Sivas Valisi Mehmet Reşit Paşa - 5. Uluslararası Balkanlarda Sosyal

advertisement
1.Uluslararası Balkanlarda Tarih ve Kültür Kongresi
BÖLGESEL BÜTÜNLEŞME OLANAKLARI VE ULUSLARARASI YABANCI
YATIRIMLARIN İŞLEVSEL ROLÜ
Cemal ZEHİR
1
Selman DURAN 2
ÖZET
İki Büyük Dünya Savaşından sonra, Bütünleşme alanındaki ilk çalışmalar Federalizm
ve Uluslararası Örgütlenme bağlamında gelişim göstermiştir. Hemen akabindeki
süreçte ise, bu alandaki teorik çalışmalar daha derinlik kazanmış; alanda,
Uluslararası
İlişkilerdeki
idealizm-realizm
tartışmasının
bir
uzantısı
olarak
değerlendirilen "Yeni-işlevselciliğe karşı Hükümetlerarasıcılık" tartışması ağırlık
kazanmıştır. 1980'li yıllardan bu güne değin de Uluslararası İlişkilerde de gündemde
olan
“Rasyonalizme
karşı
Konstrüktivizm”
tartışması,
bütünleşme
teorilerini
kuramsal temelde araştıran bilim adamlarını etkisi altına almıştır. Tüm bu
çalışmaların ortak noktası ulusal yapıların uluslararası sorunları çözmede yetersiz
kaldığı ve ulusların karşılıklı bağımlılığı temeline dayandırılmasıdır. Ancak tüm bu
çalışmalar yabancı yatırımların bölgesel bütünleşme üzerine etkileri konusuna
yeterli bir açıklama getirmemiştir. Bu çalışmanın en temel amacı yaşanan küresel
sistem içerisinde uluslararası yabancı yatırımların bölgesel bütünleşme imkanlarına
sağlamış olduğu katkıyı ortaya koymaktır. Yöntem olarak bölgesel bütünleşme
anlamında
oluşturulan
kuramsal
çalışmalar
analiz
edilerek
değerlendirmeler
yapılmaktadır. Çalışmada uluslararası yabancı yatırımların bölgesel bütünleşmenin
derinliği ve istikrarı açısından önemli etkileri olduğu kanaatine varılmaktadır. Aynı
zamanda uluslararası ekonomik ve politik sistemin, tüm bu bütünleşme çabaları
sonucunda ciddi bir yapısal değişim içerisine girdiği ve yeni Uluslarüstü oluşumlara
imkan hazırladığı ortaya konmaktadır.
Anahtar kelimeler: Bölgesel Bütünleşme, Karşılıklı Bağımlılık, İşlevselcilik, Yabancı
Yatırımlar.
1
Doç.Dr.,Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü
2
Öğr.Gör.,Beykent Üniversitesi
447
Cemal Zehir – Selman Duran
GİRİŞ
1980lerin sonundan itibaren soğuk savaşında sona ermesi ile birlikte dünya, tek bir
dominant gücün, Birleşik Devletlerin, etkisinde yeniden şekillenmeye başlamıştır.
Ne var ki bu dominant gücün de ne ölçüde sisteme hâkim olabildiği şüphelidir.
Küreselleşmenin de etkisi ile özellikle ekonomik güç anlamında, aslında dünyada
egemenlik sağlamış veya sistemi tek başına domine edebilecek bir güç olarak
Birleşik Devletlerin yetersizliği 1997, 2001 ve 2007 finansal krizleri ile tartışma
konusu olmaktan çıkmış genel kabul görür hale gelmiştir. Uluslararası siyasal
sorunların bu sistemle, çözümden ziyade daha derin çözümsüzlüklere sebep
olacağı; iki Körfez Savaşı, Bosna Savaşı ve Afganistan’da yaşanmakta olan fiili
durum gibi birçok mesele dolayısıyla anlaşılmıştır.
Yaşanan dönem aslında ne tek kutuplu ne de iki kutuplu dünya terminolojisi ile
açıklanabilecek durumda değildir. Tüm bu gelişmeler göstermektedir ki hiçbir ulusal
güç tek başına uluslararası sistemi yönetebilecek ya da yönlendirebilecek durumda
değildir. Bu anlamda sistemi açıklayabilecek uygun bir yaklaşım olarak karşılıklı
bağımlılık teorisi uluslararası ilişkiler terminolojisinde önemli bir yer edinmektedir.
Buna göre tarihi ve kültürel yakınlık, karşılıklı sosyal ve kültürel faaliyetler, dış
ticaret ve yabancı yatırımların sebep olduğu karşılıklı ilişkiler yeni bölgesel güçleri
daha belirgin ve işlevsel hale getirmektedir.
2007 yılının sonlarından itibaren kendini gösteren küresel finansal krizin de
etkisiyle, özellikle yabancı sermaye ulusları birlikte hareket etmeye adeta mecbur
kılmaktadır. Krizin kaynağı her ne olursa olsun ülkelerin birer birer kendilerine dair
çözümler ve paketler geliştirerek aşılması mümkün gözükmemektedir. ABD Merkez
Bankası Başkanı Ben Bernarke’nin basına verdiği bir demecinde “Sistemdeki baskıyı
azaltmak için küresel düzeyde Merkez Bankalarının, çok sıra dışı bir şekilde birlikte
hareket ederek mali piyasalar üzerindeki gerginlikleri azaltmaya, ekonomiyi
desteklemeye çalıştıklarını, bunu yapmaya devam edeceklerini” açıklaması durumu
açıkça ortaya koymaktadır (BBC haberler 2008). Diğer taraftan ABD’nin Irak ve
Afganistan askeri müdahalelerinde de tek başına değil Birleşmiş Milletleri ya da
oluşturduğu koalisyon güçlerini kullanması hatta söz konusu bölgelerdeki yerel
unsurlarla da işbirliği yapması uluslararası sistemin tek bir ulusal güç tarafından
yönlendirilemediğinin açık göstergesidir.
Tüm bunlara karşılık küresel anlamda etkili olabilecek yeni bölgesel güçler ortaya
çıkmaktadır. Bunlar henüz askeri ve siyasal bağlamda açık bir güç oluşturmasalar
da ekonomik bir güç olarak sisteme alternatif olacakları aşikârdır. Tek başına
küresel bir güçle sistemin yönlendirilemeyeceğini anlayan Rusya, Çin, Japonya ve
448
Bölgesel Bütünleşme Olanakları ve Uluslar arası Yabancı Yatırımların İşlevsel Rolü
hatta Türkiye gibi ülkelerin bulunmuş oldukları bölgelerde yeni bölgesel oluşumlara
yönelmeleri ve bu anlamda inisiyatif kullanmaları uluslararası bilim dünyası
tarafından merakla gözlemlenmektedir.
