Taşeronlaştırmaya Kıdem hakkının gaspına Kadın istihdam yasasına

advertisement
İşçi Bülteni Özel Sayı: 1062* Fiyatı: 25 Kr * Kasım 2013
Taşeronlaştırmaya
Kıdem hakkının gaspına
Kadın istihdam yasasına
Kiralık işçi bürolarına karşı
BİRLEŞELİM!
MK
MK
2
Kıdem tazminatı hakkının gaspına, esnek çalışmaya ve taşeronlaştırmaya karşı
Birleş, örgütlen, mücadele et!
Yönetenler yönetemez hale geldikçe sömürü, baskı
ve zulümde de sınır tanınmaz hale geliyor. Sermaye
devletinin on iki yıllık temsilcisi AKP iktidarı da
kapitalizmin yapısal krizlerine çareler bulmak için
saldırılarının dozunu fazlasıyla arttırmış durumda.
Emekçilerin yaşam alanlarına bile göz diken ve her
alanı rant kapısı olarak değerlendirmeye çalışan AKP
iktidarı, Marks’ın da dediği gibi “gölgesinden
yararlanamamadığı ağacı keser” hale gelmiştir.
Yeni yıkım saldırıları kapıda
Burjuvazinin temsilcisi AKP iktidarı, bir süreliğine
rafa kaldırdığı kıdem tazminatı hakkının gaspını
tekrar gündeme taşıdı. Sözde demokratikleşme
paketlerinden ve açılımlardan çıkanlar ise
bir kez daha açlık, yoksulluk ve işsizlik
olarak bize geri dönüyor. Elimizde
son kalan kıdem tazminatı
hakkımız sermaye sahiplerine
peşkeş çekiliyor, bunun için
yasal düzenlemeler
yapılıyor. Yeni yeni
“fonlar” ile kıdem
tazminatı hakkımız hiç
edilmeye çalışılıyor.
Gelinen yerde esnek üretim
ve taşeron çalıştırmada kölelik
sınırları aşılarak bizlere tam kölelik
dayatılıyor.
Sömürü çarklarının
kuralsızca işlediği Çiğli
AOSB gibi bir
yerde yeni yasal
düzenlemelerle
birlikte hayatımız
tam bir
cehenneme
çevrilmek
isteniyor.
Haziran Direnişi yolundan ilerleyelemim, yıkım
programını geri püskürtelim
Fakat Haziran Direnişi ortaya koymuştur ki,
emekçiler böylesi bir düzende yaşamaktan hoşnut
değildir. Tam da bu nedenle Taksim Gezi Parkı’nda
çakılan kıvılcım hızla bütün bir ülke sathına yayılmış,
yüzbinler meydanlara, sokaklara akmıştır.
Haziran Direnişi’ni yaratan sorunlar yerli yerinde
duruyor. Dahası, yeni sosyal yıkım programlarıyla
beraber biz işçi ve emekçilere tam bir kölelik
dayatılıyor. O halde tutmamız gereken yol bellidir; tıpkı
Haziran Direnişi’inde olduğu gibi yüzbinler olup bu
yeni saldır dalgasına barikat olmak!
Burjuvazi işçi sınıfını kavgaya davet ediyor!
Fakat bu sefer örgütlü bir sınıf olarak
direnişi örmeliyiz. Bunun için yapmamız
gereken şey, her sanayi havzasında, işçi
mahallesinde örgütlenmek, kendi
öz örgütlülüklerimizi,
birliklerimizi, komitelerimizi
kurmak olmalıdır.
Bizler örgütlüysek her şeyiz,
örgütsüzsek hiçbir şey. Şimdi sıra bu
bilinçle Haziran Direnişi’nde yakılan kıvılcımı
fabrika fabrika, havza havza büyütme
zamanıdır. Ezenlerin korkularını gerçeğe
dönüştürecek güç ellerimizde. Bizler de
fabrikalarımızda, semtlerimizde
birlik ve komiteler
oluşturalım, kıdem hakkımızı
gaspettirmeyelim!
Örgütlenmenin önündeki
engeller kaldırılsın!
Kıdem haktır,
gaspedilemez!
Yaşasın işçilerin birliği!
MK
3
Sefalet ücretlerine savaş açıyoruz!
Merhaba arkadaşlar.
İşyerlerimizde aşağılanan, horlanan ve kısacası insan
yerine bile konulmayanlar olarak ya ne istediğimizi
bilmiyoruz ya da istemekten korkuyoruz. İşten atılma
korkusu. Evet işverenlerin en büyük kozu olarak
kullandıkları kalkan “seni işten atarım”. Elbette atar,
çünkü sen tek başına kafa tutmaya kalkarsan atmakla
yetinmez seni rezil etmeye, küfretmeye kadar ileri gider.
İşte bu noktada birlikten bahsedeceğim. Fabrikalar
olsun, diğer iş kolları olsun hepimizin ortak bir derdi var.
