tc ankara üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü halkla ilişkiler ve

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM
ANABİLİM DALI
ALEVİ MEDYASI ÜZERİNE BETİMLEYİCİ BİR ANALİZ
Yüksek Lisans Tezi
Gülistan ELMACIOĞLU
ANKARA-2016
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM
ANABİLİM DALI
ALEVİ MEDYASI ÜZERİNE BETİMLEYİCİ BİR ANALİZ
Yüksek Lisans Tezi
Gülistan ELMACIOĞLU
Tez Danışmanı
Yrd. Doç.Dr. Halise Karaaslan Şanlı
ANKARA-2016
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM
ANABİLİM DALI
ALEVİ MEDYASI ÜZERİNE BETİMLEYİCİ BİR ANALİZ
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı
Yrd. Doç.Dr. Halise Karaaslan Şanlı
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı
İmzası
……………………………………..
.. …………………………………….
…………………………………………
Tez Sınavı Tarihi…………………………..
………………….
………………...
………………..
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış
ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin
gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı
ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. ( ……/……/2016)
Tezi Hazırlayan Öğrencinin
Adı ve Soyadı
İmzası
…………………
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER .................................................................................................... i
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
I.BÖLÜM : TEORİDE VE PRATİKTE ALTERNATİF MEDYA ................... 11
1. Alternatif Medyaya Doğru Medyanın Genel Bir Görünümü ...................... 11
2. Alternatif Medyayı Tanımlamak: Çeşitli Tanımlar ve Farklı Yaklaşımlar 18
3. Alternatif Medya Tarihine Bakmak ............................................................... 27
3.1. Alternatif Basın .......................................................................................... 28
3.2. Alternatif Radyolar.................................................................................... 31
3.3. Alternatif Film, Video ve Televizyon ....................................................... 34
3.4. İnternetin Alternatif Kullanımı ................................................................ 37
4. Radikal Demokrasi, Yeni Toplumsal Hareketler ve Alternatif Medya ...... 39
II. BÖLÜM: TÜRKİYE’DE ALTERNATİF MEDYA ........................................ 46
1.Siyasal İktidarların Gölgesinde: Dünden Bugüne Türkiye Medyası’nın
Oluşumu ve Denetimi ......................................................................................... 46
2.Türkiye’nin Muhalif Medyaları: Örnekler Üzerinden Bir Değerlendirme54
3.Alevi Medyası ..................................................................................................... 66
3.1.Alevi Medyası’nın Doğuşu ......................................................................... 66
3.2.Alevi Televizyon Kanalları ............................................................................ 77
3.2.1. TV 10 Süreci ............................................................................................ 78
3.2.2. Cem TV Süreci ........................................................................................ 82
3.2.3. Barış TV Süreci ....................................................................................... 84
3.2.4. Yol TV Süreci .......................................................................................... 86
3.3.Alevi Radyoları ............................................................................................... 87
3.4.Alevi Basını ..................................................................................................... 90
3.4.1. Almanya’da Çıkarılan Dergiler ............................................................. 90
3.4.2.Türkiye’de Çıkarılan Dergiler ................................................................ 92
III.BÖLÜM: ALTERNATİF BİR MEDYA FORMU OLARAK ALEVİ
MEDYASI ................................................................................................................. 96
1.
Alevilerin Sesi Dergisi’nin Analizi ............................................................... 96
1.1.Alevilik Tarihi’ne Farklı Pencereden Bakmak : Katliam ve Sürgünler 98
1.2.Aleviliğin İnançsal ve Kültürel Boyutlarını Yaşatmak : Folklorik Öğeler
.......................................................................................................................... 102
i
1.3. Alevilerin Talep ve Sorunlarını Gündeme Taşımak : Çözül(e)meyen
Hususlar ........................................................................................................... 104
1.4. Eleştirel İçerik Üretimi : Muhalif Sesler ............................................... 106
1.5. Alevilerin Sesi Olabilmek : Röportajlar ve Yorum Yazıları ............... 110
2. Cem Dergisi’nin Analizi ................................................................................. 114
2.1. Alevi Taleplerinin “Takipçisi” : İzzettin Doğan’ın Başyazıları.......... 115
2.2. Aleviliğin Temel Taşları : Düşünce ve İnanç Yazıları .......................... 116
2.3. Alevileri Yerinde Gözlemlemek : Aleviliğe ve Alevilere Dair İnceleme
ve Saha Araştırmaları .................................................................................... 118
2.4. Alevi Ozanları ve İnanç Önderlerini Anmak ve Tanıtmak : “Canlar
Köşesi” ............................................................................................................. 120
3. Alevi Dergileri’nde “Kadın ve Kadınlar Günü”ne Bakış : Alevilerin Sesi ve
Cem Dergisi Özelinde Kadın Teması ................................................................ 121
4. Cem TV ve TV 10 Televizyon Kanallarının Karşılaştırmalı Analizi ........ 126
SONUÇ .................................................................................................................... 132
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 135
ÖZET....................................................................................................................... 144
ABSTRACT ............................................................................................................ 145
EKLER .................................................................................................................... 146
ii
GİRİŞ
“Alevi Medyası Üzerine Betimleyici Bir Analiz” başlığını taşıyan bu tez
çalışmasında, Alevi medyasının
(dergi, gazete, radyo ve televizyon) alternatif
medyalar arasındaki yeri ve alternatif bir medya kamusal alanı yaratma biçimi
sorunlaştırılmıştır. Alternatif bir medya formu olarak, Alevi medyasının Alevi
toplumuna ne sunuyor olduğu, hangi temalar ve konular etrafında yayınlar yaptığı,
merkezi medyadan dışlanan ve görülmeyen bir toplum olan “Alevilerin sesi”
olabilmek için yayınlarında nelerin öne çıkarıldığı, kısacası, yayın politikaları ve
içerikleri irdelenmeye çalışılmıştır. Tezin amacı, bugünü kadar akademik alanda hak
ettiği ilgiyi bulamayan Alevi medyasının tarihsel gelişim sürecini de sergileyerek,
alternatif medyalar arasındaki yerini ve niteliklerini tanımlayabilmektir.
Bu hedefle tezde, Türkiye’de karşıt-kamusal bir alan yaratarak seslerini
duyurmaya çalışan etnik ve dini azınlıkların ya da kadın, işçi, gay-lezbiyen vb.
grupların yarattıkları alternatif medyalar içinde, Alevi medyasını betimleyen/tasvir
eden bir analiz yürütülmüş ve şu sorulara yanıt aranmıştır:
1. Alevi medyası nasıl doğmuştur, bu medyaların doğuşuna zemin hazırlayan
toplumsal, kültürel ve siyasal etkenler nelerdir?
2. Alevi medyası Alevi toplumuna ne sunmaktadır ve nasıl bir yayın politikası
ve yayın içeriği takip etmektedirler?
3. Alevi medyası arasında farklılıklar var mıdır; var ise bunlar ve bu farklılıklara
neden olan unsurlar nelerdir?
4. Alevi medyası kendilerini nasıl tanımlamaktadırlar?
5. Alevi medyası ne tür sıkıntılar ve zorluklar yaşamaktadır?
1
6. Alevilik kültürü ve inancı hakkında ne tür programlar yapılmaktadır?
7. Alevilerin talep, istek ve sorunlarını gündeme getiren yayınlar üretilmekte
midir?
Bu araştırma sorularıyla birlikte Alevi medyasının ortaya çıkış koşulları, yayın
içerikleri ve politikaları, Alevi toplumuna ne şekilde hizmet ettikleri, Alevilik kültürü
ve inancını yaşatma biçimleri ve Alevi toplumunun sorunlarını görünür kılabilme
becerileri, alternatif medya tanımlamaları ve yaklaşımları çerçevesinde ele alınarak,
Alevi medyasının alternatif medya olabilme potansiyelini açığa çıkarmak
amaçlanmıştır. Yukarıda verilen sorulara Alevi medyasının alternatif medya içindeki
yerinin araştırılması ve saptanması niyetiyle yanıt aranmıştır. Ana sorunsal, Alevi
medyası içinden seçilen iki dergi ve iki televizyon kanalının alternatif medya
yaklaşımları açısından sınanması ve alternatif medya niteliğinin ortaya koyulabilmesi
çabasıdır. Bu nedenle çalışmada Alevi medyasına yaklaşırken nitel analiz
yöntemleri1 içinde yer alan ve Alevi medyasının mevcut durumunu incelemek
açısından elverişli olan “betimsel analiz yöntemi”2 ile çalışılmıştır. Alevi medyasının
yayın içeriğinin, politikasının ve alternatif yönlerinin saptanmasında betimsel analiz
yöntemi ile Alevilerin Sesi ve Cem Dergisi’nin dörder sayısından elde edilen veriler
temalara göre özetlenip yorumlanmıştır. Temaların sunumunda dergilerden doğrudan
1
Nitel veri toplama yöntemleri, iki genel başlık altında ele alınabilir. Bunlar sırasıyla, “temel veri
toplama yöntemleri” ve “destekleyici veri toplama yöntemleri”dir. Temel veri toplama yöntemleri
arasında katılımcı gözlem, doğal gözlem, belge incelemesi ve derinlemesine görüşme gibi yöntemler
bulunmaktadır. Bu tez çalışmasında veriler, derinlemesine görüşme ve dergi incelemesi sonucunda
elde edilmiştir (Özdemir, 2010:327).
2
Betimsel analiz, elde edilen verilerin çeşitli temalar çerçevesinde yorumlanması ve özetlenmesini
içeren nitel veri analiz türlerinden biridir. Bu analiz türünde, araştırmacı, elde etiiği verileri doğrudan
alıntılara da yer vererek, ortaya çıkan ortak temalar etrafında yorumlamaktadır. 4 aşamada gerçekleşen
betimsel analizin ilk aşamasında, araştırmacı araştıma sorularına paralel olarak görüşme ve gözlemler
de bulunur ve kavramsal bir çerçeve çizer. Bu kavramsal çerçeve ile verilerin hangi temalar altında
düzenleneceği ve sunulacağı belirlenir. Daha sonrasında veriler anlamlı ve mantıklı bir biçimde bir
araya getirilir. Doğrudan alıntılara da başvurularak veriler tanımlanır. “Bu sürecin sonucunda
araştırmacı tanımlamış olduğu bulguları açıklar, ilişkilendirir ve anlamlandırır” (Özdemir, 2010:323343).
2
alıntılara başvurularak; Alevilik kültürü ve inancının yaşatılması, Alevilerin talep ve
sorunlarının gündeme taşınması, Alevilerin medyaya katılım süreci, Alevilerin
asimilasyon politikalarına karşı bir medya kamusal alanının yaratılması ve Alevilerin
sesi olmak konusunda Alevi medyasının ne gibi yollara başvurduğu vb. konular
çerçevesinde ortak temalar kategorilendirilerek aktarılmıştır. Diğer bir ifadeyle,
dergilerin alternatif medya niteliklerinin irdelenmesi, dergilerden toplanan verilerin
belirli temalar etrafında gruplandırılarak ve ilişkilendirilerek analizinin yapılması ile
saptanmaya çalışılmıştır. Analiz sonucunda Alevilerin Sesi Dergisi’nin alternatif
medya olma niteliğini, Alevilere Alevilik kültürü ve inancı konusunda yol
gösterici/bilgilendirici yayınlar üretmesi, Alevilerin talep, istek ve sorunlarını dile
getirmesi, Alevilerin doğrudan sesi olma gayreti içinde olması, azınlıklarla kurduğu
dayanışma ağı ve iktidara karşı eleştirel içerik üretebilmesi açısından kazanmış
olduğudur. Derginin alternatif bir medya kamusal alanı yaratmış olduğu bulgusuna,
dergiden alınan verilerin betimsel analize tabi tutulması ile açığa çıkarılan temaların
yorumlanması sonucunda ulaşılmıştır. Cem Dergisi’nden alınan veriler de aynı
şekilde belirli temalar çerçevesinde kategorilendirilerek yorumlanmış ve Alevilerin
Sesi Dergisi’ne paralel olarak Alevi toplumuna hizmet etme, Alevilerin sesi
olabilme, Alevilerin talep ve sorunlarını gündeme taşıma konusunda alternatif medya
niteliklerini taşıdığı fakat azınlıklarla dayanışma noktasında Alevilerin Sesi
Dergisi’nden geride kaldığı görülmüştür. TV 10 ve Cem TV televizyon kanallarının
karşılaştırmalı analizi sonucunda ise, Cem TV’nin Cem Dergisi’ne paralel şekilde
aynı biçimlerde bir alternatiflik yarattığı, TV 10 kanalının da Alevilerin Sesi
Dergisi’ne benzer şekilde alternatif bir medya formu yarattığı açığa çıkarılmıştır.
3
Bu tez çalışması kapsamında, Alevi medyası üzerine yürütülen araştırma
sahasında iki ayrı yol takip edilmiştir. İlk olarak çalışmada, Alevi medyasının mevcut
durumunu ortaya koymayı hedefleyen bir betimleme yapılmaya çalışılmıştır. Alevi
medyasının doğuşu toplumsal, siyasal ve kültürel boyutlarıyla anlaşılmaya çalışılmış
ve yayını sonlanan ya da devam eden Alevi medyası üzerine bir araştırma
yürütülmüştür. Fakat araştımanın bu kısmı, Alevi yayınlarına dair yazılı kaynak ve
arşiv çalışması eksikliği nedeniyle genel olarak Alevi medyasını kuran kişiler ya da
Alevi
örgütlerinde
yer
alan
üyeler
ile
yapılan
görüşmeler
neticesinde
oluşturulmuştur. Bu nedenle elde edilen verilerin sözlü aktarımlar yoluyla derlenmiş
olması dolayısı ile çalışmanın bu ayağı, belli sınırlılıkları ve eksiklikleri de
beraberinde getirmiştir. Bunlara ek olarak, Cem Dergisi’nin arşivine ulaşmadaki
sıkıntı ve Cem Vakfı’nın derginin vakıf dışına çıkarılmasına izin vermemesi derginin
analiz edilme sürecinde zorluklara neden olmuştur. Benzer şekilde Alevilerin Sesi
Dergisi’nin Almanya’da çıkarılması ve Türkiye’de satılmaması dergiyi edinebilme
sürecinde zaman kaybına neden olmuş ve derginin analiz döneminde daha verimli bir
bir çalışmayı olanaksız kılmıştır.
Tez çalışması kapsamında takip edilen ikinci yol, Alevi medyasının alternatif bir
medya formu olarak kabul edilmesi temeli üzerine kurulmuştur. Buradan hareketle,
biri yurt dışı diğeri yurt içinde yayınlanmış olan iki dergi çalışma örneklemine
alınarak, alternatif medya formları olarak incelenmiştir. Yurt dışında çıkan ve yayını
devam eden Alevilerin Sesi Dergisi ve yayını 2003’te son bulmuş olsa da Türkiye’de
çıkan en uzun soluklu Alevi yayını olan Cem Dergisi tematik bir analize tabi
tutulmuş ve alternatif bir medya türü olarak nitelikleri irdelenmeye çalışılmıştır.
Bunlara ek olarak Cem TV ve TV 10 televizyon kanallarının yayın politikaları ve
4
içerikleri genel bir çerçevede ele alınmış ve alternatif televizyonlar içindeki yerleri
saptanmaya çalışılmıştır. Bu dergi ve televizyon kanallarının araştıma örneklemine
alınmasındaki faktörlerden birisi Alevi medyası içinde öne çıkmaları ise, bir diğer
faktör, Alevi medyası arasındaki söylem farklılıklarının ortaya koyulması niyetidir.
Türkiye’de alternatif medya konusundaki tez çalışmalarının onbiri iletişim
alanında3 olup; biri siyasal bilimler4, diğeri eğitim-öğretim5 alanında çalışılmış iki tez
çalışması ile birlikte toplam on üç çalışma mevcuttur. İletişim alanındaki tezlerin
ikisi doktora çalışması6 iken, geriye kalan dokuz çalışma yüksek lisans tezidir.
İletişim alanında hazırlanan bu çalışmalar içinde Alevi medyası üzerine eğilen tek
çalışma Işıl Tombul (2011)’un Alevi Topluluk Kültürünün Biçimlendirilmesinde
Televizyonun Rolü başlıklı doktora tezi çalışmasıdır. Bu çalışmada Tombul TRT,
Cem TV ve Yol TV’de Aleviliğin temsili sorununa eğilmiş, özel olarak bu
medyaların alternatif bir medya formu olarak nitelikleri üzerinde durmamıştır.
İletişim alanı dışında Alevi yayınlarının çalışma kapsamına alındığı üç çalışma
mevcuttur ve bunlar da din alanında hazırlanmışlardır. Hacer Tuna (2011)’nın Pir
Sultan Abdal Kültür Sanat Dergisi’nde Sunulan Alevilik adlı yüksek lisans tezi, Ayşe
Demirel (2011)’in Yazılı ve Görsel Medya ile İnternette Alevilik meselesinin Din
Eğitimi açısından İncelenmesi başlıklı yüksek lisans tezi ve son olarak Yaşar Şanlı
3
Gökhan Derelioğlu (2002) Dış Haber Yayın Sürecinde Anaakım Medyalar Karşısında Bir alternatif Medya
Modeli olarak İnternetin Konumu ve Önemi; Serdar Horuz (2005) Alternatif Medya ve İnternet Gazeteciliği;
Çağdaş Ceyhan (2008) Anaakım Medyaya Karşı Alternatif Medya: Alternatif Gazeteler Olarak Ahali ve
Mülksüzler; Yücel Mete (2008) Alternatif Medya Biçimi Olarak İnternet: Bağımsız İletişim Ağı (Bianet) Üzerine
Bir Araştırma; İlkay Kara (2008) Türkiye’de 1970’li Yıllarda Radikal Medya; Nilay Kepekçi (2011) Kentte
Gruplar ve Alternatif Medya Arayışları; Aysel Ay (2012) Alevilik Olgusu Bağlamında Sivas Olayı’nın Türk
Yazılı Basına Yansımaları; Oya Acet (2013) Alternative Media and Democracy: Political Participation and
Expression Through Social Media In Turkey; Işıl Demir (2015) Yeni Toplumsal Hareketlerin Alternatif Medya İle
İlişkisi Rizomatik Bir Medya Örneği: Sendika.org başlıklarını taşıyan yüksek lisans tezleridir.
4
Neslihan Yüksel (2015) İnsan Hakları Odaklı Sivil Toplum Kuruluşlarının Bilinirliğinin ve Kamuoyu
Araştırmasının Alternatif Medya Kapsamında İncelenmesi adlı yüksek lisans tezidir.
5
Eren Ağın (2008) Alternatif Medya ve Halk Eğitimi başlıklı yüksek lisan tezidir.
6
Ahmet Taylan (2012)’ın Alternatif Medya ve Bianet Örneği:Türkiye’de Alternatif Medyaya Dair Etnografik
Çalışma ve Işıl Tombul (2011)’un Alevi Topluluk Kültürünün Biçimlendirilmesinde Televizyonun Rolü başlığını
taşıyan doktora tezi çalışmalarıdır.
5
(2005)’nın Cem Dergisi’nde Sunulan Alevilik başlıklı yüksek lisans tez çalışmasıdır.
Bu çalışmalar dışında, Aleviler ve Aleviliğe dair Türkiye’de yapılan lisansüstü
çalışmalar şu şekildedir: Antropoloji’de altı yüksek lisans, üç doktora tezi; Tarih’te
üç yüksek lisans, iki doktora tezi; Din alanında otuz yedi yüksek lisans, yedi doktora
tezi; Siyasal Bilimler ve Kamu Yönetimi alanlarında dört yüksek lisans, dört doktora
tezi; Sosyolojide on yedi yüksek lisans, üç doktora tezi; Müzik alanında iki yüksek
lisans, iki doktora tezi, Halk Bilimi alanında beş yüksek lisans altı doktora tezi,
Edebiyat alanında üç yüksek lisans tezi ve son olarak Hukuk alanında bir yüksek
lisans tez çalışması mevcuttur. Diğer disiplinlerde Aleviliğe dair bu kadar tez
çalışması mevcut iken, Alevi medyası konusunda iletişim alanı dışında üç, iletişim
alanında ise sadece iki çalışmanın mevcut olması, Alevi medyaları konusundaki
çalışmaların kısırlığını ve bu tez çalışmasının sınırlılıkları ve eksiklikleri yanında,
iletişim alanına ufak bir katkı sunması gerçeği ile birlikte önemini ortaya
koymaktadır.
Alevi medyası üzerine yukarıda gösterilen spesifik çalışmalara kıyasla bu tez
çalışmasında Alevi medyasının kurucuları, yöneticileri ve önde gelen isimleriyle7
yapılan “derinlemesine görüşme”lerle bu medyaların kuruluş niyetleri, işlevleri ve
alternatif medya olarak nitelikleri sorgulanmıştır. Alevilerin bu medyalara olan
katılım süreçleri, Alevilere ve Aleviliğe dair yapılan üretimler bu görüşmeler
neticesinde anlamaya çalışılmıştır. Bu nedenle bu tez çalışması Alevi medyasını
7
Deniz Kifayet -PSAKD Maltepe Şube Başkanı; Şükrü Yıldız - TV 10 televizyon kanalının sahibi ve kurucusu;
Erol Güngören Barış TV eski reklam ve program koordinatörü; Murat Ongun Cem Tv eski Genel Yayın
Yönetmeni; Dursun Taşdelen Cem Radyo kurucu üyesi; Doğan Bermek -ABF eski Başkanı ve Cem Vakfı ve
Cem TV kurucu üyesi; Hamit Hasbay – Barış TV Genel Yayın Yönetmeni; Mustafa Çim- Cem TV Genel Yayın
Yönetmeni; Ayhan Aydın- Cem Tv ve Barış Tv eski program yapımcısı, Cem Dergisi eski Genel Yayın
Yönetmeni ve aynı zamanda araştırmacı- yazar, Doğan Bermek- Alevi Vakıfları Federasyonu eski Başkanı ve
Cem Tv kurucu üyesi.
6
genel bir çerçeve içinde tanıtması ve seslerine bilimsel bir çalışma ile ses katması
açısından önemlidir.
Alevi medyasının alternatif bir medya türü olarak öne çıkan nitelikleri, alternatif
medya teorileri ve pratikleri baz alınarak çalışılmıştır. Alternatif medyalar konusunda
pek çok farklı tanımlama ve yaklaşım mevcuttur. Mitzi Waltz (2005), alternatif
medyaları anaakımda yer bulamayan gruplar için yapılan yayıncılık ya da farklı bir
bakış açısıyla değişimi destekleyen bir gazetecilik örneği olarak tanımlar. Clemencia
Rodriguez ise alternatif medyaları anaakıma karşı konumlandırmak yerine, bu tür
medyaları hali hazırdaki medyayı aktif bir şekilde dönüştürmeye çalışan ve
yurttaşlığı ön plana çıkaran bir mücadele alanında toplumsal kodları değiştirmek için
çaba harcayan bireylerin yarattığı medya olarak tanımlar ve bu tür medyaları “yurttaş
medyası” olarak adlandırır. Chris Atton (2002), alternatif medyayı ancak içerik,
form, kullandığı teknikler, dağıtım anlayışı ve kanalları, toplumsal ilişkileri
dönüştürmedeki sorumluluğu ve iletişim sürecinin dikey niteliğini değiştirmek
anlamındaki yapılanmasıyla diğer medyalardan ayırdetmektedir. John Downing
(2001), alternatif medyanın toplumsal hareketlerle dayanışma içinde olmasını ve
toplumsal dönüşüm için uğraş vermesi gerektiğini vurgular ve bu nedenle de
alternatif medyayı “radikal medya” olarak tarif eder. Bailey vd. (2008), alternatif
medyalar için 4 yaklaşım geliştirmişlerdir. Bunlar sivil toplum medyası olarak
alternatif medya, anaakıma karşıt olarak alternatif medya, topluluğa hizmet medyası
olarak alternatif medya ve rizom olarak alternatif medyadır. Rizom olarak alternatif
medya, toplumsal hareket üyelerinin (kadın, gay-lezbiyen, işçi, çevrecivb.)
birbirlerini destekleyebilecekleri ve mücadele pratiklerini ortak bir dayanışma
zemininde geliştirebilecekleri bir medya türünü tanımlamakta ve aynı zamanda
7
devlet ve pazarın kesiştiği bir kavşak noktasında yer alarak her ikisinin de
pratiklerinden faydalanan bir medya olarak tarif edilmiştir. Marisol Sandoval (2009)
da alternatif medyayı öznel ve nesnel yaklaşımlar açısından ele almıştır. Buna göre
alternatif medyalar öznel yaklaşım açısından katılımcılığa işaret eder ve bireylerin ya
da grupların medyalardaki yatay iletişim ağları içinde üretim sürecine katılmalarını
ifade eder. Nesnel yaklaşımlar ise, alternatif medyaların eleştirel içerik üretimlerine
odaklanır ve bu medyaları bu açıdan ele alır. Bu yaklaşım ve tanımlar ışığında Alevi
medyasının alternatif yönleri ve nitelikleri analize tabi tutulmuştur.
Aleviler merkezi medyadan ya dışlanmakta ya da hatalı bir anlayışla tarif
edilmekte ve gösterilmektedir. Alevilik inancı ya da kültürü hakkında gerçeği
yansıtmayan söylemler karşısında incitilen ve ikinci sınıf vatandaş konumuna
sürüklenen Aleviler için ve Aleviler adına yaratılan medyaların alternatif medya
olarak nitelendirilebilmeleri bu nedenle iki unsura bağlıdır. İlki, Alevilik kültürü ve
inancı hakkında Alevilerin asimile edilmelerine engel olabilecek yayınların
yapılması; ikincisi ise Aleviliğin farklı bir kültür ve inanç biçimi olarak kabul edilip
Alevilerin taleplerinin, sorunlarının ve isteklerinin görünür kılınmasına aracı
olabilmek ve bunu gündem haline getirebilmektir. Bu iki temel hedefi yerine
getirebilen Alevi medyasının bir diğer işlevi, alternatif olabilmenin ek bir koşulu
olan “Alevilerin kendi medyalarının üreticisi” olabilmelerine ön ayak olabilmesidir.
Bu tez çalışmasında Alevi medyaları bu hedefler doğrultusunda katılım süreçleri,
yayın içeriği ve ele alınan konular açısından tematik bir analizle incelenmiş ve
niteliği ortaya çıkarılmıştır.
“Teoride ve Pratikte Alternatif Medya” başlığını taşıyan çalışmanın ilk
bölümünde, tarihten güncele, alternatif medyaların oluşumuna zemin hazırlayan
8
unsurlar, medyanın tarihsel gelişim evreleri, dönüşümü, ekonomi politiği ve
medyanın kamu hizmeti yayıncılığı içinde ve özel teşebbüsler elindeki mevcut
durumu incelenmiş; alternatif medya tanımlamaları ile alternatif medyalar için
geliştirilen farklı kuramsal yaklaşımlar açıklanmış; alternatif medyaların dünyadaki
başlıca örnekleri de verildikten sonra alternatif medyaların radikal demokrasi ve yeni
toplumsal hareketlerle ilişkisi üzerinde durulmuştur. Bu bölümde amaç, alternatif
medyanın tarihsel arka planını ve kuramsal gelişimini anlayarak, Alevi medyasının
alternatif bir medya türü olarak yerini saptamaya çalışmaktır. Ayrıca bu bölümde
alternatif medyaların radikal demokrasi ile yeni toplumsal hareketlerle bağlantısını
ortaya koyabilmek de hedeflenmiştir.
Çalışmanın ikinci kısmını oluşturan “Türkiye’de Alternatif Medya” başlıklı
bölümde, Türkiye’de medyanın nasıl oluştuğu, ne tür siyasi baskılar gördüğü ve
Türkiye’de basın özgürlüğünün durumu ve Türkiye’deki alternatif medyaların
oluşum koşulları irdelenmiştir. Örnekler üzerinden Türkiye’deki muhalif medyaların
özlüce bir değerlendirilmesi yapıldıktan sonra bu medyalar içinde yerini almış olan
“Alevi Medyası”nın doğuşu, oluşumu, mevcut durumu ve ayrı ayrı dergi, gazete,
radyo ve televizyonları üzerinden betimlenmiştir.
“Alternatif Bir Medya Formu Olarak Alevi Medyası” başlıklı son bölümde
ise, yayını devam eden ve Almanya’da basılan bir dergi olan Alevilerin Sesi Dergisi
ve yayını 2003’te son bulan fakat Türkiye’de uzun yıllar çıkmış bir Alevi dergisi
olması dolayısı ile önem taşıyan Cem Dergisi alternatif medya niteliklerinin ortaya
çıkarılması amacıyla, yazıların içeriği ve konu başlıkları ayrı ayrı ele alınarak
tematik bir analiz yapılmıştır. Her iki derginin son üç sayısı ve son yıla ait mart
sayıları bu şekilde incelenmiş ve Alevilik inancı ve kültürü konusunda ve Alevilerin
9
talep, istek ve sorunlarına dair ne tür bir alternatif söylem oluşturdukları ve özlüce
“Alevilerin sesi” olabilmeyi ne oranda başardıkları üzerinde durulmuştur. Ayrıca her
iki dergide özel bir temaya yaklaşımın da incelenmesi niyetiyle “Kadın ve Kadınlar
Günü” mart sayılarında ele alınmıştır. Dergiler yanında TV 10 ve Cem TV de
karşılaştırmalı bir analizle yayın içerikleri ve program türleri açısından niteliksel bir
incelemeye tabi tutulmuştur. Analizler sonucunda bu dergi ve kanalların özelde
Aleviler, genelde toplumun ezilen diğer grupları (etnik ya da dini azınlıklar, kadınlar,
işçiler vb.) için nasıl bir alternatif iletişim kanalı/mecrası yarattıkları anlamaya
çalışılmıştır.
10
I.BÖLÜM: TEORİDE VE PRATİKTE ALTERNATİF MEDYA
1. Alternatif Medyaya Doğru Medyanın Genel Bir Görünümü
İletişim sözcüğü, 14. yüzyılda Fransızca’da, 15. yüzyılda İngilizce’de ortaya
çıkmış ve sözcüğün anlambilimsel gelişimi iki anlayış çerçevesinde gelişmiştir.
Latince “communicaire”den gelen sözcük, bir yanıyla, ‘katılmak’ (fiziki olarak
katılmak kastedilir) düşüncesiyle bağdaşırken; diğer yanıyla taşıma tekniklerinin ve
bireylerarası ya da toplu ilişkiler tekniklerinin (telefon, basın gibi) gelişimiyle
paylaşım düşüncesinden ‘aktarım’ düşüncesine evrilmiş ve ikili bir manaya
erişmiştir. Böylelikle iletişim kavramının kapsamı genişlemiş, kitle iletişimini ve
buna aracılık eden bir dizi kitle iletişim aracını içeren yeni bir dönem aralanmıştır.
Medya sözcüğü ise bireyler arası iletişimden farklı olarak, uzaktan iletişime geçilen
kitlelere bilgi ve haber akışını sağlamak için kullanılan pek çok yazılı ve görsel aracı
ifade etmektedir (Maigret, 2013:40-41).
Bir medya sisteminden bahsedildiğinde, belirli bir yerde ve zamanda farklı
iletişim araçları arasındaki bağları düşünmek gerekmektedir. Medya sistemindeki
değişimlerin, aynı zamanda ulaşım sistemiyle ilişkilendirilmesi; iletilerin ve
mesajların aktarımının maddi iletişim sistemlerinin bir parçası olmasından ileri gelir
(Briggs ve Burke, 2011:33). Medya, bir kitleye ya da topluluğa mesaj ve bilgilerin
uzaktan iletilmesi, saklanması ve kültürel-siyasi pratiklerin güncelliğinin sağlanması
yönünde üç temel işlevi yerine getirir (Barbier ve Lavenir, 2001:7).
11
1850-1950 yılları arasında iletişim artık ulusal uzamları aşan boyutlarda
teknik gelişmelere sahne olmuştur.8 20. yüzyılda yazılı basının ve görsel yayıncılığın
küresel boyutlarda büyümesi ve medya şirketlerinin çok uluslu yapılara dönüşerek
tekelleşmeleri devletlerin yayıncılık alanındaki kontrolünün gerilemesine ve pazar
güdümlü bir alanın genişlemesine sahne olmuştur. Basın özgürlüğü savunusunu
sadece devletin tekelinin kalkması ve serbet piyasa koşullarında medyanın
endüstriyel bir alan haline gelmesini isteyen iş adamları bu nedenle deregülasyon
politikalarına sarılmışlardır. Batı’da özellikle İngiltere ve Almanya’da devlet
denetimindeki kamu hizmeti yayıncılığı,
Amerika Birleşik Devletlerin’de özel
teşebbüslerin elinde yürütülmüştür. Kamu yayıncılığının ise zamanla ticari medyalar
karşısında toplumun ihtiyaçlarına karşılık veren yelpazede program yapamamaları
nedeniyle izlenme oranları düşmüş; yerini büyük oranda özel alanın hâkimiyetine
bırakmıştır (Keane, 2010). Alternatif medyanın hem kamusal yayıncılık anlayışından
hem de özel yayıncılık alanından uzaklaşan bir medya olarak tanımlanmasının arka
planında;
günümüzde bu iki yayıncılık anlayışlarından ilkinin iktidarların
denetimine bırakılması, ikincisinin de hem iktidar yanlısı hem de tüketimi özendiren
bir anlayışla sahiplerinin kazanç yapıları olarak görülmesi yatmaktadır.
Türkiye’de kamu yayıncılığı ve özel yayıncılık yasalarla devlet kontrolü
altına alınmıştır. Türkiye’de 1961 Anayasası’nda, 359 sayılı Radyo Televizyon
Kurumu Kuruluş Yasası çıkartılarak; 1 Mayıs 1964 tarihinde radyo ve televizyon
yayıncılığı görevi Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’na (TRT) verilmiştir.
1964’te ‘özerk’ bir kamu kuruluşu olarak faaliyete başlayan TRT’nin, 12 Mart
1970’te özerkliği kaldırılmış ve hükümetin politikalarına uygun yayınlar yapılmaya
8
1837 telgrafın icadı, 1876 telefonun ortaya çıkışı, 1899 radyo iletişim araçlarının düzenlenmesi ve
1920’lerden itibaren de televizyonun toplumların hayatına girmesi, yeni bir iletişim çağının habercileri
olmuştur (Barbier ve Lavenir, 2001).
12
başlanmıştır (Demir, 2007:171). Kamunun sesi olmaktan çok, devlet bürokrasinin
sesi olan TRT, hala bu çizgide yayın hayatına devam etmektedir.
Türkiye’de ve dünyada medya pazarında egemen olan belli başlı şirketler
vardır. Dünya genelinde hakimiyetini kurmuş ve medya piyasasını tekelinde
bulunduran sadece beş büyük şirket sayılabilmektedir: Time Warner, Disney,
Murdoch’s New Corporation, Bertelsmann of Germany ve Viacom’dur (Uzun, 2006:
639). Ülkemizde de 1990’lı yıllardan itibaren medya sektöründe yoğunlaşma9 hız
kazanmış ve medya dışı sektörlerdeki sermayedarların medya sahipliğine soyunarak,
medyayı kazanç sağlayan bir endüstriyel alan olarak görmelerine neden olmuştur
(Adaklı, 2001:145).
Alternatif medya tanımlamaları ve farklı yaklaşımlara geçmeden önce, kamu
hizmet yayıncılığının ve ticari yayıncılığın durumuna bakmak ve alternatif medyaya
neden gereksinim duyulduğunun belirtilmesi gerekmektedir. John Keane, Medya ve
Demokrasi (2010) kitabında, kamu hizmeti yayıncılığının, liberal ve çoğulcu medya
sahasında, tüm yurttaşların ve kamunun ihtiyaçlarına cevap verebilecek ve onun
taleplerini gözetebilecek bir yapıda olmadığından bahsederek; sivil toplumun
demokratik gelişimine katkıda bulunamayacağını belirtir. Bunun yanında Keane,
kamu hizmeti yayıncılığının, pazara dayalı yayıncılık anlayışından üstün yanlarını da
göz ardı etmemiştir. Keane’in tanımladığı şekliyle, kamu hizmeti yayıncılığı; karışık
ve birbirini tamamlayan programlar sunan, azınlık ve farklı türde programları
kapsayan bir yapıda olmalıdır. Bunları başarılı bir şekilde yapamayan kamu hizmeti
9
Medyada yoğunlaşma kavramı en basit tanımıyla medya sahipliğinin bir veya birkaç şirket elinde toplanması
demektir. Üç türde karşımıza çıkmaktadır: Dikey yoğunlaşma, yatay yoğunlaşma ve çapraz yoğunlaşmadır.
Dikey yoğunlaşma, “bir şirketin medya alanında üretimden tüketime kadar her aşamada kontrol ve sahipliğinin
olması ve farklı medya alanlarında yayılmasıdır. Yatay medya yoğunlaşması, bir şirketin sahip olduğu birbirinden
bağımsız birden fazla yayın organına işaret eder. Çapraz medya yoğunlaşması ise, aynı sermayedarın hem farklı
medya kollarına hem de medya dışı sektörlerde de iş kollarına sahip olmasıdır (Avşar, 2004:89-90).
13
yayıncılığına üç eleştiri yöneltir. İlki, bu medya modelinin, izleyicileri tek bir ölçüde
ele alması ve farklılıklarını yok saymasıyla meşruiyet sorunu yaşamasıdır. İkincisi,
medya piyasasında kamu yayıncılığının kaliteyi artırmak için gelir kaynaklarını
artırması gerektiğinden; ya ticari yayınlarla ortak programlar yapmak, ya da
programların bir kısmını özel sektör medyalarına açmak zorunda kalmasına neden
olan mali sıkıntılarıdır. Üçüncü olarak da, hızla gelişen teknolojiyle birlikte, kamu
hizmeti medyasının, ulusal uzamın ötesine geçen uluslararası medyayla yaşadığı
rekabette geride kalmış olması ve kısmen yerini onlara devretmek durumunda kalmış
olmasıdır (Keane, 2010: 115-124).
Keane, aynı zamanda, özgür olmayan bir basının da kamunun sesi olmakta
başarısız olacağını söyler. Basın özgürlüğünün dayandığı, dört temel görüş ortaya
koymuştur. İlk olarak, devlet sansürünün Tanrı’nın insanlara verdiği akıl adına
eleştirildiği teolojik yaklaşımdan bahsetmiştir. Bu yaklaşım en büyük savunusunu
John Milton’ın “Areopagitica”sında bulmuştur. Milton, kitaplara uygulanan sansürü,
Tanrı aşkı ile gelişecek olan özgür ve bilgili ruhun önündeki engel olarak görmüştür.
Basına konan sansürün, bireylerin düşünme özgürlüğünü ve Hristiyan bir hayat
tarzını sürdümeyi sınırlandırdığını söylemiştir. John Milton, basına konan sansürü,
bu nedenlerden ötürü eleştirir fakat devlet düzenlemesinin tümüyle dışında, eksiksiz
bir basın özgürlüğünden de yana değildir (akt. Keane, 2010:35). İkincisi, basının
davranışlarının bireyin haklarına uygun olarak geliştirilmesi gerektiğidir. Basın
özgürlüğünü, dinsel alandan siyasal alana kaydıran bu yaklaşımda, basının, bürokrasi
altında ezilmekten kurtulabilmesinin önü açılmıştır. Bir diğer görüş olan faydacılık
yaklaşımında, basın özgürlüğü, baskıcı hükümetlere karşı bir denge öğesidir.
Yönetimin iyi olabilmesi için hükümeti açıkça eleştirebilme, karşı çıkabilme ve
14
görevden alabilme gücünün kamunun elinde bulunması gerektiği üzerinde durulur.
Son görüş de, ‘hakikat’e yurttaşlar arasındaki kısıtlamasız tartışma yoluyla
ulaşilabileceği düşüncesine dayanmaktadır. Keane, bu görüşün en etkili görünümünü
John Stuart Mill’in, ‘On Liberty’ (1859) adlı yapıtında ortaya konduğunu
belirtmiştir. Mill, bireylerin düşünce özgürlüğünün ve bu düşüncelerini ifade
özgürlüğünün insanların zihinsel gelişimi için zorunlu olduğunu vurgulamıştır.
Kanaat ve düşüncelerini basın aracılığı ile serbestçe dolaşımının güvence altına
alınması gerektiğini de eklemiştir (Keane, 2010:36-42).
Kamu hizmeti yayıncılığı konusunda demokratik bir model geliştiren bir
diğer isim James Curran’dır. Curran’ın modeli, çekirdek kamu hizmeti modelidir.
Bu modelde, çekirdek medyanın çevresinde, özel girişim, sosyal pazar, profesyonel
ve kamusal medya sektörleri yer alır. Bu sektörler, kamu hizmeti yayıncılığının açık
bir diyaloğa dayalı işlev görmesini sağlar ve sivil toplumun gelişimine destek olur.
Çekirdek medyayı besleyen ilk sektör olan kamusal modelde; üç basamaklı bir yapı
vardır. Birinci basamakta, genel izleyici kitlesini hedef alan medya –partilerin
denetlediği gazeteler gibi- yer alır. Muhalif bir bakış açısına sahip bu medyada, bir
grubun amaçları ve öncelikleri yansıtılır. İkinci basamakta, alt kültür medyasından
oluşan, eşcinsel ve lezbiyen dergileri gibi medya türleri vardır. Son basamakta da
grup üyeleri arasında bir iletişim kanalı olabilecek, örgütün kendi kullandığı medya
yer alır. Bu medya, üyeler arasında, bir bağ kurulmasına ve yeni fikirlerin oluşumu
için bir forum işlevi görmesine yardımcı olabilir (Curran, 2014:179-80). Profesyonel
medya sektöründe, kamuya farklı bir biçimde seslenen bir medya kurmanın yolları
aranır. Özel girişim sektöründe, izleyici taleplerine dayalı medya sistemleri arasında
bir denge unsuru olmak amaçlanır. Çünkü rekabete dayalı medyalar arasında
15
izleyicinin beklentilerine yanıt verilirken, hem hükümet tarafından hem de diğer
medya parçaları arasında bir denetim söz konusu olur. Bu nedenle de bir denge
oluşturulması gerekir. Son olarak çekirdek medyanın son parçası, sosyal pazar
sektöründe, pazarda yeterince temsil edilmeyen toplumsal güçlerin sisteme dahil
edilmesine dayalı yeni yollar bulunmaya çalışılır ( Curran, 2014:183).
Kamu hizmeti yayıncılığının özerk, bağımsız, çok sesli, çok kültürlü ve
küresel erişim imkânı sağlayan ilkeli bir yayıncılık olması gerekmektedir.
Özünden değiştirilmiş bir kamu hizmeti modeli, farklı yaşam biçimleri, beğeniler ve
görüşler arasında uyumlu bir birlik oluşmasına, despotik devletlerin ve pazar
güçlerinin egemenliği altında olmayan tarafından yönetilen yurttaş çoğunluğunun
siyasal güç kazanmasına yardımcı olmalıdır. Onlara çok farklı görüşler
ulaştırabilmelidir. Bağımsız, kendi kendisini örgütlemiş, devlet kurumlarının da
sınırlarını aşan sivil toplumlarda çalışan ve tüketen, yaşayan ve seven, tartışarak
uzlaşan yurttaşlarına karşı sorumlu tutulabilen devletler olmalıdır. Burada önerilen
kamu hizmeti modelinin kökleri İngiliz ve Amerikan devrimlerine kadar
götürülebilir. İletişim medyası, siyasal yöneticilerin ya da iş adamlarının kişisel
kazancı ya da karına değil, kamu kullanımına ya da tüm yurttaşların zevk almasına
yaramalıdır (Keane, 2010:124).
Hem dünyada hem de ülkemizde kamu hizmeti yayıncılığına baktığımızda,
kamu medyasının bu özelliklerini yitirdiğini ve tek sesli ve homojen bir yapıda,
hükümetin ve siyasilerin daha görünür olduğu, farklılıklardan arınmış bir kamusal
alan olarak yayınlar yaptığı kolayca anlaşılmaktadır. TRT, iktidarın politikalarına
bağlı bir yapıda olup, 2000’lerden itibaren de uluslararası medya standartlarına
ulaşmak adına ticarileşme yönünde adımlar atmıştır. Bu da kamu hizmeti
yayıncılığıyla arasındaki mesafenin açılmasına neden olmuştur (Yalçın, 2015: 153).