Yeni bölgesel güç odaklarının etkililik ve nüfuz alanını ortaya koyan ve bölgesel
bütünleşme
imkanlarını
sağlayan
bir
çok
unsur
ele
alınmaktadır.
Bölgesel
bütünleşme içerisinde yer alan ulusların, sosyal ve kültürel yakınlığı, ortak bir dilin
mevcudiyeti, ortak tarihi geçmiş ve ekonomik ilişkilerin derinliği bu anlamda önemle
değerlendirilmektedir.
Bu çalışma özellikle küresel finansal sistemin en önemli unsurlarından olan yabancı
yatırımların bölgesel bütünleşme imkanlarına ne derece katkı sağladığını araştırmak
amacıyla kaleme alınmaktadır. İki bölümden oluşan bu çalışmada öncelikli olarak
yabancı sermaye konusu ele alınacak ikinci bölümde ise bölgesel bütünleşme olgusu
irdelenecektir.
ULUSLAR ARASI YABANCI YATIRIMLAR
Yabancı Sermaye Kavramı
Bir ülkenin karşılığını sonradan ödemek üzere dış kaynaklardan elde edip ekonomik
gücüne ekleyebileceği mali veya teknolojik kaynaklara yabancı sermaye adı
verilir(Yılmaz, 1988:45). Mali ve teknolojik kaynak, bir ülkeden diğerine ya
borçlanma şeklinde gider ve karşılığında hem anapara hem de faiz ödenmesi söz
konusu olur, ya da yatırım ve üretime katılma şeklinde gider ki, bu da bir ülkenin
diğer ülkede mülkiyet hakkını sağlar (Uras, 1979:27-28).
Bir başka tanıma göre
yabancı yatırım özetle, yatırılabilir kaynakların kişi ve kurumlar tarafından bir başka
ülkeye taşınması şeklinde tanımlanır ve doğrudan yatırımlar ile portföy yatırımı
şeklinde iki ana gruba ayrılır. Doğrudan yabancı sermaye, sabit sermaye yatırımı
adı altında, sermayenin kaynak ülkeden yatırıma ev sahipliği yapacak ülkedeki
şirket hisselerinin uluslararası yatırımcılar tarafından en az %10’unun alınması
şeklinde kendini gösterir. Sabit sermaye yatırımlarına ek olarak doğrudan yatırımın
ülkelere girişi, şirket birleşmesi ya da devri, özelleştirme uygulamaları, ortak
girişim, stratejik ortaklık ya da devam eden faaliyetlerin genişletilmesi ile de
mümkündür.
Tahvil
ya
da
hisse
senedine
doğrudan
yatırım
şeklinde
gerçekleşmeyen yatırımlar ise portföy yatırımı içine girer ve örgütlenmiş sermaye
piyasalarda işlem görürler. Uluslararası Para Fonu opsiyonlar gibi türev ürünleri de
dolaylı yatırımlar grubuna dahil etmektedir. Dolaylı yatırım olarak da adlandırılan
portföy
yatırımlarının
ülkeye
giriş
ve
çıkışı
(özellikle
elektronik
ortamda
gerçekleştirilen işlemler sayesinde) oldukça kısa süreli olabilmekte ve yatırımcılar
risk gördükleri anda kolaylıkla portföylerini boşaltabilmektedirler.
449
Cemal Zehir – Selman Duran
İsviçreli
bazı
iktisatçılar
tarafından
belirlendiği
üzere,
bir
ülkede
yabancı
sermayenin cezbedilmesi için gerekli iki temel koşul vardır. Bunlardan ilki, ülkede
ekonomi ile ilgili karar ve yasaların sıklıkla değiştirilmemesi, ikincisi de siyasi
iktidarların söz konusu yasaların etrafından dolanmamalarıdır. Buradan da sadece
ekonomik
ve
siyasi
istikrarın
yabancı
sermaye
çekmede
yeterli
olmadığı
anlaşılmaktadır(Alkin, 2001: 15).
Bir başka görüşe göre ise, gelişmekte olan piyasalara giren yabancı sermaye üç
temel faktörden etkilenmektedir. Bunlar, global ekonominin durumu, ülkelerin
büyüme performansı ve cari işlemler dengesi olarak belirtilmektedir (Varol, 2005:
2).
Doğrudan Yatırım ve Dolaylı Yatırımlar
Hem yabancı doğrudan yatırımlar hem de yabancı portföy yatırımlarının yatırımın
yapıldığı ülke ekonomisi için pek çok katkıları bulunmakla birlikte her iki yatırım
türünün birbirinden ayrıldığı noktalar bulunmaktadır. Doğrudan yatırımlar belirli
sektör ya da şirketlere özeldir bir başka deyimle ev sahibi ülkenin yatırımlarının
yönü hakkında belirleyiciliği yoktur. Portföy yatırımları ise belirli bir sektöre ya da
şirkete bağlı değildir, hem yerel, hem de yabancı şirketlere yatırım mümkündür. Bu
türdeki yatırımlar çok daha değişken karakterli ve daha kısa vadelidir. Yabancı
portföy yatırımlarının durağan olmayan ve sık sık değişebilen yatırımlar olması
nedeniyle iyi düzenlenmiş finansal piyasalara gereksinim duyulur. Bu türdeki
yatırımlar
tamamen
finansal
yatırımlar
oldukları
için
finansal
faktörlerdeki
değişimlere çok daha duyarlıdırlar. Örneğin ev sahibi ülkedeki devalüasyon
beklentisi dolaylı yatırımcıların portföylerini boşaltarak ülkeden çıkmalarına neden
olabilir.
Bu
anlamda
yabancı
portföy
yatırımlarının
doğrudan
yatırımlarla
karşılaştırıldığında makroekonomik açıdan daha büyük bir etkisi vardır. Dolayısıyla
yabancı portföy yatırımları sağlıklı finansal sistemlere ihtiyaç duyar. Finansal
aracıların güvenilir olması, sistemin ekonomik şoklara dayanıklı olması gereklidir.
