1 İçindekiler İmam Nevevi’nin Sahih-i Müslim’i yazarken takip ettiği metodu nedir?..................................3 Bakara suresi 177. ayette geçen "el-yetâmâ " kelimesinin Türkçe anlamı nedir? ...................4 Dünyada bazı güzelliklerden mahrum kalanların, cennette diğerlerine göre o nimetten daha fazla istifade edeceklerinin delili nedir? ......................................................................................4 Goldziher kimdir? Yahudi birisi neden kaynak olarak veriliyor? ..............................................5 İkindinin farzından sonra nafile kılınmıyor ise, Peygamberimiz neden kılmıştır? ...................6 “İnsanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde ve yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında” nasıl deliller vardır? ...................................................................................7 Peygamberimizin islamiyetten önce kızların diri diri gömülmesine, köleliğe ve zinaya bakışı nasıldı? ..........................................................................................................................................8 La ilahe illallah diyene, günahlarından dolayı kâfir demeyin, anlamında bir hadis var mıdır? .......................................................................................................................................................9 Karun iman etmiş midir, nerede vefat etmiştir ve o da Kızıldeniz’den geçmiş midir? ............10 Peygamber, "Ey Rabbim! Kavmim şu Kur'an'ı terkedilmiş bir şey haline getirdi" dedi. Furkan, 25/30 Ayeti açıklar mısınız? ........................................................................................11 2 İmam Nevevi’nin Sahih-i Müslim’i yazarken takip ettiği metodu nedir? - İmam Nevevi’nin Müslim’in şerhi olan “el-Minhac” adlı eserinde takip ettiği “menheci”ini yani usulünü kısaca bir kaç madde halinde şöyle sırlamak mümkündür: a) “Ahkâmu’l-Usul” bilgilerine yer vermiştir. Örneğin şöyle der: “Men” lafzı bazılarına göre mutlaka umumu ifade etmez. Diğer bazılarına göre ise, haber cümlesinde umumu ifade etmez, ancak inşa cümlelerinde umum ifade eder. Kendisi “Men” kelimesinin mutlak olarak umumu ifade ettiği kanaatindedir. b) “Ahkâmu’l-füru’” bilgilerine yer vermiştir. Örneğin şöyle der: “Bazı arkadaşlarımıza göre, gayr-ı müslimlere bizim önce selam vermemiz haram değil, mekruhtur. Bu görüş zayıftır. Çünkü naslarda geçen yasaklama emri tahrim içindir.” c) ÂDÂB ve ZÜHDE işaret etmesi: Örneğin şöyle der: “Arap lugat alimlerine göre, “KÛT”: Hayatı koruyacak miktarda/ölmeyecek şekilde gıda almaktır. Bu da gösteriyor ki, dünya hayatında daima aza kanaat etmek gerekir..” d) Şer’î Kaideler Usulüne yer vermesi. Örneğin şöyle der: “Küfür dışında bütün büyük günahların cezası budur/cehennemdir. Faka Allah dilerse, bu günahı affeder, hiç de cehenneme sokmaz. Ashab-ı kebâir, Cehenneme girmeleri durumunda da cezalarını çektikten sonra oradan çıkarlar..” e) Kelimelerin Lügat manalarına işaret etmesi. Örneğin şöyle