Ben size “asgari ücret” dediğimiz düşmandan
bahsetmekle başlamak istiyorum. Egemen Bağış denilen
“ucube”nin ağzından çıkan “asgari ücretle geçinilir”
kelimesini unutmadık. Unutulacak gibi de değil. Bir çok
politik konuda birbirini yiyen, yumruk sallayan
milletvekilleri, kendileri için yapılacak zamda birdenbire
hem fikir oluveriyorlar. Kendilerinin %20 zammı (Mayıs
2013 itibari ile bir milletvekili maaşı: 12. 070 TL)
hakkettiğini söyleyenler, söz konusu işçi olduğu zaman
işçileri görmemezlikten gelip, % 3 (Ocak 2013 itibari ile
739 TL olan asgari ücret35 TL arttırıldı ve 774 TL oldu)
zam veriyorlar.
Arkadaşlar! Yaşam koşullarımızı belirleyen sefalet
ücretlerine karşı mücadele etmek ve yan yana gelmekten
başka bir çaremiz yok. Bırakalım artık sen “osun busun”,
“sen şu partiyi tutuyorsun ben bunu tutuyorum”, “sen
Kürtsün ben Türküm”, “sen Alevisin ben Sünniyim”.
Önemli olan insanca yaşayabilmek, insan olmak değil
midir? Asgari ücret değil mi ailenle bir yerlerde güzel bir
yaşamı engelleyen? Asgari ücretle çocuklarımıza istediği
herşeyi alabiliyor muyuz? Çocuklarını boynu bükük
bırakmamak için senin de bu savaşa katılmaktan başka
bir şansın yok. Fabrikanda birlik ol! Bizim var
olduğumuzu patrona göster, biz işçileriz. Savaş,
egemenlerin işçileri sömürerek aldıkları asgari ücrete
bile göz koymasıdır. Savaş patronların işine gelmiyorsa
işçiye,“kapı orada demek”tir. İşte patronlar sana bir
savaş açmış olmuyor mu? Senin de bakmakta olduğun
bir ailen, çocuğun, çocukların yok mu? Onurun yok mu?
Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek istiyoruz ve bir
kere ölüyoruz, peki siz, patronlar, onursuzluğunla her
gün öleceksiniz.
İşçi arkadaş sen yoksan bir eksiğiz. Sefalet
ücretlerine savaş açıyoruz, bu savaşı biz başlatmadık,
ama biz bitireceğiz.
Çiğli OSB’den bir işçi
MK
4
Kadın İstihdam Paketi ile kölelik dayatılıyor
Haklarımız ve geleceğimiz için
mücadeleye!
Sermaye devleti ve onun temsilcisi AKP iktidarı neoliberal politikaları hayata geçirmek için 2000’lerin
başından beri adımlar atmakta, işçi ve emekçiler
üzerindeki saldırılarını hızlandırmaktadır. Son yıllarda ise
sık sık Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) adı altında işçi ve
emekçilere, özellikle kadın işçilere esnek üretim ve
güvencesiz çalışma dayatmaktadır. Ekim ayında meclis
gündemine getirilen esnek çalışma paketinde, kıdem
tazminatının fona devredilmesi, taşeron işçilik yasası,
özel istihdam büroları ve sözde kadın istihdamını
artıracak kadın istihdam projesi gündeme getirildi.
Paketin bütününe baktığımızdai işgücünün tamamıyla
esnekleştirilmek istendiği açıkça görülmektedir. Patronlar
için en ucuz iş gücü ise her zaman kadın işçilerin işgücü
olmuştur.
Burjuva basında kadın istihdam paketi üzerinden öne
çıkarılan başlıklar ise doğum izninin uzatılması ve çocuk
sayılarının artırılması için teşvikler verilmesi olmuştur.
Şimdi paketi başlık başlık inceleyelim:
* Yeni yasada kadınlar için kreşler yaptırılacağı
söyleniyor. Tabi, 3 çocuğu teşvik eden bir başbakanın bu
üç çocuğa nasıl bakılacağını da düşünmesi gerekiyor. Ve
bunun için de diline sakız edip döne döne vereceği kreş
hakkından bahsediyor!
Oysa kreş hakkı 4857 sayılı iş kanununda en az 150
kadın işçi çalıştıran tüm işyerlerinde uygulanması
gereken bir haktır. Yasaya göre kreş açma
yükümlülüğünü yerine getirmeyen işverenlere idari para
cezası uygulanır. (2011yılı için belirlenen idari para
cezası 1232 TL idi.) yasal zorunluluklara ve para cezasına
karşın en büyük sanayi merkezilerinde, işçi havzalarında
dahi kreş yükümlülüğünü yerine getiren işyeri yoktur.
Patronlar, kreş açmaktansa kadın işçi sayısını düşük
tutmakta ya da işçileri birkaç şirkete bölerek kadın işçi
sayısını düşük göstermektedir. Bakıyoruz. Kaç fabrikada,
kaç işyerinde bu hakkı kullanabiliyoruz? Kaç işyerinin
kendine ait kreşi, emzirme odası var? Kadın istihdam
paketi ile bunun kendisi yeni bir kazanımmış gibi
gösterilmek isteniyor. Oysa, kağıtlarda yazılı kalan
hakların biz kadınlar için bir değeri yoktur. Yeni yasalar
çıkarılacağına mevcut hakkımız gaspedilmesin. Derhal
kadınların çalıştığı işyeri ve fabrikalarda ücretsiz ve
nitelikli kreş ve gündüz bakımevleri açılsın!