Doğrudan yatırımlar ise geldikleri ülkeye teknoloji transferi sağlama, sektörel teknik
bilgi getirme, insana yatırım yapma gibi faydalar sağlarken, dolaylı yatırımlar yerel
sermaye piyasalarının gelişimine katkıda bulunurlar. Bu katkı gelecekte o ülkeye
doğrudan yabancı yatırımın gelmesine de yardım eder. Doğrudan yatırımlar gerek
maddi, gerekse maddi olmayan duran varlıklara yapılan yatırımla, yurtiçi satışlar
veya ihracatta artışı, üretim maliyetlerinde düşüşü ya da üretimde verimlilik artışını
hedeflerler. Faaliyet riski yabancı yatırımcının üzerindedir. Portföy yatırımlarında
ise, yatırıma ev sahipliği yapan ülkedeki şirketler ya da hükümet tarafından ihraç
edilen hisse senedi veya tahvillerin yabancılar tarafından borsada satın alınması söz
450
Bölgesel Bütünleşme Olanakları ve Uluslar arası Yabancı Yatırımların İşlevsel Rolü
konusudur ki, bu da hem yerel hem de uluslararası düzeyde likit sermaye
piyasalarının varlığını gerektirir. Portföy yatırımcılarının temel amacı çeşitlendirme
yoluyla getiri ve risk dengelerini optimal düzeye taşımaktır. Bir başka deyişle belirli
bir risk düzeyinde maksimum getiri aranır. 1990-97 döneminde gelişmekte olan
otuz ülke verileri kullanılarak yapılan bir araştırmada doğrudan yabancı yatırımların
portföy yatırımlarından iki misli fazla olduğu bulunmuştur(Unıted Nations, 1999: 8).
Uluslararası Finans Enstitüsü tarafından 2005 yılında yayınlanan “Gelişmekte Olan
Ülkelere Sermaye Akışı Raporu’nda ise, 2004 yılında gelişmekte olan ülkelere giren
özel sermayenin 130 milyar dolarının doğrudan yabancı yatırımlar, 35 milyar
dolarının da portföy yatırımı olarak girdiği belirtilmektedir.
Bir ülkede yabancı portföy yatırımlarının artması, yerel sermaye piyasalarının
likiditesini arttırarak piyasaların etkinliğini arttırır. Piyasaların likiditesinin artması
ise beraberinde piyasa derinliğini getirerek yatırımların çeşitlenmesini sağlar. Bu tür
yatırımlar aynı zamanda piyasalara belli bir disiplin getirir ve bilgiye ulaşmayı
kolaylaştırarak, şeffaflığı arttırırlar. Tüm bunlara ek olarak yerel piyasalara yabancı
portföy yatırımcıları tarafından sunulan yeni portföy yönetim teknikleri ve daha
karmaşık ürünlerle risk yönetimi ile tanışılması sağlanır. Yabancı portföy yatırımları
sayesinde ev sahibi ülkede sermaye ve kaynakların daha iyi dağılımı ile ekonominin
daha sağlıklı hale gelmesi kolaylaşır(Evans, 2002: 2-4).
Tablo 1: Doğrudan Sermaye Yatırımlarını Çekmekte Etkili Politikalar
Teşvik tedbirleri
Etkin idari prosedürler ve kurallar, minimum bürokratik işlemler.
Uygun iş gücü ve ücret politikası, emek seyyaliyetinin ve çalışma barışının tesisi
Özelleştirme Politikası
İstikrar (ekonomik ve siyasi)
Vergileme Politikası
Ekonomik Entegrasyonlara Üyelik
Dünya Ticaret Sistemine üyelik
Rekabet Politikası
Ülkelerin uluslararası finans kesimi ile olan ilişkileri finansal krizlerden etkilenme
derecelerini de belirlemektedir. Örneğin 1997’de yaşanan Asya krizi sırasında gerek
Hindistan gerekse Çin, oldukça fazla miktarda yabancı doğrudan yatırım alan ülkeler
451
Cemal Zehir – Selman Duran
olmalarına karşın yabancı portföy yatırımlarına kontrollü yaklaştıkları için, kriz
esnasında bu ülke piyasaları pek etkilenmemiştir. Benzer durum Latin Amerika için
Şili örneğinde verilebilir. Bu ülkenin de 1999 yılındaki Brezilya krizinden fazla
etkilenmemesinin nedeni, gelen sermayenin belli bir süre ülkede kalmasını şart
koşmak gibi önlemler almasıdır. Buna karşılık halen devam etmekte olan küresel
kriz yabancı yatırımların çok yakın geçmişe oranla bile artık küresel düzeyde bir
yaygınlık kazandığını ve piyasaların derinliğine paralel olarak tüm dünya piyasalarını
ciddi şekilde etkilediği gözlemlenmektedir. Dolayısıyla yabancı portföy yatırımlarının
ev sahibi ülke ekonomisine fayda sağlayabilmesi için öncelikle o ülkenin sağlıklı bir
finansal yapısı olması gerekmektedir(Uygur, 2001: 17-21).
İster dolaylı yabancı yatırım isterse doğrudan yabancı yatırım ele alınsın her ikisi de
sermayenin geldiği ve yatırım yapıldığı ülke arasıda ciddi bir ilişkiye sebep
olmaktadır. Yabancı yatırımcılar, yatırımlarına yön verirken temel olarak bir ülkedeki
istikrar ve güven ortamını dikkate almakla birlikte öncelikli olarak ekonomik, sosyal
ve siyasi ilişkide oldukları ülkeleri tercih etmektedirler. Dr. Hasan Sabır’ın Tablo 2’de
ortaya koyduğu yabancı sermaye çeken unsurlardan da anlaşılacağı üzere Ekonomik
Bütünleşme yabancı yatırımlar için önemli bir faktör olarak dikkat çekmektedir.
Hatta
bu
yatırımlar
derinleştikçe
bölge
içerisindeki
ulusların
karşılıklı
olara
birbirlerine bağımlılığı oluşmaktadır.
Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekmekte etkili olan faktörler arasında AB,
NAFTA, MERCOSUR gibi ekonomik entegrasyonların ticaret engellerini aşmak için
yapılan yatırımlar da gösterilebilir. Bu argüman, ekonomik entegrasyon bölgelerine
yönelik doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının artışını açıklamaktadır. Bölgesel
ekonomik
entegrasyonların
yapılma
sebeplerinden
birisi
yabancı
sermaye
yatırımlarında artış sağlamaktır. Örneğin NAFTA görüşmelerinde anlaşmanın ABD ile
Meksika
arasındaki
karşılıklı
ticaretten
çok
yatırımla
ilgili
olduğu
ortaya
konulmuştur.
