T.B.M.M. B:89 4.6.2003 0:2 yasalar tarafından eşit korunma hakkı; etnik, dinsel ya da dile dayalı azınlıklara mensup olan kişilerin, her türlü haklarına saygı gösterilmesi; kişilerin, kendi dinlerine göre ibadet etme ve bu dini öğretme, kendi dillerini kullanma hakkındaki haklarından da yoksun bırakılmaması. Değerli arkadaşlarım, sözleşme, belirli durumlarda bu hakların askıya alınabileceğini ön­ görüyor. Sözleşmeye taraf olan devletlerden biri, eğer, ulusal varlığını tehdit eden, toplumsal nitelikte bir tehlikeyle karşılaştığı takdirde, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini askıya alma ve yükümlülüklerine aykırı birtakım önlemleri uygulama imkânına sahip. Değerli arkadaşlarım, onay aşamasında, sözleşmenin bazı hükümlerine karşı ileri sürülecek beyan ve sakıncalar, birçok taraf devlet için olduğu gibi, Türkiye için de önem taşımaktadır. Esas itibariyle, Birleşmiş Milletler, kendi bünyesinde oluşturulan anlaşmaların çekincesiz kabul edil­ mesine önem vermektedir; ancak, Birleşmiş Milletler Medenî ve Siyasî Haklar Sözleşmesi, çekin­ celer konusunda hiçbir kısıtlayıcı hüküm içermemektedir. Bu bakımdan, Türkiye'nin de, diğer ül­ keler gibi, anlaşmanın amaçlarına ve ruhuna ters düşmeyen beyan ve çekincelerde bulunma hakkı vardır. Türkiye, bu hakkını kullanarak, onay aşamasında, kendisi için hassasiyet yaratabilecek konularda üç adet beyan ileri sürmektedir. Buna ilaveten bir de çekincesi vardır. Birinci beyan, sözleşmenin 1 inci maddesindeki "bütün halklar kendi kaderlerini tayin etme hakkına -yani, şelf determinasyon hakkına- sahiptirler" ifadesine ilişkindir. Şelf determinasyonla ilgili bu maddenin sözleşmeye konulmasının nedeni, 1960'h yıllarda sömürgeciliğin tasfiyesinin uluslararası camianın önde gelen bir hedefi olmasından ileri gelmek­ tedir. Günümüzde, bu neden, artık, geçerliliğini yitirmiştir. Bugün, uluslararası hukukta "devletin ülkesinin bütünlüğü" yerleşmiş bir ilkedir. Bunun dışında, uluslararası hukukun temel ilkelerinden biri olarak kabul edilen ve Birlemiş Milletler Yasasının 2 nci maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan "bir devletin toprak bütünlüğü ve devletin ülkesinin bütünlüğü hakkı" bugün, artık, genel olarak tanınmış bir ilkedir, bir haktır. Değerli arkadaşlarım, esasen, Uluslararası Adalet Divanının vermiş olduğu bir kararla da, şelf determinasyon ilkesinin, uluslararası hukukta, artık, sadece sömürgecilikten kurtulmak için uy­ gulanabileceği hususu teyit edilmiştir. Ayrıca, 1993 yılında Viyana'da toplanan İnsan Haklan Dün­ ya Konferansının sonuç bildirgesinde de şöyle bir ifade vardır: "Hiçbir ayırım yapmadan, tüm top­ lumu temsil eden demokratik devletlerde, şelf determinasyon ilkesinden yararlanılamaz." Değerli arkadaşlarım, Rusya Federasyonu ile Yugoslavya'nın dağılması ve bu devletlerden, bir­ çok toplumun, ayrılarak bağımsız devletler kurmuş olmaları, ilk bakışta, sözünü ettiğim bu ilkeye ters düşer gibi görünüyor; ancak, böyle bir yorum kesinlikle doğru değildir; zira, her iki durumda da -gerek Rusya Federasyonunun gerekse Yugoslavya'nın durumunda- bölünmeye uğrayan devlet­ ler federal devlet niteliğindedir ve bağımsızlıklarını ilan eden federe devletlerin ayrılma hakları da, federal devlet anayasasında öngörülmüştür. Bu değerlendirmeler ışığında, Türkiye açısından, şelf determinasyon konusunda bir endişeye mahal olmadığı söylenebilir. Buna rağmen, Dışişleri Bakanlığı, söz konusu kavramın muhtemel değişik yorumlarını bertaraf edebilmek amacıyla, sözleşmenin şöyle bir beyanla onaylanmasını önermiştir: "Türkiye Cumhuriyeti, bu sözleşmeden doğan yükümlülüklerini, Birleşmiş Milletler Sözleşmesinden doğan haklarına ve yükümlülüklerine uygun olarak yerine getireceğini beyan eder." Ancak, Dışişleri Komisyonunda, sözleşmenin incelenmesi sırasında, Genelkurmay Başkanlığı temsilcileri, bu beyanın bir ölçüde takviye edilmesini önermişler ve şöyle bir öneride bulunmuşlar­ dır: "Bu sözleşmedeki hiçbir hükmün, hiçbir devlet, grup veya kişi tarafından, Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkeleri bağlamında, Türkiye'nin ulusal birlik ve bütünlüğüne aykırı yorumlanamayacağı Türkiye tarafından beyan edilir." Bunu, ilave olduğu için, mealen okudum. -310-