* İşsiz olan 100 kişiden 91’nin kadın olduğu
açıklandı. Kadın işsizliği büyüyor. Şimdi 91 kadına size
şöyle bir iş bulduk deseler, ne derdiniz acaba? Tüm gün
çalışmayacaksın, hatta işyerine gelmene bile gerek yok;
sen evinde üretim yapacaksın ya da evde masa başında
bir ürünün satışını gerçekleştireceksin. Günde 5 saat
böyle çalış; ama iş sürekli değil, ihtiyacımız olduğu anda
çalışacağın günleri biz sana söyleyeceğiz. Böylesi bir iş
için sigorta, yemek, servis, yıllık izin, mesai ücreti,
bayram tatili, doğum izni, emzirme izni var mı diye
sormaya gerek var mı sizce? Hemen yanıtlayalım; yarı
zamanlı çalışma, yarı zamanlı sosyal güvence, yarı zaman
üzerinden maaş, hayal olan emeklilik, olmayan izin günü,
bilemediğin çalışma günleri, planlayamadığın bir hayat
demek. Hatta yetmeyecek maaş ile iki, bilemedin üç işte
MK
5
birden yarım yarım çalışıp bir maaşı toparlayamamak
demek. Bu koşullarda kadın
işçi çalıştıran işverenler için
ise tüm maliyetlerin ortadan
kalması demek. İşte
hükümetin “sosyal güvence
şemsiyesi” altında
uygulayacağını söylediği esnek
çalışma sistemi bu oluyor.
* “Çalışan kadına doğurduğu
çocuk sayısına göre kademeli
olarak erken emeklilik geliyor”
vaadini bugünlerde çok sık
duyuyoruz. Emeklilik için yaş
sınırının 65 ve prim gün sayısının 7200
olduğu, yani emekli olabilmenin çok
zor olduğu ülkemizde; çocuk yaparak
emekliliğin yaklaşması birçok kadını
“tavlayacak” bir vaat. Ama işin gerçeği
müjdelendiği gibi değil. Aslında tam
zamanlı ve sigortalı bir işe sahip kadınlar;
doğum nedeniyle işten ayrılmaları halinde,
çocuk bakımı için işten ayrı kaldıkları 2 yıl
boyunca sigorta primlerini kendileri
ödeyerek, emekliliklerine
saydırabilecekler. Yani çocuk yaptım, bir
kaç yıl önce emekli olacağım gibi bir
durum yok. Kısaca erken emeklilik değil; “doğum
borçlanması” olacak. Zaten bugün, 2 çocuk için toplam 4
yıla kadar doğum borçlanması uygulanıyor. Müjde gibi
sunulan şey ise en fazla iki çocuk için olabilen doğum
borçlanmasının üç çocuğa çıkartılması. Özellikle kadınlar
açısından düzenli ve sigortalı iş bulmanın giderek
ayrıcalıklı hale geldiği düşünüldüğünde kaç kadının
geriye dönük sigorta primini karşılayabileceği ise
muamma.
Devlet bugüne kadar işçi ve emekçilerin yararına hiç
bir yasa çıkarmamıştır. İşçi ve emekçiler mücadele
ederek bedeller ödeyerek kazandıkları haklar daha
sonra yasalaşmıştır. Bundan sonra da devletin
bizleri aldatmak için devreye soktuğu oyunlarına
kanmamalıyız. Özellikle yaşamın yarısını
oluşturan biz emekçi kadınların, “kavganın
yarısında da varız” diyerek en önde, hakları
ve gelecekleri için mücadele etmekten başka
şansı yoktur. Sömürün olmadığı, baskının,
kadın cinayetlerinin ve tacizlerin olmadığı
başka bir dünya mümkün.
Gündüzlerinde sömürülmediğimiz
gecelerinde aç yatmadığımız bir
dünya için haydi emekçi kadınlar
bir adım öne çıkalım. Haklarımıza
ve geleceğimize sahip çıkalım.
Çiğli den bir emekçi kadın
Viva Las Mariposana*
25 Kasım: Kadına Yönelik Şiddete
Karşı Uluslararası Mücadele Günü.
Mirabel Kardeşlerin katledilmesinin 53.
yıl dönümümde şiddet üreten kapitalist
sistemden hesap sormak için 24
Kasım’da Karşıyaka’da buluşuyoruz.