der: “Nerdeşir; Acemce/Farsça bir kelime olup sonradan Arapçaya girmiştir ve Nerd (tavla) demektir. Hecer: Behreyn bölgesinde bulunan büyük bir şehirdir. Cevheri de Sihah’ında, ‘bu kelimenin bir şehir ismi olup müzekker ve munsarıf olduğunu belirtmiştir” f) Nevevî, Eş’ari ekolüne mensuptur. Bunun için o da Sıfat konusunda halef âlimlerine uygun hareket edip tevil cihetini tercih eder. g) Hadiste geçen ravilerle ilgili bilgi verir. “Esmau’r-rical” konusunda açıklamalar yapar. h) Bazen hadiste yer alan “müşkil” kelimelerle ilgili farklı yorumlara yer verir. İmam Nenevî, bunlar gibi daha bir çok bilgiye yer vermiştir. - Nevevi’nin yaptığı Müslim’in şerhi ile başka şerhler arasında bir mukarene/karşılaştırma yapmak uzunca bir zaman ve fazlaca bir alan kapsar. Bu sebeple, size (Arapça bildiğinizi tahmin ediyoruz), Dr. Muhammed Huzeyl Said Muhammed el-Mihlafî’nin doktora tezi olan “Şerhu Sahihi Müslim Beyne’l-Kadi Iyad ve’lİmam en-Nevevî, Dirase Muvazine” adlı doktora tezi olan çalışmasını tavsiye edebiliriz. (Bu esere, www.yemen-nic.info internet Veb sitesinden de ulaşabilirsiniz.) İlave bilgi için tıklayınız: İmam Nevevi'nin müslim şerhini ve bu şerhe hangi nüshayı esas ... 3 Bakara suresi 177. ayette geçen "el-yetâmâ " kelimesinin Türkçe anlamı nedir? “el-yetâmâ” kelimesi, hem “Yetîm”(öksüz oğlan) hem “Yetîme”(öksüz kız) kelimesinin çoğuludur. Arapça kökenli olan “Yetim” kelimesi, Türkçede de kullanılmakla beraber, bunun yerine aynı manaya gelen ve öz Türkçe olan “öksüz” kelimesi de kullanılır. Bu sebeple her iki meal de doğrudur. İlgili ayetin meali şöyledir: "Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere (öksüzlere), yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekâtı verendir. Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve işte takva sahipleri bunlardır." (Bakara, 2/177) Dünyada bazı güzelliklerden mahrum kalanların, cennette diğerlerine göre o nimetten daha fazla istifade edeceklerinin delili nedir? Hadis-i Şerifte bu konuya şöyle işaret edilmiştir: Hz. Abdullah ibn. Mesud bir şey almak için bir ağaca çıkmıştı. Bu arada çok zayıf olan bacakları göründü. Bazı sahabiler bunu görünce gülüştüler. Peygamberimiz bunu hoş karşılamadı ve şöyle buyurdu: “Niçin gülüşüyorsunuz?! Abdullah’ın bacakları kıyamet günü Uhud Dağı’ndan daha ağır gelecektir.” (Tabakât, 3: 155.) Bu hadisin işaret ettiği gibi insan bu dünyada hangi nimetten mahrum kalıyorsa cennette o nimetten istifadesi daha fazla olacaktır. Ceza da mükafat da amelin cinsindendir şeklinde bir kaide vardır. İnsan bu dünyada ne ile imtihan olmuşsa ona göre ahirette karşılığını görecektir. Bu dünyada kör olan cennette daha iyi gören gözlere sahip olacaktır. Bu dünyada yüz güzelliği az olan cennette daha güzel surette olacaktır. Bunların şartı ise sabretmek ve haline şükretmek isyana girmemektir. 