Yeni Anayasa, Ama Nasıl? yazılı bir sözleşmeye gerek duyulmadan varlığını göstermiştir. Bunun için verilebilecek en güzide ve görkemli misal şüphesiz Türk milletinin çağları aşan kudret ve asaletidir. İnsanlığın binlerce yıllık serüveni belirli kural, anlaşma, uzlaşma ve sözleşmelere göre şekillenmiş ve anlam bulmuştur. Devletin ortaya çıkması, kent hayatının yaygınlaşması, ekonomik ilişkilerin gelişmesi, siyasal faaliyetlerin ilerleyiş kaydetmesi ve hızlı nüfus artışı sosyal, hukuksal ve idari teşkilatlanma bakımından önemli ihtiyaçlara yol açmıştır. Bu ihtiyacın temelinde ise toplu halde bulunmanın neden olacağı mahsurları ve müşkülatları gidermek, toplumsal hayatın her alanında düzen ve dengeyi sağlamak yer almıştır. İlk başta, insanların bir arada bulunması, üzerinde nefes aldıkları coğrafyayı vatanlaştırarak millet seviyesine çıkmaları iradi olup fedakârlıklarla mümkün olmuştur. Milletin tüm fertleriyle birlikteliği, geçmişin temelleri üzerine geleceğin çatısını kurma hedefi, her şeyden önce maddi ve manevi tarafları olan ve tecrübelerle varılan bir kararın sonucudur. Bu itibarla adı konulmamış, kimi zaman tarihin doğal akışı içerisinde kendiliğinden, kimi zaman da şartların zorlayıcı etkisinden yeşermiş birlikte yaşama ideali, Bunun altında ise yazıya dökülmemiş, dar kalıplara sığdırılmamış, menfaatlerle tuzaklanmamış, bilakis herkes tarafından benimsenerek nesiller boyu aktarılmış kutlu, tutkulu ve kararlı zımni bir sözleşme, kucaklaşma ve kaynaşma bulunmuştur. Türk milleti bu sayede çağların korku virajlarını geçmiş, ürkütücü tümseklerini aşmış; baskıları silmiş, saldırıları eritmiş, dağılma emel ve arayışlarını yıkmıştır. Yüzyıllardan beri, bölünme dileyenler, parçalanma umanlar, kavga ve kaos bekleyen- 51 ler yanılmışlar ve yanlışa düşmüşlerdir. Millet olarak son yurdumuzdaki var olma beyan ve irademizi sakatlamaya, sarsmaya çalışanlar, ilk olarak iç ve dış fitne kanallarına sarılmayı çıkar yol olarak görmüşlerdir. Bunun için demokrasi, insan hakları ve özgürlük gibi herkesin ittifakla benimsediği kavramlar ihtilafları körüklemek amacıyla seferber edilmiş ve asıl manalarından uzaklaştırılmıştır. Gerek idari, gerekse de yasal düzenlemeler kılıfı altında ayrımcılık kamçılanmış ve kaşınmıştır. Bu minvalde anayasa konusu ise, en başta gelen istismar alanlarından birisi olmuştur. Zorlama ve dayatmalarla amaçlarına ulaşamayanlar için anayasa yapımı veya deği(*) Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı. YENİ TÜRKİYE 50/2013 Devlet Bahçeli* Büyük milletimiz asırların zor ve zahmetli mecrasında varlık-yokluk mücadelesini layıkıyla vermiş; hayat hakkını, devamlılığını, kültürel değerlerini ve kardeşliğini perçinleyerek bugünlere taşımasını bilmiştir. şiklikleri bulunmaz bir fırsat ve eşsiz bir imkân alanı olarak değerlendirilmiştir. Birlikte yaşamayı güçlendiren, devletmillet münasebetini ilke ve kurallara boşluk bırakmadan bağlayan anayasal süreçler, bu nedenle gündemdeki sıcaklığını her zaman korumuştur. Şimdi ise