KARŞILIKLI BAĞIMLILIK VE BÖLGESEL BÜTÜNLEŞME
Uluslararası Karşılıklı Bağımlılık (Interdependence) ve Bütünleşme İlişkisi
1940lı yıllarda ve ondan sonraki hatırı sayılır bir zaman süreci zarfında uluslararası
ilişkilerle ilgilenen bilim adamları, dünya politikasını çatışma kökenli örneklemelere
kilitlenmiş ulus-devlet kavramıyla tanımlamaya yönelik eğilim göstermişlerdir.
Morgenthau ve Niebuhr gibi bazı realistler uluslararası çatışmayı ekseriyetle insan
doğasının
karakteristiğine
ait
sebeplere
atfetmişlerdir.
Morgenthau’nun
açıklamasıyla insanın bencilliği sınırlı, güce sahip olma ve iktidar isteği ise
452
Bölgesel Bütünleşme Olanakları ve Uluslar arası Yabancı Yatırımların İşlevsel Rolü
sınırsızdır(Morgenthau, 1946: 193). Diğer bazıları ise Waltz’un uluslararası anarşi
diye tanımladığı durumda olduğu gibi insan karakteristiğinden daha ziyade uluslar
arası sistemin doğasına vurgu yaparlar.(Waltz, 1959: 11-32). Güçlü ve birbirine
düşman devletlerin varlığı devlet adamları için bir güvenlik ikilemi oluşturur. Çünkü
devlet adamları bir taraftan daha fazla güvenlik bulabilmek için devamlı güç
mücadelesi yapmak zorunda kalırken diğer yandan tam anlamıyla yüzde yüz bir
güvenlik sağlamak mümkün olmadığı için en sonunda kendi kendilerine zarar
verirler(Herz, 1959: 43). Açıklamadaki farklılıklara rağmen uluslararası arenadaki
çatışma ve savaş hakkında öncü analistlerin çoğu arasında güçlü bir mutabakat
vardır. Sadece bu konuyu ele alan, Uluslararası İlişkilerde çok iyi bilinen bir eserin
bir bölümünün konusu, Uluslararası İlişkiler: savaş veya barış, bu konuyu
özetler(Rosecrance 1973: 33-45).
Dünya
siyasetinin
bu
yaklaşımının
hiçbir
versiyonunda
tam
bir
mutabakat
olmamıştır. Robert W. Tucker Arnold Wolfers ve I. L. Claude gibi Uluslararası
İlişkiler düşünürleri Morgenthau’nun analizine çok şiddetli eleştiri getirmişlerdir.
Hobbesyan kanı da olduğu gibi Uluslararası İlişkiler esasen savaş durumu olarak
görülüyordu. “Sadece sıcak savaş değil aynı zamanda savaş etme arzusu duyulan
herhangi bir zaman dilimi de savaş kavramını kapsamına girer. Bu nedenle bu
zamanın kanısı havanın doğasında olduğu gibi savaşın doğasında da dikkate alınır.
Nasıl ki fırtınalı hava sadece sağanak ya da yağmurlu günleri değil de onu işaret
eden birçok günü kapsıyor ise savaşın doğası da sadece sıcak savaşı değil düşmanın
tehdidinin
var
olduğu
tüm
zamanları
içerir.
Diğer
zamanlar
barış
zamanıdır”(Hobbes, 1651: 82).
Avrupa’da bütünleşme üzerine yaşanan gelişmeler, modern dünya politikası
açısından olduğu kadar Uluslararası İlişkiler teorileri açısından da birçok bilim
adamını meydana gelen gelişmeleri açıklamaya itti. 1950lerin ortalarında Karl W.
Deutsch (Deutsch, 1957) ve arkadaşlarının öncü çalışmaları diğer yandan Ernst B.
Haas’ın (Haas, 1958) dikkate değer çabaları işleyen bu süreci izah etmek için uygun
bir konsept olarak bölgesel bütünleşme kavramını öne çıkarttı. Zamanla gelişen
bölgesel bütünleşme hakkında yaygınlaşan düşünceler bilim adamlarını, realistlerin
insan ve devletler ile ilgili genel kabullerinden oldukça uzaklaştırdı. Öyle ki güç
dengesi fırsatlara bir yanıt ve umudun baskısı kadar tehditlere yanıt ve korkuyu da
temsil eder ya da içerisinde barındırır. Avrupa’daki gelişmeler üzerine çalışanlara bu
olanlar, uluslararası koşulları ya da insan doğasını anlamak için anahtar bir kavram
olarak savaş tehditli çatışma ortamı zıddına hiç da açıklayıcı ve kolay izah edilebilir
gelmiyordu.
Tam
tersine
faktörlerin
çokluğu
dolayısıyla
daha
işbirlikçi
kurumsallaşmaya doğru ya da şiddetli bir çatışmaya ve ayrılığa doğru bir
453
Cemal Zehir – Selman Duran
ilerleyişten
hangisinin
gerçekleşeceği
belirsizdi.
Latin
Amerika
ve
Afrika’da
örneklerde olduğu gibi dünyanın diğer bölgelerinde meydana gelen bölgesel
bütünleşmeleri anlamak için bilim adamlarının sarf ettikleri çabalar, bu iddia ve
savunuları daha fazla detaylandırdı( Lindberg ve Scheingold, 1971).
Elverişli teorilerin deliştirilmesinde yaşanan zorluklara ve problemlere rağmen
bölgesel
bütünleşme
üzerine
yapılan
yazım
denemeleri
dünya
politikası
çalışmalarının canlandırması ve yeni bir açılım sağlanması yönünden önemli fikirler
serdetmektedir. Bütünleşme teorisyenleri, bölgesel bağlamda iç karşılıklı bağımlılık
kadar dış karşılıklı bağımlılık kavramının anlaşılması konuları ile son derece ilgili
birçok meselenin gün yüzüne çıkmasını sağlamışlardır. Karşılıklı bağımlılık kavramı
çerçevesinde siyasi bütünleşmenin analiz edilmesi, bütünleşme teorisini kendi
uygun konteksti içerisine oturtmaya da yardımcı olacaktır. Böylece bütünleşme
teorileri sadece, yalnız Avrupa’ya ve diğer birkaç alana uygulanabilecek ayrıştırılmış
fikirler demeti olarak değil de tüm dünya siyaseti çalışmalarının önemli bir parçası
olarak yaygın bir değerlendirme ortamına sahip olacaktır(Keohane ve Nye,1975:
368).