Kamu hizmeti yayıncılığı dahi kamuya hizmetin dışına çıkmışken; özel yayın
kuruluşlarının kamunun çıkarını gözetmesi beklenemez. Büyük medya holdinglerinin
elinde olan gazeteler, televizyon kanalları, dergiler vs. izleyicileri/okuyucuları pasif-
16
edilgen bir tüketiciye indirgeyip, onları reklamcılara satmanın yollarını arayan
yayınlar yaparlar. Yurttaşlara hakikati aktarmak yerine, reyting yapan dizi, program
ve haber yapımlarıyla reklamların dolayımında bir yayıncılık anlayışıyla,
sermayelerini artırmaya çalışırlar. Toplumun dışlanan ve ötekileştirilen kimlikleri
yerine, toplumu bunlardan arındırılmış bir bütünlüklü yapı olarak görüp; her şeyi
daha çok izlenmek, daha çok tüketici yaratmak adına yapmayı sürdürürler. Böylesi
bir medya piyasasında, sesini duyuramayan kesimlerin başka alternatiflere yönelmesi
ve ana akım medyada sadece sansasyonel bir vakaya kurban edildiğinde kendisine
yer verilen topluluk üyelerinin kendi medyalarını yaratmaları da kaçınılmaz
olmuştur. Mitzi Waltz, yaygın medyanın, cinsiyet, ırk, politika veya dini inançları
nedeniyle dışarıda bıraktığı insanların, alternatif medyada kendilerini bulacaklarını
ve ifade edeceklerini söyler. Alternatif medya bu kitlelere birbirleriyle iletişim
kurmaları ve enformasyon paylaşımı ya da kendi ihtiyaçlarına cevaben bir medya
yaratmalarına imkân tanır. Bu projeler ise aktivist bir niteliğe bürünür ise,
marjinalize edilmiş grupların fikirlerini daha geniş yığınlara ulaştırması mümkün
hale gelir. Bu da, toplumsal bir dönüşüm için bu grup üyelerinin farklı medyalar
yaratmalarına ve kullanmalarına aracılık eder (Waltz, 2005:124). Bunlara ek olarak
ayrıca basın özgürlüğü konusunda da sıkı denetim ve sansürün10 uygulanıyor olması
10
John Keane, modern devletin başlangıcından günümüze kadar artarak devam eden beş tür siyasal sansür
çeşidinin olduğunu belirtir. Birbirleriyle bağlantılı bu sansür türleri; olağanüstü hal erkleri, silahlı gizlilik, yalan
söylemek, devlet reklamcılığı ve korporatizmdir. Olağanüstü hal erkleri; hükümetlerin, medyanın bazı
bölümlerini zorbalıkla sindirerek yola getirme girişimleri, talimatlar, tehditler, yasaklamalar ve tutuklamalar
anlamına gelir. Silahlı gizlilik, modern devlet içinde olduğu kadar, ulus üstü askeri ve sivil kuruluşlar içinde
enformasyonun gizli tutulmasının tescil edilmesiyle, asker ve polis organlarına dayanarak, kitle iletişim
araçlarının denetlenmesidir. Yalan söylemek, kimi gazetecilere va yayın kurumlarına, hükümetin söylemleri
hakkında eleştirel görüş bildirmeleri durumunda uygulanan sansürdür. Gazeteciler ve muhabirler, hikümet
sözcülerinin istediği doğrultuda sorular sorup, haber yaparlar. Devlet reklamcılığı ise, bağımsız yayın
kuruluşlarının gelir kaynağı olarak en çok kazanç sağlayan reklamların devlet ilanları olması nedeniyle, devlete
bağımlı hale gelmektedirler. Son olarak korporatizm, çıkar grupları ve örgütlerine pazarlıkla resmi statü veren bir
devlet müdahalesi sürecidir; bu statüyü kazanan grup ve örgütler, kamu siyasetlerinin oluşturulması veya
yürütülmesi görevini az ya da çok ölçülerde yüklenmiş olurlar. Korporatizm stratejik olarak önem taşıyan işlevsel
grupları devletin içine taşırken ve böylece sivil toplumun bazı bölümlerini politize ederken, devletin etki
17
da, yayınların egemenlerin söylemlerinin dışına çıkılamamasına neden olmuştur.
Bunun sonucu olarak da, gerçeği yansıtmayan haberler yapılmakta ve sunulmakta
olup, iktidarın gücünü sarsacak bir yayın yapılamamaktadır. Bu nedenle alternatif
medyaların varlığına duyulan ihitiyaç artmış ve alternatif gazete, dergi, broşür,
televizyon kanalı, radyolar ortaya çıkmış ve internetin de mevcudiyeti sayesinde
online ağlar hayata geçirilmiş ve uluslararası bağlamda çok sayıdaki bireye ulaşım
imkanı sağlanmıştır.
2. Alternatif Medyayı Tanımlamak: Çeşitli Tanımlar ve Farklı Yaklaşımlar
21. yüzyılın ilk yıllarında alternatif medyanın daha fazla gelişimiyle birlikte,
bu medyayı tanımlama ve onunla ilgili yazılar yazma ve kuramsallaştırma
çalışmaları da artış göstermiştir (Coyer vd. 2007:3). En yaygın tanımıyla alternatif
medya denilen bu medya türüne bazıları “radikal”, kimisi “bağımsız”; kimileri
“yurttaş”, kimileri “aktivist” ya da “özerk” demeyi tercih etmişlerdir. ‘Topluluk’11 ve
‘katılımcı’ medya tanımlamaları ise, daha birleştirici kavram ve pratikleri içeren
tanımlamalar olmuştur. Alternatif medya tanımlamalarına baktığımızda, hem
birbirinden uzaklaşan hem de ortak noktaların varlığı sayesinde birbirine yaklaşan
tanımlar olduğu görülür. Mitzi Waltz, alternatif medya tanımını yaparken, bunun zor
bir tanımlama olduğunu belirtir. Bunu söylerken bir örnek vererek açıklamaya
çalışır. Herşeyin yasaklı olduğu bir toplum olan Kuzey Kore’de CNN’in bile
gösterilmesinin bir alternatif sayılabileceğinden bahsederek; alternatif medyalar ve
alanını, sivil toplumun içine uzatarak da bazı devlet işlevlerini toplumsallaştırmıştır (Keane, 2010:98110).
11
Alevi medyalarının neredeyse tamamı dini bir azınlık/topluluk olarak kendileri adına ve ek olarak
farklı toplulukların sesi olmak adına kurulmuşlardır. Topluluk medyası, sesi olduğu topluluğa karşı
sorumluluk alan ve bu topluluğun yetkinliğini amaçlayan bir medya olarak tanımlanır. Bu medyalar,
topluluğun tartışma ve konuşmaları için alan açarlar. Siyasilerin eylem ve kararları hakkında
sorgulamalar yapmalarına olanak sağlayarak, siyasilerin hesap vermelerini sağlayacak şeffaflık ve
sorumluluk ortamı yaratırlar (Dean, 2007).
18
yaygın medya arasındaki sınırların hem keskinliğini hem de inceliğini anlatmak
istemiştir. Fakat bu tür yasakların olmadığı bir toplumda “alternatif” aradığımızda,
burada anaakım medyada yer bulamayan gruplar için yapılan bir yayıncılıktan ya da
farklı bir bakış açısıyla özsel bir değişimi destekleyen bir gazetecilikten
bahsedilebileceğini ifade eder (Waltz, 2005). Alternatif medyanın ilk örneklerine
bakıldığında, 1960’larda hippie kültürünün ortaya koyduğu yer altı gazetelerini veya
düşük bütçeli edebi dergileri, dijital radyo istasyonlarını ve radikal politik partilerin
çıkardığı gazeteleri saymak mümkündür. Alışılmışın dışında gazetelerin, dergilerin
ve yaygın medyanın yer vermediği ‘punk’ fanzinlerin ya da çevreci aktivistlerin web
siteleri, feminist radyoların yayın yaptığı bir topluluğa ait istasyonlar da alternatif
olarak görülebilir. Michael Albert ise, ‘alternatif’ olabilmek için yalnızca ‘içerik’
olarak yaygın medyadan farklılaşmanın yetmeyeceğini,
ayrıca tipik/benzer
içeriklerin de bir azınlığa sunulmasının alternatif olmaya yetmeyeceğini söyler
(akt.Waltz, 2005: 2). Hem içerik olarak farklı olması hem de hitap edilen kitlenin
farklı topluluk üyeleri olması alternatif medyayı anlamlandırmamızda daha makul bir
yaklaşım olacaktır. Michael Albert, kendisinin kurmuş olduğu, “Z Magazine” adlı
dergide, “Bir kurum olarak alternatif olmak, doğrudan kurumun nasıl organize
olacağı ve çalışacağı ile doğru orantılıdır.” demiştir. Albert’in görüşlerine ters
düşecek bir şekilde, Birleşik Krallık’ta sol bir alternatif basın için çalışmalar yürüten
“Comedia” grup ise, alternatif ve aktivist medyanın, kapitalist ticari modele ya da
büyük kitleleri hedefleyen medyaya direnmeleri nedeniyle marjinalleştirildiklerini
belirtmiştir. Bu nedenle bu yaftalamadan kurtulmak için, kendi medyalarının
amacına ulaşması adına, büyük kitlelere seslenmek niyetiyle ticari pratikler
kullanabileceğini ifade ederek, alternatif kurumların nasıl çalışacağı konusundaki
19
Albert’in düşüncelerinin dışına çıkılabileceği ve bu şekilde de alternatif alan
yaratılabileceğini söylemiştir (2005:3).
Alain Fountain’e göre, ‘alternatif’, ‘radikal’ ya da ‘karşıt’ medya tanımlamaları,
farklı pratiklere göndermelerde bulunan bağlamlarda varsayımlar önerir. Fakat genel
olarak bu medyaların şu özellikleri saptanır:
1) Bu medya formları, ana akım medya eleştirisi yapar ve ona meydan okur,
2) Kamu hizmeti televizyonculuğu ve devlet kaynakları ile ilişkili medya
kamusal alanlarını tartışmaya açar/onlarla rekabet eder,
3) Yurttaşların medyayla olan ilişkisini katılım ve demokratikleştirme
pratikleriyle dönüştürür/değiştirir,
4) Kaynakların göreceli olarak özerkliğini ister,
5) Muhalif hareketlerle bağ kurmak ve toplumsal dönüşüme katkıda bulunmak
amacını güder ( Fountain, 2007:30).
Clemencia Rodriguez, alternatif medya konusunda yeni bir tanım ileri
sürmüştür. Rodriguez, yaygın medyayla olan ilişkileri açısından alternatif medyayı
tanımlamak yerine; sadece niyetleri, etkileri ve yöntemleriyle tanımlanabilecek belli
türdeki medyaları “alternatif medya” terimi çevresinde biraraya getirebilecek bir yol
çizmiştir. Rodriguez, “yurttaş medyası” olarak adlandırdığı bu medyayı, herkese
kapısı açık olan, gönüllülüğe dayanan ve ayrıca toplumsal değişimi öngören ve ticari
kazanç gütmeyen bir yapılanma içinde olan medya olarak tanımlamıştır. Böylelikle
Rodriguez, hem alternatif hem de aktivist medya tanımlamasında daha kapsayıcı bir
çerçeve çizmiştir (akt. Waltz, 2005:3). Clemencia Rodriguez “yurttaş medyası”
terimini, ayrıca, hali hazırdaki medyayı aktif bir şekilde dönüştürmeye çalışan
20
yurttaşlığı ve toplumsal kodlarla, yasallaştırılmış kimliklerle ve kurumsallaşmış
siyasal ilişkilerle mücadele etmeyi ve son olarak da bu dönüşüm ve değişimlerin
mümkün olduğu alana bu mücadele pratiklerini hayata geçiren yurttaşların katılımını
sağlayarak, bu alanın güçlenmesini sağlamak için kullanmıştır ( Coyer vd., 2007:8).
Aktivist medya, okuyucuları toplumsal değişimin içinde görmek için
cesaretlendirmeye teşvik eder. Burada ‘aktivist medya’ kavramı, seçilen bir politikacı
için oy kullanmak ya da bir hayır kurumu için gönüllü olmaya kadar pek çok radikal
sağ ya da sol politik anlayışa göndermede bulunabilir. Bazı kuramcılar ise, bu
genişlikte bir tanımlama yapıldığında, yaygın medyadan çok uzaklaşılmadığını
belirterek “alternatif medya” nın radikal sosyal dönüşümü gerçekleştirecek medya
olması gerektiğinden hareketle, aktivist medya ve alternatif medya arasında bir ayrım
ortaya koyarlar. Buna rağmen, hepsi olmasa da pek çok aktivist medyanın da
alternatif sayılabileceğini dile getiren Waltz, aktivist medyanın sol kanat ya da
anarşist politikacıları desteklediğinde, bunun bir kazanç amacı gütmediği ve yüksek
eğitimli elitlerden ziyade, orta seviyedeki okuyucuların katılımına imkan verdiği için
alternatif olabileceğini ifade eder (Waltz, 2005:7-8).
Özerk medya ve alternatif medya arasında çizilen ayrımda ise öne sürülen
düşünce şu şekildedir: Alternatif medya aktivistleri, anaakım medyayı reforme etmek
için çabalarlar fakat özerk medya aktivistleri, yeni katılımcı ve demokratik iletişim
formları geliştirerek, ana akım medyayı bertaraf etmenin yollarını ararlar (akt. Coyer
vd. 2007:9).
Chris Atton, ‘alternatif medya’ terimini, karşıt görüş oluşturabilecek bir dizi
medya tasarısını ve müdahalesini kastetmek için ya da anaakım medyaya karşı
21
baskın olabilecek farklı türdeki medya formlarını geliştirmek için kullanmıştır.
Atton’a göre alternatif medya;

Radikal politik ya da kültürel bir içeriğe sahip,

Güçlü estetik formu olan,

Üretici yeniliklere açık ve mevcut teknolojinin bütün avantajlarından
yararlanmayı bilen,

Alternatif dağıtım araçları olan ve telif hakkı olmayan,

Toplumsal rollerin dönüşümünü ve kolektif örgütlenmeyi savunan ve
profesyonelleşme karşıtı olan,

Yatay iletişim ağları kurarak, iletişim yöntemlerinde dönüşümü sağlayan
medyadır.
Kısacası, Atton’ın sınıflandırmasına göre,
alternatif medya ancak, içerik, form,
kullandığı
ve
teknikler,
dağıtım
anlayışı
kanalları,
toplumsal
ilişkileri
dönüştürmedeki sorumluluğu ve iletişim sürecinin dikey niteliğini değiştirmek
anlamındaki yapılanmasıyla diğer medyalardan ayırt edilebilir (Atton, 2002:27;
Coyer vd. 2007:5).
Alternatif medyanın toplumsal dönüşümü sağlaması ve toplumsal hareketlerle
yakından ilişkili olması gerektiğini savunan John Downing ise, alternatif medya
tanımlamasında, “radikal” kavramını alternatif medyaya eklemleyerek, alternatif
medyayı, “radikal alternatif medya olarak” adlandırmıştır. Downing’e göre radikal
kavramı, toplumsal dönüşümü sağlayacak medyayı tanımlamak için kullanılmalıdır.
Downing, politik ve sosyal hareketlerden ortaya çıkan ve dans ve grafiti gibi
içerikleri de barındıran radikal alternatif medyanın, anaakımı bozguna uğratabilecek
22
bir yapısının olması gerektiğini dile getirir (akt.Coyer vd., 2007:4). Alternatif medya,
toplumsal, kültürel ya da politik olarak dışlanmış olanın ürettiği medyadır (2007:5).
Sevda
Alankuş,
Downing’in
radikal
medya/alternatif
medya
ayrımındaki
tanımlamalarını şu şekilde özetlemiştir: “Çoğunlukla küçük ölçekli ve çok farklı
formlarla karşımıza çıkan; sosyal hareketlerle yakından ilişkili, karşı-hegemonik
alternatif kamulara dayanan dolayısıyla da dünyayı (o ya da bu yönde) değiştirmek
üzere bir projesi olan medyadır” (Alankuş, 2008:206).
Olga Guedes Bailey, Bart Cammaerts ve Nico Carpentier Understanding
Alternative Media (2008) adlı kitaplarında, alternatif medya tanımının iletişimi
demokratikleştirmek için çalışan bütün medya türlerini kapsaması gerektiğini
söylemişlerdir. Bailey vd., alternatif medyayı tanımlamak için 4 yaklaşım
sunmuşlardır: Topluluğa hizmet medyası olarak alternatif medya, anaakım medyaya
alternatif olarak alternatif medya, sivil toplum medyası olarak alternatif medya ve
son olarak da rizom/köksap olarak alternatif medyadır.
İlk yaklaşım olan topluluğa hizmet olarak alternatif medya yaklaşımı, diğer
yaklaşımlardan farklı olarak, topluluğun öneminden hareketle, daha özcü bir teorik
çerçeve kullanır. Diğer yaklaşımlar daha ilişkisel (relationist) yaklaşımlardır.
Alternatif medya ve anaakım medya arasında bu yaklaşımların temeli Chantal
Mouffe’un
“politik
kimlik
teorileri”nden
beslenir.
Özcülük
üzerinden
temellendirdikleri eleştirileri, alternatif medyaya teorik yaklaşımların yapısını
oluşturmak için kullanılır. Özcülüğe dair eleştirileri ise, tek bir temel prensibin
olmadığı ve farklılıklardan örülü alanların varlığının kabulü üzerine kurulur. Özcü
yaklaşımlar kimliği sabit, bağımsız ve doğru bir varlık olarak görürler. Daha ilişkisel
23
yaklaşımlar ise değişken ve olası kavramları birleştirir ve kimlikleri karşılıklı olarak
birbirine bağlı olarak görür ve doğru tek bir “öz” ün varlığını reddeder.
Topluluğa hizmet olarak alternatif medya yaklaşımında, topluluk denildiğinde
sadece coğrafi olarak aynı yerde bulunan insanların bulunduğu gruplar değil, fakat
aynı zamanda coğrafi uzamı aşan ve bir pratik, ilgi ve amaç için biraraya gelmiş
insanların oluşturduğu yakın temas kurdukları gruplar anlaşılır. Bir topluluk üyeleri
tarafından inşa edilen ve bu üyelerin bu inşadan meydana getireceği bir kimlik
alanıdır. Sadece etnik olarak değil, fakat belirli amaçlar taşıyan bireyler, gerçek ya da
online mekanlarda ortak pratikler adına topluluklar oluşturabilirler (Bailey vd.
2008:9-10). Bu nedenle de topluluklar değişken ve beklenmedik şekilde oluşabilir.
Anaakım medyaya karşı alternatif medya ise, anaakım medyanın hegemonik ve
homojen kamusal alanına karşılık, karşı-hegemonik eleştiri geliştirir. Anaakımın
farklı olanı dışarıda bırakan yaklaşımına karşılık, alternatif medyada bu kesimler
kendi medyalarını yaratırlar. Üçüncü yaklaşım olan sivil toplum medyası olarak
alternatif medya yaklaşımında sivil toplum kavramı iki perspektiften ele alınmıştır.
İlki ‘generalist model’ olan Friederich Hegel ve Karl Marks’ın bıraktığı mirastır.
İkinci model ise Antonio Gramsci ve Jurgen Habermas’ın yaklaşımlarından beslenen
‘minimalist model’dir. Generalist modelde Hegel, sivil toplum alanını, pazarı ve
devleti de içine alan ve özel ve kamusal ilgiler arasında yasal bir çatı kuran sistemi
yapıcı ve kurucu unsur olarak ele almıştır. Marks ise devleti ve yasal sistemi
burjuvazinin kontrolü altındaki temel araçlar olarak görür. Gramsci ise, sivil
toplumu12 rızaya ya da hegemonyaya dayalı, egemenliğin tekrar tekrar üretildiği bir
12
John Keane de sivil toplumun genel özelliklerini şu şekilde sıralar: Sivil toplum bireyin günlük eylemlerinde
ona şiddetten uzakta bir özgürlük alanı açar. Sivil toplum, birey ve grupların çeşitli toplumsal kimliklerini yasal
zeminde tanımlayacakları ve ifade edebilecekleri bir alandır. Devlet ve pazar alanı dışında, çoğulcu, çeşitliliğe
24
alan olarak değerlendirir ve bu alanın aynı zamanda pazar ve devletten ayrı,
hegemonyaya meydan okunabilecek ve mücadele edilebilecek bir alan olduğunu da
ekler (Bailey vd., 2008:21). Alternatif medyayı, sivil toplumun bir parçası/ bileşeni
olarak görmek, kamu medyası ve ticari medya arasında üçüncü bir ses olarak
düşünülebilir. Alternatif medya, sivil toplumun diğer pekçok aktif organı gibi sıradan
bir bileşen gibi görünebilir. Fakat alternatif medya, medyanın demokratize edilmesi,
günlük yaşama bağlı, küçük mikro alanlarda yurttaşların aktif olmasına imkân
tanıması ve iletişim haklarını kullanmalarını sağlaması nedeniyle de önemlidir.
Çünkü bu mikro katılımlar bireylerin sivil tavırlarını geliştirir ve zamanla makro
katılımın da güçlenmesine yardımcı olur.
Son olarak rizom/köksap olarak alternatif medya yaklaşımını ele alan Bailey
vd., “rizom” terimini, Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin geliştirdikleri ‘rizomatik’
ve ‘arbolik’ düşünmenin yanyanalığı üzerine temellendirmişlerdir. Arbolik, doğrusal,
hiyerarşik ve yerleşik bir yapıyı anlatır ve bir ağacın küçük dallarından büyük
dallarına sarmaş dolaş olmuş bir yapıya benzer. Bu yapı, Deleuze ve Guattari’ye göre
devletin felsefesidir. Rizomatik ise, doğrusal olmayan ve melez olanı niteler. Ağaç
ve kökenlerinden farklı olarak, bir noktadan diğerine bağlantıyı kurandır. Rizomun
bağ, heterojenlik, çokluk, kopuş ve haritaya benzer özellikleri vardır. Bağ kavramı,
bileşenlerin faklı karakteristiklerine rağmen, ağdaki bir noktanın diğerine bağlantısını
ima eder. Heterojenlik ise, belli kalıplara bağlı unsurların temeline değil; yeni
elementlerin her zaman eklemlendiği ve hareket halindeki bir birliği inşa eder.
Kopuşla anlatılmak istenen, rizomun verili bir noktadan kırılabilir, dağılabilir
özelliğine atıf eder ve eski ya da yeni çizgiden/hattan yeniden bir başlangıç
sahip bir sivil toplum alanından bahsederek, bu alanın demokrasinin gelişimi ve entelektüel/politik ihtiyaçlara
cevap vermesi açısından önemini ortaya koyar (Bailey vd., 2008:22).
25
oluşturulabileceğini ifade eder. Rizomun harita özelliği ise, bağlantılara açık ve
değişikliğe duyarlı bir kavramı tanımlar. Rizomun en önemli özelliği ise, her zaman
farklı giriş yollarının olmasıdır (s.26-27).
Bailey, Cammaerts ve Carpentier’in rizom olarak alternatif medya
yaklaşımları üç görüşte odaklanır: Sivil toplumla, pazarla ve devletle karşılıklı ilişki
içinde, bu yapıların her biriyle bağları olan bir yaklaşımdır. Alternatif medya burada,
sivil toplumla bağlantılı organizasyonun ve toplumsal hareketlerin kavşağında yer
alır. Alternatif medyayı, yerel ve küresel olana bağlayıp, bunları güçlendiren
yaklaşım rizomatik yaklaşımdır. Rizomatik yaklaşımda, alternatif medya sadece sivil
toplum medyasında olduğu gibi duyulmayan toplulukların sesini duyurmakla
yetinmez. Ek olarak rizomatik yaklaşım, farklı hareket ve mücadelelerden gelen
kadın, köylü, öğrenci, ırkçılık karşıtı bireyleri biraraya getiren, onları birbirleriyle
tanıştıran ve mücadelede dayanışma yapmalarını sağlayan bir özelliğe sahiptir.
Chantal Mouffe’un radikal demokratik kuramında13 olduğu gibi, farklı mücadelelerin
birbirleriyle ittifak yapmalarına ek olarak, bu faklı mücadeleler arasında bir eşitlik
kurmak ihtiyacına da vurgu yapmıştır ( akt.Bailey vd. s.29).
Alfonso Gumucio Dagron, medya çalışmalarının dünyayı açıklamaktan
ziyade; ona meydan okuması gerektiğini söyler. Buradan hareketle Dagron’un
alternatif medya tanımlamasında toplumsal direniş ve mücadelerden beslenen ve aynı
zamanda onu besleyen bir medya türü olarak bahsettiği anlaşılacaktır. Dagron ticari
medyanın hayatiliği ticarete ve devlet ya da hükümet medyasının da hayatiliği güç
13
Radikal demokrasi kavramı, bireyi ve farklılığı yok sayan sosyalist devletçi yaklaşımın bir baskı ilişkisi
kurduğunu, Marksizmin toplumun çoğulcu yapısını ve farklı grupların özerkliğini kavramada başarılı olamadığını
ifade eder. Tekçi bir yapıya bürünen bu sistemin sorgulanması ve yeni öznelerin toplumda yer bulmasına dayalı,
homojenleştirmeye karşı çıkan ve farklılıkları ön plana koyan özgürlükçü ve radikal bir demokrasi projesi ortaya
çıkmıştır. Bu proje, iktidarın tek bir noktada yoğunlaşmadığı, dağıldığı ve mücadelenin geniş bir alana
yayılmasının amaçlandığı bir projedir. Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau ise bu projenin önde gelen
savunucularıdır (Yılmaz, 2001:279)
26
odaklarına bağlıysa eğer, alternatif medyanın da varlığı toplumsal mücadele ve
hareketlere bağlıdır demektedir. Toplumsal mücadeleler ve bunları açıklamaya
duyulan ihtiyacın alternatif medyayı doğurduğunu söylemiştir (Dagron, 2004:44)
3. Alternatif Medya Tarihine Bakmak
Yaygın medyanın kamusal alanına, bu alanın dışında bırakılmış grupların ve
bireylerin girip giremeyecekleri ve eleştirel bir iletişim yöntemiyle gündemi
değiştirebilme olasılıkları üzerinde durmak, alternatif medya oluşumunun itici
soruları olmuştur. Farklı grup üyeleri ve bireyler, anaakım medyanın alanına
girdiklerinde onların sesi sadece statükoyu devam ettirmeye yarar, çünkü söylemleri
bir potada eritilir ve farklılıkları törpülenir. Bu nedenle de alternatif medyanın
çoğunun yaygın kamusal alan dışında konumlandığını ve mücadelelerini burada
sürdüklerini söylemek yanlış olmayacaktır.
Alternatif gazete, radyo, televizyon, web siteleri ve fanzinler, zinler, bloglar
ve daha pek çok medya türleri kendilerine karşıt kamusal alanlar yaratarak seslerini
duyurmanın
yollarını
bulmuşlardır.
Dünyanın
her
yerinde
örneklerine
rastlayabileceğimiz alternatif medya türlerinin tarihi, Chris Atton’a göre iki yüzyıl
öncesine kadar götürüleblir. 18. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz işçi sınıfının
çıkarmaya başladığı radikal gazeteler alternatif sayılabilecek ilk örneklerdir (Atton,
2002). Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlanan yüz yıllık bir tarihe sahip “Sierra
Club Bulletin” ( bugün çevrecilerin sesidir ve yeni adı Sierra’dır), toplumsal hareket
gazeteciliğinin ilk örneklerindendir. 19. yüzyılın başından itibaren ise, yaşanan
siyasal-ekonomik gelişmeler beraberinde medyanın da endüstrileşme sürecini
27
getirmiş ve medya kendisini egemenlerin yanında konumlandırmıştır. Bu nedenle de,
toplumsal muhalif hareketler de bu gelişmelere paralel olarak farklı şekillerde
örgütlenerek kitlesel bir karşı duruş sergilemeye çalışmışlardır. 1960-70’lerin
yükselen sol- politik, çevreci, silahsızlanma karşıtı, feminist, gay-lezbiyen vb. kimlik
hareketleri seslerini duyurabilecek pek çok muhalif medya türü yaratmışlardır.
1970’lerin sonlarında yeşermeye başlayan fanzinler ve uzantısı zinler, alt kültür
gruplarının kendi aralarındaki iletişim için fotokopi gibi çok ucuz tekniklerle
yayınladıkları, elden ele dağıttıkları ve hem yazarı hem de okuyucusu oldukları basılı
materyaller olmuştur. Batı Avrupa’dan farklı olarak, Doğu Avrupa’da muhalif
kamuların örgütlenerek harekete geçmesinde ve buradaki siyasal rejimin 1980’lerin
sonunda çöküşüne yol açan unsurlardan birisi de, bu dönemde önemli bir rolü olan
“Samizdat” denilen muhalif basının varlığıdır (Alankuş, 2008:177-229). Bu örnekler
alternatif medyanın, yaratıldığı dönemin teknolojik özelliklerinden ve siyasal
gelişmelerinden bağımsız olarak ortaya çıkmadığını göstermektedir. Bu nedenle de
alternatif medya, 1990’lar ve 2000’lerden sonra internetin de mevcudiyetiyle beraber
daha çok kitleselleşme olanağı yakalamış ve pek çok yerel, ulusal ve küresel
boyutlarda muhalif web sayfaları açılmıştır.
3.1. Alternatif Basın
James Dean, alternatif medyanın endüstriyel olarak gelişmiş ülkelerde ortaya
çıkışını üç nedene bağlar. Birincisi, medyanın sahipliğinde yoğunlaşmaların artması
ve bunun farklılık ve çeşitliği törpüleyen bir kavrayışla sürdürülmüş olmasıdır.
İkincisi, küresel sivil toplumun gelişmeye başlaması 1990’ların kitle toplumu ve
protesto hareketlerinin oluşumudur. Son olarak da, medya üretiminin internet, basım,
bilgisayar ve diğer birtakım yöntemlerle ucuz maliyetli bir hale gelmesidir. Bu
28
ülkelerde alternatif medyanın gelişimi hızlı olmuşken, Sovyet Doğu Bloğu
ülkelerinin çoğunda, Afrika’nın büyük kısmında ve Çin’de yaygın medya hükümet
tarafından kontrol altında olduğu için, bu ülkelerde alternatif medyanın gelişimi daha
geride kalmıştır. Latin Amerika’da ise çoğu medya kurumu, ya büyük özel şirketlerin
elindedir ya da hükümete yakındır ve içerikleri devlet müdahalesine açıktır (Dean,
2007:207). Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki bütün bu durumlara rağmen,
alternatif medya dünyanın her yerinde, kurulduğu coğrafyanın imkânlarının el
verdiği kadar hayata geçirilebilmiştir.
Alternatif basın üreten insanlar, kendileri gibi düşünen bireylerle dayanışma
içinde bu ideallerini hayata geçirebilmişlerdir. Bu insanların blog yazan ya da ticari
yayın yapanlardan farkı, aralarındaki dayanışma duygusu ve yazar ile okuyucular
arasındaki sıkı bağlardır (Phillips, 2007:57). Yeni teknolojiler sayesinde, okuyucular
ve yazarlar arasındaki farkın ortadan kalkmış olması; alternatif üretimde bulunmayı
kolaylaştırmıştır. Yayıncılık için gerekli olan teknik uzmanlık azalmıştır. Renkli
ofset baskının kullanımı, bilgisayarlara geçiş ve internet, sesini duyurmak isteyenler
için kapalı kapıları açmıştır. Diğer bir yandan ise alternatif yayınların yaşadığı
sıkıntılar ise düzenli gelir kaynaklarının olmayışı ve gelirlerinin çoğunu kendi
çalışanlarından ve okuyucularının bağışlarıyla sürdürüyor olmalarıdır. Kurucuları ve
okuyucuları dışında destekleyeni olmayan alternatif yayının ayakta kalma şansı da bu
nedenden ötürü azalmaktadır. Yine de alternatif medyanın odak noktası, ne daha iyi
bir teknolojiye ne de daha iyi dağıtım ağlarına sahip olmaktır. Alternatif basını
ayakta tutan, onun konuşma ve duyulmaya olan ihtiyaçlardan doğması ve her nerede
ve nasıl olursa olsun bu yolu seçenlerin mesajlarını iletmenin bir yolunu bulacak
olmalarıdır ( Phillips, 2007:58).
29
19. yüzyılın ikinci yarısında, gazete, broşür ve el ilanlarının artması,
statükoya meydan okumanın araçları haline gelmişlerdir. Poor Man’s Guardian, The
Free Inquirer, ve People’s Paper gibi yayınlar, İngiltere’de kısa zamanda popüler
olmuşlardır. Bu yayınlar sosyal reform konularına da yer vermiştir. Örneğin Poor
Man’s Guardian işçi haklarını ilgilendiren konularda yazılar yayınlamıştır. Britanya
Hükümeti, bunlara tepki olarak vergilendirmeye gitmiş ve yayın lisansı alma koşulu
getirerek, yayıncıları köşeye sıkıştırma taktikleri uygulamıştır. Yayın evleri
yağmalanmış, malzemelere zarar verilmiş, yayıncılar hapse atılmıştır. The Free
İnquirer’den Peter Annet, ateizm hakkında yazdığı için yargılanmıştır. Ama radikal
basını susturmak için yapılan bu baskılar, basınların çıkmasına engel olamamıştır.
(Waltz, 2005:20-21)
1968 Mayısında Fransa’da öğrenci ve işçilerin ayaklanması sonrasında Fransa
sol kanatta “Liberation” adlı alternatif bir gazete çıkmıştır. Bu gazetede, cinsiyet,
ırkçılık, kadın hakları ve çevre konusunda ve daha birçok politik konuda yazılar
yayınlanmıştır. Ayrıca gazete açıkça demokratik bir proje önermiştir. Politik otoriteyi
reddederek güç kavramının ötesine geçebilmeyi başarmıştır. Bu gazete aynı zamanda
toplumsal bir değişim/dönüşüm için gerek duyulan bütün düşüncelere açık bir fikir
hareketinden bahsetmiştir. “Liberation”, alternatif medyanın piyasa ekonomisi içinde
hayatta kalabilmenin iyi bir örneğini bizlere göstermiştir (Bailey vd. 2008:3-4).
Brezilya’da “cordel” adı verilen broşüre benzeyen basın türü, 8-16 sayfalık,
hikâye anlatıcılar tarafından festivalden festivale anlattıkları özetlenmiş olaylardan
oluşmuştur. 1890’lardan 1960’lara kadar devam eden bu broşürlerin o dönemlerde
başka haber kaynağı olmayan insanlar için gazete, radyo ya da tiyatro niteliği
taşımıştır (Dagron, 2004:44). 1960’daki askeri darbeyle cordellerin basımı
30
durdurulmuştur. 1968’te Paris’te “Liberation”a ek olarak, düşük bütçeli ve öğrenci
ayaklanmalarına öncülük eden posterler, günümüzün basit, yaratıcı ve direk alternatif
iletişimin örnekleri olmuşlardır. (2004:45)
3.2. Alternatif Radyolar
Radikal içerik ve toplumsal hareket bakımından dar tanımlara sığmayacak
denli kapsamlı korsan radyolar, alternatif medyanın bir türüdür. Korsan radyo
yayınları, radyo dalgalarına ulaşmada yasal mercinin zayıfladığı yerlerde ortaya
çıkmıştır. Soğuk savaş yıllarında, korsan radyolar hükümetlerin radyolarına karşıt bir
şekilde haber ve bilgi sağlamada önemli bir rol üstlenmişlerdir. Alternatif radyolar,
ucuz maliyetli, kurulumu kolay ve dinleyicilerin kolaylıkla ulaşabildiği bir araç
olduğu için kısa zamanda yaygınlaşmıştır. Amatör radyocular radyo ile ilgili devlet
düzenlemelerinin olmadığı bir dönemde, 1922’de Guglielmo Marconi İngiliz
Hükümeti’nden yayın izni alana kadar, yayınlarına devam etmişlerdir. 1920’lerde
Britanya’da yaklaşık olarak 250 bin kişinin amatör radyosunun olduğu ve bu kişilerin
de radyo tekelini devletin almasına ve aynı şekilde ticari bir sisteme de karşı
oldukları bilinmektedir. Kısacası, yayına hevesli ve bir vericisi olan herkes o
dönemlerde radyo yayını yapmaya muktedirdir (Coyer, 2007:15-16).
ABD’de, Federal Communications Commission (FCC),14 ruhsatına sahip
olmadan kurulan radyolar arasında ilk kez 1987’de İllinois’da yayına başlayan ve
Afrikalıların Kurtuluşu, Siyahların Kurtuluşu gibi bir kaç kez isim değiştiren Mbanna
Kantalonu’nun İnsan Hakları Radyosu (Human Rights Radio) ve Berkeley’deki
Özgür Radyo (Free Radio Berkeley) sayılabilir. İnsan Hakları Radyosu, ABD’de,
siyahların özgürlük mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır. Özgür Radyo ise,
14
Amerika’da telekomünikasyonla ilgili düzenlemeler yapan bağımsız hükümet organıdır (Kejanlıoğlu, 2003).
31
FCC’ye karşı 1995 ve 97’de mahkemeler kazanmış ve radyolar arası teknik ve içerik
yardımı ve deneyim paylaşımı konusunda bir ağ kurmaya çalışmıştır (Kejanlıoğlu,
2003:75-93).
Fransa’da fikir radyolarının ilki sayılabilecek Radio Campus, 1969 yılında
yayın hayatına başlamış, çoğu üniveriste öğrencisi olan bir kitleye seslenmiştir.
Radio Campus, günümüzdeki özgür radyoculuğun ilk örneklerinden sayılmaktadır.
1999’da kurulan fakat 2000’de kaldırılan “Özgür Medyalar Daimi Kordinasyonu”
adlı kuruluş da, siyasetten ve ekomiden bağımsız ve özgür medyalar yaratmak için
var olan sivil insiyatifleri bir araya getirmeyi başarmış ve toplumsal eşitsizlikçi ve
ırkçı çevrelere karşı bir dayanışma yaratmıştır (Köse, 2007).
BBC (British Broadcasting Corporation), John Reith’in, 1920’de, bir lisans
ücreti karşılığında, ulusun birliğine dayalı; ulusu eğitmek, bilgilendirmek ve kamu
söylemini canladırmak için hayata geçirdiği bir yayın kuruluşudur. Fakat BBC,
halkın ihtiyaçlarına cevap verirken, halkın ne istediğini göz ardı etmiş ve bu eksikliği
Avrupa kaynaklı istasyonlar alternatif olarak radyo yayınlarına başlayarak
tamamlamışlardır.. Radio Normandie, Radio Luxembourg, bu radyoların ilk akla
gelenleri olmuştur. 1954’te Independent Television Service (ITV)’in kurulmasına
rağmen; 1960’ların ortalarına kadar Britanya’da BBC lisanslı radyo yayını yapan tek
kurum olmaya devam etmiştir. Yerel yayın servisleri çok olmayan BBC, popüler
müziklere sınırlamalar getirdiği ve yeni müzik türlerine karşı dinleyiciyi tatmin eden
bir anlayış sergilemediği için, korsan deniz radyoları ortaya çıkar. Radio Caroline,
Radio Invicta, Radio 390, Radio Scotland, Radio Essex ve Radio London bu korsan
deniz radyolarının birkaç örneğidir. Bu radyolar İngiliz kanalı ve Kuzey Atlantik
arasında yayın yapmaya başlamışlardır. 1967’de öğrenci radyoları oluşmaya
32
başlamış ve 1972’yle birlikte Ulusal Öğrenci Yayıncıları Birliği kurularak, bu birlik,
örgütlü ağların kolektif bir şekilde oluşmasına ve sonrasında kampüs radyolarının
kurulmasına katkıda bulunmuştur. (Coyer, 2007:17-28)
Farklı kıtalardaki geniş bir dizi radyo pratiğini kapsayan bir organizasyon
olan “World Association of Community Radio Broadcasters”in (AMARC), topluluk
radyoları için değişen bölgelerde farklı tanımlamalar sunmaktadır. Latin Amerika’da
AMARC, popüler radyo, eğitici radyo, madenci radyosu ve köylü radyosu gibi
bileşenlerden oluşmuştur. Afrika’da yerel kırsal radyo tanımı kullanılıyor iken,
Avrupa’da birlik radyosu, özgür radyo, popüler özgür radyo, çevresel radyolar,
alternatif radyo ve topluluk radyosu gibi terimler tercih edilmiştir. Asyalılar ise
radyoyu gelişim ve topluluk radyosu olarak tanımlarken; Okyanusya’da aborijin
radyo, halk radyosu ve topluluk radyosu olarak çeşitlilik kazanmıştır. AMARC’ın
topluluk radyo tanımı, farklı kimlik ve tanımlamaları göstermektedir. Bütün bu
kimlik ve pratikleri kapsama girişiminde bulunur ve bazılarını kapsayıp diğerlerini
dışlayan yerleşik tanımlamalardan kaçınır. AMARC-Europe, “topluluk radyo
istastonu” nu, kar amacı gütmeyen, yerleşik bir topluluktan ya da yayın yaptığı özel
alandan topluluğa hizmet eden olarak tanımlar. Bu hizmeti yaparken de, seslendiği
topluluğun katılımını da radyoda teşvik eder (Servaes 1999’dan akt. Bailey vd.
2008:7).
Bolivya’da Madenci Radyosu, askeri yöneyimin sansürlediği medya
ortamında çok önemli bir fonksiyona sahip olmuştur. Komşu ülkelerdeki insanlar bu
radyoyu dinleyerek, Bolivya’da ne olup bittiği hakkında bilgilenebilmişlerdir
(Dagron, 2007:199). Topluluk radyoları içinde, anti-demokratik rejime, muhalif
duruşuyla öne çıkmış bir diğer örnek,
B92 radyosudur. Sırbistan’da Miloseviç
33
döneminin rejime karşı duruş sergilemiş bu radyo, 1990’larda ülkede tek alternatif
haber alma kaynağıdır (Kuruoğlu, 2006:177).
3.3. Alternatif Film, Video ve Televizyon
1970’lerin sonuna gelindiğinde, bu dönemin toplumsal, politik, kültürel ve
politik olarak kurulu sisteme ve otoritelere karşı bir başkaldırı dönemi olduğu
söylenebilir. II. Dünya Savaşı sonrasında, 1968 Paris’te öğrenci hareketleriyle
birleşen ayaklanmalar, feminist hareket, politik aktivizmin doğuşu, gay-lezbiyen
hakları savunusu, Prag Baharı olarak bilinen Doğu Avrupa’da Stalinizm karşıtlığı,
sol politikanın yükselişi ve daha pek çok gelişmenin yaşandığı yıllar 1970 ve
1980’lere damgasını vurmuştur. Yine bu dönemde akademide Marksist teori ve
pratiğinin yeni bir okumasının yapılması, akademide radikal özdüşünümler olarak
nitelenebilecek bir evre yaşanmasını sağlamıştır.
Alternatif film ve video yapımı 1960’ların sonu ve 1970’lerle başlamış; bu
dönemde “The London Film Makers Co-Up” (Londra Film Yapımcıları Kooperatifi),
New Castle’da işçi sınıfı ve kültürünü inceleyen, “The Amber Film Collective”, sol
kolektif bir yapıda olan, “Cinema Action”, “The Berwick Street Collective” ve
Vietnam Savaşı karşıtı hareketleri ve kadın özgürlüğü hareketini destekleyen bir
üretim ve dağıtım grubu olan “Liberation Films” gibi kolektif örgütler kurulmuştur.
1974’te alternatif film yapımcıları, İngiltere’de biraraya gelerek, Independent Film
Makers’ Association’u kurmuşlardır. Bu birlik yalnızca film yapımı değil, fakat aynı
zamanda dağıtımcıları, gösterim yapanları, eleştirmenleri ve eğitmenleri de
kapsamıştır. Dinamik bir sol yapı ve deneyimsel bir film birliği olmuştur. Video,
34
filme nazaran medyanın daha katılımcı ve demokratik işlevini yerine getirebildiği
için ve hem üretim hem de dağıtımı ilk politik hedef olarak öncelediğinden ayrı bir
önem taşımıştır (Fountain, 2007).
1980’lerin ortalarıyla beraber Fransa’da İngiltere’deki BBC 4 ve More 4
kanallarına benzer bir şekilde “ La Sept” adlı kültürel bir kanal açılmış ve sonrasında
bu kanal, Alman- Fransız ortak kanalı “ARTE” olarak değiştirilmiştir. Bu kanalların
ortak noktaları, deneyimlere ve radikal politik, toplumsal ve kültürel görüşlere yer
vermiş olmalarıdır. ARTE, Avrupa’da ve diğer ülkeler içinde anaakım dışı kurgu ve
belgesel yapımcılar için yol gösterici bir kanal olmuştur. 1980’ler ve 90’lar yaygın
medyaya müdahalelerin ve özerk medyaların yaratılması için verilen uğraşların
sonuç verdiği zamanlardır. Bu uğraşları veren medya aktivistlerinin bu dönemlerde
yaşadıkları belli başlı sıkıntı, yarattıklarını dağıtım konusunda, videotape
kütüphanelerinin ve küçük ölçekli dağıtım gruplarının ötesine geçememiş olmalarıdır
(Fountain, 2007:44).
Yerel halkların kendi medyalarını meydana getirmek için dünyanın birçok
yerinde son elli senedir göstermiş oldukları çabalar göze çarpmaktadır. Asıl
meseleleri dil ve kimlik olan bu halklar, Avustralya, Kanada, Meksika, Brezilya,
Amerika, Yeni Zelanda ve Şili’de bütün zorluklara rağmen kendi televizyon
formlarını
oluşturmayı
başarmışlardır.