önümüzde, yeniden bir toplum sözleşmesini muhteviyatına alan, yeni ve her zamankinden daha fazla ciddiye alınması gereken bir imtihan sahası vardır. Görülmektedir ki, anayasa, son yılların en popüler, bahsi her fırsatta geçen ve her şeyin önüne yerleştirilen bir kavram olmuştur. Bilhassa bu süreç 2007 yılından itibaren hız ve ivme kazanmıştır. Anayasa beklentilerin merkezine yerleştirilmiş, umutların mihverine koyulmuş ve sorunları aşacak yegâne tılsım olarak sunumu yapılmıştır. 52 Burada dikkat edilmesi gereken husus ise, anayasaya çok derin ve geniş anlamlar yüklenmesi, aynı zamanda ümitler bağlanmasıdır. Beklenti çıtasının yüksekliği, şayet özen ve hassasiyet gösterilmezse hayal kırıklıklarını beraberinde getirme riskini içerisinde barındırmaktadır. Anlaşılıyor ki, devlet ve millet hayatının insicamı ve hatta istikrarı (yeni) anayasaya bağlanmış, birlikte yaşamanın kalıcı ve kapsayıcı formülü başına yeni sıfatı iliştirilen anayasa olarak işaret edilmiştir. YENİ TÜRKİYE 50/2013 Anayasalar, bir ülkenin işleyiş ve ilerleyişinin, toplumun bir arada yaşama iradesinin yazılı bir beyanı olup değişmeyecek ve yenilenmeyecek metinler değildir. Canlı ve gelişen dinamik süreçlere tabi olan toplumun, değerlerin, çağın ve insanlığın yönüne ve yönelişine uygun olarak anayasanın değişime uğraması veya yeniden yazılması kaçınılmaz olduğu kadar da doğaldır. Zamanın ruhuyla çelişen ve üstelik ters düşen hukuk kuralları; sosyolojik, ekonomik, kültürel ve siyasal gelişmelere ayak bağı olacak, sorunların kabarmasını ve taşmasını sağlayacaktır. Bu nedenle hukuk piramidinin en üstünde yer alan anayasalar, engelleyici, geciktirici değil, katkı verici ve ufuk açıcı bir üslup ve donanıma sahip olmalıdır. Bilindiği üzere ülkemizde anayasa tartışmaları, anayasal nitelikli ilk metinlerin doğduğu günden bu yana yapılmaktadır. İlk yazılı anayasa tecrübemiz olan 1876 Kânun-u Esasî’den bu yana geçen beş çeyrek asırlık dönemde, beş defa anayasa yapılmış, birçok kez de ciddî kapsamlarda anayasa değişiklikleri gerçekleştirilmiştir. Ne var ki, bu değişikliklerin tamamını toplumsal taleplerin karşılanmasına yönelik bir çaba ve adım olarak görmek yeterli olmayacaktır. Zira bu değişimlerin bir bölümünde rejimle ilgili sorunlar varken, bir bölümünde ise iç etkenlerin yanı sıra, dış kaynaklı tesir ve yönlendirmelerin rolü olduğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Gelişmeler bize anayasa değişikliğinin her anlamda mecburiyet halini aldığını, geri dönüşün olmadığını göstermektedir. İlave olarak siyasal, sosyal ve ekonomik aktörler de bu yönde bir beklenti oluşturmuşlardır. Hatırlanacağı üzere, 12 Haziran 2011 Milletvekilliği Genel Seçimi öncesinde tüm partiler yeni anayasa vaadiyle millet huzuruna çıkmışlardır. Sonrasında da TBMM’nde grubu bulunan 4 siyasi partinin eşit sayıdaki temsilcilerinin katılımıyla 19 Ekim 2011 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Uzlaşma Komisyonu faaliyetlerine başlamış, değerli çalışmalarıyla bugünlere gelmiştir.