Karşılıklı Bağımlılık (Interdependence)
Deutsch bütünleşmeyi dönemeç bağlamında, tutarlı bir sistemin bileşimi içerisindeki
birimlerin önceden ayrıştırılması diye izah eder(Deutsch, 1957:11). Haas’a göre ise
bütünleşme kurumsal ve davranışsal bazda siyasi toplulukların oluşturulması
sürecidir. Fakat “aynı zamanda bölgesel bütünleşme çalışması, devletlerin hangi
ölçüde olursa
olsun tümüyle egemenliklerini neden ve nasıl durdurmasının
açıklanması ile ilgilidir. Devletlerarasındaki çatışmaların çözümlenmesine dair yeni
teknikler elde edilebilmiş olmasına rağmen nasıl oluyor da egemenliğin gerçeklere
dayanan niteliklerini kaybetmesi ile devlet komşularıyla karışıyor, bütünleşiyor ve
uyumlulaşıyor. Bölgesel işbirliği, organizasyon, sistemler ve alt sistemler bu durumu
açıklamaya yardım edebilir ancak bunlar son durum ile karıştırılmamalıdır.”
(Haas,1971: 6).
Bazı yazarlar da bütünleşme kavramını farklı bir yol kullanarak izah etmeyi tercih
etmiştirler. Bunlar bir yandan ekonomik, sosyal ve siyasi bütünleşme tipleri
üzerinde dururken diğer taraftan çeşitli bütünleşme düzeylerinden yola çıkarak
açıklamalarda bulunmayı tercih etmişlerdir. (Nye, 1968: 855).
Bu tanımlama bütünleşmeyi süreç esaslı teorilerle çok da ilişkili olmayan bir terim
olan karşılıklı bağımlılık ile aynı analiz düzeyine oturtur. Normalde karşılıklı
bağımlılık basitçe bir durum olarak tanımlanmıştır. Oran Young karşılıklı bağımlılık
454
Bölgesel Bütünleşme Olanakları ve Uluslar arası Yabancı Yatırımların İşlevsel Rolü
terimini şu kasıtla kullanmaktadır: “Bir dünya sisteminin herhangi bir bileşen birimi
ya da herhangi bir parçası içerisinde meydana gelen olayların diğer tüm bileşen
birimlerinin ya da parçalarının içerisinde oluşan olayları hem fiziki hem de kavrayış
olarak etkilediği bir alandır(Young, 1969,726).
Ele alınan sistemin yapısına bağlı olarak çeşitli türlerde ve değişik düzeylerde
karşılıklı bağımlılık türleri olabilir. Bütünleşme ile birlikte değerlendirildiğinde ilişkiler
mesele alanlarının çeşitliliği içerisinde gelişebilir ve bu ilişkiler kimi zaman çok sıkı
ve güçlü olabileceği gibi kimi zaman da daha düşük tonaj ile seyredebilir.
Bütünleşme ve karşılıklı bağımlılık kavramlarının her ikisi de değerlendirmeci
yaklaşımları ortaya atar. Bütünleşme üzerine çalışma yapan bilim adamları ağırlıklı
olarak barışçıl değişim yönünde çalışmalarını temellendirirler.
Karşılıklı bağımlılığın eşitlik açısından nasıl değerlendirilmesi gerektiğinin anlaşılması
bu kavramın tam anlamıyla kavranması için önemlidir. Karşılıklı bağımlılık ilişkileri,
ilişki içerisindeki devletlerin güç seviyelerinin toplamına bağlı olduğu kadar elitlerin
çıkarlarının, durumların ve baskı alanlarının karakteristiğine bağlı olarak az ya da
çok asimetrik bir niteliğe sahiptir. Dolayısıyla karşılıklı bağımlılıktan bahsedildiğinde
ortak ve karşılıklı bir etki düzeyinin kesinlikle bulunası gerektiği kabul edilmelidir.
Bu da araştırmacının belirlenen bir ilişkinin yoğunluğunu ve asimetrik düzeyini nasıl
tanımladığına bağlıdır.
Keohane ve Nye karşılıklı bağımlılık ve bütünleşme kavramlarının genelde üstü
kapalı bir şekilde ya da yanlış anlaşılabilecek şekilde tanımlandıklarını iddia ederler.
Öncelikli olarak mümkün olabildiğince karşılaştırılabilir olan karşılıklı bağımlılık ve
bütünleşme tiplerinin birbirinden ayrıştırılması gerektiğini savunurlar. Ekonomik
bütünleşme ve karşılıklı bağımlılık, sosyal bütünleşme ve karşılıklı bağımlılık, politik
bütünleşme ve karşılıklı bağılılık olmak üzere üç tip bütünleşme düzeyini irdeler ve
siyasi bütünleşmeyi bu analiz düzeyleri ile bağlantılı bir açıklama ile izah
ederler(Keohane ve Nye,1971: 18-21).
Ekonomik Bütünleşme Ve Karşılıklı Bağımlılık
Baştan belirtmek gerekir ki ne ekonomik bütünleşme ne de karşılıklı bağımlılık
analistin ilgilendiği birimler arasındaki ekonomik işlemlerin miktarı ile tam anlamıyla
değerlendirilebilir veya eşdeğerdir. Büyüyen dünya ticareti ve üretimi bağlamında
işlemlerin tam miktarları önemsiz gibi görülebilir ya da göreceli miktarlar çarpıtılmış
yorumlara
da
yönlendirebilir(Chadwick,
1972:
681-685).
Daha
da
önemlisi
işlemlerin miktarları, karşılıklı bağımlılık dolayısıyla dışarıda meydana gelen olaylar
tarafından birimlerin hangi ölçüde etkilendiklerini ya da bütünleşme bağlamında
455
Cemal Zehir – Selman Duran
hangi ölçüde doğru bir ulusaşırı ekonomi var olabileceğini ille de göstermek zorunda
değildir. Ekonomik karşılıklı bağımlılığın diğer bir yönü de iki ya da daha fazla devlet
arasındaki ekonomik işlemlerin bu devletlerin ekonomik gelişimlerine duyarlılığı
konusunda açıklayıcı bir yaklaşıma sahip olmasıdır. Richard Cooper bu durumu
şöyle izah etmektedir: “Bu yaklaşım ortak ticari ilişkide bulunan iki devletin,
ticaretin değeri eğer bu devletler içerisindeki gelir ve fiyat gelişimlerine duyarlı değil
ise halen düşük düzeyli karşılıklı bağımlılık ilişkisi içerisinde olduklarını gösterir.