Tarih: 24 Kasım Pazar
Yer: Karşıyaka İzban Çıkışı
Saat: 16.00
(*Yaşasın Kelebekler)
Emekçi Kadın Komisyonları
MK
6
­Gezi­Direnişi­hakkında­Çiğl
“Çözüm insanların örgütlenmesinde”
-Gezi Direnişi'ne nasıl katıldınız? Gezi Direnişi
hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
-Hükümetin yapmış olduğu yanlış uygulamalardan
dolayı, örneğin zamlar, aylığımızın yetersiz oluşu,
geçim zorluğu, kadınların haklarının kısıtlanması, din
üzerinden ayrımcılık yapılması, komşuları birbirine
düşman etmesi, kendi ülkesindeki olayları
çözümlemeden başka ülkelere müdahale etmesi... Bu
sebeplerden dolayı Gezi eylemlerini destekliyorum ve
katılıyorum.
Süreci geç kalınmış olarak düşünüyorum. Daha önce
olmalıydı. Yine de geç kalmış değiliz. Süreç bence çok
başarılı oldu. Kırmadan dökmeden öldürmeden sadece
pankart ve flamalar ve sloganlarla yapılan bir eylemdi.
Ses getirdiğimizi düşünüyorum. Bazı kanunlarda geri
adım attırdık hükümete. Bazı konularda ise hükümet
geri adım atmadı. Ölen insanların ailelerine başsağlığı
bile dilemedi. Cenazelerine bile müdahale ettirdi,
ölenlerin katilleri belli olduğu halde gözardı edildi.
Kendi insanlarına tümüyle biber gazıyla, plastik
mermilerle, gerçek mermilerle müdahale etti. Kendi
avukatlarına, doktorlarına kelepçe taktı, yerlerde
sürükledi ve bu emirleri bizzat Tayyip Erdoğan verdi.
Gül ise sessiz kaldı. Gül, bütün bunlar olurken sanki
Türkiye'nin cumhurbaşkanı değil de başka bir yerin
cumhurbaşkanıydı.
Ben bütün bunlar yaşanırken sanki kendi ülkemde
değil de başka bir ülkenin olaylarını yaşıyoruz gibi
dehşet içinde kaldım. Bizi yönetenleri kınıyorum.
-Gezi Direnişi'nin kazanımları nelerdir?
-Daha önce biraraya gelmeyen insanlarla biraraya
geldik. Tanımadığımız insanlarla tanıştık ve kardeşten
öte arkadaş olduk. Hep beraber tartışıp kararlar alıyoruz
ve uyguluyoruz.
-Direnişin arkasından oluşan forumlar hakkında
neler düşünüyorsunuz?
-Forumları başarılı buluyorum ve katılıyorum, onur
duyuyorum. Benim de bu süreçte bir parça katkım
oluyorsa ne mutlu bana.
Forumlarda kendi adıma şu kararların çıkmasını
talep ediyorum. Direnişte halkı için canlarını hiçe sayan
ve bu uğurda şehit olan kardeşlerimin isimlerinin
verilmesini istiyorum. Ve tutuklu kardeşlerimize sahip
çıkmalı ve ailelerine destek vermeliyiz, onları yalnız
bırakmamalıyız. Onlar halk için tutsak oldular ve biz de
halk olarak onların yanlarında olmalıyız.
-Direniş tam bir çözüm yarattı mı?
-İnsanlar belirli talepler üzerinden sokağa çıktı.
Hükümetin gitmesi çözüm müdür? Bence çözüm
değildir, çünkü bu hükümet giderse gelen hükümetin ne
yapacağını bilmiyoruz. Onun için çözüm insanların
örgütlenmesi, örgütlenmeye sahip çıkmasıdır.
Güzeltepe forumundan ev
emekçisi kadın
MK
7
lili emekçilerle­konuştuk...
“Bu düzen yıkılana dek mücadele edeceğiz”
-Gezi direnişi hakkındaki düşünceleriniz
nelerdir?
-AKP hükümetinin yapmış olduğu yanlış politikalar,
insanların kaç çocuk doğurup doğurmayacağına bizim
adımıza karar vermeleri, Atatürke ayyaş demesi,
kürtaja sınırlama getirmesi, 4+4+4'ün okullarda
dayatılması, bizzat Tayyip Erdoğan'ın herşeye
karışması, bütün hayatımızı kısıtlaması gibi
nedenlerden dolayı hepimizde bir öfke vardı. Gezi
olayıları iki ağaç sorunu gibi başladı ama tabi ki
mesele iki ağaç değildi. İnsanların yıllardır içlerindeki
öfkeyi dışarıya atması gerekiyordu. Bu bir kıvılcım
oldu. Bu kıvılcım tutuştu, alev aldı ve Gezi Direnişi
başlamış oldu. Bence iyi oldu. Sus sus nereye kadar?
Sen
sustukça tepene biniyorlar, eziyorlar! Yeter artık!
Bundan böyle her hükümet her istediğini yapamayacak,
çünkü karşısında halk var! Halk artık uyandı!
-Gezi Direnişi'nin kazanımları nelerdir?
-Önce bizim de insan olduğumuzu, kardeşliği,
paylaşmayı öğrendik. Kendimize olan güvenimizi
kazandık. Birlik olursak neler yapabileceğimizi
gördük. Yeni dostlar edindik. Biz istersek her şeyi
başarabiliriz.