Alternatif
televizyona
verilebilecek
örneklerden birtanesi Latin Amerika’daki Telesur’dur. Telesur, kuruluş gerekçesi ve
yayın ilkesi olarak; Latin Amerika halklarının kendi gerçeklikleri hakkındaki
bilincini kaybettiğini ve Kuzey Amerika’daki baskın medyanın savaşı ve şiddeti
zihinlere empoze ettiğini ifade ederek; ABD kültürel sömürgeciliğine karşı Latin
Amerika ülkeleri için kültürel bir savunma hattı oluşturmak olduğunu belirtmiştir
35
Venezuela’daki Katya televizyonu, Malili işçi ve köylülerin haklarını savunmada
halk mahkemesi gibi işlev gören Kayira Radyosu, Arjantin’de işçilerin kurduğu
Petitera Televizyonu, alternatif medya türlerinin başarılı örnekleridir (akt. Köse,
2007:264-268).
Amerika’da uzaklara kadar götürülebilen ulusal kamu anten sistemiyle,
yüzlerce yerel kablo istasyonunun tek bir merkezde toplanabilmesini sağlayan bir
proje tasarlanmıştır. Dee Dee Halleck, bu tasarının alternatif radikal çalışmalar için
yeterli olmadığını fakat en azından, radikal seslerin ve görüşlerin duyurulabileceği
bir kamusal alan yarattığını ifade etmiştir (akt. Fountain, 2007:45). New York
merkezli Deep Dish TV15, bu projelerin örneklerinden sayılabilir. Bu kanal, özerk
ulusal uydu dağıtımını ülke genelinde sağlayarak; yereldeki yüzlerce kablolu
televizyonun bağlantısını bu uydu merkezinde toplamayı başarmıştır. Ticari ağlar
homojen ve toplumun merkezi tek bir boyutunu sunarken; Deep Dish TV,
farklılıkların sesi olmuştur. Anaakım tv kanalları izleyiciyi pasifleştirirken, bu kanal
izleyiciyi eğiten ve aktif hale getiren yaratıcı programcılık örneği sunmuştur (2007).
Şili’deki “Tele Analysis Video” deneyimleri, Pinochet diktatörlüğü
döneminin önemli bir çıktısıdır. 1970’lerin ortalarında, Şili’de medyanın yoğun
sansüre uğradığı bir zamanda, genç kameramanların sokaklara inerek direnişi, insan
hakları ihlallerini, baskıyı ve sosyal hoşnutsuzluğu kaydetmeleri ve bunu yaymaları
birlikler, kiliseler ve direniş grupları arasında bilgilendirici bir kaynak olmuştur
(Dagron, 2007:200).
15
Deep Dish TV gibi, “Democracy Now!”, “Our Media”, “One World”, “Indymedia”, “Witness” ve
“Undercurrents” gibi örgütler alternatif televizyonun örneğini oluştururlar ve sonraki teknolojik gelişmelerle bu
ve benzeri aktiviteler, kullanıcı ve izleyicilere dünya çapında bir dağıtım sistemi sunacaklardır. Yakın bir
geçmişte bu sistemler, pek çok benzeri gruplar üzerinde olası yeniliklere kapı aralamıştır (Fountain, 2007).
36
Tv Viva Kuzey Brezilya’da ve Tv Maxambomba Rio de Janeiro’da alternatif
ekranlara verilebilecek örneklerdir. Küba’daki Tv Serrana insanlara farklı bir ses ve
farklı programlar sunmuştur. Bu üç kanal, “televizyon” kelimesini tercih etmişlerdir;
çünkü ticari ya da devlet güdümündeki tv istasyonlarına alternatif olduklarını açıkça
göstermek istemişlerdir. Tv Maxambomba ve Tv Viva, toplumsal konular üzerine
eğilmişlerdir: Ötekileştirmek, seks işçiliği, çocuk işçiler, sokak şiddeti ya da cinsel
cinayetler gibi. Küba deneyimi ise medyaya ulaşamayan kırsal kesime hizmet
sunabilmiştir (Dagron, 2007).
3.4. İnternetin Alternatif Kullanımı
İnterneti kullanan ilk iki medya projesi “PeaceNet” (US) ve “GreenNet” (UK)
adlı projelerdir. Bu iki proje 1985 yılında, toplumsal değişime inanan diğer örgütlere
davetiye çıkaran “Association For Progressive Communications”i kurmuşlardır.
1990’ların ilk yıllarında ise aktivist mail listeleri ve grupları ortaya çıkmıştır.
ACTIV-L (genel aktistivist bir oluşumdur), PROG-PUBS ( progressive campus
publications-ilerici kampüs yayınları) , SAPPHO ( lezbiyen ve biseksüel kadınlar),
SEACnet (çevreci öğrenciler eylem birliği), ve 1989’da World Wide Web (WWW)
gibi internet kaynaklı kolektif örgütler kurulmuştur. WWW’nin kuruluşu, hem
bilgiye erişimi hem de bu bilginin indirilmesini sağlayabilen bir oluşumdur.
Amerikan dergisi “Practical Anarcy Online” elektronik formatta internette yer alan
anarşist çizgideki ilk dergidir. Bu dergi editörleri, üyelerine, onları yeni konular ve
gündem hakkında bilgilendiren e-mailler atarlar. 1990’larda alternatif medya
sitelerinden en önde geleni “Spunk Press” (Spunk Library), pek çok anarşist dergiyi
kayıt altına alan ve çeşitli anarşist haber servislerinin dağıtımını yapan bir site olarak
yapılandırılmıştır. Bu sitenin anarşist topluluklar için önemi bununla sınırlı
37
kalmamıştır. 1992’de Hollanda’da uluslararası bir editör grubuyla, amaçlarının
elektronik formata dönüştürülebilen ya da bu şekilde üretilen çalışmaların internette
olabildiğince
yayılmasını
sağlayacak
bir
dağıtım
rolü
üstleneceklerini
açıklamışlardır. Spunk Library kataloglarında Mihail Bakunin, Emma Goldman ya
da Noam Chomsky gibi düşünürlerin makale ve konuşmalarına yer verilmiştir. Bu
sitenin en önemli özelliği ise, bir teknolojinin anarşist bir projeyle birleştirilmiş
olmasıdır En bilinen radikal internet sitesi ise Meksika’da Zapatistaların Chiapas
Bölgesi için verdikleri mücadele için kurdukları web sitesidir. Chiapas Hareketi’nin
önemli noktası, internet kullanımını, küresel boyutta radikal bir birlik alanı
oluşturacak şekilde yapılandırabilmiş olmasıdır. Yaygın medyada dahi ses getiren bu
hareket, yerel bir direniş projesi için uluslararası iletişim kanalları kullanımının
yolunu açmıştır. Zapatistaların mücadeleleri, insan hakları, iş edinme ve sosyal
haklar için mücadele veren hareket ve gruplarla büyüyen antikapitalist hareketleri
temsil etmiştir (Atton, 2007:59-61).
BIA (Bağımsız İletişim Ağı) ise, medya bağımsızlığı ve iletişim özgürlüğü
için verilen mücadelede Türkiye’de oluşturulan mercilerden birisidir. Bianet ise BIA
kapsamındaki etkinliklerden sadece birisidir. 1990’larda Türkiye’de yaygın
medyanın yaşadığı çöküntü ile gerçek haberlere duyulan ihtiyaç doğrultusunda,
Bianet, BIA vakfı ve TMMOB’nin yöneticilerinin 1996’da birlikte kurdukları bir
projedir (Kürkçü, 2009).
1999 yılında Seattle’daki Dünya Ticaret Örgütü (WTO) toplantısı sırasında
yapılan gösterilerde birçok radikal medya etkin bir rol oynamışlardır. Bunların en
önde geleni ise, Seattle’ın bağımsız medya merkezidir. Bu olaydan sonraki yedi yıl
içerisinde bağımsız medya merkezleri yaygınlaşmış ve dünyanın pek çok yerinde
38
açılmaya başlamıştır. Eylül 2006’dan itibaren, tüm dünyada 150 kadar bağımsız
medya merkezi sayılabilmektedir. Büyük çoğunluğu Batı’da olmakla beraber,
ABD’de 62, Kanada’da 12, Avrupa’da 48, Avustralya ve Yeni Zelanda’da 7, Latin
Amerika’da 17, Asya’da 12 ve Afrikada’da 3 tane bağımsız medya merkezi vardır.
Bu merkezler Seattle’da olduğu gibi protestocuların bir ajans veya forumla beraber,
uluslararası şirketlere karşı büyük yerel gösteriler düzenleme aşamasında
kurulmuşlardır. Bağımsız medya merkezleri aynı zamanda işçilik, insan hakları,
küresel stratejiler ve çevre konularında faaliyet gösteren yerel hareketlerin iletişim
kurdukları bir merkez haline gelmiştir (Downing, 2008:55-64).
4. Radikal Demokrasi, Yeni Toplumsal Hareketler ve Alternatif Medya
Demokratik yönetimlerde yurttaşlar adına hareket eden/etmesi gereken
medyanın iktidarı gözetlemesi ve iktidarın siyasiler tarafından kötüye kullanımına
karşı önlem alması gerekir. Medya karşıt görüşlerin buluşabileceği, etkileşimde
bulunabileceği herkese açık bir arena yaratabilmelidir. Aynı zamanda medya
kamunun bilgilenme hakkına hizmet etmeli, yurttaşlıkla ilgili konulara etkin
katılımını sağlayabilmeli ve siyasal tercihleri için seçenekler sunmalıdır. Fakat
günümüz medyasının birkaç dev medya şirketinin tekelinde olması, bu medyaların
topluma uzak, özel girişim çevrelerine yakın ve kültürel açıdan da tüketim
toplumunun değerleriyle oluşturulduğu görülür. Bu nedenle de medya aslında
demokratik işlevlerini yerine getirmemekte, demokrasi kültürüyle arasına mesafe
koymaktadır (Gurevitch ve Blumler, 2014:193).
39
İletişimin temel bir insan hakkı olduğu ilk olarak 1969’da Fransız sivil bir
memur tarafından –Jean d-Arcy- ortaya atılmıştır. 1989’da ise “International
Commission for The Study of Communication Rights” (ICSCR), MacBride
Raporu’nu sunarak, iletişim haklarını uluslararası seviyede ilk kez ele almış ve
tanıtma girişimini gerçekleştirmiştir (Bailey vd., 2008:13). Bu hak böylelikle
genişletilmiş ve iletişimin çift yönlü, demokratik ve dengeli bir diyalog şeklinde
yürütülmesi yeni bir açıyla yeniden tanımlanmıştır. Pratikte bunun anlamı, bireyin
iletişimde aktif bir partner olarak görülmesi ve verilen mesajların değiş-tokuş
edilerek, toplumsal temsil ve iletişime katılımın artırılmış olamasıdır. Alternatif
medyanın topluluklara kazandırdığı fayda onların kendilerini ifade edebilmelerine
olanak tanıması ve toplumsal değişim ve gelişime katkıda bulunmasıdır. Temsili
değil katılımcı anlayışla alternatif medya iletişimin demokratize edilmesinin önemli
bir aracı olmuştur.
Liberal demokrasinin gelişimi için işleyen radikal demokrasi kuramları üç
başlık altında toplanmıştır. Birinci grupta Jurgen Habermas, Seyla Benhabib ve John
Rawls tarafından geliştirilen “müzakereci demokrasi”, ikinci grupta Ernesto Laclau,
Chantal Mouffe ve William Connolly’nin geliştirdiği “agonistik demokrasi” ve son
grupta da Paul Hirst, Joshua Cohen ve Joel Rogers tarafından geliştirilen “örgütsel
demokrasi” kuramları yer alır. Müzakereci demokraside, herkesin özgür ve eşit
olarak katıldığı ve bütün farklılıklarını dışarıda bıraktığı bir
kamusal alanda
müzakere yoluyla konsensüse varabilecekleri varsayılır (Coşkun, 2007). Fakat
Jurgen Habermas’ın 17. yüzyılda ortaya çıktığını söylediği “burjuva kamusal
40
alanı”16, 19. yüzyılın ikinci yarısıyla çökmeye başlamıştır. Habermas’a göre bu
çöküşün nedeni genişleyen devlet müdahalesi ve ekonomik çıkar gruplarının kamusal
alanı tahakkümleri altına almasıdır. Kamuyu giderek dışlayan bu devlet ve çıkar
gruplarının sözcüsü konumundaki medya ise demokratik ve rasyonel rolünü
yitirmiştir. Rasyonel-eleştirel bir tartışmanın yürütüleceği kamusal alan artık
kamunun sesi olmaktan çıkmıştır (Curran, 2014:136-7). Medyanın öncülük ettiği
kamusal diyalog, anlayış çoğulculuğuna dayanmalı ve bireylerin kendi toplumsal
deneyimlerini ifade etmelerine olanak sağlamalıdır. Bunu sağlayamayan bir
medyanın demokratik olduğunu söylemek anlamsız olacaktır. Medya, ortak anlayış
etrafında toplanan Marksist ve feminist vb. gruplara, siyasal partiler şeklinde örgütlü
gruplara ve etnik azınlık gibi farklı alt kültür gruplarına yer vermelidir. Bu grup
üyelerini medya kamusal alanına almadığı sürece demokratik bir temsiliyetten de
bahsedemeyecek hale gelir (2014-171-2). Kısacası müzakereci demokraside
müzakereyi yapacak olan toplumun farklı kesimlerinden yurttaşların17 farklılıklarıyla
birlikte katılamadığı bir kamusal alan söz konusudur. Yurttaşlık ile tüketicilik
arasındaki çizgiyi bulanıklaştıran neo-liberalizmin panzehiri, sivil toplumun
besleyeceği bir kamusal alandır.
Habermas, kamusal alandan, “sivil toplumun
içinden ortaya çıkan özgül bir alan” olarak bahseder. Keane göre ise kamusal alan,
“genellikle belirli bir iletişim aracıyla ( tv, radyo, faks, uydu, telefon vb.) bağlantı
kuran iki ya da daha fazla insan arasında, kısa ya da biraz uzun bir süre için verili bir
16
XVII. yüzyılın sonundan itibaren kurulmuş olan ve (ekonomi ve aileden oluşan) özel alanla (devlet ve yargı
tarafından oluşturulan) kamu otoriteleri alanı arasında konumlanan bir tür foruma atıf yapmaktadır. Antik
Yunan’a benzer bir biçimde, birey yurttaşlar devlet meselelerini tartışmak için bu kamusal forumda
buluşmaktadırlar. XVIII. ve XIX. yüzyıl medyası burada önemli bir rol oynamıştır. Kısmen kitle medyasının
yükselişi nedeniyle basının bu siyasal işlevi geri plana itilmiş ve yerini tümüyle ticari işleve terk etmiştir.
Dolayısıyla Habermas’a göre XIX. yüzyıl sonuyla XX. yüzyıl başından itibaren kamusal alanın çöküşü
başlamıştır. Habermas ısrarlı bir biçimde on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıl kamusal alanının sınıf ilintisi
nedeniyle sadece burjuvaziye açık olduğunu belirtmiştir (Verstraeten, 2014:245).
17
“Habermas ve Nicholas Garnham’a göre yurttaş, kamusal müzakere hakları aracılığıyla kolektif olarak
tartışılabildiği bir siyasal alanın sakinidir” ( akt. Stevenson, 2008:113)
41
etkileşim ortamında ve/veya tartışmacıların konumlandığı daha geniş bir toplumsal
ve siyasal yapılar içinde işleyen iktidar ilişkileriyle ilgili olarak, şiddet içermeyen
çekişmelerin yaşandığı özgül tipte bir uzamsal ilişkidir” (akt. Kejanlıoğlu,
2004:699).
İkinci kuram olan agonistik demokrasi modeli, kamusal alandaki ilişkileri
kimlik ve fark temelinde inşa eder ve ortak bir konsensüs yerine, “kimlik siyaseti”ni
geliştirecek noktaları ön plana çıkarır.18 Bunun nedeni ise II. Dünya Savaşı
sonrasında gelişen yeni hegemonik oluşumların, toplumsal ilişkileri metalaştırması,
bürokratikleştirmesi ve homojenleştirmesidir. Bu çerçeveden düşünüldüğünde “yeni
toplumsal hareketler”, Laclau ve Mouffe tarafından bu üç etkene karşı gelişmiş
hareketler olarak değerlendirilmiştir. Bu hareketler kimlik ve fark temeline dayalı
agonistik bir demokrasinin gelişimi için bir ortam yaratmışlardır (akt. Coşkun,
2007:19). Yeni toplumsal hareketler terimi, bir dizi farklı mücadeleyi bir araya
getiren bir kavramdır. Kentsel, ekolojik, otoriter sistem karşıtı, feminist, ırkçılık
karşıtı, etnik, bölgesel ve cinsel azınlıkların mücadelerini de kapsayan yeni toplumsal
hareketleri, bir kısım teorisyenlere göre eski toplumsal hareketlerden ayıran nokta,
sınıf temelli işçi hareketlerinden ayrı bir temel üzerinde gelişmesidir.19 İşçi
mücadelesi kavramının sorunlu doğasında ısrar etmek artık anlamını yitirmiştir
(Laclau ve Mouffe, 2008:245-46). Laclau ve Mouffe’a göre, “devletin müdahale
18
“Laclau ve Mouffe tarafından betimlenen çeşitli tarihsel dönüşümler, sosyalist sistemlerin çöküşünü ve
yaşamın sanayi sonrası biçimlerine yol açan üretim tarzındaki değişimleri, sadece işçi sınıfının değil; yeni
postliberal, postmodern toplumsal ve siyasal hareketleri ve protesto biçimlerini içerir. Bu değişimler ve
dönüşümlerle işçi sınıfı mücadelesi dışında ekoloji, cinsellik, din, azınlık grupları ve barış alanlarına doğru
yaygınlaşan mücadele alanları doğurmuştur. Böylelikle de devlet ve sınıf temelli olmayan bir biçimde, “farklılık
ve kimlik” kategorisi içinde anlaşılması gereken; radikal demokrasi projesi ortaya çıkmıştır. Bu projede Laclau ve
Mouffe, Foucault ve Derrida’dan aldıkları “söylem” ve “farklılık” kavramlarını ve Gramsci’nin sınıf temelli
olmayan “hegemonya” tanımını kullanırlar (Keyman, 1999:75-76).”
19
Robin Cohen’e göre, Yeni Toplumsal Hareketleri eski toplumsal hareketlerden ayıran noktalar şunlardır: “1Yeni toplumsal hareketler, kültürel ve kişisel kimliklere yönelmiştir. 2- Teknolojik devlete karşı kültür ve sivil
toplumu savunmuştur. 3- Yaşama ilişkin ihtiyaçlara odaklanmıştır. 4- Karar verme süreçlerini demokratize
etmişlerdir. 5- Gündelik hayatta alternatif anlamlar üretirler. 6- Demokratik ve katılımcı bir şekilde yapılanırlar
(akt. Coşkun: 2007:136).
42
ettiği bütün alanlarda, toplumsal ilişkilerin politikleşmesi sayısız yeni antagonizmaya
temel oluşturmaktadır” (2008:249). Farklı söylemlerin ve mücadelerin birlik
yaratmak pahasına törpülenmesi yerine, agonist demokrasi bu farkların (cinsiyet,
kimlik, sınıf vs.) birarada çatışarak var olabileceğinin altını çizmiştir. Kısacası,
agonistik demokrasi modeli, oydaşma adına farklılıkların silinmesi yerine çatışmalı
çoğulcu bir anlayışla bir arada yaşatılabileceğini ortaya koymuştur. İçinde birçok
farklı kimliklerden örülü yeni toplumsal hareketler, verdikleri mücadelerde
kitleselleşebilmek için, medyayı etkin bir biçimde kullanma becerisi göstermişlerdir.
(Çoban,
2004:55)
Alternatif
medyalar
üreterek
karşıt-kamusal
alanlar
yaratılabileceğini gösteren yeni toplumsal hareket üyeleri, agonistik demokrasinin
hem itici gücü hem de onun üzerinde temellendiği antagonizmaların çatışmalı
biraradalığından beslenir.
Son olarak örgütsel demokrasi ise, devlet, sivil toplum ve piyasa ayrımında
bu üç alanın birbirlerine müdahale etmesinin yanlış değil doğru olacağından
hareketle, toplumsal sorunları çözme konusunda işbirliği yapmaları önermesinde
bulunmuştur. 1960’lı yıllarda kapitalist sistemin ve Marksizmin içinde düştüğü
bunalım ortamında kendisini temellendiren radikal demokrasi kuramları, günümüzde
de demokratik hak ve özgürlüklerin çoğalması adına siyasal bir çerçeve sunmuştur.
Klasik liberalizm ve Marksizme alternatif olanaklar sunan radikal demokrasi teorileri
solun gündemine de yeni tartışmalar açmıştır ( Coşkun, 2007:21).
Habermas’a göre modern toplum, araçsal akıl (tek taraflı) tarafından
yönetilmektedir. Onun önerisi ise, iletişimsel ussalıktır. Araçsal ussallık kamusal
alanı sömürgeleştirirken, iletişimsel akıl demokratikleştirir. Dolayısıyla, yurttaşlar,
gruplar, hareketler ve örgütler arasında görüş oluşturma, tartışma ve müzakere için
43
alternatif bir kamusal alanın varlığı gereklidir (akt. Coşkun, 2007:44). Fakat
Habermas’ın müzakereci demokrasi anlayışında ortaya çıkan “geniş halk katılımı,
kamusal tartışma ve sorunlardan haberdar olma, bir yargıya ulaşmak için
müzakereler yapma, müzakere edilen konuda konsensüse ulaşma, her birey için eşit
koşullar”
şeklindeki
önermelerin
hepsi,
müzakere
sürecine
katılanlardan
farklılıklarını dışarıda bırakacak şekilde alana kabul etmektedir (2007:48). Bu da
müzakereci demokrasi anlayışının müzakere anlayışının eksik ve dar olduğunu
göstermektedir. Alternatif medya toplumun dışlanan farklılıklarının yarattığı
medyaysa eğer, bu alternatif kamusal alanda onlar farklılıklarıyla beraber var olmalı
ve çatışmanın çoğulculuğuyla biraradalığı sağlayabilmelidirler. Örgütsel demokrasi
anlayışındaki sivil toplum, devlet ve piyasanın iş birliği ise günümüz koşullarında
gerçeğe pek yakın gözükmemektedir. James Curran’ın demokratik medya
modelindeki gibi devlet ve piyasayı bir arada düşünen modeller örgütsel demokrasi
anlayışına yaklaşırken; agonistik demokrasinin20 farklılıklar ve kimlikler üzerine
kurulu demokrasi anlayışı, bizlere yeni toplumsal hareketlerin bileşenlerini ve bu
bileşenlerin yarattıkları alternatif medyayı hatırlatır.
Modernitenin bir iktidar kurma süreci olduğu, buna tezat olarak ise
postmodern dönem olarak adlandırılan yeni bir siyasal ve toplumsal sürecin ise, bu
iktidarı kaldırmak ve bireyi özgürleştirmek adına tasarlandığı bilinmektedir. Ulus
devletlerin yaşadığı sarsıntının temelinde, kimlik, beden ve özne konusunda
karşılaşılan yeni yorumlar ve sivil alanın21 genişletilmesini sağlamaya çalışan fikirler
20
William Connolly’e göre, agonistik yani çatışmacı ve tartışmacı bir demokrasi; “kimliğin hayat açısından
gerekliliğini olumlayan, onun dogma haline getirilmesine karşı çıkan ve insan yaşamının çok biçimli çeşitliliğini
koruma kaygısını kimlik ve farklılık arasındaki karşılıklı bağımlılık ve mücadeleyle birleştiren siyasi hayaldir
(akt. Coşkun, 2007:79).
21
Sivil alan, 5 büyük boyut içermektedir. Ulusal, bölgesel ve yerel toplulukların olduğu “mekansal-bölgesel”,
“dinsel-etnik-ırksal”, feminist ve kadın hakları gruplarının oluşturduğu “cinsiyete dayalı”, sendikaların ve meslek
44
vardır. Postmodern dönem, iki düğüm arasında tanımlanır: demokrasi ve kimlik
kavramları. Çoğulcu, çok kültürlü bir evrenin yaşandığı bu dönemde, kimlik, fark ve
tanıma politikalarının ortaya çıktığı ve bunların anlam kazandığı bir zamanda da
modernitenin oluşturduğu anlamlar ortadan kalkmıştır. Bu anlamda da, kadın
araştırmaları, eşcinsellik kurumu, cinsiyet araştırmaları, kültürel kuram ve
araştırmaları önem kazanmıştır (Kahraman, 2004: xi).
Sonuç olarak alternatif medya, medyanın demokratikleşmesi adına önemli bir
alan açtığı için önemlidir. Medyanın demokratikleşmesi demek ise, farklılıkları içine
alması ve ancak bu çoğulculuk içerisinde karar mekanizmaları oluşturması demektir.
Bu nedenle de alternatif medya, hali hazırdaki medya piyasasında radikal
demokrasinin hem destekçisi hem de ondan beslenen bir araç olarak görülebilir.
Radikal demokrasi kimliklerin ve mücadelelerin yaşam alanıysa, alternatif medya da
bu yaşam alanının bir parçası, bir bileşenidir.
Alternatif medyada önemli olan iki yollu gelişen iletişimdir. Burada Janet
Wasco ve Vincent Mosco’nun ortaya attığı ‘medya içinde’ ve ‘medya
aracılığıyla’ demokratikleşme ayrımı ortaya çıkar. Birey, ‘medya içinde’
olduğunda, profesyonel olmayan katılımcıların medya üretimine katıldıkları
bir süreç yaşanır. Bu katılım, mikro bir katılımdır fakat uzun süremli bir ‘sivil
tavır’ geliştirerek sivil kültürün gelişmesine katkıda bulunur. ‘Medya
aracılığıyla’ gelişen durum ise, kamusal tartışmalara girmeyi ve kendini
kamusal alanda temsile olanak veren makro katılımı anlatır (Bailey vd.,
2008).
derneklerinin oluşturduğu “ mesleki dernekler” ve son olarak da “jenerasyona dair kategoriler” dir ( akt. Pakulski,
2007).
45
II. BÖLÜM: TÜRKİYE’DE ALTERNATİF MEDYA
İkinci bölümde, Türkiye’de alternatif medyanın oluşum süreçlerine ve
örneklerine değinmeden önce, Türkiye’de başlangıcından günümüze, yazılı ve görsel
medyanın hangi koşullar ve baskılar altında yayınlarını sürdürdüğü, bu kısıtlanan ve
sınırlandırılan medya ortamından, alternatif medyaların nasıl ortaya çıktığı üzerinde
durulacaktır. Bizde basın ya da daha geniş bir çerçevede iletişim özgürlüğünden22
bahsedilebilir mi ya da bizim medyamız demokrasi kültürünün yerleşemediği bir
ülkede, nasıl bir gelişim çizgisi göstermiştir ve ne tür baskılara maruz kalmıştır
şeklindeki sorulara yanıt aranacaktır. Çünkü basının baskılara maruz kaldığı
zamanlar, alternatif medyaların oluşumu için itici bir güç olmuştur.
Yeni sansür biçimleriyle çoğalan baskıyı bertaraf etmek ve iletişim
özgürlüğünün sınırlarını genişletmek için uğraş veren yeni toplumsal
hareketler ile onlara bağlı grupları besleyen tartışmaları kuşatan
kavramlar ‘radikal medya’, ‘barış gazeteciliği’, ‘alternatif yayıncılık’
etrafında yoğunlaşmıştır (Köker ve Şanlı, 2013:118).
1.Siyasal İktidarların Gölgesinde: Dünden Bugüne Türkiye Medyası’nın
Oluşumu ve Denetimi
Gazete batıda toplumun ekonomik, politik ve sosyal ihtiyaçlarının ve yaşanan
devrimlerin, ekonomik gelişmelerin ve bunun paralelinde teknik ilerlemelerin bir
sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Osmanlı’da ise ilk gazeteler toplumu batılılaştırmanın
22
Basın özgürlüğü kavramı, düşünce ve kanaatleri dergi, gazete broşür vb. aracılığıyla yayabilme özgürlüğü
olarak tanımlanan ve daha çok konuşma özgürlüğü ile bağdaştırılan bir kavramdır. İletişim özgürlüğü kavramı
ise, yazılı basındaki konuşma özgürlüğünün ötesinde, görüş ve düşünceleri hayatın her alanında ifade edebilme
özgürlüğünü kullanmak için kullanılmaya başlanmıştır. Dergi, gazete gibi yazılı basının yanında radyo,
televizyon sinema ve internet gibi yeni iletişim araçlarının hayatımıza girmesiyle beraber 1970’lerle beraber
“basın özgürlüğü” yerini “iletişim özgürlüğü”ne bırakmıştır. Fakat yaygın olarak hala basın özgürlüğü terimi
tercih edilse de, iletişim özgürlüğü kavramı daha geniş bir çerçevede, yeni iletişim araçlarının kullanımı ve
düzenlenmesinin ötesinde hayatın her alanındaki konuşma, ifade etme ve bilgi edinme özgürlüğümüzü anlatır (
Köker ve Şanlı, 2013:115).
46
bir aracı olarak devlet şahsiyetleri tarafından çıkarılmıştır (Demir, 2007:77-78). Bu
şahsiyetlerden birisi olan II. Mahmut’un 19. yüzyılda reformları topluma tanıtmak
istemesiyle
Osmanlı
Basını’nın
gelişimi
hız
kazanmıştır.
Bu
gerekçelere
dayandırılarak çıkarılan Osmanlı’nın ilk gazetesi 1831 tarihli Takvim’i Vekayi
olmuştur. Tanzimat Fermanı’nın duyurulması niyetiyle de 1841’de Ceride-i Havadis
basılmıştır. Bu iki örnek üzerinden bir okuma yapıldığında, ilk gazetelerin devlet
mekanizmaları tarafından belirli siyasi amaçlar doğrultusunda çıkarıldığı görülür.
1860’lara kadar resmi gazeteler devletin sesi olmaya devam etmiş; yönetime karşı
eleştirisiz bir çizgide yayınlar sürdürülmüştür. 1860’da ise Şinasi ve Agâh Efendi’nin
çıkardıkları Tercüman-ı Ahval, ilk özel gazete olup, onu 1862’de Tasvir-i Efkar
izlemiştir. I. Meşrutiyet öncesinin bu özel Türk gazeteleri, Türkiye’de kamuoyu
fikrinin ve düşünsel ve siyasal muhalefetin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Şinasi ve
Namık Kemal daha sonra “Yeni Osmanlılar Cemiyeti”ni kurarak; gazetelerde “ ulus,
vatan, özgürlük, yurtseverlik, devrim” gibi kavramları kullanmış, toplumun düşünsel
hayatına katkıda bulunmuşlardır (Gürkan, 1998:25). Yeni Osmanlılar 1865’te
örgütlenerek gizli bir dernek kurmuşlar; bu derneğin kurulmasını takip eden
dönemlerde siyasal baskılar nedeniyle Avrupa’ya kaçmak zorunda kalan gazeteciler,
Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi, Agâh Efendi, Reşat Ve Rıfat Beyler Muhbir,
Hürriyet, Uluç ve İnkilap gibi ilk JönTürk gazetelerini yurt dışında çıkarmışlardır
(1998:28).
Osmanlı İmparatorluğu’nda 1864 yılına kadar basın özgürlüğünün
hukuki ve objektif herhangi bir sınırı yoktur. Padişahlar istediği zaman
gazete çıkarılmasına izin vermiş, istediği zaman bu izni kaldırmış ve
gazeteleri kapatabilmiştir. XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren
tüzük ve kararnamelerle düzenlenen basın alanı, yine yöneticilerin
kişisel müdahalelerine açık olmuş, sıkı kontrol ve denetleme
mekanizmalarına tabi tutulmuştur. Osmanlı Dönemi’nin basın alanına
ilişkin ilk kapsamlı yasal düzenlemesi olan 1864 tarihli Matbuat
47
Nizamnamesi’yle basın sınırsız bir sansüre uğramıştır. Gazete ve
dergilerin çıkarılmasını idari tedbirlere bağlayan Ali Kararnamesi
(1867) ile Muhbir ve Vatan kapatılmış, memur gazeteciler uyarılmış
ya da yeni görevlere atanarak İstanbul’dan uzaklaştırılmış; Tercüman-ı
Ahval ve Tasvir-i Efkar’ın yayınlarına son verilmiş, gazeteci memur
Ali Suavi, Namık Kemal ve Ziya Bey yeni görevlerine gitmemek için
yurt dışına kaçmışlardır (Köker ve Şanlı, 2013:120).
I. Meşrutiyet’in ilanı ve 1876’da yürürlüğe konan Kanuni Esasi ile birlikte basın
kısa sürecek bir özgürlüğe kavuşmuştur. Fakat 14 Şubat 1878’de bu Anayasanın
kaldırılması ile başlayan İstibdat Dönemi basın özgürlüğüne darbe vurmuştur. Aynı
yıl Sansür Heyeti’nin kurulmasıyla gazeteler basım öncesinden itibaren denetim
altına alınmış ve bu baskılar aydınların gazete çıkarmak için yurt dışına gitmelerine
neden olmuştur (1998:30). II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte iktidara gelen İttihat ve
Terakki yönetimi ise toplumu çeşitli baskılarla tahakkümü altına almaya başlamış,
aynı yöntemi basın üzerinde de uygulamış ve düşünceleri nedeniyle pek çok gazeteci
bu dönemde öldürülmüştür. İttihatçıları eleştiren Serbesti gazetesinin başyazarı
Hasan Fehmi ve Sada-yı Millet gazetesinden Ahmet Samim 1909’da öldürülen
gazeteciler olmuşlardır (Gürkan, 1998:32). Yine aynı yılın temmuzunda yürürlüğe
giren Matbuat Kanunu’nda, padişahı, devleti, dini ve milleti koruyan; fakat suçu ve
ayaklanmayı kışkırtıcı yazılara yasak getiren hükümler yer almıştır. Bu kanun bazı
değişikler yapılmasına rağmen 1931’e kadar yürürlükte kalmıştır. Yeni kurulacak
rejimde, topluma yeni ideolojiyi benimsetmek için basından yararlanılmıştır. 6 Nisan
1920’de çalışmaya başlayan Anadolu Ajansı’nın yeni rejimin ulusallaşma sürecinin
bir ürünü olduğu bilinmektedir. Anadolu Ajansı’nın kurulmasındaki amaç, bazı
propagandaları kırmak ve yabancı haber ajanslarına olan bağımlılığı azaltmak
olmuştur (Kuyucu, 2012).
48
Cumhuriyetin ilk yıllarında Doğu’da ayaklanmaların olması sıkı yönetimi
başlatmış; “4 Mart 1925’te mecliste kabul edilen Takrir-i Sükun Kanunu23’nun
ardından, Tanin, Tevhidi-Efkar, Sebilür Reşad, Aydınlık, Resimli Ay, Orak Çekiç, Son
Telgraf ve Vatan da dahil olmak üzere İstanbul ve Anadolu’nun değişik
eğilimlerindeki muhalif gazete ve dergiler birer birer kapatılmıştır. Yazarlar Ankara
ve Elazığ İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak tutuklanmışlardır” (Tazegül,
2005:151). Kısacası, Takrir-i Sükûn Kanunu’yla beraber, nisbi de olsa mevcut olan
özgür basın ortadan kalkmıştır (Gürkan, 1998:45). 1931’e gelindiğinde ise
Cumhuriyet döneminin ilk basın yasası çıkarılmıştır. 1931 Basın Kanunu ile ilk kez
hilafeti, saltanatı, anarşizmi ve komünizmi savunan yayınlara açıkça yasaklamalar
getirilmiş ve hükümete de “yurt yararına ters düşen yayınları” kapatma yetkisi
verilmiştir. Bu baskılar altında yoluna devam etmeye çalışan basına başka bir
denetim mekanizması eşlik etmiş ve 1933’te İçişleri Bakanlığı’na bağlı “Matbuat
Umum Müdürlüğü”24 kurulmuştur. Bu kurumla birlikte Cumhuriyet rejiminin basın
üzerindeki etkisi ve kontrolü daha kesin bir nitelik kazanmıştır. 1935’te, basınla
Basın Genel Direktörlüğü arasında işbirliği sağlamak adına ilk basın kongresi
toplanmıştır. Bu kongrede basının kültürel görevlerini yapmasını geliştirecek
imkanlar, basının devlet eliyle kalkınmasını sağlayacak çalışmalar görüşülmüştür.
Basın kongresinde, basının devlet ile bağlarının güçlendirilmesi ve yayınların devlet
politikalarına uygun yapılması amaçlanmıştır (Tazegül, 2005:152). Haziran 1938’e
23
1925 yılı Şeyh Sait ayaklanmasının ardından mecliste 4 Mart 1925'te Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edilmiştir.
1927 yılına kadar sürecek olan sıkıyönetim bölgelerinde çıkarılan her türlü gazete dergi sansüre uğramıştır. Bu
kanunla hükümete sınırsız bir yetki tanınmış ve basın özgürlüğü de bu anlamda hükümetin yetkisi ile
sınırlandırılmıştır. Kanunun yürürlüğe girmesiyle yurt içinde birçok basın organı kapatılmış ve çok sayıda
gazeteci İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanmıştır. Kısacası bu kanun ile muhalif basın susturulmuştur ( Yıldız,
2014:439).
24
7 Haziran 1920’de “Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumiyesi” teşkilat kanunuyla kurulan ve 22 Mayıs
1933’te “Matbuat Umum Müdürlüğü” olarak adı değiştirilen kurum, 16 Temmuz 1943’te de “Basın Yayın Umum
Müdürlüğü” adını almıştır (Yıldız, 1996:482).
49
gelindiğinde, 1931 tarihli Matbuat Kanunu’nun köklü bir değişiklikten geçirildiği ve
basın özgürlüğünün daha da kısıtlandığı görülmektedir. Bu yasa değişikliğiyle gazete
ve dergi çıkarmayı zorlaştıran şartlar getirilmiş; aynı zamanda basında çalışma ve
haber verme hakları da daraltılmıştır. Hükümeti eleştirebilme hakkı ise, zaten
hükümete gazete kapatma yetkisi tanıyan 1931’den beri denetim altına alınmıştır.
Bu dönemde basın devletin kontrol ve sınırlamalarına açık bir hale getirilmiş, siyasal
iktidar basın organlarından kendisine destek verecek yayın yapmalarını talep
etmiştir. 1938’de yapılan değişiklikle, siyasi nitelikli gazete ve dergi çıkarmak “para
yatırma” şartına bağlanmış; buna ek olarak da “beyanname istemi” yerine,
“ruhsatname alma istemi” getirilmiştir (Demir, 2007:131; Tazegül, 2005).
Tek partili dönemden çok partili döneme geçişin tarihi olan 1950 yılında
iktidara gelen Demokrat Parti, 1931 tarihli basın yasasını değiştirmiştir. DP, 24
Temmuz 1950’de, üzerinde pek çok değişiklik yapılan fakat 54 sene yürürlükte kalan
5680 Sayılı Basın Yasası’nı çıkarmıştır.
Bu basın yasasıyla iktidar ile basın
ilişkilerinde iyileşme olmuş ve yeni rejim kurulduğundan beri basın en özgür
dönemini yaşamaya başlamıştır (Demir, 2007:160). Gazete çıkarmak için bildirimde
bulunmak yeterli görülmüş, gazete sahiplerinin yayımlanan yazılardan dolayı cezai
sorumluluğu kaldırılarak, yazılardan yazı işleri müdürü ve yazar sorumlu
tutulmuştur. DP ayrıca 5953 sayılı başka bir yasayla gazetecilere sendika hakkı,
kıdem tazminatı, iş sözleşmesi gibi haklar tanımıştır (Elif ve Kaya, 2010:95).
DP iktidarı ile basın arasındaki iyi ilişkiler 1954 seçimlerinden sonra bozulmaya
başlamıştır. Nedeni ise basının hükümeti eleştiren yazılar kaleme almaya başlamış
olmasıdır. Devletin politik duruşuna ve mali gücüne zarar verdiği düşünülen
50
gazeteciler hakkında ağır cezalar getirecek olan basın kanunundaki değişiklik25
TBMM’de onaylanmıştır (Demir, 2007). DP iktidarı döneminin bir diğer önemli
gelişmesi ise, Türkiye’nin önde gelen iki gazetesinin çıkarılmaya başlanmasıdır. 1
Mayıs 1948’de gazetecilik kökenli Sedat Simavi Hürriyet gazetesini; 3 Mayıs
1950’de ise yine ailesi gazeteci olan Ali Naci Karacan Milliyet gazetesini çıkarmıştır
(Hürkan ve Kayış, 2011:15). Aynı yıllarda gazetecilik kökenli olmayan iş
adamlarının da gazeteciliğe soyunduğu görülür. Yeni Sabah’ı alan Safa Kılıçoğlu ile
birlikte, Türk basınında ilk defa basın alanı dışından birisi gazete sahibi olmuştur.
Bunu, Yeni İstanbul gazetesiyle Habib Edib Törehan ve Akşam gazetesini satın alan
Malik Yolaç takip etmiştir. Fakat Türk basınında mülkiyet yapısında büyük
değişimlerin başlangıcı, Aydın Doğan’ın Milliyet’e 1979’da ortak olmasıdır. Türk
medya devi olarak görülen Aydın Doğan, pek çok tv kanalı, gazete, dergi ve
radyonun da sahibi olması nedeniyle Türk medyasındaki yoğunlaşmanın bilindik bir
örneğidir (Kuyucu, 2012:10; Adaklı, 2006).
27 Mayıs 1960 Askeri müdahalesi döneminde basınla ilgili yeni düzenlemeler
yapılmıştır. 1961’de resmi ilan dağıtımının düzene sokulması amacıyla Basın İlan
Kurumu’nun kurulması ve gazetecilerin iş güvenliğini sağlayan 212 sayılı yasa bu
düzenlemeler arasındadır (Demir, 2007:169).
Devlet kâğıt tahsisini kontrolünde tutarak, toplam ilan gelirindeki oranı yüzde
ellilere ulaşan resmi ilanları dağıtrnada yandaşlarının kayırarak 'naylon bir
basının' oluşmasını teşvik etmekteydi. 27 Mayıs müdahalesi basın ilkelerinin
yine devlet tarafmdan oluşturulması girişimlerini sona erdirdi. Basın İlan
Kurumu kurularak resmi ilan aracılığıyla yapılan devlet baskısı bir ölçüde
azaltıldı (Koloğlu, 2012:75).
25
1956’da basın özgürlüğünü kısıtlayacak yönde Basın Kanunu’nda değişiklik yapılmıştır. 1957 ve 1958
yıllarında çıkarılan kararnamelerle de gazete ve dergi kâğıtlarının tek elden ithali ile reklam ve ilanların tek elden
dağıtımı kararı alınmış; böylelikle de muhalif basın üzerinde daha fazla kontrol mekanizmaları kurulmuştur
(Yıldız, 2014:443).
51
1961 Anayasası, 1924 Anayasası’na kıyasla iktidarı kısıtlayan, vatandaşların hak
ve özgürlüklerini öne çıkaran bir anayasa olmuştur (Birsen, 2011:22). Bu anayasada
“Basın hürdür, sansür edilemez” hükmü yer almış ve basın özgürlüğünü sağlayacak
uygulamalar konusunda devlete sorumluluk yüklemiştir (Köker ve Şanlı, 2013:122).
1960’ların göreli özgürlük ortamından 1980’lerin son derece baskıcı dönemine
gelindiğinde, askeri yönetimin getirmiş olduğu yasaklamaların, basını neredeyse
tamamen susturduğu söylenebilir. Bu dönemde basın yayın organlarına müdahaleler
yapılmış, gazeteciler hapse atılmış ya da öldürülmüştür. Demokrat, Aydınlık ve
Hergün gazeteleri tamamen kapatılmış; Türk basınının hemen hemen hepsi ya
sansüre uğramış ya da gazetecileri mahkûm edilmiştir (Kuyucu, 2012:13-27).
24 Ocak 1980’de Altıncı Demirel hükümeti tarafından ilan edilen ekonomik
tedbirler neticesinde, pek çok malın fiyatında yapılan artışlar gazete kâğıdına da etki
etmiş, gazete kâğıdına %300 zam yapılmıştır (Adaklı, 2006:138-140). 1983-89 yılları
arasında başbakanlık, 1989-93 yılları arasında da cumhurbaşkanlığı yapmış olan
Turgut Özal, Cumhuriyet tarihinin en sık ve en yüksek rakamlı tazminat davalarını
gazete ve gazetecilere açmıştır. Diğer yandan ise Özal ve çevresiyle ilişkiler kuran
basın ve medya sahipleri teşvik belgeleriyle ödüllendirilmişlerdir (Adaklı, 2006:
147-153). 1990’lar ve sonrasına baktığımızda ise, Türkiye’de medya sektöründe
yoğunlaşmaların hızlandığını ve gazeteci ailelerden gelen geleneksel medya sahipliği
yerine, medya dışı alanlardan gelen medya patronlarının yer aldığı görülür (Adaklı,
2001:145).
