebeli törenlerle icra edilen biat
törenlerinde yemin sırasında kullanılan ifadelerde farklılık gözlenmiştir. Önceleri bir
kaç kelimeden ibaret olan biat ifadeleri sonraları oldukça uzun metinlere
dönüşmüştür. Öyle ki Mısır Abbasi halifesi Hâkim-Billâh’a yapılan biat yemini dört
sayfaya ulaşmıştır. Yine İbn Haldun’un belirttiğine göre halifeler sadakat andı
içirirken, mesela “andımı bozduğum takdirde eşim üç talak ile talak olsun, bütün
kölelerim azad olsun, andımı bozduğum takdirde bulunduğum yerden yaya olarak
hacca gitmek vacib olsun” gibi yeminler edilmiştir.16
Osmanlılar’da biat merasimleri Hırka-i Saâdet Dairesinde veziriazam ve
şeyhülislamın şehadetiyle başlar ve Topkapı sarayındaki Babüssaâde önünde devam
ederdi. Bu merasimlerde önce nakîbü’l-eşraf biat eder, onu vezirler ve diğer devlet
erkânı takip ederdi. Padişah Bâbüssaâde önüne konan tahta oturtulur, ve hemen öteki
devlet ricali de kendisine biat ederdi. 17 Nihayet teşrifatçı efendinin etek öpmesiyle
merasim biterdi.
Sonuç
Biat, sosyo-politik bir akit olarak Müslümanlar için gerekli görülmüştür.
Ebû’l-Hasan el-Maverdî bu durumu “Bize, bizden olan emretme yetkisini hâiz
halifelere ve diğerlerine itaat etmek, uymak farz olmuştur.” şeklinde ifade etmiştir.18
Daha da önemlisi, biatın vacip olduğunu belirten hadislerden biri, meşru bir devlet
Kallek, s. 123.
İbn Haldun, s. 529.
17 Abdülkadir Özcan, “Cülus”, DİA, VIII,108-124, s.111.
18 Maverdî, s. 5.
15
16
6
başkanına bağlılığı olmadan ölen kişinin İslam dışı sayılan bir ölümle dünyadan
ayrıldığı ifade etmektedir. (Müslim, “İmare”) Hz. Peygamber’in ve Raşid Halifelerin
uygulamalarını dikkate aldığımızda biatte aslolanın meşru devlet başkanını tanımak,
ona bağlılık iradesi göstermektir.
Biatın her iki taraf için doğurduğu sonuçlar; biat edilen taraf için hak ve adalet
çizgisinden ayrılmadan İslami değerlerin meşru kıldığı düzlemde faaliyet göstermek
iken biat eden taraf için hukuktan ayrılmayan halifeye bağlılığı sürdürmek ve isyan
etmemektir. Fakihlerin çoğunluğuna göre hukuk çizgisinin dışına çıkan halifeye
yapılan biatın bağlayıcı niteliği kaybolur ve halifenin değiştirilmesi gerekir. Ancak
fitneye yol açacağı endişesiyle silahla değiştirilmesi caiz görülmez.
7
Download