-Direnişin arkasından oluşan forumlar hakkında
neler düşünüyorsunuz?
-Bence olması gerekiyor ve çok faydası var. Mesela
Gezi Direnişi'nde eylem yapmak istiyoruz, katılmak
isteyen arkadaşlar komşular var. Nerede yürüyüş var,
saat kaçta buluşucaz gibi sorunlar yaşıyorduk. Bu
forumlarda önemli kararlar alınıyor ve uygulanıyor. Bu
forumlardan beklentim insanların daha duyarlı olması,
katılımcı olması.
Bu halkı nasıl kazanabiliriz? Bunun mücadelesini
nasıl yaparız? Gençlerimizi uyuşturucudan nasıl
kurtarabiliriz?
-Direniş tam bir çözüm yarattı mı?
-Tam bir çözüm olmadı. Ama hükümete bazı
kararlarında geri adım attırdık. Artık hiçbir şeyin eskisi
gibi olmayacağını hükümete anlattık ve hükümet
halkın bu direnişinden çok korktu. Peki hükümet
giderse her şey düzelir mi? Tabiki düzelmez. Ali gider,
Veli gelir farketmez. Biz halk olarak bundan böyle
sessiz kalmayacağız, hakkımızı arayacağız,
mücadeleye devam edeceğiz, taki bu düzen yıkılana
dek, ancak o zaman mutlu oluruz.
Güzeltepe forumundan emekli bir işçi
MK
8
“Umudun bitmediği an”
Merhaba, ben tekstilde çalışan emekçi bir kadınım.
Herşeyin bittiğini düşündüğüm, inandığım bir döneme
girmiştim. Benim için her şey bitmişti. Artık
köleleşmeye boyun eğmeyi, susmayı, bütün baskılara
susarak çalışmayı kabullenmiş biçimde hayatımı devam
ettiriyordum. Ve bir gün herşeyin bittiği, umudumun
söndüğü bir anda, 31 Mayıs’ta umut ışığım yeniden
kıvılcım aldı. Gezi Direnişi kıvılcımları sönen bütün
umutlara ışık oldu. İstanbul’da başlayan ve dalga dalga
tüm yurda yayılan bir ateş, bir meşale, işte tam o anda
alevlendi. Bir çok şeye şahit oldum ve yaşadım.
İnsanlığın can çekiştiğini düşünüyorken, kardeşliğin
dostluğun yok olduğuna inanıyorken bambaşka olaylar
yaşandı.
Aslında teşekkür etmemiz gereken insanlar var. Bize
dostluğun, kardeşliğin, yoldaşlığın bitmediğini, ayakta
olduğunu gösterdiler. Normal bir günde değil
dayanışma içerisine girmek, selam bile vermez bir hale
gelmiştik. Teşekkür etmemiz gerekenler, bizlerin tek
yürek olarak sokaklara, alanlara çıkmamıza vesile oldu.
Hiç görülmemiş bir dayanışma ruhuyla! Ellerimizde
süt, limon, su, yapılan saldırılardan, gazdan
etkilenenlere her kesimden yardım eli uzanıyordu. Her
ulustan ve farklı siyasal görüşlerden emekçiler öyle bir
dayanışma içinde hareket etmişlerdi ki buna duyarsız
kalamazdım ve ben de çalışmalarıma başladım. İlk
satırlarımda da bahsettiğim gibi, tekstilde makinacıyım
ve ilk çalışmam orada oldu. İzmir Gündoğdu’da
çadırlarımız kurulmuştu. Onların belli ihtiyaçları
olacağını bildiğim için tekstilde çalışan işçi
arkadaşlarımdan para toplayıp destek olmaya
çabalıyordum. Sabah 08.30 da mesaim başlıyor akşam
18.00 da bitiyordu. İş çıkışı usanmadan yorulmadan
koşar adımlarla Gündoğdu’ya gidiyor, işçi
arkadaşlarımın verdikleri paralar ile çadırların ihtiyaç
duyduğu yiyecek ve içecekleri götürüyordum. Bunun
sadece işyeri ile sınırlı kalmamasını düşünüp
oturduğum semtte çalışma başlattım. Ev ev, kapı kapı
dolaşıp halktan çay, şeker, plastik bardak, tabak
toplamaya başladım. Bu arada bir de esnaflarımızı
unutmamak gerekir. Onlardan da yardımda
bulunmalarını istemiştim. Duyarsız kalmadılar,
esnaflarımız da dükkanlarında olan her şeyi
sunmuşlardı. Ne istersen, ne kadar istersen alabilirsin
demişlerdi. Bu anlar çok duygusal geçti...