1931 Matbuat ve 1950 Basın Kanunları’ndan sonra 2004’ye yeni bir basın yasası
çıkarılmıştır. Bu yasa Cumhuriyet tarihindeki üçüncü ve son basın yasası olmuştur.
“2004 tarihli Basın Kanunu’nda basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme,
52
yorumlama ve eser yazma hakkını, içerecek şekilde tanımlanmıştır ( Köker ve Şanlı,
2013:123-124).” 2010 yılında ise Anayasanın 148. Maddesinde 5982 Sayılı Kanunu
ile yapılan değişiklikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasada ortak olarak
yer alan temel hak ve özgürlükler konusunda Anayasa Mahkemesi’ne bireysel
başvuru hakkı getirilmiştir. Bu temel hak ve özgürlüklere “basın özgürlüğü” de dahil
edilebileceğinden olumlu bir gelişme olarak bakılabilir (Yıldız, 2014:432).
Yazılı basının uğradığı bu baskılar karşısında radyo ve televizyon yayınları
üzerinde ne tür kontrol mekanizmaları sağlandığına bakıldığında ise karşımıza
1994’te çıkarılan 3984 sayılı yasa çıkmaktadır. Bu yasa, “Radyo ve Televizyon
Kuruluşlarının Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun” ile özel radyo istasyonlarının,
özel televizyon kanallarının ve TRT’nin uymakla yükümlü olduğu kuralları
düzenlemiştir. 3984 sayılı kanunun 29. Maddesinde yayın haklarının kime verilip,
kime verilemeyeceği anlatılır. Bu maddeye göre, “Siyasi partiler, dernekler,
sendikalar, meslek kuruluşları, kooperatifler, vakıflar ve mahalli idareler özel radyo
ve televizyon kuruluşu kuramaz ve bunlara ortak olamazlar” (Birsen, 2011:22-23).
Böylelikle de sivil toplum örgütlerinin radyo ve tv yayıncılığının önüne engel
konulur. Yine bu yasayla, yayıncılık alanı düzenleme yetkisi “Radyo Televizyon Üst
Kurulu” na (RTÜK) verilmiştir (Kuyucu, 2012: 115). 2011’de “Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkındaki Kanun” revize edilmesine
rağmen; kamu hizmetine uygun, demokratik tartışmayı besleyen ve yoğunlaşma ve
ayrımcılığa karşı duran bir içeriğe sahip olmadığı için eksik nitelikte kabul edilmiştir.
53
2.Türkiye’nin Muhalif Medyaları: Örnekler Üzerinden Bir Değerlendirme
Marisol Sandoval alternatif medyayı öznel ve nesnel yaklaşımlar ışığında ele alır.
Öznel yaklaşımlar medya aktörlerine odaklanan ve alternatif medyanın üretim yolları
üzerinde durur. Sıradan, sesini duyuramayan insanların sesi olan medya
üretimlerinin, medyayı demokratikleştireceğini ve bu şekilde medyanın toplumsal
katılımı teşvik edeceğini vurgular. Kısacası, öznel yaklaşımlar alternatif medyanın
üretim süreci ve katılımcılık anlayışını öne çıkarır ve alternatif medyayı katılımcı
medya olarak adlandırır. Nesnel yaklaşımlar ise, alternatif medyanın yapısına
odaklanır. Anaakım medyanın ideolojik içeriğine karşılık, alternatif medyanın
eleştirel içerik üretimiyle özgürleşimi sağlayacağını söyler. Bir medyanın alternatif
olup olmadığı konusunda yürütülen tartışmalarda uzlaşılan nokta, alternatif olarak
değerlendirilebilecek bir medyanın asgari şart olarak eleştirel bir içeriğe sahip
olmasıdır (Sandoval, 2009:4-13).
Türkiye’deki alternatif medya örneklerine baktığımızda, ele alınacak olan
medyaların ortak noktalarının genel olarak öznel değil nesnel yaklaşımlar açısından
alternatif sayılabilecekleridir. İstisnalar olsa da, genel olarak ülkemiz alternatif
medyaları katılımcılık esasından çok, iktidar politikalarına karşı eleştirel bir tutum
içinde olmuşlar ve bu medyaların kadroları tanınan ve bilinen gazeteciler,
aydınlardan oluşmuştur. Tabiki sıradan insanların üretim sürecine katıldığı
medyalarımız da mevcuttur; fakat genel olarak alternatif medya oluşumlarımızın
katılımcılık esasını öne çıkaran öznel yaklaşımların betimlediği şekilde değil;
eleştirellik açısından muhalif bir çerçeve ile nesnel yaklaşımlar çizgisinde
oluşturulduğu gözükmektedir (Sandoval, 2009).
54
Türkiye’nin muhalif seslerine bakmayı, toplumun batılı anlayışa ve
yeniliklere kapı araladığı dolayısıyla toplumun karşıt seslerinin yükselmeye başladığı
Tanzimat Dönemi’nden başlatmak gerekmektedir. İlk mizah dergileri bu dönemde
oluşmuştur. Bu yayınlara Tanzimat Dönemi’nde 1858 Ceza Kanunu 26’yla yasak
getirilmiş, eleştirel tutumları hükümetin dikkatini çekmiştir. Bu yasayla, yazılı mizah
yayınları ya kapatılmış ya da sansüre uğramıştır. 1870 Kasımında Teodor Kasap
tarafından bağımsız olarak çıkartılan ilk mizah gazetesi, Diyojen de cezalardan
nasibini almış ve dört kez kapatılmıştır. Nedeni ise dönemin önde gelenlerini güldürü
öğesi altında hicvedebilmesidir.
Tanzimat’la başlayan ve Meşrutiyet’le devam eden yazılı mizah27, Meşrutiyet
yönetimiyle gelen görece özgürlük ortamında daha belirgin hale gelmiştir. Yenilikçi,
modern dünya ve insan tasarımıyla öne çıkan Meşrutiyet dönemi mizah yayınları,
geleneksel yapıdan uzaklaşmıştır. Bu dönemde Karagöz, Kalem, Cem, Davul gibi
önemli mizah dergileri çıkarılmıştır. Türk basınında ilk süreli mizah yayını bir gazete
ilavesidir. 1868 tarihli Terakki Gazetesi içinde karikatüre de yer veren bir gazete
olarak, Türk yazılı mizahının öncüleri arasında sayılmış; dönem içindeki diğer
dergilere de örnek teşkil etmiştir (Yazıcı, 2011:1300).
Diyojeni takiben, Kamer, Medeniyet, Çıngıraklı Tatar, Latife, Şafak,
Kahkaha, Geveze, Meddah, Çaylak vs. pek çok mizah dergisi dönemin diğer önemli
yayınlarıdır. 1870-76 yılları arasında Osmanlı’da 20 mizah dergisinin yayınlandığı
26
1858 Ceza Kanunu, Fransa’dan alınmış ve basınla ilgili cezai uygulamalar ilk defa uygulamaya konmuştur. Bu
kanuna göre, devlet ruhsatı ile açılmış matbaalarda devlet ve hükümet aleyhinde basılan gazete, dergi veya zararlı
evraklar toplatılacak ve matbaa suçun derecesine göre geçici ya da tamamen kapatılabilecek; ayrıca, edepsiz
resim ve eleştirel yazılar yayınlayanlar da para veya hapis cezasına çarptırılabilecektir. Bu düzenlemeyle
kapatılan ilk gazete 1860’da çıkarılmaya başlayan Tercüman-ı Ahval olmuştur ( Yıldız, 2014:434).
27
Toplumsal gerçekliklere satirik ve eğlenceli bir dille yanıt veren bir tür olan mizahın en belirgin özelliği,
eleştirel olmasıdır. Mizah, geleneklere, törelere, yönetimlere ve iktidarlara karşı gülünç yöntemlerle muhalif ses
olmayı başarır (Avcı, 2003).
55
bilinmektedir. Bunlara ek olarak, Meşrutiyet Dönemi’nde Jön Türklerin yurt dışında
çıkardıkları dergilere bakılacak olursa eğer şu dergilerin de isimlerini sayılabilir:
Hayal (Londra, 1898), Beberuhi (Cenevre, 1898), Pinti (Kahire, 1898), Davul (Paris,
1900), Dolap ve Tokmak ( Cenevre, 1901) (2011: 1301).
1908’de ikinci kez ilan edilen II. Meşrutiyet dönemi gazetelerinin ortak
özellikleri, anayasa, özgürlük, eşitlik ve meşrutiyet gibi fikirleri ön plana çıkaran
yazılar kaleme almaktır (Seyhan, 2013:496). II. Meşrutiyet yıllarında Osmanlı
aydınları siyasi fikirlerini beyan etme yolu olarak basın yayın organlarını
kullanmışlardır. Osmanlı Demokrat Fırkası’nın çıkardığı gazeteler içinde “Türkiye
Gazetesi”, önemli bir yer tutmuştur.
Gazetede hükümetin haksızlıkları, memurların usulsüzlükleri ve yolsuzluklar
sert bir dille eleştirilmiştir. Gazetede hürriyet, adalet, eşitlik ve kardeşlik
duyguları işlenmiştir. Din, mezhep, ırk ayrımı olmaksızın, bütün Osmanlı
vatandaşlarının eşitliği vurgulanmıştır. Azınlıkları ötekileştirmenin yanlış
politikalar olduğu belirtilmiştir” (Özdilli, 2013:440-442).
Muhalif bir yayın organı olarak Türkiye Gazetesi, çok partililiğin ve basın
özgürlüğünün savunucusu olmuştur. Ülkedeki bütün ideolojilere parlamentoda yer
verilmesi adına çok partililiği savunan gazete, çoğunluğu elinde tutan partinin
mecliste azınlıkları susturmamasını ve onların haklarını gasp etmemesini,
Osmanlı’nın geleceği açısından elzem olarak görmüştür ( 2013: 444 ).
Osmanlı’da özerk yapı içinde yaşayan Kürtlerin ilk gazetesi 1898 tarihli
“Kürdistan Gazetesi”dir. Yayın hayatına Kahire’de başlayan Kürdistan Gazetesi’ni
Mikdat Mithad Bedirhan çıkarmıştır. Bu gazete anadilde basılmış, anadilde yayınlara
ihtiyaç duyan kitlelerin desteğini almış ve Kürtler bu gazeteyi fazlasıyla
sahiplenmişlerdir. Gazete içeriğiyle halkın bir nevi klavuzu olma işlevini üstlenmiştir
(Kaya, 2008:41-46). Diğer Kürt gazeteleri ise 1908 yılından sonra yayına
56
başlamışlardır. Anadilde eğitimi ve Kürtlerin bilinçlenmesini öngören diğer Kürt
gazeteleri şunlar olmuştur: Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi (1908), Şark ve
Kürdistan Gazetesi (1908), Peyman, Jin ve Bangi Kürdistan (1909)’dır ( 2008:4656).
Hem dünyada hem de ülkemizde karikatürler önemli bir alternatif iletişim
kanalıdır. Osmanlı zamanında yazılı kültür daha çok üst tabakadaki kesime hitap
etmiş; bu nedenle halkın büyük çoğunluğu için karikatür çizgisel anlatımıyla kolay
kavranılan bir tür olmuştur. Karikatürün bu şekilde halkla buluşmuş olması, İstibdat
Dönemi’nde 30 yıl kadar sansürlenmesinin de ana nedenidir.
Tanzimat, İstibdat ve Meşrutiyet zamanlarında karikatür ile siyasi iktidarın
arası hep mesafeli olmuştur. Siyasi fraksiyonlar, iktidara gelinceye kadar
mizaha destek veriyor ama iktidar olduklarında mizahı uslu bir çocuk gibi bir
köşeye çekilmeye zorluyorlardı. İktidarların mizaha yönelik baskı ve sansürü
çeşitli boyutlarda varolabiliyor; mizahçılar kimi zaman direniyor, kimi
zamansa en kolay yolu iktidara hoş görünmeyi kendilerine amaç ediniyorlardı
(Arık, 2002:242).
“Türk toplumunda karikatür dönem dönem gazetelerde, özellikle de mizah
dergilerinde hayat bulmuştur. Türk karikatürü ilk olarak 1867’de Arif Arikani’nin
çıkardığı İstanbul adlı dergi biçimindeki gazetede kendisine yer bulmuştur”
(Kamiloğlu, 2013:167). İstibdat Dönemi’nde sansürlenen karikatür dergileri, İttihat
ve Terakki yönetimi boyunca da siyasi kişilikleri ön plana çıkaran bir içeriğe sahip
olmuştur. Bu dergilerin en uzun süre yayın yapanı, 1922-77 yılları arasında çıkarılan
“Akbaba”dır. 1930-33 yılları arasında ise mizah dergisine rastlanılmamıştır. Daha
sonra Cemal Nadir yeni dönem karikatürünün öncü ismi olarak sahneye çıkmıştır.
1923-1946 yılları arası günümüz karikatürünün temellerinin oluştuğu yıllar olmasına
rağmen, 1946’ya kadar üst düzey yöneticilerini çizmek neredeyse imkânsız olduğu
57
yıllardır. Aziz Nesin’e göre ise “Marko Paşa’ya kadar bu dönemlerde siyasi
gülmeceden bahsedilemez” ( 2013:168). Marko Paşa İstanbul’da 25 Kasım 1946’da
yayın hayatına katılan siyasi mizah gazetesidir. Kurucuları Aziz Nesin ve Sabahattin
Ali’dir. Amacı, okuyucularını gülerek düşündürmektir. Gazetenin kadrosunda Rıfat
Ilgaz ve karikatürleriyle Mim Uykusuz vardır. Çok partili döneme geçişte
yayınlarıyla ses getiren sol eğilimli Marko Paşa, CHP’nin basın üzerindeki baskıcı
uygulamalarına karşı gelmiş ve bunu eleştirel mizah yoluyla yapmıştır. Ele aldığı
konular arasında “Türkiye’nin ABD’yle ilişkileri, antidemokratik yasalar, karaborsa,
enflasyon ve hayat pahalılığı” yer almıştır (İnuğur, 1992:215).
Cumhuriyet döneminde Markopaşa’ya kadar siyasal gülmece yoktu.
Markopaşa’ya dek Cumhuriyet iktidarları, gülmece yazarlarına, gazete ve
dergilere belirgin baskıda bulunmadı. Aziz Nesin, Markopaşa’nın ayırt edici
farklılığını böyle ortaya koyuyor ve İkinci paylaşım savaşının yarattığı zorluk
ve baskılarla birlikte halkın egemen sınıflara karşı savaşımının mizahtaki
öncüsünün Markopaşa olduğunu söylüyordu. Markopaşa ile birlikte dünya
(özellikle Türkiye) artık tek bir doğru üzerine kurulu değildi. Mizahın görece
doğruları insanlara dayatılan tek doğruya artık meydan okuyordu. Toplumsal
sahnenin düzeni mizah ile bozuluyordu. Siyasal iktidara karşı ilk gerçek
muhalefet Markopaşa ile gerçekleşiyordu (Nesin’den akt. Avcı, 2003).
1970’lerin başında ülkenin siyasi gündemini sayfalarında işleyen bir diğer
karikatür dergisi 1972 yılında yayın hayatına başlayan “Gırgır”dır. “Gırgır,
yazarlarını ve çizerlerini kendi okuyucuları içinden oluşturan ilk mizah dergisidir” (
Avcı, 2003). Gırgır’ın 1980 darbesiyle dağılan karikatüristleri daha sert bir tutum
içine girmişler ve Limon dergisini kurmuşlardır. 1991’de kapanan Limon’un
ardından Leman, Penguen, Uykusuz, L-Manyak, Öküz, Hıbır ve Hıbır’ın devamı
olarak gelen HBR Maymun gibi karikatür dergileri yayınlanmıştır (Kamiloğlu,
2013:169).
58
Karikatür dergilerinden Penguen, Leman dergisinden ayrılan bir kısım
çizerler tarafından 2002’de kurulmuştur.
Kadrosunda Metin Üstündağ, Erdil
Yaşaroğlu, Bülent Üstün, Gani Müjde, Selçuk Erdem gibi tanınan isimler vardır.
Dergi kapağında genellikle gündeme dair sosyal veya siyasal bir gelişmeyi absürd ve
cesurca bir çizimle anlatan bir karikatür yer alır ( Kamiloğlu: 2013:170).
John Downing, radikal medya olarak tanımladığı alternatif medyanın toplumu
değiştirme/dönüştürme işlevini gerçekleştirdiği ölçüde radikalleşeceğini ifade etmiş
ve bu medya türüne bu nedenden ötürü siyasi roller biçmiştir (Downing, 2001).
Ülkemizdeki sol ya da sosyalist yayınların toplumu dönüştürme noktasında ne kadar
radikal bir çizgide oldukları tartışılabilir olsa da, önemli bir görev yüklendikleri ve
toplumun zihinsel yapısında eleştirel düşüncenin filizlenmesine katkıda bulundukları
da gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır. Ülkemizde ağır baskılar altında, çoğu
kez kapatılmış ya da sansüre uğramış pek çok sol/sosyalist yayının çıkarıldığı
görülür.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken yayınlanan ilk sosyalist gazete İzmir’de
çıkarılmış olan Gave’dir. 1908-1918 yılları arasında Amele, Osmanlı Sosyalist
Fırkası’nın yayınları olan İştirak, İnsaniyet, Sosyalist ve Medeniyet ve Beşeriyet gibi
sosyalist süreli yayınlar göze çarpmaktadır. 1919-1925 yılları arasında yayınlanan sol
gazeteler ise kronolojik olarak, Vazife, Haber, İdrak, Kurtuluş, Yeni Dünya, Ziya,
Aydınlık, İkaz, Emek, Kızıl Gazete, Yeni Hayat, Kızıl Şark, Taarruz ve Orak Çekiç’tir.
Dönemin Türkçe sol gazeteleri olarak, sol/sosyalist düşünceyi işleyen ve işçilere
yönelik yazılar kaleme dile getiren gazetelere yukarıdakiler örnektir (Torun,
2014:46-47).
59
Sol/sosyalist
gazeteler
içerisinde
Yeni
Dünya’ya
ayrıca
değinmek
gerekmektedir. Gazetenin kurucuları Sabahattin Ali, Cami Baykurt ve Esat Adil
Müstecaplıoğlu solun tanınmış isimleridir (Demirel, 2014:168). Gazetenin önemi
izlemiş olduğu yayın politikasından ve amacından ileri gelmektedir. Gazetenin
amacı, demokratik, sosyalist ve dayanışmacı yaklaşımları benimsetmektir (s.169).
Gazetenin amacı,
gazetenin çıkış sayısında yayınlanan mektubun bir bölümünü
alıntılanarak daha net anlatılabilir:
Yeni Dünya’yı 1 Aralık 1945’te çıkarıyoruz. Gazetemiz korkunç bir
harp afetinden sonra, milletlerin yeni barış dünyasını kurmaya
çalıştıkları bir zamanda çıkıyor. Öyle bir zaman ki, bütün eski
kıymetler birbiri ardınca iflas etmekte ve insanlık yeni bir inanç
aramaktadır. Ya beşeriyetin müşterek vatanını kurabileceğiz veyahut
yeni bir harbe, bir intihara sürükleneceğiz. Şüphe yok ki müstakbel
barış dünyamızı ancak daha insanca, daha adaletli bir hayata
liyakatimiz olduğuna iman edenler kuracaklardır. Gazetemiz bu imanı
taşıyanların safında yer alacak. Sulh için, hürriyet ve içtimai adalet
için cenk edecektir (…) Yeni Dünya, bütün emekçilerin, kafalarıyla,
kollarıyla çalışan herkesin gazetesidir…( Demirel, 2014:173-4).
Gazetenin çıkış sayısında okuyucuya seslenen, içinde bu satırların geçtiği
mektuptan da anlaşılacağı üzere, Yeni Dünya’nın işçi sınıfının ve barış, adalet ve
sosyalist mücadele verenlerin gazetesi olduğu anlatılmıştır. II. Dünya Savaşı’nın
bitimiyle faşizmin yenilgisi sonrası, Türkiye’nin yüzünü sosyalizme çevirmesi
gerektiğini düşünen sosyalist aydınlar bu gazeteyi çıkarmaya niyetlenmişlerdir.
Türk sol/sosyalist yayınları içinde bahsedilmesi gereken bir diğer yayın
yaklaşık 30 yılı deviren Birikim dergisidir. Ülkemiz alternatif medyalarının birkaç
istisnası dışında genellikle aydın çevreleri tarafından oluşturulduğunu yinelemek de
fayda vardır. Birikim dergisi de yine böyle bir entelektüel çevrenin sosyalist bir
kültür yaratmak ve sosyalist bilinci Türk okuyucusuna kazandırabilmek niyetiyle
60
yayın hayatına başlamıştır. Alternatif yönü, ilk olarak hâkim ideoloji karşısında
sosyalist bir duruş sergileyebilmesinden; ikinci olarak da farklı ideolojilerden
yazarların
yazılarına
yer
vermesi
nedeniyle
toplumun
çoğulcu
yapısını
yansıtabilmesinden ileri gelmektedir. Hangi yayının alternatif sayılabileceği ya da
sayılamayacağı üzerine yürütülen tartışmaları dar çerçevede değil, geniş bir
perspektiften ele alındığında “Birikim” de pek çok diğer yayın gibi alternatif olarak
değerlendirilebilir.
Birikim dergisi yayın hayatına 1 Mart 1975’te başlamıştır. Derginin kurucu
kadrosundan Murat Belge, Birikim’in “Türkiye’deki sosyalist mücadelenin ve
sosyalist
teorinin
seviyesinin
düşüklüğü
ve
bilgi
eksikliğinin
üzerinde
temellendiğini” vurgulamıştır (Türk, 2010:128). 1975-80 yılları arasında 61 sayı
çıkartan fakat sıkıyönetimle kapatılan dergi, 89’da ikinci kez yayına başlamıştır. İlk
beş yıllık yayın döneminde derginin genel karakteristiği oluşmuştur. Birikim
dergisinin “Türk solunun parçalı yapısı içinde kendine özgü bir konum elde
edebildiği” söylenebilir (Türk, 2010). Kendisini “sosyalist kültür dergisi” olarak
tanımlayan Birikim’in “Çıkarken” yazısında, “Türk devrimci hareketinin anlamlı bir
teori-pratik ilişkisinden yola çıkan etkili bir hareket olması için öncelikle kültürel
eksikliklerin giderilmesi gerekliliği” vurgulanır. Bu nedenle de dergide dünya
sosyalist tarihinin önde gelen isimlerinden çevirilere yer verilmiştir. 30 yıldır yayını
süren Birikim ayrıca, farklı düşüncelerden gelen (liberal, muhafazakâr vb.) yazarlara
da yer vermeyi ihmal etmemiştir. Bu da bizlere Birikim’in, rizomatik olarak nitelenen
alternatif medya açısından, farklı düşüncelerden beslenen mücadele ve hareketlerin
dayanışma içerisinde bir arada olabilmesini amaçlayan özelliğini yansıtıyor
denilebilir.
61
Türkiye’de radyo yayınları TTAŞ ( Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi) adlı
özel bir kuruluş elinde 1927’de başlamıştır. Giderek siyasi arenada, iktidar ve
muhalefet arasındaki çekişmeler için kullanılmaya başlayan radyonun, özel
yayıncılık dönemi 1980’lerde dijital teknolojilerin gelişimiyle gerçekleşmiştir
(Birsen, 2011: 23). Geleneksel radyolar (devlet ya da tecimsel/özel) genel kitleye
seslenirken; alternatif radyolar belirli bir topluluğa ya da gruba seslenir. Etnik bir
topluluğa, dinsel gruplara, öğrencilere, işçilere veya belli bir bölgede yaşayan
insanlara seslenen alternatif radyoların ülkemizdeki en güzel örneklerinden birisi
“Açık Radyo”dur (2011:25). 13 Kasım 1995’te İstanbul ve çevresine yayın yapan
bölgesel bir radyo istasyonu olarak yayına başlar. Açık Radyo, kendi yayın amacını
şu şekilde tanımlamıştır:
Kamu yayıncılığı ve bağımsız yayıncılık ilkelerini içeren bir
yayıncılık anlayışını benimsiyoruz. Kâinatın tüm seslerine, renklerine
ve titreşimlerine Açık Radyo! (…) (Birsen, 2011).
Popüler olmayan, sanat kaygısı güden ve farklı görüşlere yer veren Açık
Radyo’da yayınları kendi alanında bilgili fakat radyo konusunda amatör
diyebileceğimiz kişiler sürdürmektedir. Program içeriği ve konusu hakkında görüş
bildiren herkes yayın yapabilme hakkına sahip olmaktadır. Ülkemizdeki alternatif
medyaların eleştirel içeriğe sahip fakat katılımcılığı pek sağlayamayan medyalar
oldukları, ama bu medyalara istisna oluşturan örnekler olduğu söylenmişti. Buna
verilebilecek en güzel örnek Açık Radyo’dur. Tüm çıkar gruplarından bağımsız
olarak, hem kuruluşu hem de işleyişi açısından alternatif olmayı başaran radyo,
“görünenin ya da gösterilenin arkasındaki”ne odaklanmayı ve konuşulmayanı
konuşmaya özen göstermiştir. “Az söz, çok müzik” anlayışı ile yayın yapan özel
radyolara kıyasla Açık Radyo, dinleyicilerden gelen önerilerle yayın konusu
62
belirleyebilmekte ve hatta dinleyiciler yayını kendileri yapabilmektedirler. İnternet
üzerinden de yayın yapan radyo, tartışmaya ve etkileşime açık yapısıyla bir forum
niteliği taşır (Madra, 2008).
Özel radyolar dışında Türkiye’de sol eğilimli ya da dinsel söylemler içeren
radyolar da vardır. Bunların dışında ise yine alternatif nitelikler taşıyan, kadınlara
seslenen Radyo Pink, Kürt eşcinsellere dönük yayın yapan Radyo Direniş, anarşist
yayın olarak kendilerini tanımlayan Mülksüzler Radyo ve pek çok üniversite radyosu
alternatif medyalardır (Birsen, 2011). Radyonun belki de diğer medyalara nazaran
kurulumunun daha ucuz ve okuma yazma bilmeyenler için daha çok tercih edilir
olması alternatif medyalar arasında radyoyu bir adım öne çıkarmıştır. Bu sayede
radyoda “program üretim süreci”ne sıradan insanlar da katılabilmiş ve seslerini
duyurabilmişlerdir. Duyuramayanlar, üretim sürecine katılamayanlar ise en azından
bu radyolar özelinde ve alternatif medya genelinde kendilerine hitap eden,
kendilerinden bahseden, sorunlarını gündeme getiren medyalara kavuşmuşlardır.
17 Ocak 2009’da bir sivil toplum örgütü olan Nor Zartonk tarafından
“Unutmak Kaybetmektir” sloganıyla, Hrant Dink anısına kurulan Nor Radyo, 9 dilde
yayın hayatına başlamıştır. 24 saat yayın yapan Nor Radyo, Ermenice’de Yeni Radyo
anlamına gelmektedir. Radyoyu hayata geçiren örgüt, Ermenice bir radyonun Hrant
Dink’in hayallerinden birisi olduğunu belirtmiştir. Nor Radyo, herkesin kendisini
açıkça ifade edebildiği bir internet radyosu olmuştur. Çok kültürlülüğün ve birlikte
yaşamın bir örneğini sunan radyo, ırksal, etniksel, cinsiyetçi yaklaşımlardan uzak;
barışın, özgürlüğün ve eşitliğin sesi olmayı amaçlamıştır. Nor Radyo’nun program
yapım kuralları vardır ve bu kurallara göre, milliyetçiliği, ayrımcılığı ve ırkçılığı
savunmak yasaktır. Dört ayda bir değişen üç kişilik bir yayın ekibi vardır. Yapılan
63
aylık toplantılarla programlar konusunda kararlar alınır. Bu da radyodaki yatay
ilişkileri dolayısıyla alternatif niteliğini gösterir. Nor Radyo, işçiler, hayvan hakları,
kadın hareketleri, LGBT bireyler, ekoloji ve cinsiyet hakları gibi pek çok konuda pek
çok kişinin katılabildiği bir ağ sunmaktadır. Nor Radyo’nun alternatif olma özelliği
ayrıca son zamanlarda aktiviteler aracılığıyla bütçe oluşturarak gelir sağlamasından
gelmektedir. İlk zamanlarda “Yeni Uyanış” (Nor Zartonk) adlı STÖ fonları
sağlamışken, sonraları etkinlikler yapılmış bu şekilde yola devam edilmiştir (Algül,
2013:89).
Ülkemiz alternatif medyalar içerisinde feminist hareketten beslenerek gelişen
feminist medya oluşumlarına da bakmak gerekmektedir. 1970’lerden itibaren
kadınlar toplumsal kesimlere ulaşmanın yollarını keşfetmişler ve dergi/gazete
çıkarmaya başlamışlardır. 1980’lerle birlikte Türkiye’de dünyayı takiben feminist
hareket hız kazanmış, 1985’te ilk feminist medya örneği olarak Feminist Dergisi
çıkarılmıştır. 1988’de Sosyalist Feminist Kaktüs Feminist Dergi’yi takip etmiştir.
Mavi Çorap, Eksik Etek, Pazartesi, Rosa, Kadın Bülteni, Kadın Postası, Emekçi
Kadınlar Bülteni gibi pek çok feminist yayın çıkarılmıştır. Bunların içinde ulusal
dağıtım ağına giren ilk süreli yayın Pazartesi olmuştur. Kadın, Kültür ve İletişim
Vakfı’nın yayın organı olarak 1995 Mart ayında yayına başlamıştır. Uçan Süpürge
dergisi, 1996’da Ankara’da bir grup kadın tarafından kurulmuştur. Derginin amaçları
arasında, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak, kadınların güçlenmesine yardımcı
olmak ve kadın hareketine duyarlı kimselerle iletişim kurmaktır. Dergi bünyesi
altında bölge toplantıları, radyo ve tv programları ve Uçan Süpürge Uluslararası
Kadın Filmleri Festivali yapılmaktadır. Uçan Süpürge’nin dergisi Uçan Haber ise
1998’te yayınlanmaya başlamıştır. Uçan Haber, önce iki aylık olarak bülten şeklinde
64
çıkarılmış, daha sonra ise sayfa sayısını artırarak dergiye dönüşmüştür. İki yılda bir
ingilizce olarak yayınlanmaktadır (İlhan, 2014:2-10). Feminist hareketin çıkardığı
bir diğer önemli dergi de “Amargi”dir. Amargi, 2006’da kurulmuş ve Pnar Selek ve
Aksu Bora editörlüğünü yapmıştır. Dergide dikkati çeken nokta yayın kurulunda
erkek olmaması ve etkinliklerin sadece kadınlara açık olmasıdır. Kültür ve Siyasette
Feminist Yaklaşımlar Dergisi ise, elektronik ortamda dört ayda bir çıkarılan, kültür
ve kimliklerin çeşitliliğini gözeten, anti-militarist ve demokratik bir çizgide yayın
yapmaktadır.
2000’lere gelindiğinde çeşitli mücadele ve hareket gruplarının çıkardığı farklı
alternatif medyalara rastlanılır. Anarşist-komünist grupların çıkardığı “Kara-kızıl ve
Otonom”, ekolojistlerin “E-dergi Pan”, gay ve lezbiyenlerin “Kaos GL”,
anarşistlerin “MecmuA”, “Özgür Hayat” gibi dergi ve gazeteleri bulunmaktadır
(Baykal, 2008:6). Bu dergiler içinde Kaos GL en yaygın olanıdır. Derginin internet
sayfasında dergi şu şekilde tarif edilmektedir:
İlk sayısı 20 Eylül 1994’te çıkan Türkiye’nin en uzun soluklu dergilerinden
biri olan Kaos GL Dergisi, LGBT’lerin, eşcinsellerin kendi sözlerini
söyleyebilecekleri, kendi sorunlarına sahip çıkacak söz alabilecekleri ve
bunları paylaşabilecekleri bir alan yaratmak amacıyla yayın hayatına devam
etmektedir. Bu yıl 21. yaşını dolduran Kaos GL Dergisi, bugüne kadar toplum
içinde görülmeyen ve görmezden gelinen LGBT’lerin (Lezbiyen, Gey,
Biseksüel, Trans) kendi sözlerini söyledikleri, gündemlerini oluşturdukları ve
tartıştıkları alternatif bir zemin oldu. Dergi, kadın örgütlerinden, çeşitli sivil
toplum kuruluşlarına, akademisyenlerden sanatçılara Türkiye’deki pek çok
farklı kesime ulaşarak toplumsal cinsiyet ayrımcılığına karşı da önemli bir
misyon üstlendi.28
Türkiye’de en uzun dönemli ve tek LGBT dergisi olan Kaos GL, Türkiye’deki cinsel
politikalara katkıda bulunmayı ve LGBT bireylere uygulanan ayrımcılığın önüne
geçmeyi hedeflemektedir.
28
http://www.kaosgldergi.com/dergi.php
65
3.Alevi Medyası
3.1.Alevi Medyası’nın Doğuşu
“Alevi Medyası” olarak adlandırdığımız medyaların kurucularının, yazarlarının,
yayıncılarının veya editörlerinin genellikle Alevi olmaları ya da Alevi olmaksızın
Alevi toplumunun kültürüne, inancına ve sorunlarına eğilmeleri ve Alevi hassasiyeti
göstermeleri; içerisinde televizyon, radyo, dergi, gazete vs. olan bu medyaları bu
başlık altında toplamamızın ve bu şekilde değerlendirmemizin ana nedenidir. Alevi
medya sahipleri ve kurucuları da kendilerini özel olarak Alevilerin, genelde
azınlıkların medyası olarak tariflendirmektedirler. Bu medyaların amacı ise Alevilere
hizmet etmek ve Alevilerin kendilerini ait hissettikleri medyalar olabilmektir. Alevi
şahsiyetlerin sahipliğinde olmayıp, Aleviler ve Alevilik konusunda hassasiyet
gösteren ve Alevi toplumunun benimsediği medyaları da Alevi medyası çatısında
konumlandırmak gerekmektedir.
Alevi medyasının nasıl, ne zaman ve ne gibi ihtiyaçlar sonucunda ortaya
çıktığının ve mevcut Alevi medyalarının durumunun ortaya konulacağı bu bölümde,
ilk olarak Alevi medyalarının yayın politikalarını şekillendiren ve aralarında söylem
farklılıklarına neden olan etmenler üzerinde durmak gerekmektedir. Bu etmenlerin
en önemlisi ise, “Alevi kimliği” tanımlamalarındaki farklılıklardan kaynaklanır. Bu
farklılıklarla örülü olarak; “Alevilik nedir, Alevi kime denir”29 sorusu etrafında
29
Alevilik kavramı hakkında yapılan tanımlamalar farklı bakış açılarını ve düşünceleri içermektedir. Genel
olarak 5 temel kategoriye ayrılan bu tanımlamalar şu şekildedir: 1) Alevilik Avesta ve Zerdüştlük kökenlidir ve
Kürt kültürünün bir parçası olarak etno-dinsel bir inançtır. 2) Alevilik, İslam öncesi Orta Asyalı Türk
inançlarından beslenerek, Türk Kültürünün etno-dinsel bileşenlerinden biridir. 3) Alevilik, senkretik bir inançtır.
Kökeni İslam öncesi Türk inançlarına dayanmakla birlikte bölgenin İslamlaşması sürecinde çeşitli kültürel
unsurlardan etkilenmiştir. 4) Alevilik, İslam’ın Anadolu’ya özgü bir yorumlanış biçimidir. 5) Alevilik, ilkel
komünizmin Anadolu’ya özgü şeklidir Ortaçağ başlarında sınıf çatışmasının ürünüdür (Taştan, 2012:1-2).
66
verilen çeşitli yanıtlar ve bu yanıtlardan bir ya da birkaçını sahiplenen Alevi medyası
yaratıcılarının da medyalarını buna göre şekillendirdikleri görülür.
Karakaya (2015), Alevilik ya da Alevi kimliği üzerine geliştirilen ve öne sürülen
tezlerin havada kaldığını, resmi tarih yazımının dışına çıkamadığını anlatmaktadır.
Aleviliğin sözlü kültürle aktarıldığını dile getiren görüşlerin yanlış olmadığını fakat
yetersiz ve temelsiz olduğunu belirtmektedir. Aleviliğin yakın zamana kadar ışık
tutulmayan yazılı kaynaklarının incelenmesi ile birlikte, şimdiye kadar bilinenlerin
aksine yargılara ulaşılabileceğini söylemektedir.
Alevi tarihinin yazılı kaynaklarının olmadığına dair yaygın varsayım,
Aleviliğin tümüyle sözlü geleneğe dayalı bir kültür ve inanç sistemi olduğu
kanaatiyle bağlantılıdır. Mistik/batıni yönü ağır basan, üstelik farklı şekil ve
oranlarda ama hep baskı görmüş ve belli bir tarihten sonra varlığını ancak
kırsal bölgelerde sürdürebilmiş Alevi topluluklarında, aile içinde veya
muhabbet ortamlarında yüzyüze gerçekleşen sözlü iletişimin geleneğin
kuşaktan kuşağa aktarımında asli mekanizma olduğu bir vakıadır. Bununla
birlikte Aleviliğin inanç ve esaslarının “Buyruk” adlı bir kitapta toplanmış
olduğuna ve her ocağın yazılı şeceresinin veya beratının olması gerektiğine
dair özellikle dedeler arasında yaygın kabul –ki bu durum 19. yüzyıl
ortalarından itibaren konuyla ilgili misyoner ve gezginci raporlarına da
kısmen yansımıştır- Alevilerin eskiden beri geleneklerine dair tasavvurlarının
sözel olanla sınırlı olmadığı yönünde ipuçları oluşturmaktadır (KarakayaStump, 2015: 3-4).
Karakaya, ikinci olarak Aleviliğin senkretik ve heterodoks bir inanç olması
konusu üzerinde farklı söylemler geliştirildiğini aktarmaktadır. “19. yüzyılın
ortalarından itibaren Aleviliğin orijini hakkında geliştirilen, Anadolu/Hrıstiyan, Orta
Asya/Şamanizm ve İran/Zerdüştlük merkezli tezlerin zamanla, yine senkretizm
temelli farklı varyantlarının da ortaya atıldığını görüyoruz (Karakaya, 2015:7).”
Senkretizm kavramının, ilk kullanımı, Hristiyan din adamları tarafından eski ve yerel
inançlardan kurtulamayan ve kilisenin doğru olarak öngördüğü çizgiden sapan
grupları ifade etmek içindir; sonraki kullanımı ise, etnik bir özü devam ettiren
67
manasını taşımış ve kavrama olumlu bir anlam yüklenmiştir. Tarihsel olarak da bu
kavram, birbirinden etkilenen inanç sistemlerini anlatır. Fakat Alevilik gibi bazı
inanç sistemlerinin senkretik yapısına yapılan vurgu nedeniyle, senkretik inançların
diğer inançlara göre daha saf olmadığı gibi muğlak anlamlara neden olmuştur.
Aleviliği de bu kavram etrafında, zamansal ve mekânsal bağlamlardan çekerek ele
alan ve bu nedenle de sadece kökenine dair yargılarda bulunan açıklamalar eksik
kalmıştır (2015:7).
Son olarak Aleviliği tanımlamak için kullanılan “heterodoksi” kavramı
açıklanacak olursa eğer, senkretizm kavramı kullanımında ortaya çıkan aynı
belirsizlik burada da görülmektedir. Bir inanç sistemini kendi içsel durumu ve
bütünselliği içinde tanımlamanın daha doğru olduğu yaklaşımından hareketle,
“Alevilik heterodoks bir inançtır” diyerek, Aleviliği “ortodoksi” denilen inançların
dışında kalan bir inanç olarak konumlandırmak hatalı sayılmaktadır. Çünkü
“ortodoksi” kilisenin belirlediği ve “doğru öğreti” olarak görülen bir kavram olup;
bunun dışında kalan inançların otomatik olarak sapkın olarak tanımlanması yanlışını
beraberinde getirmektedir. Bunlara ek olarak Alevilik ayrıca, “Anadolu’da göçebe
Türkmenlerin benimsediği halk İslam’ı olarak” nitelendirilmiş ve altı doldurulmamış
varsayımlar üretilmştir (2015:8).
Poyraz da (2007), Aleviliğin üç temel niteliğinin heterodoks yapısı, gnostisizmi
ve senkretizm olduğunu belirtmektedir. Heterodoks bir dinsel inanç olarak Alevilik
diğer bütün heterodoks inançlar gibi evrenseldir. Heterodoksi inançlar arasında
benzerlikler ve özdeşlikler bulmak olası iken; bu ortodoksi inançlar için mümkün
değildir. Çünkü ortodoksi inançlar, dünyevi egemenlik kurmak isterler ve bu
egemenliğin sağladığı güçle dünyaya düzen vermek için çatışma içine girerler
68
(Poyraz, 2007:88). Merkezi konumunu yitirmemek için savaşan ortodoksiler
karşısında “merkezde duran Aleviler değildir, merkezde duran şey, Alevilerin
heterodoks bir dinsel grup olarak tarih boyunca ezildikleri, eşitsiz ilişkiler içinde
bulundukları, dışlandıkları, katledildikleri, kısacası veri egemenlik ilişkileridir”
(Yalçınkaya, 2016:223).
Benzer bir yaklaşımla Yalçınkaya, Aleviliği okumaya çalışan her girişimin,
Aleviliğin en önemli üç temel özelliğini gözden kaçırmaması gerektiğinin altını
çizmektedir. Bunlar kuşkusuz, heterodoks yapısı, gnostisizmi ve senkretizmidir.
Araştırmacının, Alevilik için önerdiği konum, devlet ve her türden ortodoks inanç
sistemleri karşısında heterodoks niteliğini; kendi kimliğinin altını ısrarla çizmesi ve
yeniden üretmesidir. Bunun için gnostik niteliğini ve belirli tanımlar üzerinden
kurulan bir dünyaya hapsolmayı, yalnızlığı, yetinmeciliği ve bire kadar kırılmayı
reddediyorsa, dünyanın tüm lanetlileriyle dayanışmak için senkretik niteliğini
yeniden yeniden anımsamak zorundadır (Poyraz, 2007:89).
Poyraz, Aleviliğin senkretik niteliği ile kastedilenin; “Aleviliğin öğretisel
yapısının çok çeşitli kaynaklardan, birikimsel bir tarzda biçimlenmesi” olduğunu da
eklemektedir (s.89).
Yukarıda kısaca özetlenen Alevilik inancına dair yürütülen tartışmalar bu tezin
kapsamı dışındadır. Bu tartışmaların sunulma nedeni Alevi inancına dair farklı
tanımlamaların Alevi medyalarındaki yansımalarını görebilmektir. Alevilik, inançla
ilgili tartışmaların içine hapsedilerek, Alevilerin dinsel, siyasal, kültürel ve sosyal
talepleri görmezden gelinmektedir. Çünkü hem Alevi örgütleri hem de medyaları
Aleviliğe dair tanımlamalardan birine, ötekilerine oranla daha yakın durmakta ve
Aleviliği bu şekilde sunmaktadırlar. Bu da Alevi örgütleri ve medyaları arasında
bölünmelere ve söylem farklılıklarına neden olmaktadır. Türkiye’de Alevilik sadece
dini veyahut mezhepsel bir sorun olarak görülmeyip,
talepleri
de
içeren
bir
inanç
sistemi
olarak
dini haklara ek olarak siyasi
düşünüldüğünde,
Alevilik
tanımlamalarındaki farklılıklar değil; belki de talepler konusundaki ortaklıklar
69
konuşulur hale gelecektir. Fakat Alevi örgütlenmeleri ve medyalarının Alevi kimliği
ve inancı konusunda uzlaşıdan çok, ayrılıkları dikkat çekmektedir.
Alevi örgütlenmesi30 içinde irili ufaklı pek çok yerel oluşumdan bahsedilebilir
fakat ulusal çapta örgütlenen ve üç ayrı kolda ve farklı amaçlarla faaliyet gösteren üç
büyük örgüt karşımıza çıkmaktadır. Bu örgütlenmelerden ilki, 1988’de kurulan “Pir
Sultan Abdal Kültür Derneği”, ikincisi Eylül 1991’de kurulan “Hacı Bektaş Veli
Kültür ve Tanıtma Derneği” ve son olarak da 1995’te kurulan “Cem Vakfı”dır. Pir
Sultan Abdal Kültür Derneği, Aleviliğin “direniş, mücadele” ruhunu yansıtan kimlik
tanımlarından hareketle, Aleviliği bir halk hareketi ve ezilenlerin yanında olan bir
ideoloji olarak tanımlamıştır. “Aleviliği bu anlamda siyasi mücadelenin bir unsuru
olarak görmektedir” (Şahin, 2015:542). PSAKD, 2005 itibariyle 41 şubeye ve 20 bin
civarında üyeye sahiptir. Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Derneği, Aleviliğin
kültürel- folklorik yönlerine eğilmekte ve Aleviliği Anadolu-Türk geleneği içinde
görmektedir. Derneğin, 73 şubesi bulunmaktadır. Cem Vakfı ise, Aleviliğe İslam
içindeki özgün bir tasavvufi yorum olarak bakmakta ve Aleviliğin İslam dışı olarak
gösterilip, siyasal mücadelelere eklemlenmesine karşı çıkmaktadır. Cem Vakfı’na
göre “Alevilik, Orta Asya’dan Ahmet Yesevi ile başlayan; Anadolu’da Hacı Bektaşi
Veli ve Yunus Emre ile devam eden, Kuran’a ve Hz. Muhammed’e bağlı, tasavvufa
dayanan Türk İslamı’dır” (Massicard, 2013:90-92; Şahin, 2015).
