TJB.MM B : 47 11.3.1992 0 : 3 Gerek idare edenler, gerekse

advertisement
TJB.M.M.
B : 47
11.3.1992
0:3
Gerek idare edenler, gerekse idare edilenler, hukuk kaidelerine uymakla yükümlüdürler,
ancak bunun gerçekleşmesiyle hukuk devletinden bahsedilebilir; adalet, böyle bir ortamda ge­
lişir ve böyle bir ortamda tahakkuk eder. Bunun aksi, adaletsizliktir; bunun aksi keyfiliktir;
bunun aksi, zulümdür; zulüm ise, payidar olamaz. Adalet mülkün temelidir, devletin temelidir.
İdare edenlerin bizzat riayet edecekleri kaidelerin başında, o devletin anayasası gelir. Bu­
nu, diğer kanunlar, tüzükler, yönetmelikler ve diğer kaideler takip eder. Anayasalar, bir devle­
tin siyasî yapısını kuran, ana organların ve fonksiyonlarını, bunların birbirleriyle münasebet­
lerini, karşılıklı görev ve yetkilerini belirten, devlet karşısında vatandaşların ana hak ve hürri­
yetlerini belirleyen ve bunları teminat altına alan kuralları ihtiva ederler. Anayasa, ülkenin te­
mel kanunudur, temel yasasıdır. Çıkacak kanun vesair mevzuatlar, Anayasaya aykırı olamaz­
lar. Buna, kanunlar hiyerarşisi veyahut da anayasaların üstünlüğü prensibi denir.
Bu sebeple, Anayasayı meydana getiren kurallar, o ülkenin siyasî, sosyal, kültürel, tabiî,
hatta evrensel çeşitli şart ve icaplarının bir sentezi-mahiyetinde olurlar veyahut da öyle olması
lazım gelir. Aksi takdirde, bu anayasalar, buna uymayan anayasalar, o ülkede, yabancı bir mi­
safir durumuna düşerler, tezce de yürürlükten kaldırılırlar, giderler.
21 inci yüzyıla girmemize 8 yıl kala, Türkiye'de, gönül isterdi ki, Türk Devleti anayasa
meselesini halletmiş olsun; ama, ne çare ki, 150 yıldır, bu husustaki çeşitli münakaşalara rağ­
men, Türkiye Cumhuriyeti, daha anayasa meselesini halledememiştir. Bu konuyu neden halle­
demedik; bu hususta düşünmemiz gerekir.
Bu konuda, 1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında gördüğümüz ortak özellik,
katılımcı olmayışları, hepsinin empoze anayasalar niteliğinde olmalarıdır. Biz, Grup olarak,
ilk nedenin bu olduğunu düşünüyoruz. Hepsinde de halkın katılımı yoktur, hepsi de birbirleri­
ne tepki anayasası olmuşlardır. 1876 Kanun-î Esasisinden başlayıp tetkik ettiğimizde, durum
açıkça görülür.
1921 ve 1924 Anayasaları, "Ya istiklal ya ölüm" parolasının atıldığı bir dönemde yapıl­
mışlardır. Varlık ve yokluk mücedelesi veren bir milletin, anayasa tartışmaları yapması bekle­
nemezdi. Zaten bunu da, bu anayasalar için çok görmüyoruz.
1961 Anayasası, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra yapılmış, 1950-1960 arasındaki İktidara
ve 1924 Anayasasına karşı bir tepki anayasasıdır.
1982 Anayasası, 12 Eylül şartlarında, 1961 Anayasasına bir tepki, empoze anayasası ve
yasaklar anayasası olarak yürürlüğe girmiştir. Çok şeyleri yasaklamıştır; partileri yasaklamış­
tır, siyasîlerin faaliyetlerini yasaklamıştır. Aradan on sene dahi geçmemiştir; o yasaklanan si­
yasîlerin hepsi buradadırlar; ama yasaklayanların hiçbirisi yoktur. (DYP ve SHP sıralarından
alkışlar)
Değerli milletvekilleri, 1982 Anayasasının ihtiyaçlara cevap vermediği, veremeyeceği, ar­
tık, toplumca ve siyasî partilerce kabul edilmiştir. Nitekim, yeni kurulan Hükümetimiz, bu hu­
susu, programına ve koalisyon protokolüne almış bulunmaktadır. Mecliste okunan hükümet
programında aynen şu cümleler ve paragraflar vardır:
'
"Ülkemizin, günümüzün siyasal, sosyal ve ekonomik koşullarını dikkate alan, çağdaş, ka­
tılımcı ve tam demokratik bir anayasaya ihtiyacı vardır. Türkiye'nin ihtiyacı olan anayasa, hu­
kukun üstünlüğünü vazgeçilmez ilke sayan, tam demokratik, çoğulcu sistemi öngören çağdaş
bir anayasa olmalıdır.
— 277 —
Download