Dükkanlarında olan yiyecekleri kendi elleri ile çantama,
poşetlerime doldurup selam iletmemi, umutlarının
bizlerde olduğunu söylememi iştemişlerdi. O heyecanla
alana yetişmeye çalışıyordum, ya bitmişse yiyecekleri
diye düşünüyordum ve daha hızlı adımlarla
yürüyordum. Bir an önce verebilmek için koşar adım
gidiyordum. Yorulmuyor muydum? Evet yoruluyordum
ama yılmadan, bıkmadan çabalamaya devam
ediyordum. Akşam 18.00’de Gündoğdu’ya gidiyor gece
01.00’de evde oluyordum. Sadece 4 saatlik uyku ile işe
gidiyordum.
Bunları yaşarken o sayede muhteşem dostluklar
kurdum. Ellerindeki ekmeği etrafında gördükleri
herkese ikram etmeleri, bir pet şişe sudan herkes içebilir
deyip suyu elden ele vermeleri... Bu bir dayanışma, bir
paylaşım. Bitmemişti paylaşım, dostluk, yoldaşlık,
yardımlaşma bitmemişti. Hala devam ediyordu. Gezi
Direnişi süresince insanlığın ölmediğini, sevginin hep
var olduğunu, düşenin elinden yüzlerce elin tutup
kaldırdığını gördüm. İnsanlık yaşıyordu. Artık
biliyordum insanlık var ve yaşamakta...
Geçmişte kaybettiğim her şeyi bugün Gezi Direnişi
ile başlayan süreçte yeniden kazandım. Kendime olan
öz güvenimi, cesaretimi, korkusuzluğumu, dik
duruşumu, doğruluğumu, insanlara olan sevgimi, onlara
olan güvenimi... Gezi Direnişi öncesi kendimi
düşünüyorum. Nasıl köle olmuştum, bastırılmıştım,
sesim alınmıştı, düşüncem karartılmıştı, gözlerim
bağlanmış, ücreti köle olarak ses çıkarmadan her
dediklerine boyun eğerek çalışıyordum. Ellerinde kukla
misali oradan oraya itilip çalıştırılıyordum. Şimdi çok
şey değişti. Artık sesime karşılık ses veren halk var, işçi
var, emekçi var, öğrenci var. Artık hiçbir şey eskisi gibi
olmayacak. Bunları yaşatan herkese teşekkürler. Gezi
Direnişi süreci başlamamış olsaydı hala kölelik yapıyor
olacaktım.
Her yer Taksim, her yer direniş!
Çiğli OSB’den bir tekstil işçisi
MK
9
Demokratikleşme­Paketi'nde­işçi
ölümlerine­engel­yok!
İşçilerin, emekçilerin, demokratik kitle örgütlerinin
ve her kesimden çalışanın iktidarın şişirmesinden
dolayı büyük bir beklenti içine girdiği
demokratikleşme paketi açıklandı. Demokratik kitle
örgütlerinin beklentilerinin çok altında kalan bu paket,
işçi ve emekçiler içinse yokları içeriyor.
Taşeronlaştırma sisteminin kamu kurum ve
kuruluşlarına kadar girdiği ve esnek çalışma sisteminin
artık her fabrikada taşeronlaştırmayla birlikte
yasalaştığı bir dönemdeyiz. Ve yine görüyoruz ki
geçmişte olduğu gibi birleşip alanlara çıkmadan bu
sorun çözülmeyecek ve daha da üzerimize
gelinecektir.
Esnek çalışma nedeniyle işçi ölümleri iki katına
çıktı. Fakat bu ölümlerle ilgili yargının caydırıcı
cezalar vermemesi de bu ölümlerde etkili oluyor.
14 Mart 2013 tarihinde Adana'da yaşı
tutmamasına rağmen fabrikalarda çalıştırılan ve
pres makinasına kapılıp can veren 13 yaşındaki
Ahmet Yıldız'ın davası geçen haftalarda
sonuçlandı. Mahkeme katil patronun 24 ay
taksitle 30 bin TL tazminat ödenmesine karar
verdi. Evet 13 yaşındaki çocuk işçiye
biçilen bedel bu ve bu yarın sizin
çocuğunuzun, kardeşinizin ya da bir
yakınınızın da başına gelebilir.. Ahmet'e
biçilen bu adaletsizce bedel size de
sunulabilir.
Bu düzenin yargısının
verdiği gülünç cezalar
yüzünden 2012 yılında 37
çocuk işçi hayatını
kaybetmiştir. Bu yüzden
diyoruz ki, işyerlerimizde işçi
arkadaşlarımızla dayanışmayı büyütmeli ve
örgütlenmeliyiz. Hem kendimiz hem de gelecek
nesillerimiz için işçi kıyımına izin veren yasalara ve
yargıya karşı mücadeleyi büyütelim ve alanları boş
bırakmayalım.
Çiğli Organize'den bir işçi
MK
10
Kardeş­halklara
dokunma!
Sömürüye dayalı dünya düzeni, emperyalist
hegemonya ve yeni pazar arayışları ile birlikte, yeni
yağma ve talan alanları açmaya çalışıyor. Kapitalist
bunalım ve krizlerin sonucu olarak sermayedarlar
yeni savaş ve katliamlara imza atıyorlar. Dün Irak'ı
demokrasi, Afganistan'ı özgürlük vaadleriyle işgal
edenler bugün de bin bir türlü gerekçelerle Suriye'ye
silahlarını çevirmiş durumdalar. Suriye sınırına
dayanan emperyalistler ve Türkiye'deki işbirlikçileri,
biz işçi ve emekçileri bu savaşa alet etmeye
çalışıyorlar.