Başka bir deyişle eğer bu iki devletin karşılıklı ticari işlemleri ekonomik gelişmelere
karşı yüksek düzeyde hassas ise aralarındaki ticaret başlangıçta düşük bir seviyede
olsa
bile
bu
iki
devlet
yüksek
derecede
karşılıklı
bağımlı
olarak
değerlendirilir(Cooper 1972: 159).
Bu tanımlama işlemlerin miktarına bağımlı bir açıklamadan ziyade karşılıklı
bağımlılığın sezgisel bir açıklamasına daha yakın olarak değerlendirilmektedir.
Ayrıca benzer bir şekilde bazı ekonomistler tarafından karşılıklı bağımlılık ekonomik
bütünleşmenin bir tanımı olarak da kullanılabilmektedir(Tollison ve Willett, 1973:
255). Dolayısıyla bu seviyede bütünleşme ve karşılıklı bağımlılık kavramsal olarak
birbirinin yerine geçebilen terimler olarak gösterilebilmektedir.
Hassasiyet karşılıklı bağımlılığın tek boyutu değildir. Karşılıklı bağımlılığın bu formu
genellikle katılımcılar tarafından onaylanması için ele alınan ve meydana getirilen
bir iskelet yapı içerisindeki karşılıklı münasebet tarafından oluşturulmuştur. Böylece
1960lı yılların sonlarındaki sabit oranlı parasal değişim sistemi altında Avrupalı
devletler Amerikan para politikalarına bağımlı dolayısıyla hassas hale gelmişti. Diğer
taraftan
benzer
şekilde
Birleşik
Devletler
de
Avrupalı
devletlerin
gayret
göstermeksizin altınla değiştirilebile doları ellerinde tutma kararlarına bağlı hareket
etmek durumunda idi.
Birleşik Devletlerin Avrupalı Devletlerin doları ellerinde tutmaya devam etmelerine
dair kararlarına bağımlılığı, uzun bir zamana kadar dolarların altın karşılığında
bedelleri ödenerek alınmasının reddedilmesi gibi kuralların tek taraflı olarak
değiştirilmesi ile basit bir inisiyatif kullanılması şeklinde azaltılabilirdi. Bundan sonra
artık başka bir sorunun sorulması gerekir: sistemdeki hangi aktörler para
sisteminde olduğu gibi kurallarda meydana gelebilecek değişikliklere karşı ya da
sistemdeki karşılıklı münasebet seviyelerinin etkili şekilde azalmasına karşı çok
dayanıklı ve güçlü, hangileri de daha az dayanıklı ve güçlüdür? Bu savunmasızlık
bağlamında az bağımlı aktör, oluşturulan bir yapı içerisinde meydana gelen karşılıklı
münasebetlere karşı ille de daha az duyarlı olmak durumunda değildir. Ancak
456
Bölgesel Bütünleşme Olanakları ve Uluslar arası Yabancı Yatırımların İşlevsel Rolü
göreceli olarak sonuçtan daha az maliyetlere ya da ilişkini etkili değişimine maruz
kalabilir.
Savunmasızlığa
dayalı
karşılıklı
bağımlılık
ekonomik
bütünleşmenin
değişen
tanımları ile doğrudan bir paralellik arz etmeyebilir. Bununla birlikte bölgesel bir
grup içerisindeki birçok aktör arasındaki güç ilişkileri veya ekonomik münasebetlerin
diğer vaziyetleri muhtemelen bu ilişkilerin bozulmaları karşılığında oluşabilecek
maliyetler dolayısıyla çok güçlü bir şekilde etkilenirler(Lindberg, 1966: 19). Bu
sebepten dolayı savunmasızlık bağlamındaki karşılıklı bağımlılık bir ortak pazarda ya
da bir yayılma alanındaki ilişkilerin yapısının analizi konusu ile özellikle bağlantılıdır.
Burada önemli sorun şudur: hangi aktör karşılaşılan olgu ya da problemlerin
tanımlayıcısıdır veya oyun teorisi bağlamında hangi aktör maliyetleri ödeme
düzeyini tekrar yapılandırabilir(Lanyi, 1971: 32)? Mademki politikada olduğu gibi bir
bütünleşme süreci içerisinde de önem arz etmesi dolayısıyla aktörlerin göreceli
güçleri savunmasızlığa dayalı karşılıklı bağımlılık modellerinin ve bu modeller
içerisindeki asimetrilerin sıkı bir tahlilidir o halde bölgesel veya diğer ekonomik
işlemlerdeki davranışsal açıklamaların karmaşıklığı kaçınılmaz bir unsur olacaktır.
Politik Bütünleşme Ve Karşılıklı Bağımlılık
Siyaset bilimcilere göre ekonomik ve sosyal bütünleşme ile karşılıklı bağımlılık
kavramları hükümetler tarafından algılanıp onlar üzerine faaliyetler yapıldığı hatta
teşvik edildiği zaman çok daha anlamlı ve ilgi çekici konuma gelirler. Siyasi
bütünleşme üzerine çalışma yapan bilim adamları dikkatlerinin önemli bölümünü
uluslar arasındaki ortak karar alma sisteminin zaman içerisindeki dönüşümü üzerine
yoğunlaştırmışlardır. Siyasi karşılıklı bağımlılık bir sistemin herhangi bir bölümü
içerisindeki aktörler tarafından alınan kararların kasıtlı ya da kasıtsız sistem
içerisindeki diğer aktörlerin kararlarını etkileyebilme ölçüsüne işaret eder. Siyasi
bütünleşme bilinçli olarak ortak bir anlayışla ve böylece ille de düzeyinin
azaltılmasına gerek kalmaksızın siyasi karşılıklı bağılılığın doğasının değişmesi ile
siyasi karşılıklı bağımlılığın karşıt maliyetlerini azaltma girişimi olarak ele alınabilir.
Bu çatışmanın ortadan kalktığı anlamına gelmez. Aslında çatışma ya da çatışmanın
ciddi tehdidi siyasi bütünleşme konusunda teşvik edici girişimlerin dikkate değer
unsurları olarak ele alınabilir.