4 Goldziher kimdir? Yahudi birisi neden kaynak olarak veriliyor? Ignaz Goldziher(1850-1921) arası yaşamış, Macar asıllı Musevî kökenli bir müsteşriktir. Goldziher, 1890'da Muhammedanische Studien adlı eseri yayınlayarak hadislerde İslâm Peygamberi'nin sözlerinden ziyade, ondan iki yüzyıl sonrasına kadarki dönemde mevcut olan hukûkî ve ideolojik çatışmaları yansıttığını iddia etti. Şeriat'ın kökenini Roma Hukuku'na borçlu olduğuna kuvvetle inanırdı. Veya başkalarını inandırmak için öyle inanmış görünürdü. İslam ilim çevresinin bu kişiyi referans vermesinin sebebi, onun özellikle Türkçe'ye Mustafa İslamoğlu tarafından “İslam Tefsir Ekolleri” adıyla tercüme edilen “De Rıchtungen Der Islamıchen Koranauslegung” adlı eseridir. Bu eser, Goldziher’in kaleme aldığı son oryantal çalışmadır ve tüm birikimini bu çalışmasında gözler önüne sermiştir. Bu eser şimdiye dek kendi alanında yazılmış en çaplı araştırmadır. Türkçeye yeni tercüme edilse de bu eser Arap aleminde çoktan yerini almış ve hakkında bir çok eleştirel yazılar kalem alınmıştır. Bu kişinin referans verilmesi, fikirlerinden istifade etmekten ziyade, onun Kur’an ve İslam peygamberi hakkında örümcek ağından daha zayıf olan bazı delillerle çürütmeye çalıştığını ortaya koymak ve insanları onun şerrinden korumaktır. Bilgi için tıklayınız: Hadislerin bir çok raviden geçtiğini dikkate alırsak, hadislere neden güvenelim? Hadislerin yazılması, toplanması / tedvini, günümüze kadar ... 5 İkindinin farzından sonra nafile kılınmıyor ise, Peygamberimiz neden kılmıştır? Evet, Hz. Peygamberin (asm) vaktinde kılamadığı öğle namazının son iki rekat (bazı rivayetlerde ikindinin ilk) sünnetini, İkindi namazından sonra kıldığına dair hadis rivayetleri vardır. (bk.Buhari, Mevakit, 33; Müslim, Musafirin, 296-301; Ebu Davud, Salat, 298; Tirmizi, Hac, 42; Nesaî, Mevakit, 26) Ayrıca, Hz. Peygamber, Fecirden (sabaha namazından) sonra, güneş doğuncaya kadar, bir de ikindiden sonra güneş batıncaya kadar namaz kılınmasını yasaklamıştır. (Buhari, Mevakit, 31; Müslim, Musafirin, 288; Ebu Davud, Tetavvu, 10; Nesaî, Mevakit, 11, 25; İbn Mace, İkamet, 147) İslam alimleri bu farklı hadis rivayetlerine dayanarak, farklı içtihatlarda bulunmuşlar: İmam Şafii, İmam Ahmed b. Hanbel gibi bazı alimlere göre, İkindinin farzından sonra sebepsiz nafile kılınmaz, fakat (abdest sünneti gibi) sebepleri olan nafileler ve kazaya kalmış (farz veya nafile) namazları kılmakta bir sakınca yoktur. İmam Malik, Sufyan Sevri gibi alimlere göre ise, ikindiden sonra hiç bir namaz kılınmaz. (bk. Tirmizi, Hac, 42) Bazı alimlere göre, Hz. Peygamberin ikindi namazından sonra nafile namazı kaza etmesi, ona özeldir, başkaları böyle bir şey yapamaz. (bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 2/64-65) Nitekim Tahâvi'nin Ümmü Seleme'den rivayet ettiği hadisin sonunda şu ilâve bulunmaktadır "Ben, ya Resûlellah, bu iki rekatlık namazı (geçirdiğimiz zaman) biz de kaza edebilir miyiz?" diye sordum da: "Hayır" diye cevab verdi. (bk. Tahâvî, Şerhu Me'âni'l-âsâr, 1/306) Ayrıca, ikindi namazından sonra nafile namazı kaza ettiğine dair hadis rivayetleri arasında farklılık olduğunu belirten İbn Hacer, bu rivayetlerin zayıf olabileceğine