Aleviliği ne bütünüyle bir mezhep, tarikat ne de bütünüyle din dışı bir
kategoriye indirgemek mümkün değildir. Ancak, İslam’ın içinde yer
alan ve daha çok kırsal alanda yaşayan kesimlerin benimsediği,
tarihsel açıdan sözlü kültürün etkisiyle günümüze kadar gelen ve en
30
Genel olarak Alevi Örgütleri üç hat etrafında oluşmuştur. Geleneksel kültürü yaşatan eski Bektaşi tekkeleri ve
Hacı Bektaşi Veli Örgütleri; siyasal ve toplumsal boyutu ön plana çıkaran Pir Sultan Abdal Derneği ve 2
Temmuz Vakfı; sonuncu olarak da dini yönelişi ve Aleviliği İslam’ın tasavvufi bir yorumu olarak gören Cem
Vakfı ve Ehlibeyt Vakfı’dır (Massicard, 2013:93).
70
önemlisi ortodoks anlayışa karşı muhalafet eden bir aidiyet ve yaşam
biçimi olrak görmek mümkündür ( Duman, 2011:197).
Alevilik tanımlamalarındaki bu farklılıklar netice olarak Alevi medyalarını
kuran ve yöneten şahsiyetlerin de görüşlerinde belirginleşmiş ve mevcut durumdaki
Alevi medyalarını birbirinden farklı yelpazede yayınlar yapmalarına neden olmuştur.
Alevi medyalarını ayrı ayrı ele almadan önce bu medyaların nasıl ve hangi
koşullarda ortaya çıktığına değinmek gerekir.
Eski dönemlerden günümüze her zaman yaşadıkları devletler çatısı altında baskı
altında kalan Aleviler, katliamlara31 uğramış, Alevi kimliğini muhalif ve eleştirel
çizgiyle birleştiren bu kişiler bedel ödemek zorunda kalmışlardır. Kendilerini koruma
güdüsüyle içe kapalı bir yaşamı tercih eden Alevi toplumu daha çok merkezden uzak
kırsal bölgeleri mesken edinmiştir. 1960’lı ve 70’li yılların daha özgürlükçü
ortamında yer değiştirmeye ve göç etmeye başlayan Aleviler bir dayanışma içine
girmişlerdir. Kente göç eden ve üniversite öğrenimi almaya başlayan Aleviler içe
dönük yaşamlarından sıyrılarak kent merkezlerine gelmiş fakat geleneksel
kodlarından uzaklaşmamak adına kentlerde cemevleri çatısı altında bir araya
gelmeye başlamışlardır. Bu birliktelik ve nesnel gelişmeler sonucunda Aleviler
siyasal ve sosyal olarak gelişmeye başlamışlar ve 1969’da Alevi kökenli bir siyasi
31
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde pek çok Alevi katliamı yaşanmıştır. Yakın dönemde yaşananlara
bakacak olursak eğer, 17 Nisan 1978 Malatya Belediye Başkanı’nın bombalı paketle öldürülmesi
Alevilere mal edilmiş ve üç Alevi lise öğrencisi öldürülmüş, Alevi iş yerleri yağmalanmıştır. Yine
aynı yıl, 23-24 Aralık 1978’de 111 Alevi ve demokrat insan Kahramanmaraş’da katledilmiştir. Binin
üzerinde insan yaralanmış; 552 ev, 289 iş yeri tahrip edilmiştir. 25 Mart 1980’de Çorum’da CHP’li
bir şoför öldürülmüştür. Mayıs sonundan temmuza kadar devam eden olaylarda 57 Alevi ve ilerici
insan kaybedilmiştir. Sivas Divriği’de 4 Eylül 1978’de 12 kişi öldürülmüş; yine Sivas’da 2 Temmuz
1993’de Cuma namazı sonrası toplanan kitle, PSAKD etkinliği için Madımak Oteli’nde biraraya gelen
35 Alevi canı yakarak katletmiştir. 11Mart 1995’de İstanbul Gaziosmanpaşa ilçesi, Gazi
Mahallesi’nde kahvehane taranmış, Halil Dede öldürülmüş; bu olayı protesto edenlere müdahalelerde
de 17 kişi hayatını kaybetmiştir ( Kaleli, 2000: 101-103).
71
parti kurmuşlardır. Birlik Partisi32, 1969 genel seçimlerinde %2.8 oy alarak sekiz
milletvekili çıkarabilmiştir (Toprak, 2006:2). Fakat Alevilere dönük olarak yapılan
katliamlar Alevilerin kimliklerini saklamalarına neden olmuş, Alevilerin örgütlenme
kültürünü zayıflatmıştır.
Diğer yandan da bu katliam ve kıyımlar Alevilerin
bilinçlenmelerini zorunlu kılmıştır. Böylelikle, 1980’li yıllara gelindiğinde Aleviler
kimlik siyaseti konusunda mücadele vermeye başlayarak, devletten Alevi inancını
özgürce yaşayabilecekleri haklarını talep etmişlerdir. Radikal İslamcılığa karşı laik
cumhuriyeti benimsemiş; muhafazakâr milliyetçiliğe karşı da sosyalizmi ve sol
düşünceye kendilerini yakın hissetmiş Aleviler toplumsal hafızalarını yaşatmak,
toplumsal taleplerini görünür kılmak ve Alevilerin yaşam ve kültürlerine yer ayıran
medyalar
çıkarmaya
başlamışlardır.
Kendilerine
yeterince
yer
vermeyen,
verdiklerinde ise Alevileri dışlayıcı bir üslup ve söylemle ele alan medyalar
karşısında konumlanan Alevi medyaları, yukarıda değinildiği gibi Alevi kimliği
tanımlamalarından ve Alevi Hareketi içindeki bölünmeler nedeniyle, kendi görüş
açılarına yakın olan ideolojiyi seçerek kendilerine özgü Alevi medyalarını
yaratmışlardır.
1990’larla birlikte hem Türkiye’de hem de yurt dışında çok sayıda vakıf ve
dernek çatısı altında örgütlenen Aleviler artık seslerini dayanışma ve birlik içerisinde
çıkarmaya başlamışlardır. Türkiye Birlik Partisi’nin yurt dışı örgütü şeklinde kurulan
32
1961 Anayasası ile birlikte sol tandanslı partiler kendilerine meclis çatısı altında yer
edinebilmişlerdir. Türkiye İşçi Partisi 1965 seçimlerinde 15 milletvekili çıkartmıştır. Yine bu
seçimlerde tek başına iktidar olan Adalet Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel
genellikle dini bir çizgide sağ kanadı temsil etmiştir. Bu dönemde sol ve sağ hareketler arasında
süregelen çekişmelerde Elbistan, Malatya gibi pek çok Alevi bölgesinde Alevi kıyımları yaşanmıştır.
Böyle bir dönemde, 17 Ekim 1966’da Türkiye Birlik Partisi kurulmuştur. Alevilik sembolü 12 yıldızlı
ve kuyruğu zülfikarlı aslan amblemini kullanan partinin Genel Başkanı Tahsin Berkmen parti amacını
şu şekilde ifade etmiştir: “TBP, yakın tarihimizde görülen ve doğuşu ve sönüşü bir olan halk
eğilimlerinden ve teveccühünden uzak duran kuruluşlardan değil, toplumsal baskı ve isteklerin en
saygın kuruluş gerekçesini hazırladığı bir ihtiyaçtan doğmuştur” Parti, içsel ayrılıklar nedeniyle
milletvekili sayısını 14 Ekim 1973 seçmlerinde yitirmiş ve 12 Eylül 1980 darbesiyle de kapanmıştır
(Kaleli, 2000:33-34).
72
“Yurtseverler Birlik Federasyonu” ile Avrupa’da Alevi kimlikli kuruluşların doğuşu
hız kazanmıştır. Uzun yıllar yapılan çalışmalar ve verilen çabalar sonucunda Haziran
1990’da “Hamburg Alevi Kültür Merkezi” kurulmuştur. Yine bu zamanlarda Köln,
Dortmund, Bochum, Wisbaden, Berlin, Münih ve daha pek çok Almanya kentinde
kurulan dernekler 27 Mayıs 1990’da Dortmun’da bir araya gelerek “Almanya Alevi
Cemaatleri Federasyonu”nu hayata geçrmişlerdir. Belli bir süre sonra dinsel çağrışım
yaptığı düşünülerek “cemaat” ismi, 36 derneğin katılımıyla gerçekleşen, 30-31 Ekim
1993 günlerinde yapılan Federasyon genel kurulunca çıkartılmış ve federasyonun
yeni ismi “Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu” olmuştur. Kurumlaşabilmek
adına, dedeler ve cenaze kurumu; basın yayın, gençlik ve kadın kurulları
oluşturulması, bir Alevi Radyosu kurulması,
demokratik kitle örgütleriyle
dayanışma içine girilmesi ve Sivas mağdurlarına yardım kampanyası yapılması
planlanmıştır. Hızla büyüyen federasyon, bir yılın sonunda 36 dernek üyeliğini
120’ye
çıkarmıştır. Avusturya,
Fransa,
İsviçre ve
İngiltere’de temsilciler
belirleyerek, Avrupa örgütlerinin üst birliği haline dönüştürülmeye çalışan
Federasyona sadece Hollanda katılmamıştır. Netice olarak Almanya Alevi Birlikleri
Federasyonu, “Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu” na dönüşmüştür. Fakat her
ülkede örgüt sayısının artması nedeniyle, bu ülkelerin kendi federasyonlarını
kurmalarının daha doğru olacağı düşünülerek, 28 Kasım 1998 tarihinde yapılan
yedinci genel kurulda, “Avrupa” yerine yeniden “Almanya” eklenmiştir. Federasyon,
Almanya’da 800 bin Alevi’nin yaşadığı Hamburg ve Kuzey Ren-Westfalya
eyaletlerinde eylemler düzenlemiş; Almanya devletinden Alevileri temsil yetkisini
almak adına uğraşlar vermiştir (Kaleli, 2000: 73-78).
73
Alevi medyasının buralardaki örgütlülük ortamında oluşmasının kaçınılmaz
olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır; fakat buna ek olarak başka etmenleri de söz
konusu etmek gerekmektedir.
Keza Alevi medyalarının önde gelen televizyon,
radyo, dergi vb. kurucu şahsiyetleriyle yapılan yüzyüze görüşmelerde, Alevi
medyasının oluşum sürecine yönelik farklı yanıtlar alınmıştır. Pir Sultan Abdal
Kültür Derneği Maltepe Şube Başkanı, aynı zamanda derneğin Genel Merkez
Örgütlenme Sekreteri, hem de Haziran Alevi adlı derginin editörü Deniz Kifayet
Alevi medyalarının doğuşunun 1990’larla hız kazandığını, ortaya çıkmalarındaki asıl
etkenin ise, Alevileri acılarda birleştiren, ortak kaygılar taşımalarına neden olan
katliamlar olduğunu ve özellikle 1993 Madımak Katliamı olduğunu dile getirmiştir.
Çünkü bu katliam, Alevilerin hafızalarına kazınmış kıyımların devam ettiğini bir kez
daha göstermiş ve Alevilerin örgütlenme ve bilinçlenmelerinin önemini anlamalarını
sağlamıştır. Seslerini duyurmak, taleplerini dile getirmek, medya ortamında
kendilerine
yer
edinmek
isteyen
Aleviler
bu
nedenle
medya
kollarını
zenginleştirmeye başlamışlardır (Kifayet, Yüzyüze Görüşme, 5 Ekim 2015).
TV 10 televizyonunun imtiyaz hakkını elinde bulunduran Şükrü Yıldız ise
Alevi medyalarının nasıl doğduğuna ilişkin olarak; genel medyada Alevilere
yeterince yer verilmediğini, asimilasyon politikalarının devreye sokulduğunu
belirterek; Alevileri dar bir çerçevede gören yaygın medya ortamının dışında
konumlanmak gerekliliğinin altını çizmiştir. Devletin Alevilerin sorunlarını
görmezden geldiğini ve bu nedenle de onlara yönelik, onları yansıtan programlar
üretmek için özel bir çaba içine girmediğini dile getirmiştir. Yıldız’a göre Alevi
hareketi, siyasal taleplerini örgütlenerek dile getirmeye başlamış ve böylelikle
74
dergiler çıkarmaya, radyolar kurmaya ve son aşamada televizyonculuğu tartışmaya
başlamışlardır (Yıldız, Yüzyüze Görüşme, 25 Ekim 2015).
Barış Tv Reklam ve Program Koordinatörü Erol Güngören, Alevi medyasının
ortaya çıkış koşullarını anlatırken; Alevilerin sesini kendi medyaları aracılığıyla
duyurmalarının daha doğru olduğunu çünkü diğer medya organlarının Alevi inanç ve
yaşam biçimlerini çarpıtarak yansıttıklarını dile getirmiştir. Alevilerin asimile
edilmeye çalışıldıklarını, bunu bertaraf etmenin yolu olarak da, Aleviliğin özüne dair
kültürel kodları işleyen program üretmeye çalıştıklarını ifade etmiştir (Güngören,
Yüzyüze Görüşme, 10 Ekim 2015).
Cem Tv’nin eski Genel Yayın Yönetmenlerinden Murat Ongun ise, Alevi
medyasının doğuşunun çok haklı sebepleri olduğunu anlatarak; yıllar boyunca devleti
yönetenler tarafından ötekileştirilen milyonlarca Alevinin örf, adet, inanç, gelenek ve
yaşam biçimlerine gözlerin kapatıldığını, Alevilerin görmezden gelinerek yok
sayıldığını söylemiştir. Durum böyle olunca da Alevilerin kendilerine yakın
hissettikleri Alevi medyalarının oluşması kaçınılmaz olmuştur. Ongun, Alevilerin
kendi medyalarını hayata geçirmelerini en doğal hakları ve ihtiyaçları olduğunu
söylemiştir (Ongun, 5 Aralık, 2015).
Cem Vakfı Yönetim Kurulu eski üyelerinden ve aynı zamanda Alevi Vakfı
Federasyonu eski başkanı Doğan Bermek genelde Alevi medyasının, özelde ise Cem
Medya Grubu bünyesindeki Cem Radyo ve Cem Tv’nin kurulmasının temelinde,
Alevi kanaat önderlerinin ve Alevi toplumu içinden çıkmış iş adamı, akademisyen ve
bu yola gönül verenlerin, Alevilerin de kendi medyalarının olması gerekliliğine olan
inançlarının yattığını dile getirmiştir. Ortak talepler ve ihtiyaçlar sonucunda biraraya
75
gelen Alevi ileri gelenleri medya işine el atmışlar ve Alevi kanallarının öncüsü
olmuşlardır ( Bermek, Yüzyüze Görüşme, 14 Aralık, 2015).
Cem Radyo’nun kuruluş aşamasında önde gelen ismi ve hissedarı, aynı
zamanda TRT İstanbul Radyosu’nda uzun yıllar çalışmış olan Dursun Taşdelen ise
Alevi medyalarına ihtiyaç duyan büyük bir Alevi kitlesi varlığının kendilerini
harekete geçirdiğini ve Alevi toplumuna hizmet edecek olmanın mutluluğu ve
isteğiyle yola koyulduklarını ifade etmiştir (Taşdelen, Yüzyüze Görüşme, 21 Aralık
2015).
Cem Vakfı’nda 16 yıl kadar uzun bir süre halkla ilişkiler biriminde ve arşiv
oluşturma çalışmalarında emek sarfeden, Cem Dergisi Yayın yönetmenliği yapan ve
Cem Tv / Cem Radyo’da Alevilik üzerine 600 programa imza atan Ayhan Aydın’a
göre Alevi medyaları devlet, dernek, vakıf destekli ya da bağımsız kişilikler
tarafından hayata geçirilmiştir. Bu medyaların bu nedenle yayın içerikleri, söylemleri
ve çizgileri birbirinden farklılık arzetmiştir. Ama bütün bu medyalar total olarak
Alevi toplumuna hizmet etmek niyetiyle yola koyulmuş fakat maddi ve farklı
boyutlarda sıkıntılar yaşamışlardır. Kendisinin de uzun yıllar çalıştığı Cem Vakfı,
Dergisi ve Radyosu süreçlerinde yaptığı bazı program içerikleri nedeniyle
sansürlendiğini ve uzaklaştırılmak istendiğini dile getirmiştir. Aydın, Alevi kurum,
örgüt ve medyaları içerisindeki aksaklıkları ve gerilemeyi gerekli donanıma ve
bilgiye sahip ehil insanların olmayışına bağlayarak; Alevi medyalarının oluşum
süreçlerinde sürekli olarak el değiştirmeler nedeniyle içerik açısından zenginliğini
yitirdiğini, sadece birkaç derginin Alevilik üzerine etraflıca eğildiğini, bunun yanında
toplumsal konularda da yazılar yayınladığını dile getirmiştir. Alevi medyalarının her
zaman belirgin öncüler tarafından hayata geçirildiğini söyleyen Aydın, onların
76
emeklerinin yadsınamayacağını; duruşu ve Aleviliğe bakışı ve Aleviliği yorumlayışı
ne olursa olsun, oluşturulmuş her Alevi yayın organının bir birikim olduğunu ve
Alevi toplumu için kazanım sayılması gerektiğini vurgulamıştır (Aydın, Yüzyüze
Görüşme, 28 Aralık, 2015).
Bütün bu görüş ve yorumlar çerçevesinde Alevi medyalarının oluşumu üç
nedene bağlanmıştır. İlk olarak, Alevi medyalarının öz bilinçlenme, örgütlenme ve
kurumlaşma süreçlerinin bir sonucu olarak oluştuğu sonucu çıkarılabilir. Alevilerin
dayanışma içine girmesi, kırdan kente göç, kentlerde cemevi, vakıf, dernek
bünyesinde örgütlenerek taleplerini dillendirmeleri gibi etkenler onların medyalarını
yaratmalarının hem bir sonucu hem de nedenidir. İkinci olarak asimilasyon ve yok
sayma politikalarına karşı mücadele pratikleri geliştirmek için kurulduklarıdır. Son
neden ise, Alevilerin kendilerine ait ya da kendilerini ait hissettikleri bir medyaya
sahip olmayı doğal bir hak olarak görmelerine yanıt olarak, yani kısacası bu talebin
bir sonucu olarak bu medyaları kurduklarıdır.
3.2.Alevi Televizyon Kanalları
Alevi kurumlarının önde gelen isimleri hem yurt dışında hem de Türkiye’de
radyo ve dergi yayıncılığına ek olarak televizyonculuk üzerine girişimlerde
bulunmaya başlamışlardır. Bunun ilk örneklerinin Avrupa’da hayata geçirildiği
söylenebilir. 2000’lerin ortalarından itibaren ilk Alevi televizyonları sahneye
çıkmaya başlamıştır.
77
3.2.1. TV 10 Süreci
TV 10 kuruluş sürecine geçmeden önce, TV 10 kurucusu Şükrü Yıldız’ın bu
televizyon kurulana dek, kurucu ortaklığını yürüttüğü ve kısa ömürlü olduklarını dile
getirdiği diğer televizyon kanallarına değinmek gerekmektedir. İlk olarak TV Avrupa
kanalı karşımıza çıkmaktadır. TV Avrupa, Erol Aksoy’un sahipliğinde olan Gala TV
stüdyolarının kira bedeli karşılığında kullanılarak hayata geçirilmiş bir kanaldır.
Yüksek ücretler ödediklerini aktaran Yıldız, iki toplantı organize ettiklerini ve bu
toplantılar sonucunda, Köln ve Hollanda’da destekler edinerek, bu toplantılara iştirak
eden katılımcıların maddi desteği sayesinde TV Avrupa yayınının başladığını dile
getirmiştir. TV Avrupa, Avrupa Birliği’nin “On iki yıldızlı” logosuna benzer bir logo
kullanmıştır. Kanala olan ilginin yüksek olduğunu ve kanalı sadece Avrupa’da
yaşayan Alevilerin değil, kanalın orada yaşayan bütün Türklerin ilgisini cezbettiğini
anlatmıştır. İzlenme oranlarının yüksek olmasının altında yatan sebep olarak ise,
Almanya’da yaşayan ve Almancayı akıcı olarak konuşabilen programcıların varlığını
göstermiştir. Bölgeyi ve ülkeyi iyi tanıyan bu kişilerin, her kişiye ve alana ulaşmaları
kolay olmuş bu nedenle de başarılı olmuşlardır. Bunların yanısıra, TV Avrupa
üzerinde
kontrol
mekanizması
kuramayan
Alevi
Hareketi’nin
kanalı
benimsemediğini anlatan Yıldız, kanalın maddi zorluklar ve başka iç ayrılıklar
nedeniyle kapanma sürecine girdiğini söylemiştir.
Alevilerin yazılı basını sınırlı, Alevi radyoları da çok etkin olamıyor. TV daha
önemli bir mecra ama oldukça maliyetli. Biz de kiralama yöntemine gittik,
Erol Aksoy’dan Gala TV’yi kiraladık ve ‘TV Avrupa’ adıyla yayına başladık.
Büyük zorluklar yaşadık. Kamera yok, mikrofon yok. Kiralık araçlarla
program çekip gönderiyorduk. Kadının Türküsü adlı bir programımızın canlı
yayını Alevileri çok etkilemişti. Sonrasında TMSF kanala el koydu. Biz de
yeni arayışlara girdik (akt.Yıldız, Yüzyüze Görüşme, 25 Ekim 2015).
78
TV Avrupa kapanınca 2 Temmuz 2004’de
ikinci olarak Fransız uydusu
üzerinden yayına geçen “Düzgün TV” kurulmuştur. Yayınların Fransız uydusundan
verilmesi nedeniyle Alevilere pek ulaşmamıştır. Bu nedenle, Türksat yayınına geçme
gerekliliği doğmuştur.
Yıldız, Alevi kanallarının bu dönemde kısa ömürlü olmasının çeşitli nedenleri
olduğunu belirtmiştir:
Alevi bir televizyon kanalı kurmak pek çok şey gerektiriyordu. Lisans alma ,
sermaye ve aslında daha da önemlisi kurduğunuz televizyon kanalını
yönetebilecek bir vizyon. Fakat sadece Alevi bir kanalı olsun, daha görünür
olup Aleviler nezdinde itibar kazanmak, Alevi hareketi içinde yer edinmek
için bu yola girenlerin bütün uğraşları da beyhude olmuştur. Bu niyetle
kurulan hiçbir Alevi kanalı ayakta kalmayı ve Alevilerle bütünleşmeyi de
sağlayamadığı için kapanmıştır (Yıldız, Yüzyüze Görüşme, 25 Ekim 2015).
Kurucular olarak bir araya gelen kişilerin aralarındaki zıt görüşlerin varlığı,
maddi sıkıntılar ve başka bir takım siyasal baskılar nedeniyle Düzgün TV de kısa bir
yayın döneminden sonra kapanmıştır. Televizyon çalışmalarına aralıksız devam eden
Şükrü Yıldız sıradaki uğraşlarını 2005 sonu, 2006’nın ilk aylarında, Su TV adına
vermiştir. Su TV’nin yayın politikasını bir önceki TV kanallarına kıyasla daha
sağlam hazırladıklarını belirten Yıldız, Su TV’de daha zengin ve çeşitli programlar
ürettiklerini ve Alevileri ve diğer azınlık (Kürtler, Ermeniler vs.) halklarını da yayın
içerikleri arasına alarak daha kapsayıcı bir format geliştirdiklerini anlatmıştır. Buna
örnek olarak ise, TV Avrupa’da Kürtçe vb. kliplere yer vermediklerini ama Su
TV’de bunu yaparak, yayın ve programlarında daha cesur ve bağımsız bir tavır
sergilemeye çalıştıklarının altını çizmiştir. Bunlara ek olarak Su TV’de Alevi
Konferansı ve Kürt Konferansı vs. yayınlanmıştır. Alevi Hareketi ve Kürt Hareketi
arasındaki mesafenin Su TV ile daraltılmaya çalışıldığını aktaran Yıldız, yine de bu
79
yayın politikasının ortaklar arasında tartışmalara neden olduğunu, ortaklardan birisi
olan Turgut Öker’in o dönemde Su TV’nin bu politikası nedeniyle ortaklıktan
çekildiğini belirtmiştir. Aynı sebeplerden ötürü ayrılan Necdet Saraç ve Hayrullah
Kaya da Su TV’nin hayata geçirdiği çok seslilik ve azınlıkların görünür kılınma
durumunu, siyasal tavırları ve duruşları nedeniyle sekteye uğratmışlardır. Su TV bu
aşamadan sonra el değiştirmiştir. Su TV yayınlarının durması beraberinde iki yeni
televizyon kanalının açılmasına dolaylı olarak katkı sunmuştur. Çünkü yolları ayrılan
kurucu isimler kendi televizyon kanallarını kurmuşlardır.
Yeni bir Alevi kanalı olarak Dem TV’nin diğer Alevi kanallarından belirgin
farkı olarak “Gurmanci”33 program yapmaya başladıklarını anlatan Yıldız, artık
Alevi kanallarının sadece müzik yayını yapan dar alandan çıkması gerektiğine
inandığını ve bu nedenle de kültür konularına eğilen, dil çeşitliliği olan bölgesel
programlar çekerek yayınladıklarını aktarmıştır. Dem TV ile birlikte Alevi yerleşim
bölgelerine giderek, bu bölgelerin kendilerine özgü kültürleri hakkında bilgiler
vererek tanıttıklarını ve bu sayede ilk defa Alevi toplumu ile bir Alevi medyasının
birbirini tanımaya başladığını ve Alevi yayın organının kitle ile bütünleştiğini,
toplumun da buna yanıtsız kalmayarak kanalı benimsediğini, izlediğini söylemiştir.
Gidilen bölgelerde halkla konuşmalar yapıldığını, halkın düşünce ve fikirlerine yer
verilerek alternatif medyanın özellikleri arasında olan toplumun kendi sesi olma,
kendini aktarabilme ve tanıtabilme imkânına şans verildiğini görüyoruz. İzlenme
oranının yükselmesi ve Alevi toplumunun kanalı benimsemesi ile Dem TV kendi
kendini finanse etmeye başlamış, akabinde ortakları sermayelerini bu vesile ile
artırmış ve kanalın buna bağlı olarak alternatif ve bağımsız çizgisinin bozulacağını
33
Kürtçe’nin dört lehçesinden biridir. Diğer lehçeler, Sorani, Zazaki ve Gorani’dir.
80
düşünen Şükrü Yıldız kurucu ortaklıktan çekilmiştir. Bu süreçten sonra Dem TV
program içerikleri değişmeye başlamış ve toplumun benimsediği kanal izleyicisini
kaybetmeye başlamıştır.
Dem TV’den sonra Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın ortaklığı ile
kurulan “Kanal 12” süreci başlamıştır. Fakat Kanal 12 pek varlık gösterememiş, CHP
(Cumhuriyet Halk Partisi) çizgisine yakın bir yayın politikası gütmüştür. Nedeni
olarak Ali Kılıç’ın CHP MYK Üyesi olmasını dile getiren Yıldız, her yayın organı
gibi kurucuların siyasi tavırlarından dolayı başarısız olan kanallar arasına Kanal
12’nin de dâhil olduğunu söylemiştir.
Bütün bu kapanan Alevi TV’lerinden sonra TV 10 süreci başlamıştır ve TV
10 şu anda yayın hayatına devam eden dört büyük Alevi kanalından birisidir. TV 10
ile Alevilerin sesi olmayı başardığını aktaran kurucu Şükrü Yıldız, TV 10’nun kar
amacı gütmeyen bir anlayışla yola çıktığını ve bütçesinin çok farklı yollardan elde
edildiğini söylemiştir. Alevi toplumuna yakın olmanın ve onlarla özdeşleşmenin
temel niyetleri olduğunu ve buna paralel olarak yayınlar yaptıklarını anlatmıştır.
Kanalın başlıca sıkıntısının reklam alamamak olduğunu belirtmiştir. TV 10’nun
yayın içeriği ve politikası gereği çekilen programlarında dil ayrımına gidilmeksizin
üretimler yapıldığını, her nereye gidiliyorsa oranın halkının konuştuğu dilde yayın
yapmak için çabaladıklarını ifade ederek; TV 10’un azınlıklara olan yaklaşımını
ortaya koymuştur. Yıldız’ın aktardıklarına dayanarak, TV 10’un özelde Aleviler,
genelde ise azınlıkların kanalı olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır.
TV 10 yayın akışında çeşitli türlerde programlar karşımıza çıkmaktadır.
Genel başlıklar altında toplarsak eğer; Haber Kuşağı, Genç ve Kadınlara yönelik
81
programlar, Gündeme Bakış, Alevi Kültürüne dönük programlar, gezi programları ve
Müzik programları (çok dilli) sayılabilir.
Alternatif medyaların niteliklerinden biri sayılabilecek olan topluluğun kendi
üyelerinin yayın yapmaları yani kendi üretimlerinin tüketicileri olmaları, TV 10’da
hayat bulmuştur. Çünkü televizyonda görev alanların ve program üretenlerin büyük
bir kısmı Alevi’dir.
3.2.2. Cem TV Süreci
Cem TV’yi, Cem Radyo’yu, Habercem ve yayını 2003’te durmuş olan Cem
Dergisi’ni içine alan Cem Medya Grubu’ndan bahsetmeden önce bu medya
organlarıının kurucu gücü ve imtiyaz haklarına sahip olan Cem Vakfı’ndan
bahsetmek gerekir. Cem Vakfı, 12 Mart 1995’te Prof. Dr. İzzettin Doğan tarafından “
Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı” adıyla kurulmuştur. İlk yönetim
kurulunda 48 iş adamı vardır. Kurulda, Abidin Özgünay, Doğan Bermek, Haydar
Ulusoy, Hüseyin Erdoğan, İbrahim Polat, Mehmet Mustafa Ütebey, Mehmet Turgut
Özcan, Mehmet Zeki Bulut, Metin Poyraz, Mustafa Algül, Ramazan Avşar ve daha
birçok isim yer almıştır. Cem Vakfı hem Türkiye’de hem de Avrupa’da örgütlenerek
çok sayıda şube açmıştır (Çim ve Bermek, Yüzyüze Görüşme, 9 Kasım- 14Aralık
2015).
Cem TV 4 Eylül 2005’te Cem Vakfı’nın girişimleriyle kurulmuştur. Alevi
toplumuna Aleviliğin inanç ve kültürel boyutlarını aktarmak, Alevilerin taleplerini
dile getirmek, Alevilerin kendi kimliklerini yaşatabileceği bir televizyon kanalı
yaratmak niyetiyle yola çıkan Cem TV, zamanla yayın yelpazesini genişletmiş ve
sadece Alevilere hitap eden bir televizyon organı olmanın ötesine geçmeyi
82
hedeflemiştir. 50’ye yakın çalışanı olan kanalın, sadece Alevilere özgü yayın akışı
çizgisini genişletmesinin altında yatan sebeplerden birisi kitlesel bir televizyon kanalı
olmak ise, diğeri de televizyonun reklam pastasını genişletme niyetidir. Alevi kanalı
olması nedeniyle, reklam alamama sıkıntısını bu şekilde aşmaya çalıştıklarını
söyleyen Cem TV’nin Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Çim, yayın içeriğindeki ufak
değişiklikler ve program çeşitliliği artmış olsa da, Cem TV’yi Alevi toplumuna
hizmet eden ve onların sesi olmayı başaran tek televizyon kanalı olduklarını ifade
etmiştir. Çünkü Alevilere ve Aleviliğe hizmet eden yayınları kendilerinin ürettiğini
belirterek, hali hazırdaki diğer Alevi televizyonlarının birkaçını müzik eksenli,
diğerlerini ise siyasal mevzuları ön plana çıkaran kanallar olarak değerlendirmiştir.
Çim, Cem Vakfı ve Cem TV ekseninde düşünüldüğünde Alevi taleplerinin takipçisi
ve destekçisi olduklarını, fakat Aleviliğin siyasal çıkarların hizmetine sokulduğu ve
Aleviliğe hizmet etmeyen yayın üreten öteki kanalların Alevi medyası olarak
nitelenemeyeceğini aktarmıştır. Cem TV’nin yayın akışında siyasal gündemin
konuşulduğunu, güncel olayların değerlendirildiğini ama kanalın genel olarak
herhangi bir siyasal partiye yakın ya da uzak duran yayınlar yapmadıklarını; çünkü
Aleviliğin buna alet edilmemesi gerektiğine inandıklarını ifade etmiştir. Daha çok
Aleviliğin kültürel ve tasavvufi yönlerini anlatan, Alevilerin dinlediği deyiş ve
türkülere yer veren programlar yaptıklarını anlatan Çim, ilk defa Cem Radyo’da
başlayan ve şu anda her Perşembe Cem TV ortak yayınıyla verilen “Cem İbadeti”nin
Alevilerin büyük çoğunluğu tarafından izlendiğini ve özümsendiğini dile getirmiştir.
Alevi televizyonu olarak kendisini tanıtan ya da gösteren diğer Alevi
kanallarının aslında Alevi medyası olduklarını pek düşünmüyorum. Alevi
kanalı olabilmek Aleviliğin sorunlarını ve taleplerini dile getirmek demek.
Aleviliğin özüne dair yayın üretmek demek. Aleviliği siyasi bir malzeme gibi,
Aleviliğin bir inançtan ziyade sanki bir muhalefet aracı olarak kullanılması
yanlış. Bizim dışımızdaki hiçbir Alevi kanalın Aleviliğe dair çok fazla uğraş
83
içinde olduklarını düşünmüyorum. Cemevlerinin ibadethane olarak statü
kazanması, din dersleri vs. gibi Alevi taleplerinin takipçisi her zaman İzzettin
Doğan olmuştur, Cem Vakfı olmuştur. Alevilik siyasi çıkarlara kurban
edilmemeli, Aleviliğin bir inanç biçimi olduğu unutulmamalı (Mustafa Çim,
Yüzyüze Görüşme, 9 Kasım 2015).
Genel olarak Cem TV’de, “Haber, Sağlık, Gündem, Eğlence, Kültür-Sanat,
Gezi, İnanç, Müzik vb.” programlar yapılmakta olup; aslında merkezi bir medya
kanalıyla mesafeyi daraltacak yelpazede çeşitlilik üretilmeye çalışılmaktadır.
Alternatif medyanın kitleseşebilmek adına böyle girişimlerde bulunabileceğini, dar
alanın
dışına
çıkabilmek
için
merkezi
medyanın
kullandığı
olanaklardan
faydalanması gerektiğini ifade eden yaklaşımlardan hareketle diyebiliriz ki Cem TV
Alevilerin sesi olmaktan uzaklaşmaz ve temel ereğini unutmaz ise, bazı noktalarda
kullandığı olanaklar alternatif olmaları konusunda onları yolundan edemeyecektir.
Sadece kazanç kapılarının artması niyetiyle bir yayın politikası güdülürse eğer
alternatifliğini yitirecek olan Cem TV’nin, hali hazırdaki konumunu alternatif
medyalar açısından niteleyecek olursak, eleştirel içerik üreten değil, ama dini azınlık
medyası olarak kendisine bir yer edindiğini söyleyebiliriz. Kendi amaçlarının da
Aleviliği siyasal mücadelelere karıştırmamak ve Alevilere hizmet etmek olduğunu
bildiğimiz Cem TV’nin bu anlamda eleştirel/muhalif içerik üretmediğini de
eklememiz gerekecektir.
3.2.3. Barış TV Süreci
Barış Tv süreci ile ilgili bilgiler, kanalın Genel Yayın Yönetmeni Hamit
Hasbay ile yapılan görüşme sonucunda elde edilmiştir. Barış Tv, kuruluş aşamasında
SU TV’dir ve el değiştimeler neticesinde güncel ismini almıştır. 2006 yılında kurulan
Su TV’nin kurucu kadrosunda yer alan Yalçın Özdemir, kanalı 2011 Nisan ayında,
84
Barış TV adı altında Ali Rıza Erkan’a devretmiştir. Ali Rıza Erkan, televizyon kanalı
sahipliği öncesinde 1993-1994 yılları arasına yayına başlayan ve 2010’a kadar
yayınını sürdüren Barış Radyo’nun da kurucusudur. Yaklaşık dört yıl kadar sonra
kanalı yürüten Erkan, Eylül 2015’te kanalı Üzeyir Engin adlı bir iş adamına
satmıştır. Kanalın yeni sahibi olan Üzeyir Engin, Alevi kimliğini taşımamakta
olduğunu fakat Alevilere ve Aleviliğe olan sempatisi nedeniyle kanalı devraldığını
ifade etmiştir.
Barış Tv’nin yayın içeriğine baktığımızda kanalın yayın akışının büyük
oranda müzik yayınlarına ayrıldığı görülmektedir. Barış Tv ve yaptıkları programlar
hakkında ayrıntılı bilgi veren Hasbay şunları aktarmıştır:
Barış Tv’nin ya da şu anda yayın yapan diğer Alevi kanallarının birbirinden
çok ayrı olduklarını düşünmüyorum. Her birimiz Aleviliğin farklı bir yanına
vurgu yapıyoruz fark sadece bu olabilir. Cem Tv genelde inanç boyutunu,
Tv10 ve Yol daha çok siyasi bir duruş olarak ve biz de Aleviliğin kültür
tarafını ya da nasıl ifade etmeliyim, Alevilerin sevdiği, hiçbir Alevinin hayır
diyemeyeceği türkü yayınları yapıyoruz. Kanalı özellikle bu türküleri ve
deyişleri dinlemek için açtıklarını ve izlediklerini biliyoruz, biz de bu talebe
ve ihtiyaca kulak veriyoruz. Kanalda müzik yayınları ağırlıkta ama yayına
başlayacağımız ve hali hazırda devam eden başka programlarımız da mevcut.
Yakın zamanda Hünkâr Hacı Bektaşi Veli Vakfı ve Barış Tv’nin ortak
organize ettiği “Serçeşme” adlı bir programa başlayacağız. Aleviliğe dair
herşey konuşulacak. Bundan başka, SGK programı yapacağız ve canlı olarak
konuda uzman bir sunucu izleyicilerden gelen soruları yanıtlayacak, bunun da
bir ihtiyaç olduğunu düşündük. Yine bunlara ekleyebileceğim, Çarşamba
günleri bir hukuk programı yapıyoruz ve bir avukat sunuyor. Cuma günleri,
Haftanın Değerlendirmesi ve Haftanın Aynası adlı gündem konuşulan iki
programımız var (Hasbay, Yüzyüze Görüşme, 11 Ocak 2016).
Barış Tv, şu anda bir iş adamı sahipliğindedir ve Alevilerin benimsediği bir
Alevi kanalıdır. Fakat ticari kaygıların öne çıkması ve sahibinin kendi reklamlarını
yayınlıyor olması gibi nedenlerle aslında alternatif olma özelliğini kısmi olarak
yitirmektedir. Çünkü alternatif olmanın ilk koşulu ya da azami şartı ana akıma
85
eleştirel içerik üretebilmekse eğer; ikinci şartı da hitap ettiği ya da sesi olduğu
kitlenin çıkarlarının takipçisi olması ve bunları görünür kılmasıdır. Barış Tv’nin
Alevilerin gönlünde yer etmesinin ana nedeninin, onlara hitap eden müzik
programlarının ağırlıkta tutulması olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır ancak
Alevi hassasiyeti taşıyan genelde Alevi medyalarının, özelde de televizyon
kanallarının Alevilerin özel ilgilerine de aynı hassas çizgide yaklaşması gerektiğini
eklemek gerekmektedir.
3.2.4. Yol TV Süreci
Yol Tv 2006’nın sonlarına doğru AABF’nin öncülüğünde Almanya’nın Köln
kentinde yayına başlamıştır. Kanalın kuruluşunda, Türkiye’den pek çok Alevi
kurumunun desteği alınmış ve 700 ortak tarafından bir milyon Euro’luk bir yatırımla
hayata geçirilmiştir. AABF’nin Aleviliği sadece bir inanç olarak değil aynı zamanda
bir kültür ve bir siyasi anlayış olarak tanımlaması kanalın yayın akışında da göze
çarpmaktadır (akt. Hüseyin Şimşek-Yol TV eski Avusturya Temsilcisi). “Kadınların,
gençlerin, işçilerin, canların kanalı” olarak kendini tarif etmekte ve “Kardeşliğin ve
eşitliğin yanında yola çıkıyoruz” sloganıyla yayın yapmaktadır. Yol TV’de kültür,
sanat, siyaset, gündem, gezi, haber, müzik, Alevilik inancı ve kültürü üzerine pek
çok program üretilmektedir. Ayrıca, AABF öncülüğünde gerçekleştirilen Avrupa
genelindeki Alevileri bir araya getiren büyük etkinlikler de yayınlanmaktadır. Bu
etkinliklerden birisi olan “Ağıttan Umuda” adını taşıyan etkinlik Avrupa genelindeki
Alevi kültür merkezlerinin konser verdikleri, semah çektikleri vb. performansların
sergilendiği çok önemli bir organizasyon olarak yapılmış ve Yol TV aracılığıyla
yayınlanmıştır. Kanal, Alevi yerleşim bölgelerindeki festivalleri, faaliyetleri, Alevi
örgütlerinin düzenledikleri her türlü etkinliğin ekrana taşıyıcısı olmuştur.
86
Yol TV’deki ana programlar, “Yol Aşkına, Yol Alanlar, Esas Mesele, Tartışma
Notları, Turnusol, Kadınlara ve Yaşama Dair, İşçilerin Yarını, Aşka Türküler, Yolda
Sağlık, Yolun Ezeli, Yüzler ve İzler ve Belgeseller”dir. Programlarda güncel siyasal
gelişmelerden Alevi katliamlarına, Aleviliğe dair inançsal boyutlardan Alevi müziği
ve deyişlerine, Aleviliğin tanınan şahsiyetlerini tanıtan programlardan Alevi
örgütlerin gerçekleştirdiği toplantı ve gösterilere kadar çok geniş yelpazede üretim
yapılmaktadır. Kanal AABF öncülüğünde yayınlarına devam etmekte ve Avrupa’da
ve Türkiye’de yaşayan Aleviler için Aleviliğin siyasi, kültürel, folklorik ve inançsal
boyutlarının hepsini ele alan çeşitlilikte yayın yapmaktadır.
3.3.Alevi Radyoları
Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu, Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu
olma girişimleri sırasında Ankara’da ilk Alevi Radyosu sayılan Mozaik Radyo’yu
hayata geçirmiştir. Mozaik Radyo’dan sonra Ali Rıza Erkan’ın öncülüğünde Radyo
Barış kurulmuştur. Marmara Bölgesi ölçeğinde yayın yapan “Yön Fm” de, SHP
(Sosyal Demokrat Halkçı Parti)
girişimleriyle, Yüksel Kılınç tarafından
kurulmuştur. Radyo Barış yayına devam etmekte fakat Yön Fm başka bir isim ve
içerikle yayın yapmaktadır (Taşdelen Yüzyüze Görüşme, 21 Aralık 2015).
Cem Radyo, 1994 sonlarında Ertuğrul Aslan’ın katkıları ile Dursun Taşdelen ve
Abidin Özgünay’ın fikirlerinin ortak bir zeminde buluşmasıyla tartışılmaya
başlanmıştır. Stüdyo hazırlıkları yapılmış ve Cem Basın Yayın A.Ş. kurularak Cem
Vakfı’nın medya çalışmaları bu ad altında yürütülmüştür. Bu dönemde RTÜK’ün
koymuş olduğu mevzuatlar gereği, yeni bir lisans hakkı almak mümkün
87
olmadığından, genellikle var olan radyolar devralınıp isim değişikliği yapılarak
radyo sahibi olunmuştur. Bu nedenle 7 Temmuz 1997’de Kırklareli’nde Marmara
Bölgesi’ne yayın yapan Renk Radyo Yayıncılık Hizmetleri A.Ş. satın alınarak, Cem
Radyo olarak yoluna devam etmiştir. İlk sloganı; “Dostluğun, Kardeşliğin ve
Sevginin Sesi” olarak belirlenen Cem Radyo’nun kurumsal yapılanması ile ilgili,
Prof.Dr. Niyazi Öktem’in Başkanlığında, Dursun Taşdelen ve Hüseyin Aldoğan’dan
oluşan üç kişilik bir komisyon oluşturulmuştur. Radyo kuruluşunda ayrıca, hissedar
isimler olan, A. Rasim Tükek, Mehmet Koçarslan, Ozan Şer, Aziz Öndeval, Cemal
Canpolat, Dursun Taşdelen, Ali Tanrıverdi, Bülent ve Hüseyin Erkan ve Hüseyin
Aldoğan yer almıştır. RTÜK’e, yeni ortaklar, pay oranları, yayın hakkı, yayın ismi,
yayın frekansı ve şirket merkezinin İstanbul’a nakli konuları bildirilmiştir. Radyonun
ilk yönetim kurulu üyeleri, Mehmet Koçarslan A. Rasim Tükek ve M. Ozan Şer
olmuştur.