Bunu genelde iki yolla yapıyorlar. Ya bizleri
kardeş halkları katletmek için cepheye göndererek,
ya da savaş sanayine yapılan yatırımların bedelini
bizlere ödeterek. İkisinde de ezilen, öldürülen,
sefalete sürüklenen bizler oluyoruz. Sermaye
sahiplerinin tırnağına bile tek bir zarar gelmiyor.
Hiçbir patronun çocuğu cepheye gitmiş değil. Hiçbir
fabrikatörün banka hesabı azalmış değil.
Sonuç; milyonlarca insanın kıyımı, kadınların,
çocukların vahşi bir şekilde katli!
Sonuç; cepheden dönen tabutlar, cenazeler, sakat
gençler!
Sonuç; vergilerle kuşa çevrilmiş maaşlar,
kemer sıkma politikaları, yoksulluğun artması,
her an karşı saldırının gerçekleşmesine bağlı olarak
huzursuzluk!
Biz işçi ve emekçiler, dünya üzerinde dönen rant
ve paylaşım kavgasının sorumlusu olmadığımız gibi,
bedelini de ödemek zorunda değiliz! Emperyalist
yağma ve talana dur diyelim!
Bizlerin kaderi, ezilen ve yoksulluğa itilen,
sömürülen dünya halkları ile birdir. Suriye halkı, Irak
halkı, Lübnan halkı, Filistin halkı yalnız değildir.
Yaşasın halkların kardeşliği!
MK
11
Türkiye'de bir katil
dolaşıyor!
Her yıl yüzlercemiz can veriyoruz iş cinayetlerinde.
Aslında her biri bir katliam olan iş cinayetlerinde her
yıl yüzlerle ifade edilebilecek sayılarla artıyor tablo.
2012 yılında 700 civarında işçi iş cinayetlerinde
katledildi. 2013 yılında ise sadece Haziran, Temmuz
ve Ağustos aylarında geçen yılın yarısı kadar işçi
kardeşimizi kurban verdik bu cinayetlere. Ve bu sayı
hiç de azalacağa benzemiyor böyle giderse.
İsmi hep değişti. Marmara Park AVM, madenler,
Karadan, Tuzla tersaneler, Aliağa Gemi Söküm,
Habaş, kot kumlama atölyeleri, Şanlıurfa tarım
bölgeleri, Kırıkkale Silah ve Cephane Fabrikası...
Sonuç hiç değişmedi.
Olaylar hep farklıydı. Maske yoktu gazdan
zehirlendiler, üzerine sac plaka düştü, kopan zincirin
altında kaldı, biriken gaz patladı, inşaattan düştü,
döküm kazanına düştü, silikozisten öldü, traktör
devrildi, cephane fabrikası havaya uçtu. Sonuç hep
aynı oldu.
İstanbul’du İzmir oldu, Adana’ydı Urfa oldu,
Şırnak’tı Muğla oldu. Yerler hep değişti; ama bu katil
aynı yerlere defalarca kez yine uğradı.
12'ydi 15 oldu, 17'ydi 18 oldu, 27'ydi 37, 39, 43,
46, 48, 51 oldu yaşları. Yaşları hep değişti. İsimleri de.
Ali, Bayram, Yüksel, Mustafa, Özcan, Fikret, Hasan,
Mevlüt, Serkan oldu adları. Kimi torna tezgâhında,
madende, inşaatta, kimisi tarlada, tersanede,
konfeksiyonda, kanalizasyonda. Öldükleri yerler de
hep değişti, meslekleri de hep farklıydı tıpkı dillerinin,
inançlarının farklı olduğu gibi. Sadece sonları aynı
oldu. Ölüm bazen soğukta bazen cehennem ateşinde
yakaladı onları, ama onlar için hep ansız ve
kapkaranlıktı. Sayılar hep değişti. 1 öldük, 3 öldük, 5
öldük, 7, 15, 20 öldük ve yüzler oldu ölülerimiz ve
binler oldu. Ama onlar için ölülerimiz, ölümlerimiz
hep sayılarda kaldı. Çünkü 'uğruna' öldüklerimiz için
hiçbir şey ifade etmiyorduk. Nasıl olsa her şeyden
daha ucuzduk ve daha çok vardı dışarıda hepimizden.