işaret etmiştir. (bk. a.y) Aslında -yukarıda görüldüğü üzere- Hz. Peygamberin insanlar için ikindinin farzından sonra namaz kılmalarını -sözlü olarak- yasaklaması, buna mukabil kendisinin aynı vakitte -fiili olarak- namaz kılması gösteriyor ki, onun fiili, ona özel bir durumdur. Sözlü yasaklaması ise bütün insanlar için geçerlidir. İslam alimleri, bu farklı hadis rivayetlerini farklı yorumlamışlar: Hanefi alimlerine göre, şu üç vakitte (Güneş doğarken, tepede iken ve batarken), herhangi bir namazı kılmak tahrimen mekruhtur. (bk. V Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 1/521) Şu iki vakitte (sabah namazından ve ikindi namazından sonra) ise Nafile namaz kılmak mekruhtur. Ancak bu vakitlerde farz namazları kaza edilebilir, cenaze namazı kılınabilir ve tilavet secdesi yapılabilir. (bk. Zuhayli, 1/522-23) Şafii mezhebine göre ise, söz konusu üç vakitte namaz kılmak tahrimen, o iki vakitte ise tenzihen mekruhtur. (bk. Zuhayli, 1/524) Şafiilere göre, belli bir sebebe dayalı olan namazlar söz konusu vakitlerde kılınabilir. Buna göre, farz veya sünnetlerin kazası yapılabilir. Abdest sünneti, tahiyetu’l-mescid namazı, güneş tutulma (küsuf) namazı, cenaze namazı kılınabilir, tilavet secdesi, şükür secdesi yapılabilir. (Zuhayli, a.y) 6 “İnsanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde ve yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında” nasıl deliller vardır? a) Bakara suresinin 164. ayetinin tam meali şöyledir: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah’ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda, elbette aklını çalıştıran kimseler için Allah’ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır.” Bu ayette Kur’an’ın prensip olarak Allah’ın varlığı ve birliği için kullandığı “İhtira” (yaratma) ve “inayet” (amaç) delilerine ye verilmiştir. Özeti şudur: - Yer ile göklerin yaratılması ortada olan bir gerçektir. Her yaratılan bir varlığın bir yaratanı olur. Bir iğne bile ustasız olmaz. Öyleyse yer ile göklerin de bir yaratanı vardır. Göklerin yerin harika birer sanat eseri olarak yaratılmaları, yaratıcının sonsuz ilim, kudret ve hikmet sahibi olduğunu gösterdiği gibi, ortak kabul etmeyecek kadar izzet sahibi olduğunu da gösterir. - Gece - gündüzün varlığı, bir yandan güneş ile yer arasındaki ince münasebetlere işaret edilmiş, diğer taraftan da bu güneş sisteminin gece -gündüzü netice verecek şekilde dizayn edildiğine dikkat çekilmiştir. Böyle programlı, projeli, gayeli, amaçlı bir sanat eserinin ortaya konulması, onun kör tesadüfün oyuncağı, cansız-şuursuz atomların, elementlerin işi olamayacağının göstergesidir. Bu da sonsuz ilim, kudret ve hikmet sahibi olan Allah’ın varlığının delilidir. - Keza, denizlerde gemilerin yüzebilmelerinde de delil vardır. Çünkü, geminin ilk defa su üzerinde yüzecek şekilde yapılması insan aklının ürünü olamaz. Kur’an’da ilk defa Hz. Nuh’un vahiyle gemiyi yaptığı bildirilmiştir. Bu bir yana; Denizlerin/ suyun kaldıraç kuvvetinin olması, koca dağ gibi gemileri