Radyo kuruluşunda Prof. Dr.
İzzettin
Doğan’ın görüş ve fikirlerine
başvurulmuştur. Doğan, radyo yayıncılığı yapmaya başlamalarındaki ana hedeflerini
şu şekilde özetlemiştir:
Ana hedefimiz, Alevi-İslam anlayışının kamuoyuna anlatılmasıdır. Bu anlatımlar,
bir sözle olur, iki müzikle olur, üç başta teknolojinin geliştiği nokta, olanak,
imkân ne ise o olanakları kullanarak olur. Bir kısmını, siz yaparsınız, bir kısmını
yapamazsınız, ama alt yapısını hazırlarsınız, reklamıyla, ilanıyla, vs. ile.
Yapılması gereken bu, yani radyonun ana hedefi bu. Alevi kitleye hitap edecek
birinci derece, ondan da daha önemlisi herkese hitap etmesi amaçlanmıştır. Alevi
kitleye hitap ederken, Alevi-İslam anlayışını benimseyecek (aktaran Taşdelen,
Yüzyüze Görüşme, 21 Aralık, 2015).
Doğan, altı ay içinde yayınların bölgesel alandan Türkiye’ye yapılmasını, ulusal
çapta bir radyo yaratmak istediklerini ifade etmiştir. Bunu yaparken de Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın 97 trilyon küsur civarındaki bütçesinden Alevilere de pay düşmesi
88
gerektiğini fakat bunun ne şekilde gerçekleşeceğini bilmediğini ifade etmiştir.
Zamanı
geldiğinde muhatap olarak kendileri alınırsa, bu durumu kendi
inançlarını/kültürlerini yaymak açısından kullanacaklarını eklemiş ve bu desteği
alacak olmanın anayasal bir hak olduğunu belirtmiştir (Taşdelen, Yüzyüze Görüşme,
21 Aralık, 2015).
Radyonun kuruluş ilkelerinde; programların dinleyicinin, yaş, cinsiyet, eğitim
düzeyi, meslek, gelir ve benzeri sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerine uygun
olmasına, programa ilişkin istek, tepki ve görüşlerin alınmasına, yayınlarda
kullanılan dil, sunuş biçimi, dinleyicinin ilgisine uygun hazırlanmasına; dinleyicileri
siyasal sürece katılma konusunda teşvik etmesine, yayınların bölgelerin coğrafi,
üretim eğitim, kültür, sosyal, ekonomik özelliklerine paralel yapılmasına karar
verilmiştir. Radyonun yayın amacı şöyle ifade edilmiştir:
Atatürk devrimleri ve Anayasa doğrultusunda, Türkiye’nin demokratik,
ulusal, laik ve sosyal devlet anlayışına uygun, insan haklarına saygılı bir
toplum niteliğine kavuşmasına, ilerlemesine, kalkınmasına, çağdaş uygarlık
düzeyine ulaşmasına yayınlarıyla yardımcı olmaktır. Bu amaçla,
vatandaşların, siyasal sürece ve kalkınmaya bilinçli katılmasına, siyasal
iktidarı seçme, gözetleme ve denetlemesine, bu konudaki hak, ödev ve
sorumlulukları kavramasına, yerine getirmesine, ulusun tümüyle
kaynaşmasına yardımcı nitelikli yayınlar yapmak gerekmektedir (Doğan’la
yapmış olduğu söyleşiden akt. Taşdelen).
Programlar, haber, eğitim, kültür, müzik-eğlence-drama, spor, reklam
yayınları ve özel gün ve hafta yayınları olmak üzere ayrılmıştır. Radyodaki genel
yayın akışı, sabah, öğle, akşam ve gece kuşağı olmak üzere ayarlanmıştır. Sabah
kuşağı ana haberle başlar, canlı bağlantılar kurularak devam eder; öğlen kuşağıyla
beraber ise sosyo-kültürel, ekonomik, toplumsal yapılanma ve dayanışmaya yönelik
programlar yayınlanır. Akşam kuşağı ana haberle başlar ve gece 01:00’a kadar
89
devam eder. Bu kuşakta kültürel ağırlıkta programlar yer alır. Tasavvuf müziği ve
ağırlıklı olarak Türk Halk Müziği olmak üzere konukların alındığı canlı yayın
programları
yapılır.
Cem
Vakfı
özelinde,
bütün
kurum
ve
kuruluşların
gerçekleştirdiği sosyal, kültürel ve inançsal etkinlikler canlı olarak verilir. Cem
Radyo’nun kuruluş aşamasından son dönemlerine kadar bu şekilde yayınlarına
devam ettiğini paylaşan Dursun Taşdelen, radyonun son beş yıllık sürecinin kısır
kaldığını belirtmektedir (Taşdelen, Yüzyüze Görüşme, 21 Aralık 2015). Radyonun
son dönemini anlatan Cem Medya Grubu Başkanı Mustafa Çim ise yayınların Alevi
toplumunun kültürel ve inançsal taleplerine yanıt verecek şekilde aynı şekilde
yayınına devam ettiğini fakat programları revize ettiklerini aktarmıştır. Radyoda,
“Cem İbadeti”nin canlı verilmesi de Dursun Taşdelen döneminde başlamış olup daha
sonra Cem TV’nin yayına başlamasıyla her perşembe Cem yayını radyoyla beraber
ortak yayına girmiştir.
3.4.Alevi Basını
Alevi dergi ve gazeteleri, Alevi vakıf, dernek vb. ait yayın organı olarak çıkmış
ya da herhangi bir kuruma ait olmaksızın bağımsız kişiler tarafından çıkarılmıştır.
Örgütlenmenin güçlü olduğu Almanya’da dergi faaliyetleri de yoğun olarak
yürütülmüştür. Almanya ve Türkiye’de çıkarılan dergi ve gazeteler sırasıyla
anlatılacaktır.
3.4.1. Almanya’da Çıkarılan Dergiler
Ehlibeyt Dergisi, 1990 yılında İsmail Elçioğlu tarafından çıkarılmıştır.
Almanya’da daktilo ile yazılıp çıkarılan dergi, fotokopi ile çoğaltılarak, bin civarında
okuyucuya ulaştırılmıştır. Muhsin Cevahir’in Gerçek İlim Dergisi de Ehlibeyt
90
Dergisi’ne benzer yöntemlerle çıkarılmıştır. Berlin’deki Anadolu Alevileri Kültür
Merkezi’nin yayın oranı olarak 1997’de Al-Gül dergisi önceki dergilere nazaran,
kuşe kâğıt, ofset basım ve içeriğiyle daha kaliteli bir dergi olmuştur. İlk zamanlar
Almanya Alevi Federasyonu’nun yayın organı olarak çıkarılan Mürşit Dergisi’nin
yayını durunca yerine, Alevilerin Sesi dergisi çıkarılmıştır. Alevilerin Sesi, Avrupa
Alevi Vakıfları Federasyonu sürecinin örgütlenme ağlarını genişletmek için çıkardığı
ilk Alevi dergileri arasındadır ve yayın hayatına devam etmektedir. Yarısı Almanca
yarısı Türkçe çıkan dergi, başarılı Alevi dergileri arasındaki yerini almıştır.
Alevilerin Sesi Dergisi ilk sayısı 1994’te çıkmıştır ve imtiyaz sahibi Almanya Alevi
Vakıfları Federasyonu Genel Başkanı Ali Rıza Gülçiçek olmuştur. Derginin ilk
zamanları genel yayın yönetmenliğini Necdet Saraç yapmıştır. Bu dergiyi
federasyona üye dernekler de desteklemiş ve sahiplenmiş bunun sonucu olarak da 15
bin okuyucu kitlesine ulaşmıştır. Bu imkânlarla kendini finanse etmeye başlayan
derginin 18. sayıdan sonrasını yeni genel başkan Ali Kılıç yönetmiştir. Derginin
sahipliğini Mart 1997’de alan Ali Kılıç, 30 Ocak 1999’dan itibaren vakfın genel
başkanı Turgut Öker’e bu görevi devretmiştir Hollanda Alevi- Bektaşi Sosyal ve
Kültür Dernekleri Federasyonu (HAK-DER)’nun yayın organı Yol (Serçeşme)
Dergisi, 20 sayfa olarak aylık olarak çıkarılmıştır. Yine Hollanda’da Zuud Hollanda
Alevi-Bektaşi Dernekleri Ortak Çlışma Komisyonu’nun yayın organı olarak
Canların Sesi’ni çıkarmıştır (Kaleli, 2000:79-80; Aydın, Yüzyüze Görüşme, 28
Aralık, 2015).
91
3.4.2.Türkiye’de Çıkarılan Dergiler
Türkiye’de ilk bağımsız Alevi yayınları olarak 1966’da çıkarılan Ehlibeyt
Yolu gazetesi ve Cem Dergisi gösterilir (Kaleli, 2000). Dernek yayın organı olarak
ilk dergi ise Karahöyük Dergisi’dir. İlk sayısı 1 Temmuz 1964’te çıkmıştır. 32 sayfa
olarak çıkarılan dergi, aylık yayınlanmıştır. Sahibi Hacı Bektaş Kültür, Kalkınma ve
Yardım Derneği adına Hüsrev Şir Ulusoy olmuştur. Çıkış sayısında derginin amacı, “
Susayan gönüllere sevgi, dostluk, kardeşlik, umut, mutluluk sunacak; dilek ve
isteklerinizi dile getirecektir” şeklinde tarif edilmiştir.
Dergimiz adını, Horasan’dan kalkıp, Anadolu’ya yerleşen ve kurduğu
insanlık, sevgi inançlarıyla yüzyıllar boyu Türklüğe giren, ışık saçan ve yaslı
günleri umuda, mutluluğa kavuşturan büyük bir velinin güvercin kanadına
konduğu söylenen bir tepeden almaktadır. Bu bembeyaz güvercin, onun
kurduğu birlik, dostluk, barış, sevgi ve kardeşlik sembolüdür (Kaleli,
2000:96).
Dergide Alevilik Kültürü ve inancına dair akademisyen yazılarına, bilimsel
makalelere yer verilmiştir.
Ehlibeyt Yolu Gazetesi, Doğan Kılıç Şeyhhasanlı’nın sahipliğini üstlendiği,
Alevilerin ilk gazetesidir. 1966’da yayına giren dergi, haftalık olarak basılmıştır.
Dönemin Alevi baskılarını ve kıyımlarını sayılarında tartışarak gündeme getirmiştir.
Özellikle de Diyanet İşleri Başkanı İbrahim Bedrettin Elmalı’nın; “Bir avuç Alevi
var, Alevilik sönmüştür” söylemi üzerine Doğan Kılıç gazetede sert yazılar yazarak
tepkisini dile getirmiştir.
Temmuz 1966’da Abidin Özgünay tarafından çıkarılan Cem Dergisi Alevi
dergileri arasında en uzun soluklu ve önemli bir yeri olan sayılı dergilerdendir.
İçeriği ile zengin bir dergi olan Cem, iki yayın dönemi geçirmiştir. Derginin
kapağında “Cem” yazısı altında “Eline-Diline-Beline” sözü yer almıştır. Aylık olarak
92
24 sayfa çıkan dergi, 4 sayının ardından 15 günde bir çıkarılmaya başlanmıştır.
Alevilerin sesi olabilmeyi hedefleyen derginin başarısının derginin sahibi ve
başyazarı Abidin Özgünay’ın emeklerinin ve uğraşlarının bir sonucu olduğunu
belirten Ayhan Aydın, Alevi medyaları hususunda Abidin Özgünay’a ayrı bir yer
atfemektedir. Cem Dergisi’nin Türkiye Birlik Partisi sürecinde partiyi desteklediğini
ve yakınlık gösterdiğini aktaran Aydın, 1991’de yayını duran derginin içeriğinin çok
fazla olmamakla beraber değiştiğini ve zayıfladığını belirtmektedir. 50. sayıdan sonra
Abidin Özgünay maddi sıkıntı ve sağlık sorunları nedeniyle dergiyi Temmuz 1995’te
Cem Vakfı’na satmıştır. Kısa bir aradan sonra yayına kaldığı yerden devam edilen
dergi, Ağustos 1996 ile birlikte Cem Vakfı’nın yayın organı olarak çıkarılmıştır.
Sahibi Hasan Özer, Genel Yayın Yönetmeni Rıza Zelyut ve Sorumlu Yazı İşleri
Müdürlüğü’nü Murat Küçük yapmıştır. Bu süreçte 80 sayfa çıkarılan dergi 2003’e
gelindiğinde Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın derginin zarara girdiğini söyleyerek aldığı
karar ile yayını durdurulmuştur.
Cem Dergisi’ne alternatif ya da karşıt olarak, dergiden ayrılan Cemal Şener
ve Reha Çamuroğlu’nun girişimleri ve Hüseyin Erdoğan’ın da maddi destekleriyle
Kasım 1993’te Nefes Dergisi 64 sayfa ve aylık olarak çıkarılmaya başlanmıştır. 16.
sayıdan sonra Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Esat Korkmaz olmuştur. Dergide “Ayın
Dosyası” başlığı altında özel mevzulara eğilindiğini ve başarılı bir içerik üretildiğini
aktaran Aydın, dergiyi içerik olarak kalemi güçlü kişilerin beslediğini anlatmıştır.
Esat Korkmaz döneminde güçlenen dergi ekonomik sıkıntılar sebebiyle 38. sayıda el
değiştirmiş ve üç sayı daha yaptıktan sonra kapanmıştır.
93
Gerçekler Gazetesi, Mehmet Yaman sahipliğinde 16 Ağustos 1970’te 34
sayfa ve 15 günde bir çıkarılmıştır. 1973’de Gerçekler Dergisi’ne dönüşmüş ve
ancak 10 sayı yapabilmiştir.
Ayhan Aydın, 1990’da TKP (Türkiye Komünist Partisi) çizgisinde sosyalist
bir yayın organı olarak çıkan Kavga adlı dergiden bilgiler aktarmıştır. Derginin
sahibi Rıza Yörükoğlu’dur. Bu derginin “Alevi-İşçi Musahipliği” gibi bir kavram
çerçevesinde siyasal bir içerik ürettiğini belirtmiştir. 1992’de 22. sayıdan sonra
Kervan Dergisi’ne dönüşen derginin sahibi Semih İra olmuştur.
PSAKD Dergisi Haziran 1992’de derneğin yayın organı olarak iki ayda bir
çıkmıştır. Derginin sahibi derneğin o dönemki başkanı Murtaza Demir’dir. Genel
Yayın Yönetmeni Ali Balkız, Yazı İşleri Müdürü Metin Kuyugüdenlioğlu’dur.
Özelde Aleviliği, genelde insanlığa dair her türlü konuda yazılara yer verilmiştir.
“Ayın Dosyası” ile belirli konulara ağırlık verilmiştir. Necati Yılmaz’ın genel
başkanlığı ile birlikte dergi 112 sayfa olmuştur.
Kasım 1991’de sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü Hasan Cendere olan
“Gönüllerin Sesi Gazetesi”nin başyazarı Lütfi Kaleli’dir. Aralık 1993’te 25. Sayı
itibari ile gazete Karacaahmet Sultan Derneği’ne satılmıştır. Derneğin yayın organı
olduktan sonra abone sayısı düşmüş ve Eylül 1996’da, 54. Sayı çıktıktan sonra
gazete kapanmıştır. Gazetenin devamı niteliğindeki Karacaahmet Sultan Dergisi
Ağustos 1988’de, 55. Sayı olarak “Gönüllerin Sesi, Karacaahmet Sultan” adıyla
çıkarılmıştır. İçeriği zengin aylık dergi, sahibi Hıdır Uluer’in dernek başkanlığı
görevinin son bulmasıyla dergi de zayıflamaya başlamıştır. Yeni yönetim dergiyi iki
94
ayda bir yayınlamaya başlamış, Ocak- Şubat 1999’da derginin 60. sayısı ile
kapanmıştır ( Ayhan Aydın, Yüzyüze Görüşme, 28 Aralık, 2015).
Yurtta Birlik Gazetesi, Mayıs 1993’te 84 sayfa olarak, Kamber Özcivan
tarafından çıkarılmıştır. Özcivan gazetenin sahibi, başyazarı ve aynı zamanda yazı
işleri müdürüdür. 12. sayıdan sonra maddi olanaksızlıklar nedeniyle kâğıt kalitesi
düşürülen gazete, Mart 1996’da 27. sayıdan sonra kapanmıştır. Ağustos 1994’te
Ahmet Günbek tarafından İstanbul’da çıkarılan bir diğer gazete de Birgeçit
Gazetesi’dir. Bir yıl yayına devam eden gazete 8 sayı olarak ofset basımla
yayınlanmıştır. Cem Gazetesi, yerel bir gazete olarak Antalya’da, Mayıs 1995’te
aylık ve sekiz sayfa olarak çıkarılmıştır. Sahipliğini Aliseydi Karagöz, genel yayın
yönetmenliğini Sinan Akkiraz yapmıştır (Kaleli, 2000:109-110).
PSAKD Maltepe Şube Başkanı ve PSAKD Genel Merkezi Örgütlenme
Sekreteri Deniz Kifayet dernek bünyesinde ilk sayısı Aralık 2014’te çıkan Haziran
Alevi adlı bir dergi çıkarmaya başlamıştır. Derginin isminin Haziran 2013’te patlak
veren Gezi Olayları ve Haziran Direnişi’nden geldiğini aktaran Kifayet, dergiyi iki
aylık periyodlarla çıkarmaktadır. Dergide derneğin genel yöetim kurulu üyeleri
Tayfun Budak ve Rukiye Kara, avukat Fırat Özdemir ve çeşitli araştırmacı yazarlar
yer almaktadır. Dergide gündeme dair dosya konuları yer almakta ve genel olarak
yazılar işçi, kadın, söyleşi, PSAKD faaliyetleri, ritüeller ve kültür sanat temaları
çerçevesinde kaleme alınmaktadır (Kifayet, Yüzyüze Görüşme, 5 Ekim 2015).
95
III.BÖLÜM: ALTERNATİF BİR MEDYA FORMU OLARAK ALEVİ
MEDYASI
Bu bölümde, Alevi yayınlarından Alevilerin Sesi ve Cem Dergisi’nin içeriği
ve yazılarına ilişkin yapılacak ayrıntılı bir analizle; dergilerin Alevilik kültürü ve
inancı, Alevilerin talepleri, istekleri, hakları ve yaşamlarına dair hangi tema ve
konular etrafında yazılar yayınladıkları nitel bir değerlendirmeye tabi tutulacaktır.
Ayrıca dergilerde özel bir temanın da incelenmesi amacı ile, Alevilikte önemli bir
konumda görülen ve değer atfedilen “kadın”ın tema olarak seçilerek, dergilerin Mart
sayıları “kadın” mevzusuyla ilgili sayı olarak incelenecektir. Her iki derginin de yılın
son ayları çıkan son üç sayısı ve son yıla ait Mart sayıları analiz edilecektir.
Yayınlara ek olarak farklı söylem ve program içerikleri üreten iki Alevi televizyon
kanalı TV 10 ve Cem TV yayın akışları ve içerikleri açısından Alevi toplumuna ne
tür programları sunuyor olduklarına karşılaştırmalı olarak bakılacaktır.
1. Alevilerin Sesi Dergisi’nin Analizi
Alevilerin Sesi Dergisi, Mürşit Dergisi’nin devamı niteliğinde, ilk olarak Avrupa
Alevi Birlikleri Federasyonu’nun yayın organı olarak çıkmıştır. 2002’de kurulan
“Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu”nun yayın organı olmaya devam
etmektedir. Derginin sahibi AABK (Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu) adına
Hüseyin Mat, Genel Yayın Yönetmeni Fuat Ateş, Genel Koordinatörü Metin
Kaçmaz olup; yayına hazırlayan ekipte ise, Özgür Öz, Baykal Arslanbuğa, Çağan
Varol, Sefa Yerlikaya ve Turan Eser yer almaktadır. Aylık olarak çıkan derginin
merkezi
Köln’dedir.
Derginin
giderleri,
abonelik,
bağış
ve
reklamlardan
96
karşılanmakla birlikte, derginin dağıtımını ve genel harcamalarını AABK
üstlenmektedir. Ortalama olarak 60 sayfa çıkan Alevilerin Sesi içeriği, “Ayın Dosya
Konusu” ne ise, bu konu ile ilgili inanç önderleri, araştırmacı yazar ve
akademisyenlerin yazı ve makalelerinden oluşmaktadır. Derginin Türkçe başta olmak
üzere, Almanca ve Fransızca bölümleri de yer almaktadır. Bu kısımlarda Almanca
makale ve Fransa’dan haberler yer almaktadır.
Derginin incelenen ilk sayısı Ekim 2015 sayılı 197. sayısıdır. Dergi kapağında
bu ayın konusu olan “AİHM
Kararlarına karşı AKP Hukuku ve Aleviler”
yazmaktadır. Kapakta ayrıca Adnan Ökter’e ait bir çizime yer verilmiştir. Giriş
yazısını genel yayın yönetmeni “Editörün Gündemi” başlığı altında kaleme
almaktadır. Bu sayıda Ankara Katliamı34 üzerine yazan Ateş, yazısında “Barış
Mitingleri”ni ele almış ve “Barış ancak eşit şartlarda masaya oturarak,
oluşturulabilir. Fakat faşizmin ruhunda vardır. Kendisine de zarar geleceğini
hissetmeden masaya oturmaz” diyerek, Alevilerin “incinsen de incitme” felsefesini
zalime karşı göstererek pasif bir direniş içerisinde olmamasını; tam aksine Alevi
toplumu ve örgütlerinin Alevilerin can güvenliği konusunda gündem oluşturmaları
gerekliliği üzerinde durmaktadır.
Derginin analiz edilen ikinci sayısı, 198. sayısı olan Kasım 2015 sayısıdır. Kasım
2015 sayısının dosya konusu “Osmanlı İmparatorluğu Aleviler ve Bektaşiler”dir.
Giriş yazısını “Alevilerin Gündemi” başlığı altında, “Gidişattan Endişe Duyuyoruz”
adlı yazısıyla derginin genel yayın yönetmeni Fuat Ateş AABK adına kaleme
almıştır. Yazıda 1 Kasım 2015 genel seçiminin şaibeli yönleri ve Yüksek Seçim
34
DİSK, KESK, TMMOB, TTB tarafından çağrı yapılarak HDP, CHP VE Alevi Örgütlerinin ve STK’ların
katılımıyla yapılması planlanan “Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi”nde canlı bombaların patlamasıyla 102 can
verilmiş 246 kişi de yaralanmıştır.
97
Kurulu’nun tarafsızlığını yitirmesi konu edilmiş; AKP hükümeti’nin Osmanlı
İmparatorluğu gibi devlet otoritesini sağlama yolu olarak baskı politikalarını devreye
soktuğu anlatılmıştır. Seçim süresince Güneydoğu Anadolu’da güvenlik güçlerinin
uyguladığı yöntemlerin oy kullanan seçmenler üzerinde olumsuz bir hava yarattığını
ama
bütün
bunlara
rağmen
halkın
oy
kullanma
kararlılığı
gösterdiğini
söylenmektedir. Ateş, Batılı devletlerin AKP hükümetinin uygulamalarına sessiz
kalmasının hatalı olarak değerlendirmiştir.
Derginin incelenen üçüncü sayısı, Aralık 2015’te çıkan 199. sayısıdır. Bu
sayıda dosya konusu “Alevilerin Kayıp Kıtası Güney Amerika”dır. Ayrıca Maraş
Katliamı’nın yıl dönümü olması dolayısıyla bu konu da ele alınmıştır. “Editörün
Gündemi”nde Fuat Ateş, Güney Amerika’da yaşayan ve sayıları üç milyon civarında
olan Arap Alevileri’nin Osmanlı döneminde oraya göç etmeleri ve günümüz
yaşamları hakkında “Alevilerin Kayıp Kıtası Güney Amerika” adlı bir belgesel35
çalışması hazırlığı içinde olduklarını aktarmıştır. Belgeselin Yol TV ve Avrupa Arap
Alevileri
Komitesi
ortak
katkılarıyla
hazırlanacağını
ve
Şubat
2016’da
tamamlanacağını bildirmektedir.
1.1.Alevilik Tarihi’ne Farklı Pencereden Bakmak : Katliam ve Sürgünler
Alevi tarihi konusunda resmi tarihin söylediği anlatımların uzağında olan
yazıların dergide yayınlandığı görülmektedir. İncelenen üç sayıda Alevilerin, tarihten
35
Fuat Ateş belgesel sürecini şu sözlerle aktarmıştır: “Belgesel fikri, Suriye’de yaşanan savaştan ötürü doğdu.
“Alevilerin Kayıp Kıtası Güney Amerika” belgeseli için Arjantin ve Şili’de uzun süren bir çalışma yaptık ve çok
sayıda belge topladık. Bundan 150-200 yıl önce bu insanlar Osmanlı’nın çeşitli uygulamalarından kaçarak Güney
Amerika’ya yerleşmişler. Bunda bölgedeki savaşlar ve ekonomik nedenler de belirleyici olmuş. Oraya göçen ve
şu anda orada yaşayanların sayısı 20 milyon olarak tahmin ediliyor. Bunların yaklaşık üç milyonu Arap Alevisi
olarak tanımladığımız kitleden oluşuyor (s.3).”
98
güncele yaşadıkları katliam ve sürgünlerin anlatılarak, Alevileri kendi öz tarihleri
konusunda bilgilendirmek ve bilinçlendirmek amaçlanmıştır.
Osmanlı Alevi ve Bektaşiler konusundaki ilk yazı araştırmacı-yazar İsmail Onarlı
tarafından yazılmıştır. “Osmanlı Devlet Erkinden Türkmenlerin Dışlanması”
başlığını taşıyan yazıda Onarlı, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Türkmen
beylerinin, dedelerinin ve dervişlerinin önemli katkılar sunduklarını fakat
imparatorluğa geçiş sürecinde Alevi Türkmen Beyleri ve inanç önderlerinin devlet
kademelerinden uzaklaştırıldıklarını aktarmaktadır. Aynı tarihsel süreçte Anadolu
Beylikleri’nin de sınır boylarına sürüldüklerini ve tasfiye edildiklerini eklemiştir.
Şeyh Bedrettin İsyanı devlet erkinden dışlanan Türkmen ve Alevi unsurların
“devleti ele geçirmeye yönelik bir harekettir. Şeyh Bedrettin’in izlediği siyasi
çizgisi: Hacı Bektaş-i Veli – Abdal Musa – Kaygusuz Abdal’ın takip ettiği
Türkmen stratejisidir ( s.6).
“Osmanlı Devleti- Aleviler ve Balkanlar” adlı makalesiyle araştırmacı yazar
Gülağ Öz, Osmanlı Devleti’nin yükselişinde devletin askeri gücüyle birlikte, Alevi
dedelerin ve babaların rolleri üzerinde durmuş; Balkanlara yerleşen ve orada
dergâhlarıyla var olan erenleri ve onların Osmanlı’ya katkılarını aktarmıştır.
Balkanlarda yer alan tekke ve dergâhlardan örneklerle zenginleştirdiği yazısında öne
çıkan nokta, Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda fethettiği topraklarda Türk kültürünün
yerleşmesi ve kalıcı olmasında Alevi inanç önderlerinin ve dergahların etkisinin
yadsınamayacak bir gerçek olmasıdır.
Osmanlı Devleti–Alevi Bektaşi ilişkilerini ele alan üçüncü makale, Ali Haydar
Avcı’nın “Osmanlı’da Alevi Kıyımı ve Sürgünler” başlığını taşıyan makaledir. Avcı,
tarihsel belgelerin ve kayıtların incelenmesi ile beraber, Osmanlı Devleti’nin
yalnızca Alevi inanç önderlerini sürgün etmekle kalmadığını fakat ayrıca Balkanlara,
99
Kıbrıs’a ve Budun’a kitleler halinde Alevi topluluklarını gönderdiğini aktarmaktadır.
Bu tür uygulamalar sonucunda Alevi toplumu kendisini devletten soyutlamaya
başlamış ve zaman zaman da direnişe geçmiştir.
Osmanlı yönetiminin Alevi-Bektaşi-Kızılbaş çevrelere karşı, kıyımlarla
birlikte yürüttüğü kapsamlı sürgün ve iskân uygulamaları, 19.yüzyıl sonuna
değin kesintisiz sürmüştür. Özellikle Türkmen aşiretleri içerisinde yetişen bir
çok aşığın söylediği, günümüze kadar gelen “iskan türküleri/deyişleri” bu
durumun/uygulamaların sözlü gelenekte yaşayan bir başka önemli
tanıklığıdır. Bu sürgünler arasında yaşanan acıların yansımasını, izlerini bu
türkülerde / deyişlerde yalın ve çarpıcı bir şekilde görmek/izlemek olanaklı
(s.12).
Araştırmacı-yazar
Baki
Öz,
“Bektaşilik
ve
Osmanlı
Devleti”
adlı
makalesinde, Yeniçeriler- Bektaşilik ve Hacı Bektaş Veli arasındaki bağlantıyı
incelemiştir. Bilinenin aksine Hacı Bektaş Veli’nin Osmanlı Devleti kuruluşundan
önce yaşadığını, devletin kurulmasına katılmadığını anlatmaktadır. Yazar, devletin
kuruluşuna Hacı Bektaş’ın değil, Bektaşiler’in katıldığını ve etkin görevler üstlenmiş
olduğunu belirtmektedir. Bunlara ek olarak Yeniçeri Ocağı’nın I. Murat döneminde
(1363) kurulduğu ve 1271’lerde ölen Hacı Bektaş’ın yine Yeniçerilikle kurulan
ilgisinin olasılık dışı olduğu aktarılır. Bunların geçerliliğinin kalmadığı ama Yeniçeri
Ocağı’nın Bektaşi tarikatına bağlandığı ve Bektaşi postnişinlerince kutsandığı da
bilinmesi gereken bir diğer hakikattir.
Bektaşiliğin Yeniçeri Ordusu üzerindeki etkisi kesindir. Yeniçeriler, Bektaşi
Tarikatı’nın tekke eğitiminden geçmişlerdir. Bektaşi babaları Yeniçeriler’in
eğitmenleri, danışmanları ve dini önderleri olmuşlardır. Yeniçeri Ocağı’nın
kuruluşu bir Bektaşi girişimi olduğu gibi, Yeniçeri ideolojisinin oluşmasında
da Bektaşi değerleri ve inançsal-düşünsel yapısı geniş yer tutmuştur. AleviBektaşilik’in temeli olan Hz. Ali ve Oniki İmamlar inancı Yeniçeri inancının
da temel görüntüsüdür. Gülbank ve dualarında bu temel inanç kendini ortaya
koyar. Yeniçerilerin Alevi-Bektaşiliği pek öze inmemiş, yüzeyde ve
görünümde kalmış, bir nitelik oluşumuna yol açamamıştır. Her ne kadar Hacı
Bektaş’a bağlı olduklarını, Oniki İmam’ı tanıyıp inandıklarını söyleseler de
100
bunlar yalnızca söylemde, yüzeyde ve biçimde kalmıştır. Fakat manevi bir
bağlılıklarının olduğu da yadsınamaz (s.22).
“Alevilerin Kayıp Kıtası Güney Amerika-I” yazı dizisinin ilkini Fuat Ateş ve
Tevfik Usluoğlu kaleme almıştır. Yazıda, Osmanlı zamanında ve “1909 yılında
İttihat ve Terakki Fırkası’nın eşit vatandaşlık haklarını öne sürerek zorunlu askerlik
uygulamasını gayri Müslimleri de kapsayacak bir şekle getirmesi” ve bu kararın
Lübnan ve Suriyelileri olumsuz etkilemesi ile birlikte, onların bu savaşa katılmak
yerine Güney Amerika’ya göç etmeleri anlatılmıştır. Güney Amerika’ya göç
edenlerin orada “el turko” olarak adlandırılmış ve 1900’lü yılların başından itibaren
de etnik köken ve geldikleri coğrafyaya göre, Suriyeli, Arap ve Türk olarak
çağrılmaya başlandıkları aktarılmıştır.
“Yavuz Sultan Selim’in Halep Katliamı Lazkiye’ye İlk Türkmenlerin
Yerleştirilmesi” başlığını taşıyan yazıda, Suriye’deki Arap Aleviler’n yaşadıkları
zulüm, kıyım ve sürgün hikâyeleri anlatılmaktadır. Yavuz Sultan Selim’in Batı
Suriye şeridine yarım milyon Türk getirmesi ve buradaki Alevilerle karşı karşıya
getirme amacı güttüğü söylenmektedir. Dağlara sürgün edilen Alevilere “Sürek” adı
takıldığı, bunun sürgün edilen, sürülen manasına geldiği ve sonrasında kelimenin
Arapçalaştırılarak “Surak”a dönüştüğü ve bu nedenle Alevilere uzun süre “Surak”,
“Sevarik”; sığındıkları dağlara da “Surak Dağı” denilmiştir. Avukat ve yazar Güney
Cuma Can’ın “Arap Alevilerinin Kısa Göç Tarihleri” adlı makalesinde Arap
Alevileri anlatılmaya devam edilmiştir. Alevilerin hicretinin iki yöne doğru
geliştiğini aktaran yazar, bir kısmının Halep’e ve bir başka kısım Alevinin de
Lazkiye yöresine geçtiğini ifade etmektedir.
101
Alevilerin tarihinde iki karanlık dönemden söz edilir. İlki haçlı seferleri idi.
Diğeri ise Halep’e hicret eden Alevilerin büyük sonu olan Halep katliamıdır.
Çaldıran Savaşı dönüşünde Halep’e gelen Yavuz Selim’in 70,000 Alevi’yi
öldürdüğü Nusayriler arasında hep söylenegelen bir şeydir. Kurtulanlar da
Lazkiye oradan da Antakya İskenderun ve daha yukarısına çıkmıştır (s.17).
Uzak geçmişe ilişkin Alevi toplumunun yaşadığı acılara yer veren dergi, aynı
zamanda yakın tarihte yaşanmış katliamları da ele alan yazılar yayınlamaktadır. Bu
yazılardan birisi Fikret Güneş’e aittir. Araştırmacı-yazar Fikret Güneş Maraş
Katliamı’nı yasla anmaktadır. Yazar, 19-26 Aralık 1978’te Kahramanmaraş’ta CIAMİT organizasyonuyla, ülkücülerin önderliğinde gerici yobaz faşist kitlenin daha
önceden işaret koydukları evlere, işyerlerine saldırdıklarını aktarmaktadır. Güneş,
Osmanlının son döneminde İttihat ve Terakki ile başlayan Ermeni, Süryani, Rum
katliamlarının, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da devam ettiğini belirtmekte
ve bu kez Alevi ve Kürtlerin hedef tahtasında olduğunu ifade etmektedir.
1978 yılının başından itibaren Maraş’ta çeşitli sol örgütlerle Ülkücü Gençlik
Derneği mensupları arasında şiddetli çarpışmalar yaşandı. 4 Nisan günü
Yörükselim Mahallesi’nde Alevilerin, demokratların CHP’lilerin gittiği bir
kahvehaneye patlayıcı madde atıldı ve kahve tarandı. 81 yaşındaki Alevi
dedesi Gıjik Dede katledildi. Ardından şehirde bir dizi patlama gerçekleşti
(s.27).
Yukarıda örnekler içerisinde sunulduğu gibi derginin Alevi toplumuna aktardığı
içeriklerden bir tanesi, Alevi tarihiyle ilgili araştırma-inceleme yazılarıdır.
1.2.Aleviliğin İnançsal ve Kültürel Boyutlarını Yaşatmak : Folklorik Öğeler
Ekim 2015’te çıkan ve incelenen ilk sayı olan 197. sayıda, Muharrem Matemi ile
ilgili kaleme alınan iki yazı yer almıştır. Bunlardan ilki, “Kerbela Yası ve Matem
Orucu” yazısı ile Avusturya ABF İnanç Kurumu Başkanı Ercan Sinci’nin yazısıdır.
Sinci, Kerbela Olayı’nın Alevi toplumunun hafızasında önemli bir yer tuttuğunu ve
bunu her sene oruç tutarak yâd ettiklerini söylemiştir.
102
1335 yıllık Kerbela Olayı da, Alevi toplumunun dünyasında ve inancında
büyük yer almıştır. Alevi Toplumu, özellikle yapmış oldukları cem
erkanlarında Hz. Hüseyin ve 72 şehidini mutlaka dile getirmektedir. Yapılan
bütün Alevi Erkanlarında, Kerbela Şehitleri, Gülbankar (dualar) içerisinde
dile getirilmektedir. Kerbela’da yaşanan o vahşet; Deyiş, Duaz, Mersiye saz
eşliğinde ve semahlarla söylenmiştir. Kısacası, Alevi toplumu olarak
ibadetlerimizi, yaşadığımız acılar nedeniyle, gözyaşı dökerek yapmaktayız
(s.13).
Yazıların ikincisi ise, “Kerbela’da Yaramız Tekrar Kanadı ve Acımız Tazelendi”
adlı yazısıyla Fransa ABF İnanç Kurumu Başkanı Hüseyin Çarman’a aittir. Yazıda
öne çıkan nokta, Aleviler-Bektaşiler’in Muharrem’i ve İmam Hüseyin’i sadece yas
tutarak anmalarının yetersiz olacağı; ayrıca Hz. Hüseyin’in gösterdiği mücadeleden
bir şeyler öğrenilmesidir. Aleviliğin, içinde zulme başkaldırıyı taşıyan bir inanç
biçimi olmasından hareketle, Alevilerin ibadetleri yanında “Hüseyin Duruşu”
sergilemelerini ifade eder.
Kasım 2015 sayısında da araştırmacı yazar Ali Aktaş’ın yazısında Anadolu
Aleviliği’nin öncü ismi Hacı Bektaş Veli anılmaktadır. Ali Aktaş’ın “Hünkâr Hacı
Bektaşi Veli” adlı makalesi ayın dosya konusu olan “Osmanlı İmparatorluğu Aleviler
ve Bektaşiler” başlığı altında yazılan son makaledir. Hacı Bektaşi Veli’nin
Anadolu’ya gelişi, Bektaşilik Tarikatını halka benimsetmesi, Baba İlyas, Ahi Evren
ve Mevlana ile olan bağlantısı ele alınmıştır. Hacı Bektaş Veli, 13.yüzyılın ilk
yarısında Horasan’dan Anadolu’ya gelen ve Anadolu Aleviliğinin oluşumunda
büyük pay sahibi Türkmen erenleri arasındadır. Hacı Bektaş Veli şu an Nevşehir’e
bağlı Hacı Bektaş ilçesi olarak geçen fakat 13. yüzyılda Suluca Karahöyük olarak
bilinen yere yerleşmiştir. Yerleştiği dönem Anadolu’nun karışıklıklarla dolu bir
dönemine denk gelmiş ve o dönemlerde yine Baba İlyas, Mevlana, Ahi Evren ve
103
Yunus Emre gibi Türk kültürünün büyük isimleri de halkın manevi yaşantılarına
katkılar sunmuşlardır.
“Baba İlyas Amasya’da yönetime karşı ile eleştirileri ile Mevlana, Konya’da
saray ve yöneticilerle hoşgörü telkinleriyle; Hacı Bektaş, Köylü ve göçebe
halk arasına da girerek onların her türlü ihtiyaçlarıyla, dilleriyle, şiirleriyle,
musikileriyle, ahlakıyla ilgilenerek; Ahi Evren, esnaf ve sanatkârları bir birlik
altında toplayarak sanat ve ticaret ahlakını, üretici ve tüketici çıkarlarını
güven altına almak suretiyle bu kötü politik ve ekonomik atmosfer içinde
onlara yaşama ve direnme gücü vermişlerdir (s.27).
“Alevi İnanç Geleneğinde Müsahiplik” yazısını kaleme alan dede Hasan
Klavuz, müsahipliğin sosyal ve toplumsal açıdan önemini ve anlamını yazmıştır.
“Alevi inancının yüce Pir’leri, bu sosyal kurumu, yaşadıkları Anadolu topraklarında
mayalayıp yaratmışlardır. Bu sosyal kurumların özünü oluşturan yapılanmayı başka
hiçbir ülkede ve inançta görmek mümkün değil. Biyolojik kardeşlikten daha ileri
olan, hayatın her alanındaki kahrı, acıyı ve tatlıyı bölüşen ve paylaşan bu Müsahiplik
sosyal kurumudur” (Kasım 215, S.198, s.50).
1.3. Alevilerin Talep ve Sorunlarını Gündeme Taşımak : Çözül(e)meyen
Hususlar
Derginin Ekim 2015 sayısının dosya konusu olan “AİHM Kararlarına Karşı
AKP Hukuku ve Aleviler” başlığı altında dört yazı yayınlanmıştır. Av. Mehmet Kılıç
“Alevilik İnancına İlişkin Uygulanmayan Mahkeme Kararları” adlı ilk yazısında,
Kılıç, “AKP ve kurmayları Alevi inancının yok sayılmak ile bitirilemediğini fark
edince din toplumu yaratma hedefleri için onu kullanma ve Sünnilik içinde eritme
stratejisi güttüler” demektedir (Ekim 2015, S.197, s.15). Makalenin ana eksenini
Alevi inancının yok sayılması, asimilasyon politikaları, Alevilere karşı yürütülen
nefret dili ve söylemleri oluşturmaktadır. Kılıç yazısında, Alevilerin hukuksal
104
mücadele yoluna başvurduklarını ve AİHM’ye başvuruları neticesinde, AİHM’nin
Türkiye’nin zorunlu din derslerini insan hakkı ihlali olarak tespit ettiğini aktarmıştır.
“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46. maddesi gereğince, AİHM kararlarının
bağlayıcı ve devletler kararları uygulamakla yükümlü” olmasına rağmen, AKP’nin
kararları hiçe saydığı anlatılmıştır.
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim üyesi Tolga Şirin, “Zorunlu
Din Dersi Tartışmasının Görülmeyenleri” adlı makalesinde, Türk Eğitim
sistemindeki zorunlu din dersi eğitimini hukuksal boyutuyla ele almıştır. Ele alırken
örnek davalardan aktarımlar yapmış ve bireyin din ve vicdan özgürlüğü kapsamında
dinsel dayatmalardan korunma hakkı olduğunu dile getirmiştir. Zorunlu din
dersinden muaf olabilmeyi ya da din dersi kitaplarına Sünnilik dışında diğer mezhep
ve inançları da eklemeyi ve din dersinin seçmeli ders kategorisi haline getirilmesini
laik demokratik bir devletin olmazsa olmaz koşulu olarak ifade etmiştir.
Ayın dosya konusu olan “AİHM kararları ve AKP” başlığı altındaki üçüncü
makaleyi Norveç Helsinki Komitesi İnanç özgürlüğü Girişimi Proje Yöneticisi Dr.
Mine Yıldırım kaleme almıştır. “Cemevi Kararı ve Din Özgürlüğünün Ekonomi
Politiği” adlı yazıda Yıldırım, Türkiye tarihinde din hizmetlerinin kamu hizmeti
olarak görüldüğünü ve din-devlet ilişkisinin bu şekilde yapılandırıldığını aktarır.
Kamu hizmeti olarak sunulan din hizmetlerinin “Sünni” mezhebine yönelik ibadetleri
ve din görevlilerini içine aldığını ve bu hizmetleri sunarken de toplumun Sünni
olmayan kesiminden de vergi alındığını söylemiştir.
Kamu kaynaklarından din hizmetlerine bu kaynaklar ayrımcılığa ve
eşitsizliğe yol açmayacak bir şekilde dağıtılmalıdır. Son olarak bu durum
AİHM kararı ve Yargıtay kararlarıyla da tespit edildi. Daha önce Ermeni bir
papazın, imamların maaşlarının ödendiği gibi papazların da maaşlarının
105
ödenmesi gerektiği düşüncesiyle, Kamu Denetçiliği Kurumu’na yapmış
olduğu başvuru üzerine Kamu Denetçisi, Lozan algısı sınırları içinde hareket
ederek, sadece Hristiyan ve Musevi cemaatlerle temas kurarak bu konuda
fikir alışverişinde bulunmuştu. Kamu Denetçliği kararı hala bekleniyor (s.21).
Ayın Dosya konusu başlığı altında yer alan son makale, “AİHM, Eğitim
Hakkı ve Alevilik” başlığıyla Mersin Barosu AB ve Uluslararası İlişkiler Komisyonu
Başkanı Ali Nezhet Bozlu tarafından kaleme alınmıştır. Makalenin ana temasını,
çocukların din dersi eğitiminde, ana ve babanın dini ve felsefi inançlarına saygı
duyulmasının temel bir insan hakkı olması ve bunun yanında hiçbir ebeveynin
çocuğunun din dersinden muaf olabilmesi ya da seçmeli ders olarak alabilmesi için
kendi dini görüşünü veya inancını söylemeye zorlanamayacak olması oluşturmuştur.