Keohane ve Nye’ye göre politik karşılıklı bağımlılık direkt de olabilir. Hükümetler
doğrudan diğer devletleri etkileyen faaliyetlere girişebilirler. Örneğin ABD ve Rusya
stratejik olarak doğrudan birbirlerine karşılıklı bağımlıdırlar. Her ikisi de karşılıklı
olarak birbirlerinin politikalarıyla ilgili yakın takip içerisindedir. Birisinin uygulamış
olduğu her hangi bir politika (ister ekonomik, ister sosyal isterse uluslararası alanı
457
Cemal Zehir – Selman Duran
ilgilendirsin) diğerinde doğrudan etkilere sebep olur. Aynı durum AB, Japonya ve
ABD arasındaki ilişkiler içinde geçerlidir. Özellikle büyük sermaye sahiplerinin
bitmek tükenmek bilmeyen ve sınır tanımayan aşırı derecede hızlılık gerektiren
hareketlilikleri bu bağımlılık derecesini gün geçtikçe artırmaktadır. Dolayısıyla
bağımlılık ölçüsüne göre devletleri birlikte hareket etmeye ve uyum ve ahenk
içerisinde faaliyet göstermeye zorlamaktadır(Keohane ve Nye,1993: 384).
Dönüşüm Yaşayan Uluslararası Sistem, Egemenlik Kavramı ve Siyasi
Bütünleşme:
Egemenlik; üstün ya da üstünlük anlamında kullanılan Latince kökenli bir
kavramdır.
Klasik
teori,
egemenliği
devlet
olmanın
statik
unsuru
olarak
algılamaktadır. Bu kapsamda egemenlik “Muayyen bir ülkede devlet kişiliğine bağlı
olan, ondan ayrılmayan asli ve en yüksek hukuki iktidar veya kudret olarak
tanımlanmaktadır (Kubalı, 1971: 44). Bu tanımlama iki unsuru içermektedir.
Birincisi olumsuz, hiçbir şeye bağımlı olmama, ikincisi ise olumlu, her şeyi
zorlayabilme unsurudur.
Egemenlik tanımların hepsinde var olan ortak özellik, egemenlik kavramının eş
düzeyde ya da daha üst düzeyde herhangi bir başka güç tanımadığıdır.
Eismein egemenliği; “yönettiği ya da yönlendirdiği ilişkilerde aynı düzeyde veya
üstün bir güce bağımlı olmayan otorite” olarak tanımlamaktadır. Yine Eismein’e
göre egemen yetki, “karar verme, istediği gibi hukuk normu belirleme ve bu
normları uygulama yetkisi”dir (Eismein, 1989: 274).
Bir devlet bünyesinde egemenlik, kuvvetler ayrılığı ilkesi çerçevesinde; yasama,
yürütme ve yargı yetkisi seklinde üç ayrı organ tarafından kullanılmaktadır. Bu
yetkilerin kullanılma yöntemleri her devletin anayasasında açıkça belirlenmiştir.
Küreselleşen dünya koşulları teknolojik, ekonomik, ticari iletişim vb. konularda
büyük değişikler meydana getirmiştir. Bu kapsamda değişik ülkelerdeki bankalar,
şirketler, holdingler birleşme stratejisi uygulayarak varlıklarını devam ettirmeye,
verimlilik ve etkinliklerini artırmaya çalışmaktadırlar.
Hızla değişen küreselleşme koşulları devletleri de etkilemektedir. En çok etkilenen
husus, devletlerin mutlak egemenlik anlayışıdır. Klasik egemenlik anlayışı önemli bir
dönüşüm sürecine girmiştir. Sayıları hızla artan uluslararası antlaşmalar devletlerin
egemenlik
yetkilerini
sınırlamaktadır.
Uluslararası
antlaşmaların
ve
evrensel
değerlerin dışında kalan devletler uluslararası camiada dışlanmaktadır.
Siyasi Bütünleşmede; kurucu antlaşmalar ile üye devletler, bir kısım egemenlik
458
Bölgesel Bütünleşme Olanakları ve Uluslar arası Yabancı Yatırımların İşlevsel Rolü
yetkilerini sınırlarlar ve bir kısım egemenlik yetkilerini de birliğin organlarına
devrederler. Sınırlanan ve devredilen egemenlik yetkileri Siyasi Bütünleşme sonucu
kurulan Uluslarüstü Örgüt’ün kuruluş amaçlarına uygun olarak belirlenmelidir. Bu
husus doğrudan son sekli verilen hukuk düzeni olarak belirlenebileceği gibi, gelişimi
belirli safhalara bölen bir dönüşüm sürecini de kapsayabilir.
Sonuç
Avrupa Birliğinin Uluslararası sistemde daha önce tecrübe edilmemiş bir yapıya
dönüşmesi, uluslararası örgütlenmelerin gittikçe uluslarüstü yetkilere ve faaliyetlere
sahip olması ve devletlerin uluslararası arenada birbirlerine karşı artan karşılıklı
bağımlılıkları üye ülkeler açısından egemen ulus-devlet modelinin sonu olacak gibi
gözükmektedir. Bugünkü haliyle bile, bir ulusüstü yönetim olarak Birlik organları,
ekonomiden sosyal politikaya ve çevre konularına kadar geniş bir alanda ulus
devletin yetkisini aşındırmış, egemenlik alanını daraltmıştır. Ulus devletin egemenlik
alanının daralması yalnızca Avrupa’ya özgü değildir. Genel olarak uluslararası
alanda ulus devleti gitgide aşındırmakta olan üç boyutlu bir sürecin yaşandığı
görülmektedir: Birinci boyut yukarıdan aşağıya doğru işlemekte ve ulus devleti
ulusüstü siyasal yapılar içinde eritmektedir. Avrupa Birliği bunun en gelişmiş
örneğidir.
Ayrıca,
ulus
devletler
tarafından
kontrol
edilemeyen
uluslararası
şirketlerin ve piyasaların aşındırıcı etkisini de bu boyutun içinde değerlendirmek
gerekir.
İkinci boyut, ulus devletin kendi içinde yaşadığı süreçtir. Devletin küçültülmesi,
özelleştirme, kamu sektörüne güvensizlik, merkeziyetçiliğin azaltılması, sosyal
haklarda gerileme gibi yeni liberal ideolojiye dayanan reformlar ulus devletin klasik
fonksiyonlarında önemli bir azalmaya yol açmıştır.