taşıyacak şekilde dizayn edilmesi ve bu gemilerin işlemesinde de insanlar için ticaret ve taşıma aracı olarak büyük faydalar sağlaması Allah’ın varlığını gösterir. Çünkü Allah’tan başka hiç bir sebep, hiç bir atom, suyun hiç bir molekülü, ne insanı tanır ki ona hizmet etsin, ne aklı var ki, bu sonucu doğuracak şekilde şekillensin, nu kudreti var ki, bu ince hesaplı-kitaplı işleri evirip çevirsin. - Yağmurun yağması da insana fayda sağlama amacının bir sonucudur. Yağmurun yağması için, güneşin, atmosferin, denizlerin, rüzgârların, bulutların var olması gerekir. Demek ki, insanlar için bir tek gıda maddesinin yaratılması için adeta kâinatın yaratılmasını ve bunun da sonsuz ilim, hikmet ve kudret sahibi bir yaratıcının varlığını gerektirir. Demek ki, bu ayette bir tek ekmeğin var edilmesi için güneşin, denizlerin ve diğer mekanizmaların var olmasının gereğine vurgu yapılmıştır. Bu pencereden konuya daha detaylı bakılabilir. b) “Allah'ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmur" mealindeki ifadede “ölmüş toprak”tan söz edilmesi, insanların da öldükten sonra yeniden diriltileceğine dikkat çekmek içindir. Gözle görülen bir diriltme olayı, gözle görülmeyen bir olay olan insanların diriltileceğine kuvvetli bir delildir. Ayrıca, yeryüzünün son bahar ve kış mevsimlerinde nasıl öldüğüne, bu ölüm kanunun nasıl harika bir yaratmaya bağlı olduğuna da işaret edilmiştir. Çünkü baharda bitkilerin dirilmesi ne kadar harika ise, sonbahar ve kışta bunların ölmesi de çok harikadır. Bazı ağaçlar kışta da yeşil kaldığı halde diğerleri niçin yaprak dökümüne uğruyor? Ölen bu bitkilerin taneleri ve çekirdekleri nasıl olur da gelecek baharda hiç şaşırmayarak bir önceki bahardaki gibi aynı ürünleri verebiliyor? Özetle, “ölüm” ile “dirilme”nin yan yana gelmesinden büyük bir kuvvet doğar. Mülk suresinde belirtildiği üzere, ölüm de hayat gibi Allah’ın yarattığı bir olaydır. Çünkü ölüm olayı da ancak Allah’ın ilmine, kudretine, ezeli kader ve kaza programına bağlı olarak tahakkuk eder. 7 Peygamberimizin islamiyetten önce kızların diri diri gömülmesine, köleliğe ve zinaya bakışı nasıldı? 1) Peygamber efendimiz, İslam’dan önce de güzel ahlakın zirvesinde bulunuyordu. Zulmün kol gezdiği bir devirde, Hz. Peygamber yaklaşık daha on yaşındayken 580 yılında, can ve mal güvenliğinin sağlanması, zayıf ve güçsüzlerin korunması, zulmün önlenmesi gibi amaçlarla, toplumda sözü geçen, saygın ve iyi niyetli kişilerin önderliğinde kurulan “Hılfu’lfudul”(Erdemliler ittifakı) adlı sivil toplum kuruluşuna katılması, peygamberimizin Cahiliye devrindeki çok güzel ahlak sahibi olduğunun göstergesidir. - Ayrıca, onun çocukluğundan beri, “Muhammedü’l-Emin” (Güvenilir insan Muhammed) unvanına layık görülmesi, onun Cahiliye döneminde de -Allah’ın inayetiyle- her türlü kötülükten uzak durduğunu göstermektedir. - Kızlarını diri diri gömenler, onların başka insanlarla evlenmelerine razı olmayanlardır. Hz. Peygamberin İslam’dan önce evlilik çağına gelen kızlarını evlendirmesi, onun bu gibi yanlış