1.4. Eleştirel İçerik Üretimi : Muhalif Sesler
Ekim 2015 sayısı ilk yazısı “Ankara Katliamı”na ayrılmıştır. Yazıda,
7
Haziran 2015 genel seçimleri sonrasında tek başına iktidar olamayan AKP (Adalet ve
Kalkınma Partisi)’nin seçim sonuçlarından mutlu olmadığını ve hükümet
kurulmaması adına her türlü girişimde bulunarak erken bir seçim kararının
verilmesine çalıştığı dile getirilmiş ve ülkenin güney doğusunda Kürt halkına karşı
başlatılan zulüm politikalarına karşı ses çıkarmak için binlerce insanın mitinge
katıldıkları anlatılmıştır. Yazıda dikkati çeken nokta, her iki tarafın da (iktidar –
muhalefet) ve üçüncü tarafların (dış basın) katliamla ilgili görüşlerine yer
verilmesidir. Bu şekilde neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda yargıda
bulunmak okuyucuya bırakılmıştır. Fakat yine de AKP’nin karşısında olan muhalif
tutum gözden kaçmayan bir noktadır.
106
Derginin yorum yazılarından “Din Nedir Biliyor musunuz?” yazısını
araştırmacı-yazar Gürbüz Şimşek yazmıştır. Dinin çoğu zaman din sömürücüleri
tarafından beyin yıkamak için kullanıldığı ve kötü eylemlerin gizlenmesi için bir
maske işlevi gördüğü anlatılmıştır. Kısacası, din kisvesi altında kirli siyaset
yapanların karşısında mücadele içinde olmamız gerektiği üzerinde durmuştur.
Derginin Kasım sayısında, 1 Kasım 2015 genel seçimleri masaya yatırılmıştır.
Derginin genel koordinatörü Metin Kaçmaz’ın “Seçimler Demokratik mi?” adlı
yazısında Kaçmaz, seçimlerin iktidarın gölgesi altında geçmesini, yurtdışı oylarını,
Alevi adayların durumunu irdelemiş ve 7 Haziran 2015 genel seçimine nazaran kadın
vekil sayısındaki düşüş üzerinde durmuştur. AKP’nin seçim süresince Kürt halkının
yaşadığı şehirleri abluka altına alması, HDP (Halkların Demokratik Partisi)
bürolarına yapılan saldırılar ve batı metropollerinde ve pek çok ilde Kürtlere ait iş
yerlerinin yakılıp yıkılması ve Kürt halkına yönelik linç girişimleri gibi olayların
AKP tarafından önceden planlanmış ve hayata geçirilmiş olduğu ifade edilmiştir.
HDP’nin Alevi adaylarından Turgut Öker’in İstanbul’da bir önceki seçimde
milletvekili olması ve Kasım seçimlerinde sıra adaylığında 3.sırada yer alması
nedeniyle seçilememesi belirtilmiş olup; Müslüm Doğan dışında Ali Kenanoğlu ve
Ali Haydar Konca gibi Alevi adayların meclis dışında kalması aktarılmıştır.
“Erdoğan ve AKP’nin Kin ve İntikam Arayışları” yazısıyla Selman Kaya,
AKP
hükümetinin
7
Haziran
genel
seçimleri
sonrası
aldığı
yenilgiyle
saldırganlaştığını ve çözüm sürecini bitirme noktasına gelerek; siyasi gözaltı
operasyonlarına başvurduğunu kaleme almıştır.
Aslında Erdoğan ve AKP bu süreci sadece Kürtlerin oyu üzerinde yürüttü.
Yalçın Akdoğan “Seni başkan yaptırmayacağız sloganı çözüm sürecini
107
bitirdi” derken aslında bu gerçeği açıkça ifade ediyor. Başkanlık ve oylar
gidince çözüm süreci de bitti (s.44).
Dergideki bir sonraki yazı Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Nazan
Üstündağ ile genel seçimler üzerine yapılan röportajdır. Burcu Karakaş, Üstündağ’a
seçimlere yönelik olarak genelde HDP üzerine sorular yöneltmiştir. HDP’nin seçim
sürecinde yaşadığı zorluklara değinen ve bu zorluklara rağmen yüzde on barajının
altında kalmamasını başarı olarak gören Üstündağ HDP’nin yaptığı hatalar hakkında
ise görüşlerini şu şekilde aktarmıştır:
Kürt kentlerindeki öz savunmayı siyasi bir perspektife taşıyamadığını,
Türkiye ve dünya konjonktürüne eklemleyemediğini, barışın çok çeşitli
sebeplerden dolayı imkânsızlaştığı bir ortamda, bu yeni ortama uygun
söylemler ve pratikler geliştiremediğini gördük (s.45).
“Kürt Siyasetinin Dönüşümü ve Yapısal Paradokslar” adlı yazıyla gazeteci
Bülent Küçük, AKP tarafından çözüm sürecinin bitirilmesi ve savaş politikalarının
devreye sokulmasının Kürtlerin bir kesimini Türkiye’den duygusal olarak
kopardığını, orta sınıf Kürtlerin demokratik siyasetten yana tavır aldıklarını ve son
olarak da alt tabakadan radikal Kürt gençliğinin özerk yönetim yanlısı olduklarını
anlatmıştır. Küçük, “Kobane’deki kent direnişinden feyz alan bu yeni nesil Kürt
gençliği, ‘hemen, şimdi, burada’ siyaseti ile kendi yaşadıkları mahalleleri devlet
şiddetine karşı savunmaya ve buralarda toplumsal ilişkileri dönüştürmeye
yöneldiklerini gözlemliyoruz” demektedir.
Rusya-Türkiye ilişkileri üzerine gazeteci-yazar Evren Balta “Rusya- Türkiye
Çatışmasını Tarihten Okumak” adlı bir makale kaleme almıştır. Uçak krizi36
36
Türkiye, Suriye sınırında 24 Kasım 2015’te sınır ihlali yaptığı gerekçesiyle Rusya uçağını düşürmüş ve bu
nedenle iki ülke arasında gerginlik yaşanmıştır.
108
nedeniyle Türkiye- Rusya ilişkilerini tarihsel süreçten örnek olaylarla kaleme alan
yazar, I. Dünya Savaşı yıllarında Rusya’nın savaşa katılma nedeni olarak, Osmanlı
yönetiminin despotik yapısına karşı kıyıma uğrayanlarla “dayanışma” duygusu
göstermek olduğunu aktarmaktadır.
Tarih ders kitaplarında Osmanlı/Türkiye ve Rusya arasındaki en önemli
çatışma ekseni ise din. Rusya kendisini bu çatışmada kimi zaman
Hristiyanların haklarını savunmak için Batı ile birlikte Osmanlı’ya karşı
mücadele etmiş, kimi zaman da Ortodoksların hakkını savunmak için Batı’ya
karşı mücadele etmiş “kurtarıcı” ve “koruyucu” bir devlet olarak tasvir
ediyor. Osmanlı İmparatorluğu ise özellikle Balkanlardaki Ortodoks halklara
karşı yağmacı saldırılar gerçekleştiren, Hristiyanları öldüren ve köleleştiren
despotik bir devlet bu kitaplara göre (s.21).
Sonuç olarak Balta yazısında iki devletin de kaybettikleri “şanlı” geçmişlerini
yaşatmak isteyen iki lidere sahip olduklarını ve bu nedenle siyasi kurumlarının denge
ve fren mekanizmalarının askıya alındığını belirtmektedir.
Dergide yer alan bu türden gazeteci, akademisyen ya da araştırmacı
yazılarıyla, Alevilerin güncel/aktüel olayları takip etmesi ve bilgilenmesi konusunda
dergi aracı bir rol oynamaktadır.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Dr. Pınar
Ecevitoğlu, Alevilik ve Aleviliği tanımlama krizi konusunda yazdığı “Aleviliği
Tanımlamanın Dayanılmaz Siyasal Cazibesi” adlı makalesinde, Alevilerin ve
Aleviliğin 1990’lardan bu yana kamusal alanda görünürlük biçimini sorgulamaktadır.
Mevcut siyasal partiler çatısı altında yer alan Alevilerin siyasal varlıklarını Alevi
kimliği
üzerinde
konumlandırmaları
gerektiğini
anlatmaktadır.
Devlet
mekanizmalarının Aleviliği tanımlama biçimlerinin her zaman “siyaseten makul” bir
109
tarzda yapıldığını ve ancak bu tanımlamaya koşut olarak Alevilerin talepleri ve eşit
yurttaşlık haklarının karşılanabileceğinin altını çizmiştir.
Yurttaşların dinsel yönelimi karşısında kör olmayı becerebilen bir devletin ne
bir Alevilik ne de Sünnilik sorunu olabilir. Oysa bugün devletin Alevileri ve
Aleviliği kendi istediği biçimde görmeyi başarana kadar çözdüğüne kani
olamayacağı bir Alevilik sorunu bulunmaktadır. Bu Alevilerin değil, devletin
sorunudur. Öte yandan bu sorunun Aleviliğin “çözülmesiyle”
sonuçlanmamasının yolu, Alevilerin, inanç ve ibadetlerinin niteliğini siyaset
düzleminde tartışmayı reddetmelerinden ve inançlarını eşit koşullarda
deneyimlemeye yönelik taleplerini bu inanca içkin olan bir dile tahvil
edebilmelerinden geçmektedir (s.56).
1.5. Alevilerin Sesi Olabilmek : Röportajlar ve Yorum Yazıları
Dergide çok sayıda röportaj ve yorum yazıları yer almaktadır. Genel olarak bu
söyleşi ve yazılarda öne çıkan nokta, Alevi toplumuna Alevilik konusunda
bilinçlendirici tavsiyelerde bulunulması ve yol gösterici olmalarıdır. Bu yazılardan
biri olarak Ekim sayısında, derginin Genel Koordinatörü Metin Kaçmaz’ın AABF
İnanç Kurulu Başkanı Cafer Kaplan ile yaptığı röportaja yer verilmiştir. 14 Ekim’de
başlayacak olan “Muharrem Ayı” dolayısıyla yapılan röportajın ana eksenini
Muharrem Ayı’nın Aleviler açısından önemine ve bu ayda cem evlerinde dede ve
anaların Alevilere anlatmaları gereken ana hususlara değinilmiştir. Kaplan, bu sene
Muharrem Ayı’nda konuşulması gereken mevzunun Avrupa’ya göç etmeye çalışan
mülteciler ve onların sorunları olması gerektiğini aktarmıştır. Alevi toplumunun bir
önceki Muharrem Ayı’nda Işid vahşetinden kaçan Ezidilere, Kürtlere ve Ermenilere
göstermiş oldukları duyarlılığı, bu sene de mülteciler konusunda göstermeleri
gerektiği üzerinde durulmuştur.
Bu insanlar yerinden yurdundan niye gönderildiler? Alevi toplumunun bunu
görmesi gerekiyor. Tam da 72 millete bir bakma düsturunu felsefemizi
110
toplumumuza anlattığımızda buradaki göçmenler maddi ve manevi katkılarını
sunmaları gerekir. Manevi desteklerimizi sunabilirsek muharrem ayının
özüne uygun davranmış oluruz. (…) Özellikle mülteciler sürecinde muharrem
ayında cemevlerimizde dedelerimizin, analarımızın, yazarlarımızın anlattığı
muhabbetlerde, erkânlarda mültecilere değinilmesi gerekir. (s.10).
Yazıda ayrıca Kaplan’a muharrem ayında verilecek hizmetler sorulmuştur.
Kaplan ise, AABF İnanç Kurulu olarak Muharrem ayı boyunca YOL TV’de
programlar yapılacağını, Alevilik üzerine yaşanılan sıkıntıları giderme konusunda
toplumu bilinçlendirecek mesajlar vereceklerini, Alevi toplumunu ilgilendiren güncel
ve toplumsal gelişmeler hakkında inanç önderlerinin görüşlerine yer vereceklerini
aktarmıştır. Şimdiye kadar Muharrem, cenaze erkânı konularında kitaplar
çıkarttıklarını ve bunlar sayesinde toplumun günlük ihtiyaçları hakkında yardımcı
olduklarını anlatmış ve Hristiyan ya da Sünni toplumunun nikâh konusunda camiye/
kiliseye giderek bunu yaptıklarını fakat Alevi gençlerinin bu konuda yetersiz bilgiye
sahip olmaları nedeniyle nikâh erkanı konusunda kitap çıkartılması gerektiğini ve
bunun çalışmalarını başlatacaklarını dile getirmiştir.
Bize has inançsal ritüellerimizi kitaplaştırarak toplumun hizmetine sunmamız
ve bunları da pratikte cemevlerimizde, yaşamımızda uygulamamız gençlere
manevi anlamda güven vermektedir (s.11).
Yazı ile ilgili söyleyebileceğimiz son nokta, Kaplan’nın devletten ödenek alarak
Aleviliğin asimile edilmesine katkıda bulunan Alevi inanç önderlerini eleştirmesidir.
Devletin Alevi toplumunu tanıması ve hukuk karşısında Alevi kurumlarına haklarını
vermesi gerekliliğini belirtmiş ama bunun dedeye ödenek verilmesi anlamına
gelmediğinin söylemiştir. Bir dedenin hizmet sunmak istiyorsa bunu cemevlerinde
yapmasını ve örtülü ödenekle hizmet vermesinin dedenin bugüne kadar taşıdığı
misyonunu bitireceğini ifade etmiştir.
111
Alevi toplumuna öğütlerin ve dedelere önerilerde bulunması derginin Alevi
toplumuna hizmet sunmasının bir göstergesi olarak kabul edilebilir ve bu gösterge
alternatif medya formlarının temel özelliklerinden birisi sayılmaktadır.
Alevilerin Sesi Dergisi’nde Alevi dedelerin, inanç önderlerinin ve Alevi
araştırmacı-yazarların yazılarına yer verilmesi derginin Alevilerin sesi olabilme
çabası içinde olduğunu göstermektedir. Keza yazıları yazan Alevi bireylerin
düşüncelerini ilk ağızdan aktarmak alternatif medyaların önde gelen niteliklerinden
birisidir. Alevi hassasiyeti taşıyan yayınlar üretmenin dışında, doğrudan Alevilerin
sesini aktarmak ve buna aracı olmak önemlidir.
Derginin yorum köşesindeki yazılardan olan, araştırmacı-yazar Hasan
Harmancı’ya ait “Geçmiş Yaşar mı?” adlı yazıda Harmancı, gelecekçi ve geleneksel
toplumlar arasında farklar olduğunu belirtmiş ve gelecekçi toplumların dinlere
kültürlere, kimliklere ve kendi dışındaki toplumların tarihlerine saygı ile yaklaştığını
ifade etmiştir. Kendi tarihlerinin yanlışlarını da kabullenen ve ders çıkaran gelecekçi
toplumların evrensel bir dil ve yaşam biçimi için çabaladıklarını vurgulamıştır.
Geçmişçi ya da geleneksel toplumlar ise, tarihte yapılan hatalardan ders çıkarmak
yerine bu hataları kabullenme hatasını devam ettirirler. Bu nedenle de tarihleriyle
yüzleşemezler. Türkiye tarihindeki Dersim Katliamı’nın bu hatalardan birisi
olduğunu ve bu hata ile samimi olarak yüzleşme gerçekleşmediği için katliam ve
kıyımların devam ettiğini anlatmıştır.
Buenos Aires Alevi Derneği Şeyhi Mahmut Abbas ile Güney Amerika’da
yaşatılan Aleviliğe dair yapılan röportajda, Abbas, “Burada kurumlarımız var.
Dedelerimiz dernekler kurdular. Buenos Aires’te Cemeyye El Arabiyye El Xeyriye
112
Cemiyeti’ni kurdular. Çevremizde üç tane Alevi cemiyeti var. Birçok Alevi bu
cemiyetlere üyeler. Şu anda bulunduğumuz cemiyette bin kişi var. Bizler de
çocuklarımız da kendi geleneklerimize göre ibadet ediyoruz” demiştir.
Çağan Varol AABF’nin eski genel kurul üyelerinden Faysal İlhan’la Alevilik,
Aleviğilin kaynakları, öğretisi, inanç önderleri üzerine bir söyleşi gerçekleştirmiştir.
İlhan, “Alevilerin ortak hafızası yazılı kaynaklar itibariyle gerçekten 12-13.yüzyıldan
öteye gitmiyor. Bugüne kadar yazılmış olanlar hatta 16.yüzyıla kadar yazılmış
olanlar Alevi toplumunun değil onun dışındaki toplumların gözlemleri, izlenimleri
yargı ve önyargıları ile birlikte hâsıl olmuş belgeler. Onlardan biz ortak tarihimizi
çıkartmaya çalışıyoruz” şeklinde ifadelerde bulunmuştur.
Derginin son sayfaları Avrupa’nın pek çok yerinde örgütlenen ve
konfederasyona üye ülkelerde yer alan Alevi kültür merkezleri ve derneklerinin
etkinlik ve faaliyetlerine ayrılmıştır. Yapılan konferans, söyleşi, toplantı, yürüyüş,
protesto vb. etkinlik haberleri “AKM (Alevi Kültür Merkezi)’lerden Haberler”
başlığı altında sunulmaktadır. Böylelikle de dergi, Alevilerin ve Alevi örgütlerinin
sesini duyurmaktadır. Bu haberlere örnekler verilecek olursa, Kasım sayısında,
Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu’nun 8. Olağan Genel Kurulu’nda alınan
“Alevilik konusunda kurum içi eğitim kararı”, Lille Alevi Kültür Merkezi’nin
federasyona katılma kararı ve Köln Alevi Kültür Merkezi’nde Yas- Matem gününde
erkânlar yürütülmesi ve lokma dağıtımı gibi faaliyetler sunulmuştur. Aralık sayısında
ise, Hannau AKM’den mültecilere yapılan yardım, Fransa Alevi Birlikleri
Federasyonu Kadın Komisyonu’nun toplanması ve Girit ve Balkanlarda Bektaşilik
Paneli yer almaktadır. Bu tür haberlerin dergide yer alıyor olması hem Alevilerin sesi
olabilmesi açısından hem de Alevi topluluklarının ya da toplumunun bir araya
113
gelerek örgütlülüklerini devam etttirmelerine ön ayak olması açısından önem
taşımaktadır. Çünkü dergi aracılığıyla bu birliktelik hali işlevsel kılınmakta ve aynı
zamanda topluluk olma bilincini diri tutulmaktadır.
2. Cem Dergisi’nin Analizi
Cem Dergisi Abidin Özgünay’ın öncülüğünde yayın hayatına 1966’da
başlamış ve ilk yayın dönemi olan 1966-1991 yılları arasında bu şekilde müstakil
yayınlanmıştır. Temmuz 1995’te Abidin Özgünay’ın dergiyi Cem Vakfı’na
devretmesiyle ikinci yayın dönemi başlayan dergi aylık olarak çıkarılmış fakat maddi
sıkıntılar dolayısıyla 2002 Ekim-Kasım-Aralık sayıları üç ayın ortak sayısı olarak,
tek sayı halinde çıkmış ve son sayısı da 2003 Ocak olarak yayınlanmış ve derginin
yayını sonlanmıştır. Alevilerin Sesi Dergisi’ne paralel bir inceleme olması açısından
her iki derginin yılın son aylarında çıkan son üç sayısı incelemeye tabi tutulmuştur.
Cem Dergisi’nin incelenecek olan Ağustos, Eylül ve üç ayı ortak bir sayıda
çıkan Ekim-Kasım-Aralık 2002 sayıları içerik ve tematik açıdan analiz edilecek ve
niteliği ortaya konulacaktır.
Cem Dergisi, “Aylık Siyaset ve Kültür Dergisi” üst başlığıyla çıkmıştır.
Sahibi Cem Basın Yayın Sanayi ve Ticaret A.Ş. adına Prof. Dr. İzzettin Doğan, genel
yayın yönetmeni Ayhan Aydın’dır. Yayın danışma kurulunda, Prof. Dr. İzzettin
Doğan, Mehmet Ali Kılıçbay, Prof. Dr. Hıfzı Topuz, Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak,
Doç. Dr. Hüseyin Bal, Dr. İsmail Engin, Ahmet Hezarfen, Niyazi Öktem ve Doğan
Bermek yer almıştır. Dergide genel olarak yazılar, “Düşünce, Haber, İnanç,
Araştırma, İnceleme, Tarih ve Yorum” ana başlıkları altında kaleme alınmıştır.
114
2.1. Alevi Taleplerinin “Takipçisi” : İzzettin Doğan’ın Başyazıları
Analiz edilen ilk sayı Ağustos 2002’de yayınlanan derginin 124. sayısıdır.
Editör Ayhan Aydın’ın sözleriyle açılan derginin “Başyazı”ları Prof. Dr. İzzetin
Doğan’a37 aittir.
Can Dostlar, dergimiz, ilkeleri doğrultusunda toplulumuzu aydınlatma ve
bilgilendirme görevini yerine getirerek, birbirinden önemli araştırmaları,
makaleleri sizlere sunmaya devam ediyor ve bundan sonra da edecek.
Dergimizle ilgili öneri, istek ve şikâyetlerinizi her zaman bizlere iletmenizi
bekliyoruz (Aydın, s.2).
Derginin ilk yazıları, İzzettin Doğan’ın katıldığı toplantı ve açılış
konuşmalarını içermekte ve başyazı olarak verilmektedir. Bu sayıda Doğan’ın
Erzincan Valisi Halil İbrahim Altun ile açılışını yaptığı Ulalar Cemevi’nin açılışında
yaptığı konuşması verilmiş ve konuşmada Doğan, Alevilerin haklarının verilmediğini
aktarmakta ve bu yanlıştan dönülmesi gerektiği üzerinde vurgu yapmaktadır.
Böylesi tarihi bir güne tanık olmuş olmaktan dolayı eminim ki buradaki
herkes mutludur. Kendi çocuklarınıza bırakacağınız çok güzel bir mirastır
bugün. Bir gün diyeceksiniz ki “evet, devlet cemevlerinin açılışına Ulalar’dan
başlamıştı ve biz de o gün oradaydık.(…)
Eminim ki sonunda siyasiler tarihi hatalarını düzeltip, Alevilerin haklarını
vereceklerdir ( Erzincan, Ulalar Cemevi açılış konuşması-13 Temmuz 2002,
s. 3-5).
Derginin incelenen ikinci sayısı
Eylül 2002’de çıkan 125. sayısıdır. Bu
sayıda, İzzettin Doğan’ın 600’ün üzerinde sivil toplum kuruluşu ve 1300 kişinin bir
araya geldiği “Alevi Birlik Toplantısı”ndaki konuşması başyazı olarak verilmiştir.
37
Prof. Dr. İzzettin Doğan, Cem Vakfı genel başkanı, Cem Radyo, Cem Tv ve Habercem’i içine alan Cem
Medya Grubu sahibidir. Alevilerin sorunlarının çözümü hususunda hukuki boyutlarda mücadele veren;
cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi konusunda ve Aleviliğin ders kitaplarında okutulması gerektiğne olan
inancı ile AİHM’ye başvuran ve bu davalarda haklı görülen Doğan, Aleviliğin yaşatılması ve Alevilerin
Türkiye’de inançlarını dilediği gibi yaşaması adına uğraşlar vermiş uluslararası hukuk profesörü ve Alevi
toplumuna öncülük etmiş bir kanaat önderidir.
115
“Alevi Tarihinde Dönüm: Geleceğe Büyük Miras/Milyonların kalbi birlik
toplantısında attı” başlıklı konuşmada, toplantı sonucunda alınan kararlar
aktarılmıştır. Buna göre toplantı sonunda, Alevilerin dini hizmetlerden yararlanması,
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın değişimi, Alevi-İslam’ın ders kitaplarına konulması,
devlete ait televizyon ve radyo kanallarında bütün inanç gruplarının kendi inançlarını
ifade etmeleri için belirli bir zaman dilimine sahip olmaları, cemevlerine arsa ve para
desteği ve son olarak müzik derslerine Alevi kültürü içinde önemli bir yeri olan
“saz”ın eklenmesi kararları alınmıştır. İzzettin Doğan’ın öncülüğünde yapılan
toplantı Alevilerin talep ve isteklerine odaklanmıştır.
Derginin incelenen 2002 son sayısı “Ekim-Kasım-Aralık” olarak tek sayı
çıkmıştır. Bu sayıda başyazı, İzzettin Doğan’ın Alevi/Bektaşi/Mevlevi Kurum ve
Kuruluş temsilcilerinin hazır bulundukları toplantı konuşmasını içermektedir.
Konuşmasında Doğan, “Bizim verdiğimiz mücadele, kanunlar dahilinde, bir hak
gaspının önlenmesi hareketidir” diyerek Alevi sorunlarına dair hukuki yollara
başvurduklarını aktarmaktadır.
2.2. Aleviliğin Temel Taşları: Düşünce ve İnanç Yazıları
Cem Dergisi’nde Aleviliğin tarihsel köklerine eğilen, dedeler, ocaklar ve
peygamberleri ele alan düşünce ve inanç yazıları yayınlanmıştır. Aleviliğin özüne,
kültürüne ve inancına dair yazılar bu başlık altında kategorilendirilmiştir.
Kutluay Erdoğan “Hacı Bektaş’ta 16 Ağustosların oluşturduğu Milliyet
Gerçeği” adlı yazısında, Hacı Bektaş’ın birleştirici yönü üzerinde durmakta ve
Aleviliği Anadolu’da benimsettiğini anlatmaktadır.
116
Sonuç olarak, Milliyet gerçeğinin birlik ve bütünlük içinde, gelenek
birliğinden geçtiği, hurafeden uzak törelerimiz bizleri Fars’ın edebiyatından
Arap’ın hırsından korumuş ve asimile olmaktan kurtarmıştır. Böylece
İslamiyet Türkmen töreselliği içinde özümsenerek Anadolulaşmıştır (s.1113).
Baki Öz’ün “Bilim Adamı, Düşünür ve Edebiyatçı olarak Hz. Ali” adlı yazısında,
Hz. Ali’nin çok yönlülüğünü anlatmaktadır.
“Bilgi Güneşi” olarak nitelendirilen Hz. Ali’nin birçok eserinin 1055 yılında
yanan Bağdat Şahpur Kütüphanesi’nde kül olduğu bilinmektedir. Peygamber
Muhammed’in de mektuplarını kaleme alan Hz. Ali, o dönemin en büyük
devlet adamlığı ve askerliğinin yanısıra filozof, şair ve bilim adamıdır. Eski
bir geçmişi olan Arap şiirinin en usta şairlerinden biridir. Buhari, Müslim,
Tirmizi ve Taberi gibi birçok hadis bilgini Hz. Ali’den hadis ve kendi
sözlerini aktarmışlardır (s. 12-16).
Şevki Koca “Dergâhlar” başlığı altında akademisyenlere ve alanda çalışan
araştırmacılara tarihsel belgelere dayanan bilgiler sunmaktadır. “Şahkulu Bektaşi
Dergâhı’nın Son Babagan Postnişinleri ve Bektaşilerin Zor Yılları (1826-1953) (I)”
adlı yazısında posnişinlerin biyografilerini ve Tevelüd’lerini aktarmıştır.
Derginin bir diğer yazısı Dr. İsmail Kaygusuz’a ait araştırma yazısıdır.
“Yaşayan İsmaililiğe Kısa Bir Bakış (I)” başlığını taşıyan yazıda Kaygusuz,
İsmaililerin kökenlerine eğilmekte ve hangi bölgelere dağıldıkları konusunda bilgiler
sunmaktadır.
(…) Diğer yandan büyük çoğunluğu oluşturan Nizari İsmailileri Hindistan,
Pakistan, İran, Aganistan-Pamir, Suriye ve bazı doğu ve Kuzey Afrika
ülkelerinde cemaatler olarak yaşamaktadır. 20 milyonu aşkın olduğu söylenen
bu büyük inançsal topluluğun önderi Nizar’ın soyundan gelen 49. İmam
olarak tanınan Kerim Aga Han’dır ( s.26).
Ali Kenanoğlu inceleme yazısı olarak kaleme aldığı ve “Hubyar Semahı” adlı
yazıda “Anaolu’da bulunan ve 28 semah çeşidinden birisi olan Hubyar Semahı tüm
117
Hubyar Ocağı mensupları, Sıraçlar tarafından bilinmekte ve cemlerde icra
edilmektedir” demektedir. Yazıda Alevilik içindeki ocaklardan Hubyar Ocağı ve
cemlerinden bahsedilmektedir. Mevlevi dedesi, Hasan Çıkar’ın “Hz. Hasan (I)”
başlıklı yazısı ve Baki Öz’ün “Bilim Adamı, düşünür ve edebiyatçı olarak Hz. Ali
(II)” adlı yazı dizisi Eylül sayının düşünce yazılarıdır.
İmam Ali’nin Şam Valisi tarafından kandırılan evlatlığı Mülcem’n kılıç
darbesinden yaralanıp Hakk’a yürümesinden sonra, İmamlık makamı Hz.
Hasan’a geçmişti. O da ilk olarak babasının intikamını, Mülcem’i öldürerek
aldı. Ve bundan sonra millet ve memleketin düzeni, din ve devlet hükümleri
ile uğraştı. Az zamanda otuz bin eli silah tutan er kendisine biat ettiler (s.9).
Şevki Koca bir önceki sayıda olduğu gibi “Dergâhlar” konusundaki yazı
dizisine tarihi belgelerden tanıklıklarla devam etmiştir. Araştırma yazısı olarak Dr.
İsmail Kaygusuz “Günümüz Nizari İsmaililiğinde Kur’an İslamı ve Batıni İnanç
Sentezi” adlı bir yazı kaleme almıştır. Yazıda, İsmaili Öğretisinin eylem (iş, amel)
bilgi ya da Zahir ve Batıni temelleri üzerinde durulmuş; İsmaililere göre dinin
temellerinin, dua, temizlik, oruç, hac ve vilayet olduğu anlatılmıştır.
Son olarak Ali Kenanoğlu “Hubyar Kültür Derneği”nin kurulmasına ilişkin
yazısında, “Anadolu Alevi toplulukları içinde önemli bir yere sahip olan Hubyar
toplulukları ve kültürünü tanıtmak amacıyla ‘Hubyar Sultan Kültür ve Tanıtma
Derneği’ adında bir dernek kuruldu” demekte ve derneğin 2 Temmuz 2002
tarihinden itibaren de resmi olarak faaliyetlerine başladığını eklemektedir.
2.3. Alevileri Yerinde Gözlemlemek: Aleviliğe ve Alevilere Dair İnceleme ve
Saha Araştırmaları
Derginin Genel Yayın Yönetmeni Ayhan Aydın’ın Balkanlara ve Türkiye’nin
Alevi yerleşim yerlerine giderek Aleviliğe dair aktardığı bilgiler, fotoğraflar ve notlar
118
derginin “Gezi Notları” köşesinde yer almaktadır. Yörenin insanlarına ve ritüellerine
yer veren Aydın, Ağustos sayısında “Ordu Erenyurt’ta Müsahiplik Kavli” adlı bir
yazı kaleme almıştır.
Civarda çok ama çok sevildiği anlaşılan Seyit Ali Amca bizi yüreğindeki en
temiz duygularla sarıp sarmalıyor. Canlar bizi bekliyorlarmış, hoş sohbetler
açılıyor. Hele hele Musahiplik cemine bölgedeki Güvenç Abdal Dedelerinden
birçoğunun iştirak edeceğini öğrenmem benim heyecanımı arttırıyor. Öyle ya
hem söyleşi, hem sohbet, hem cem, hem saz, hem söz, hem kurban, nefes,
düvaz.... Dünyanın en büyük lezzetleri... (s.18).
Ayhan Aydın derginin Ekim-Kasım-Aralık olarak ortak çıkan sayısında, Batı
Anadolu’yu gezerek, Alevi yöre halkı ve inanç önderleriyle yaptığı görüşmeler
sonucunda bir araya getirdiği gezi notlarını aktarmıştır. Alevilerin sesini, doğrudan
okura ulaştıran Aydın, Aleviliğin inançsal boyutlarını şeffaf bir şekilde sunmuştur.
Cafer Düzgünoğlu Dede aslen Erzincan’lı ama Bursa’da yaşıyor. Tüm ömrünü
Aleviliğe, halka, dedeliğe adamış bir insan. O dur durak bilmiyor. Tüm Anadolu’yu
geziyor. Trakya’ya çıkıyor, Doğu’ya gidiyor, Ege’ye ulaşıyor. Sadece kendi talipleri,
değil yüzlerce Alevi, Bektaşi ondan hizmet alıyor. Dedeye göre en önemli kural
Aleviliğin/Bektaşiliğin tarihi değerleriyle yaşatılabilmesi. Bunun için devletle
yakınlaşmamızın, aramızdaki ayrılıkların giderilmesi gerektiğine inanıyor. Dede,
Hacı Bektaşı Veli’nin Türk Ocakları’nı kurarak Türklüğü de yaydığını, dede lafının
kullanış amacından saptırıldığını bu yüzden dede yerine seyyid kelimesinin
kullanılması gerektiğini, Atatürk sevgisinin Alevilerin damarlarına kadar işlemiş eşi
bulunmaz bir sevgi olduğunu söylüyor (s.27).
Burak Gümüş, Eylül sayısında yer alan, Hacı Bektaş’a yaptığı ziyaretinde
aldığı notları aktarmakta ve Aleviliğin özüne dair fikirlerini paylaşmaktadır.
Alevi dernek, dergâh, vakıf ve teşkilatların açılışı, Alevi rönesansının bir
göstergesidir. Bu dernekler, kolektif kimliğin inşasında Ayin-i Cem törenleri,
büyük kentlerde cemevi yapımı, saz/semah kursları, konserler, açık oturumlar
ve mazlum söylemi çerçevesi içinde Sivaz ve Gazi olayları gibi katliamları
anma törenleri organize etmekten ziyade aynı anda Alevi evliya/abdalları
anma törenleriyle Alevi konusunu sürekli canlı tutmaktalar. Her sene 16-18
Ağustos arasında Hacı Bektaş’ta devlet, hükümet ve partilerin önce
gelenlerinin de katıldığı Hacı Bektaş Veli’nin anısına Hacı Bektaş’ta bir
dinsel nitelikli anma töreni düzenlenmekte ( s.19).
119
“Çanakkale’de Tahtacı Türkmen Köyleri” adlı yazısıyla bu konudaki alan
araştırmasını kaleme alan Veli Aslan, Tahtacı Türkmenlerin pek çok geleneğinin
Alevilerin gelenekleriyle örtüştüğünü ve onların da Hacı Bektaş’ı, Yunus Emre’yi ve
Abdal Musa’yı eren olarak kabul ettiklerini ve buna ek olarak, saza değer verme,
kurban kesme, diş eniği kaynatma gibi Alevi kültürüne ait ortak noktalar
paylaştıklarını söylemektedir.
2.4. Alevi Ozanları ve İnanç Önderlerini Anmak ve Tanıtmak : “Canlar Köşesi”
Burada yer alan söyleşi ve yazılarla birlikte amaç, Alevi ozanlarını, Aleviliğe
dair çalışan, araştırma yapan ya da Alevilik adına uğraş veren canları tanıtmakla
beraber; onlara verilen önem ve değerin gösterilmesidir.
Alevi toplumunun gönlünde yer etmiş halk ozanları Aşık Dertli ve Mahzuni
Şerif bu köşede anılmıştır. Zeki Büyüktanır’ın kaleme aldığı “Halk Kültür
Irmağı’nda Bir Mahzuni Şerif” yazısında Büyüktanır, ozanı şu şekilde yad
etmektedir:
Bu 50 yıl içinde gericilik ve despotluk havasında nice yazarımız, ozanımız,
bilgemiz, düşünürümüz, aydınımız sehpalara, kurşunlara, yumruklara,
kıyımlara hedef oldular. Giyotin işlemedi ama kıyım makinası da hiç
durmadı. Genç çocuklarımız asıldı; yaşlı yazarlarımız ceza evlerine atıldı.
Konumuz siyasi bir yorum değil, sosyal bir yaranın insani bir boyutundaki bir
insandı, bir ozandı anlatmak istediğim kişi.
Efendi Ertürk’ün “Hakikat Çeşmesi’nden Damlalar ‘Sevmeden Olmaz’”
isimli yazısı Alevilerin içsel birlikteliğinin ve örgütlülüğünün önemi üzerinde
durmakta ve Alevi inanç önderlerinin buna ön ayak olması gerekliliğini
anlatmaktadır.
120
Daha büyük oranda siyasetçiye, siyasi partiye baskı yaparak problemleri
çözeriz. Seçime giderken sizlere büyük iş düşüyor. Hepiniz ortak bir noktaya
varabilirseniz, problemlerin çözümü de daha kolaylaşır. Bence bu dönem de
Prof. Dr. İzzettin Doğan siyasete girerek taraf olmalıdır. Bunun zamanı
gelmiştir. Halkın içinden biri olarak biliyorum, görüyorum ki, İzzettin Bey’in
taraflılığı bugünkü parçalı partilerin, büyük saydıklarımızın iki katı kadar bir
toparlanma yaratır (s.34).
Ayhan Aydın, “Bir dosttan bir dosta/Alevilik-Bektaşilik söyleşileri” adı
altında, “Alevilik araştırmacılığında emektar bir insan İsmail Onarlı” ile bir söyleşi
yapmıştır. Her sayıda Alevilikle ilgili araştırmacı, akademisyen ya da bir inanç
önderiyle yapılan konuşmalar dergide sunulmaktadır. Aydın, Onarlı ile yaptığı
söyleşide, Onarlı’ya Alevilik üzerine yaptığı çalışmalar konusunda önem atfetmiştir.
Onarlı’ya Alevilik’i soran Aydın’a Onarlı’nın cevabı şu şekilde olmuştur:
Alevilik çeşitli kültürlerin sentezidir. Pamir yaylalarından yani Çin
Seddi’nden Adriyatik’e kadar uzanan coğrafyada; başka bir deyişle Ahmet
Yesevi’den, Gül Baba’ya dek uzanan bir çizgide çeşitli kültür, uygarlık,
inanç, töre, örf, gelenek ve görenekler ile kültlerin karışımı ya da
eklentileriyle birlikte Anadolu’da harmanlanıp yoğrularak şekillenmiş; bir
kültür, inanç ve yaşam biçimine dönüşerek sistemleşmiştir.
Söyleşilerin bir diğeri Cem Vakfı Avrupa Koordinatörü Fuzuli Bektaş ile
Cem Vakfı’nın Avrupa çalışmaları üzerine ve Prof. Dr. Mikail Bayram’la Ahilik
üzerine yapılmıştır. Bayram, Ahilik, Hacı Bektaş, Mevlana, Hacı Bayram Veli ve
Ahi Evren üzerinde görüş ve bilgilerini paylaşmıştır.
3. Alevi Dergileri’nde “Kadın ve Kadınlar Günü”ne Bakış: Alevilerin Sesi ve
Cem Dergisi Özelinde Kadın Teması
Alevilik kültüründe kadın her zaman erkekle eş değer bir konumda kabul
edilmiştir. Cem İbadeti’nde yanyana oturan kadın ve erkeğin toplumsal yaşamdaki
eşit statüsü Alevilikte bilinen bir olgudur. Kadının çok önemli bir değer olarak
121
görüldüğü Alevilik kültürü ve inancındaki bu durumun Alevi yayınlarına ne kadar
yansıdığını incelemek amacıyla 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, bugünün
anlam ve önemine ilişkin olarak, her iki derginin mart sayıları, kadın teması
çerçevesinde nitel olarak analiz edilecektir.
Alevi ve Bektaşi kadınlarının yollarını açan Alevi öğretisidir. Çünkü Alevi
öğretisinde kadın dünyadır, doğurandır. Onu yaratan doğurgan yaratmıştır. O
nedenledir ki, Alevi inancında kadın erkek yaşamın her alanında yan yanadır.
Ceme birlikte katılırlar, semahta yanyana dururlar. Kadınlar da erkeklerle
kanat çırparlar. Cemde demi kadınlar sunmaz, onlar lokmacıdır. Semah
sonunda erkek kadının ayağına değil, omuzuna niyaz eyler (Seyman, 2004).
Bektaşilik ve Alevilik kültürü, merkezine insanı alan ve bireyi erkek kadın
olarak ayırmadan ona yaklaşan bir yapıdır. Kurallar her iki cinsi de içine alır.
Alevilik kültüründe Tanrı herkesin tanrısıdır ve bu nedenle de ibadetler de kadın
erkek bir aradadır. Kadına ve erkeğe cemlerde ayrı cinsiyetler olarak değil, “canlar”
olarak bakılır (Temran, 1998).
Diğer yandan, Alevilik inancında ve kültüründe her zaman kabul görmüş olan
kadın-erkek eşitliği mevzusunun gerçeklik payının ölçülebilmesi için bu mevzunun
toplumsal yaşamdaki ve Alevi medyalarındaki yansımalarına bakmak gerekmektedir.
Alevilerde bir ezber var, kadın ve erkeğin eşit olduğunu söylüyorlar. Alevi
toplumunu bilen birisi olarak toplumsal yaşamda kadın ve erkeğin eşit olmadığını
biliyorum. Elbette Sünnilikle, Sünni kadınla karşılaştırıyorlar. Bu anlamda Alevi
kadın başını örtmek zorunda değil. Okula gitme, okullaşma meselesinde eğer ailenin
ekonomik durumu iyi ise kız erkek ayrımı yapmıyorlar ve gönderiyorlar. Ancak
ekonomik durumu kötü ise, diğer geleneksel toplumlarda olduğu gibi, önce erkek
çocuğu okula gönderiyorlar. Birtakım farklılıklar da var. İşte bu farklılıklar
nedeniyle Aleviler “Bizde kadın erkek eşit” deyip aslında hiç de eşit olmayan o
konumu sorgulamıyorlardı. Bunun en iyi örneklerini Alevi örgütlerinde, Alevi
medyasında görmek mümkün (Poyraz, 4 Ocak 2015, Evrensel Gazetesi)
Alevilerin Sesi Dergisi’nin 191 sayılı Mart 2015 sayısı Kadınlar Günü
özelinde incelendiğinde, kadınlar gününe derginin sadece etkinlik sayfaları olarak
son bölümünde yer verildiği görülmüştür. Derginin ana dosyası bu ay “ AABF 13.
122
Genel Kurulu-Almanya’daki Alevilerin Geleceği Garanti Altında” temasını
taşımakta ve özel olarak kadınlara ya da kadınlar gününe özel bir makale, yorum ya
da düşünce yazısı yer almamaktadır. Bu sayıda genel olarak AABF’nin 13. Genel
kurulunun seçilmesi dolayısı ile Avrupa’daki başarıları üzerinde durulmuştur. “149
AKM ve onbinlerce üyesi olan AABF’nin Avrupa’nın en büyük inanç örgütlenmesi”
olduğunun altı çizilmiştir. AABF ikinci başkanı Aziz Aslandemir konuşmasında
AABF’nin 26 yıldır elde ettiği kazanımlara değinmiştir.
Almanya’da eyaletlerde devlet anlaşmaları yapma yetkisine erişen ilk
örgütlenme olan AABF’nin Kuzey-Ren-Westfalya eyaletinde radyo
televizyon denetim kuruluşuna temsilci verdiği, Almanya genelinde okullarda
Alevilik dersleri sağladığına ve bu sene ocak ayında Hamburg
Üniversitesi’nde açılan dünyanın ilk Alevilik kürsüsü sayesinde Aleviliğin
bilimsel anlamda araştırılırken Alevi gençlerinin de inançları hakkında süreli
eğitime kavuşacaklardır (s.8).
Ayın dosya konusu AABF 13. Genel Kurulu olan Mart 2015 sayısında
Kadınlar Günü, derginin Avrupa genelindeki “Alevi Kültür Merkezleri’nden
haberler” olarak son sayfalarında aktarılan etkinlikler sayfasında ele alınmıştır. Üç
ayrı AKM’de kutlanan Kadınlar Günü konuşmalarında öne çıkan noktalar;
kadınların AKP döneminde toplumsal yaşamda geri plana itilmesi, iktidarın kadına
bakışındaki gerici politika anlayışı, cinsiyet ayrımcılığı, kadına şiddet ve kadın
cinayetleridir.
Montbeliard Alevi Kültür Merkezi, Hanau AKM ve Gustavsburg AKM’de
kutlanan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde yapılan konuşmalardan ana
satırlar şu şekildedir:
Son on yılda Türkiye’de toplumun her kesiminde olduğu gibi artan şiddet
olayları, cinsiyetçi, ayrımcı, yok sayıcı bir politika izleyen AKP faşizmi
kadınlarımızı doğrudan etkilemiş ve varoluş nedenlerini adeta sorgular hale
getirmiştir. Uyguladıkları politikalarla Pakistan gibi bir ülke görünümü
vermekte, adeta bir cinnet toplumuna evrilmiştir (Montbeliard AKM, s.50).