Üçüncü boyut, aşağıdan yukarıya doğru işlemekte ve bazı ülkeler bakımından ulus
devleti eriten en etkili süreç olarak kendini göstermektedir. Bu süreç bölgeselleşme
olarak adlandırılabilir. Birçok ülkede, ulus devletin içinde yer alan tarihsel, siyasal,
etnik, kültürel ya da ekonomik özellikleriyle farklılaşan bölgeler 20. yüzyılın ikinci
yarısında devletin işleyişinde söz sahibi olmuştur. Belçika, katı bir üniter devlet
yapısından
bölge
ve
topluluk
esasına
dayanan
bir
federasyona
dönüşmesi
bakımından bu konuda uç örnektir.
20. Yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan küreselleşme dalgası, toplumsal yaşamın
her alanında köklü değişimlere kapıyı aralamıştır. Küreselleşmenin siyasal boyutu
bakımından yakın vadede gerçekleşmesi beklenen ve kısmen günümüzde de
gerçekleşmiş
olan
sonuç,
ulus
devletin
egemenlik
alanının
büyük
ölçüde
daralmasıdır. Egemenlik alanındaki daralmanın, Avrupa’da, ulus devletlerin ulusüstü
459
Cemal Zehir – Selman Duran
bir siyasal birlik içinde erimesine yol açtığını görmek için çok uzun bir süre
beklemek gerekmeyecektir. Ulus devletin boş bıraktığı alan, ulusaltı ve ulusüstü
iktidar merkezleri tarafından doldurulmaktadır. Böylece, ilk bakışta çelişki gibi
görünen bir durumla, küreselleşme ile bölgeselleşme ve yerelleşmenin eş zamanlı
olarak yaşandığı bir süreçle karşılaşıyoruz.
Sonuç olarak yaklaşık çeyrek asırdır dönüşüm çerisinde olan bu uluslararası yapıda
ulusların birbirleri ile olan stratejik işbirliği, ortak ticari anlaşmaları ve sermayenin
karşılıklı geçişkenliği sistem için dikkatle ele alınması gereken bir durumdur.
Dünyanın bir çok bölgesinde meydana gelen bölgesel ekonomik bütünleşme
hareketleri,
içlerinde
barındırdıkları
yabancı
yatırımlar
ölçüsünde
derinlik
kazanabilmekte ve bölgesel istikrarı sağlayabilmektedir. Kuşkusuz söz konusu
yatırımlar,
aynı
zamanda
bölgenin
bir
bütün
olarak
kaynaklarının
verimli
kullanılmasını ve ekonomik refah daha geniş alanlara yayılmasını sağlayacaktır.
Kaynakça
ALKİN E., (2001), Büyüme-İstikrar- Yabancı Sermaye İlişkisi, TCMB Eğitim
Müdürlüğü, Ankara.
CHADWİCK R. W., (1972), A Breif Critique of Transaction Data and Analysis,
International Organization, c.26.
COOPEr R. N., (1972), Economic Interdependence and Foreign Policies in the
Seventies”, World Politics, c.24.
EİSMEİN C. B., (1989), Souverainete en Crise, RDP, No.l. Paris.
EVANS K., (2002), Foreign Portfolio and Direct
Investment, Global Forum On
International Investment, Sayı: Aralık.
HERZ J., (1959), International Politics in the Atomic Age, Colombia University
Press, New York.
ROSECRANCE R., (1973), International Relations,
Hobbes
T.,
Leviathan,
(1651),
McGraw-Hill, New York.
Basil
Blackwell,
Oxford.
Deutsch K. W. ve diğerleri, (1957), Political Community and the North
Atlantic Area, Princeton University Press, Princeton.
HAAS E., The Uniting of Europe, (1958), Standford University Press, Standford.
Lindberg L. N. ve Scheingold S. A., (1971), Regional Integration: Theory and
Reaserch, Harvard University Pres, Cambridge.
460
Bölgesel Bütünleşme Olanakları ve Uluslar arası Yabancı Yatırımların İşlevsel Rolü
KEOHANE R. O. ve Nye J. S., (1975), International Interdependence and
Integration, Der: Fred I. Greenstein ve Nelson W. Polsby, Handbook of
Political
Science,
Addison,
Wesley.
Haas E., (1971), The Study of Reginal Integration: Reflections on the Joy
and anguish of Pretheorizing, Der: Leon N. Lndberg, Stuart A. Scheingold,
Regional Integration: Theory and Reaserch, Harvard University Pres,
Cambridge.
NYE J. S., (1968), Comperative Regional Integration, International Organization,
c.22.
KEOHANE R. O. ve Nye J. S., (1971), Peace in Parts, Little Brown, Boston.
KEOHANE R. O. ve Nye J. S., (1993), International Interdependence and
Integration, Der: Paul R. Viotti ve Mark V. Kauppi, International Relations
Theory, Needham Heights, Massachusetts.
KUBALI H. N., (1971), Anayasa Hukuku Dersleri (Genel Esaslar ve Siyasi Rejimler),
İ.Ü.H.F. Yay., İstanbul.
LANYİ A., (1971), Political Aspects of Exchance Rate Systems, Der: Richard Merritt,
Communications in International Politics, University of Illinois Press, Urbana.
LİNDBERG L. N., (1966), Decision Making and Integration in the European
Community, International Political Communities’in içerisinde, Anchor Books,
Garden City.
MORGENTHAU H. J., (1946), Scientific Man Versus Power Politics, University of
Chicago Press, Chicago.
TOLLİSON
R.
D.
ve
Willett
T.
D.,
(1973),
International
Integration
and
Interdependence of Economic Variables, International Organization, c.27.
UNİTED Nations Report, (1999), “Foreign Portfolio Investment & Foreign Direct
Investment:Characteristics, Similarities, Complementarities and Differences,
Policy Implications And Development Impact”, Haziran.
URAS G., (1979), Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, İstanbul.
UYGUR
E.,
(2001),
Türkiye’nin
Yürürlüğe
Koyduğu
İstikrar
Programlarının
Başarısında Yabancı Sermaye Girişlerinin Yeri ve Önemi, TCMB Eğitim
Müdürlüğü, Ankara.
VAROL K., (2005), Doğrudan Yatırım Yerine Kredi, Activeline Gazetesi, Sayı: 60.
461
Cemal Zehir – Selman Duran
WALTZ K. N., (1959), Man, the State and War, Colombia University Press, New
York.
YILMAZ İ., (1988) Dünyada ve Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları ve
Beklentiler, Yased, yayın No: 33, Istanbul.
YOUNG O. R., (1969), Interdependencies in World Politics, International Journal,
c.24.
462
Download