düşüncede olmadığını gösteriyor. - Siyer ve tarih kaynakları, Hz. Peygamberin bütün hayatında içki içmediğini, fuhşa bulaşmadığını haber vermektedir. (bk. Şeyh Âid el-Karanî, Kırae fis’-Sîre) - Rivayete göre Hz. peygamber eski hayatından bir hatırayı özetle şöyle anlatmıştır: “Bir gün davarları güderken, Mekke’nin yakın bir mahallesinde, düğün dolayısıyla çalgılar, oyun ve eğlencelerin sesleri duyuluyordu. Bir çoban kendisine “sen git bu eğlencelere katıl, hayvanlarına ben bakarım” dedi. O da “Olur” demiş ve gitmişti. Eğlence mahalline yaklaştığı bir yerde uykusu gelir ve uykuya dalar. Uyandığında gün doğmuş, eğlence bitmiş ve bütün o sesler kesilmişti” Yani Allah kendisini korumuştu.bk. (Kırae fis’-Sîre) - “Muhammedü’l-Emin” unvanı diğer konularda olduğu gibi, iffet konusunda da onun en güvenilir bir kimse olduğunu göstermektedir. - Hz. Peygamberin -o günkü kültürde mevcut olduğundan- eş Hz. Hatice tarafından kendisine verilen kölesi Zeyd’i hürriyetine kavuşturup onu bir oğlu gibi görmesi, köleliğe bakışını gösteren canlı bir örnektir. Zeyd’in babası geldiğinde Hz. Peygamber Zeyd’i babası ile kendisi arasında tercih yapabileceği konusunda serbest bıraktığı halde, Köle Zeyd’in onu babasına tercih etmesi, ayrı bir delildir. 2) Kur’an’ın teknolojiye bakışı müspettir. Kur’an’da son zamanlarda yapılan fenni keşiflere işaret ettiğine dair yazılan kaynaklar, onun bu olumlu bakışının göstergesidir. İlk emri oku olan Kur’an kadar ilmi teşvik eden başka bir kaynak yoktur. - Ancak, Kur’an bir fizik, bir kimya, bir astronomi kitabı değildir. Bu sebeple, Kur’an’ın bu günkü teknolojik gelişmelere açık ifadelerle teşvik etmesi veya onlardan bahsetmesi beklenmemelidir. Kaldı ki, yaklaşık 14 asır sonra meydana gelen teknolojik gelişmeler 14 asır önce açıkça ifade edilseydi, “Mukteza-yı hale mutabakattan (zaman ve zeminin durumuna uygunluk sağlamaktan) ibaret olan” belagate aykırı olduğu gibi, irşat mantığına da ters düşerdi. Bediüzzaman hazretlerinin de işaret ettiği gibi, kainatta bir tekâmül kanunu vardır. Eskiden çok kapalı meseleler zamanla bedihî ilimler sırasına geçebilir. Hâlbuki irşadın özelliği, mevcut ilim ve fikir seviyesini nazara almaktır. Meselâ: Şayet Kur'an, 15 asır önceki insanlara "Kendi ekseninde dolaşan güneşin duruşuna ve onun etrafında pervane gibi dönen dünyanın hareketine bakın! 8 Bir milyondan fazla mikroskobik canlıları barındıran bir damlacık suyu temaşa edin ki, Allah'ın sonsuz kudretinin belgelerini görebilesiniz" deseydi, insanların çoğunu şaşırtmış olacaktı. Çünkü onlar, gözleriyle dünyanın değil, güneşin dönmekte olduğunu görüyorlardı. Ve bir damla suda ise, hiç bir şey görmüyorlardı. Fennî keşifler ancak hicri onuncu asırdan sonra ortaya çıkmıştır. O asra kadar gelen insanları şaşırtmak, yalnız yeni müspet fenlerin keşiflerinden sonra ancak anlaşılabilen konuları ders vermek, irşad prensibine de belagat kuralına da aykırıdır. Demek ki, insanların aklına göre konuşan Kur'an, tam belagat göstermiştir. (bk. İşârâtu’l-İ’caz /Nübüvvetin tahkiki; Muhâkemat, 160-161) İlave bilgi için tıklayınız: Kur'an'da, elektrik, televizyon, uçak, dvd ve cep telefonu gibi ... Kur'an-ı Kerim' de bilimsel keşiflerden bahsediliyor mu? Peygamberimiz döneminde bilim ve teknoloji olmadığı halde, Kur'an ... Dünya çapında Müslüman bilim adamları var mıdır? La ilahe illallah diyene, günahlarından dolayı kâfir demeyin, anlamında bir hadis var mıdır? - Buhari’de “La ilahe illallah diyene, işlediği günahlardan dolayı kâfir demeyin! Buna kâfir diyenin kendisi kâfir olur.” şeklinde bir rivayete rastlayamadık. Buna yakın şöyle bir rivayet vardır: Resulullah: “Kim Lat ve Uzzaya yemin ederse, “La ilahe ilallah” desin” buyurdu ve böyle diyen kimseyi tekfir etmedi.” (Buhari, Eyman, 7) Bu konuda farklı rivayetler vardır. İbn Hacer “Buhari’nin tercihinin, böyle yemin eden kimsenin kâfir olmayacağı yönde olduğunu” belirtmiştir. (İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 11/53839) Süfyan Sevri gibi bazı alimlere göre, bu tür yemin eden kimse, eğer yemin ettiği nesnelerin gerçekten bir ilah gibi büyük olduğuna inanıyorsa, dinden çıkar, aksi takdirde günahkar olur fakat kâfir olmaz. (İbn Hacer, a.y) İlave bilgi için tıklayınız: Büyük günah işleyeni tekfir etmek caiz mi? Namaz kılmayan kafir olur mu? 9 Karun iman etmiş midir, nerede vefat etmiştir ve o da Kızıldeniz’den geçmiş midir? - Karun’un Hz. Musa’nın amcasının oğlu olduğuna dair bir ayet veya hadis yoktur. İbn Abbas, İbrahim Naheaî, Abdullah b. Haris b. Nevfel, Simak b. Harb, Katade, Malik b. Dinar, İbn Cureyc gibi alimlerin duyumlarına göre, Karun Hz. Musa’nın amcasının oğludur. (bk.İbn Kesir, Kasas, 76-77. ayetlerin tefsiri; ayrıca bk. Taberi, Kurtubî, İbn Aşur, ilgili yer) - İbn İshak’a göre, Karun, Hz Musa’nın amcasıdır. (Taberi, Kurtubi, İbn Kesir, a.y) - Sahih olup olmadığını tespit edemediğimiz Katade gibi bazı alimlerin bildirdiğine göre, Karun önce iman etmişti. Güzel sesiyle Tevrat’ı okuduğu için ona “el-Münevvir” denildiğine ve Hz. Musa ile birlikte Kızıldeniz’den geçtiğine, fakat daha sonra Samiri gibi münafık olduğuna dair bilgiler vardır. (bk. Maverdî, ilgili ayetin tefsiri) - Razi’ye göre, Kur’an’ın açık ifadesinden anlaşılan şudur: Karun Hz. Musa’nın kavmindendir. Bu (Hz. Musa’nın kavminden olması), onun önce iman ettiğine delalet etmektedir. Bu ifadeden, Karun’un Hz. Musa’nın akrabası olduğunu anlamak da mümkündür. İbn Abbas’tan bir rivayete göre, onun Hz. Musa’nın teyzesinin oğlu olduğu da bildirilmiştir. (Razi, ilgili yetin tefsiri) Razi de diğer tefsirlerde yer alan bilgilere yer vermiş, ancak bu bilgileri -güçlü olmayan bir ifadeyle“denilir ki” şeklinde “temriz” sigasıyla vermiştir. (Razi, a.y) - Ebu Umame el-Bahili’den yapılan rivayete göre, peygamberimiz: “Musa ile birlikte Tur-i Sina’da Allah’ın kelamını işiten seçkin yetmiş kişiden biri idi.” demiştir. (Razî, ilgili yer) Ancak hadis kaynakların bu rivayete rastlayamadık. - Karun’un iman etmesine rağmen, Kızıldeniz’i geçtikten sonra, Musa ve kardeşi Harun’un yanında