123
Hanau AKM’de konuşan yönetim kurulu üyesi Şaziye Sayılır, konuşmasında
dikkati kadınların mücadele pratiklerine ve kadın özgürlüğüne çekmiştir. Diğer
bir
konuşmacı Hanau Cemevi Kadın Kolu Başkanı Hatice Aydın ise, “kadına karşı
şiddette herkesin sorumluluğu vardır ve bu şiddeti durdurmak için hayatın her
alanında aktif mücadele etmek ve örgütlenmek gerekir” diyerek kadın için toplumsal
bütün kesimlerin dayanışma içinde olmalarını ifade etmiştir. Gustavsburg AKM’de
de kadına yönelik şiddet konuşulmuş ve tecavüz edilerek öldürülen Özgecan Aslan
anılmıştır. Kadını meta olarak gören cinsiyetçi politikalar eleştirilmiştir.
Cem Dergisi’nin 119 sayılı Mart 2002’de çıkan sayısının başyazısı “Alevi
İslam inancı inkar edilip yasaklanamaz” temasıyla çıkmış ve Alevilerin Sesi
Dergisi’nde olduğu gibi kadına ve kadınlar gününe özel bir sayfa ya da bölüm
atfedilmemiştir. Cem Dergisi’nde “Canlar Köşesi” olarak geçen bölümde bu ay dört
olaydan (1-Ali’nin doğumu, 2- Muharrem, 3- Aşık Veysel, 4- Kadın) biri “kadın ve
Kadınlar Günü” olarak ve ikinci bir başlık olarak da ayrı bir sayfada “Dünya
Kadınlar Günü ‘8 Mart’” olarak verilmiştir. Canlar köşesinde ayrı bir yazıya yer
verilmezken, ayrı başlık taşıyan sayfada kadınlar gününe özel kaleme alınan yazıda
öne çıkan konular; kadınlar gününün tarihçesi, kadının toplumdaki yeri, cumhuriyet
rejimiyle kadınlara verilen siyasal ve sosyal haklar ve son olarak da Atatürk’ün
kadınla hakkındaki sözleri yer almıştır. Deniz Ünal ve Mehmet Kaygusuz’un
derlediği yazıdan bir kısım aktarılacak olursa:
Ülkemizde kadın hakları cumhuriyetten sonra başlar. Kadınların toplumdaki
yeri günümüzde daha da anlaşılmaktadır. Kadın hakları yasalarla güvenceye
alınmıştır (…) Türkiye kadınlarına 1930’da belediye seçimlerinde oy
kullanma ve belediye meclislerine seçilme hakkı tanındı. Kadınlar 1931
yılında muhtar ve ihtiyar meclisi seçimlerinde oy kullanma ve seçilme
124
hakkını, 5 Aralık 1934’te de milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde
ettiler. 1935 genel seçimlerinde 18 kadın milletvekili meclise girdi ( s. 46).
Alternatif medyalar anaakıma karşıt, topluluğa hizmet, sivil toplum medyası
ve rizomatik medya başlıkları etrafında ele alındığında veyahut, katılımcılık esasını
ön plana çıkaran öznel yaklaşım ve eleştirel içerik üretim süreciyle alternatif
medyaya yaklaşan nesnel yaklaşım açılarından ele alındığında; Alevilerin Sesi ve
Cem Dergisi’nin anaakıma karşıt, Alevi toplumuna hizmet eden, eleştirel içerik
üretebilen medyalar içinde sayılabilecekleri ve devlet ve özel medyaların kavşak
noktasında yer alarak farklı toplumsal hareketleri destekleyebilen rizomatik medya
olarak da değerlendirilebilecekleri ortaya çıkmıştır. Alevilerin Sesi Dergisi’nin,
alternatif medyalar içindeki yerini sorgulayacak olursak eğer, derginin içeriğinin
tematik olarak analizi sonucunda, derginin anaakım medyaya karşı eleştirel içerik
ürettiği, toplumun ezilen farklı kesimlerini destakleyebildiği (Kürtler, kadınlar,
işçiler vs.), Alevi toplumunu hem Aleviliğe dair konularda bilgilendirici hem de
Alevilerin talep ve sorunlarına eğilen yazılar kaleme alarak Alevilerin sesi olabildiği
açığa çıkmıştır. Cem Dergisi’nin ise, daha çok Alevi toplumuna hizmet eden
(kültürel, inançsal ve hukuksal boyutlarda), eleştirel içeriği Alevilerin Sesi
Dergisi’ne nazaran daha kısıtlı olarak üreten fakat Aleviler dışında toplumun farklı
toplumsal gruplarından yer alan hareketleri çok fazla destekler konumda
bulunmadığı anlaşılmıştır. Topluluğa hizmet medyası olarak alternatif medya niteliği
taşıyorken; rizomatik olarak alternatif niteliğinin zayıf olduğunu söylemek yanlış
olmayacaktır.
125
4. Cem TV ve TV 10 Televizyon Kanallarının Karşılaştırmalı Analizi
Cem TV yayın hayatına başladığı 2005 yılından itibaren belirledikleri yayın
ilkeleri çerçevesi içinde yayınlarını sürdürmektedir. Yayın ilkeleri; “tarafsız, dürüst,
şeffaf, güven veren, kültürlere açık, bağımsız, çoğulcu, toplum değerlerine saygılı ve
özel hayata özenli” olarak belirlenen Cem TV’de ana akım medyaya yakın profilde
programlar üretilmektedir. Bunun nedenleri, Alevi bir kanalın izlenirliğini artırmak,
sadece Alevilere değil toplumun bütün kesimine yönelik bir yayın politikası
izlediklerini ortaya koymak ve son olarak da Alevi medyası kalıplarını kırarak Alevi
medyalarına olan reklam vermeme riskini azaltmaktır. Cem TV’de çalışan yaklaşık
elli kişiyi istihdam etmenin maddi kaynaklarını yaratmak ve aynı zamanda Cem
TV’nin Alevi toplumuna hizmet etmesinin sürdürülebilirliği açısından reklam
pastasından pay almaya çalıştıklarını aktaran genel yayın yönetmeni Mustafa Çim,
bu nedenler dolayısı ile program yelpazesini olabildiğince genişletmek için
çabaladıklarını ifade etmiştir (Çim, Yüzyüze Görüşme, 9 Kasım 2015).
Cem TV’de genel başlıklar altında toplayabileceğimiz programlar; kültür
sanat, müzik, sağlık, gündem, haber, belgesel, ekonomi ve Alevi inancına yönelik
programlardır. Hafta içi yayınlar sabah haberleriyle başlamakta ve gün boyunca
sağlık, gezi, klip saati, dinleyici istekleri, gün ortası haber, belgesel, gezi
programlarıyla devam etmekte ve müzik yayınlarıyla gece yayını sürdürülmektedir.
Cem TV’nin Alevi toplumuna inanç ve kültür konularında hizmet etmek ve
toplumun sorunlarını, isteklerini gündeme getirmek misyonu dışında Alevi medyası
sınırlarını genişletmek gibi bir amacı vardır. Cem TV, marjinal sınırlarda yayın
sürdürmek yerine dar kalıpları kırmak ve çok sesli, çok çeşitli program üreten bir
çizgi yakalamak peşindedir. Alternatif medyaların ticari amaç gütmeden fakat dar
126
alanda marjinalize edilmemek adına belirli ticari pratikler geliştirebilmesi
mümkündür; bu nedenle niyet kar gütmemek ise daha geniş bir kitleye seslenebilmek
adına girişilen ticari pratikler alternatif medyalar adına hoş görülebilmektedir. Alevi
toplumuna hizmet etmek ve onun sesi olabilmeyi niyet edinen Aleviliği inançsal
boyutlarıyla aktarmayı hedef edinmiş, Aleviliğin sadece siyasi tartışmalar ve
çekişmeler içine katılmasını hoşgörmeyen Cem TV’nin, bu nedenle alternatif yönünü
eleştirel bir içerik üretim açısından ele almak yerine, dini azınlık konumundaki bir
inancın sesini duyuran ve onun sesi olabilme ve onun sesini duyurabilme amacını
yerine getirmesi nedeniyle alternatif bir iletişim mecrası olduğu söylenebilmektedir.
Merkez medyada kendine yer bulamayan Alevilerin seslerini bu mecrada
çıkarabilmeleri ve üretim sürecine katılabilmeleri Cem TV’nin Aleviler adına
alternatif bir medya kamusal alanını yaratmış olduğunu göstermektedir.
Cem TV’de öne çıkan programlar şu şekildedir: “Bam Teli, Kırmızı
Dosyalar, Adaletin Terazisi, Cem İbadeti, Sağlıklı Hayat, Şehir Işıkları, Artı
Ekonomi, Sokak Ne Diyor, İstekleriniz ve Erenlerin Yolundan” programlarıdır. Bam
Teli programını, Cem Medya Grubu’nun Ankara temsilcisi olarak son bir yıldır
görev alan Tayfun Talipoğlu yapmaktadır. Kırmızı Dosyalar programını CHP Genel
Başkanı Baş Danışmanı Erdal Aksünger ve gazeteci yazar İsmet Orhan hazırlayıp
sunmakta ve programda siyasi gündem masaya yatırılmaktadır. Cem İbadeti her
perşembe farklı bir cemevinden canlı olarak yayınlanmaktadır. Artı Ekonomi
programı Prof. Dr. Osman Altuğ tarafından sunulmakta ve programda işsizlik,
enflasyon ve dış politika irdelenmektedir. Şehir Işıkları ise gündüz kuşağında yer
alan bir kültür sanat programıdır. Programda sanatçılarlarla röportajlar yapılmakta ve
kültür sanat etkinlikleri duyurulmaktadır. İstekleriniz bölümünde canlı olarak
127
dinleyicilerin türkü talepleri alınarak canlı olarak performans sergilenmektedir.
Sokak Ne Diyor programında gündeme dair halkla söyleşi yapılmaktadır. Erenlerin
Yolunda programı Alevi inanç önderlerinin katılımıyla Aleviliğe dair her şeyin
konuşulduğu bir program iken, Adaletin Terazisi programı ise Alevilerin eğitim ve
dini konularda yaşamış oldukları haksızlıkların irdelendiği ve Alevilerin sorun, talep
ve isteklerinin gündeme getirildiği bir programdır.
TV10 televizyon kanalı Ortadoğu ve Mezopotamya kültürleri başta olmak
üzere, Anadolu’da yaşayan kültürlerin ortak sesi olmak niyetiyle yola çıkmıştır.
“Sesimiz hakkın, hakikatin sesi” sloganıyla yayın yapan kanalın, her türlü
milliyetçiliğe, ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı bir duruş sergileyeceği ve ezilen
halkların
sesini
duyurmada
pozitif
ayrımcılık
uygulayacağı
belirtilmiştir.
Demokrasiden yana ve temel insan haklarının ihlaline karşı yayınlar yapmak
hedefleri arasındadır. Kendisini Alevilerin ve buna ek olarak sesini duyuramayan
diğer azınlıkların sesi olarak tanımlayan TV 10, çok kültürlü, halkları birleştirici ve
herkesi kucaklayan bir anlayışa sahiptir. Kendilerine merkezi medyada yer
verilmeyen azınlık gruplarına mensup bireyler TV 10’da, kendilerini kendi ana
dillerinde ve kendi renklerinde sunma ve anlatma imkanına sahip olmuşlardır.
Kanal, emek ve demokrasiden yana toplumsal güçlerin sansüre uğramadan yer
alabileceği, başta Aleviler olmak üzere diğer azınlık üyelerinin Türkiye
demokrasisinin gelişimi açısından kendilerini kamusal alanda ifade edebilecekleri bir
alternatif mecra olmuştur. TV 10 Yönetim Kurulu tarafından belirlenen yayın
politikasında, yayınların İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne ve Türkiye’nin
imzaladığı uluslararası anlaşmalara uyumlu, insan onuruna saygılı; dil, din, cinsiyet
ayrımcılığının karşısında, şiddetten uzak, insan onurunu incitici ve savaşı körükleyen
128
söylemlerin karşısında, çocukların ve gençlerin ruhsal gelişimlerine olumsuz yönde
etki edecek yayınlara karşıt yayın üretmek konusunda bir politika belirlemişlerdir.
Alevilerin ve diğer azınlıkların sesi olabilmek adına yola çıkan TV 10,
programlarında kaliteli olmayı hedeflemekte ve başlıca programlar olarak, haber,
haber-yorum-tartışma, belgesel, dökümanter ağırlıkta programlar yaparken; ayrıca
kadın, gençlik, müzik programları ve filmler de yayınlamaktadır. Halka gerçekleri ve
doğru bilgiyi aktarmak temel niyetleridir38 Bütün bunların ışığında diyebiliriz ki TV
10, alternatif medyaların toplumsal hareketlerle yakınlık kuran ve azınlıklara
uygulanan haksızlıklara karşı dayanışma gösterebilen rizom olarak alternatif
medyanın başarılı bir örneğidir (Yıldız, Yüzyüze Görüşme, 25 Ekim 2015).
TV10’da başlıca programlar; “Dem-i Muhabbet, Avrupa’dan Yansıyanlar,
Demokrasi Platformu, Gönül Defteri, Nefes, Sizden Yansıyanlar, Yol Erkan, Vatis,
Gündeme Bakış ve Onsuz Olmaz vs.dir.” Dem-i Muhabbet, Aleviliğin talepleri,
sorunları ve isteklerinin konuşulduğu bir programdır. Avrupa’dan yansıyanlar
Avrupa’ki örgütlerin faaliyetlerini ve orada yaşayan Alevi toplumundan haberleri
aktarmaktadır. Demokrasi Platformu ve Gündeme Bakış programları siyasi gündemin
konuşulduğu ve ayrıca devlet ile Alevi ilişkilerini, sorunlarını ve tarihteki Alevi
katliamlarından güncele herşey masaya yatırılmaktadır. Gönül Defteri ve Nefes canlı
müzik programlarıdır. Sizden Yansıyanlar, Alevi yerleşim yerlerine ve sivil toplum
örgütlerinin etkinliklerine gidilerek çekim yapılan yayınlardır. Yol Erkan programı,
Aleviliğe dair her şeyin konuşulduğu, Alevilik inanç ve kültürünün bileşenleri ve
özünün anlatıldığı programdır. Vatis programının yayın dili
Kürtçe olup, yine
gündeme dair konular irdelenmektedir. Son olarak Onsuz Olmaz programı ise Alevi
38
http://www.binboga.org/tv-10hakkin-hakikatin-sesi-yayinda/
129
iş adamı, sanatçı, akademisyen ve Alevi inanç önderlerinin konuk edilerek tanıtıldığı
söyleşi türünde bir programdır.
Cem TV ve TV10 Alevi televizyon kanallarını, alternatif medyalara
yaklaşırken yararlandığımız öznel ve nesnel yaklaşımlar açısından düşündüğümüzde
şu sonuçlar açığa çıkmaktadır: Cem Tv, alternatif olmak açısından öznel yaklaşıma
daha yakındır. Öznel yaklaşımlar alternatif medyaları katılımcılık açısından ele
alarak yayın ve program üretim sürecine bu medyaların hitap ettiği kitleden
bireylerin katılımını irdeler. Cem TV de çalışanların ve yapım sürecine katılanların
çoğunluğunun Alevi olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Yani Aleviler kendi
seslerini kendi medyalarında duyurabilme imkanını yakalamışlardır. Fakat nesnel
yaklaşımlar açısından Cem Tv’nin alternatif bir medya mecrası olduğunu
söyleyebilmemiz için bu kanalın toplumsal hareketlerle daha yakından ilişkili olması
gerekmektedir. Fakat Cem Tv, Aleviliğin siyasi ya da herhangi bir muhalif görüşe
yakınlık
kurularak
özünün
çarpıtılacağını
ve
Aleviliğin
böyle
pratiklerle
ilişkilendirilmesinin yanlış olarak değerlendirmesi nedeniyle Cem Tv de bu açıdan
bir eleştirel karşıt kamusal alan yaratıldığı söylenemez. Nesnel yaklaşımlar merkezi
medyada üretilen söylemlerin karşısında konumlandırılan eleştirel içerik üretimine
odaklandığından, Cem Tv’nin eleştirel içerik üretimi sadece Aleviliğin özüne ve
Alevi toplumuna dair bilinen hatalı kanı, görüş ve fikirleri düzeltecek boyuttadır.
TV10 ise kuruluş ve yayın amacında başta Aleviler olmak üzere, diğer azınlık
grupları ve onların kurmuş oldukları toplumsal pratiklerin de sesi olacağını açıkça
belirtmiştir. Öznel ve nesnel yaklaşımlar açısından TV10 alternatif bir medya
türüdür. Çünkü Aleviler ve azınlık üyeleri TV 10’da kendilerini ana dillerinde ve
kendi inançlarında ifade edebilme imkanına sahiplerdir ve üretim sürecine
130
katılabilmektedirler. Ayrıca TV10 ana akım medya kamusal alanında üretilen
söylemlerin karşısında eleştirel içerik üretmekle brlikte, bu söylemleri üreten
toplumsal hareket üyeleriyle dayanışma içindedir ve onlarla yakın bir ilişki
kurmaktadır.
131
SONUÇ
“Alevi Medyası Üzerine Betimleyici Bir Analiz” başlığını taşıyan bu tez
çalışmasında, günümüz anaakım medyasının devlet ve özel teşebbüsler elinde siyasi
ve ekonomik iktidarlar ile yakın ilişkiler kurarak çıkar sağlamalarının ve kamu
yararını gütmede başarısız olmalarının bir neticesi olarak ortaya çıkan alternatif
medyaların kuram ve pratikleri ışığında Alevi medyası incelenmiştir. Alternatif
medyaların, merkezi medya tarafından görülmeyen, yok sayılan ya da sadece
spekülatif bir olay içinde hatalı bir şekilde gösterilen kesimlerin sesini duyurmak ve
onların sesi olabilmek için oluştukları anlatılmıştır. Alternatif medya tanımlama ve
kuramları çerçevesinde genel olarak alternatif medyalar anaakımın karşısında yer
alan, topluluğa hizmet eden, sivil toplum medyası ya da devlet ve piyasa arasında,
farklı toplumsal hareketlerin dayanışma içinde olduğu medya tipini anlatan rizom
olarak alternatif medya şeklinde tarif edilmiş; öte yandan alternatif medyaları
katılımcılık esasından tanımlayan öznel yaklaşım ve eleştirel içerik üretimi açısından
ele alan nesnel yaklaşım açıklanmıştır. Alevi medyası analiz edilirken, alternatif
medyanın bu tanımlamaları ışığında nitelikleri ortaya konulmuştur. Ayrıca alternatif
medyaların radikal demokrasi ve yeni toplumsal hareketlerle bağlantıları incelenmiş
ve alternatif medyaların demokrasinin gelişimine ve toplumsal hareketlerin
kitleselleşebilmesine yardımcı olduğu açıklanmıştır. Kısacası alternatif medyaların
radikal demokrasi ve yeni toplumsal hareketlerle organik bir bağ içinde olduğu
vurgulanmıştır.
Dünyada başlıca alternatif medya örnekleri anlatıldıktan sonra, Türkiye’de
alternatif medya oluşumlarına değinilmiş ve Türkiye’de basın özgürlüğünün
sınırlandığı dönemlerde alternatif medyaların oluşumlarının hızlandığı ve çeşitlendiği
132
üzerinde durulmuştur. Türkiye’de alternatif medyalar içinde yerinin saptanmaya
çalışıldığı Alevi medyalarının nasıl, ne zaman ve kimler tarafından yaratıldığı bu
medyaların öncü kişileri ile yapılan derinlemesine görüşmelerle elde edilmiştir.
Görüşmeler ve araştırmalar sonucunda Alevi medyasının oluşumları üç ana nedene
bağlanmıştır: İlki, Alevilerin ana akım medyada görülmemesi ve gösterildiğinde ise
hatalı bir şekilde verilmesi ve Alevi inancının ve kültürünün çarpıtılarak Alevilerin
asimile edilmek istenmesi; ikinci olarak, Alevilerin kendi medyasını yaratarak
kültürlerini ve inançlarını yaşatmak istemeleri ve Alevilerin kendi medyalarına
duydukları özlem ve ihtiyaç, son olarak ise pek çok kez katliama uğramış, ötelenmiş
Alevilerin öz bilinçlenmelerine paralel olarak talep, istek ve sorunlarını gündeme
taşıma istekleridir.
Alevi medyasını yaratan müstakil şahsiyetler ve örgütler arasında var olan
siyasi farklılıklar ve Alevilik ve Alevi kimliği arasında değişen tanımlamalar Alevi
medyaları arasında söylem farklılıklarına neden olmuştur. Aleviliği kendine özgü bir
inanç ve kültür olarak değerlendiren ve siyasi mevzuların uzağında olması
gerektiğine inanan Cem Vakfı ve Cem Medya grubu ile Aleviliğin sadece bir inanç
değil fakat aynı zamanda siyasi bir tavır ve direniş ruhu olan bir hareket olduğuna
inanan Pir Sultan Abdal Derneği’ne yakın çizgide olan TV10 ve Alevilerin Sesi
Dergisi’ni çıkaran Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu arasında belirgin farklar
bulunmaktadır. Bu farklar dolayısıyla bu örgütlerin medyaları arasında yayın
içeriklerinin, içeriği oluşturan temaların ve programlarının değiştiği görülmüştür.
Buradan hareketle denilebilir ki, Cem Medya grubu’na ait Cem Dergisi ve Cem
TV’de alternatif medya olma niteliğini, daha çok topluluğa hizmet etme ve
katılımcılık esasını ön plana çıkaran öznel yaklaşım açısından kazandığıdır. Çünkü
133
Cem Dergisi ve Cem TV’nin Aleviliğin daha çok folklorik yönünün ağır bastığı,
Alevilik kültürüne ve inancına ait konuları ve programları ön plana çıkardığı,
Alevilerin sorunlarına yer verdiği ve Alevi toplumuna mensup bireylere seslerini
duyurabilecekleri bir kamusal alan yarattığı anlaşılmıştır. Alevilerin sesi olabilmesi
ayrıca bu medya grubunun alternatif olabilme özelliğini ortaya koymuştur. Alevilerin
Sesi Dergisi ve TV 10 televizyon kanalı ise, anaakıma karşıt, eleştirel içerik
üretebilen, Alevi sorunlarına ve tarihine ışık tutarak Aleviliğin muhalif bir hareket
geleneğinden geldiğine inanan ve bu temel ilkelere dayanarak, Aleviler özelinde
siyasi bir tavır içinde yayın yapmakta ve aynı zamanda rizomatik medya
tanımlamasına yakın bir şekilde diğer toplumsal hareketlerle dayanışma içinde
olduğunu belirtmekte ve program içeriklerine de bunu yansıtmaktadır.
Özlüce, Alevilik kültürü ve inancının yaşatılması, Alevilerin görünür
kılınması ve talep, sorun ve isteklerinin gündeme taşınması, Alevi toplumunun öz
bilinçlenmeleri hususunda bilgilendirici ve yol gösterici yayınlar üretilmesi ve daha
da önemlisi Alevilerin kendilerini ait hissettikleri medyaların kurulmuş olması, Alevi
medyası olarak tanımladığımız bu medya formlarının işlevselliğini ve önemini ortaya
koymaktadır.
134
KAYNAKÇA
Adaklı, G. (2001). “Yayıncılık Alanında Mülkiyet ve Kontrol.” Medya Politikaları
içinde, E. Mutlu (der.), Ankara: İmge Yay.
Adaklı, G.(2006). Türkiye'de Medya Endüstrisi Neoliberalizm Çağında Mülkiyet
ve Kontrol İlişkileri. Ankara : Ütopya Yay.
Alankuş, S. (2003). Radyo ve Radyoculuk. İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yay.
Alankuş, S. (2003). Medya ve Toplum. İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yay.
Alankuş, S. (2008). “Türkiye’de Başka Bir Demokrasi İçin, Başka Bir Medya ve
Habercilik” Uygun Adım Medya- Bir Bilinç Körleşmesi içinde, İncilay
Cangöz, (ed.), Ankara: Ayraç Yay. s.-177-228.
Alankuş, S. (2009). Gazeteciliğe Başlarken, Okuldan Haber Odasına, İstanbul:
IPS İletişim Vakfı Yay.
Algül, F. (2013). “An Internet Radio from Turkey as an example of Community
Radio: Nor Radyo.” Online Academic Journal of İnformation Technology,
C.4 S.12.s.75-103.
Arık, M. B. (2002). “Karikatür Tarihimizde Önemli Bir Dönemeç: Marko Paşa
Gazetesi”. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi,C.1, S.12, 237253.
Atton, C. (2002). Alternative Media. London: Sage Publications.
135
Atton, C. (2007). “A brief history: The Web and Interactive Media”., The
Alternative Media Handbook içinde, Coyer, K., Et al (der.), Oxon:
Routledge, s. 59-67.
Avcı, A. (2003), “Toplumsal Eleştiri Söylemi Olarak Mizah ve Gülmece.”
http://www.birikimdergisi.com/birikim-yazi/3891/toplumsal-elestiri-soylemiolarak-mizah-ve-gulmece#.VuEvMvmLSUk, 25 Aralık 2015’te erişildi.
Avşar, Z. (2004). “Medyada Yoğunlaşma ve Şeffaflaşma: Yasal Düzenlemeler,
Beklentiler, Sorun Alanları” İletişim Araştırmaları Dergisi, C.2, S.2, s. 57112.
Bailey, G.O., Et al., (2008). Understanding Alternative Media. NewYork: Open
University Press.
Barbier F. ve Lavenir, C. B., (2001). Diderot'dan İnternete Medya Tarihi.
İstanbul: Okuyanus Yay.
Baykal, E. (2008). “Türkiyede Anarşist Yazının Gelişimi ve Siyahi Dergisi.”
Marmara İletişim Dergisi S.13, s.1-21.
Birsen, Ö. (2011). “Türkiye Radyoculuğunda Alternatif Yayıncılık Arayışları: Açık
Radyo Örneği”. Erciyes İletişim Dergisi, C.2 S.1, s.20-30.
Blumler, J. G.; Gurevitch, M., (2014). “Siyasal İletişim Sistemleri ve Demokratik
Değerler.”, Medya Kültür Siyaset
içinde, S. İrvan (der.), Ankara:
Pharmakon, s.193-213.
Briggs A., & Burke, P. (2011). Medyanın Toplumsal Tarihi. İstanbul: Kırmızı
Yay.
136
Cangöz, İ., (2008). Uygun Adım Medya- Bir Bilinç Körleşmesi, Ankara: Ayraç
Yay.
Coşkun, K. M. (2007). Demokrasi Teorileri ve Toplumsal Hareketler. Ankara:
Dipnot Yay.
Coyer, K. (2007). “Mysteries of The Black Box Unbound : An Alternative History of
Radio”, The Alternative Media Handbook içinde, Coyer K., Et al (ed.),
Oxon: Routledge, s. 15-29.
Coyer, K. vd. (2007). The Alternative Media Handbook. Oxon: Routledge.
Curran, J. (2014). “Medya ve Demokrasi:Yeniden Değer Biçme” Medya Kültür
Siyaset içinde, S. İrvan (der.), Ankara: Pharmakon Yay., s. 135-193.
Çelenk S. (der.) (2008). Başka Bir İletişim Mümkün: İstanbul Uluslararası
Bağımsız Medya Forumu/ İstanbul : IPS İletişim Vakfı Yay.
Çoban, B. (2004). Yeni Toplumsal Hareketler. İstanbul: Kalkedon Yay.
Dagron, G. A. (2004). “The Long and Winding Road of Alternative Media”., The
Sage Handbook of Media Studies içinde, Downing J. Et al. (ed.) USA: Sage
Publications, s. 41-65.
Dagron, G. A. (2007). “Call Me Impure: Myths and Paradigms of Participatory
Communication., Community Media içinde, Fuller,L.,K. (ed). NewYork:
Palgrave Macmillan, s. 197-209.
Dean, J. (2007). “Alternative and Participatory Media in Developing Countries.”
The Alternative Media Handbook içinde, Coyer K.,Et al.,(ed.). Oxon:
Routledge, s. 206-212.
137
Demir, V. (2007). Türkiye’de Medya Siyaset İlişkisi, İstanbul: Beta Yay.
Demirel, M. (2014). “Tek Partiden Çok Partiye Geçiş Sırasında Bir Gazete: Yeni
Dünya.” Marmara Üniversitesi İ.İ.B Dergisi, C.36 S.1,s.161-186.
Downing, J. D. (2001).Radical Media Rebellious Communication and Social
Movements, California: Sage Publications.
Downing, J. D. Et al., (ed.), (2004). The Sage Handbook of Media Studies. USA:
Sage Publications.
Downing, J. D. (2008). “Bağımsız Toplumsal Hareket Medyası: Kazanımlar ve
Doyumlar.”, Başka Bir İletişim Mümkün:İstanbul Uluslararası Bağımsız
Medya Forumu, Çelenk, S.(der.), İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yay.
Duman, Z. D. (2011). “Heterodoksi Bir İnanç Olarak Alevilik”. Journal Of World
Of Turks, C.3, S.1,s.191-209.
Elif, A. ve Kaya, E., (2010). “Demokrat Parti Dönemi'nde Basın İktidar İlişkileri”.
İstanbul Üniversitesi İletişim Fak. Dergisi, C.39, S.1 93-118.
Fountain, A. (2007). “Alternative Film, Video and Television 1965-2005.” The
Alternative Media Handbook içinde, Coyer, K., (ed.), Oxon: Routledge, s.
29-47.
Fuller L.K. (2007). Community Media. USA: Palgrave Macmillan.
Gürkan, N. (1998). Türkiye'de Demokrasiye Geçişte Basın (1945-1950). İstanbul:
İletişim Yay.
Hürkan, S. ve Kayış N., (2011). Meraklısına Medya Dersleri. Ankara: Sinemis.
138
İlhan, V. (2014). “Feminist Alternatif Medyanın İşleyişi Üzerine”. Erciyes İletişim
Dergisi, C.3, S.3. s.2-10
İnuğur, N. (1992). Türk Basın Tarihi. İstanbul: Erdini Basımevi.
İrvan, S. (2014). Medya Kültür Siyaset. Ankara : Pharmakon.
Kahraman, B. H.,(2004). Postmodernite ile Modernite Arasında Türkiye.
İstanbul: Everest Yay.
Kaleli, L. (2000). Alevi Kimliği ve Alevi Örgütlenmeleri. İstanbul: Can Yay.
Kamiloğlu, Z. (2013). “Penguen Dergisinden Hareketle Türk Karikatür Tarihinde
Mizahın Saldırı İşlevi.” Milli Folklor ,No:25, S.98, s.165-173.
Karakaya, A. (2015). Vefailik, Bektaşilik, Kızılbaşlık. İstanbul: İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yay.
Kaya, F. (2008). Osmanlı Döneminde Kürt Basını, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi.
Keane, J. (2010). Medya ve Demokrasi. Çev: Haluk Şahin, İstanbul: Ayrıntı.
Kejanlıoğlu, B. D. (2004). “Medya Çalışmalarında Kamusal Alan Kavramı.”,
Kamusal Alan içinde, M.Özbek (der.), İstanbul: Hil Yay. s. 689-704.
Kejanlıoğlu, B. D. (2003). “Medya-Toplum İlişkisi ve Küreselleşmenin Yerel
Medyaya Sunduğu Olanaklar”, Medya ve Toplum içinde, S. Alankuş (der.),
İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yay. s.75-93.
Keyman, F., (1999). Değişen Dünya, Dönüşen Türkiye. İstanbul: İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yay.
139
Koloğlu, O. (2012). “Türkiye'de Basın Meslek İlkelerinin Evrimi”. Sosyoloji
Dergisi.C.3, S.5, s.71-84.
Köker, E. ve Şanlı, H. (2013). İletişim Sosyolojisi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Yayını.
Köse, H. (2007). Küresel Akıntıya Karşı Sivil Arayışlar/Alternatif Medya.
İstanbul: Yirmidört Yayınevi.
Kuruoğlu, H. (2006). Propaganda ve Özgürlük Aracı Olarak Radyo. Ankara:
Nobel Yay.
Kuyucu, M. (2012). Türkiye'de Medya Ekonomisi. İstanbul : Esenkitap.
Kürkçü, E. (2009). “Başka Bir İletişim Mümkün : Bianet’in Öyküsü”, Gazeteciliğe
Başlarken : Okuldan Haber Odasına Sevda Alankuş (der.), İstanbul: IPS
İletişim Vakfı Yay. s.200-207.
Laclau, E., & Mouffe C. (2008). Hegemonya ve Sosyalist Strateji. İstanbul: İletişim
Yay.
Madra, Ö. (2008). “Açık Radyo,” Başka Bir İletişim Mümkün:İstanbul
Uluslararası Bağımsız Medya Forumu, Sevilay Ç. (der). İstanbul: IPS
İletişim Vakfı Yay, s.68.
Maigret, E. (2013). Medya ve İletişim Sosyolojisi. İstanbul: İletişim.
Massicard,
E.
Ç.
(2013).
Türkiye'den
Avrupa'ya
Alevi
Hareketinin
Siyasallaşması. İstanbul: İletişim.
Mutlu, E. (der.), (2001). Medya Politikaları, Ankara: İmge Yay.
140
Özbek, M. (2004). Kamusal Alan. İstanbul: Hil Yay.
Özdemir, M. (2010). “Nitel Veri Analizi: Sosyal Bilimlerde Yöntembilim Sorunsalı
Üzerine Bir Araştırma” Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, C.11, S.1.
Özdilli, S. (2013). “II. Meşrutiyet Döneminde Bir Muhalif Gazete ve Gazeteci:
Türkiye Gazetesi ve Şirvanizade Mahmud Tahir.” Tarih İncelemeleri
Dergisi, C.XXVIII S.2, s..429-470.
Pakulski, J. (2007). “Toplumsal Hareketler ve Sınıf: Marksist Paradigmanın
Çöküşü.” Fark, Kimlik, Sınıf , der.Erbaş,H., Ankara: Eos Yay.
Phillips, A. (2007). “The Alternative Press.” The Alternative Media Handbook
içinde, Coyer K. Et. Al (ed.), Oxon: Routledge, s.47-59.
Poyraz, B. (2007). Direnişle Piyasa Arasında : Alevilik ve Alevi Müziği. Ankara:
Ütopya Yay.
Poyraz, B. (2015). “Aleviler de Kadın-Erkek Eşitliği Konusunda Kendileriyle
Yüzleşmeli” http://www.evrensel.net/haber/101313/aleviler-de-kadin-erkekesitligi-konusunda-kendileriyle-yuzlesmeli 15 Ocak 2016’da erişildi.
Sandoval, M. (2009). “A Crticical Contribution To The Foundations Of Alternative
Media Studies.” Online International Journal Of Communication Studies,
C.I, s.1-18.
Seyhan, S. (2013). “II. Meşrutiyet Dönemi Mizah Basını ve İçeriklerinden Seçilmiş
Örnekler”. Turkish Studies, C.8,S.3.s.494-516.
141
Seyman, Y. (2004). “Alevi Öğretisinde ve Toplumsal Yaşamda Kadın”, Türk
Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Dergisi, S.32.
Stevenson, N. (2008). Medya Kültürleri/ Sosyal Teori ve Kitle İletişimi. Ankara:
Ütopya.
Şahin, B. (2015) “Alevi Kimliği ve Başkaldırı Öğretisi.” Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi. C.8 S.39.s.539-548.
Taştan, K. Y. (2012) “Aleviliğin Siyasallaşması Alevi Açılımı:I Tarihsel Kökler.”
Karadeniz Araştırmaları Dergisi, C.9, S.35, s.1-18.
Tazegül, M. (2005). Modernleşme Sürecinde Türkiye. İstanbul: Babil Yay.
Temran, B. (1998). “Bektaşi ve Alevi Kültüründe Kadın”, I. Türk Kültürü ve Hacı
Bektaşi Veli Sempozyumu Bildirileri, s.317-322.
Toprak, L. (2006). “Sivas Katliamı, Alevilik ve Laiklik Üzerine.” Marksist Tutum,
http://marksist.net/GUN/Sivas%20Katliami%2C%20Alevilik%20ve%20Laik
lik%20Uzerine.htm 12 Ocak 2015’te erişildi.
Torun, T. A. (2014). “Kurtuluş Savaşı Yıllarında Türkçe Sol Basından İzlenimler:
İşçi Hareketleri ve Sorunlarına Dair Notlar”. Erciyes İletişim Dergisi C.3,
S.4, 42-64.
Türk, H. (2010). “Bir Dergiyi Konumlandırmak.:Birikim.” Çankaya University
Journal Of Humanities and Social Sciences, .C.7, S.1.s.127-142.
Uzun R., Tekinalp. Ş. (2006). İletişim Araştırma ve Kuramları. İstanbul: Beta
Yay.
142
Verstraeten, H. (2014). “Medya ve Kamusal Alanın Dönüşümü” Medya Kültür
Siyaset, S. İrvan (der.), Ankara: Pharmakon Yay.s.245-271.
Waltz, M. (2005). Alternative and Activist Media. Edinburgh: Edingburgh
University Press.
Yalçın, Ö. (2015). “İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında
BBC'nin Varolma Mücadelesi.” Gazi Üniversitesi İletişim Kuram ve
Araştirma Dergisi, S.40, s.99-118.
Yalçınkaya, A. (2016). Küf:Kurtuluşçu Bir Teoloji İçin Dede Korkut, Said Nursi
ve Ali Üzerine Bir Yorumsama. Ankara: Dipnot Yay.
Yazıcı, N. (2011). “Yazılı Türk Mizahının Gelişim Sürecinde Batılı Anlamda İlk
Mizah Dergisi: Cem”. Turkish Studies, C.6 S.3.s.1299-1313.
Yıldız, F. (2014). “Türk Anayasal Tarihi Çerçevesinde Basın Özgürlüğü.”
Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi. C.4 S.4 s.430-458.
Yıldız, N. (1996). “Demokrat Parti İktidarı ve Basın (1950-1960).”Ankara
Üniversitesi SBF Dergisi, C.51 S.1, s.481-505.
Yılmaz, A. (2001). Çağdaş Siyasal Akımlar , Ankara: Vadi Yay.
http://www.kaosgldergi.com/dergi.php “Kaos GL” 25 Aralık 2015’te erişildi.
http://www.binboga.org/tv-10hakkin-hakikatin-sesi-yayinda/
“TV
10
Hakkın,
hakikatin Sesi Yayında” 11 Şubat 2016’da erişildi.
143
ÖZET
Alevi Medyası Üzerine Betimleyici Bir Analiz
Alternatif medya teorisi ve pratikleri esas alınarak yürütülmüş olan bu tez
çalışmasında Alevi medyası alternatif medya bağlamında analiz edilmiştir. Alternatif
medya pratikleri ana akım medyanın görmediği etnik, dini vb. toplumsal azınlık ya
da toplumsal hareket üyeleri tarafından yaratılmaktadır. Bu toplumsal azınlıklardan
biri olan Alevilerin hayata geçirdiği Alevi medyasının oluşum süreci araştırılarak
mevcut durumu ortaya konulmuş ve bu medyanın yayın içerikleri tematik olarak
incelenerek nitel bir analiz yapılmıştır. Yapılan analizler sonucunda Alevi
medyasının alternatif bir medya pratiği olmanın ön koşulu olan, hitap edilen kitlenin
sesi olabilme hedefini gerçekleştirdiği anlaşılmıştır. Alevi medyasının bu hedefe
ulaşabilmek için Alevi toplumunun kendisini ait hissettiği bir medyaya duyduğu
ihtiyaç ekseninde, Alevilik kültürü ve inancını yaşatan, Alevilerin talep ve
sorunlarını gündeme getiren ve aynı zamanda Aleviler özelinde toplumun diğer
azınlık üyeleriyle dayanışma içinde olan yayınlar yapmakta oldukları açığa çıkmıştır.
144
ABSTRACT
A Descriptive Analysis about Alevi Media
This thesis examines the Alevi media as alternative media by using
alternative media theory and practices. Alternative media practices are created by
ethnic, religious etc. minorities, who are neglected by mainstream media, or created
by social movement participants. In this thesis, the present status of Alevi media
practices, which are created by one of these minorities, Alevis, are investigated with
qualitatively thematic analysis by studying their emergence process. It is concluded
that Alevi media satisfies the pre-condition of being an alternative media practice,
which is becoming the voice of its audience. It is seen that to achieve this goal, Alevi
medias, with the need that Alevi society feels belonging to these medias, broadcast
viewpoints that preserve Alevi culture and belief, mention Alevis’ requests and
problems and also broadcast some programs which build solidarity among the other
minority members of the society.
145
EKLER
EK 1: Alevilerin Sesi ve Cem Dergisi Kapak Fotoğrafları
Alevilerin Sesi Dergisi – Ekim 2015 Sayısı
146
Kasım 2015 Sayısı
147
Aralık 2015 Sayısı
148
Mart 2015 Sayısı
149
Cem Dergisi - Ağustos 2002 Sayısı
150
Eylül 2002 Sayısı
151
Ekim Kasım Aralık 2002 Sayısı
152
Mart 2002 Sayısı
153
EK 2 : Alevi Medyası’nın Künyesi
Alevi Medyası’nın Künyesi
Alevi Televizyonları
Ad ve Kuruluş Tarihi
İmtiyaz
TV Avrupa -2004 / Yayını durmuştur.
Şükrü Yıldız
Düzgün TV -2004 / Yayını durmuştur.
Şükrü Yıldız
Cem TV-2005 / Yayını devam etmektedir.
İzzettin Doğan
Su TV -2006 / Yayını durmuştur.
Şükrü Yıldız
Yol TV -2006 / Yayını devam etmektedir.
Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu
Dem TV- 2007 / Yayını durmuştur.
Şükrü Yıldız
Kanal 12- 2008 / Yayını durmuştur.
Ali Kılıç
TV 10- 2011 / Yayını devam etmektedir.
Şükrü Yıldız
Barış TV -2011 / Yayını devam etmektedir.
Üzeyir Engin
Alevi Radyoları
Mozaik Radyo-1993 / Yayını durmuştur.
Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu
Barış Radyo-1993 / Yayını devam etmektedir.
Üzeyir Engin
Yön FM- 1994 / Yüksel Kılıç / Yayını devam
Yüksel Kılıç
etmektedir.
Cem Radyo-1997 / Yayını devam etmektedir.
İzzettin Doğan
Almanya’da Çıkarılan Dergiler
Ehlibeyt Dergisi-1990 / Basımı durmuştur.
İsmail Elçioğlu
Gerçek İlim Dergisi-(?) / Basımı durmuştur.
Muhsin Cevahir
Mürşit Dergisi-1994 / Basımı durmuştur.
Almanya Alevi Federasyonu
Alevilerin Sesi-1994 / Basımı devam etmektedir.
Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu
Al-gül Dergisi-1997 / Basımı durmuştur.
Berlin Anadolu Alevileri Kültür Merkezi
Yol (Serçeşme)- (?) / Basımı durmuştur.
Alevi-Bektaşi Sosyal ve Kültür Dernekleri
Federasyonu
Canların Sesi-(?) Basımı durmuştur.
Zuud Hollanda Alevi-Bektaşi Dernekleri Ortak
Çalışma Komisyonu
Türkiye’de Çıkarılan Dergiler
Karahöyük Dergisi-1964 / Basımı durmuştur.
Cem Dergisi-1966-1991 / Basımı durmuştur.
Hacı Bektaş Kültür, Kalkınma ve Yardım Derneği
adına Hüsrev Şir Ulusoy
Abidin Özgünay
Cem Dergisi-1995-2003 / Basımı durmuştur.
Cem Vakfı
Ehlibeyt Yolu Gazetesi-1966 / Basımı durmuştur.
Doğan Kılıç Şeyhhasanlı
154
Gerçekler Gazetesi- 1970 / Basımı durmuştur.
Mehmet Yaman
Gerçekler Dergisi-1973 / Basımı durmuştur.
Mehmet Yaman
Kavga- 1990 / Basımı durmuştur.
Rıza Yörükoğlu
Gönüllerin Sesi Gazetesi-1991 / Basımı
durmuştur.
Kervan-1992 / Basımı durmuştur.
Hasan Cendere
PSAKD Dergisi- 1992 / Basımı durmuştur.
PSAKD adına Murtaza Demir
Nefes Dergisi- 1993 / Basımı durmuştur.
Cemal Şener ve Reha Çamuroğlu
Yurtta Birlik Gazetesi-1993 / Basımı durmuştur.
Kamber Özcivan
Birgeçit Gazetesi-1994 / Basımı durmuştur.
Ahmet Günbek
Cem Gazetesi- 1995 / Basımı durmuştur.
Aliseydi Karagöz
Gönüllerin Sesi, Karacaahmet Sultan-1996 /
Basımı durmuştur.
Haziran Alevi-2014 / Basımı devam etmektedir.
Karacaahmet Sultan Derneği
Semih İra
PSAKD Maltepe Şubesi adına Deniz Kifayet
155
Download