Peki, yok muydu ölmemizin bir çaresi. Aslında
vardı ama yoktu. Çünkü yokluklar ülkesindeydik. 75
TL’ydi gaz maskesi yoktu, 750 TL’lik havalandırma
motoru yoktu. Vardı ama maske bize yoktu. Motor
vardı ama içine konulacak 5 TL’lik yakıt yoktu ve 5
TL için ölmüştük. Zincir ve halat yok muydu, vardı
aslında yenisi ama biraz daha idare ederdi, ne de olsa
altında kimse ölmemişti, olsun biri ölene kadar idare
ederdi herhalde. Gaz ölçümünün düzenli yapılması
için alet yok muydu, vardı tabi ki ama ne gerek vardı
üretimi durdurmaya, yani bizim için yoktu. Rodeo
dışında kot kumlama yöntemi yok muydu? Sadece biz
işçiler için yoktu. Milyonlarca araç vardı ama bizim
için traktör yerine bir servis otobüsü yoktu. Yok
muydu kum torbası. Ama ne gerek vardı biz kum
torbalarından daha iyi yapardık bu işi tersanelerde.
Aslında her şey vardı ama bizim için yoktu, çünkü biz
işçiler vardık ne gerek vardı başka şeye.
Ya sonra. Arkamızdan timsah gözyaşları döken çok
olurdu elbet. Patronlar, ülkeyi onlar adına yönetenler.
Ne güzel ölmüştük onlar için, bu ölümler bizim
hatamızdı, onlar çok masumdu, bu bizim kaderimizdi,
boyun eğmeliydik ve herhâlde Allah rahmet eylemişti.
Üstüne bir de ellerini ceplerine atıp 3 kuruş paraya
kıydılar mı, her şeyin unutulması ve yeni katliamların
gelmesini beklemeliydi geride kalanlar.
Kapitalizmin ve kapitalistlerin iğrenç ve aşağılık
yüzlerini hergün daha fazla görüyoruz ve bu sistem
görmek istemesek de hergün bize tekrar tekrar
hatırlatıyor kendini ve dünyanın neresinde
yaşadığımızı. Türkiye’de bir katil dolaşıyor. İnsan
sıfatlı ama insanlıktan nasibini almamış ve hiçbir
zamanda almayacak, alması mümkün olmayan bu katil
KAPİTALİZM. Ve her geçen gün yeni cinayetler
işlemeye, katliamlar yapmaya devam ediyor ve bundan
her geçen gün daha büyük bir zevk alarak. Ve artık
kurbanlarının onu durdurması hatta durdurması değil
yok etmesi gerekiyor. “Ölmek için yaşadığımız yerde,
biraz da yaşamak için ölelim.” Kendimiz için
onurumuz için, sınıfımız için. İş cinayetlerinin
olmadığı sosyalist bir dünyada ve ülkede yaşamak
için.
BDSP Gezi Direniş Tutsağı Erol Özdemir
Kırıklar F Tipi Hapishanesi
01.10.2013
MK
Gezi tutsağı, eski Kastaş işçisi Burcu Koçlu'dan
Çiğli Organize işçilerine mektup var!
31 Mayıs'ta başlayan Gezi Direnişi yıllardır yüreklerimize çekilen setleri parçaladı,gözlerimize inen
perdeyi kaldırdı. Gezi günlerinde gördük ki sandığımızın aksine yalnız değiliz. Milyonlarca el
kenetlendi ve birleşerek güç olduk. Gezi alanlarında çoğaldık ve kardeşleştik. Kürdü, Türkü, Alevisi,
Sünnisi demeden taleplerimiz için mücadeleyi yükselttik. Yaralılar, tutsaklar, şehitler verdik ancak
yılmadık. ‘Mücadele bitmedi!’ dedik, daha yeni başladık dedik.
Ben Çiğli Atatürk Organize Sanayisinde tekstil ve plastik sektörlerinde çalışmış eski bir işçi ve şimdi
ise Şakran Kapalı Kadın Cezaevi'nde bir Gezi tutsağı olarak sesleniyorum Çiğli'li işçi emekçilere!
Alınterimiz ve canımız üzerinden saltanatlarını sürdürenlere artık yeter demenin zamanı geldi!
Baskı ve zorbalıklarla haklarımızı gasp edenlere ‘dur deme’ zamanı geldi. İnsanca bir yaşam, daha
iyi çalışma koşulları için alanları doldurmanın zamanıdır. Cinsel, ulusal ve sınıfsal sömürü son bulsun
diyorsak, geleceğimize ve özgürlüğümüze sahip çıkıyorsak patronların talan düzenine karşı sosyalizmi
haykıracağımız alanlarda buluşmanın vaktidir.
Gün mücadelenin, nasırlı ellerimizi kenetlemenin, 31 Mayıs'taki kıvılcımı harlamanın günüdür !
Mücadele alanlarında buluşmak üzere..
Gezi Tutsağı Burcu Koçlu
Şakran Kapalı Kadın Hapishanesi
İşçi Bülteni Özel Sayı: 1062 * Fiyatı: 25 Kr * Kasım 2013 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Tayfun Altıntaş * Yayın Türü: Yerel, süreli, siyasi, ayda bir, Türkçe * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Millet
Caddesi Sultan Cami Sk. No:2/9 Fatih/İstanbul Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * Baskı: Özdemir Mat. Davutpaşa Cd. Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 242 Topkapı / İstanbul Tel: (212) 577 54 92
Download