kendisine de bir paye verilmediğinden şikayet etmiş ve bazı mucizeler görmesine rağmen onları sihir olarak yorumlamış ve kendisine tabi olan bazı kimselerle birlikte İsrail oğullarından ayrılmıştır. (Razi, a.y) İbn Aşur da Eski Ahid Saylar bölümün 16. bölümünde Karun’dan “KORAH” olarak söz edildiğini ve İsrailoğulları, İRİHA’yı fethedecekleri sırada onun yere battığını belirtir. (İbn Aşur, ilgili yer) İlgili yerden anlaşılıyor ki, Karun, Datan ve Aviram adındaki ileri gelen üç Yahudi, Hz. Musa’ya baş kaldırmış ve sonunda yer yarılmış onlar da 250 yandaşlarıyla birlikte yerin dibine geçmişlerdir. (bk. Kitab’-ı Mukaddes, Çölde Sayım, 16/26-35) - Özetlersek, Karun’un önce iman edip etmediğine dair Kur’an’da ve sahih hadislerde bir açıklık yoktur. “Yoldan sapanlardan biri olan Karun da Mûsa’nın kavminden olup onlara karşı böbürlenerek zulmetmişti.” (Kasas, 28/76), “Allah’ın sana ihsan ettiği bu servetle ebedî âhiret yurdunu mâmur etmeye gayret göster.” (Kasas:77) mealindeki ayetlerin ifadesinden, onun iman ettiğini, daha sonra yoldan saptığını ve müminlere zulmetmeye başladığını anlamak mümkündür. - Değişik bilgiler onun Kızıldeniz’den Hz. Musa ile birlikte geçtiğini göstermektedir. Ancak onun, ne zaman ve nerede helak olduğuna dair kesin bir bilgiye rastlayamadık. 10 Peygamber, "Ey Rabbim! Kavmim şu Kur'an'ı terkedilmiş bir şey haline getirdi" dedi. ﴾Furkan, 25/30﴿ Ayeti açıklar mısınız? Peygamber, "Ey Rabbim! Kavmim şu Kur'an'ı terkedilmiş bir şey haline getirdi" dedi. ﴾Furkan, 25/30﴿ Putperestlerin Resûlullah’a ısrarla karşı çıkmaları, haksız iddia ve iftiralarla onu üzmeleri üzerine onun da bu âyetteki ifadelerle inkârcıları Allah’a şikâyet ettiği belirtilmektedir (Râzî, XXIV, 76-77). Ancak Taberî (XIX, 9) gibi bazı müfessirler, konunun akışını dikkate alarak Hz. Peygamber’in bu şikâyetini âhirette, o büyük yargılama sırasında dile getireceğini belirtmişlerdir. Ayrıca yine ifadenin gelişinden anlaşıldığına göre onun şikâyetçi olduğu kesim, bütün ümmeti, hatta kendi dönemindeki bütün kavmi değil, bunlar içinden onun risâletini tanımayan, Kur’an’ın çağrısına uymayı reddeden putperestlerdir. Metindeki mehcûran kelimesinin kök anlamından dolayı ilgili bölüme çoğunlukla, “... Kur’an’a inanmayı terkettiler, onu kabul etmediler, onu dinlemekten dahi yüz çevirdiler” mânası verilmiştir (Râzî, XXIV, 77). Bu tutumlar, özetle Kur’an’a ilgisizlik anlamına geldiği için meâline anlamı bu kelimeyle yansıttık. Ancak mehcûran kelimesinin kökünde “alay etme” ve “hezeyan savurma, saçmalama” anlamları da bulunmakta olup bu anlamlar dikkate alınarak Resûlullah’ın bu şikâyetinin, “Rabbim! Kavmim bu Kur’an’la alay ettiler” veya “... Kur’an’la ilgili saçma sapan sözler sarfedip haksız iddialar ileri sürdüler” şeklinde de anlaşılabileceği belirtilmiştir (Taberî, XIX, 9-10). Sonuçta her üç anlamıyla da bu şikâyette müşriklerin Kur’an karşısındaki akıl ve ahlâk ölçüleriyle uyuşmayan inkârcı ve reddedici tutumları dile getirilmektedir. (Bk. Diyanet Tefsiri, Kuran Yolu) 11